1992 CiVANET DERGiSi DiNi - iLMi EDEBI ÜÇ A YLlK DERGi • Ocak - Şubat - Mart 1992 • Cilt: 28 Sayı: 1 • Diyanet İşleri BU SAYlDA Veda Hutbesi Hz. Muhammed (S.A.S.) ................................... 3 - 6 Yine Azerbaycan Hal it GÜLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 7 - 20 İnsan Haklarına Mukayeseli Hukuk Açısından Kısa Bir Ba- kış ŞAFAK Prof. Dr. Ali .................................... 21 - 27 Başkanlığı Adına İmtiyaz Sahibi Halit GÜLER Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı • Yazı işleri Müdürü Orhan BALCI Süreli Yayınlar Şube Müdürü Kul Haklarına Riayet ........................................... 28 Peygamberimizin Örnek Ahlakı Prof. Dr. İ. CERRAHOGLU .......................... 29- 40 İslamda İnsan Hakları Beyannamesi ................. 41 - 60 • Mali İşler Sorumlu Müdürü Salim GÜNEY Döner Sermaye İşletme Müdürü Batılı Toplumlarda ve İslam'da İnsan Hakları Yrd. Doç. Dr. Yavuz ATAR ........................... 61 - 98 • Yazı Tetkik Kurulu Orhan BALCI İbrahim URAL Ekrem KELEŞ • Yayına Hazırlayanlar Hilal KOÇ Seyfeddin ERŞAHiN Oruç Tutmanın Gerekleri Doç. Dr. Zeki DUMAN ............................... 99 - 102 İnsan Hakları Doç. Dr. M. Üzerine Bazı Tahliller YILMAZ ...................... 103 - 115 Kazım • Dr. Mediha Eldem Sk. No: 35 • Tlf: 435 52 73 06420 Kızılay/ ANKARA Kur'an-a Göre İnanç Hürriyeti Doç. Dr. Şevki SAKA ................................ 117 - 137 • Dizgi ve Baskı Biçem Dizgi Matbaacılık 2. F. Çakmak Sok. 27/4 Tel: 231 22 56 M.N. Ofset Kazım Karabekir Cad. 85/6 • Tel: 341 80 90 İlk Cumhuriyet Meclisinde Dini Yayıncılık Mehmet Bulut ........................................... 139 - 149 21 İNSAN HAKLARI'NA MUKAYESELİ HUKUK AÇlSINDAN KISA BİR BAKlŞ Prof. Dr. Ali ŞAFAK* Allah'ın halkettiği sayısız varlıklar arasında özel bir yeri işgal eder insan. Her bilim dalı insanı çok farklı yönleriyle ele alır. O, bir muammadır her yönü ile. Madde ve ruhu ile. Keşifler ve bilimsel gelişmeler hep onun uğrunadır, Yüce yaratan yarattıklarının tümünü onun emrine musahhar kılmıştır. İnsanoğlu asırlar boyu, üstesinden gelebildiği her şeyi emrinde kullanmış ve kullanmaktadır. Onun tek ve asıl görevi yaratanma hizmettir, O'na kulluktur. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulur: ' Ey Muaz! Allah'ın, kullar üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun? - Allah ve Rasulü bilir. - Allah'a ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi şerik (ortak) koşmamalarıdır. Kullarm Allah üzerindeki haklarınin ne olduğunu bilir misin? - Onu da ancak Allah ve Rasulü bilir. - Onlara azab etmemesidir." (Buhari, Tevhid 1. Müslim, İman 48, 49, Tirmizi, iman 18). İşte Yüce Yaratanın lütfu ve merhameti budur. Ne var ki, yaratılış gayesini unutan insana, insanlığını öğretme uğruna da yine Allah (cc) tarafından ve insanlar arasından olmak üzere bir kısım peygamberler gönderilmiştir. Zira "losan kendisinin başı-boş bırakılacağını mı sanıyor?" (el-Kıyame 75/36). Elbette insanın da bir kısım görevleri vardır. Bu da yer yüzünde fitne ve fesad çıkar­ madan yukarıdaki anılan görevini eksiksiz, kusursuz yerine getirmesidir. Yaratılışca zayıf olan insaqdan "İnsan zayıf yaratılışii olduğundan, Allah sizden yükü hafifletmek ister ... i• (Nisa 4/28). Mükellefıyet bakımından İSLAM, insanı büyük ölçüde serbest b,rakmıştır. Eğer bir kısım sıkıntılar, çekişmeler, kavgalar mevcutsa ortalıkta, bu; "Kendi elleri ve ihtiyarları ile öne sürdüklt;ri küfür ve zulüm yüzünden onlara herhangi bir musibet geldiği zaman; Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber göndereydİn de biz de ayetlerine ittiba edeydik, mü'minlerden olaydık ya, diyecek olmasalardı ... " (el-Kasas 28/47) buyurulmuş, çeşitli ayet ve hadislerde insanın bu zafı ve yanlış davranış ma yer verilmiştir. Demek ki, mükerrem bir yapı ve yaratılış sahibi olan insanoğlu, şayet bir kısım maddi ve manevi rahatsızlıklada karşılaşıyorsa, duruma göre gözle gö- * Mukayeseİi Hukuk Profe"sörü Ali 22 ŞAFAK rülemeyecek, mikroskopla zor farkedilecek bir hücrenin esiri, tutsağı haline geliyorsa bütün bunlar hep kendi elleri sebebiyledir. Nitekim, "İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fes ad ve bozgun çıkmıştır •.. " (Rum 30/41). Pek tabii ki, bu davranışlarının da dünyev! bir kısım sorumluluğu gerektirdiği iHihi' ve beşeri hukuk sistemlerinin kabul ettiği bir durumdur. HUKUK SİSTEMLERİNİN İNSANA BAKIŞI Konuya hukuk! perspektifle bakıldığında, İNSANlN, ilah! ve beşeri hukuk sistemlerinde değerlendirilişi bir ölçüde farklılık arzetmektedir. Mesela İslam'a göre İNSAN; yaratılışı itibariyle temiz, suçsuz ve günahsız yaratılmıştır. Bir diğer ifadeyle "İnsan, İsUim fıtratı üzere yaratılmıştır." O nedenle de "Beraet-i zirome asıldır." (Mecelle md. 8) genel kuralı hakimdir. Oysa hristiyanlığa ve hristiyan düşünüdere göre insan, doğuştan suçlu olarak doğar, ezeli günahın sorumluluğunu tevarüs eyler. İşte bu günahın etkisinden kurtulabilmesi için de din adamı papazlarca vaftiz ve takdis edilmesi gerekir. Kişi hayatında iyilikler ettikçe o ezell günahın sorumluluğunu üzerinden bir ölçüde kaldırmış olur. Yine bu sebebiedir ki, klasik hristiyan hukuk telakkisinde kişiler temelde suçlu bir nazarla değerlendirilir. O nedenle de orta ve yeni çağ hukuk anlayışında kuşkuyla bakılan insanın yapabileceği ve yapamayacağı hususlar temel hukuk metinlerinde tesbite çalışılmıştır. Benzeri değerlendirmeler yahudi, hindu vs. dinlerinde, sistemlerinde de görülür. Modern hukuk sistemleri de kaynaklandığı kültür ve din muhitine, anlayı­ şına göre insanı değerlendirmekte, davranışiarına hukuk normlarıyla müdahale etmektedir. Özellikle de klasik hukukçularla, neo-klasiklerde bu durum çok daha açık ve net olarak görülür. İşte bu yanlış telakkilerin İmam Şafii'­ den, Ali Kuşcu'dan, Erzurumlu İbrahim Hakkı'dan çok sonra gelen Lombroso ve Beccaria vb. antropologlar, cezacılar sarsmışlar, Batıda insan-suç ilişki­ sine yeni yaklaşımlar getirmişlerdir. Suç tipolojileri, doğuştan suç işleme eğili­ minde olabilecek karakterler, marazi suçlular üzerinde durmuşlardır ki, bu konular onlardan çok önce müslümanlar arasında adı geçen alimler ve benzerlerince ele alınmıştır. İslam'da suçsuzluk temel esastır, eşyada asıl olan mübahlık ve serbestliktir. Yine orada "Def-i mefiisid, eelb-i meniifiden evladır." (Mecelle md.30) temel esastır. Nitekim ilahi sistemlerin tümünde ve İslam da temel amaç; kötüliikieri ve kötülüğe götüren vesileleri ortadan kaldırmaktır: Herkesin bu konuda birleşmesi istenilir. Bunun sonucu olarak da toplumda çıkar paralelliği, Tevhid İnanemın toplumda hakimiyeti amaÇlanmıştır. Diğerlerinde ise çıkar çatışması, çıkar sağlamada rekabet ortamı serbest hale getirilmiştir. İktisadcı Adam Smith'in de ifade ettiği üzere günlük hayatta "Bırakınız yapsınlar, bıra­ kınız geçsinler" temel ilkedir. Nasıl yapar? Nasıl geçer? Onu kişinin ve toplumun çıkarları belirler. Serbest girişim denilen anlayış işte o zamanda çıkar çatışmalarının aşırı boyutlara ulaştığı ortamda kişilerin hak ve hukukunda sınır- insan Haklarına Mukayeseli Bakış 23 lama sözkonusu olmuştur. Bir yandan da kurallar gölgesinde çok aşırı çıkar­ lar temin edilmiş, gelir dağılımı ve bölüşümündeki dengeler bozulmuştur. Dine dayalı hukuk sistemlerinde davranışların ahlaklliği, uhrevlliği üzerinde durulmuş, olan ile olmaS\ lazımgelen hukuk kuralları bir arada düzenlenmiştir. Laik-materyalist hukukta ise işin sırf o andaki maddi-materyal yönü ele alı­ nıp, ona göre yaptırımları sevkedilmişir. Orada hukukun ahlaklliği, ideal yanı yoktur. Esasen düşünülmez de. Yine o sistemlerde ilk ve son insan ve toplum olarak düşünüldüğünden ölüm ötesi, yüce yaratıcı ve ona olan görevler hukuk normları dışında bırakılmışır. Bir diğer ifadeyle ilahi' sevgi ve ona inançla bağlanma duygusu yerine insan sevgisi ve onu mabudlaştırma duygusu "humanizm" hakim kılınmaya çalışıl­ mıştır. Humanizm hukuka hakim kılınmak istenilmiştir. İşte öyle olunca da hukuk evrenselliğini yitirmiş, ona milliyetçi bir vasıf,kazandırılmış ve o yönde düzenlemeler yapılmaya, güçlülerin koyduğu hukuk kuralları ve sistemleri oluş­ turulmaya başlanmıştır. Tıpkı Roma Hukuku, German Hukuku, Angio-Sakson Hukuku vs. gibi. İNSAN HAKLARI AÇlSINDAN MESELEYE BAKlŞ Yirminci asır ve belki de 1789 Fransız İlıtilali sonrası yaklaşık iki yüz yılı bir süredir batının gündemini işgal eden temel konuların başında İNSAN HAKLARI gelmektedir. Ulusal ve uluslararası platformlarda hukukçuları, yönetenleri, devletleri hep meşgiil edegeldiği gibi hala da uğraştırıp durmaktadır. Yukarıda kısaca değinilidği gibi çıkar çatışmasının ve ezell günahın kişilere hakim olduğu düşüncesinin yaşandığı Batı toplumlarında, müslümanların dışın­ daki toplumlarda, kendisine kuşku ile bakılan insanları serbest bırakmamak için hak ve hürriyetlerini belirleyelim, derken aslında onun hareket serbestliği­ ni sınır lamışiardır. İş bu sınırlamada kim güçlü ise o, kuralları hep nalıncı keseri gibi kendi tarafına yontınuştur. Tıpkı ortaçağ kilise babalarının kilise hukuku kurallarım (canon law) kendi lehlerine, Fransız İhtila.Icilerinin, İnsan Hakları Beyannamesindeki kuralları kendi lehlerine olarak kiliseye ve dine karşı biçimde uygulayışları, A.B.D. de ise eyaletlerarası varılan anlaşmalarda yer alan hak arama hürriyeti ile ilgili kuralları beyazların lehine, diğerlerinin aleyhine olacak biçimde uygulayışları gibi. İşte bu ters anlayış ve uygulamaların önüne geçmek için de yine başta Batı­ lılar olmak üzere dünya devletleri bu asırda zaman zaman bir araya gelerek insan haklarını metinler halinde tanımlayıp güvence altına almaya çalışmışlar­ dır. Mesela; - 26 Haziran 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Antiaşması (lll maddelik), - 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (30 maddelik) - 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (66 maddelik) ve buna ek protokoller. - 1 Ağustos 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi veya Avrupa Güvenlik ve aşkın insan Haklarına Mukayeseli Bakış 24 İşbirliği Konferansı Sonuç Belgesi, - 3 Ocak 1976 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (31 Maddelik), - 23 Mart 1976 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (54 maddelik), - 26 Kasım 1987 tarihli işkence ve Gayrıinsani Davranışları veya Cezanın Önlenilmesine Dair Avrupa Sözleşmesi (23 maddelik), - 16 Haziran 1988 tarihli işkence ve Başka İnsanlık dışı Zalimane ve Onur Kırıcı Davranış ve Cezaya Karşı Sözleşme (33 maddelik), -21 Kasım 1990 tarihli Yeni Bir Avrupa İçin PARİS ŞARTI, insan hakları mevzuunda hep birer kilometre taşı olarak karşımıza çıkmakta, ülkelerin baş­ ta milll anayasaları olmak üzere diğer birçok temel yasaları ona göre düzenlenınektedir. Hatta düzentenrnek mecburiyeti sözkonusudur. Bu metinterin herbirisinin başlangıç kısmında ve maddelerinde; "İnsanlık ailesinin tüm üyelerinde bulunan onuru ve oların eşit ve ayrıl­ maz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu­ nu ... Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ilan eder." "Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez." (İHEB md. 9), ''Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğü ile, din veya inancını tek başına veya topluca, açık veya özel olarak ibadet öğretme, uygulama ve gözetme yoluyla açıklama hürriyetini de kapsar. .. " (İHAS md. 9/1) gibi pek çok ferdi, sosyal, ekonomik ve kültürel hakları düzenlemektedir. Bir diğer ifadeyle yeni uluslararası metinlerde insanoğlunun temel hak ve ödevleri bunların sınırlan ayrıntılı bir biçimde düzenlenmeye çalışılmıştır. Bu metinler pratikte pek çok kavram kargaşasına yol açmakta, güçlü devletlerce farklı standartlar geliştiriJip ülkelerden ülkelere farklı biçimde uygulanmaktadır. Şu anda erişilen son durumlara ve sonuçlarına bakılınca insan hakları mevzuunda ne kadarlık bir mesafe alındığı kolayca farkedilecektir. Ne var ki, insan haklarının hukuk metinlerinde uzun uzun sıralanması amaca ulaşınada yeterli olmamaktadır. İnsana ne kadar saygılı davranılmaya çalışılırsa da sonuçta ezilen, temel hakları çiğnenen, zulme, haksızlıkların her çeşidine maruz kalan yine insan olmaktadır. İNSAN HAKLARI KONUSUNUN İSLAMI BOYUTU İslam Hukukunun, kültür ve medeniyetinin geldiğı, yayıldığı, hakim oldutoplumlarda bu konunun algılanışı batıya ve günümüz uluslararası telakkİ­ lerine göre bir hayli farklılıklar arzetmektedir. Bu muhitte insanların; din farkı, milliyet, ırk farkı gözetilmeksizin yapamıyacakları şeyler (haramlar-yasaklar) sayılmış, onun dışındaki bütün hareketler ve eşya insan için mübah hale getirilmiştir. İslam kültür muhitinde insan bir sir k varlığı, bir sir k hayvanı gibi düşünütüp de hareketleri ve haklarının neler olduğunun tanımı ve tesbiti yönüne gidilmemiştir. Ve orada aynı yönetim içerisinde yaşayanlar arasındaki ğu insan Haklarına Mukayeseli Bakış 25 inanç farklılıkları, farklı milliyetlere, ırkiara mensub olma kavga için sebeb olarak gösterilmemiştir. Orada yıkıcı ve bölücü türde zararlı düşünceler eyleme dönüştürülmedikce cezalandırılmamıştır. Bir doguştan suçluluk, bir engizisyon olayı, bir geİıosit suçu sözkonusu degildir. Dünya genelde; İslam Diyarı ve Düşman Diyarı şeklinde iki kategoride düşünülüp düzenlenmiştir. Anlaş­ malı ülkelerle hep sulh anlaşması hükümleri ve şartları tatbik edilmiştir. İşte bu ve benzeri nedenlerledir ki, müslüman yönetimlerde yasalarda temel yasaklar yer almıştır. Böyle bir toleranslı geniş özgürlük ortamında ilim, fen, teknoloji, güzel sanatların her türü son derecede gelişme kaydetmiştir. Ne zaman ki, bu hürriyetler kötüye kullanılır olmuş işte o vakit "Seddi-zeriyi" denilen, serbestileri sınırlama cihetine gidilmiştir. Buna, günümüzde "Hakkın kötüye kullanılmasına, hukuk müsaade etmez." ilkesi denilmektedir. Özgürlüklerin, temel hakların sayılmadıgı bir hürriyetçi anlayışın hakim oldugu müslüman muhitinde bunu hazınedemiyen bagnazlar zaman zaman çıktıgı gibi, fesadçılar da çıkmıştır. Ama hepsinde de yumuşaklılık politikası izlenmiştir. Zira Peygamber Efendimiz "Yer yüzündekilere merhametli olmayana gökteki Yüce Yaratan da merhametil olmaz.", "Merhamet etmeyene merhamet etmeyiniz." buyurmuşlardır (Buhari, Tevhid 2, Edeb 18,27. Müslim, Fedail65,66. Tırmizi, Birr 12, 16 vs.). İslam ceza hukukunda da yine bir kısım temel suçlar sayılmış ve bunların yaptırımları belirtilmiştir ki, toplam yedi veya sekiz grup agır suçlardır. Bunların dışındaki günahların, hukuk dışı davranışların cezalandırılması, onlara yaptırım türünün tayini; hukukun temel ilkeleri dogrultusunda Kitap ve Sünnete aykırı düşmernek koşullarıyla yönetici ve kadılara bırakılmıştır. Böyle bir cezalandırma siyaseti (Penoloji) sonucudur ki, suçların türünde, yaptırımla­ rında bir fazlalık görülmez. Bir yerde hakkın kötüye kullanılması sözkonusu olmadıkça suçtan da söz edilmemekteydL Bu tür bir cezalandırma siyaseti ve müsamaha anlayışı ile yönetilen müslümanlar muhitinde iç ve dış siyasette meydana gelen zayıflamalar, buna karşılık batıda oluşan güçlenıneler sonucu Osmanlılara yapılan baskılar, özelikle azınlık hakları mevzuunda meyvesini vermiştir. 1839 Tanzimat ve 1856 Isiahat Fermanları ile temel insan hakları ve azın­ lıkların hakları k~nusu gündemimize girmeye başlamıştır. Sanki Osmanlıda o güne kadar kişilerin böyle bir hakları yoktu da Batılılar sayesinde bu haklara Osmanlı teb'ası da kavuşturolmuş gibi bir kanaat verilmiştir. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Zira müslümanlar asırlar boyu hep şuna inanmışlardır: "Elçiye düşen görev ancak ap-açık bir tebliğdir. Sonrası Allah'a kalmış­ tır .•• " (Nur 24/54 vs.), "Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim şeytanı tanımayıp da Allah'a iman ederse o muhak~ak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah Hakkıyla işitici ve kemiliyle bilicidir." (Bakara 2/256). insan Haklarına Mukayeseli Bakış 26 SONUÇ Uluslararası oluşturulup imzalanan en son metinlerden "Yeni Bir Avrupa İçin PARİS ANLAŞMASI"nın "İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü" bölümünde şunlara yer verilir: "İnsan hakları ve temel özgüdülere her insan doğduğu anda sahip olur, bunlardan vazgeçilemez ve bunlar hukukun güvencesi altındadır. Yönetimin ilk sorumluluğu bunları gelebilecek zararlardan korumak ve geliştirmektir. Bunlara saygı, aşırı güçlü bir devlete karşı asli bir güvencedir. Bunlara uyulması ve eksiksiz işlerlik kazandırılması, özgürlük, adalet ve barışın temelidir. Demokratik yönetim düzenli aralıklarla yapılan özgür ve adil seçimlerle ifadesini bulur. Halk iradesine dayalıdır. Demokrasinin temeli, insanın kişiliğne saygı ve hukukun üstünlüğüdür. Demokrasi, anlatım özgürlüğünün toplumdaki bütün gruplara hoşgörü gösterilmesini ve her birey için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.'' "Demokrasi, temsili ve çoğulcu karakteriyle seçmene hesap verilmesini kamu makamlarının hukuka uymak yükümünü ve adaletin yansız bir şekilde dağıtıl­ masını da zorunlu kılar. Kimse hukukun üstünde olmaz." Aynı konuda İslam 15 asırdanberi şunu vurgulayagelmiştir: "Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyinizi Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemiyeceğim. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallannız, namuslannız da öyle dokunulmazdır, her türlü tecavüzden korunmuştur." "Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştir, Ayağının altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allahın emri ile artık tefecilik yasaktır. Cahiliyyetten kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağıının altında­ dır. İlk kaldırdığım faiz de Abdui-Muttalibin oğlu Abbasın faizidir." "İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizde ve bu hususta Allah'dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah Emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkinız, onların da sizler üzerinde haklan vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğ­ netmemeleri dir. Eğer razı olmadığınız her hangi bir kimseyi aile yuvamza alır­ Iarsa onları hafifce dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları; meşru şekilde her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir." "Mü'minler! Size bir emanet bırakıyorum, ona sıkı sarıldıkca yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allahın Kitabı Kur'andır." "İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, ona en çok saygı göstereninizdir. Arabın arap olmayana - takva ölçüsünden başka - bir üstünlüğü yoktur." (Veda Hutbesinden kısaltılarak alınan parçalardır. Müs- insan Haklarına Mukayeseli Bakış 27 lim, İmare 36. Tırmizi, Cuma 80, cihad 28. Müsnedü Ahmed c.3/226, (4/70 vs.). "Aklın yolu birdir." denilirken de insan-oğlu şayet duygularından, çıkar­ larının baskısından uzak bir şekilde kendisini ve çevresini düşünürse her sistemde varılan sonuç aynıdır. Her şey insan içindir, o her şeye layıktır. Toplum ise insan için bir rahmettir. İnsan amaç, hukuk düzeni ise bir araçtır. Hukuk adına cinayet işlemek, yöneticilerin kendilerini hukukun üstünde görmeleri ve despotizme kaçmaları yasaktır. Buraya kadar verilen temel bilgiler ışığında şunları sıralamak mümkündür: - İnsanoğlu, yaratanın yer yüzünde halifesi olarak ona itaat ve onun emirlerine uymakla yükümlüdür, isyan yasaktır. -İrade sahibi insan, doğuştan temiz doğar, o suçsuz ve borçsuzdur. En güzel bir kıvam üzre yaratılmıştır. - Böyle bir varlığın hakları, şunlardan ibarettir, şunları yapar, bunları yapamaz şeklindeki bir sınırlama, belirleme, daha doğmadan önce onun hareketlerini belirleme, bir elbise çizme müm ün değildir. O her şeyin en güzeline layıktır. - İnsanlara iyilik getirir düşüncesiyle teferruatlı hukuk metinleri geliştirmek amaca hizmetten çok keyfiliklere, keyfi uygulamalara yol açar. İnsanoğlu o metinler arkasına sığınarak zulmünü, keyfi yönetimini sürdürür. Buna fırsat vermemek için anayasalar çok kısa metinli olmalı, sırf temel yasaklar belirlenmeli, devletin temel organları ve fonksiyonları üzerinde durulmalıdır. - Konuya sırf hümanist aç~dan bakmak insanın insanı putlaştırması akımı­ na yol açar. Bu da hukukun ırkçılığa, bölgeciliğe destek çıkmasına götürür. Oysa ideal hukuk, evrensel olma iddiası ve idealini taşır. Hukukun sık sık değişikliklere uğramaktan uzak tutulması gerekir.