________________________________________________________ ____________________ Eşcinselliğin utancı & Bu utancın aşılması Gey ve Lezbiyen mutluluğu (mutsuzluğu) _____________________________________________ Valentino Minuto ___________ Çeviren: Yasemin F. Küçükkaya valentinominuto@virgilio.it yaseminkucukkaya@gmail.com ____________ 2007 1 Benden susmamı isteme! 2 İçindekiler 1. Eşcinselliğin toplum tarafından damgalanması 4 2. Gey ve lezbiyenlerin kendi kendilerini damgalamaları 6 3. İçselleştirilmiş homofobinin daha örtülü biçimleri 8 4. İçselleştirilmiş homofobinin eşcinsel erkekler ile kadınlar üzerindeki etkileri 14 5. Eşcinsel kimliğin tanınması ile gey ve lezbiyen mutluluğu 16 6. Gey ve lezbiyenlerin toplumsal görünürlükleri 18 7. Eşcinselliğin özgürlük mücadelesi 21 Kaynakça 23 Enzo’ya 3 1. Eşcinselliğin toplum tarafından damgalanması Eşcinselliğimizin, çok önem verdiğimiz için değil ama toplumsal baskı bunu bu şekle soktuğu için, kimliğimizin vazgeçilmez bir parçası olduğu açıklığa kavuşturulmalıdır.1 ALTMAN Maskülist bir toplum çerçevesinde, geylerle lezbiyenlerin cinselliklerini ve duygularını hemcinslerine yöneltmeleri, kural olarak ait olmaları gereken kategoriden, yani heteroseksüellikten, uzaklaşmaları demektir. Buna dayanarak, bu erkekler ile bu kadınlar saygın bireylerden saygınlığını yitirmiş bireylere indirgenirler. Eşcinsellik, kısaca, oldukça küçümseyici bir özellik - Goffman’ın 2 dediği gibi bir damgadır (stigma) * - çünkü erkek ile kadının cinsel ve duygusal açıdan nasıl olması gerektiğini saptayan maskülist stereotip ile çatışmaktadır. Goretti ve Giartosio’da eşcinsellik “hem suç hem doğaya aykırı, sanki aynı zamanda hem kusur hem de hastalıkmış gibi görünür. Oğlancılar [biz de lezbiyenleri ekleyelim] kâh hasta kâh günahta ısrarcı olarak tanımlanırlar [...]”3. Heteroseksüel normdan sapma, geylerle lezbiyenlerin, homofobinin açıkça ya da çoğu zaman örtülü biçimde sergilendiği tüm toplumsal durumlarda aşağılanmalarına mal olur. Homofobi – yani eşcinsellikten korkma, ve bundan kaynaklanan tiksinti – kadınlığın aşağılanmasıyla ayrı olarak düşünülemez, ki bu erkeğin gücü elinde bulundurduğu, kadının da ona bağlı olduğu maskülist toplumun özelliğidir. O halde eşcinselliğin açıklanması oldukça basittir: gey birinin erkekliği kusurludur, lezbiyen bir kadın ise bunu aşar. Dall’Orto: “Eşcinsel biri aslında, basit bir ifadeyle, başarısızlığa uğramış bir heteroseksüeldir; eşcinsellik, basitçe, kusursuz heteroseksüelliğin eksikliğidir […]” 4 diye belirtir. Eşcinsel erkeklerin suçu nedir? Goretti ve Giartosio “açıktır: erkek rolünden vazgeçerler, [...] kadın olurlar, [...] (artık) erkek değillerdir”5 diye cevap verirler. Eşcinsel kadınların suçu nedir? Onlar da kendilerine düşen rolü terk etmişler, yani kadınlıklarını kaybetmişler ve erkek kimliğine bürünmüşlerdir. Connel açıklar: “Bu yorumlama hiç kuşku yok ki zıt kutuplar birbirini çeker (toplumumuz bundan genellikle hiç kuşku duymaz) varsayımıyla ilişkilidir. Eğer bir kişi erkekten hoşlanıyorsa, bu kişinin kadın olması D. Altman, The End of Homosexual? Değişik yazarlar, Social Perspectives in Lesbian and Gay Studies, London, Routledge, 1998, sf. 307. * Antik Yunan’da damga (stigma), onu taşıyanın değersiz bir kişi olduğunu ve bunun gibi, kamusal alanlara girilmesinin engellenmesi gerektiğini belirtmek için bıçakla ya da ateşle yapılan işaretti. 2 Karşılaştırınız. E. Goffmann, Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity, Prentice-Hall, 1963. İnceleme, farklılığın toplum tarafından aşağılanma pratiklerini çözümlemekte ve üç spesifik durumu ortaya koymaktadır: fiziksel deformasyonlar, kişisel karakter ile kültürel ve dini farklılık. Damgalama her toplumda, daha doğrusu kimlik tanımı için normların devreye girdiği her yerde mevcuttur. 3 G.Goretti ve T. Giartasio, La città e l’isola, Roma, Donzelli, 2006, sf. 88. Tanıklıklardan ve arşiv kaynaklarından yola çıkarak, Goretti ve Giartosio oğlancılığa karşı, faşist yönetim altında başlatılan bir baskı hareketi oluştururlar: Catania vilayetinde, 1939 yılında eşcinsel 45 erkek tutuklanır ve 2. Dünya savaşı patlak verinceye kadar kalacakları Tremiti takımadalarına bağlı San Domino adasına sürgüne yollanırlar. 4 G. Dall’Orto, L’identità omosessuale, Değişik yazarlar, La Fenice, n.1, Milano, Babilonia, 1996, sf.105. 5 Aynı eser sayfa 90 1 4 gerekir: bedenen olmasa bile, bir şekilde zihnen kadın olmalıdır”6. Aynı şey – ekleyelim- lezbiyen olan biri için de geçerlidir, kadından hoşlanması bir çeşit erkeklik göstergesidir. Geylerle lezbiyenler tarafından seçilen arzu nesnelerinin erkeklikleri ile kadınlıkları, karakterlerinin ve toplumsal duruşlarının erkeklikleri ile kadınlıklarını tersyüz eder. Bu tersyüz etme eylemi, erkeklik ile kadınlığın yalnızca heteroseksüel olarak tanımlandığı bir toplumsal ortamda eşcinselliğin yapısal bir unsurudur. Nardelli bu konuyla ilgili : “Heteroseksüellik <<zorunlu>> bir şeymiş gibi sunulur, beklenen bir şeydir, öyle ki toplum <<heteroseksizm>> ile boyanmıştır”7. Dolayısıyla “sapkınlar”, maskülist bir toplumda açık bir biçimde birbirlerinin karşıtı olan cinsel rollere, erkek ve kadın, zarar verirler. Doğanın düzenini bozar ve egemen erkeklik ile kadınlık kalıplarını hiçe sayarlar. Connell şunun altını çizer: “Bu hegemonyayı kırmadan eşcinsel olmak imkânsızdır”8. İşte bu nedenle geylerle lezbiyenler küçümsenmelidir. Bundan dolayı “normaller”, eşcinsel kişilerin insanlıktan uzaklaştırılmalarını sağlamak için bir damga (stigma) teorisi oluştururlar. Eşcinsellerle ilgili uydurma ve yanlış bir imaj ortalıkta dolaşır. Dall’Orto’nun yazdığı gibi, “[…] toplum bilerek deforme edici aynalar kullanır: hile yapar, yalan söyler”9 Böylece geylere, genelde kadınlara atfedilen, dahası kadın düşmanı bir dizi stereotip dayatılır: cilve, estetizm, dedikodu yapmaya eğilim, histeri, baştan çıkarıcılık. Aynısı, ilk kusurları olan lezbiyenlikten başlamak üzere, maço erkeğin bir çeşit karikatürü olan, bir dizi kusur atfedilen lezbiyen kişinin başına gelir: incelikten yoksunluk, dış görünüşe aldırmama, bayağılık, hırçınlık, otoriterlik. Maskülist tahayyülde, gey erkek fahişeyle, veya daha da kötüsü pedofil ile özdeşleştirilirken, lezbiyen kadın, kaba bir erkekliğin temsilcisi olarak algılanır. Goffmann10 ayrıca, toplumsal damgalamanın gey erkekle lezbiyen kadını, damgalanmış arkadaşlarıyla farklı değil homojen kıldığını açıklar. Bir başka ifadeyle, onuru lekelenmiş bir kategorinin üyesi gibi- yani eşcinselliğin- en bloc*, sınıflandırarak, gey ya da lezbiyen kişinin insani kişiliği silinir. Bir kişinin gey ya da lezbiyen olarak damgalanmasıyla, kısacası, hem insanlığı hem kişiliği reddedilir. Toplumsal damgalama, eşcinselliğin olumsuzluğunun gey bir erkek ya da lezbiyen bir kadının sahip olduğu diğer olumlu özelliklerine baskın çıkmasına ve bunları R. W. Connell, Masculinities, University of California Press, 1995. Connel farklı erkekliklerin var olduğunu doğrularken, erkek olmanın tek bir biçiminin olduğunu kabul etmez. Erkeklik, sonuç olarak, cinsel rollerin genellikle bunların üzerinden belirlendiği maskülist stereotiplerden oldukça geniş bir davranış, karakter ve tutum çeşitliliği gösterir. Aslında eşcinsel erkekler, yazara göre, eksik kadınlığın yanılsamalarından ziyade daha duyarlı olan başka bir erkekliğin aktörleridir. Aynı şekilde – eklersek – lezbiyenlik, maskülist kodifikasyonda kadın rolünün yara almasıdır, ama bu rol daha doğrulayıcı bir kadın … Kısacası gey erkekler ile lezbiyen kadınlar egemen erkek ve kadın kalıplarının bir alternatifidir. 7 N. Nardelli, Omosessualità (dis)integrate, Değişik Yazarlar, Omosapiens, D. Rizzo’nun editörlüğünde, Roma, Carrocci, 2006, sf. 67. Nardelli’nin araştırması dışında, çeşitli bilimsel disiplinlerde faaliyet gösteren İtalyan ve yabancı araştırmacıların çalışmalarının bir meyvesi olan araştırmalar, eşcinsel kişiler ile aile arasındaki oldukça tehlikeli ilişkilerden eşcinsel kitleye yönelik marketing projelerine, faşizm dönemi boyunca eşcinselliğin tarihi olayları olarak Comisso, Rosai ve De Pisis’in biyografilerinden querr yazar Jeanette Winterson’un incelenmesine (bu terim bir hakaret sözü olarak doğuyor ve bugün öngörülmeyen açıklamalara dahil olamayan cinsellikten bahsedildiğinde kullanılıyor), homofobiyi bir sendrom ve patoloji olarak teşhis etme olanağına kadar uzanmakta. 8 Connell, Masculinities, University of California Press, 1995. 9 G. Dall’Orto, L’identità omosessuale,alıntı, sf. 101. 10 Goffmann, Stigma, alıntı. * en bloc: toptan, bütün olarak 6 5 parçalamasına dayanır. “Eşcinsel kişiler, yeteneklerine göre değerlendirilmekten ziyade, daha çok eşcinsellikleri ışığında yargılandıklarını akıllarına getirmeyi başaramayacaklardır” diye yorumlar Pietrantoni11. Uzun lafın kısası, eşcinsel kimliğin yakışıksızlığını göstermeye çalışan bir ideolojiyle karşı karşıyayız. Gey ve lezbiyen kişilerin, bedenlerinde ve ruhlarında bir kere “farklı” damgası yer edince, tam insan olarak görülmezler. Bu ideolojik varsayımlara dayanarak, bir hakmışçasına, eşcinsel karşıtı baskı uygulanır. 2. Gey ve lezbiyenlerin kendi kendilerini damgalamaları Bütün toplumlar bazı kişilerin normal olduğunu saptar. […] Normal olandan her sapma utanç nedeni olarak damgalanır. Bir toplumun üyesi olan her birey, toplum tarafından normallik için belirlenen normların perspektifinden bakar dünyaya. Aynada kendisine baktığında bu kişinin gördüğü şey o norma uygun değilse muhtemelen ortaya bir utanç duygusu çıkar.12 NUSSBAUM Maskülist bir toplumda, eşcinsel kişiler ister istemez damgalayıcılarının stereotiplerine uygun davranırlar; onlarla çoğu zaman, ve en azından kısmen, kültürel zemini paylaşırlar; cinsel ve duygusal normlar konusunda kendi inançlarına sahip olmaya eğilimlilerdir. Geylerle lezbiyenlerin, “<<normal>> bir kişinin, başka herhangi biri gibi bir insanın, dolayısıyla fırsatları ve tanınmayı hak eden bir kişinin”13 nasıl olduğuna dair kanılarının genelde maskülist temelleri vardır. Bu erkekler ile bu kadınlar, toplumda içselleştirdikleri normallik kriterlerinden dolayı, diğerlerinin yani “normallerin” eksiklik olarak tanımladıklarına içten içe inanırlar. Sonuç olarak, bu tür toplumsal edinimler eşcinsel erkek ve kadınlarda olmaları gereken şeyi olmayı başaramadıklarına ikna olmalarına neden olur. Yani gey veya lezbiyen benlikleri ile toplumun talep ettiği heteroseksüel nitelikler arasında bir kırılma oluşur. Eşcinselliği, geçerli olan sosyal normdan ayıran mesafenin kapatılamazlığı gey ya da lezbiyen kişiyi düş kırıklığına uğratır. Pini “<<sen yanlışsın>> diye fısıldayan veya haykıran kitlenin zorbalığı”14nı ifade eder. Gey veya lezbiyen kişinin sosyalleşmesi, eşcinselliğin aşağılayıcı onayının içselleştirilmesini kapsam dışı bırakamaz. Gey erkekler ile lezbiyen kadınlar, toplumsal mahkemenin kendilerine karşı verdiği hükmü benimsemekten – bunu kesinlikle bilinçsiz bir şekilde yaparlar – kaçamazlar. Eşcinsel kimlik üzerinde yanıltıcı bir etiket sallandığı için gay ya da lezbiyen kişi kendi hakkında yanlış bir izlenim oluşturur. Bu yanlış izlenim ile ilgili en göze çarpan şey karikatürize edilmedir. Bazı eşcinsel erkekler ile kadınlar kendilerini, haklarında verilen damgalayıcı hükme uygun şekilde ifade ederler; yani maskülist toplumun onlardan beklediği biçimde davranırlar; bu 11 L.Pietrantoni, La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima, Rivista di scienze sessuologiche, n. 1-2, Edizioni del Cerro, 1996. 12 M.C. Nussbaum, Hiding from Humanity: Disgust, Shame, and the Law, Princeton University Press, 2004. 13 Goffmann, Stigma. 14 A. Pini, Omocidi, Viterbo, Nuovi Equilibri, 2002, sf. 14. 6 kişiler çok fazla stereotipleşmiş davranışlar gösterirler, yani eğer gey ise efemine lezbiyen ise erkeksi; kısacası, hükmedilen bu davranışlar ait oldukları cinse uygun değildir. Bu erkekler ile kadınlar, özetle, eşcinsel damganın teatralize edilmesi olarak tanımlanabilecek bir şekilde kendilerini gösterirler: yani onlara yüklenen kınayıcı özellikleri ortaya koyarlar. Stereotiplere uygun davrananlar, ayrıca kendi damga (stigma) arkadaşlarına karşı damgalayıcı biçimleri sık sık kullanırlar. “Burada şunu hatırlatmakta fayda var” – der Goffmann ve “ Damgalananın bu oyunu, bireyin kendine karşı olan kronik uzaklığını kanıtlamakla beraber, damgalananın – bu daha da önemli – diğerleri gibi, başkalarının kendisi gibi olan kişiler hakkındaki düşüncelerine alıştığını göstermektedir”15 diye belirtir. Maruz kaldıkları hayvanlaştırılma sürecinden dolayı, geylerle lezbiyenler, bilinçaltlarında, kendilerini çoğu zaman doğanın bir hatası, yüz karası ve ahlaksız bireyler olarak görürler. Onlarda, “[…] (eşcinselliği) bir eksilme gibi […] yaşadıkları bir iç bölge bulunur”16. Böyle bir kendi kendini aşağılama, cinselliği ve duyguları onaylanmayan kişinin farklılığını yüz kızartıcı bir damga olarak algılamasından kaynaklanmaktadır. Toplumsal hor görme, kendine değer verme sisteminin, nerdeyse geri döndürülemez bir biçimde, engellenmesine neden olur: gey ya da lezbiyen kişi “Farklıyım. Bu yüzden diğerleri benden hoşlanmayacak ve onların yanında kendimi güvende hissedemeyeceğim” diyen bir kesin yargıdan kaçamaz, ve onu yok edemez. Erkek ya da kadın kimliğinin maskülist anlayışa göre çizilen “dokunulmaz” sınırlarının ihlal edilmesinden dolayı, geylerle lezbiyenler diğer bireylere uygun görülen saygıdan ve değerden kendilerini mahrum görürler. Dolayısıyla bu kişiler, bu kabul etmeme eylemine karşılık vermeye ve diğerlerinin onları yargıladığı, yani bedenen ve ruhen dejenere olmuş biçimde, kendilerini tanımaya meyilli olacaklardır. Bireyin kendi hakkında yaptığı bu kadar küçümseyici bir değer biçme, eşcinsel kişiyi, nadiren bilincine vardığı, kendini ve varlığını değerlendirmeyi güçleştiren ontolojik utanç durumuna sürükler. Taylor bu konuyla ilgili “Kimliğimiz, kısmen, diğer bireylerin tanıması ya da eksik tanıması veya çoğu zaman aşağı görmesiyle şekillenir. Bu yüzden, eğer etrafını çevreleyen insanlar veya toplum, onu sınırlayan veya küçülten ya da aşağılayan görüntüsünü bir ayna gibi geri yansıtırsa birey ya da grup gerçek bir zarara, gerçek bir deformasyona maruz kalabilir. Tanımama ya da aşağı görme zarar verebilir, kişiyi sahte ve yoksullaştırılmış bir yaşama tarzına mahkûm eden bir baskı biçimine dönüşebilir”17 der. Eşcinselliğinden dolayı bireyin kendini olumsuz tanımlaması, içselleştirilmiş homofobiyi akla getirir. Bu Gonsiorek tarafından “Sosyal çevrede baskın olan eşcinsel karşıtı önyargıların gey ve lezbiyenler tarafından benimsendiğini”18 göstermek için ortaya konan bir terimdir. Shidlo ekler: “İçselleştirilmiş homofobi kendisinde bulunan eşcinsel özelliklere ve başkalarının eşcinselliğine karşı gösterilen olumsuz duygular ve tutumlar bütünü olarak tanımlanabilir”19. Daha da ötesi, duydukları utancın baskısıyla, bazı gey ve lezbiyenler aynada kendilerine bakarken kendilerinden duydukları nefretin 15 Goffmann, Stigma. Goretti ve Giartosio, La città e l’isola, alıntı, sf. 123. 17 C. Taylor, Multiculturalism, Princeton University Press, 1994. 18 Pietrantoni’nin La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima kitabından alınmış bir alıntıdır. 19 Aynı eser. 16 7 saldırısına uğrarlar. Bu bireyler, bilinçli bir şekilde, eşcinsel oldukları için kendilerini hatalı ya da aşağı olmakla suçlarlar. “Fakat açık bir şekilde gösterilen içselleştirilmiş homofobi acı verici ve psikolojik açıdan yıkıcı olduğu için, çok az kişi de kendileriyle ilgili bilinçli bir kınamaya tahammül etmeyi başardığı için içselleştirilmiş homofobinin daha kapalı biçimleri oldukça yaygındır”20. Takip eden paragrafta bu biçimlerin hangileri olduğunu göreceğiz. 3. İçselleştirilmiş homofobinin daha örtülü biçimleri Ben kimim? Yarası kötü sarılmış bir yaralı, melekler arasında bir canavar ve canavarlar arasında bir melek, yere serpilmiş ve dağılmış sorularla dolu bir kutu, merdivenler üzerinde bir ayak, ahizedeki bir ses, parmak taklidi yapan işleri başlarından aşkın bir dizi başparmak, senin bir düşmanın. Senin sevgilin.21 WILLIAMS Birçok gey ve lezbiyen, belirli ölçülerde, eşcinselliği kabul ettiklerine dair ikna olmuşlardır. Gerçekte, neredeyse tüm gey ve lezbiyen topluluğu, bazen çok güçlü bir biçimde, eşcinselliği reddettiğini ele verir. Nitekim eşcinsel kadınlar ile erkekler, içlerinde inatla derin homofobik bir parçayı korumayı sürdürürler. Bu erkekler ile kadınlar çoğu zaman ya da hiçbir zaman bazı duygu, tutum ve davranışlarının homofobik nedenlerinin bilincinde değillerdir. İçselleştirilmiş homofobi, en derin biçimlerinden başlamak üzere, kendini çeşitli şekillerde gösterebilir: a.Eşcinselliğin gizlenmesi. Maskülist bir toplumda eşcinsellik, tam toplumsal tanımadan dışlanma nedenidir. Sonuç olarak toplumsal görünürlük saygıdeğerlik için tek koşul gibi görünebilir. Gey erkekler ile lezbiyen kadınlar – oldukça sık meydana gelir – kendi var oluşlarını gerçekleştirmemeye yönelik ağır toplumsal beklentilere yenik düşebilirler. Kendileri bile var oluşlarının, bilinçsizce, saygıyı hak etmediğine kanaat getirirler. Kısacası, bu kadınlar ile bu erkekler, çeşitli ölçülerde, cinsel ve duygusal eğilimlerini toplumsal saygınlıklarını yitirecekleri korkusuyla saklarlar. Sırlarının ortaya çıkmasını bir tehdit gibi yaşarlar, çünkü bunun ortaya çıkmasının dışlanmalarına neden olacağından korkarlar. Bazı eşcinseller, normalleştirme girişiminin zorlamasıyla kendi kendilerini bile inkâr etmeyi deneyebilirler. Fakat heteroseksüelliği benimseme girişimleri, neredeyse her zaman, başarısızlığa uğrar ve her koşulda, kişisel ile sosyal-ailesel bedelleri çok ağır olur. Goffman zorla heteroseksüel olmuş kişinin “terk etmekte olduğu kategoriye 20 21 Pietrantoni, La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima, alıntı. Bu lirik parça oyun yazarı Williams’a aittir ve Pini tarafından Omocidi’de aktarılmıştır, alıntı, sf. 3. 8 karşı (eşcinsellik) geçmekte olduğu kategorinin (heteroseksüellik) üyeleri tarafından yapılan <<saldırgan>> gözlemlere karşı harekete geçemediğinde, özellikle de kendisi bu aşağılamaya katılmaktan kaçınmayı tehlikeli buluyorsa ihanet ve oto-depresyon duyguları hissetmesi mümkündür”22. Normalleştirmeden kaçınan eşcinsel kişinin ise, genellikle uyguladığı strateji “dünyayı, hiçbir şey belirtmediği büyük bir grup ile her şeyini anlattığı, böylece korumasına sığındığı küçük bir gruba bölerek riskleri ölçüp biçmeye dayanır”23. Goffmann’ın söylediklerini açıklarsak24, damgalananın utanç verici bir şey olarak algılananı, her durumda uzak tutmaya çalıştığı kişiler aile yakınlarıdır. Geylerle lezbiyenlerin büyük çoğunluğu “ailelerinden eşcinselliklerini saklayamama riskinden dolayı kaygılılardır. Herkesin içinde açık bir şekilde davrananlardan bazıları bile, akrabalarının yanında şüphe uyandırmamak için çok dikkatli davranırlar”25. Eşcinsel kimliğini saklayan gey ya da lezbiyen kişi için, taşıyıcısı olduğu damganın aile yakınları tarafından öğrenilmesi düşüncesi oldukça kaygı vericidir. Daha geniş bir disclosure (ifşa etme) karşısında da toplumsal dışlanma korkusu devam eder. Nitekim sıkça eşcinsel kişi, eşcinselliğini açıkladığı halde “işte ya da ailede diğerleriyle üstü kapalı bir anlaşmayla <<biliyoruz, ama bundan bahsetmemeliyiz>> yaklaşımını korur […] [ve böylece] sessizliğin ve asimetrik ilişkinin normal olduğu mesajı iletilir: <<heteroseksüel olduğun için senden bahsedebiliriz, ama benden bahsedemeyiz, çünkü benim deneyimim utanç verici ve düzeysizdir>>”26 Kendi kendilerini damgalama sürecinden dolayı geylerle lezbiyenler kimliklerini gizleyerek kendilerini toplumsal ilişkilerin canlılığından dışarıda tutarlar. Eşcinselliklerinden dolayı diğerlerinin onlara daha az saygı gösterecekleri endişesinin sosyallikleri üzerinde zarar verici etkileri vardır: bu kişilerin kendilerine güvenleri yoktur, sürekli “kuşku içindedirler”, damgalayıcıları olarak gördükleri kişilerle ilişkilerinde yasaklıdırlar. b. Eşcinselliğin özel hayata sıkıştırılması. Eşcinsel kimliğin toplumsal alana sokulması gey ve lezbiyenleri, kimliklerini açıklayanları da, büyük oranda ilgilerinden uzaklaştırır ya da bazıları için, sanki bu kimlikleri sadece özel hayatlarında geçerliymiş gibi öfke nedenidir veya toplumsal damgalamaya yaradığı tehlikesi üzerinde ısrar ederler. Gerçekte, eşcinsel kimliğin özel hayata sıkıştırılması, henüz olgun olmayan özbilinç derecesini gölgeler, bundan dolayı gey erkelerle lezbiyen kadınların çoğunluğu harekete geçmekte zorlanırlar – veya dahası kendilerini her şeyden ayrı tutarlar – toplum tarafından hayal kırıklığına uğratılan kendi amaçları özel alanı aşsın ve toplumu sorgulayabilecek durumda toplumsal talepler haline gelsin diye. Muhtemelen bu bireyler, meşruiyet gücü olarak kendi amaçlarını tanımakta zorlanmakta veya daha da kötüsü bu amaçlarında herhangi bir meşruiyet görmemektedirler. 22 Goffman, Stigma. Aynı eser. 24 Karşılaştırınız, aynı eser. 25 G. Westwood, A Minority, Longmans, London, Gren & Company, 1960, sf. 40, Goffman’da, Stigma kitabında yer alır. 26 L.Pietrantoni, Saperi innominabili: la ricerca psico-sociale sugli orientamenti sessuali in Italia, Değişik yazarlar, Omosapiens’den alıntılanmıştır. 23 9 Böyle yaparak, geylerle lezbiyenler cinsel ve duygusal eğilimlerin ifadesinin tamamen özel olduğu ve olması gerektiği gibi oldukça yaygın olan bir bahaneyle eşcinselliğe zorunlu ev hapsi uygularlar. Eğer cinselliğin ve duyguların bastırılmasının toplumsal koşullarının yokluğu gözlemlenseydi, bu argümantasyon kendi içinde doğru olabilirdi. Aslını söylemek gerekirse, bu durum hiç kimse tarafından hiçbir zaman, eşcinsel olsun olmasın, toplumsal tarihte kanıtlanmamıştır. Sonuçta eşcinsellik hala toplumsal aşağılamanın kıskacındadır, ya da her durumda, toplumsal onaydan yoksundur. Birçok gey ve lezbiyenin cinsel ve duygusal yaşamlarını sürdürmek istediklerini belirttikleri ve sonuçta da sürdürdükleri özel alanın işlevi bir kaçıştır. Özel hayat aslında bu kişilerin, eşcinselliğin toplumsal damgalanmasının koyduğu engelleri aşmak, zaman zaman baş edilemez hale gelen zorluklara izin vermemek için yararlandıkları bir mazerettir. c. Eşcinsel sosyalleşme mekanlarında oto-gettolaştırma ya da oto-tecrit. Geylerle lezbiyenler, heteroseksüellik üzerine kurulduğu için kendilerini dışlayan bir topluma karşı yabancılık çekmekten kurtulamazlar. Bunun sonucunda eşcinsel kişilerin büyük bir çoğunluğu toplumla karşı karşıya gelmekten vazgeçerler ve damgalayıcılarından kaçıp reddedilmekten korkmadıkları stigma (damga) arkadaşlarının korumasına sığınırlar. Eşcinsel sosyalleşmenin karanlığında gey ve lezbiyenler, eşitlerinin arasında bulunmanın hoşnutluğuyla kendilerini rahat hisseder, damgalarından kurtuldukları ve bütünüyle (ya da neredeyse) kabul edildikleri hissine kapılırlar. (d. – e. – f. başlıklarına bakınız) Gerçekte, toplumsal gerçekliğin büyük bir bölümünden istifa ederek, eşcinsel erkekler ile kadınlar damgayı onaylamaktan başka bir şey yapmazlar. Sessizce de olsa, söylemek istedikleri işte budur: <<Eğer biz bize isek, aslında, bunun nedeni egemen sosyal normdan saptığımız içindir>>. Bundan toplumsal görünmezliğin kabulü ve daha geniş toplumsal alanları işgal etmekten vazgeçme anlamı çıkar. Oto-gettolaştırma, başka bir deyişle, diğer taraftan oldukça verimli olan eşcinsel sosyalleşmeyi oto-damgalayıcı ve pasife edici terimlere dönüştürür. Diğer eşcinsel kişilerle bütünleşmelerinin ve kendilerini özdeş kılmalarının gey bir erkeğe ya da lezbiyen bir kadına kendi varlıklarını daha derin kavramalarını sağladığına ve kendilerine güven kazandırdığına dair hiç şüphe yoktur. Bununla birlikte aile ve daha geniş toplumsal ortamlar, gey ve lezbiyenlerin cinsel ve duygusal farklılıklarını meşru kılmaları gereken – ve açı çekerek- ilişki alanlarıdır. d. Eşcinsel dayanışmanın yokluğu ya da yetersizliği. Eşcinseller arasındaki ortak ilişki nedir? Geyler ile lezbiyenlerin büyük bir kısmı eşcinsel topluluğu <<biz>> zamiriyle ya da <<bizim kategorimiz>>dizim birimiyle tanımlar. Gerçekte, ve ne yazık ki, geylerle lezbiyenlere takılan <<kategori>> terimi, her şeyden önce, parçaları arasında güçlü sembolik bağlantılardan hemen hemen yoksun bir bütünü gösterir. Nitekim, kolektif bir anlambilim gibi, gey bir erkek ya da lezbiyen bir kadın olmayı, sadece bireysel beni değil ama birçok kişiden oluşan bir topluluğu ilgilendiren bir şey gibi yorumlamaya izin veren eşcinsel kültürün eksikliğini ifade eder. Bir grup genellemesine açık olmaktansa, eşcinselliğin bireysel deneyimi sık sık, anlamlı da olan ve bununla beraber gey ve lezbiyen topluluğun geri kalanıyla duygu bağlarından yoksun bir sosyalliğin dar sınırları içine hapsolur. Böyle bir deneyimi, geyler ile lezbiyenlerin büyük 10 bir kısmı, diğer kişilerin de, onlar da eşcinsel olmak üzere katıldığı bir şey olarak tasavvur etmeyi başaramazlar. Ne yazık ki hala ayrı tutulan ve özel olarak düşünülen gey ve lezbiyen yaşanmışlıklarının üstünde bir eşcinsel dayanışması bulunmuyor. Eşcinsel karşıtı baskı deneyimiyle ilgili olgun ve ortak bir bilinç hala yok. Kısacası gey ve lezbiyen mutsuzluğunun toplumsal nedenlerini açıklayabilecek toplum-eşcinsellik ilişkisinin ortak bir görüş alanı yok. (§ 4’e bakınız) e. Eşcinsel damganın teatralize edilmesi karşısında duyulan utanma. Üyelerinin birçoğu için eşcinsel kategoriyle olan özdeşleşme tamamen reddedilir ya da oldukça belirsizdir. Bu kategoriye göre, bu kişilerin biraz içeride biraz da dışarıda konumlandıklarını söyleyebiliriz. Kendilerine atfedilen özellikle yüz kızartıcı niteliklerden dolayı bazı gey veya lezbiyenlerle özdeşleşmek zordur. Nitekim bu erkekler ve kadınlar, diğer eşcinsellerin yaptıkları veya yaptıklarına inandıkları ya da yapmaya kendilerini zorladıkları “normal” şekilde davranmayı başaramazlar. Wright’a göre “kendi eksikliğini saklamak isteyen kişi, diğerlerinde cinsel tercihlerini ortaya koyan stereotip davranışları fark edecektir. Ayrıca, eksikliği herkese gösteren bu tür davranışlar için öfke hissetmesi olağandır, çünkü kendi eksikliğini saklama isteğiyle diğerlerinin de aynı şeyi yapmasını arzu eder”.27 Kendilerini, kısmen ya da tamamen, saklamaya çalışan söz konusu erkekler ile kadınlar kimliklerini açık etmiş diğer eşcinselleri gördüklerinde öfkelenirler. Onların cinsel ve duygusal farklılıklarını ortaya sermeleri diğerleri için gizli bir tehlikedir, çünkü gerçek kimliklerinin ortaya çıkması riskinin yanı sıra eşcinsel kategoriye aitliklerini saklamaya çalıştıkları için suçluluk duygusu hissetmelerine neden olur. Sonuçta, eşcinselliğin “istenmeyen” örneği “saygıdeğer” gey ve lezbiyenlere, “normal” bireylerle birlikte olduklarında sunulursa bu kaygı daha da artar. f. Karikatürleştirmenin reddi. Bazen, eşcinsel damganın ortaya konması karşısında bazı geylerle lezbiyenlerin duydukları utanma gerçek bir öfkeye dönüşür. İçselleştirilmiş homofobi kendi kendini, yani homofobik eşcinsel bireyi yiyip bitiren bir zehri ortaya çıkarır. Geylerle lezbiyenler, “normal” in damgalanana karşı duyduğu hisleri ve takındığı tutum ile davranışları, onlardan daha açık bir biçimde içselleştirebilir. O halde, karikatürleştirmenin teşhir edilmesi uzaklaştırma sonucunu doğurur. Başka bir deyişle, dayatılan toplumsal standartlara daha az uyan damga yoldaşlarına yani ibnelere(kulampara) ya da kamyonculara* eşcinsel karşıtı güçlü bir kin aktarıldığı için gey ya da lezbiyen bireylerden başlamak üzere yansıtıcı bir mekanizma devreye girer. Sonuçta, kuşkusuz ki karikatürleştirmeye karşı gey ya da lezbiyenlerin duyduğu nefret eşcinsel kimliğin kararsızlığına bir kanıttır. Kulağa hoş gelmeyen “Eşcinsel eşcinsele karşı” paradoksunun bilincine varılmasından açık bir uyarı ortaya çıkar: <<Gey ya da lezbiyen kimliğimi tamamen kabul etmem, diğerlerinin eşcinselliğini ret edeceğim anlamına gelmemelidir>>. g. Bireyin kendisine ya da diğerlerine yönelik eşcinsel karşıtı baskının pasif kabulü. Bazı gey ve lezbiyenler kendilerinin ya da damga yoldaşlarının maruz kaldığı, en dolaylı küçük düşürmeden en bariz şiddete kadar, zorbalıklara tepki vermezler. 27 B.A. Wright, Physical Disability, A Psycological Approach, New York, Harper & Row, 1960, sf. 41, Goffmann’ın Stigma kitabında alıntılanmıştır. * Kamyoncu: İtalyan argosunda, erkeklerle özdeşleştirdikleri için lezbiyenlere kamyoncu denmektedir. 11 Uğradıkları toplumsal aşağılanma karşısında, bu bireylerin kendi haklarında oluşturabilecekleri kavram, cinsel ve duygusal farklılığın suçluları olduklarıdır. O halde bundan çıkardıkları sonuç, kendilerini ezen toplumsal yargının haklı bir gerekçesinin olduğudur. İşte bu yüzden eşcinsel karşıtı baskının kurbanı “sık sık yoğun güvensizlik, acizlik ile incinme, başkalarına karşı güvensizlik ve olanlar için suçluluk duyguları duyar, başına gelenleri hiç kimseye anlatmayarak kendini izole eder […]”28 Bu konuyla ilgili Gonsiorek’in gözlemi anlamlıdır: “Gey ve lezbiyen bireyler baskı ve düşmanlıkla karşılaştıklarında bir seçim yapmaya zorlanırlar: nötrlük bir tercih değildir. Hayır demek, sembolik olarak kimliğini açıklamaya eşdeğerdir; alt statüyü kabullenmek ise kendini aşağı olarak algılamayı onaylamak anlamına gelir”29. h. Yakın ilişkiler kurmama ya da sürekli olarak sadece kısa süreli yakın ilişkiler kurma eğilimi 30. Kendileri tarafından reddedilmediği sürece birçok eşcinsel bireyin yakın duygusal ilişkileri neden bu kadar kısa süreli, ciddiyetten ve tatminden uzak olur? Çünkü aynı cinsiyetten bireyler arasında, aralarındaki yakın ilişkileri kalıcı, birbirine bağlı ve karşılıklı olarak tatmin edici kılacak derin bir sevgi bağının sembolik hazırlığı yasaklanmıştır. Pietrantoni “eşcinsel bireyler, sosyalleşme süreçleri boyunca sürekli olarak eşcinselliği aşağılayıcı cümlelere maruz kalırlar ve konuya özellikle duyarlı oldukları için <<eşcinsel ilişkilerin yanlış olduğu>>’nu, <<iki erkek ya da iki kadın arasında aşkın olamayacağı>>’nı <<geylerin hayatının yalnızlığa ve yoksunluğa mahkûm olduğu>>’nu öğrenirler ve bazen de içtenlikle buna ikna olurlar. […]”31. Sonuç olarak geylerle lezbiyenlere eşcinsel aşkın pozitif bir temsil sistemini oluşturmalarına izin verilmez. Eşcinsel aşk meşru kabul edilmediği için aslında sanki yokmuş gibi davranılır. Sınanmış ve kendinden bile ürken eşcinsel sevgi hala “adını dillendirmeye cesaret edemeyen aşk”tır32; oysa ki herhangi bir şeye bir isim verilmesi onun dünyaya gelişinin ilk kanıtıdır. Eşcinsel karşıtı önyargının etkisinde kalmış bazı gey ya da lezbiyen bireyler için yakın duygusal ilişki fikri hiçbir şey ifade etmez ya da birçoğu için tartışmalıdır. Aynı cinsten bireyler arasında yaşanan aşk için, ki bu da sadece cinsel birleşmeye indirgenmiştir, toplumsal hüküm böyledir. Toplumun bakışı saplantılı bir şekilde cinselliğe öylesine yönelmektedir ki, geylerle lezbiyenleri, sanki kimlikleri sadece cinsellik etrafında dönüyormuş ve duygusallık onlardan tamamen uzakmış gibi “eşcinseller” olarak tanımlarlar. Aralarında yaşanacak aşk ile ilgili bütün olumlu inançları ellerinden alınmış bu bireyler için geriye sadece kaçamak ve rastlantısal, bu yüzden de toplumsal karanlığa daha kolay itilebilecek cinsel ilişkiler kalır. Uzun süreli bir aşk ilişkisinden ve beraber yaşama tercihinden ise kaçınılır, çünkü bunlar görünürlüğe ve bununla beraber toplumsal kınamaya neden olur. L. Pietrantoni, L’offesa peggiore, Pisa, Edizione del Cerro, 1999, sf. 80. Pietrantoni’nin La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima eserinden alıntılanmıştır. 30 Karşılaştırınız, S. L. Schittino, Negoziare la visibilità di coppia nelle relazioni omosessuali, Değişik yazarlar, Omosapiens, alıntı. 31 Pietrantoni, L’offesa peggiore, alıntı, sf. 51-53. 32 O. Wilde ile olan ilişkisi nedeniyle, ağır ahlaksızlık suçlamasıyla iki yıl hapis cezasına mahkûm edilen yazar Lord A. Douglas’ın Two Loves şiirinden alıntıdır. Karşılaştırınız http://it.wikipedia.org/wiki/Alfred_Douglas 28 29 12 Partnerler arasında, erkek ya da kadın, uzun süreli, sorumlu ve tatmin edici bir duygusal ilişkinin ifade edilmesinin eşcinsel bireylere, toplumsal damgalamadan kaynaklı sapkın koşullanmalar olmadan, kimliklerini olumlu olarak yeniden tanımlamalarını sağladığına kuşkumuz yok. Schittino karşılıklı aşkın “içselleştirilmiş homofobinin aşılmasında anlamlı bir faktör olduğunu ve olumlu bir eşcinsel kimliğin kazanılmasında önemli bir adım olduğunu” belirtir ve devam eder: “ilişki ve duygusallık durumu, özellikle de partnerle sürekli olarak beraber yaşama, anlamlı bir şekilde, özsaygıyı sağlar: çift olarak yaşayan kişilerin özsaygıları, tek başına yaşayanlardan, ortalama olarak, daha fazladır”33. i.Sevgi arsızı çocuk sendromu. Gey ya da lezbiyen birinin kendine karşı nefret ve utanç duyguları beslemesi sağlıklı ve uzun süreli bir duygusal ilişki kurma şansını sıfırlar. Yakın ilişkide bazen ortaya çıkan tutum, annesinden durmaksızın sevgi ve ilgi bekleyen sevgi arsızı çocuğunkiyle aynıdır. Bu şekilde davranarak eşcinsel birey aşkta, güçlü ve pozitif olmayan kişisel kimliğinin dengelenmesini arar. Partneri ona çok istediği bütünlüğün bir vericisi gibi görünür. Fakat hiçbir partner, uzun vadeli olarak, böylesine ağır duygusal bir yükümlülüğü üzerine alabilecek güçte değildir. Partnerin kendi bağımsızlığını ve kısa dönemler için bile olsa ayrılma ihtiyacını bildiren tüm girişimleri “sevgi arsızı çocuk” tarafından aşk eksikliği olarak yorumlanacaktır. Dolayısıyla bu ilişkinin meyveleri kıskançlık, saplantı ve güven eksikliği olacaktır. Bu yönetimin yoruculuğu keyfe üstün gelinceye kadar şüphe ve öfke doğacaktır. Böylesine bir duygusal başarısızlık eşcinsel kişinin kendini kabul etme konusunda sadece minimum veya daha da düşük bir düzeye ulaşmış olduğunu gösterir. İlahiyatçı ve psikoterapist McNeill: “Suçluluk duygusu, kendinden utanma ve nefret etme güven oluşumunu imkânsız kılar ve kişi kendi partnerine bilinçsiz bir şekilde nefreti yansıtır”34 der. Bunun tersine, kendi iç dünyasıyla savaşımının sona ermesi gey ya da lezbiyen bireyin, saplantıdan uzak, karşılıklı güven ve özgürlüğe dayalı olgun bir duygusallığa ulaşmasını sağlar. l. Eşcinsel sevgi oluşumunun sınırlandırılması. Üyelerinin yüksek seviyede içselleştirilmiş homofobi ortaya koyduğu gey ve lezbiyen çiftler gizliliğe ya da doğrudan doğruya toplumsal izolasyona meyillidirler; gelecekte de kendilerini olumsuz bir şekilde yansıtırlar: sonuçta “beraber geçirecekleri bir yaşlılığı tasavvur etmezler ve çoğu zaman ilişkiyi kesmeyi düşünürler, eşcinsel ilişkilerin kolayca bittiğini ve geyler ile lezbiyenlerin çok zor sadık kaldıklarını iddia ederek eşcinsel çiftlerin ilişkilerinin eğreti olduğunu belirtirler […]”35. Bu çiftler hiçbir zaman, mevcut olsa bile eşcinsel sevgi birliktelikleri ile ilgili yasalara başvurmazlardı; ayrıca eşcinsel bireylere uygun olmadığına hükmedildiği için ebeveynlikle ilgili tutumları da çok lehte değildir; dolayısıyla ebeveynlerin farklı cinsiyetlerden olması gerektiğine ve gey ya da lezbiyen bireylerin çocuklarının kendilerini rahatsız hissettiklerine ve eşcinsel karşıtı baskıya Schittino, Negoziare la visibilità di coppia nelle relazioni omosessuali, alıntı., sf. 34. J.J. McNeill, Taking a Chance on God, Beacon Press, 1996. Papaz McNeill gey ve lezbiyenlerin durumu hakkındaki liberal duruşundan dolayı Cizvit topluluğundan kovulduğu 1987 yılına kadar yaklaşık kırk sene boyunca Cizvit papazıydı. 35 Aynı eser. 33 34 13 onların da maruz kaldıklarına inandıkları için evlat edinmeyi düşünmezler. Kısacası buna benzer çiftler “eşcinsel ilişkilerin geçici ve kırılgan […] ve genel olarak eşcinsel birlikteliklerin geleceğinin olumsuz göründüğüne […]”36 inanırlar. Bunun aksine, üyelerinin içselleştirdikleri homofobilerini dönüştüren gey ve lezbiyen çiftlerin eşcinsel duygu birlikteliklerine dair, heteroseksüel duygu birlikteliklerine kıyasla olumsuzlayıcı stereotip fikirleri yoktur; dolayısıyla kimliklerini gizlemezler, kalıcı ilişkilerle ilgilenirler ve uzun vadeli projeleri vardır, bunların arasında ilişkilerinin yasal koruma altına alınmasını ve evlat edinmeyi gösterebiliriz. Gey ve lezbiyenlerin homofobik duyguları, tutum ve davranışları hakkındaki, tabi ki eksiksiz olmayan, bu incelemeyi sonuçlandırdıktan sonra takip eden paragrafta içselleştirilmiş homofobinin bu kişilerin sağlığı üzerindeki etkilerini ele alacağız. 4. İçselleştirilmiş homofobinin eşcinsel erkekler ile kadınların sağlığı* üzerindeki etkileri Duygusal sağlığı, kendini sevmeyi ve diğer yurttaşlarla karşılıklı saygıya dayalı ilişkileri ilgilendiren kapasiteler, kuşkusuz ki her ilerici toplumun, haklı olarak kendi yurttaşlarına sağlaması gerektiği “temel ihtiyaçları” oluşturur.37 NUSSBAUM Toplumsal kıskaç, gey ya da lezbiyen bireyde olumlu bir eşcinsel kimliğin ortaya çıkmasını engelleyen çok büyük bir psikolojik baskıya sebep olur. Isay’ın anımsattığı gibi: “Geylerden [ve lezbiyenlerden], kendilerine ve cinselliklerine düşmanlık gösteren bir toplumda onur ve özsaygı duygularını korumaları için çok büyük bir gayret talep edilmektedir”38. Eşcinselliğin toplum tarafından kınanmasının birey üzerindeki yansımasının gelişim dönemi ve psikolojik işleyiş üzerinde çok zararlı ve patojenik etkileri vardır. Gey ya da lezbiyen bireyin sağlığına yönelik asıl tehdit suçluluk duygusu, utanç ve kendine fazla saygı duymamasıdır. Malyon içselleştirilmiş homofobiyi, eşcinsel bireylerin “hastalık belirtisi koşullarının gelişiminde en değişken patojen”39 olarak tanımlar. Ona göre gey bir erkeği ya da lezbiyen bir kadını sürükleyebilecekleri ontolojik utanç durumu, depresyona girmelerine neden olur ve kimliğin oluşumunu, özsaygıyı, savunma mekanizmasını, Ben’in bütünlüğünü, nesnel ilişkileri ve Super-Ben’in işleyişini Aynı yerde. * Sağlık kavramını yeniden anlamlandırma faaliyeti, dikkati hastalıkların yokluğu olan anlambilimsel alandan huzur olan anlambilimsel alana kaydırdı. Burada sağlık kelimesiyle kastedilen, bir hayat projesinin gelişiminin eksiksiz ifadesi olarak iyi olma durumudur. 37 Nussbaum, Hiding from Humanity: Disgust, Shame, and the Law, Princeton University Press, 2004. 38 R.I. Isay, Being Homosexual: Gay Men and Their Development, Farrar, Straus and Giroux, 2001. Isay’in erkek eşcinselliği üzerine olan psikanalitik düşüncede yaptığı revizyon, Freud’ün ve onun ABD’deki bazı öğrencilerinin yaptıklarından daha cesurcadır: nitekim, eşcinsellerin psikolojik gelişimi ile ilgili görüşü bunu bir hastalık olmaktan çıkarmaya dayanmaktadır. Ele alınan konulardan bazıları: eşcinselliğin yapısal faktörleri, eşcinsel kimliğin gelişimindeki evreler, baba figürünün rolü, coming out anı. 39 Pietrantoni tarafından La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima eserinde aktarılan alıntı. 36 14 olumsuz şekilde etkiler. Psikanalist Isay40, eşcinsel bireylerin psikopatolojisinin eğilimlerinden ziyade yaşadıkları ağır psiko-sosyal koşulların bir sonucu olduğunu belirtir. Aynı şekilde Levi “hastalığımız eşcinsel olmamızdan değil, suçluluk duymamızdan kaynaklanır”41 diye ortaya koyar. Maskülist toplumun eşcinsel kimlik konusunda yalan söylediğini var sayarsak, bu kimliği dengeli bir şekilde benimsemek çok zor hale gelir ve kendi içinde çelişkiler yaratır. “Eşcinsel kimliğin oluşturulması böylece bir insandan istenebilecek en acı verici ve şiddetli süreçlerden biri haline gelir”42. Toplumun eşcinsellik karşısında gösterdiği düşmanlık, paranoyak, mazoşist ve sadist kalıpları ortaya çıkarmaya katkıda bulunabilecek şekilde gey erkek ile lezbiyen kadın için travmatik bir unsur teşkil eder. Bir örnek verirsek, eşcinsel olan bir bireyin kendisine karşı, az ya da çok saklı, dile getirdiği yargı cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmaya kayıtsız kalmaya ya da bu hastalıkları tamamen görmezlikten gelmeye sevk edebilir; bunu bilinçsizce yapılan kendi kendini yıkıcı bir tutum olarak yorumlayabiliriz. Bilincine varmadıkları bir suçluluk yüküyle, kendinden utanma ve nefretle yaşamak uzun vadede “yüksek tansiyona, ülsere, beyin kanamalarına, kalp krizlerine, kalın bağırsak iltihaplarına, astıma, alerjilere ve bağışıklık bozukluklarına yol açabilecek” 43 sürekli bir duygusal stres altında yaşamak anlamına gelir. McNeill, HIV virüsü taşıyan kişilerin sadece birkaçının AIDS’e yakalanmasının nedeninin “tüm yaşamı boyunca bağışıklık sistemini zayıflatabilecek bilincine varmadıkları bir suçluluk duygusunun kısmen sebep olduğu […]”44 bu strese bağlanıp bağlanmayacağını kendisine sormaktadır. Ayrıca Pietrantoni Shidlo’ya atıfta bulunarak kendi kendini damgalama ile “güvensizlik, yalnızlık, yakın ilişkilerde zorlanma, cinsel bozukluklar, güvensiz seks, ev içi şiddet, HIV pozitif geylerin hastalıklarını görmezlikten gelen tutumları, alkolizm, madde (uyuşturucu) kullanımı, düzensiz beslenme, borderline* kişilik özellikleri ve intihar”45 arasında bir bağlantı olduğuna açıklık getirmektedir. Gerçekte bu tür karmaşalar her zaman, kabul edilmemiş bir eşcinselliğin ağır bedeli ve derin bir kendini kötü hissetmenin kaynağı olan narsist bir yaraya gönderme yaparlar. Diğerlerinin birey hakkındaki görüşlerini iftiralar ve kasıtlı aşağılamalar oluşturuyorsa, bunun birey üzerindeki sonuçları da yıkıcı olur. Eşcinsel kimliği, karalanmadığı zaman, yanlış anlaşılmış, bir kere sessizliğe boğulmuş hissetmenin acısı bedenin ve ruhun kaçınılmaz hastalığı olur. Gey ya da lezbiyen bir birey kendini hasta olarak gördüğü ya da eğilimlerinin saklanması gereken pis bir şey olduğuna inandığı sürece kendine olan özgüveni bundan zarar görür. Nitekim homofobinin içselleştirilmesi, uzaklaştırılmış ve sıkıştırılmış, utanç ve suçluluk duygularının eşcinsel olduklarından dolayı kendilerini iyi hissetmelerini engellediği anlamına gelir; dolayısıyla gey ya da lezbiyen bireylerin, vazgeçilemez “var olma” ihtiyaçlarını, heteroseksist toplumun eşcinsel kimliğe taktığı küçümseyici imajın engellemesine izin verdikleri anlamı çıkar; ayrıca eşcinsel bireylerin bilinçlerinden uygunsuz olduklarına dair kronik duygunun atılamadığı; cinsel ve duygusal kimliklerinin Karşılaştırınız, Isay, Being Homosexual: Gay Men and Their Development, Farrar, Straus and Giroux, 2001. 41 C. Levi, Il lavoro di presa di coscienza, Fuori, n. 12, primavera 1974, Pini’de, Omicidi, alıntı, sf. 9. 42 Dall’Orto, L’identità omosessuale, alıntı, sf. 100. 43 J.J. McNeill, Taking a Chance on God, Beacon Press, 1996. 44 Aynı yerde. * Borderline: sınır çizgisi 45 Pietrantoni, La gestione dello stigma antiomosessuale: omofobia internalizzata ed autostima, alıntı. 40 15 kabul edilmemesinden dolayı içlerini kaygının kapladığı; bu bireylerin sürekli olarak, cinsel ve duygusal farklılıklarının hayatlarına koyduğu, her şeyden önce iç sınırlar, güçlü sınırlar için acı çektikleri anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda gey ve lezbiyenler, böyle söylemek gerekirse, eksik bir yaşam sürdükleri hissine kapılırlar. Bu bakımdan, eşcinsellikleri onların eksilmelerine neden olduğu için bu erkeklerle bu kadınların minus habentes* gibi oldukları söylenebilir. Gey ve lezbiyen mutsuzluğunun 46 temel nedeni, toplumsal gerçeklikle ilgili olarak bir elverişsizlik duygusundan, yani bu gerçeklikte heteroseksüel bireylere sunulan hiçbir olanağı gerçekleştirememenin bilincinde olmaktan kaynaklanır. Gey mutsuzluğu oksimoronunun ironisi gai # niteliğinin, yaşam projelerinin tatminkar olmayan, veya üstelik başarısızlığa mahkum olan, tamamlaması için geçmişte derin üzüntü duymuş olan – ve hala sürekli olarak duyan – bireylere atfedilmesinden doğuyor. 5. Eşcinsel kimliğin tanınması ile gey ve lezbiyen mutluluğu Eşcinselliğin bir avantaj olmadığı kesindir ama aynı zamanda utanılacak bir şey de değildir. Günah, rezillik de değildir ve bir hastalık olarak da sınıflandırılamaz […]. Eski ve modern zamanlarda pek çok saygıdeğer kişi eşcinseldi ve bunların arasında çok büyük kişilikler de vardı. (Eflatun, Michelangelo, Leonardo da Vinci vb.) Eşcinselliği bir suç olarak görmek hem büyük bir haksızlık hem de zalimliktir.47 FREUD Psikanalizin babası oğlu gey olan ABD’li annenin endişelerine bu şekilde cevap veriyordu. Muhtemelen kadının eşcinselliği onaylamaması, gencin kendine olan güvenini zedelemişti. Bu kelimelerin mektubun alıcısı üzerindeki etkisini önemsemiyoruz. Kuşkusuz ki kadın eşcinselliğin küçümsenmesinden vazgeçmiş olsaydı, oğlunun özsaygısını kazanmasına yapıcı bir şekilde katkı sağlamış olurdu. Neredeyse toplumsal bir bataryaymışçasına, eşcinsel kimliğin tanınması 48 geylerle lezbiyenlere güven depolar. Bu onlara, aksi taktirde toplumsal homofobi, izolasyon ya da daha da kötüsü kendini ezmenin dayanılmaz baskısı altında cezaya mahkum edilebilir olan bireysel kimliklerinin eksiksiz♥ bir şekilde oluşması için kimliksel * Minus habentes: Daha az şeye sahip olanlar. 46 Karşılaştırınız, A. Ehrenberg, La Fatigue d'être soi. Dépression et société, Odile Jacop, 2000. # Gai, gay: neşeli, mutlu anlamına gelmektedir. 47 S. Freud, Bayan N. N.’ye yazılmış mektup, 1935, Isay, Being Homosexual: Gay Men and Their Development, Farrar, Straus and Giroux, 2001. 48 Söz konusu paragrafın ve aslında tüm incelemenin temelini A. Honneth ile D.Sparti’nin eşcinsel kimliğin tanınması ile ilgili teorileri oluşturmaktadır. Karşılaştırınız. A. Honneth, Umverteilung oder Anerkennung?, Suhrkamp, 2003; Frankfurt Okulunun müdüründen bir başka eser daha, Kampf um Anerkennung. Zur moralischen Grammatik sozialer Konflikte, Suhrkamp, 1994; son olarak D. Sparti, L’importanza di essere umani, Milano, Feltrinelli, 2003. 16 zenginlikler 49 yani destek kaynakları sağlar. Dolayısıyla tanınmanın verimli humusundan eşcinsel birey, yaşam projesinin gelişimini sağlayacak gerekli besini alır. Duygusal açıdan anlamlı figürler tarafından sağlanan koruma, eşcinselliğe karşı toplumsal açıklık ve eşcinsellerin duygusal ilişkileri ile evlat edinmelerine yasal zemin kazandırılması – kısacası, duygusal-toplumsal-yasal açıdan sürekli bir tanıma – gey ya da lezbiyen birey için kimliğini tanıtma kaynaklarının değer kazanma durumudur. Kucaklayıcı bir ortam bireyin kendisini bir eşcinsel olarak sevmeyi öğrenmesini sağlar. Sonuçta aile yakınları tarafından eşcinsel kişiye yapılan sevgi yatırımı temel olarak ihtiyaç duyduğu kendine güvenin oluşturulmasında gerekli başlangıç görevini görür. Ayrıca geylerle lezbiyenler eşcinselliğin toplumsal onayından, cinsel ve duygusal kimliklerinin öz-takdir duygusunu elde ederler. Sonuçta, aynı cinsten bireyler arasındaki duygusal birliktelikler ve evlat edinme yoluyla gerçekleşen eşcinsel ebeveynlik hukuki bir meşrulaştırmanın konusu iseler, eşcinsel erkekler ile kadınlar toplumun bütün diğer üyeleriyle beraber yasaların sağladığı aynı hakları paylaşma durumuna gelirler. Diğerleriyle kendini eşit hissetmek gey ya da lezbiyen kişi için temel özsaygı kaynağıdır50. Toplumsal ve yasal-politik, duygusal onay deneyimi geylerle lezbiyenlere değerli oldukları bilincini teslim eder. Olumlu biçimde onaylanan bu erkekler ile kadınların kendileri hakkında bir mise-en-valeur’*ü gerçekleştirme güçleri vardır, çünkü cinsel ve duygusal farklılıklarının damga nedeni olmadığı bireyler gibi kendilerini algılarlar. Diğerlerinin saygısı, olmaları gerekenden başka bir şey olmadıklarına ikna olmalarını sağlar. Eşcinsellik onlara sadece cinselliğin ve duygusallığın farklı bir şekli olarak görünür; artık patolojik ya da ahlak dışı bir sapma değildir; ne bir hastalıktır ne de ahlak bozukluğunun bir sonucudur. Etkin tanınma ilişkilerine dahil olmaları, geylerle lezbiyenlerin hak ettikleri bireyler gibi kendilerini onaylama süreçlerini başlatır, diğerlerinin saygıları ve önem vermeleri dışında, onların ifade ettiği bir şekilde kendilerine engel olan cinsellikleri ile duygusallıkları hakkındaki toplumsal yargıdan uzak yaşamın tüm olanaklarını harekete geçirir. Honneth’in yorumu şöyledir: “Bu güven duyguları, yani, […] kendileriyle kaygıdan uzak ilişki biçimleri, kendileriyle olumlu ilişki boyutlarını oluşturmaktadır, buna da ancak tanınma deneyimiyle ulaşılabilir”51 Psikolojik sınırlamalardan ve cinsel ile duygusal eğilimlerinin reddedilmesinden kaynaklanan korkularından kurtulduğunda, gey ya da lezbiyen birey yapıcı biçimde Karşılaştırınız, Sparti, L’importanza di essere umani, alıntı. ♥ Birey, var oluşunun ve özelliklerinin bütünüyle tanınmasını ister. Bireysel bütünün tartışılmaz olması için, tek tek özelliklerin de bütünüyle tanınması gerekir. Dolayısıyla eşcinsel kimliğin inkârı gey ya da lezbiyen bireyin bütünlüğünü tehlikeye sokar. Kişinin bütünlüğüne saldırı üzerine Hegel şunu yazar: “ Kişisel özelliklerinden birinin yara almasının sınırı yoktur; bu yara tam bir hiçe saymadır, bütüne yapılmış bir saldırı gibidir […]”. G.W.F. Hegel, Grundlinien der Philosophie des Rechts, Wiley-VCH 1997. 50 Tam tersine, yürürlükte olan hakların, bunların arasında duygusal birlikteliklerin korunması ve evlat edinme yer alır, eşcinsel bireylerin elinden alınması toplumun diğer üyeleriyle eşit bireyler gibi muamele görme beklentilerini boşa çıkarır. Bazı eşcinsellerin isteklerinin kanun dışında bırakılması, bu kişilerin yasalar karşısında ayrımcılığa uğradıklarını hissettirir. Diğerlerine sağlanan yasal hakların kullanımının eksikliği gey erkeklerle lezbiyen kadınları incitir: nitekim yasal eşitsizliğin kurbanları olmaları, “yurttaşlık” durumlarının bütünlüğüne zarar verir ve bu erkeklerle bu kadınlarda toplumsal dışlamanın getirdiği aşağılayıcı bir duygu uyandırır. *mise-en-valeur: değer verme 51 Honneth, Kampf um Anerkennung. Zur moralischen Grammatik sozialer Konflikte, Suhrkamp, 1994. 49 17 kendisiyle yakın bir ilişki geliştirir. Nitekim, Honneth52 tarafından önerilen üç tanıma biçimi, aşk, toplumsal saygı ve yasal eşitlik, bir bütün olarak ele alındığında eşcinsel erkekler ile kadınların sağlıklarının ve bütünlüklerinin garantisidir. Bu erkekler ile kadınların, aile yakınları, arkadaşları ve partnerleri, erkek ve kadın, ile kurdukları duygusal ilişkilerinde; kendilerine sunulan toplumsal saygınlıkta; kısacası kendilerine verilen hakların kullanımında belirli bir tatmin derecesi sağlanmadan başarılı bir kendi kendini gerçekleştirme düşünülemez. 6. Gey ve lezbiyen bireylerin toplumsal görünürlüğü Kim görünmeden görüyorsa, tam olmayan bir hayat sürüyordur, bu durum yaşamda doldurmaya çağrıldığımız konumun tanınmasıyla aşılabilir.53 SPARTI Eşcinsel karşıtı sürgünden korku, gey ya da lezbiyen bireyi, bütün ya da kısmi olmasına göre, yaşam olanaklarını sınırlayan bir kaçaklık durumuna sürükler. Oysa ki aşamalı olarak yürütülen kimliğini açıklama, psiko-sosyal uyumda olumlu etkiler sağlar. Toplum cinsel açıdan hala heteromerkezli olduğu ve eşcinsel kişi iç ve dış olmak üzere bir direnç bütününü yenmek zorunda olduğu için kimliğini açık etmenin ağır olabileceğini yadsımıyoruz. Bununla birlikte kimliğini açıklama süreci her ne kadar alt üst edici ve güçlüklerle dolu olsa da, aşıldığında ve özümsendiğinde daha sahici toplumsal ilişkiler kurmaya olanak tanır. Hiç şüphesiz ki, bu geçişte, gey ya da lezbiyen bir birey olarak kendisiyle ilgili olumlu bir deneyim çıkaracağı “destek figürlerinin, pozitif rol modellerinin, ya da diğer eşcinsellerle basit sosyalleşme araçlarının”54 varlığı çok önemlidir. Chiari’nin araştırmasından55, kimliğini açık etmeye olumlu yönde etki eden faktörlerin takip edenler olduğu ortaya çıkmaktadır: toplumsal koşulların homofobi ile toplumsal kontrole daha az maruz kaldığı kentte yaşam; anlamlı yakın ilişkilerin kurulması; eşcinsel kültüre dahil olma; sembolik tabirle, gelecek üzerine iyimser bir bakış ve eşcinsel aşkın niteliği üzerine olumlu inançlar. Eşcinsel erkeklerle kadınlar toplumsal küçümsemeyi içselleştirdikten sonra, gey ya da lezbiyen benlikleri ile dışlayıcı heteroseksüel norm arasındaki sürtüşmeden dolayı oluşan yaralarını iyileştirmek için zamana ihtiyaç duyarlar. Bu onarım, eşcinsel imajın alçaltıcı tahriflerden kendi çabasıyla kurtarılmasını ve bu imajın doğru dürüst bir şekilde yeniden oluşturulmasını gündeme getirir. Dall’Orto: “[…] Eşcinsel kimliğimi kabul edebilmem için, benim her şeyden önce kendim ile toplum arasında kimin yanıldığını açıklığa kavuşturmayı başarmam gerekecek. Toplumun yalan söylediğini kendime kanıtlamayı başarmalıyım”56. Toplum, eşcinsel bireylerin <<doğaya karşı>> ya da ahlaken ölçüsüz olduklarını ileri sürdüğünde yalan söyler. Bu, gey ya da lezbiyen Karşılaştırınız, aynı yazar, Umverteilung oder Anerkennung?, Suhrkamp, 2003. Sparti, L’importanza di essere umani, alıntı, sf. 116. 54 Pietrantoni, L’offesa peggiore, alıntı, sf. 57. 55 Karşılaştırınız, C. Chiari, La famiglia attraverso lo svelamento, Değişik yazarlar, Omosapiens, alıntı, sf. 20. 56 Dall’Orto, L’identità omosessuale, alıntı, sf. 100. 52 53 18 bireylerin aşama aşama toplumsal korkularını yendikleri ve kendilerini diğerleriyle etkileşime açtıkları ölçüde tamamlanan bir mitleri yıkma sürecidir. Sparti sosyal hayata geri dönülmesini teşvik eder. “Kimliğimizi açıklayarak diğerlerinin karşısına çıkmazsak pratikte bir tanınma olmaz”57 diye yazar. Bununla birlikte, neredeyse tüm gey ve lezbiyenler cinsel ve duygusal eğilimlerini sadece özel yaşamlarını ilgilendiren bir durum olarak gördüklerini bildirirler ve sonuç olarak da bu şekilde yaşarlar. Fakat, doğruyu söylemek gerekirse privacy (gizlilik) hakkını talep etme, bir kere açığa vurulmuş bu eğilimlerin toplumsal saygıyı uzaklaştıracaklarına dair derin korkuyu kamufle etmektedir. Birçok eşcinsel bireyin özel hayat olarak adlandırdıkları aslında saklanmaktır. Böylesine bir karışıklık hala oldukça güçlü olan toplumsal uygunsuzluk duygusunu örtmektedir. Özel hayatın dokunulmazlığına olan atıf, maruz kaldıkları toplumsal izolasyonun yarattığı yabancılaşmayı katlanılabilir kılmak için bir bahane olarak geylerle lezbiyenler tarafından kullanılmaktadır. Neden hiçbir zaman eşcinsel kişilerin toplumsal görünürlüğü gerekli görülmez? Çünkü kaçaklığa çekilmek kendini inkâr etmeye eşdeğerdir. Geylerle lezbiyenler toplumsal bakıştan kendilerini kaçırmaya karar verdiklerinde, başkalarının saygısını hak etmedikleri inancını geçerli kılmaktan başka bir şey yapmazlar. Özel hayatın ağır örtüsü, hala alt edilememiş, örtünmeyi isteyen eski bir utancı anlatmaktadır. Toplum sahnesinde bulunmama, eşcinselliğe buyrulan toplumsal yakışıksızlık hükmünün kabulünün sessiz bir tanığıdır. Geylerle lezbiyenlerin, değişik ölçülerde, cinselliklerini ve duygusallıklarını bastırdıkları gizlilik, kendilerini toplum tarafından saygı duyulan bireyler olarak gösterme zorluğunu ve bazen de bundan vazgeçmeyi bildirmektedir. Kimliklerini açıklamadıkları, kendilerini karanlığa gömdükleri ve izole ettikleri zaman, bu erkeklerle bu kadınlar kendilerine yönelen toplumsal hükmün meşruluğunu tanımış olurlar. Suçlu birinin kaçmasının suçluluğunu kabul etmesi anlamına geldiği gibi, eşcinsel bireyin saklanmaya razı olması, içten içe, kendini hasta ya da ahlaken yoldan çıkmış olarak yargıladığını onaylamaktadır. McNeill “patolojik suçluluk ve utanç duygularının bilincine varmamıza ve onların bize egemen olma gücüne karşı savaşım vermemize”58 davet eder bizi. Birey, eşcinsel olmasından dolayı maruz kaldığı toplumsal haksızlığın ancak eleştirel anlamda bilincine vardığı zaman, var olma ve harekete geçme gücünü toplum önünde sergileme özgürlüğünü kazanır. Kimliklerini açıklayarak, gey ve lezbiyen bireyler kendilerinden ve başkalarından saklayacakları hiçbir şeyin olmadığını duyumsarlar. Toplumsal görünürlük isteği ancak artık gerçekleştirilmiş ya da gerçekleştirilmek üzere olan bir öz-kabul ve bir öz-saygının sonucunda olgunlaşır. Olduğu gibi değerli olduğuna ikna olan gey ya da lezbiyen birey başkalarının gösterdiği saygının keyfini çıkarır. Eşcinsel kimliğine toplum tarafından verilen değerin bir sadaka değil, bir hak olduğunu hisseder. Eşcinsel erkeklerle kadınların, diğerleriyle eşit olarak, fırsatları ve toplumsal tanınmayı hak ettiklerinden artık şüphe duymaz. Erga omnes*’in meydana gelmesinde toplumsal davranış artık vazgeçilemez olan bir onaylanma talebiyle karşılaşır: <<Ben varım. Ve benim varlığım diğerlerinin saygısını Sparti, L’importanza di essere umani, alıntı, sf. 117. McNeill, Taking a Chance on God. * Erga omnes: Herkes için geçerli olan. 57 58 19 hak etmektedir>>. Xodo, etkili bir şekilde şunu açıklığa kavuşturur: “Pratikte, sadece var olmanın, kendimizi gerçekleştirmenin zorlamasıyla değil, ama aynı zamanda görünmek, kendimizin var olmaya karar verdiği biçimde diğerleri tarafından tanınmak için harekete geçeriz. Diğerleri nezdinde de onaylanmış olmanın kazancı, meşrulaştırma ihtiyacı, kendini tanımlama gayreti, kendi benzersizliğinin diğerleri tarafından kabul edilmesi ve değer görmesi isteğidir”59. “Dolayısıyla eylemin açıklığı, dış biçimi, var olma ama aynı zamanda da tanınma ihtiyacına cevap vermektedir”60. Tanınmak da, sadece kimliğimizin kabul edilmiş olduğunu değil ama aynı zamanda da hissettiklerimiz ve olmak istediklerimiz için onaylandığımızı hissetmemiz anlamına gelir. Eşcinsel erkeklerle kadınlar için kimliklerini açıklamak, toplum dahilinde pozitif anlam yüklü bir şeye atıfta bulunur gibi, cinsel ve duygusal farklılıklarına atıfta bulunmanın meşruluğuna sahip olduklarının bilincinde oldukları anlamına gelir. Arendt’in61 söylediklerini özetlersek, gey ve lezbiyen bireylerin mutluluğunun etraflarını saran kişiler tarafından görünme, dikkate alınma ve saygı görme; kimliklerini açıklama, kendilerini tanıtma ve tanıma: kısacası var olma isteğinde yattığını söyleyebiliriz. 59 C. Xodo, Capitani di se stessi, Brescia, La Scuola, 2003, sf. 213. Aynı eser, sf. 246. 61 Karşılaştırınız, H. Arendt, On Revolution, Penguin Classics, 2006. 60 20 7. Eşcinsel özgürlük mücadelesi […] Eşcinsel erkeklerle kadınlar kendilerini saklamak ve kamufle etmek ile aşklarını ve cinselliklerini ifade etmede gizli yollar bulmak için artık bu kadar enerji ve zaman harcamak zorunda kalmadıklarında, tüm toplumun yarar sağlayacağı yaratıcı enerjinin özgürleştirilmesi gerçekleşecektir. […] Toplumumuzun, her tür aşk ilişkisinin tanınması aracılığıyla geylere (ve lezbiyenlere) özsaygı duygusu, duygusal sağlık ve huzur sağlanmasını başarması için büyük bir sorumluluk ve inanç gerekecektir. 62 ISAY Maskülist bir toplumda eşcinsel kimlik tam bir meşruluktan uzaktır. Aşk ilişkileri, toplumsal saygı ve yasal eşitlik gey erkeklerle lezbiyen kadınlara çok az tahammül gösterir ya da tamamıyla düşmanca yaklaşır; Honnethvari biçimde çok az tanıyıcı ya da tamamen göz ardı edici diyebiliriz. Bununla birlikte gey ya da lezbiyen bireyin, kısmen de olsa, edinmiş olduğu tanınma kimliksel bir sermayedir, bu sermayeyle öz-tanınma yatırımları gerçekleştirebilecek hale gelir. Önceden edindikleri destekle güçlenmiş ve bu yüzden ne yaptıklarını daha iyi bilen eşcinsel erkeklerle kadınlar kendi isteklerini ifade etme gücüne sahiptirler, bu bireylerin elde ettikleri tatmin önceden eriştikleri tanınma konumlarına göre bir ilerleme göstermektedir. Gey ya da lezbiyen kişinin, minimum da olsa desteklerden oluşturduğu sermayenin sonucunda kendine sunduğu saygınlık çekirdeği, var olma hakkını daha da geniş bir biçimde savunmasını sağlamaktadır. Honneth’e göre “kişiler, kendi özel kimliklerinde ara sıra kendi benlerinin yeni bir boyutunun onaylanmış olduğunu görerek, bu kimlikleri üzerinden her zaman daha da fazla şey öğrenirler, kendi kimliklerinin daha katı bir biçiminin tanınmasına ulaşmak için, çatışmalı bir biçimde de olsa, ulaştıkları etiklik evresini terk etmeleri gerekir”63. Eşcinsel bilinçte, maruz kalınan yaralar görünür hale gelirse, tanınma isteği güçlü bir şekilde ortaya çıkar, bu istek, özel ve ortak hayatta, o zamana kadar görmezlikten gelinen ihtiyaçların dikkate alınmasını sağlamak için harekete geçilmesini sağlar. Eşcinsel kimliğin onaylanmasına mani olan engellerin aşılmasındaki gerilim, gey erkeklerle lezbiyen kadınların karşı koymuş oldukları ve hala karşı koydukları büyük tanınma mücadelesini açıklamaktadır: aile çevresinden en dar toplumsal çevreye kadar, en geniş toplumsal alandan siyasal-kurumsal alana kadar, eşcinsellik bilincini yayma ve dünyadaki varlığına geçerlilik kazandırma amacı güden ve bunu da başaran bir savaşım. Tarihsel açıdan konuştuğumuzda, yaygın tanınma ilişkilerine olan istek, baştan beri özel olarak ayrılan ve düzenlenen gey ve lezbiyen yaşanmışlıkları tüm bir grubun anahtar-deneyimleri olarak algılandığında, var olan toplumsal ilişkileri dönüştürme kararlılığı anlamına gelir. Honneth “[…] bir mücadele, ancak bireysel hedeflerin ötesinde, kolektif bir hareketin temelini oluşturma noktasına geldiği ve amaçları genelleştirilebildiği ölçüde <<toplumsal>> olarak nitelendirilebilir”64. Dolayısıyla 62 Isay, Being Homosexual: Gay Men and Their Development, Farrar, Straus and Giroux, 2001. Honneth, Kampf um Anerkennung. Zur moralischen Grammatik sozialer Konflikte, Suhrkamp, 1994. 64 Aynı eser. 63 21 tanınma ile ilgili eşcinsel taleplerinin ele alınması, toplumun diğer üyelerine kıyasla, gey erkeklerle lezbiyen kadınların dayanışmasından güç almaktadır. Makalemizi Altman’ın sözleriyle sonuca bağlayalım. Ona göre eşcinsel mücadelenin sonuçlanması en büyük insani kazanım olarak kendini göstermektedir: “Gerçekte, eşcinsel özgürleşme, yeni bir bilinç olarak, insani farklılıkların kabul edilmesine [genel olarak], toplumsal ve kültürel yapıların ortaya çıkmasına hiçbir zaman izin vermedikleri, oldukça büyük bir sevgi ve insani ilişki potansiyeline sahip olduğumuzun bilincine varmamıza katkıda bulunacak düzeydedir”65. 65 Altman, The End of Homosexual?, alıntı, sf. 311. 22 Kaynakça DEĞİŞİK YAZARLAR, Rivista di scienze sessuologiche, n. 1-2, Edizioni del Cerro, 1996. DEĞİŞİK YAZARLAR, La Fenice, n.1, Milano, Babilonia, 1996. DEĞİŞİK YAZARLAR, Social Perspectives in Lesbian and Gay Studies, London, Routledge, 1998. DEĞİŞİK YAZARLAR, Omosapiens, Domenico Rizzo’nun editörlüğünde, Roma, Carrocci, 2006. ARENDT HANNAH, On Revolution, Penguin Classics, 2006. CONNEL R. W., Masculinities, University of California Press, 1995. EHRENBERG ALAIN, La Fatigue d'être soi. Dépression et société, Odile Jacop, 2000. GOFFMANN ERVING, Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity, Prentice-Hall, 1963. GORETTI G. ve GIARTOSIO T., La città e l’isola, Roma, Donzelli, 2006. HONNETH AXEL, Umverteilung oder Anerkennung?, Suhrkamp, 2003. HONNETH AXEL, Kampf um Anerkennung. Zur moralischen Grammatik sozialer Konflikte, Suhrkamp, 1994. ISAY RICHARD.A., Being Homosexual: Gay Men and Their Development, Farrar, Straus and Giroux, 2001. McNEILL JOHN.J., Taking a Chance on God, Beacon Press, 1996. NUSSBAUM MARTHA. C., Hiding from Humanity: Disgust, Shame, and the Law, Princeton University Press, 2004. PIETRANTONI LUCA., L’offesa peggiore, Pisa, Edizione del Cerro, 1999. PINI ANDREA, Omocidi, Viterbo, Nuovi Equilibri, 2002. SPARTI DAVIDE, L’importanza di essere umani, Milano, Feltrinelli, 2003. TAYLOR CHARLES, Multiculturalism, Princeton University Press, 1994. XODO C., Capitani di se stessi, Brescia, La Scuola, 2003. 23 24