İLETİŞİM DERS NOTU Öğr. Gör. Emrah BİLGİÇ İLETİŞİM KAVRAMI Gerek kişisel gerekse mesleksel yaşamımızda başarılı ve mutlu olabilmemiz için iletişimin ne olduğunu? Nasıl olması gerektiğini ve bunların niçinlerini bilmekte yarar vardır. Bireylerin birbirleri ile ilişkilerini sürdürmelerinin anahtarı iletişimdir. İnsanoğlu anne karnında bulunmasının 10. Haftasından itibaren çevresiyle iletişim içerisindedir. İlerleyen zaman içerisinde iletişimin şekli, yoğunluğu ve etkisi giderek artmaktadır. Yaşamın her safhasında iletişim sayesinde kazandığı bilgi ve deneyimlerle yeni ilişkilerin kapısını aralamaktadır. Her dönemin beraberinde getirdiği zorluk ve güzellikler, kurulacak yeni ilişkilerin yönünü ve devamını sağlamaktadır. İletişim sayesinde insanlar zihinlerindeki kavram ve fikirleri açığa vurma, onları paylaşma ve değerlendirme olanağı elde ederler. Başkalarını etkileme, onlardan etkilenme, yararlanma, yararlı olma ve bir başarı gösterme iletişim sayesinde mümkündür. İnsanlar arasındaki ilişkinin temelinde iletişim vardır. İletişim, insanın varoluşundan bu yana yaşamı anlamlı kılan, vazgeçilmez bir olgudur. Bir anlamda insanoğlunun toplumsal bir varlık oluşunun doğal sonucudur. Bu açıdan toplumsal örgütlenmenin ilk şartlarından biri de iletişimdir. İletişim olmaksın toplum haline gelmek mümkün değildir. İnsanın nefes almaya olduğu gibi, iletişime de aynı oranda ihtiyacı vardır. İLETİŞİM NEDİR? İletişim, son yılların en popüler kavramı haline geldi. O kadar ki son yılları ifade eden uzun bir dönem adeta bu kavramla tanımlanır oldu; “İletişim Çağı”. Giderek iletişimin bu gücünün çağa damgasını vuracak genişliğe yönelmiş olması da ayrı bir gerçektir. İletişim kavramı, yunanca bölüşmek anlamına gelen “communis” sözcüğünden türetilmiş olan “communication” kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. İletişimi kısaca, “kişi ve çevresi arasında iki yönlü ilişkiyi ilgilendiren bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci “ olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda pek çok etkinlik iletişim sayılacaktır. Örneğin bu tanıma dayanarak iki insanın karşılıklı konuşmasını iletişim sayabileceğimiz gibi, arıların bal bulunan yeri birbirlerine bildirmelerini de iletişim kabul edebiliriz. 1 Masterson ve Watsona’a göre” İletişim, sayesinde dünyayı anlamlı kıldığımız ve bu anlamı başkalarıyla paylaştığımız insani bir süreçtir. Genel olarak iletişim, istek ve ihtiyaçların karşılanması amacıyla bilgi, fikir, duygu ve düşünceleri kapsayan anlamların, semboller yardımıyla insanlar arasında karşılıklı olarak aktarıldığı bir süreçtir. NİÇİN İLETİŞİM KURARIZ? İnsanlar için iletişim yaşamsal bir eylemdir. İletişim beş temel amaca yönelik olarak gerçekleşir: 1. VAROLMAK Her birey, kuracağı ilişkiler çerçevesinde yaşamını anlamlandırır. Nicel açıdan en küçük grup birimi olan aileden ulusal ya da uluslar arası gruplara değin toplumsal oluşum, kendi verili sisteminin kurallarıyla sürer. Genelde insanlar, içinde yaşadıkları toplumsal sisteme uyum sağladıkları oranda kendilerini toplumsallaşmış olarak kabul ederler. Laswell’e göre toplumsal açıdan iletişim süreci üç işlev görmektedir: Çevreyi denetleyerek toplumun da değerlerini denetlemek, Toplumun bireyleri arasında etkileşim sağlamak, Toplumsal geleneklerin sürdürülmesine yardımcı olmak. Dinsel ya da etnik herhangi bir alt gruba ait olduğunu duyumsayan birey, gruba uyum sağlayarak kendini dışlanmaktan korur. Örneğin oruç tutmak kişisel bağlamda dinsel inancın, toplumsal bağlamda ise çoğunluğa uyum sağlamanın gereği olarak görülmelidir. Bir ülkenin yurttaşı olmak, bir spor takımının ya da partinin taraftarı olmak bireysel bağlamda toplumsal etiketlerdir. Bu anlamda birey, benliğini ait olduğu toplumsal yapılarla özdeşleştirerek var olur; toplumsal ortamlarda sürdürdüğü iletişim etkinlikleriyle varlığını kendine ve diğer bireylere kabul ettirir. 2. HABERLEŞMEK Geçmişten bugüne insanoğlu, gerek çevresinde, gerekse dünyada olup bitenleri hep öğrenmek istemiştir. Bu ilgi, bilinmeze ve erişilmeze yönelik bitmek tükenmek bilmeyen bir arzudan kaynaklanır. Posta güvercinleri ya da duman aracılığıyla gerçekleştirilen ilkel haberleşme biçimlerinden bu günün uydulu haberleşme olanaklarına kavuşulması bir rastlantı değildir. Yazılı kültürün gelişmesine koşut olarak kişisel ya da kitlesel yazılı ürünlerin bir yerden bir yere yollanması önem kazanmıştır. Hızlı ulaşım araçları haber 2 taşımacılığında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri mutlak bir canlının taşıyıcılığına gereksinim duyan haber alışverişi, telekomünikasyon alanındaki gelişmelerle elektronik ortamı öncelikli bir iletişim kanalı durumuna getirmiştir. Görsel–işitsel yayın teknolojileri tüm dünyayı evlerimize taşırken kitlesel iletişim olanaklarının interaktif ortamlarla kişisel kullanımlara da açılması haberleşmeyi geliştirmiştir (internet vb.). Telekomünikasyon alanındaki gelişmeler, haberleşme gereksiniminin ve haberin niteliğinin de değişmesine neden olmuştur. Komşusunun yaşamına ilgi duyan insanın yerini, ünlü bir futbolcunun ya da şarkıcının yaşam öykünü öğrenmek isteyen yeni bir insan tipi almıştır. Modern iletişim teknolojileri uzakları yakınımıza getirirken, yakınları da bizden uzaklaştırmıştır. Gerçekte, kitlesel ya da bireysel nitelikli iletişim araçlarının teknolojik gelişimiyle haber, insansal niteliğinden uzaklaşarak metalaşmıştır. Haberi alıp satan medya sektörü, haberleşmeyi de tekeline almıştır. Kitle haberleşmesi, bireylerarası haberleşmeyi kısırlaştırsa da haberleşme olgusu, iletişimin temel amacı olma özelliğini korumaktadır. 3. PAYLAŞMAK İnsan paylaştıkça çoğalan bir varlıktır. Paylaşmak, ortaklık kurmaya yönelik, işteş bir eylemdir. İletişimde paylaşılanları iki temel kategoride ele almak mümkündür: Bilgi ve Düşünce: Bilgi düşüncenin, düşünce de yeni bilginin kaynağıdır. Yaşamın bilgisini üreten insan, bu bilgiyi diğer insanlara aktarmadıkça kendi varlığını duyumsayamaz. Bilgisel alışverişin düşünce farklılıklarının ya da ortaklıklarının doğmasında belirgin işlevi vardır. İletişimde ortaklıklar kadar farklılıkların da paylaşımı insanlığın gelişmesine önemli katkılarda sağlamaktadır. Bireysel, toplumsal ve kültürel deneyimlerin ve kazanımların örgün ya da yaygın eğitim yöntemleriyle kuşaktan kuşağa aktarılması da bu bağlamda değerlendirilmelidir Duygu: Sevgi, kıskançlık, aşk, nefret vb. olumlu ya da olumsuz duygular, insanın tinsel üretimleridir. Duygusal boyut, iletişimin temel belirleyicisidir. Duygusal boyut, iletişimin belirleyicidir. Duygusal yanı eksik olan iletişimin yetkinliğinden söz etmek zordur. Yüzyüze iletişimde daha etkin olan duygu paylaşımı, kitlesel iletişimde müzik, resim, şiir, roman, film vb. iletişim ürünleriyle kendini gösterir. 3 4. ETKİLEMEK ve YÖNLENDİRMEK Toplumsal düzenlerin yaşamsal sürekliliği, ekonomik ve siyasal erkin geniş halk yığınları üzerindeki ideolojik etki ve yönlendirme gücüne bağlıdır. Özellikle kaynağın baskın olduğu iletişim süreçlerinde, alıcı öğelerin edilgin bir konuma indirgenmesi söz konusudur. Gücünü baskı, korku ve sindirme yöntemlerinden alan otoriter rejimlerde kaynağın temel amacı, kendi istekleri doğrultusunda hedef kitleleri etkileyip yönlendirmektir. Kişilerarası iletişim bağlamında ise sosyo-ekonomik ve kültürel konumlar ve diğer kişisel donanımlar (bilgi, güzellik, kibarlık, güzel konuşma vb.) etkileme ve yönlendirme işlevinde belirleyici olur. Bu duruma koşut olarak kitle iletişiminin en önemli aracı olan televizyon da sunduğu görüntüler dünyasıyla kaynak konumundaki egemenlerin amaçları doğrultusunda kitleleri etkileme ve yönlendirme işlevini üstlenmiştir. 5. EĞLENMEK ve MUTLU OLMAK İnsanın doğasında bulunan oyunculuğu, kendisini homoludens yani oyuncu insan olarak tanımlamasına neden olmuştur. İlkel toplulukların dans ve ritim ile özdeşleşen coşkulu törenlerinin mistisizminde ve ya bazı toplulukların kırsal düğün törenlerinin geleneksel atmosferinde, oyuncu insanın toplu eğlence anlayışı ortaya çıkmaktadır. Bu günün medyatik toplumlarında ise eğlencenin içinde bulunan oyuncu insanın yerini, seyirci insan almıştır. Seyirci insan, içinde yer almadığı oyunun edilgen tüketicisidir. Endüstriyel bir kimliğe bürünen eğlence olgusu, seyirlik iletişim ürünlerinin pazarlandığı medya ile özdeşleşmiştir. 6. İLETİŞİM SÜRECİNİN ÖĞELERİ 4 KAYNAK Davranışla r KODLAMA MESAJ MESAJ (KODLAMA) Semboller Gerçek Eşya Fikir Modeller Bilgi Resim Duygu Yazı Tutum İşaretler Beceri Hareket Ses Çizim KANAL KANAL İletici AraçGereçler Sözlü İletişim Sözsüz İletşim Resim İleten araçlar Ses İleten araçlar Basılı ve Yazılı Araçlar KODAÇMA ALICI ALICI Davranışla r Fikir Bilgi Duygu Tutum Beceri Yöntemler Teknikler Renkler GERİBİLDİRİM (YANSIMA) KAYNAK Basit anlamda kaynak, iletişim sürecini başlatan, iletiyi gönderen öğedir. Kaynak iletiyi hedefe gönderen kişi, grup, kurum ya da toplum olabilir. Bu bağlamda hangi iletişim süreci ele alınırsa alınsın mutlaka bir kaynak söz konusudur. İletişim süreci yapısı gereği, önce kişi ya da kişilerin duygu, düşünce, kanı, bilgi ve gereksinmelerini iletmek isteyen bir kaynağı gerektirir ve onunla başlar. Kişiler arası iletişim, başka deyişle yüz yüze iletişim, en sık ve önemli biçimde dil ile olmaktadır. Kitle iletişiminde ise, kitle iletişim araçları kullanılarak iletişim gerçekleştirilir. 5 Her iki durumda da kaynak kendi özgün iletisinin kodlayıcısı olmaktadır. Bir başka deyişle, ilişkileşmede paylaşım konusu etmek istediği, bilgiyi, duyguyu, kanıyı alıp iletebilecek bir biçimde dile getirmektedir. İletiler, bir kez kodlanıp hedefe gönderildiğinde, kaynağın elinden kurtulmakta ve iletinin yapacağı şeyleri önleyip, değiştirmek kaynağın gücü dışında kalmaktadır. Bu anlamda iletilerin etkili tüm değişkenler hesaba katılarak, mümkün olduğunca olması gerektiği gibi kodlanıp sürece sokulması gerekmektedir. Ayrıca bu noktada birçok etken aslında kaynağı etkilemektedir. Bu etkenler; kaynağın iletişim becerileri, tutumları, deneyim ve bilgi düzeyi ile çevresel ve toplumsal kültürel ve ekonomik öğelerdir. İletişim Becerileri: İletişim sürecinde, kaynak iletiyi hedefe gönderdiğinde ve örneğin bunu sözlü olarak gerçekleştirdiğinde, iyi söyleyiş, sözcük zenginliği, iyi tümce kuruluşu, uyumlu söz dizimi, gerekli ve uygun sözcüklerin seçilişi hep iletişim becerisinde önemli öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun dışında, iletiler herhangi bir iletişim aracı yoluyla verildiğinde de uygun aracın seçimi, seçilen araca uygun şekilde iletinin kodlanması, yine iletilerin yapısına dikkat edilmesi ile iletişim süreci içindeki kaynakla ilgili noktalar hep iletişim becerisi kapsamında ele alınmaktadır. Eğer iletilerin, alıcıya mümkün olduğu kadar istenilen yapıda ulaşması temel amaç ise kaynağın iletişim konusundaki becerilerinin önemi daha çok ortaya çıkmaktadır. Beş adet sözel iletişim becerisi söz konusudur. Bunların ikisi kodlama becerisi olarak adlandırılabilecek olan konuşma ve yazmadır. Diğer ikisi ise, kodaçma becerisi olarak nitelendirilen okuma ve dinlemedir. Beşinci beceri ise, hem kodlamada hem de kodaçmada etken olan düşünme ve nedenselliktir. Tutumlar: İletişim sürecinde, sürecin başlangıç öğesi olan kaynağın iletişim kurmasında en önemli etkileyicisi aslında kaynağın kendi kişiliğidir. Bu bağlamda, kaynağın kendisine ilişkin olan düşünceleri, iletişimi kendisine özgü bir biçimde yapılandırmasına yol açar. Bir başka deyişle, kaynağın kişiliği onun iletişim biçimine etki eder. Örneğin kişilik olarak çekingen yapı taşıyan bir kişi, daha çok çekingen bir takım önerilerde bulunur. Ayrıca, iletişimde bulunan kişilerin toplumsal norm ve değerleri ile çok farklı konulara ilişkin değişik tutumları da bulunabilir. İnsanların kişiliklerinin biçimlenmesini sağlayan bu öğeler doğal olarak kişilerin iletişimine de yansıyacaktır. Aslında, bir iletişim kaynağının sahip olduğu tutumlar, onun iletişimde bulunma yollarını etkileyici önemli bir faktördür. Anılan bu tutumları, kaynağın kendisine ilişkin tutumları, iletişimin konusuna ilişkin tutumları ve alıcıya karşı olan tutumları biçiminde özetlemek mümkündür. Deneyim ve Bilgi: Herhangi bir kişinin ne olursa olsun denemediği, yaşamadığı bir konu, bir eylem üzerinde hangi düzlemde gerçekleşirse gerçekleşsin doğru ve sağlıklı bir iletişimde bulunması son derece güçtür. Bu nedenle, kaynağın kodlayacağı iletinin sağlıklı olabilmesi, başka deyişle asıl amaç olan alıcı tarafından anlaşılabilmesi ve inandırıcı olması için, kaynağın bilgi birikiminin ve deneyiminin yoğun olduğu konularda iletişimde bulunması daha yararlı olacaktır. Çünkü, kaynak bilgi ve deneyim sahibi olduğu konuları daha iyi anlatacak ve alıcının da aynı konularda bilgi sahibi olmasını sağlayacaktır. 6 Çevresel-Toplumsal ve Kültürel Öğeler: Kişilerin iletişimleri ve iletişimi nasıl gerçekleştirdikleri bir anlamda kendi çevresel, toplumsal ve kültürel durumlarını da yansıtan bir ölçüt olarak görülebilir. Toplumsal yapı içinde bulunan kişilerin, üyesi oldukları toplum içinde belirli birtakım rolleri, konumları, saygınlıkları (prestij) ve belirli işlevleri söz konusudur. Bir başka deyişle, insanlar toplum içinde, yukarda belirtilen ve bir anlamda bireylerin toplumsal yerini de belirleyen belirli sınırlar içinde yaşamaktadırlar. Bu koşullar ve sınırlar kuşkusuz insanların iletişimlerine de yansıyacaktır. Bu yansıma, iletişimde kullanılan oluk seçiminden, kodlamaya, yansıma (geribildirim) öğesine kadar uzayacaktır. MESAJ (İLETİ) İleti kaynaktan alıcıya gönderilen bir uyarı, bir düşünce, duygu, kanı ya da bilginin kaynak tarafından kodlanmış halidir. Kısacası, ileti işaretlerden (sinyal) kuruludur. Bir işaret ise kazanılmış deneyim-bilgilerden herhangi birisi yerine konulmuş bir belirticidir. Örneğin, 'kedi" işareti, bizim genel olarak sahip olduğumuz kediler hakkındaki kazanılmış deneyim bilgilerimizin yerine konulmuş bir işarettir. İşte ileti, iletişim süreci içerisinde bu tür işaretlerin kodlanmış biçimidir. Yazı yazarken yazı, resim yaparken resim, bir harekette bulunurken ortaya çıkan el kol, yüz hareketleri hep iletilerdir. Yapısal olarak iletinin kendisi karmaşık uyanlar toplamından başka bir şey değildir. Aslında, kendi içinde başlı başına hiçbir anlam taşımayan kağıt üzerindeki bir takım şekiller veya ses dalgaları ya da diğer görsel-işitsel malzeme ile dokunma yoluyla elde edilen iletiler yalnız insanlar ve alıcı tarafından kod-açma işlemi sonunda anlam kazanırlar. Özet olarak iletiyi, kodlayıcı-kaynağın iletişimin gerçekleşme anındaki fiziksel ürünü olarak nitelendirebiliriz. Daha önce de değinildiği gibi konuşmamızda, konuşmamız iletidir. Bir ileti ele alındığında üç nokta dikkate alınmalıdır: İleti Kodu, İleti İçeriği, İleti Geliştirimi. İleti Kodu: Kod, insanlara anlamlı gelebilen bir biçimde yapılanabilen herhangi semboller grubu olarak tanımlanabilir. Diller, koddur. Örneğin Türk dili bir koddur. Belli biçimde anlamlı olarak düzenlenebilen öğeleri (sesler, harfler, kelimler vb.) vardır. Bir grup öğesi ve bu öğeleri anlamlı bir biçimde birleştirebilmek için bir takım işlemleri (syntax) olan her şey bir koddur. Eğer, herhangi bir şeyin kod olup-olmadığını anlamak istersek, onun öğeleri yalıtılmalı ve öğeleri birleştirilmesi için sistematik yollar bulunup-bulunmadığını kontrol etmek gerekir. İngilizce, Türkçe vb. diller koddurlar. Bunların yanı sıra iletişimde başka kodlar da kullanılır. Örneğin, müzik, resim, dans, hareketler-mimikler vb. de hep koddurlar. Bir ileti kodladığımızda, kullanacağımız kodla ilgili belli kararlar vermek gerekir. Öncelikle, hangi kodun kullanılacağına, seçeceğimiz kodun öğelerinin ve kod öğelerinin yapılandırılmasında kullanılacak metodun ne olacağına iyi karar vermek gerekir. İkinci olarak, herhangi bir iletişim davranışı ve iletiler incelendiğinde, incelemede kaynağın kod hakkındaki kararları da kapsam içine alınmalıdır. 7 İleti İçeriği: İçeriği, yukarıda da ayrıntılı olarak ele alındığı gibi kaynağın amacını ifade etmesinde seçilen iletinin malzemesi olarak tanımlamak mümkündür. İçerik, koda benzer bir şekilde öğelere ve yapıya sahiptir. Eğer örneğin üç bilgi parçasını sunacaksınız, mutlaka onları belli bir düzen ve sıralamaya kavuşturmak gerekir. Bunların birisi önce birisi sonra gelecektir. İleti Geliştirimi: İleti geliştirimini kısaca, iletişim kaynağının kodları ve içeriği seçerken ve düzenlerken verdiği kararlar olarak tanımlamak mümkündür. Başka bir deyişle ileti geliştirimi kaynağın iletilerini nasıl göndereceği; kod ve içerik konusundaki seçimleri ile kod ve içeriğin gönderilmesi metotları ile ilgili bir olgudur. Bu durumda, ileti geliştirimini neler belirler ve iletişim kaynağının geliştirim kararları hangi temellere dayanır sorusuna verilecek cevapta ilk olarak karşımıza iletiyi verecek olan kaynağın kişiliğinin ve diğer bireysel özelliklerinin geliştirimi belirlemesi olgusu çıkar. Aslında, her bir birey belli kodları, içeriği ve geliştirim öğelerini seçer, diğerlerini reddeder. İletişimde bulunanların becerileri, tutumları, bilgisi, kültürü ve toplumsal sistemlerdeki konumları hep belli seçimlerin belli biçimlerde yapılmasını beraberinde getirir. Geliştirimin diğer önemli bir belirleyicisi de alıcıdır. İletişimde bulunmak alıcıdan bir tepki aramaktır. Herhangi bir iletişim kaynağı, alıcısının bir şey yapması, bir şey bilmesi veya kabul etmesi için iletişimde bulunur. İletişim kaynakları alıcıyı her zaman akılda tutmalıdırlar. Alıcının anlayabileceği kodların seçilmesi her zaman daha uygundur. Alıcının ilgisini ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek içerik seçimi önemlidir ve amaçta başarılı olabilmek için mümkün olan en yüksek etkiyi sağlayabilmek amacıyla ileti geliştirimi gerçekleştirilir. KODLAMA-KOD AÇMA Kodlama bir bilginin, düşüncenin, duygunun veya kanının iletime uygun ve hazır bir ileti biçimine dönüştürülmesidir. Kaynağın kafasında kalan ve diğer kişilere aktarılmayan düşünceler, doğal olarak iletişimin bir parçası olamazlar. Bu nedenle, kaynağın düşüncesi başkalarının da anlayabileceği bir biçimde ifade edilmelidir. Bunu biraz daha geliştirirsek, eğer bir kişi düşündüklerini dile getiremiyorsa, belli bir düşünceden de söz edilemeyeceğini öne sürebiliriz. Dil kodlama için en önemli basamaktır. Bu bağlamda, jestler, mimikler, hareketler gibi önemli ve hatta karmaşık kodlama yolları da aslında dile dayanmaktadır. Nesneleri, olguları ve olayları nasıl adlandıracağımızı bilemezsek, onlar hakkında iletişimde bulunmamız güç olur. Çünkü her tür kavram dil ile ifade edilir. Bir kaynağın bir iletiyi kodlaması, aynı zamanda onun toplumsal birikimlerini de kapsayan deneyimleri ve yaşantılarının bir yansımasıdır. Kodlama, aynı zamanda iletinin gönderileceği ortamın seçimiyle de ilgilidir. Kişilerin arkadaşlarıyla olan günlük konuşmaları, resmi toplantı konuşmaları veya teknik bir konudaki konuşmalar hep ortama bağlı değişik kodlama yol ve yöntemlerini gerektirir. 8 Kod açma ise, alıcıya ulaşan ve alınan bir uyaranın başka deyişle iletinin yorumlanarak anlamlı bir biçime sokulmasıdır. İletişim süreci içerisinde iletiler ancak kod açma yoluyla, kağıt üzerindeki "anlamsız" işaretler, ya da bir takım ses ve görüntü sinyalleri olmaktan çıkıp anlam kazanır. İletişim sürecinde kodlama kaynak, kod açma ise alıcı tarafından gerçekleştirilir. İletişimin başarısını ölçen en önemli sorun iletinin alıcı tarafından kod açımının yapılmasıdır. Bu durumun en önemli ölçütü ise alıcı ile kaynağın deneyim ve yaşantılarının çakışması ya da en azından kesişmesidir. Çünkü iletişim kelimesinin kökünü oluşturan Latince "communicatus"un anlamı bir şeyleri paylaşmaktır. Ortak deneyimin bir parçası olarak, iletişimde kullanılan ortak dil, kod açımının gerçekleşebilmesinin ilk koşuludur. Kısacası, ortak deneyim yokluğu, iletişimde bulunabilme yeteneğinin en ciddi engeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada ele alınması gereken bir nokta da bağıntı çerçevesi (izafet çerçevesi) dir. Aslında, bağıntı çerçevesi kodlama ve kodaçma işlemlerinin ve bağlı olarak iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesindeki önemli öğelerden birisidir. Bağıntı çerçevesini insanların belli bir an ve durumda sahip oldukları tüm bilgi yükü olarak tanımlanabilir. İşte, aşağıdaki şekildeki çizimde de görüldüğü gibi bireylerin bağıntı çerçevelerinin kesiştiği alan, iletişimin de gerçekleştiği alandır. İspanyolca Denizcilik İtalyanca Türkçe Gelenekler Din Bilgisayar Bahçecilik İletişimin Gerçekleştiği Alan Yukarıda yer alan şekildeki noktalardan her birisi, iletişim sürecinin iki ucunda bulunan kaynak ile alıcının sahip oldukları birim bilgi yüklerini, başka deyişle bağıntı çerçevelerini meydana getiren öğeleri simgelemektedir. Bağıntı çerçevelerinin kesişme bölgesi kaynak ile alıcının ortaklaşa sahip oldukları bilgilerin varlığını ve niceliğini göstermektedir. Şekildeki örnekte kaynak ile alıcının bağıntı çerçeveleri, konuştukları ortak dil olan Türkçe, din, gelenek ve örneğin bilgisayar konularında kesişmektedir. Oysa, kaynağın bağıntı çerçevesindeki öğelerden İspanyolca alıcıda, alıcının bağıntı çerçevesindeki öğelerden İtalyanca da kaynakta bulunmamaktadır. Bu bağlamda eğer kaynak, alıcıya, iletişimin gerçekleştiği alan olan bağıntı çerçeveleri kesişim alanı dışında bulunan öğeleri içeren iletiler gönderirse; örneğin yukarıdaki kaynak iletilerini İspanyolca kodlarsa, bu iletilerin taşıdığı 9 bilgileri yorumlayacak kavramlar alıcının dağarcığında bulunmadığından iletiler anlamlandırılamayacaktır. Başka deyişle iletilerin kod açımı ya tamamen mümkün olamayacak, ya da bu çok güç gerçekleşebilecektir. Böyle bir durum ise, bir süreç olarak iletişimin oluşmasını ve işlemesini şu ya da bu ölçüde de olsa engelleyecektir. Kaynakla alıcının bağıntı çerçevelerinin kesişme alanı ne kadar büyükse ve bu alan ne kadar çok orak bilgi birimini içeriyorsa iletişimin gelişme boyutları da o denli çok olacaktır. Bu nedenle, herhangi bir iletişim sürecini başlatacak olan kaynak, uyarıların hedef alıcıya göndermeden önce, onun bağıntı çerçevesinde yer alan öğeleri iyi saptamalıdır. Böylece, gönderdiği iletiler gerektiğince çözümlenebilir ve iletişim de gerçekleşir. Anılan durum yüz yüze iletişimde kitle iletişimine oranla daha kolaydır. KANAL (OLUK) İletişim süreci içerisinde oluk, kaynağın kodladığı iletinin fiziksel iletimiyle ilgili olan öğedir. Tanımlarsak; oluk, iletiyi kaynaktan alıcıya götüren araçtır. Kaynağın iletisinin alıcıya ulaşması için, başka deyişle iletiyi kaynaktan alıp, paylaşması istenene ya da ilişkileşmek istenene iletebilmek için mutlaka bir oluğa gerek vardır. Aslında, iletinin kaynaktan alıcıya ulaşmasını sağlayan bu oluklara "iletişim araçları" adı da verilir. İletişim oluklarını birkaç değişik biçimde sınıflandırmak mümkündür. İletişim sürecinde kullanılan oluk, ya da bir kitle iletişimi ya da bir kişilerarası iletişim aracı olarak görülebilmektedir. Kişilerarası iletişim olukları, kaynak ile alıcı(lar) ın yüz yüze gelmesi durumunda, örneğin söz, yazı, resim, fotoğraf, hareket bağlamında söz konusudur. Oysa kitle iletişim olukları, kaynak tarafından kodlanan bir iletinin; televizyon, radyo, film, gazete vb. gibi kitle iletişim araçlarıyla iletimi durumunda söz konusudur. Kitle iletişiminde kullanılan oluklar, birey ya da küme (grup) olarak kaynağın çok sayıdaki alıcı kümeye iletileri ulaştırmalarını sağlar. İletişim oluklarını, beş duyu (görme, duyma, dokunma, tatma, koku alma) olarak düşünmek de bir başka sınıflandırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sınıflama; iletişim sürecinde iletiyi almada kullanılabilecek yollar olarak beş duyuyu görmekten kaynaklanmaktadır. Alıcı, kod açmayı anılan beş duyusunu kullanarak gerçekleştirir. Bir ileti, görülebilir, duyulabilir, dokunulabilir vb. bir yapı taşır. Bu sınıflamaya göre, iletişim sürecinde anılan oluklardan ne kadar çoğu kullanılırsa, başka deyişle ne kadar çok duyu organı iletişimin gerçekleşmesi için işe koşulursa, iletişim de o denli etkili olur. Genellikle, duyuların doğrudan ve anında uyarılması da iletişimin etkinliği ile doğru orantılıdır. Aslında bir oluk, yukarıda ele alınan bakış açılarından hangisiyle ele alınırsa alınsın tanım yine de aynıdır. Oluk, bir iletinin kaynaktan alıcıya ulaşmasını sağlayan araçtır. İletişim sürecinde oluk açısından bir başka önemli nokta da, oluğun sahip olduğu kapasitedir. İletişim sürecinde bilgi aktarım kapasitesinin yüksekliği bir oranda oluğun kapasitesine bağlıdır. Örneğin, kaynağın konuşma hızı oluğun kapasitesi olarak ele alınabilir. Konuşma örneğini sürdürürsek; eğer kodlama iyi gerçekleştiriliyorsa, başka 10 deyişle konuşmada gereksiz sözcüklere yer verilmiyorsa, oluğun kapasitesi de artacaktır. Böylece daha kısa sürede daha fazla bilgi aktarımı gerçekleştirilebilecektir. Özellikle kitle iletişiminde, oluk seçimini; en az maliyetle, en çok sayıda kişiye hangi olukların oluşabileceği, hangi olukların en çok etkiye sahip olduğu, hangi olukların kaynağın amaçlarına daha çok uygunluk taşıdığı ve hangi olukların ileti içeriğine daha uygun olduğu gibi bir takım ölçüler belirler. ALICI (HEDEF) İletişim sürecinde alıcı, kaynağın gönderdiği iletiye hedef olan kesimdir. Alıcı, bir kişi, örgütlenmiş ya da örgütlenmemiş bir grup ya da toplum olabilir. Alıcı, kullanılan iletişim oluklarına göre ya da kişilik, toplumsal yapı ve örgütlenme biçimine bağlı olarak aktif, başka deyişle kaynak tarafından gönderilen iletilere tepki gösteren ya da pasif, tepkisini belli etmeden salt mesajı alan biri de olabilir. Yüz yüze iletişimde, karşılıklı konuşma, konferans, seminer, kapalı salon toplantıları gibi iletişim ortamlarında alıcının iletişime katılma imkanı ve oranı yüksektir. Oysa, kitle iletişim araçlarıyla gerçekleştirilen iletişimde bu aktif katılma imkanı çok düşüktür. Aslında bu nedene bağlı olarak kitle iletişim araçları, tek yönlü iletişim araçlarında elde edilen yansımalar gecikmelidir. Bu gecikmeli yansıma yapısı tek yönlülüğü ortaya çıkarır. Etkin ve istenen anlamda bir iletişimin gerçekleşebilmesi için alıcının nitelikleri, başka deyişle toplum içindeki yeri, düşünceleri, inanç ve tutumları, sosyo-ekonomik düzey bilgilerinin sağlanması bu anlamda bir gereklilik olarak ortaya çıkar. Aslında, anılan bu ve benzeri bir takım bilgiler, iletinin alıcı tarafından anlaşılabilir olmasının yanı sıra, iletiye uygun iletişim oluklarının belirlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Alıcı konusundaki diğer önemli bir nokta da, alıcının çeşitli iletişim araçlarına karşı duyarlılığının ve iletişim içinde ne derece deneyimli olduğunun bilinmesi de ayrı bir önem taşır. Alıcı, iletişim sürecinin en önemli öğesi olmasına karşın, genellikle günlük yaşamda gösterdiğimiz iletişim davranışında bu öğeye gerekli ve yeterli önemin verilmediği görülmektedir. Çoğu kez olduğu gibi kaynaklar tarafından anlatılmak istenen herhangi bir konuyu ayrıntılı olarak açıklamaya o denli önem verilir ki, iletilerin alıcının anlayabileceği biçimde kodlanması gözden kaçırılır. Bu tür iletişimi "iletiye yönelik iletişim" olarak tanımlamak mümkündür. Çoğunlukla, konularında uzman kişilerin, uzman oldukları konuyu anlatırken bu yola saptığı herkes tarafından bilinen bir durumdur. Aslında bu tür iletişim, alıcıya yönelik değildir. Kaynak, bir iletiyi gönderirken alıcının bu konudaki yetenek, özellik ve deneyimlerini göz ardı ederek, konuyu ve konu hakkında kendi bilgi ve yeteneklerini ön plana çıkarır. Alıcının iletişim becerileri de, kaynağın iletişim becerileri gibi iletişim sürecinin işlemesi, özellikle de sağlıklı işlemesi ve istendik amaçlara ulaşılabilmesi açısından önemlidir. Eğer, alıcının dinleme, okuma, düşünme yeteneği yoksa ya da kısıtlıysa, kaynağın gönderdiği iletilerin, kod açımını ya eksik yapacaktır veya hiç kod açımı gerçekleştirmeyecektir. Bunun yanı sıra, alıcının gönderilen iletilerin kod açımını gerçekleştirmesi, büyük ölçüde kendisine, kaynağa ve iletinin içeriğine olan birtakım tutumları tarafından belirlenir. Ayrıca, alıcının sahip olduğu 11 bilgi düzeyi de iletişimin sağlıklı olarak gerçekleşmesinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer, alıcı kodu ya da iletinin içeriğini bilmezse, iletiyi anlaması mümkün olamayacaktır. Bu da iletişimin amacının gerçekleşmemesi anlamını taşır. Bunlara ek olarak, iletişim sürecindeki alıcının sahip olduğu kültürel yapı ve toplumsal yapılanma içindeki yeri de iletişimi etkileyici faktörlerdir. Bu yapısı ile alıcı, iletişim sürecinin tamamlayıcı öğelerinden birisi olma niteliğini kazanmaktadır. GERİBİLDİRİM (YANSIMA) İletişim sürecinde yansıma en basit biçimiyle kaynağın alıcıdan aldığı tepkiler olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanımı daha açık bir yapıya kavuşturmak gerekir. Yansıma, alıcı kesimin kaynağın iletisine verdiği yanıttır. Aslında, kaynak iletişimde bulunduğu konuda ne denli bilgili olursa olsun, alıcıların ona bir yanıt vermek isteyeceği bir an gelir. Tek yönlü iletişim bir noktada alıcı için sıkıcı ya da anlamsız hale gelebilir. Bu anlamda kaynak ile alıcı süreç içinde yer değiştirirler . Bu yer değiştirme aslında alıcının kaynağa verdiği cevapla gerçekleşebilir. İletişim süreci içinde kaynak, kullanılan oluklarla kendisine ulaşan bu cevabı, iletiyi algılar ve daha sonra ise tekrar alıcıya göndereceği yeni iletilerini bu yansımadan aldığı uyarıları ölçüt alarak yeniden düzenleyip iletişimin etkinliğini artırma yoluna gider. Bu bağlamda bakıldığında, kaynak için yansıma, gerçekleştirdiği iletişimin etkisi hakkındaki bilgi olarak da düşünülebilir. Tek yönlü iletişimde alıcı, kaynağın gönderdiği iletiyi yalnızca edilgen bir biçimde alır. Aslında günlük deneyimlerden de anlaşıldığı gibi, durum pek öyle değildir. Birisiyle konuşurken, en basitinden karşıdakinin yüz anlatımı, bize kızgın olup olmadığını ya da örneğin yüzündeki neşeli ifade bizi ona verilen iletiden hoşnut olduğunu gösteren ölçütlerdir. Bu ölçütler, iletimizi yerine göre değişik biçimde kodlamamıza neden olur. Alıcıdan gönderilen iletiye gelen yanıtları sürekli olarak göz önünde bulundurmak gerekir. Alıcı da kaynağın iletisini yanıtlarken, kaynaktan, değişik yüz anlatımı, olumlu ya da olumsuz hareketler biçiminde bir tepki görür. Bu karşılıklı tepki ve yanıtlar alıcı ile kaynağın birbirine bağlayıp süreç olarak bir iletişimin doğuşunu sağlarlar. Bu çok önemli karşılıklı bağ, yansıma olarak adlandırılır. Yansıma, kaynağın kendi kendisini kontrol etmesi imkanını verir. Bu imkanı verebilen yansıma; iletinin ve alıcının durum ve niteliklerine göre olumlu yansıma ve olumsuz yansıma biçimlerinde ortaya çıkıp kaynağa geri döner. Olumlu yansıma aslında, kaynağın bu iletişimde bulunmakla amaçladığı etkiye ulaşıldığını kaynağa bildirici bir nitelik taşır. Buna koşut olarak da olumsuz yansıma ise, kaynağa, alıcı üzeride amaçlanan etkinin elde edilemediğini ortaya çıkarır. Olumsuz yansıma alınması durumunda, kaynak, amaçladığı etkiyi elde edebilmek için davranışını ve yeni iletilerini aldığı bu olumsuz tepkiyi ölçüt alarak yeniden düzenlemelidir. Sonuç olarak, iletişim sürecinde yansımaya verilen önem ve yansımaya göre yeni iletileri düzenlemek ölçüsünde iletişimin etkinliği ve etkililiği artacaktır. Başka deyişle, yansıma iletişimde bulunanın (kaynağın), iletisini alıcının ihtiyaç ve tepkilerine göre ayarlamasına, hatta yapılandırmasına yardım eder. Yansımanın yan işlevlerinden birisi de, yansıma öğesi yoluyla alıcının iletişim sürecine tam olarak katıldığı hissini duymasını sağlamak olarak ele 12 alınabilir. Kaynağın alıcının tepkilerini de dikkate aldığının fark edilmesi ile birlikte alıcı, iletileri daha kolay kabul edebilir hale gelir. Tepkilerin açıklanamaması, alıcıda bir hayal kırıklığına yol açabileceği gibi, giderek gönderilen iletilerin "gürültü"ye dönüşmesi ve hatta tamamen kaybedilmesini de beraberinde getirebilir. Yansıma, iletinin gönderildiği yer ile kaynak arasında belli bir geri dönüş halkasını oluşturmasına rağmen, iletişim sürecinin doğrusal yapısını bozmaz. Hatta, iletilerin daha etkin bir şekilde yerine ulaştırılması sürecine katkıda bulunur . Eğer iletişim, bir süreç olarak ele alınıyorsa, yansıma bir iletişim öğesi olarak daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü, yansımanın varlığı ile alıcının bir takım iletilere yanıt vermesi söz konusu olacaktır. Bu bağlamda, alıcının iletiye verdiği yanıt olan yansıma olmadan iletişim süreç olma niteliğini kaybedip, tek yönlü ve etkileri ölçülemeyen bir işlem durumuna gelir. Yansıma, kaynağa ulaşma süresi açısından ele alınırsa gecikmesiz ve gecikmeli olarak da sınıflandırılabilir. Gecikmesiz yansıma, ancak yüz yüze gerçekleşen iletişim türünde söz konusu olabilir. Başka deyişle, kaynak amaçladığı etkiyi iletiyi gönderdikten hemen sonra anlayabiliyorsa yansıma gecikmesizdir. Aslında bu tür yansıma kişilerarası iletişimin önemli bir özelliğidir. Öte yandan, gecikmeli yansıma, alıcı yanıtının kaynağa anında iletilemediği durumlarda söz konusudur. Bu bağlamda gecikmeli yansıma kitle iletişimini kişilerarası iletişimden ayıran özelliklerden birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişimde kaynak çoğu kez alıcı ile fiziksel bir yakınlık içinde olmasına karşın, kitle iletişiminde bu nedenle yansıma anında yüz yüze olmayıp gecikmelidir. Aslında her şeye karşın, bu durum kitle iletişiminde de bir yansıma olmasını göstermesi açısından önemlidir. Bu nedenle kitle iletişimini de tek yönlü bir iletişim olarak nitelendirmek yanlıştır. Örneğin, bazı durumlarda bir gazetedeki bir yazı için tepkileri içeren mektupların yazılması, ya da televizyonda yayınlanan bir program için telefon edilmesi gecikmeli yansıma için verilebilecek örneklerdir. Kısacası, gecikmeli yansıma bir anlamda kullanılan oluğun yapısından kaynaklanmaktadır. Bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir konu da, yansımanın gönderilmesi anından başlayarak alıcının artık kaynak durumuna dönüşüp-dönüşmeyeceğidir. Eğer yansımanın da temelde bir ileti olduğu gerçeğini gözden kaçırmazsak bu konu açıklığa kavuşacaktır. Alıcı resmi kaynaktan ilk iletiyi aldığı andan belli bir değişime uğrar ve buna bağlı olarak da yeni bir öğe durumuna gelir. Alıcı ilk iletiye yansıma verdiği andan itibaren kaynak, kaynak da alıcı durumuna gelir. İlk alıcı-yeni kaynağın iletileri de artık eski kaynak-yeni alıcıda bir takım etkiler ve bağlı olarak değişmeler yaratmak amacıyla gönderilmektedir. Bu süreç bu şekilde dönüşümlü olarak iletişim sürdüğü sürece devam eder. İletişimi kaynaktan alıcıya olan karşılıklı ileti akışı biçiminde tanımlarsak, her kesim aynı zamanda kaynak ve alıcı olarak rol değiştirir. Buna bağlı olarak da tüm kesimler birbirini sürekli olarak etkiler. Bu konuyu biraz daha açmak gerekirse; iletişim sürecini başlatan kaynak, daha önce de belirtildiği gibi alıcıda bazı amaçlar gerçekleştirmek için ileti gönderir. Bu amaçlar alıcıda yeni bir tutum geliştirmek, alıcıda var olan herhangi bir tutumu geliştirmek ya da şiddetini arttırmak, hedef alıcının var olan tutumu değiştirmek (olumlu tutumu olumsuz ya da olumsuz tutumu olumlu hale getirmek)tir. Kaynak anılan amaçlar doğrultusunda alıcı ile ortak semboller kullanarak kodladığı iletiyi seçeceği uygun bir olukla gönderir. Alıcının kod açımı sonucunda iletiye göstereceği tepki üç yolla gelişebilir. Alıcı, ya iletiyi benimser, ya iletiye karşı tepki gösterir ya da eski konumunu 13 korur, başka deyişle iletiden etkilenmez ve hiçbir tepkide bulunmaz. Bu durumların her üçünde de alıcı mutlak bir değişime uğrayarak yeni bir yapı kazanır. Yeni yapısıyla alıcı, seçtiği anılan üç durumdan birisine ilişkin düzenleyeceği iletisini, yansıma ile kaynağa ulaştırır. Artık burada alıcı kaynak, kaynak da alıcı durumuna geçmiş roller değişmiştir. İlk kaynak da böylelikle yeni bir yapı kazanır. Çünkü kendisini, iletişimin yapısı gereği, eski alıcının gönderdiği ileti sonucu yeniden değerlendirir ve gelen bu yanıt doğrultusunda sonraki iletilerini düzenler. Böylece, yansımaya yer veren iletişim sürecinde, kaynak ve alıcı sürekli birbirini etkileyerek değiştirmiş olurlar. Toplayıcı Yankı, Gürültü, Seçici Algı: Buraya kadar ele alınan iletişim öğelerine toplayıcı yankı gürültü ve iletişimin gerçekleşmesinde önemli etkileri olan seçici algıyı da eklemek mümkündür. Toplayıcı yankı, kaynağın iletişim sürecini başlatmadan ve alıcıya göndereceği iletileri yollamadan önce, alıcı hakkındaki gerekli bilgileri toplaması olarak ele alınabilir. Bu durum da iletişim sürecinin sağlıklılığı açısından önemlidir. Çünkü alıcının nitelikleri, durumu ve bağıntı çerçevesi eğer kaynak tarafından bilinmezse, gerekli iletiler gerektiği git. kodlanmayabilir. Bu durum ise iletişimin amaçlarına ulaşmasını aksatabilir. Kaynak tarafından, alıcı hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan bir bakıma yanlış kodlanan iletilerin kod açımının alıcı tarafından yapılması ya mümkün olmayacak ya da kod açımı yapılabilse bile yorumlama istendik yapıda olamayabilecektir. Bu durum ise, iletişimi zorlaştırıcı hatta engelleyici bir yapı taşımaktadır. Bunun dışında iletişim sürecini engelleyen diğer bir unsur da "gürültü"lerdir. Gürültü, bir bakıma iletişime yapılan müdahalelerdir. Bir başka deyişle, iletişim sürecinde var olan asıl ileti dışında var olan, asıl iletiye yapılan bilinçli ya da bilinçsiz müdahale biçiminde olan ve kod açımı da yapılamayan tali iletilerdir. Gürültü her iletişim sürecinde bulunabilir. Asıl olan gürültü boyutlarının iletişimi engelleyecek ölçüde olmamasıdır. İki kişinin konuşması sırasında radyodan duyulan müzik gürültü olarak ele alınabilir. Çünkü o ortamda asıl iletişim konuşma düzleminde gerçekleştiği için, başka bir ortamda radyo dinlerken gerçekleşen iletişim, "gürültü" olarak nitelendirilebilir. Genel anlamda bakıldığında, içinde gizli de olsa hata payı taşımayan hiçbir doğal ya da insan yapısı iletişim sistemi yoktur. Her tür elektronik sinyal, yazılan sözcükler veya konuşulan sözlerin hepsi, mutlaka içlerinde amaçlanan anlama şu ya da bu ölçüde de olsa belli bir engel oluşturabilecek bir yapı taşırlar. Örneğin, öksürme, okunması güç bir el yazısı ya da mekanik sinyallerde oluşan parazitler anılan türden engellerdir. Bu tür müdahaleler gürültü olarak adlandırılır. Bu anlamda gürültü öğesini şöyle tanımlayabiliriz: En basit şekliyle gürültü, iletişim sürecindeki gönderilen ileti ile algılanan ileti arasında bir farka neden olan, iletişim sembollerine olan eklenti veya bu sembollerin kodlanma hatasıdır. Gerçekten de iletişim sürecine dıştan gelen "gürültü"ler söz konusu olabileceği gibi kod açımı yapılamayan iletiler de "gürültü" olarak nitelendirilebilir. Gürültü, oluktan, alıcıdan, kaynaktan ya da iletinin kendisinden de kaynaklansa, daima kaynağın iletişim konusundaki niyetlerini alt-üst edici bir yapı gösterir. Böylelikle de, belli bir durumda ve belli bir sürede gönderilmek istenen ve amaçlanan bilgi miktarını sınırlar. 14 Çevresel Gürültü: Dış dünyadan gelen ve iletişimi engelleyen, insandan, çeşitli araçlardan veya somut nesnelerden kaynaklanan gürültüdür. Semantik Gürültü: Dildeki ve geleneklerdeki farklılıklardan kaynaklanır. Kaynak ve hedef arasında, bir iletişimsizlik biçimi başlar ve bu nedenle hem kaynak, hem de hedef olan şeyin farkına varamaz. Fizyolojik Gürültü: Çeşitli biyolojik rahatsızlıklardan kaynaklanabilir; Hedefin kulaklarının ağır işitmesi, görme sorunları. Sözdizimsel Gürültü: Gereksiz ya da amaca yönelik olmayan sözel ifadelerin kullanılmasıyla oluşan gürültüdür. Psikolojik Gürültü: Önyargılı birinin mesajı doğru algılayamamasından kaynaklanan gürültü olabileceği gibi, dikkat dağınıklığı vb. kaynaklı bir gürültü biçimi de olabilir. Belli bir uyarının duyu organlarını etkilemesi durumunda yüzeysel bir parça-bütünlük hali gösterdiği bilinen bir gerçektir. Burada bir benzetme yapılırsa, anılan durum bir mozaik'e benzetilebilir. Ancak, her algılanan uyarıda diğerlerinden daha ötede ve farklı olarak algıyı belli yönde yönlendiren bir takım etkenler söz konusudur. Bu etkenler, şekil-zemin olayı düzleminde uyarı(lar) arasından çıkarılarak alınır. Bu çıkarılıp alınma olgusunda etki eden etmenler; zaman ve mekandaki yakınlık, bezerlik dereceleri gibi olgulardır. Bu ve buna benzer etkenler çıkarılıp alınan parçanın şekil (figüre) olmasını sağlar . Bu noktada algılamanın ne olduğu da ele alınmalıdır. Algılama; dünyanın anlamlı bir görüntüsünü yakalayabilmeyi sağlayan uyaran ve duyusal uyarının seçilmesi, organize edilmesi ve yorumlanmasını da içeren karmaşık bir süreçtir. Algı ve buna bağlı olarak tanıma alanı doğal halde, anlamlı ve örgütlenmiş durumdadır. Bu tanımlama, çok özel ve az rastlanan durumlar dışında tanıma alanının hiçbir zaman karmakarışık, ya da parça parça izlenimlerden, birbiriyle bağlantısız yaşantılardan ve tek tek duyumlardan meydana gelmediğini göstermektedir. Kısacası, herhangi bir bireyin tanıma alanı ve çevreden gelen iletileri algılaması düzenli ve anlamlıdır. Ancak, algılamanın işlevsel bakımdan seçici bir olgu olduğunu da vurgulamak gerekmektedir. Ayrıca, bu seçici yapının varlığının yanı sıra bütün algılar da bir etkileşim sonucudur. Kuşkusuz, hiç kimse algılayabileceği her şeyi birden algılayamaz. İnsanların sahip oldukları zihni yapı, duyu organlarını etkileyen bütün uyarıcılara aynı önemi vermeye hazır, tarafsız bir örgütleme ve düzenleme mekanizması değildir. Tanıma alanındaki belli düzenleri belirleyen ve ancak bazı uyarıcıları seçerek bu tanıma alanına sokan faktörler, bu fizik uyarıcılarla karşılaşmadan önce de faaliyettedirler. Aslında algısal düzenleme, kendisini doğrudan verilen materyalle sınırlandırmaz. Fakat görünenin, görünmeyen uzantılarını da ortaya koyar. Benzer şekilde, nesnelerin sadece ve çoğunlukla ön yüzlerinin görülmesine karşın, tam ve üç boyutlu olarak algılandığı da bilinmektedir. Tipik durumda, düzenli bir algı şekillendirilirken fiziki uyarıcılardan yalnız bazıları 15 kullanılır ve geri kalanlar ya hiç kullanılmaz ya da ikinci derecede bir iş görürler. İşte "seçici algı" denilen olgu budur. İletişimde bulunurken, hemen daima seçici algı işlev görür. İnsanların algılama konusundaki en önemli özellikleri, etraflarındaki nesnelerden gelen bir takım uyaranları olduğu gibi algılamamaları olgusudur. İnsanların algıları insanlarla birlikte, insanların yapısından meydana gelir. Çünkü, nesneleri olduğu gibi değil, insanların oluşuna ve yorumlayışına göre algılamak söz konusudur. Özetlersek; algının oluşmasında ilk etken olan algısal seçim, çevre uyaranlarından bazılarının ihmal edilmesi ve seçilen bazılarının üzerine odaklanılması anlamını taşır. Seçilenlerin organize edilmesinde ise iki temel yol izlenir. Bunların birincisi, şekil-zemin ayrımlamasının yapılmasıdır. Belli bir çevresel düzenleme veya belli bir ortamda belli bazı öğeler üzerine odaklanıp diğer öğeler ikinci, hatta üçüncü plana atılıyorsa, bu durumda şekil üzerine yoğunlaşılıyor ve şekil öne çıkarılıyor demektir. Zemin ise, içinde şekil'in de yer aldığı düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci yol ise; basitleştirilmiş şekilleri algılamamızdır. Bu da biçimleri basitleştirme ön- isteğimizden kaynaklanır. Ayrıca, uyaranları da "algısal tamlama" süreci yoluyla basitleştirilmiş şekilleri olarak organize ederiz ki, bu da tekleştirilmiş bütünleri algılama eğilimidir. Sonuç olarak, algısal organizasyon, uyaranları basitleştirilmiş ve tekleştirilmiş bütünler olarak düzenleme çabalarıdır. Bunun yanı sıra, algısal organizasyonlar, şekil ve zemini ayırmayı da kapsar. Algının oluşmasında, algısal seçim (seçici algı) ve organizasyondan sonra gelen aşama ise yorumlamadır. Herhangi bir şeyi algıladığımızda, sadece seçmek ve organize etmekle kalmaz, aynı zamanda bir birey olarak çeşitli toplumsal etkilenmeler ve kişiliğimiz doğrultusunda yorumlarız. Ancak, bunların her üçü de o denli hızlı ve artarda gerçekleşir ki, bu üç işlemin aynı anda gerçekleştiğini düşünür ve varsayarız. Yorumlama, uyaran hakkında yargılar ve anlamlar çıkarma süreci olarak nitelendirilebilir. Genellikle bu yargılar ve anlam çıkarmalar özdeşleşme ve değerlendirme temel noktalarında olur. Birey uyaranın doğasını kendi çevresiyle (dış-sistem) sürekli olarak özdeşleştirir. Algıyı belirleyen öğeler ise; ihtiyaçlar, zihni tutum, ruh hali vb. gibi insanların psikolojik yapılarından kaynaklanan öğelerdir. İLETİŞİM TÜRLERİ 16 İletişim türleri genel olarak aşağıdaki başlıklar altında ele alınabilir. Bunlar; kişinin kendisi ile iletişimi, Kitle İletişimi, örgütsel iletişim ve kişiler arası iletişimidir. A- Kişinin Kendisi ile İletişimi Kişinin kendisi ile iletişimi ya da kişisel iletişim, bireyin kendisiyle kurduğu iletişimdir. Kişinin ihtiyaçlarının, değerlerinin, tutum, davranış ve yeteneklerinin farkına varması, düşündüklerinin ve hissettiklerini kavramaya çalışması, kendisiyle gerçekleştirdiği iletişimle mümkün olur. Bireyin kendi iç dünyasıyla iletişimi; onun düşünmesi, hayal kurması, duygulanması, ihtiyaçlarının farkına varması, iç gözlem yapması ve ya rüya görerek iç dünyasından mesajlar alması, kendine sorular sorarak bu sorulara cevap aramasıdır. İnsanlar başkalarıyla iletişim kurdukları gibi, kendileriyle de iletişim kurarlar. Buna göre, insanlar kendi kendilerine bir takım mesajlar gönderir ve sonra da bunları yorumlarlar. Aslında iletişim önce bireyin kendi içinde başlar, sonra isterse çevresi ile iletişim kurar. Kişinin kendi iç dünyası ile iletişim kurması durumunda hem kaynak, hem de alıcı kendisidir. Herhangi bir bireyi, onun kişiliği tanımlar. Bireyin kişiliği, üç yapıdan oluşan düzenli bir sistemdir: Düşünsel Yapı: İnsanın düşünsel yapısını oluşturan birinci yapısı kişinin sahip olduğu bilgileri, bu bilgileri ve bu bilgileri nasıl bütünleştirdiğini ifade eder. Duygusal Yapı: Kişinin duyguları, eğilimleri, tutum ve davranışları, görüş düşünce ve güdüleri onun duygusal yapısını oluşturur. Amaç Yapısı: Kişiliğin bu yapısı kişiliğin esas güdülerini sağlayan değerler dizisinden oluşur. İnsan kendisi ile iletişime geçebildiği ölçüde kendisini kendisi geliştirip, sorgulayıp doğru değerler kurabilir. Aksi takdirde kendisini sorgulamayan, kendisi ile iyi iletişim kuramayan bir kişi kendi davranışlarının hatalı yönlerini göremeyebilir. Bireyin iletişiminde içine yönelmesi kendi iç dünyasını ilgilendiren, psikolojik bir olaydır. Bu olay kişinin kendi kendisini anlaması ve çeşitli duyu organlarıyla gerekli iletişimi kurabilmesiyle ilgilidir. Yemek ve içmek, insanın biyolojik yanı için ne anlama geliyorsa, iletişim de, insanın psikolojisi için aynı anlama gelir. İnsan iletişim kurma ihtiyacını başkaları ile karşılayamadığı zaman, kendi kendisiyle iletişim kurarak, bu ihtiyacını gidermeye çalışır. B- Kitle İletişimi 17 Haberin, bilginin, düşüncelerin ya da genel anlamıyla kültürün insan topluluklarına çeşitli araç ve tekniklerle dağıtılmasıdır. Burada belirli bir kaynaktan hedef kitleye mesajların tek yönlü olarak gönderilmesi söz konusudur. Bu iletişimde alıcının kimliği ve mesajı algılayıp algılamadığı ya da nasıl algıladığını öğrenmekte güçlükler vardır. Alıcının mesaj algılama ve anlamlandırma biçimi ile mesajı aldığı ortamın şartları kitle iletişim sürecini etkilemektedir. Gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçlarıdır. Bu araçlar düşünce ve haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere duyurmak için belli aralıklarla ya da sürekli olarak yayın yaparlar. İletişim teknolojisindeki yeni gelişmeler (uydu yayınları,kablolu yayınlar ve şifreli yayınlar ile bilgisayar teknolojisi) kitle iletişimini daha yaygın ve daha karmaşık hale getirmiştir. C- Örgütsel İletişim İletişim kurmak, insanların günlük, özel, toplumsal ve örgütsel yaşamlarının vazgeçilmez bir etkinliğidir. İletişim yaşamsal bir zorunluluktur. Bir mesaj iletme biçimidir. İnsanlar sürekli ya mesaj iletirler, ya da iletilen mesajı alırlar. Gündelik yaşamda insan mesaj iletmeden duramaz. Hiçbir şey yapmamak, susmak da dahil olmak üzere her bir tutum ve davranış, bir mesaj iletme biçimidir. Mesaj iletme, en az bireysel yaşam kadar, örgütsel yaşam için de önemlidir. Örgütsel iletişim, örgütle gündelik faaliyetlerin yürütülmesini sağlamak ve örgütsel amaçları gerçekleştirmek amacıyla, örgütün unsurları arasında (iç çevre) ve örgütle dış çevresi arasında, bilgi ve düşünce alışverişidir. Tesadüflerin dışında, örgütlerde hiçbir iş, iletişim olmaksızın yapılamaz. Günümüzde çağdaş örgütler, faaliyetlerini değişken ve dinamik bir çevre içerisinde sürdürmektedirler. Dinamik çevre, organizasyonları açık sistem olarak örgütlenmeye ve bir güç oluşturmaya itmektedir. Açık sistem olarak örgütlenme durumu, iletişime, örgütle çevresi arasında etkileşim ve ilişki kurmada yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Bu önem, sürekli çevreyi izlemek ve çevresel değişmeleri analiz ederek, değişimlere ve geleceğe dönük politika ve stratejiler geliştirme ihtiyacından kaynaklanır. Çevreyle ve çevresel değişiklikle ilişki, sadece etkili iletişim sayesinde oluşturulabilir. Örgütlerde iletişim, kişiler arası iletişim şeklinde olabileceği gibi, formal ve informal gruplar arasında da gerçekleşir. Formel gruplar arasındaki ilişki, farklı departmanlar arasında ast-üst biçiminde olabileceği gibi, aynı kademelerdeki departmanlar arasında da olabilir. Örgütsel iletişimde, örgüt hiyerarşi içinde yukarıdan aşağıya, emirlerin kararların, hedeflerin, planların talimatların, aşağıdan yukarıya doğru ise bilgilerin, raporların gönderildiği dikey iletişim kurulur. Örgütlerde kurulan bir başka iletişim biçimi de aynı kademelerde bulunanların aralarında kurdukları yatay iletişimdir. 1. Örgütsel İletişim Sistemleri 18 a. Resmi İletişim Biçimleri Aşağı doğru iletişim Üst yönetimden astlara bilgi, görüş, öneri ve emirlerin en hızlı şekilde aktarılmasını sağlayan iletişim biçimdirYönetimin etkililiği açısından etkili bir iletişim türüdür. İletişim çabuk olmasını sağlar. Uygulamada oldukça yaygın olan iletişim türüdür. Yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen iletişimde basamak sayısının artması halinde iletişim yavaşlayabilir ve zaman kaybı olabilir. Bunu önlemek için ve iletişime akıcılık kazandırmak için aradaki bazı basamakların azaltılması bir çözüm olarak önerilebilir. Bu iletişime "kısa devre iletişim" de denebilir. Yukarı doğru iletişim Aşağıdan yukarıya doğru iletişimde; astların gerekli bilgileri üstlere iletme ve verme aracı olmaktadır. Yukarı doğru iletişim genellikle astların verdiği rapor, görüş, öneri ve tepkilerden oluşur. Astlar, gerek yaptıkları iş, gerekse yönetim hakkındaki düşüncelerini üst makama iletirler. Modern örgütlerde görülen öneri ve şikâyet kutuları, grup toplantıları gibi yöntemler bu tür ile iletişimi geliştirme amacına yöneliktir. Ancak, aşağıdan yukarıya doğru iletişimi engelleyen birçok etmen söz konusudur. • Fiziksel uzaklık ve erişilemezlik • Her kademede bilgilerin değişikliğe uğraması • Amirin davranışı • Astın statüsü • Gelenekler Tek yönlü iletişim (kör iletişim) Bu tür iletişim üzere tek yönde işleyen bir süreçtir. Amaç, mesajın bir yere iletilmesidir. Bu tür bir iletişim kısa zamanda gerçekleşir. Ancak mesajın istenilen biçimde algılanıp algılanamadığı araştırılamaz. Çift yönlü iletişim (etkili iletişim) Yönetsel açıdan daha etkin ve güvenilir olan bir iletişim biçimidir. Mesajın alıcı tarafından doğru alınmasını sağlar. Yanlış anlama ve anlaşılmalar önlenir. 19 Sağlıklı bir iletişim sürecinin gerçekleşebilmesi için öncelikle insanların birbirleri ile bağlantılı olması, ilişkili olması, birbirlerini tanıması, birbirlerinden korkmaması ve nefret etmemesi gerekir. İletişim için uygun ortam ve zamanı beklemek gerekir. Uluorta her zaman iletişim kurulamayabilir. İletişim gücü; kişinin kime, neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini bilmesinden kaynaklanır. Bu da kişinin ortama getirdiği bilinçle ilgilidir. İletişimi gerçekleştirecek kişi öncelikle kendisini tanımalı, bunun dışında kendisinin başkalarının nasıl tanıdığını da bilmelidir. Yapmacıklık olmamalıdır. Nedeni ne olursa olsun birey rahatsız olduğu bir davranışı kabul eder gibi görünürse, karşısındakilere göndereceği mesaj karışıklık veya sahtekârlık olarak algılanabilir. b. Resmi Olmayan İletişim Biçimleri Örgütlerde biçimsel iletişimin yanı sıra, biçimsel olmayan iletişimde söz konusudur. Örgütlerde biçimsel yapının eksik kalması nedeniyle, iş görenlerin gereksinimlerini karşılamak üzere doğal gruplar oluşturdukları bilinen bir gerçektir. Biçimsel olmayan iletişim genellikle dedikodu ve söylenti şeklinde gerçekleşir. Buda kaos ve karmaşa yaratarak örgütün güvenirliğini zedeleyerek yanlış anlaşılmalarına sebebiyet verebilir. c. Örgüt Dışı İletişim Biçimleri Bilindiği gibi örgütler açık sistemlerdir. Sürekli biçimde değişen bir çevre içinde faaliyet gösteren örgütler, yaşamlarını sürdürebilmek ve gelişebilmek için örgüt içi iletişim kanalları kadar, örgüt dışı iletişim kanallarını da kullanmak zorundadır. Örgüt dışından gelen bilgiler, örgütün karar merkezinde, yapısında, programları da ve davranış biçimlerinde sürekli düzenleme ve ayarlama yapmalarını gerekli kılmaktadır. Çünkü değişim kaçınılmazdır. Ç- Kişiler Arası İletişim Kişiler arası iletişim, iki ya da daha fazla kişi arasında meydana gelen mesaj alışverişidir. Genel bir tanımlamayla, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişime "kişiler arası iletişim" denir. Karşılıklı iletişimde bulunan kişiler, bilgi/sembol üreterek, bunları birbirine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Bir iletişim etkinliğinin, kişiler arası iletişim sayılabilmesi için şu üç faktörün bulunması gerekir: 1. Kişiler arası iletişime katılanlar, belli bir yakınlık içinde yüz yüze ilişki halinde olmalıdır. 2. Katılımcılar arasında tek yönlü değil, karşılıklı mesaj alışverişi, dolayısıyla çift yönlü iletişim olmalıdır. 3. Söz konusu mesajlar, sözlü ve sözsüz nitelikte olmalıdır. 20 İnsan, kişiler arası iletişimde başkasıyla yüz yüze konuşabileceği gibi, kitle iletişim araçları dışında kalan kişisel araçlarla da (mektup, telefon, faks vb.) iletişim kurabilir. Özellikle gündelik yaşamda kişisel iletişim kanallarının açık ve gelişkin olması, bireylerin başarı ve mutluluğu için ön koşuldur. Kişiler arası iletişim, sözlü ve sözsüz olarak iki ana sınıfa ayrılmış, bu sınıflardan her birisi kendi içinde alt sınıflara bölünmüştür. Aşağıda görüldüğü gibi, gerek sözlü, gerekse sözsüz iletişimler, niyet edilerek ya da niyet edilmeden gerçekleştirilebilir : 1. Sözlü İletişim a. İletişimde Dil ve Dil Ötesi Dil sayesinde insanlar konuşma becerilerini ortaya koyarlar. Dolaysıyla konuşma becerisi ile sosyalleşme arasında diğer becerilere göre daha fazla ilgi vardır. Bu yüzden konuşma becerisinin gelişmesi; psikoloji, sosyal psikoloji, davranış bilimleri, iletişim bilimleri gibi bilimlerle doğrudan ilişkilidir. Çağdaş toplumlarda bireylerin kendilerini ifade etme becerileri sosyal statüleri konusunda ayrıntılar vardır. Bu nedenle öğretmenlerin kendilerini ifade etme becerileri, onların eğitimleri ve rolleri konusundaki karşısındaki kişi veya gruplara önemli ipuçları aktarır. Bu nedenle öğretmenler sözlü iletişim becerileri konusunda etkili olabilmelidirler. Sözlü iletişimler "dil ve dil ötesi" olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır. İnsanların karşılıklı konuşmalarını hatta mektuplaşmalarını "dille iletişim" kabul ederiz. Dille iletişimde kişiler, ürettikleri bilgileri birbirlerine ileterek anlamlandırırlar. Dil-ötesi iletişim, sesin niteliği ile ilgilidir; ses tonu, sesin hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı duraklamalar ve benzeri özellikler, dil-ötesi iletişim sayılır. Dille iletişimde kişilerin "ne söyledikleri", dil-ötesi iletişimde ise "nasıl söyledikleri" önemlidir. 21 İsteyerek, farkında olarak yaptığımız konuşmalara "niyet edilmiş dil davranışı" adı verilir. Konuşurken dilimizin sürçmesi ise, niyet edilmemiş dil davranışlarına bir örnektir. Bazı kelimelerin üzerine basa basa konuşmamız ya da karşımızdakine korkutmak için bağırmamız niyet edilmiş dil-ötesi davranışlardır. Konuşurken farkında olmadan ses tonumuz alçalıp yükseliyorsa ya da sesimiz titriyorsa, bu durumda niyet edilmemiş dil-ötesi davranışlar söz konusudur. 2. Sözsüz İletişim Sözsüz iletişimde konuşma ya da yazı olmaksızın, insanlar birbirlerine bir takım mesajlar iletirler. Bu iletişim şeklinde insanların ne söyledikleri değil, ne yaptıkları ön plana çıkar. Sözsüz iletişimi kendi içinde dört gruba ayırabiliriz. a. Yüz ve Beden Yüzümüzdeki ifade, el ve vücut hareketlerimiz, vücudumuzun duruşu ve göz temasımız, sözsüz iletişimde önemli yer tutar. Yüz ve beden ifadeleri, niyet edilerek ya da niyet edilmeden yapılır. İnsanlar, niyet edilen ifadeler yoluyla birbirine bir takım anlamlar iletirler. Başı "evet-hayır" anlamında sallamak, kaşları kaldırarak "hayır", dudakları büzerek "belki" demek, ya da umursamazlık belirtmek, niyet edilen ifadelere örnektir. b. Bedensel Temas Sözsüz iletişim yollarından birisi de bedensel temastır. Farklı bedensel temaslar kurarak karşımızdakine çeşitli mesajlar vermeye çalışırız. Örneğin kola omuza dokunmak veya sarılmak gibi. c. Mekân Kullanımı İnsanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekânlar yoluyla da iletişimde bulunurlar. Diğer insanları olan uzaklığımızı ayarlayarak, onlara uzak ya da yakın davranarak bir takım mesajlar iletiriz. Mekânların kullanılış şekli, dostluğun bir göstergesi olabileceği gibi, statüsünde göstergesi olmaktadır. Yüksekte oturmak, sağda oturmak, genelde önde olmak yüksek statü anlamına gelir. d. Araçlar Kişiler arası iletişimde mesajı iletmek için başvurduğumuz yollardan birisi de, bir takım araçlar kullanmaktır. Örneğin rozetler, ya da kokular sürerek belirli kıyafetlere bürünerek veya saç ve bıyıklarımıza şekil vererek çevremize çeşitli mesajlar iletebiliriz. 22 İLETİŞİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İnsanı tanımaya yönelik meçhul yolculuğun yolunu aydınlatan iletişim, insanın kendini keşfine olan desteği nedeniyle yaşamsal bir değer ifade etmektedir. Sahip olunan bu değer, etkili olduğu oranda iletişime gerçek anlamını kazandırmaktadır. Etkin bir iletişim, insan yaşamının her kesitinde ve her ilişkide gereklidir. İletişimde etkinlik, hedef kitleye yöneltilen iletişimin amaçladığı sonuca ulaşabilme başarısıdır. Bu alanda sayısız çalışma yapılmış, eserler yayınlanmış ve üzerinde çok konuşulmuştur. İletişimde bazı temel yaklaşımlar istenerek uygulandığı ve benimsendiği takdirde, bunu başarmak mümkündür. Her geçen gün gelişen ve değişen bir topluma paralel olarak, iletişim yöntem ve anlayışı da hızla değişmektedir. Teknolojide yaşanan köklü değişim ve gelişmeler sadece bireyler arası ilişki biçimimizi değil, düşünce şeklimizi bile değiştirmiştir. Ancak teknoloji ne kadar hızlı değişse de etkili ve başarılı bir iletişim, en güncel elektronik araçlar veya en eski jest ve dokunma gibi ilkel yöntemler kullanılsa da, paylaşılan sorunları anlama ve anlatabilme kabiliyetine giderek artan bir şekilde bağlı olacaktır.49 İletişimin başarısız olmasının en sık rastlanan nedeni, kişinin karşısındakini iyice anlayıp anlamadığı ile ilgilidir. Bu sürece elbette, söylenenleri anlama yeteneği de dahildir. Çoğu zaman söylenenler anlaşıldı sanılsa da, ancak bir müddet sonra kişinin yanılmış olduğunu fark ettiği durumlar yaşanmaktadır. Amaç ve işleyiş açısından belirgin özellikleri içeren ve sistematik olarak gerçekleştirilen iletişim, insanların özel yaşamlarında olduğu kadar çalışma ortamlarında da başarı ve mutluluğun en önemli kaynağıdır. İnsanlar açısından bu değerleri taşıyan iletişim, kurumlar açısından da verimlilik ve kalitenin temelidir. İletişimsizlik becerisi şeklinde tanımlamalar yapılsa da, iletişim bilimi uzmanlarından Paul Watzlawick, "iletişimsizlik mümkün değildir" sözü ile, ister sözlü, ister yazılı olsun, bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde, aktif ya da pasif olarak, yüz ifadesi veya vücut duruşu ile iletişimin insan yaşamının her alanında var olduğunu ifade etmektedir. İletişim Sadece Konuşmak Değildir İletişim İfade Berraklığı Gerektirir Konuşmak insanın en doğal ve temel ihtiyaçlarından birisidir. Ancak dikkat edilmediği ve gerekli özen gösterilmediği takdirde, iletişimi olumsuz yönde etkileyecektir. Devam ettiğini zannettiğimiz bazı durumlarda diyalog(!) çoktan tek yönlü bir görüş açıklama şekline dönüşmüş olabilir. Zaman zaman kişilerarası sohbetler sorunların yoğun olarak dile geldiği ortamlara dönüşür. Uzun süren konuşmaların ardından, diğerlerine hiç söz 23 vermeden konuşan için karşısındaki kişi sohbetine doyulmayan olarak değerlendirilir. Kendisi rahatlıkla konuşabildiğinden karşılıklı bir iletişim kurabildiğini düşünmektedir. Birlikte olmak ve karşınızdaki ile konuşma ortamında bulunmak sağlıklı bir iletişim açısından yeterli görünse de karşılıklı etkileşimi de gerektirir. Sağlıklı bir iletişim için, bir konu "bir kelime" ile açıklanabiliyorsa, "iki kelime" kullanılmamalıdır. Çünkü herhangi bir konuyu karşısındakini usandırırcasına alabildiğine uzatmak, çekilir şey değildir. Eğer bir konuyu "iki cümle" açıklayacaksa, "bir cümle" ile anlatmaya çalışılmamalıdır. Herkes doğru konuşabilir ancak yöntemli, sağduyu ve hünerle konuşmak pek az kişinin başarabildiği bir yetenektir. Kimileri söyleşilerinde gerçeği ayırt edebilen bir yargı gücünden daha çok, her tartışmanın üstesinden gelebilecek kıvrak bir zeka göstermek isterler; bir konuya uygun birkaç söz bulmak, ortaya atılan bir noktada derinlemesine düşünmekten çok daha övülmeye değermiş gibi. Kimileri de iyi belledikleri bir takım beylik konuları döner döner yeniden anlatırlar, konuşmalarında hiçbir değişiklik görülmez; yoksulluğun böylesi çoğunlukla can sıkıcı, bir kez ortaya çıkınca da gülünçtür. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" deyişi, konuşurken kullanılan dilin sadeliğini ve diyalog açısından önemini vurgularken, diğer yandan "lafla peynir gemisi yürümez" deyişi, konuşurken ne söyleyeceğini ve nasıl ifade edeceğini bilmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. "Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olmanın", konuşmaya yansıması durumunda tereddütler ve/veya tek düzelik oluşabilecektir. "Her söylediğin doğru olmalı, ama her doğru her yerde söylenmez" deyişi ilk bakışta, eleştirel bir yaklaşımla olaylar karşısında suskunluk ifadesi olarak yorumlanabilir. Ancak asıl önemli olan, söylenecekler konusunda zaman ve mekan duyarlılığının gösterilmesidir. Bu açıdan bakıldığında temel bir prensip akla gelmektedir. Enerji ve/veya güç doğru zamanda ve doğru yerde kullanıldığında süreç başarıyla sonuçlanacaktır. Bu açıdan bakıldığında; "Söz gümüşse, sükut altındır" sözünden, doğru zaman ve yerde olmak koşuluyla konuşmanın ilişkileri olumlu etkileyeceği vurgusu anlaşılmalıdır. İnsanlar konuştukları için değil, tahammül göstermedikleri için eleştirilmelidir. Aksi takdirde daha az konuşan ve daha az dayanışmacı bir toplum yapısı oluşacaktır. Konuşmanın değeri susmasını bilmekle biçimlenir. İkisini dengelemek bir sanatçının hassasiyetini gerektirir. Söylenecek yerde ağız açmamak, susulacak yerde söz söylemek iletişim zorluklarına neden olabilir. William Shakspeare’in olgunluk dönemi tragedyalarından olan, insan davranışlarını ve bunların yol açtığı sonuçları ele alan başarılı yapıtlarından ünlü Macbeth'inde, Lady Macbeth'in Kral'ın misafirlere verdiği ziyafete ilişkin kullandığı; "Ziyafetlerde hoş sözdür yemeklerin tuzu biberi, yoksa neye yarar toplamak sofrada dostları?" sözleri çırpıcıdır. İletişimde ifade berraklığı olmadığında yanlış anlaşılmalar yaşanabilir. Uzun süre birlikte olan insanlar arasında bu tür sorunlara daha sık rastlanır. Birlikte yaşayan, çalışan insanlar arasında birbirlerini kolayca anlayacakları konusunda genel bir kanaat bulunduğundan, -"Benim ne demek istediğimi sen iyi bilirsin." veya "Senin ne demek 24 isteğini ben iyi bilirim." şeklinde- akıllarına her geleni olduğu gibi söylediklerinde çok rahat iletişim kurabileceklerini sanırlar. Bu durumda iletişimde berraklık sağlanamadığından, yanlış anlaşılmalar kaçınılmaz olur. Kasabaya yeni taşınan adamın yaşadıkları, ifade berraklığının etki alanı açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır: Kasabaya yeni taşman adam, yeni arkadaşlıklar kurmak için kasabada dolaşırken, kaldırımın kenarında, yanında köpek bulanan yaşlı bir adamın oturduğunu görür. Yaşlı adama yaklaşır ve sorar: "Köpeğin ısırır mı?" yaşlı adam kafasını kaldırıp bakar ve "hayır" der. Adam okşamak için köpeğe dokunur fakat köpeğin kolunu yırtmasına ramak kalır. Hemen geriye sıçrar ve "Hani köpeğin ısırmadığını söylemiştin" der. Yaşlı adam başını kaldırıp tekrar bakar ve "Bu benim köpeğim değil ki" diye yanıtlar. Genellikle iletişimde anlamın, kullanılan kelime ya da iletilen mesajın içinde olduğu kanaati hakimdir. Ancak, insanların mesajdan çıkardıkları anlamlar birbirinden farklı olabilir. Çünkü anlamlar, kelimelerde değil, zihinlerdedir. Yalnızca sözlerin söylenmesi anlamı kuramaz. Kelimeler tek başlarına anlam taşımazlar. Anlamı, kelimelere insanlar yükler. Bu anlam, insanların yaşantılarından ve duygularından elde edindikleri deneyimlerle oluşur. Kişilerin geçmişlerinin ve deneyimlerinin benzer olması durumunda anlam berraklaşır. Hayatta yaşanan deneyimlerin çeşitliliği dikkate alındığında, ifade berraklığının etkili iletişimin Önemi açısından daha net anlaşılacaktır. Mesajın konusu, gönderilen tarafından tam olarak anlaşılmış değilse, mesajı alan kişi için bu belirsizlik daha büyük boyutlara ulaşacaktır. Kimi zaman, mesajı vermek isteyen kişi kafasındaki belirsizliği dağıtmak için, kişilerarası iletişime baş vurabilir. Böyle bir durumda başkalarını ikna etmek, etkilemek ya da inandırmak, detayları ve duyguları paylaşmak durumundaysa, öncelikle kafasında anlatmak istediğini netleştirmelidir. İyi hazırlanmış hedef ve amaçlar, etkili iletişim kurmak isteyen kişiye, söylemek istediği konuda kafasında net bir kompozisyon oluşturmasına katkıda bulunur. İletişim açısından, bir haber, bilgi ya da mesajı örnekleme ve mecaz yöntemi ile benzetmeler yaparak anlatmak, soyut ifadelerle ve çok konuşarak anlatmaktan daha etkilidir. İletişim berraklığı, iletişim halinde olan iki kişinin birbirine olan tavrına da bağlıdır. Çoğunlukla ihtiyaç olandan daha fazla konuşur, gerektiğinden daha fazlasını anlatırız. Anlatırken de gereğinden fazla zaman kullanırız. Bu ayrıntılara dikkat edildiğinde, kullanılan ifade netleşecek, sonucunda, başkalarının kendisini dinlemek zorunda hissettikleri değil, dinlemek istedikleri birisi olunacaktır.59 Konuya girmeden önce sözü uzun uzun ağızda gevelemek can sıkar, önemli bir konuyu ise damdan düşer gibi söylemek etkiyi bozar. 25 İletişimde (Başlangıç) İlk Anın Etkisi İletişimde Önemli Olan İlk Dakikalardır İletişimin temel özelliklerinden olan ilk etkinin insan üzerinde yarattığı ilk yargı, ilerleyen süreçte genellikle önyargı olarak devam etmektedir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın olumlu ya da olumsuz önyargı iletişimi etkileyecektir. İnsan ilişkilerine yansıyan bu bakış açısı kısa zaman içerisinde bir yaşam biçimi şekline dönüşebilecektir. Umutsuzluğa kapılmadan ve önyargılarımızdan kurtularak kazanacağımız enerji en kısa sürede çevremizi de pozitif olarak etkileyecektir. Karşı karşıya gelen kişiler arasında ilk etkileşim, ilişkide devam eden sürecin belirleyicisidir. İnsanlarla ilgili kanaatler genellikle tanışma anında yaşanan ilk etkileşim altında gerçekleşir. Hiç tanımadan ve hatta hiç konuşmadan sadece ilk görüşmenin etkisi ile kişi hakkında kanaat oluşabilir. Bu etkiyi yaratan faktörler, karşılaşılan kişinin beden dilinden, kullandığı kelimelere ve kişinin taşıdığı bütün aksesuarlardan, içinde bulunduğu fizik ortam nesnelerine kadar geniş dağılım gösterir. Bu yaklaşım tarzı günlük yaşantının hemen her evresinde kendisini gösterir. "İlk görüşte aşık olmak" ya da "İlk gördüğü andan itibaren içi ısınmak" sıkça kullanılan ifadelerdendir. Moğolistan'da kullanılan bir söz vardır: "İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır." Bu söz, ilk etkinin insan üzerinde ne kadar belirgin bir rol üstlendiğinin göstergesidir. Araştırmalara göre, diğer insanlar hakkında karar vermeye, onlarla karşılaştığımız ilk yedi saniye içinde başlarız. İlk görüşmede belirgin bir kanaat oluşması ve etkilenmenin bu kadar kısa süreler ile ifade edilmesinin temel nedeni, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde sergilenen davranışların ilk dakikalarda daha yoğun gerçekleşmesinden-dir. İnsanlar yeni tanıştıkları kişilerin tutum ve tavırlarına karşı daha dikkatli davranırlar. Yaşanan en unutulmaz karşılaşmalar genellikle ilk izlenimlere ilişkin olanlardır. İlk izlenimler varsayımlara ve önyargılara dayanır; gerçekleşmesini engellemek için kişinin çok az etkili olabildiği bilinçaltı bir süreçtir. Birkaç saniye içerisinde oluşan kötü bir izlenimi silmek, yıllar alan bir süreyi ve gayreti gerektirebilir. İlk görüşme anında algılanan sözlü ve sözsüz mesajlar arasında yaşanan bir tereddüt, genellikle ileriye dönük olumsuz bir kanaat eğilimine neden olmaktadır. Günlük yaşamda sınırlı süreler içerisinde, bir çok kişi ile tanışan insan, her biri için özel yorumlama yapmadan, ilişkiyi ilk anda görsel etkileşime bırakmaktadır. Çok kısa süre içerisinde oluşan olumsuz bir etki, karşı taraf üzerinde aynı etkiyi yaratacağından, görüşlerimizi haklı çıkardığı konusunda yanlış bir kanaat oluşturacaktır. Önyargılı davranış konusunda haklı çıktığı yanılgısına kapılan kişi, bir sonraki olumsuz davranışın da zeminini oluşturmaktadır. 26 Kişinin bulunduğu ortamdaki ruh haline uygun olmayan bir bellen dili mesajı, karşı taraf üzerinde önce bir şaşkınlık yaratsa da ardından uygun davranışla desteklenmelidir. Bu girişim, daha etkili bir İzlenim bırakmak için kişiyi usta bir yalancıya değil, sözel ve sözsüz mesajları arasındaki dengeyi kurmaya çalışan tutarlı ve istikrarlı bir kişiye dönüştürecektir. Aksi takdirde gereksiz bir biçimde, olumsuz bir ilk intiba yaratılmış olunacaktır. İnsanlar hakkında ilk yargılarımız, dış görünüşlerinden kaynaklanır. Araştırmalara göre, insanlar ilk birkaç dakika içinde daha çok görünüşe -fiziksel özellikler, duruş, beden dili- dayanan bir yargıya varmaktadır. Bu yargı aynı zamanda içinde yanlışlar yapma riskini de barındırabilir. Sağduyulu bir yaklaşımla edinilen ilk izlenimler ile kesin hükümler arasında belirli bir süre bırakmak faydalı olacaktır. İnsanları doğru şekilde gözlemlemek zaman gerektirir. Ancak zaman ayırmak yerine, sanki yaşam acele kararların daha çok puan topladığı bir oyunmuş gibi, insanlarla ilgili acele ve kritik kararlar verilmektedir. Sonucunda çoğunlukla aceleyle alınmış yanlış kararlar, yaşam oyununda bireye puan kaybettirir. Çalışma ortamlarında bu ayrıntının dikkatle incelenip, uygulanması kişisel olmanın çok ötesinde kurumsal bir imaj özelliği taşımakta dır. Örneğin; güvenlik görevlisi çoğunlukla hizmet verdiği ortamlarda halkla ilişkiler açısından ilk iletişim kurulan konumdadır. Bu iletişim sayesinde insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz bir ilk etkileşim sağlanacaktır. İyi bir kıyafet, ortama ve yapılacak etkinliklere göre farklılıklar taşıyacaktır. Ancak kirli, bakımsız, özensiz bir giyim, iletişim ortamını olumsuz etkileyecektir. Görevli, davranışları kadar, görünüş bakımından da bir model olma özelliği taşımaktadır. Diğer özellikleri kadar olmasa bile, öğretmenin görünüşünün öğrenciler üzerinde etkili olduğu gibi. Yaptığı işten keyif alan insanın enerjisi ve mutluluğu işine de yansıdığından, bir görevlinin ya da çalışanın davranış biçimi, ortamı etkileyen bir özellik taşımaktadır. İlk iletişimi görevli ile kuran kişi, etkileniş biçimine paralel bir ruh hali takınacaktır. Huzurlu ve rahat bir ortamda olma hissi ile, gergin ve endişeli bir atmosfer hissi ilk an da kurulan iletişim sayesinde mümkündür. Bu durum da genellikle ilk iletişim anın da kişilerin karşılıklı takındığı tutum ve tavırla yakından ilgilidir. İletişimde ilk anın önemi ve insanlar üzerindeki etkilerine ilişkin Nasreddin Hoca'dan güzel bir örnek bulunmaktadır; Nasreddin Hoca alış-veriş için manava gider. Dükkana girdiğinde manav çok fazla malzeme isteyen bir müşteri ile ilgilenmektedir. Hoca beklerken bir ara manav niye beklediğini sorar. Hoca sadece yarım kilo domates almak istediğini söyler, fakat manav diğer kişinin taleplerine devam eder. Manav başkalarıyla ilgilendikten uzun bir süre sonra, hocanın talebini son derece ilgisiz bir biçimde yerine getirir. Ardından Hoca ücretini öğrendiği domatesler için manava iki altın lira z)erir. Manav yarım kilo domatesin karşılığı olarak ovucunda iki altın lirayı görünce hocayı mahallenin sonuna kadar yolcu eder. 27 Bu alış-z>eriş sonrasında, Manavın gözleri her gün yolda hocayı ve elbette iki altın lirayı beklemektedir. Birkaç gün sonra hocanın geldiğini fark eden manav, kendisini mahallenin başında karşılar ve dükkandaki diğer müşterilere rağmen hoca ile ilgilenmeye başlar. Hoca yine yarım kilo domates ister ve ücreti sorar, karşılığında bu kez manava gerçek değerim verir. Azmamda öncekinden çok daha az, fakat yarım kilo domatesin gerçek ücretinin karşılığını gören manav şaşkınlığını gizleyemez. Manav hemen ardından hocaya çok dengesiz davrandığını, önceki tavrı ile son davranışının birbirinden çok farklı olduğunu söyler. Nasreddin Hoca ise her zamanki hazır cevaplığı ile manava; "Geçen geldiğimde verdiğim iki altın lira bu günkü gösterdiğin ilginin karşılığı, bu gelişimde verdiğim ücret ise geçen gelişimde gösterdiğin karşılığı." şeklinde cevap verir. Araştırmacılar farklı ortamlarda binlerce kişiyi gözlemlemişler ve hir ilişkinin devam edip etmeyeceğine kara vermenin ortalama 4 dakika sürdüğünü ortaya koymuşlardır. Konuşmanın "zorunlu" ilk dört dakikasından sonra insanlar, bir ilişkiyi kesmek ya da birbirlerine daha yakın olmak konusunda kendilerini daha rahat hissederler. Hizmet sunan kişilerin çoğu, bu sürecin etkisi ve önemini tam olarak kavrayamadıklarından, kalıplaşmış sözler, formalite işlemler ve katı bir tutumla /aman harcamaktadır. Bu durum da doğal olarak tarafları olumsuz yönde etkilemektedir. İletişim Sadece Bilgi Alış-Verişi Değildir İletişim Anlamaya Dayalı Bir Diyalogdur İletişim İki Yönlüdür İletişimin önemli unsurlarından birisi de bilgi alış-verişidir. Bu özellik hem yüz yüze hem de kitlesel iletişim sürecinde dikkat çekmektedir. Ancak iletişim sadece bilgi düzeyinde değerlendirildiğinde, propaganda, reklam gibi farklı bir içerik kazanabilir. İletişimde bilgilenmek ve öğrenmek "anlamak" değildir. İletişimin ana amacı anlayarak kavramaktır.71 Karşılıklı iletişimde süreç, tavır ve davranışların katkısıyla daha rahat yorumlanır. İletişim kurma genellikle niyet ve anlamı birlikte içerir. Farklı bir ifade ile; iletişim bir kişinin diğer kişiyle bağlantı kurma yoluyla kendini anlatmasıdır. Bu anlatım, aynı zamanda karşısındakini anlamayı da içerdiğinden, iletişim anlamların insanlar arasında ortak sembollerin kullanılmasıyla yer değiştirdiği bir işlemdir. Çoğu insan konuşarak iletişimi, mesajı karşımızdakine ulaştırma olarak görür. Bu yaklaşım bir kişiden ötekine mesajın iletilmesinde kullanılan tek yönlü bir trafiğe işaret eder. Ancak iletişim, iki yönlü bir süreçtir. Karşılıklı iletişim sadece bilgilendirmenin yapıldığı ya da tartışmaların yaşandığı bir süreç değildir. Karşısındakini anlama eğilimi olmayan ilişki biçimi farklı isimlerle adlandırılabilir. İletişim olduğu tartışılsa da, sağlıklı bir iletişim olmadığı kesindir. Tartışmanın karşıtı olan "diyalog" Yunanca dialogos sözcüğünden gelmektedir. Dia arasından, içinden anlamını taşır. Logos ise sözcük ya da geniş olarak anlam demektir. David Bohm, diyalogun "anlamın tıpkı iki yaka arasında akan bir nehir gibi insanlar arasında serbest bir anlam akışı içinden (arasından) geçmesi veya hareket etmesi" 28 olduğunu ileri sürmektedir. Diyalogda kazanma çabası yoktur. Diyalog doğru yürütüldüğünde kazanan tarafların hepsi olur. Diyalogda bireyler tek başlarına elde etmeleri mümkün olmayan kavrayışlara ulaşırlar. Ortak anlamın gelişmesine dayalı olarak bir tür yeni akıl oluşmaya başlar. İnsanlar daha çok oluşan ortak anlam havuzuna katılmaktadırlar ve havuz sürekli gelişme ve değişme yeteneğine sahiptir. Kişiler varsayımlarını askıya alır, fakat özgürce birbirlerine iletirler. Sonuçta, kişilerin deneyim ve fikirlerinin tüm derinliğini yüzeye çıkaran, ama yine de onların bireysel görüşlerinin ötesine geçebilen özgür bir araştırmadır. Görüşlerin ortaya konulamadığı ya da göstermelik bir takım suni yaklaşımlarla iletiştim kurmaya çalışmak diyalogu, dayatmaya döndürecektir. Taraflar farklı arayışlara ve belki de diyalogu sonlandırmaya yönelecektir. Anlama ortadan kalktığından, çıkan sonuçların sağlıklı olmasını beklemek iyimserlik olacaktır. İletişim sadece içeriğinde taşıdığı bilgiye değil, bireyin sahip olduğu değer yargılarının yarattığı duygulara yoğunlaşmayı da gerektirir. Karşısındakini anlayamayan kişinin çevresine katkıda bulunması çok zordur. İnsanlara karşılık vermek yerine anlamak amacıyla dinlemeye çalışıldıkça, ilişki sağlıklı bir yapıya kavuşacaktır. Bu durumda, açıkça konuşma ve anlaşılma fırsatları çok daha doğal ve kolay ortaya çıkacaktır. Anlamaya çalışmak dikkate almayı da gerektirir; anlaşılmaya çalışmak cesaret gerektirir. Etkili iletişim ikisi arasındaki denge ve uyumla mümkündür. İletişim Tekrarlanamaz ve Geri Alınamayacak Bir Süreçtir Karşılıklı iletişimde yaşanan olumlu ya da olumsuz deneyimler tekrarlanamaz özelliğe sahiptir. İlk görüşmede oluşan kanaate ilişkin süreci tekrarlamak imkansızdır. Bir sözün karşıdaki insanda bıraktığı ilk etki, sonrasındaki tekrarlarda yaşanan etkiden farklı olacaktır. Birisine ilk kez söylenen "Seni seviyorum" veya "Benimle evlenir misin?"sözlerinde olduğu gibi. İletişim sürecinin tekrarlanamaz oluşu, karşılıklı iletişim esnasında dikkat edilecek ifade berraklığı ve ilk etki temel özellikleri konusunda duyarlı ve seçici davranılmasını gerekli kılmaktadır. İlk intiba için ikinci bir şans olmayacağından, iletişimde hazırlıklı olunmalıdır. Çoğu insan için ilk intiba önemlidir ve devam eden süreçte yaşanan farklı yargılara rağmen ilk yargı önyargı şeklinde kalıcı olarak sürdürülür. Bilinmeyen bir kelime için sözlüğe bakıldığında orada ne yazılıyorsa ona göre bir "ilk intiba" oluşur. Bu intibadan kurtulmak kolay değildir, kelimeyle olan her buluşmada aynı mana hatırlanır. Belki de kelimenin asıl manası ilk intibadan çok uzaktadır. 29 İletişim Karşımızdaki İle Birlikte Yapılır İletişim Bir Etkileşimdir İletişim sadece ve sürekli olarak karşıdakine iletilerin gönderildiği bir süreç değil, karşıdaki ile beraber gerçekleştirilen bir etkileşimdir. İletişim, daima konuşmacı ile dinleyici arasındaki ekip çalışmasıdır. Onu oluşturan bireylerden birinin aktif oluşu, diğerinin ise seyredişi ile kurulamaz. Taraflardan biri hattan çıkmışsa başarılı olma şansı yoktur. Bir kişinin karşılıklı bir konuşma sırasında konuya çok geniş bir açıyla bakması da konuşmanın karşılıklı olma ilkesine aykırıdır. Bir müddet sonra dinlemekten vazgeçilirse ilişki bir monologa dönüşebilir. Sohbet eden insanların aynı anda konuşarak anlaşmaya çalıştığına rastladığımız zamanlar olmuştur. Genellikle konuşmalar düzensiz bir biçimde gerçekleştiğinde anlaşmakta zorlaşacaktır. Sürekli konu değiştirmek, karşısındakini beklemeden cümleleri sıralamak, yarıda kesilmesine neden olacak şekilde söze girmek, konudan uzaklaşılmasına ve yanlış yargıların oluşmasına neden olacaktır. Başarısız bir iletişim kişiyi, çevresindeki insanlara ve imkanlara rağmen yalnızlığa itecektir. Etkili iletişimin olmadığı bir ortamda kalabalık, insanı yalnızlıktan kurtarmaz, çevresindeki yüzler bir resim galerisindekinden öteye geçmez, konuşmalar bir zilin çınlaması gibi kalır. Latince "Magna civitas, magna solitudo" atasözü belli ölçüde bunu ifade etmektedir. Son yıllarda büyük kentlerdeki değişen yaşam biçimi sıkça eleştirilen örneklerdendir. Önceleri insanlar birçok ortak paylaşım alanına sahip ve birbirleri ile yakın ilişkiler içindeyken, günlük yaşam biçimi bu tarzın çok dışında, kopuk ve sığ ilişkiler olarak sürdürülmektedir. Aynı işyerinde yaşamlarını paylaşan çalışanların birbirleri ile görüşmemeleri, aynı binada oturan insanların birbirlerini tanımamaları, hatta sokakta yanı başında meydana gelen olaylara karşı kayıtsız, kalmak, sıradan ve doğal ilişki biçimi olarak kabul görmekte ve tüm eleştirilere rağmen bu duyarsızlık yaygınlaşmaktadır. Hemen her sohbet ortamında aynı sorunlar gündeme gelse de, ardından hiç konuşulmamış gibi tekrar tüm doğal haliyle aynı davranışlara devam edilmektedir. Acaba genel eğilim olumsuz yönde olduğundan mı insanlar bu süreçten böylesine etkileniyorlar? Bir süre önce meydana gelen bir olay bu konuda bazı ipuçları taşımaktadır. Deniz kenarında yürürken denize düşen sara hastası bir genç etrafta bir çok kişi bulunmasına rağmen ilgisizce suyun içinde kalmış, olayı uzaktan gören ve insanların neden toplandığına ilgi göstererek olay yerine gelen bir bayan, hiç tereddüt etmeden suya atlayarak hasta genci kurtarmaya çalışmıştır. Bayanın ardından bir kişi daha Uya atlamış ancak maalesef genç kurtulamamıştır. Toplumsal kanıt ilkesine dayanan süreçler, özellikle herkesin diğerlerine ne yaptığına bakma eğilimi, "çoğulcu kayıtsızlık" denilen büyüleyici bir olguya neden olabilmektedir. New York'ta yaşanan farklı bir olay karşısında sergilenen tavır ile yukarıdaki olayda yasalar arasında benzerlikler görülmektedir. 30 New York' da genç bir bayan öldürülür. Bayan, hızlı ve sessiz bir biçimde öldürülmemiştir. Katil, yaklaşık otuz beş dakikalık bir süre içerisinde bayanı üç kez kovalayarak, bıçağıyla saldırmış ve sonunda imdat çığlıklarını susturmuştur. İnanılır gibi değildir, fakat tam otuz sekiz komşusu onun ölümünü, polis çağırmak için parmaklarım kımıldatmak zahmetine katlanmadan, pencerelerinin güvenli sığınaklarından seyretmişlerdir. Sesleri ve ansızın yanan yatak odası ışıkları katili iki kez durdurmuş ve kaçırmıştır. Ancak katil her defasında geri dönmüş, onu bulmuş ve bıçaklamıştır. Saldırı sırasında hiç kimse polisi aramamış, kadın öldükten sonra ancak bir kişi polise telefon etmiştir. Nasıl olmuştu da otuz sekiz "iyi insan" bu koşullarda eyleme geçmekte yetersiz kalmışlardı? Bu durum insanların "soğuk toplum" olma yolunda ilerlediklerinin bir göstergesi olabilir miydi? Uzmanlar konuyu "kayıtsızlık" olarak yorumluyorlardı. Bazıları, TV'deki şiddetin etkilerine, bir başkası bastırılmış saldırganlığa bağlarken, çoğu da kentsel yaşamın, "megapol toplumların" ve "bireyin topluma yabancılaşması" özellikleriyle açıklamaktaydılar. Olayı basından takip eden iki psikoloji profesörü de araştırmalara dahil olmuştu. Profesörler iki neden ileri sürdüler; birinci neden, ortalıkta birkaç potansiyel yardıma koşacak kişi varken, bireylerin kişisel sorumlulukları azalmaktadır. "Belki birisi telefon eder ya da etmiştir bile". İkinci neden, psikolojik yönden daha karmaşıktır. Toplumsal kanıt prensibi üzerine kurulmuştur ve çoğulcu kayıtsızlık etkisini içerir. Çoğu kez bir acil durum, gerçekten acil bir durum değildir. Sokaktan gelen ses bir silah sesimi yoksa bir aracın egzoz gürültüsü mü? Yan dairedeki gürültü karı koca kavgası olabilir mi? Böylesi kararsızlık durumlarında doğal eğilim, ipucu elde edebilmek için çevrede bulunanların davranışlarına bakmaktır. Ancak asıl önemli olan diğer insanların da toplumsal bir kanıt aramakta olabilecekleridir. Bu nedenden dolayı herkes diğerlerini heyecansız gördüğünde olayı acil olmayan bir durum olarak yorumlar. Profesörler Latane ve Darley'e göre85 bu çoğulcu kayıtsızlık durumudur. "Bu durumda herkes, hiç kimse ilgilenmediği için olayların yolunda gittiği kanısına varır. Bu sırada tehlike tek bir kişinin, diğerlerinin görünüşteki sakinliğinden etkilenmeksizin, tepki göstereceği bir noktaya doğru tırmanıyor olabilir." Robert K. Merton'ın 1949 yılında yayımlanan Social Theory and Social Structure [Toplumsal Kuram ve Toplumsal Yapı] eserinde karşılıklı iletişim ve etkileşim açısından önem taşıyan ilginç bir örnek verilmektedir. Merton, bir Kızılderili kabilesi olan Hopilerin yağmur dansını açıklarken, örtülü ve açık işlev kavramlarından faydalanır. Hopilerin bilincinde oldukları açık, açıklanmış işlev, yağmur yağması için dua etmektir. Ne kasten amaçladıkları, ne de farkında oldukları örtülü işlev ise, kuraklık gibi, toplumun varlığını tehdit eden, yaşamı derinden etkileyen kriz zamanlarında kabilenin bir arada olmalarını yağmur dansları aracılığıyla güçlendirmektir.87 Dolaylı da olsa insanlar arası iletişim karşılıklı etkileşimi gerektirmekte ve desteklemektedir. 31 Erzurum yöresinde alış-veriş esnasında dikkat çeken ve iletişimin her aşamasında karşılıklı etkileşimin taşıdığı önem açısından ilginç bir alışkanlık uygulanmaktadır. Herhangi bir dükkana alış-veriş amacıyla girildiğinde, bir eşya alınsın ya da alınmasın dükkandan ayrılırken "hoş geldiniz" şeklinde uğurlama yapılır. Nasreddin Hoca'nın sembolü haline gelen, meşhur eşeğine ters bindiği fıkrası; iletişimin günlük yaşam içindeki sadeliği açısından son derece çarpıcı örneklerdir. "Bir gün Hoca, eşeğine binerek, arkasına tahtan bir kısım insanlarla birlikte, camiden eve dönerken birdenbire durur, hayvandan iner ve yüzü insanlara dönük olarak eşeğe ters biner, yani semere ters oturur. Bunu görenler yaptığı hareketin nedenini sorarlar. Nasreddin Hoca; - Düşündüm taşındım, eşeğime böyle binmeye karar verdim çünkü saygısızlığı hiç sevmem. Siz önüme düşseniz, arkanızı bana dönmüş olacaksınız; usulsüzlük, saygısızlık olur. Ben önde gitsem, size arkamı çevirmiş olacağım ki bu da doğru değildir. Böyle ters bindiğim zaman ise hem ben önünüzden giderim, siz de ardımdan gelmiş olursunuz; hem de karşı karşıya bulunuruz!, şeklinde cevap verir." Günlük yaşamda karşılaşılan olumsuz örnekleri bir kenara bırakıp, aile ortamından başlayarak ilk fırsatta ve ısrarla iletişime açık olunmalıdır Örneğin; sabahları karşılaşılan birisi verilen selamı almadığında, her sabah kendinden emin bir şekilde ve ses tonunun alaycı bir tonda olmamasına özen göstererek selamlamaya devam edilmesi, bir süre sonra sonucu değiştirecektir. Karşısındakinin cevap vermeye tenezzül etmemesi durumunda yaşananlar, değişikliğe neden olmamalı, kişi tavrını devam ettirmelidir. İlk girişimi karşıdan beklemek yerine, iletişimi başlatma gayreti, anla(şıl)mayı kolaylaştıracaktır. Sorulan bir adrese cevap arandığında hissedilenler ile bir maç esnasında stadın bir ucundaki taraftarla birlikte ellerini havaya kaldırma beklentisi arasında temelde fark yoktur. Birebir ya da kitlesel anlamda iletişim kurma çabaları karşılık bulduğunda anlam kazanacaktır. Her geçen gün narsist bir anlayışın hakim olmaya başladığı gündelik yaşam içerisinde sorunların üstesinden gelebilmek için, kişinin çevresindekilerle çatışarak değil uzlaşarak, içine kapanarak değil, insanlarla el ele vererek davranma gereği, J. Paul Sartre'ın "cehennem başkalarıdır9 sözünün aksine daha fazla önem kazanmıştır. İletişim kurmayı bilen bir kişi cehennemi cennete dönüştürmeyi, keyif ve mutluluk anları yanayı, inanç vermeyi ve hatta bazen mucizeler yaratmayı bilen kişidir. Bu sayede hem kendi hem de diğerlerinin hayatını daha verimli kılmayı başaracaktır. İnsan tek başına hayatta kalamaz ve güçsüzdür. Gündelik yaşamda basit bir gülümseme ya da selamlama ile ifade edilen iletişim kurma girişimi karşılıksız kaldığında yaşananlar, kişinin kendisine özgü laşımlarını ve davranışlarını değiştirmesine kabalığa kabalıkla karşılıkta bulunmasına92 izin vermemelidir. Bu tür davranışlar, toplumsal yaşamda gereksiz iletişim çatışmalarına neden olacaktır. 32 Bu açıdan bakıldığında, iletişimde insanın bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayrılabilecek çifte doğası Ön plana çıkmaktadır. İnsan bireysel doğasının bilincindedir, ancak toplumsal doğasının ya pek az bilincindedir ya da bilincinde değildir.93 Birey sürekli olarak çevresini gözlemleyerek hangi davranış ve ifadelerin toplumdan dışlanma tehlikesini beraberinde getirdiğini, nelerin denilmesi, nelerin denilmemesi gerektiğini, nelerin moda "in", nelerin "out" olduğunu ilişkilerini yönlendirmek üzere öğrenir. İster karşılıklı bir iletişim kurulduğunda, isterse genel anlamda sosyal bir ortam içerisinde bulunulduğunda, kişinin çevresindekilerle iletişimi ve karşılıklı etkileşimi sürekli devam etmektedir. Cüceloğlu, insan ilişkilerinde bu sürece ilişkin olarak, üç farklı öğenin varlığını ortaya koymakta ve bunlardan birinin yokluğu durumunda "mış gibi" davranıldığını ifade etmektedir.95 • Öncelikle insanlar her sosyal ortamda birbirleriyle karmaşık bir iletişim ağını oluşturur. Herkes birbirinin varlığını dikkate alarak mesaj verir. Ancak verilen mesajlar beklenen ve alışıla gelmiş mesajlar olduğundan onların fakında olunmaz ya da dikkate alınmaz. • • Birey, iletişim halindeyken sadece karşısındakine değil, çevresindekilere de mesaj vermektedir. İletişim içerisinde birey karşısındakine ve çevresindekilere mesaj verdiği kadar, o an kendine de mesaj vermektedir. Kendi değer yargıları ve alışkanlıkları konusunda değerlendirmeler yapmaktadır. Gelişen Teknolojik İmkanlar, Değişen İletişim Alışkanlıkları İletişimle ilgili konuların tek başına önemli sayılmaya başlanması çok yeni ve çağa özgü bir gelişmedir. Süreci çağa özgü hale getiren etkenlerin başında teknoloji gelmektedir. Teknolojik gelişmelere paralel olarak iletişim sektöründe yaşananlar, yıllardır süre gelen haberleşme alışkanlıklarımıza yeni boyutlar kazandırmıştır. Önceleri yazılı ve sınırlı olarak sesli sürdürülen iletişim, zamanla elektronik iletişim araçları sayesinde vazgeçilmez bir özellik kazanmıştır. Ses hızı ile iletişimin sınırları zorlanmaktadır. Günümüzde telefon bulunmayan iş yeri düşünmek imkansızdır. İlkokul seviyesinde bilgisayar kullanabilen öğrenci sayısı, ebeveyn ya da aile fertlerine göre her geçen gün artmaktadır. Zaman içerisinde yaşanan teknolojik gelişmeler, süreci daha etkin bir ortama taşımaktadır. İnsan aklı yaşanan değişime kendini uydurmak zorundadır. Değişime uyum çabası bir iletişim yeteneğidir. Ancak çoğu zaman yetişkinler özellikle çocuklardan farklı olarak, değişime direnç göstermektedirler. Değişime açık olma, onu kabullenmeyi ve olaylara geniş bir açıdan, farklı boyutlardan bakabilmeyi geliştirir. Mitolojist 33 Robert Bly'm çiftçilerin artık kullanmadıkları samanlıkların çatı aralarında sık sık küçük kuş iskeletleri bulmalarını anlatan öyküsü olaylara değişik açılardan bakabilmenin anlamını ortaya koyan ilginç bir örnektir.97 Kapılar açıkken içeriye giren kuşlar kapılar kapatıldığında içeride kapalı kalmışlardır. Hep çatıdaki yarıklardan dışarıya çıkabilmek umuduyla yukarı doğru uçmuşlardır. Samanlık kapılarının altındaki belirgin açıklıklardan dışarı çıkmak üzere aşağıya inmeyi hiç denememişlerdir. Hafıza ve içgüdü, kapalı kapılar karşısında gösterilen geleneksel tepkileri değiştirmeyi son derece güçleştirmiştir. İnsanoğlu, iletişimini sağlamak ve geliştirmek için her dönem mevcut imkanlardan yararlanmıştır. İmkanlar el verdiğinde ateş yakarak iki tepe arasında dumanla ya da ormanda ilginç sesler çıkarmak şeklinde, bazen güvercinlerden faydalanarak, kimi zaman da birbirine yakın yerleşim bölgelerinde özel melodi ile ıslık çalmak suretiyle98 iletişim kurmaya çalışmıştır. Gelişen modern teknoloji ve yaygın imkanlara rağmen ıslıkla haberleşme, varlığını sürdürme adına, ülkemizde de bazı yörelerde kullanılmaktadır. Islıkla haberleşme, yaklaşık 350-400 yıllık bir geçmişi olan, Karadeniz Bölgesi'nde yaygın olarak kullanılan ve adına festival düzenlenecek kadar önem verilen bir iletişim yöntemidir. Karadeniz Bölgesi'nin coğrafi özellikleri nedeniyle yöre halkının yerleşim biçimi dağınıklık göstermektedir. Yerleşimin dağınık olmasından dolayı, halk tarafından zaman içinde geliştirilen ıslık dili günümüzde de kullanılmaktadır. Sis Dağı'nın batı yüzündeki yerleşim bölgelerinde kullanılan ve kuşdili olarak da adlandırılan ıslık dili, birçok ülkeden bilim adamı tarafından da incelenmektedir. Islık dili Avrupa'nın dağlık ülkelerinde karşılıklı vadi yamaçlarına yerleşmiş köylerde de yüzyıllardır kullanılmaktadır. Aslında bir bölgede ıslık dilinin iletişim yöntemine dönüşebilmesi, orada yaşayanların üzerinde mutabakata vardığı işaretlerin kullanılmasıyla mümkündür." Teknolojinin insana sunduğu fırsatların yanında geçmişin derin izlerini taşıyan iletişim alışkanlıkları, insanların yaşamlarında nostalji yönüyle de özel bir yere sahiptir. Önceleri insanlar sınırlı olan ve ortak kullanılan telefonlardan faydalanıyorlardı. Sonraları evlerde ayrı telefonlar kullanılmaya başlandı. Ev halkı ortak telefon üzerinden iletişim kuruyordu. Yakın dönemde yaşanan baş döndürücü teknolojik gelişmeler sayesinde günümüzde aile bireylerinin hemen hepsinin ayrı birer telefonu bulunuyor. Enikonu telefonsuz günlerin hiç olmadığı gibi bir duygu yaşanıyor. İlkokul çağındaki öğrenciler seviyesinde bile kullanılan yeni nesil iletişim teknolojisinden mahrum bırakılmak pek mümkün görünmüyor. Fakat ardından insan şu soruyu sormadan yapamıyor, acaba mevcut tüm imkanlar paralelinde Öncesine göre insanlar arası daha etkin bir iletişim süreci mi yaşanıyor? İletişim alışkanlıklarımız açısından çok özel bir önem ve konuma sahip bir başka örnek de, evlerimizin baş köşesinde yer alan ve çoğu evde bir den fazla bulunma ayrıcalığına sahip olan televizyondur. Televizyonun ilk çıktığı dönemlerde, mahallede sadece birkaç evde bulunduğundan, komşular toplanarak birlikte sınırlı sayı ve saatte yapılan programları birlikte seyredebilirlerdi. Zamanla televizyon renk değiştirdi, sayıları çoğaldı, hemen 34 her eve alındı ve ortak dünyalar ayrılmaya başladı. Sonrasında sadece komşular arası yaşanan bu süreç, televizyon sayısının, kanalların ve yayınların artmasıyla birlikte evdeki bireyler arasında da yaşanmaya başladı. Neredeyse karşılıklı aile ziyaretlerinin bile televizyondaki dizilerin program akışına göre yapılmaya başlandığı bir dönemde, etkili ve sağlıklı iletişim eksikliği açısından sorumluluğu sadece televizyona yükleyerek açıklama getirmek ne kadar mümkün olabilir? Deneyimli yazarlardan Aydın Boysan'in birlikte yaşam kültürüne ilişkin cümleleri, alınması gereken derslerle dolu. Kendisine "Şeyh ül Müverrihin" "Tarihçilerin Başı" unvanı verilen değerli bilim adamı, Halil İnalcık Hoca'nın eski bir İstanbullu olarak yıllar sonra Ortaköy'de başındım geçen olaya ilişkin -kaba ve acımasız bir toplum oldukşeklindeki genel değerlendirmesi, karşılıklı saygı ve hoşgörüye dayalı ilişkilerin yakındığı huzur dolu ortamların kaybolduğunu doğrulamaktadır. İnsanları yaşama bağlayan kökler, çevre ile ilişkileridir. Çevresi ile ilişkileri önemsemeyen, çevresinden kopan kişi, kendisini yaşama bağlayan kökleri, hayat iksirinden mahrum bırakır. Sağlıklı düşünen kafalar, farklar bile olsa benzeşir ve gruplaşırlar. Bu gruplaşmalar ve gruplaşmaların ilişkileri, toplumun iskeletini kurar. Toplumlar ancak, ilişkilerin güçlenmesiyle, kemiksiz ve sürüngen olmaktan kurtulurlar. Bizim eski kentlerimizdeki yaşama birimlerinde, insanlar birbirini tanımasa bile, hiç olmazsa "göz aşinası" olurdu. Yani birbirlerini, adı-sanı ile değilse bile gözleriyle tanırdı. Bu hiç olmazsa, bir yakınlaşma başlangıcıydı. Adına "mahalle" dediğimiz yaşam birimlerinde insanlar, bir sıcak ortak mekanın verdiği huzur duygusu içindeydiler. İstanbul'da yaşanmış gerçek bir olaya ilişkin anlatılanlar, sayın Boysan'ın kelimelerle ifade etmeye çalıştığı detayları somutlaştıracak çarpıcı bir örnek niteliğindedir; İstanbul'da trafikte kaza yapan bir vatandaşın diğer aracın sürücüsü ile arasında gerginlik yaşanmasının ardından konu karakola intikal eder. Konunun takibi amacıyla adresler verilir. Bu esnada olaya taraf olan her iki kişinin de aynı bina da alt alta oturdukları gerçeği anlaşılır ve taraflar barışarak olayın adli yönü kapanır. Ancak açılması gereken bir diğer önemli husus vardır ki, sonucun insan ilişkileri ve yaşanan gelişmelerin insanlar üzerindeki etkileri açısından değerlendirilmesi gerekliliğidir. Kanaatlerin Değişimi ve İletişime Yansıması Yaygın kanaatlerin insanlar üzerinde yarattığı etkileşim, önceden kestirilebilir sonuçları ortaya koymaktadır. Yani insan kendiliğinden zihinsel bir sürece sokularak mesaj içeriğine dahil edilmektedir. Çocuklardaki görme yeteneği üzerine yaptığı çalışmalarda Gesell, görme kuvvetinin hafife alınamayacağını ifade etmektedir. Görme yeteneği kişiyi olduğu gibi içine alır. Gesell'e göre, görme yeteneği; zihinsel durumdan, 35 el becerilerinden, koordinasyondan, zekadan, kişilikten oluşan bir sistemdir. Günlük yaşam içerisinde öğrenilenlerin değerlendirilmesi yapıldığında, "görerek" öğrenme oranının hakimiyeti açıkça görülecektir. % 1 tad alarak, % 1,5 dokunarak, %3,5 koklayarak, %11 işiterek, %83 görerek. Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Düşündüklerimiz ve inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Bireyin çevresinde sıkça karşılaştığı tekrarlara dayanan bilgiler, yaşamından çıkardığı dersler düşüncesinin oluşumunu etkilemektedir. Algılamaya bağlı olarak bireyin zihnindeki yapı, kalıp yargılar oluşturur. Bu yargılar farklılık gösterebilir. Ancak kalıp yargı oluşumuna neden olan etkilerin çoğu ortak bir toplumsal bağlamdan gelir. Birçok toplumsal kalıp yargının içeriği büyük oranda bireyler arasında paylaşılır durumdadır ve böylece bir bütün oluşturur. Genellikle toplumda sahip olunan etkileşime bağlı olarak, insanlara "Damperli bir kamyon size hangi rengi hatırlatır?" şeklindeki soruya verilen cevap, büyük çoğunlukla ortak bir özellik göstermektedir. Yine, "yanınızda olaya karışan bir aracın öncelikle neyine dikkat edersiniz?" şeklindeki soruya verilen cevap ise; "plakası" olmaktadır. Oysa bir aracın en kolay değişebilen parçası plakasıdır. Çok yakınında meydana gelen bir olay sonrasında kişilerin bilgisine başvurulduğunda; renk tanımlaması, kişi eşkali ve diğer ayrıntılar konusunda çok ilginç ve gerçeklerden çok uzak bilgiler verildiği görülebilir. Üstelik aynı olaya tanık olan insanların arasında bu farklılıklar yaşanmaktadır. Sonucu böylesine etkileyen kodların çözümü, kişilerin olay anından itibaren geriye dönük yaşamlarında saklıdır. Benzer durumlar kişilerin yönlendirilmesi ile de mümkün olabilir. Loftus ve Palmer, sorulan sorulardaki kelimelerle oynayarak kişinin olayla ilgili hatırladığı ayrıntıların değiştirilebileceğini öne sürmüşlerdir.107 Bu iki araştırmacı, çarpışan iki arabanın kaza anını videoya kaydederler. Daha sonra insanlardan bu arabaların kaza anında hızlarını tahmin etmelerini isterler. İki farklı şekilde sorulan "Arabalar birbirlerine girdiklerinde kaçla gidiyorlardı?" ardından "Arabalar çarpıştıkları zaman kaçla gidiyorlardı?" şeklindeki sorulara cevaplar farklı olmuş, ilk soruya daha hızlı gittiği cevabı verilmiştir. Bir hafta sonra, aynı kişilere kazada kırık cam görüp görmedikleri sorulur (ortada hiç cam yoktur). "Birbirine girmek" sözcüğünün kullanıldığı soruların sorulduğu kişiler, "çarpışma" sözcüğü kullanılan kişilere göre daha çok "evet" cevabı vermişlerdir. Bu durum, yaşantımızda edindiğimiz bilgi ve birikimler sayesinde kelimelere yüklediğimiz anlamlar nedeniyle farklılık gösterebilmektedir. Bazen insan yanlış algılamaktadır, fakat algılar genellikle doğruyu yansıttığından, her çarpıtma heyecan vericidir. Bu tür durumlarda, kanaat ortamına ilişkin algıların dayandığı sinyaller yanıltıcı sonuçlara neden olabilmektedir. Fakat bu sinyaller hakkında yeterince bilgi sahibi olunmadığında, yaşanan çelişkiyi açıklamakta zorluk çekilir. 36 Sosyal psikoloji ve iletişim araştırmaları 40'lı yılların ortalarından itibaren "selektif algılama" [algıda seçicilik] konseptini keşfetmişlerdir. Lippman bu seçiciliğin yol açacağı sonuçları şu şekilde özetlemektedir; Gerçekliğin basitleştirilmiş imajı, insanların gerçekliği, kafalarının içindeki gerçekliktir. Gerçekliğin ne olduğunun önemi yoktur artık, önemli olan kişinin ona dair kafasındaki varsayımlarıdır. İnsanın ümitlerini, çabalarını, duygu ve davranışlarını yalnızca bu varsayımlar belirler. İnsanların sahip oldukları değer yargıları karşılıklı ilişkilerin seyri konusunda önemli rol oynamaktadır. Tren testi109 bu açıdan ele alındığında, gerek uygulanma biçimi gerekse sonuçlan açısından oldukça ilginç noktaları ortaya çıkarmaktadır. "Tren testi"nin amacı, insanların çevrelerini gözlem anında gösterdikleri dikkatin tespitine yöneliktir. Hazırlanan ankette daha önce sorulmamış ilginç bir soru yer almaktadır. Söz konusu anket, ev kadınlarıyla çocuk eğitimi konusunda yapılan susma ve konuşma eğilimlerinin test edilmesine ilişkin bir ankettir. Ankete katılan kadınlara, sohbet eden iki kadını gösteren resim verilerek, "Kadınlardan hangisinin görüşlerine katılıyorsunuz?" sorusu yöneltilir. • Resimdeki kadınlardan birinin ifadesi şöyledir: "Çocuklara dayak atılmasını kesinlikle yanlış buluyorum, insan çocukları dövmeden de eğitebilir". • • Ankete katılan ev kadınlarının %40'ı bu görüşü paylaşırlar. Resimdeki diğer kadın ise şunu söylemektedir: "Dayak eğitimin bir parçasıdır ve şimdiye kadar hiçbir çocuğun zararına olmamıştır". • Ev kadınlarının % 47'si bu görüşe katılırken % 13'ü kararsız kalmıştır. Anketin ikinci sorusu; • "Önünüzde beş saatlik bir tren yolculuğu olduğunu düşününüz, sizinle aynı kompartımanda seyahat eden bir kadın diyor ki..." Bu soru, ev kadınlarının birinci soruya verdikleri cevaba göre değişiyordu. • • Dayaktan yana olduklarını belirten kadınlara soru, "sizinle aynı kompartımandaki yolculardan bir kadın çocuk eğitiminde dayağa kesinlikle karşı olduğunu söyleyerek sohbete başlıyor. Bu kadınla sohbet eder miydiniz, yoksa söylediklerini dikkate almaz mıydınız?" biçiminde yöneltilirken, • dayağa karşı olduklarını söyleyen kadınlara, 37 • "... bir kadın, çocuk eğitiminde dayağın da gerekli olduğunu söyleyerek sohbete başlıyor..." biçiminde soruldu. Yani, ev kadınları kendisiyle zıt bir görüşe sahip bir başka kadınla karşı karşıya getirildi. Sonunda herkese aynı soru soruldu: "Görüşlerini daha yakından Öğrenmek için bayanla sohbet eder miydiniz, yoksa bunu pek önemsemez miydiniz?" Bu "tren testi" değişik konularda tekrarlandı. Araştırmak istenilen hipotez şuydu: Farklı cepheler, zıt görüşlerin olduğu ortamlarda, fikir beyan edip etmemek konusunda farklı bir tavır içindedirler. Fikirlerini açıkça ortaya koyma ve savunma eğilimindeki taraf, daha güçlü olduğu izlenimini uyandırarak görünüşte daha güçlü olan bu saflara katılmak konusunda insanları etkilemektedir. Kamuoyu açısından daha az tercih edilen görüşe sahip olanlar karşıt görüşe sahip olanlarla bir araya gelmeye istekli değilken, kamuoyu tarafından daha çok tercih edilen görüşe sahip olanlar diğerleri ile bir araya gelme konusunda daha istekli oluyor. İletişim Bir Bütündür İletişim biçimindeki bütün özellikler ve iletişim süreci, birbirinden ayrılmayan parçalardır.110 İlerleyen bölümlerde ifade bulacak sözsüz iletişim özellikleri, beden dili, jest ve mimikler, vücudun duruşu, iletişim ortamının ve kullanılan araçların niteliği ile sürecin sadece belirli bölümlerine bakılarak yapılan değerlendirmeler farklı sonuçları ortaya çıkarabilir. Davranışlar gerçekleştiği anda sergilenen tavır, duruş, hareket ve sözler bir bütün olarak dikkate alınmalıdır. Bu bütünsellik sürecin geçmişe dair izlerini de kapsadığında ideal bir iletişim süreci yaşanacaktır. Günlük yaşantının stresli yoğun temposu içinde, özellikle trafikte yaşanan gerginlikler, yakın ya da derin geçmişin izlerini taşıyan mesajlar içermektedir. Bazen insanın kendisinin bile anlam veremediği türden çıkışlar, sakin bir ruh hali veya sonrasında değerlendirildiğinde abartılı ve gereksiz olarak görülebilmektedir. Bu tarz aşırı davranışlar hangi ortamda olursa olsun karşılık bulduğunda, sonucu vahim durumlara ulaşacak kadar iletişim çatışmalarına neden olmaktadır. Bütün sorumluluğu strese yükleyerek kestirme çözümler yerine, iletişimde tarafları zorlayıcı ancak süreci bir bütün olarak değerlendiren yapıcı yaklaşımlar gösterilmelidir. Stres konusunda unutulmaması gereken bir ayrıntı da; stresin insanda sürekli var olduğu ve vücut ısısı gibi dış etkenlere bağlı olarak bünyesel tepkilerle zaman zaman yükseldiğidir. Bir insan için dengeli vücut ısısı ya da bir aracın lastiğindeki dengeli hava ne derece yaşamsal bir özelliğe sahipse, stresin insan üzerindeki etkisi de benzer öneme sahiptir. İletişim kazaları da, trafik kazalarına benzer. Bazı davranışları ısrarla uygulamak, kurallara aykırı davranmak, o ana kadar bir olumsuzluğa neden olmasa da, olmayacağı anlamına gelmez. Davranışları yanlış yönlendirme, 38 duyguları yönetme konusundaki isteksizlik veya duyarsızlık her an bir iletişim kazasının yaşanmasına neden olabilecektir. Davranışların yanlış değerlendirildiği ya da algılandığı durumlarda, sürecin bir bütün olarak dikkate alınmadığı anlaşılacaktır. Özellikle bir görevli ya da çalışanın müşteri ile iletişimi açısından, karşısındaki kişinin genel bakışı, karşılaşma anına taşınan süreçten bağımsız düşünülemez. Öncesinde yaşanan bir gerginlik ya da sakin bir ruh halinin devamı, çalışanın tavrı ile biçimlenecek, sinerji yaratacak ve bir bütünlük oluşturacaktır. Bu bütünlük ve etkileşim, ilerleyen süreçteki iletişimin nitelik ve seyrini belirleyecektir. İlişkinin paralel iletişim biçiminde devam etmesi, iletişimin kendi halinde devamını sağlayacak, ancak seri iletişim özelliğinden yoksun kalınacaktır. Seri iletişim yöntemi, farklı özelliklerin bir araya gelerek birleşimleri sonucu, kendilerinden daha güçlü bir oluşum yarattıkları bir değerler bütünlüğünü ifade etmektedir. Çoğu insan ilişkilerinde bu paylaşıma önem vermediğinden, enerjisini harcamasına rağmen, beklenen bütünlük ve mutluluktan uzak kalmaktadır. İletişimde sinerji paylaşımı, paylaşım ise, akılla sezginin uyum içerisinde birleştirilmesinden kaynaklanan bir bütünlüğü ifade etmektedir. Eski bir sufi öyküsüne göre;m ormanın içinde kaybolmuş kör bir kişi çıkış yolu ararken, ayağı takılarak yere düşer. Düştüğü yeri anlamaya çalışırken fark eder ki, bir kötürümün üzerine düşmüştür. Her ikisi birlikte sohbete başladıklarında ortak bir biçimde bahtsızlıklarından yakınırlar. Görmez der ki: "Kaç zamandır bu ormanda dolaşıp duruyorum, hala bir çıkış yolu bulamadım." Kötürüm de cevap verir: "Ben de kaç zamandır buracıkta yatıp duruyorum ve bir türlü kalkıp gidemiyorum." Orada öylece konuşup dururlarken, kötürümün aklına birden ilginç bir fikir gelir ve bağırır: "Tamam buldum. Sen beni omzuna al, ben de sana nereden gideceğini söyleyeyim. Birlikte bu ormandan çıkabiliriz." Eski zamanların öykü anlatıcısına göre kör, rasyonelliği simgeliyordu, kötürüm de sezgiyi. Bu ikisi birleştirilmeden ormandan çıkış yolunu bulmak oldukça zor görünüyor. Günlük yaşamda karşılaşılan bir çok soruna dair çözümler çoğunlukla ortada duruyor olmasına rağmen göz ardı edilmesi, sorunların büyümesine ve ardından farklı sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Etkili İletişim İyi Bir Dinleyici Olmayı Gerektirir İyi bir dinleyici, sadece her gittiği ortamda tercih edilen bir kişi olmakla kalmaz, belli bir süre sonra çok bilen biri de olur. 39 Sağlıklı bir iletişimin önemli özelliklerinden birisi olan dinleme, karşılıklı olarak gerçekleşmelidir. Gönderilen mesajın karşılığı olarak geri dönen bildirim feed-back dikkatle algılanıp takip edilmeli ve iletişimin sağlıklı seyri açısından titizlikle değerlendirilmelidir. Goethe'ye göre konuşmak bir gereksinim, dinlemek ise bir sanattır. Günlük yaşamda ortalama olarak, iletişim süreci esas alındığında; etkinliklerin %45'ini dinleme, %30'unu konuşma, %16'sını okuma ve %9'unu yazma oluşturmaktadır. Ancak yine yapılan araştırmalar göstermektedir ki, çoğu insan özellikle de çalışma ortamında işitme kapasitesinin sadece %25'i kullanmaktadır. İyi bir dinleyici olma eğilimi gösterilmesine rağmen, dinleme kapasitesinin tamamı ancak dinlemenin zorunlu olduğu zamanlarda ya da çok kısa süreli olarak kullanılmaktadır. Theodore Reik etkili dinlemeyi "üçüncü kulakla dinleme" olarak tanımlamaktadır. Marquise de Sevigne bu konuda ilginç bir yaklaşımda bulunmuştur; İnsanların iki göz, iki kulak ve fakat bir dil ile yaratılmaları, onların konuştuklarından iki kat fazla dinleyip, bakmalarını gerektirdiği içindir. Konuşma hızı ile düşünme ve dinleme hızı karşılaştırıldığında arada ciddi bir farkın olduğu görülecektir. İnsanların normal şartlarda konuşma hızı, dakikada 100 ile 140 kelime arasında bulunmaktadır. Yine insan dakikada yaklaşık 500-600 kelime anlayabilecek bir sinir sistemine sahiptir. Aradaki farktan kaynaklanan zamanı genellikle insan, farklı alanlara yönelerek doldurmaya çalışır. Etkili dinleme tam bu noktada kendisini göstermektedir. İyi dinleyici, bu boş zamanı karşısındakine yoğunlaşarak değerlendirir. Ayağa kalkıp konuşmak kadar, dinlemek de cesaret gerektirir. Etkili bir iletişim etkili bir dinleme ile mümkündür. Etkin bir dinleme söylenenlerin ardındaki duygu ve düşüncelere dair mesajlar taşır. Dinlemek iletişimde başlı başına aktif olmayı gerektiren etkili bir eylemdir. Etkin bir dinleyici konuşan kişi ile anlam bütünlüğünü sağlama konusunda iletişim halindedir ve iletişimde geri bildirimin önemini bildiğinden, özenle karşılık vermeye çalışacaktır. Dinleme konusunda yapılacak birkaç teknik açıklama anlatımı kolaylaştıracak ve zenginlik kazandıracaktır. ABD Minnesota Üniversitesi'nden uzmanlara göre, Amerikalılar her gün iletişime ayırdıkları sürenin, yüzde 9'unda yazı yazarlar, yüzde 16'sında okurlar, yüzde 30"unda konuşurlar ve asıl önemli olan ise yüzde 45'inde dinlerler. Ancak yine de insanların çoğu etkili dinleyici değildirler. Yapılan testlere göre; 10 dakikalık bir konuşmayı dinledikten hemen sonra, ortalama dinleyici söylenenlerin yaklaşık yarısını işitmiş, anlamış, doğru olarak değerlendirmiş ve hatırlamıştır. Kırk sekiz saat içerisinde bu, %50 daha azalarak, %25 etkililik düzeyine inecektir. Bir haftanın sonunda, söz konusu düzey yaklaşık %10 seviyesine kadar düşecektir. New England telefon şirketinde karşılıklı iletişim açısından dinlemenin önemini vurgulayan uygulama ilginç sonuçlar ortaya koymuştur.124 Şirketin operatör yardımıyla yapılan konuşmalarında yaklaşık yüzde 20 oranında 40 dinleme problemi nedeniyle gecikme olduğu saptanmıştır. Ortalama gecikme sadece Ön beş saniye olmasına rağmen, yaklaşık 847.000 dolarlık bir değeri ifade etmektedir. Şirket, etkili dinlemeyi personeline öğretmek için program geliştirdikten sonra, belirtilen kaybın yaklaşık 500.000 dolarlık bölümünü kurtardığını hesaplamıştır. Günlük yaşantının yoğun temposu içerisinde özellikle aile içi ilişkilerde, dinleme eksikliğinin iletişime olumsuz yansımasından kaynaklanan örnekler sıkça yaşanmaktadır. Roger AILES "Mesaj Sizsiniz" adlı eserinde; aile içi ilişkilerde çocuklara dinlemenin önemi anlatıldığında, hayatta daha da başarılı olacaklarını belirtmektedir. Çoğu zaman anlatılmak istenenler, insanların tepkileri dikkate alınmadan ve söyledikleri dinlenmeden, birbiri ardına sıralandığından, paylaşıldı zannedilerek, anlamsız bir biçimde boşlukta kalmaktadır. Teknolojik imkanlar dinleme konusunda temel fiziksel ya da biyolojik sorunların çoğunu çözmüş olmasına rağmen, iletişimde pek çok sorun psikolojik nitelikli dinleme engellerinden ve gerektiği gibi dinlemeyi bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çoğu kez, yetersiz dinleme bilinçli bir tercihin sonucu değildir. Myers ve Myers, dinleme konusunda yaygın iki kanaatin, sürecin anlaşılmasını ve başarısını zorlaştırdığını belirtirler; • İşitme(duyma) ile dinlemenin aynı ve tek bir olgu sanılması, • Dinlemenin doğal bir süreç kabul edilmesi. İşitme ile dinleme birbirleriyle ilişkili, ancak birbirlerinden ayrı eylemlerdir. İşitme fizyolojik, dinleme ise psikolojik bir süreçtir.127 Fizyolojik olarak, işitme; ses dalgalarının dış kulaktan kulak zarına iletildiği, orta kulakta mekanik titreşimlere; iç kulakta da beyine giden sinir akımlarına dönüştüğü bir süreçtir. Dinleme adı verilen psikolojik süreç, bireyin, seslerin ve konuşma örüntülerinin farkında olmasıyla ve onlara dikkatini vermesiyle başlar. Belli işitsel işaretleri tanıması ve hatırlamasıyla sürer ve anlamlandırmasıyla son bulur. İletişim kurmaya çalışan kişi, çeşitli yollardan gönderdiği mesajı alacak kimsenin dinleme yeteneğini de ölçmek durumundadır. Çünkü iyi "işitmek", her zaman "iyi dinlemek" değildir. Dinlemek, pasif değil aktif bir süreç olduğundan, bazı insanların kötü dinleme alışkanlıkları, genellikle karşısındaki konuşurken başka konuları düşünme, dikkat dağınıklığı, savunmaya geçme, belli konulara takılıp kalma, önyargıları aşamama şeklinde gerçekleşebilmektedir. Bir toplantıda anlatılanlara ilişkin dinleyicinin bir noktada takılıp kalması gibi. Genellikle bu tür yaklaşım biçimi kişinin belli bir konuya odaklanıp, diğer konulardan kopması şeklindedir. Anlatılanlara dikkat edilmez, konuşmacıyı zor durumda bırakabilecek ve/veya katılımcılar tarafından ilginç olarak yorumlanabilecek soruların arayışına girilir. 41 İyi iletişim kuramayan kişi, ne demek istediğinin kendisini dinleyen tarafından tahmin edilmesini bekleyerek iletişim kurduğunu zannetmektedir. Yeterince tanımlanmayan konu, dinleyenin kendi değerleri ve algılaması doğrultusunda çoğunlukla eksik ya da yanlış olarak yerine getirilecek, iletişim kopukluklarına neden olacaktır. Bir dinleyici genellikle toplum içindedir. Ancak bir kitap okurken kişi yalnızdır. Sayfaları tekrar okuyabilme imkanı varken, konuşan kişinin söylediklerini tekrar etmesi genellikle imkansız ya da uygunsuz olacaktır. İnsanlar iletişimde konuşmanın daha etkili olduğu düşüncesine sahiptir. Ancak etkili bir dinleme olmadığında, etkili bir konuşmadan bahsetmek mümkün değildir. Bu durum kendisini işitmek (duymak) ve dinlemek arasındaki ayrım da açık olarak göstermektedir. Kişinin çevresinde var olan sesleri doğal bir süreç içerisinde duyduğu varsayılabilir, ancak tanımlama ve özellikle karşılık verme bakımından dinlemenin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Belki de John Adair'in de ifade ettiği gibi, mantıksal açıdan bakıldığında, dinleme konuşmadan önce gelmektedir. İletişim Öğrenilebilir Çevresiyle sürekli iletişim halinde olan insan, zamanla kazandığı deneyim ve birikimlerle, yaşamını şekillendirmektedir. İster bir öğrencinin okula yeni başladığında yaşadığı uyum sürecinde gösterdiği gayret olarak, isterse bir politikacının kitlelerle iletişim kurmak için sarf ettiği çabalar açısından değerlendirilsin, iletişim yeteneği öğrenilebilir özellikler taşımaktadır. İletişim doğuştan sahip olunması gereken bir yetenek değildir. Sonradan kazanılabilir ve öğrenilebilir bir özelliğe sahiptir. En güçlü öğrenme doğrudan tecrübeyle olur. Gerçekten de yemeyi, sürünme-yi, yürümeyi ve iletişimi dolaysız sınama ve yanılma ile öğreniriz. Bir eylem yapar, sonuçlarını görürüz; sonrasında yeni ve farklı bir başka eyleme gireriz.'29 Edinilen bireysel ve toplumsal deneyimler sayesinde yanlışları tekrardan kaçınarak daha etkin ve dengeli iletişimin temellerini oluşturmaya çalışırız. İletişim becerisi doğal bir yetenek olarak algılandığından, genel anlamda geliştirme konusunda ihmal edilen alanların başında gelir. Ancak yaşananların doğasında dinamik ve geliştirilebilir bir süreç dikkat çekmektedir. Bu yönde bir kez adım atılmaya başlanıldığında iletişimin çekim gücünden kurtulmak imkânsızlaşacaktır. Yaşamın her anında ve alanında gerçekleşen bu süreç, kişisel değerler üzerine düşünme ve değerlerle kişisel davranışları uyumlaştırma; başkalarını ve onların görüşlerine değer verme çabası olarak yaşam boyu sürdürülebilir bir özellik taşımaktadır. İlişkilerimizin düzenli olması, kalıcı kırgınlık ve çatışmaların yaşanmaması, bu yönde gösterilen gayretle yakından ilgilidir. Sağlıklı iletişim kurmanın ihtiyaç ve arzusunu yaşamının her döneminde önemseyen, ancak geliştirme konusunda aynı oranda duyarlılık göstermeyen birey, doğru iletişim kurmanın yollarını öğrenebilir. Bunu başarabilmenin yolu; hazırlık, çalışma, kişisellik ve performans aşamalarından oluşan süreci tamamlama gayret ve isteğiyle ilgilidir. 42 İletişim becerisi doğuştan gelen bir yetenek olarak değil, zaman içerisinde bireyin beklenti ve çabaları doğrultusunda şekillenen süreç olarak dikkate alınmalıdır. Önyargısız davranıldığında, iletişimde yaşanan eksikliklerin tespiti ve geliştirilmesi amaçlı gayretler daha kolay sonuç verecektir. Yaşanan ve iletişim sürecine olumlu yansıyan her gelişme, ilişkileri güçlendirecek, daha sağlıklı ve kolay ilişki kurabilmenin farklı yönlerini gösterecektir. İletişimde yapılacak en büyük yanlışlık, sürecin kendi akışına bırakılmasıdır. Oysa, iletişimi güçlendirmek ve daha etkin kılmak için katkı da bulunmak gerekecektir. Bu yönde yapılacak çok fazla bir girişimin olmadığını kabullenmek, kişinin yaşama bakış açısına da yansıyacaktır. İletişim bir paraşüte benzetilirse, ancak açık olduğunda fayda sağlayacaktır. Bu durum nasıl kullanılacağını, öncesini ve sonrasını değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Düşünürken ya da konuşurken, acele karar vermek, önyargılı davranmak, söylenenleri yeterince tartmadan söylemek, çok genel ifadeler kullanmak, yeterince bilgi sahibi olunmayan konularda başkalarına ahkam kesmek, ünlü kişilerin sözlerini kişisel iddiaların doğruluğunu kanıtlamak için kullanmak, fikrini kabul ettirmek için karşısındakini aşağılamak, baskı altına almak, statü veya popülarite kullanmak, bir başkasının fikrini yeterince anlamadan savunmaya geçmek ya da saldırmak… Bu davranışlar, tartışmaları yetersiz, tutarsız sonuçlara yani safsatalara götürür ve iletişim ortamını çekilmez hale getirir. Küreselleşen dünyamızda kişisel dinamikler her gün daha da önem kazanmaktadır. Kendiyle ve diğerleri ile barışık, mutlu ve başarılı yaşamın anahtarı olumlu ve yapıcı iletişim becerisidir. Bu ideali gerçekleştirebilmenin yolu öğrenmeden geçer. İletişimin öğrenilmesi, ilişkinin alfabesi niteliğindedir. Yaşama dair kodlar bir kez öğrenildiğinde, tüm ilişkiler kendiliğinden çözümlenir. Öğrenmeye yönelik her yeni adım, insana farklı dünyaların kapısını aralayacaktır. Etkili İletişim İçin Kişiler Birbirlerinin Duygu ve Düşüncelerini Doğru Olarak Anlamalıdır Unutma ki, Her seven adsız bir kahramandır, Unutma ki, İnsan; sevdiği ve sevildiği kadar insandır... Karşısındakinin yalnızca duygularını ya da yalnızca düşüncelerini anlamak, etkili iletişim için yeterli değildir.Kişinin kendisini tamamen karşısındakinin yerine koyarak davranması, sempatik bir yaklaşım olarak karşılanabilir ancak empatik olmaktan uzaktır. Asıl önemli olan karşıdakinin ne düşündüğünü ve hissettiğini 43 dikkate alarak kendi özel yaklaşımını iletişime yansıtmaktır. Bu yaklaşım biçimi aynı zamanda empatik davranış olarak ifade edilmektedir. Bu konuda verilecek en güzel örneklerden birisi de, Atatürk'ün tarihimizde çok özel bir yeri olan Çanakkale Savaşları sırasında ölen yabancı ülke askerlerine hitaben söylediği sözlerin içerisindeki mesajlardır; "Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar1. Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetlerle yan yana koyun koyunasımz. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır." Empati, sempati değildir.Empati, karşısındakini beğenmese de anlamaya çalışma, sempati ise, yapılanlar doğru olmasa da benimseme, olduğu gibi kabullenme gayretidir. Bir tür anlaşma, bir tür yargıdır. Bu ilişki düzeyi iki şekilde yorumlanabilir; Kişi başkalarını kendisine göre -aynı koşullarda nasıl düşünüyor ya da hissediyorsadeğerlendirir, ya da farklı bir bakış açısıyla, karşısındakinin koşullarına göre -onun gözüyle görme- değerlendirir. Empatik olmayan bir insan sempatikte değildir. Bazen empati ile sempati öylesine iç içe yaşanır ki, empatinin yerini ne zaman sempatiye bıraktığı anlaşılamayabilir. İnsan ilişkilerinde empati, sempatiden çok daha önemli bir öğedir. İnsanın karşısındakini anlama çabasını belirlediğinden, bireyi en az sempati kadar güzelleştiren ve olgunlaştıran bir yetenektir. Çünkü insanlar, kendilerini anlayan ya da en azından anlamaya çalışan insanları diğerlerinden daha çok severler. Yaşam, insanı kendi ilkeleri ile kimi zaman çatışan diğer insanların ilkeleri arasında tercihe zorlayabilir. Bu tür durumlar karşısında kişi, vicdanı ile empati arasında doğru dengeleri bulduğunda mutluluğun sırrını da çözecektir. Sadece diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki açısından değil, kişinin kendi iç dünyası ile olan ilişkilerinin düzenli sürmesi açısından da empati önemli bir rol üstlenmektedir. Diğer insanlarla kurulan empati -vekaleten yapılan içebakış yoluyla insan kendi iç dünyasına dair ip uçlarına ulaşabilir. Fiziksel dünyada mevcut olmadığından, kişinin kendi iç dünyasını duyu organlarıyla algılaması mümkün değildir. Ancak iç dünyamızda kopan bu fırtınalar gerçektirler ve iletişim tarzımızı temelden etkiler. Yaşananları, içebakış ile anlamlandırmak ve diğerleriyle kurulan empati sayesinde de gözlemlemek mümkündür. Eski bir Yunan özdeyişi "Herkes, başkalarının davranışlarını, kendilerini onların yerine koyarak değerlendirir" şeklindedir. Bu bakış açısı kişilerarası iletişimde beklenmedik zorlukların yaşanmasına neden olabilir. İletişimde tarafların birbirlerini anlama konusunda yaşadığı bu zorluklar, genellikle mukayese yapılabilecek değer yargısının kavranmasındaki güçlüklerden kaynaklanmaktadır. Sorunların aşılabilmesi için, değer yargısıyla özdeşleştirme yapmak yerine, onun yarattığı duygular üzerinde yoğunlaşmak tercih edilebilir. 44 Bir başka deyişle kişinin, diğer bireylerden gelen bilgiye karşı, kendinden kaynaklanan bir önyargı ve/veya önduyu ile davranmaması gerekir. Karşıdan geleni algılama ve kendisini ona verme, ne kadar tam olursa, empati olanağı da o kadar fazla olur. Amerikalı Sosyal Psikolog Mead, konuşmanın gelişiminden bahsederken bu durumu "taking role of the other" (diğerinin rolünü almak) şeklinde tanımlarken, somut olmayan, duygusal, tasarlamaya dayanan bir "rol" almayı düşünmektedir. İnsan empati sayesinde bulunduğu yerde mevcut durumu çok çabuk sezip anlama ve ona göre uyum gösterme imkanı bulur. Bu süreç, birbirini tamamlayan iki aşamadan meydana gelir; ilk aşama, bilme, kavrama yani bilişsel (cognitive) kısımdır. İkinci aşama, tasarıma ve hayal etmeye dayanan, duygusal olarak diğerinin rolünü almak "onun rolünü yaşamak" tır. Karşısındakini anlama gayreti, "senin yerinde olsaydım,... şöyle davranırdım" tarzında bir söylem değildir.143 Ancak genellikle bu tür ifadeler kullanarak empati kurulmaya çalışılır. Bu durum, karşısındaki insanın hislerini ve düşüncelerini anlamaya çalışmaktan daha çok, ona kendi bakış açısını sunmaktır. Yaptığının yanlış olduğunun bir başka biçimde ifadesidir. Kişiyi anlamaktan uzaktır. Aile içerisinde bu tür Örnekler sıkça yaşanır. Basketbol takımında oynayan ve bir sonraki maça çıkamayacağını ailesi ile paylaşan çocuğa, "bu duruma üzülmemesi" şeklindeki söylem, büyük olasılıkla onun "anlaşılamamışlık duygusu" yaşamasına neden olacaktır. Ebeveyn kendi yaşantısından benzer olaylar karşısında hissettiklerini çocukla paylaştığında ise, "anlaşılma" ihtiyacını büyük oranda karşılamış olacaktır. Uzmanların tahminlerine göre, işyerinde yaşanan başarısızlık ve yapılan hatalar %70 oranında iletişim yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.144 Bu başarısızlık dolaylı olarak şirketin genel başarı grafiğini de etkilemektedir. Kişinin hiç yaşamadığı bir olay ya da farklı değer yargılarından kaynaklanan davranışla karşılaşması durumunda, iletişim sorunu yaşamaması için, bu durumun insan üzerinde yarattığı duygulardan yola çıkması, başlangıç olarak faydalı olacaktır. Örneğin bir görevlinin, bir yakınını kaybetmiş ya da değerli bir eşyası çalınmış kişinin o anki ruh halini ve yaşadığı deneyimin etkilerini anlaması güç olabilir. Böyle bir durum karşısında kişi, kendi başından geçen benzer bir olayın yarattığı korku, endişe ve üzüntü benzeri duygulara yoğunlaştığında, karşısındaki kişinin içinde bulunduğu durumu anlaması ve paylaşması çok daha kolay olacaktır. Karşımızdakini anlamaya yönelik çabanın önemi ve iletişimin seyrine etkisine dair aşağıda verilen tebessüm yaratacak kısa hikayenin, aynı oranda düşündürücü olduğu da görülecektir. Ünlü bir kalp cerrahı arabasının motorunda meydana gelen bir arıza nedeniyle tamirhaneye gittiğinde, tamircinin ilginç tepkisiyle karşılaşır. Tamirci, kendisinin çok zor şartlarda çalıştığını, adeta bir doktor gibi aracın rahatsızlığını tespit edip, gidermeye çalıştığını ancak konuşmasını daha da uzatarak bir doktor kadar kazanamadığını söyleyince, doktor kendisini tutamayıp, şu soruyla cevap verir; "Pekala tüm bu söylediklerini arabanın motoru çalışırken yapabilir misin?" Günlük yaşamda olaylar belki bu kısa hikayedeki kadar sempatik olmayabilir. Ancak insanlar kendi yaşantılarını olumsuz kılma konusunda gösterdikleri gayreti sahip oldukları değerlerin farkına varma konusunda göstermiş 45 olsalar, çok daha olumlu sonuçlar yaşanır. Yaşam bir tercihler sürecidir. Sadece karşındaki insanın sahip olduklarına bakarak süreci belirlemeye çalışmak, hem zamanın elimizden akıp gitmesine hem de başarısız ilişkilerin gerekçeleriyle boğuşmamıza neden olacaktır. İletişim halinde olan tarafların, örneğin sınıfta ders anlatan bir öğretmen ile öğrencilerin arasına 6 rakamı yazıldığında, taraflar karşılıklı olarak rakamı kendi açılarından değerlendirecektir. Bir tarafın rakamı 6 olarak ifade etmesi, diğer tarafın rakamı 9 olarak algılayıp değerlendirmesini engellemeyecektir. Böyle bir durumda sağlıklı bir iletişim sürecinin gelişebilmesi, tarafların karşısındakinin gözüyle durumu değerlendirebilme yetenek ve arzusu ile yakından ilgili görülmektedir. Karşılaşılan sorunlar her zaman tarafların çok iyi bildiği rakamlar kail.ir açık bir görünümde olmayabilir. Taraflar karşılıklı olarak anla(şıl)ma üzerine ortak bir irade gösterdiklerinde, iletişimi ihtiyaçların belirlenmesi ve giderilmesi konusunda geliştirebileceklerdir. İhtiyaçların dikkate alınması iletişime ayrı bir ahenk katacaktır. Bu yaklaşım ve anlayış, iletişimin bir paylaşım süreci olduğunu da ortaya koymaktadır. İnsanların birbirlerinin duygu ve düşünceleri anlama gayreti, paylaşım sürecini desteklemektedir. Bir zamanlar köyün birinde, insanlar tarafından akil kişi olarak kabul edilen ve zorda kalınan konularda kendisine danışılan bir bilge kişi yaşamaktadır. Aynı köyde yaşayan ve maddi durumu yerinde olan ileri gelenler, bilge kişinin kendilerini çağırmadığını, yaptıklarının önemli olmadığını ve insanların bu durumu gereksiz yere büyüttüğünü bahane ederek rahatsızlıklarını yoğun olarak dile getirmeye başlarlar. Bu durumu öğrenen bilge kişi, köyün ileri gelenlerini yemeğe davet eder. Fırsatı değerlendirmek üzere davete giden misafirlere yer sofrasında ve aynı tencere içerisinde yemek sunulur. Ancak kullanacakları kaşıklar normalden daim uzun saplıdır. Misafirler başından sonuna kadar yemek için uğraşırlarken üzerlerine dökerler. Bu durum hem ortamı gerginleştirmiş ve hem de gelenlerin iştahını kaçırmıştır. Yemek sona erdikten sonra ayrılan köyün ileri gelelileri durumu kendilerine soran diğer insanlara bilge kişiyi kötülemiş, üstelik misafir olarak aç bıraktığını belirtmişlerdir. Bilge kişi kısa bir süre sonra bu kez köyde gönül ehli, varını yoğunu paylaşan, kanaatkar ve durumu çok da iyi olmayan insanları yemeğe davet eder. Aynı şekilde sofra hazırlanmış ve aynı kaşıklar gelenlere dağıtılmış. Kaşıklan eline alan misafirler, tencereden aldıkları her kaşığı karşındakine uzatınca gayet düzenli bir biçimde yemeklerini yemişler ve hoş bir sohbetin ardından evden ayrılmış-hırdır. Daha önceki yemekte aç kalan köyün ileri gelenleri nelerin yaşandığını sorduklarında, sadece davette yaşananlara ilişkin değil, paylaşmanın değerine dair de çok şey öğrenmişlerdir. İnsanlar arası iletişimde paylaşımın ne denli önem taşıdığını gösterir örneklemeler günlük yaşantının hemen her alan ve anında kendisini göstermektedir. Önemli olan bunların farkında olmak ve değerini anlayabilmektir. Çarpıcı örneklerinden birisi de geçmiş dönemde var olan ve Türk mahallelerinin birer centilmenlik anıtı olarak tarihe geçen "Sadaka Taşı" uygulamasıdır.145 En makbul yardım gizliden gizliye yapılan yardımdır ve eskiler bu iş için 'sadaka taşını kullanmışlardır. Çoğumuz pek bilmeyiz ama, bu sadaka taşlarından biri İstanbul'da halâ ayaktadır. 46 Eski İstanbul'da yardımların en göze batmayanı 'sadaka taşları' kullanarak yapıldı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu. İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblâğın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. 17. yüzyıl İstanbul’unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşa tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmıştı. 140 İnsanın sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin paylaşımı ileti simin devamını etkilemektedir. Günümüzde ilişkilerin yüzeyselliği konusunda ve karşılıklı beklentilere dayandığına dair söylem ve örneklet sıkça yaşanmaktadır. İki iyi arkadaşın arasında yaşanan hikaye ilgini detaylar taşımaktadır. Günün birinde, iki iyi arkadaş aralarında konuşurken biri diğerine sorar; ok güzel on tane evin olsa birini bana verir misin ? Arkadaşı hiç tereddüt etmeden cevap verir. Elbette. Bu kez arkadaşı tekrar sorar; Çok güzel ve son model on tane araban olsa birini bana verir misin ? Arkadaşı tekrar duraklamadan cevap verir. Elbette veririm. Bu sorunun ardından arkadaşı tekrar sorar; On tane büyük ekran televizyonun olsa birini bana verir misin? Arkadaşı bu kez de tereddüt etmeden evet cevabını verir. Bu sorular üzerine arkadaşı son bir soru daha sorar; Peki, kaç tane gömleğin var?, arkadaşı yaklaşık on tane olduğunu söyler. Arkadaşının sorusunun devamı gelir, peki bunlardan birini bana verir misin ? Arkadaşı bu kez biraz düşünür ve mazeret üretmeye başlar ve isteksizliği hemen anlaşılır. İnsanlar genellikle kendisinde olmayan konusunda son derece rahat olur da, aynı rahatlığı sahip olduklarının paylaşımı konusunda göstermekte cimri davranır. Bu durum ilişkileri olumlu yönde etkileyen övülme, takdir edilme gibi temel değerler konusunda da görülmektedir. 47 İletişimde Mesaj Anlamlarda Değil İnsanlardadır Anlam, insanların dıştan gelen bir uyarıcıya verdikleri içsel tepkilerdir. Sözcüklerin tek başına bir anlamı yoktur, onlara anlam katan insanlardır. İletişimde anlam iletilemez. İletilebilen mesajdır ve anlam da mesajın içinde değil, mesajı kullananlarda gizlidir. Anlam da dinamik bir özelliğe sahip olan toplumsallaşma süreci sonunda öğrenilir. İletişimde başarı, mesajın kaynağının gönderdiği işaretlerin, mesajın alıcısı tarafından nasıl algılandığına ve çözümlendiğine bağlıdır. Bu yönüyle marka anlayışı, insanların gönderilen mesajı anlamlandırmasından kaynaklanmaktadır. KOT, Selpak gibi markalar, kendi alanlarının öncüsü olduğundan adeta sektörü temsil eder nitelik kazanmıştır, özellikle "Kot"un marka oluşuna dair yaşananlar, ismin kendisini de aştığını göstermektedir. Türkiye'de her marka kağıt mendillerin 'Selpak' olarak anılması gibi, jean da 'Kot' olarak anıldı. Bunun ilginç bir hikayesi de var. jean giysilerin jenerik isminin 'Kot' olarak bilinmesi, ilk üreticisinin soyadını marka adı yaymasından kaynaklandı. Girişimci Muhteşem Kot, 1940 yılında Fransa'da karşılaştığı blue jean'i çok beğenir. Sağlamlığına ve olağanüstü dikişlerine hayran olur ve aynısını Türkiye'de üretmeye karar verir. İlk yatırımdan sonra günde 200 adet pantolon üretmeye başlar. 1960 yılında "KOT" adını marka olarak tescil ettirir. Muhteşem Bey'in pantolonları işçiler ve köylüler arasında çok tutulur. Sonraki dönemlerde Muhteşem Kofun oğlu Aytaç Kot, uzun süre kamuoyuna 'Kofun marka ismi' olduğunu anlatmaya çalışır. Türkiye'de orijinal Amerikan jean'lerinin ancak kaçak olarak satılabildiği 19801i yıllarda, Türkiye'nin dışa açılması sırasında pazara yabancı jean markaları girmeye başlar. Aytaç Kot, bir röportajında o günleri şöyle anlatıyor: "Yabancı markalar gelince biz otomatikman 2'nci lige düştük. Kot imajı bulutlarda dolaşıyor, biz yerlerde sürünüyoruz. Hatta 'Kot, Kot değildir' diye bir reklam kampanyası bile yaptık ama, anlaşılmadı. Hâlâ 'Levi's Kof deniyor. 1992 yılında üretime, son verip, fabrikayı kiraya verdik." Hiçbir zaman iki insan aynı işaretlerden aynı anlamı çıkarmaz. Herhangi bir olaya tanık kişiler dinlenildiğinde, olay aynı olmasına rağmen değişik renkler, yaşlar, kıyafet ileri sürülebilmektedir. Kişilerin nesneleri tanımlamada kullandıkları kavramlar gibi. Etkili iletişim Kurmak için; Kendi iletişim yeteneğiniz ile karşınızdakinin dinleme yeteneği arasında bir değerlendirme yapın. Fikirlerinizi mümkün olan en sade biçimde aktarın. Hangi fikirlerin vurgulanması gerektiğine karar verin. Anlatımınızı kuvvetlendirmek için mümkün olduğu kadar çok ve farklı kanaldan faydalanın. 48 Geri bildirimlere (feed-back) dikkat edin ve mutlaka değerlendirin. Fikirlere tepki gösterin, kişilere değil. İletişim Sürecini Etkileyen Faktörler 49 istisnalar dışında hepimizin geçmişi, yaşantımızı sürdürme çarelerini bulma amacına dönük, iş çırpınmaları ile yüklü. Kimimiz dimdik, kimimizin biraz beli bükük, sürdürüp dururuz bu çırpınmayı son nefesimize kadar, ayakta kalabilmekten daha güzel mutluluk düşü bilen var mı ki?'49 insanlar arasında kişilik, çevre, değer yargıları, birikimler sonucu oluşan davranış ve görüş farklılıkları iletişim sürecine de yansımaktadır. Sahip olunan bu birikimler ve bireysel algılama tarzı, insanların gördükleri ve duyduklarını birbirlerinden farklı yorumlamalarına neden olmaktadır. İletişimi zorlaştıran ya da kolaylaştıran faktörler genellikle bu farklı yorumlardan kaynaklanmaktadır. Karşılıklı davranış biçimi ya da ortamdan kaynaklanan özellikler, yaşamın her alanında çok yönlü etkileşime neden olsa da, iletişim sürecine etkilerini belirlemek sınırlayıcı ve zor olacaktır. Başkasında eleştirilen bir davranış, kişinin kendisi tarafından yapıldığında çoğunlukla savunma gerekçeleri de hazırdır. İletişimde, süreci olumsuz yönde etkileyen ve engelleyen faktörlerin ortaya çıkması; ♦ Kişinin iletişim kurma isteğini azaltabilir, ♦ Kişiyi gereksiz yere sinirlendirip motivasyonunu bozabilir ya da, ♦ Kişiyi belirli bir konuda savunmaya zorlayabilir. Günlük yaşamda zaman zaman karşılaşılan ve sağlıklı iletişim sürecine doğrudan etkide bulunan faktörler birey merkezli "gürültü" kavramı ile benzerlikler taşımaktadır. Kişilerarasında yaşanan "güvensizlik" duygusu önemli iletişim engellerinden birisidir. Çok sık yaşanmayan ve fakat yaşandıktan sonra kaybolması zor olan bu duygu, korkuyu da beraberinde getirmektedir. Alay edilme, utandırma, gururun incinmesi benzeri davranışların, korkunun ve güvensizliğin ortadan kaldırılması açık yürekli bir biçimde paylaşımla mümkündür. Kişi hakkında bilinenler çoğaldıkça, güven de artacaktır. Artan güven duygusu da, iletişimin kalitesini ve devamını belirleyecektir. 149 Aydın Boysan, Yangın Var, Tuba Matbaası, İstanbul, 1985, s. 222. ilet işi in Kavramı 55 50 Birbirinden çekinen ve aralarında sığ ilişkiler bulunan bireylerin etkili iletişim kurabilmeleri için öncelikle güven ortamının oluşturulması gereklidir. Çevresindeki insanlarla başarılı iletişim kuran yetişkinlerin kişilik özelliği incelendiğinde, kendilerine güven duyan, duygusal ve düşünsel yönden olgunlaşmış kişiler oldukları gözlenmiştir.150 İletişim sürecinin her aşamasında ihtiyaç hissedilen güvenlik; varolmayı ve gelişmeyi destekleyen bir duygudur. Endişeyi azaltıp umudu arttırarak motivasyon yaratır. Kendilerini güvenlik içinde hisseden insanlar yüksek fiziksel ve zihinsel enerji düzeyi sergiler ve bu sayede yaşanan değişimlerin beden ve zihinlerine getirdiği yoğun talepleri yanıtlayabilirler. Kendilerini güvensiz hisseden insanlar motivasyon, hoşgörü ve merhametten yoksun kalır, alternatif üretme yeteneği geliştiremezler. "Kaba etinizi timsahın dişlerine kaptırdığınızı fark ettiğinizde, amacınızın bataklığı kurutmak olduğunu hatırlamak zor olur"151 şeklindeki eski bir özdeyiş, durumu değişik bir açıdan da olsa, doğrular niteliktedir. Farklılıklara Bakarken Bütünü Görememek Kültürden ve değer yargılarından kaynaklanan farklılıkları bir üstünlük değil, zenginlik olarak kabullenmek sürecin sağlıklı bir biçimde işleyişine katkıda bulunacaktır. Kişinin karşısındaki tarafından sahip olduğu farklılıklarla kabul edilmesi, iletişimi güçlendirir. İnsanların kültürel ve bireysel yaşantıları ve beklentileri hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olunursa, nasıl iletişim kurulacağı ve tepkiler alınacağı konusunda öngörüde bulunabilme imkanı aynı oranda artacaktır. "Onuruna verilen davete katılanlar sabırsızlıkla Picasso'nun salona gelmesini beklerler. Kısa bir süre sonra Picasso son derece spor bir kıyafetle ortama katılır. Duvarlarda yaptığı resimlerden örnekler sunulmaktadır. Resimleri bahane ederek Picasso'nun ilgisini çekmek isteyen bir hanımı sonunda fark eden Picasso bayana ne öğrenmek istediğini sorar. Bayan resimleri soyut görüntülerinin anlamını kavramakta zorlandığını nazikçe ifade etmeye çalışırken, Picasso bu kez bayana soru yöneltir; "Hanımefendi siz Çince biliyor musunuz?" der, bayanın cevabı: "Hayır" olur. Ardından bir soru daha sorar: "Peki hanımefendi Çince konuşulsa anlar mısınız?" bayan bu soruya da olumsuz cevap verince Picasso konuşmasını: "Takat hanımefendi sizin anlamadığınız ve konuşamadığınız o dili yaklaşık bir buçuk milyar insan konuşuyor ve anlaşıyor" şeklinde tamamlayıp yanından ayrılır.” Karşısındakine saygı duymakla birlikte, tarafların iletişim sürecini sadece kendi açısından bakarak değerlendirdiğinde yaşanan sorunlar, karşıdakinin varlığı dikkate alındığında kendiliğinden aşılacaktır. A. K. Özer "İletişimsizlik Becerisi" adlı eserinde kişilerarası farklılıkların iletişime etkileri konusunda aşağıdaki yorumu yapmaktadır;152 Bir başkasının farklılığını ve bu kapsamda söyleyeceklerine kulaklarını kapalı tutan, fakat kendi iç konuşmalarını dışa vurmakla yetinen birisi, iletişimsizlik becerisi yaşıyor demektir. İletişimsizlik becerisi, 51 bireyin, bir başka kişiyi kendisiyle aynılaştırma gibi imkansız bir serüvene girişmiş olmasıdır. İletişim, farklılıklar arasında benzerlikler görebilmeyi ve yeni benzerlikler yaratmayı içerir. Karşısındakini kendisiyle aynılaştırma eğilimi, insanların kendilerine benzeyen kişilerden hoşlanmasından kaynaklanır. Benzerlik ister düşünsel alanda, isterse kişilik özelliklerinde, aile geçmişinde ya da yaşam biçiminde olsun, genel kabul gören bir eğilimdir. Bunun sonucunda ise insanlar, karşısındakinin kabullenme derecesini artırmak için kişinin hoşuna giden yönleri öne çıkartarak sonuca ulaşmaya çalışabilirler.153 Düşünceler arasında " doğru-yanlış" veya "haklı-haksız" gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır. Anlamanın temelinde yatan, bu varsayımın anlamlı gördüğü düşüncelerin birbirine olan farklılığıdır. Her düşünce, bir bütünü bir kenarından yakalamış, o kesiti anlamış ve anladığına da tutarlı bir mantık silsilesi ile kendi içinde "doğrulamış" bir açıdır, bir penceredir. İletişimde bütünü anlamak ona bakan açıları anlamayı gerektirir. Çünkü iletişim, karşınızdaki kişiye, saygı duymakla birlikte, ne onun ne de sizin açınızın bütünün kendisi olamayacağı, ancak parçalan olabileceği iletisini aktarabilmektir.154 Birlikte düşünmek kişiliği ortadan kaldırmaz, geliştirir. Düşünce lerini başkalarınınkilerle birleştirmek için, onları sevmek, onlarla kaynaşmak gerekir.155 Birlikte düşünmek, aynı olmayı değil, bütüne güç ve anlam katacak farkı taşımaktır. Tarafların aynı olduğu bir ortamda diğeri fazla konumundadır. Herhangi bir ilişkide iki insan tek bir insan haline gelirse, sonuç iki yarım insan olur.156 Önemli olan bir bütünü oluşturabilen her biri birbirinden farklı, fakat birbirinden vazgeçemeyen sorumlulukları üstlenebilmektir. Arıların yüzyıllardır başarıyla sürdürdükleri ortak yaşam ve dayanışma kararlılığı, insanlar açısından da çarpıcı bir özellikler taşımaktadır;157 New York State Üniversitesi biyologları, arılar üzerinde çeşitli incelemeler yapmışlardır. Arıları İnceleme Grubu'ndan Edzuard Southzvick ve Robin Moritz, arıların kovan içinde solunumu nasıl gerçekleştirdiklerini araştırmışlardır. Yapılan incelemeler sonucunda, arı kovanında sadece bir delik bulunmasına rağmen, arıların içerideki sıcaklık ve nemi kanatlarıyla kontrol ettikleri anlaşılmıştır. Ancak araştırmacıları asıl düşündüren, arıların içerideki kirli havayı dışarıdaki temiz hava ile nasıl değiştirdikleridir. Bu sorunun cevabını bulmak için araştırmacılar bir arı kovanında sadece tek bir delik kalması için kovanı tamamen sıvamıştır. Kovandaki hava dolaşımını sağlamak için yüzlerce arının kovanın içinde, diğer arıların da kovan girişinin iç ve dış kısımlarında durarak hava dolaşımını sağladıkları, kanatlarını çırpınca kirli havanın dışarıya çıktığı, kanat çırpmayı bırakınca da temiz havanın içeri girdiği gözlemlenmiştir. İnsanların ancak gözlemler sonucunda kovanın içinde ne gibi işlemler yaptıkları lıakkında bilgi elde edebildikleri arılar, milyonlarca yıldır büyük bir başarıyla bu düzenli paylaşımı sürdürmektedirler. İster bir aile ortamında yaşanan birlikteliklerde, ister bir çalışma ortamında158 yaşanan arkadaşlıklarda sağlıklı bir iletişimin göstergesi her ayrıntıyı onaylıyor veya paylaşıyor olmak gerektiği anlamına gelmez. Tam tersine, birlikteliklerin gerçek gücü görüş farklılıkları olduğu zaman işin içine girmektedir. Herkesin fikir birliği içinde 52 olduğu zaman tarafların birbirlerini yakın hissetmeleri kolaydır. Önemli anlaşmazlıklar olduğunda uzlaşmak ve ortak bir karara varmak daha zor olmakla birlikte mükafatı da o denli büyük olacaktır. Bu gerçek herkes tarafından biliniyor olsa da, kazanımlann anlatılması, insanların karar vermesinde "potansiyel kayıp fikri" kadar yeterince etkili olmamaktadır. Aslında insanlar kazanma düşüncesinden çok, bir takım değerleri kaybetme düşüncesi ile motive olmaktadırlar, örneğin kendilerine yetersiz yalıtım yüzünden ne kadar para kaybedecekleri anlatılan ev sahipleri, evlerine yalıtım yaptırmaya, kendilerine ne kadar tasarruf yapabilecekleri anlatılanlardan daha yatkındırlar.164 Çoğu zaman sorunların sebepleri insanları şaşırtır. Oysa yapılması gereken geçmişte yaşanan problemlerin çözümlerine bakılmasıdır.165 Bir zamanlar bir halı tüccarı varmış. Bir gün en güzel halısının ortasında bir kabarıklık olduğunu görmüş. Orayı düzlemek için kabarıklığın üzerine basmış ve düzeltmiş. Ancak kabarıklık çok uzak olmayan halın n bir başka noktasında tekrar ortaya çıkmış. Tüccar tekrar kabarıklığın üzerine basmış ve kabarıklık yine kısa bir süre için kaybolmuş. Sonra tekrar başka bir yerden yine çıkmış. Tüccar öfkeyle ayağını sürüyüp halıyı durmadan çiğnemiş, nihayet halının bir ucunu kaldırıp da kızgın bir yılan kayarak çıkıp gidene kadar. Eski bir sufi öyküsünde anlatılanlar,166 olaylara çözüm olarak gösterilen kolaycı yaklaşımların daha çok sorunların devam etmesine neden olduğunu hatırlatmaktadır. "Adamın biri, sokak lambasının altında yerlerde sürünen bir sarhoş görür. Yardım etmek ister ve o anda fark eder ki, sarhoş anahtarlarını aramaktadır. Birkaç dakika sonrasında yardımcı olabilmek amacıyla sorar; "Nerede düşürdün onları? Sarhoş anahtarları evinin önünde düşürdüğünü söyler. "Niye o zaman anahtarları burada arıyorsun?" diye sorar adam. Sarhoş ise cevap verir; "Çünkü evimin önünde ışık yok". Bazen anahtarlar gerçekten sokak lambasının altındadır, fakat çoğu kez karanlığın içinde de olabilir. Eğer tüm çözümler görülmesi kolay ve herkese açık olsaydı, o zamana kadar çoktan bulunmuş olurdu, ilişkiler kötüleşmeye başladığında, kolaycı ve bildik çözümlerde diretmek sağlıklı bir yöntem değildir. Etkili iletişim doğru yöne bakabilmektir. Çözümler doğru yerde arandığında daha kolay bulunur. Yaşam boyunca öncelikleri belirleme konusunda yaşanan başarısızlıklar, olaylara ve çoğunlukla da kişilere bağlanarak yanlış zemine 164 Robcrt B. Cialdini, 2001, s. 285. 165 Peter M. Senge, 2001, s. 67. Bu ve bir çok Sufi masalı, İdries Shal' m kitaplarında, Tales of Deruislıes, (New York)1970- \Norld Tales, 1979 bulunabilir. 53 166 Peter M. Senge, 2001, a.g.e., s. 71. İletişim Kavramı 61 oturtulmaya çalışılmaktadır. İnsan ilişkileri konusunda haklı ve başarılı bir konuma sahip olan Stephen R. Covey'in "8'inci Alışkanlık" adlı eseri ile birlikte yayınladığı -vcd- ekinde önceliklerin belirlenmesine ilişkin video kaydı, basit bir örnekle konuyu anlatmaktadır. Yöntem olarak bir kavanoza önce büyük taşlar koyulduğunda kabın alacağı miktar -daha fazladır- ile öncelikle küçük kum ve taşların koyulmasının ardından kabın alacağı miktar çok farklı olmaktadır. Tesadüflerin mutluluklara dönüştürülmesi açısından an'ı yakalamak ve yaşananları mutlu birer hatıraya dönüştürmek kişinin kendi olgunluğu, bakış açısı ve iletişim yeteneği ile yakından ilgilidir. Bu dönüşümün başarısı iletişimin kalitesini artıracaktır. Hayata Olumlu Bakmak ve Önyargılardan Arınmak Çözüm yanı başınızda; ilişkilerinizde çok sık problem yaşıyor ve yaşadığınız sorunlara çözüm bulmakta zorlanıyorsanız, çaresizsiniz... Her yeni günle gelen farklı ilişkiler ve olayların ardından beklenmedik ve öngörülmeyen gelişmeler yaşanabilmekte, oluşan atmosfer diğer ilişkilere de yansımaktadır. Her şeye rağmen, olumlu bakış açısı muhafaza edilebildiğinde, yaşanan belirsizliğin ve yaratacağı gerginliğin giderilmesi kolaylaşacaktır. Çölde yolculuk yapan bir grup Bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş, zor durumda görünen bir grupla karşılaşır. Bedeviler yardım için develerinden inerek sularını paylaşırlar. Yardım isteyen grup birden Bedevilerin develerine binerek kaçmaya başlarlar. Kendileri için hayati önem taşıyan develerini kaybeden Bedevilerden birisi yanındakilere dönerek şunları söyler; "şehre döndüğünüzde sakın yaşadığımız bu olayları başkasına anlatmayın. Eğer anlatırsanız bu haber her yere yayılabilir. Ve belki de insanlar çölde gerçekten ihtiyacı olan birini gördüklerinde yardım etmezler." 54 Tüm zorluklarına rağmen hayata olumlu bakabilme yeteneğini kaybetmeden, duyguları coşkuyla yaşayabilmek ilişkilere yansıdığında yeni bir enerjiyi açığa çıkaracaktır. Aziz Nesin'in mısralarında "Garip değil tabi ki, fakat o kadın bir sahtekar. Sizin gibi zengin kişilere yaklaşıp hasta bir bebeği olduğunu söyleyip para istiyor. Korkarım sizden para koparmış." Açıklaması üzerine, ünlü golfçu şaşkınlıkla "yani ölümü beklenen bir bebek yok mu?" diye sorar. Arkadaşının "Yok" demesi üzerine; "İşte bu hafta duyduğum en iyi haber" diyerek mutluluğunu açıklar. Ölümü bekleyen bir bebek olmamasına sevinen bir insanın bakış açısı, yaşama katılan farklı bir renktir. Dünya edebiyatında Önemli bir yeri olan ve tanınmış bir çok eserin yazarı olan "O. Henry" ismiyle bilinen William Sydney Porter'ın başından geçen olaylar sonuçları açısından oldukça ilginçtir.170 Küçük yaşta ciddi rahatsızlık geçiren O Henry, tedavi gördükten sonra Texas'taki yakınlarının yanına yerleşir. Kısa bir süre sonra bir bankanın kasa memurluğunu yapmaya başlar. O bölgede yaşayan kovboy ve koyun sürücüleri bankaya gelirler, memurlar kendi işleriyle ilgilenirken kasadan istedikleri kadar para alıp, yerine bir de makbuz bırakmayı alışkanlık edinmişlerdir. Bir gün, ansızın, merkez bankası müfettişlerinden biri gelir ve kasa mevcudunu sayar, bir miktar paranın eksik olduğunu görür. Kasa memuru olan O.Henry yargıç önüne çıkarılır, belki de paraya el sürmediği halde, beş yıl hapis cezasına çarptırılır. Bu ceza, yaşamında büyük bir darbe etkisi yapar, fakat diğer yandan da beklenmedik sonuçlara neden olur. O.Henry, dünya çapında kendisinin tanınmasmı sağlayan hikayelerini cezaevinde yazmaya başlar. Herkesin yaşam boyunca başından geçen ilginç ve bir o kadar derslerle dolu olaylar vardır. Bu olaylardan ve çevremizde yaşanan olaylardan gerekli dersler çıkarmak suretiyle, özellikle karamsarlığa düştüğümüz anlarda bir umut ışıltısı olarak önce kendimizin, ardından çevremizdeki-lerin yolunu aydınlatmalıyız. Aşağıdaki hikayede17' yaşananlar her yeni günün yeni umutlarla geldiğine çok çarpıcı ve güzel bir örnek. San Francisco'da yaşayan genç bir kadın olan A., lıayata yeni baş-lıyorken, kendisini çok zorlayan umarsız bir dönem geçirdi. Birkaç haftalık bir süre içinde işinden kovuldu, en iyi arkadaşı bir gece 170 Dale Camegie, Meşhur Adamların Bilinmeyen Yönleri, Deniz Kitaplar Yayınevi, İstanbul, s. 132-133. O. Henry (1862-1910); Greenboro, North Carolina' da doğdu, Amerikan kısa hikaye yazarı. O. Henry, ilginç yaşam öyküsü ile Tufan Türenç tarafından kaleme alman köşe yazışma da konu olmuştur. Hürriyet Gazetesi, 06 Ağustos 2005 tarihli köşe yazısı. Aynca yazıda "Dostluğun Değen" üzerine duygu dolu yaşanmış bir öykü de yer almaktadır. 55 171 Paul Aster, Kırmızı Defter, çev: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul, 2003, s. 83. İletişim Kavramı 65 evine giren hırsızlar tarafından öldürüldü ve A.'nın sevgili kedisi çok ciddi bir hastalığa yakalandı. Nasıl bir hastalık olduğunu belli değildi ancak belli ki yaşamsal bir tehlike vardı; Hayatta sadece kedisi kalan birisi için ne kadar önemli olduğunu bir düşünün. Kadın kediyi alıp veterinere götürdüğünde adam ona ameliyat edilmezse kedinin bir ay içinde öleceğini söyledi. Kadın ameliyatın kaça mal olacağını sordu. Veteriner çeşitli masrafların dökümünü yaptı, sonunda çıkan rakam üç yüz yirmi yedi Dolardı. Kadının bu kadar parası yoktu. Bankadaki hesabında neredeyse hiç para bulunmuyordu; bu konuşmadan sonraki birkaç gün kadın müthiş bir keder içinde dolaştı. Bir yandan ölmüş arkadaşını düşünüyordu, bir yandan da kedisinin ölmesini engellemek için gerekli olan imkânsız rakamı: üç yüz yirmi yedi Dolar. Bir gün, bulunduğu kasabanın merkezinden arabayla geçerken kırmızı ışıkta durdu. Bedenen oradaydı ama düşünceleri başka yerdeydi, ve bu ikisi arasındaki boşlukta, hiç kimsenin tam olarak keşfedemediği ancak hepimizin zaman zaman yaşadığı o küçücük alanda, öldürülen arkadaşının sesini duydu: Meraklanma, diyordu ses, meraklanma. Yakında her şey düzelecek. Işık yeşil oldu, ancak Kadın hâlâ bu sesin etkisi altındaydı, bu yüzden hareket etmedi. O sırada arkadan gelen bir araba ona çarptı, arka lambalardan biri kırıldı, tampon da eğrildi, Arkadaki arabayı kullanan adanı motoru durdurdu, arabasından inip kadının yanına geldi. Böyle kafasızca bir şey yaptığı için özür diledi. Yo, dedi kadın, benim hatamdı. Işık yeşil oldu ve ben hareket etmedim. Ama adam kusurun kendisinde olduğunda ısrar ediyordu. Kadının kaskosu olmadığtnı öğrendiğinde (buna ayıracak parası yoktu) adam kadının arabasının hasarının giderilmesi için gerekecek masrafı üstlenmeyi önerdi. "Ne kadar tutacağını hesap ettirin ve faturayı bana yollayın. Benim sigorta şirketim bununla ilgilenir." Kadın kazanın adamın kusurundan kaynaklanmadığını söylüyordu ama adam ısrarından vazgeçmedi, böylece kadın pes etti. Arabasını bir tamirhaneye götürdü ve ustadan tamponla arka lambanın tamirinin kaça çıkacağını hesap etmesini istedi. Birkaç saat sonra tamirhaneye döndüğünde usta ona yaptığı hesabı yazılı olarak verdi. Ne bir kuruş eksik, ne de bir kuruş fazla, miktar tamı tamına üç yüz yirmi yedi Dolardı. Kimi zaman insan yaşadığı sıkıntıların içinden kendisini kurtaracak ışığı bulmakta güçlük çektiğinde umutsuzluğa kapılmak üzereyken, kendisini mutluluğa ve umuda götürecek ışığın nereden ve ne zaman geleceği belli olmayışı, asla olmayacağı anlamına gelmez. Mutluluk paylaşmak demektir, paylaşınca mutluluk insana huzur verir. İnsanoğlu, kendisine bahşedilen nimetleri başkalarıyla paylaşmak için yaşar. veremeyeceğine göre, öncelikle dostları ve sevdikleri ile paylaşacağı değerleri kazanmak zorundadır. Bir insanın kendisi hakkında sahip olduğu bilgi; gerçek ve biricik değerin ta kendisidir.172 56 Ülkemizde herkesin çok yakından tanıdığı, Türk Müziğinin, 87 yıllık "Dev Çınarı" Müzeyyen Senar'ın başından geçenler, pek bilinmese de, kendi ifadesiyle belki de bugün geldiği noktada elde ettiği haklı, haklı olduğu kadar onurlu bir başarının geçmişten günümüze izlerini taşımaktadır.173 Onun hikayesi 1919 yılında Bursa'da başlar. Kahveci Mehmet Çavuş (Mehmet Donbaylıoğlu) ile Zehra Hanım'ın kızı olarak dünyaya gelir Müzeyyen. Sesi o kadar güzeldir ki, önceleri komşuları arasında nam saları bu yönü kısa süre sonra okulda da öğretmenlerinin ilgisini çeker. Böylece şarkılarını müsamereler ve düğün salonlarında seslendirmeye başlar. Altı yaşında dönemin türkülerini hiç hatasız söyler, düğün ve aile toplantılarında şarkı söylemesi herkesi şaşırtır. Annesi ile birlikte her davetin baş konuğudur. Ancak bu yerel şöhret pek uzun sürmez. Bir sabah uyandığında konuşamıyor dur; kekeme olmuştur. Onlarca doktora gidilse de çözüm bulamazlar. Fakat mucizevi de bir yanı vardır bu işin; şarkı söylerken en ufak problem çıkarmaz. Konuşmadığını ama şarkı söyleyebildiğini sonra fark ederler. Hatta zaman ilerledikçe sesi daha bir gürleşir. Yaşamı boyunca kekemeliğin ona verilen bir şans olduğuna inanacak ve "Kekeme olmasaydım, belki Müzeyyen Senar olamazdım" diyecektir. Başının üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır. Bir gece idare lambasının alevleri saçlarını tutuşturur. Saçlarının tamamı ve alnı yanmıştır. Karşı komşuları Celal Bey (Bayar) ve Reşide Hanım'ın evinde hamam vardır. Pansuman yapılacağı günlerde Reşide Teyzesinin evine gidilir, sargılar buharda kolayca sökülür. Bugün bile ne zaman korksa elini o günlerden miras kalan alnındaki yanık izine götürür. Rafer L. Johnson, 1955 ve 1960 Olimpiyat'larında dekatlon dalında rekor kıran Amerikalı bir atlettir. Olimpiyatlardan önce geçirdiği kaza sonucunda ayağı büyük zarar görmüş olmasına rağmen azmini kaybetmemiş ve en büyük Ödülü kazanmışnr. Kendisine, insanı zafere götürenin ne olduğu sorulduğunda; "Gerçek şampiyonlar, yenilgiye olumlu 172 Harold Sherman, Olumlu Yaşama Sanatı, çev: Hayat Yayıncılık, Kişisel Gelişim Başarı Dizisi, İstanbul, 1998, s. 155. 173 3 Haziran 2005, Radikal, lıttpS/unvw.radikal.com.tr/lıaber.php?lıaberno :a154746,; http;//ımım>.aks<ım.com.tr/arsiv/aksaın/2005/07/24/pazar/pazari 1 .html, Nur Çintay A. ; http://arsiv3.liurmjet.com.tr/lıaber/0„sid~227@larıh~2005-05-l5-® nvid~577057,00.asp. Sibel ARNA," Hürriyet Gazetesi, İletişim Kavramı 67 tepki gösterenlerdir..." cevabım vermiştir.174 Dünyaca ünlü bir yazar olan Helen Keller'in hayatı da paylaşım, dayanışma ve azmin zaferini anlatan derslerle doludur.175 57 Bundan 108 yıl önce, 27 Haziran 1880 de Amerika Birleşik Devletleri'nin küçük bir şehrinde bir kız çocuğu dünyaya geldi. Helen adı verilen bu kızcağız da diğer bütün çocuklar gibi ailesine neşe, sevinç ve canlılık getirmişti, mutlu bir yaşam sürüyorlardı. Fakat bu güzel günler uzun sürmedi. 1882 Şubat'ında, Helen Keller henüz iki yaşına bile gelmemişti ki, çok tehlikeli ateşli bir hastalığa yakalandı, ana baba çırpındı, doktorlar çabaladı, bebeği ancak ölümden kurtarabildiler. Fakat hastalık, gözlerini görmez, kulaklarını da işitmez hale getirmişti. Işitemediği için konuşmayı da öğrenemiyordu. Üç duyusundan yoksun olan Helen Keller, bugün bütün dünyada tanınan, birçok eserler vermiş olan olağanüstü kadın Helen Keller'dir. Helen Keller, hiçbir zaman cesaretini kaybetmedi, durmadan çalıştı. Konuşmayı iyice öğrendikten sonra bol bol okumaya başladı. Dünyanın her tarafını dolaşıp sayısız konferanslar verdi, yazdığı kitaplar bütün dillere çevrildi. Yolda yürürken kendi kendine dudaklarım oynatmaz, parmaklarını hareket ettirerek işaretlerle konuşurdu. Sekreterinin ifadesine göre yön tayin etmesi diğer insanlardan farklı değildi. Fakat evindeki eşyanın yerleri değiştirilecek olursa yolunu şaşırırdı. Bazı kimseler onda altıncı bir duyunun varlığını iddia etmişlerdir; fakat yapılan bilimsel deneyler dokunma, tat alma ve koklama duyularının normal insanınkin-den farklı olmadığını ortaya koymuştur. Dokunma hissinin çok kuvvetli olduğu muhakkaktır. Dostları elini tutup da dudaklarına götürecek olurlarsa ne demek istediklerini anlardı. Elini piyano, keman veya radyonun üzerine koyarak müzik dinler, tahtanın titremesinden hangi notaların çalındığını anlar, şarkı dinlediği zaman da şarkı söyleyenin göğsüne elini koyardı. Helen Keller'in elini sıkan birisi yıllar sonra tekrar elini sıktığında, el sıkışından onun kim olduğunu anlamanın yanı sıra, üzgün ya da mutlu olup olmadığını da tahmin edebilirdi.1'■'" Helen Keller'in 1968'de ölünceye kadar insanlığa yaptığı en büyük hizmet, kendisi gibilere örnek olarak umutsuzlara umut vermiş olmasıdır. önyargılarla yaşamak ayrıntıları ve farklı bakış açılarını görmeyi engellemektedir. Oysa sonuna kadar bir bütün olarak değerlendirilmeden, dinlemeden karar vermek yanlış anla(şıl)malara neden olabilecektir.177 Acımasızlığıyla, hiçbir yanlışı, hatayı affetmemesi ve çok ağır cezalar vermesiyle ünlü bir hükümdar, konuklarıyla sofraya oturmuştu. Başaşçısı önce hükümdarın yemeğini tabağına koyarken, hükümdarın üzerine bir parça yemek sıçrattı. Hükümdarın öfkesi o anda gözlerine yansıdı. Sofradaki herkes sustu, bekledi. Ve o an inanılmaz bir şey oldu, Başaşçı elindeki yemek kâsesini olduğu gibi hükümdarın başından aşağıya boca etti. Herkes hükümdarın hemen aşçının başını vıırdtırtacağını düşünürken hükümdar sordu: 58 "Üzerime yemek döktün, bu istemeden yaptığın bir kabahatti. Fakat ikincisini, bütün yemeği başıma dökmeni hiç anlamadım." Başaşçı boynunu bükerek cevap verdi: "Üzerinize yemek sıçratmama çok kızdınız ve gözünüzden ölüm emrimi vereceğinizi anladım. Böyle bir kabahat yüzünden benim kafamı vurdurmuş olsaydınız, herkes sizin ne kadar zalim olduğunuzu düşünecek, bana yaptığınız zulmü konuşacaktı. Bu yüzden yemeği bilerek başınızdan aşağı döktüm. Bu, başımın vurulmasını gerektirecek ağır bir suçtur. Bu yüzden başımı vurdurtursanız, kimse size zalim demez. Ben suçumu büyüttüm ve başımı vurdurmanızı hak ettim." Hikâyeyi aktaranlara göre, hükümdar bu cevaptan çok etkilenmiş ve Başaşçısını affetmiştir. Etkili Dinleme ve Dostluk Sahip olduklarımızı çok az, sahip olamadıklarımızı her zaman düşünürüz.r" Kişilerarası ilişkilerde, dinleme becerileri kalitenin asıl belirleyicisidir. İletişimde karşılıklı etkili dinleme olmadığında, sağlıklı bir iletişim sürecinden bahsetmek güçtür. Etkili iletişim, etkin dinleme ile gerçekleşir. Ancak insanların en zayıf noktalarından birisi de, iyi dinleyici olmayışlarıdır. 179 İster günlük yaşamın doğal süreci içerisinde olsun, ister iş ve okul benzeri ortamlarda olsun, iletişimin kalitesi ve niteliği etkin dinlemenin başarısına paralel şekillenecektir. Dinlemek ve dinlediğini belli etmek, kişinin karşısındaki insana yöneltebileceği en etkili iltifatlardan birisidir. 180 Hemen her ilişkide en çok tercih edilen değerlerin başında gelen dostluk ve paylaşımın devamı, karşılıklı olarak dinleme konusunda gösterilecek duyarlılıkla ilgilidir. Küçük bir evde yaşayan, yaşlı bir adam vardı. Bir gece ocağın karşısında oturur, alevleri seyrederken kapı çalındı. Yaşlı adam "Kim o?" diye seslenince dışarıdan aşkın sesi geldi; "Ben geldim." Yaşlı adam yerinden kıpırdamadı ve "Ben artık ihtiyarladım, bundan böyle aşka ihtiyacım yok" diye seslendi aşka. Az sonra kapısı tekrar çalındı. "Kim o?" deyince "Zenginlik!" dedi dışarıdaki. İhtiyar adam yine yerinden kıpırdamadı. "Hayatımın sonuna geldim benim zenginliğe ihtiyacım yok, açmam kapıyı" diye seslendi. Aradan bir süre geçti, kapı bir kez daha çalınca, yaşlı adam "Kim o?" diye tekrar seslendi, dışarıdaki "dostluk" diye cevap verince, ihtiyar yerinden kalktı "dostluk içeri girdiğinde aşk ve zenginlik arkadan gelir" diyerek kapıyı açtı.181 VVilliam Shakespeare tarafından söylenen "Zenginliğiniz dostlarınız olsun." Sözü,182 halk ozanı Aşık Veysel'in "Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın/'dizeleriyle buluştuğunda, dostluğun insanlık tarihine damgasını vuran evrensel değerini ortaya koymaktadır. Fried-rich Nietzsche'nin, Eskiçağ'da dostluğun duyguların en soylusu olduğuna dair sözleri bu görüşü doğrulamaktadır.183 59 Bazı ilişkilerin yüzeysel kalması, basit gündelik konuların paylaşıldığı sohbetlerin ötesine geçmez. Ancak günümüzde dostluk kavramının içindeki sevgi, güven, dayanışma gibi hassas duyguları boşaltarak, maalesef içine zehirli gaz dolduranlar var.184 "Dost, seninle aynı düşmanlara sahip olan kişidir" sözü de dost tanımlamasının özüne ve ruhuna pek uygun düşmemektedir. Dostluk sıcaktır, güven vericidir, koruyucudur. İleriye dönük projelerimizde bize umut veren, üzüntülerimizde, acılarımızda bizi teselli eden dostluktur. Ve dostluk, sakindir, süreklidir, akılcıdır. 185 İletişim açısından dostluğa dair bazı tespitlere, Machiavelli'nin eserinin "Livius'un Roma Tarihinin İlk Yılları Üzerine Sohbetler" adlı bölümünde rastlamak mümkündür; "Bir insanın kişiliğinin nasıl olduğu en iyiduymadıklarını" ortaya koydular.'95 Yine bazı yöneticiler için küçük bir hatırlatma; dinleme esnasında "not almak suretiyle" süreci gözleriyle de zenginleştirebilirler. Bu yaklaşım geri dönüşüm açısından da olumlu sonuçlar doğuracaktır. Eleştirel Yaklaşım Eleştiri, belki güzel bir ifade tarzı değildir, fakat gereklidir. Vücuttaki bir ağrıya benzetmek mümkündür, zira ağrı da vücutta bir arıza olduğunu haber verir.196 Ancak insanları sadece olumsuz ve kırıcı bir biçimde eleştirmek, uygulanan cezaları ön plana çıkarmak hem iletişimde hem de iş ortamında verimliliği azaltacaktır. Personelle yapılan toplantılarda sadece ceza alanlar ve aldıkları cezalara değil, ödüllendirmenin de yapıldığı ayrıntılarına değinilmelidir. Güncel sorunlara ilişkin şikayetler ele alınırken "hakkaniyetli" davranıldığında, kişilerin eleştirilmesi ve ikna edilmesi çok daha kolay olacaktır.197 İnsanları olumlu yönde geliştiren yapıcı eleştiriler, içten gelen bir yaklaşımla mümkün olabilmektedir.198 İlişkilerin doğallığını kaybetmesi günlük yaşam koşullarını da ağırlaştırmaktadır. Oysa bazen basit bir teşekkür ya da küçük bir sempatik iltifat, hatta bazen güler yüzle bir selamlama gün boyu mutluluğun enerjisi olacak ve pozitif bir enerjiyle çevreye yayılacaktır. Olumlu davranış bumerang benzeri kişiye dönüş yapacaktır. Bunun anlamı: insanlara karşı yaklaşım, onların davranışlarının başlangıcı olacaktır. Eğer insanlara kuşku ve küçümsemeyle davranılırsa, onlar da aynı şekilde davranacakür. Gösterdikleri tepki, kişinin algılamasını doğrulayacağından, kişi bu tutumunu sürdürecek ve dünyanın husumetle dolu olduğuna ilişkin kanıt bulduğunu düşündüğünden, karamsar kısır döngü devam edecektir. Ancak tersine bir yaklaşımla insanlara onur ve saygıyla davranıldığında, aynı şekilde davranmaları çok daha muhtemeldir. İnsanların dostça tepkileri dünyanın ihtimam dolu bir yer olduğu görüşünü kuvvetlendirir. Bu durum kişinin davranışını pekiştirir, iyimser döngü tırmanmaya devam eder.199 İnsanlararası iletişimin en 195 Neil R. Svveeney, For Those W1ıo Would Be President, Zirveye Tırmanma Yolları, çev: Yakut Eren, İlgi Yayıncılık, Rota Yaym ve Dağıtım, İstanbul, 1989, s. 36,39. 60 196 VVinston Churchiü'e ait bir söz. Nüvit Osmay, İnsan Mühendisliği, 5. Baskı Fahrettin Telseren Yayınları, 1994, Ankara, s. 266. 197 İlber Ortaylı, Zaman Kaybolmaz, Nilgün Uysal, Söyleşi, İş Bankası Kültür Yayınları, Genel Yayın:922, Birinci Baskı, Mart 2006, İstanbul, s. 408. 198 Bazen eleştiri iyi niyetle yapılmış olsa da narsist kişiliğin bir yansıması olarak, öfke ve utanç duygularıyla karşılık bulabilmektedir. Bu tür kişiler aynı zamanda, empatik yaklaşımdan da çok uzaktırlar. Nevzat Tarhan, Psikolojik Harekat-Crı Propaganda, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002, s.156. 199 Sam Horn, T oııgııe Fu, Söz/U Döırtlş Sanatı, Boyner Yayınları, 5. Baskı, çc\ Zülfü Dicleli, İstanbul, s. 271. İletişim Kavramı 73 önemli amaçlarından birisi de taraflar arasında yakınlaşmayı sağlamaktır. Ancak bu yakınlaşma yengeçlerin sepetten çıkmayı çabaladıklarında birbirlerine olan davranışları gibi olmamalıdır.200 Bugün toplumun hemen her kesiminde yaptıklarından dolayı yeterince övgü görmeyen mutsuz insanlar bulunmaktadır. İçtenlikle yapılacak küçük bir övgü ilişkilerin güçlenmesini ve kişinin bulunduğu ortama bağlanmasını sağlayacaktır. Kişi takdir edildikçe, çevresindekilerin davranışlarım takdir edecek olumlu bir eğilim gösterecektir. Övgüden yoksun ve yoğun eleştirinin yaşandığı bir ortam, bireyin çevresindekiler tarafından benimsenmesi ve mensubiyet duygusunu zedeleyip, yabancılık ve dışlanmışlık hissetmesine neden olabilir. Eleştiri kavramı, yaygın olarak bir kınama, kusur yada başarısızlık ardından kullanılmaktadır. Olumsuz bakış açısı bir müddet sonra yerleşik bir tavır halini alacak ve ardından oluşacak yaklaşım biçimi, "söylemek yerine, her konuda söylenmek" şekline dönüşecektir. İnsanların kusurlarını görme konusunda bilinen bir Bektaşi hikayesi ilginçtir;201 Bektaşi Mevlevi'ye sormuş; "Sizin yenleriniz, neden o kadar geniş?" Yanıt verilmiş: "İnsanların kusurlarını örtmek için..." Bu sefer de Mevlevi Bektaşi'ye sormuş: "Sizin yenleriniz niye o kadar dar?" Bektaşi yanıt vermiş: "Biz insanlarda kusur görmeyiz ki..." Başkalarının hataları daha kolay dikkat çeker. Bu ilişki biçimi günümüzde özellikle yeni evlenecek genç çiftler üzerinde önemli düzeyde etkili olmaktadır. Genç Leyla ile Mecnun'larımızın ilişkilerinde ailelerin birbirlerine eleştirel yaklaşımlarının ne kadar etkili olduğu konusu ile ilgili bir araştırma, "Genç Romeo ve Juliiet'ler" adı 61 altında ABD-Colorado'da yapılmıştır. Araştırma, aileler arasındaki karşılıklı eleştirel yaklaşımların sadece Türk toplumuna özgü olmayan genel bir değerlendirme ile genç çiftler üzerinde etkilerini ortaya koymaktadır;202 Ailelerin araya girmesinden acı duyan çiftler bu birlikteliğe daha sıkı tutunarak ve tutkularını daha da yoğunlaştırarak mı tepki gös-termekteler? Colorado'lu 140 çift üzerinde yapılan bir araştırma bunun gerçekten de böyle olduğunu ortaya koymuştur. Araştırmacılar, ailelerin işe karışmasının ilişkilerdeki bazı sorunlarla bağlantılı olduğunu (aileler birbirlerine daha eleştirel bir gözle bakıyorlar ve karşılarındaki ailelerde daha çok olumsuz taraflar buluyorlardı) ve bu araya girişin, çiftlerin duygularının daha da alevlenmesine, evlenme isteklerinin artmasına neden olduğunu saptamışlardı. Çalışma sırasında aile baskısı yoğunlaştıkça sevda deneyimi de yoğunlaşıyor, hafifledikçe de romantik duygular soğuyordu.203 Gençlerin evlilik konusundaki kararlarına ailelerin müdahale etmesine ilişkin bir çok örnek geliştirmek mümkündür. Genellikle aileler kendilerinde bu hakkı doğal olarak gördüklerinden, aranan özellikleri taşıyan adaylarm bulunması endişesi hakimdir. Oysa evlilikte mutluluk ve başarı, aranan niteliklere sahip insan bulmaktan çok, aranan niteliklere sahip insan olmakla204 ve elbette karşılıklı sevginin varlığıyla205 yakından ilgilidir. Takdir-Eleştiri-Dışlanma (TED) Sarmalı İletişim Açısından Önemi ve sonuçları İnsan tabiatındaki en derin güdü, takdir edilmeye olan ihtiyacıdır. VVilliam James2"6 İnsan ilişkilerinde çoğunlukla göz ardı edilen takdir etme (övgü), ölçülü ve yerinde yapıldığında, kişiye mücadele desteği veren ve onu geliştiren yaşamsal bir özelliktir. İster günlük yaşam içerisinde, ister aile çevresi içinde olsun övmek ve övülmek cesaret vericidir. Okulda küçük bir aferin, evlilik yaşamında iltifatın her türlüsü, işyerinde övgü, sokakta teşekkür insanların gelişmelerine ve mutlu olmalarına yardımcı olur. Ceza, korku yaratabilir, geriletebilir, fakat geliştirmez.207 Ancak takdir etme, insan ilişkilerini yönlendirmede, eleştirel yaklaşımlar ve cezai yapürımlara göre daha az tercih edilir görülmektedir. İş toplantılarında genellikle uygulanan yöntem, personele verilen cezaların öne çıkartılması şeklindedir. Bu yaklaşımın personel üzerinde daha etkili olduğu düşünülmektedir. John Locke An Essay Conceming Humarı Understanding [İnsan Anlayışı Üzerine Bir Deneme] adlı eserinde; 208 "İnsanın çevresindekilerin görüşlerine ve kurallarına uyum sağlamasında övgü ve eleştirinin önemli bir rol oynamadığını iddia edenlerin, insanlık tarihinden ve kendi özelliklerinden haberleri yok demektir". Gerçekten de insan ilişkileri açısından yeterince anlaşılamayan konuların başında bu değerler gelmektedir. Gerektiği gibi algılanamadığından ya önemsenmez, ya da iletişime etkilerine dikkat edilmez. Yeter ki eleştiri ele alınan konuya ilişkin olsun. Çoğu zaman konudan uzaklaşılarak, kişinin kendisi hedef alınmaktadır. Bir Ortaçağ felsefesinde ad hominem209 adı verilen bir tartışma türü vardır. Bunun anlamı, tartışılan konuyu bırakıp, kişiye saldırılır. Bugün de eleştiriler benzer şekilde yapıldığından yapıcı özelliğini kaybetmektedir. Oysa eleştiri, bir tarafın kazanması, diğer tarafın kaybetmesine dayanan bir sürecin tam aksine, tüm tarafların kazanımı-nı öne çıkarmalıdır. 62 Takdir edilme beklentisi, kişinin ilişkilerinde ve gelişmelere duyarlı olmasını gerektirir. Takdir yoksunluğu kişiyi zamanla yalnızlığa itecek ve dışlanma eğilimini hızlandıracaktır. İnsan kendisini yalnız hissettiği oranda dikkatini arttıracaktır. Başka bir çok kişinin kendisi gibi düşündüğüne inandığı oranda güçlü ve kendinden emindir.210 Bulunduğu ortamda sağlıklı ilişkiler kurabilmesi açısından, takdir edilme ya da eleştirilme kişi için bir varlık göstergesidir. Aynı zamanda davranışlarında yaşanan belirgin değişikliklerin nedeni de olabilecektir. Bunun bir örneği çalışanlar arasında yapılan anket çalışmasında ortaya konulmuştur. Takdir edilme duygusu, iş doyumu, iletişim ve kararlara katılım oranlarında artış sağlamaktadır.211 Çalışanların iş yaşamlarındaki beklentileri açısından da takdir edilme duygusu ilk sıralarda yer almaktadır. Alfred Espinas 1877 yılında yayınladığı Les Societes Animals [Hayvan Toplumları] adlı kitabında, karıncalar üzerinde yaptığı araştırma sonuçlarından bahsetmektedir.212 "Her karıncanın cesareti, içinde bulunduğu gruptaki arkadaşlarının sayısı oranında artar, onlardan ayrıldığında da buna bağlı olarak azalır. Etrafında arkadaşları olduğunda on kere ölmeye hazır bir işçi karınca, yuvasından yalnız başına yirmi adım uzaklaştığında çok korkar ve en ufak tehlikelerden bile kaçınır". Bu konuda ilginç örneklerden birisi de, Sivas Kangal köpekleriyle ilgilidir. Yapılan araştırmalar, Kangal köpeklerinin sürünün kontrolünü yapan çobanı tanımada ve sadakat konusunda diğer türlere göre çok başarılı olduklarını göstermektedir. Bu konuda bir başka ilginç ayrıntı ise, Kangal türü çoban köpeklerinin, görevini bıraktığında aynı çobanı sürüye yaklaştırmamasıdır.213 İletişim açısından ele alınan kavramların, bireysel ilişkilere etkilerinin yanı sıra kitlesel ilişkiler boyutuyla da taşıdığı önemli değerler vardır. Öncelikle örneklerden de anlaşılacağı gibi, yalnızlık hissi, iletişim sürecini olumsuz etkileyebilmektedir. Olumsuz etkilerden uzak kalmak isteyen birey, diğer insanlardan uzak kalmayı göze almak istemeyecektir. Dışlanmışlık hissini yaşamak istemediğinden, kitlesel anlamda meydana gelen olaylar karşısında daha duyarlı ve genel eğilime göre hareket etmeyi tercih eder duruma gelecektir. Benzer sürecin doğal yansımalarını, bir anda gelişen ve kontrol den çıkan kitle hareketlerinde görebilmek mümkündür. Ve bu davranış biçimi yüzyıllardır araştırmacıların en çok ilgi duydukları insan ilişki leri biçimi olmuştur. Tüm kamuoyu süreçlerinin ortak yönü, bireyin dışlanması tehdidiyle bağıntılı olmalarıdır. Örneğin bir linç girişimi olayında, kişi bir yandan toplumsal baskının etkisiyle olayın içerisinde yer almakta, diğer yandan anonim kitlenin içinde istediği gibi hareket ederek, kendisini adım adım takip eden toplumsal denetimden kurtulmaktadır. Mead, bu durumu, somut kitle [konkrete Masse] olarak tanımlamaktadır.214 Yasalar, örf ve adetler tarafından desteklenmedikleri sürece uzun süre ayakta kalamazlar. Dışlanma korkusu ya da çevre tarafından kınanma korkusu gibi içsel sinyaller, davranışları dış dünyadaki resmi(mer'i) hukuktan daha çok etkilerler.215 John Locke'un "kamuoyuna ya da şöhrete dayanan hukuk" olarak, iki yüz yıl sonra Edvvard Ross'un da "toplumsal denetim" olarak tanımladığı olgu, 20. yüzyılda sosyo-psikologlar tarafından deneylerle kanıtlanmıştır.2"' 63 Bu deneylerden birinde, trafik lambası yayalara kırmızı yanarken kaç kişinin karşıdan karşıya geçtiği üç değişik durumda gözlemlenmiştir: 1. Kimse kötü örnek teşkil etmediğinde, 2. Kıyafetlerinden belirli bir gelir seviyesinin altında olduğu anlaşılan bir insan kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçtiğinde, 3. İyi giyinimli bir kişinin kırmızı ışıkta karşıya geçtiğinde. Araştırmada yaklaşık 2100 yaya üzerinde yapılan gözlem sonuçlarına göre: 1. durumda; yayların sadece %1'i karşıdan karşıya geçerken, 2.durumda; yayaların %4'ü, 3.durumda; karşıya geçen yayaların oranı % 14, yaklaşık (170 kişi) civarına ulaşıyordu. Anthony Doob ve Alan Gross tarafından yapılan "Korna çalma çalışması" trafik lambası örneğine benzer sonuçları ortaya koymaktadır. İyi tasarlanmış ve pahalı giysiler, tıpkı mücevher ve otomobil gibi bir mevki ve statü halesi saçarlar.217 apılan araştırma, prestij otomobillerin trafikte diğer sürücüler tarafından saygı gördüğü gerçeğini ortaya koymaktadır. Deneyi yapanlar, otomobil sürücülerinin yeşil ışıkta duran yeni bir lüks otomobile korna çalmadan önce, eski bir aile arabasına göre daha uzun süre beklediklerini gözlemlemişlerdir. Araştırmada sürücüler ekonomik araba sürücüsüne karşı daha az sabırlıydılar. Satış ve motivasyon danışmanı Cavet Robert, iletişim sürecine dair ilginç ve iddialı bir yaklaşım öne sürmektedir:218 "İnsanların %95'i taklitçi ve sadece %5'i teşvikçi olduğundan, onlara gösterilen herhangi bir kanıttan daha çok başkalarının davranışlarına kapılırlar." O halde, karşılıklı etkileşimin insan üzerindeki izleri nedeniyle olumlu yaklaşım, dalga dalga gelişerek, diğer davranışlarda etkisini gösterecektir. Araştırmacılar da, toplumsal kanıt ilkesine dayanan süreçler kullanarak bazen şaşırtıcı sonuçlar almışlardır. Özellikle bir psikolog, Albert Bandura, istenmeyen davranışların yok edilmesine yönelik böylesi süreçleri geliştirmekte başı çekmiştir. Bandura ve arkadaşları, fobi sahibi kişilerin bu aşırı korkularından basit bir biçimde nasıl kurtulduklarını göstermişlerdir.219 Çocukların davranışlarını değiştirme konusunda, filme alınmış örneklerin güçlü etkisi, çeşitli problemlerin tedavisinde de kullanılabilir. İlk çalışmalardan birinde, köpeklerden korktukları için seçilen ana okulu çağındaki çocuklar, her gün yirmi dakika, mutlu bir şekilde köpekle oynayan küçük bir çocuğu seyretmişlerdi. Bu gösteri korkan çocuklarda öylesine belirgin bir değişime yol açmıştı ki, sadece dört gün sonra %67'si, içinde bir köpek olan oyun parkına girmeye ve orada, kimse yokken, köpeği sevip ona dokunmaya istekli hale gelmişlerdi. Dahası, araştırmacılar bir ay sonra 64 çocukların korku düzeylerini ölçtüklerinde, bu süre zarfında gelişmenin buharlaşıp gitmediğini; aksine çocukların köpeklerle ilişki kurmaya her zamankinden çok daha hevesli olduklarını görmüşlerdi. Köpeklerden aşırı derecede korkan çocuklar üzerinde yapılan bir başka araştırma da ise; çocukların korkusunu azaltmak için köpekle oynayan bir çocuğu içeren bir gösteriye gerek yoktu. Film küpleri de aynı sonucu verebiliyordu. En etkili klipler ise, köpekle bir değil birden fazla çocuğu gösteren küplerdi. Bu durum, kanıt pek çok kişi tarafından uygulandığında daha etkili olduğunu gösteriyordu. Toplumsal kanıt ilkesinin bir başka ilginç yansıması da trafikte görülmüştür. İki otoyol sürücüsü bir rastlantı sonucu aynı anda şerit değiştirmeye karar verdiğinde, arkadan gelen sürücü, daha öndeki sürücülerin bir engel görmüş olduklarını varsayarak şerit değiştirmiştir 218 Robert B. Cialdini, 2001, s. 150. 219 A.g.e.,s.150. İletiştin Kavramı 79 Bu grubun ardından gelen sürücülerin karşılaşacağı toplumsal kanıt çok güçlüdür. Sinyalleri yakarak yan şeride geçme çabası artık yaygınlaşmış ve sürücüler için şerit değiştirmenin yerindeliği konusunda hiç kuşku kalmamıştır. "Öndekilerin bir bildiği olmalı" görüşü hakim olmuştur. Toplumsal kanıta tek yanlı kapılma bazen beklenmedik sonuçlara neden olabilmektedir.220 Toplumsal kanıt olgusunun bu yönü, yakın zamanda koyunlar arasında görülen çarpıcı bir örneği anımsatmaktadır.221 Yine antiloplar arasında da benzer türden davranışları gözlemlemek mümkündür. Antilop sürüsünde, uzaktan gelen bir ses üzerine içlerinden birisinin kaçmaya başlaması durumunda diğerleri de benzer şekilde -gelen sesin bir tavşan ya da leopara mı ait olduğunu sorgulamadan- kaçmaya başlamaktadır. İşler yolunda gidiyor gibi görünse de, otomatik pilotla uçan bir pilotun hassasiyetine benzer biçimde, zaman zaman veriler kontrol edilmelidir. Günlük yaşamın akışı içerisinde yapılacak benzer uygulamalar, muhtemel olumsuzların yaşanmasını engelleyecektir. Ekim 1979'da Nobel Barış Ödülü alan Rahibe Teresa'mn bir sözü, yakın çevremizde yaşananları dikkate aldığımızda, insan ilişkilerinin geldiği son noktayı da özetler niteliktedir. "En kötü hastalık cüzzam ya da verem değil (dönemin en ölümcül hastalıkları), kimse tarafından sayılmama, sevilmeme, herkes tarafından terk edilmiş olma duygusudur".222 65 Dışlanma korkusunun bir yansıması da taklit etmeye yönelmektir. Taklit etme, öğrenme amacıyla yapıldığı gibi, diğerleri tarafından kabul gören bir davranış biçimi olarak da tercih edilebilmektedir. Kişi kenditarzını, diğerleri tarafından kabul edilme sürecine tabi tutmadan, daha kolay olanı, taklit etmeyi tercih edecektir. Dışlanma korkusu, taklit eğiliminde daha çok tercih edilen bir nedendir. İnsan, toplumsal doğası gereği diğer insanlar tarafından dışlanmaktan korkar, sevilmek ve sayılmak ister. Bu eğilim, insanın toplumsal yaşamım sürdürebilmesine katkıda bulunmaktadır. Ancak bir çelişki olarak, toplumda rasyonel, bağımsız düşünce ve sarsılmaz yargılar bilinçli bir biçimde övülmektedir. Erich Fromm, yaşanan bu çelişkilerin bilinç altı boyutunu örneklerle ortaya koymaktadır; Özgürlük Bilincine karşılık; Bilinçsiz Tutsaklık, Bilinçli Dürüstlük; Bilinçsiz Aldatma, Bilinçli Bireysellik; Bilinçsiz Etkilenme, İktidar Bilinci; Bilinçsiz Çaresizlik Duygusu gibi.223 Bu durum, seçim dönemi anketlerinde sorulan soruların içeriği ve sonuçlarında da kendisini açıkça göstermektedir. Karşısındaki "yokmuş gibi" Davranmak Olumlu ya da olumsuz bir tavır sergilemek yerine, karşısındaki yokmuşçasına sıfır tepki ile ilgisizlik içerisinde davranmak iletişimi zorlaştıracaktır. Yetersiz ilgi, bulunulan ortamda olumsuz bir atmosfer yaratacaktır. Çalışma ortamında gerginlik ve kırgınlıklar artacak, belki de işten ayrılmalar yaşanacaktır. Cezaevlerindeki mahkumlara bile tek kişilik hücre cezası ağır bir yaptırım uygulanmak istendiğinde verilmektedir. Eşler arasında birbirlerinin varlığını sorgularcasına uzun süreli suskunluğun, kavgadan daha kötü olduğunu belirten psikologlar, in-sanlararası ilişkilerde iletişim yokluğunun kötü bir iletişimden daha olumsuz sonuçlara yol açtığını gözlemlemişlerdir. Canlı müzik çalınan bir yemekli ortamda, katılanların başlangıçtan itibaren sadece yemekle ilgilenmesi, müziği icra eden sanatçıları olumsuz etkileyecektir. Kendilerini ortamdan ve gruptan kopuk hissedecekler, iletişim kurmakta zorlanacaklardır. Çalınan müzik beğenilmeyebilir ya da kulağa hoş gelebilir, fakat böyle bir ortamda sanat yapan insanları 223 Elisabeth Noelle-Neumann, 1998, s. 67. Almanya'da 1976 Eylül ayındaki genel seçimlerden kısa bir süre önce ankete katılanlara aşağıdaki sorular sorarak görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Sonuçlar, insanların belirli görüşleri, belirli bir ülkede, belirli bir zamanda savunurlarsa, dışlanma tehdidiyle karşı karşıya kalabileceklerinin farkında olduklarını açıkça göstermiştir. Sorulardan birisi şöyledir: İnsan hangi kanaatlerden dolayı dışlanır?; Yanda lastiği patlamış bir araba resmi görüyorsunuz. Arabanın arka camında bir partinin çıkartması var. Bu çıkartmanın hangi partiye ait olduğu okunmuyor, fakat sizce hangi partiye ait olabilir?. Bir başka soru; Yabancı bir kente gelen biri arabasını park edecek bir yer arar ama bulamaz. Daha sonra arabasından inerek şehrin sakinlerinden birine nerede bir park yeri bulabileceğini sorar. Yaya "başka birine sorsanıza" dedikten sonra sıranı döner ve gider. Yabancının yakasında bir siyasi partinin rozeti vardır. Sizce bu rozet hangi partiye ait olabilir?. İletişim Kavramı 66 81 yokmuş gibi kabul etmek, sadece iletişim kopukluğunun değil, aynı zamanda onlar üzerinde genel bir isteksizliğin nedeni de olacaktır. Kişinin Kendini Tanımlaması {Şelf Concept)224 Kendine Özgü Görüşleri Etkili bir iletişim kurma açısından, insanların başkalarıyla olan iletişimini etkileyen önemli etkenlerden birisi de, insanların kendilerini ve kendi durumlarını nasıl gördükleridir. Her insanın kendisi hakkında-kim olduğu, neyi temsil ettiği, nerede yaşadığı, sahip olduğu değer yargılarına dair- farklı görüşleri vardır. Bu özellikler, çevresinde karşılaştığı olayları süzen bir filtre gibi görev yaparak, yaşamını şekillendirmektedir. Kişinin kendine özgü değerleri, iletişimini de etkileyecektir. Sağlıklı ve etkili bir iletişim için kişinin kendine olan öz güvenin ve değerlerinin gelişmiş olması gerekecektir. Özgüveni zayıf olan kişi, duygularını açıklamakta, başkalarının yapıcı eleştirilerini dinlemekte ve/veya farklı düşünceleri dile getirmekte zorluk çekecektir. Bu tür farklı görüşler ortaya atıldığında kabul görmeyeceği şeklindeki hakim görüş zamanla kişinin kendi içine kapanmasına ve iletişimin denetim altına alınmasına neden olacaktır. 225 Bu durum iletişimi her haliyle olumsuz etkileyecektir. Kişinin özgüven ve değerlerinin gelişmesini sağlayan önemli bir etken ise, çevresinde iletişim içerisinde olduğu ve Özel değer verdiği kişilerle kurduğu sözlü ya da sözsüz iletişimden aldığı desteklerdir. Bu olumlu destek sayesinde kişi hem etkin hem de dengeli iletişim kurmanın yöntemlerini keşfedecek ve aynı zamanda motivasyonunu geliştirecektir. Kendini Açığa Vurma - (Self-Disclosure) Kendini tanı. Sokrates22" Etkili bir iletişim için, kişinin kendisinden bahsedebilme yeteneğine ve kendisi ile dengeli bir içsel iletişime sahip olması gerekmektedir.227 Aksi taktirde kişi diğer insanlarla iletişim kurmakta güçlük çekecektir. Her ne ararsan kendinde ara. Hacı Bektaşi Veli Kendini ifade edebilmenin sınırlarını, kişinin kendisini tanıması belirginleştirecektir. Kendini tanıma konusunda attığı her adım sonrasında ilişkilerine bağlı olarak yaşamına anlam kazandıracaktır. Bir masal kahramanı Simurg'un efsanesinde olduğu gibi;238 Simurg, bir masal kuşudur. Uzun boynunda beyaz bir halka bulunan, safran tüylü, güzel sesli, insana benzer kocaman bir kuş... Kuşların sultanıdır. Kaf Dağı'nın ardında yaşar. Efsaneye göre, kuşlar, sultanlarını bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün... Yol uzun, yolculuk zorludur. "Aşk Denizi"nden geçerler önce... "Ayrılık 67 Vadisi"nden uçarlar... "Hırs Ovası"nı aşıp "Kıskançlık Gölü"ne saparlar... Kuşların kimi Aşk Denizi'ne dalar, kimi Ayrılık Vadisi'nde kopar sürüden... Kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle... Yolculuk bittiğinde, Kaf Dağı'nın ardına sadece 30 kuş varabilmişiir. Aradıkları Sultanları Simurg'u bulamazlar orada... Sonunda sırrı sözcükler çözer: Farsça "si", "30" demektir. ...murg" ise "kuş"... "30 kuş", anlarlar ki aradıkları sultan kendileridir. Ve gerçek yolculuk kendine yapılan seyahattir. Kendilerini tanımayan insanlar, başkalarını kendi cahil benleri açısından eleştirir. Kendilerine uygun olanları iyi olarak niteler ve uymayanları beğenmezler. Yalnızca kendi önyargılarından dolayı kendilerini üzerler, acı çekmelerine bizzat kendileri neden oldukları gibi, çoğunlukla çevrelerinde olanlardan rahatsızlık hissederler. 239 Bir müddet sonra bu tarz bir yaşam biçimine dönüştüğünde, alışkanlıklardan kurtulmanın zorluğu, yaşam kalitesini de olumsuz yönde etkilemeye başlayacaktır. İletişimde Güven ve Adalet Güvenilmek sevilmekten daha büyük bir iltifattır. George Macdonald'4" İlişkilerde sorunlar yaşanıyor ve bu çok sık tekrarlanıyorsa kişi çevresine karşı olumsuz ve karamsar bir bakış açısına kapılabilir. Oysa ilişkileri geliştirmek için en iyi başlangıç öncelikle kişinin kendisidir. Kendini geliştirdikçe ilişkilerinde yaşanan olumlu gelişmeler yeni ve 238 Can Dündar, Kırınızı Bisiklet, İmge Yayınevi, İstanbul, 2005, s.113.; Mojdeh Bayat, Ali Jamnia Mohammed; talesfroın tlıe landofsufis, Sufi Diyarından Hikayeler, çev: Saliha Deniz, İnsan Yayınlan, İstanbul, 2003, s.61-63. Benzer hikayeler her iki eser içerisinde de yer almaktadır. 239 Thomas Cleary, Tlıe Japanese Art ofWar, Japon Savaş Sanatı, çev: Şen Süer Kaya, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s.68. 240 Stephen R. Covey,; Tlıe 8tlı Habit, Froın Effectiveness to Greatness, 8' inci Alışkanlık Bütünlüğe Doğru; çev: Sezer Soner-Çağlayan Erendağ, Sistem Yayıncılık, Mayıs, 2005, İstanbul, s.185. İletişim Kavramı 85 dengeli ilişkilerin inşası için güç verecektir. Bu güç kişinin özgüvenini arttıracak ve ilişkilerinde güvenilir olmasını sağlayacaktır. Sağlam ve sürekli güven neredeyse, güvenilirlik de her zaman oradadır. Bu bir ilkedir. Güvenin güvenilirlikten kaynaklanması gibi, güvenilirlikte karakter ve yeterlilikten kaynaklanır. Sağlam karakter ve yeterlilik geliştirmenin meyvesi, başarının ve güvenin temeli olan bilgelik ve sağduyudur. Yaşam bu konuda hemen her anında insanı 68 sınava tabi tutar. İstikrarlı bir süreç sonunda mutlaka iletişime yansıyacak, dürüstlük esas alındığında, yeterlilik ve başarıyı beraberinde getirecektir. Güven, yaşamın harcıdır. Etkili iletişimin en gerekli unsurudur. Tüm ilişkileri -evlilikler, aileler ve kurumları- bir arada tutan temel ilkedir. Ve güven, elbette güvenilirlikten gelir.241 Bir insanın en önemli ilişkisi, kendisi ile olan ilişkisidir. Dürüst insan bu değerin bilincinde olandır.242 Bu ilişki bir kez yara almaya başladı mı, diğer ilişkileri de zedeleme ihtimali dikkate alındığında sonuçlarını kestirmek mümkün olmayabilir. Dürüstlük, başkalarıyla, yüz yüze ya da kalabalık bir kitle karşısında olsun, iletişimin en önemli faktörlerinden biridir. Hiçbir bilgi, teknik veya dikkat, başkalarına yardım etme arzusunda dürüstlük ve içtenliğin yerine geçemez.243 Yalan ve samimiyetten uzak sahte davranışlar kişinin kendisi olan ilişkisini olumsuz etkileyecektir. Kişisel bütünlük zarar görecek, iletişimde etkili olma gücü azalacaktır. Kişinin söylenen yalanı bilmesi ya da davranışın gerçek nedenini biliyor olması, kişisel yapının tahribatı açısından yeterli olup, gerçeğin ortaya çıkmasmı gerektirmez. Ancak kendisi ile dürüst ilişki içinde olan insan, çevresi ile ilişkilerini de dürüst olma bilinci üzerine kuracaktır. Dünyadaki işlerin hemen hepsi insanlarla ilişkiler yoluyla ve kurumlar aracılığıyla gerçekleşir. Güven ortamı oluşmadığında iletişimin sürdürülmesi ve olumlu sonuç alınması zorlaşacak, sürdürülmeye çalışıldığında ise yıpratıcı olacaktır. İletişim açık ve kesin olduğu halde, güven yoksa, kişi gizli anlamları ve gündemi aramakla meşgul olacaktır. Güven eksikliği tam olarak kötü bir ilişkinin tanımıdır. Güvenin varolduğu ortamda iletişim zahmetsiz ve kendiliğinden gerçekleşecek, kurumları, kültürleri ve ilişkileri bir arada tutacaktır. 244 İnsan ilişkilerinde güven ortamı, iletişimin sürekliliğini ve niteli-ğini belirler. Adaletli davranmanın bir sonucu oluşan güven duygusu, Etkili İletişim Egzersizleri Yeni bir günün sabahında yaşanan olumsuz bir ruh hali, çoğu insanın karşılaştığı, pek de sevimli olmayan durumlardandır. Genellikle bu durum, kısa süre önce yaşanan ve çözümsüz gibi görünen olaylardan kaynaklanmaktadır. Çözüme kavuşturulmadan ertelenen ve gereksiz sürelerde taşman ayrıntılar, insan üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Bu konuda ilginç, ilginç olduğu kadar da çarpıcı bir örnek vardır; Bir insan su dolu bir bardağı elinde ne kadar süre ile tutabilir? "Gerçek ağırlık herkes için aynıdır. Ancak, sonuç kişinin bardağı elinde ne kadar süreyle tuttuğuna göre değişir. Eğer, bir dakikalığına tutulursa, problem olmaz. Bir saat tutulduğunda kişinin kolunda bir ağrı oluşacaktır. Eğer bir gün boyunca tutmak gerekirse sonuç, çok daha ağır olacak ve belki de tıbbi bir müdahale gerekecektir. Aslında ağırlık aynıdır. Fakat ne kadar uzun tutulursa, kişiye o kadar ağır gelecektir. Aynı durum sorunlar, ya da sorun olarak algılanan ayrıntılar için de geçerlidir. Sorunlar sürekli taşındığında, zamanla daha da ağır olacak ve taşınamaz duruma gelecektir. Yapılması gereken 69 bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve dalıa sonra tekrar kaldırmaktır. Hayatın yükü taşınırken de zaman zaman dinlenmek için fırsat bulunmalıdır. Sonrasında yola daha kolay devam edilecektir. İnsan ilişkilerinde önceden hazırlıklı (proaktif) olmak sağlıklı iliş kiler kurmamıza katkıda bulunacaktır. İletişim sorunları ve çatışmaları yaşanmaması, tepkisel insan248 (reaksiyoner) olmamak, hayata geniş bir açıdan bakabilmeyi gerektirir. Keyifle başlanan bir günün sonun da iletişim kazalarından kaynaklanan moral bozukluğu yaşanabilir Adeta kişinin iletişim halinde olduğu insanlar onun mutlu ya da mut suz olmasını belirler. Yaşanan olumsuzluklar, her günün aynı şekilde geçeceği ve aynı durumun devam edeceği anlamına gelmez. Böylesi durumlar, insanın tepkisel davranmasına ya da tepkisini kendi içinde saklamasına neden olmaktadır. Her iki durum karşısında da birey, ge reksiz yüklerin altına girmekte ve davranışlarının geri dönüşü üzüntü verici olabilmektedir. Etkili bir iletişim biçimini yerleştirmek, dengeli ve öngörülü dav ranmayı, ele geçen fırsatları zamanında değerlendirmeyi gerektirir. Za manında ve ölçülü müdahaleler kırgınlıklar yaratmadan, iletişim çatış malarının yaşanmasını önleyecektir. Bazen çözüm çok yakında olabilir Örnekte olduğu gibi:249 248 Saim Koç, 2004, s. 48-49. 249 Hürriyet Gazetesi; Nur Batur, 23 Haziran 1998. http://arsiv.hurriyetim,com.tr/hur/turk/98A>6/23/dizı/01diz.htm. İletişim Kavramı 89 İki adam yola çıkmışlar. Atla bir yere gidiyorlar. Akşam bir hana gelmişler. Birinin aklına gelmiş, "Sabah atları ayırt etmek için ben atımın kuyruğunu keseyim." Öbürü kabul etmiş. Bu konuşmayı duyan muzip bir adam öbür atın da kuyruğunu kesmiş. Sabah bakmışlar iki atın da kuyruğu kesik... Bir kavga bir gürültü, sonunda atlara binip yola çıkmışlar. Akşam bir yere gelmişler, yine aynı sorun. Biri demiş ki, "Ben atımın kulağını keseyim." Yine birisi bu konuşmayı duymuş ve öbür atın da kulağını kesivermiş. Sabah kalkmışlar. İki atın da kuyruğu, iki atın da kulağı kesik. Yine senindi, benimdi kavgasına girmişler. Biri demiş ki, "Bak bu böyle olmayacak. Birbirimizi çok kırıyoruz. Kavga edip duruyoruz. En iyisi sen siyah ata ben de beyaz ata bineyim." Nasıl davranılacağı konusunda tercih kişinin kendisine kalmışür. Kişi, yaşanan anlık sıkıntılardan diğerlerini sorumlu tutabilir. Sürekli sorunlardan yakınabilir. Çözümden çok sonuçların olumsuzluğunu öne çıkartabilir. Ya da her şeye rağmen çözümün kendisinde olduğuna inanarak kişi, çevresindeki değişim beklentilerine kendisinden başlayabilir. Sorunlar başkaları tarafından yaratılmış olsa bile, onları suçlamaktan ve çözüm için onlara bağımlı olmaktan kaçınılmalıdır. Sorunları ortadan kaldırmak için gayret etmesi gereken kişinin kendisidir. İnsanın çevresindekileri olumlu yönde etkilediğinde, onların değişebileceğini bilmek, bu işi başarmanın ilk adımıdır. 70 Apartmana yeni taşınan adam, evin perdesi için kendisi ölçü almak yerine, aynı oda ölçülerine sahip olan komşusuna danışmayı tercih eder. Komşusuna, "perde yaptırmak için kaç top kumaş aldığını" sorar. Komşusu "10 top" şeklinde cevap verir. O da toplanı "10 top" perdelik kumaş alır. Yeni kiracı aradan bir süre geçtikten sonra, merdivende rastladığı komşusuna sorar. "Bana yanlış söylediniz. Perde kumaşı için 10 top kumaş aldım. Fakat dört topu arttı..." Komşusu cevap verir; "Doğru bende de artmıştı." Bir iletişim çatışması genellikle karşıdakinden başlanarak yorumlanmaya çalışılır. Oysa gerçek neden, kişinin kendi dikkat ya da ilgi eksikliğinden kaynaklanmış olabilir. Bu tür iletişim alışkanlıkları yaşanan olumsuzluklara katkısı sağlamayacağı gibi, benzer sorunların yaşanmasına da ortam hazırlayacaktır. Etkili iletişim kurabilen kişi, kendisine nasıl davranacaklarını çevresindekilere öğretebilen kişidir.250 Ancak bir çok insan hayatının büyük bölümünü olduğundan farklı görünebilmek için feda ettiğinden,251 verdiği mesajların çevresindekiler üzerinde oluşturduğu tepkileri yorumlamakta güçlük çekmektedir. Süreç doğallığını bir kez kaybedince, düzeltmek uzun bir zaman alacaktır. Tam bu noktada değişim ve değiştirilme arasındaki ayrımın insan üzerindeki etkisi dikkat çekmektedir. Değiştirilme, kişinin özgüveni üzerinde olumsuz bir etki yaratacağından dirençle karşılanır. Değişim ise, kişinin kendi eksikliklerini görme ve bunları giderme ihtiyacından kaynaklandığından daha doğal aşılır. Zaafların aşılması yönünde atılan her adım değişimdir ve yeterli konuma getirdiği inancı ile kişinin kendisini daha değerli hissetmesine yardımcı olur.252 Kişisel değişime açık olan birey, değiştirilmeye karşı aynı yaklaşımı göstermeyebilir. Meselenin özü gizemli iki kelimede saklıdır; "evet" yada "hayır". İletişimde basit ancak inanılmaz derecede güçlü bir kavram vardır. "Evet" dediğimiz zaman zihnimiz olumlu bir yaklaşım sergiler. "Hayır" dediğimiz zaman ise olumsuz bir tavır sergileme eğilimi içerisine gireriz. Karşı tarafın olumlu bir tavır sergilemesini istiyorsanız, "Evet" yanıtı alınacak sorular sorulmalıdır. Kendinize ve karşmızdakilere sorulacak soruları bu düşünce yapısını dikkate alarak belirlemelisiniz. Olumsuz tavır alınarak karşılıklı iletişimin zora girdiği ve hatta bazen kopma aşamasına geldiği gergin durumları, "Evet" kelimesini kullanarak oluşacak olumlu iletişimin etkisiyle aşmak mümkündür. İletişim Geliştirme Örnekleri 71 Kişilerarası ilişkilerde -özellikle evliliklerde- ciddi sorunların yaşanmadan önlenmesi, zayıflayan duyguların harekete geçirilmesi ve canlandırılması amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Almanya'da ChristophDornier Vakfı tarafından253 evli çiftler arasında varolan ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik bir dizi program uygulanmaktadır. Spor salonunda bir araya gelen çiftler uygulama boyunca aralarında; karşılıklı olarak hoşgörü içerisinde sözlerini tamamlamasını bekleyecek, sabırla ve sessizce dinleyecek, övgülerde bulunacaktır. Belirtilen sıra dışı Fitness-Center yöneticisi Kurt Hahlvveg254 iyi bir evliliğin sırrını "karşılıklı ve pozitif etkin iletişim" olarak tanımlamaktadır. 251 Ahmet Şerif İzgören, Avucumızdaki Kelebek, Elma Yayınevi, Nisan 2004, s.84. Richard VVilkins'in sözü. 252 Saim KOÇ, 2004, s. 78. 253 Anne Buscha, Das Oberstufenbıtch, Deutsch als Fremdsprache, 1. Auflage, Schubert Verlag, Leipzig, 2000, s. 55. 254 Braunschweig Teknik Üniversitesi Klinik Psikoloji ve Psikiyatri Profesörü olan Kurt Hahlvveg aynı zamanda Uluslararası Boşanmaları Önleme Araştırmaları Merkezi'nin Almanya temsilciliğini yapmaktadır. Kendisinin çok ütopik gelebilecek bir amacı bulunmaktadır; her geçen gün artan boşanma oranlarının düşürülmesini sağlamak amacıyla dünya nüfusunun "iyi evlilik ilişkileri" konusunda eğitilmesidir. Bu konuda çözüm getirecek "mucize formül EPL" (POP- Partner Olma Programı) adı altında bir iletişim programı uygulamaktadır. Program, çatışma halinde olan, ayrılmış çiftlerin rehabilitasyonundan daha çok, evli çiftlerin duygularının canlığının ve coşkusunun devamını sağlayacak tedbirlerin uygulanmasını kapsamaktadır. Bu tür programların varlığı bile ilişkileri geliştirme ve sorunları çözüme kavuşturma adına sonuçları kadar etkilidir. Meksika'nın başkenti Mexico City'de güvenlik güçlerinin daha etkin hizmet vermek ve halkla iletişim kurabilmeleri amacıyla "İyi Polis, Okuyan Polis" başlığı altında yeni bir program uygulanmaktadır.255 Bu program kapsamında güvenlik güçlerinin önceden belirlenen edebi eserleri okuyarak daha iyi hizmet vermeleri hedeflenmektedir. Okuma işlemi, öncelikle personelin kelime dağarcığını geliştirecek, böylece kendilerini insanlara daha iyi anlatabilecekler; ikincisi, insanların bakış açılarını öğrenip onları anlayacaklar; üçüncüsü de, roman kahramanları sayesinde savundukları değerlere olan inançları pekişecektir. Kendini ifade etme ve karşısındakini anlama temeline dayanan bu uygulama, uzmanlar yönetiminde sorunların karşılıklı olarak tartışılması sürecini de kapsamaktadır. 72 İletişim, bir başka çarpıcı konunun ana teması olarak dikkat çekmektedir. Son dönemde ülkemizde de yaygınlaşan bir eğilim ile hiperaktif çocuklarımızın tedavisinde ilaçla tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Değerli yazar Can Dündar, bu konuda çok da isabetli bir değerlendirme ile "Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği" 1HADE] teşhisi konan çocukların tedavisinde "sağlıklı iletişim" önermektedir. Hastalığın tedavisine yönelik görüşler üç ortak noktada birleşmektedir;256 Sorun giderek büyüyor, ilaçtan önce ailelerin ve okulun yardımı gerekli, aileyle, öğretmenle, arkadaşla, doğayla iletişim en etkili ilaç kabul ediliyor. Sonuç olarak, "çare iletişimde". Sağlıklı İletişim Kaliteli Yaşam İnsanlar, iletişim kurmak istediklerinde tercihlerini, kendilerini rahat ve değerli hissettirecek insanlarla birlikte olma yönünde kullanırlar. İlişkilerin sağlıklı sürdürülmesi, yaşam kalitesini de yükseltecektir. İletişim engellerinin ortadan kaldırılması ya da azaltılması yönünde atılacak her adım, yaşamın renklerine bir yenisinin katılmasına katkıda bulunacaktır. Sağlıklı yaşam konusunda yapılan bir araştırmanın, uzunve kaliteli yaşama dair önerileri arasında;257 yardım etmek, aşık olmak, yeni dostluklar kurmak, evlenmek, anne baba olmak, sevdiklerine daha fazla dokunmak ve sarılmak gibi duygu yüklü ifadeler yer almaktadır. Bu önerilerin özüne bakıldığında, iletişim becerilerinin yaşama olumlu etkileri konusunda mesajlar öne çıkmaktadır. İlişkilerde yaşanan olumsuzlukların yaşamın tüm alanına hakim olmasına izin verilmemelidir. Son dönemde insanların en çok yakındıkları konuların başında, günlük ilişkilerle başlayan ve yaşamın hemen hemen her alanında ilişkilerde görülen olumsuzluklar gelmektedir. Cisimlerin suda yüzmesine dair fizik yasası, suya batan cisimler değil, doğal biçimde yüzen cisimlerin düşünülmesi ve sonrasında akıl yürüterek, niçin böyle hareket ettiklerinin araştırılmasıyla keşfedilmiştir, şeklindeki sözler, yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen, olumlu yaklaşım ve bakış açısının yaşamsal önemini de vurgulamaktadır.258 Yaşam boyunca karşılaşılan olaylar insanın hayata bakış açısını derinden etkilemekte ve şekillendirmektedir. Olaylar ve davranışlar karşısında sabırsız, aceleci, duyarsız ya da karamsar davranışların neden olduğu olumsuzluk günlük yaşantıya yansımaktadır. Beklenmedik olaylar karşısında takınılacak davranış, birey üzerinde olayın yaratacağı etkilenme düzeyini belirleyen önemli faktörlerdendir. Sabırlı davranmak başarının anahtarıdır. Anahtarın uygun kilide takılmadığında yaşananlar, kapının sürekli kapalı kalacağı anlamına gelmez. Bazen insanın karşısına çıkan kapalı kapıları açmak için kilide uygun anahtar aranırken, kapının kilitli olmadığını kontrol etmek aklına dahi gelmez. Bazı kapılar da vardır, ki sadece içerden açılır. Açmaya zorlamak yerine açılmasını sağlayacak güveni oluşturmak ve doğal sonuçlarını yaşamak ideal olandır. 73 X/X. Yüzyılın ünlü İngiliz ressamlarından VVilliam Holman Hunt'ın (1827-1910), bir bahçeyi anlatan "Kapı" adlı tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde yayınlanmaktadır. Hunt'ın "Evrenin Işığı" "The Liglıt ofthe \Norld" adını verdiği bu tabloda, elinde fenerle geceleyin bahçede duran filozof görünümlü bir kişi vardır. Adam, kapıyı çalmakta ve içerden bir cevap beklercesine kapının önünde durmaktadır. Resmi inceleyen bir sanat eleştirmeni, Hunt'a dönerek: "Güzel bir tablo, fakat anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da..." şeklinde sorunca, Hunt gülümseyerek cevap verir: "Adam 257 Osman Müftüoğlu, Hürriyet, 20 Mayıs 2005, s. 7, Yaşasın Hayat, Hayata Olumlu Bakın. 258 Mehmet Y. Yılmaz, Milliyet, 24 Nisan 2005, s. 2. Thomas Troward'a ait söz, Artık ilişkiler neden dalla kısa? başlıklı köşe yazısından alıntı yapılmıştır. iletişim Kavramı 93 sıradan bir kapıya vurmuyor ki... Bu kapı insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışarıda kol olması gerekmiyor. O "kapı" size içerden açılmamışsa giremezsiniz."259 Amerikalı yazar Deniş VVaitley'in, Empires of the Mind adlı kitabında aktardığı çarpıcı hikaye,260 karamsarlığın bir insanın bakış açısını nasıl daralttığını ve umutsuzluğa ittiğini ortaya koymaktadır. "Bir demiryolu işçisinin öyküsü bu. Güçlü, sağlıklı, arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki bu insan, her şeyin en kötüsünü bekleyen ve başına kötü şeyler geleceğinden korkan kötümser birisidir. Bir yaz günü, tren işçileri, ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılırlar. Tamir için gelmiş olan bir soğutucu zmgonun içine giren işçi, yanlışlıkla içerden kapıyı kapatır, kendini soğutucu vagona kilitler. Diğer işçiler içerideki arkadaşlarının kendilerinden önce çıktığını düşünürler. İçeride kalan işçi kapıyı tekmeler, bağırır ama kimse duymaz, duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda oldukları için pek kulak vermezler. O andan itibaren içeride kalan işçi burada donarak öleceğinden korkmaya başlar. 'Eğer buradan çıkamazsam, burada kaskatı donacağım' diye düşünür, içeride yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine girer. Titremeye başlar. Eline geçirdiği bir kâğıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazar: "Çok soğuk, bedenim hissizleş-meye başladı. Bunlar benim son sözlerim olabilir." Ertesi gün soğutucu vagonun kapısını açan işçiler, içeride işçinin donmuş bedenini bulurlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü göstermektedir. Asıl ilginç olan ise, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk 74 olduğundan çalışmıyor olmasıdır. Vagonun içindeki ısı 18 C derecedir ve vagonda yeterince hava bulunmaktadır. " Yaşamda umutsuz durumlar yoktur, umutsuzluk besleyen insanlar vardır yalnızca. Gerçek bir yaşam öyküsünden aktarılan aşağıdaki sözler, en zor dönemlerde bile insanın kendisine çıkış yolları bulabildiğini göstermektedir. Yeter ki, insan umudunu kaybetmesin.261 "Annem evlendikten ve oğulları doğduktan sonra bile masaya yemek bin bir güçlükle çıkardı. Ama annemiz bizi elimizde olmayanı değil, olanı düşünmeye zorlardı. Bize zorluklarda, hayatın en küçük ayrıntılarında saklı güzelliklerden zevk alma yetisi kazandırdı. Bize şiddetle aktardığı tutum şuydu: 'Yıldızları hava yeterince karardığında görebilirsiniz'." Bazen de mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir. Hazırlıksız yakalanmamak için, basit detayları dikkate almak gerekir. Bireyin nerede kullanacağını tam olarak önceden planlaması mümkün olmasa da, hazırlıklı ve donanımlı olması, beklenenden çok daha olumlu sonuçların yaşanmasına katkıda bulunabilir. Paul Auster'in başından geçenleri anlattıklarında olduğu gibi:262 "Sekiz yaşındaydım. Hayatımın o döneminde benim için dünyadaki en önemli şey beysboldü. New York Giants'ı tutuyordum ve siyalı-turuncu kasklı o adamların yaptıkları her şeyi gerçek bir hayranın bağlılığıyla izliyordum. Şimdi bile, artık var olmayan bir saltada oynayan ve artık yalnızca adı kalmış olan o takımı anımsadıkça, neredeyse bütün oyuncularının adlarını sıralayabilirim: Ancak içlerinde hiçbiri, VVillie Mays'den daha büyük, daha kusursuz ve daha başarılı değildi. Ailem o ilkbaharda, beni ilk kez birinci ligdeki bir maça götürmüşlerdi. O maçın en ufak bir ayrıntısını bile anımsamıyorum, ama anımsadığım bir şey varsa maçtan sonra annemle babamın ve arkadaşlarının bütün seyirciler gidene kadar yerlerinde kalıp konuştukları. Vakit o kadar geç olmuştu ki, sahadan geçip orta sahaya açılan kapıdan çıkmamız gerekmişti, çünkü açık bırakılan tek kapı oydu. Tesadüfen o kapı da oyuncuların soyunma odalarının tam altındaydı. Sahanın kenarına yaklaşırken VVillie Mays çarptı gözüme. Kim olduğundan en ufak bir kuşkum yoktu. VVillie Mays'ti, formasını çıkarmış, günlük giysileriyle 2-3 metre kadar uzağımda dikiliyordu. Onun olduğu yöne doğru yürümeyi nasılsa becerebildim ve sonra, bütün cesaretimi toplayıp birkaç sözcük çıkarabildim ağzımdan: "Bay Mays," dedim, "imzanızı alabilir miyim?" Soruma verdiği yanıt pek nazik olmasa da dostçaydı. "Tabii oğlum, "Kalemin var mı?" dedi. Öylesine lıayat doluydu ki, anımsıyorum bunu, gençliğin verdiği enerjiyle öylesine doluydu ki, benimle konuşurken olduğu yerde yaylanıyordu. Kalemim yoktu, babama kalemini alıp alamayacağımı sordum. Ancak onun da kalemi yoktu. Annemin de. Öteki büyüklerin de hiçbirinin kalemi yoktu. 75 Büyük VVillie Mays konuşmadan durmuş bizi izliyordu. Grupta hiç kimsenin yazacak bir şeyi olmadığı anlaşılınca Mays bana dönüp, 262 Paul Auster, Kırmızı Defter, çev: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İst., 2003, s. 80-81. İletişim Kavramı 95 "Üzgünüm evlat" dedi. "Kalemin yoksa imza da veremem." Ve sonra stattan çıkıp geceye karıştı. Ağlamak istemiyordum ancak gözyaşlarını yanaklarımdan aşağı yuvarlanmaya başladı, bunu engellemem mümkün değildi. Daha da kötüsü, arabada eve dönerken yol boyunca ağladım. Evet, hayal kırıklığından mahvolmuştum, ama öte yandan gözyaşlarıma engel olamadım. Bebek değildim. Sekiz yaşındaydım ve büyük çocukların bu tür şeylere ağlamamaları gerekirdi. VVillie Mays'in imzasını alamamakla kalmamış, elime başka bir şey de geçmemişti. Hayat beni sınamıştı ve kendimi her açıdan eksik hissediyordum. O geceden sonra nereye gidersem gideyim yanımda kalem taşıdım. Cebimde bir kalem bulunduğuna emin olmadan evden dışarı adım atmamak bende bir alışkanlık oldu. O kalemle bir şey yapmayı planladığımdan değil, ama lıazırlıksız yakalanmak istemiyordum. Bir keresinde boş elle yakalanmıştım ama bunun bir kez daha olmasına izin vermeyecektim. Geçen yıllar en azından bana şunu öğretti: cebinde bir kalem varsa, büyük olasılıkla bir gün onu kullanmaya başlamak gelecektir içinden. Çocuklarıma hep söylediğim gibi, işte ben böyle yazar oldum.." İletişimde Öfkenin Rolü Öfke bir asittir; durduğu kaba verdiği zarar döküldüğü her hangi bir yere verdiği zarardan daha fazla olabilir. Mahatma Gandi2M İnsanoğlunun doğuştan itibaren çok çabuk kazandığı ve fakat yaşamı içerisinde kontrol konusunda en çok zorlandığı duygulardan birisi de öfkedir. Çoğu insan bu duyguyu inkar ederek, bastırarak, hedefini saptırarak ya da ondan kaçmayı deneyerek üstesinden gelmeye çalışır.264 Özet olarak öfke, iletişimi derinden etkileyen ve yönlendiren bir özellik taşımaktadır. Saldırganlık, savunma ya da geri çekilme olarak kendini belli eder.265 76 "Öfkeyle tehlike arasındaki mesafe kıldan incedir" anonim özdeyiş,266 öfkeli davranışın iletişimi zedelemekle kalmayıp, insanın tüm yaşamını etkileyebilecek durumlara neden olabileceğini de ifade etmektedir. Sanki bir domino etkisi gibidir. Öfkeyle başlayan kontrolsüzlük, düşüncesiz davranışlarla devam eder, ardından gelen bağırmalar ve daha da kötü tepkilerle istenmeyen durumlar yaşanır.267 Sağlıklı olan yaklaşım biçimi, hiddetin empatik bir yaklaşıma dönüştürülme girişimidir. Bu tür çabalar beklenen sonuca tam olarak ulaşmasa da, öfkenin ortadan kaldırılmasına katkıda bulunacak ve ortamı iletişime hazırlayacaktır. Yine bir Çin atasözünde kullanılan "Bir öfke anında sabır gösteren, yüz gün üzüntü çekmekten kurtulur" ifadesi, öfkenin panzehirinin sabır olduğu sırrım vermektedir. öfkenin, dış etkenlerden kaynaklandığı zannedilse de, kişinin kendi iç dünyasında meydana gelen kişisel bir olaydır. Karşılanmamış talepler, gerçekleşmeyen beklentiler öfkeyi tetiklemektedir. Bazen de karşısındakilerin ne düşüneceği ve/veya nasıl tepki vereceği düşüncesi bireyi, sanki tüm bunlar gerçekleşmişçesine etkilemekte ve bu etkileşim belirsiz tepkilerin oluşumuna neden olmaktadır. Diğer duyguların tersine, öfkeyi belli eden bir organ mevcut değildir. Fizyolojik ve psikolojik tepkilere yol açan öfke, içe yöneldiğinde iletişimi olumsuz etkileyen davranış bozukluklarına neden olmaktadır.268 Günlük yaşantıda öfke ortaya çıktığında ifade edildiğinde şiddete, içe yöneldiğinde ise depresyonlara yol açmaktadır. Şiddet bir kez ortaya çıktığında, kültürün parçası haline gelir.269 Çoğunlukla uygulanan bir başka yaygın yöntem ise, kişinin gereksiz yere yakın çevresindekilere öfkesini yansıtmasıdır. Bu durum bazen aile içi ilişkilerde, trafikte, iş yerinde, alış verişte beklenmeyen tepkilere yol açmakta, sonuçta etkisiz kaldığı gibi, suçsuz insanların incitilmesine neden olmaktadır. Bacon "Denemeler"inde öfkenin nedenleri konusunda isabetli ve bugün de geçerli olan tespitlerde bulunmaktadır.270 Öfkenin nedenlerini üç ana başlık altında toplamaktadır. İlk olarak, aşırı ölçüde alıngan olmak, 266 Sam Horn, Tongtıe Fh, Sözlü Dövüş Sanatı, Boyner Yayınları, 5. Baskı, çev. Zülfü Dicleli, İstanbul, 2003, s. 23, 28. 267 Elizabeth Pantley, Hiddeti Messages, Çocuklarımıza verdiğimiz Gizli Mesajlar, çev: Hande Gürel, HYB Yayıncılık, Ankara, 2002, s. 51. 268 Anthony G. Banet; Jr. Ph. D. California'daki La Jolla Üniversitesi öğretim üyeleri danışmanıdır. Toplumsal ruh sağlığı konularında uzmanlaşmış bir psikologtur. Anthony G Banet, Creative Psychotherapy, Yaratıcı Psikoterapi, Non-fiction. Publisher, California La Jolla, University Associates, 1976. 269 John Naisbitt, İnsan ve Teknoloji, Higlı Tech, High Toııclı, Global Yayın Ajansı, Çev: Orkunt Ayaz, Huban Yıldıran, Mehpare Şayan Kileci, Mayıs, 2004, İstanbul, s. 101. 270 Albans Francis Bacon (1561-1626), Denemeler, Adam Yay incilik, İkinci Bası m, 1983, İstanbul, s. 197-198. 77 İletişim Kavramı 97 gücendirici bir davranış ya da durumdan insanın bir küçümsenme anlamı çıkarması ve son olarak bir kimsenin onurunu zedelenmiş hissetmesi durumunda öfke ortaya çıkmakta ve yoğunlaşmaktadır. Bu durumda en basit ve fakat etkili yöntem olarak öfkenin sabırla karşılanıp, zamana yayılması durumunda çok daha sağlıklı sonuçlar alınabilecektir. Laura Huxley öfkeyi, negatif bir enerjinin ortaya çıkışı olarak tanımlamaktadır.271 Okyanusun dalgalarım kıyıya fırlattığı gibi, öfkede kontrolsüz bir biçimde insanları diğerlerinin üzerine fırlatmaktadır. Bir başkasının yaşadığı öfke -tesadüfen de olsa- kişiyi de etkilemeye başladığında artık kişi kendi öfkesiyle de uğraşmak zorunda kalacak, kontrol edilmesi çok daha zor bir ortam oluşacaktır. İlginçtir ki olaylar, öfkenin bulaşıcı bir özellik taşıdığını göstermektedir. Öfke kendi haline bırakıldığında ivme kazanacağından, dürüst ve dolaysız bir biçimde ve gerektiğinde öfkeyi sahiplenerek üstesinden gelme mücadelesine devam edilmelidir. Cüceloğlu öfke konusunda bir yandan mücadele edilmesini anlatırken, diğer yandan olayları anlamaya çalışmanın gerekliliğini savunmaktadır.272 Bir İletişim Yöntemi Olarak "Susma" Sessizlik ya da susma, kişilerarası iletişimin önemli biçimlerinden ve ayrılmaz parçalarından biridir. Etkili bir yüz yüze iletişimin gerçekleşebilmesi için tarafların en azından birinin susarak konuşanı dinlemesi gerekir.273 Ancak bir hizmetin yerine getirildiği sırada sessizlik sürekli uygulandığında, çoğu zaman insanlar arasında bir engelin oluşmasına ve iletişim kopukluğunun yaşanmasına neden olmaktadır. Bazı durumlarda suskun kalmak en dokunaklı konuşmadan bile daha ikna edici olabilir. Konfüçyüs, "suskunluk hiçbir zaman ihanet etmeyen gerçek bir dosttur" tanımlamasını yapmıştır. Konuşmanın yarardan çok zarar getireceği durumlarda sessiz kalmayı öğrenerek kişi kendisine bir dost daha edinebilir.274 Her susmanın, iletişimde değişik yorumlara ve sonuçlara yol açabilecek, kendine özgü bir anlamı vardır.275 "Sükut ikrardan gelir" sözü, hem bir durum tanımlaması hem de susmanın iletişim açısından üstlendiği anlamı ifade etmektedir. İletişimin devamını sağlamak açısından, karşısındakinin susma-sessizliğini duyarlılık içinde değerlendirmek ve anlamlandırma konusunda diğer unsurlardan -jest, mimik ve beden dili- faydalanmak gerekecektir. Kişilerarası yakın iletişimde görülen susma, toplumsal ilişkiler açısından da dikkat çekmektedir. Özellikle kamuoyunun tepkisizliği olarak tanımlanan susma, farklı nedenlere dayandırılsa da, kişinin sahip olduğu görüşler azınlıkta kaldığında, çevresinde hangi düşünce ve davranışların onaylandığını öğrenmek amacıyla, bireyi olaylar ve insanları sürekli gözlemlemeye itmektedir. İnsanlar görüşlerinin azınlıkta olduğuna kanaat getirmişlerse eğer, 78 daha dikkatli davranır, olduklarından daha zayıf bir görüntü çizerler. Kamuoyu sürecinde bu davranış biçimi "suskunluk sarmalı"276 kavramıyla tanımlanmaktadır. Gülmenin Gücü Gül tüm dünya seninle gülsün, ağlarsan yalnız ağlarsın.. Ella VVheeler Wilcox277 Yaşam boyunca kendisine ciddi olmak öğretildiğinden, gülse de ciddi olan insan, gülmenin yaşamındaki anlamını yıllardır yeterince ciddiye almamıştır. Oysa, gülümseme, insanları birbirine bağlayan en kısa yoldur. 278 İletişimin her safhasında olduğu gibi, sözlü iletişime gerek kalmadan insanlar üzerinde oluşacak olumlu etkiyi destekleyici bir temel özellik taşımaktadır. Küçük yaşlardan itibaren büyüklerden gelen telkinlerin de etkisiyle gülme, toplumumuzun desteklediği ve cesaretlendirdiği bir davranış biçimi değildir. Oysa gülme, insanın hoşnut olduğunu, iç dengesinin yaşamı sürdürmeye uygun bir uyum içerisinde bulunduğunu ortaya koyan ve karşısında bulunanları bu mutluluğa ortak olmaya davet eden bir jest ve mimiktir. Yapılan araştırmalar, bu temel anlatım jestlerinin bütün kültürlerde ortak olduğunu göstermiştir.279 276 Elisabeth Noelle-Neumann, 1998, s. 273. "Suskunluk sarmalı" kavramına ilk kez "sarmal modeli", "sarmal süreci", ve "suskunluk hipotezi" gibi kavramların yanı sıra 1973 yılındaki bir makalede yer verilmiştir. Noelle-Neumann, Elisabeth. Kunılalion, Konsonanz ıınd Öffentlichkeıtseffect. Ein tıeıter Ansatz zıır Analyse der Wirkung der Massenmedien, Publizistik 18. Jg., sayı:l, s. 26-55. 277 Petey Parker, Emily Martin, Body Langııage And Soıdful Thoughts, Zone Pres, Roger Publishing and Consulting Inc., 2004, USA, p. 60. Ella VVheeler Wilcox; Amerikalı Şair ve gazeteci (1850-1919). 278 Zuhal Baltaş; Akılda ve Yürekte İz Bırakan sunuş, Etki Yaratan Konuşmacının El Kitabı, Remzi Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul, Mayıs, 2004, s. 45. (V. Borge'a ait söz). 279 Zuhal Baltaş, Acar Baltaş, Bedenin Dili, İletişim Becerinizin Anahtarı Sessiz Diliniz. Remzi Kitabevi, 20. Basım, 1999, İstanbul, s.17, 39. • İletişim Kavramı 99 79 Gülme ile birlikte ilişkilerde ciddiyetin kaybolacağı sanılsa da, ne ciddiyetsizlik anlamına gelir, ne de insan yaşammın doğal bir yönü olarak ilgiye değmez ve önemsizdir. Doğrusu, gülme kapasitesi, insan yaşamının yüzeysel yönünden başka her şeye benzer; gülmeyi anlamak insanlığı anlamaya yönelik uzunca bir yoldur. Gülmek, bütün ırk ya da kültür engellerini aşabilecek evrensel bir iletişim aracıdır.280 Yaşamı olumlu yönlendirme gücü sayesinde, güne küçük bir gülümsemeyle başlamak, gün boyunca tüm ilişkilere yansıyacak ve diğerlerini de etkileyecektir. Psikolojik ve fiziksel gelişim açısından önemli rol oynayan gülme, küçük yaşlarda sıkça gerçekleşse de, ilerleyen yaşlarda sınırlı olarak tekrarlanmaktadır. Yaş ilerledikçe gülünecek yönleri bulmakta fazla seçici mi davranılır? yoksa, yaşamdan zevk alma konusundaki coşku mu azalır? Bu yönüyle sıkça tartışma konusu olan alanların başında gelmektedir. Halk arasında gülme ile ilgili söylenen bazı deyimler, yetişkin insanlar açısından gülmesi konusunda sınırlamalar içermektedir. Kant'a göre gülme, "yıkılan bir umudun hiçliğe doğru ani değişiminden doğan bir duygudur" ve bir örnekle de konuyu açıklamaya çalışır; Zengin bir adamın mirasçısı debdebeli cenaze töreni düzenlemeyi diler, ancak bunu tam anlamıyla başaramayacağı için hayıflanır; "çünkü" (der o) "yas tutmaları için bulduğum adamlara ne kadar fazla para verirsem, o kadar neşeli gön'inürler!" Bu fıkrayı duyunca güleriz, bunun nedeni bir beklentinin birden bire kaybolup, farklı bir duyguya dönüşmesidir. Sağlık açısından gülmenin insan vücuduna sayısız faydasının (merkezi sinir ve bağışıklık sistemini güçlendirir, kan dolaşımını dengeler ve oksijen miktarını arttırır) yanında, iletişime de olumlu katkıları bulunmaktadır. m Gülen insan mutludur. Mutlu insan hoşgörülü ve huzurlu bir ruh hali ile ilişkilerinde dengeli ve ben-merkezci olmaktan uzak davranır. Yapacağı işe daha kolay yoğunlaşır. Oluşan olumlu atmosfer, gülen bir insanın diğerlerini de etkilemesi suretiyle iletişimde bir füzyon reaksiyonu gibi yayılır.282 Gülümseme bulaşıcıdır. Bir insana gülümseyerek bakıldığında, "dünya kocaman bir ayna" olduğundan onun da karşısındakine gülümsemeyle cevap verme ihtimali çok yüksektir.283 Almanya'da faaliyet yürüten Psikoloji Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma;284 işyerlerinde çalışanlar arasındaki ilişkiler açısından gülmenin etkilerini ortaya koymaktadır. Yapılan araştırmaya göre gülmek; bir yandan % 86 oranında yaratıcılık yeteneğini artırırken, diğer yandan % 56 oranında işyerindeki mobbing 285 uygulamalarını azaltıyor. Aynı zamanda çalışanların iş ortamında hata yapma düzeyini %47 oranında olumlu etkiliyor. Yapılan araştırmalara göre gülmenin, ciğerlere ve diğer iç organlara masaj gibi yararlı olduğu sonucuna varılmıştır.286 80 İletişim uzmanı Heinz Goldmann,287 eskiye göre insanların ilişkilerinde gülmeye daha fazla önem verdiklerini ve gülmeyi ciddiye almaya başladıklarını ifade ediyor. İnsanların sorunlarını çözme konusunda -özellikle problemli evliliklerde- gülmenin sistemli bir biçimde katkı sağlaması amacıyla Almanya'da "Humaerobics"288 seminerleri düzenleniyor. Seminerlerde şakalar yapılarak eğlenilmeye ve gülmeye çalışılıyor. Örneğin; katılımcıların yaşamlarında onları en çok güldüren olayların listesi yapılıp, diğerleri ile paylaşılıyor, komik jest ve mimikler yapılarak fotoğraflar çekiliyor ve panoya asılıyor, komik sesler çıkarılıyor. "Gülmenin özü" ne ilişkin değerlendirme ve kuramlar incelendiğinde bir uzlaşmadan bahsetmenin güçlüğü dikkat çekmektedir. Oysa, korku ya da sevgi üzerine yazılanların hem daha fazla olduğu hem de temel noktalar üzerinde uzlaşmanın varlığından bahsetmenin mümkün olduğu görülecektir. Çocuklar ve yetişkinler üzerinde yapılan araştırmalar,289 gülme ile kişinin güvenlik ve kontrol duygusu arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Kendilerine güveni olan, kendileri hakkında olumlu duygular taşıyanların, olmayanlara göre mizahtan daha fazla zevk aldıkları görülmüştür. Diğer davranış biçimlerinde olduğu gibi gülme konusunda da yapmacık ve eğleniyor görünmeyi taklit ederek davranılabilir. Fakat bu durum kibarlık gülüşü ile benzer niteliktedir ve zorlama bir davranıştır. Trafikte bir kural ihlali yapıldığında yaşanılacak muhtemel bir gergin ortam, bu tür yaklaşımla yumuşatılabilir. Gülme, bulaşıcı bir davranış olduğundan, utanılacak bir durumla karşı karşıya kaldığımızda, gülerek başkalarının da gülmesini sağlarız. Böyle davranmanın başkaları üzerinde rahatlatıcı bir etkisi vardır ve durumdan hoşlanmalarını bile sağlar. Gülmek, "utanılacak bir şey yaparken yakalandığımızda", karşımızdaki insanların öfke ve suçlamalarını azaltır. Başkalarının bizi hoş görmesini istediğimizde, gülerek onları yumuşatabiliriz.290 Farklı dil ve kültüre sahip olan insanlar arasında gülme üzerinden bir iletişim bağının yaşanmasında, yapılan esprinin, mizahın ya da dil oyununun gerekli etkiyi bırakabilmesi için karşısındaki insanın dünya görüşünün bilinmesi ve anlaşılması önemli rol oynar. Gülümsemenin iletişimin en iyi yollarından birisi olduğu kanıtlanmıştır. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki ilkel kabilelerde yapılan araştırmalar sonucu aynı zamanda gülümsemenin evrensel bir beden dili sinyali olduğu da kabul edilmektedir.291 Gülme, insanın sevincini, komik bulduğunu yansıtma açısından evrensel nitelik taşıyan temel bir davranış olmakla birlikte, kimin nerede ve nasıl güleceği konusu kültürel değerlere göre belirginleşmektedir, "çok gülenin çok ağladığına" inanılan ülkemizdekine benzer kültürlerde açıkça ve içten kahkaha atmak yerine, az ve elle saklayarak gülmek uygun bir davranış olarak değerlendirilir.292 Değişik kültürlerin faklı mizah anlayışlarının yanı sıra onların değişik geleneklerini de gülmenin kaynağını oluşturabilir. Margeret Mead,293 bir öyküsünde farklı kültürler arasındaki geleneklerin gülme konusu yapılmasıyla ilgili güzel bir örnek sunmaktadır; 81 Bir Kızılderili, yeni kaybettiği bir yakının mezarına yiyecek gömdüğü esnada, onu gören bir yabancı alaylı alaylı bir biçimde kendisine sorar; "Ölünün gelip bunu yiyeceğini mi sanıyorsun? Kızılderili cevap verir; "Ya sen ölünün gelip senin koyduğun çiçekleri kokla-yacağım mı sanıyorsun? Günlük yaşamın ağır gereksinimleri nedeniyle, pek çok kişi içinde bulunduğu andaki durumu komik bulmaz, fakat bir müddet sonra geriye dönüp bakıldığında farklı olabilir. Gülme, mizahın meyvesidir. Bir insanın mizah duygusu ne kadar gelişmişse, olaylar karşısında gerekli uzaklığa çekilip olaylara karşı daha geniş bir açıdan bakabilme yeteneği paralel olarak gelişir. Mizah duygusu, "yaşamı, eski günlerin yumuşak ışığı altında görebilmektir"294 ve yaşama sağlıklı bakabilmek için gereklidir. Mizah, gerilim ve öfkenin azalmasını mümkün kılar. Mizaha yaratıcılık arasında yakın bir ilişki vardır. Özellikle çocuklarda mizah ile zeka arasında ölçülebilir bir düz orantı vardır.295 Gülme ile sempatik olma ve olumlu düşünme arasında yakın ilişki bulunmaktadır. İçten gelen bir duyguyla gülümseme dış görünüm ile de desteklenmektedir. Gözünün içi gülen bir insan ile yapmacık bir gülümseme arasındaki farkı hissetmek çok kolaydır. Bu durum, kişinin iletişimini de önemli oranda etkilemektedir. Sempatik ve sıcak kanlı bir davranışın birinci koşulu sadece dudaklarla değil, gözlerle ve hatta bütün yüzle ve bedenle "gülümsemedir". Samimiyetten uzak bir gülümseme, kişinin dudaklarında bir sırıtış olarak kalır, ne gözlerine ne de davranışlarına yansır.296 Gülümseme harika bir iletişim aracı olduğu kadar, zaman zaman iletişimi engelleyen bir maske olarak da dikkat çekmektedir. Bazen insanlar gerçek duygularını gizlemek amacıyla sahte gülücüklerden faydalanır. Bu aynı zamanda gülmenin insan üzerinde bıraktığı olumlu etkinin ne kadar güçlü olduğunun da başka bir göstergesidir. Bir çok insan, gülümsemenin sadece yüz kaslarını hareket ettirme sorunu olduğunu düşünür. Ancak gülümseme bunun da ötesindedir. Kişi zorla gülemez. Gülme öncelikle beyinde başlar ve ardından yüze yansır. Düşünceden kaynaklanan duygular tarafından harekete geçirilir. Tıpkı, insanın geçmişte kendisini mutlu edip güldüren bir olayı düşündüğünde yüzünde oluşan tebessüm gibi.297 Aynı doğallığı fotoğraf çektirirken yapılan gülümseme de görmek pek mümkün değildir. İş görüşmelerine giden insanlara görüşme yapacağı kişinin odasına girmeden önce, kendisini çok mutlu eden bir olayı hatırlaması tavsiye edilir. Olayın yarattığı mutluluğun öncelikle kişinin yüzüne ve sonrasında yapacağı görüşme ortamına yansıması sağlanacaktır. Sahte gülümseme otomatik olarak gösterilen bir tepkidir. Kişi bir yandan gülümserken diğer yandan durum değerlendirmesi yapar ve kendini kontrol etmeye çalışır. Bu tür gülümsemede anahtar sözcük kontroldür. Bu maskeyi kullanan insanlar duygularını sürekli kontrol altında tutan kişilerdir. Gerçek kimliklerini, gerçek duygularını ve tepkilerini dürüstlükle ve samimiyetle ortaya çıkarmaktan korkarlar. Bu onların savunmalarını zayıflatır. Maske görevi yapan gülümseme sürekli halkın karşısında olan kişilerin profesyonel gülümsemesine de benzer. Normal ve içten gelen doğal bir gülümseme yanakları yukarı kaldırır ve göz çevresini kırıştırır. 298 82 Gerçek bir gülümseme kişiyi, o andaki ruh halinin tüm doğallığıy-la baştan aşağıya kendisi olarak ortaya koyacaktır. İçindeki mutluluğu, coşku ve enerjiyi, sahip olduğu özgüven ve özsaygıyla dış görünüşüne aldırmadan ortama yansıtacaktır. içten ve doğal bir gülümsemenin iletişimdeki olumlu etkisi kadar, sahte bir tebessümün yaratacağı olumsuz etkinin de bilinmesi gerekir. Ancak ortaya çıkan gerçek, gülmenin iletişim sürecine yaptığı güçlü etkisidir. Televizyon komedi programlan yapımcıları da bu etkiden hareketle banda alınmış kahkaha efektlerini program arasına yerleştirir. Bu kahkahalar seyircinin değil, yapımcıların komik bulduğu yerlerde d uyulsa da onlar izleyicilerin bu konudaki şartlanmışlığını kullanmaya çalışırlar.299 ülmenin gücünü yakalayabilmek için, dudaklarla birlikte, "gözlerinin içi gülüyor olma" deyimini doğrular biçimde, gözlerinde gülümsemesi sağlanmalıdır. Gülümsemeyle neşeli ve mutlu olmak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bazen gülmek başlı başına mutluluğun kaynağı olabilmektedir. Çevresinde gülen insanların varlığı kişiyi olumlu etkileyecektir. Sadece çevredekilerin gülüşlerinin etkisiyle gülerek mutlu olunan bir çok örnek durum vardır. Gülümseme dostluğa bir davettir. Belki de özellikle bu nedenle fotoğraf çekimi sırasında gülümseme tavsiye edilir. Bir reklam ya da seçim kampanyasında bu yönteme özel önem verilir. Fakat hangi nedenle olursa olsun, beden dili sinyalleri için söylenenler, gülümseme için de geçerlidir. Gülümseme akıldan değil, yürekten gelmelidir. İletişimde Kokunun Etkisi İletişimde özel bir yeri olan dikkate değer ayrıntılardan birisi de kokudur. Beyin, yaşam boyunca özel anlam yüklediği kokulan depola-yıp, iletişimi etkileme açısından kişisel tercihlerde büyük rol oynamaktadır. Bu duyunun işlevi beslenebilmek, zehirlenmemek, anne-eş-çocuk bulmak ve tehlikelerden kaçmak adına evrimsel açıdan en eski görevlerden birisi olarak dikkat çekmektedir. İnsanların en zor zamanlarda yakınlarına hiç zorlanmadan bakabilmelerinde, çocukluktan itibaren kokularına alışkın olmalarının etkisi çok fazladır.300 Günlük yaşamda sadece kişilerarası iletişim açısından değil, diğer bir çok önemli alanda koku etkisini sürdürmektedir. Dumanı tüten bir yemeğin kokusunu ve tadını alamamak bir mutsuzluk kaynağı iken, yanmakta olan bir şeyin kokusunu alamamak ve olası bir yangından haberdar olamamak ciddi bir güvenlik sorununa da yol açabilmektedir Koku alma konusunda yaşanan rahatsızlıklar özgüven eksilmesine yol açacak kadar etkili olabilmektedir. Kişinin kendi ter kokusunu bile alamaması onu modern toplumsal yaşamda güç durumlarda kal ma endişesine sürükler. İletişimde kişilerarası mesafenin (proksemikj etkisine benzer bir biçimde, koku da önemli bir rol oynamaktadır. Kaynak tarafından gönderilen mesajın başkaları tarafından algı lanabilir ve anlaşılabilir duruma getirilmesinin ardından, mesajın alın ması ile birlikte harf, sözcük, renk ve koku gibi temel duyu organları vasıtasıyla 83 çözümlenerek tanımlama işlemi gerçekleşir. Bu süreç içe risinde önemli işlemlerden birisi de kokunun tanımlanması işlemidir 300 Tempo Dergisi, 04 Ekim 2005 tarihli baskı, s.50-54, "Aşkın Kokusu" başlıklı Nilüfer Kas imzalı yazı. Yazılar ağırlıklı olarak Doç. Dr. Erhun Şerbetçi ilt yapılan görüşmeden aktarılmıştır. Say m Şerbetçi röportaja esas olan konuyl.ı ilgili kitap çalışmasını sürdürmektedir. Çalışmasında yoğun olarak anatomik boyuta değinmektedir. İletişim Kavramı 105 Bellekte öncesine ait bulunan, ya da iyi-kötü tanımlamalı bir koku ortamı etkileyecektir. Bir gülün hediye edildiğinde görüntüsü ile birlikte oluşturduğu kompozisyonun bıraktığı eşsiz mutluluk, insanın yaşama arzusunu ve coşkusunu artıracaktır. Doğal ortamında düşünüldüğünde, baharla birlikte gelen heyecanın çeşit çeşit çiçeklerle zenginleşmesi insana ayrı bir huzur vermektedir. Bu coşku büyük şair Orhan Veli'nin mısralarında şiirleşmektedir;301 "Deli eder insanı bu dünya; Bu gece, bu yıldızlar, bu koku, Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç." Tüm bunların iletişim sürecinde diğer davranışlarla desteklenerek bir bütün halinde yaşandığı düşünülürse, sağlıklı bir iletişime adım atılmış olunacaktır. Geçmişte hissedilen bir kokunun tekrar hatırlanması, hafızada olan bir kelimenin hatırlanmasından daha kolay ve etkileyicidir. Yıllar öncesinde çocukluk dönemine ait örneğin bir iğde ağacının kokusu, an gelir gözyaşları eşliğinde hisli hatıraları da beraberinde getirir. Koku beyindeki koku merkezine ulaştığında beyin daha önceki deneyimlerle belirlenmiş olan şifreleri çözerek kokuyu tanımamızı sağladığından, koku duyusunun bir önemli işlevi de anıları canlandırma-sıdır. Koku duyusunun azalması bazı hastalarda hafıza zayıflamasına yol açabilmektedir. Bazen bir parfüm kokusu hissedildiğinde kokunun ismini hatırlamak güç olabilir, fakat kokunun ait olduğu kişi kim olursa olsun hemen hatırlanır. Her insanın kendine özgü ayrı bir kokusu vardır. Günümüzde bu özellik parmak izi gibi belirgin bir yapısal özellik olarak tanımlanmaktadır. Her insan genetik olarak belirlenmiş ve sadece kendine ait bir koku taşımaktadır. Canlıların vücutları arasında adeta bir koku haberleşmesi mevcuttur. Bu süreç, vücutlarından salgılanan ve feromon (pheromon) denilen maddeler aracılığı ile gerçekleşir. Her canlı türünün kendi fero-monu ayrıdır ve sadece kendi türünü etkiler. Burundan havayla beraber alınarak özel bir sinirle beyne iletilen feromonlar kişinin ruh halini ve davranış şekillerini etkileyebilmektedir. 84 Konuşma diline girmiş olan "koklaşmak" yakın ilişkileri anlatımda sıkça kullanılan bir kelimedir. Nasıl açıklanırsa açıklansın koku uyumunun çiftleri birbirine yaklaştırdığı, uyum ve mutluluk halini arttırdığı bir gerçektir. Bu yüzden her iki tarafın güzel ve etkileyici bulacağı bir kokunun tespitine çalışmak, sektörün bitmez tükenmez arayışını oluşturmaktadır. İnsanların parfüm sektörüne milyar dolarlar harcaması bu konuya verilen önemin açık bir göstergesi niteliğindedir. Kaç insan kötü kokan bir kişiyle aynı ortamda olmak ya da ondan lokantada hizmet almak ister. Her insanın hoşlanacağı kokuyu bulmak zor olsa da, bir kokunun varlığı olmayandan iyidir. Kişisel parfüm kullanımı yanı sıra, işyerlerinde, arabada, evlerde, alış veriş merkezlerinde koku kullanımı, adeta kulağa hoş gelen bir müzik etkisiyle ortama sıcaklık katmaktadır. Halk arasında yaygın olarak kullanılan "burnuma kötü kokular geliyor" deyimi, kokunun mecazi anlamda da olsa, günlük yaşantıdaki yerini ve etkisini göstermesi açısından önemlidir. İşler kötü gitmeye başladığında kullanılan bu deyim, kötü kokunun olumsuz yönünü açıkça ortaya koymaktadır. Pek çok insan aşkın ve duygusallığın beş duyu organından en çok göze hitap ettiğini düşünür. Ancak etkileyici bir parfüm vücut ısısıyla birleşince mükemmel bir etki yaratacaktır.302 Yapılan araştırmalarda; 50 yaşın üzerindeki insanların %24'ünde koku duyusu bozukluğu bulunduğu ve kadınlarda koku duyusunun erkeklere göre daha keskin olduğu belirlenmiştir. Ayrıca sağlıklı bir koku alma duyusuna sahip insan, 10.000 farklı kokuyu alabilmektedir. SÖZLÜ - YAZILI ve GÖRSEL İLETİŞİM Konuşmak, insanın aklını kullanma sanatıdır. Eflatun1 Sofrada elini, sohbette dilini kısa tut... Türk Atasözü Sözlü İletişimin Anlamı Yeryüzünde yaşayan canlılar arasında sadece insan, kelimeler kullanarak iletişim kurabilir. İnsanlar, kültürlerini, göreneklerini gördüklerini, yaşadıklarını ve düşündüklerini anlatırken temel iletişim aracı olarak sözcükleri kullana gelmişlerdir. Sözcükleri seçme ve iletme becerisi iletişimin etkinliğini, ses tonu ise duyguları açığa vurmayı kolaylaştırmaktadır. Söylenen ya da yazılan, yapılan ya da yapılmayan her ayrıntı kişiye ilişkin bilgi kaynağıdır. Söz ağızdan çıkıncaya kadar sahibinin, ağızdan çıktıktan sonra sahibi sözün kölesidir özdeyişi; var olmanın temelinde yatan iyi-kötü, doğru-yanlış ikileminin, konuşma için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. İyi konuşarak insanlar arasında köprüler kurulabildiği gibi, kötü konuşarak iletişim çatışmalarına neden olunabilir. 85 John Adair ise konuşmayı bebeğe benzeterek; ona gebe kalması kolay, ancak doğurması zordur şeklinde tanımlamaktadır. Sözlü iletişimler "dil ve dil ötesi" olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır. Kişilerarası karşılıklı konuşma "dille iletişim" olarak kabul edilirken, dil-ötesi iletişim sesin niteliği ile ilgilidir. Dille iletişimde kişilerin "ne söyledikleri", dil ötesi iletişimde ise "nasıl söyledikleri" önemlidir. İletişimde bedensel davranış ve hareketlerin kişilerin kanaatleri üzerinde çok büyük oranda etkili olması da bu görüşü doğrular niteliktedir. Sözlü iletişim yazılmış ya da yazılmamış kelimelerin söylenmesiyle kurulan ilişkinin varoluş zorunluluğudur. Kişilerarası ilişkide sözlü iletişim ses ve kulağa dayanan iletişimdir. Söz iletişimin kendisi değildir; söz iletişim de değildir. Sözle ilişki anlamlandırılır. Böylece, ilişkinin ve iletişimin doğasının bütünleşik bir parçası olur. İnsan ilişkileri açısından güzel konuşma, etkili konuşma, akıcı ve öz konuşmanın önemi anlaşıldıkça, konuşmaya dair yazılanlar dikkat çekmektedir. H.P.Grice, "Logic and Conversation" [Mantık ve Konuşma] başlıklı makalesinde akılcı bir sıralama ile konuşma hakkındaki görüşlerini aktarmaktadır. Konuşma, temel olarak düşünce ve bilgilerin aktarımıdır, Grice'in "ortaklık ilkesi" olarak adlandırdığı ilke ile en genel düzeyde yönlendirilir. Konuşma, akılcılık ve ortaklık özellikleri nedeniyle, gerektiği kadar bilgilendirici olmalı, belirsizlikten kaçınılmalı ve doğru olduğuna inanmakta zorlandıklarımız, söylenilmemelidir. Kişilerarası iletişimin en karmaşık aracı olan konuşma, bilgi aktarma, başkalarının davranışlarını yönlendirme ve bazen de doğrudan etkilemek için kullanılır. Sözel iletişimin büyük bir bölümü sorun çözmekten daha çok, toplumsal ilişkileri oluşturmaya ya da sürdürmeye yönelik konuşmaları kapsamaktadır. Günlük telefon görüşmelerinin içeriği dikkate alındığında bu gerçek açık bir şekilde görülecektir. Sözün Gücü İnsanın çevresini algılaması, belirli biçim ve içeriklerden oluşan simgelerle tanımlanması ve yarattığı sözcüklerden ya da simgelerden dizgeler oluşturulması genel anlamda dil denen kültürel aracı oluşturmuştur. Dilin uygarlık ile arasında yakın bir ilişki vardır. Uygarlık, zaman içerisinde biriken toplumsal başarıların kuşaktan kuşağa aktarılarak süreklilik kazanması ile oluşmaktadır. Bu süreç ise, öğrenme yolu ile gerçekleşir, öğrenme ise temel olarak dil üzerinde ağırlık kazanır. Kullanılan dil sayesinde insanlar, daha önceki kuşaklardan kazandıkları tecrübeler ile yaşadıklarından faydalanarak yeni ilişki biçimlerini belirlemektedirler. Kurumsal kültür de aynı şekilde gelişmektedir. Toplumsal ve bireysel gelişim, öğrenme, bilgi ve birikimlerin bireyden bireye ve kuşaktan kuşağa intikalini esas almaktadır. Bu amaçla, bireysel kazanımlar dil ile ifade edilmek, söz ya da söz yerine geçebilecek simgeler ile dile getirilmek durumundadır. 86 Herhangi bir iletinin iki birey arasında aktarılması, tarih içinde zaman ve yer kavramlarıyla bağlıdır. Bir iletinin üretilmesi belli bir bilgi birikiminin kullanılmasını gerektirmektedir. Bilgi birikimi ise insanlığın deneyimlerinin ortak simgelerle kavramlara dönüştürülmesinden geçmektedir. Anlama ve anlaşılmayı sağlamak için, bilgi ve düşüncenin topluma mal edilebilir nitelikte olması gerekmektedir. Başka bir ifade ile, sese ya da söze hitap edecek vasıflar taşımalıdır. Dil, geniş anlamda sözcükler ya da davranışlarla aktarılan simgesel tanımlamalar olarak ele alındığında, değişik çevrelerin ve yaşam biçimlerinin bu simgelerin değişik yapılanmalarına yol açtıkları görülecektir. Dil sadece düşüncenin dışa vurulması aracı değildir. Aynı zamanda düşüncemizin kaynağı olma konusunda da önemli bir paya sahiptir. Düşünce dil içinde oluşur ve dil yardımı ile berraklaşır. Düşüncelerimiz söz ile dile getirilir ve anlamını bulur. Dilin kullanımı ve sözcüklerle görüşlerimizin açıklanması konusunda bir çok örnek bulunmaktadır. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" ya da "Söz, duvara gergince asılmış, bütün örnekleri tek tek seçilen bir halıya benzer, düşünce ise kapalı bir bohça gibi içindekini saklı tutar." 12 ifadeleri iletişim açısından sözün gücünü ve önemini vurgulamaktadır. "Kılıcın yapamadığını kalem yapar atasözünü de bu kapsamda yorumlamak doğru olacaktır. Dilin önemine ve sözün kişi üzerinde yaptığı etkinin gücüne ilişkin inanışlar eskiçağ insanları arasında yaygın ve hatta abartılı bir biçimde kullanılmaktadır. Günümüzde de, mecazi anlamda sözün etkileme gücü ile ilgili örnekler mevcuttur. Örnek; "büyüleyici söz", "iki söz bir büyü" şeklinde sözler bu ifadeleri desteklemektedir. Bu dizelerdeki "söz" kavramını konuşmayla eşanlamlı sayan Yunus Emre, cennet ve cehennem benzetmesiyle ne kadar etkili olduğunu vurguluyor. Bazen çok basit bir biçimde ifade edilen birkaç kelime, bir toplumun kaderini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yusuf Has Hacip, büyük edebi eseri Kutadgu Bilig'te iletişimde konuşmanın önem ve değerini vurgulayan çok çarpıcı ifadeler kullanmıştır. Dil, akıl ve bilginin tercümanıdır. Kişiyi aydınlatan temiz ve akıcı bir dil çok değerlidir. Kişi dili ile değer kazanır ve mutluluğa ulaşır. Yine kişi, diliyle değerini kaybeder, belki de canından olur.18 Aşağıdaki dizelerde ifade edildiği gibi; Sözünü iyi yönet, başını kırdırmasın, Dilini iyi gözet, dişini kırdırmasın. Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı eserde insanların saygı görmesine ilişkin değerlendirmeler yapılırken, yüz güzelliği ile dil güzelliği çarpıcı bir biçimde anlatılmaktadır; Aklın güzelliği dil ile, dilin güzelliği söz ile; Kişinin güzelliği yüz ile, yüzün güzelliği göz ile. Kişi sözünü dili ile söyler, sözü güzel olanın yüzü aydınlanır. 87 Başta Kutadgu Bilig olmak üzere, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre'nin eserleri incelendiğinde; sahip oldukları bilgiyi halkın anlayacağı kalıba dökmek için özel ve evrensel nitelikte bir örnek gayret gösterdikleri anlaşılmaktadır. Onlar, sadece bilginin paylaşımı değil, örnek yaşamlarıyla da kitlelere yol göstermişlerdir. Önemli olan tarihi ve evrensel insani değerlerin halen daha geçerliliğini korumasıdır. Günümüz toplumuna adeta hakim olan "şiddet eğilimi"ne karşı tevazu ve hoşgörü anlayışını örnek yaşamlarıyla da ortaya koymuşlardır. Mevlana tarafından söylenen; "Testide ne varsa dışına o sızar" sözü ile "İyilik aradın mı, insanda kötülük kalmaz" sözlerinde var olan ahenk ve değer, bugün toplumların huzur ve mutluluğu açısından en çok ihtiyacı olduğu anlayışın bir yansımasıdır. Değerli araştırmacı yazar Alev Alatlı, Gogol'un İzinde seri yayının ikinci kitabı olan "Dünya Nöbeti" adlı çalışmasında Rusya'ya ilişkin değerlendirmelerde bulunurken, "...bir toplum tevazu ve sabır olmadan ayakta kalamıyor. Karşılıklı anlayış, sevgi ve kardeşlik için alçakgönüllülük şart" ifadesini kullanıyor.23 Bir anlamda yüzyıllar önce Anadolu topraklarında temelleri atılan mütevazı değerlere uzanıyor. Erzurum'da örnek yaşam biçimi ve sohbetleri ile tanınan, "yaratanı düşünse, insan kullara kurban olurdu!" sözünü dilinden hiç düşürmeyen ve nam'ı 1997 yılında Litvanya'da aldığı fair-play ödülü ile Erzurum ve Türkiye'nin sınırlarını aşan, maalesef 1999 yılında kaybettiğimiz değerli gönül insanı Naim Hoca'nın, aşağıdaki dörtlükte verdiği mesaj, sohbetlerindeki kadar öğreticidir. Söz bir kantardır, insanı tartar, Doğru konuşursan şerefin artar, Sükut edersen vakarın artar, Yalan söylersen ocağın batar... Ünlü düşünür Montaigne "denemeler"inde Konuşma Sanatı Üzerine düşüncelerini açıklarken görüşünü; "Bence zihinlerimiz için en verimli ve doğal çalışma konuşmaktır. Konuşmayı hayattaki her şeyden daha hoş bulurum ve bu nedenle şu an seçim yapmak zorunda kalsam, kanımca duyma veya konuşmamdan çok görüşümü kaybetmeye razı olurdum." diyecek kadar ileri götürmektedir. Sözcüklerin Ardındakiler İnsanoğlu yaklaşık 20-22 aylık bir süre içerisinde konuşma yetene ğine kavuşur ve konuşmayı öğrenir. Ancak nasıl konuşması gerektiği konusunda uzun bir zamana ihtiyacı vardır. İnsanların konuşma biçimleri çeşitli ipuçlarını da beraberinde taşımaktadır. Örneğin, kişinin sorulanlara kaçamak cevaplar vermesi, karşısındakinin üzerinde bir şeylerin gizlendiği etkisi yaratabilir. Bunu destekleyici diğer mesajlar alındığında, sıra dışı bir durumun içinde olunduğu hissi uyanacaktır. Kullanılan ifadelerin soyut olması da, bazı durumlarda iletişimi engeller. Birbiri ardına sıralanan belirsiz ifadeler dikkatin dağılmasına ve diğer alanlara ilginin yoğunlaşmasına neden olabilir. Belirsizlik bilinçli olarak ön plana çıkarılmaya çalışıldığında, iletişim kurmaktan kaçınıldığını da düşünmek gerekir. 88 Bazen de iletişim kurulduğunda beklentiler sonucu etkiler. Tabtuk Emre ile Yunus Emre arasında geçen diyalog buna güzel bir örnektir: Yunus Emre'nin yaşadığı köyde kuraklık yaşanır. Yunus Emre kuraklıktan etkilenmeyen Tabtuk Emre'nin yanına gider ve ondan köy halkı için buğday ister. Tabtuk Emre ise "Buğday yerine himmet (yardım)vereyim" der. Yunus Emre ise buğday ihtiyacını söyleyerek istediği buğdayı alır. Ancak yolda düşünen Yunus Emre, geri dönerek buğdaysız kalmamanın yollarını öğrenmek istediğini söyler ve böylelikle hem ihtiyacı olan buğdayı temin etmeyi hem de evrenin dilini konuşmayı öğrenir. Konuşurken; Özlü olun, konudan ayrılmayın. Susmak gevezelikten iyidir. Konuşma, bir bilgisayar ya da mükemmellik etkinliği olarak değil, bir insan etkinliği olarak kabul edilmelidir". Çoğunlukla ihtiyaç olandan fazla konuşuruz. Bu özellik kabul edildiğinde, dinlemek zorunda kalınan değil, dinlemek istenen kişi olunur'. Dinlenenden fazla konuşmak bir iletişim hatasıdır. Sözlerinizi beden dili ve göz teması ile destekleyin. Başınızı dik tutun. Meslek argosundan (jargon) kaçının, jargon etkili iletişimin düşmanıdır. Dış imajınız kadar, iç imajınızın da önemli olduğunu bilin. Genel olarak dinleyicilerin lıatırladıkları iki önemli ayrıntı vardır; Birincisi kavramlar, sözcükler tarafından oluşturulan düşünce grupları, ikincisi de, gözleriniz, yüzünüz, sesiniz ve bedeniniz aracılığıyla iletişimde bulunurken duygusal ifadeniz. Bu unsurların bileşimi konuşmacıyı biçimlendirir. Konuşma esnasında belirsizlik ifade eden "oldukça", "olasılıkla", "belki de" gibi sözcüklerden kaçının. Basit, anlaşılır ve sade bir anlatım kullanın. Yazılı İletişim Bilgi ve deneyimlerin korunması, gelecek nesillere aktarılması ve elde edilen birikimler sayesinde gelişmiş uygarlıkların oluşturulmasında en etkili ve yaygın araçlardan biridir. Diğer yaşamsal değerlerde olduğu gibi, yokluğu düşünüldüğünde önemi daha kolay anlaşılmaktadır. 89 Kültür tarihi açısından değerlendirildiğinde yazının çok uzun olmayan bir geçmişi vardır. İnsanoğlu zamanımızdan yaklaşık beş bin yıl önce yazıyı bulduğunda bilginin belleğinde saklanmasında yardımcı olacak etkili bir aracı yarattığının ve önemli bir güç olduğunun bilincindeydi."' Konuşarak iletebildiği mesajlarına görsel bir anlam kazandırmak için yazıyı kullanmaya başladı. İnsanoğlu ilkel yaşam dönemlerinde de yaşadığı mağaranın duvarlarına çizdiği resimler ile iletişimine görsellik kazandırmaya başlamıştır. Nesnelerle simgesel anlatım tarzı, belirgin göstergelerle kil yada balmumu tabletlere kazılmış, zamanla papirüs yada parşömene çizilmiş ve sonunda matbaa ile birlikte kağıda basılmaya başlamıştır. Yazmanın doruk noktasına, kağıdın bulunmasından çok sonra matbaanın da bulunmasıyla ulaşılmıştır. Bu gelişme, soyut ve genel düşünceye yeni fırsatlar kazandırmış, bilgi saklamak ve aktarmakta sağladığı yaygın imkanlar sayesinde, bir kültür ve iletişim patlamasına yol açmıştır. McLuhan 31 bu yapıyı "Gutenberg Evreni" olarak tanımlamaktadır. Yazılı iletişim alanında yaşanan gelişmeler uzun bir tarihsel süreç ve değişim sonrasında gerçekleşmiştir. 360 yüzyılı aşan bu iletişim tarihinin yaklaşık altıda beşi geçtikten sonra yazının bulunmasına ancak gelinebilmiştir. Sümerlerin kil tablet üzerine yazıları M.Ö. 4000 yılındadır. İskenderiye Kütüphanesi'nin yapım yılı M.Ö. 130'dur. İlk Çin kitap baskıları M. S. 600 yılındadır, mürekkep ve kağıdın Araplar tarafından kullanımı da bu yıllardadır. Gutenberg'in ilkel baskı aracı ise 1453'te ancak ortaya çıkacaktır. Uygarlığın kitlelere yaygınlaşabilmesini sağlayan en önemli buluşlardan biri olan matbaanın bulunması, yazıyı mekanik yolla (döküm harfler kullanarak) yüzlerce kez çoğaltma yolunun açılmasıdır. Onur, Gutenberg'e (13971468) aittir. 21. yüzyıla kadar yeni ve başka basma ve çoğaltma yollarının bulunması, Gutenberg'in onurundan tenzilat yapmayı da gerektirmez.33 Matbaanın bulunması, insan toplumlarının bütün bireylerini, ortak yaşama iyice yaklaştırmış ve bir anlamda uygarlık yazı sayesinde ölçek olarak genişlemiştir. Matbaanın iletişim sürecinde merkezi bir konum edinmesinin ardından toplumsal iletişim sürecinde içeriğin oluşturulması ve dolaşıma sokulması kurumsal bir yapıya bürünmüştür.34 Sosyal yaşamı biçimlendiren yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Global anlamda yaşanan son gelişmeler, insanların bireysel iletişim ve dünyayı algılama biçimlerini köklü değişime uğratmış, bilgisayar ve internet gibi yaşamın hemen her alanına etki eden devrim niteliğinde gelişmeler yaşanmıştır. Üstelik bu süreç diğer iletişim araçlarınınkinden çok daha çarpıcı sonuçların yaşanmasına neden olmaktadır. Örneğin, radyonun dünyada ilk 100 milyon kullanıcıya ulaşması 43 yıl gibi uzun bir zaman almış olmasına rağmen, aynı sayıya ulaşma süresi bilgisayar için 17, televizyon için 15 ve nihayet internet için ise sadece 5 yıl sürmüştür. En basit anlamda dumanla iletişim kurmaya çalışan insanların kullandıkları sembollerde, mors alfabesinin belirginliği zor anlaşılan harf diziminde, gemicilikte kullanılan semafor dilindeki görsel zenginlikte ya da 90 hattatların harfleri resim formundaki düzenlemelerinde yazının ve sembollerin insan yaşamında iletişime katkısı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kağıt kullanılmadan önce kilden tabletler, papirüs ve taşlar kullanılmıştır. Taş üzerine yazılmış kitabeler de dönemlerinin yazılı iletişim aracı olarak görülmelidir. Kağıdın tarih sahnesine çıkışı, -matbaanın etkisi kadaryazının iletişim yaşamındaki değeri ve önemi açısından bir dönüm noktasıdır. Kağıdın ve matbaanın günlük yaşama dahil olmasıyla birlikte, kişisel ve kitlesel iletişim imkanları yaygınlaşmıştır. Konuşma ile yazı arasındaki ayrım sorular sorarak belirlenmektedir. Konuşma yapısının temelini konuşmacının hedef kitle ile paylaştığı ortak bilgi arayışı oluştururken, yazı yazılacak cümlede konu açısından yazar için neyin önemli olduğunun sorulmasıyla başlar. Konuşmada sebep-sonuç ilişkisine dayanan nedensel zincirleme önem kazanırken, yazıda cümle yapısından başlayan kavramsal bütünlük önemlidir. Yazılı iletişim, sözlü iletişime göre, alıcının onu okuması, yorumlaması ve cevaplandırması nedeniyle, gecikmeli olarak kurulur. Bununla birlikte yazılı iletişimi yeniden düzenlemek mümkündür. Yazının bir başka önemli faydası bilgilerin ve yaşananların sonraki kuşaklara kaynaklık edebilmesidir. Bu şekilde toplumların da hafızası canlı tutulacaktır. Değişik bir açıdan bakıldığında bir iletişim aracı olan yazı, iç dünyamızın bir anlamda dışa yansıması olduğuna göre, karakteristik bir takım özellikleri de beraberinde taşıdığı görülecektir. Yazıldığı, hitap ettiği kişiye, içeriğinde taşıdığı özelliklere, yazanın içinde bulunduğu ruh haline, yazıldığı ortama ve yazılan materyale bağlı olarak çeşitli özellikler gösterecektir. Elbette burada en önemli ayrıntı el yazısının yansıttığı karakteristik kodlardır. El yazısı, insan beynindeki düşüncelerin işaretlere dökülmüş halidir. İnsanların el yazıları, kendilerine ait birçok özellik taşır. Tüm bu özellikleri inceleyerek bireyin içinde bulunduğu duygu ve düşünce haline bağlı olarak kişilik düzeyine ilişkin incelemeler yapan grafoloji adlı ayrı bir bilim dalı bulunmaktadır. Grafoloji39 günümüzde ilgi gören ve kullanım alanı yaygınlaşan bir bilim dalı olarak özellikle suçluların tespitinde de önemli bir katkı sağlamaktadır. Yazı bilimi anlamına gelen grafoloji, antik Yunanca'daki "yazı" ve "bilim" köklerinden türetilmiştir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bilim olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Karakterin anlaşılmasında başvurulan yöntemlerden biridir. Anlık değerlendirmeler ile kişinin ruh haline ilişkin, yaşamın farklı dönemlerine ait yazılarının dikkate alınması ile de karaktere ilişkin ipuçlarına ulaşmak mümkündür. Çoğu zaman yazışma bakarak insanlarla ilgili yazı analizi yöntemiyle bilgi sahibi olunabilmektedir. Tarihin çeşitli dönemlerinde yazılara bakılarak fikir yürütüldüğüne ilişkin örnekler mevcuttur. Soğuk savaş döneminde ajanlar tarafından yaygın olarak yazı tahlili yapıldığı bilinmektedir. Aşağıda belirtilen ayrıntılar yazıda kullanılan harflerin karakteristik özelliklerine değinmektedir.41 Karakter tahlili açısından çok belirleyici olmasa da, olayların faillerini tespit konusunda son derece bilimsel sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 91 Harfi yukarıya doğru çeken her şey düşünceye, akla, hayal gücüne ve şiire bağlanır; aşağı doğru uzanan her şey ise, maddeye, toprağa, bedensel hazza doğru gider; sola doğru giden, geçmişe bağlılık, içe dönme ve içebakış belirtisidir. Sağa doğru giden ise, başkasına, oluşuma doğru yönelir, dışa açılma ve dış dünyayla ilişkiler kurma kolaylığına tanıklık eder. Harfin başlıca öğeleri gövde, kuyruk ve bacak'tır. Gövde kişinin benliğini, yaşamı ve varoşluyla ilişkiyi, şimdiki zamanı temsil eder; küçükse kendi içine kapanmanın, büyükse bir açılma ve coşkunluk ihtiyacının belirtisidir. Sözcükler arasındaki aralık, grafologlar tarafından düşünme ritminin yansıması olarak ele alınmıştır. Normal kabul edilen aralık, iki harf gövdesi kadar olan aralıktır. Bu bakımdan değişik yazı türleri vardır. Sözcükler ve satırlar arasında iyi bir açıklık dağılımı gösteren yazıya seyrek yazı denir. Seyrek yazı bir zeka, zihin açıklığı, nesnellik, yargılama bağımsızlığı olarak kabul edilir. Yoğun yazı, sözcüklerin ve satırların birbirine geçtikleri yazıdır. Düşük bir zeka düzeyinin ve düşünce ya da sözle, ısrarlı bir anlatımın belirtisidir. Aralıklı yazı, sözcükler ve satırlar arasında bırakılan büyük açıklıklarla belirginleşir ve. çekingenliği, içtenlik ve eleştirel düşünce eksikliğini gösterir. Çok eşitsiz aralıklar, düşüncenin kararsızlığını ve dikkati bir nokta üzerinde toplama güçlüğünün göstergesidir. Aralarında normal aralıklar bırakılmış sözcükler ve birbirine çok yakın yazılmış satırlar, başarılı bir günlük çalışma yeteneğini, fakat geniş görüş eksiliğinin belirtisidir. Aşağı doğru inen satırları, yazı sahibinin yorgunluğunu, karamsarlığını, hatta bir çöküntü eğilimi içinde olduğunun göstergesi olabilir. Oysa yükselen bir yazı dinamizm ve iyimserlik belirtisidir. Bir kağıt karşısında, yazı sahibi biran için kendi alanı olan bu evreni nasıl algıladığı konusunda belirgin ipuçları sunmaktadır. Yazı, insanlar arası ilişkilerde ve iletişimde hem bağlayıcı, hem de güvenlik sağlayıcı işlevler üstlenmektedir. Söz yazıya geçirilip başkalarına ulaştığında gerçeklik kazanmaktadır. Bireyin kendisi ile iletişimde bulunabilmesi açısından da yazı çeşitli imkanlar sunmaktadır. Hazırlanan yazılı bir mesaj okunarak üzerinde yeniden düzenleme yapabilme imkanı vardır.42 Çağımızın sahip olduğu internet benzeri teknolojik imkanlar sayesinde geniş kitlelere ulaşmaktadır. Çok önceleri yazılan bir mektup ya da küçük bir not yıllar sonra okunduğunda insanı o yıllara alıp götürdüğü gibi, yüzyıllar önce yaşanan olayların bıraktığı derin izler satır aralarında hissedilmektedir. Yazılı iletişim, insanoğlunun zaman ve mekan içerisinde iletişim sınırlarını genişletmede en etkili ilk iletişim biçimidir. Uzaktan haberleşmede, bilgi ve deneyimleri zamanda biriktirmede sözlü iletişime göre daha güvenilir bir yol olan yazı ile iletmenin kökeni mağara resimlerindedir. Açık yazmak zihinde başlar. Goethe'nin söylediği gibi; "Eğer kişi açık bir şekilde yazmak istiyorsa, önce düşüncelerini açıklığa kavuşturmalı." Her iletişim şeklinde olduğu gibi, yazıda başarı da planlamayla doğru orantılıdır. 92 Konular önem sırasına göre ve kendi içindeki mantıksal bağlantısı dikkate alınarak sıralanmalıdır. Konuşma esnasında ele alınan konuların önemine göre ayarlanan ses tonu gibi, yazı içerisinde de benzer tonlamayı vurgulamak gerekir. Somut ifadeler, soyut ifadelere; kısa cümleler, uzun cümlelere tercih edilmelidir. Görsel İletişim "En kuvvetli hafıza bile en silik mürekkepten daha zayıftır" İletişimde sessiz unsurlardan -beden dili, yazılı ve görsel ifade-sanıldığının tersine konuşmaktan çok daha fazla faydalandığımız anlaşılmaktadır. Anlatılmak istenenler sözlerle ifade edilirken beraberinde diğer unsurlar tarafından desteklenmektedir. Bilinçli olarak çeşitli sembollerin kullanılmasının yanı sıra farkında olmadan bedensel bir takım hareketlerin sergilenmesi söz konusu olmaktadır. Anlamları kesin olarak tanımlanmış işaretlere sembol denir. Dil işaretlerini ve sözsüz işaretleri bir bütün olarak inceleyen bilim dalı semiotik, bu terimi tanır, anlamı belirlenmiş ve anlamlarının kullananlar tarafından öğrenilmesi gereken bütün işaretler için kullanır. Öğrenme anadil ile başlar ve bir yabancı dil öğrenirken büyük zorluklar halinde kişinin karşısına çıkar. Benzer özelliklerle matematik işaretleri ve trafik işaretleri öğrenilirken de karşılaşılır. Birey günlük yaşam içinde sürekli öğrenme sürecini gerçekleştirir. Uluslararası alanda kullanılan trafik işaretleri başta olmak üzere bazı sembollere günlük yaşantıda, "bir resim, bir işaret bazen bin sözcüğe bedeldir" tanımlamasına uygun olarak değişik anlamlar yüklendiği görülmektedir. Sembollerin taşıdığı özelliklerden hem bireyler arası hem de kitleler arası iletişimde çok geniş kapsamlı olarak faydalanılmaktadır. Tek başına bir "V" harfi çok fazla bir anlam ifade etmediği halde, bir kişinin eliyle aynı işareti yapması durumunda değişik -yaygın olarak zafer işareti- anlamlar yüklemek mümkündür. Dünyanın en ünlü satış ve pazarlama ustası Harry Beckvvith ticaret hayatında kullanılan sembol ve işaretlerin müşterileri marka konusunda nasıl etkilediğine ilişkin olarak; "Marka tutarlı olmalı, değişik pek çok mesajı farklı zamanlarda vermemeli, müşteri ile ilk üç saniye çok önemli, insanlar, sattıkları ürünle birlikte müşteriyi de iyi tanımalı. Şirketlerin isimleri 7 harfi geçmemeli. İnsan aklının hatırlayabildiği ortalama rakam 7'dir. Federal Express kargo şirketi ismini Fedex olarak değiştirdikten sonra akıllara yerleşti." açıklamasını yapıyor. 93 Bir elma sembol olarak kullanıldığında ağırlıklı olarak meyve çağrışımı yapacaktır. Örneğin yarım olan elma "paylaşımı", bir ağaçtan düşen elma "yerçekimini", bir insan başının üstünde duran elma "ok atışını", ısırılmış elma "bir bilgisayar markasını" çağrıştırabilecektir . Yine aynı şekilde resim veya sembol olarak bir kuş değişik anlamlar taşımasa da, ağzında zeytin dalı bulunan bir güvercin görkemli bir kartal resmi ya da Selçuklular Dönemi mimari eserlerinde temel motif olarak öne çıkan gücün, yaşamın ve sonsuzluğun simgesi çift başlı kartal çok farklı anlamlar taşıyabilmektedir. (Resim-I 1) İlk insanların kullandığı ve modern alfabenin başlangıcı olarak kabul edilen mağara resimlerinin ana çıkış noktası da, insanların iletişim açısından sembollere yükledikleri ortak değerlerden kaynaklanmaktadır. Özellikle insanlık tarihi kadar eski ve derin bir geçmişe sahip olan ritüeller ve dini törenler esnasında da özel sembollerden sıkça faydalanıldığı anlaşılmaktadır. Her ritüel bir sembolden oluşur. Son zamanlarda gençlerin boynunda kolye olarak rastlanan, eski Mısır'da özellikle Tutankhamon döneminde kullanılan, ayakta duran küçük melek figürüne benzeyen, bedeni ve ruhsal anlamda ölümsüzlüğü temsil eden ANKH sembolü, önemli bir tarihi geçmişe ve anlama sahiptir. Uluslararası alanda kullanılan kadın-erkek sembolleri, Uzakdoğu'da kullanılan ve kökeni Çin olarak bilinen, zıtlıkların uyumunu (gece-gündüz, yaşam-ölüm) ifade eden Yin-Yang, barış sembolü olarak kullanılan CND ve/veya Zafer işaretinin53 ortaya çıkış hikayesi ilginçtir. (Resim-111) 94 Dünyanın hemen her yerinde barış sembolü olarak kullanılan CND işaretinin yaratıcısı, Gerald HOLTOM'dur. 1958 yılında yaptığı halk arasında lolipop şeker olarak bilinen semboller, rozetler ile yürüyüşlere katılmış ve nükleer silahlara karşı bir kampanyanın öncüsüolmuştur. Semafor (Semaphore) olarak bilinen ve denizcilikte faydalanılan bayrak sinyal sistemi dilinden N ve D işaretlerini sembol olarak kullanmıştır. [N] harfi Nuclear (nükleer), [D] harfi Disarmament (silahsızlanma) anlamındadır. Etrafı çevreleyen daire dünya ve ingilizce Campagne(kampanya) kelimesinin baş harfini ifade etmektedir. Göç eden yaban kazlarının havada süzülürken "V" şeklinde bir formasyonla uçuşu sıkça bahsedilen konulardandır. Yapılan araştırmalara göre; bu şekilde uçan kuşlar daha az enerji harcamakta ve daha uzun mesafelere aynı enerji ile gidebilmektedirler. 95 En önde giden kuş, diğerlerine göre daha fazla enerji harcamakta ve yorulduğunda yerini bir sonrakine bırakmaktadır. Bu değişim sürekli olarak yapılmaktadır. Uçuş hızı yavaşladığında gerideki kuşlar bağırarak öndekileri uyarmaktadır. Kuşlar arasında görülen bu ilginç yaşam biçimi Avrupa Birliği dönem başkanlığını 1 Temmuz 2005 tarihinden itibaren üstlenen İngiltere'ye -AB'nin son dönemde yaşadığı gelişmelerin de etkisiyle olsa gerek- ilham kaynağı olmuş ve uçan kazların kendi arasında yaşanan dayanışma ruhu örnek alınmıştır. İngiltere'nin AB logosu olarak 'V şeklinde uçan 12 adet uçan kuşu seçme nedeni yetkililer tarafından; "Kazlarda lider kabul edilen kuş, grubun başında uçar. Lider kuş görevini tamamladıktan sonra bu görevini periyodik şekilde sıradakine devreder. AB üyesi ülkelerin birlik içinde altı ayda bir liderliği üstlenmesi gibi. Logo, takım çalışmasını, işbirliğini, etkinliği ve hedef ruhunu göstermesi açısından ayrı bir öneme sahiptir." şeklinde açıklanmıştır." Halk arasında yoğunlukla sembol olarak kullanılan, "üç maymun" figürünün asıl anlamı, "Şeytanı duymadım, görmedim ve konuşmadım" şeklinde yorumlanmaktadır. Çoğunlukla bir kişinin bir olaya karışmak istemediği durumlarda kullanılmaktadır. Bu sözün orijini tam olarak bilinmemekle birlikte, üç akıllı maymunun ağzını, kulağını ve gözünü kapadığı şekilde gösteren 7. yüzyıla ait tahta oyma figür, Japonya Nikko'da Toshogu Türbesi'nin giriş kapısının üzerinde bulunmaktadır. Bu akıllı üç maymunun isimleri de vardır; gözünü kapatan (Mizaru), kulaklarını kapatan (Kikazaru), ağzını kapatan ise (Iwazaru). Japonca maymun kelimesi "saru" okunuş olarak "zaru" şeklinde telaffuz edilmektedir. Japonya'daki bazı dini okullar, üç maymun figürüne dini bir içerikle değişik yorum getirmektedirler. Onlara göre, insan şeytanı görmemesi, duymaması ve konuşmaması durumunda kendini tüm kötülüklerden koruyabilecektir. Bu sözün Japon orijinli oluşuna ilişkin eleştiriler de bulunmaktadır. İddiaya göre, ilk olarak maymunlar sekizinci yüzyılda Çin'den Buda rahipleri tarafından Japonya'ya getirilmiştir. SÖZSÜZ İLETİŞİM VE BEDEN DİLİ İnsanlar sözcüklere çok önem verirler fakat aynı önemi 96 onlara eşlik eden hareketlere göstermezler. Boris Vian1 "A çıkça, ölçıimleyemediğinizi yönetemezsiniz; tanımlayamadığınızı da ölçümleyemezsiniz" Robcrt Kaplan2 Sözsüz İletişim İletişim esnasında karşı taraftan gelen tüm sinyallerin bir bütünlük içinde değerlendirilmesi, etkili iletişimin temel şartı olma özelliğinin yamnda, tarafların birbirlerini daha iyi anlamasına, isabetli yaklaşımların sunulmasına, sağlıklı ve kalıcı ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunma yönüyle de vazgeçilmez bir özellik taşımaktadır. Bu süreç, sözlü iletişim bilgisi ve yeteneği kadar, sözsüz faktörlerin de kavranmasını gerektirir. Sözsüz iletişimin özellikleri, gönderilen mesajın taşıdığı anlamı güçlendirmekle birlikte, genellikle farkında olmaksızın geri planda kalan ayrıntıları da ortaya çıkarmaktadır. İnsan, hareket, duruş ve tavırları ile iletişim kurduğunun farkında olmasa da, bu tür işaretler iletişimde sürekli kullanılır. Bazen sözlerle ifade edil(e)meyen duygu ve düşüncelere ait izler, sözsüz iletişim aracılığıyla ortama yansımaktadır. İletişimin Etkileri Bir anlamda iletişimin sonucu ve amacı olarak nitelendirebileceğimiz iletişimin etkilerini; iletinin kaynak tarafından gönderildikten sonra, alıcı kesimin iletiyi alıp yorumlamasıyla birlikte, yine alıcı kesimin davranışlarında, iletinin etkililiğine koşut olarak ortaya çıkan gelişme ve değişmeler biçiminde tanımlamak mümkündür. Kaldı ki, iletişimin temel amacının, bilginin paylaşılacağı ya da alıcının davranışlarında istendik yönde bir değişim yaratmak olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda, etkin iletişimin ölçüsü, kaynak tarafından amaçlanan davranışın ve davranış değişikliğinin alıcıda görülmesidir. İletişimin etkilerini üç ana grupta toplamak mümkündür : Alıcı kesimin bilgi düzeyindeki değişme Alıcının tutumunda (attitude) görülen değişme Alıcının açık davranışında görülen değişme. Yukarıda sıralanan bu üç değişme çoğunlukla ard arda görülebilir. Başka deyişle, alıcının bilgisindeki değişme tavır takınmadan önce, tavır takınma ise davranış değişikliğinden önce gelir. Reklamcılık alanında gerçekleşen iletişim bu konuda iyi bir örnek oluşturur. Çoğunlukla hedef alıcı durumundaki tüketiciler hakkında bilgi sahibi olmadıkları bir ürünü satın almazlar. Bu nedenle reklamcılar önce ürün hakkında bilgi veren reklamlar hazırlar. 97 İletiler söz konusu ürüne karşı tüketicide olumlu bir tavır oluşturma amacıyla düzenlenir. Bu tavır takınma sonucunda ise satın alma davranışı beklenir. Alıcı davranışlarındaki değişmeler (iletişim etkinliği) aslında iletişime bir süreç olarak bakma açısından önem kazanır. Eğer iletişimi en basit biçimde kaynaktan alıcıya tek yönlü bir akış olarak ele alırsak iletişim etkinliği, yalnızca iletiyi kusursuzlaştırma ve ustalıkla düzenlemek olarak düşünülebilirdi. Aslında bu durum bir ölçüde kitle iletişimi için geçerlidir. Çünkü kaynak iletişimin gerçekleşip-gerçekleşmediği ve ne tür etkilerin oluştuğunu bilemez ya da bu konudaki verilere geç ulaşır. Oysa yüz yüze iletişimde anında tepkiler iletişimin etkileri konusunda kaynağa ipuçları verici nitelik taşır. İletişimin etkililiğini sağlamak için bazı öğelerin varlığı gerekir. Bunlardan ilki; iletilerin gücünü ve etkisini arttırmak için çoklu oluk kullanmak, başka deyişle gerektiğinde alıcının birden çok duyusuna seslenme gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. İLETİŞİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ Etkin iletişim, kaynak ve hedefin mesaja aynı anlamı verdikleri zaman ortaya çıkar. Kaynakla hedefin iletiye aynı anlamı vermedikleri durumlarda, gönderilen mesaj, hedef açısından anlamsız bir ses, yazı, görüntü veya hareketten öteye geçmez. Bu nedenle, mesaj gönderirken, kaynağın en çok dikkat etmesi gereken nokta, hedefin algılama düzeyidir. Dolaysıyla iletişimin temel özellikleri şu şekilde özetlenebilir: • Bilinçli ya da bilinçsiz olarak gerçekleşebilir. • Kullanılan sembollere, alıcı ve kaynak farklı anlamlar verebilir. • Sözcüklerle ve beden diliyle gerçekleşir. • Sözel olmayan iletişim duyu organlarıyla algılanabilir. • Geri bildirim çift yönlü bir eylemdir. • Meydana geldiği ortamdan etkilenir. İletişim sürecinde, en basit anlamda bir gönderici ve bir alıcının olması gerekir. Bu sürecin amacı, gönderinin düşüncelerini alıcıda oluşturmaktır. İletişim konusu olan şey, alıcının duyu organlarını harekete geçirerek biçimde bir dizi simgeyi içerir. Başka bir ifadeyle bir süreç ve bu süreç içindeki tüm öğelerin, zaman içinde karşılıklı olarak etkileşmesidir. 98 KAYNAKÇA Altıntaş Ersin, Devrim Çamur, Beden Dili, Sözsüz İletişim, Aktüel-Alfa Akademi Basın Yayım Dağıtım, 3.Baskı, Mayıs 2005, İstanbul. AÖF(2004): Halkla İlişkilerde Uygulama Teknikleri. 3. Baskı. Eskişehir: AÖF Baltaş Psikolog Dr. Zuhal-Acar, “Bedenin Dili”, Remzi Kitabevi, 33. Basım, Eylül 2003. Cüceloğlu Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 16. Basım, İst., 1997. Cüceloğlu, Doğan (2003): Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, 13. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul Çalışkan Dr.Nihat, “Eğitim, İletişim ve Öğretmenin Beden Dili”, Kök Yayıncılık, 1. Basım, Ankara, Eylül 2006 PEASE, Allan “Beden Dili” Rota yayınları, 4. Basım Şubat 2001. Çakır Özlem, Profesyonel Yaşamda Kişisel İmaj, Yapı Kredi Yayınlan, Mayıs, 2002, İstanbul. Demiray Uğur, Yüksel A. Haluk vd., (2006): Genel İletişim, (Ed. Uğur Demiray), 2. Baskı, Ankara: PegemA Yayıncılık. 99 Dökmen, Üstün (2003): İletişim Çatışmaları ve Empati, 23. Baskı, Sistem Yayıncılık, İstanbul. Gürüz Prof. Dr. Demet, “Kişilerarası İletişim Bilgiler, Etkiler, Engeller”, Nobel Yayın Dağıtım 1. Basım, Kasım 2008. İzgören, Ahmet Şerif (2000): Dikkat Vücudunuz Konuşuyor – Türkiye’de Beden Dili, İş Yaşamı ve Renkler, Academyplus Yayınevi, Ankara Julius Fast, Beden Dili- Siz Sussanız da Bedeniniz Konuşuyor, çev: Adalet Celbiş, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 68-69. Kaşıkçı Ercan, “Doğrucu Beden Dili”, Hayat Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2003. Molcho, Körperspraclıe, Beden Dili Sessiz Diliniz, çev: E.Tülin Baur, Gün Yayıncılık, İstanbul, 2000. Peter Thomson, The Secret of Comımttıicatiotı, İletişimin Sırlan, çev: Metin Yurtbaşı, 2. Basım, Arion Yayınevi, İstanbul, 2003, s. 69-71. Soysal, Suat(1999): Mağazacılık. Remzi Kit. 5. Baskı. İstanbul. Suveren, Gülten(2000): El Falı. Alfa Yay.1. Baskı. İstanbul. Tayfun Recep(2009):, Etkili İletişim ve Beden Dili, 2. Basım, Ankara: Nobel Basım Dağıtım. Tellioğlu, Cevdet(1997): Güzel Konuşma Pratiği . Timaş Yay. 7. Baskı. İstanbul. Usluata, Ayseli (1991): İletişim, İletişim Yayınları, İstanbul Zıllıoğlu, Merih (1993): İletişim Nedir? Cem Yayınevi, İstanbul 100