Klima Sisteminin Evrimi | Sorularla Evrim

advertisement
Klima Sisteminin Evrimi
By:
Mar 19, 2011
F:Bu hafta çok ilginç bir hadise yaşadım. Uzun süredir müzakere ettiğimiz konuyla alakalı
olduğu için seninle paylaşmak istiyorum.
Benim için kâinatta olup biten her şey Rabbimi bildiren işaretler (ayetler) olduğu gibi, başıma
gelen her bir hadise de O’ndan geliyor, O’nu anlatıyor, O’ndan mesajlar getiriyor.[1]
Görünürde menfaatime olan ve hoşuma giden hadiseler, O’nun beni bildiğini ve arzularıma
cevap verdiğini gösteriyor. Aynı şekilde, görünürde zararıma olan ve hoşuma gitmeyen
hadiseler de O’ndan geliyor. Musibet dediğimiz ikinci tür hadiselerdeki mesajı okumak zor
olduğundan birçok insan acı çekiyor, hatta isyan ediyor. Oysa kısmi bir acıya rağmen,
içindeki tatlı hikmetleri gören için musibetler de nimet olur. Tıpkı, içildiğinde ağza acı bir tat
veren, ancak hazmedilince derdimize deva olan bir ilaç gibi…
T:Ben de başıma gelen hadiselerden dersler çıkarıyorum. Gerçi senin gibi söz konusu hadiseleri bir
ilahî güce bağlamıyorum. Ancak, musibetler sayesinde insanın olgunlaştığını düşünüyorum. Şimdiye
kadar yaşadığım aksiliklerden veya senin tabirinle musibetlerden çok şeyler öğrendim.
F:Bunu duyduğuma sevindim. Belki garibine gidecek; ancak bu hafta neredeyse sana musibet
vermesi için Rabbime dua edecektim.
T:Ha ha… Kötülüğümü istiyorsun galiba?
F:Hayır, hayır! Başıma gelen musibet, evrim konusunda bana öyle ikna edici bir ders verdi ki,
sana da benzer bir musibet vermesi için dua edecektim.
T:Beni hayli merakta bıraktın. Bana da anlatırsan, belki de sıkıntıya gerek olmadan, istifade etmem
mümkün olur.
F:Anlatayım. Birazcık uzun. Umarım senin sıkmam.
T:Hayır!
F:Biliyorsun, birkaç gündür havalar soğudu. Özellikle geceleri çok soğuk oluyor. Geçen
akşam ısıtıcıyı açtık. Evin ısınmasını bekledik. Aradan bir saat geçti, ev daha da soğuyordu.
Isıtıcının sıcak hava üflemediğini fark ettik. Gerçi termostata bakınca her şey normal
görünüyordu. Isıtıcı sistemlerinin uzmanı olmak şöyle dursun, klimayı açıp kapatmak ve hava
filtresini değiştirmek dışında hiçbir bilgim yoktu. Ancak, klima sisteminin çalışmadığını
anlamak için uzman olmaya gerek yoktu. Evin artan soğuğu sistemde problem olduğunu ilan
ediyordu. Maharet, problemin kaynağını tespit edip tamir etmekti. İş başa düşmüştü. Bir
şeyler yapmam gerekirdi.
İşe, klima sistemiyle ilgili kılavuzu bulup okumakla başladım. Kılavuzun arkasında muhtemel
sorunlar ve çözümler kısmını okudum. İlgili olanlarını tatbik ettim. Ancak, değişen bir şey
yoktu. İnternette tarama yapıp biraz daha bilgi edindim sistem hakkında. Edindiğim bilgiler,
henüz iki yaşında olan ısıtma sisteminde büyük bir sorun olmayacağı yönündeydi. Buna
sevindim. Kendim de öğrenip, sorunu çözebilirim diye ümitlendim. Böylece yüzlerce, belki de
binlerce dolar tamir parası vermekten kurtulacaktım. İki gün boyunca birçok okuma yapıp
sorunun kaynağını bulmaya çalıştım. Ancak, hiçbir netice alamadım. Teknik beceresi çok iyi
olan bir arkadaşımı yardıma çağırdım. Sağ olsun, beni kırmayıp, yardıma geldi.
T:Şanslıymışsın. İşten anlayan bir arkadaşın varmış.
F:Hikâyenin henüz başında sayılırım. Şanslı olup olmadığımı sonunda anlayacaksın.
Eğer şanslı olmaktan kontrolün dışımdaki işlerin yaver gitmesi kast ediliyorsa, kendimi her
halükarda şanslı biliyorum.[2] Her neyse… Hikâyeye devam edeyim.
Arkadaşımla beraber iki saat boyunca sorunun kaynağını anlamak için uğraştık. İşe
sigortaları kontrol etmekle başladık. Daha sonra çatıya çıkıp havalandırma sistemine baktık.
Arkadaşım cihazı açtı, temizledi. Ancak, sorun devam ediyordu. Hava üfleyen cihaz
çalışıyordu, ancak odalara sıcak hava gelmiyordu. Sorunun odalara hava götüren hava
borularında olduğuna karar verdik. Borulara baktık, sağlam görünüyordu. İyicene
yorulmuştuk.
Derken, arkadaşım büyük hava borularının içine başını sokarak, tıkanıklığın sebebini keşfetti.
Hava borusu içerden patlamıştı. Gerçi, arkadaşımın tamir edeceği türden değildi. Ancak, en
azından sorunu teşhis ettiğimize sevinmiştik. Sonraki gün, ısıtma ve soğutma sistemlerini
tamir eden uzman tamircileri aradım. Sorunu anlattığımda, şaşırdılar. İki yıl önce kurulan
sistemin bozulmasına pek akıl erdiremediler. Oysa ben olup bitene hiç şaşırmadım. Çünkü
klima sistemimizin bozulmasının asıl sebebinin seninle yaptığım evrim tartışması olduğuna
düşünüyordum.
T:Ne yani, ben mi gelip bozdum senin klimanı? Doğrusu bizim tartışmayla nasıl bir alaka
kurduğunu anlayamadım.
F:Anlatayım. Her şeyin görünürdeki sebebi dışında bir de görünmeyen sebebi olduğuna
inanıyorum. Buna kaderî sebep diyorum. Yani her şeyi bilen ve her şeyi takdir eden âlemlerin
Rabbinin bir hadiseyi takdir etmesi, bir veya birçok hikmete dayanır. Doğrusu, başıma gelen
bu hadisenin Rabbanî bir ders olduğunu düşünüyorum. Evrimin doğru olmadığı ve
olamayacağı konusunda çok ikna edici ve hiç unutulmaz bir ders verdi bana.
T:Evinin ısıtma sisteminden evrime nasıl atladın anlamıyorum.
F:Gayet kolay. Evrim en basit bir sistemden milyonlarca karmaşık sistemlere atlarken, ben
sadece bir sistemden ötekine atladım. Evrim efsanesini inandırıcı bulan biri için benim
anlatacağıma itiraz olamaz. Malum, insan aklı benzer şeyler arasında çağrışımlar yapar.
Klima sisteminin hava borularındaki delik, bedenimin kan borularında (damarlarlarında)
meydana gelen delikleri hatırlattı. Behe’nin Kara Kutu isimli kitabında kan borularında bir
delik meydana geldiğinde pıhtılaşma sürecinin nasıl harekete geçip çok kısa sürede deliği
kapattığını okuyunca hayran kalmamak elde değil.
T:Ben de bu bahsettiğin kitabı okumuştum. Pıhtılaşma sisteminin harika işleyişi benim de dikkatimi
çekmişti. Ben de sistemin işleyişine hayran kalıyorum. Daha da ötesini söyleyeyim, pıhtılaşma
sisteminin senin ısıtma sisteminden çok daha karmaşık olduğunu da kabul ediyorum. Senden ayrılan
yanım, ben bu harika sistemlerin zamanla evrimle oluştuğuna inanıyorum. Sen ise, onların nasıl
oluştuğuna bakmadan bir Yaratıcı’ya atfediyorsun. Oysa evrim sürecini iyi anlarsan bir Yaratıcı’ya
ihtiyaç olmaksızın canlılardaki harika sistemlerin oluştuğunu teyit edeceksin.
F:Günümüzde seküler eğitim alıp evrim teorisinden bilmeyen yok sanırım. Belki de son bir
asırda en çok yazılan ve tartışılan konuların başında gelir. Dünyada evrimi duymayan kalmış
mıdır bilmiyorum. Ancak, itiraf ediyorum, hem örgün eğitimle, hem de şahsî okumalarımla
evrim konusunda edindiğim bilgilere rağmen henüz muammayı çözmüş değilim. Doğrusunu
söylemek gerekirse, bütün ömrünü evrim teorisini adayan bilim adamlarının bile evrim
muammasını çözdüklerini sanmıyorum. Tıpkı, şapkadan tavşan çıkaran hokkabazlar gibi, laf
geveleyerek, bir şey evrildi, devrildi diyorlar. Derken, şapkadan ilk hücreyi çıkıyorlar. Sonra
bu hücreyi evirip çeviriyor ve milyonlarca canlı türüne dönüştürüyorlar. Doğrusu, insanları
yanıltmaları konusundaki maharetlerine hiçbir diyeceğim yok. Eminim Mısır’ın eski sihirbazları bile kabirlerinde evrimcilere bakıp gıpta ediyorlar.
T:Öyle sihir falan yok ortada. Gayet basit. Eminim, bütün canlı türlerindeki pıhtılaşma sistemlerini
incelediğimizde eskiden çok basit işleyişe sahip olduğunu, zamanla evrimle dönüşerek bugünkü
halini aldığını göreceğiz.
Sen şu anki karmaşık sisteme bakıyorsun; bu ancak ilim ve kudret sahibi birinin eseri olabilir
diyorsun. Oysa evrimin milyonlarca yıllık değişim sürecinin sonu olduğunu düşünsen mesele
çözülür. Sistemde her defasında bir milim daha ilerleme olsa, milyonlar sene sonra çok büyük
sıçrama olur.
F:Madem vücuttaki kan hücreleri milyonlarca senelik evrim sürecinde kan borularını tamir
etme becerisi edinmiş, benim ısıtma sisteminin hava borularındaki hava zerreleri de acaba
milyon sene sonra benzer bir beceri edinebilir mi? Sence ilim ve kudret sahibi bir tamirciyi
çağırmazsam, milyonlarca sene sonra benim ısıtma sistemi evrilerek kendi kendini tamir
edecek bir yeteneği edinebilir mi? Biriler çıkıp “Isıtma sistemleri kendi kendine evrilip
milyonlarca sene sonra harika bir şekilde problemini keşfedip kendisini tamir edecek” dese
inanır mısın?
T:Hayır. Çünkü ısıtma sistemi biyolojik hammaddelerden yapılmamış. Dolayısıyla, biyolojik
varlıklar gibi değişim geçiremezler. Eğer ısıtma sistemi canlı organizmalardan yapılmış olsaydı, o
zaman sorularına olumlu cevap verebilirdim.
F:Bu konuyu daha önce ayrıntılı olarak müzakere etmiştik. Materyalist biri olarak canlı ve
cansız organizmalar arasında çok büyük farklar olduğunu iddia edemezsin. Neticede ikisi de
maddenin farklı bileşiminden başka bir şey değil. Aralarındaki tek fark maddenin dizilişidir.
Bu anlamda, materyalist bir bilim adamı, sentetik maddeler kullanarak bir hücredeki madde
bilişimine ulaştığında canlılık özelliğine kavuşması gerekir. Çünkü materyalist biri için madde
dışında bir şey yok… Her şey maddenin farklı bileşimidir. O halde, bir canlının maddi
bileşimlerini öğrenince, aynı canlıyı maddi elementlerden inşa etmek mümkün olmalı.
T:Haklısın. Bundandır ki, bilim adamları sentetik hücre yapmak için uğraşıyorlar. Gerçi bugüne
kadar başarılı olamadılar. Ancak, bu ileride başarılı olamayacakları manasına gelmez.
F:O halde, evimin klima sistemi de evrim sürecine dâhil olup otomatik olarak kendini tamir
edecek ve kendisi gibi sistemleri yavrulayacak bir özellik kazanabilir. Böyle bir şeyi gerçekten
çok arzuluyorum. Ancak, trilyon sene bile geçse, gerçekleşeceğine hiçbir ihtimal vermiyorum.
Oysa sen benim ısıtma sisteminden binlerce defa daha karmaşık olan milyonlarca sistemlerin
şimdiye kadar evrilerek oluştuğuna iman ediyorsun. Onlar nasıl oldu deyip geçmişe gitmek
istemiyorum. Seninle geleceğe yolculuk yapalım. Benim klima sisteminin evrimleşme sürecini
senden duymak istiyorum.
T:Sen tamirden kaçmak istiyorsun galiba. Anlatayım senin klima sisteminin nasıl evrileceğini.
Ancak, sakın evrimi bekleyeyim deme. Emin ol soğuktan donup gidersin. Evrim öyle birkaç gün veya
birkaç senelik iş değil.
F:Birkaç milyon sene bile olsa gelecek nesiller adına beni sevindirir.
T:Senin klima sistemine canlı organizmanın özeliğini kazandırmanın yolu, bir robot yapıp sisteme
dâhil etmektir. Çok küçücük bir robot düşün. Problem çıktığında, kaynağını bulup tamir edecek.
Eminim ileride bu tarz sistemler böyle küçük robotlarla gelecek ve tamircilere ihtiyaç kalmayacak.
F:Sanırım o kadar basit değil. Binlerce akıllı ve ilim sahibi mühendislerin şimdiye kadar
yapamadığını akılsız metal parçaları mı yapacak dersin? Bence klima sistemlerinin
mühendisleri duysa ya bize hakaret ediyor diye seni dava edecekler veya bu adam aklını
kaçırmış diye seni akıl hastanesine gönderecek.
T:Biz akıllı olmamıza rağmen, doğada binlerce şey var ki onlara akıl bile erdiremiyoruz. Ancak,
doğal kuvvetler milyarlarca yıldır maddeyi evirip çevirdiği için çok harika ürünler ortaya çıkmış.
Bilim bu harikaların hangi süreçte olduğunu bize açıkladığına göre, onları ilim ve kudret sahibi bir
Yaratıcı’ya atfetmek mecburiyetinde değiliz.
F:Doğrusu ben de senin bu sözlerine akıl erdiremiyorum. Senin misalin, çamurdan yaptığı çok
güzel oyuncak arabasıyla gurur duyan bir çocuğun, teknoloji harikası arabaların ustalarını
inkâr etmesine benzer. Kendi yaptığıyla övünüp, kendi eserlerinden daha üstün eserlerin
sahibini inkâr eden adama akıllı değil, kibirli demek daha uygun olur. Her neyse, akıl dışı
şeyleri tartışmak bile aklıma zor geldiği için, bu konuda başka bir şey söylemek istemiyorum.
Evrimle ısıtma sisteminin kendi kendini tamir etmesi mümkün olsa bile, sistemin kendisine
benzer sistemler üretmesi hiçbir şekilde mümkün olmaz. Yani canlılardaki “üreme sistemine”
nasıl kavuşacak benim ısıtma sistemi?
T:Üreme sistemini elde etmenin biraz daha zor olduğunu kabul ediyorum. Ancak, imkânsız değil.
İstersen, öncelikle en basit bir canlı organizmanın nasıl çoğaldığını anlayalım. En basit bir hücre
basit bir fabrikayı andırıyor. Girdisi var, çıktısı var. Ve de artığı… Hücre, bir şeyleri hammadde
olarak alıp işletiyor, sonra ürün olarak yeni şeyler çıkarıyor. Posayı da artık olarak atıyor. Ancak,
hücre fabrikasının insan yapımı fabrikalardan farklı yanı, kendi kendine çoğalıyor olmasıdır. Bunu
henüz tam anlamış değiliz. Bazı bilim adamları su kabarcığına benzetiyor hücreyi. Büyüyüp belirli
bir kapasiteye ulaşınca ortadan ikiye ayrılıyor. Anlaşılan, hacimle ilgili bir şeyler var.
F:Ne yani, fabrikaları çok büyüttüğümüzde, bir süre sonra ortadan ikiye ayrılarak çoğalır
mı? Kanaatimce, su kabarcıklarıyla hücreleri benzetmek hiç de makul değil.
T:Sen ürünü son haliyle düşündüğün için evrimi aklına sığıştıramıyorsun. Oysa senin ısıtma
sistemin evrimleşse, öncelikle onu yapacak çok basit bir fabrika meydana gelir. Yani kimyasal
maddeler bir araya gelip belli bir şekilde reaksiyona girdiğinde, neticede senin ısıtma sistemin gibi
bir ürün ortaya çıkabilir. Bu sistemin kendini çoğaltması biraz müşkül olabilir; ancak çok basit bir
sistem bu sorunu aştığında mesele çözülür. Onun için sana su baloncukları misalini verdim. Sen işe
en karmaşık olandan başladığın için evrimin nasıl çalıştığını anlamakta zorluk çekiyorsun.
F:Basitten başlayalım o zaman. Madem sen de kendi kendini tamir edip üreyen bir sistemin
bir çeşit fabrika olduğunu kabul ediyorsun, o halde insan yapımı fabrikalardan hareketle
evrimi anlamaya çalışabiliriz.
İşe dünyanın en basit fabrikasından başlayalım. İster sakız fabrikası de ister un fabrikası, ne
dersen de. Çok basit bir fabrikanın ürünlerinin içine kendi fabrikasını yerleştirmesi mümkün
müdür? Daha avamî bir tabirle, hiç bir fabrika kendisi gibi bir fabrika yavrular mı?
Sen böyle bir şeyin olabileceğine inanıyor musun? Eminim makul bir gerekçen olursa, CNN
senin bu iddianı anında dünyaya duyurur. Var mısın CNN’e böyle bir haber teklifi yapmaya?
T:Doğada misalleri çok… Doğa bunu hep yapıyor. Her bir tohum bir fabrika değil mi? Sadece biz
yapamıyoruz. İleride biz de yapabiliriz. Şimdilik çok saçma gelebilir. Ancak, birçok şey var ki
eskiden insanlara imkânsız gelirdi, şimdi sıradanlaştı.
Sen üreme sistemine çok takılıyorsun. Doğal olarak nasıl oluştuğunu biraz daha açıklayayım:
Bir teoriye göre, hücrenin içine giren besin, hücre sistemi tarafından kullanılıp, ürün ve artık ortaya
çıkıyor. Hem de çıktının bir kısmı hücre sistemine ekleniyor. Bir süre sonra hücre belirli bir
büyüklüğe ulaşınca da ikiye bölünüyor. Böylece hücrelerin bölünerek çoğalması mümkün oluyor.
F:Meğer de ne basit bir şeymiş! Merak ediyorum, hücrelerin bu basit marifetini bugüne kadar
neden hiçbir bilim adamı laboratuvar ortamında ispat edemiyor? Haklısın… Aptal, cahil, kör
ve sağır doğanın bu tarz marifetleri var. Ancak, biz henüz onların mahiyetini bile tam anlamış
değiliz. Binlerce senedir milyarlarca akılları birleştirmemize rağmen bu işleri nasıl
becerdiklerini tam anlamış değiliz. Bir de akıllı geçiniyoruz.
Bence şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün insanların akıllarını toplasak bir hardal danesinin
gizemli aklına denk gelmiyor. Bir de “ot” diyerek kafası çalışmayanlara hakaret ediyoruz.
Oysa hiçbir akıllı insan otların yaptığını yapamıyor.
“Kuş beyinli” diyerek kuşları küçümsüyoruz. Fakat hiçbir insan beyni kuş beyninin
maharetlerini taklit edemiyor. On bin ayrı farklı türüyle gökyüzünde on binlerce yıldır kanat
çırpan kuşlar, aerodinamik yasalarını bilircesine inşa edilen vücutları, çok hassas ölçülerle
tasarlanan kanatları, harikulade manevra kabiliyetleriyle insan yapımı uçaklara meydan
okuyor.
Küçük kuşçuklar diyebileceğimiz sinekler ise kuşlardan hiç de geri kalmıyor. Örneğin, meyve
sinekleri havada asıllı dururken saniyede iki yüz defa kanat çırpıyor.[3] Dile kolay, iki yüz
defa…
Doğrusu çok hayret ve hayranlık uyandıracak bir şey. İnsan, saniyede iki defa bile kolunu
çırpamıyor. Meyve sinekleri nasıl iki yüz defa kanat çırpıyor, anlamak çok zor.
T:Daha önce de söyledim. Ben de doğadaki harika şeylere hayran kalıyorum. Tek farkımız, sen
onları sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcıya veriyorsun. Oysa bunun delilleri yok. Hem de
evrim sürecinin çalıştığının çok delilleri var. Üreme özelliğine sahip ilk hücreyi elde ettin mi mesele
hallolur.
Parsimoni prensibine göre, evrim daha basit bir seçenek olduğu için, doğru olması daha
muhtemeldir. Oysa sen hadsiz ilim ve kudret sahibi bir Yaratıcı’ya vermekle olayı zorlaştırıyorsun.
Hem canlıların nasıl oluştuğunu hem de böyle bir yaratıcı izah etmek zorunda kalırsın. İşin iki kat
zorlaşıyor.
F:Haklısın. Okus pokus yapıp tavşanın şapkadan çıktığına insanları inandırdın mı gerisi
kolay. Yani bir şekilde fabrika üreten bir fabrika elde ettin mi, mesele bitmiş oluyor. Ancak,
konuyla ilgili birkaç müşkülüm var.
Birincisi: Şimdiye kadar anlatmaya çalıştığım gibi, bunun hiçbir misali yok. Akıl ile izah
edilebilecek bir tarafı yok.
İkincisi: Okus pokusla böyle bir fabrika elde etsen bile, birbirinden farklı milyonlarca öbür
fabrikalara nasıl dönüştüğünü de anlatman gerekir. Yani sakız fabrikasının nasıl evrimle,
araba ve uçak fabrikasına dönüştüğünü de anlatman gerekir.
Senin işin zor değil, imkânsız! İnsanlığın şu ana kadarki bilgi ve tecrübesi böyle bir şeyi
yapmayı mümkün kılmadı. Yakın bir zamanda bunun mümkün olacağını iddia eden bile yok.
Oysa bütün tohum ve çekirdeklerin sonsuz ilim ve kudret tarafından yapıldığını kabul
ettiğimizde her şey hadsiz derecede kolaylaşır. Çünkü sonsuz ilim ve kudret sahibi biri için
böyle şeyler üretmek bir kibrit çakmak kadar kolaydır. Aslında, Parsimoni prensibini takip
etsen, seni sonsuz ilim ve kudret sahibine götürür.
T:Nasıl yani? Bu kısmı tam anlamadım. Bir örnek verebilir misin?
F:Memnuniyetle. Artık aşina olduğun Said Nursî’nin eserlerinde benzer bir tartışma var.
İlginçtir, aynı konuyu düşünmüş. İstersen, ilgili yeri okuyup, müzakeremize devam edelim.
“Eğer gayet intizamlı, mizanlı, sanatlı, hikmetli şu mevcudat (varlıklar), nihayetsiz kadir,
hakîm bir zata verilmezse, belki tabiata isnat edilse; lâzım gelir ki tabiat, her bir parça
toprakta, Avrupa’nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları
bulundursun. Ta o parça toprak, menşe (kaynaklık ettiği) ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve
meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar (vesile) olabilsin. Çünkü çiçekler için saksılık
vazifesini gören bir kâse toprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden
çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil ve tasvir edebilir (çizebilir) bir kabiliyeti, bilfiil (fiilen)
görülüyor.
Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e (kudreti her şeyi kuşatan, celal ve haşmet sahibi Allah’a) verilmezse,
o vakit, o kâsedeki toprakta, her bir çiçek için manevî, ayrı, tabiî (doğal) bir makinesi
bulunmazsa, bu hâl vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler (çekirdekler) ve
yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani müvellidülma (hidrojen), müvellidülhumuza
(oksijen), karbon, azotun intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından (bileşiminden) ibaret
olmakla beraber; hava, su, hararet, ziya (ışık) dahi, her biri basit ve şuursuz ve her şeye karşı
sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri (oluşumları) ayrı ayrı ve gayet
muntazam ve sanatlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe (açıkça) ve bizzarure (mecburen)
iktiza ediyor ki (gerektiriyor) o kâsede bulunan toprakta, manen Avrupa kadar, manevî ve
küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Ta ki bu kadar hayattar (canlı)
kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları (dokumaları) dokuyabilsin.”[4]
T:Bence Nursî burada yanlış bir benzetme yapmış. Maharet toprakta değil, maharet çekirdekte.
Biliyoruz ki çekirdeklerdeki programlar farklı olduğu için aynı toprağa atılınca farklı ürünler
çıkıyor.
F:Maharet ne toprakta ne de tohumdadır. Nursî, bütün tohumların aslında aynı basit
hammaddelerin bileşiminden öte bir şey olmadığını nazarımıza sunuyor. İster toprağa, isterse
her bir çekirdeğe ver, dünyadaki milyonlarca bitki türü kadar farklı fabrika olmadan, söz
konusu bitkileri üretmek mümkün değil. Bu “ilahî fabrikalar” insan yapımı fabrikaların çok
ötesinde bir karmaşıklığa sahip… Benzerlerini yapmak şöyle dursun, binlerce yıldır nasıl
çalıştıklarını anlamaya çalışıyoruz. Henüz tamamıyla anlamış değiliz.
Şimdi senden soruyorum. Beşerî fabrikalardan binlerce derece daha harika bir işleyişe sahip
olan bu muazzam küçücük fabrikaların kendi kendine oluştuğunu iddia etmek sana makul geliyor mu? Fabrikalaşmayı insanlığa kazandırmakla övünen Avrupalıların torunu olarak,
beşerî fabrikaların kendi kendine oluşabileceğini söylesen, atalarının kemiklerini sızlatmış
olmaz mısın? İlahi fabrikalar yanında çok basit kalan beşerî fabrikalar kendi kendine veya
evrilip devrilerek oluşmuyorsa, milyonlarca bitki fabrikası nasıl kendi kendine oluşsun?
T:Her neyse… Seni evrime inandırmak zor olacak. Ayrılma zamanı geldi.
Havalar hayli soğuk şu aralar. Isıtma sistemini tamir ettin mi?
F:Hayır. Evrimleşerek kendi kendini tamir etmesini bekliyorum. Şimdiye kadar milyonlarca
doğal arızalara harika çözümler üreten evrim, ısıtıcımın basit arızasına da elbette bir çözüm
bulur. Ne dersin? Yanlış mı düşünüyorum?
T:Ha ha... Bence sen tamirciyi çağır. Donarak ölmenden endişe ediyorum.
F:Evrim ısıtma sistemini çözdükten sonra benim ölmüş, kurumuş kemiklerime de bir çözüm
bulur belki. Onlarca yıldır dinlediğim evrim masalları bana büyük ümit veriyor.
T:Her neyse… Sen dalganı geç bakayım. Sana evrimin masal değil, hakikat olduğunu ispat
edeceğim bir gün.
F:Bekliyorum.
[1] Dış âlemde gördüğümüz harikulade eserler Allah’ı bin bir isimleriyle tanıttığı gibi, iç
âlemimizde yaşadığımız haletler ve hadiseler de aynı şekilde Allah’ı bize tanıttırır. Önemli olan hem
dışımızdaki (afaktaki) hem de içimizdeki (enfüsteki) ayetleri okuyup Rabbimizi tanımaya
çalışmaktır. Dolayısıyla, nefsimizin hoşuna gitmeyen, zahiren musibet görünen hadiselere maruz
kaldığımızda şikâyet değil, sabır içinde şükür etmek için Bediüzzaman’ın ifade ettiği şu hakikati
anlamak gerekir:
“Sâni-i Zülcelâl (haşmet ve yücelik sahibi Yaratıcı), Fâtır-ı Bîmisâl (Benzersiz şeyleri, üstün
sanatıyla yaratan Allah), zîhayata (canlılara) göz, kulak, akıl, kalp gibi havâs ve letâif ile murassâ
(süslü) olarak giydirdiği vücut gömleğini Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını göstermek için çok hâlât
(haletler) içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nevinde olan keyfiyât
(haller), bazı esmasının (isimlerinin) ahkâmını (hükümlerini) göstermek için lemeât-ı hikmet
(hikmet parıltıları) içinde bazı şuâât-ı rahmet (rahmet ışıkları) ve o şuâât-ı rahmet içinde latif (ince)
güzellikler vardır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Dördüncü Mebhas)
[2] “Hayır, Allah’ın seçtiğindedir” sözü, irademiz dışında başımıza gelen her şeyin hakkımızda
hayır olduğunu ifade ediyor. Ya bizatihi hayır ya da neticesi itibariyle hayırdır. Bu hakikati anlayan
ve iradesiyle şerri tercih etmeyen biri için hayat hayırlarla dolu olur. Çünkü insanın başına gelen her
şey ya kendi iradesiyle seçtiği bir şeyden kaynaklanır ya da iradesi dışında gerçekleşir. İnsanın
iradesi dışında gerçekleşen her şey Allah’ın irade etmesiyle gerçekleşmiş demektir. Allah mutlak
iyilik sahibi olduğu için insana asla kötülük yapmaz. Dolayısıyla, irademiz dışında, yani doğrudan
doğruya ilahî irade ile gerçekleşen her şey, mutlak anlamda bizim için hayırdır. Bu hakikati Kur’an
şu ayetiyle bize ders veriyor: “Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o
da kendi kusurun sebebiyledir.” (Nisa Suresi, 4:79)
[3] Roy Abraham Varghese, A.g.e., s. 409.
[4] Tabiat Risalesi isimli eserden aktardığım bu paragrafın sonunda, çok sert bir şekilde tabiatperestlere eleştiri yapılıyor. Üzerine alınır diye, Thomas’la paylaşmadığım ilgili kısımda şöyle
deniyor:
“İşte, tabiiyyunların (tabiatçıların) fikr-i küfrîleri (inkâr fikirleri) ne derece daire-i akıldan hariç
saptığını kıyas et. Ve tabiatı mucit zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar ‘Mütefennin (bilim
adamı) ve akıllıyız" diye dava ettikleri halde, akıl ve fenden (bilimden) ne kadar uzak düştüklerini
ve mümteni (imkânsız) ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz
ettiklerini (edindiklerini) gör, gül ve tükür!” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yirmi Üçüncü
Lem’a (Tabiat Risalesi), İkinci Muhal)
Download