DOSTOYEVSKİ • Delikanlı İletişim Yayınları, Dünya Klasikleri, 2004-2010 (5 baskı) © 2004 İletişim Yayıncılık A. Ş. Подросток © Önsöz: 2003, Joseph Frank, “Notes for A Raw Youth”, The Mantle of the Prophet Önsözün hakları Aslı Karasuil Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Georges Borchardt, Inc.’den alınmıştır. © Sonsöz: 1931, Edward Hallett Carr, “Dostoevsky as Psychologist A Raw Youth”, Dostoevsky (1821-1881): A New Biography Sonsözün hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Curtis Brown Group Ltd.’den alınmıştır. İletişim Yayınları 993 • İletişim Klasikleri 18 ISBN-13: 978-975-05-1269-8 © 2013 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2013, İstanbul DİZİ YAYIN YÖNETMENİ Murat Belge YAYINA HAZIRLAYANLAR Bahar Siber, Güneş Akkor, Cem Tüzün, Emrah Serdan KAPAK Suat Aysu KAPAK RESMİ Károly Ferenczy, “Válás” (The Leaving), 1892 UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Seçkin Oktay BASKI ve CİLT Sena Ofset · SERTİFİKA NO. 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21 İletişim Yayınları · SERTİFİKA NO. 10721 Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr DOSTOYEVSKİ Delikanlı Подросток RUSÇA’DAN ÇEVİREN Ergin Altay JOSEPH FRANK’IN ÖNSÖZÜ VE EDWARD HALLETT CARR’IN SONSÖZÜYLE FYODOR MİHAİLOVİÇ DOSTOYEVSKİ doktor bir babanın oğlu olarak, 11 Kasım 1821’de Moskova’da doğdu. Çocukluğunu Moskova’daki Marya Hastanesi’nin bir lojmanında, zorba ve alkolik bir baba ile hasta bir anne arasında geçirdi. Küçük yaştan itibaren edebiyatla ilgilenmeye başladı ve Puşkin, Goethe, Cervantes gibi yazarlarla tanıştı. 1837’de annesini kaybetti ve aynı yıl St. Petersburg’daki Askeri Mühendislik Okulu’na gönderildi. Babasının ani ve şüpheli ölüm haberini burada aldı. Bu kayıp üzerine bunalıma giren Dostoyevski, 1839 yılında ilk sara nöbetini geçirdi. 1844’te edebiyatla daha yakından ilgilenebilmek için askerlik mesleğinden istifa etti. Balzac’ın Eugénie Grandet adlı romanını Rusçaya çevirerek bir dergide yayımlattı. 1846’da ilk romanı İnsancıklar yayımlandı ve edebiyat çevrelerinde büyük ilgiyle karşılandı. Ne var ki ardından gelen çalışmaları Öteki (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler (1848), Bir Yufka Yürekli (1848) aynı başarıyı sağlayamadı ve ilk romanında kendisine destek veren ünlü eleştirmen Belinski’nin alaylarına hedef oldu. Aşırı duyarlı ve sinirli bir kişiliğe sahip olan Dostoyevski bunun üzerine ruhsal çöküntü yaşayarak hasta oldu. 1849’da Çar I. Nikola’nın baskıcı yönetimine karşı faaliyetlerinden dolayı tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. İnfazın uygulanmasına dakikalar kala ölüm cezası affedilip, cezası Sibirya’nın Omsk bölgesinde dört yıl kürek mahkûmiyetine çevrildi. Hapiste okumasına izin verilen tek eser İncil’di. Bu süre boyunca etrafını kuşatan, horlanan ve ezilen kesimi derinlemesine inceleme ve tanıma fırsatı buldu. 1854’te serbest bırakıldığında, askerlik hizmetine geri döndü ve subaylığa kadar yükseldi. 1857’de yoksul ve dul Marya Dimitriyevna İsayevna ile kendisine mutluluk getirmeyen bir evlilik yaptı. Edebiyata dönüşü Amcamın Rüyası (1859) isimli, mizah öğeleri barındıran Gogolvari öyküyle oldu. Ardından yayımladığı, biraz daha iddialı kısa roman Stepançikova Köyü (1859) de istediği ilgiyi göremedi. 1860’ta ağabeyiyle birlikte Vrenja (Zaman) adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Bu dergide Batı karşıtı Slavcı düşüncelerini savunduğu tartışma yazıları yayımladı. 1861’de toplum dışına itilmiş, özgürlüğünü yitirmiş kişilerin anlatıldığı Ölü Bir Evden Hatıralar ile kendini edebiyat çevrelerine tekrar kabul ettirdi. Tolstoy ve Turgenyev’in övdüğü eser Omsk mahkûmiyetinden derin izler taşıyordu. Aynı yıl eleştirmenlerin sert tepkilerine sebep olan fakat okuyucu tarafından beğeniyle karşılanan Ezilmiş ve Aşağılanmışlar yayımlandı. Yoğun çalışma temposu nedeniyle sağlığı bozulan Dostoyevski, doktorunun tavsiyesi üzerine 1962’de hayalini kurduğu Avrupa seyahatine çıktı. Fransa, İngiltere ve İtalya’yı kapsayan bu kısa gezinin ardından, 1863’te Batı kültürünü eleştirdiği Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nı kaleme aldı. Aynı yıl yayımlanan bir yazı sebebiyle dergisi kapatıldı ve yeniden mali krize sürüklendi. Maddi sıkıtılarından kutulma umuduyla Almanya, Wiesbaden’e kumar oynamaya ve bir süredir ilişki yaşadığı Polina Suslova ile buluşmaya gitti. Birkaç yıl sonra yayımladığı Kumarbaz bu dönemde yaşadığı büyük yıkımları anlatır. Rusya’ya döndükten sonra ağabeyiyle Epoha (Çağ) adında yeni bir dergi çıkardı ve Yeraltından Notlar’ı burada tefrika etmeye başladı. Bunu izleyen on yıl boyunca, Dostoyevski art arda Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1867), Budala (1868), Ebedi Koca (1870) gibi başyapıtlarını kaleme aldı. Sürekli borç baskısı altında yaşayan ve alacaklıları tarafından sıkıştırılan yazar, daha hızlı çalışmak için tuttuğu yirmi yaşındaki sekreteri Anna Grigoriyevna Snitkina ile, karısının ölümünden üç yıl sonra, 1867’de evlendi. Bu evlilikten doğan kızı üç aylıkken ölünce, derin bir sarsıntı yaşadı ve deliliğin eşiğine kadar sürüklendi. Bu dönemde yoksulluk, sara nöbetleri ve kumar tutkusuyla boğuştu. 1869’da Budala, 1870’de Edebi Koca, 1872’de Cinler yayımlandı. Cinler’in sağladığı başarı Dostoyevski’yi aydın çevrelerin aranılan kişisi haline getirdi. Bir Yazarın Günlüğü (1873) ve Delikanlı (1875) romanlarıyla bütün Rusya’da tanınan bir yazar haline geldi. Yazarlık hayatı boyunca işlediği önemli temaları bir araya getirdiği bir roman olan Karamazov Kardeşler’i ölümüne üç ay kala tamamlayabildi. Dostoyevski 9 Şubat 1881’de St. Petersburg’da hayatını kaybetti. Kalabalık bir halk kitlesinin katıldığı cenaze töreninin ardından St. Petersburg’daki Tikhvin Mezarlığı’na defnedildi. İ Ç İ N D E Kİ LE R KRONOLOJİ..................................................................................................................................................... 7 ÖNSÖZ DELİKANLI ÜZERİNE NOTLAR / JOSEPH FRANK............................................... 19 Delikanlı Birinci Bölüm. ..................................................................................................................................43 İkinci Bölüm................................................................................................................................... 253 Üçüncü Bölüm............................................................................................................................. 417 SONSÖZ PSİKOLOG OLARAK DOSTOYEVSKİ: DELİKANLI / EDWARD HALLETT CARR.................................................................................................. 655 KRONOLOJİ Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1821 Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 11 Kasım günü babası Mikhail’in doktorluk yaptığı Mariinskii düşkünler hastanesinde dünyaya geldi. Altı çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu. – Napolyon Bonapart, Saint Helena adasında elli bir yaşında mide kanserinden öldü. John Keats aynı sene yirmi altı yaşında tüberkülozdan öldü. Bir demircinin oğlu olan Michael Faraday, soyluların tüm önyargısına rağmen Royal Institution’ın başına getirildi. – Thomas De Quincey, Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin İtirafları; John Constable, The Hay Wain. 1823 Fransa, İspanya’yı işgal etti ve üç yıl iktidarda kalan liberal hükümeti (“El Trienio Liberal”) devirerek tekrar monarşiyi getirdi. 1824 – Lord Byron, Yunanistan’a savaşmaya gitti ve burada sıtmadan öldü. – Ludwig van Beethoven’ın 9. Senfoni’sinin galası, Viyana’da Theater am Kärntnertor’da yapıldı. – Eugène Delacroix, Sakız Katliamı. 7 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1825 – Aydınlanma fikirlerini benimseyen Ruslar, temsili demokrasi getirmek üzere ayaklandı. Aralıkçılar İsyanı olarak bilinen bu isyan, kanlı bir şekilde bastırıldı. I. Nikola tahta çıktı. XVIII. Louis’nin ölümüyle, gerici kardeşi X. Charles Fransa’da kral oldu. Kamuya açık ilk demiryolu olan Stockton ve Darlington Demiryolu kullanıma açıldı. – Samuel Pepys’in günlükleri ilk kez yayımlandı. 1827 William Blake ve Ludwig van Beethoven öldü. Viyana’da Beethoven’ın cenazesine binlerce seveni katıldı. 1828 Tolstoy doğdu. 1829 – Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki savaş, Edirne Antlaşması ile sona erdi. Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Sir Robert Peel, ilk modern polis teşkilatı olan Metropolitan Polis Servisi’ni kurdu. – Goethe’nin Faust oyunu ilk kez sahnelendi. 1830 – X. Charles’ın sürgüne gitmesiyle Fransa’da Temmuz Devrimi oldu ve yeniden kurulan parlamento, LouisPhilippe’i başa getirdi. Hollanda Birleşik Krallığı’ndaki ayaklanma sonrası bağımsız Belçika devleti kuruldu. – Stendhal, Kırmızı ve Siyah. 8 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1831 Schiller’in Haydutlar oyununu seyretti. Babası bu yıl Tula Oblastı’nda Darovoye köyünde ufak bir arazi satın aldı. St. Petersburg’a gidişine kadar, Dostoyevski yazlarını burada geçirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Hersek Sancağı’nda ayaklanma oldu. İki yıl sürecek Osmanlı-Mısır Savaşları başladı. Yirmi iki yaşındaki Charles Darwin, gönüllü doğabilimci olarak HMS Beagle gemisiyle Güney Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya gitti. I. Leopold, Belçika kralı oldu. – Mısır bağımsızlığını ilan etti. – Aleksandr Puşkin, Evgeni Onegin; Goethe, Faust II. Bölüm; Nikolay Gogol, Dikanka Yakınları’nda Bir Köyde Akşamlar. 1832 1833-7 Babası Fyodor’u N.I. Draşusov yatılı okuluna gönderdi, ertesi yıl kaydını Leonty İvanoviç Çermak’ın özel yatılı okuluna aldırdı. 1834 – İspanya’da VII. Ferdinand’ın eşi Ana Kraliçe Maria Christina, Engizisyon’u resmen sona erdirdi. – Puşkin, Maça Kızı ve “Bronz Süvari”. 1835 – Britanya’da aşı zorunlu hale getirildi. Fırat ve Dicle nehirlerinde buhar gemileri seyahat etmeye başladı. – Balzac, Goriot Baba. 1836 – Papa XVI. Gregorius, papalık devletlerinde demiryolunu yasakladı. Connecticut eyaletinde Samuel Colt, altıpatlar tabancayı icat etti. – Gogol, Müfettiş. 9 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1837 Önce Puşkin’in, arkasından annesinin ölümü Dostoyevski’yi derinden etkiledi. – Kraliçe Victoria’nın tahta çıkmasıyla Britanya İmparatorluğu’nun yükselişiyle birlikte anılan Victoria Dönemi başladı. Amerika Birleşik Devletleri, Teksas’ı bağımsız bir devlet olarak kabul etti. Sam Morse, telgrafın patentini aldı. – Puşkin öldü. – Charles Dickens, Oliver Twist. 1838 St. Petersburg Mühendis Okulu’na girdi. Okula kabul edilmeyen kardeşi Mikhail, Talinn’deki akademiye gönderildi. 1839 Babası, vuralarak öldürüldü. Aile cinayetten serflerini sorumlu tuttu. – Justus Liebig’in bilimi çiftçiliğe uygulama yöntemleriyle Sanayi Devrimi tarım alanında başladı. – Mihail Lermontov, Zamanımızın Bir Kahramanı. 1840 1841 1842 10 – Belçika Krallığı resmen kuruldu. Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’nu Nusaybin’de yendi. – Stendhal, Parma Manastırı; Dickens, Nicholas Nickleby. Fyodor Dostoyevski, saha asteğmen mühendisliğinden astsubaylığa terfi etti. Mühendislik Akademisi dışında barınma izni alınca, Konnogvardeisky Manège yakınlarında Karavannaya Caddesi’nde bir eve yerleşti. Oyunlar yazmaya başladı. – Nanking Antlaşması’yla Hong Kong, İngiltere’ye devredildi. Ruslar Kuzey California’da Fort Ross’tan, İngilizler Afganistan’dan çekildiler. – Nikolay Gogol, Ölü Canlar ve “Palto”. – Avrupa’yı kasıp kavuran “Lisztomania” dönemi başladı. Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1843 Harp okulundan mezun oldu. – Amerikalı Charles Thurber, daktiloyu icat etti. – Dickens, “Bir Noel Şarkısı”; Edgar Allan Poe, “Gammaz Yürek”. – Richard Wagner’ın Uçan Hollandalı operası Dresden’de ilk kez sahnelendi. 1844 Subaylığı bırakarak edebiyatı meslek olarak seçmeye karar verdi. İlk edebi eseri, Balzac’ın Eugénie Grandet romanının Rusça çevirisiydi. Charles Dickens, Martin Chuzzlewit; Alexandre Dumas, Üç Silahşörler. 1845 İlk romanı İnsancıklar’ı yazdı. Romanını ev arkadaşı Dmitri Grigoroviç’e okudu, o da St. Petersburglu şair Nekrasov’la, o da ünlü eleştirmen Belinski’yle paylaştı. – İrlanda’da Büyük Patates Kıtlığı patlak verdi. – Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu. 1846 İnsancıklar yayımlandı; Dostoyevski’nin adı St. Petersburg edebi çevrelerinde duyulmaya başlandı. Kısa romanı Öteki ilk romanı kadar beğenilmedi. Bu yıl Dostoyevski’ye sara teşhisi kondu. – Rus yönetimi altındaki Lehler, Krakov’da ayaklandılar. Avusturya ve Rus askerleri şehre girdiler ve Avusturya, şehri topraklarına kattı. – Honoré de Balzac, Bette Abla. 1847 Ev Sahibesi romanı, Öteki gibi Belinski tarafından alay konusu oldu. Petraşevski grubuna katıldı, Petraşevski’nin kütüphanesine ulaştı. – Almanya ve Fransa’da monarşinin baskısından kaçan işçi sınıfı temsilcileri Londra’da toplandılar ve 2 Haziran’da isimlerini Komünist olarak değiştirdiler, sloganlarını “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” olarak belirlediler. – Emily Brontë, Uğultulu Tepeler; Charlotte Brontë, Jane Eyre. 1848 Beyaz Geceler ve Bir Yufka Yürek yayımlandı. – Avrupa’da 1848 Devrimleri patlak verdi. İsviçre’de iç savaş sona erdi ve federal devlet kuruldu. Orta California’da “altına hücum” başladı. Belinski öldü. 11 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları – Karl Marx, Komünist Manifesto; William Makepeace Thackeray, Gurur Dünyası. 1848 1849 Netoçka Nezvanova yayımlandı. Petraşevski grubunun radikal üyelerinin devleti devirme planına katıldığı iddiasıyla tutuklandı. Peter ve Paul Kalesi’nde hapis yattığı dönem, “Küçük Kahraman”ı yazdı. İdam cezasına çarptırıldı, infaz edilmesine birkaç dakika kala bağışlandı ve cezası Sibirya’ya sürgüne, dört yıl kürek ve altı yıl hapis cezasına çevrildi. – Rusya’nın Macaristan’ı işgal etti. Karl Marx, Paris’ten kovuldu ve Londra’ya yerleşti. – Dickens, David Copperfield. 1850 Omsk Hapishanesi’ne ulaştı. – Prusya’da köylülerin kazandığı özgürlükler muhafaza edilirken, alınan kararla 640 bin çiftçi özgür tarıma başladı. Çin’de Taiping Ayaklanması yüzyılın en kanlı isyanı oldu; 20 milyon kişi bu olaylar sonucu öldü. Küçük Buz Çağı bu yıl bitti. – Nathaniel Hawthorne, Kızıl Harf. 1851 – Londra’da Hyde Park’ta inşa edilen dev Kristal Saray’da ilk dünya fuarı yapıldı. Bonaparte’ın yeğeni Louis Napoleon, bir darbeyle Fransa’da hükümeti devirdi. – Herman Melville, Moby Dick. 1852 – Louis Napoleon muhafazakârların desteğini toplayarak parlamentoyu lağvetti ve diktatörlüğünü ilan etti. – Gogol öldü. Leo Tolstoy, Çocukluk; İvan Turgenyev, Bir Avcının Notları. 12 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri 1853 1854 Dönemin Önemli Olayları Çar I. Nikola, Osmanlı topraklarındaki Ortodoks Hıristiyanların haklarının korunması gerekçesiyle Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açtı. Kırım Harbi patlak verdi; Fransa ve İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer aldı. Louis Napoleon, kendini İmparator III. Napoleon olarak ilan etti. Fransa, İkinci İmparatorluk adını aldı. Kürek mahkûmluğu sona erdi. Semipalatinsk’te er rütbesiyle kışla hizmetine gönderildi. Burada subaylığa kadar yükseldi. Balaklava Muharebesi yapıldı. Sivastopol Kuşatması sonucu şehir İngilizlerin eline geçti. Londra’da, bugün Big Ben adıyla bilinen saat kulesinin yapımı tamamlandı. Şehirleşmede ve sanayileşmede yeni bir çağa girildi. 1855 I. Nikola’nın ölümünden sonra, sosyal ve siyasi reformlar beklenirken, II. Aleksandr çar oldu. 1856 – II. Aleksandr İngiltere ve Fransa’yla ateşkes yaptı. Kırım Harbi’nde hezimete uğrayan Rusya’da şiddetli bir reform başladı. – Louis Pasteur, pastörizasyonu keşfetti. – Turgenyev, Rudin. 1857 Maria Dmitrievna İsayeva’yla evlendi. – Beş yıldır New York’ta yaşayan Giuseppe Garibaldi, İtalya’nın birleşmesini savunan İtalyan Ulusal Birliği’ni kurdu. – Gustave Flaubert, Madame Bovary; Charles Baudelaire, Les Fleurs du mal. – Franz Liszt, Si Minör Piyano Sonatı. 13 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri 1857 Dönemin Önemli Olayları – Aleksandr Ivanov, yirmi yıl boyunca üzerinde çalıştığı ve Rus sanatında bir dönüm noktası olarak kabul edilen “İsa’nın Halka Görünmesi” adlı başyapıtını tamamladı. 1859 Stepançikovo Köyü ve Sakinleri ve Amcanın Rüyası yayımlandı. Aralık ayında ailesiyle birlikte St. Petersburg’a döndü. – Süveyş Kanalı’nın yapımına başlandı. Charles Darwin Türlerin Kökeni’ni yayımladı. – Dickens, İki Şehrin Hikâyesi; İvan Gonçarov, Oblomov; Tolstoy, Aile Mutluluğu. – Richard Wagner, Tristan und Isolde. 1860 Ölü Bir Evden Hatıralar’ın tefrikası başladı. – Rus entelektüellerinde, Batı’da “popülizm” adıyla bilinen narodnichestvo akımını benimseyenler oldu. Britanya’da Yahudilere oy hakkı tanındı. – Anton Çehov doğdu. – Turgenyev, Arefe; George Eliot, Kıyıdaki Değirmen. 1861 Vremya dergisini çıkarmaya başladı. Ezilmiş ve Aşağılanmışlar yayımlandı. – II. Aleksandr serfliği feshetti. Devrimci Zemiya Volya örgütü kuruldu. Abraham Lincoln, ABD Başkanı oldu. Dolaylı ya da dolaysız olarak köleliğe dokunmayacağını söylese de güney eyaletler ayrılıkçı bir siyaset izlediler. Bunun sonucu olarak 1865’e kadar sürecek İç Savaş başladı. – Dickens, Büyük Umutlar. 1862 Batı Avrupa’da Berlin, Dresden, Köln, Paris, Londra, Floransa, Turin, Cenevre, Viyana gibi yirmiden fazla kente seyahat etti. Buradaki tecrübelerini ertesi yıl Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nda kaleme alacaktı. Polina Suslova’yla aşk yaşadı. – St. Petersburg’da devrim rüzgârları başladı. Sovremennik dergisi kapatıldı, Nikolay Çernişevski tutuklandı. Alman devletlerinin en büyüğü olan Prusya’da Otto von Bismarck başbakan atandıktan sonra meclisi dağıttı ve kralın yetkisinin üstünde bir güç tanımadığını açıkladı. 14 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri 1862 Dönemin Önemli Olayları – Turgenyev, Babalar ve Oğullar; Victor Hugo, Sefiller. 1863 Yaz İzlenimleri yayımlandı. Vremya (Zaman) dergisi kapatıldı. Suslova’yla birlikte tekrar Avrupa’da uzun bir tatile çıktı. – İç Savaş yüzünden pamuk sıkıntısı çeken Rusya, ordularını tarıma uygun toprakların olduğu Orta Asya’ya gönderdi. Polonya’da ayaklanma başladı. Londra metrosunun ilk kısmı halka açıldı. – Tolstoy, Kazaklar; Çernişevski, Ne Yapmalı? 1864 Epoha dergisini kurdu, Yeraltından Notlar’ı yazdı. Karısı ve kardeşi Mikhail’i bu yıl kaybetti. – Birinci Enternasyonal kuruldu. Kazan’da öğrenci hareketleri ve Rusya’da yasal reformlar gerçekleşti. – Dickens, Müşterek Dostumuz. 1865 Epoha parasal zorluklar nedeniyle kapandı, Dostoyevski kardeşinin borçlarını üstlendikten sonra ağır maddi zorluklar geçirdi. Suç ve Ceza üzerinde çalışmaya başladı. Rusya, Taşkent’i işgal etti. ABD Başkanı Lincoln suikaste uğradı. 1866 Suç ve Ceza yayımlandı. İkinci karısı olacak stenograf Anna Grigoriyevna Snitkina’yla tanıştı ve Kumarbaz kitabını ona dikte etmeye başladı. Bu şekilde yirmi altı günde kitabı yazmayı bitirdi. Dmitri Karakozov isimli bir Rus öğrenci Çar II. Aleksandr’a suikast girişiminde bulundu. Devlet tüm öğrencilere karşı baskıcı bir politika uygulamaya başladı; Eğitim Bakanlığı üniversitelerin kontrolünü üstlenerek sıkı yönetime başladı. 1867 Anna Grigoriyevna’yla evlendi. Balayı için, ama alacaklılarından uzaklaşmak amacıyla birkaç aylığına Avrupa’ya gittiler; burada dört yıl kalacaklardı. Berlin’i, Dresden’i, Cenevre ve Milan’ı gezdiler. Dostoyevski, Baden’de Turgenyev’le tanıştı. – Çar II. Aleksandr, Alaska’yı Birleşik Devletler’e sattı. – Turgenyev, Duman. – Johann Strauss’un Güzel Mavi Tuna eseri Viyana’da ilk defa seslendirildi. 1868 Budala yayımlandı. Bu yılı da yurtdışında geçirdi; yeni doğmuş kızı Sofia’yı kaybetti. Bu ölüm Dostoyevski’yi derinden sarstı. 15 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1869 Yolculuğu sırasında uğradığı Dresden’e döndü ve Büyük Bir Günahkârın Hayatı’nı tasarlamaya başladı. – İvanov adlı bir öğrenci, Moskova’da Neçayev’in siyasi çevresine mensup kişilerce katledildi. Akdeniz’le Kızıldeniz’i bağlayan Süveyş Kanalı açıldı. – Tolstoy, Savaş ve Barış; Flaubert, Duygusal Eğitim; İvan Gonçarov, Yamaç; Henry James, Daisy Miller. 1870 Ebedi Koca’yı yazdı. – Fransa-Prusya Savaşı sonucu önce Almanya, arkasından İtalya siyasi birliğini sağladı. Herzen öldü. Vladimir İlyiç Lenin doğdu. – Anselm Feuerbach, Medea. Fransız güçleri Paris Komünü’ne girdi ve sayıları 30.000’i bulan “komüncü” ve Paris vatandaşını idam etti. Bessemer ve Thomas Çeliği’nin icadıyla İkinci Sanayi Devrimi başladı. 1871 1871-2 St. Petersburg’a döndü ve Cinler’i yazdı, yayımladı. Grajdanin (Vatandaş) dergisinin editörlüğüne geldi. Neçayev’in mahkeme süreci. Das Kapital ilk kez Rusya’da yayımlandı. 1872 1873 16 Bir Yazarın Günlüğü’ne başladı. – Rus devleti İsviçre’ye gönderdiği öğrencilerini geri çağırdı. Geri dönen öğrenciler, toplumda devrim yaratacağını düşündükleri Narodnik/ Halkın Dostları hareketini kurdular. – Ressam İlya Repin, Volga’da Sal Çekicileri’ni tamamladı. Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri Dönemin Önemli Olayları 1874 Grajdanin’den ayrıldı. Amfizem ve solunum yetmezliği tedavisi için Almanya’da Bad Ems şehrine gitti. – Binlerce Rus öğrenci, köylü sınıfını ayaklandırmak için çalıştı. Société Anonyme Coopérative des Artistes Peintres, Sculpteurs, et Graveurs, ya da bugün bildiğimiz adıyla Empresyonistler, fotoğrafçı Nadar’ın stüdyosunda ilk sergilerini düzenlediler. – Modest Musorgski’nin operası Boris Godunov ilk kez St. Petersburg’da sahnelendi. 1875 Delikanlı’yı yayımladı. Odessa’da grevler başladı. 1876 – Osmanlı topraklarındaki ayaklanma Bulgaristan’a sıçradı. Sultan Abdülaziz Genç Osmanlılarca tahttan indirildi. Yerine geçen V. Murat’ın akli dengesi bozulunca, Mithat Paşa’ya Kanun-i Esasî’yi ilan edeceğini taahhüt eden II. Abdülhamit tahta geçti. – Wagner’in Nibelung Yüzüğü ilk kez eksiksiz sahnelendi. – Pierre-Auguste Renoir, Au Moulin de la Galette. 1877 – Rus ordusu, İstanbul’a doğru ilerlemeye başladı. – Turgenyev, Ham Toprak. 1878 Oğlu Aleksey öldü. Filozof Vladimir Solovyov ile birlikte Optina Manastırı’nı ziyarete gitti. – 93 Harbi’nin ardından Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında Ayestefanos Antlaşması imzalandı. Avrupa devletleriyle imzalanan Berlin Antlaşması’yla Sırbistan, Karadağ ve Romanya imtiyazlı vilayet haline getirildi. Bulgaristan Prensliği kuruldu. Vera Zasuliç tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. – Rus şair ve yazar Nikolay Nekrasov öldü; Tolstoy, Anna Karenina. 17 Tarih Yazarın Hayatı ve Eserleri 1879 Dönemin Önemli Olayları – St. Petersburg’da sanayi işçileri ilk büyük grevi düzenledi. – Tolstoy, dini buhranlar geçirdi ve İtiraflarım’ı yazdı. 1880 Karamazov Kardeşler’i tamamladı. Puşkin Konuşması’nı yaptı. Bir Yazarın Günlüğü’nün son kısımları yayımlandı. – II. Aleksandr’a gerçekleştirilen bir diğer suikast teşebbüsü yine başarısız oldu. Radikaller çarın sarayındaki yemek odasını havaya uçurdu, on bir kişi öldü, elli altı kişi yaralandı. Çar yemeğe geç kalmıştı. Polis, Narodnaya Volya (“Halkın İradesi”) örgütünün pek çok üyesini tutukladı. – Arnold Böcklin, Ölüler Adası. 1881 28 Ocak’ta St. Petersburg’da hayata gözlerini yumdu. Sayıları otuz bini aşan bir kalabalık, Aleksandr Nevski Manastırı’ndaki cenazesine katıldı. Naaşı, Anton Rubinstein, Modest Mussorgsky ve Mikhail Glinka’nın mezarlarının olduğu Tihvin Mezarlığı’na defnedildi. – Çar II. Aleksandr, Narodnaya Volya mensubu Grinevistski isimli bir öğrencinin bombalı suikasti sonucu öldü. Oğlu ve halefi III. Aleksandr şiddet yanlısı olmayan siyasi eylemcilerle teröristleri bir tuttu, liberal fikirleri savunan yazarları ve yayınevlerini ağır baskıya aldı. – Édouard Manet, Folies-Bergère’de Bir Bar; Pierre-Auguste Renoir, Sandalda Öğle Yemeği. 18 ÖNSÖZ DELİKANLI ÜZERİNE NOTLAR JOSEPH FRANK 1 “Dostoyevski’nin Delikanlı’yı [Podrostok] tasarlarken tuttuğu defterler, eserleri arasında en kapsamlı olanlardandır. Hatta, beş büyük eseri arasında en zayıf romanı olan bu kitabın ilk aşamaları hakkında elimizde daha fazla bilgi bulunmaktadır. Bu bolluğun sebebi, aynı dönemde Karamazov Kardeşler’in ilk taslaklarını da yazmaya başlamış olmasıdır. Notlar bu sebepten iki ayrı gruba ayrılabilir. Birinde, Dostoyevski’nin hâlâ bir konu arayışında olduğu görülebilir; diğerindeyse ergenlik çağını henüz tamamlamış gayrimeşru, aykırı bir gencin, 1840’lar kuşağından fiyakalı ve gizemli babasıyla ilişkisine yoğunlaştığı kesindir. Bu baba figürü hicvedilmez, hatta yarı-trajik bir saygınlık görür. Kurduğu bu temaya oturtmasının ardından kitap, 1860’larda yazdığı romanlarındaki ani plan değişiklikleri ve baştan yeniden yazmalar olmadan, daha pürüzsüzce şekillenmiştir. 2 Dostoyevski Şubat 1874’te yeni bir roman için notlar çıkarmaya başlamış; ilk taslaklarından anlaşıldığı üzere, önceki eserleri için kenara yazdığı fikirlere dönmüştü. Bu yüzden ilk yazıları, Budala için düşündüğü, ama kullanmadığı fikirleri anımsatır – bu notlarda Prens Mişkin, etrafına do19 luşan çocuklarla iyi anlaşır ve onların lideri olur. Bu motiften yola çıkarak bir plan oluşturur ve büyük harflerle şöyle yazar: “çocuklar, yalnızca çocuklar ve yeniyetme bir kahraman hakkında bir roman (N.B. acı çeken bir çocuğu kurtaracaklar, savaş hileleri, vs.).” Birkaç satır sonra “Feodor Petroviç (çocukları ve hemşireyi seven bir adam)” adı göze çarpar. Feodor Petroviç, kendisini bir grup çocuğun hizmetine adayan ve onlarla büyük bir ağırbaşlılıkla konuşan Mişkin benzeri bir karakterdir: “Efendiler, işimi tamamladım.” Aynı Mişkin gibi, “kendisi de yetişkin bir çocuk gibidir, çocuklara duyduğu sevgi son derece güçlüdür, hayat ve kederle dolu”dur. Bu notlar Karamazov Kardeşler’e bir hazırlık niteliğindedir, ve Alyoşa Karamazov’un etrafına üşüşen çocukları hatırlatır. Delikanlı’da daha önemli olan, çocuklarla alakalı bir romanda adı açıklanmadan geçen Lambert’dir. Bu durum Dostoyevski’nin aynı zamanda Aralık 1869 ve Ocak 1870 arasında kaleme aldığı ve Büyük Bir Günahkârın Hayatı’na dönüştürmek istediği bir başka taslakla meşgul olduğunu gösterir. Bu notlarda Lambert “büyük günahkârın” okuldan arkadaşıdır, aynı delikanlının olduğu gibi. Şehvetin ve ahlaksızlığın timsali olan Lambert, “milli kişiliğinin ciddiyetsizliği” nedeniyle (kendisi Fransızdır) şehvet dışında “öykünecek bir şey bulamaz”; ama “hovarda hayatının yaşattığı boşluk, adilik ve manasızlık [büyük günahkârı] zıvanadan çıkarır”. Lambert, Delikanlı’da da aynı rolü oynayacaktır. Büyük Bir Günahkârın Hayatı için kaleme alınmış notlar bu yüzden Delikanlı’nın erken safhalarında göze çarpar, ve Dostoyevski bir süre bu önceki projesinden faydalanmaya devam eder. Bildiğimiz gibi, Cinler’e Stavrogin’in günah çıkardığı bölümü ekleyememiştir; şimdi, sanki tüm imkânlarından faydalanamadığını düşünmüş gibi tekrar bu Stavrogin tiplemesine döner (o yıllarda kaybettiği dostu, şair ve eleştirmen Apollon Grigoryev’in deyişiyle “yırtıcı” tiplemesine). Defterlerinde birkaç yerde, “en incelikli cömertliği en adi bayağılıkla birleştiren ... hem çekici, hem de itici (küçük kırmızı böcek, Stavrogin)” olarak tasarladığı “yırtıcı tiplemeden” bahseder. Parantez içindeki kelimelerden, bu alıntının Stavrogin’in günah çıkardığı kısım, bilhassa da Dostoyevski’nin en sevdiği resimlerden Claude Lorrain’in Acis ve Galatea’sından esinlenerek hayal ettiği insanlık masumiyetinin altın çağı düşüyle bağlantılı olduğunu gösterir. Stavrogin’in korkunç suçunun sembolü olan “küçük kırmızı böcek” bu huzurlu hayalin içine girer ve vicdanında sızlamaları tetikler. Rü20 ya düzeltilmiş bir metinde daha sonra Delikanlı’nın doruk noktalarından birini oluşturacaktır. Bad Ems’de almış olduğu uzun notlardan birkaçı, hem eylem hem düşüncede bir ahlaki uçtan diğerine savrulan yırtıcı tiplemenin kişiliğini ayrıntılandırmaya ayrılmıştır. “Kötü olduğunun farkındayım,” diye karakterinin bir monoloğunu alıntılar, “ve pişmanlık da duyuyorum, ancak yine de en asil duygularımın yanında onları da tutuyorum.” Bu ahlakipsikolojik ikilik, “en feci dağılma hali” sırasında yeraltı adamının “yücelik ve güzellik” hisleriyle coştuğu anları hatırlatır, ve sonra “iki eylem satırının tek ve aynı anda meydana geldiği” bir eser fikrine dönüşür. Birinde, yırtıcı tipleme “ruhunda kapıldığı coşkular için yaşayan ... diğer faaliyetlerinde korkunç bir suçlu, yalancı ve müsrif olan ... ama yalnız başınayken, her iki davranışına da kibir ve üzüntüyle bakan ... büyük, erdemli bir adam”dır. Tek bir karakterin ikiliğinden ortaya çıkan bu iki eylem, iki roman fikrine dönüşür –biri çocuklar, diğeriyse yırtıcı kişilik hakkındadır– ve bunlar daha sonra birleşirler (aynı Suç ve Ceza’yı ilk yazdığı dönemde, Dostoyevski’nin idealist bir katilin hikâyesiyle bir sarhoşun ailesinin yaşadığı sıkıntıları birleştirmiş olduğu gibi). Yırtıcı kişilik böylelikle bir grup çocukla kıyaslamaya tutulur ve kişiliğinin çelişkilerinin sergilenebileceği daha “doğal” bir zemin oluşur. Dostoyevski daha sonra yırtıcı kişiyle çocuklar arasında yaşanabilecek bazı olası etkileşimleri kâğıda döker. “Yırtıcı kişilik büyük bir kuşkucudur. Etrafındaki kişilerin sahip olduğu sosyal ideallere burun büker. Başkalarının (genç bir çocuğun) gözünde büyüttüğü kimseleri acımadan yıkar ve bundan zevk de duyar.” Bu roman fikri bu şekilde kalmamıştır, ama Delikanlı’nın nasıl devam edeceğini gösterir. Genç bir çocuğun “sosyal ideallerini” sarsan ve tatmin duyan yırtıcı tipleme, delikanlıyla babası arasındaki ilişkinin habercisi gibidir. Yırtıcı kişiliği diğerlerinden ayıran katıksız bencilliği, diğer yandan da aksi tavırlar göstermesine neden olan değişkenliği ve tahmin edilemezliğidir. Biri için “en ufak bir merak kırıntısını bile feda etmeyeceğini” söyler; ama “bir başkasının merakından ötürü her şeyini feda edebilir.” Dostoyevski daha sonra böylesine psikolojik olan bir dürtüyü, karakterin egoizmini destekleyen bir dinsel-ideolojik dürtüyle derinleştirir. Ateist olduğunu söyleyen yırtıcı kişilik bir anda ilan eder: “Başka bir hayat yoktur. Bu dünyada kısa bir an için yaşıyorken, bu kadar resmi davranmaya ne 21 gerek var?” “Halkın bazı şartlarının toplum tarafından bir sözleşmeyle oluşturulduğunun” ve bu şartları ihlal eden yüzsüz bencilliğinin “gelecek toplumuna bir uyumsuzluk getirdiğinin” gayet farkındadır. Ama ne fark eder, der, “dünya yarılsa da benimle beraber herkesi yutsa! Après moi, le déluge!”* Ateizm teması bu tiplemenin psikolojisini etkilemeye, daha belli belirsiz ve kendinden şüphe eden bir yoldan devam edecektir. Ancak burada ortaya konulan fikir, yalnızca dünyevi içkinlikle sınırlandırılan bir hayatın anlamsızlığının yalnızca delikanlı tarafından söze dökülmüş olmasıdır. 3 Yırtıcı kişilik diğer doğrultularda da geliştirilir; özelliklerinden bazılarına romanda rastlanabilir. Tek bir kadınla evli (ya da birlikte yaşayan), bir başka kadına delicesine âşık ve başına kötü işler gelen bir üvey kızın (ya da gayrimeşru kızın) babası olan yırtıcı kişiliğin romantik eğilimlerini gösteren bir melodramatik entrikaya yer verilir. Ateizm yırtıcı kişiliğin “esas niteliği” olmaya devam eder (ve delikanlının babası Versilov’a dönüşür) ama dini inanca olan belli belirsiz nostaljik duygularla daha karmaşık hale gelir. “Bir Hıristiyan vaizi,” diye yazar Dostoyevski, “bu yüzden prenses yüksek sosyete yaşantısını bırakıp onun peşinden gitmiştir. Bir gün bir ikonayı parçalar... Ben yoz bir adamım, ateistim”. Versilov’un kişiliğindeki bu çelişkiler akla dini inancı bir yandan uyandıran, bir yandan da sarsan, ve yine bir doruk noktasında ikonayı kıran Stavrogin’i getirir. Sabit bir sosyal çevreye yırtıcı kişisini yerleştirmenin çeşitli yollarını arayan Dostoyevski, notlarından birinde delikanlısı için önemli olacak bir motife değinir. “Tanınmayan bir ailenin çocuğu, bir çeşit devlet memurunun oğlu... Belki bu muğlak soyundan utanmakta ve sıkıntı duymaktadır. (N.B. Kardeşi onun hakkında, ya da doğrudan ona, ‘Aristokrat olmadığın için utandığını itiraf et,’ der.)” Toprak sahibi bir babayla (Versilov) köylü bir annenin gayrimeşru çocuğu olan delikanlı Arkadiy, hem aristokrat olduğu hem de olmadığı için üzüntü ve hınçla doludur. Aynı zamanda onunla konuşmayı reddeden Versilov’un yasal oğlu erkek kardeşinin devamlı hakaretlerine maruz kalır. (*) (Fr.) “Benden sonra tufan!” – ç.n. 22 Yırtıcı kişiliğe ayrılan notlarla birlikte epey bir yazı da taban tabana zıttır, hâlâ Mişkinvari özelliklerini kaybetmemiş ve bir grup çocuğun liderliğini yapan Feodor Feodoroviç adını almış karaktere ayrılmıştır. Bu kişilik özellikleri birkaç olayla tasvir edilir, bunlardan birinde bir dava sonucu kazandığı araziyi reddeder, diğerinde de kazanan piyango biletini aldığı kişiye iade eder, “her ne kadar nişanlısı ve ailesi bileti iade etme niyetine şiddetle karşı çıkıyor olsalar da”. Bu Mişkin benzeri kişi, aynı zamanda “çocukları komünizmin ilkeleriyle kışkırtan” bir sosyal radikal olarak da resmedilir. Popülistlerinkine benzeyen bir laik Hıristiyanlığı benimsemiş olsa da, “koyu bir sosyalist” damgası yer. “İsa konusunda, Feodor Feodoroviç pek çok açıdan rasyonel olduğunu, bir demokrat olduğunu, sağlam inançları olduğunu, ve bazı hakikat düşüncelerinin doğru olduğunu dile getirir. Ama hepsi de değildir.” Feodor Feodoroviç şimdi “koyu sosyalist”in ağabeyi olan ateist ve egoist yırtıcı tiplemeyle karşılaştırılır. İkilinin tartışmalarını dinleyen üçüncü bir küçük erkek kardeş de vardır ve Dostoyevski bu münazaraları Büyük Engizisyoncu’nun Hikâyesi’nin muazzam fikirlerinin habercisi olan bir şekilde sunar. “Büyük kardeş (Adam)1 karısı ve küçük kardeşinin huzurunda Feodor Feodoroviç’e İsa’nın hür toplumun temelini attığını, ve İsa dışında hürriyetin mümkün olmadığını ispat eder. Komünist Feodor Feodoroviç’inse kendi ilkelerini esaret ve budalalık üzerine kurduğunu söyler. Tartışmada Feodor Feodoroviç’e söyleyecek söz kalmasa da, duyguları yenik düşmez: ‘Pekâlâ, madem öyle, İsa’nın sistemini kabul edelim,’ der. ‘Ama önce birkaç kısmına çeki düzen verelim’” – aynı birkaç yıl sonra Büyük Engizisyoncu’nun da söyleyeceği gibi. Yine de, Feodor Feodoroviç’in sosyalist görüşleri, karşılıklı sevgi üzerine kurulmuş Hıristiyan toplumu ülküsünü ifade etmeye çok yaklaşır. Görüşlerinin sarsılması için “kendisine yeni toplumda çocukların babasız olacağı, çünkü ailelerin olmayacağı söylenir (‘aile mi, özel mülkiyetten ne farkı var’).” Ama bu fikir onu hiç rahatsız etmez ve cevabı yapıştırır: “O gün herkes baba ve anne olacağından öz babalara ihtiyaç duymayacağız, bence bu fikir hep tekelcilikle eşdeğer olmuştur.” “Birisi bu noktada Feodor Feodoroviç’e cevap verir: “Sen ki Tanrı’nın Krallığı’ndan fazla uzak değilsin... Hıristiyanlığı komünizmle karıştırmışsın. Şimdilerde bile 1 Karışıklık yaratmaması adına, Dostoyevski’nin notlarında büyük harfle yazılmış “I to”nun Versilov olacak yırtıcı tiplemeyi kastettiğini ekleyeyim. 23 bu uyumsuz karışımı hazırlamaya çalışan pek çok insan var.” Böyle bir kafa karışıklığının olasılığı, karışımın ne kadar “uyumsuz” olacağını sahneleme mecburiyetini göstermiştir. 4 Dostoyevski’nin elindeki üç kardeşin hikâyesini anlatan roman tasarısı, eğer yazma hevesine yenik düşseydi Karamazov Kardeşler’e dönüşebilirdi. Notlardan birinin içindeki ana hatlar, yapılacak birkaç değişiklikle bir sonraki eseri anlatıyor olabilir. “O halde,” diye yazar, “Kardeşlerden bir tanesi ateist olsun. Ümitsizlik. Diğeri su katılmamış bir yobaz. Üçüncü yeni nesli, yaşam gücünü, yeni halkı temsil ediyor. Bu yüzden [en genç kardeş] Lambert’e karşı koyabiliyor. (Çocuklar da, en genç nesil olduklarından, aynı şekilde.)”. İvan Karamazov’un haksızlık ve acı üzerine kurulu sonsuz bir ahenge sahip dünyaya giriş biletini öfkeyle reddetmesi, büyük kardeşin meydan okumasında görülebilir. “Eğer saf bir şeyin yerine her zaman mide bulandıran bir şey gelecekse, o halde yıkılsın bu düzen: Böyle bir dünyada yaşamayı reddediyorum ben.” Bu açıklamadan sonra yazarın sesi söze girer: “En büyük talihsizliği ateist olması, ve dirilişe inanmamasıdır,” – ki durum elbette İvan için de böyledir. İvan’ın “Öklityen zekası” ve inancın sırlarını kabul etmeyi reddedişi, bu bağlamda da karşımıza çıkar. “Sonsuz irfan insanın zihnini ezer, yine de insan arayışını sürdürür. Var oluş, tartışmasız olarak her koşulda insan zihninden üstün olmalıdır. İnsan aklının evrenin son sınırı olduğu inancı aptallık ötesinde bir aptallıktır ve iki dükkân sahibinin oynadığı dama oyunundan da aptalcadır sonsuz kere aptalcadır.” Versilov’un diğerleriyle ilişkisi ve İsa’nın sevgi ahlakına getirdiği yorum da, İvan Karamazov’un Büyük Engizisyoncusu’nu akla getirir. “İnsanları oldukları gibi kabul etmek mümkün değildir,” diye belirtir. “Yine de onları sevmemiz gerekir, çünkü (İsa’nın bize verdiği) emir böyledir.” Fakat “insanoğlu aşağılıktır, ancak korku yüzünden sever ve hayranlık duyar” ve “şüphesiz ki İsa’nın onları sevmiş olması mümkün değildir; onların derdini çekmiş, onları affetmiş, fakat onlardan elbette ki nefret de etmiştir... İnsanoğluna duyulan sevgi kusurlarından arınmış bir insanoğluna duyulan sevgi olarak anlaşılmalıdır, bu sevgi bu zamana kadar yalnızca bir idealdir ve gerçek 24 olup olmayacağını yalnızca Tanrı bilebilir”. Yazı boyunca geçen örnekler İsa’nın çölde denenmesine atıfta bulunur, Dostoyevski bunları da kullanmayı düşünmüştür. “Şeytanın kışkırtmalarından üçü.” Bu ahlaki-felsefi tartışmaların dışında, notların içindeki karalamalardan biri, Karamazov Kardeşler’in hikâyesinin ilk versiyonunu sağlar niteliktedir. “Yirmi yıl önce Tobolsk’ta, İlyinski hikâyesi gibi.” Dostoyevski’nin Siberya’dan hapis arkadaşı D. I. İlyinski, tamamen dolaylı kanıtlar kullanılarak babasını öldürmek suçundan tutuklanmış genç bir subaydır. İlyinski’nin tanıdığı kadarıyla kişiliğinden, böyle hunharca bir cinayeti işlemiş olmasına inanmakta zorlanmıştır; on yıl sonra sıradan bir suçlu itiraffta bulunduğunda düşüncelerinde haklı çıkmıştır. “Tobolsk’ta geçen hikâye”de de masum bir adam babasını öldürmekten hapse atılmıştır; bu olaydaysa iki büyük kardeş aynı kıza âşık olmuştur. Küçük kardeş cinayeti işlemiş ama suçu ağabeyinin üzerine atmış, ağabeyi Siberya’ya gönderilmiştir. On iki yıl sonra katil mahkûmu ziyaret eder “ve konuşmadan birbirlerini anlarlar.” Yedi yıl sonra şimdi unvanlı ve şerefli olan küçük erkek kardeş suçunu karısına itiraf eder ve ağabeyinden sessiz kalmasını ister. Ağabeyi kabul eder; kardeşine “Sen zaten kendi cezanı çekmişsin,” der. Ama vicdan azabına dayanamayan küçük kardeş sonunda suçunu itiraf edip sürgüne gönderildiğinde, ağabeyi çocuklarının babası olmayı kabul eder. İlyinski hatıralarıyla birlikte bu uzun not besbelli Karamazov Kardeşler’in çekirdeğini oluşturmaktadır (masum ağabey, küçük kardeşinin işlediği suçtan Siberya’ya gönderilir, sonunda kardeş suçunu saklı tutamaz) ve Dostoyevski’nin böyle bir romana başlamaya ne kadar yaklaşmış olduğunu gösterir. Kendisi de zaten bu olasılığın farkındadır ve Bir Yazarın Günlüğü’nde Ocak 1876 tarihinde bu konu hakkında yazar. “Nikolay Alekseyeviç Nekrasov benden Oteçestvenniye Zapiski için bir roman yazmamı istediğinde, neredeyse Babalar ve Oğulları’na başlıyordum ama kendime engel oldum; iyi ki de olmuşum, çünkü hazır değildim. Bu arada yalnızca fikrimin ilk teşebbüsü olan Delikanlı’yı yazıyordum. Ama burada çocuk çoktan çocukluğunu geride bırakmıştı ve yalnızca ihtiyatsız, hayatındaki ilk adımı vakit geçirmeden atmak isteyen bir oğlan olarak çizilmişti. Günahsız ama kötülüğün korkunç başa gelebilirliğince, kendi önemsizliğine ve ‘kazaen’ varlığına duyduğu vakitsiz nefretle çoktan lekelenmiş olan bir ruhu ele aldım.” 25 Dostoyevski’nin bu “ilk teşebbüs”e neden kendini zorlamaya karar verdiğini kesin bir dille açıklamak mümkün değildir; ama bir-iki varsayımda bulunulabilir. Sonuçta Oteçestvenniye Zapiski’de yayınlanacak bir kitap üzerinde ter döküyordu; itibarlı Mikhailovski, (cinayet gibi) heyecan verici konuları tercih etmesinden anlaşılabileceği gibi, bu dergide yeteneğin kötüye kullanılmasına açıkça burun büküyordu. Ayrıca 1873 yılı boyunca yazılarında, Bir Yazarın Günlüğü’nde Dostoyevski’nin genç nesle ve gençlerin ahlaki değer arayışına kafa yorduğu görülüyordu. Babaları ahlaki açıdan iflas etmişlerken, genç idealistler bu değerleri nereden edineceklerdi? Bu nedenlerle cinayet motifini daha az sorunlu bir mecraya saklamayı seçerek, babaların oğullarına hayatlarını güzelleştirecek ahlaki değerler katmakta başarısız oluşu gibi ölümcül olmasa da aynı derecede zararlı günaha yönelmiştir. 5 23 Temmuz 1874’te yazdığı bir notta, Dostoyevski bir sonraki romanının sahip olacağı biçime nihayet karar vermişti. Büyük harflerle kendisine “DELİKANLI” diye söylemişti, “asıl KAHRAMAN, O [yırtıcı kişi] değil... O ise, diğer taraftan, yalnızca bir VASITA, ama nasıl bir VASITA!” Bir başka satıra yeni eserinin adını yazar: Delikanlı. Bu şekilde de kalacaktır. Yırtıcı kişiye ikincil bir rol vererek, bunun ortaya çıkaracağı sanatsal sorunu bir yandan öngörse dahi (ki bu sorunu çözmekte hiçbir zaman tam başarılı olmuş değildir), yazdığı romanın temasına karar verir: “Bir delikanlının hikâyesi; geldiği yer, tanıştığı insanlar, kimler tarafından bakıldığı ... üniversiteye gitmeyi düşler, bir yandan da zengin olma hayalleri kurar.” Bir süre geçtikten, “GENCE DAHA BÜYÜK BİR ROL” vermesi gerektiğini kendisine hatırlatmasından kısa bir süre sonra karakterin iç yolculuğunu tasarlamaya başlar: “Nihilizm ve diğer şeyleri okuması, neyin iyi, neyin kötü olduğunu öğrenmesi.” Dostoyevski delikanlıyı ana karakteri haline getirdikten sonra, karakterlerin arasındaki ilişkilere kurduğu çatı hızla gelişir. Delikanlıyı ana karakter yapmaya karar vermesinin ardından yazdığı bir paragrafta, karakter ve ağabeyi olan yırtıcı kişilik üvey kardeş olmuştur. 7 Ağustos diye belirtme gereği duyduğu bir cümlede müstakbel roman belirmeye başlar: “Bir fikir geldi. O çağdaş bir baba olsa, Delikanlı da oğlu olsa olmaz mı? (Bir dü26 şün).” Öyle de yapar, ve baba-oğul ilişkisini yeni romanının teması haline getirmeye karar verir. Bir diğer notunda çizeceği oğul portresi büyük ölçüde aynı kalacaktır: “Delikanlı işittiği hakaretin ertesinde yüzü kızarmış halde içeri girer, intikama susamıştır. Muazzam bir kibri, Rothschild olmak gibi bir fikri vardır (sırrı).” “Hakaret” burada hâlâ özel (henüz belirtilmemiş) bir olaydır, ama Arkadiy’nin ilk gençliği boyunca babasından gördüğü sorumsuz yetiştirme biçimi haline gelecektir; kibriyse, Dostoyevski’nin eserlerinde sıkça rastlandığı gibi, “bir Rothschild olma” biçimini alacaktır (öncesinde böyle bir yaftaya sahip olmasa da.)2 Bu motife en erken notlarında rastlanabilir ve Delikanlı’nın hisse senedi alım satımı hakkında ahkâm kesmesini istediği bir yerde kendisine “Ayrıntıları Anna Grigoryevna’dan öğren” diye komik bir hatırlatma notu düşmüştür. Varlık sahibi olma gibi bir konu, Dostoyevski’nin eserlerinde Puşkin’in “küçük tragedyaları”ndan Pinti Şövalye’nin etkisinde kalmıştır; bu hikâye kurmaca Arkadiy’yi de hayli derinden etkiler. Servetini çoğaltmak için her türlü suçu işlemeye hazır olan pinti şövalye, aslında zenginliğe çok da meraklı değildir; kullansa da kullanmasa da, kendisine sağladığı sınırsız kudret hissini başkalarının yüzüne vurmak için bu serveti toplamıştır. Zenginliğin psikolojik bir motif olarak kullanımı 1846 yılına dayanır (Bay Prokarçin) ve kariyeri boyunca tekrar tekrar karşımıza çıkar. Büyük Bir Günâhkarın Hayatı’nda da görülebilir, oradaki delikanlının karakterine de işlemiştir. Gerçekten de, yazmadığı bu eserinin notlarından biri, Arkadiy’nin “Rothschild fikri”ne olan takıntısını tarif etmek üzere kullanılabilir: “Bazı zamanlar olağanüstü olamazsa ve olağan biri haline gelirse, para ona her şeyi sağlayacak gibi gelirdi –yani gücü, ve küçük görme hakkını–.” 2 Gücün kaynağı olarak muazzam servet düşüncesi Rus kültüründe Rothschild adıyla ilişkilendirilmeye muhtemelen 1850lerde başlamıştır; Herzen bu yıllarda I. Nikolay’ın devletini kendisi adına dava eden ve davayı kazanan banker James Rothschild’in muazzam özgüvenini alaycı bir şekilde ele almıştır. Bir süre sonra, 1864 yılında Dostoyevski’nin dergisi Epoha, Heinrich Heine’nin dudak uçuklatıcı Almanya’da Din ve Felsefenin Tarihi Üzerine kitabından bölümler yayınlamıştır; bir pasajda papalık elçisinin papalık borcunun faizini ödemek üzere aynı James Rothschild’i nasıl düzenli ziyaret ettiğini bir yandan bıyık altından gülerek zevkle anlatır. Alexander Herzen, My Past and Thoughts (Geçmişim ve Düşüncelerim) çev. Constance Garnett, ed. Humphrey Higgins, 4 cilt (New York, 1968), 2: 757-765); Heinrich Heine, Samtliche Werke, 10 cilt, ed. Oskar Walzel (Leipzig, 1919), 7: 283-284. 27 1874’ün Ağustos ayında yazılmış notların büyük çoğunluğu, Versilov olacak karakteri ve babasına hem gücenen, hem onu seven, bir yandan da onun alaycılığını ve akıl ermez davranışlarını anlamaya çalışan oğluyla olan ilişkisini ayrıntılandırır. Delikanlının bu tavrı ana karakter olmasından önceki bir notta tayin edilmiştir ve ilginç bir şekilde, Dostoyevski’nin sonunda geçeceği birinci şahıs gözünden yazılmıştır: “Derdi ne onun [Versilov olacak karakter]? Derdi benimle çene çalmak mı? Sohbet edecek başka kimsesi yokmuş gibi. Bir terslik olduğunu fark ettim ama aynı zamanda, her macerasında öyle zoraki ve insanı tüketen bir eziyet hali var ki, ne kadar yapmacık gelse de, ondan uzak duramıyor veya ilgisiz kalamıyorum. Aksine, her geçen gün ona daha çok yakınlaşıyorum.” İşte delikanlının anlatısının ortaya çıkacağı üzere üslubu ve tavrı burada görülebilir. Dostoyevski bu noktada Delikanlı’nın ahlaki-psikolojik anahatlarını belirgin bir şekilde görüyor olsa da, baba hakkında kafasındaki görüntü aynı açıklıktan uzaktır. Bu yüzden dış niteliklerle sınırlı bir özgeçmiş çıkarır: “Bir toprak sahibi ve bir toprak sahibinin oğlu... Rus ve Alman üniversitelerinden tahsilli. Genç yaşta evlenmiş (ilk karısı hakkında bilinenler unutulmuş). Kırım Harbi sırasında orduda görev yapmış ama uzun süre kalmamış ve cephede savaşmamış. Görevinden istifa etmiş, ilk celpte tarım reformu dairesinde bölge komisyonu üyesi olarak atanmış, istifa etmiş. Amaçsızca yurt dışında gezmiş. Hisse sahibi ve sosyete siması olan ... dul bir prensesle evlenmiş.” Ayrıca bir sosyo-kültürel ayrıntıya da yer verir: “Herzen’i hatırlar, Belinski’yle tanışmıştır.” Versilov bu sayede 1840’lar neslinin üyesi haline gelir; onun vasıtasıyla Dostoyevski idealizm ve ahlaki-manevi aşırılıkları üzerine unutulmaz bir portre daha çizecektir. Alexander Herzen’in kişiliği, Versilov için kullanılan kaynaklardan biridir; fikirleri, Herzen’in Avrupa kültürünün kaderi hakkında beslediği kötümserliği benimsemektedir – ki bu kötümserliği elbette Dostoyevski de tümüyle paylaşmaktaydı. Herzen üzerine yazdığı bir dizi önemli denemede Nikolay Strakhov yazarı “herkese yüreği evrensel olarak kanayan” bir Rus kişiliği olarak tarif etmiştir; Dostoyevski bu tasviri Versilov’un dünya görüşünün esas bir niteliği olarak ödünç almıştır. Bir diğer prototipse, kültürel miras yoksulluğu, bilhassa Batı’da Katoliklik ile yayılmış klasik kültür eksikliği yüzünden Rusya’ya milletler arasında bir yetim dediği için ülkeyi ayağa kaldıran (ve deli olarak yaftalanan) P. Y. Çaadayev’dir. Ver28 silov’un Katoliklik ile yakınlaşmasının nedeni, Çaadayev’in Rusya’ya olan bu ithamıdır; Rusya’nın ikinci sınıf bir ülke olması düşüncesine dayanamayan Kraft adlı genç adamın tuhaf intiharının da öyle. İki ana karakteri üzerinde düşündüğü sırada, birkaç tane yan karakteri de tasarlama imkânı bulmuştur. Arkadiy’yi bir nevi kâtip olarak işe alan yaşlı Prens Sokolski’nin karakteri daha baştan en gelişmiş haliyle düşünülmüştür – muhtemelen Dostoyevski’nin böyle sarsak, iyi kalpli ve hayli Batılılaşmış bir Rus toprak sahibini kısa romanı Amcanın Rüyası’nda (1859) anlatmış olduğu için. “Yaşlı bir çenebaz. Zamanında şık bir beyefendiymiş ve atlı muhafızlardanmış... Şimdilerde nükteli sözler bulmaktan, ve anlamayan tarafa çocuksu (ancak oldukça masum ve neşeli) bir kibirle tam da bunu yaptığını, ve nükteli bir söz söylediğini belirtmekten hoşlanıyor... Tam bir kapitalist, ve birkaç şirkette hisse sahibi.” Dostoyevski kapitalist ilerlemenin “dehşetini” eserinde yansıtmadığı için Mikhailovski tarafından eleştirildiğinden, bir daha benzer bir eleştiriye davet çıkarmak istememiştir. Bir sonraki sayfada, karaktere daha derin nitelikler verilse de, hâlâ güldürü seviyesindedir. “Prens çeşitli ateistleri uzun bir süredir dinlemişti, ve kendisi de bir ateist olmuştu” – bu özelliği de elbette ki soy içinden ve soyluluktan gelen Batıcılığıyla uyum sağlamaktadır. Tanrı konusunda “nükteli” sohbetinin bir örneği romana birebir geçirilecektir: “Son olarak, eğer söylediğin gibiyse [konuştuğu kişi büyük olasılıkla Arkadiy olacak], o halde bana kanıtla ki göreyim, ya da söyledikleri gibi, duyumsayayım. Eğer ki O (Tanrı) bir kişi olarak varsa ve bir ruh bulutu biçiminde değilse (ki ne yalan söyleyeyim, bunu anlaması benim için daha bile zor olur), o halde ne giyer? Boyu ne kadar uzundur? Kızacak bir şey yok, canımın içi, elbette ki bu soruyu sorma hakkına sahibim; eğer ki O Tanrı’ysa, ve kişisel bir Tanrı’ysa, yani bir kişiyse, o halde boyu ne kadar uzundur, et enfin,* nerede oturmaktadır?” Dostoyevski böylelikle ahmaklığıyla güldüren bir ateisti Versilov gibi inanmayı becerememesi yüzünden duygusal olarak azap çeken ciddi bir ateistle yan yana koyar; ayrıca bu, Feodor Pavloviç Karamazov’un doğaüstü olanı daha alaycı bir şekilde doğrudan sorgulayacağı sahnelerin de habercisidir. Yaşlı Prens Sokolski, aynı isimli gençle sürekli karıştırılır; genç olanda sarsak bon vivant’ın** zararsız tuhaflıkları zararlı alışkanlıklara dönüş(*) (Fr.) Ve son olarak – e.n. (**) (Fr.) Ehli keyif – e.n. 29 müştür. “Genç prens süslü bir adam, düzensiz, ailesinin son ferdi ve tam bir soysuz, müsrif ve kumarbaz, gizliden gizliye de tabansız... Kendisini vuruyor. Soyluluk ve soyluluğun ödevinin esası, ve [delikanlının baştan çıkaracağı kız kardeşi] Liza’yla nasıl evleneceği hakkında coşkulu ve samimi düşler görüyor.” Genç prens burada kendisine biçilen aşağılık rolü oynamakta, yetkililere Dergaçov grubunu ele vermesi ve intiharından önce Liza’yla evlenememesini işlediği kabahatlere eklemektedir. Notlarda pek çok sayfa Arkadiy, Versilov ve Dergaçov grubuna mensup Vasin (bazı yerlerde Vitia) arasında geçen sosyalizm üzerine sohbetlere ayrılmıştır. “Rothschild fikri”ne tamamen kapılmış veya kendini teslim etmiş olan Arkadiy, hakkında hiçbir şey bilmediği diğer fikirleri öğrenmeye açıktır ve “sosyalizm hakkında sorular yöneltir: özel mülkiyetin yasaklanması bilhassa merakını cezbeder.” Kendisi de çat pat haberdar olan dostu Vidia onu “Dolguşin gibi biriyle tanıştırır, bu grupta ‘normal insan’ üzerine sohbetler yapılır (sonra tutuklanırlar). Sosyalizmi benimsemez: doğaya aykırı bulur.” Versilov başta grubun tutuklanmasını destekler gibi gözükse de, “daha sonra sosyalizm fikrinin ihtişamına dikkat çekerek [Arkadiy’yi] şaşırtır. Bir an, Delikanlı [büyük ihtimalle bu ideali duyduktan sonra] kendini kaptırdığını hisseder”. Arkadiy’nin bu geçici hevesinin ne kadar süreceğine niyetlendiğini Dostoyevski’nin notlarından anlamak mümkün değildir. Bir diğer notta Versilov, Dergaçov’u “ahlaki yozluğun bir diğer örneği” olarak suçladığında savunmaya geçen Arkadiy’de bu sözlerin bıraktığı etkiyi görürüz. Delikanlı cevapta gecikmez: “Yanlışsa yanlış olsun ... diğer yandan inançlarında onur ve ödeve yer var, durum böyleyse yozluk olduğu söylenemez.” Versilov müstehzi bir şekilde yanıtlar: “Onur ve ödeve yer veren inançlar, bir yandan toptan yıkımı hedefliyor; ne âlâ düzenmiş bu! Ama sana laf yetiştirmek istemiyorum.” Bir yandan, diğer notlarda Dergaçov toptan yıkıma karşı olarak gösterilir. Grubun bir toplantısında, genç bir adam “ayağa kalkıp, asıl ahlaki sorunun Fransa’nın tamamı helak olsa da ölecek milyonların bir önemi olmadığını iddia ettiğinde, Dolguşin [Dergaçov] ve diğerleri onunla aynı fikirde değildir”. Bir diğer üyenin fikriyse “tüm şehirleri ve köyleri yakmak ve bunu bir başlangıç saymak”tır, ama bir provokatör olduğu anlaşılır (”bunu söyleyen casustur; diğerleri de onunla tartışır”). Dostoyevski 1870’ler neslinin Neçayevizmi artık ilginç bulmadığını biliyordu, Versilov da bu görüşü açık bir biçimde ifade eder: “Onlar [radikal30 ler] kim oluyor da bir şeyleri reddediyorlar? Bunlar için, dini reddetmek bile kendi başına bir din haline gelmiştir.” Versilov, nihayet Arkadiy’nin sosyalist ülküye duyduğu yakınlığı Büyük Engizisyoncu’nun hikâyesinin habercisi olan (daha önce kaynağı belirtilmiş) bir savla cevaplar. İnsan hayatı sadece “faydalılık” ideali ve insanın maddi ihtiyaçlarının tatminiyle orantılı görülmemelidir: “İnsanoğlunu doyurmanın her zaman çok iyi bir düşünce olduğunda hemfikirim, çünkü bir hedef olduğunu gösteriyor. Ama bu ikincil ve daha önemsiz bir fikirdir, çünkü bir insan karnı doyduğunda mutlaka ‘Ne için yaşıyorum?’ diye soracaktır.” Müstakbel hikâyeyle olan ilişki, Versilov’un başka bir yerde tekrarladığı şu sözde belirgin bir şekilde görülebilir: “Taşı ekmeğe çevirip insanoğlunu doyurduğumda biliyorum ki insan bana ‘Tamam, nihayet karnımı doyurdum, peki şimdi ne yapalım?’ diye soracaktır.” “Cenevre fikirleri”ne birkaç defa atıfta bulunulur ve romanda Versilov bunları Arkadiy’ye açıklar. “‘Cenevre fikirleri’, İsa’nın yokluğunda erdemle ilgilidir, canım evladım,” der, “günümüz Fransız fikirlerinin –hatta daha da iyisi– fikrinin, günümüz medeniyetinin tamamına egemen olmasıdır”. Buna karşın Versilov’un “birinci arzusu”, notlardan da okuduğumuz kadarıyla “insanlara kötü alışkanlıkların çirkin olmadığını açıklamaktır. Cenevre fikirlerinden nefret eder (insanoğluna sevgi duymak, İsa’nın yokluğunda erdem) ve erdemin doğal bir niteliği olduğunu kabul etmez. Delikanlı dehşete kapılır ama halaları duyduklarının mefhumu muhalif olduğunu, aksi şekilde anlaması gerektiğini söyler”. Ama Delikanlı haklı bir şekilde Versilov’un sözlerinin yalnızca bir belagat oyunu olarak görülmemesi gerektiğini tahmin eder. Çünkü Versilov aynı İvan Karamazov gibi “her ne kadar dürüst ve vicdanlı bir insan olsam da (ateizm şartları altında) suçu ve yıkımı desteklerim, Cenevre fikirleriyle de işim olmaz,” der. Ateizm ahlakın tüm zeminini yok ettiğinde, Versilov bilhassa “dürüst ve vicdanlı” olduğu için kötülüğün ve suçun arkasında duracaktır, Dostoyevski’nin böyle olduğuna inandığı gibi. (Gerçi ahlak ortadan kalkmışken Versilov’un niçin “dürüst” ve “vicdanlı” gibi kelimeler kullandığına açıklama getirilmez; belki insan bilincinin ahlaki sınıflandırmaları tasfiye etmesinin mümkün olmadığını göstermek içindir.)3 “Cenevre fikirleri”ne değinilen bir diğer yerdeyse Hıristiyanlık ve sosyalizm 3 Versilov’un sözlerindeki, İvan Karamazov için de aynı şekilde geçerli olan çelişkiye dikkatimi çektiği için Gary Saul Morson’a teşekkür etmek isterim. 31 arasındaki yanıltıcı benzerliğe dikkat çekilir: “Sosyalizm ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiye gelince, sosyalizmin bir dizi Cenevre fikrini ortaya atarak saklamaya çalıştığı, her şeye rağmen ülküsünün yalnızca maddi zenginlik olduğudur; çevre, vs.” “Cenevre fikirleri”nde sözü geçen “erdem” ve ahlaki-sosyal insanseverlik, sosyalizmin gerçekteki inceliksiz ve maddiyatçı hedeflerini gizlemektedir. Burada gösterilen notların çoğu, Dostoyevski’nin baba (Versilov) ile öz oğlu Arkadiy’nin ilişkisini kurmak için yazdığı konuşmalardan alınmıştır. Versilov ilk başta Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’daki Prens Valkovski, veya Suç ve Ceza’daki Svidrigaylov gibi karakterlere benzer; her ikisi de yırtıcı kişiliğin örnekleridir ama ikincisi Versilov’un karmaşıklığına daha yakındır. Rousseau gibi Versilov da “Delikanlı’yla en derin sırlarını paylaşmaktan, gösterdiği içtenlikle onu yozlaştırmaktan sapıkça bir zevk alıyordu”. Ama bu davranışların büyük kısmı, Versilov’un bir nebze de olsa hak ettiğini düşündüğü –ve Delikanlı’nın tüm öfkesine ve kırgınlıklarına rağmen karşı çıkmayacağı– manevi haysiyete zıt düşmektedir. “AMA EN ÖNEMLİSİ ŞU,” diye Dostoyevski kendisine hatırlatır, “anlatı boyunca Delikanlı ve diğer herkes üzerinde kurduğu tartışmasız üstünlüğü devam ettir, tüm gülünç nitelikleri ve zaaflarına rağmen; bırak okur romanın sonuna geldiğinde, onun en başından beri büyük bir fikirle boğuştuğunu düşünsün. Sıkıntısının gerçekliğine zemin hazırla”. Dostoyevski böylelikle, Versilov’un ahlaki duruşunu ifade edebilmek için yırtıcı kişiliğini aşama aşama silmiştir. Ancak, Versilov’un sıkıntısına zemin hazırlamak için üzücü derecede bayık olan romantik ilişkilerin entrikasına tekrar sığınır. 6 1874 Ağustos’u boyunca tutmuş olduğu notlarda, Versilov ve Delikanlı’nın karakterleri metnin son halinde gözükecekleri şekilde ortaya çıkmaya başlar. Delikanlı’yı özetleyen “Rothschild fikri”dir, ama bu daha sonra çocukluğunun pathosuna dönüşler ile yumuşatılacaktır. “Birinci, Delikanlının çocukluğu (kesinlikle)” diye yazar Dostoyevski. “Roman boyunca parçalar halinde, üstünkörü bir biçimde, yatılı okuldayken nasıl dövüldüğü... Sonra, toplumdan uzaklaşma hayalini ne kadar erken kurduğu – kutupların yakınında ya da Afrika’nın ortasında kimsenin bilme32 diği bir adanın kralı olmayı düşlediği zamanlar.” Versilov’u özetleyense çekiciliği ve kendi inançlarını ciddiye almakta yaşadığı temel zorluktur. “Örneğin, ateist olmasına rağmen, bir anda Dağdaki Vaaz’ı izah etmeye başlar, ama bir yere varamaz. Komünizmin ortaya çıkışı konusunda (’Dünyayı kurtaracak olan nedir? – Güzellik.’ Ama her zaman boynu büküktür).” Dostoyevski iki ana karakterini aşağı yukarı belirgin bir şekilde ortaya çıkarmış diyebilsek de, aynısını olay örgüsü için söyleyemeyiz. 7-8 Ağustos civarı bulgularını özetlemeye çalışır: “Adamın [Versilov] prensese karşı korkunç ve aşağılık eylemlere, neredeyse bir komploya karıştığı ortaya çıkar (bir şeyler düşün).” Prenses karakteri sonradan Katerina Ahmakova adını alacaktır ve parantez içindeki sözler ona karşı düzenlenen alçakça tasarılar konusunda yazarın ne kadar kararsız olduğunu ele verir. Maalesef, ucuz korku romanlarının bayat çözümlemelerinden iyisini düşünemez: “Delikanlı [prensesin babası ihtiyar Prens Sokolskiy’nin akıl sağlığının yerinde olmadığının ilan edilmesini talep eden] mektupları bulduğunda, prensesi köşeye kıstırmak için bir komplo kurar ve fikrini Lambert’le paylaşır. Lambert’in kabul ediş şekli, onu korkutur” (sadece para için değil, prensesin koynuna girmek için de şantaj yapılacaktır). Olay örgüsündeki entrikanın arkasındaki ana hat, ne yazık ki sadece bundan ibarettir. Ağustos ortasındaki, notlar anlatı tekniği hakkında hiçbir şey içermez, bu yüzden Dostoyevski’nin kitabı üçüncü kişinin gözünden anlatmayı, belki alıntıda geçtiği gibi Delikanlı’nın birinci şahıstan günlük yazılarını araya serpiştirmeyi düşündüğü varsayılabilir. Ama 12 Ağustos günü, Delikanlı’nın “Rothschild fikri”ne olan saplantısı ve sosyalizm hakkında sorduğu soruların taslağını çıkardığı birkaç paragraftan sonra “SORUNUN ÖNEMLİ BİR ÇÖZÜMÜ” cümlesiyle başlayan bir not görülür. “Sorun”, ana karakteri haline gelen Delikanlı’nın iç yüzündeki değişimi nasıl sunacağıdır. Çözüm bir sonraki cümlede verilir: “Birinci şahıstan yaz. ‘Ben’ kelimesiyle başla.” Bu uyarıdan sonra bir altbaşlık –“Büyük bir günahkârın kendine itirafları”– ve ben-anlatıcının kalemi niçin eline aldığını anlatan birkaç cümlelik örnek bir başlangıç gelir: “Biliyorum ki, önümdeki yıllarda (çünkü uzun bir hayatım olacak) gerçekleri çok daha iyi anlayacağım, ancak bu el yazması o zaman bile kendimi daha iyi tanımamı sağlayacaktır, vs.” Birkaç satır sonra, Delikanlı’nın edebi sanatsızlığının altını çizen bir 33 örnek cümle dener (”Üsluba dikkat etmeden, yalnız kendim için yazıyorum”) ve “itiraflar olağanüstü kısa olmalı (Puşkin’den öğren)” diye yazar. Dostoyevski Delikanlı’nın karakterinin “kendi kendine, anlatının eğretiliği sayesinde ortaya çıktığı” fikrindedir; “tıpkı Belkin Öyküleri’nde en önemli olanın Belkin’in kendisi olması gibi, burada da asıl amaç Delikanlı’nın karakterini oluşturmaktır”. Bu sözler birinci şahıs anlatıcının özellikle seçilmiş olduğunu gösterir gibiyse de, diğer birçok notta alternatifleri tartmaya devam eder. Üçüncü şahıs anlatıcı kullanmalı ve Raskolnikov’u Suç ve Ceza’da takip ettiği gibi yakından mı takip etmelidir? Yoksa birinci şahıs mı doğru bir tercihtir? Peki okur, uzun bir roman boyunca yirmi yaşındaki bir anlatıcının kısıtlı bakış açısına tahammül edebilir mi? Birinci şahsın avantajı, “anlatının kendisinden, [Delikanlı’nın] büyümesini ve toyluğunu gösteren türlü türlü anektot ve ayrıntılara” geçiş yapabilecek olmasıdır. Üçüncü şahıs anlatıcının elenmesinin birinci nedeni delikanlının ikincil bir karaktere dönüşeceği ve “Adamın en önemli karakter” olacağı endişesidir. Bu çıkmazdan kurtulmak için, Dostoyevski bir birinci şahıs anlatıcı seçmiştir. Ancak böyle bir seçim, anlatıcı mesafesi sorusunu doğurmuştur. Üç ay, dört veya beş yıl ve bir yıl arasında gidip gelirken ilkini anlatı bulanacağı veya “ortaya çıkan bilinçli gayesinin naifliği bozacağı” düşüncesiyle çok kısa bulmuştur. Dört ya da beş yıl da fazla uzun olacak, hatta anlatıcı “büyük bir küçümseme ile ... zamanında ne kadar akılsız olduğunu anlatırken” güldürüye dönüşecektir. Bir yıllık bir süre en iyisidir, çünkü “yakın zamanda geçirdiği bir sarsıntının tüm etkilerini hâlâ hissedebilecek, pek çok şey hâlâ tam çözülmemiş olacaktır, aynı zamanda bu ilk cümle de kullanılacaktır: ‘Bir yıl, ne muazzam bir zaman aralığı!’”. Bir yıl olarak da kalacaktır – Arkadiy’yi baştan aşağı değiştirecek, hatta yeni bir olgunluk getirecek, ama yeterince yakın bir zamanda yaşandığı için duyarlığının yankısı da tam anlamıyla kaybolmamış olacaktır. 7 Bir yandan anlatı tekniğini düşünüyorken, Dostoyevski aynı zamanda konuya büyük bir ilave de yapmıştır – öyle önemliydi ki bir önceki taslaklarına, sanki “yeni bir hikâye”ye başlamış gibi “önceki roman” der. Makar İvanoviç Dolgoruky adında daha önce görmediğimiz, Delikanlı’nın 34 köylü yasal babası olan yeni bir karakter aniden ortaya çıkar. Kurulmuş olan aile yapısına kolayca yerleşen bu icadı, Dostoyevski’nin notunda öyle yazsa bile, üzerinde etraflı değişiklikler yapılmasını gerektirmiyordu. “Makar İvanov [ismi daha sonra değişecektir] eski bir ev hizmetlisidir, ölmüştür. İnançlı bir hayat sürmüştür. [Serflere özgürlük verilen] 19 Şubat 1861’den sonra, hayatını bir kilisenin yapılması için para toplamaya adamıştır [Nekrasov’ın Vlas’ı gibi]. Ailenin konağında ölmek için Petersburg’a geri dönmüştür.” Versilov’un gayrımeşru çocuklarının tümü yasal olarak Makar’a aittir; Makar’ın yasal karısı anneleri, kendinden yaşça büyük bir adamla evlendirilmiş ve ailenin beyinin eski Rus geleneklerine göre baştan çıkardığı güzel bir köylü kızıdır. Dostoyevski “Annesi” diye yazar, “tam bir Rus kişiliğidir (olağanüstü bir karakter). [Köylü çift] aynı azizler gibi ezilmiş, mütevazı ve metanetli olabilir”. Köylülerin Rusyası ilk kez bir Dostoyevski romanına girer; artık arka planda değildir, konunun esas öğelerinden biridir. Dostoyevski’nin köylüler dünyası hakkında karalamaları, bitmiş eserde görülen kısıtlı resimden daha kapsamlıdır. Bir yerde, Eski İnananlar’ın teolojisini bildiğini gösterir. “Enuş doğa yasalarıdır,” diye yazar, “İlyas yazılı kurallardır, ve Yahya inayet yasalarıdır (bezpopovtsy’nin ilkeleri)”. Bezpopovtsy ruhban sınıfına girmemiş Eski İnananlardır, bahsettiği ilkeler de Batı dini geleneğinde İtalyan başrahip Joachim di Fiore’nin olağanüstü etkili olmuş, dine aykırı sayılan öğretilerine oldukça benzemektedir.4 Diğer notlarda “kokmuş Lizaveta” hakkında uzun kayıtlar bulunur; karakter burada Karamazov Kardeşler’de olduğundan çok daha gerçekçi durur. İki lafı bir araya getiremeyen bir yarım akıllı olmasının yanısıra, içini kasıp kavuran derin bir inancın da pençesindedir. “Kokmuş Lizaveta. ‘Beni, kokan kulunu, o şaşaalı cennetine gönderme; beni o zifiri karanlığa gönder ki orada bile, alevler ve acılar içerisindeyken, bir yandan sana “Tanrım, sen yücelerden yücesin” diye haykırayım ve başka kimseyi sevmeyeyim’“. 4 Joachim di Fiore, Kutsal Üçlü’yü merkez alan bir tarih anlayışı oluşturmuştu; bu anlayışa göre “ilk çağda Babanın Kanunu hüküm sürüyordu; ikinci çağ Oğul’un ya da Kitab-ı Mukaddes’in çağıydı; üçüncü çağsa Kutsal Ruh’un Çağı olacaktır ... [bu çağda] sevgi, neşe ve özgürlük yayılacak, Tanrı bilgisi tüm insanoğlunun kalplerinde kendiliğinden ortaya çıkacaktır.” Bu öğretileri bir hayli yayılmış ve seküler biçimlerde, on dokuzuncu yüzyıl tarih felsefesinde yer bulmuştur. Bkz. Norman Cohn, The Pursuit of the Millenium (New York, 1970), 108-109; ayrıca Karl Lowith, Meaning in History (Chicago, 1949), 145-159. 35 Makar ve karısının Dostoyevski’nin notlarında ortaya çıkması –kendisine onlar hakkında yazarken “tatlı bir kutsal kitap üslubu” kullanmayı tembih eder– nihayet dini-ideolojik konusuna daha aklı başında bir şekilde bakabilmesini sağlar. İki gün sonra gördüğü son haliyle kitabın taslağını çıkarır ve her bir öğesinin sembolik anlamını kâğıda döker: Roman toplumun tüm öğelerini içinde barındırmaktadır. Medenisiyle ümitsizi, tembeliyle şüphecisi ve entelijensiyası – yani ADAM [Versilov]. Eski Kutsal Rusya – Makar’ın ailesi. Yeni Rusya’nın kutsal, iyi olan tarafı – halalar [daha sonra bunlar yok olur]. Tohuma kaçan büyük bir aile, genç bir prens (şüpheci, vs.). Yüksek sosyete – komik ve soyut bir biçimde kusursuz tipler. Genç nesil – tümüyle içgüdüden ibaret olan Delikanlı, hiçbir şey bilmez. [Sosyalist] Vasin ülkülerinden başka şey bilmez. Lambert – bedensellik, maddecilik, dehşet, vs. Dostoyevski başta romanında “dağılma fikri”nin ağır basacağını düşünmüştür. Dağılmanın “her yerde olduğunu, her şeyin dağılma eşiğinde olduğunu ve yalnızca Rus ailesinde değil, insanlar arasında bile bağların koptuğunu” yazmıştır. “Çocuklar bile birbirinden kopmuştur.” Bu çözülme hissi, çöken bir Düzensizlik duygusunu vermek istediği romanda büyük çoğunlukla kalacaktır; ama iki aziz gibi metanetli, mütevazı ve ezilmiş Makar ve yasal karısı Sofya’nın romana dahil olmasıyla, kitabın tüm karmaşasının içinde nihayet bir ahlaki istikrar merkezi bulmuştur. Konunun doğası gereği böyle bir merkez olması gereklidir: gayesizce geçen çocukluğu ve “tesadüfi bir aile”nin mensubu olarak geçirdiği gençliği yüzünden yaşadığı sıkıntılarla hırpalanmış, ama kendini olduğu gibi kabul etmesi ve sosyal sorumluluk hissi edinmesi gereken asi ruhlu bir gencin erken olgunlaşma süreci. Bu dönüşümün hangi yollarla gerçekleşeceği ilk taslaklarda belirsizdir; Arkadiy Versilov, “Rothschild fikri,” ve Dergaçov’un sosyalizmi arasında gidip gelmektedir. “Delikanlı, [Versilov’un] fikrinin kendisininkinden daha yüce, şerefli ve asil olduğu düşüncesindedir,” ama Versilov oğluna yol göstermeyi reddeder. Ancak Arkadiy’nin “Rothschild fikri”ni, “maddi emniyete olan önemsiz bir merak taşıdığını” öne sürerek reddeder. Delikanlının inancını “sosyalizm sarsmış olsa da ‘Rothschild fikri’nden vazgeçmeden asil bir insan olmayı becerebilmek” ister. 36 Sosyalizm, egosunu fethetmek ve daha yüksek bir ülküye teslim etmek için gereken, yalnızca dini inancın sağlayabileceği ahlaki aydınlanmayı sağlamaz. Makar bu görevi eksiksizce yerine getirir ve Dostoyevski buna kaynak olarak Nekrasov’un “Vlas”ını gösterir: “koyu benizli, karanlık, ve dimdik.” Dostoyevski’nin parlak fikri, Nekrasov’un kendi günlüklerinden sayfalara Nekrasov’un ünlü eserinden esinlenilmiş bir karakteri getirmektir – bu karakter hem radikal popülistlerin yaydığı köylüyü el üstünde tutma fikrine hitap eder, hem de bu kadar hayran oldukları köylülük erdemlerinin dini kökenlerinin altını çizmiş olur. Makar İvanoviç Dolgoruky’nin ortaya çıkmasıyla, Dostoyevski karakterleri arasında aradığı ahlaki-ideolojik ilişkiyi oluşturmuştur; ekim ortasında yazmış olduğu bir notunda, metnin son halini aşağı yukarı ortaya çıkaran bir özet taslağı bulunur. Yazmanın iki kuralına uymayı kendine tembih eder. Biri “Budala ve Cinler’de yaptığı gibi, ikincil olayları kopuk, üstü kapalı, düşsel bir biçimde tasvir etmek; hem anlatıdaki eylemlerde, hem bağımsız sahnelerde açıklama yapılmadan bu olaylarla romanı uzatmak hatasına düşmemek”tir. İkincisiyse “Delikanlı’nın romanın kahramanı olduğunu unutma. Geri kalan herkes ikinci derecede, hatta Adam [Versilov] bile ikinci derece”dir. “Açıklama”sızlığın bir sanatsal kusur olup olmadığı tartışmaya açıktır; ne de olsa dehası kendi kendini açıklayan dramatik sahneler ve itiraflar yazmak olmuştur. İkinci hatırlatmasına gelince de, bu sorunun daha en başından beri farkındadır. Defterler buradan itibaren birkaç yüz sayfa boyunca devam eder; ama bu karalamalar entrikalı olay örgüsünün inceliklerini oluşturmaya adanmıştır; bu olay örgüsü alışkanlık edindiği gibi Dostoyevski tarafından sürekli değiştirilir ya da sahnelerin ve konuşmaların ayrıntılarına sürekli yenileri eklenir. Herhangi bir temel değişikliğe gidilmese de, metnin yan özellikleri hakkında okura önemli bilgiler verir. 8 1870’lerde Rusya eski tarım merkezli ekonomisini yerle bir eden bir sanayileşme dalgasınca kasıp kavrulmaktaydı, ve Dostoyevski bu değişimin ahlaki çözülmeye yol açan etkilerinden bazılarını 1873 Günlüğü’nde incelemişti. Belirttiğimiz gibi Mikhailovski, bu konulara romanlarında yer vermediği için yazarı eleştirmişti; buna ek olarak yaşlı prensin karakteri37 ni oluştururken, konunun bu kısmını dramatize etmek üzere o dönemin suç olaylarından birinden esinlenmişti. 1874 Aralık ayının başlarındaki (Delikanlı’nın ilk bölümleri Ocak 1875’te yayımlanmıştır) notlarda Kolosov adına rastlanabilir. “Sahte hisse senetleri düzenleyen ... 1850’lerin liberallerinden, kendini beğenmiş ve kendinden fazla emin” bir dolandırıcıdır. Kolosov, yılışık ve keyifliliğiyle etrafına rahatsızlık veren Stebelkov karakterinin bir prototipidir; çağdaş okurlar, ünlü bir mahkeme davasında Tambovo-Kozlovskoy demiryolu hattı için sahte hisse senetleri düzenleme suçundan hâkim karşısına çıkarılanlardan biri olduğunu hatırlamakta hiç zorluk çekmemiştir. Hisse senedi düzmecesi davasında iddia makamında Dostoyevski’nin yakın dostu A. F. Koni bulunmaktadır; Stebelkov’un tüm özellikleri de doğrudan bu mahkemeden alınmıştır. Stebelkov’un gizli polisle, Arkadiy’nin Dergaçov grubu hakkında birkaç defa ağzını aramasının sebebi olan şaibeli bağlantısı da bunlara dahil gibidir. Mahkemede Kolosov’un yanında, harbiye tıp akademisinde kütüphanecilik yapan, Nikitin adlı eski bir toprak sahibi ailenin oğlu bulunuyordu. Dostoyevski’nin bu olaya sadece ucundan bulaşmış adamın ifadesinden kullandığı ayrıntılarla, Stebelkov’a borçlu olan ve kıskacından kaçamayan genç Prens Sergey Sokolskiy karakterini oluşturduğu fikri makul gibidir. Aynı zamanda, Grajdanin dergisinden istifa etmesinden hemen önce Prens Meşçerski’ye bir mektubunda, “Düzmece Tambovo hisseleri davasına karışan Olga İvanovna [sanıklardan birinin nişanlısı] hakkında, en dolu dolu ve mide bulandırıcı haliyle nihilizmin bir temsili örneğinin belki de nihilizm adını hiç duymamış bir kızı bilinçsizce nasıl hırpaladığını yazmak ve onu devrimizin bir alameti olarak göstermek istedim” diye yazmıştır. Defterlerde bir yandan konu fikirlerini, bir yandan da bu fikirleri ifade etmek için kullanacağı roman imkânlarını belirginleştirirken araya serpiştirdiği edebi göndermelere de rastlanır. Puşkin adı sürekli geçer; Dostoyevski’nin bir hedef olarak en çok karşısına çıkan, Puşkin’in nesrinin birinci sınıf özlülüğü ve berraklığıdır. “Daha yoğun bir şekilde” yaz diye tembih eder kendisine. “(Puşkin’i taklit et).” Konu seçimini perçinlemek istercesine, kabaca aynı dertlere sahip roman örnekleri düşünür: “Tümü boyunca, tüm romanın hayatın gerçeğini arayan Delikanlı tarafından anlatılması (Gil Blas ve Don Kişot) en uygunu olabilir.” Dickens’ı beğeniyle okuyan Dostoyevski, yine erkekliğe ve olgunluğa 38 erişmekte zorlanan bir talihsiz delikanlının hikâyesi olan David Copperfield’a da değinir; ama kendi delikanlısının içini kemiren öfke ve saldırganlığı, David’in dost canlılığı ve mülayimliğine tezat olarak görür. Antikacı Dükkânı metnin kendisinde geçer: Dostoyevski küçük Neil’ın sabah uyanıp, nihayet dedesiyle birlikte huzura ve rahata kavuştukları köydeki kilisenin mezarlığına gittiği o ünlü sahneyi baştan yazar. Faust konusu üzerine bir opera bestelemeyi düşünen ve fikirlerini uzun uzun romanda açıklayan sarhoş Trişatov’un boş konuşmalarında da, eşit derecede ünlü bir diğer sahne olan Faust’ta Gretchen’ın ölümü baştan yazılmıştır. Hem Rus hem Avrupalı pek çok yazara notlar boyunca göndermelerde bulunulur; ama bunlardan en önemlisi olan Tolstoy’a geçmeden önce, oyun yazarı A. S. Griboyedov hakkında birkaç söz söylemek gerekir. Arkadiy babasıyla on yaşında ilk kez tanıştığında Versilov amatör bir tiyatro ekibine katılmış ve Griboyedov’un klasik güldürüsü Akıldan Bela’dan (1822) bir karakteri oynamak üzere şaşaalı bir kostüm giymiştir. Çatski adlı bu karakter inatçı Batıcı’nın erken bir versiyonudur; uzun bir dönem yurt dışında yaşadıktan sonra Rusya’ya dönen karakter, yurdundaki taşra hayatını katlanılmaz bulur ve geri kalmışlığıyla devinimsizliğine veryansın eder. Versilov böylece daha en başından Çatski’nin ideolojik ruhuna bürünmüş ve bu sembolik “Batıcı”lığının önemi okura yansıtılmıştır. 9 Dostoyevski’nin notlarında en çok adı geçen isim Tolstoy’dur; ve bu göndermeler sanatsal fikirlerinde merkezî bir yerdedir. Delikanlı’nın çoğunluğu Büyük Bir Günahkârın Hayatı’ndan ortaya çıkmıştır, ki orada karakterin gençliği, Tolstoy’un aynı konuyu ele alışına taban tabana zıt olacak şekilde kurulmuştur. “Tolstoy’un Çocukluk ve İlkgençlik’te tasvir ettiği kontlardan oluşan asil ailenin biricik oğluna tamamen zıt bir tipleme,” diye yazmıştır, “hayvanlaşma derecesinde doğru yoldan sapmış”. Dostoyevski bir delikanlıyı kahramanı olarak seçtikten ve büyük günahkârın erken yıllarını yazdığı notlarına dönmesinden itibaren, bir kez daha Tolstoy’la kafa kafaya yarışıyordu. Başköşeye oturma isteği, Anna Karenina’ya aynı dönemde yağdırılan övgülerden sonra daha da güçlenmişti. Dostoyevski, elbette yere göğe sığdıramıyor olmasa Tolstoy’un ağırlığını bu kadar hissetmezdi; birkaç notunda da yazarın sanatsal alışkan39 lıklarına ne kadar içten bir hayranlık duyduğu görülebilir. Notlardan bir tanesinde, Arkadiy duygularına kapılıp halasını öpmeye eğildiğinde Dostoyevski şöyle yazar: “Ama hala uykuya dalmıştır. Başında takkesi, ağzı açılmış. (Leo Tolstoy)” – Belli ki, Tolstoy’un dış görünüş tasvirlerinde sahip olduğu o canlılığı bir nebze yakalamak istemiştir. Bir diğer sahnede şöyle yazar: “Delikanlı’nın anlatısına bu buluşmanın ve yerinin tasvirini mutlaka ekle, à la Tolstoy* ayrıntılar olsun.” Tolstoy’la ayrı düştükleri yer, çağdaş Rus hayatında istikrarsızlık ve düzensizliği dile getirmeyi istemesiydi. Üç yıl önce Nikolay Strahov’a yazmış olduğu gibi, Turgenev de, Tolstoy da yalnızca “toprak sahibini konu alan bir edebiyat” yazmıştı. “Söylenebilecek her şey (Lev Tolstoy’ca muhteşem bir şekilde) söylenmişti ... ama toprak sahibi soylularınkinin yerine geçecek yeni bir söz henüz söylenmiş değil.” Kendisini belli ki, toprak sahibi yazarların başardığının ötesine gidecek “yeni bir kelimeyi” bulmak için uğraşıyor olarak görüyordu. Tolstoy’la pek üstükapalı olmayan bir rekabete girmeye baştan niyetli miydi, notlarından anlamak mümkün değildir. Değilse bile, ilk bölümlerin yayımlanmasından sonra kendisine yapılan saldırganca suçlamalara karşı kendini savunmak zorunda kaldığında, kendini bu rekabetin içinde bulmuştur. Bir eleştirmen onu aşırı “natüralizm” yapmakla suçlamıştır – bu öyle aşırı bir natüralizmdir ki sanatın kurallarını çiğnemektedir; sanki Dostoyevski yazmış olduğu olayları, ne kadar tehlikeli ve korkutucu olduklarına bakmadan, okurların sanki tam olarak yaşıyormuş gibi hissetmesini istemiştir. Önceki romanlarını yayımlayan Russkiy vestnik’te çıkan iki nefret dolu makale Dostoyevski’yi “sapkın” olmakla ve “okuru kokmuş yeraltına gömmek, orada yazarın tüm niyetinin aksine, belki de niyetine rağmen okurun koku alma duyusunu köreltmek ve yeraltına alıştırmak” ile suçluyordu. Bu saldırılar, bilhassa da okurlarını doğru yoldan saptırdığı suçlaması onu anlaşılır bir biçimde üzmüştü. 22 Mart 1875’te kâğıda döktüğü ilk düşüncesi, roman daha sonra kitap olarak yayımlandığında bu suçlamaları yazacağı bir önsözde yayımlamaktı; önsöze yazmış olduğu notlarda sanatsal misyonunu hiç olmadığı kadar samimi bir şekilde anlatacaktı. Onun kullandığı kelimelerle, gayesi “temelsiz”, hatta “hayatın kurallarını belirleyememiş, çünkü hayatı olmamış” bir toplumda yaşamanın ah(*) (Fr.) Tolstoy’vari – e.n. 40 laki-manevi sonuçlarını dile getirmekti. Toplum “muazzam bir sarsıntı geçirmiştir – ve her şey sanki hiç olmamış gibi durma, çökme ve reddedilme noktasına gelmiştir. Batıda olduğu gibi yalnızca dışarıdan da değil, içeriden, ve ahlaki olarak da.” Diğer yandan, “[içlerinde Tolstoy ve Gonçarov’u da saydığı] en hünerli yazarlarımız üst orta sınıfın hayatını anlatmaktadır,” ama kendilerinin “çoğunluğun hayatını anlattığını” düşünmektedirler. Ama bu bir yanılgıdan ibarettir, resmettikleri hayat “istisnaları hikâye eder, benimkiyse kaidenin hayatıdır”. Dostoyevski, “çocukluk hayallerini diriltme niyetiyle” onu bir dönem Slavofiller’e katılmayı düşündüren “vatandaşlık ödevi hissinden” bahseder (Aziz Sergius ve Tikhon’a olan hayranlığı da çocukluğundandır.) Ama bunun yerine yeraltı adamını yaratmıştır ve bu yüzden aşağılanmaktadır. “Gurur duyuyorum,” diye küstahça ilan eder. “İyi ki ilk defa Rusya’da çoğunluğu olduğu haliyle ... tüm biçimsiz ve trajik yönleriyle ifşa etmişim. Acıklı olan, kişinin biçimsiz olduğunun farkında olmasıdır” (italikleri ben ekledim). Diğer yazarların yarattığı karakterleri sayar (içlerinde Savaş ve Barış’tan Prens Bolkonskiy ve Anna Karenina’dan Levin de vardır) ve çoğunun kusurlarının “kendilerini aşırı beğeniyor” olmalarından ileri geldiğini, hâlâ sarsılmamış ahlaki-sosyal düzenlerinin değişmeyen toplumsal normlara uydurulmasıyla bu durumun düzeltilebileceğini ifade eder. “Azap, kendini yaralama ve edinmenin imkânsız olduğu daha iyi bir hayat bilincinden ibaret yeraltının felaketini” dile getiren yalnız kendisi olmuştur. “Kendisini geliştirmeye çabalayanlara kim yardım eli uzatabilir? Bir ödülle, inançla yanıt verir? Kimsenin kimseye ödül verdiği yok ve kim birine inanabilir ki? Bulunduğumuz bu yerden bir adım uzaklaştığımızda, korkunç sapkınlık ve suçla (cinayet) karşılaşıyoruz. Şaşılacak şey.” Onun için, sorunların en büyüğü (dini) inancı kaybetmekti; ve sanatında bu düşkünlüğün ahlaki-sosyal sonuçlarıyla boğuşarak Rus psikolojisini, herkesten iyilik bekleyen dünyanın kurulmuş düzeninin değerlerini kabul etmiş toprak sahibi soylu yazarlardan daha derinlemesine incelediğine inanıyordu. Kendisine yapılan suçlamalardan ürkmeden, Dostoyevski onların doğruladığı ahlaki-sanatsal ülküsünü göğsünü gere gere gösteriyordu: “Yeraltı, yeraltı, yeraltının şairi diye yazarlarımız diline dolamış, sanki bu laftan gücenmem gerekiyormuş gibi. Aptallar, bu lafı gururla taşırım, çünkü asıl doğru oradadır.” 41 Önsöz yazma fikrinden kısa süre sonra vazgeçince, savunmasını hiç makul olmayan bir şekilde Versilov’un monologlarından birine eklemeyi düşündü. Bu versiyonda babası Arkadiy’ye “Aziz dostum,” der, “eğer hünerli bir Rus yazar olsaydım, kahramanlarımı mutlaka Rusya’nın soylularından seçerdim; zira Rusların yalnızca bu örneğinde düzen olmasa da, en azından düzenin hoş bir suretine ve ikimizin aradığı o ‘ahenkli hayata’ rastlanabilir”. Sonrasında onur ve ödevin oturmuş olduğu bu dünyayı “çocukluklarında babalarının ve etrafının çirkinliğiyle hırpalanan” çocuklarla kıyaslar. “Dünyamızda çok fazla yeraltı insanı var.” Böyle bir konuşmayı Versilov’a vermek gibi mantıksız bir fikirden vazgeçen Dostoyevski, savunmasını nihayet Arkadiy’nin değil, Arkadiy’nin lise yıllarında vasiliğini yapan Nikolay Semyenoviç adlı ufak bir karakterin yazdığı bir sonsöze ekler. Yazarın metni olay örgüsünün ince dolambaçlarının dışında kalan birine gönderilmiştir; bu aklı başında ve saygın vatandaş, gösterişsiz fikirleri ve Arkadiy’ye duyduğu yakınlıkla bizden güven ve saygı görmekte gecikmez. Her şeye rağmen Nikolay Semyenoviç romanın bir parçasıdır ve mektubunda ifade ettiği görüşler Dostoyevski’nin görüşleri olarak kabul edilmeli midir diye sorulabilir. Notlar bu konuda şüpheye yer bırakmaz; ve adı metinde geçmese de doğrudan Tolstoy’a hitap eder. “ROMANIN SONUNDA” diye yazar Dostoyevski. “Delikanlı: ‘Bir kişiye yazdıklarımı okuttum, bana söylediği şunlar oldu’ (burada yazarın [Nikolay Semyenoviç’in], yani benim görüşlerimi ekle). Geleneksel bir ailenin yerine yeni peyda olan bir aileyi, münasiplik, kendi kademesine ve hatta (yeni) biçimine ulaşma arayışında olan yeni ve uçarı bir aile” (italikleri ben ekledim). Tolstoy’la olan aynı muhalif ve tezat ilişkisini bir diğer notta kısa ve öz bir biçimde ifade etmiştir: “Muazzam bir tarihi arka plan üzerinde (Savaş ve Barış) kuşak kuşak ilerleyen ve bu o kuşaklar olmadıkça ilerleyemeyecek bir Rus soylu ailesinin tarihi. Tesadüfi bir aile uydurmak çok daha zor bir vazife.” İşte, Dostoyevski’nin dile getirmeyi seçtiği de tam olarak bu “çok daha zor vazife” olmuştur. Çeviren EMRAH SERDAN 42 Birinci Bölüm I Dayanamadım artık, yaşam yolunda ilk adımlarımın anılarını, elinizdeki bu anıları yazmaya karar verdim. Vermesem de değişen bir şey olmazdı ya... Ama, şunu kesinlikle biliyorum: Yüz yıl bile yaşasam, böyle bir işe bir daha girişmeyeceğim, anılarımı yazmaya kalkışmayacağım. Utanmadan, sıkılmadan kendi üzerine yazabilmesi için insanın pek bayağı bir biçimde kendine tutkun olması, kendini beğenmesi gerekir. Ne var ki ben herkesin yazdığı nedenle, yani okuyucunun övgüsünü kazanmak amacıyla yazmadığım için kendimi birazcık olsun bağışlayabiliyorum. Biraz önce, artık sabrım tükenip, son bir yılda başımdan geçenleri en ince ayrıntısına varana dek yazmak geldiyse aklıma, bu, her şeyden önce, içimde duyduğum çok güçlü, önüne geçemediğim bir istektendir. Olanlardan öylesine şaşkınım ki... Konuya yabancı, konuyla ilgili olmayan olaylara yer vermekten, özellikle yazınsal güzellikler yaratmak hevesinden kaçınarak yalnızca olanları anlatacağım. Bir edebiyatçı otuz yıl yazar, sonra bunca yıl niçin yazdığını kendisi de bilmez. Ben edebiyatçı falan değilim. Olmak da istemiyorum. Ruhumun derinliklerini, duygularımın güzel anlatımını edebiyat pazarına sürmeyi de uygunsuz, çirkin bir davranış sayıyorum. Ama üzülerek şunu da sezinliyorum, duyguları hiç anlatmadan, düşün43 celeri (belki en bayağılarını bile) söylemeden de olmayacak: Kişi yalnızca kendi için bile yazmış olsa, edebiyatın onun üzerinde ne kötü etkisi olduğunu görüyorsunuz işte... Düşünceler pek aşağılık, bayağı bile olabilirler. Birinin değerli saydığı bir şey başkalarınca son derece değersiz sayılabilir. Ama bırakalım bütün bunları şimdi. İşte böylece bir önsöz bile yazdım sayılır. Bundan böyle bir daha da olmayacak. Başlayalım artık. Dünyada bir işe, (ne çeşit olursa olsun) başlamaktan daha akıllıca bir şey yoktur. * ** Öyküme, onu ömrümde ilk kez gördüğüm günden, yani geçen yılın On Dokuz Eylülü’nden başlayacağım. Daha doğrusu, başlamak istiyorum. Ama daha hiç kimse hiçbir şey bilmezken benim tutup, damdan düşer gibi, o gün kimi gördüğümü anlatmam doğru olmayacak sanırım. Bu deyişin bile bayağı olduğu inancındayım ama, neyse: Yazınsal güzelliklerden kaçınacağıma söz vermeme karşın, daha ilk satırda bu güzelliklere saplanıp kalmam bağışlanacak şey değil. Üstelik kişinin anlaşılır bir dille yazabilmesi için yalnızca istek de yetmiyor. Bunun yanında, yazmak, başka hiçbir dilde, Rusçada olduğu kadar güç değildir sanırım. Buraya kadar yazdıklarıma şöyle bir göz attım, kafamdakilerin yazdıklarımdan çok daha üstün, akıllıca oldukları kaçmadı gözümden. Akıllı bir kişinin söylediklerinin kafasındakilerden çok daha sıradan, basit olmasının nedenini hep düşünmüşümdür. Çok kez geldi başıma bu, ilk kez olmuyor. Özellikle bu son, uğursuz yıl süresince insanlarla olan sözlü ilişkilerimde bu ikilik, yani söylediklerimle söylemek istediklerim arasındaki fark. çok acı çektirdi bana. Söze Eylül’ün On Dokuzu’ndan başlayacağımı söyledim ama, okuyucumun, olayları daha iyi anlayabilmesi için kimin nesi olduğum, sözü geçen güne kadar nerelerde olduğum, o sabah kafamdaki düşünceler üzerine birkaç sözcük sıkıştırmalıyım araya. * ** Liseyi geçen yıl bitirdim. Yirmi bir yaşındayım. Soyadım Dolgorukiy. Yasal babam, Versilovların eski kölesi Makar İvanoviç Dol44 gorukiy’dir. Her ne kadar sözcüğün tam anlamıyla yasadışı bir evlat olduğumdan kimsenin en küçük bir kuşkusu yoksa da, yasal bir babamın olması yasal bir evlat sayılmama yetiyor. Dinleyin, anlatayım: Bundan yirmi iki yıl önce, yirmi beşinde toprak sahibi olan Versilov (gerçek babam odur), Tulsk ilindeki çiftliğine gelmiş. Kişiliğinin o yaşta henüz gelişmediğini, çocukluğu üzerinden atamamış olduğunu sanıyorum. Bu adamın, çocukluğumdan beri beni bu denli şaşırtan, ruhumun derinliklerinde bu denli etkisi olan, daha uzun yıllar da geleceğimi zehirleyecek, ona yön verecek bu adamın, şimdi bile bilmediğim birçok özelliği olması şaşılacak şeydir. Ama bunları anlatmayı sonraya bırakıyorum. Öyle hemen söyleniverecek, anlatılabilecek cinsten şeyler değildirler çünkü. Onun üzerine yazacağım daha başka şeylerle de dolu olacak defterim. Tam o sıralar, yani yirmi beş yaşın eşiğinde dul kalmıştı. Soylu, ama pek zengin olmayan Fanariotova ailesinden olan karısından bir oğlu bir kızı vardı. Versilov’u bu denli erken bırakıp öteki dünyaya göçen bu kadın üzerine bildiklerim pek kesin değildir. Öteki bildiklerimin yanında daha bir sisli, belirsiz kalırlar. Bunun yanında, Versilov benimle bazen son derece içten oluyorduysa da, beni her zaman karşısında bir çocuk olarak görmesi, önemsememesi, küçümsemesi, bana karşı kapalı olması yüzünden onunla ilgili birçok şeyi öğrenmemişimdir. Ama önce şunu söyleyeyim, toplam dört yüz bin, belki de daha çok tutan, oldukça büyük üç mülkün altından girip üstünden çıkmış, har vurup harman savurmuş bir adamdı. Şimdi de Allah’a yalvarıyordu kuşkusuz. Yıllar sonra bana söylediğine göre, o zaman “Tanrı bilir niçin” köye gelmiş. Her zaman olduğu gibi, çocukları gene yanında yokmuş. Akrabalarının yanında kalıyorlarmış. Yasal olsun yasadışı olsun, çocuklarına hep böyle davranmıştır zaten. Çiftlikte çok sayıda toprak kölesi varmış. Makar İvanoviç Dolgorukiy de bunlardan biriymiş. Bir daha sözünü etmemek için burada kısaca söyleyip geçeceğim: Soyadına benim kadar kızan, ifrit olan pek az insan vardır. Kuşkusuz, budalaca bir şey bu. Ama ne yaparsınız ki, gerçek bu. Yeni bir okula girdiğimde, sınıf arkadaşlarım; hesap vermek zorunda olduğum her öğretmen, müreb45 biye, müfettiş, papaz, daha aklınıza kim gelirse, soyadımı sorduklarında, benden “Dolgorukiy” yanıtını alınca, nedense her zaman. “Prens Dolgorukiy mi?” diye sormak gereksinimini duymuşlardır. Ben de her defasında bu aylaklara: “Hayır, yalnızca Dolgorukiy,” demek zorunda kalıyordum. Sonunda bu yalnızca sözcüğü çileden çıkarmaya başlamıştı beni. Sırası gelmişken şunu da söyleyeyim, bu soruyu sormayan bir kişi anımsamıyorum: Herkes, söz birliği etmişçesine, aynı şeyi soruyordu. Kuşkusuz, bazılarına bu hiç mi hiç gerekli değildi. Bir kişiye bile olsa, Prens Dolgorukiy olup olmadığımın gerekli olabileceğini düşünemiyorum. Ama herkes, kesinkes herkes soruyordu bunu. Yalnızca Dolgorukiy olduğumu öğrenince de, çoğunlukla beni yukarıdan aşağı şöyle bir süzdükten sonra, bunu niçin sorduklarını kendilerinin de bilmediklerini belli eden bön bir bakışla yüzüme bakıyor, yanımdan uzaklaşıyorlardı. Hele okul arkadaşlarım bu soruyu sorarlarken herkesten daha bir kırıcı oluyorlardı. Öğrenci dediğiniz, “yeni”yi nasıl sorguya çeker, bilirsiniz. Ezilip büzülen, sıkılganlıktan ne yapacağını bilemez her zavallı “yeni”, okula girdiği ilk gün (bu ne çeşit bir okul olursa olsun, değişmez) bütün öğrencilerin ortak kurbanıdır. Sağdan soldan buyurular yağar üzerine. Uşakmış gibi davranırlar ona. Kızdırırlar, alay ederler. Sağlıklı, gücü kuvveti yerinde bir eski öğrenci gelir, kurbanının karşısına dikilir; alaylı, sert bakışlarla uzun uzun süzer onu. “Yeni” sessiz durur, bir şey söyleyemez. Hele yüreksizin biriyse, yan gözle bakar, kaderini bekler. “Soyadın ne senin?” “Dolgorukiy.” “Prens Dolgorukiy mi?” “Hayır, yalnızca Dolgorukiy.” “Yalnızca ha! Salak!” Haklıdır. Prens olmadan Dolgorukiy soyadını taşımaktan daha budalaca ne olabilir. Hiç suçum yokken, alnımda bu salak damgasını ister istemez taşıyordum. Bu soruya artık pek kızmaya başladığımda “Prens Dolgorukiy mi?” diyene, “Hayır,” diye yanıt veriyordum, “eski bir kölenin, bir köylünün oğluyum.” 46 Daha sonraları iyice çileden çıkmaya başladığımda ise, prens olup olmadığımı öğrenmek isteyene hemen yapıştırıyordum yanıtı: “Hayır, eski efendim Bay Versilov’un yasadışı, eski köle Makar İvanoviç’in ise yasal oğlu, yalnızca Dolgorukiy’im.” Böyle söylemeye lisenin altıncı sınıfında başlamıştım. Çok geçmeden bunun bir aptallık, serserilik olduğunu anladıysam da, bu huyumdan hemen öyle çabucak vazgeçmedim. Öğretmenlerimden biri (ondan başkası da olmamıştı zaten) içimin “birtakım intikamcı, toplumcu düşüncelerle dolu olduğunu” söylemişti. Ondan başka herkes bu çıkışımı, bana hakaret gibi gelen bir sessizlikle, vurdumduymazlıkla karşılıyordu. Sonunda arkadaşlarımdan, yılda ancak bir kez konuştuğum, zehir dilli biri günün birinde yüzüme bakmadan, ciddi bir tavırla, “Besbelli bu çeşit duygular bir övünme hazzı, bir gurur veriyor size,” dedi. “Gurur duyacağınız bir yanı olsa gerek. Ama sizin yerinizde olsam, piç olduğumu öyle temcit pilavı gibi ikide bir öne sürmez, bayram yapmazdım... Bir evlatlıksınız siz!..” O günden sonra yasadışı çocuk olmamla övünmeyi bıraktım. Gene söylüyorum. Rusça yazmak zordur: Bakın, soyadıma kızdığımı anlatabilmek için üç sayfa doldurmama karşın, okuyucu belki de, öfkemin özellikle, prens değil de yalnızca Dolgorukiy olduğum için kabardığı kanısına varmıştır bile. Yeni baştan, bir daha anlatmak, kendimi temize çıkarmaya çalışmak küçük düşürür beni; yapmayacağım bunu. Çiftlikteki köylü kalabalığının arasında Makar İvanoviç’ten başka, bu ellilik kölenin durup dururken evlenmek istediği on sekizinde bir de kız varmış. Bilindiği gibi, toprağa bağlı kölelerin bulunduğu devirde köylülerin evlenmeleri efendilerinin izniyle, dahası çoğunlukla buyruğuyla olurdu. Halam (asıl halam değil kuşkusuz, çiftlikteki halam) da o sıralar oradaymış. Nedendir bilinmez, yalnızca benim değil, aralarında bir akrabalığın bulunması bile kuşkulu Versilov ailesinin de halası bilirdi onu herkes. Tatyana Pavlovna Prutkova’ydı adı. İlin o bucağında kendisinin de otuz beş kölesi varmış. Versilov’un beş yüz kölelik çiftliğini yönetmiyormuş ama, komşuluk adına çiftlik işleriyle ilgileniyormuş... 47 Bu ilgi, öğrendiğime göre, öğrenim görmüş, bilgili bir kâhyanınkinden hiç de aşağı kalmıyormuş hani. Ama benim anlatmak istediğim onun bu alandaki becerisi değil şimdi: Her çeşit yaltaklanma, övme, yüze gülme duygusunu bir yana bırakıp Tatyana Pavlovna’nın iyi yürekli, dahası ilginç bir kişi olduğunu söylemek istiyorum, o kadar. İşte, içe kapanık Makar Dolgorukiy’in (o zamanlar içe kapanıkmış, öyle söylediler bana) evlenmek isteğini Tatyana Pavlovna geri çevirmek şöyle dursun, nedense desteklemiş bile. Sofiya Andreyevna (on sekiz yaşındaki köle kız, yani annem) birkaç yıl önce öksüz kalmış. Makar İvanoviç Dolgorukiy’i pek sayan, kimsenin bilmediği bir nedenle ona minnet borcu bile olan gene Versilov’un köle köylülerinden babası, altı yıl önce ölüm döşeğinde, hatta son soluğunu vermesine on beş dakika kala, bütün öteki kölelerle papazın önünde Makar Dolgorukiy’i yanına çağırmış, köle olduğu için böyle bir şeyi söylemeye hiç de hakkı olmadığı bir yana, gerektiğinde sayıklama bile sayılabilecek bir durumda, kızını göstererek herkesin duyabileceği bir sesle, ısrarla şöyle vasiyet etmiş: “Büyüt ve evlen onunla.” Herkes duymuş bunu. Makar İvanoviç’in sonra ne düşünerek, yani büyük bir istekle mi, yoksa görev saydığı için mi onunla evlendiğini bilemiyorum. Yalnız tören sırasında son derece kayıtsız olduğu bir gerçek. O zamanın koşullarında bile kendisini gösterebilmiş bir adamdı. Okumuş denemezdi (gerçi kilise girdi-çıktısını, ayrıca bazı azizlerin -özellikle yaşantılarını- kulaktan dolma bilgilerle de olsa, iyi biliyordu); kölelerin akıl babası da sayılmazmış. Her zaman yüksekten konuşur, verdiği karardan dönmez, -insanı şaşırtan deyimiyle- “saygıya değer bir biçimde yaşayıp gider”miş. O zamanın Makar Dolgorukiy’i böyleymiş işte. Ne var ki, herkesin saygısını kazanmıştı. Ama söylenenlere bakılırsa, çekilmez bir adammış da. Azat edilip çiftlikten ayrılınca durum değişmiş, bu kez bir çeşit aziz, bir çilekeş diye anmaya başlamışlar onu. Bunun böyle olduğunu iyi biliyorum. Anneme gelince, kâhyanın, annemi Moskova’ya öğrenime göndermek için ettiği ısrarlarına karşın, Tatyana Pavlovna on sekiz yaşına dek yanında alıkoymuş onu. Biraz eğitmiş, yani biçip dikmeyi, hanım hanımcık yürümeyi, azıcık da okumayı öğretmiş. An48 nem doğru dürüst yazmayı hiçbir zaman becerememiştir. Makar İvanoviç’le evlenmesine çoktan kararlaştırılmış gözüyle bakıyormuş. Bunun olağanüstü hoş, yapılabilecek en iyi şey olduğu inancındaymış. Kiliseye, böyle zamanlarda, kişinin takınabileceği en durgun, soğuk tavırla gitmiş. Öyle ki, Tatyana Pavlovna dayanamamış, bir ara yanına sokulup “soğuk şey” diye fısıldamış kulağına. Bütün bunları, annemin o zamanki durumunu hep Tatyana Pavlovna anlattı bana. Bu evlenme töreninden tam altı ay sonra da Versilov gelmiş köye. Yalnız şunu peşin söylemek istiyorum, Versilov’la annemin yakınlaşmalarının nasıl başladığını hiçbir zaman ayrıntılarıyla öğrenemedim. Akla uygun gelebilecek bir tahminde de bulunamam. Geçen yıl Versilov’un son derece kayıtsız, “ince zekâlı” bir tavırla, ama gene de yüzü kızararak, aralarında bir aşk serüveninin falan geçmediğine, her şeyin öylece oluverdiğine beni inandırmaya çalışırken söylediklerini kabullenmekten başka çıkar yolum yok. Buna da hazırım zaten. Öyle olduğuna inanıyorum. Hem Rusçada şu öylece sözcüğünün pek hoş da bir anlamı vardır. Ama gene de aralarındaki ilişkinin nasıl başladığını öğrenmeye çalıştım durdum. Bu çeşit çirkin uğraşlardan nefret ederim. Bu çalışmalarımın tek nedeni başkaları nın sırlarını öğrenmeye yüzsüzce bir merak değildir. Unutmamalısınız ki, daha geçen yıla kadar annemi hemen hiç görmemiştim. İleride de anlatacağım ya, Versilov’un rahatı için küçük yaşta el evlerine verildiğim için o zamanki yüzünü anımsamıyorum. Pek güzel olmasaydı, o zamanların Versilov’u gibi bir adam nasıl hoşlanabilirdi ondan? Bu soru, gerçek babamın ilginç bir yanını yansıtacağından benim için çok önemlidir. Bayağı olduğumdan değil, benim için önemli olmasından ötürü araştırıyorum, öğrenmek istiyorum. O asık suratlı sır küpü adam, gerekli gördüğünde (cebinden çıkarıyormuş gibi) hemencecik takınıverdiği o sevimli saflığıyla, o zamanlar “aptal bir enik olduğunu”; pek duygulu olmasa bile, çağdaş uygarlık yolunda o devrin yetişen gençliği üzerinde sonsuz etkisi olan iki edebiyat yapıtını, Zavallı Anton ile Polinka Saks’ı daha yeni öylece bir okuduğunu birkaç kez söylemişti bana. Zavallı Anton’un etkisi altında kalarak köye gitmiş olabileceğini de ekliyordu. Hem bunu son derece ciddi söylüyordu. Peki 49 bu “aptal enik” ne yapmıştı da, ağına düşürmüştü annemi? Şu anda şöyle bir şey geldi aklıma: Bu yazdıklarımı bir kişi bile okuyacak olsa, aptalca saflığı üzerindeyken, kalkmış, aklının ermeyeceği şeylere kafa yoran, onlar üzerinde hüküm verebileceğini sanan gülünç bir delikanlı diye kahkahalarla gülerdi bana kuşkusuz. Evet, henüz öyle şeylerden anladığım yok. Gururuma düşkünlüğümden böyle söylüyorum sanılmasın. Yirmi bir yaşında koca bir sırığın bu denli deneyimsiz olmasının budalaca bir şey olduğunu bilmez değilim. Ama bana gülen o baya, ben de kendisinin de pek öyle bilgili olmadığını söylerim. Hem bunu ona kanıtlarım da. Kadınlar konusunda son derece bilgisiz olduğumu kabul ediyorum. Zaten bilmek istemiyorum ki bilgi edineyim... Kendi kendime söz verdim, ömrümce tüküreceğim kadınlardan yana. Ama bazı kadınların daha ilk anda güzellik ya da başka erkeği kendilerine çektiklerini; bazılarınınsa, çekici bir yanlarını bulmak için altı ay arama tarama gerektirdiklerini biliyorum. Bu sonunculara tutulabilmek için erkeğin yalnızca çekici yan bulmakta becerikli olması, birşeylere hazır olması yetmez. Bunların üstünde daha yüksek bir yeteneği de olmalıdır. Bu konuda bilgisiz olmama karşın, bundan kesinlikle eminim. Zaten tersi olsa, bir anda tüm kadınları basit ev hayvanları düzeyine indirmiş olurduk. Onlara karşı da, hayvanlara olduğu gibi davranmamız gerekirdi. Sanırım bundan çoğu erkek de pek hoşlanırdı hani... Gençlik resmini görmedim ama, annemin pek de öyle güzel bir kadın, bir dilber olmadığını birkaç kişiden duydum. Hiç olmazsa ilk bakışta tutulmak olmazdı ona. Yalnızca “eğlence için” olsa, Versilov başka birisini de seçebilirdi. Vardı da öyle birisi. Oda hizmetçisi Anfişa Konstantinovna Sapojkova hem güzel hem bekârdı. Zavallı Anton ile köye gelen Versilov için, kölesinin bile olsa, kilisede kıyılmış nikâhının kutsallığını lekelemek pek ağır olsa gerekti. Çünkü gene söyleyeyim, bundan birkaç ay önce, yirmi yıl öncesinden, Zavallı Anton’dan bana söz ederken son derece ciddiydi. Anton’un atını çalıp götürmüşlerdi. O da zavallı bir kölenin karısını alıyordu elinden! Matmazel Sapojkova’nın kaybetmesine (bence kazanmasına) neden bir şey vardı demek. Geçen yıl Versilov’la konuşmayı başarabildiğimde (çünkü her zaman konuşulmuyordu onunla) bu soruları ona bir kez daha ısrarla sorduğumda bütün 50 görmüş geçirmişliğine, aradan geçen yirmi uzun yıla karşın, bana gene de kaçamak yanıtlar verdiğini, yan çizmeye çalıştığını sezinlemiştim. Ama bırakmadım peşini. Gene de bir konuşmamızda, her zaman bana karşı takındığı o umursamaz tavrıyla annemin, insanın sevmediği, nedenini bilmeden uysallığı ya da başka bir şeyi için birden acıdığı sahipsizlerden biri olduğunu söylemişti. Bu acımanın gerçek nedenini kimse bilemezmiş. İnsan acır, acır, bir de bakarmış bağlanmış... “Anlayacağın, insanın bazen bağlandığı, bir daha ayrılamadığı oluyor, dostum.” İşte sonunda böyle söylemişti. Bu doğruysa, hiç de o zaman olduğunu söylediği gibi, aptal bir enik sayılamazdı. Bu önemliydi benim için. Öte yandan annemin onu, “düşkün” olduğu için sevdiğine beni inandırmaya (kölelik devrinde tam da olacak şey hani!) boşuna çalışıyordu. Numara yapıyordu! Vicdansızca, onursuzca, çirkin bir biçimde yalan söylüyordu. Bütün bunları annemi birazcık olsun övebilmiş olmak için söyledim kuşkusuz. Onun o zamanki halini hiç bilmediğimi biliyorsunuz. Hem, annemin ruhsuzlaşmasına neden olan, çocukluğundan beri içinde bulunduğu o ortamın, o zavallı ahlak çemberinin bütün kapanıklılığını, karanlığını bilirim. Ama felaket gene de geldi. Yalnız, burada nokta koyup bir düzeltme yapmalıyım: Hayal âlemine daldım da, en önce yazmam gereken gerçeği unuttum. Her şey felaketle (umarım okuyucumun kafası, neyi anlatmak istediğimi kavrayamayacak kadar karışmamıştır) başladı. Kısacası, Matmazel Sapojkova atlandıysa da, annemle Versilov arasındaki ilişki, önceleri beyefendi-köle ilişkisinden öte değildi. Burada, bir dediğimin ötekini tuttuğunu iddia edebilirim. Öyle olduğunu ileride siz de göreceksiniz. Hey Tanrım, o devirde Versilov gibi bir adam annem gibi bir kadınla, aralarında en ateşli bir aşk bile olsa, ne konuşabilirlerdi? Kötü yoldaki bazı kişilerden işittiğime göre, bir kadınla yakın ilişki kurarken erkek, bütün güçlükleri, tiksinme duygusunu bastırarak genellikle konuşmaz, susarmış... Kuşkusuz, Versilov da annemle olan yakınlaşmasına (istemiş olsa bile) başka bir biçimde başlayamazdı. Polinka Saks’ı anlatarak mı giriş yapacaktı? Hem Rus edebiyatını umursadıkları da yoktu. Bana anlattığına göre (nasılsa bir gün çıkarmıştı ağzından baklayı) köşe bu51 cak gizleniyorlar, merdivenlerde birbirlerini bekliyorlar, bir ayak sesi duyunca yüzleri kıpkırmızı, yerlerinden sıçrıyorlarmış. “Despot-efendi”, o devrin kendisine tanıdığı bütün olanaklara karşın, suçüstü yakalanmaktan çok korkuyormuş. Her ne kadar yakınlıkları ilk zamanlar efendi-köle ilişkilerinden öte gitmiyorduysa da, sonunda açıklanamayacak bir durum çıkmış ortaya. Kimsenin bir şey bildiği yoktu, her şey karanlıktı. Yalnızca aşklarının vardığı ölçüyü göz önüne alırsak, karşımıza bir bilmece, bir muamma çıkar. Çünkü Versilov gibilerin amaçlarına eriştiklerinde yapacakları ilk iş bütün bağları koparıp atmaktır. Ama bu kez öyle olmamıştı. Eli yüzü düzgün bir köle yosma (ki annem yosma değildi), günahkâr, ahlakı bozuk bir “genç enik” için (ki ilericisinden gericisine kadar hepsi ahlaksızın ahlaksızıdır) yalnızca mümkün değil, üstelik kaçırılmaz bir fırsattı. Hele onun duygulu, genç, evli bir kadın olması bu fırsata daha bir istekle sarılmasını sağlamıştır kuşkusuz. Zaten ömrünce sevmesi de fazlaydı. Annemi sevdiğini kesin olarak söylemiyorum, ama onu hâlâ peşinden sürüdüğü bir gerçek... Sürüyle soru vardı kafamın içinde. Bunların arasında, son bir yıldır anneme yakın olmama, üstelik herkesin kendisine karşı suçlu olduğu inancında, kaba, nankör bir piç olarak ona hiç saygı beslemememe karşın, kendisine bir türlü soramadığım bir soru vardı. Bu soru onun, nikâhın üzerine yüklediği sorumluluklar altında güçsüz bir sinek gibi ezilen, Makar İvanoviç’ini gözünde bir çeşit Tanrı gibi yücelten annemin, daha altı aylık evliyken, iki hafta gibi kısa bir sürede işi bu denli büyük bir günaha nasıl vardırabildiğiydi. Gerçekten yoldan çıkmış bir kadın mıydı annem? Peşinen şunu söyleyeyim, onun kadar temiz bir kadın bulmak pek güç, belki de olanaksızdır. Bu durumu ancak şöyle açıklayabileceğim: Annem suçu işlerken kendinde değildi. Yalnız, avukatların katilleri, hırsızları savunurken iddia ettikleri anlamda anlaşılmasın bu sözüm. Kurbanın aşırı saflığı durumunda kişiyi kötü kaderiyle baş başa bırakan, olmayacak davranışlara sürükleyen güçlü şaşkınlıktan söz ediyorum. Ne biliyoruz? Belki ölesiye seviyordu onu... Giysisinin biçiminde, saçlarının Paris stili kesilmiş, taranmışlığında; bir sözcüğünü bile anlamadığı Fransızcasında, piyano çalarken söylediği aryada hiçbir zaman görmediği, işitmediği bir şey bulmuştu bel52 ki... Dahası, son derece yakışıklıydı Versilov. Şık giysisiyle, aryalarıyla delicesine sevmiş olabilirdi bu adamı. Kölelik devrinde köle kızların en dürüst, en namuslularının bile, efendilerine tutulduklarını çok duymuşumdur. Anlıyorum ama, bunu kölelik devri koşullarıyla “düşkünlük”le açıklamaya çalışan da alçaktır bence! Bu genç adam, bu denli temiz, daha önemlisi, kendine özgü bir ruh dünyası olan bir yaratığı, gözle görülen böylesine bir felakete sürükleyebilecek kadar çekici miydi acaba? Felaketin ne olduğunu annemin bildiğine inanıyorum. Ama gene de, bilerek yapmış olsa gerekti bunu. Zaten bu “sahipsizler” hep böyle yaparlar: Felaket olduğunu bile bile yürürler felakete... Günah işledikten sonra hemen pişman olmuşlardı. Versilov, sırf bu olay üzerine odasına çağırdığı Makar İvanoviç’in omzuna başını dayayıp hıçkıra hıçkıra ağladığını söyledi. Annem ise, o Makar İvanoviç’in omzunda ağlarken, kölelere ait kafeslerden birinde baygın yatıyormuş. * ** Ama kafamı kurcalayan soruları, yüz kızartıcı olayların ayrıntılarını bırakalım artık: Versilov, annemi Makar İvanoviç’in elinden aldıktan kısa bir süre sonra onunla birlikte ayrıldı çiftlikten. Yukarıda da bir ara söylediğim gibi, hemen her gittiği yere annemi de yanında götürüyordu. Uzun süre kalmak üzere bir yere gitmesi gerektiğinde nedense tam o sırada çıkagelen halaya, yani Tatyana Pavlovna Prutkova’ya bırakıyordu çiftliği. Moskova’da, değişik köylerde, kentlerde, hatta Avrupa’da geçiriyorlardı günlerini. Sonunda Petersburg’a yerleşmişlerdi. Bütün bunları sonra anlatacağım. Ya da değmez... Yalnız şu kadarını söyleyeyim, Makar İvanoviç’in çiftlikten ayrılmasından bir yıl sonra ben doğmuşum. Benden bir yıl sonra ise kız kardeşim, ondan on bir yıl sonra da, ancak birkaç ay yaşayabilen hastalıklı en küçük kardeşim. Bana anlattıklarına göre, bu çocuğun çok güç olan doğumuyla annemin güzelliği de sona ermiş. Çökmüş, sıskalaşmış. Ama bu arada Makar İvanoviç’le ilişkileri gene de kesilmemiş. Versilovlar nerede olurlarsa olsunlar, Makar İvanoviç birkaç yıl bir yerde kalsa ya da başka bir yere taşınsa, “ailesini” durumundan ha53 berdar ediyordu. Oldukça ciddi, biraz resmî, garip bir ilişki vardı aralarında. Eski zamanda bu çeşit ilişkilerde kesinlikle gülünç bir yan olurdu, bunu biliyorum. Ama onların ilişkilerinde yoktu bu. Yılda bir kez birbirinin tıpatıp aynısı iki mektup gönderiyordu. Bu sayı ne azalıyor, ne de çoğalıyordu. Gördüm o mektupları. İçlerinde kişisel dertlere, sorunlara pek az yer verilmiş; üstelik, hepsi elden geldiğince yalnızca en genel duygularla (kuşkusuz, duygulardan böyle söz edilebilirse), olaylar üzerine birtakım resmî bilgilerle dolu. Önce, sağlık durumunu bildiren birkaç kuru söz, sonra gene sağlık üzerine birkaç soru, daha sonra dilekler, resmî selamlar, sonunda hayır duası. Özellikle, bu genellikte ve kişisizlikte o zamanın davranışlarındaki dürüstlük, soyluluk yansıyor gibi. “Çok sevgili ve saygıdeğer eşimiz Sofia Andreyevna’ya en içten selamlarımızı göndeririz...” “Sevgili çocuklarımıza daima canlı kalacak baba hayır duasını yollarız...” Çocuklar yaş sırasına göre isimleriyle yazılıyordu; kuşkusuz, en başta ben. Şunu da söyleyeyim, Makar İvanoviç, her mektubunda ona en derin saygılarını sunmasına, sağlıklar dilemesine, her zaman duacısı olduğunu yazmasına karşın, “Pek muhterem Andrey Petroviç hazretleri”ni “velinimetleri” arasında saymayacak kadar da zekiydi. Makar İvanoviç’in mektuplarına yanıtları hiç geciktirmeden annem yazıyordu. Bu yanıtlarda da aynı resmî hava vardı. Versilov’un bu mektuplaşmaya katılmadığı anlaşılıyor. Makar İvanoviç’in mektupları Rusya’nın çeşitli yerlerinden, bazen uzun süre kaldığı kentlerden, manastırlardan geliyordu. Gezgin bir din adamı olmuştu. Hiçbir zaman bir şey istemiyor, üç yılda bir kez kesinlikle çıkageliyor, her zaman Versilov’dan ayrı bir evde oturan annemin yanında kalıyordu. Bu konuyu sonra anlatacağım. Ama burada şu kadarını söylemeden de geçemeyeceğim: Geldiğinde konuk odasındaki kanepeye yayılmıyor, alçakgönüllülükle, odalardan birine yerleşiyordu. Üç beş gün, en çok bir hafta kalıp gidiyordu. Onun “Dolgorukiy” soyadını son derece sevdiğini söylemeyi unuttum. Bu pek gülünç bir aptallıktı kuşkusuz. İşin garibi, soyadına bu kadar düşkün olmasının nedeni de, soyadının Prens Dolgorukiy’lerinkiyle aynı olmasıydı. Şaşılacak bir düşünce. Benimkiyle taban tabana zıt! 54 Ailenin sürekli bir arada bulunduğunu söyledim. Aslında benim dışımdakileri söylemek istemiştim. Yuvadan atılmış, neredeyse doğumumla birlikte el evine yerleştirilmiştim. Ama bunda bir kasıt yoktu. Öyle oluvermişti işte. Beni doğurduğunda annem daha pek genç, güzelmiş. Kuşkusuz Versilov’a da gerekliymiş... Durmadan ağlayan bir bebek ise, bilindiği gibi, hiçbir yerde, özellikle seyahatlerde rahat vermez insana. İşte bu nedenle, birkaç küçük görüşmeyi saymazsak, yirmi yaşıma dek annemi hiç göremedim sayılır. Onun bana olan duygularının zayıflığından değil. Versilov’un, kendisini yöresindeki insanlardan üstün görmesinden, insanlara hep yukarıdan bakmasından olmuştu böyle. * ** Şimdi başka bir konuya geçiyorum. Bir ay önce, yani Eylül’ün On Dokuzu’na bir ay kala, Moskova’dayken, ailemle tüm bağlarımı koparıp atmaya, kendimi artık hepten ülküme adamaya karar vermiştim. “Ülküme adamak” diyorum, çünkü bu deyim benim baş düşüncemi, yani yaşamamın tek amacını anlatıyor... Bu “ülküm”den daha sonra yeterince söz edeceğim. Moskova’da yıllar süren hayal dolu yalnız yaşamım sırasında, daha lisenin altıncı sınıfındayken kafamda yer etmiş, o zamandan beri de bir saniye bile bırakmamıştı beni. Bütün yaşamım, düşüncelerim onunla doluydu. Daha önce de sürekli hayal âleminde yaşardım. Çocukluğumdan beri masallar kralının ülkesindeydim sanki. Ama düşüncelerimi dolduran bu önemli ülkümün doğuşuyla kafamdaki tüm hayaller güçlenmişti, toplanıp bir anda belirli bir kalıba girmişti. Aptalca yönleri değişmiş, olumluya yönelmişti. Lise hayal kurmama, hep masallar ülkesinde yaşamama bir engel değildi. Sonraları ülküme de engel olmadı. Gene de lisenin son sınıfını pek güç bitirdiğimi söylemeliyim. Yedinci sınıfa kadar her zaman en iyiler arasındaydım. Son sınıfta bu yerimi yitirmemin, üstelik kötü olmamın nedeni ülküm, belki de onun aldatıcı yanını çıkarıp atmam oldu. Böylelikle lise ülküme engel olamadı; ülküm liseye de, üniversiteye de engel oldu. Liseyi bitirdiğimde, yirmi yaşında olmama karşın, ailemle gerekirse bütün dünyayla tüm bağlarımı koparmaya kararlıydım. Peters55 burg’da gerekli kişiye gereken kanalla artık beni rahat bırakmalarını, bundan böyle para göndermemelerini, mümkünse beni bütünüyle unutmalarını (elbette akıllarına geliyorduysam) asla üniversiteye girmeyeceğimi yazdım. Önümde iki yol vardı: Ya üniversiteye girecek, öğrenimimi sürdürecektim, ya “ülkümü” dört yıl erteleyecektim. Onu temelli bırakmamaya kararlıydım çünkü. Ne olursa olsun bırakmayacaktım üniversiteyi. Ömrümde ancak bir kez, o da bir anlık gördüğüm babam Versilov (ki o bir anda bile üzerimde bıraktığı etkiyle beni şaşırtmıştı), mektubumu ona yazmamış olmama karşın, kendi elyazısıyla yanıt verip Petersburg’a çağırdı beni. Bana özel bir yerde bir iş bulacağını da eklemişti. Bu soğuk, kibirli, o güne dek bana karşı her zaman küçümser davranmış, dünyaya getirdikten sonra beni el evlerine salıp unutmakla kalmayıp, bunu yaptığına hiçbir zaman pişman da olmamış bu adamın (kim bilir, belki varlığım üzerine pek silik de olsa bir kavram bile yoktu kafasında. Çünkü sonraları öğrendiğim gibi, Moskova’da öğrenimdeyken para göndermiyordu bana) çağrısı, böyle birdenbire beni anımsaması, elyazısıyla mektup yazacak kadar bana onur vermesi büyülemişti beni. Bu benim kaderimi belirledi. Pek gariptir, bir küçük sayfa tutan mektubunda en çok hoşuma giden, üniversiteden hiç söz etmemesi, kararımı değiştirmemi istememesi, öğrenimimi sürdürmemek kararında olduğum için bana çıkışmaması; sözün kısası, çoğunlukla her anne babanın yaptığı gibi, bir sürü can sıkıcı öğüt sıralamamasıydı. Öte yandan, bu durum onun bana karşı ilgisiz olduğunu göstermiyor da değildi doğrusu. Petersburg’a gitmeye biraz da, oraya gitmemin baş düşünceme engel olmayacağına inandığım için karar vermiştim. “Ne olacakmış, bir bakarım,” diye düşünüyordum, “nasıl olsa bir süre için, belki de pek kısa bir süre için ilişkim olacak onlarla. Ama bu attığım adımın, küçük ve koşullu adımımın beni ülkümden uzaklaştırdığını gördüğüm an, bütün bağları koparıp kabuğuma çekilirim.” Bu düşünce pek hoşuma gidiyordu. Moskova sokaklarında deli gibi dolaşırken düşünmeyi sürdürüyordum: “Bir başıma kalmayacağım orada, bunca yıl süren o korkunç yalnızlığım bitti artık. Petersburg’da herkes, her şey hoşuma gitse, bana mutluluk verse, on yıl bile kalsam orada, gene ihanet etmeyeceğim ül56 küme. Hep yanımda, yanı başımda olacak!” Şimdiden söyleyeyim, son bir yıl içindeki sayısız dikkatsizliklerimin; birçok kötü, dahası bayağı davranışımın, aptallığımın başlıca nedeni, daha Moskova’da gelişmeye başlayan, Petersburg’da aklımdan bir an çıkmayan (oradayken her gün, kendi kendime, artık bütün bağları koparıp gitmeye karar veriyordum) düşüncelerimdeki bu ikiliktir. O güne dek benim olmayan babamı bulmuştum kuşkusuz. Bu düşünce, Moskova’da yol hazırlıkları yaparken de, trende de sevinçten başımı döndürüyordu. Artık benim de bir babamın olmasından duyduğum sevinç bir yana, sevilmeye, okşanmaya da pek öyle düşkün değildim. Bu adam o güne dek beni tanımak istememiş, dahası küçümsemişti. Kendimi bildim bileli yutarcasına (düşünmek için böyle bir sözcüğü kullanmak olursa) düşünüyordum onu. Çocukluğumdan beri her düşüncemde o vardı: Düşüncelerim onun çevresinde dolaşır, gene onunla son bulurlardı. Onu seviyor muydum, ondan nefret mi ediyordum, bilemiyorum, ama düşüncelerimi doldurmuştu. Yaşam üzerine kurduğum hayallerde hep o vardı. Bu durum kendi kendine ortaya çıkmış, yaşımla gelişmiş, büyümüştü. Moskova’dan ayrılmamda; bu mektubu almamdan üç ay önce (yani Petersburg’a gitmem henüz söz konusu değilken) beni son derece heyecanlandıran pek önemli bir durumun, bir ayartmanın da oldukça etkisi olmuştu! Bu bilinmezler okyanusuna dalmam biraz da, oraya başkalarının kaderlerinin hükümdarı olarak girebileceğimi hayal etmemi sağlamıştır! Soylu, ama despot, katı olmayan, yumuşak duygular kaynaşıyordu içimde. Sözlerimden yanlış anlam çıkarılmaması için önceden bunu da açıklamak zorundaydım. Evrene hayretle bakan küçük bir çocuğu, liseyi yeni bitirmiş saf bir delikanlıyı bekliyor olmalıydı Versilov (elbette aklına geliyorduysam). Ben ise bütün ayrıntılarıyla biliyordum Versilov’u. Çok önemli bir şey daha biliyordum. Ona bu sırrı açsam, ömrünün birkaç yılını seve seve vereceğinden kuşkum yoktu. Burada anılarıma bir bilmece havası verdiğimin farkındayım. Ne var ki olayları anlatmadan duygular iyice açıklanamıyor. Bütün bunları sonra, sırası gelince ayrıntılarıyla, yeterince açık anlatacağım. Zaten kalemi de bunun için aldım elime. Böyle anlatmak bir sayıklamadan farksız oluyor. 57