Kefilli alacaklarda şüpheli alacak karşılığının

advertisement
Kefilli alacaklarda şüpheli alacak karşılığının ayrılması
06.08.2009/ Bumin Doğrusöz / Yorum
Geçen aylarda "Kefillikten Doğan Alacakta Karşılık" başlığı altında, bir şirketin bir diğer şirkete kefil
olup da ödeme güçlüğü sebebiyle asıl borçlunun yerine borcu ödemek zorunda kalması halinde,
alacaklının yerine geçerek asıl borçlu şirkete karşı şüpheli alacak karşılığı ayırıp ayıramayacağı
konusunu ve grup şirketlerinin birbirlerine kefil olup olamayacaklarını irdelemiştim.
Söz konusu yazımda grup şirketlerinin kefalete istinaden birbirlerinin yerine ödeme yapabilecekleri,
bu şekildeki ödemeleri sonucu alacaklıya halef olarak birbirleri aleyhine takip yapabilecekleri ve bu
durumda şüpheli alacak karşılığı ayırabilecekleri sonucuna varmış; ancak yargının, şirketlerin iştirak
veya grup şirket ilişkisinin olmadığı, yani gruba karşı 3. şahıs mevkiinde olan şirketlere kefil olunması
ve kefil sıfatıyla ödemede bulunulduktan sonra asıl borçlu şirket aleyhine takip yapılması halinde,
kefalette ticari faaliyetle illiyet bağının olmaması sebebiyle karşılık ayıramayacakları görüşünde
olduğunu da belirtmiştim.
Bu yazımla ilgili pek çok elektronik posta aldım. Gelen postaların bir kısmında, özellikle bankaların bir
grup şirketine kredi verirken grubun diğer şirketlerinin de müteselsil kefaletini aldığı belirtilerek, asıl
borçlu şirketin ödeme yapmaması veya yapamaması sebebiyle borcun bir kefil şirket tarafından
ödenmesi halinde, şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için bu ödeyen şirketin asıl borçlu şirket
aleyhine takip yapmasının yeterli olup olmadığı; yoksa burada diğer kefil şirketler aleyhine de icra
takibi yapılmış olunması koşulunun aranıp aranmayacağı sorulmaktadır. Ben de bu soruyu
araştırmaya değer buldum ve vardığım sonuçları bu yazımla aktarmak istiyorum.
Ödemeyi yapan kefil şirket, yaptığı ödeme ölçüsünde alacaklının haklarında, ona halef olur (Borçlar
Kanunu Madde 496). Ödemeyi yapan ve alacaklının haklarına halef olan, bir diğer deyişle alacaklının
yerine geçen şirket, asıl borçluyu bütün diğer müteselsil kefillerle birlikte takip edebileceği gibi önce
asıl borçluyu takip edip ondan alacağını alamazsa veya alamadığı tutarda diğer müteselsil kefillere de
müracaat edebilir. Bu konu ödemeyi yapan şirketin yönetim kurulunun takdirindedir. Burada yönetim
kurullarını, belli bir yönde hareket etmeye zorlayan bir yasa hükmü yoktur.
Yönetim kurulunun takdirini önce asıl borçlunun takip edilmesi yönünde kullanmakla, dava veya icra
takibine başvurmakla birlikte bilanço günü itibariyle şüpheli alacak karşılığı artık ayrılabilir.
Burada diğer müteselsil kefillerin varlığı sebebiyle alacağın teminatlı durumda bulunduğunu ve
teminatlı alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağını savunmak, bu günkü mevzuat
karşısında bize göre mümkün değildir. Kaldı ki, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun'da da teminatlar 10. maddede sayılırken, şahsi kefalet 11. maddede düzenlenmiştir. Bu
nedenle şahsi kefaletler teminat olarak kabul edilmek suretiyle şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağı
da söylenemez.
Nitekim benzer bir ihtilafta, Danıştay 4. Dairesi E.2002/4579 K. 2004/355 sayı ve 2.3.2004 günlü
kararı ile "kefilli alacaklarda kefaletin alacağı teminatlı kılmayacağı, asıl borçlu hakkında yapılan takip
dolayısıyla şüpheli alacak karşılığı ayırma hakkının şahsi kefalet teminat olarak nitelendirilerek
ortadan kaldırılamayacağı" yönündeki İstanbul 3. Vergi Mahkemesi'nin E.2001/813 K.2002/1178 ve
20.6.2002 kararını onamıştır.
Yargının bu pek yerinde ve haklı anlayışına göre de asıl borçlu aleyhine yapılan takibe dayanarak
şüpheli alacak karşılığı ayrılması açısından, şahsi kefalet teminat olarak kabul edilemez. Şahsi
kefaletin teminat olarak nitelendirilemeyecek olması sebebiyle de kefillerin ayrıca takip edilip
edilmediği hususu da karşılık ayrılması açısından önem taşımaz. Kaldı ki, burada kefalet olarak
nitelendirilen husus, Borçlar Kanunu'nun 488 ve 496. maddelerinden kaynaklanan rücu hakkından
ibarettir. Rücu hakkının ise teminat olarak görülmesi ise mümkün değildir.
Ancak değersiz alacaklar açısından konuya yaklaşılırsa, sonuç farklı olacaktır. Şahsi kefaletin varlığı ve
kefillerin takip edilip edilmediği, şüpheli alacak karşılığı müessesesi açısından önem taşımıyorsa da
değersiz alacaklar müessesesi açısından önem taşır. Bir alacağın değersiz alacak olarak
nitelendirilebilmesi için, kefillerin de takip edilmiş ve o takiplerin de semeresiz kaldığının aciz vesikası
ile kanıtlanmış olması gerekir.
Kaynak: Referans gazetesi
Download