Stres ve Kanser Prof. Dr. Mehmet Kemal ARIKAN Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilimdalı, Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi Bilimdalı e-mail: mkarikan@istanbul.edu.tr Stres kanser ilişkisine dair fikirler son zamanlarda ciddi şekilde gözden geçirilmektedir. Bunun önemli nedenlerinden birisi 1982 yılında varlığı keşfedilen Helicobacter Pylori-Peptic ülser ilişkisidir. Bu ilişki stres ve bedensel hastalık ilişkisine dair en güçlü örneklerden birisinin ortadan kalkmasına yol açmıştır. Nihayet 2005 yılında ilişkiyi saptayan bilim adamlarına (Barry J Marshall, J Robin Warren) Nobel ödülü kazandırmıştır. Ödül yazısında bu iki bilim adamının bir dogmayı yok ettiğinden söz edilmiştir (http://nobelprize.org/medicine/laureates/2005/press.html). Acaba stres kanser ilişkisi de bir dogma mıdır? Konu iki açıdan ele alınmıştır. Birincisi etyolojik faktör olarak stres; ikincisi relapsa ve ortalama yaşam süresinin kısalmasına yol açan faktör olarak stres. Her iki açıdan da uzunca yıllar cesaretle şu söylenmiştir: stres hastalığın ortaya çıkışında ikincil bir etken olarak rol oynar. Yani hastalık aslında bir genetik zemine sahiptir ama stres ikincil bir etken olarak genetik süreci tetikler. Hastalık ortaya çıktıktan sonra ise ortalama yaşam süresi stresli olanlarda olmayanlara göre daha kısa bulunmuştur. Her iki soruya da yanıt vermek son derecede zor olmaktadır. Hayvan çalışmalarında bile stres faktörünü izole etmek neredeyse mümkün görünmemektedir. Akut ya da kronik bir stres uygulaması, sosyal ortamdan uzaklaştırma gibi stresörler kanser yapar gibi gözükmekle beraber, her türlü stres uygulamasında endokrin ve immün sistemler dahil olmak üzere o kadar çok sistem etkilenmektedir ki, bunların içinden stresin izole edilip işte sebep budur demek mümkün olamamaktadır. İnsan çalışmalarında bu iş daha da zordur. Stres kanser ilişkisine ilişkisine dair genetik teorilerin en meşhurlarından birisi stresin DNA yapısını bozduğunu ortaya koyan 1985 tarihli bir araştırmadır. Bu araştırmada stresin DNA nın kendini tamir etmesinin bozulduğu ortaya konmuştur. Araştırma psikolog Janet Glaser ve virolog Ron Glaser tarafından yapılmıştır. DNA tamir bozukluğu kanserin ilk aşamalrından birisidir. Ancak konunun ikna edici olabilmesi için geniş vaka serilerinde ve uzunlamasına araştırmalara gereksinim vardır (Azar B: Probing links between stress, cancer; APA Monitor Online, 30 (6), 1999). Stresin yaşam süresi üzerindeki etkisine dair araştımalar ise bir ara heyecan verici boyutlara çıkmıştır. 1989 yılında David Spiegel, Joan Bloom, Helena Kraemer ve Ellen Gotteil, tıbbın saygın dergilerinden The Lancet (14 volume, syf 888-891) de yankı yaratan bir yayında bulundular. Yazının başlığı Effect of psychosocial Treatment on Survival of Patients With Metastatic Breast Cancer” idi. Vardıkları netice kanser hastalarının psikoterapötşk yolla streslerinin azaltılması metastazı ve dolayısıyla yaşam süresini etkiliyordu. Ancak bir başka saygın dergisde, oniki yıl sonra bu bulgu reddedildi. Bu kez çok araştırmacılı bir yayın vardı. Ana araştırmacı Pamela Goldwin idi, dergi The New England Journal of Medicine idi (volume 345, 2001, sayfa 1719-26). Goldwin Spiegel’in vardığı sonucu elde edememişti. Ve önceki araştırmanın verdiği sonuçtaki yanlışlığın analiz metodundaki kusurdan kaynaklandığını iddia ediyordu. Böylece belki de bir dogma daha yıkılmış oluyordu. Kişisel deneyimlerimne dayanarak şunu söyleyebilirim. Bugüne dek ilgilendiğim hemen her kanser hastası hastalığının ortaya çıkışında bir stres faktöründen söz etmektedir. Ama ileri sürülen faktörler o kadar sıradan dır ki.. Yani o faktörü taşıdığı halde kanser olmayan o kadar çok insan vardır ki hastalardan aldığım bilgilere dayanarak bir yorumda bulanmak gerçekten mümkün değildir. Araştırmalar gelince, birbirini reddeden bulgulara bakılırsa, konuyla ilgili ciddi bir araştırma modeli veya standardı sorunu yaşanmaktadır. Buna bir de stresin izole edilmesinde güçlükler eklenince gerçeği bilmekte çekilen zorluk daha da anlaşılır bir hal almaktadır. Burada kanaatimce en büyük tehlikelerden birisi, H. Pylori olayından sonra kanser-stres ilişkisinin tümden reddedilip bir dogma olarak adlandırılması ve bilimsel ilginin azalması olasılığdır. Öyle anlıyorum ki, stres tek başına etkili bir faktör değildir (en azında vakaların büyük çoğunluğunda), ama stres kanserojen sürecin önemli tetikleyicilerinden birisi olsa gerekir. Kaynaklar: 1. http://nobelprize.org/medicine/laureates/2005/press.html 2. Azar B: Probing links between stress, cancer; APA Monitor Online, 30 (6), 1999 3. Spiegel D, Bloom J, Kraemer H, Gotteil E; Effect of psychosocial Treatment on Survival of Patients With Metastatic Breast Cancer The Lancet (14) 888-891, 1989 4. Goldwin PJ, Leszcz M, Ennis M, Koopmans J, Vincent L, Guther H, Drysdale E, Hundleby M, Chochinov HM, Navvaro M, Speca M, Hunter J; The Effect of Group Psychosocial support on Survival in Metastatic Breast Cancer”, N Engl J Medi, 345; 1719-26, 2001.