SERKAN ÖZER TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1098-1171) DOKTORA TEZİ SERKAN ÖZER AĞUSTOS 2015 TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI AĞUSTOS 2015 FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1098-1171) Serkan ÖZER DOKTORA TEZİ TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ AĞUSTOS 2015 iv FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1098-1171) Doktora Tezi Serkan ÖZER GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Ağustos 2015 ÖZET 1095 yılında Clermont Konsili’nde yapılan çağrıyla başlayan Haçlı Seferlerinin orduları, Kudüs’ü Kurtarmak sloganıyla doğuya hareket etmişler; İznik’i zapt edip Eskişehir Savaşı’nda Türkleri yendikten sonra Antakya önlerine ulaşmışlardır. Haçlılar, Antakya önlerinde yaşanan kıtlık dolayısıyla acı çekerlerken Fâtımî elçileri gelerek Selçuklulara karşı ittifak teklif etmişlerdir. Fakat bu şekilde dostane başlayan ilişkiler, Haçlıların hedefinin, Kudüs olduğunun anlaşılmasıyla bozulmuş ve yerini mücadele safhasına bırakmıştır. Kudüs’ün zaptı sonrası yaşanan Askalân Savaşı, taraflar arasındaki ilk büyük savaştır. Bu savaşı müteakip başlayan mücadeleler, Fâtımî Devleti’nin sükûtuna kadar devam etmiştir. Haçlıların başarılı olmasında Fâtımîlerin dâhili olayları, Haçlıların elini güçlendirmiş ve bu durumda sahil şehirlerine gereken önem verilememiştir. Devlete gerçek manada hâkim olan vezirler arasındaki mücadele ve devletteki bu istikrarsızlık, Suriye’deki son Fâtımî şehri olan Askalân’ın 1153’te zaptıyla sonuçlanmış ve bu tarihten sonra Zengîler ve Haçlılar arasında Mısır’ın ele geçirilmesi için başlayan mücadele, devletin sonunu getirmiştir. Bilim Kodu : 1124 Anahtar Kelimeler: Fâtımîler, Haçlılar, Haçlı Yayılması, Mısır Hâkimiyeti İçin Mücadele Sayfa Adedi : 228 Tez Danışman : Doç. Dr. Nihat YAZILITAŞ v THE RELATIONS BETWEEN FÂTIMIDS AND CRUSADERS (1098-1171) (Ph. D. Thesis) Serkan ÖZER GAZİ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES August 2015 ABSTRACT In 1095, the armies of the Crusades, which began with the summon conducted in the Council of Clermont, moved eastward with the slogan to save Jerusalem; reached the Antioch front after defeating the Turks in the Battle of Eskişehir by capturing İznik. While the Crusaders were suffering because of famine experienced in front of Antioch, the Fâtimid envoys came and offered alliance against the Seljuks. Yet, the relations starting in a friendly manner in that way deteriorated as it became clear that the aim of the Crusaders was Jerusalem and was replaced by the struggle phase. The Battle of Ascalon experienced following the capture of Jerusalem is the first major battle between the sides. The struggles which began following the battle continued up to the downfall of the Fâtimid State. In the success of the Crusaders the interior events of the Fâtimid strengthened the hands of the Crusaders and in this case the coastal cities were not given the required importance. The struggle among the viziers who had a command of the state in a real sense and the instability in the state resulted in the capture of Ascalon, which was the last Fâtimid city in Syria, in 1153; and after this date, the struggle which began for the capture of Egypt between Zengis and Crusaders brought the end of the state. Science Code Key Words Page Number Supervisor : 1124 : Fatimids, Crusaders, Expansion of Crusaders, Struggle for the Control of Egypt : 228 : Assoc. Prof. Dr. Nihat YAZILITAŞ vi TEŞEKKÜR Öncelikle tüm üniversite hayatım boyunca benden desteğini esirgemeyen ve bana inanan saygıdeğer danışman hocam Doç. Dr. Nihat YAZILITAŞ’a saygılarımı sunmayı bir borç bilirim. Çalışmalarım süresince gösterdiği sabır ve ilgileri için sonsuz teşekkürler. Bu vesileyle devamlı desteğini gördüğüm Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKŞİT’e ve Yrd. Doç. Dr. Selahattin TOZLU’ya şükranlarımı sunuyorum. Çalışmalarımı tüm evlerinde inceleyen ve yönlendiren Prof. Dr. İlhan ERDEM ve Prof. Dr. Altan ÇETİN’e teşekkür ediyorum. Yine yoğun çalışma sürecimde benden yardım ve destekleri ile müsamahalarını esirgemeyen Erzurum Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü hocalarım Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU, Yrd. Doç. Dr. Naim ÜRKMEZ ve Yrd. Doç Dr. Uğur AKBULUT’a sonsuz teşekkürler. Burada teşekkür etmek istediğim, benden manevi desteğini esirgemeyen dostlarım ve büyüklerim bulunmaktadır: Arş. Gör. Bilal KOÇ, Yrd. Doç. Dr. Nasrullah UZMAN, Arş. Gör. Mevlüt GÜNLER, Savaş YILMAZ, Erzurum Teknik Üniversitesi’nden tüm Araştırma Görevlisi arkadaşlarım ve hassaten Yavuz DAŞDEMİR’e bu vesileyle sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Danışman hocamla beraber en büyük desteği veren aileme, özellikle ablalarım Emine ve Neval ÖZER’e sonsuz kere teşekkürler… vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET .................................................................................................................................... iv ABSTRACT ........................................................................................................................... v TEŞEKKÜR .......................................................................................................................... vi İÇİNDEKİLER ....................................................................................................................vii KISALTMALAR .................................................................................................................xii GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM EL-MUSTA’LÎ BİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1094-1101) 1.1.EL-MUSTA’LÎ BİLLÂH (1094-1101) ............................................................................ 39 1.2.FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİNİN BAŞLAMASI ......................................................... 40 1.2.1.Haçlıların Antakya’yı Kuşatmaları (21 Ekim 1097-3 Haziran 1098) ve FâtımîHaçlı İlişkilerinin Başlaması (1098)....................................................................... 40 1.2.2.Antakya’nın Zaptından Kudüs’e Kadar Haçlılar ..................................................... 44 1.2.3.Haçlıların, Kudüs’ü Zaptı (15 Temmuz 1099) ......................................................... 49 1.2.4.Askalân Savaşı (12 Ağustos 1099) ............................................................................ 58 1.2.5.Hayfa'nın Zaptı (25 Temmuz 1100) ........................................................................... 62 1.2.6.Urfa Kontu Baudouin de Boulogne’nin Kudüs Kralı Olması, Askalân Civarına Keşif Seferi ve Önemli Gelişmeler......................................................................... 64 1.2.7.İbn Ammâr’ın, Cebele’yi Ele Geçirmesi ................................................................... 67 1.2.8.Arsûf'un Zaptı (29 Nisan 1101) .................................................................................. 68 1.2.9.Kaysâriye'nin Zaptı (17 Mayıs 1101) ........................................................................ 72 1.2.10.Birinci Remle Savaşı (7 Eylül 1101) ....................................................................... 73 viii Sayfa İKİNCİ BÖLÜM EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1101-1130) 2.1.EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH DÖNEMİ (1101-1130) ............................................ 75 2.2.EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (11011130) ......................................................................................................................... 76 2.2.1.İkinci Remle Savaşı (Mayıs 1102) ...................................................................... 76 2.2.2.Tâcü’l-Acem’in, Haçlılara Karşı Yollanması (Eylül 1103) ................................ 78 2.2.3.-Fâtımîlerin, Yafa ve Kaysâriye’ye Saldırmaları (1103-1104) ........................... 79 2.2.4.Akkâ'nın Zaptı (26 Mayıs 1104).......................................................................... 80 2.2.5.Üçüncü Remle Savaşı (27 Ağustos 1105) ........................................................... 82 2.2.6.1106-1112 Yılları Arasında Askalân Merkezli Yaşanan Mücadeleler ................ 84 2.2.7.Trablus'un Zaptı (26 Haziran 1109) .................................................................... 86 2.2.7.1.Tartûs’un (Antartûs) Zaptı (Şubat 1102) ve Trablus Kuşatması .................. 87 2.2.7.2.Raymond’un Trablus’u Tekrar Kuşatması (1104) ........................................ 88 2.2.7.3.Raymond’un Hacılar Tepesi’nde Kale İnşa Etmesi (1104) .......................... 89 2.2.7.4.Raymond’un Ölümü (28 Şubat 1105) ve Yerine Yeğeninin Geçmesi ......... 90 2.2.7.5.Fahrü’l-Mülk İbn Ammâr’ın Yardım Almak İçin Bağdad’a Gidişi ............. 91 2.2.7.6.Arka Şehri’nin Zaptı (Mart-Nisan 1109) ...................................................... 92 2.2.7.7.Bertrand’ın Doğuya Gelişi ............................................................................ 93 2.2.7.8.Trablus’un Zaptı (26 Haziran 1109) ............................................................. 94 2.2.8.Cübeyl (Cebayl)'in Zaptı (1109) .......................................................................... 96 2.2.9.Cebele’nin Zaptı (12 Temmuz 1110) .................................................................. 96 2.2.10.Beyrut'un Zaptı (13 Mayıs 1110) ...................................................................... 97 2.2.11.Sayda’nın Zaptı (4 Aralık 1110) ........................................................................ 98 2.2.12.Fâtımîlerin Askalân’ı İtaate Almaları (1111) .................................................. 100 2.2.13.Fâtımîlerin Yafa’yı Kuşatmaları (12-22 Ağustos 1115).................................. 101 ix Sayfa 2.2.14.Baudouin’in Mısır’a Keşif Seferi (Mart 1118), Hastalanması ve Ölümü (2 Nisan 1118) .................................................................................................... 102 2.2.15.Tuğtigin ve Fâtımîlerin Haçlılarla Savaşı (1118) ............................................ 103 2.2.16.Fâtımîlerin Yafa’yı Kuşatmaları (29 Mayıs 1123) .......................................... 104 2.2.17.Venediklilerin Doğuya Gelişi ve Fâtımî-Venedik Savaşı (1123) .................... 105 2.2.18.Sûr Şehrinin Haçlılar Tarafından Zaptı (7 Temmuz 1124) ............................. 106 2.2.18.1.Fâtımîlerin, Tibnîn Kalesine Saldırısı (1107) ........................................... 108 2.2.18.2.Haçlıların, Sûr’un Karşısına Toron Kalesi’ni İnşası (1107-1108) ............ 109 2.2.18.3.Baudouin’in İkinci Kez Sûr Şehrini Kuşatması (29 Kasım 1111-10 Nisan 1112) ........................................................................................................ 109 2.2.18.4.Sûr Şehrinde Düzenin Sağlanması ............................................................ 113 2.2.18.5.Akkâ ile Sûr Arasına Alexandirium Kalesi’nin İnşası (1117) .................. 114 2.2.18.6.Venediklilerle Haçlıların Sûr Şehrini Kuşatmak Üzere Anlaşmaları (1123) ....................................................................................................... 115 2.2.18.7.Sûr Şehrinin Zaptı (1124) ......................................................................... 117 2.2.19.Fâtımî Donanmasının Yenilgisi (1125) ve Sonrasında Beyrut’un Fâtımîler Tarafından Yağmalaması (1126) .................................................................... 124 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİNE KADAR FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1132-1160) 3.1.EL-HÂFIZ Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1132-1149) ............................................................................................................. 127 3.1.1.Fâtımîlerin, Nûreddîn ile Haçlılara Karşı İttifak Girişimleri ............................. 130 3.1.2.Haçlıların Askalân’a Saldırısı (1141) ................................................................ 130 3.1.3.Askalân’ın Takviye Edilmesi ............................................................................ 130 3.2.EZ-ZÂFİR Bİ-EMRİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1149-1154) ............................................................................................................. 131 3.2.1.Haçlıların, Farma’ya Saldırısı ve Mukabil Fâtımî Saldırısı (1150-1151) ......... 132 x Sayfa 3.2.2.Haçlıların Askalân Şehrini Zapt Etmeleri (19 Ağustos 1153) ........................... 133 3.2.2.1.Askalân’ın, Fâtımîler ve Haçlılar İçin Önemi............................................. 134 3.2.2.2.Askalân’ın Zaptı İçin Yapılan Hazırlıklar .................................................. 138 3.2.2.3.Askalân’ın Zaptı (19 Ağustos 1153) ........................................................... 141 3.3.EL-FÂİZ Bİ-NASRİLLÂH (1154-1160) DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ ............................................................................................................ 148 3.3.1.Haçlıların Tinnîs Şehrini Yağmalamaları (1154) .............................................. 150 3.3.2.Haçlılarla Anlaşma Yapılması (1155-1156) ...................................................... 150 3.3.3.Nureddîn ile Haçlılara Karşı Anlaşma Çabaları (1157-1158) ........................... 151 3.3.4.Sûr Şehrine Baskın Düzenlenmesi (1155) ......................................................... 152 3.3.5.Haçlı Topraklarına Düzenlenen Seferler (1157-1158) ...................................... 152 3.3.6.Haçlıların Ateşkes Talebi ve Yaşanan Diğer olaylar (1159) ............................. 154 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1160-1171) 4.1.EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ (1160-1171) .................................................. 155 4.2.EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1160-1171) . 157 4.2.1.Amaury’nin, Mısır’a Seferleri (1161, 1163) ..................................................... 157 4.2.2.Şâver’in, Nûreddîn’den Yardım İstemesi ve Birinci Mısır Seferi (15 Nisan 116426 Ekim 1164) ................................................................................................ 158 4.2.3.İkinci Mısır Seferi ( 9 Ocak- 5 Eylül 1167)....................................................... 163 4.2.4.Amaury’nin Bizans’ın Desteğini Sağlama Çabaları ve Evliliği ........................ 174 4.2.5.Üçüncü Mısır Seferi (17 Aralık 1168- 8 Ocak 1169) ........................................ 175 4.2.6.Şâver’in Katli, Şirkûh’un Fâtımî Veziri Olması ve Sonrasında Selâhaddîn’in Başa Geçmesi ................................................................................................. 180 4.2.7.Fâtımî Askerlerinin İsyanı ................................................................................. 183 4.2.8.Haçlıların Yardım Bulma Çabaları ve Dimyât Kuşatması ................................ 184 xi Sayfa 4.2.9.Selâhaddîn’in Dârum ve Gazze Seferleri ile Eyle’yi Fethi ............................... 194 4.2.10.Amaury’nin, Bizans’ı Ziyareti ......................................................................... 197 4.2.11.Fâtımî Hilafetinin Kaldırılması (10 Eylül 1171) ............................................. 197 SONUÇ .............................................................................................................................. 203 KAYNAKÇA ..................................................................................................................... 209 EKLER ............................................................................................................................... 223 ÖZGEÇMİŞ ....................................................................................................................... 228 xii KISALTMALAR Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur. AÜDTCF Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Çev. Çeviren DEÜİFD Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi DGBİT Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi Edit. Editör EI The Encyclopaedia of Islam Haz. Hazırlayan İA İslam Ansiklopedisi İng. Trc. İngilizce Tercüme İÜ İstanbul Üniversitesi MEB Milli Eğitim Bakanlığı Neşr. Neşreden SDÜ Süleyman Demirel Üniversitesi Tah. Tahkîk TD Tarih Dergisi Tran. Translate TTK Türk Tarih Kurumu UHSS Uluslararası Haçlı Seferleri Sempozyumu Vol. Volume vd. ve devamı 1 GİRİŞ Kaynaklar ve Araştırmalar Hakkında Hıristiyan Kaynakları İsmini bilmediğimiz bir Haçlı askeri tarafından yazıldığı düşünülen Anonim Haçlı Tarihi (Gesta Francorum et Aliorum Hierosolymitanorum)1 adlı eser, Haçlı Seferleri Tarihinin ana kaynaklarından biridir. Yazarın, Clermont Konsili’nde bulunduğu da anlaşılmaktadır. Bohemond’a sempatisi vardır ve bu da yazarın, Bohemond’un ordusunda yer alan bir asker olduğunu düşündürür. Yazar, anlatımını Clermont Konsili ile başlatır ve Kudüs’ün zaptı sonrasında vuku bulan 1099 Askalân Savaşı ile bitirir. Eser, Haçlıların Anadolu yolculuğu ve özellikle de Antakya’yı ele geçirmeleri ile ilgili ilk elden bilgiler verir. Çalışmamız açısından önemi ise Antakya kuşatması devam ederken Haçlı karargâhında Fâtımî elçilerinin bulunduğunu haber vermesinden kaynaklanır. Kudüs’ün zaptı ile Haçlıların işledikleri cinayetleri de çok açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Eser, Kudüs’ün zaptı ve Askalân Savaşı için en önemli kaynaklarımızdandır. Çalışmamızda Ergin AYAN tarafından yapılan tercümeyi kullandık. 1059 yılında Chartes’te dünyaya gelen Fulcherius Carnotensis, Clermont Konsili’nde hazır bulunmuş ve haçı kabul ederek Etienne de Blois’in yanında Kudüs yolculuğuna başlamıştır. Urfa Haçlı Kontluğu’nu kuracak olan Baudouin de Boulogne ile Urfa’ya giden yazar, Baudouin’in ordu vaizliği görevini ifa etmiştir. Godefroi’nin ölümü üzerine, yerine geçen kardeşinin emrinde Kudüs’e gelmiş ve bu tarihten sonra olaylara daha yakından şahit olmuştur. Yazarın, Antakya ve Kudüs’ün zaptı ile Askalân Savaşı konularında Anonim Gesta’yı kullandığı anlaşılıyor. Yazarın, Gesta Francorum Iherusalem Peregrinantium2 adını verdiği eserinin 1101 yılından sonraki kayıtları daha güvenilir ve orijinaldir. Kudüs kralı Baudouin’in yanında keşif seferlerine katılması ve meraklı kişiliğiyle coğrafyayı inceleyip bunları eserine alması ile ilginç bilgiler de aktarmıştır. Eser, Clermont Konsili ile başlar ve 1127 yılı olayları ile sona erer. Çalışmamız açısından Remle’de yaşanan savaşlar, Askalân merkezli düzenlenen Fâtımî saldırıları ve Sûr şehrinin Haçlılar tarafından zaptı konularında verdiği bilgiler çok Anonim Haçlı Tarihi (Gesta Francorum et Aliorum Hierosolymitanorum), Çev. Ergin Ayan, Selenge Yayınları, İstanbul 2013 2 Fulcherius Carnotensis, Kudüs Seferi -Kutsal Toprakları Kurtarmak-, Çev. İlcan Bihter Barlas, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2009 1 2 değerlidir. Eserden, belirtilen zaman dilimindeki olaylar hakkında geniş ölçüde yararlandık. Çalışmamızda İlcan Bihter BARLAS tarafından yapılan çeviriyi kullandık. Albertus Aquensis (Albert of Aachen), doğuya hiç gelmemiş ve Historia Ierosolimitana (History of the Journey to Jerusalem)3 adlı eserini ülkesinde, doğudan gelen haber ile raporlara ve olaylara şahit olanların anlatımlarına dayanarak yazmıştır. Kendi anlatımına göre Haçlı Seferine katılmayı çok istemiş fakat buna nail olamayınca Haçlıların faaliyetlerini yazmakla bu özlemini dindirmeye çalışmıştır. İkinci elden bir kaynak olmasına rağmen Clermont Konsili ile başlayıp 1120 yılı olayları ile sona eren eser, en detaylı ve güvenilir Haçlı kaynaklarının başında gelmektedir. Yazar, olayları anlatırken gereğinden fazla detaya girerek olayları zaman zaman anlaşılmaz bir hale getirmiştir. Çok az tarih belirtmesi de olayların takibini zorlaştırmaktadır. Verdiği bilgiler, Fulcherius ve Anonim Gesta ile genelde uyumludur. Askalân’dan Haçlı topraklarına düzenlenen saldırılar gibi konularda ise tek kaynak olma özelliği gösterir. Yazarın asker veya savaş gemilerinin sayısına dair verdiği rakamlar genelde diğer kaynaklara uymamaktadır. Çalışmamıza Fâtımîler ile Haçlılar arasında Antakya önlerinde yapılan ittifakın şartlarını kaydetmekle en büyük katkıyı yapmıştır. Çalışmamızda kullandığımız baskısında eserin Latince ve İngilizcesi bir aradadır. Yani ilk sayfa Latince, ikinci sayfa İngilizcedir. Bu durum, dipnotlarda geniş sayfa aralıkları göstermemize neden olmaktadır. Bu yüzden sayfa numaraları arasına tek tek virgül koymak yerine (-) ile belirtmeyi uygun bulduk. 1130 yılında Kudüs’te dünyaya gelen Willermus (William, Arcbishop of Tyre)’un A History of Deeds Done Beyond the Sea4 adlı 2 ciltlik eseri, geç dönem kaynaklarından olmakla beraber en ayrıntılı Haçlı kaynağıdır. Yazar, eserini Haçlı Seferlerinden çok öncesi ile (Kudüs’ün Hz. Ömer zamanındaki fethi, Bizans’ın Müslümanlarla mücadelesi vs.) başlatmış ve 1184 yılına kadar getirmiştir. Eserden, Clermont Konsili’nden başlayarak konumuzun sonuna kadar tüm olaylarda yararlanmamız mümkün olmuştur. Erken dönem Haçlı kaynaklarının (Anonim Gesta, Albertus, Fulcherius, Raymondus) yanı sıra İslam kaynaklarını da görmüş olması eseri özellikle önemli kılmaktadır. Öyle ki yazar, Şîî-Sünnî çatışmasına detaylarına kadar hâkimdir. Antakya önlerinde vuku bulan Fâtımî-Haçlı ittifakını kaydederken de bu çatışmayı anlatımının temeline almıştır. Diğer Haçlı kaynaklarının bitiminden sonra tek Haçlı yazarı olan Willermus, Amaury’nin çağdaşı 3 Albertus Aquensis (Albert of Aachen), Historia Ierosolimitana (History of the Journey to Jerusalem), Tran. Susan B. Edgington, Oxford University Press, New York 2007 4 Willermus, (William, Arcbishop of Tyre), A History of Deeds Done Beyond the Sea, I-II, Trans: E. A. Babcock-A. C. Krey, Colombia University Press, New York 1943 3 olması dolayısıyla Mısır için verilen mücadelede birinci elden kaynaktır. Yine müttefik ordunun, Dimyât kuşatmasında en detaylı bilgileri Willermus’tan öğrenmekteyiz. Bu başarısız kuşatmaya dair yaptığı değerlendirme de özellikle kıymetlidir. Eser, daha önceki çalışmaların verdiği bilgileri ikmal ve düzeltme açısından en önemli Haçlı kaynaklarındandır. Çalışmamızda eserin İngilizce baskısından yararlandık. Radulphus Cadomensis (Ralph of Caen)’in kaleme aldığı, Birinci Haçlı Seferinin ana kaynaklarından olan The Gesta Tankredi of Ralph of Caen - A History of the Normans on the First Crusade5 adlı eserde olaylar, Tankred merkeze alınarak anlatılmaktadır. Yazarın, Antakya ve Kudüs kuşatmalarında Tenkred’in faaliyetlerine dair verdiği geniş bilgi, eseri kıymetli kılmaktadır. Tankred’in hayatının anlatıldığı bu özel tarih, Tankred ve Baudouin’in Çukurova’da yaşadıkları ve Haçlıların kendi aralarındaki ilişkileri (bir bakıma da çıkar kavgalarını) yansıtması açısından önemlidir. Guibert of Nogent’e ait olan The Deeds of God Through the Franks6 adlı eser, Clermont Konsili’nin anlatımıyla başlamaktadır. Yazarın temel aldığı eser, Anonim Gesta’dır. Detaylarının ise Albertus ile uyum içinde olduğu görülür. Çalışmamızda Haçlılarla ilgili genel anlatımda ve diğer kaynakların desteklenmesinde bu eserden yararlandık. Ulaşabildiğimiz PDF versiyonu metin, sayfa numaraları barındırmadığı için mevcut dosyanın sayfa sayıları esas alınmıştır. Bu yüzden eseri, ilk defa gösterirken ulaştığımız internet adresini ve erişim tarihini belirtmeyi uygun bulduk. Ordericus Vitalis’in kaleme aldığı 4 ciltlik Kilise Tarihi olan The Ecclesiastical History of England and Normandy7 adlı eser, konumuza pek az bir katkı sağlamaktadır. Eserin III. cildinde Haçlılarla ilgili genel anlatımlar bulunmaktadır ve çalışmamızda bu kısımlar diğer rivayetleri desteklemek için kullanılmıştır. Kilise merkezli olayları anlatan yazar, Haçlılarla ilgili kısımlara kısaca temas etmiştir. Gregory Abû'l-Farac olarak tanınan Bar Hebraeus (ö.1286)’un 2 ciltlik Abû'lFarac Tarihi8 adlı eserinin II. cildinde Haçlılara dair malumat oldukça fazladır. Yazarın kronolojisinde çoğu zaman hatalar görülür. Haçlılarla ilgileri ölçüsünde Fâtımî Tarihi’ne 5 Radulphus Cadomensis (Ralph of Caen), The Gesta Tankredi of Ralph of Caen - A History of the Normans on the First Crusade, Trans. Bernard S. Bachrach, David S. Bachrach, England 2005 6 Guibert of Nogent, The Deeds of God Through the Franks, (pdfbooks.co.za/library/GUIBERT_OF_NOGENTTHE_DEEDS_OF_GOD_THROUGH_THE_FRANKS.pdf) Erişim Tarihi: 29. 07. 2015, s.30-31 7 Ordericus Vitalis, The Ecclesiastical History of England and Normandy, III, Trans. Thomas Forester, London 1853 8 Abû'l-Farac, Gregory (Bar Hebraeus), Abû'l-Farac Tarihi, II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999 4 dair bilgiler de bulunmaktadır. Diğer Süryânî ve Ermeni kaynakları gibi Abû’l-Farac’ın da Bizans’a bakış açısı pek olumlu değildir. Yazarın rivayetleri, İbn el-Esîr’in eseriyle uyum göstermektedir. Çok detaylı olmayan kayıtlar, İslam ve Haçlı kaynaklarına katkıda bulunmaktadır. Konumuz açısından önemi, Amaury’nin henüz kral değilken 1161 yılında Mısır’a düzenlediği seferi kaydeden çok az müelliften biri olmasından da kaynaklanmaktadır. Eserin, Ömer Rıza Doğrul tarafından yapılan tercümesinden yararlandık. Anonim Süryânî Vakayinamesi9, Birinci ve İkinci Haçlı Seferlerini kapsamaktadır. Yazarın anlatımı yanlıdır ve Bizans’a öfkeli oluşu derhal fark edilir. Fâtımîlere dair kayıtları çok sınırlı olmasına karşın, -tüm Haçlı ve İslam kaynaklarına rağmen- onların Kudüs’ü 1096 yılında Artuklular’dan aldıklarını kaydetmesi ilgi çekicidir. Fâtımî-Haçlı mücadelesine dair kayıtları da sınırlıdır fakat Askalân’ın Haçlılar tarafından zaptını, tarihi yanlış olsa da kaydetmiştir. Çalışmamızda Vedii İLMEN tarafından yapılan tercümesini kullandık. Süryânî Mihail’in kendi adıyla anılan Vakayiname’si10, olaylara bakış açısının farklılığıyla dikkat çekmektedir. Diğer Ermeni ve Süryânî kaynakları gibi kronolojik hatalar görülmektedir. Anonim Süryânî Vakayinamesi ile rivayetleri uyum içinde olmasına karşın bu eser, daha detaylıdır. Yazarın anlatımında tam bir Bizans aleyhtarlığı göze çarpar ve yazar, her fırsatta Bizans’ı eleştirir. Haçlı Seferlerinin sebebi olarak gösterilen Doğu Hıristiyanlarına zulmedildiği yönündeki anlatımı, Latin kaynaklarıyla uyum içindedir. Rivayetleri, çoğunlukla Abû’l-Farac’a dayanır. Çalışmamızda olayların teyidi ve bazı farklılıkların gösterilmesi konusunda; Hrant D. ANDREASYAN’ın tercümesini yaptığı ve TTK’da yayınlanmamış olan nüshadan yararlandık. Urfalı Mateos (ö.1136’dan sonra), 952-1136 yıllarını kapsayan bir Vakayiname11 yazmış ve kendisinden sonra Papaz Grigor, bu esere yazdığı Zeyl ile eserin anlatımını 1162 yılına kadar getirmiştir. Yıllara göre düzenlenmiş olan eser, Fâtımîlere dair çok az bilgi barındırır. Buna karşılık Haçlı Seferlerine dair zengin malzeme sunmaktadır. Fakat kronolojisi genelde hatalıdır. Eserde koyu bir Bizans aleyhtarlığı göze çarpmaktadır. Anonim Süryânî Vakayinamesi (I. ve II. Haçlı Seferleri Vakayinamesi), Notlar H. A. S. Triton, Türkçe Çev. Vedii İlmen, Yaba Yayınları, İstanbul 2005 10 Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK’da Yayınlanmamış Nüsha 1944 11 Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vakayinamesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK, Ankara 2000 9 5 Eserden Haçlılara dair genel konularda ve bazı olayların teyidinde faydalandık. FâtımîHaçlı ilişkisine dair kayıtları çoğunlukla muhtasardır ve Haçlı kaynaklarıyla çelişmektedir. Çalışmamızda Hrant D. ANDREASYAN’ın TTK’dan yayınlanan tercümesini kullandık. 1083 yılında dünyaya gelen Anna Komnena, Alexiad12 adlı eserinde, babası Aleksios Komnenos (1081-1118)’un imparatorluk dönemi olaylarını anlatmıştır. Süslü ve detaylı bir anlatımı bulunan yazar, olayları anlatırken yanlı davranmaktan kurtulamamıştır. Çalışma konumuza eser, Haçlı Seferleri öncesinde Bizans’ın ve Türklerin durumunu anlamamıza katkı sağlamakla başlar. Haçlı zihniyetini anlamamıza yardımcı olan eserlerin başında gelmektedir. Her ne kadar bu anlatımlarda yanlı davranmış olsa da özellikle Antakya konusunda Haçlılarla Bizans arasında yaşanan sorunlar, Anna Komnena’yı haklı çıkarmaktadır. Fâtımî-Haçlı ilişkileri konusunda eserden yararlanmak pek mümkün olmamakta fakat bazı konularda hiçbir kaynakla teyit olunamayan rivayetleri bulunmaktadır. Aleksios, -tüm Haçlılar üzerinde yüksek hâkim olması düşüncesinden hareketle- zaman zaman olaylara dâhil edilmiştir. Örneğin Alexiad’a göre Hacılar Tepesi denen yere yapılan kale, tamamen Bizans’ın işidir. Yine Raymond-Aleksios dostluğu nedeniyle eserde Raymond’un oğlu Bertrand da Aleksios’un vasalı haline getirilmiştir. Ayrıca Remle Savaşı’nda esir alınanları da Alexiad’ın anlatımına göre Fâtımîlere elçiler yollayan Aleksios, fidyesiz kurtarmıştır. Çalışmamızda Alexiad’ın Bilge UMAR tarafından yapılan tercümesini kullandık. Niketas Khoniates’in kaleme aldığı Historia13 adlı eser, çalışmamız açısından 1169 Dimyât Seferini kaydetmesi dolayısıyla önem taşımaktadır. Yazarın, Bizans donanmasına dair verdiği ayrıntılar orijinaldir. Ioannes Kinnamos’un eseri gibi, Niketas da Haçlı kaynağı Willermus’un rivayetlerini tamamlamaktadır. Yazarın Haçlılara karşı olumsuz tavrı, anlatımına da yansımış ve dolayısıyla seferin başarısızlığında Haçlıların ihanetini ön plana çıkarmıştır. Kinnamos’a göre yazarın anlatımı biraz daha detaylıdır. Özellikle açlık sıkıntısı yaşayan Bizans kuvvetlerinin durumunu öğrenmemiz açısından önemli bir kaynaktır. Yazar, Meryem Ana Kilisesi’nin taşa tutulması dolayısıyla Bizans kumandanıyla Müslümanların alay etmesini kaydetmekten çekinmemiştir. Çalışmamızda eserin Fikret IŞILTAN tarafından yapılan ve Ioannes ile Manuel Komnenos devirlerini içeren tercümesini kullandık. Anna Komnena, Alexiad (Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios Kommenos Dönemi’nin Tarihi, Malazgirt’in Sonrası), Çev. Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1996 13 Niketas Khoniates, Historia, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara 1995 12 6 Ioannes Kinnamos’un Historia14 adlı eseri, önemli Bizans kaynaklarından biridir. Çalışmamız açısından önemi, Haçlı-Bizans ordularının Dimyât kuşatmasına dair verdiği bilgilerden kaynaklanmaktadır. Yazar, Willermus’un anlatımının tersine bu girişimde başarısız olunmasında Haçlıların ihanetini teşhis etmektedir. Yapılan anlaşma gereğince Amaury’i, yükümlülüklerini yerine getirmediği ve yavaş hareket etmesi dolayısıyla Bizans ordusunu açlığa mahkûm ettiği için eleştirmektedir. Niketas’ın eserinde olduğu gibi yazarın eserinde de Dimyât’a düzenlenen sefer, bir Bizans projesi olarak sunulmuş, Haçlıların rolü kısıtlanmıştır. Sefer öncesinde Mısır’a elçi yollanıp haraç istenmesi ve bunun Fâtımîlerce kabul edilmeyişinin ardından Dimyât’ın, Haçlı yardımı alınarak kuşatılması bilgisi ise hiçbir kaynakla teyit olunamaz ve olayların seyrine de uymaz. Çalışmamızda Işın DEMİRKENT tarafından yapılan tercümeyi kullandık. Diğer Hıristiyan kaynakları olmak üzere kısaca bahsedeceğimiz Smbat Sparapet’in, Chronicle15 adlı eseri, Urfalı Mateos’un rivayetlerini tekrarlamaktadır. Keza Vardan Vardabet’in Cihan Tarihi16 de Haçlılar konusunu çok muhtasar incelemiş, sadece Doğu Hıristiyanlarına zulmedildiği yönünde bilgi vermiştir. İslam Kaynakları 1073 yılında Dımaşk’ta dünyaya gelen Ebû Ya’lâ Hamza İbn el-Kalânisî (10731160), tahsilini tamamladıktan sonra devlet kademelerinde görev almıştır. Zeylu Târîhu Dımaşk17 adlı eseri, Hilâl b. el-Muhassin es-Sâbî’nin Tarih adlı eserinin zeylidir. Eser, 970-1160 yılları arasını kapsamaktadır. Çağdaş müelliflerden biri olması dolayısıyla kayıtları güvenilirdir ve diğer yazarlara da kaynaklık etmiştir. Eserde konumuzun başlangıç yılı olan 1097 / 1098’den eserin bitimine kadar hem Fâtımî Tarihi’ne hem de Haçlıların faaliyetlerine dair ilk elden bilgiler bulmak mümkündür. el-Âdid döneminin başlangıcında son bulan eser, bazı noktalarda Hristiyan kaynaklarını tamamlamakta, bazı noktalarda da bunları düzeltmektedir. Ioannes Kinnamos, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), Yayına Hazırlayan: Işın Demirkent, TTK, Ankara 2001 15 Smbat Sparapet, Smbat Sparapet's Chronicle, Trans, Robert Bedrosian, Long Branch, New Jersey 2005 16 Vardan Vardabet, Cihan Tarihi, (889-1269), “Türk Fütûhat Tarihi”, Çev. Hrant D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, I/2, İstanbul 1937, s.154-258 17 Ebû Ya’lâ Hamza İbn el-Kalânisî, Zeylu Târîhu Dımaşk, Haz. H.F. Amedroz, Leyden 1908 14 7 İzz ed-Dîn Ali b. Muhammed İbn el-Esîr, 1160 yılında Cizre’de dünyaya gelmiştir. Yaratılıştan 1231 yılına kadar gelen el-Kâmil fî et-Târîh18 adlı eseri, yıllara göre düzenlenmiş Genel Dünya Tarihi’dir. Eser, İbn el-Kalânisî’nin eseri ile beraber çalışmamızın en önemli İslam kaynağıdır. Genel Fâtımî Tarihi ve Fâtımî-Haçlı ilişkileri konusunda detaylı ve güvenilir bilgiler barındırmaktadır. Çalışmamızın sonuna kadar eserden geniş ölçüde yararlandık. İbn el-Kalânisî gibi bu eser de Haçlı kaynaklarına yansımamış bazı olayları veya olayların detaylarını içermesi açısından özellikle önemlidir. Mısır hâkimiyeti için verilen mücadele konusunda Willermus’un eseri ile beraber en önemli kaynak konumundadır. Çalışmamızda eseri, Arapçası ve Türkçe tercümesi ile bir arada kullandık. Çalışma konumuz, eserin Arapçasının VIII, IX, X; Türkçe tercümesinin X, XI. ciltlerini kapsamaktadır. Takiyy ed-Dîn Ahmed b. Ali el-Makrizî (1364-1441), Memlük dönemi tarihçilerinden olmasına rağmen kaleme aldığı İtti’âz el-Hunefâ bi-Ahbâr el-Eimme elFâtimiyyîn el-Hulefâ19 adlı 3 ciltlik müstakil Fâtımî Tarihi, konumuz açısından çok değerlidir. Eserin III. cildi, çalışma konumuzu ihtiva etmektedir. Muahhar bir kaynak olmasına rağmen önceki kaynaklardan yaptığı nakillerle sağlıklı bilgiler sunmaktadır. Gerek Fâtımî halifelerinin dönemleri, gerekse Fâtımî-Haçlı ilişkileri hususunda zengin bilgiler içermektedir. Eserin, Fâtımî dâhili olaylarına dair verdiği bilgiler özellikle önemlidir. Bu bilgiler, Haçlılara karşı yeterince mücadele vermemekle eleştirilen Fâtımî Devleti’nin vaziyeti hakkında bilgi sahibi olmamızı da sağlamaktadır. Yazarın diğer eseri es-Sülûk li-Ma’rifet Düvel el-Mülûk’un20 I. cildi konumuza çok az katkı sağlamakta ve Selâhaddîn’in şahsiyetine dair verdiği bilgi ön plana çıkmaktadır. Şıhâb ed-Dîn Ahmed b. Abd el-Vehhâb en-Nuveyrî (1279-1332)’nin, Nihâyet el-Ereb fî Funûn el-Edeb21 adlı 31 ciltlik eserinin XXVIII. cildinde Fâtımî Devleti Tarihi’nin derli toplu ve sade bir anlatımını bulmak mümkündür. Başlangıçtan sonuna kadar bir Fâtımî Tarihi olması hasebiyle çalışmamızın tüm bölümlerinde eserden büyük İzz ed-Dîn Ali b. Muhammed İbn el-Esîr, el-Kâmil fî et-Târîh, VIII, (Tah. Muhammed Yusuf ed-Dekkâk), Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, Beyrut 1987, Aynı Eser, IX-X, (Tah. Muhammed Yusuf ed-Dekkâk), Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, Beyrut 2003; İslam Tarihi, X-XI, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, İstanbul 1987 19 Takiyy ed-Dîn Ahmed b. Ali el-Makrizî, İtti’âz el-Hunefâ bi-Ahbâr el-Eimme el-Fâtimiyyîn el-Hulefâ, III, Kahire 1996 20 Takiyy ed-Dîn Ahmed b. Ali el-Makrizî, es-Sülûk li-Ma’rifet Düvel el-Mülûk, I, Tah. Muhammed Abdülkadir ‘Ata, Beyrut 1997 21 Şıhâb ed-Dîn Ahmed b. Abd el-Vehhâb en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb fî Funûn el-Edeb, XXVIII, Tah. Necîb Mustafa Fevvâz-Hikmet Kaşlî Fevvaz, Beyrut 2004 18 8 ölçüde yararlandık. İbn el-Esîr’den çok fazla rivayet içermesine rağmen başka rivayetlere de yer vermiş olması, özellikle tarihlerin teyidinde kolaylık sağlamaktadır. Usâme İbn Munkız’ın, İbretler Kitabı (Kitâb’ül İ’tibâr)22 adlı hatıratı, Haçlılar hakkında çok ilginç kayıtlar içermektedir. el-Hâfız ve ez-Zâfir dönemlerinde Mısır’da bulunuşu, yazarın eserini bu dönem için önemli ve birinci elden kaynak kılmaktadır. Yazar, Haçlıların Gazze’yi onarmaya başlaması üzerine halife tarafından Nûreddîn Mahmûd’un yardımını temin için Dımaşk’a gönderilmiş, sonrasında da Gazze’de Haçlılara karşı savaşan grubun içinde yer almıştır. Mısır’a dönüşü sonrası saray entrikalarına dâhil olarak İbn Salâr ve ez-Zâfir cinayetlerine karışmış ve sonrasında Dımaşk’a kaçmak zorunda kalmıştır. Eserde Fâtımî dâhili olayları ve bu olayların Fâtımî-Haçlı ilişkilerine yansıması konusu ile Haçlıların Askalân kuşatması konusunda ilk elden bilgiler bulunmaktadır. Çalışmamızda Yusuf Ziya Cömert tarafından yapılan tercümeyi kullandık. Abd er-Rahmân b. İsmâil Ebû Şâme (1203-1268)’nin, kaleme aldığı Kitâb erRavzateyn fî Ahbâr ed-Devleteyn (en-Nûriyye ve es-Salâhiyye)23 adlı eserinin I ve II. ciltleri, çalışmamızın önemli kaynaklarındandır. Eser, Zengîler ve Eyyûbîler Tarihi’ne hasredilmiştir. Eserde İmâdeddîn Zengî, Nûreddîn Mahmûd ve Selâhaddîn hakkında detaylı rivayetler bulunmaktadır. Konumuz açısından Selâhaddîn-Nûreddîn ilişkileri, Mısır için verilen mücadeleler ve Fâtımî Hilafeti’nin son bulmaları hususunda verdiği bilgiler önem taşımaktadır. Büyük ölçüde İbn Şeddâd ve İbn el-Esîr’den yararlanmışsa da verdiği detaylar, eseri değerli kılmaktadır. 1208’de Hama’da dünyaya gelen Cemâl ed-Dîn Muhammed b. Sâlim İbn Vâsıl el-Hamavî, çok iyi bir tahsil almıştır. Kendisi, Hama Tarih Ekolü’nün kurucusu kabul edilir. Muferric el-Kurûb fî Ahbâr Benî Eyyûb24 adlı eseri, çok iyi bir araştırma sonucu, güvenilir rivayetlerin bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmış önemli bir kaynaktır. Birinci ciltte Eyyûbî Tarihi’ne ve Selâhaddîn’in hayatına dair detaylı bilgiler bulunmaktadır. Çalışmamızda eserden Mısır için verilen mücadele, Mısır’ın ele geçirilmesi ve Fâtımî Hilafeti’ne son verilmesi konularında yararlandık. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı (Kitâb’ül İ’tibâr), Çev. Yusuf Ziya Cömert, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008 23 Abd er-Rahmân b. İsmâil Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn fî Ahbâr ed-Devleteyn (en-Nûriyye ve esSalâhiyye), I-II, Neşr. İbrahim Şems ed-Dîn, Beyrut 2002 24 Cemâl ed-Dîn Muhammed b. Sâlim İbn Vâsıl el-Hamavî, Muferric el-Kurûb fî Ahbâr Benî Eyyûb, I, Neşr. Cemâl ed-Dîn eş-Şeyyâl, Kahire 1953 22 9 Cemâl ed-Dîn Ebû el-Mehâsin Yusuf b. Tağrîberdî (1410-1470), geç dönem tarihçilerindendir. Yazarın, en-Nucûm ez-Zâhire fî Mulûki Mısr ve el-Kahire25 adlı eserinin V ve VI. ciltleri, konumuza dair bilgileri içermektedir. Makrizî gibi İbn Tağrîberdî de kendinden önceki tarihçilerin eserlerinden bolca nakillerde bulunmuş ve gerek genel Fâtımî tarihine gerekse Eyyûbîler’e dair zengin malzeme sağlamıştır. Mısır için verilen mücadele ve Fâtımî halifelerinin dönemleri konusunda bu eserden geniş ölçüde faydalandık. Baha ed-Dîn Yusuf b. Râfî İbn Şeddâd (1145-1234), 1145 yılında Musul’da dünyaya geldi. Nizâmiye Medresesi’nde tahsilini tamamladıktan sonra Selâhaddîn’in emrine girdi. en-Nevâdir es-Sultâniyye fî el-Mehâsin el-Yûsufiyye26 adını verdiği eserinde Selâhaddîn Eyyûbî’nin hayatını ve faaliyetlerini anlatmıştır. Selâhaddîn’in şahsiyeti hakkında geniş bilgiler vererek başladığı eseri, Üçüncü Haçlı Seferi hakkında önemli bir kaynaktır. Bizim konumuz açısından Mısır Seferlerine dair verdiği bilgiler önemlidir. Ebû el-Abbas Ahmed b. Muhammed b. İbrâhim b. Ebî Bekr İbn Hallikân (1211-1282)’ın kaleme aldığı Vefeyât el-A'yân ve Enbâu Ebnâ ez-Zamân27 adlı eseri, müellifin zamanına kadar yaşamış olan çeşitli çevre ve meslekten önemli insanların biyografilerini konu almaktadır. Çalışmamızda bir şekilde yer almış olan şahısların ve özellikle Fâtımî halifeleri ile vezirlerinin biyografilerinde bu eserin muhtelif ciltlerinden yararlandık. Velî ed-Dîn Abd er-Rahmân b. Muhammed b. Haldûn (1332-1406)’un kısaca Kitab el-İber olarak bilinen ve Mukaddimesi’yle meşhur olan Dîvân el-Mubtedâ ve elHaber fî Eyyâm el-Arab ve el-Berber ve Men Âsârahum Min Zevî es-Sultan el-Ekber28 adlı eserinin IV. ve V. ciltlerinde genel olarak Fâtımîler ve Haçlılara dair kayıtlar bulunmaktadır. Yazar, büyük ölçüde İbn el-Esîr’den yararlanmıştır. Devletlere göre başlıklar halinde yer alan dağınık kayıtların Fâtımîleri, Eyyûbîleri veya Haçlıları ilgilendiren kısımlarından çalışmamızda yararlandık. Cemâl ed-Dîn Ebû el-Mehâsin Yusuf İbn Tağrîberdî, en-Nucûm ez-Zâhire fî Mulûk-i Mısr ve el-Kahire, V-VI, Tah. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut 1992 26 Baha ed-Dîn İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye ve el-Mehâsin el-Yûsufiyye (Sîret-i Selâhaddîn), Tah. Cemâleddîn eş-Şeyyâl, İskenderiye 1964 27 Ebû el-Abbas Şems ed-Dîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr İbn Hallikân, Vefeyât el-A'yân ve Enbâu Ebnâ ez-Zamân, I-VII, Tah. İhsan Abbas, Beyrut 1967-1971 28 Velî ed-Dîn Abd er-Rahmân b. Muhammed b. Haldûn, Târih-i İbn Haldûn (Dîvân el-Mubtedâ ve elHaber fî Eyyâm el-Arab ve el-Berber ve Men Âsârahum Min Zevî es-Sultan el-Ekber), IV-V, Haz. Halil Şihâde-Süheyl Zekkar, Beyrut 2000 25 10 Kemâl ed-Dîn Omar b. Ahmed b. Ebî Cerrâde İbn el-Adîm (1192-1262), Haleb’de dünyaya gelmiş ve Haleb’e dair Bugyet et-Taleb fî et-Târîh Haleb adlı önemli bir eser yazmıştır. Biz, çalışmamızda Bugyet et-Taleb’in özeti mahiyetinde olan Zübdet elHaleb min Târîh el-Haleb29 adlı eserinden yararlandık. Yazar, Haleb ve civarında cereyan eden olaylara ağırlık vermektedir. Haçlıların Antakya’yı zaptı sonrasındaki Kudüs yolculukları ve bu esnada geçtikleri şehirlerle ilişkileri konusunda eserden yararlanmak mümkündür. Nûreddîn’in, Dımaşk’ı zaptı ve bunun Fâtımî-Haçlı ilişkilerine yansımasına dair verdiği bilgiler önemlidir. 1090-1091’de Haleb’de dünyaya gelen Muhammed b. Ali el-Azîmî (ö. 1161), Tarih el-Azîmî30 adlı eserini İmâdeddîn Zengî’ye atfen kaleme almıştır. Muhtasar bir İslam Tarihi olan eserin 1038/39-1143/44 yıllarını kapsayan kısmı, Ali SEVİM tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Eserin, Haçlıların zuhuruna dair verdiği bilgi önemlidir. Haçlı Seferlerinin başlangıcında Bizans imparatorunun, Haçlılar ve Müslümanlarla olan ilişkilerine dair kayıtları da dikkate değerdir. Dımaşk’ta dünyaya gelen İmâd ed-Dîn İsmâil b. Ali Ebû el-Fidâ (1273-1331), ilim tahsiliyle meşgul iken Haçlılara karşı verilen mücadelelere de katılmıştır. Yazarın, yaratılıştan zamanına kadar geçen olayları anlattığı, el-Muhtasar fî Ahbâr el-Beşer31 adlı eserinin, II ve III. ciltleri konumuzla ilgili bilgileri barındırmakta fakat tamamen İbn elEsîr’in kayıtlarına dayanmaktadır. Ebî Bekr Abdullâh b. Aybek ed-Devâdârî (ö.1336 sonrası)’nin, Kenz ed-Durer ve Câmi' el-Gurer / ed-Durre el-Madiyye fî Ahbâr ed-Devle el-Fâtımiyye32 adlı eserinin VI. ve VII. ciltlerinde yıllara göre düzenlenmiş genel bir Fâtımî Devleti Tarihi yer almaktadır. Eser, pek çok ve farklı rivayeti barındırmakla beraber diğer ikinci elden kaynaklar gibi konumuza pek az bir katıda bulunmuştur. 1185 yılında Bağdad’da dünyaya gelen Şems ed-Dîn Ebû el-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu Sıbt İbn el-Cevzî, el-Muntazam adlı eserin yazarı el-Cevzî’nin torunudur. Mir’ât 29 Kemâl ed-Dîn Omar b. Ahmed b. Ebî Cerrâde İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb min Târîh el-Haleb, Tah. Halil el-Mansûr, Beyrut 1996 30 Muhammed b. Ali Azîmî, Azîmî Tarihi, Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430-538= 1038/39-1143/44), Metin, Çeviri, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, TTK, Ankara 2006 31 Ebû el-Fidâ, İmâd ed-Dîn İsmâil b. Ali, el-Muhtasar fî Ahbâr el-Beşer, II-III, Kahire h. 1286 32 Ebî Bekr Abdullâh b. Aybek ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer ve Câmi' el-Gurer/ ed-Durre el-Madiyye fî Ahbâr ed-Devle el-Fâtımiyye, VI, Tah. Selâhaddîn el-Müneccid, Kahire 1961, Kenz ed-Dürer ve Cami’ elGurer, VII, Tah. Said Abdülfettah Aşûr, Kahire 1972 11 ez-Zaman fî Târîh el-A'yân33 adlı eserinin daha sonraki dönemleri orijinal olmasına karşın incelediğimiz döneme dair verdiği bilgiler çoğunlukla muhtasar ve İbn el-Kalânisî ile dedesi el-Cevzî’nin rivayetlerine dayanmaktadır. Çalışmamızda James Richard JEWETT’in el yazmasını aynen yayınladığı VIII. cildinden yararlandık. Konumuza, olayların teyidi yönünden katkısı bulunmaktadır. Yâkut bin Abdullah el-Hamavî er-Rûmî el-Bağdâdî (ö. 1228)’nin Mu'cem elBüldân34 adlı 5 ciltlik eseri, yer isimlerinin okunması ve yerleşim yerlerinin konumlarının tespiti hususlarında çok önemli bir kaynaktır. Çalışmamızda, yer adları ilk defa geçtikleri yerlerde bu eser el verdiğince kısa tarifler vermeye çalıştık. Eser, ayrıca bahis konusu ettiği şehirlerin Haçlılar tarafından zapt tarihlerini vermekle de kronolojiye yardımcı olmaktadır. Keza Ahmed b. Yahya b. Câbîr el-Belâzurî’nin Fütûh el-Büldân35 adlı eseri de bazı şehirlerin daha eski tarihlerinin açıklanması konusunda yardımcı olmaktadır. Cemâl ed-Dîn Ebî el-Ferec Abd er-Rahmân b. Ali el-Cevzî (1116-1200)’nin elMuntazam fî Tevârîh el- Mulûk ve el-Umem36 adlı eseri, yıllara göre düzenlenmiş genel bir İslam Tarihi’dir. Abbâsîler, Selçuklular ve şahıs biyografileri konusunda çok zengin bilgiler ihtiva etmesine karşın, çalışma konumuza çok az katkısı bulunmaktadır. İmâd ed-Dîn Ebî el-Fidâ İsmail İbn Ömer b. el-Kesîr (1300-1373)’in Genel İslam Tarihi olan el-Bidâye ve en-Nihâye37 adlı eserinin XVI. cildinde Fâtımîlere dair bilgiler bulunmaktadır. Yıllara göre düzenlenmiş olan eserde olaylar çok muhtasar yer bulmuş ve el-Cevzî’nin el-Muntazam adlı eserinde olduğu gibi biyografiler ağırlık kazanmıştır. Çalışma konumuza pek bir katkısı olmamakla beraber Fâtımî halifelerinin zamanlarıyla ilgili genel konularda yararlandık. Aynî’nin, el-Ikd el-Cumân fî Târih ez-Zaman38 adlı eserinin I. cildi 1169 yılı olaylarıyla başlamakta ve Haçlıların Dimyât kuşatması ile Mısır için verilen mücadele konusuna katkı sağlamaktadır. Yine diğer ikinci elden kaynaklar gibi bu eser de orijinal bir rivayet barındırmamakta, olayların teyidine imkân sağlamaktadır. Şems ed-Dîn Ebû el-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman fî Târîh el-A'yân, VIII, Edit. James Richard Jewett, The University of Chicago Press, Chicago 1907 34 Yâkût bin Abdullah el-Hamavî er-Rûmî el-Bağdâdî, Mu'cem el-Büldân, I-V, Beyrut 1977 35 Ahmed b. Yahya b. Câbîr el-Belâzurî, Fütûh el-Büldân, Beyrut 1987 36 el-Cevzî, Cemâl ed-Dîn Ebî el-Ferec Abd er-Rahmân b. Ali, el-Muntazam fî Tevârîh el-Mulûk ve elUmem, XVII-XVIII, Tah. Muhammed Abd el-Kadir A’ta- Mustafa Abd el-Kadir A’ta, Beyrut 1992 37 İmâdeddîn Ebî el-Fidâ İsmail İbn Ömer b. el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, Tah. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Riyâd 1998 38 Bedr ed-Dîn Mahmud el-Aynî, el-‘Ikd el-Cumân fi Târih ez-Zaman, Kahire 2010 33 12 Salâh ed-Dîn Halil b. Aybek es-Safedî’nin, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât39 adlı 29 ciltlik Vefeyât kitabında çalışmamıza konu olan şahısların biyografileri hakkında bilgiler bulmak mümkündür. Çalışmamızda eserin muhtelif ciltlerinden kısmen yararlandık. Alâeddin Ata Melik Cüveynî (1226-1283)’nin, Târîh-i Cihan Güşâ40 adlı, tercümesi Mürsel Öztürk tarafından yapılan 3 ciltlik eserinin III. cildinde Fâtımîlerden özet bir şekilde bahsedilmektedir ve bu kayıtlar da genellikle hatalıdır. Fâtımî-Haçlı mücadelesi hakkında herhangi bir bilgi içermeyen eserin genel Fâtımî tarihine dair kayıtları da karmaşık ve hatalıdır. Diğer İslam kaynaklarından Umâra b. Ali b. Zeyd el-Yemenî’nin, en-Nuket elAsriyye fî Ahbâr el-Vüzerâ el-Mısriyye41 adlı eserinden İskenderiye kuşatmasının bitimi ile Şâver’in İskenderiyelilere karşı sert tutumu ve Fâtımî Hilafeti’ni ihya için girişilen denemeye dair verilen bilgilerden yararlandık. Kadı el-Kudât Ebû el-Yemen el-Kadı Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî tarafından kaleme alınan ve bir şehir tarihi olan el-Üns el-Celîl bi-Tarih-i el-Kuds el-Halîl42 adlı eserin I. cildinden de Kudüs’ün, Haçlılar gelmeden önceki durumunun tasvirinde ve Haçlıların Kudüs’ü zaptı konularında yararlanmak mümkün olmuştur. Bu başlıkta bahsedilmesi gereken diğer kaynaklar ise Abd el-Hayy b. Ahmed el-Akrî İbn el-İmâd’ın, Şezerât ez-Zeheb fî Ahbâr Men Zeheb43 adlı eseri ile Abdullah b. Es'ad el-Yafîî’nin, Mir'ât el-Cinân ve İbret el-Yekzân fî Ma'rifeti Ma Yu’teber min Havâdis ez-Zamân44 adlı eserleridir. Bu sayılanlar ikinci elden kaynaklar olmakla çok fazla rivayet barındırmaktadırlar. Fakat ilk elden kaynakları tekrarlamakta ve sadece olayları desteklemektedirler. Bunların dışında İmâd el-Kâtib el-İsfahânî’nin, elBerk eş-Şâmî45 adlı eserinden Bundârî’nin oluşturduğu muhtasar çalışma, 1166-1187 yıllarını kapsamakta ve konumuza Mısır Seferleri ve Fâtımîlere son verilmesi konularında katkı sağlamaktadır. Selâhaddîn Halil b. Aybek es-Safedi, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, I-XXIX, Tah. Ahmed el-Arnavud-Türkî Mustafa, Beyrut 2000 40 Alâeddin Ata Melik Cüveynî, Târîh-i Cihan Güşa, III, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara 1988 41 Umâra b. Ali b. Zeyd el-Yemenî, en-Nuket el-Asriyye fî Ahbâr el-Vüzerâ el-Mısriyye, Neşr. Hartwig Derenbourg, Paris 1897 42 Kadı el-Kudât Ebû el-Yemen el-Kadı Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns el-Celîl bi-Tarih el-Kuds el-Halîl, I, 1966 43 Abd el-Hayy b. Ahmed el-Akrî İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb fî Ahbâr Men Zeheb, V-VI, Neşr, Abd elKadir el-Arnavut-Muhammed el-Arnavut, Beyrut 1989 44 Abdullah b. Es'ad el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân ve İbret el-Yekzân fî Ma'rifeti Ma Yu’teber min Havâdis ezZamân, III, Tah. Halil el-Mansûr, Beyrut 1997 45 İmâd el-Kâtib el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, İhtisâr: el-Bundârî, Tah. Fethiye en-Nebravî, Mısır 1979 39 13 Araştırmalar Ülkemizde Haçlı Seferleri Tarihi konusunda çalışmalar, son zamanlarda artış göstermiştir. Fakat buna karşılık Fâtımî Devleti Tarihi çalışmaları daha kısıtlıdır. Fikret IŞILTAN’ın, Haçlı Seferlerine dair yazılmış en yetkin eserlerden biri olan Steven Runciman’ın eserini tercüme etmesiyle bu konuda önemli bir adım atılmıştır. Daha sonra Işın DEMİRKENT ve onun öğrencileri tarafından yapılan incelemeler, bu konudaki çalışmaları belirli bir düzeye taşımıştır. Sonrasında da bu çalışmalar artış göstermiştir. Haçlı Seferleri konusunda en fazla Steven Runciman’ın Haçlı Seferleri Tarihi46 adlı 3 ciltlik eserinden geniş ölçüde yararlanmamız mümkün olmuştur. Genel bir Haçlı Seferleri Tarihi olması itibariyle olayları, en başından sonuna kadar takip etmek mümkündür. Olayların detaylarını takip ve teyid etmek için çok önemli bir eserdir. Çoğu zaman kaynaklarda bulunmayan tarihlerin, tespiti konusunda da vazgeçilmez bir incelemedir. Işın DEMİRKENT’in Haçlı Seferleri47 adlı incelemesi de aynı konularda fayda sağlamaktadır. Çalışmamız açısından Işın Demirkent’in “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”48 adlı makalesi de yönlendirici olmuştur. Birsel KÜÇÜKSİPAHİOĞLU’nun Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi49 adlı çalışması da Trablus kuşatmaları ve şehrin zaptı konularında çalışmamıza büyük katkıda bulunmaktadır. Stevenson’un The Crusaders in the East50, K.M. Setton editörlüğünde hazırlanan A History of the Crusades adlı eserin I. cildi51, August C. KREY’in The First Crusade52 adında ve Raymondus’un kayıtlarını barındıran eseri, çalışmamızda yararlandığımız diğer Haçlı Seferleri çalışmalarındandır. Fâtımî Tarihi’ne dair yurtdışında yoğun bir çalışma ve birikim olmasına karşılık ülkemizde bu konuya ilgi çok eskilere dayanmaz. Fâtımî Devleti Tarihi ile ilgili en çok başvurduğumuz araştırma, Nihat YAZILITAŞ’ın Fâtımî Devleti Tarihi53 adlı çalışması ile özellikle Fâtımî şehirlerinin valilerini teşhis hususunda yararlandığımız Fâtımî Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, I-III, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara 1992- 1998 Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, Dünya Yay. İstanbul 2004 48 Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, Bizans Tarihi Yazıları (Makaleler-Bildiriler-İncelemeler), Dünya Yayıncılık, İstanbul 2007, s.221-247 49 Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2006 50 M. A. Stevenson, The Crusaders in the East, Cambridge University Press, 1907 51 (Ed.) K.M. Setton, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969 52 August C. Krey, The First Crusade, Oxford Universıty Press 1921 53 Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, Kriter Yay., İstanbul 2010 46 47 14 Devleti’nde Türkler54 adlı çalışmasıdır. Yine Sûr şehrinin Haçlılar tarafından zaptı55 konusuna dair makalesi de konumuz açısından önemlidir. Bu konudaki Arapça araştırmalardan Eymen Fuâd SEYYİD’in kaleme aldığı ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, Tefsîr Cedîd56 adlı eseri ile Muhammed Süheyl TAKKÛŞ’un Târîh el-Fâtımiyyîn -fî Şimâli İfrikiyye ve Mısr ve Bilâd eş-Şâm-57 adlı incelemesi, çalışmamızda en çok müracaat ettiğimiz kitaplardandır. Murat ÖZTÜRK’ün Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti58 adlı doktora tezi de o sıralarda donanmaya sahip tek Müslüman Devleti olan Fâtımîlerin deniz gücü ve deniz savaşları konusunda önemli bilgiler barındırmaktadır. Eyyûbîler Tarihi çalışmaları, özellikle Mısır’ın Zengîler tarafından ele geçirilmesi ve Fâtımî Hilafeti’ne son verilmesi konularında çalışmamızın önemli incelemeleridir. Bu konuda en çok Ramazan ŞEŞEN’in Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet59 adlı kitabı, konuyla ilgili makaleleri ile Yaacov LEV’in Saladin in Egypt60 adlı eserinden yararlandık. Diyanet İslam Ansiklopedisi, MEB İslam Ansiklopedisi ve The Encyclopaedia of Islam’ın ilgili maddeleri müracaat ettiğimiz diğer referanslardır. Haçlı Seferleri Haçlı Seferleri, Ortaçağa damga vuran en önemli olaylardandır. Avrupalıların XI. yy’ın sonlarında Türkleri Anadolu’dan atmak ve bütün Yakın Doğu’ya hâkim olmak için “Kudüs’ü Kurtarmak” sloganıyla başlattıkları siyasi amaçlı askeri hareket, “Haçlı Seferleri” olarak tanımlanmaktadır. Bu dönem, yaklaşık iki yüzyıllık bir dönemi (10961291) kapsamakla beraber bu zihniyet, devamlılık gösterdiği için Türk ve Müslümanlara karşı daha sonraki girişimler de Haçlı Seferi kapsamında değerlendirilir. Günümüzde dahi –başka şekil ve adlar altında- devam ettirildiğini söyleyebileceğimiz bu Haçlı ruhu, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti’nde Türkler, TTK, Ankara 2009 Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, VII/3, Ankara 2003, s.117-124 56 Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, Tefsîr Cedîd, Dâr el-Mısriyyet el-Lübnâniyye, Beyrut 1992 57 Muhammed Süheyl Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn -fî Şimâli İfrikiyye ve Mısr ve Bilâd eş-Şâm-, Dâr enNefâis, Beyrut 2007 58 Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, İÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı, Doktora Tezi, Danışman: Abdülkerim Özaydın, İstanbul 2012 59 Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yay. İstanbul 1987 60 Yaacov Lev, Saladin in Egypt, Brill, USA 1999 54 55 15 Selçuklular sonrasında Osmanlı Devleti’ne karşı da hep saldırgan bir tutum izlemiş ve devamlılık göstermiştir61. Haçlı Seferlerinin nedenleri ya da itici gücü konusunda farklı sınıflandırmalar yapmak mümkündür. Resmi söylem, Doğu Hıristiyanlarını Müslümanların zulmünden kurtarmak üzerine inşa edilse de siyasi ve ekonomik boyutları gözden kaçırmamak gerekmektedir. Fulcherius’un uzun uzadıya tasvir ettiği Avrupa, ekonomik bunalım, siyasi istikrarsızlık ve içtimai bir kaos yaşamaktaydı. Papa-Kral çatışmalarının tüm bu sayılanları körüklediği de muhakkaktır. Düzen bozukluğuna çare arayan kilise, önce Tanrı Barışı62 fikrini ortaya atmış fakat bundan bir sonuç alamayınca Kutsal Savaş projesini gündeme almıştı. Haçlı Seferine insanları ikna etmek için dini motiflerin kullanıldığı malumdur ki bu yüzden özellikle batılı araştırmacılar, dini nedenleri ön plana çıkararak diğer faktörleri etkisizleştirmek eğilimindedirler. Sefere katılan insan profiline bakıldığı zaman çoğunluğun düzeni bozan insanlar olduğu görülür. Albertus’un anlatımına göre Pierre l’Ermite’nin etrafında toplanan kalabalığın çoğunluğunu köylüler teşkil ediyordu. Bunlar arasında günahkârlar, sahte sofular, zânîler, katiller, hırsızlar, yalancı şahitler, soyguncular ve kadınlar bulunuyordu. Amaçları, tövbe etmek ve arınmaktı. Bu insanların Avrupa’dan uzaklaştırılıp Kutsal Savaş fikri etrafında Müslümanlar üzerine kanalize edilmeleri de bir bakıma Avrupa’nın geniş çaplı bir temizlik yapması anlamına geliyordu63. Zira Avrupa’nın içinde bulunduğu durumu, Clermont Konsili’ne katılmış olan Fulcherius, çok güzel özetlemiştir. Buna göre Avrupa’da çatışma yalnızca hükümdarlar arasında değil, ruhban sınıfı arasında da mevcuttu. Ruhbanlarla kralların çatışması da yaşanan anarşinin başka bir yönüdür. Sosyal hayata baktığımızda insanların birbirlerinin mallarını çaldığını, adaletsizce esir alınıp zulme uğradıklarını, kutsal mekânların ve evlerin yakılıp yağmalandığını Bkz. Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.651, Haçlı Seferlerinin siyasi-askeri karakter taşıdığı, sefere gitmeye güçlü ve sağlıklı şövalyelerin teşvik edilip ihtiyarların, kadınların ve hastaların bunun dışında bırakılmasından da anlaşılmaktadır. Aynı yazar, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, Haçlı Seferleri ve XI. Asırdan Günümüze Haçlı Ruhu Semineri 26–27 Mayıs 1997, İstanbul 1998, s.7, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, Tarih Dergisi, XXXV (Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Hatıra Sayısı), İstanbul 1994, s.67, Jonathan-Smith Riley, Haçlılar Kimlerdi?, Çev. Berna Kılınçer, Bileşim yay. İstanbul 2005, s.53-54 62 Hıristiyanlık, kan dökmeyi yasaklamaktaydı. Tanrı Barışı adı altında kilisenin uygulamaya çalıştığı bu düşünce, Avrupa’yı bir düzene kavuşturamadı. Bunun üzerine kilise, bu şiddeti önlemek için anarşiye sebep olanları Müslümanlarla savaşmaları için organize etti fakat Kutsal Savaş olarak adlandırılan bu yönlendirmeden de bir sonuç alınamadı. Ancak Haçlı Seferleri vaaz edilirken daha alt tabakadan insanlar üzerinde Kutsal Savaş motifi etkili olmuştur. Bkz. Güray Kırpık, “Haçlı seferlerinde Tanrı Barışı Müessesesi”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, XVI / 2007, s.81-90, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.6, Jonathan-Smith Riley, Haçlılar Kimlerdi?, s.51 63 Albertus Aquensis, s.5, Sefere katılan kitlelere baktığımızda bu insanların bazı nedenleri de vardı. Kimisi sefere katılmaya karar vermiş olan arkadaşlarını yalnız bırakmak istemiyor, kimisi herhangi bir işi olmadığı, kimisi de alacaklılarından kaçıp kurtulmak için bu sefere katılmak istiyordu. Willermus, I, s.93 61 16 görüyoruz. İnsanlar, emniyetleri olmadığı için yolculuğa dahi çıkamıyorlar ve eğer çıkarlarsa da hırsızlara, eşkıyalara yem oluyorlardı64. Halkın dini duygusuna hitap etmek için kullanılan yöntemlerden biri, öç alma fikridir65. Bunun örneği, kısa bir süre önce İspanya Müslümanlarına karşı düzenlenen seferlerle hayata geçirilmişti. Kutsal Savaş ya da öç alma yönlendirmesinin Kutsal Barış fikrinden daha başarılı olduğu, İspanya’daki başarılardan anlaşılabilir. “Yeniden Fetih (Reconquesta)” olarak tanımlanan bu savaşlarla özellikle Tuleytula ve Sicilya gibi yerlerde Müslümanlara karşı başarılı savaşlar verilmişti. Papa Urbanus, İspanya’daki savaşları, Haçlı seferi çağrısında vurgulayarak “Hıristiyanları bir yerde Müslümanlardan kurtarıp başka bir yerde onları, Müslüman zulüm ve baskısı altında bırakmak fazilet değildir” diyerek bunun Hıristiyanlıkla bağdaşmayacağını dile getirdi. Nitekim İbn el-Esîr de İspanya’ya düzenlenen Haçlı Seferleri ile Suriye-Filistin bölgesine yönelen tehdit arasında bağlantı kurmaktadır. Yazarın rivayetine göre İspanya seferleri sonrası Sicilya kralı Roger’a haber yollayan Baudouin, gelip İfrikiyye’yi zapt etmek ve kendisine komşu olmak düşüncesini bildirdi. Bunu kendi çıkarları için tehlikeli bulan Roger ise onu doğuya, Kudüs’e yönlendirdi ve Kudüs’ü ele geçirmenin Hıristiyanlık adına daha büyük bir hizmet olacağına inandırdı66. Papanın bahsettiği Müslüman zulmü altında olanlardan kasıt, Doğu Hristiyanları olmakla beraber Bizans’ın içinde bulunduğu durumu da gözden kaçırmamak Fulcherius Carnotensis, s.45-46, 49, Ayrıca Bkz. Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, s.651-652, Aynı yazar, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.8, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, s.66-68, Aynı yazar, Haçlı Seferleri, s.1, Willermus, Papa Urbanus’un konuşmasını çok detaylı kaydetmiştir. Papanın, Doğu Hıristiyanlarının zulme uğradığını anlattığı kısımlar dışında kayda değer bir yanı bulunmamaktadır. Zira Willermus, en başından beri Pierre l’Ermite’nin rolünü fazla büyütmüştür. Papa da konuşmasında Pierre’e atıfta bulunmuştur ki bu da başka kaynaklarla teyit edilemez. Willermus, I, s.88-93 65 Papa Urbanus, aile kavramından bahsederek Müslümanlardan öçlerinin alınmasını istemişti. Fakat bu öç alma tavsiyesi, henüz Haçlı Seferine hazırlık aşamasında “İsa’nın Katileri Olan Yahudilere” uygulanan katliamla cevap buldu. Fakir Haçlı şövalyelerinin ve açgözlü liderlerin para hırsı için binlerce Yahudi katledildi. Albertus Aquensis, s.51-57, Willermus, I, s.112-115, Steven Runciman, I, s.105-109, Işın Demirkent, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.8-9, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, s.653, Aynı yazar, Haçlı Seferleri, s.6, 8, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri – Müslüman-Haçlı Siyasi İttifakları-, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2008, s.46, İbrahim Erhem Polat, “Doğu ve Batı Kaynaklarında Haçlı Seferlerinde Yaşanan İnsanlık İhlalleri”, Uluslararası Suçlar ve Tarih, VVI, Ankara 2008, s.9, el-Hâkim’in, Yahudiler tarafından kışkırtıldığına dair Fransa’da bir fikir oluşmuştu. Yahudilere uygulanan kıyımda bu düşüncenin de etkisi olmalıdır. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, Çev. Mustafa Daş, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010, s.55-56 66 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.13, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.227-228, İspanya’da verilen savaşların Urbanus’a ilham kaynağı olup olmadığı tartışılabilir fakat Roma Kilisesi’nin hâkimiyet alanını doğuya da taşıma isteğinde burada yürütülen faaliyetlerin etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.75 64 17 gerekmektedir. Zira Haçlı Seferlerine Bizans’ı dâhil ederek bakıldığında işin siyasi yönü de gün yüzüne çıkmaktadır67. Fulcherius, Clermont Konsili’nde68 papanın, Türklerin Marmara kıyılarına kadar sokulduklarını, Bizans’ın bu ilerleyişi durdurmakta aciz kaldığını çok endişe verici bir dille anlattığını kaydetmektedir69. İstanbul ve Roma kiliseleri arasında itikadî ayrılıkların bulunmasına karşın Türklerin Anadolu’da yerleşmeleri üzerine taraflar, siyasi ittifak çabalarına girmişlerdi. İmparator VII. Mikhail, Papa VII. Gregory ile 1074’te temasa geçerek ücretli asker talebinde bulunmuş ve bu yardımlaşma ile kiliseler arasındaki ayrılığın70 ortadan kaldırılması için adımlar atılmak istenmişti. Papa, imparatora yardım vaad ederek bizzat kendisinin kumanda edeceği bir orduyla Doğu Hıristiyanlarını Müslümanların zulmünden kurtarmayı taahhüt etmişti. Bunun üzerine kiliseler arasındaki ayrılığı gidermek ve İstanbul Kilisesi’ne üstünlüğünü kabul ettirmek için VII. Gregory, papalığın her türlü siyasi otoritenin üzerinde olduğunu ilan etti. Fakat bu durum, Alman kralı IV. Heinrich’in muhalefetine ve dolayısıyla Roma Kilisesi içinde de bir anlaşmazlığa neden oldu. Dolayısıyla o an için bu yardım gerçekleştirilemedi71. İspanya’da Müslümanları hedef alan Haçlı Seferleri için Bkz. İbn el-Esîr, el-Kâmil, VIII, s.439, 445-448, 471-474, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.131-132, 138-141, 169-173, Lütfi Şeyban “Hıristiyan Dünyasında Endülüs’e Karşı Haçlı Düşüncesinin Doğuşu, Saldırıların Başlaması ve Neticeleri”,Tarih ve Düşünce, C. 63, Şubat 2006, s.28-35, Steven Runciman, I, s.69-71, Işın Demirkent, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.6, Jonathan-Smith Riley, Haçlılar Kimlerdi?, s.30-31 68 Papanın, Clermont Konsili’ndeki çağrısı, Fulcherius Carnotensis, Robert de Monk, Anonim Gesta Francorum, Guibert of Nogent gibi Haçlı yazarlarının eserlerinde yer almıştır. Yapılan incelemeler için Bkz. A.M. Dana Carleton Munro, Urban and the Crusaders, The Department of History of the University of Pennsylvania, Philadelphia 1901, Georg Strack, “The Sermon of Urban II in Clermont and the Tradition of Papal Oratory”, Medieval Sermon Studies, Vol. 56, 2012, 30–45, Frederic Duncalf, “The Councils of Piacenza and Clermont”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.220-252 69 Fulcherius Carnotensis, s.50-51, Ordericus Vitalis, III, s.65-67 70 İstanbul ve Roma kiliselerinin ayrılma nedeninde Latin-Grek kültür rekabeti yatmaktadır. Siyasi faktörlerin de bulunduğu bu ayrılık, Papanın, Güney İtalya’daki Grek kiliselerini Latinleştirmek istemesiyle kesinleşti. Bu Latinleştirme zorlamasına İstanbul Patriği Michael Cerularius İstanbul'daki Latin kiliselerini kapatarak karşılık verdi. Bunun üzerine Kardinal Humbert; İstanbul Patriği Cerularius'u, Bizans kilisesinin Rühulkudüs doktrinini ve Bizans rahiplerinin evlenmesini aforoz eden bir beyannameyi Ayasofya sunağına bıraktı ve kiliseler arasındaki ayrılık (schisma) kesinleşti (16 Haziran 1054). Kürşat Demirci, “Hıristiyanlık (Giriş, Tarih)”, DİA, XVII, Ankara 1998, s.334, M. Süreyya Şahin, “Doğu-Batı Kiliseleri, Ayrılmaları Ve Sebepleri”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV, İstanbul 1986, s.311-329, Steven Runciman, I, s.45, Peter Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.207-212, Kiliseler arasında bu ayrılığın yaşanmasına rağmen, Haçlı Seferleri öncesi Bizans, ücretli asker talebini papalık aracılığıyla yaptı. Bu itikadî uzaklaşmanın siyasi ilişkileri etkilediği malumdur. Hatta Bizans’ın son bulmasına kadar da devam etmiştir. Yani Selçuklular sonrası, Osmanlı Devleti’ne karşı Bizans, ne zaman papalıktan yardım istese bu dini ayrılık, pazarlıklara konu olmuştur. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.78 71 Anna Komnena, Alexiad, s.50-52, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.38, Haçlı Seferi çağrısı yapılıp hazırlıkları sürdürülürken Urbanus’u uğraştıran başka bir konu daha vardı. VII. Gregorius 67 18 İmparator Aleksios ve Papa II. Urbanus zamanında Bizans’ın bu asker talebi yenilenince bu defa şartlar daha uygun olduğu için Papa, halk yığınlarını yola çıkararak bu talebi cevaplandırdı. Papalığın, Bizans’ın yardım isteği ile düzeni bozan grupları, dini hislerine hitap etmek suretiyle yola çıkardığını ve belki de bu sayede İstanbul Kilisesi’ne boyun eğdirmek istediğini söylemek mümkündür72. Haçlıların hedefinin, Bizans olup olmadığı tartışmalı olmakla beraber Bizans kaynaklarının sıkça dile getirdiği üzere IV. Haçlı Seferi’nin, batının Bizans’ı zapt gayesinin gecikmiş bir sonucu olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır. Netice itibariyle Bizans’ın, sınırlarını Türklere karşı korumak için Batıdan ücretli asker isteği, Haçlıların harekete geçmesinde etkili olmuştur. Bizans’ı, batıya yaklaştıran sebeplere bakıldığında Türklerin Anadolu’da yerleştikleri ve Bizans’ın yanı başında İznik’i başkent edindikleri görülür. Türkiye Selçuklularının, sınırlarını Bizans aleyhine devamlı genişletmeleri bir yana, İzmir merkezli bir beylik kurmuş olan Çaka Bey73, doğrudan Bizans başkentini hedef almaktaydı. İlk ikisine, yukarıdan Normanların, Peçeneklerin ve Kumanların saldırılarını da ekleyince tablo tamamlanmaktadır. Fakat askeri bir darbeyle tahtı ele geçirmiş olan Aleksios Komnenos, bilinen ince Bizans siyasetiyle düşmanı düşmana kırdırmayı başardı. Aleksios, Norman reisi Robert Guiscard’a karşı Venedik’i, Çaka Bey’e karşı Kılıç Arslan’ı, Peçeneklerin ciddi saldırılarına karşı da Kumanları kullanmış ve başarılı da olmuştur. Haçlı seferleri döneminde ise Türklere karşı Haçlıları, Haçlı Devletlerine karşı da Türkleri kullanma siyasetini ustalıkla sahneye koydu74. zamanında IV. Henry’nin yardımıyla papalık makamını gasp eden Guibert, Urbanus yasal olarak papa seçilmesine rağmen onu bu makamdan uzak tutmuştu. Urbanus, seferi vaaz ederken bile hala Guibert’e karşı destek arayışını devam ettiriyordu. Kilise içindeki bu çift başlılığı ortadan kaldırması, birliği sağlaması gerekliydi. Bu arada toplumda sorunlara neden olanları doğuya yönlendirme amacı da güdüyordu. Fakat Urbanus ve Guibert taraftarları Roma’da çatışmışlar ve Fulcherius’un ifadesine göre pek çok kişi bu olayları görünce sefere katılmaktan vazgeçmişti. Fulcherius Carnotensis, s.54-56, 59-60, Krş. Willermus, I, s.85-86 72 Işın Demirkent, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.2-3, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, s.68-69, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, s.652, Aynı yazar, Haçlı Seferleri, s.2, Steven Runciman, I, s.77-78, P.M. Holt, Haçlılar Çağı, 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakın Doğu, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay. İstanbul 2003, s.18-19, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.34-35, Jonathan-Smith Riley, Haçlılar Kimlerdi?, s.105-106, Şerif Baştav, “Bizans ve Haçlı Seferleri”, UHSS, (23-25 Haziran 1997), TTK, Ankara 1999, s.58, 73 Çaka Bey ve faaliyetleri için Bkz. Akdes Nimet Kurat, Çaka Bey (İzmir ve Civarındaki İlk Türk Beyi M.S. 1081-1096), Türk Kültürünü araştırma Enstitüsü, Ankara 1966, Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, TTK, Ankara 1996, s.6-8, 17-18 74 Şerif Baştav, “Bizans ve Haçlı Seferleri”, s.59, Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara 2011, s.330-333, 339, Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971, s.97-98, Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.17-19, Peter Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, s.213-216 19 Burada hemen ifade edilmesi gereken bir nokta, Bizans’ın, batıyı Haçlı seferine çağırmadığıdır75. Anna Komnena’nın tabiriyle hilekâr ve kurnaz bir adam olan Aleksios, düşmanı düşmana kırdırtmış ve Batıdan alacağı ücretli askerlerle Türklerin Anadolu’daki varlığına son vermek istemiştir. Yani Bizans, sınırlarını korumak için asker yardımı istemişti -ki bu uğraşa bir kutsallık yüklenemez76- fakat İstanbul Kilisesi’ne üstünlüğünü kabul ettirmek ve Doğu Hıristiyanlarını etki alanına dâhil etmek isteyen Papalık, bu isteği kutsal bir savaşa dönüştürmüştür. Çünkü eğer Avrupalılar gerçekten doğudaki Hıristiyan kardeşlerine yardım etme düşüncesinde olsalardı Bizans’a profesyonel ve eğitimli askerler yollayarak imparatorluğu zor durumdan kurtarabilirlerdi. Zaten Bizans’ın talebi de tam olarak buydu. Fakat doğuda kendi devletlerini kurmak ve Bizans’a boyun eğdirmek isteyen Papalık, yüz binlerle ifade edilen insan gürûhunu yola çıkardı77. Bu tabloya göre Bizans, Haçlı Seferinin başlamasında etkili olmuş gibi görünüyor fakat batının, beklediği fırsatı, şartları uygun olduğunda değerlendirdiğini düşünmek daha doğru olacaktır. Zira Aleksios’un, etrafını saran düşmanlarıyla mücadelesinde, daha önce Filistin dönüşü İstanbul’da misafir ettiği Robert de la Flandre’ye yazdığı ve yardım istediği bir mektubun varlığı bilinmektedir. Fakat VII. Mikhail zamanındaki yardım isteği ve bunun karşılığında kiliseleri birleştirme vaadi daha önce atılmış bir adımdı. Aleksios’un, yardım isteklerinin karşılık bulması, Batının daha uygun bir durumda oluşuyla alakalıdır. Başka bir deyişle Türklerin, Anadolu’daki varlığına son vermek isteyen Bizans’a yardım etmek bahanesiyle üstünlüğünü kabul ettirmeleri için Batılılara bir fırsat doğmuş ve buna bizzat Bizans sebep olmuştu. Haçlılar, harekete geçtiği zaman Aleksios’un durumunu düzeltmiş olduğu ve sadece ücretli askerlerin gelişinin yeterli olacağı malumdur. Binlerce insanın Papalık Bizans’ın kutsal savaş hassasiyetine sahip olmadığını biliyoruz. Doğu Hıristiyanlarını Müslüman hâkimiyetinden kurtarmak gibi bir düşüncesi de yoktur. Doğu Hıristiyanlarının da Avrupa’dan böyle bir talebi olmamıştı. Claude Cahen’e göre Ermeni patriği ile Papa VII. Gregory mektuplaşıyordu fakat ikili arasındaki yazışmanın konusu, Bizans’a karşı ortak hareket etmekti. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.35 76 Bizans, Haçlı Seferine katılmıştı fakat Bizans ile Roma’nın seferlere bakışı farklıdır. Papalık, haccı kurtuluş için yegâne yol görürken Bizans çok ısrarcı davranmamıştır. Zaten Bizans’ın bilinen bir Kudüs hassasiyeti de yoktur. Örneğin imparator Çimiskes’in 974-975 yıllarında gerçekleşen Suriye seferi, bir Haçlı Seferi gibi değerlendirilir. Fakat Çimiskes’in böyle bir düşüncesi bulunmuyordu. İmparator için Kuzey Suriye’den Ermenistan’a kadar sağlam bir hattın oluşturulması önemli idi. Onun Kudüs’ü kurtarmak gibi bir fikri olduğuna dair bir iz yoktur. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.70, Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s.275-276, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.1 77 Işın Demirkent, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.10-11, Steven Runciman, I, s.90-91, Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s.334, Anna Komnena, İstanbul’a ulaşan Haçlıların seksen veya 100 bin civarında olduğunu kaydetmiştir. Anna Komnena, Alexiad, s.306 75 20 tarafından harekete geçirilmesi bu bağlamda Haçlı seferinin mahiyeti hakkında ipuçları vermektedir78. Bu dönemde İslam Dünyasına baktığımızda bir bölünmüşlük göze çarpar. Melikşah’ın 1092’de vefatı sonrası onun mirası üzerinde kavgalar baş göstermiş, Haçlılar geldikleri sırada da bu durum devam ettirilmiş, Haçlıların faaliyetlerine engel olmak şöyle dursun, İslam Dünyasının iç mücadelesi, Haçlıların Doğu’ya yerleşmelerine kolaylık sağlamıştır. Fâtımî-Selçuklu mücadelesi de İslam Dünyasındaki çatışmaları körüklüyordu. İslam hâkimiyetinde Doğu Hıristiyanlarının durumu, Avrupa’nın zannettiğinden ya da bilinçli olarak sunduğundan oldukça farklı idi. Bazı dönemlerde [Mesela Fâtımî Halifesi el-Hâkim bi-Emrillâh dönemi (996-1021)] takibata uğramış olmalarına rağmen kiliseleri açıktı, vergiler Bizans dönemine göre daha hafifti ve hac trafiğinin kesilmesi gibi bir durum söz konusu değildi79. Müslümanların, Doğu Hıristiyanlarına zulmettiğine dair anlatılan hikâyeler80 insanları sefere ikna etmek için kullanılan motiflerden ibaretti. Nitekim Bizans ile itikadî farklılıkları81 bulunan Ermeniler ve Süryânîler çoğu zaman Müslüman hâkimiyetini Bizans’ınkine tercih etmekteydiler. Kudüs’e yapılan hac ziyaretleri, Şîî-Sünnî mücadeleleri dolayısıyla zaman zaman daha zor şartlar altında yapılsa da Kudüs’ün Hıristiyanlara kapatıldığı veya oraya gelenlere zulmedildiği yönündeki rivayetler gerçeği yansıtmamaktadır82. Müslümanların idaresinde yaşayan Hıristiyanlar Auguste Bailly, Bizans Tarihi, II, Çev. Hadi Dımaşkan İstanbul Tarihsiz, s.317-319, Guibert of Nogent, s.30-31, Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.75 79 İslam hâkimiyetindeki Gayri Müslimler zimmî sınıfını meydana getiriyor ve İslam da bunlara mal ve can emniyeti sunuyordu. Özellikle X. yy’da Gayri Müslimlerin durumu çok iyi idi ve bu durum, geniş bir ihtida ile sonuçlandı. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.17, 19, Steven Runciman, I, s. 16-17 80 İslam fetihleri sonucunda Doğu Hıristiyanlarının ta en başından beri işkencelere tabi tutulduğu, dinlerini yaşayamadıkları ve en önemlisi Kudüs’e hac ziyaretlerinin tehlikeye girdiği yönünde genel bir algı oluşturulmaya çalışılmış ve bunda Willermus ve Albertus gibi tarih yazarlarının etkisi büyük olmuştur. Willermus, özellikle el-Hâkim döneminde Kumâme Kilisesi’nin yıkılması sonrasında Hıristiyanların takibata uğradıklarını abartılı bir dille anlatmaktadır. Yazarın dile getirdiği bir başka konu, hac ziyaretlerinin çok zor olduğudur. Kudüs’e girişte hacılardan para alınması, yollarda emniyetin bulunmaması da bu cümledendi. Willermus, I, s.67-69, 79-81, Albertus ve Guibert de kiliselerin, Müslümanlarca ahır olarak kullanıldığını iddia ediyorlardı. Albertus Aquensis, s.5, Guibert of Nogent, s.31, Süryânî Mihail ve Vardan Vardabet ise Hıristiyanların dövülüp soyuldığunu ve bunların ülkelerine dönünce olayları anlatmaları üzerine Haçlı Seferi başlatıldığını kaydetmişlerdir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.39, 44, Vardan Vardabet, Cihan Tarihi, (889-1269), s.186-187, Fâtımî halifesi el-Hâkim’in davranışları, Haçlı Seferlerinde propaganda amaçlı kullanılmıştır. Fakat el-Hâkim döneminde dahi Hıristiyanlar uzun süreli takibata uğramamıştır. Zira el-Hâkin’in birbiriyle çelişen ve ve birbirini hükümsüz kılan uygulamaları vardı. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.22 81 İstanbul ile Roma 1054’te bağlarını kopardılar. Doğu Hıristiyanları resmi olarak İstanbul’a yakın olsalar da bunların büyük bir bölümü, İstanbul ve Roma’dan ayrılmış olan kiliselere (İskenderiye, Antakya, Kudüs patrikhaneleri) bağlanmışlardır. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.30 82 Işın Demirkent, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, s.6-7, Aynı yazar, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, s.72, Steven Runciman, I, s.16-17, Ermenilerin Bizans’a bakış açıları olumsuzdur. Bu yüzden Ermenilerin de Bizans’tansa İslam hâkimiyetine daha sıcak bakmaları tabîîdir. 78 21 arasında zamanla ihtida olayları arttı. Claude Cahen, buna sosyal baskının yanı sıra dini etkileşimin sebep olduğunu düşünmektedir. Sebep ne olursa olsun Hıristiyanların zamanla azınlık durumuna geldiği bir gerçektir. Bazı uygulamaların da mantıklı bir açıklaması bulunmaktadır. Mesela farklı elbise uygulaması, casusluğu önlemeye yönelik bir uygulama idi. Yeni ibadet yeri açma yasağının da para ile etkisiz hale getirildiği zamanlar vardı. Fakat İslam’ı kabul ettikten sonra tekrar dinden dönme ve İslam’a hakaret, ölümü gerektiriyordu. İnançları yaşama noktasında ise İslam, Hıristiyanlara bir zorluk getirmemiştir83. İslam Dünyasının içinde bulunduğu durum, bizi biraz daha fazla ilgilendirmektedir. Zira Şîî-Sünnî çatışması84 ve küçük hanedanlar arasındaki siyasi rekabet İslam’ı, Haçlılar karşısında zayıf düşürmüştür. Melik Rıdvan ve kardeşi Dukak, Haçlılar bölgeye gelmeden hemen önce savaş yaşamışlar ve bu savaş, Rıdvan’ın Fâtımîler adına hutbe okutmasına dahi sebep olmuştu. Bu savaşta Antakya valisi Yağısıyan’ın da taraf olmuş olmasından dolayı Antakya’ya gelen yardım sınırlanmış ve bu iki kardeş, aynı amaç etrafında birleşememişlerdi. İlerleyen zamanlarda Haçlılara karşı harekete geçilmek istendiğinde de Müslüman hâkimlerin kendi aralarındaki siyasi rekabetin pazarlıklara sebep olduğu görülecektir. Selçuklu sultanlarının tutumu, ayrıca önemlidir. Hanedan devletlerin yüksek metbûû olmak sıfatıyla bunları bir arada tutması veya iç-dış düşmana karşı organize etmesi beklenen Selçuklu sultanları, bizzat kendileri, saltanat mücadeleleriyle istikrarsızlığı körüklemekteydiler. Bağdad Abbâsî halifesinin, dini otorite olarak bir ağırlığı bulunmaktadır fakat Haçlılara karşı yardım istendiğinde ettikleri cihad ilanı, yine siyasi kaygıların gölgesinde kalıyor ve sonuç alınamıyordu. Mevcut durumdan, Selçukluların veya halifenin Haçlılarla mücadeleye tamamen kayıtsız kaldığı anlamı çıkmaz. Fakat mücadele, yerel hanedanlar veya Haçlı devletlerine sınırları olanlar tarafından yürütülürken Selçuklu sultanları düzenli ordularla 1110 gibi geç bir dönemde harekete geçmişlerdir. Bu da doğuya yerleşmiş ve hatta dört Haçlı devleti kurarak kökleşmiş olan Haçlıları söküp Nitekim Urfalı Mateos, Bizans’ı korkak, aciz ve “Allah’ın Kilisesi” içinde ikilik çıkarmakla suçluyordu. Urfalı Mateos, Vakayiname, s.111-112, Claude Cahen’in değerlendirmesine göre de Monofizistler, İslam hâkimiyetine alışmışlardı ve herhangi bir Hıristiyanlık hareketi karşısında bilinen bir duyarlılıkları yoktu. Claude Cahen, “İslam ve Haçlılar”, Çev. İsmet Kayaoğlu, Belleten, C. LI, S. 200, Ankara Ağustos 1987, s. 1049, P.M. Holt, Haçlılar Çağı, s.16, 83 Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.20 84 Bu çatışmanın bir de fikrî boyutu vardır. Yani Fâtımîlerin Şîî propaganda merkezlerine karşılık, Selçuklular medrese ve camilerde Sünnî İslam’ı yayacak insan yetiştiriyorlardı. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.28 22 atmaya yetmedi85. Şîî-Sünnî mücadelesi ve bu mücadelenin Fâtımîleri Haçlılara yaklaştırması ilk bölümde görüleceği için bu konuya değinmeye lüzum yoktur. Şunu söyleyelim ki siyasi çatışmalara mezhebî rekabet de eklenince Haçlılar, doğuda güçsüz ve bir araya gelmeyi uzun süre başaramayacak bir İslam âlemi buldular86. Haçlı Seferi propagandası yapanlar arasında en meşhur olan Pierre l’Ermite’dir. Albertus, Willermus ve Anna Komnena gibi yazarlar, onun Haçlı Seferlerindeki rolünü gereğinden fazla büyütüp onu seferin mimarı gibi sunsalar da Pierre l’Ermite’nin papayla görüşüp görüşmediği bile kesin değildir87. Kesin olan husus, Pierre l’Ermite’nin çok etkili bir vaiz olduğu ve binlerce insanı peşinden sürüklediğidir. Kendisi, “Halkın Seferi” olarak bilinen ve Anadolu’ya henüz geçtiklerinde Türkiye Selçukluları tarafından imha edilen başıbozuk, düzensiz orduya liderlik etmekteydi. Balkanlar’daki yolculukları, tam bir çapulculuk ve vahşet havası uyandıran bu grup, İstanbul’a ulaştığında Aleksios, bunları boğazdan karşıya geçirmek konusunda ecele etti. Civetot denilen karargâha yerleştirilen Haçlılara Aleksios, düzenli ordular gelinceye kadar Türklerle çatışmaya girmemelerini tembih etmişti. Fakat bu nasihati göz ardı eden Haçlılar, önce Türklerin bir tuzağı olduğu anlaşılan Kserigordon Kalesi’nde, sonra da Drakon Vadisi denen mevkide kılıçtan geçirildiler. Etrafa dağılanları imparatorun gemilerle toplatması sonrasında bu Haçlı grubunun kalanları, asiller liderliğindeki düzenli orduları beklemeye başladılar88. Selçuklu orduları başarısız olsa da Haçlılara karşı mücadele veren askerlerin çoğunluğu Türklerden oluşuyordu. Yerli halkın mücadelelere katılımının sınırlı olduğu bir ortamda gönüllüler ve profesyonel Türk askerler çatışmaların yükünü sırtlanmışlardır. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.110-111 86 Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTK, Ankara 2000, s.166-178, Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.370 87 Haçlı Seferlerinde Pierre l’Ermite’nin rolü bazı Haçlı yazarlarınca fazla büyütülmüştür. Amiens’li bir keşiş olan Pierre’in, Kudüs’e bir hac ziyaretinde bulunduğu ve bazı sıkıntılarla karşılaştığı bilinmektedir. Fakat onun Kudüs’teki ve ülkesine döndükten sonraki faaliyetlerinin çoğunluğu hayal ürünü olmalıdır. Buna göre Pierre, Kudüs’te yaşanan sıkıntıları, hacılara yapılan zulmü görünce Kudüs patriği Simeon ile görüşmüş ve durumun vahametini onunla değerlendirmişti. Sonrasında bizzat İsa, Kutsal Mezar’ın kurtarılması görevini Pierre’e vermiş ve o da bunu dönüşte Kudüs patriğinin yardım içeren mektuplarıyla beraber Papaya bildirmişti, Albertus Aquensis, s.5-7, Kudüs’te patrik, Pierre’e bize çok yakın olmasına rağmen Bizans imparatorunun yardımını da artık ümit edemiyoruz demişti. Zaten Bizans, kendisini korumak konusunda zaaf içindeydi. Bu da “Bizans’ın yerini artık Latinler almalı” anlamına geliyordu. Willermus, I, s.82-85 88 Fulcherius Carnotensis, s.57, Anonim Haçlı Tarihi, s.52-54, Albertus Aquensis, s.31-45, Wilermus, I, s.97-110, Guibert of Nogent, s.41-45, Ordericus Vitalis, III, s.78-80, Steven Runciman, I, s.95-103, Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, s.654-655, Aynı yazar, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.21-23, Bu ordu, Anadolu’ya geçince Hıristiyan-Müslüman ayrımı yapmadan halkı katletmeye ve etrafı yağmalamaya başladı. Anna Komnena’nın ifadesiyle bunlar; “(…) ana kucağındaki süt bebeklerini ya sakat ettiler ya da şişlere takıp ateşte kızarttılar; yaşı ileri insanları ise her çeşit işkenceden geçirdiler.” Anna Komnena, Alexiad, s. 306, Anonim Süryânî kaynağı ise bu olayda imparatorun ihanetinden bahsetmektedir. Yazara göre imparator, Türklere haber verip bu Haçlı ordusunu imha ettirmişti. Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.10 85 23 Önemli Haçlı liderleri Fransa kralının kardeşi Vermandois kontu Hugue, Norman reisi Bohemond, Lorraine dükü Godefroi, piskopos Adhemar, Provence kontu Raymond, William’ın oğlu Normandia dükü Robert, onun eniştesi Blois kontu Stephan ve Flandre kontu Robert’ten ibarettir. İlk yola çıkan lider olan Vermandois kontu Hugue, Bulgaristan üzerinden yolculuğunu olaylı bir şekilde tamamlayarak İstanbul’a ulaştı. Sonrasında hemen aynı yolu takip eden Bohemond; Macaristan üzerinden ilerleyen Godefroi ile yanında Gotlar, Gasconlar ve Adhemar olduğu halde Raymond, Kudüs yolculuklarına başladılar. Ekim’de İngiltere kralı William’ın oğlu Normandia dükü Robert, Normanlar ve İngilizlerden müteşekkil büyük bir orduyla yola çıktı. Yanında, eniştesi Blois kontu Stephan (William’ın kızı Adele’nin kocası) ve Flandre kontu Robert (Normandiya kontu Robert’ın kuzeni) da bulunuyordu89. Düzenli orduların hareketi, Aleksios’u tedirgin etti. İmparator, başkente kadar bir sıkıntı yaşanmaması için gerekli önlemler alarak Haçlılara Balkanlar’daki yolculuklarında refakat etmeleri ve bir bakıma onları kontrol altında tutmaları için birlikleri yola çıkardı. Asiller idaresindeki Haçlı ordularının İstanbul’a yolculukları daha sorunsuz gerçekleşti. Fakat şimdi Aleksios’u, bu kadar kalabalık orduların İstanbul’da toplanmış olması rahatsız ediyordu. Şehrin varoşlarını yağmalamaya başlamış olan bu orduları da bir an önce karşıya geçirmek gerekiyordu fakat daha önce yapılması gereken, bunların Bizans’a bağlılıklarını temin idi. Godefroi dışında diğer liderlerin vasallık yeminini, kolayca ettiği anlaşılmaktadır. Raymond de Saint Gilles, imparatora sadık kalacağına dair farklı bir yemin ederken90 gizlice karşıya geçen Tankred’in91 yemini de İznik kuşatması sonrasında alındı. Anna Komnena’nın ifadesine göre liderler arasında bu yemine en istekli olan ve durumu kolayca kabul eden Bohemond idi ki kendisi zaten bu yemine uymak niyetinde değildi. Antakya’nın zaptı ile Anna Komnena’nın haklılığı da ispat edilmiş oldu. Haçlı liderleriyle imparator arasında yapılan anlaşmaya göre “vaktiyle Rum Devletine ait olup Fulcherius Carnotensis, s.56-58, Anonim Haçlı Tarihi, s.55-62, Willermus, I, s.95-96, Guibert of Nogent, s.45-48, Ordericus Vitalis, III, s.80-83 90 Raymond’un gelişinin özel bir anlamı vardır. Zira yanında Papanın temsilcisi sıfatıyla Le Puy piskoposu Adhemar da bulunuyordu. Fakat bu önemli lider, Pelagonia’da Bulgarlar tarafından esir alınmış ve sonrasında kurtarılmıştı. Kaynaklar Aleksios ile Raymond’un çatışmasından bahsetmezlerken Willermus, Raymond’un vasallık yemini etmemesi üzerine imparator ile savaştığını ve nihayetinde diğer liderlerin ettiği yeminle aynı olmayan bir yemin ettiğini kaydetmektedir. Willermus, I, s.142-146, Haçlı Seferinde Papaimparator bağlantısı söz konusudur. Bu noktada liderler ile imparatorun çatışması normal karşılanabilir. Fakat Le Puy Piskoposu ile Raymond’dan böyle bir çatışma beklemek mantıksız olurdu. Çünkü kendileri, Papanın temsilcileriydiler ve imparator ile ilişkilerinde dikkatli olmak zorundaydılar. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.75, 92 91 Tankred, imparatora yemin etmekten kaçınmış ve gizlice karşıya geçmiştir. Fakat İznik ele geçirildikten sonra o da vasallık yemini etmek durumunda kaldı. Radulphus Cadomensis, s.33-34, 40-41, Krş. Steven Runciman, I, s.116-117 89 24 da şimdi kendisinin (Godefroi kast ediliyor) (bugünkü işgalcilerinden) ele geçireceği tüm kentleri, ülkeleri ya da kaleleri imparatorun bu iş için göndereceği yüksek rütbeli subaya teslim edecekti.”92 Vasallık yemininin detaylarına girmemekle beraber bu anlaşmayı Haçlılar açısından alçaltıcı veya gerekli bulanlar vardı. Fulcherius, bu anlaşmanın gerekliliğini “Şu bir gerçektir ki imparatorla dostluk kurup yardımını almamış olsalardı bizler için bu yolculuğu yapmak bu kadar kolay olmazdı” diyerek dile getirmektedir93. Farklı bir bakış açısına göre ise Kutsal Toprakları kurtarmak üzere yola çıkmış bir orduyu Bizans’ın, kendi fetihlerinde bir aracı olarak kullanması ve bunun için de bağlılık yemini alması alçaltıcı bir durum idi. İtikadî ayrılıklar yaşayan bu iki toplum arasındaki husumet, bu yolla daha da derinleşmiştir denilebilir94. Fakat Haçlılaın arz ettiği tehlike ve yapılan anlaşmaları çiğnemeleri, imparatoru haklı çıkarmıştır. Vasallık yemininin ardından karşıya geçirilen Haçlıların ilk hedefi, Türkiye Selçuklu Devleti başkenti İznik oldu. Sultan Kılıç Arslan, bu sırada Malatya’yı kuşatmakta idi95 ve rivayete göre Drakon’da kazandığı zafere aldanarak Haçlılar hakkında yanılmıştı. Başkentinin kuşatıldığını haber alınca diğer Türk beylerinden de takviyeler alarak derhal yola çıktı. Fakat kuşatmayı yarıp şehre yardım edemeyince çekilmek zorunda kaldı. Şehrin, göl tarafından aldığı yardımlar Aleksios’un gönderdiği gemilerle kesilince zor durumda kalan Türkler, imparatorun temsilcisine teslim olmak zorunda kaldılar (19 Haziran 1097). Şehri yağmalayamayan Haçlılar, imparatora öfke duysalar da imparatorun yolladığı hediyelerle yeterince tatmin edildiler ve Kudüs yolculuklarına devam ettiler96. Anna Komnena, Alexiad, s.317, 322-323, Anonim Haçlı Tarihi, s.63-65, Vasallık yemini ve tarafların hukuki durumu için ayrıca Bkz. Guibert of Nogent, s.52-53, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2006, s.24 93 Fulcherius Carnotensis, s.64-65 94 Şerif Baştav, “Bizans ve Haçlı Seferleri”, s.61, Bizans’ın, Haçlıları ücretli askermiş gibi görmesi bir noktaya kadar anlaşılabilir. Fakat bu kadar kalabalık orduların gelişi, Aleksios’u Haçlılar konusunda uyarmıştır. Özellikle daha önce savaş verdiği Bohemond’un varlığı, onu özel tedbirler almaya sevk etti. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.91-92 95 Gülay Öğün Bezer’in değerlendirmelerine göre Türkiye Selçukluları, Güney Doğu politikalarını Haçlı tehlikesine rağmen devam ettiriyorlardı. Türkiye Selçuklu sultanlarının Büyük Selçuklularla olan ailevi rekabeti, Arslan Yabgu’nun esir alınmasına kadar uzanmaktadır. Bu uğurda Kutalmış, Süleymanşah ve Kılıç Arslan hayatlarını kaybetmişlerdi. Birinci Haçlı Seferi orduları geldiği sırada da Kılıç Arslan, Malatya’yı ele geçirmeye ve bir engeli daha ortadan kaldırarak Büyük Selçuklu Devleti aleyhine genişlemeye çalışıyordu. Bkz. Gülay Öğün Bezer, “Türkiye Selçuklularının Güneydoğu Siyaseti ve I. Haçlı Seferinin Bunun Üzerindeki Etkileri”, Türklük Araştırmaları Dergisi, XII, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2002, s.79-113 96 Anna Komnena, Alexiad, s.325-331, Fulcherius Carnotensis, s.65-67, Anonim Haçlı Tarihi, s.67-70, Albertus Aquensis, s.93-127, Guibert of Nogent, s.54-57, Ordericus Vitalis, III, s.93-98, Willermus, şehrin işgal tarihini 20 Temmuz 1097 olarak vermiştir. Willermus, I, s.168, Işın Demirkent, “İznik’in 92 25 Başkentini kaybeden Kılıç Arslan, Haçlıları Anadolu’da yakından takip etti. Daha önce Haçlıların geçeceği yerlerdeki hasadı tahrip ederek kuyuları zehirletmişti. Haçlıların ilerleyişi ve yiyecek bulmayı kolaylaştırmak için ayrı bölükler halinde hareket ettiklerinden habersiz olduğu bir anda Eskişehir (Dorylaion) yakınlarında Haçlı ordusuna saldırdı. Fakat diğer bölüğün yetişmesi neticesinde hem savaşı hem de hazinesini kaybetti (1 Temmuz 1097)97. Haçlıların Anadolu yolculukları açlık, susuzluk ve sıcaklar yüzünden oldukça zor geçmiş ve çok fazla kayıp vermişlerdir. Boşaltılmış olan Konya’da fazla oyalanmayan Haçlılar, Göksun yönünde ilerlemeye başladılar. Ana Haçlı ordusu, Maraş’ta bulunurken ordudan ayrılan Tankred ve Baudouin, Çukurova’da kısa süreli bir anlaşmazlık yaşadıktan sonra98 Baudouin, aldığı davet üzerine Urfa’ya yöneldi. Fulcherius, her ne kadar aklamaya çalışsa da Urfa hâkimi Thoros, Baudouin’in de dahli ile kendi halkı tarafından acımasızca öldürüldü ve Urfa’da ilk Haçlı Devleti kurulmuş oldu (10 Mart 1098)99. Bizans imparatoru, İznik’in zaptı ve Kılıç Arslan’ın Eskişehir Savaşı’nda yenilmesi üzerine bu durumdan faydalanarak Batı Anadolu kıyılarını ele geçirdi. İznik’te esir alınanlar arasında Çaka’nın kızı olan Kılıç Arslan’ın eşi de bulunmaktaydı. Haçlılar imparatorun, esirlere iyi muamele etmesine kızmışlardı fakat bir şey yapamadılar ve çaresiz yollarına devam ettiler. Aleksios, Haçlıların ayrılmasının ardından aralarında Çaka’nın kızının da bulunduğu esirlerle İzmir üzerine yürüdü ve bu esirleri de göstererek Çaka’nın oğlunun direncini kırdı. Bu sayede İzmir ve civarında tekrar Bizans hâkimiyeti sağlandı. Kılıç Arslan ise Orta Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldı100. Haçlılar Tarafından Kuşatılması (6 Mayıs-19 Haziran 1097)”, Haçlı Seferleri Tarihi MakalelerBildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul 2007, s.21-39, Aynı yazar, Haçlı Seferleri, s.29-33, Aynı yazar, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.24-28, Steven Runciman, I, s.137-139 97 Fulcherius Carnotensis, s.68-71, Anonim Haçlı Tarihi, s.71-74, Albertus Aquensis, s.131-137, Anna Komnena, Alexiad, s.332-333, Guibert of Nogent, s.57-60, Ordericus Vitalis, III, s.99-102, Radulphus Cadomensis, s.44-47, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.34-36, Aynı yazar, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.28-31, Steven Runciman, I, s.142-143 98 Bu konudaki en önemli kaynak, Gesta Tankredi’dir, Radulphus Cadomensis, s.57-70, Willermus, I, s.178-186, Anonim Haçlı Tarihi, s.75-78, Albertus Aquensis, s.141-161, Guibert of Nogent, s.61-62, Ordericus Vitalis, III, s.104-105, Steven Runciman, I, s.152-154 99 Fulcherius Carnotensis, s.72-76, Willermus ile Albertus da Baudouin’in, Thoros’un ölümüne engel olmadığını kaydetmekle Fulcherius’a uymuşlardır. Willermus, I, s.193-194, Albertus Aquensis, s.175-177, Urfalı Mateos, Baudouin’in, halk ile anlaşarak Thoros’u katlettiklerini yazmaktadır. Urfalı Mateos, Vakayiname, s.194-195, Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.11-12, Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, I, (1098-1118), TTK, Ankara 1990, s.7-38 100 Anna Komnena, Alexiad, s.336-339, Steven Runciman, I, s.148-149, Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.103, Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.32 26 Ana ordu, Eskişehir’den sonra Akşehir-Konya-Ereğli yolunu takip ederek Maraş ve Göksun101 üzerinden 20 Ekim 1097’de Antakya önlerine vardılar. Haçlılar, Antakya’ya ilerlediklerinde şehrin hâkimi Yağısıyân, gerekli hazırlıkları yapmış102 ve civardaki Müslüman emirlerden yardım istemek üzere oğullarını yola çıkarmıştı. Haçlıların Antakya kuşatması, açlık sıkıntısının zirveye ulaştığı dönemdir. Yaşanan açlığın etkisiyle orduda firarların çoğaldığı bir sırada Anna Komnena’ya göre Bohemod tarafından kandırılan103; Haçlı yazarlarına göre ihanet eden104 imparatorun temsilcisi Tatikios’un kuşatmadan çekilmesiyle sefer, yeni bir döneme girdi. Ordudan kaçan Blois kontunun, imparatoru yanlış yönlendirmesi ve Bizans ordusunun Antakya’ya herhangi bir yardımının dokunmaması ile Bohemond, planlarını uygulama fırsatı buldu105. Her ne kadar şehre yardıma gelen Müslüman emirler, henüz Antakya’ya ulaşamadan Haçlılar karşısında başarısız olmuşlarsa da106 Haçlı liderleri arasında bir uyum ve hedef birliğinden söz etmek de zordur. Genel taarruz önerisi, şehri kendi namına elde etmek isteyen Bohemond’un etkisiyle reddedilmişti. Çünkü Bohemond, İki Kız Kardeş Kulesi’nin muhafızı Fîrûz ile iletişim halindeydi. Fîrûz ile şehrin teslimi hususu, karara bağlandıktan sonra Bohemond; şehir, kimin gayretleriyle ele geçirilirse onun hâkimiyetinin Bizans kumandanı Tatikios’un rehberliğinde Anadolu yoculuklarına başlayan Haçlılar, Sakarya Köprüsü yanındaki Osmaneli (Lefke)’den geçip Eskişehir yakınlarındaki Dorylaion’dan (Şarhöyük) devam etmişler ve Eskişehir’in kuzeybatısındaki Sarısu Ovası’nda ordugâhlarını kurmuşlardır. Burada yaşanan savaşta Kılıç Arslan’ı yendikten sonra yollarına devam etmişler ve Akşehir üzerinden Konya’ya inmişlerdir. Tankred ve Baudouin’in, ordudan ayrılmasının ardından ana Haçlı ordusu, Ereğli’den sırasıyla Kayseri, Komana (Placentia), Göksun ve Maraş’tan geçerek Antakya Ovası’na indiler. Ebru Altan, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten, LXV / 243, TTK, Ankara 2001, s.573-575 102 Yağısıyân, şehrin etrafına hendekler kazdırmış ve bu işte ilk gün Müslümanları, ikinci gün Hıristiyanları kullanmıştı. Gün sonunda eş ve çocuklarını koruyacağına dair söz verdiği bu Hıristiyanları şehre almadı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.14, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.229, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.134 103 Anna Komnena’ya göre Bohemund, Antakya’ya sahip olmak için Bizans kumandanı Tatikios’u, kendisine bir suikast düzenleneceği yolunda ikna edip gönderdi ve Haçlı liderlerini de burçlardaki kumandanları kazanarak şehre sahip olmak fikrine inandırdı. Bunun üzerine Tatikios kuşatmadan ayrıldı. Anna Komnena, Alexiad, s.334-335 104 Anonim Haçlı Tarihi, s.91-92, Albertus Aquensis, s.311-313, Guibert of Nogent, s.72, Ordericus Vitalis, III, s.112-113, Joseph Francois Michaud, The History of the Crusades, I, İng. Trc. W. Robson, London 1881, s.135, Willermus, Tatikios’u hain ve hilekâr biri olarak tasvir etmektedir. Yazara göre Tatikios, kısa bir süre sonra yardımla döneceğine söz vererek Haçlıları aldatmış ve kuşatmadan ayrılmıştı, Willermus, I, s.218-220 105 Fulcherius Carnotensis, s.77-81, Blois kontunun, hastalığını bahane ederek İskenderun’a gitmesi, iyileştikten sonra geri dönmemesi ve ülkesine dönüş için yola koyulması, sıkıntılarla boğuşan Haçlı askerleri için kötü bir örnek teşkil etmiştir. Bu yüzden liderler, ordudan kopmaları önlemek için önlemler almaya başladılar. Willermus, I, s.239-240, Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, s.655-656 106 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.134, Anonim Haçlı Tarihi, s.93-95, Willermus, I, s.225-227, Yağısıyân’ın yardımına koşan Dukak, Cenâhü’d-Devle ve Tuğtigin, el-Bara mevkiinde cereyan eden savaşta ağır kayıplar vererek ülkelerine dönmek zorunda kaldılar (31 Aralık 1097). Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), Marmara Üniversitesi Yay., İstanbul 1985, s.12, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.247-248, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.846 101 27 tanınması konusunda Haçlı liderlerini ikna etti. Raymod’un itirazları, Musul valisi Kürboğa’nın yaklaşmakta olduğu haberleri ile etkisini kaybetti ve şehir 3 Haziran 1098’de ihanet yoluyla ele geçirildi. Vali Yağısıyân, şehri terk etmiş ve bir dağ yamacında atından düşerek yaralanmıştı. Muhafızları tarafından ölüme terk edilen Yağısıyân’ın başı, orada odun kesmekte olan bir Ermeni tarafından Haçlı liderlerine getirildi107. Kürboğa’nın, Antakya’yı işgal eden Haçlıları kuşatmasında Müslüman emirler arasındaki rekabet ve anlaşmazlıklar ön plana çıkar. İslam kaynakları, Kutsal Mızrağın bulunmasıyla moralleri düzelen ve Müslümanlarla savaşmak için şehirden çıkan Haçlılara hemen bir saldırı düzenlememesi konusunda Kürboğa’yı eleştirirler. Buna göre Haçlıların tamamını yok etmek isteyen Kürboğa, Haçlıların şehirden tamamen çıkmasını bekledi. Fakat Kürboğa, Müslüman emirlerden bazılarının ordudan ayrılması sorasında Haçlı ordusu karşısında duramadı ve bozgun halinde çekilmek zorunda kaldı. Kürboğa’nın yenilgisi, Haçlıların Antakya’daki hâkimiyetini tasdik etti ve burada dinlenen Haçlılar, bir müddet sonra Kudüs yolculuklarına devam ettiler108. Haçlıların Antakya kuşatması, konumuz açısından özellikle önemlidir. Öncelikle Haçlı zihniyeti konusunda ipuçları verir. Haçlıların, Doğu Hristiyanlarına yardım etmekten çok, buralarda kendi devletlerini kurmak azminde oldukları, Urfa’da kurulan Haçlı kontluğu ile açığa çıkmıştı. Antakya’nın zaptı ile de anlaşmalara uymadıkları ve dini duyguların, seferde o kadar da etkili olmadığı anlaşıldı. Şehrin imparatora teslim edilmeyişi, Haçlı-Bizans ilişkilerine yön verirken Fâtımî-Haçlı ilişkilerinin de Antakya kuşatmasında başladığı bilinmektedir. Fâtımî Devleti (910-1171) 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye’de hüküm süren Fâtımî Devleti’nin kurucuları, 109 dayandırmaktadırlar soylarını Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma’ya . Şîî inanca sahip olmalarından dolayı Abbasi halifeliğinin etki Antakya’nın, Haçlılar tarafından zaptı konusunda hemen bütün kaynaklarda tafsilatlı bilgi bulunmaktadır. Fulcherius Carnotensis, s.82-83, Anonim Haçlı Tarihi, s.95-106, Willermus, I, s.249-260, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.134-136, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.14-15, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.229-230, Albertus Aquensis, s.285-287 ve öncesi, Guibert of Nogent, s.81-85, Ordericus Vitalis, III, s.120-126, Radulphus Cadomensis, s.92-94, Abû'l-Farac, II, s.339-340, Steven Runciman, I, s.179-180 108 Fulcherius Carnotensis, s.85-90, Kürboğa ile yapılan savaşın en tafsilatlı anlatımı Anonim Gesta’da bulunmaktadır. Anonim Haçlı Tarihi, s.107-133, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.15-16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.230-231, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136, Albertus Aquensis, s.313 ve devamı, Willermus, I, s.293-296, Ordericus Vitalis, III, s.137-142, Radulphus Cadomensis, s.102-108, Abû’l-Farac, II, s.340, Steven Runciman, I, s.189-191, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.248-249 109 Devleti kuran hanedanın, soylarının Hz. Fatıma’ya dayandığını iddia etmeleri sebebiyle bu devlete Hz. Fatıma’ya atfen Fâtımîler Devleti; Şîî oldukları için ed-Devlet el-Aleviyye ve kurucusu Ubeydullâh elMehdî’ye atfen de ed-Devlet el-Ubeydiyye denilmiştir. Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.13, Fâtımîlerin nesebinin Hz. Fâtıma’ya dayanmadığı, Sünnî yazarların eserlerinde belirtilmektedir. Bu görüşe 107 28 alanından uzakta, Kuzey Afrika’da yapılanmasını tamamlayan Fâtımîler110, yönetim merkezlerini Mısır’a taşımışlar ve zamanla Suriye’nin bir kısmını ele geçirerek Sünnî İslam dünyası ile devamlı mücadele halinde olmuşlardır. Fâtımî Devleti’ni karakteristik özelliklerine göre üç dönemde incelemek mümkündür. İlk dönem kuruluştan hilafet merkezinin Mısır’a nakline kadarki dönem (909-973); ikincisi Mısır hâkimiyetinden başlayıp el-Mustansır’ın ölümüne kadar süren dönemdir (973-1094). Çalışma konumuzu oluşturan son dönem ise el-Mustansır’ın ölümünden başlayıp yıkılışa kadar devam eder (1094-1171). Bu dönemin en önemli özelliği, el-Mustansır döneminde başlayan “Vezirler Asrı”nın devam etmesi ve devlete vezirlerin hâkim olmasıdır111. Kuruluş döneminin en belirgin şahsiyeti, Ebû Abdullah eş-Şîî’dir. Kendisi, kuruluş için gerekli alt yapıyı hazırlamasına ve Ubeydullâh el-Mehdî’yi hapis bulunduğu Sicilmasa’dan kurtarıp halifeliğinde önemli rol oynamasına rağmen kuruluştan bir süre sonra ortadan kaldırılmıştır112. el-Mehdî dönemi, devletin var olma mücadelesi verdiği yıllardır ve bu yeni oluşuma karşı pek çok isyan olmuştur. el-Mehdî, bu tehlikelerden emin olmak için inşasına başladığı Mehdiyye şehrine Şubat 921’de taşındı ve böylece devletin donanmaya olan ihtiyacı ortaya çıktı. Donanmanın teşkiliyle devlet, zamanla Akdeniz’de de etkili olmaya başladı113. Devletin temel politikasının Kuzey Afrika’da yerleşip kalmak olmadığı anlaşılmaktadır. Daha ilk Fâtımî halifesi el-Mehdî döneminden itibaren devletin doğuya nakli düşüncesi hep var olmuştur. Yani İslam dünyasının liderliği konusunda iddia sahibi olmaları Fâtımîleri, İslam dünyasının merkezinden uzakta durmaktan alıkoymaktaydı. Fâtımîlerin Mısır’a yerleşme düşünceleri, el-Mehdî zamanında ortaya çıkmış ve bu dönemde Mısır’a iki başarısız sefer düzenlenmişti114. Bu girişimler, Abbâsîlerin Mısır’ı takviye etmesiyle sonuçlansa da Fâtımîler bu hedeflerinden vazgeçmediler. el-Kâim göre devletin kurucusu Ubeydullâh el-Mehdî’nin, Meymûn el-Kaddâh adında bir Yahudi’nin soyundan olduğu ileri sürülmektedir. Buna karşılık Fâtımîlerin nesebinin sahih olduğunu kabul eden tarihçiler de bulunmaktadır. Bkz. Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, Çağ Yayınları, İstanbul 1987, s.79-96, Nihat Yazılıtaş, Fatımi Devleti Tarihi, s.13-14, Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler”, DİA, XII, İstanbul 1995, s.228-229 110 Bkz. Neşet Çağatay, “Fatımiler Devleti’nin Kuruluşu ve Akideleri”, AÜİFD, VIII, Ankara 1958-1959, s.63-77, Aydın Çelik, “Fâtımîler Devleti’nin Kuruluşu”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15/2, Elazığ 2005, s.433-453 111 Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.13 112 Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.16-29, Hasan İbrahim Hasan, “Fatımiler”, DGBİT, V, s.112115, Eymen Fuâd Seyyid, “Fatımiler”, DİA, XII, İstanbul 1995, s.229 113 Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.35-36 114 Nihat Yazılıtaş, “Mısır’ın Fâtımîler Tarafından Ele Geçirilmesi”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Reşat Genç Özel Sayı, 29, Ankara 2009, s.414-415, Aynı yazar, Fâtımî Devleti Tarihi, s.36-38, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.125-127 29 zamanındaki Mısır seferi de yine ilk ikisi gibi başarısız oldu. Bu arada Mısır’ın Abbâsî valisi Muhammed b. Tuğc el-Ihşid, 938’de Fâtımî-Abbâsî rekabetinden yararlanarak hâkimiyetini ilan etmiş ve Mısır’da yeni bir devlet kurulmuştu.115. el-Kâim’den sonra halifelik makamına gelen el-Mansûr, uzun süredir devam eden Ebû Yezîd isyanı ile meşgul olduğundan Mısır’a sefer düzenlenemedi. Fâtımîlerin Mısır’ı ele geçirme uğraşları, elMu’izz zamanında sonuç verdi. Fâtımî komutanı Cevher, görevlendirildiği bu işi, tamama erdirdi ve Mısır’da Ihşidî hâkimiyetine son vererek Fâtımîler devrini başlattı116. Mısır gibi zengin bir ülkenin ele geçirilmesiyle Fâtımîler, Suriye-Filistin bölgesinde etkin olmaya başladılar. el-Musta’lî Billâh’a kadarki dönemde Fâtımî halifelerinin; Filistin ile Suriye sahil şehirleri için mücadeleleri ve Abbâsîlerle İslam dünyasının liderliği için rekabetleri öne çıkan olaylardır. Burada konumuzu yakından ilgilendiren bir Fâtımî halifesinden, elHâkim’den kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Aklî dengesinin yerinde olmadığı yorumlarına sebep olacak davranış ve uygulamalarıyla Fâtımî Tarihi’nde özel bir yeri olan el-Hâkim döneminde el-Kumâme Kilisesi’nin yıkılması (1009), Haçlı Seferleri döneminde sıkça başvurulan propaganda malzemelerinden olmuştur. Hıristiyan kutsal mekânlarının tahribi ve Hıristiyanların takibata uğradıkları yönündeki saldırıların temeli de bu olaya dayandırılmakta ve Haçlı Seferlerine bir kutsallık, bir haklılık kazandırılmaya çalışılmaktadır. el-Hâkim’den sonraki dönemler için de İslam hâkimiyetindeki Doğu Hıristiyanlarının zulme uğradıkları dillendirilmekle beraber, el-Hâkim dönemi bu iddialara temel oluşturmaktadır117. İncelediğimiz dönemden önceki son halife el-Mustansır dönemi, Fâtımî Tarihi’nde Vezirler Asrı’nın118 başlangıcıdır. Bu dönemde devletin, dâhili karışıklıklar ve ekonomik sıkıntılarla mücadele ettiği görülmektedir. Fakat el-Mustansır döneminin en belirgin yanı Kâzım Yaşar Kopraman, “Ihşidîler”, DGBİT, VI, Çağ Yayınları, İstanbul 1987, s.199-202, Nihat Yazılıtaş, “Mısır’ın Fâtımîler Tarafından Ele Geçirilmesi”, s.415, aynı yazar, Fâtımî Devleti Tarihi, s.5051 116 Nihat Yazılıtaş, “Mısır’ın Fâtımîler Tarafından Ele Geçirilmesi”, s.415-420, Kâzım Yaşar Kopraman, “Ihşidîler”, DGBİT, VI, s.212-213, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.137-139 117 el-Hâkim, birbiriyle çelişen uygulamalarıyla dikkat çekmektedir. Onun koyduğu yasaklar ve uygulamalardan hem Müslümanlar hem de Gayri Müslimler nasibini almıştır. Bkz. Nihat Yazılıtaş, “İlginç Kişiliği İle VI. Fâtımî Halifesi El-Hâkim Bi-Emr Allah (996-1021)”, İSAR, (Prof. Dr. Ramazan Şeşen Armağanı), İstanbul 2005, s.233-246, Aynı yazar, Fâtımî Devleti Tarihi, s.143-148 118 Bu dönemde yaşanan ekonomik krize Türkler ile diğer unsurların çatışması da eklenince istikrar yok olmuştu. Bu durumda el-Mustansır, Akkâ valisi Bedrü’l-Cemâlî’yi davet ederek devlet işlerinde onu etkin kıldı. Yeni Fâtımî veziri ile Türklerin gücü, önemli ölçüde kırılırken halife de vezirin gölgesinde kalmaya başladı. Bu durum, devletin yıkılışına kadar devam edecektir. Abdülkerim Özaydın, “Bedr el-Cemâlî”, DİA, V, İstanbul 1992, s.330, Eymen Fuâd Seyyid, “Fatımiler”, DİA, XII, s.231, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.176-180, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.204-207 115 30 Selçukluların yükselişi ve Sünnî İslam dünyasının hamisi haline gelmeleridir. Tuğrul Bey’in 1055’te Bağdad’a girerek Abbâsî halifesine itibarını iadesi ve sonrasında “Doğunun ve Batının Sultanı” ilan edilmesiyle başlayan bu dönem, Alp Arslan döneminde Malazgirt’te Bizans’ın ezilmesiyle devam etmiştir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri de – ki bunu Ermeni-Bizans çatışması kolaylaştırmıştır- bu zaferin sonrasındadır119 ve Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla Anadolu’nun vatan haline gelişi, Bizans tarafından da tanınmıştır. Bu bağlamda Türkiye Selçukluları, Haçlı Seferleri tarihinde en etkin Türk devletlerinden biri olacak ve ilk savaşları vereceklerdir. Fâtımîler, yönetim merkezlerini Mısır’a taşıdıktan sonra Abbâsî halifesinin hâkimiyet alanına nüfuz etmeye başladılar. Nihâî emelleri olan Abbâsî Hilafeti’ne son vermek kabilinden faaliyetlerinde kısa bir dönem, Arslan el-Basasirî vasıtasıyla Bağdad’da Fâtımîler adına hutbe okutuldu. Arslan el-Basasirî’nin hareketini, Fâtımîlerin dahlinin de bulunduğu Tuğrul Bey’in anne bir kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanı kolaylaştırmıştı. İbrahim Yınal’ın isyanını bastıran Tuğrul Bey, böylece Abbâsî halifeliğine zaman ayırabildi ve Fâtımî halifesi adına okunan hutbeye son verdi120. Bahsedilen dönemde Atsız’ın faaliyetleri önem arz eder121. Türkmen Beyi Uvakoğlu Atsız, 1071’de Remle ve Kudüs’ü, 1076’da da Dımaşk’ı ele geçirdikten sonra Mısır üzerine yürüdü. Aralık 1076’da Mısır’a ulaşan Atsız, 19 Şubat 1077’de 5 bin kişi ile çıktığı 30 bin kişilik Fâtımî ordusu karşısında tutunamadı ve Dımaşk’a çekilmek zorunda kaldı. Tutuş’un, Atsız’ı 1079’da ortadan kaldırmasıyla mezkûr yerler, Tutuş’un hâkimiyetine girdi ve 1085’te Artukoğullarına ikta edildi. Ancak Haçlıların, Suriye-Filistin bölgesine gelmelerinden önce Kudüs’te tekrar Fâtımî hâkimiyeti sağlandı.122. Fâtımî veziri Bedrü’l-Cemâlî ve sonrasında el-Mustansır’un ölümleriyle Fâtımî tarihinde yeni bir dönem başlamış ve el-Musta’lî’nin hilafetiyle beraber Fâtımîler, itikadî Bkz. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ötüken, İstanbul 2005, s.134-136, 178-187, Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.27 120 Bkz. Süleyman Genç, “Selçuklu Tarihinde İbrahim Yınal İsyanı Ve Onun Fâtımî Arka Planı”, DEÜİFD, XXXI-2010, s.9-48 121 Fâtımî halifeliğine son vererek Mısır’ı ele geçirme düşüncesi, Tuğrul Bey’den beri var olan bir plandı. Mısır’ın ele geçirilmesi ile İslam dünyasının bütünlüğü sağlanmış olacaktı. Alp Arslan döneminde Atsız’ın Kudüs ve Remle’yi fethi ile önemli bir adım atılmış fakat sonraki dönemde Atsız, Mısır’da yenilgiye uğrayarak çekilmek zorunda kalmıştı. Buna rağmen Atsız, Suriye ve Filistin bölgesinde hâkimiyeti büyük oranda ele geçirmişti. Fakat Tutuş ile olan mücadelesinde öldürülmesi ile bu girişimler sekteye uğradı ve Mısır’ın ele geçirilmesi planı da tamamen sona erdi. Salim Koca, “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, XXII, Konya 2008, s.1-37, Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK, Ankara 1998, s.233-238 122 Atsız’ın faaliyetleri için Bkz. Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.64-66, 74-78, Aynı yazar, Ünlü Selçuklu Komutanları-Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara 2011, s.35-36, 41-42 119 31 bir bölünme yaşamışlardı. Bunun hemen akabinde başlayan Haçlı Seferleri döneminde Haçlılara karşı etkili bir mücadele verilememiş ve Haçlılar, Fâtımî şehirlerini işgale başlamışlardır. el-Musta’lî Billâh döneminde vezir el-Efdâl’in mutlak hâkimiyeti söz konusudur ve Haçlılara karşı mücadeleyi de o yürütmüştür. Tartışmalı bir konu olmakla beraber el-Efdâl’in, Haçlılarla Sünnî İslam dünyası aleyhine anlaşmaya çalışması en çok eleştirilen yanıdır. Onun, Haçlı Seferlerinin mahiyetini anlayamamış olması bunda etkili olmakla beraber bu durum, tüm İslam dünyası için de geçerlidir. Tarihçilerin değerlendirmesine göre, Müslümanlar, Haçlıları doğuda ilk defa gördüklerinde bunu, rutin bir Bizans seferi, Haçlıları da Bizans’ın ücretli askerleri zannetmişlerdi. Yani doğu sınırında Bizans, faaliyet halindeydi ve durumun geçici olacağı düşünülmüştü. Müslümanlar, Haçlılar doğuda yerleşmeye başlayınca durumun vahametini kavrayabildiler fakat bu noktadan sonra da etkin bir mücadele, uzun bir süre için verilemedi123. Fâtımîlerin, Haçlıların doğuda yerleşme niyetinde olduklarını diğer Müslüman devlet veya emirliklerden daha önce idrak ettikleri görülür. Çünkü Antakya’yı ele geçiren Haçlılar doğrudan, Fâtımî hâkimiyetinde olan Kudüs’e yönelmişlerdi. Kudüs’ün işgal edildiği yıl başlayan Fâtımî-Haçlı mücadelesi, bu tarihten sonra devamlılık göstermiştir. Haçlıların, Fâtımî hâkimiyetindeki Suriye-Filistin şehirlerini devamlı surette tehdit etmeleri, Fâtımîleri de önlem almaya sevk etmişti. Fakat Fâtımî şehirlerinin birbiri ardından zapt edilmesi, Fâtımîlerin, Haçlılarla mücadelelerinde ne derece başarılı olduklarını sorgulamayı gerektirmektedir124. Haçlılarla sınırı bulunan küçük hanedanlar ile emirliklerin, Haçlılara karşı daha dirençli oldukları görülmektedir. Ancak bunların, kendi aralarındaki rekabet ve tâbîî bulundukları Abbâsî ve Selçuklulardan yeterince destek görmemeleri, onların mücadelesini de sınırlamıştır. Haçlıların birçok defa Filistin’e yaptıkları seferler, Bizans’a yardım olarak lanse edilmiştir. Bu yüzden Haçlılar, Doğu’da ilk göründüklerinde Müslümanlar, genelde tepkisiz kaldılar. Müslümanları etkileyen ve bir reaksiyona sevk eden, Haçlıların Doğu’da yerleşmeleri oldu. Yani Doğu’ya gelen Franklar, başlangıçta Bizans’ın ücretli askerleri, bu sefer de rutin bir Bizans seferi olarak algılanmıştı. Claude Cahen’in değerlendirmesine göre Haçlıları Doğu Hıristiyanları da Bizans’ın askerleri sanmışlardı. Bizans, zaman zaman sefer düzenler fakat uzun süreli sonuçlar alınmazdı. Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.93, Aynı yazar, “İslam ve Haçlılar”, s.1045, 1048, Eymen Fuâd Seyyid, “Efdal bin Bedrü’lCemali ve Fatımilerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, Haçlı Seferlerinin 900. Yıldönümünde Selâhaddîn-i Eyyûbî Sempozyumu (23-24 Kasım 1996 Diyarbakır), Diyarbakır 1997, s.144, 124 Tarihçiler, el-Efdâl’i Haçlılara karşı etkili bir mücadele vermemekle suçlamaktadırlar. İlk olarak onun Haçlılarla Selçuklular aleyhine ittifak denemeleri, eleştirilerin çıkış noktası olmuştur. el-Efdâl’in, büyük bir orduya sahip olduğu halde Haçlılara karşı bu orduyu kullanmayışı ve Suriye sahil şehirlerini Türklerin elinden alıp bunları korumak konusunda gayret göstermeyişi de bir başka eleştiri kaynağıdır. Abdülkerim Özaydın, “Efdal b. Bedr el- Cemâlî”, DİA, X, İstanbul 1994, s.452, Yusuf Derviş Gavanime, “el-Efdal b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü”, Trc. Abdülkerim Özaydın, TD, XIII, (Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Hatıra Sayısı), İstanbul 1987, s.154 123 32 Haçlı Seferleri başladığı sırada Selçuklu Devleti, saltanat mücadeleleri ile sarsılmaktaydı. Melikşah’ın 1092 yılında vuku bulan ölümünden sonra Muhammed TaparBerkyaruk mücadelesi125 başlamış ve siyasi otoritenin kaybolduğu bu dönemde Büyük Selçuklu Devleti’nin Haçlılara müdahalesi, 1110 gibi geç sayılabilecek bir tarihte olmuştur126. Zira bu tarihte doğuda dört Haçlı Devleti ve birkaç prenslik kurulmuş bulunuyordu. Bu dönemde Selçuklu Devleti’ne bağlı emirler ile Abbâsî-Fâtımî mücadelesinden yararlanarak bağımsızlıklarını devam ettiren küçük hanedanlar, Haçlılara karşı savaşmışlarsa da etkili mücadeleler için Aksungur el-Porsukî, Mevdûd, Belek, Tuğtigin, İmâdeddîn Zengî, Nûreddîn Mahmûd ve Selâhaddîn Eyyûbî gibi güçlü devlet adamlarını beklemek gerekecektir. Çalışmamızın konusunu oluşturan Fâtımî-Haçlı ilişkileri, Haçlıların Antakya’yı kuşatmaları ile başlamıştır. Yukarıda ifade edildiği üzere Fâtımîlerin, Sünnî İslam dünyasına karşı Haçlıların yardımını sağlama düşüncesiyle başlayan ilişkiler, Haçlıların hedefinin Kudüs olduğu anlaşılıncaya kadar olumlu bir seyir izledi. Kudüs’ün işgali ve Haçlıların burada vahşet sergilemeleri üzerine de mücadele dönemine girildi. el-Efdâl’in bizzat komutanlık ettiği ilk Fâtımî-Haçlı Savaşı olan Askalân Savaşı (1099), Fâtımîlerin hezimetiyle sonuçlanınca bundan sonraki savaşların komutası, Fâtımî emirlerine tevdî edildi. 1124’te Sûr şehrinin, 1153’te de Askalân’ın kaybı ile yeni bir dönem başladı ve Mısır hâkimiyeti için Zengîler ile Haçlıların mücadelesi Fâtımî Devleti’nin sonunu getirdi. Bölgenin Siyasi ve Coğrafi Durumu Haçlılar doğuya geldikleri sırada bölgenin siyasi yapısına bakıldığında üç önemli güç, diğerlerine göre daha etkin idi: Türkiye Selçuklu Devleti, Abbâsî Halifeliğini korumasına alan Büyük Selçuklu Devleti ve bunların rakibi Fâtımîler Devleti. Selçuklular 1040 yılında Gaznelilere karşı kazandıkları Dandanakan Savaşı sonrasında devletlerini kurmuşlar ve fetihlerine hız vermişlerdi. Zamanla Şîî Büveyhîlerin tahakkümünde zor günler yaşayan Abbâsî Halifeliğinin hamisi durumuna gelen Selçuklular, 1055 yılında Bağdad’a girerek Sünnî İslam Dünyasının güvencesi oldular. Fâtımîlere karşı SuriyeFilistin bölgesine müdahale etmeye başlayan Selçuklular, Bizans aleyhine de topraklarını Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468-511/ 1105-1118), TTK, Ankara 1990, s.12-37, Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s.225-231 126 Büyük Selçuklu sultanının Haçlılara karşı yolladığı ordular ve mücadeleleri için Bkz. Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468-511/ 1105-1118), s.87-138, Aynı yazar, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2001, s.92-111, Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s.291-295 125 33 devamlı surette genişlettiler. 1071 Malazgirt Savaşı ile Bizans’a ağır bir darbe indiren Selçuklu Devleti, bu tarihten sonra Anadolu’ya devamlı sürecek olan bir Türkmen yerleşmesinin önünü açtı. Kutalmış’ın oğullarının Anadolu’daki fetihleri kısa sürede burada Büyük Selçuklulara tabi yeni bir devleti ortaya çıkardı. Bizans başkentinin yanı başında İznik’i merkez edinen Türkiye Selçukluları, Haçlılar geldikleri sırada onları ilk karşılayan ve mücadele veren devlet oldular127. Türkiye Selçuklu sultanı Süleymanşah’ın, 1085 yılında Antakya’yı fethi, Bizans’ın prestijine ağır bir darbe vurdu. Onun Antakya’yı ele geçirmesi, Bizans’a bağlılıkları tam olmayan tabi Ermenilerin tutumuyla alakalı idi. Ermeniler ile Bizans arasındaki itikadî farklılıklar, Ermenilerin çoğu zaman Türk ve Müslüman hâkimiyetini tercihleriyle sonuçlanıyordu. Doğu Hıristiyanları olarak bahsedebileceğimiz Süryânîler ve diğer grupların durumları da ilkinden pek farklı değildir. Bölgenin Türk ve Müslüman unsuru arasındaki çatışmalar ise bölgedeki Haçlı yerleşmesine daha büyük katkılarda bulundu. Haçlı Seferlerinin hemen öncesinde bölgede Tutuş, etkin bir konumdaydı. Onun Büyük Selçuklu sultanlarıyla olan rekabeti, nihayet ölümüyle sonuçlanınca oğulları Rıdvan ile Dukak, Haleb ve Dımaşk merkezli iki ayrı meliklik kurdular. Bu iki kardeşin çatışması ve bu duruma bölgenin diğer hâkimlerinin katılımı, Haçlılar Anadolu’yu kat ederken hala devam etmekteydi. Bu çatışmanın büyük ölçekte Sünnî İslam dünyasına yansımaları ise daha tehlikelidir. Zira Rıdvan’ın, Fâtımîler adına hutbe okutarak kardeşi Dukak’a karşı elini güçlendirmek istemesi Artukoğlu Sökmen ve Antakya valisi Yağısıyan’ın telkinleriyle nihayet bulmuştu. Türkiye Selçuklu sultanı Kılıç Arslan’ın güney doğuya nüfuz etme mücadelesi, Haçlılar, Anadolu’ya geçtiklerinde devam ediyordu. Haçlılar, başkent İznik’i kuşattıklarında Kılıç Arslan, Malatya’yı kuşatmakla meşguldü. Bu meşguliyet, Haçlılara zamanında müdahale edememesi ve başkentini kaybetmesi ile sonuçlandı. Danişmendliler ve Artuklular da bu sırada bölgede etkinliklerini sürdüren diğer yapılardı. Ermeni ve Süryânîler, İslam hâkimiyetinde gayet rahat bir hayat sürmelerine karşın Haçlıları bir kurtarıcı addettiler ve derhal işbirliğine başladılar. Doğuda kurulan ilk Haçlı Devleti olan Urfa Haçlı Kontluğu da Doğu Hıristiyanlarının Haçlılardan beklentilerinin bir sonucu oldu. Fakat Haçlıların, kendilerine yardımdan ziyade onları hâkimiyetlerine alma düşünceleri kısa sürede anlaşıldı ve bu Hıristiyanlar, Haçlı zulmü ile karşı karşıya kaldılar. 127 Bkz. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.33 vd. 34 Fakat bir arada yaşama zorunluluğu, Haçlıları Doğu Hıristiyanlarına daha esnek davranmaya mecbur etti128. Zamanla doğunun siyasetine yeni unsurlar da eklendi. Bunlar Haçlılara denizden destek veren ve bu yardımlarına karşılık Haçlı devletlerinden imtiyazlar elde eden İtalyan şehir devletleri idi. Fâtımîler Mısır’a, Filistin bölgesine ve Suriye sahil şehirlerine hâkim, coğrafyanın en güçlü siyasi yapılarından biri idi. Nihai hedefleri Bağdad’ı ele geçirip Abbâsîlere son vermek olan Fâtımîler, çalışma konumuzu teşkil etmekle beraber onların öncelikleri daha farklıydı. Sünnî İslam dünyasında bir çatışma vaki idi fakat Fâtımîlerin girişimleri, Haçlılar karşısında daha tehlikeli sonuçları ortaya çıkarabilirdi. Onların Selçuklulara karşı Haçlılarla anlaşma çabaları bu bağlamda Haçlıların işini kolaylaştıracaktı. Fakat Haçlıların, doğrudan Fâtımî hâkimiyetindeki yerleri hedef almaları bu düşünceyi boşa çıkardı. Fâtımîlere bağlı yapılar da bundan pek farklı bir görünüm arz etmez. Bunlardan Trablus hâkimleri (ve Trablus’a bağlı Cebele), bazen Abbâsîler adına bazen de Fâtımîler adına hutbe okutarak değişken bir siyaset izlemişler ve bağımsızlıklarını devam ettirmişlerdi. Bahsedilen yapılar, Haçlılarla anlaşıp hediyeler sunmak suretiyle bir dereceye kadar Haçlıların zararından da emin oldular. Bölgenin coğrafi yapısına baktığımızda coğrafyanın Haçlılar için güçlük arz ettiğine şahit oluruz. Zira Haçlılar özellikle Anadolu yolculuklarında dağlık, sarp alanda ilerlemek konusunda sıkıntı yaşamışlar ve alışık olmadıkları aşırı sıcaklarda kendileri ve binekleri telef olmuşlardı. Haçlıların işlerini, Kılıç Arslan’ın yiyecek maddelerini tahrip edip kuyuları zehirlemesi de zora sokmuştu. Anadolu gibi geldikleri Suriye-Filistin bölgesi de dağlık bir alandı. Bölgenin bu yapısı Haçlıların hareketini son derece kısıtlamıştır. Antakya, Asi Nehri’nin suladığı verimli bir ovada yer almaktadır. Kaynakların belirttiğine göre Haçlılar, Antakya önlerinde bol yiyecek bulmuşlar fakat stok etmedikleri için kuşatmanın ilerleyen zamanlarında kıtlık yaşamışlardı. Süveydiye limanına gelen Cenovalıların erzak yardımında bulunmaları o an Haçlılar için paha biçilmez bir yardım oldu. Ancak bu noktada uzun süre eksikliği hissedilecek bir sorun daha gündeme gelmektedir ki o da deniz gücünün var almayışıdır. Antakya’yı ihanet yoluyla ele geçiren ve burada bir prinkepslik kuran Haçlıların Kudüs yolculuğunda açlık sıkıntıları devam etti. Bu da bir noktaya kadar geçtikleri şehirlerin hâkimlerinin pazar imkânı sunmalarıyla bir çözüme kavuşturuldu. Daha içeride 128 Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, s.233 35 yer alanlar hariç olmak üzere Haçlıların geçtikleri sahil şehirlerinin hemen hemen tamamı Fâtımî hâkimiyetinde idi. Bu durumda Haçlılar, uzun süre donanmanın eksikliğini hissettiler. Fakat bir süra sonra Venedik ve Cenevizlilerin donanmalarıyla Haçlılara katılması, Fâtımî şehirlerinin hızlı bir şekilde zaptına yardımcı oldu. Limanlar, bu durumda önem kazanmaktadır. Yafa; Kudüs ve Remle’nin limanı konumundadır ve henüz 1099 yılında Haçlıların eline geçmiştir. Fakat limanın sığ ve rüzgâr etkisine açık oluşu, kullanımını sınırlandırıyordu. Hemen sonrasında ele geçirilen Hayfa limanı daha derin olmakla beraber o da rüzgâra açık idi. 1104 yılında ele geçirilen Akkâ, bu bakımdan en kullanışlı limana sahip olmakla Haçlılara önemli bir hareket üssü olmayı uzun süre devam ettirdi. Sahilin orta kısımlarında yer alan Trablus ele geçirilince bağlı yerleşimlerle beraber Haçlı arazisine bir genişlik kazandırdı. Trablus limanı da bu bağlamda önemli bir kazanç oldu. Limanların ekonomik yönü önemlidir. Akkâ, hacıların ulaşımda tercih ettikleri bir yer olmakla beraber geniş ve emniyetli limanı hacı ve mal taşıyan büyük gemilere de açıktı. Limanın uygun durumu, burada canlı bir ticareti ortaya çıkarıyordu. Aynı şekilde 1124’te ele geçirilen Sûr’un limanı özellikle güvenli oluşuyla ön plana çıkar ve bu durum, hem askeri hem ticari hayat için son derece önemlidir. Yafa’nın durumu biraz daha farklıdır. Kudüs’e yakınlığı nedeniyle hacıların canlı tuttuğu bir yerdir ve ticari hayatta da bunun etkileri görülmektedir129. Sûr ve Askalân, Haçlılara en uzun süre direnen şehirler oldular. Bir hareket ve gerektiğinde sığınma noktası olmakla bu iki şehirden Haçlılara karşı mücadele sürdürüldü. Sûr’un 1124’te düşmesinin ardından Askalân, tek Müslüman şehri olarak kaldı. Askalân’ın ele geçirilmesinde bölgede inşa edilen kaleler etkili olmakla beraber, Suriye-Mısır yolunda yer alan Gazze’nin yaptığı katkı büyük oldu. Askalân’ın zaptı ise Haçlılara artık Mısır yolunun açıldığını haber veriyordu. Suriye-Mısır ticaret yolunu kontrol altına almak için inşa edilen Şevbek Kalesi, sonrasında Cezîretül-Firavun denen mevkiye başka bir kale daha yapılması Haçlıların uzun vadede hedeflerinin bir yansıması idi. Askalân’ın zaptı ile de genişleme imkânı kalmayan Haçlılar, Mısır’a yöneldiler. Mısır, zengin ve stratejik bir ülkedir. Burayı birbirlerine kaptırmamak için Zengîler ile Haçlılar arasında başlayan mücadeleden Zengîler galip çıktılar. Örneğin İskenderiye limanına sahip olmak demek ticari alanda çok önemli bir konuma sahip olmak anlamına 129 W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s.189-190 36 geliyordu. Keza Dimyât için de aynı durum geçerlidir ki Mısır’ın kapısı olarak gördükleri Dimyât, Haçlı-Bizans birleşik ordusu tarafından kuşatılacaktır. Mısır’ın konumu ve zenginliği kadar önemli olan bir başka husus da buranın Sünnî İslam’a kazandırılmasıdır. Zira burada Zengî hâkimiyeti ile itikadi bir bütünlük sağlanmış ve Haçlılar adeta çembere alınmıştır. Bölgenin diğer yerleşimlerine gelince bunlardan Urfa, Haçlıların ilk ele geçirdikleri yerdir. Antakya ile beraber, Haçlıların güvenliğini temin eden yerdir. Zira Haçlılar, Kudüs’e devam ederken Urfa ve Antakya hâkimleri, buralarda hâkimiyetlerini sağlamlaştırmak zorunluluğunu dile getirerek bu iki şehirle meşgul olmuşlar ve hac görevlerini daha sonra yerine getirmişlerdi. Bu iki şehir, Haçlıların ileri-geri hareketlerinde en önemli yer olmaya devam ettiler. Daha içeride yer alan Dımaşk, Haleb ve Musul gibi şehirler de Haçlıların tehdidine maruz kalmakla beraber buraları savunmak konusunda Müslümanlar, daha gayretli oldular ve mezkûr şehirler Haçlıların eline hiçbir zaman geçmediler. Haçlı Seferlerinde Müslüman ve Haçlı İmajı Haçlı-Müslüman çatışmasında tarafların birbirine bakış açıları da önemli bir konudur. Haçlıların Müslümanlara olumsuz yaklaşımları anlaşılabilir bir durumdur. Fakat Latinlerin Doğu Hıristiyanlarına, Doğu Hıristiyanlarının Latinlere bakış açıları da çoğu zaman olumsuzdur ve hatta hakaret içeren ifadeler barındırmaktadır. Latinlerin Doğu Hristiyanlarına (Ermeni, Süryani vs.) hükmetmeye başlamaları, onları bir üstünlük duygusuna sevk ederken; Doğu Hıristiyanları da kurtarıcı olarak gördükleri Latinlerin zulmü karşısında buna uygun bir yazım geliştirdiler. Ancak Ermeni, Süryani ve Latinler Bizans düşmanlığı paydasında birleşiyorlardı. Zira Haçlılar her ne zaman Anadolu’dan geçmek isteseler veya Türkler ne zaman Haçlıları mağlup etse Haçlılar bunda Bizans’ın parmağı olduğu hissine kapılmışlardır. Bizans’ın da Doğu Hıristiyanlarına veya Latinlere yaklaşımı bundan farklı değildir. Bizans yazarları, Haçlıların çıkarları doğrultusunda davrandıklarını (Mesela 1169 Dimyat kuşatması) ve anlaşmalara uymayarak Bizanslıları kandırmaya çalıştıklarını düşünmektedirler. Dahası Bizans’ta Haçlıların İstanbul’u zapt edecekleri yönünde bir korku oluşmuştu ki bunda da pek haksız değillerdi. İtikadî ayrılıklar dolayısıyla birbirlerini ihanetle, dinsizlikle, Tanrı’nın Kilisesi içinde ikilik çıkarmakla suçlayan bir dinin mensuplarının Müslümanlara yaklaşımları daha acımasızdır. İslamiyet hakkında bilgileri sınırlı olduğu için Hıristiyanlar, Müslümanlara 37 paganlığı130, çok tanrıcılığı yakıştırıyorlardı. Dolayısıyla Haçlı Seferlerinin propaganda aşamalarında İslam ve Müslümanlar hakkındaki yanlış bilgiler ve yönlendirmeler, halk üzerinde etkili olmuştur. Haçlılar, doğuya geldikten sonra yavaş yavaş Müslümanları tanımaya başladılar. Fakat yine de Haçlı kroniklerine yansıyan Müslüman imajında fazla bir değişim olmadı. Hemen hemen bütün Haçlı kaynakları Müslümanlardan “Kâfir, dinsiz, İsa Düşmanı, Tanrı Düşmanı, putperestler, Hıristiyanların Düşmanı vs.” şeklinde bahsetmektedirler131. Keza İslam kaynaklarının Hıristiyanlara karşı üslubu da bundan farklı değildir. İslam kaynaklarında dikkat çeken ifade beddualardır. Hemen her yerde Haçlılara lanet edilmektedir. Haçlı kaynakları, Araplar ile Türkleri birbirinden ayırmaktadırlar. “Sarazen / Saracen” ifadesiyle çoğunlukla Araplar kast edilirken; Türkler için “Türk, İskit (daha çok Bizans kaynaklarında), İranlılar132 vs.” ifadeleri kullanmaktadırlar. Fâtımîler ise çoğunlukla coğrafi durumları vurgulanarak “Mısırlılar” şeklinde ayırt edilmektedirler. İlişkilerin daha eskiye dayandığı Bizans’ın Türk ve Müslümanlara yaklaşımı çoğu zaman daha yumuşak ifadeler barındırmıştır. Hristiyan kaynaklarında Türkler ve Araplar, savaşçılık özellikleri bakımından özellikle bir ayrıma tabi tutulmuşlardır. Zira özellikle Anadolu’da Türkiye Selçukluları, Danişmendliler ve Artuklular ile olan mücadelelerinde Haçlı yazarları, Türklerin savaşçılık özelliklerini övmüşlerdir. Hatta zaman zaman bu anlatımlarda bir hayranlık da sezilmektedir. Belek, Nûreddîn Mahmûd, Mevdûd, Selâhaddîn gibi devlet adamlarından bahsederlerken bir korku ifadesi ile ne kadar iyi savaşçı oldukları vurgulanmaktadır. Türklerin savaşçılık özelliklerini Haçlılar daha yaptıkları ilk savaşta fark etmişlerdir. Nitekim Türklerin cesaretleri ve savaşçılıkları bizzat kendisi de bir asker olan Anonim Gesta yazarı tarafından övülmekte ve yazar, böyle yiğit bir milletin Hıristiyan olmadığına hayıflanmaktadır. 1 Temmuz’da Eskişehir’de yaşanan savaş dolayısıyla verdiği bilgide yazar, “Tanrı onları bizimkiler kadar iyi olmaktan saklasın” demekte ve Haçlıların üstünlüğünü Tanrının, yanlarında olmasına bağlamaktadır. Yani eğer Türkler, Hıristiyan olsalar ve Tanrı onların yanında olsa idi onları kimse yenemezdi133. Mesela Fulcherius, Müslümanlar dualarını Muhammed adında bir idole adıyorlardı ve bu dualar boşuna gidiyordu demektedir. Fulcherius Carnotensis, s.101 131 Fulcherius Carnotesis, Anonim Gesta, Willermus, Albertus, Urfalı Mateos vd. her ne zaman Türk veya Müslümanlardan bahsedecek olsalar bu ifadelerle başladıkları görülmektedir. 132 Doğrudan Büyük Selçuklular kast edilmektedir. 133 Anonim Haçlı Tarihi, s.73-74 130 38 Buna karşılık genel olarak bir Müslüman ya da Arap imajı için aynı durumdan söz edemiyoruz. Özellikle Fâtımî şehirlerinin halkından bahseden yazarlar, bunlar için “ticarete alışkın, savaşçılık özelliği olmayan ve kadınsılaşmış” ifadelerini kullanmaktadırlar. Ancak Suriye sahil şehirleri ile Mısır halkının konumları itibariyle ticarete daha yatkın olmaları ve ücretli asker istihdamları bu yorumlar yapılırken Haçlılar tarafından anlaşılmamıştır. Bu bahsettiğimiz yapılar içindeki Türk askerler de doğal olarak sivrilmektedir. Bunun en net örneği Haçlıların Sûr şehrini kuşatmasında görülür. Zira Willermus, şehirde savunma yapan askeri unsur olarak sadece Tuğtigin’in gönderdiği 700 Dımaşk askerini ön plana çıkarmıştır. Yazarın anlatımına göre şehri ayakta tutanlar da bunlardı. Bahsedilen askerlerin okçular oluşu da Haçlılar için ayrı bir endişe kaynağıydı134. Haçlılar ve Müslümanlar birbirlerini tanımaya başladıktan sonra zamanla fikirlerinde değişiklikler de meydana geldi. Mesela Usame İbn Munkız, Haçlıları daha yakından tanıma imkânı bulmuş ve eserinde özellikle Haçlıların ahlaki yapıları hakkında tafsilatlı bilgi vermiştir. Yazarın anlatımına göre doğuda yerleşen Haçlılar zamanla Müslümanların yaşamlarından etkilenmişler ve bu durum, ahlak yapılarına da yansımıştı135. Askeri alandaki etkileşim de çok önemlidir. Savaş taktiklerinin karşılıklı olarak anlaşılması ve buna uygun önlemler alınması, savaşların sonuçlarında etkili olmuştur136. Genel olarak Haçlı şövalyesi ağır zırhlı iken Müslüman süvarisi hafif silahlı idi. Hatta Haçlı şövalyesinin atı da zırhlı olurdu. Bu durum, Haçlı askerini yakın savaşta üstün kılmasına rağmen hızlı manevra kabiliyetine sahip Müslüman süvarisi karşısında çoğunlukla hareketsiz bırakıyordu. Türklerin ok kullanmadaki ustalığı, Haçlıların korkuyla karışık hayranlığını kazanmıştı. Yapılan savaşlar sonucunda Haçlılar, Türk oklarından korunmak için toplu halde ilerleme zorunluluğunu ve ordudan kopmamayı öğrenmişlerdi. Haçlılarla mücadelede Türkleri, hızlı atlara sahip olmaları ve hareket halindeyken okla isabetli atışlar yapmaları üstün duruma getiriyordu. Buna karşılık Haçlı şövalyesi de kılıç ve mızrak kullanımında yani yakın savaşta başarı gösteriyordu. Yine Arap askerler mızrak kullanmak konusunda usta idiler. 134 Willermus, II, s.11-12 Usame İbn Munkız, İbretler Kitabı, muhtelif yerler. 136 Mesela sahte geri çekiliş taktiğine karşı uyanık olunmasına ve ihtiyatlı davranılmasına karşın bu ihtimal, göz ardı edildiğinde zayiat büyüyordu. Örneğin Bâbeyn Savaşı bunun en güzel örneklerindendir. 135 39 BİRİNCİ BÖLÜM EL-MUSTA’LÎ BİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1094-1101) 1.1.EL-MUSTA’LÎ BİLLÂH (1094-1101) el-Muntasır Billâh, 28 Aralık 1094’te ölünce yerine oğlu Ebû’l-Kâsım Ahmed, “elMusta’lî Billâh” lakabıyla geçti. el-Mustansır, sağlığında diğer oğlu Nizâr’ı veliaht tayin etmişti. Fakat Fâtımî veziri el-Efdâl, arasının iyi olmadığı Nizâr’ı değil de el-Musta’lî’yi tahta çıkardı. Bu durumu kabul etmeyen Nizâr, İskenderiye’de “Mustafa li-Dînillâh” lakabıyla halife ilan edilmesine ve başlangıçtaki muvaffakiyetine rağmen yanında İskenderiye valisi Nasrü’d-Devle Alptigin olduğu halde el-Efdâl karşısında tutunamamış ve Kahire’ye götürüldükten sonra bir hücrede üzerine duvar örülerek ölüme terk edilmiştir (1095). Nasrü’d-Devle Alptigin de bu arada idam edildi. el-Musta’lî’nin halife olmasıyla beraber onun imametini kabul etmeyenler –ki bunların başında Hasan Sabbâh gelmektedirFâtımîlerle bağlarını kopardılar137. Yeni duruma göre Fâtımî İsmâiliği, “Musta’lîyye” ve “Nizâriyye” olarak ikiye ayrıldı. “İsmâilî-Fâtımî akîdesine göre imam, ancak mevcut imamın vasiyeti ile olur ve bir kişi, imam olarak vasiyet edildikten sonra bu durum değiştirilemezdi.” Yani Nizâr’ın bertaraf edilmesi, bir inanç meselesiydi138. Bu ayrılık, sonraki dönemde derinleşerek devam etmiş ve Nizârîler, suikastlarla el-Musta’lî taraftarlarına zarar vermişlerdir. el-Musta’lî Billâh döneminin en önemli olayı, Haçlı Seferlerinin başlamasıdır. Haçlılar, bu dönemde Suriye-Filistin bölgesine gelmişler, Urfa, Antakya ve Kudüs’ü ele geçirerek buralarda birer Haçlı devleti kurmuşlardır. Bu dönemde Fâtımîlerin ve diğer İslam devletlerinin, Haçlı Seferlerinin mahiyetini tam anlamıyla kavrayamamaları ve mücadelede geç kalmaları, Haçlıların Doğuda kök salmasıyla sonuçlanmış, Haçlıları bu topraklardan söküp atmak için uzun yılların geçmesi gerekmiştir. el-Musta’lî döneminde İbn el-Esir, el-Kâmil, VIII, s.497-498, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.200-201, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.450, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.156-158, İbn Haldûn Kitâb el-İber, IV, s.84-85, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.11-14, İbn Tağrîberdî, en-Nucûm, V, s.140-142, Azîmî, Tarih, s.33-34, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.446, Cüveynî, önce Nizâr’ın halife olduğunu, sonra azledilerek el-Musta’lî’nin halife yapıldığını söylemekle hataya düşmüştür. Zira kendisi veliaht tayin edilmiş fakat halife olarak başa geçmemişti. Cüveynî, Târîh-i Cihan Güşa, III, s.108-109, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, V, s.410, Nadir Özkuyumcu, “Müsta’lî-Billâh el-Fâtımî”, DİA, XXXII, Ankara 2006, s.115, Abdülkerim Özaydın, “Efdal b. Bedr elCemâlî”, DİA, X, s.452-453, Farhad Daftary, İsmaililer-Tarihleri ve Öğretileri-, Çev. Erdal Toprak, Doruk Yay. İstanbul 2005, s.385-387 138 Nihat Yazılıtaş, Fatımi Devleti Tarihi, s.190, Ayşe Atıcı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda Bâtınî Hareket (Hasan Sabbah ile İlk Halefleri ve İran Nizarî İsmâilîleri), (1090-1157), Ankara Üniversitesi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2005, s.27-28 137 40 idarede el-Efdâl’in hâkimiyeti söz konusuydu ve Haçlılara karşı mücadeleyi de el-Efdâl sürdürmüştü. el-Efdâl, bu görevini el-Musta’lî’nin 11 Aralık 1101’de vefatı sonrasında yerine geçen el-Âmir Bi-Ahkâmillâh döneminde de devam ettirmiştir139. 1.2.FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİNİN BAŞLAMASI 1.2.1.Haçlıların Antakya’yı Kuşatmaları (21 Ekim 1097-3 Haziran 1098) ve Fâtımî-Haçlı İlişkilerinin Başlaması (1098) Kaynaklardan tespit edilebildiğine göre Fâtımî-Haçlı ilişkileri, Haçlıların Antakya’yı kuşattıkları sırada başlamıştır. Taraflar arasındaki ilk haberleşme, kuşatmada Haçlıların erzak sıkıntısı çektiği zamana tarihlenmektedir. Fakat bu konuda Hıristiyan ve İslam kaynakları birbirinden ayrılmaktadır. Yani Hıristiyan kaynakları Fâtımîlerin, Haçlılara Sünnî İslam dünyasına karşı ittifak teklif ettiğini açık bir şekilde ifade ederken İslam kaynakları bu konuda açık bir bilgi vermemektedir. Aşağıda görüleceği üzere İbn elEsîr’in rivayeti de bu konuda net bir bilgiye ulaşmamıza imkân vermemektedir. Olayın geri planına baktığımızda Şîî Fâtımîler ile Sünnî Abbâsîler / Türkler arasında uzun yıllardan beri devam eden mücadele malumdur. Eserini Birinci Haçlı Seferinden çok sonraları kaleme alan Willermus da bu konudaki rivayetlerine bu durumu vurgulayarak başlamıştır. Yazarın kaydına göre mezhep farklılığı nedeniyle devam eden mücadelede Fâtımîler, doğuya henüz ulaşmış olan Haçlılarla bağlantı kurmak için acele etmiştir. Zira Haçlıların gelişinden önce Türklerin yükselişi ve hâkimiyeti söz konusuydu ve bu durum, her zamankinden daha endişe vericiydi. Antakya’nın Türklerin eline geçmesi de bu noktada Türkler için önemli bir kazanımdı140. Haçlı kaynağı, anlatımını Şîî-Sünnî çatışması üzerine bina etmiştir diyebiliriz. Çünkü özellikle vurguladığı nokta, Haçlıların Türkler karşısındaki başarısına Fâtımîlerin memnun olup sevindiğidir. İznik’in Haçlıların yardımıyla Bizans’a iadesi, bu sürecin ilk ayağıdır. Willermus’a göre Fâtımîler, Türklerin zarara uğramasını kendileri için bir kazanç addetmişler ve Türklerin sıkıntılı zamanlar geçirip Haçlılarla uğraşmasını fırsata çevirerek 139 İbn el-Esir, el-Kâmil, IX, s.46, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.269, İbn Hallikân, Vefeyât, I, s.180, İbn elKalânisî, Zeyl, s.141, İbn Haldun, Kitab el-İber, IV, s.87, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.214-215, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.175-176, el-Makrizî, İtti’âz, III, Kahire 1996, s.27 140 Willermus, I, s.223, Kutalmışoğlu Süleymanşah, 12 Aralık 1084’te Antakya’yı, 12 Ocak 1085’te de iç kaleyi ele geçirmeyi başardı. Hıristiyanlar için özel bir şehir olan Antakya’nın kaybı, her şeyden önce Bizans’ın prestijine darbe vurmuştu. Süleymanşah’ın ölümünden sonra şehir, Melikşah’ın hâkimiyetine girmiş ve Melikşah, şehre Yağısıyân’ı vali atamıştı. Ali Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, TTK, Ankara 1990, s.31-32, aynı yazar, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.108-110 41 durumlarını düzeltmek istemişlerdir141. Fâtımîlerin, durumlarını düzeltmesinden kasıt, kaynakların hemen tamamının ittifakla ifade ettiği üzere Kudüs’ün Artukoğullarından alınmasıdır. Kaynaklar, Türklerin Haçlılar karşısında aciz kaldıklarında durumdan istifade eden Fâtımîlerin, Kudüs’ü ele geçirdiğini kaydetmektedirler. Fakat aşağıda detayları bulunduğu vecihle buradaki kayıtların, -tarihleme sıkıntılı olmakla beraber- Haçlıların yardımıyla Fâtımîlerin kaybettikleri toprakları daha uzun vadede ele geçirme umutlarını yansıtıyor olmasını düşünmek daha doğru olacaktır. İbn el-Esîr’in kaydı da Haçlı kaynağını destekler niteliktedir: “Bir rivayete göre (ise) Şîî Mısır Fâtımîleri, Selçuklu Devleti’nin gücünü kuvvetini, Gazze'ye kadar Suriye şehirlerini ele geçirip yerleştiklerini ve Mısır ile aralarında onlara mani olacak başka bir vilayet kalmadığını; Atsız’ın da Mısır'a girip orayı muhasara ettiğini görünce korktular ve Franklara haber gönderip onları Suriye'yi ele geçirmek üzere harekete geçmeğe ve böylece Müslümanlarla kendileri arasına girmeye davet ettiler. Doğrusunu Allah bilir.”142 İbn el-Esîr’in rivayetinden Fâtımîlerin, Haçlı Seferlerinin tetikleyicisi oldukları anlamını çıkarmak zor görünmektedir. Zira kendisi de temkinli bir ifade kullanmıştır. Yazarın rivayetinin konuya katkısı, Haçlılar doğuya geldikleri sırada İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu çok iyi özetlemesinden ibarettir. Şîî-Sünnî mücadelesi göz önüne alındığında Hıristiyan kaynaklarının kayıtları, mantıklı bir çerçeveye oturmaktadır. Hatta Fâtımî-Haçlı haberleşmesinde Fâtımîlerin, Haçlıların olası başarısızlığından endişe duydukları kaydedilmiştir. Uzun ve yorucu kuşatmada Haçlıların başarısız olması, Fâtımîleri kaygılandırmaktaydı. Bu doğrultuda Antakya önlerine yollanan Fâtımî elçileri, Haçlılara askeri ve lojistik yardımı garanti ediyorlardı. Ayrıca bu delegeler, Haçlıların güvenini kazanmakla ve bu sayede bir anlaşmaya varılmasını temin ile görevliydiler143. Haçlı karargâhına ulaşan Fâtımî elçileri, gayet iyi karşılandı. Willermus, elçiler tekliflerini ilettiler demekle beraber bu teklifin 141 Willermus, I, s.223-224 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.13-14, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.228, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.161, Bu rivayet, Haçlı Seferlerinin sebepleri veya itici güçleri söz konusu olduğunda daha anlamlı görünmektedir. Bu konuda Azîmî’nin kaydı, olayın başka bir boyutuna dikkat çekmekle beraber yine İbn elEsîr’i destekler: “Sahil halkı, Frank ve Rum hacılarının Beytülmukaddes’e (Kudüs) gitmelerine engel oldular. Bu hacılardan sağ salim memleketlerine gidenlerden (alınan) ‘onların bir sefere hazırlandıkları’ haberi yayıldı. Bu haberler bütün sahil kentlerine ve İslam memleketlerine erişti.” Azîmî, Tarih, s.33, Azîmî’nin 1093 yılına ait olan bu rivayetini Şîî-Sünnî çatışmasında Hıristiyan hacıların zarar görmüş olmalarının imkân dâhilinde olacağı şeklinde yorumlamak mümkündür ve yine İslam dünyasının mevcut durumunu yansıtması açısından dikkate değerdir. 143 Willermus, I, s.224, Bu mezhep çatışması, erken dönem kaynaklarında yer almazken Willermus gibi eserini daha sonraki dönemlerde yazanlar bu durumu ön plana çıkarmışlardır. 142 42 içeriğine dair bir bilgi vermemiştir. Yazar, burada elçilerin, Haçlılar hakkındaki intibaını ön plana çıkarmış ve bu yorucu kuşatmaya nasıl dayandıklarına hayretlerini dile getirmiştir. Tabi Haçlıların bu güçlü duruşu ve azmi, Fâtımî elçilerini ileride çok tehlikeli olabilecekleri konusunda korkuya sevk etmişti. Yani Fâtımîler, Haçlıların yardımıyla Türklere ait yerleri ele geçirmeyi umuyorlardı fakat Fâtımî elçilerinin kaygıları boşa çıkmadı ve Haçlılar, Fâtımî şehirlerini bir bir işgal ettiler144. Fâtımîlerin teklifleri konusunda en detaylı bilgiyi Albertus’tan öğrenmekteyiz. Haçlı karargâhına gelen on beş Fâtımî elçisi, ortak bir amaç için taraflar arasında barış ve ittifak kurulmasını istediler. Getirdikleri mesajda Haçlıların doğuya gelişinden Fâtımî halifesinin memnuniyeti dile getirildikten başka Türklerin arz ettiği tehlike vurgulanmıştır. Kudüs’e hâkim bulundukları sırada Türkler, Fâtımî şehirlerini ele geçiriyorlardı. Fakat Haçlıların gelişinden önce Kudüs’ü Fâtımîler ele geçirmişti. Hatta verilen mesajda Fâtımî topraklarında yaşayan Hıristiyanların durumunun da düzeltileceği ifade edildi. Buna göre kurulacak ittifak ile Fâtımîler, Hıristiyanları kucaklamaya hazırdılar. İşte bu yüzden Bizans’tan gasb edilmiş olan Antakya’nın kuşatılması konusunda Haçlıların kararlı davranmaları rica edildi145. Willermus da bu durumu, Haçlılara askeri ve lojistik yardım sağlanması konusunda Fâtımîlerin verdiği teminatla teyit etmektedir. Eserlerini erken dönemlerde kaleme alan yazarların kayıtları daha muhtasardır. Örneğin Anonim Gesta yazarı, 9 Şubat 1098’de Asi Nehri ile Antakya arasında vuku bulan çatışmada Türklerin mağlubiyetini anlatırken öldürülen Türklerden yüz tanesinin başının Fâtımî heyetinin de bulunduğu şehir kapısı önüne getirildiğini kaydetmiş ve başka bir detay vermemiştir146. Fâtımî elçilerinin Haçlı karargâhında ne kadar kaldıklarına dair bir kayıt da bulunmamakla beraber elçilerin dönüşü, yukarıda bahsedilen zafer sonrası 144 Willermus, I, s.224 Albertus Aquensis, s.231, Bizans ile Fâtımîler genelde anlaşma içinde olmuşlardı. Hatta Aleksios, Haçlılar henüz İstanbul’da iken onlara Şîî-Sünnî mücadelesinden bahsetmiş ve Fâtımîlerle anlaşmalarını tavsiye etmiş olması muhtemeldir. Albertus’un da ifade ettiği gibi Fâtımîler, Hıristiyan halka hoşgörülü davranıyorlardı ve bu durumu sürdürmeye hazırdılar. Steven Runciman, I, s.176, Azîmî’nin başka kaynaklarda yer almayan kaydına göre Haçlılar, harekete geçtiklerinde Aleksios, Müslümanlara mektup yazmış ve gelişlerini haber vermişti. Bundan kasıt, Fâtımî-Bizans haberleşmesi olmalıdır. Azimi, Tarih, s.35, Amin Maalouf’a göre Nisan 1097’de imparatorun elçileri el-Efdâl’e gelerek Haçlıların, Anadolu’da ilerlemekte olduklarını haber verdi. el-Efdâl, bu duruma çok sevindi. Bu iletişim daha sonraları da kopmadı. Hatta el-Efdâl, Antakya önlerinde bulunan Haçlılara bir elçilik heyeti yollamadan önce Bizans imparatoruna bir mektup yolladı ve İznik’in kazanılması hususunda kendisini tebrik ederek sevincini dile getirdi. Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007, s.55 146 Anonim Haçlı Tarihi, s.95, Albertus Aquensis, s.237, Guibert of Nogent, s.77, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.64, Willermus’un ifade ettiği üzere bu elçiler zaman zaman Haçlı liderleriyle görüşme imkânı bulmuşlardı. Anonim yazarın ifadesindeki Türklerin kesik başlarının ordugâha taşınması, elçilere gözdağı vermek amacına matuf olmalıdır. 145 43 olmalıdır. Albertus, elçilerin muhteşem hediyelerle onurlandırıldıktan sonra deniz yoluyla güvenli bir şekilde uğurlandıklarını zikretmiş fakat o da tarih belirtmemiştir. Fâtımî elçileri, varılan anlaşma dolayısıyla memnun bir şekilde Antakya’dan ayrılmışlardı147. Görüldüğü üzere kaynaklar, Fâtımîlerle Haçlılar arasında bir anlaşmaya varıldığını ifade etmektedirler. Fakat Fâtımî elçilerine kesin bir cevap verilip verilmediği net değildir. Yani Haçlıların, Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan yararlanma hevesine kapılmış olmaları muhtemel olmakla beraber net bir anlaşmaya varıldığını söylemek, Haçlıların daha sonraki faaliyetleri göz önüne alındığında mümkün görünmemektedir. Bunu Haçlıların, sözlerinde durmadığı, anlaşmalara uymadığı şeklinde düşünmek de mümkündür. Zira İbn el-Esîr, Haçlıların Kudüs’ü işgali sonrasında el-Efdâl’in, Haçlılara elçi gönderip onları yaptıkları dolayısıyla yadırgadığını, tehdit ettiğini kaydetmiştir. Kudüs’ün, kesin hedef olduğu bir ortamda el-Efdâl’in, Haçlıları yadırgaması / kınaması onlardan bu işin beklenmediği şeklinde anlaşılırsa Haçlılarla Fâtımîlerin anlaştığı fakat Haçlıların bu anlaşmaya uymadıkları anlamı çıkmaktadır148. Ancak tüm bu gelişmeleri, Fâtımîlerin Haçlılara, Türklere karşı anlaşma teklif ettiği fakat Haçlıların Kudüs’e gelişlerine kadar Fâtımîlerle iletişimi kesmeyerek onları oyaladıkları yönünde yorumlamak olayların seyrine daha uygun düşmektedir149. Daha önce ifade edildiği üzere Fâtımîlerin, Haçlılarla anlaşma gayretleri onların (ya da geniş manada Müslümanların) Haçlı Seferlerinin mahiyetini anlamadıklarını gösterir. Fâtımîler, Haçlıları Bizans’ın ücretli askerleri olarak düşünmüşlerdi ki buna göre Haçlıların doğuda yerleşme amaçları başlangıçta anlaşılmamıştı. Fâtımîlerin, Antakya kuşatmasını rutin bir Bizans seferi sanmaları, Haçlılarla anlaşma konusunda bir beis görmediklerini göstermektedir. Haçlıların gerçek niyeti, Antakya ele geçirildikten sonra Kudüs’e ilerlemeleri esnasında gün yüzüne çıktı fakat bu noktadan sonra Haçlılara karşı etkili bir mücadele verilemedi. Haçlılar, Kudüs’e ilerlerken el-Efdâl, önce durumu anlamaya çalışmış ve Bizans imparatorundan bilgi almaya çalışmıştı. Fakat Aleksios, Haçlılar üzerinde bir kontrolü olmadığını ve anlaşmaların devamından yana olduğunu bildirmekle yetindi150. 147 Albertus Aquensis, s.239, Steven Runciman, I, s.176 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.237 149 Steven Runciman, I, s.176 150 Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.49, Steven Runciman, I, s.210, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.63, Eymen Fuâd Seyyid, “Efdâl bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, s.145, Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s.57 148 44 Fâtımîlerin bir elçilik heyeti de Haçlılar Arka Kalesi’ni kuşatırken geldi. Antakya önlerinden ayrılan Fâtımî elçileriyle beraber Mısır’a giden Haçlı elçileri, yanlarında Fâtımî halifesinin elçileri bulunduğu halde döndüler. Bunlar, Türklere karşı Haçlıların yardımını kazanmak için gelmişlerdi. Fakat bu defa durum değişmiş, Türkler yenilmiş ve güçleri kırılmıştı. Fâtımîler, Haçlıların hedefinin Kudüs olduğunu anladıklarından Haçlılara topraklarına girmemelerini, buna karşılık hacıların Kudüs’teki kutsal mekânlara silahsız olarak serbestçe girişini sağlamayı teklif ettiler fakat bu teklif, Haçlılar tarafından reddedildi151. Tüm bu rivayetlerden Fâtımîlerin, Suriye-Filistin topraklarını Haçlılarla taksim etmek üzere bir anlaşma teklifinde bulundukları anlaşılmaktadır. Araştırmacılar bu taksimi, Antakya ve Kuzey Suriye’nin Haçlılara; Kudüs ve Filistin topraklarının Fâtımîlere ait olması şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu da Selçukluların hâkim bulundukları toprakların paylaşımı demektir. Sahil şehirleri ile Filistin’in Fâtımîlerde kalması, bir bakıma Haçlıların, Selçuklular üzerine yönlendirilmesidir. Buna karşılık Fâtımî hâkimiyetindeki şehirlerde ve özellikle Kudüs’te Hıristiyanların durumu düzeltilecek, kutsal mekânlar hacıların ziyaretine her daim açık bulundurulacak, hacılar silahsız olarak buraları ziyaret edebilecekler fakat ziyaretleri bir ayı geçmeyecekti152. 1.2.2.Antakya’nın Zaptından Kudüs’e Kadar Haçlılar Haçlılar, Antakya’yı ele geçirdikleri sırada Azaz emiri Ömer, bağlı bulunduğu metbûû Rıdvan’a isyan etmiş ve Rıdvan, onu itaate almak için yola çıkmıştı. Daha öncesinde Ömer’in subaylarından biri, bir Haçlı kadınını esir almış ve ona âşık olmuştu. Bu kadının tavsiyesi ile Ömer, Godefroi’den yardım istedi. Azaz üzerine bir sefer düzenlemeyi zaten düşünmüş olan Godefroi, Azaz’ı Rıdvan’a kaptırmamak için derhal yola çıktı. Baudouin de Urfa’dan yardımcı birlikleri yola çıkardı. Haçlıların yaklaşması üzerine Rıdvan çekilirken Ömer, Godefroi’nin tabîî haline geldi. Haçlı-Müslüman ilişkilerinde dinî taassubun ikinci plana atılıp siyasi ittifaklar kurulabileceğinin ilk örneği de böylece verildi153. Antakya’yı ele geçiren Haçlılar, burada beş ay, sekiz gün kalarak dinlendiler ve durumlarını düzelttiler. Askerlerden bir kısmı Kudüs’e ilerlemek konusunda acele 151 Willermus, I, s.325-326, Albertus Aquensis, s.403, Steven Runciman, I, s.210, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.64, Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s.57, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, Beyrut 2001, s.431 152 Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.427-428, Steven Runciman, I, s.176, Yusuf Derviş Gavanime, “El-Efdâl b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü”, Eymen Fuâd Seyyid, “Efdâl bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, s.143, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.63, M. A., Stevenson, The Crusaders in the East, Cambridge University Press, 1907, s.26, 153 Albertus Aquensis, s.345-355, Steven Runciman, I, s.197-198 45 etmekteydiler. Haçlı liderlerinin, Kudüs yolculuğunu Fulcherius’un ifadesinin aksine geciktirmek istedikleri bilinmektedir. Zira Antakya’nın zaptı sonrası Aleksios’a mektup yazılmış ve gelip şehri teslim alması istenmişti. Bu noktada Raymond de Saint Gilles, imparatorun haklarını korumaya çalışırken Bohemond, şehirde kendi hâkimiyetini kurma telaşındaydı. Antakya’da fazla etkin olamayan Kont Raymond, Kasım 1098’de Suriye içlerine yöneldi ve Rugia (er-Rûc) şehrini geçerek Bâre’ye (el-Bara) ulaştı. Bâre, kolayca ele geçirildikten154 sonra yağmalandı. Sonrasında Raymond, 28 Kasım’da Maarra’ya (Maarratü’n-Numân)155 saldırdı ve kendisine burada Bohemond da katıldı. Şehre yapılan ilk saldırıya Müslümanlar başarılı bir şekilde karşı koydular. Bunun üzerine Haçlılar, şehrin içinin görülebileceği yükseklikte bir kuşatma kulesi yaptılar fakat Maarra halkı da aynı şekilde bir kule yaparak bundan Haçlı askerlerine taş fırlatmaya, zayiat verdirmeye başladılar. Halkın, kuleyi yakma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca şehir, devamlı surette taş atışına maruz kaldı156. Diğer duvarda157 merdivenin kırılmasına rağmen birkaç şövalye duvara tırmanmayı başardı. Burada göğüs göğüse vuku bulan çarpışmaların ardından Haçlı askerleri, şehrin savunma aletlerini tahrip ettiler ve bunun üzerine savunmadaki askerler, şehrin iç kısımlarına kaçtılar (11 Aralık 1098). Bu muvaffakiyetin ardından Bohemond, halka müzakereciler yollayarak teslim olmak isteyenlerin, aileleri ve mallarıyla şehir kapısının üst kısmında bulunan büyük eve sığınmalarını söyledi. Bunun ardından Haçlılar, şehre girerek katliama başladılar. Anonim Gesta yazarının ifadesiyle sokaklarda, insan cesetlerine basmadan yürümek mümkün olmuyordu. Katliam sürerken Bohemond, saraya (Dârü’l-Maarra) sığınmalarını söylediği kişilere karşı sözünde durmadı ve değerli eşyalarını aldıktan sonra bazılarını öldürdü bazılarını da esir etti158. Haçlılar, dört gün Albertus Aquensis, s.369, Willermus, I, s.309, Raymond, Ekim-Kasım 1098’de el-Bara’yı kuşatmıştı. Şehirde suyun az olması, halkı emanla teslim olmaya zorladı. Raymond, sözünde durmayarak kadın ve erkeklere eziyet ederek mallarına el koydu. Kimi öldürülürken kimi de esarete sürüklendi. İbn el-‘Adîm, Zübdet el-Haleb, s.244, Ordericus Vitalis, III, s.155, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.45-46 155 Coşkun Alptekin’in verdiği bilgiye göre Şubat 1097’de Yağısıyan, Maarra’yı teslim almıştı. Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.10 156 Anonim Haçlı Tarihi, s.140, Fulcherius Carnotensis, s.95, Guibert of Nogent, s.107-108, Willermus, I, s.310-311, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.231-232, Albertus Aquensis, s.375377, Ordericus Vitalis, III, s.155-156, İbn el-Kalânisî, Haçlıların, Maarra’ya geliş tarihini 19 Kasım 1098 olarak verirken İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.135, İbn el-Adim, bu tarihi 26 Kasım olarak kaydetmiştir. İbn elAdim, Zübdet el-Haleb, s.244 157 İbn el-Kalânisî, Haçlıların şehre doğu ve kuzey yönlerinden saldırdığını haber vermektedir. Fakat Haçlı kaynağının bahsettiği duvarın hangisi olduğunu anlamak mümkün olmamaktadır. Zaten İbn Kalânisî de Haçlıların şehre hangi yönden girdiğini kaydetmemiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136 158 Anonim Haçlı Tarihi, s.141-142, Guibert of Nogent, s.108-109, Radulphus Cadomensis, s.121-122, Steven Runciman, I, s.199-200, İbn el-Kalânisî, Haçlı kaynağını teyit etmektedir. Haçlılar şehre girdiği 154 46 boyunca Maarra’da katliamlarını sürdürdüler. Açlık sıkıntısı çeken Haçlıların vahşetini Fulcherius, çok sarih bir şekilde nakletmektedir: “Bu kuşatma sırasında adamlarımız, şiddetli açlığın neden olduğu cinnetle korkunç eziyetler çekmiş ve çevrede yatan ölü Müslümanların kalçalarından et parçaları kesmişlerdi. Bu parçaları pişirip yemiş, yeteri kadar kızarmamış olan etleri bile vahşice yutmuşlardı. Yani bu kuşatma, kuşatanlara daha çok zarar vermişti”159 Anonim Gesta yazarı ise Haçlıların, altın bulacaklarını umarak Müslüman cesetlerini parçaladıklarını kaydederek vahşetin boyutlarını anlamamıza katkı sağlamaktadır. Maarra’da, kaynakların ifadesine göre 100 binden fazla Müslüman katledildi160. Raymond ve Bohemond’un anlaşmazlığı, Maarra kuşatması boyunca devam etti. Bohemond, Antakya’ya dönüp Haçlı liderlerine haber yollayarak kendisiyle Rugia’da buluşmalarını ve seferin devamını görüşmelerini istedi. Liderler, bu toplantıya iştirak ederken Raymond, Antakya’nın imparatora teslim edilmeyişi dolayısıyla kızgınlığını belirterek Maarra’yı onarmaya gitti (13 Ocak 1099)161. Kendisine orada Normandie kontu da katıldı. Raymond, Maarra’da iken Şeyzer emirinin elçileri gelerek anlaşma teklif ettiler ve topraklarına zarar verilmediği takdirde belli bir para ödemeyi, at ve erzak satmayı taahhüt ettiler162. Maara’dan yollarına devam eden Haçlıların önünden Refâniye şehrinin sırada halk, Dârü’l-Maarra’ya sığınmıştı. Bunlara eman verildiği halde Haçlılar sözlerinde durmadılar ve bu insanları da katlettiler. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136, İbn el-Esîr, Bohemond’un sığınmalarını söylediği saray ya da evden bahsetmekle beraber bu olayda Bohemond’un dahlini zikretmez. Buna göre halk, surlar üzerinde savaşmaktan yorulmuş ve büyük bir eve sığınırlarsa kurtulabileceklerini düşünmüşlerdi. Fakat surların boş bırakılması üzerine Haçlılar, şehre girmiş ve halkı katletmişlerdi. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.164, Halkın, yeraltındaki mağaralara mallarıyla beraber saklandığını kaydeden Willermus, Bohemond’un verip tutmadığı sözünden bahsetmemektedir. Willermus, I, s.311 159 Fulcherius Carnotensis, s.96, Ordericus Vitalis, III, s.158, Ayrıca Bkz. Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.211, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.164, Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s.50-51 160 Anonim Haçlı Tarihi, s.142, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, Abû'l-Farac, II, s.340, Maarra kuşatmasında halkın Cenahüddevle’den yardım istediğini fakat bu yardımın gerçekleşmediğini kaydeden İbn el-Adim, şehirde katledilenlerin sayısını 20 binden fazla olarak vermiştir. İbn el-Adim, Zübdet el-Haleb, s.244, Ayrıca Bkz. Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.211, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.164, Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s.50-51 161 Anonim Gesta Francorum, s.143, Guibert of Nogent, s.109, Ordericus Vitalis, III, s.159, Fulcherius ve Willermus, Maarra dönüşü Bohemond’un Antakya’ya iyice yerleşmeye başladığını ve Raymond’un elinde bulundurduğu yerleri de alarak şehirde kendi hâkimiyetini kurduğunu rivayet etmektedirler. Fulcherius Carnotensis, s.96, Willermus, I, s.312-313, Antakya’nın imparatora teslimi konusunda Raymond, ısrarcı davranmıştır. Haçlı liderleri, onun şehirdeki hâkimiyetine razı olduklarında Raymond, buna itiraz ederek Köprü Kapısı civarı ile Yağısıyan’ın sarayını zapt etmişti. Maarra dönüşü yukarıda bahsedildiği üzere buraları Bohemond’a teslim etmek durumunda kaldı. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.41-42, İbn el-Kalânisî, 13 Ocak 1099 tarihini Haçlıların Maarra’dan Kefertâb’a doğru ayrılış tarihi olarak vermiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136 162 Anonim Haçlı Tarihi, s.144, Willermus, I, s.316, İslam kaynakları, Şeyzer hâkiminin, Arka kuşatması esnasında elçi yolladığını ve kale üzerinde bir anlaşmaya varıldığını rivayet ediyor. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.164-165, İbn Haldûn, Kitab el- 47 sakinleri kaçmışlardı. Şehirdeki tüm mallar yağmalandı ve Haçlılar 25 Aralık’ta buradan ayrılıp Bukayye Vadisi’ne girdiler. Bukayye Vadisi’nde bulunan Hısnü’l-Ekrâd kuşatıldı fakat ertesi gün genel bir saldırı hazırlığı yapıldığı sırada halkın gece kaçmış olduğu görüldü. Haçlılar, buradaki zengin ganimeti yağmalamakla yetindiler163. Haçlılar, Hısnü’lEkrâd’da bulundukları süre içinde Hıms emiri Cenâhü’d-Devle, altın ve at yollayarak Hıristiyanlara bir zarar vermeyeceğine dair anlaşma yaptı. Anonim Gesta’nın rivayetine göre yine aynı şekilde Trablus hâkimi İbn Ammâr164 da anlaşmak için on at ve dört katır yollamış fakat Haçlılar, kendisi, Hıristiyanlığı kabul etmediği sürece anlaşmayacaklarını söyleyerek bu dostluk teklifini reddetmişlerdi. Ancak Gesta’nın tam tersi bir rivayetle Willermus, Trablus hâkiminin, Haçlıların yaklaşması üzerine yüksek miktarda para göndererek şehirde bulunan Hıristiyan esirleri serbest bıraktığını ve anlaşma sağlandığını kaydetmektedir165. Bukayye Vadisi’nden ayrılan Haçlılar, Şubat ayı ortalarında Arka Kalesi’ne166 geldiler. Ordudan ayrılan bir birlik, Trablus’a yönelerek burada karşılaştıkları yaklaşık altmış Türk’e saldırdılar ve bunlardan altısını öldürüp altı tane atı da ele geçirdiler167. Keza Raymond Pilet ve Raymond von Turenne, ordudan ayrılarak Trablus’a bağlı olan Antartûs (Tartûs, Hıristiyan kaynaklarında Tortosa)168 şehrine saldırdılar. Bu kontlar, geniş bir alanda ateş yakarak kalabalık oldukları izlenimi uyandırmışlar ve şehri teslim olmaya zorlamışlardı. Ertesi gün (17 Şubat 1099) şehre saldırdıklarında ise şehri terk edilmiş İber, V, s.210, Şeyzer hâkimi İzzeddin İbn el-Asâkir’in vaadleri arasında Haçlılara yolları bilen kılavuzlar vermek de vardı. Haçlıların geri kalan yolculuklarında bu kılavuzlar sayesinde zorluk çekmedikleri anlaşılmaktadır. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.49 163 Anonim Haçlı Tarihi, s.145, Steven Runciman, I, s.207, Haçlılar Hısnü’l-Ekrâd’a saldırdıklarında halk, koyunları şehirden dışarı saldı ve bunları ele geçirmeye çalışan Haçlılara saldırıp şehre çekildiler. Bu hileye kanan Haçlılar, ertesi gün şehre genel bir saldırıya hazırlanıyorlardı ki halkın sürülerini de alarak şehri gece terk etmiş olduklarını gördüler. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.47 164 Trablus, Suriye sahilinde Lazıkiye ve Akkâ arasında, âlimleriyle ünlü bir şehirdir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, I, s.218, Ammâroğulları için Bkz. Abdüllkerim Özaydın, “Ammâroğulları”, DİA, III, Ankara 1991, s.76-77 165 Anonim Haçlı Tarihi, s.145, Willermus, I, s.318, Guibert, Anonim Gesta’yı tekrar etmiştir. Guibert of Nogent, s.110, Ordericus Vitalis, III, s.161-162, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, İbn Haldun, Kitab el-İber, V, s.210, Abû’l-Farac, II, s.340, Steven Runciman, I, s.207-208, Aydın Usta, “Haçlı Seferleri Döneminde Din Değiştirme Vakaları”, Belleten, LXXV / 274, TTK, Ankara 2011, s.704-705 166 Doğu Trablus’a 4 fersah (24 km.) uzaklıkta yer alan güçlü bir kaledir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem elBüldân, IV, s.109 167 Anonim Haçlı Tarihi, s.146, Guibert of Nogent, s.110, Ordericus Vitalis, III, s.162 168 Suriye sahilinde Trablus’a bağlı bir yerleşimdir. Arka Kalesi’nin doğusunda yer alır ve ikisi arasındaki mesafe yedi fersahtır (42 km.). Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, I, s.270 48 buldular. Mezkûr kontlar, Antartûs’a on altı km. mesafede bulunan Markiye şehri emiri ile de bir anlaşma yaptıktan sonra Arka kuşatmasına kadar Antartûs’ta kaldılar169. Raymond, Arka Kalesi’ni kuşatmaya başladığı sıralarda Godefroi ve Flandre kontu Robert, Trablus’a bağlı olan Cebele’yi170 kuşatıyorlardı. Raymond, kuşatmanın kolay olmayacağını anlayarak bu kontlara haber yolladı ve onları yardıma çağırdı. Bunun üzerine Godefroi ve Flandre kontu, Cebele hâkimiyle anlaşma yapıp, at ve altın alarak Arka kuşatmasına katıldılar. Bu yeni katılımlara ve Ceneviz gemisinin getirdiği erzaka rağmen Haçlılar, şehri düşüremediler ve Kudüs yolculuğunu daha fazla geciktirmek istemeyerek kuşatmayı kaldırdılar. Zira hasat mevsimiydi ve bu nedenle Kudüs yolculuğunda yiyecek bulmak daha kolay olacaktı171. Haçlılar, 13 Mayıs’ta Trablus’ta idiler. Trablus hâkimi, 300’den fazla Hıristiyan esiri serbest bırakmayı, 15 bin Bizans altını ödemeyi, on beş at vermeyi teklif edip Haçlıların zararından korunmaya çalışarak Haçlıların uygun bir şekilde erzak satın almalarını sağladı172. 16 Mayıs’ta Trablus’tan, hâkiminin tahsis ettiği rehberlerle ayrılan Haçlılar, Botrun ve Cübeyl’i173 geçerek Nehrü’l-Kelb’e yani Fâtımî sınırına ulaştılar. Buradan hareketle geldikleri Beyrut’ta şehrin valisi, etraftaki meyvelikleri ve ağaçları tahrip etmemeleri şartıyla para ve erzak vermeyi taahhüt etti. Haçlılar, bu teklifi kabul ettiler ve orada bir gece kalarak ertesi gün yollarına devam ettiler174. Beyrut’tan ayrılan Haçlılar, ertesi gün Sayda’ya ulaştılar (20 Mayıs). Sayda hâkimi, Haçlıları dostça karşılamadı. Halkın, Haçlılara karşı ilk saldırısında bir kısmı öldürüldü ve geri kalanlar şehre çekildiler. Haçlılar, orada bir süre kalıp dinlenmeye ve durumlarını düzeltmeye karar Anonim Haçlı Tarihi, s.146, Willermus, I, s.319-320, Guibert of Nogent, s.110-111, Ordericus Vitalis, III, s.162-163, Steven Runciman, I, s.208, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.50-51, Antartûs’un düşmesi üzerine buranın 15 km kadar kuzeyindeki Markiye’nin valisi de Raymond’a itaat arz etti. Antartûs ile önemli bir yer ele geçmiş oldu. Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.26 170 Suriye sahilinde Lazıkiye’ye yakın bir kaledir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.105, 171 Anonim Haçlı Tarihi, s.147-148, Fulcherius Carnotensis, s.97, Willermus, I, s.322-324, Albertus Aquensis, s.381-387, Guibert of Nogent, s.111-112, İbn el-Esîr’e göre bu kuşatma, dört ay devam etmiştir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, Steven Runciman, I, s.208-210 172 Albertus Aquensis, s.387, Anonim Gesta yazarı eğer Haçlılar, Fâtımîleri yener ve Kudüs’ü alırlarsa Trablus hâkiminin Hıristiyanlığı kabul etmeye hazır olduğunu da kaydetmektedir. Anonim Haçlı Tarihi, s.149, Guibert of Nogent, s.114-115, Ordericus Vitalis, III, s.166, Haçlı Seferine katılmış olan yazarın aksine Willermus, Trablus’ta savaş yaşandığını ve anlaşmanın savaş sonrasında sağlandığını kaydetmektedir. Buna göre Arka kuşatmasında Haçlıların başarısız olması, Trablus hâkimini cesaretlendirmişti. Yaşanan savaşta Müslümanlardan 700, Haçlılardan üç veya dört kişi ölmüştü. Sonrasında Trablus hâkimi para ve at vererek anlaşma sağladı. Willermus, I, s.328-330 173 Beyrut’a sekiz fersah (48 km.) uzaklıkta yer alan sahil şehridir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.109 174 Willermus, I, s.331 169 49 verdiler. Hafif silahlı askerler de etrafa yiyecek aramaya gittiler175. Haçlılar, Sayda sonrası geldikleri Sûr’da dağ ve deniz arasındaki ovaya yerleştiler. Şehir hâkimi, Haçlılarla anlaşma yoluna giderek hediyeler ve uygun şartlarda pazar imkânı sağladı176. İbn el-Esîr, Haçlıların Akkâ’yı177 bir süre kuşatıp düşüremediklerini kaydetmekteyse de Willermus, şehir hâkiminin eğer Haçlılar Kudüs’ü alır ve Fâtımîleri yenerlerse Akkâ’yı zorluk çıkarmadan kendilerine bırakmayı vaad ettiğini zikretmektedir178. Haçlılar, Akkâ sonrasında Hayfa’ya179 ulaşıp 30 Mayıs’ta Kaysâriye180 yakınlarından geçtiler. Arsûf’a181 kadar kıyıyı takip ettikten sonra da 3 Haziran’da Müslüman halkın, terk ettiği Remle’ye varıp şehri Hıristiyanlığa kazandırdılar182. Burada ana Haçlı ordusundan ayrılan yaklaşık 100 şövalyenin arasında Tankred ve Baudouin de Bourg da bulunmaktaydı. Bu şövalyeler, Bethlehem’e gittiler ve Hıristiyan olan halkı tarafından sevinçle karşılandılar. Ana Haçlı ordusu, Kudüs’e yaklaştığında bu 100 şövalye de orduya katıldı ve nihayetinde Haçlılar Kudüs’e ulaştılar (7 Haziran 1099)183. 1.2.3.Haçlıların, Kudüs’ü Zaptı (15 Temmuz 1099) Dağlık bir alanda kurulmuş olan Kudüs, dörtgen bir yapıya sahiptir. Şehrin planı, gayet muntazam olup sokaklardaki kanalizasyon sayesinde şehir temiz tutulmaktaydı. Şehre, kutsal mekânlar ayrı bir önem kazandırmaktadır. Fulcherius, bunlardan Süleyman Mabedi’nin çok görkemli olduğundan fakat Haçlıların yağması sonucu çok fazla zarar gördüğünden de bahsetmektedir. Silaom (Siloah olarak da geçer) Gölü ya da havuzu denen 175 Willermus, I, s.331, Albertus Aquensis, s.393 Willermus, I, s.331-332, Albertus Aquensis, s.395 177 Filistin’in batı kıyısında sahilde bir şehirdir. Güneyinde 15 km. uzaklıkta Hayfa bulunmaktadır. Birçok çiftliği, elverişli limanı ve çeşitli milletlerden halkı ile geniş bir yerleşimdir. F. Bulh, “Akkâ”, İA, I, İstanbul 1978, s.250 178 Krş. Willermus, I, s.332, Albertus Aquensis, s.395, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.16, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.232, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.165, Michaud, I, s.199 179 Hayfa, Kuzey Filistin’de Karmal Dağı eteklerinde kurulmuş olup, doğal bir limana sahip olmasıyla önem arz eder. F. Buhl, “Hayfa”, İA, V / 1, MEB, İstanbul 1987, s.390 180 Haçlılar, Kaysâriye’de yaklaşık üç buçuk km. uzaklıkta olan nehir kenarına kamplarını kurdular. 28 Mayıs’ta Penecost Yortusunu kutladılar ve yola çıktılar. Willermus, I, s.332, Albertus Aquensis, s.395-397 181 Suriye sahilinde Kaysâriye ve Yafa arasında yer alan şehirdir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, I, s.151 182 Anonim Haçlı Tarihi, s.149-150, Guibert of Nogent, s.115-116, Ordericus Vitalis, III, s.167-169, Haçlıların Kudüs yolculuğunu Krş. Fulcherius Carnotensis, s.97-99, Albertus Aquensis, s.397, Willermus, I, s.332-333, Radulphus Cadomensis, s.128 183 Fulcherius Carnotensis, s.98-99, Radulphus Cadomensis, s.128, Anonim Gesta ve ondan naklen Guibert, bu tarihi 6 Haziran olarak vermişlerdir. Anonim Haçlı Tarihi, s.151, Guibert of Nogent, s.116, Haçlıların, Remle’de iken bir savaş meclisi topladıkları ve burada bazı konular üzerine fikir alışverişinde bulundukları kaydedilmektedir. Bu toplantıda İskenderiye veya Kahire üzerine Kudüs’ten önce bir sefer düzenlenmesi teklif edildi. Fakat Kudüs’ün zaptının yiyecek ve malzeme stoku göz önüne alındığında daha kolay olacağına karar verilmiş ve bu düşünceden vazgeçilmişti. Michaud, I, s.200-201, Steven Runciman, I, s.213-214, Bu fikri muhtemelen İtalyan tüccarlar gündeme getirmişti. Eymen Fuâd Seyyid, “Efdâl bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, s.145 176 50 yer hariç dışarıda su kaynağı bulunmamaktadır. Fakat şehrin içinde olduğu gibi dışarıda da sarnıçlar sayesinde su ihtiyacı karşılanabiliyordu. Şehrin surları arasındaki mesafe, dört ok atımıdır (2 km.) ve vadinin bulunduğu taraf kuşatmaya uygun bulunmamaktadır184. Kudüs, 1071 yılında Atsız tarafından ele geçirilmiş, 1077 yılında Arap asıllı kumandanların isyanıyla kısa bir Fâtımî dönemi yaşanmış ve 1079 yılında Atsız’ı bertaraf eden Tutuş’un hâkimiyetine girmişti. Tutuş, burayı 1085 yılında Artuk b. Eksük’e ikta etti. Artuk b. Eksük’ün 1091’de vuku bulan ölümü üzerine de şehir, Artuk’un oğulları Sökmen ve İlgazi’yi intikal etti185. Haçlılar, doğuya geldikleri sırada Kudüs, Fâtımîlerin elindeydi. Kudüs’ün Fâtımîler tarafından ele geçirildiği tarih, kaynaklara farklı yansımıştır. İbn elEsîr bu tarihi, 489 Şaban ayı (Temmuz-Ağustos 1096) olarak fakat bu olayın, Antakya önlerinde Kürboğa ve Haçlılar arasındaki savaştan sonra –Haçlılara yenilen Türklerin kargaşa içinde bulundukları sırada- vukua geldiğini kaydeder. İbn el-Esîr’in kaydına göre Türkler, Haçlılara yenilmiş ve muhtelif yerlere dağılmışlardı. Türklerin bu zayıf anında harekete geçen el-Efdâl, Kudüs’ü Artuk’un iki oğlu Sökmen ve İlgazi’nin elinden almıştır. Fakat İbn el-Esîr’in verdiği tarihler arasında tutarsızlık bulunmaktadır. Türklerin Antakya’da Haçlılara yenilmesi, 1098 yılı olayıdır. Ancak bu olayı tarif etmesine rağmen İbn el-Esîr, şehrin Fâtımîler tarafından zapt tarihini 1096 olarak vermiştir. Anonim Süryânî kaynağı ve Süryânî Mihail de 1098 yılında Kudüs’ün, Fâtımîlerin elinde olduğunu ve Fâtımîlerin, şehri iki yıl önce Artuk’un oğullarından aldıklarını kaydetmekle İbn el-Esîr’i desteklemektedir186. Şehrin zaptı hususuna gelince; el-Efdâl, kırktan fazla mancınık ile Kudüs’ü kırk küsur gün kuşatmış ve surların bir kısmını yıkmış; 184 Fulcherius Carnotensis, s.99-102, Radulphus Cadomensis, s.132, Steven Runciman, I, s.215, Hz. Davud’dan sonra oğlu Süleyman, yedi yıl içinde Kudüs’te muhteşem bir mabed (Mescid-i Aksa) inşa ettirmiş ve Kudüs’ün çevresine duvar çektirmiştir. Ömer Faruk Harman, “Kudüs”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s.325, F. Buhl, “Kudüs”, İA, VI, İstanbul 1977, s.953 185 Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns el-Celîl, I, s.305, Casim Avcı, “Kudüs (Fethedilişinden Haçlı İstilasına Kadar)”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s.328-329, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.193, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.64-66 186 Anonim Süryanî Vekayinamesi, s.9, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (10421195), s.41, Guibert of Nogent, geleneksel yoruma uymuş ve Antakya’nın zaptı sonrası Türklerin gücünün kırılması üzerine Fâtımîlerin, Kudüs’ü ele geçirdiğini kaydetmiştir. Guibert of Nogent, s.116-117, Ali Sevim, Kudüs’ün Fâtımîler tarafından zaptının 1096 yılında olduğu görüşündedir. el-Efdâl’i 1096 yılında Kudüs’e gönderenin el-Mustansır olduğu kaydını hesaba katmazsak onun bu görüşü, olayların seyrine uygun düşmektedir. Buna göre Haçlılar bölgeye ulaşmadan önce Rıdvan ve Dukak’ın arasında cereyan eden anlaşmazlıktan yararlanmak isteyen Fâtımîler, Kudüs’ü ele geçirmişlerdir. Zira 489 yılının sonlarında Rıdvan, Dımaşk üzerine yürüdüğünde bir başarı sağlayamamış ve Kudüs’e yönelmişti. Fakat burasını ele geçirmeyi de başaramadı ve Kudüs, Fâtımîlerin elinde kaldı. Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.168-171 51 bunun neticesinde Artuk’un oğulları, şehri teslim etmek zorunda kalmışlardır. Sonrasında şehre İftihârü’d-Devle adında bir vali atayan el-Efdâl, Mısır’a dönmüştür187. Daha Haçlılar, Antakya’yı alıp Kudüs’e doğru hareket ettiklerinde el-Efdâl, şehrin kule ve duvarlarının onarılmasını emretmiş ve şehri, silahlı adamlarıyla güçlendirmişti. Haçlıların şehre yaklaşmakta oldukları haber alınınca İftihârü’d-Devle, gerekli hazırlıkları yapmış, şehri erzak ve silah yönünden tahkim ederek savunmaya hazır hale getirmişti. Kaynakların ifadesine göre yaşlı, kadın ve çocuklar dışındaki Hıristiyanların şehirden çıkarılmaları da alınan tedbirler arasındaydı. Bu Hıristiyanlar, etrafa dağıldılar ve sığınacak yer aradılar. Sonrasında da Haçlı ordusuna katıldılar. Yahudiler ise şehirde bırakıldılar188. Remle’de üç gün geçiren Haçlılar, Emmanus Köyü’ne geldiler. Haçlılara Bethlehem’den gelen elçiler, Müslümanların Kudüs’ü onardıklarını, kutsal mekânları işgal ettiklerini ve kendilerine ağır vergiler yüklediklerini dile getirdiler. Bunun üzerine Godefroi, yüz kadar hafif silahlı askere, Bethlehem’e yürümelerini ve oradaki Hıristiyanlara yardım etmelerini emretti. Bu askerlerin başına da Tankred’i verdi. Şehirde coşkuyla karşılanan Tankred’in sancağı, kiliseye zafer nişanesi olarak çekildi189. Tankred’in gelişinden önce Gaston de Beziers kumandasında Behtlehem’den yola çıkan otuz hafif silahlı şövalye, şehrin dışında hayvan sürüleri bulmak umuduyla Kudüs’e yöneldi. Haçlı şövalye birliği, şehre yaklaşırken şehrin yanında sürüleri otlatan insanlara rastladılar ve bunlar derhal şehre kaçtılar. Fakat Gaston, dönüş yoluna girdiğinde ani bir çıkışla saldırıya geçtiler ve bu Haçlı birliğini kovalamaya başladılar. Gaston’u bu zor durumdan, yüz askeriyle beraber hareket etmiş olan Tankred kurtardı. Tankred ile birleşen Gaston, tekrar saldırıya geçti ve kendilerini takip eden Müslümanlardan birçoğunu öldürdü190. Ana Haçlı ordusunun hareketi üzerine etrafa dağılmış olan Hıristiyanların da İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.235, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.135, İbn Haldûn, Kitab el-İber, V, s.25, a. mlf, IV, s.86, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.211, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.158-159, el-Makrizî, İtti’az, III, s.22, Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns el-Celîl, I, s.305, Yusuf Derviş Gavanime, “el-Efdâl b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü’’, s.143, Azîmî, şehrin zapt tarihini Eylül 1098 olarak vermiştir. Azimi, Tarih, s.37 188 Willermus, I, s.333-335, Willermus ayrıca Kutsal Mezar Kilisesi’nin boşaltıldığını ve Hıristiyanların 14 bin parça altın ödemeye zorlandığını kaydetmektedir. Hıristiyan halk, bu parayı ödeyecek gücü olmadığı için Kıbrıs’tan yardım sağlamaya çalışmıştı. Willermus, I, s.334, Haçlılar gelmezden evvel kuyular zehirlendi ve hayvan sürüleri şehrin iç kısımlarına götürüldü. Eymen Fuâd Seyyid, “Efdâl bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, s.146, Steven Runciman, I, s.215 189 Willermus, I, s.335-336, Albertus Aquensis, s.399-401 190 Willermus, I, s.337, Albertus Aquensis, s.401, 403 187 52 katılımıyla ordu, Kudüs’ü gördükleri ve sonradan Sevinç Tepesi (Montjoie)191 olarak adlandıracakları tepeye vardılar. Haçlılar, 7 Haziran 1099’da Kudüs’e ulaştılar ve kuşatmayı başlattılar. Normandie kontu Robert kuzeye Çiçek Kapısı’na (Herodes Kapısı), onun sağına Sütunlar Kapısı’na (Aziz Etienne veya Dımaşk Kapısı) Flandre kontu Robert yerleşirlerken Godefroi ve Tankred, şehri batıdan kuşattılar. Raymond ise güneye, Sion Dağı’na yakın bir yere mevzilendi192. İlk çatışmanın ne zaman yaşandığını kestirmek mümkün görünmemektedir. Fakat Fulcherius’un kaydına bakılırsa Haçlı ordusu, Kudüs’e yaklaşırken şehirden, Haçlı öncülerine ani bir saldırı düzenlenmiş fakat bunlar Haçlılar tarafından püskürtülmüştü193. Gesta yazarı ise 9 Haziran’da Raymond Pilet, Raymond von Turenne ve bazı diğer şövalyelerin yaklaşık 200 Müslümana rastladıklarını ve bunların katledilip otuz tane atın ele geçirildiğini kaydetmekteyse de olayın nerede yaşandığına dair açık bir bilgi bulunmamaktadır194. Haçlılar, 12 Haziran’da Zeytûn Dağı’na bir ziyaret gerçekleştirdiler ve burada bir keşişle karşılaştılar. Keşiş, onlara ertesi gün şehre saldırırlarsa Tanrının, zafer nasip edeceğini müjdeledi195. Bunun üzerine 13 Haziran 1099’da şehre şiddetli bir saldırı gerçekleşti. Başarısızlıkla sonuçlanan bu saldırı, Haçlıların kuşatma aletlerine ne kadar ihtiyaçları olduğu gerçeğini ortaya koydu. Anonim Gesta yazarının, dış surların yıkıldığını, duvarlara bir merdivenin yerleştirildiğini ve her iki taraftan da birçok zayiatın olduğunu kaydetmesine rağmen Yafa’ya196 gelen gemilerin, şehre yardım göndermesine kadar kuşatmada önemli bir muvaffakiyetten bahsetmek zordur197. Haçlılar, kuşatmanın hemen Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.49 Anonim Haçlı Tarihi, s.151, Willermus, Haçlılar Kudüs’e ulaştıklarında 1500 yaya ve 20 bin yayadan müteşekkil olduklarını haber vermektedir. Willermus, I, s.348-350, Guibert of Nogent, s.116, Ordericus Vitalis, III, s.169-170, Radulphus Cadomensis, s.133, Stevenson, The Crusaders in the East, s.33-34, Raymondus, Haçlıların dizilişini daha farklı vermiştir. Onun tarifine göre Godefroi, Flandre ve Normandie kuzeyde, Raymond batıda yer alıyordu fakat bir süre sonra Raymond, karargâhını Zion Dağı eteğine nakletmişti. Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.250, Steven Runciman, I, s.216 193 Fulcherius Carnotensis, s.99, İbn el-Kalânisî, Remle’den Kudüs’e yönelen Haçlılar, burada halktan bazılarını öldürdü ve şehri kuşattı demekle Fulcherius’u desteklemiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136 194 Anonim Haçlı Tarihi, s.151, Aynı rivayet, Guibert of Nogent, s.116, Ordericus Vitalis, III, s.171 195 Albertus Aquensis, s.415, Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.251, Steven Runciman, I, s.217 196 Kaysâriye ve Akkâ arasında yer alan sahil şehridir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, V, s.426, Yafa limanı rüzgâra açık ve büyük gemilerin yanaşamayacağı kadar sığdır. Çıkarma işleri, küçük kayıklar vasıtasıyla yapılmak durumundaydı. Yafa, Kudüs ve Remle’nin limanı gibiydi. Sükûn ortamlarında çok canlı bir ticaret merkezi idi. Ebru Altan, “Yafa”, DİA, XLIII, Ankara 2013, s.172-173 197 Anonim Haçlı Tarihi, s.151, Fulcherius ve Willermus da Gesta yazarı gibi bu saldırıda kuşatma aletlerinin yetersiz olmasından şikâyet etmektedirler. Fulcherius Carnotensis, s.102, Willermus, I, s.350351 191 192 53 başında açlık ve susuzlukla karşı karşıya kaldılar. Ekmek satın alacak bir yerin olmayışı bir yana atları sulamak için de on altı km kadar açılmak zorunda kalıyorlar ve yollarda Müslümanların oklarına hedef oluyorlardı. Bu korkunç susuzluk, büyük oranda Sion Dağı’nın eteğindeki Silaom Havuzu sayesinde giderildi fakat burası da müdafilerin hedefinde bulunuyordu. Buradan su tedarik edilebilse bile ordugâhta çok pahalıya satılması da ayrı bir sıkıntıya sebep oluyordu198. 17 Haziran 1099’da Ceneviz ve İngilizlere ait olan altı gemi, Müslüman halkı tarafından terk edilen Yafa’ya girdi. Gemilerin gelişini haber alan Haçlılar, 18 Haziran’da aralarında Raymond Pilet, Achard von Montmerle ve Wilhelm von Sabran’un da bulunduğu yüz kadar şövalyeyi Yafa’ya doğru yola çıkardılar. Şövalyeler, Yafa’ya geldiklerinde otuz şövalye ayrılarak Remle’de Askalân’dan gelen 700 kişilik Fâtımî birliğiyle çarpışmaya girdiler. Çatışmada Achard von Montmerle ve birkaç Haçlı askeri ölmüştü ki çarpışmadan kaçan bir şövalyenin haber vermesi üzerine diğerleri, derhal yardıma koştular. Raymond Pilet’in yerinde ve zamanında müdahalesi ile Fâtımî birlikleri daha fazla dayanamadılar. Haçlı takibinde yaklaşık altı buçuk km. kaçan Müslümanlardan bazıları öldürülürken bazıları, bilgi almak için sağ bırakıldılar. Bu takipte 103 at da ele geçirildi199. Bu sırada Kudüs önlerindeki sefalet artmaktaydı. Haçlılar, manda derilerini birbirine dikerek yaklaşık on km. uzaktan karargâha su taşıyorlar, pis suları içmek zorunda kalıyorlar ve arpa ekmeği yiyorlardı. Ayrıca bu su taşıma işi de öyle kolay gerçekleşmiyor, su kaynaklarının arkasında saklanan Müslümanlar, Haçlıları pusuya düşürüyorlardı200. Yafa’ya gelen gemiler, yüklerini boşaltmaya muvaffak olamadan Fâtımî donanması tarafından muhasara edildiler. İngiliz gemileri, Lazıkiye’ye doğru yol alırken diğer gemiler, yüklerini boşaltır boşaltmaz, Fâtımî ablukasından kurtularak denize açıldılar. Nihayetinde Raymond Pilet refakatinde Kudüs’e taşınan bol miktarda kereste ile kuşatma aletleri yapılmaya başlandı. Fakat hala eksikliği hissedilen kereste ihtiyacı için daha uzak mesafelere açılmak gerekiyordu. Flandre ile Normandie kontlarının sorumluluğunda Anonim Haçlı Tarihi, s.152, Fulcherius Carnotensis, s.102, Willermus, I, s.352-353, Guibert of Nogent, s.117, Ordericus Vitalis, III, s.171-172, Steven Runciman, I, s.216 199 Anonim Haçlı Tarihi, s.152-153, Guibert of Nogent, s.117-118, Ordericus Vitalis, III, s.172-173, Yafa’ya gelen yardım için Bkz. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.53, aynı yazar, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.224, Steven Runciman, I, s.217, Willermus’un kaydı diğer kaynaklardan ayrılmaktadır. Yazara göre; Raymond, Yafa’ya gitmek üzere Geldemar Carpinel kumandasında otuz süvari ve elli yaya görevlendirdi. Liderlerin, bu sayının az olduğunu bildirip takviye birlik göndermesini istemesi üzerine de Raymond Pilet ve William de Sabran, elli askerle yola çıkarıldı. Lydda (Lud) ve Remle arasında bu birliğe yaklaşık 800 Müslüman saldırdı. Neticesinde Haçlılar galip geldi. Fakat yazar bu olayı Yafa öncesine tarihlemektedir. Willermus, I, s.356 200 Anonim Haçlı Tarihi, s.153, Guibert of Nogent, s.118, Ordericus Vitalis, III, s.173 198 54 kereste tedarik ve kule inşası sürecinden, Müslümanların da şehrin sur ve kulelerini tahkim edip yükseltmek suretiyle yararlanmalarının ardından Godefroi ve Raymond, inşa edilen kuleleri mancınıklarla donattılar ve saldırıya hazır hale getirdiler201. İnşasının tamamlanmasının ardından kuşatma aletleri, kuzeyde bulunan Stephan Kapısı’na taşındı ve doğudaki Jehosophat Vadisi’nden mancınıklar için taşlar taşındı. Müslümanlar, surlarda yerlerini alırken Haçlılar da hazırlıklarını tamamlayıp saldırıya hazır hale geldiler. Müslümanlar, duvarların zarar gördüğünü fark edince saman çuvallarıyla duvarları kapladılar. Bunun üzerine Haçlılar, ateşli oklarla bu çuvalları tutan ipleri yakmaya çalıştılar. Bu başarı üzerine Müslümanlar, ani bir çıkışla Haçlıların mancınıklarını ateşe verdiler. Mancınığın yakılmasının ardından kuşatma kulesi dikildi, yangına karşı deriyle kaplandı ve içine Eustace ve Lithold-Engilbert kardeşlerle beraber birçok asker yerleştirildi202. Albertus’un verdiği bilgiye göre henüz kuşatılmamış olan Zeytûn Dağı ve Jehosophat Kapısı’ndan Müslümanların, el-Efdâl ile haberleşmeleri sürüyordu. Bunu engellemek isteyen Haçlılar, mezkûr yerlere pusular kurarak şehri dış dünyadan tecrit ettiler. Burada yakalanan bir haberciden el-Efdâl’in, şehre yardıma gelme sözü verdiği öğrenildi. Eğer bir aksilik olmazsa el-Efdâl, on beş gün içinde şehre gelebilecekti. Biraz da kuşatılanların moralini bozmak için yakalanan adam, mancınıkla şehre fırlatılmak istendi. Fakat adam, ağırlığı nedeniyle şehre ulaşmadı ve keskin taşlar üzerine düşerek feci şekilde can verdi203. 14 Temmuz günü artık kuşatma kuleleri, asıl saldırı bölgeleri olan kuzey suru ile Sion Dağı’na taşınmış bulunuyordu. Dini telkinlerin ve ayinlerin ardından 15 Temmuz’da genel saldırıya geçildi. Kulelerin duvarlara yaklaştırılmasının ardından daha yakın çatışmalar başladı ve bu esnada Lethold204 adında bir şövalye, kuzeyde surun üzerine çıkmayı başardı. Onu diğer askerler izledi ve surda tutunamayan müdafiler, şehrin içlerine Anonim Haçlı Tarihi, s.154, Willermus, I, s.357-357, Guibert of Nogent, s.118-119, Ordericus Vitalis, III, s.173-174, Radulphus Cadomensis, s.136-137, Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.257, Steven Runciman, I, s.217-218 202 Albertus Aquensis, s.415-419, Duvarların saman çuvallarıyla kaplandığından bahsetmeyen Fulcherius, müdafilerin mazgallı siperlerden halatlarla sallandırdıkları iki büyük keresteyle atılan taşlara karşı koymaya çalıştıklarını fakat kısa süre sonra Haçlıların, bu halatları kesmeyi başarınca müdafilerin avantajlarını yitirdiklerini nakletmektedir. Haçlılar şiddetle duvarlara saldırırken Müslümanlar, yağa ve gaza batırılmış yanan küçük odunlar atarak mancınıklara zarar verdiler. Fulcherius Carnotensis, s.103, İbn el-Esîr’in verdiği bilgiye göre ise Haçlıların şehir önüne diktikleri iki burçtan Sihyevn tarafında yer alanı, Müslümanlar tarafından yakıldı ve içindeki Haçlı askerleri de öldürüldü. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.235, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.165, İbn Tağrîberdi, en-Nücum, V, s.147, Abû’lFarac, II, s.340 203 Albertus Aquensis, s.421-423 204 Willermus’a göre Ludolf ve Gislebert adında iki şövalye kardeş, surlara ilk tırmananlardır. Willermus, I, s.369, Albertus bu askerlerin adını Lithold ve Engilbert olarak kaydetmiştir. Albertus Aquensis, s.429 201 55 çekildiler. Anonim Gesta’nın anlatımıyla bu müdafilerin takip edilmesiyle ayak bileklerine kadar ulaşan Müslüman kanı içinde Süleyman Mabedi’ne kadar uzanan bir kıyım başladı205. Raymond, İftihârü’d-Devle’nin bizzat savunduğu güney surunda, kuşatma kulesini duvarlara, arada hendek bulunması dolayısıyla yaklaştıramamıştı. Hendeğe her üç taş atana bir dinar ödeyen Raymond, nihayetinde kuleyi sura yaklaştırmayı başardı fakat bu defa da müdafileri geçemedi206. Kuzey surundan Haçlıların, şehre girdikleri haberi ulaşınca Raymond da bu beyhude çabadan vazgeçti ve kuzeye yöneldi207. Şehrin düşmesi üzerine, Davud Kulesi’ne çekilen İftihârü’d-Devle, burada Raymond tarafından muhasara edildi. İftihârü’d-Devle, teslim olmaktan başka çare bulamadı; canları ve malları ile serbest çıkış müsaadesi istedi. Raymond’un, bu teklifi kabul etmesi üzerine kuleyi teslim ederek maiyeti ile beraber şehirden çıktı ve Askalân’a gitti. Haçlıların, kan ile yıkandıkları Kudüs’ten kurtulan yegâne grup da bunlar oldular208. Haçlı kaynakları, Kudüs’te sergilenen vahşeti, tüm çıplaklığıyla tasvir etmişlerdir. Sokaklarda rastladıkları Müslümanları katleden Haçlıların önünden kaçan bir grup, Mescid-i Aksâ’ya sığınmış ve Tankred’in209 bayrağını camiye asmışlardı. Fakat bunlar da Anonim Haçı Tarihi, s.154-155, Guibert of Nogent, s.119-120, Ordericus Vitalis, III, s.174-175 Albertus’un verdiği bilgiye göre Davud Kulesi tarafında bulunan Raymond’a Müslümanlar, on dört mancınık kurarak karşı koyuyorlardı. Müslümanlar, aynı zamanda kuşatma kulesi ve mancınıkları yakmaya uğraştığından Raymond, savaş aletlerini yan duvara taşıdı ve ateşe karşı bunları kapladı. Böylece Müslümanların teşebbüsleri akamete uğradı. Albertus, Aquensis, s.423-427, Steven Runciman, I, s.219220 207 Gesta yazarına göre, bu hendeğin doldurulması için üç gün (12 Temmuz’dan 15 Temmuz’a kadar) uğraşılmıştır. Anonim Haçlı Tarihi, s.155-156, Krş. Fulcherius Carnotensis, s.104, Willermus, I, s.370371, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, Haçlılar Kudüs’ü kuşatınca el-Efdâl’in bir ordu hazırlayarak Kudüs’e yardım için yola çıktığı rivayet edilmektedir. Bunu haber alan Haçlılar, muhasarayı şiddetlendirdiler ve şehri ele geçirdiler. el-Efdâl, şehrin zaptından yirmi gün sonra Askalan’a ulaştı ve Haçlıları anlaşmalara uymamakla kınamak üzere elçilerini yolladı. Eymen Fuâd Seyyid, “Efdâl bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, s.146 208 Anonim Haçlı Tarihi, s.156, Ordericus Vitalis, III, s.180, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.136-137, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.165, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.211, Işın Demirkent, “Kudüs (Haçlılar Dönemi)”, DİA, XXVI, Ankara 2002, s.329-330, Albertus’un kaydına göre Davud Kulesi’ne sığınmaya çalışan on altı kişi atların ayakları altında ezilerek can verdi. Albertus Aquensis, s.431 209 Tankred, Kubbetü’s-Sahra’yı yağmaladı. Fakat buranın kutsal bir mekân olması dolayısıyla bu aldığı zengin ganimeti daha sonra iade etmek zorunda kaldı. Fulcherius Carnotensis, s.105, Radulphus Cadomensis, s.144, 148, 153, Willermus, I, s.371, Abû’l-Farac, II, s.340-341, Albertus’a göre Tankred, Kubbetü’s-Sahra’dan ele geçirdiği muazzam ganimeti Godefroi ile paylaşmıştır. Albertus Aquensis, s.433, İslam kaynaklarına Tankred’in, Kubbetü's-Sahra'nın kırk küsur gümüş kandilini aldığı yansımıştır. İbn elEsir’in verdiği detaya göre her bir kandilin ağırlığı 3600 dirhemdi (yaklaşık on kg). Ayrıca kırk rıtl (yetmiş dört kg) ağırlığında gümüş bir ocak da bu arada Tankred’in eline geçti. Bu hırsızlığa 150 tane küçük kandil ve yirmi küsur altın kandil de dâhildi. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.165-166, el-Makrizî, İtti’az, III, s.23, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.211, İbn Tağrîberdi, en-Nücûm, V, s.148, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.166, el-Cevzî, elMuntazam, XVII, s.47, Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns el-Celîl, I, s.308 205 206 56 masun kalmadılar ve burada yapılan katliam sonucunda mabedin her yerinden kan damlıyordu. Ertesi sabah mabedin çatısındakiler de kadın-erkek ayırt edilmeden katledildiler. Buradan şehre dağılan Haçlılar, her türlü malı gasb ederek evlere, içlerindeki her türlü eşyayla beraber el koydular210. Tankred, tapınağın çatısına sığınanların katledildiğini gürünce çok kızdı. Anlaşıldığı kadarıyla bu kimseleri esir ederek el-Efdâl ile mücadelesinde veya pazarlıklarda kullanmak niyetindeydi. Albertus, bu insanların katledildiğini gören Tankred’in durum değerlendirmesini nakletmiştir. Buna göre Tankred, bu insanları öldürmek yerine bunlara hükmetmeyi daha uygun buluyordu: Şimdi tüm şehir cesetle kaplanmıştı fakat Türkler bu şehri 300 kişiyle ele geçirdikleri zaman kimseyi katletmemişler, bunlara ağır vergiler yükleyip hükmederek şehre uzun süre hâkim olmuşlardı. el-Efdâl, İznik ve Antakya’da Türklerin mağlup edildiğini duyup şehri ele geçirdiği sırada o da şehirde kimseyi katletmemişti. el-Efdâl, iyi bir siyasetle Türklere ve Hıristiyanlara kötü davranmadı, kiliseleri yıkıp onların inançlarını kısıtlamadı. Fakat elEfdâl yine de Türklerden tedirgindi; bu yüzden Antakya önlerindeki Haçlılara elçiler yollayıp anlaşmak, durumunu güçlendirmek istemiş ve Hıristiyanların rahatını garanti etmişti. Tüm bu örneklere rağmen peki Haçlılar neden katliam yapıyorlardı? Tankred’in bu sözleri üzerine buradaki katliama 17 Temmuz’da son verildi211 Şehirdeki vahşeti yine Haçlı kaynaklarından takip etmek mümkündür: Müslümanların, katledilmeden önce yuttukları Bizans altınlarına ulaşmak için karınları deşildi ve bundan sağlıklı bir sonuç alınamayınca yığınlar halinde yakıldılar212. Kudüs’te ne kadar Müslümanın katledildiği konusunda kaynaklar değişik rakamlar vermektedirler. Örneğin Fulcherius, Süleyman Mabedi’nde yaklaşık 10 bin Müslümanın boynunun vurulduğunu haber vermekte ve “burada olsaydınız ayak bilekleriniz katledilenlerin kanlarıyla lekelenebilirdi” diyerek Gesta’yı teyit etmektedir213. Fakat İslam kaynakları ve Abû’l-Farac, bu rakamı “Haçlılar, Mescid-i Aksâ'da 70 binden fazla Müslümanı öldürdüler” demekle yalanlamaktadırlar214. Ermeni kaynaklarından Urfalı Mateos ve Anonim Haçlı Tarihi, s.156-157, Guibert of Nogent, s.121, Haçlılar, katliamdan sonra evlere dağıldılar ve içindekilerle beraber bu evlere sahip oldular. Herkesin, ele geçirdiğine sahip olması şeklinde anlaşmışlardı ve bu yolla birçok fakir, zengin oldu. Fulcherius Carnotensis, s.105, Işın Demirkent, “Kudüs (Haçlılar Dönemi)”, DİA, XXVI, s.330 211 Albertus Aquensis, s.441-445 212 Fulcherius Carnotensis, s.105 213 Fulcherius Carnotensis, s.104, Radulphus Cadomensis, s.143 214 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.165, el-Makrizî, İtti’az, III, s.23, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.211, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.211, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.166, el-Cevzî, el-Muntazam, XVII, s.47, Mucîr ed-Dîn elHanbelî, el-Üns el-Celîl, I, s.307, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.118, Abû’l-Farac, II, s.340, Bu vahşet için 210 57 Smbat bu rakamın yaklaşık olarak 66 bin olduğunu haber verirken Anonim Süryânî kaynağı 30 bin olarak kaydetmiştir215. Bu arada Kudüs’te bulunan Yahudiler de bu katliamdan nasiplerini aldılar ve sığındıkları sinagoglarda toplu halde yakıldılar216. Raymondus’a göre ise şehre dağılan Haçlılar, acımasızca Müslümanları katletmeye başladılar ve şehirde müthiş sahneler sergilendi. Daha merhametli olanlar, Müslümanların kafalarını kesiyorlardı. Bazıları, Müslümanları oklarla öldürüyor bazıları ise daha fazla işkence çektirerek ateşte yakıyorlardı. Sokaklarda kafa, el ve ayaklara takılmadan yürümek çok zordu. Fakat bunlar, Süleyman Mabedi’nde cereyan edenler yanında bir hiçtir. Burada kesilen Müslümanların kanı, Haçlı askerlerinin dizlerine kadar ulaşıyordu. Haçlılar, dizlerine kadar Müslüman kanı içinde katliamlarını sürdürdüler. Şehir, ceset ve kanla dolmuştu217. el-Efdâl’in, Kudüs konusunda ihmalkâr davrandığı kabul edilmektedir. Yusuf Derviş Gavanime’nin değerlendirmelerine göre Fâtımî Devleti’nin durumuna bakıldığında bu sonuca ulaşmak mümkündür. Kudüs’ün Fâtımîlerce 1098 yılında ele geçirildiği varsayılırsa yeterince askeri gücü olan el-Efdâl’in, Haçlıları Kudüs’te karşılamaması ve Mısır’a dönüşü, ihmalkârlık olarak görünmektedir. Fakat el-Efdâl’in, Haçlılarla ittifak ettiği ve kaygı duymadan Mısır’a döndüğü de karşı tez olarak sunulabilir. Fâtımîlerin askeri gücünün yeterli oluşu, 1098 yılı içinde Sûr şehrini itaate almalarından218 ve Kudüs’ü direnişle karşılaşmadan ele geçirmelerinden anlaşılabilir. Bu noktada el-Efdâl’in, yukarıda bahsedilen Kudüs’ü tahkim etmesinde yeterli asker göndermediği değerlendirmesinde bulunmak daha yerinde olacaktır. Zira Haçlılar, sahil şehirlerini kuşattıklarında da yeteri kadar askeri yardımda bulunmadığı kaynaklara yansımıştır219. Bkz. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.55-56, Steven Runciman, I, s.220-221, İbrahim Erhem Polat, “Doğu ve Batı Kaynaklarında Haçlı Seferlerinde Yaşanan İnsanlık İhlalleri”, s.15-17 215 Urfalı Mateos, Vakayiname, s.199, Smbat Sparapet, Chronicle, s.51, Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.14, Albertus ve Willermus ise sadece tapınak içinde 10 bin Müslümanın katledildiğini nakletmişler ancak sokakların cesetle dolu olması nedeniyle bu rakamın daha fazla olduğunu da not düşmüşlerdir. Albertus Aquensis, s.431-433, Willermus, I, s.372 216 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, Edward Gibbon, The Crusades (A.D. 1095-1261), London 1869, s.44, Steven Runciman, I, s.221 217 Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.261 218 1089 yılında Bedr el-Camâlî’nin gönderdiği Nâsırüddevle el-Cüyûşî, Sûr şehrini Tutuş’un elinden aldı. 1097 yılına gelindiğinde vali Kuteyle, isyan etti fakat Fâtımîler, bu isyanı kanlı bir şekilde bastırdılar. Mısır’a götürülen Kuteyle öldürüldü. İbn el-Kalanisî, Zeyl, s.133-134, Ebru Altan, “Sûr”, DİA, XXXVII, Ankara 2009, s.536 219 Yusuf Derviş Gavanime, “el-Efdâl b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü”, s.146, 149 58 1.2.4.Askalân Savaşı (12 Ağustos 1099) Haçlılar, hedefleri olan Kudüs’ü nihayet ele geçirdiler ve bunu, Tanrı’ya bir şükran ifadesi olmak üzere Müslüman ve Yahudileri katlederek kutladılar. Bu defa Kudüs’ün nasıl yönetileceği, Müslümanlara karşı nasıl korunacağı, gerek duyulan insan ihtiyacının nasıl karşılanacağı gibi konular gündeme geldi. Başka bir sorun daha vardı ki bu noktada Müslümanlara psikolojik işkence uygulandı. Şehir temizlenmeliydi; kokmaya başlayan Müslüman cesetlerinin, yakılmak üzere bir araya toplanması gerekiyordu ve Haçlılar bu işi hayatta kalmış Müslümanlara yaptırdılar. Anonim Gesta’nın anlatımıyla; “(…) hayatta kalmış olan Müslümanlar, cesetleri kapıların önüne sürüklediler ve evler yüksekliğinde birbiri üzerine yığdılar. Böyle bir imansız katliamı şimdiye kadar ne görülmüş ne de işitilmişti zira odun yığınları üzerinde yanan piramitlere benziyorlardı ve ne kadar çok olduklarını yalnız Tanrı bilir. Kont Raymond, sadece o emir ile yanında bulunanların sağ salim Askalân’a gitmelerine izin verdi.”220 Bu vahşetin sonrasında Haçlılar, Godefroi’yi yönetici (23 Temmuz 1099), Arnulf’u da patrik seçtiler (1 Ağustos 1099)221. Haçlıların Kudüs’ü işgali ve sergiledikleri vahşete Fâtımîlerin ilk reaksiyonu, Askalân’da yaşanan savaş ve sonrasında şehrin kuşatılması ile sonuçlandı. İbn el-Esîr’in ifadesine göre Kudüs’ün ele geçirilmesinin hemen sonrasında el-Efdâl, Askalân’a yürürken Haçlılara da elçi yolladı ve onları yaptıklarından dolayı yadırgadığını bildirip tehdit etti. Haçlılar ise Fâtımî elçilerinin yola çıkışını müteakip harekete geçtiler222. Anonim Gesta’nın verdiği detaya göre ise Kudüs’te yönetici ve patrik seçimleri yapıldığı sıralarda Haçlılara Nablus’tan223 haberciler geldi (4 Ağustos 1099 civarı) ve şehri teslim almalarını Anonim Haçlı Tarihi, s.158, Guibert of Nogent, s.122, Steven Runciman, I, s.223 Anonim Haçlı Tarihi, s.158-159, Guibert of Nogent, s.123, Fulcherius, Godefroi’nin hükümdar = prinkeps seçildiğini yazar, fakat –Raymond’un itirazları nedeniyle- kendisi Kutsal Mezarın Savunucusu unvanıyla başa geçmişti. Ayrıca yazar, Anonim Gesta’nın aksine papaya sorulmadan bir piskopos tayini yapılmadığını kaydetmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.106-107, Şehre yönetici seçimine geçildiğinde Raymond de Saint Gilles üzerinde duruluyordu fakat o, ülkesine dönme niyetini açıklayınca Godefroi “Kutsal Mezarın Savunucusu” unvanıyla başa geçti. Willermus, I, s.380-383, Steven Runciman, I, s.225226, 17 Temmuz’da yapılan toplantıda Raymond’un başa geçmesi teklif edildi fakat Raymond bunu reddedince Godefroi başa geçti. Godefroi’nin başa geçmesiyle ikili arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Zira tüm Haçlılar üzerinde tek hâkim olmak isteyen Godefroi, Raymond’dan Davud Kulesi’ni teslim etmesini istedi fakat Raymond reddetti. Albertus Aquensis, s.445-447 222 Savaş, 12 Ağustos 1099’da yaşandı. Fulcherius, Askalan ile Kudüs arasının bir buçuk gün olduğunu söylemektedir. Savaş, Haçlıların ganimet ele geçirmesinin ertesi günü olduğuna göre Haçlılar 9 Ağustos’ta yola çıkıp 10 Ağustos’ta bölgeye ulaşmış olmalılardır. Krş. Fulcherius Carnotensis, s.108-109, Anonim Haçlı Tarihi, s.160, İbn el-Esîr burada ” = انكرBilmedi, İnkâr etti, Yadırgadı, Hoş karşılamadı” fiilini kullanmıştır. Fâtımî-Haçlı ittifakına dair kayıtlar göz önüne alındığında İbn el-Esîr’in bu kaydı da bir FâtımîHaçlı anlaşmasını doğrular mahiyette görünmektedir. Zira el-Efdâl’inki bir tehditten ziyade ahde vefasızlıkla suçlama mahiyetindedir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.237, İbn Haldûn, Kitâb elİber, V, s.211, Steven Runciman, I, s.228 223 Kudüs’e on fersah (60 km.) mesafede dağlık bir bölgedir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, V, s.248, Nablus, Kudüs’ün kuzeyinde Tur ile Selimiye Dağları arasında kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan 220 221 59 istediler. Kont Eustach ve Tankred, derhal yola çıkmışlardı ki Fâtımîlerin, büyük bir orduyla yolda oldukları haberi üzerine Godefroi, mezkûr kontları tekrar çağırdı. Bunun üzerine Kont Eustach ve Tankred önce Kaysâriye’ye sonrasında Remle’ye geldiler ve Remle’de Müslümanların öncüleriyle çatışmaya girip geri püskürttüler. Bu çatışmada Müslümanlardan bazılarını yakalayıp Fâtımî ordusu ve savaş gücü konusunda bilgi aldılar224. Savaşın Askalân’da yaşanacağı haberi, Kudüs’e ulaştırıldığında Raymond de Saint Gilles ile Robert de la Normandie bu bilgiyi teyit etme ihtiyacı hissettiler ve adamlarını yollayıp Fâtımî ordusunun bulunduğuna kani oluncaya kadar harekete geçmeyi reddettiler225. Haçlılar arasında bunun gibi güven sorunları bundan sonra da yaşanacaktır. Hatta olayların devamında, Askalân kuşatmasında bu durum tekrar etmiştir. Haçlılar, Askalân’a 10 Ağustos’ta ulaştılar. Burada savaşa hazırlanırlarken bol miktarda hayvan (öküz, deve, koyun, keçi vs.) ele geçirdiler. Fulcherius’un kaydına göre Haçlılar, Müslümanlara karşı harekete geçtiklerinde bu hayvanları geride bırakma niyetindeydiler. Fakat Haçlılar ilerleyince bu hayvanlar da askerlerin ardından gittiler ve bu durum, Müslümanlarda Haçlı ordusunun çok kalabalık olduğu intibaı uyandırdı226. Bu hayvanlar ele geçirildiği sıralarda ilk çatışma da yaşandı. Yaklaşık 300 Müslüman askeri, Haçlılara saldırdı fakat tutunamadılar ve iki esir bırakarak çekildiler227. Tarafların sayısı hakkında birbirini tutmayan rivayetler mevcuttur. Raymondus ve Willermus, Haçlı ordusunun sayısını 1200 şövalye ve yaklaşık 9 bin piyade olarak verirlerken; Urfalı Mateos ve Smbat, Fâtımî ordusundan 100 bin kişinin boğulduğunu ifadeyle toplam rakamın 300 bin olduğunu kaydetmişlerdir. Radulphus Cadomensis, bir vadide kurulmuştur. Ticaret yollarına hâkimdir, stratejik bir kanumu vardır ve su kaynaklarının bolluğu ile ön plana çıkar. Şehir, daha önce Selçuklular ve Fâtımîler arasında mücadeleye sahne olmuş olmakla beraber 1098 yılında Fâtımîlerin elinde bulunuyordu. Şit Tufan Buzpınar, “Nablus”, DİA, XXXII, Ankara 2006, s.265-266, Kaynaklarda burada yaşanan bir mücadeleden bahsedilmiyor. Buranın Müslüman halkı da diğer birkaç şehir gibi Haçlıların önünden kaçmış olmalıdır. 224 Anonim Haçlı Tarihi, s.159, Guibert of Nogent, s.127, Ordericus Vitalis, III, s.183-184, Steven Runciman, I, s.228, Alınan bilgiye göre Fâtımî ordusunda çok sayıda Türk, Arap ve Habeşli bulunmaktaydı. Fulcherius Carnotensis, s.108, Willermus, I, s.394, Nablus taraflarına giden kontların dönüşü sonrasında ilk çatışma yaşanmıştı. Esir edilenlerden alınan bilgiye göre el-Efdâl’in ordugâhı, oraya on bir km kadar uzaklıktaydı ve el-Efdâl, iki gün sonra Haçlılara karşı yürüme niyetindeydi. Willermus, I, s.395-396, Haçlıların buna göre plan yapmaları ve harekete geçmeleri, İslam kaynaklarında ifade edilen hazırlıksız yakalanma durumunu açıklar mahiyettedir. Albertus’un kaydına göre Haçlılar, Remle’ye ilerlediklerinde – Kudüs alındığı zaman Haçlılarla anlaşma yapmış olan- Remle valisi, gelerek destek vermeye hazır olduğunu bildirdi ve Fâtımîlerin planları hakkında bilgi vererek onları yönlendirdi. Albertus Aquensis, s.459 225 Anonim Haçlı Tarihi, s.160, Guibert of Nogent, s.128, Albertus, Raymond’un Davud Kulesi anlaşmazlığı (elinden alındığı için) sebebiyle Askalan’a hareket etmediğini, adamlarının tavsiyeleri üzerine harekete geçmeye ikna olduğunu kaydetmektedir. Albertus Aquensis, s.457 226 Fulcherius Carnotensis, s.108 227 Anonim Haçlı Tarihi, s.161, Guibert of Nogent, s.128 60 Fâtımîlerin mevcudunu 360 bin atlı ve denizdeki kumlardan daha çok yaya olarak kaydedip mübalağalı bir rakam vermiş; Albertus ise bu savaşta 20 bin Haçlının, 300 bin Müslümana karşı olduğunu söyleyerek olayı daha karmaşık bir hale getirmiştir228. Haçlıların savaş düzenine bakıldığında Godefroi’nin sol kanatta, Raymond de Saint Gilles’in sağ kanatta, Normendie ve Flandre kontlarıyla Tankred’in de ortada yer aldıklarını görmekteyiz. Fâtımîlerin öncü birlikleri iki kola ayrılmışlardı. Nihayet ordular karşı karşıya geldiğinde daha hızlı hareket eden öncü birlik, Haçlıları arkadan sarmak için ilerledi. Godefroi’nin bunu erken fark etmesi, Haçlıları savaşın hemen başında büyük bir tehlikeden kurtardı. Karşılıklı ok atışlarıyla sakin başlayan savaş, yerini bir süre sonra mızrakların daha çok kullanıldığı yakın çarpışmalara bıraktı. Kaynakların ortak ifadesi; Fâtımîlerin, şiddetli Haçlı hücumlarına dayanamadıkları yönündedir. Öyle ki Fulcherius, yaklaşık bir saat içinde Fâtımîlerin bozguna uğradığını ve kaçmaya başladığını kaydetmektedir (12 Ağustos 1099)229. Müslümanlar, bozgun halinde çekilirlerken bölgede bol miktarda bulunan incir ağaçlarına saklanarak Haçlıların takibinden kurtulmak istemişlerdi. Fakat Haçlılar, bu ağaçları ateşe verdikten sonra buradaki Müslümanların bazılarını oklarla öldürüp bazılarını da ölümcül derecede yaraladılar. el-Efdâl ise sağ kalanlarla beraber Askalân’a çekildi230. Kaynakların çok açık bilgiler vermediği kayıplar konusunda İbn el-Kalânisî, Müslümanların kaybını 10 bin kişi olarak kaydetmiştir. Hemen sonrasındaki Askalân kuşatmasında ise halkın çeşitli tabakalarından yaklaşık 2700 kişinin hayatını kaybettiğini rivayet eder. Albertus da kaçmaya çalışanların sahile yöneldiğini, Raymond’un takibinde bunların birçoğunun katledildiğini kaydetmiştir. Yazar, şehre girmeye çalışırken 2 binden fazla kişinin ezilerek öldüğünü söylemekle de bir bakıma İbn el-Kalânisî’yi teyit etmiştir231. Haçlıların ele geçirdikleri ganimet arasında altın, gümüş, değerli taşlar, Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.270, Willermus, I, s.396-397, Urfalı Mateos, Vakayiname, s.200, Smbat Sparapet, Chronicle, s.51, Radulphus Cadomensis, s.154, Albertus Aquensis, s.469 229 Fulcherius Carnotensis, s.109, Anonim Haçlı Tarihi, s.161, Ordericus Vitalis, III, s.185-187, Askalan’da yaşanan savaşın tarihini Anonim Gesta yazarı 12 Ağustos 1099 olarak kaydetmekte, Anonim Haçlı Tarihi, s.163 ve Fulcherius da onu teyit etmektedir. İbn el-Kalânisî, tarih vermezken İbn Kalânisî, Zeyl, s.137, İbn el-Esîr, gün belirtmeden savaş tarihini Temmuz-Ağustos 1099 olarak kaydetmiştir. İbn elEsir, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, Krş. Willermus, I, s.397, Albertus Aquensis, s.463465, Raymondus’un verdiği bilgiye göre Haçlılar dokuz bölüğe ayrıldılar. Üç bölük önde, üç bölüük arkada, üç bölük de merkezde yer alıyordu. Raymondus’tan naklen August C. Krey, The First Crusade, s.270 230 Fulcherius Carnotensis, s.109, Anonim Haçlı Tarihi, s.162, Guibert of Nogent, s.129-130, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.237, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, el-Makrizî, İtti’az, III, s.24, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.211 231 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, Albertus Aquensis, s.467-469 228 61 kaftanlar, altın süslü miğferler, değerli yüzükler, çok sayıda kılıç ve hububat yer almaktaydı. Hatta Fulcherius, ordu geri dönerken bu mallardan çoğunun taşınamadığı için ateşe verildiğini kaydetmiştir232. İslam kaynakları, Askalân Savaşı’nı daha muhtasar kaydetmişlerdir. Bunların birleştikleri nokta, Askalân’da Müslümanların hazırlıksız yakalandığıdır. el-Efdâl, 4 Ağustos 1099’da Askalân’a ulaşmış olmasına rağmen burada donanmanın gelişini beklemek durumda kalmıştı. Haçlıların ani saldırısı karşısında ordusunu savaş düzenine soktuysa da yukarıda ifade edildiği üzere bozgun halinde geri çekilmek zorunda kaldı233. Askalân’a sığınan el-Efdâl, Mısır’a doğru yola çıktı. Onun hareketinin hemen akabinde geceyi tetikte geçiren Haçlılar, ertesi gün Askalân’ı kuşatmaya başladılar. Askalân kuşatması konusunda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Askalân kuşatmasının öne çıkan tarafı, Haçlılar arasındaki anlaşmazlıklardır. Buna göre Haçlılar, 20 bin dinar karşılığında kuşatmayı kaldırmaya razı olmuşlar ve çekilmişlerdir234. Kaynaklar, Askalân’da Müslümanları yenen Haçlıların, kuşatmada aynı başarıyı gösteremedikleri ve çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri için Askalân’ın kurtulduğu düşüncesindedirler. Haçlı kaynakları halkın, -Davud Kulesi’ndeki Müslümanlara karşı sözünde durmuş olan- Raymond’a teslim olma niyetinde olduğunu fakat Godefroi’nin muhalefeti üzerine bunun gerçekleşmediğini nakletmektedirler. Zaten bu olayın ardından Raymond çok kızmış ve yanında Normendie ve Flandre kontları olduğu halde kuşatmadan ayrılarak Arsûf’a yönelmiştir235. Albertus’un, bu kuşatma ve sonrasında Arsûf’ta gelişen olaylar dolayısıyla Raymond’a öfkeli olduğu görülmektedir. Zira yazarın bambaşka bir anlatımı vardır. Bir bakıma Raymond, Haçlılar arasına nifak tohumları serpen biri konumundadır. Buna göre Askalân kuşatıldığında Raymond, halka gizli bir elçilik heyeti yollamıştı. Halktan kendisine teslim olmalarını istemiş; eğer bu gerçekleşemezse birçok Haçlı liderinin, askerleriyle beraber ülkelerine dönme niyetinde oldukları, Godefroi’nin Fulcherius Carnotensis, s.109-110, Normandie kontunun ele geçirdiği el-Efdâl’in bayrağı, zaferin nişanesi olarak Kutsal Mezar’a asılmıştır. Anonim Haçlı Tarihi, s.162, Guibert of Nogent, s.130, Ordericus Vitalis, III, s.190, Albertus Aquensis, s.469 233 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.237 234 Genel olarak İslam kaynakları, kuşatmanın kaldırılması için 12 bin veya 20 bin parça altının ödendiğini rivayet ederken İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.237, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.166, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.149, İbn el-Kalânisî, bahsedilen 20 bin dinar hazırlanırken Haçlı kumandanları arasında anlaşmazlık çıktığını ve böylece herhangi bir para alamadan elleri boş döndüklerini kaydetmektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, Ayrıca Krş. İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.211, Abû’l-Farac, II, s.341, Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.70 235 Ordericus Vitalis, III, s.188-189, Steven Runciman, I, s.229-230, Stevenson, The Crusaders in the East, s.35, Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, s.375, Michaud, I, s.244 232 62 yanında çok az adam kalacağı için şehri teslim etmemelerini tembihlemişti. Böylece teslim olma niyetinde olan Askalânlılar vazgeçmiş ve Raymond’un iki kont ile çekilmesinin ardından sadece 700 şövalyeyle kalan Godefroi de kuşatmayı kaldırarak Arsûf’a yönelmişti236. Raymond’un bu davranışına Davud Kulesi’nin hâkimiyeti sorununun sebep olduğu akla gelmektedir. Fakat yazarın kayıtları, başka hiçbir kaynakta yer almamaktadır. Albertus, Arsûf kuşatması için de aynı rivayeti nakledecektir. Netice itibariyle Haçlı liderleri arasındaki anlaşmazlık Askalân’ı kurtardı ve şehir, 1153 yılına kadar Fâtımîlerin hareket üssü olarak kaldı. Raymond’un Flandre ve Normandie kontlarıyla beraber bölgeden ayrılması üzerine Godefroi, Tankred ile kalmıştı. Tankred, özellikle Galilaea bölgesine sağlam bir şekilde hâkim bulunuyordu. Bu bölge, Haçlıların gelişinden önce Fâtımîler ile Dımaşk meliki Dukak arasında anlaşmazlıklara sebep olmuş, Askalân yenilgisi sonrasında Dukak, burayı ele geçirmeyi düşünmüş fakat başarılı olamamıştı. Tankred, yirmi dört şövalye ve yaya maiyetiyle hala Fâtımîlerin elinde bulunan Galilaea’ya girdiği sırada yerli Müslümanlar, Tankred’e direniş göstermediler ve Tankred, bölgenin merkezi Taberiye’ye ilerlediği sırada Dımaşk’a bağlı yerlere kaçtılar. Şehirdeki Hıristiyan halkın, Tankred’i sevinçle kabul etmesiyle Müslümanlar, şehri terk ettiler. Hemen sonrasında Tankred, Müslüman arazisine ani baskınlar düzenleyerek etrafı yağmalamaya başladı. Bu akınlar, Tankred’e zengin ganimet kazandırdığı gibi Galilaea bölgesindeki hâkimiyetini de sağlamlaştırdı237. Tankred, aşağıda görüleceği üzere Bohemond’un esareti sonrası Antakya’ya giderken buraları Godefoi’ye teslim etti. 1.2.5.Hayfa'nın Zaptı (25 Temmuz 1100) Hayfa şehrinin ele geçirilip yağmalanması, İslam kaynaklarında “Haçlılar, bu sene (1100) Akkâ yakınlarındaki Hayfa şehrini silah zoruyla işgal ettiler” şeklinde tek cümle ile yer bulmuştur238. Haçlı kaynaklarında ise Venediklilerin deniz kuvvetlerinden yararlanılarak şehrin ele geçirildiği ve halkın katledildiği yer almıştır. Haçlıların bu sıradaki en büyük sıkıntısı, deniz gücüne sahip olmamalarıydı. Bu yüzden Godefroi, 1100 yılında Yafa’ya ulaşmış olan Venediklilerle temasa geçerek bunların deniz gücünden yararlanmak istedi. Taraflar arasında yapılan anlaşmaya göre Venedikliler, iki ay boyunca Haçlıların seferlerine katılacak ve denizden yardım sağlayacaklar; buna karşılık 236 Albertus Aquensis, s.471-473 Steven Runciman, I, s.235 238 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.43, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.267, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.167, el-Makrizî, İtti’az, III, s.26, Azîmî, Tarih, s.39 237 63 kendilerine Godefroi’nin hâkimiyeti altındaki topraklarda serbest ticaret hakkı, pazar yerleri, kilise ve Müslümanlardan zapt edilecek şehirlerin üçte biri verilecekti. Venedikliler de tüm bunlara sahip olurlarken belli bir para ödeyeceklerdi239. Anlaşma gereğince Haçlılar, 1100 yılında Akkâ’yı kuşatırlarken Godefroi hasta yatmaktaydı. Kralın hastalığı ve bir süre sonra da ölümü kaynaklarda birbirini tutmayan rivayetleri içerir. İslam kaynakları Godefroi’nin, Akkâ kuşatmasında isabet eden bir okla yaralanıp bir süre sonra da öldüğünü naklederler240. Hıristiyan kaynaklarının kayıtları ise olayın seyri açısından daha tutarlıdır. Buna göre Godefroi, Kaysâriye’yi kuşatırken şehrin hâkimi, dostluk göstergesi olarak yemek ikram etmiş fakat Godefroi bunu reddetmiş, sadece gönderilen meyvelerden yemişti. Meyveler zehirli olduğu için de bir süre sonra hastalanmış ve kırk adamıyla beraber ölmüştü. Albertus’un kaydına göre kral zehirlenince Yafa’ya taşındı. Yafa’da bulunan Venediklilerle anlaşma yaptı ve ortak bir harekâta katılmaya söz verdi. Fakat hastalığı şiddetlenince Kudüs’e taşındı241. Kral hasta bir şekilde Kudüs’e taşındığında Tankred, Venediklilerle anlaştı ve Hayfa’yı kuşattı. Warner de Gray ve Tankred karadan, Venedikliler denizden şehri kuşatmaya aldılar. Bu sırada Warner hasta olduğu için Yafa’ya, dört gün sonra da Kudüs’e döndü. Godefroi ise 18 Temmuz 1100’de Kudüs’te öldü242. Tankred ve Venedikliler, Hayfa’yı kuşatırlarken Godefroi’nin, sağlığında şehri Geldemar Carpanel’e vaad etmiş olduğu duyuldu. Buna kızan Takred, mücadeleden vazgeçmişti ki Patrik Daimbert, onu kuşatmaya devam hususunda ikna etti. Şehirde Yahudi nüfus fazlaydı. Kuşatma aletleri kurulup şehir şiddetli bir şekilde sıkıştırılırken Müslüman ve Yahudiler, şehri beraberce başarılı bir şekilde savundular. Şehir duvarları tahrip edilirken halk, iç kalede direnmeye devam etti. Nihayetinde şehrin ele geçirilmesi ile de şiddetli bir kıyım başladı. Şehirde bulunan Yahudi ve Müslümanlar acımasızca öldürülürken altın, gümüş, değerli elbise, atlar, katırlar ve erzaka el konuldu. Şehrin ele geçtiği gün, halkın bir haç etrafında toplanması emredilmişti. Burası, onlar için güvenli bir alan olacaktı. Fakat sözlerinde Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.222 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.138, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.43, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.266, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.167, Azîmî, Tarih, s.38, 241 Albertus Aquensis, s.511-513, Urfalı Mateos, Vakayiname, s.203, Willermus, I, s.413-414, Steven Runciman, kralın tifüs nedeniyle hastalandığını ifade etmektedir. Steven Runciman, I, s.241 242 Albertus, bu tarihi 17 Temmuz olarak vermiştir. Albertus Aquensis, s.515-517 239 240 64 durmayan Haçlılar, burada toplanan halkı, yaşa ve cinsiyete bakmaksızın acımasızca katlettiler243. Şehir zapt edildikten bir süre sonra Geldemar Carpanel ve Tankred arasında şehrin hâkimiyeti üzerine yaşanan tartışmalara Bohemond de dâhil oldu. Tartışmaların ardından Malatya’ya yönelen Bohemond, gelişen olayların devamında esir alınacaktır. Albertus’un kaydına göre bu mücadeleden Tankred galip çıktı ve şehre hâkim oldu. Zira Urfa kontu Baudouin, Kudüs’e giderken şehre ulaştığında buraya hâkim olan Tankred, kendisini şehre almamıştı244. 1.2.6.Urfa Kontu Baudouin de Boulogne’nin Kudüs Kralı Olması, Askalân Civarına Keşif Seferi ve Önemli Gelişmeler Godefroi ölünce Kudüs tahtı üç ay boyunca boş kaldı245. Kont Garnier de Gray, Davud Kulesi’ni ele geçirerek Urfa kontu Baudouin’e haber yolladı ve Kudüs’e gelip tahta geçmesini istedi. Aynı sıralarda Patrik Daimbert de Bohemond’a aynı mealde mektup yollamıştı. Patrik, mektubunda Garnier Gray tehlikesine dikkat çekmişti fakat bu mektup Bohemond’a ulaşmadı246. Bu sırada Urfa kontu olan Baudouin, Bohemond’un esir alınmasından sonra Malatya’ya yardıma gitmiş ve Malatya hâkimi Gabriel, onun vasalı olmuştu. Baudouin, Malatya’da işleri yoluna koyup Urfa’ya döndüğü sırada şehre ulaşan elçiler, Godefroi’nin ölüm haberini getirdiler. Bunun üzerine Baudouin, 200 şövalye ve 800 piyade ile 2 Ekim 1100 tarihinde Kudüs yolculuğuna başladı247. Urfa’da yerine Baudouin de Bourg’u bırakan Baudouin, Antakya-Lazıkiye-Cebele-Valenia-Maraclea-Antartûs-Akkâ güzergâhını takip ederek Trablus’a ulaştı. Trablus emiri, Baudouin’e çadır, ekmek, şarap, şeker gibi ihtiyaç duydukları maddeleri göndererek Dımaşk hâkimi Dukak ile Hıms hâkimi Cenâhü’d-Devle’nin planları konusunda onu bilgilendirdi248. Trablus’tan ilerlemeye başlayan Haçlılar, Cübeyl’i geçip Nehrü’l-Kelb’e ulaştılar. Sahil yolunun, Beyrut’a yaklaşık sekiz km. mesafede dağlar ve deniz arasında iyice daraldığı ve geçişi zorlaştırdığı yerde Türkler, pusularını kurmuşlardı249. Haçlıların 243 Albertus Aquensis, s.517-521, Stevenson, The Crusaders in the East, s.42, Steven Runciman, I, s.245, Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.222 244 Albertus, s.521-523, 539-541 245 Willermus, I, s.415 246 Willermus, I, s.418-420, Steven Runciman, I, s.246 247 Willermus, I, s.421, Fulcherius Carnotensis, s.121, Nuveyrî, Urfa kontunun 500 atlıyla yola çıktığını kaydetmiştir, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.167, Albertus, bu sayıyı 1000 yaya ve 400 şövalye olarak vermiştir. Albertus Aquensis, s.531 248 Fulcherius Carnotensis, s.122, Willermus, I, s.421-422, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.138, Steven Runciman, I, s.250 249 Fulcherius Carnotensis, s.122, Willermus, I, s.422 65 öncüleri Türklerin, yakınlarında olduklarını haber vermeleri üzerine savaş düzeni alındı. Çatışmanın başlangıcında Fulcherius’un kaydına göre Haçlılardan sadece dört kişi ölürken Müslümanlar daha fazla zayiat verdiler. Çatışma durduğunda Haçlılar, Beyrut ve Cübeyl’den gelen gemilerin de yardımıyla karadan ve denizden tamamen kuşatmaya alındılar. Umutsuzca bekleyen Haçlılar, gece boyu Türklerin ok atışlarına hedef oldular. Sabahında yükler önde, savaşçılar arkada olarak geri çekilmeye başladılar. Bu sırada Türkler de deniz ve karadan onları takip ediyorlardı250. Gemilerden inen Türkler, Haçlılara saldırdılar fakat Haçlıların ani dönüşü, dengeleri değiştirdi. Türklerin bir kısmı kaçarken kalanlar katledildi. Bu beklenmedik gelişme üzerine gemiler de denize açıldı. Haçlılar, ganimetleri toplayarak yollarına devam ettiler ve ertesi gün, terk edilmiş bir yer olan Yûniye’ye vardılar. Türklerin çekilmesinin ardından daha rahat hareket etme imkânı bulan Haçlılar, geceyi Beyrut yakınlarında geçirdiler. Burada Beyrut hâkimi, Haçlılara yemek göndererek Fulcherius’un ifadesiyle yapmacık bir dostluk gösteriyordu. Haçlılar Sûr, Sayda ve Akkâ’yı geçtikten sonra nihayet Tankred’in hâkimiyetinde bulunan Hayfa’ya ulaştılar. Tankred, Baudouin’e Çukurova’da yaptıkları dolayısıyla olan nefretini, burada açığa vurdu. Zira Tankred’in, şehre almadığı Haçlılar, ancak halktan ekmek ve şarap satın alabildiler. Nihayetinde Baudouin, Arsûf’tan geçerek geldiği Yafa’da kral olarak karşılandı ve oradan da Kudüs’e gitti251. Baudouin, Kudüs’te fazla kalmadı ve derhal bir keşif seferine çıktı. Amacı, Askalân’ın savunma hattını araştırmak ve Kahire-Dımaşk kervan yolu hakkında incelemede bulunmaktı. Azotus ve Akkâ’dan geçen Haçlılar, Askalân’a geldiler ve buradan daha uzaklara açılarak Müslüman topraklarında tahribatta bulundular. Fulcherius’un verdiği bilgiye göre Müslümanlar, mallarını ve canlarını korumak için mağaralarda saklanmışlardı. Haçlılar, bu Müslümanları, mağara girişlerine ateş yakarak dışarı çıkardılar. Bahsedilen Müslümanların çoğunluğu, Remle ve Kudüs arasında Hıristiyanlara zarar verenlerdi. Haçlılar, Müslümanlardan yaklaşık yüz kişiyi öldürüp buralarda rastladıkları Süryânîleri himayelerine aldılar252. Bölge hakkında bazı Müslümanların bilgi vermesi ile Haçlılar, Müslüman arazisinde ilerlemelerini sürdürdüler. Ölüdeniz’in güneyinde bulunan Segor Köyü’nü ve sonrasında uğradıkları diğer köyleri boş bulan Haçlılar, bu köylerde kayda değer bir şey elde edemediler ve üç gün kaldıkları 250 Fulcherius Carnotensis, s.123, Willermus, I, s.423 Fulcherius Carnotensis, s.124-126, Wilermus, I, s. 424-425, Baudouin’in Kudüs yolculuğu için Bkz. Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, I, (1098-1118), s.69-72 252 Fulcherius Carnotensis, s.127, Willermus, I, s.426-427, Albertus Aquensis, s.543-545 251 66 zengin bir vadiden dönüş yoluna girip 21 Aralık 1100’de Kudüs’e ulaştılar253. Baudouin, 1101 yılı Noel’inde taç giyerek Kudüs’ün ilk Latin kralı oldu254. 1101 yılı itibariyle Haçlıların durumuna bakıldığında durumlarının pek parlak olmadığı görülür; o sıralarda Antakya prinkepsi Bohemond, Danişmendliler tarafından255 esir alınmıştı. Bunun üzerine Antakya halkı, Tankred’e haber yollayarak Antakya’ya gelmesini ve idareyi ele almasını istediler. Tankred, Bohemond’un mirasına sahip çıkmak üzere Hayfa ve Taberiye şehirlerini Baudouin’e teslim ederek 9 Mart 1101’de Antakya’ya doğru yola çıktı. Bunun üzerine Baudouin, Taberiye’yi Hugh de St. Omar’a verdi256. Aynı yılda Kudüs’ün ele geçirilmesinin verdiği coşku ve insan gücüne olan ihtiyaç sebebiyle Avrupa’da yeni bir Haçlı Seferi için hazırlıklar yapılıyordu. “1101 Yılı Haçlı Seferleri” olarak adlandırılan bu seferde Haçlı orduları, İstanbul’a ulaştıklarında -Aleksios’un yardımını sağlamak üzere burada bulunan- Raymond de Saint Gilles ile karşılaştılar ve Niksar Kalesi’nde esir tutulan Bohemond’u kurtarmak için boğazı geçtiler. Anadolu içlerinde kaybolup giden bu seferin amacına ulaşamamasını Haçlı kaynakları, Bizans’ın ihanetine bağlamak çabasında olmalarına karşın büyük umutlarla teşkil olunan bu orduya karşı Türklerin çok iyi bir stratejiyle etkili bir savaş verdikleri bilinmektedir257. Türklerin elinden kurtulabilenlerle Raymond, -Antakya’daki hapis süresinden sonra- Tartûs’a geldi. Burada kendisine katılan asillerle beraber şehri birkaç günlük bir kuşatmadan sonra kılıç 253 Fulcherius Carnotensis, s.128-130, Willermus, I, s.427 Fulcherius Carnotensis, s.131, Willermus, s.427-428, Baudouin taç giydiği sırada Haçlıların içinde bulundukları durumu Fulcherius tasvir etmiştir: Kudüs krallığı, başlangıçta çok az şehre ve nüfusa sahipti. Kış bitiminde bölgeye gelen hacıların bir kısmı burada kaldı fakat bunların çoğunluğu, hac görevini yerine getirip tekrar ülkelerine döndüler. Bu sırada sayıları çok az olan Haçlılara, Müslümanların neden saldırmadığını Fulcherius hayretle kaydetmiştir. Zira bu sırada Haçlıların elinde bulunan Kudüs, Yafa, Remle ve Hayfa’yı korumak çoğu zaman zor oluyordu. Buraları koruyacak ancak 300 kadar şövalye ve yaya vardı. At yönünden çekilen sıkıntılar da Haçlıları zor durumda bırakıyordu. Müslümanların, Haçlıların içinde bulundukları durumu anlamamalarını da yazar, şans olarak değerlendirmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.132-133 255 Bkz. Işın Demirkent, “Antakya Prinkepsi Bohemond’un Esir Alınması, Niksar’da Hapsedilmesi ve Serbest Bırakılması”, Haçlı Seferleri Tarihi Makaleler-Bildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul 2007, s.113-121 256 Fulcherius Carnotensis, s.133-134, Willermus, I, s.428, Albertus Aquensis, s.553-555 257 1101 Yılı Haçlı Seferleri için Bkz. Işın Demirkent, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, s.17-56, aynı yazar, “1101 Yılı Haçlı Seferleri Ordularının Anadolu’da Takip Ettikleri Yollar Hakkında”, UHSS, (23-25 Haziran 1997), TTK, Ankara 1999, s.115122, aynı yazar, “1101 Yılı Haçlı Ordularına Karşı Mcadelede Selçuklu-Danişmendli İşbirliği”, Haçlı Seferleri Tarihi Makaleler-Bildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul 2007, s.179-190, aynı yazar, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, s.34-46, James Lea Cate, “The Crusade of 1101”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.343-367, Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.138-141 254 67 zoruyla ele geçirdi ve halkını esir etti. Raymond, Tartûs’ta kalırken yanındakiler Kudüs yolculuklarına devam ettiler258. 1.2.7.İbn Ammâr’ın, Cebele’yi Ele Geçirmesi İlk defa Haçlıların, Kudüs yürüyüşü esnasında kuşatılan Cebele’de İbn Süleyhâ, İbn Ammâr’a isyan ederek bağımsızlığını ilan etti ve Abbâsîler adına hutbe okutmaya başladı. Bunun üzerine İbn Ammâr, Dukak’ı Cebele’yi alması konusunda kışkırtınca Dukak, Tuğtigin ile beraber Cebele üzerine yürüdü. Kuşatmada Tuğtigin, dizinden yaralandı, başarı sağlanamadı ve geri döndüler (1100-1101)259. Böylece şehirde, İbn Süleyhâ’nın hâkimiyeti devam etti. Haçlılar, Cebele’yi birkaç kez kuşattılar. Bu konuda bilgi veren İbn el-Esîr, ne yazık ki tarih belirtmemiştir. Buna göre ilk kuşatma Cebele kadısının, Sultan Berkyaruk’un harekete geçtiğini duyurması üzerine kaldırılmış; Berkyaruk’un döndüğü haberi üzerine Haçlılar, şehri tekrar kuşatmışlardır. Bu kuşatma da Fâtımîlerin, Haçlılara karşı yürüdüğü haberinin alınmasının ardından kaldırıldı. Haçlılar, şehri üçüncü kez kuşattıklarında bu defa şehirdeki Hıristiyanlarla burçlardan birini teslim etmeleri hususunda anlaşmış bulunuyorlardı. Plan gereğince 300 Haçlı şövalyesi, burca tırmanmaya başladı. Fakat İbn Süleyhâ, durumu fark ederek burca tırmanan askerleri öldürdü ve sabahında şövalyelerin kafalarını Haçlı karargâhına fırlattı. Haçlılar, kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Bir sonraki kuşatmalarında Haçlılar, şehrin önüne bir kuşatma kulesi dikerek saldırıya geçtiler ve burçlardan birini yıkmayı da başardılar. İbn Süleyhâ, huruç ederek çatışmaya girdi fakat mağlup oldu. Fakat İbn Süleyhâ’nın çekilişi esnasında şehirden çıkan askerlerin Haçlılara saldırması ile Haçlılar bozgun halinde geri çekildiler. Çatışmada Haçlı kumandanı da esir alındı ve yüksek miktarda kurtuluş akçesi alınarak serbest bırakıldı260. Haçlı kuşatmalarının tehlikeli bir hal alması üzerine İbn Süleyhâ, Bağdad’a gidip yardım istemeye karar verdi. Onun yokluğunda şehri Atabeg Tuğtigin muhafaza edecekti. Tuğtigin, şehrin idaresini teslim alması için oğlu Tâcü’l-Mülk Börü’yü gönderdi. İbn Süleyhâ, Dımaşk’a ulaşmasının ardından Tuğtigin’in verdiği refakatler eşliğinde Bağdad’a 258 Willermus, I, s.430-433 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.35, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.256, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.253, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.16, İbn el-Esîr’in verdiği bilgilere göre İbn Süleyhâ’nın babası, Bizans devrinde de Cebele’nin hâkimi ve kadısı idi. Bizans’ın zayıf döneminde Cebele, Trablus hâkimi Celalü’l-Mülk Ebû el-Hasan Ali b. Ammâr’ın hâkimiyetine geçti. İbn Süleyhâ’nın babası, bu zamanda da görevine devam etti. Babasının yerine geçen İbn Süleyhâ, başarılı bir insandı. Şahsiyeti güçlü biri idi ve askeri konulara gereken önemi veriyordu. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.35, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.255-256 260 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.35, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.256, Steven Runciman, II, s.27 259 68 gitti261. Şehrin idaresini ele alan Börü ve adamları, halka kötü davranmaya başladılar. Bunun üzerine halk, birleşerek Trablus hâkimi İbn Ammâr’dan, şehri teslim alacak bir adamını yollamasını istediler. Trablus’tan gönderilen askerlerle Cebele halkının işbirliği yapmasıyla şehirde İbn Ammâr’ın hâkimiyeti sağlandı. Börü, önce Trablus’a getirildi ve sonra da Dımaşk’a yollandı. İbn Ammâr, şehri Haçlıların eline geçmesinden korktuğu için devralmıştı (1101)262. İbn el-Esîr’in kayıtları, Müslüman hâkimlerin aralarındaki mücadeleyi ve Haçlılara karşı neden topyekûn bir saldırının gerçekleşmediğini gözler önüne sermektedir. İbn Süleyhâ, Bağdad yolculuğunda Dımaşk’a uğradığı sırada Trablus hâkimi İbn Ammâr, Melik Dukak’a haber yollayarak bütün mallarını aldıktan sonra İbn Süleyhâ’yı kendisine teslim etmesini istedi. Üstelik bunu yapması karşılığında 300 bin dinar teklif etti. Fakat Melik Dukak, bu teklifi kabul etmedi ve bu sayede İbn Süleyhâ Bağdad’a ulaştı. İbn Süleyhâ, Bağdad’da iken bu sırada Sultan Berkyaruk da orada bulunuyordu. Sultan Berkyaruk, kardeşi Muhammed Tapar ile saltanat mücadelesi vermekte ve o sıralar ekonomik sıkıntı yaşamaktaydı. Bu yüzden İbn Süleyhâ’dan Sultan adına mal ve para istediler. İbn Süleyhâ’nın, mallarının Enbâr’da olduğunu söylemesi üzerine Berkyaruk’un adamları giderek bu mallara Sultan adına el koydular. İbn Süleyhâ, herhangi bir yardım sağlayamadığı gibi bu arada Cebele’yi de kaybetti263. 1.2.8.Arsûf'un Zaptı (29 Nisan 1101) Haçlıların insan ihtiyacı, önemli bir sorun olarak göze çarpmaktadır. Bohemond ve Baudouin’in Kudüs ziyaretleri264 sonrası maiyetlerinden bazılarının Kudüs Krallığı’nda kalması, Godefroi’nin insan ihtiyacını karşılamasa da onu taarruza geçirmeye yetmiştir. Kudüs’ün korunması için sahil şeridinin zaptı olmazsa olmaz bir keyfiyettir. Bu noktadan hareketle sahil şehirlerini zapt edip kıyıda güvenli bir koridor oluşturmak isteyen Godefroi, 1099 sonbaharında Yafa’nın kuzeyinde bulunan Arsûf’u kuşattı. Yukarıda ifade edildiği İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.35-36, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.256 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139-140, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.36, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.257, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.254, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.17, Azîmî, Tarih, s.39, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.212-213, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139-140, Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, II, s.213-214 263 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.35-36, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.257, el-Cevzi, el-Muntazam, XVII, s.67, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.253-254, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), s.16-17 264 Bohemond ve Baudouin, ana Haçlı ordusuyla Kudüs yolculuklarına devam etmemişlerdi. Antakya ve Urfa’da devletler kurulup işler yoluna koyulduktan sonra kontlar, hac görevlerini yerine getirmek üzere Kudüs’e gittiler. Mezkûr kontların yolculukları esnasında Trablus ve Kaysâriye hâkimleri, herhangi bir zararlarının dokunmaması şartıyla yiyecek satmışlar ve kontlar, Kudüs’e sıkıntı yaşamadan ulaşmışlardı. Willermus, I, s.401 261 262 69 üzere Askalân kuşatmasında yaşanan anlaşmazlık sonrasında Raymond, Flandre ve Normandie kontlarıyla beraber Askalân’dan ayrılmış ve Arsûf’a gelmişti. Bunun üzerine Godefroi de kuşatmaya daha fazla devam edememiş ve o da kuşatmayı kaldırarak Arsûf’a yönelmişti. Bu sırada Raymond, Arsûf’u bir gün bir gecedir kuşatmakta ve şehri teslim olmaya iknaya çalışmaktaydı. Albertus’un kaydına göre Raymond, Godefoi’nin gelişini haber alınca şehri teslim olmaması yönünde cesaretlendirdi ve Arsûf’tan ayrıldı. Raymond, Arsûf’tan ayrılırken yanında yine Flandre ve Normandie kontları bulunuyordu. Arsûf’tan ayrılan kontlar Kaysâriye ve Hayfa arasında bulunan nehre doğru yöneldiler. Bu esnada Arsûf’a ulaşıp şehri kuşatan Godefroi, Raymond’un Askalân’daki hareketini tekrarladığını anladı ve Raymond’a, yaptıklarını kınamak için adamlarını yolladı. Raymond ise çok kızgındı hatta bu gelenlerle savaşmak için savaş düzeni bile aldı. Fakat Flandre kontu araya girerek olayları yatıştırdı265. Albertus’un ifadesiyle Godefroi, Arsûf’a geldiği zaman savaşmaya ve sonuna kadar direnmeye hazır bir şehir buldu. Fakat bir süre sonra dirençleri kırıldı ve Godefroi ile anlaşmaktan başka çare bulamadılar. Gerard d’Avesnes, yarı rehine yarı resmi temsilci olarak şehre gönderildi. Fakat Arsûf’ta bir anlaşma ortamı beklenirken Godefroi’nin anlaşmak değil, şehri zapt etmek kararlılığında olduğu anlaşıldı266. Godefroi, Ekim-Kasım 1099’da hala Arsûf’u kuşatıyor fakat bir sonuca ulaşamıyordu. İlk kuşatma kulesinin, kuşatılanlar tarafından yakılması üzerine yenilerinin inşasına başlandı. Godefroi’nin, şehri ele geçirme hususunda gösterdiği hırs, şehirde rehin bırakılan Gerard’ın çarmıha gerilmesine duyarsız kalmasından anlaşılabilir. Fakat Gerard’ın feda edilmesine ve surlarda yoğun bir savaş verilmesine karşın kuşatma bir sonuca ulaşmadı. Rothold adında bir şövalyenin duvara tırmanmayı başarması, kuşatanları heyecanlandırsa da halkın, devamlı surette savunma makineleri ile karşı saldırıda bulunmaları ve Haçlı kulelerini ateşe vermeleri, Haçlıları hareketsiz kılıyordu. Kulelerin yakılması ve Haçlı askerlerinin yaralanıp çok fazla zarar görmesi üzerine Godefroi’nin, kuşatmayı kaldırmaktan başka çaresi kalmadı. Godefroi, Aralık ayı ortasında Kudüs’e dönüş emrini vermiş bulunuyordu. Kuşatma kaldırılırken şehrin civarını tahrip etmeleri için bir miktar asker burada bırakıldı. Fakat bu birliklerin de Arsûflular tarafından pusuya düşürülüp kayıplara uğratılması, Haçlıların bu kuşatmadan herhangi bir sonuç 265 266 Albertus Aquensis, s.473 Albertus Aquensis, s.473-475, Krş. Steven Runciman, I, s.237-238 70 alamadıklarını göstermektedir ki bir müddet sonra bu bırakılan kuvvetler de Kudüs’e döndüler267. Kaynaklar, Haçlıların sayısı ya da kuvvetleri hakkında bir bilgi vermemektedir. Fakat Willermus, bu kuşatmada Haçlıların deniz gücüne sahip olmamasını başarısızlıkta en önemli neden olarak görmektedir. Şehir, kara cihetinden kuşatılmış olmasına ve hatta şehrin dış dünyayla bağlantısının kesilmiş olmasına rağmen tam bir kuşatmadan söz edilemez. Zira deniz yönünden kuşatma tamamlanmadığı için şehir direnebilmiştir268. Şehrin zaptı hususunda görüleceği üzere deniz kuvvetinin temini Willermus’u haklı çıkarmaktadır. Arsûf kuşatması Haçlıların, deniz gücüne ne kadar ihtiyaç duyduklarını gözler önüne sermişti. Bu sırada deniz yoluyla (Pisa gemileriyle) doğuya gelen hacıların Haçlılara yardımı ile hem denizde bir ağırlık oluşturuldu hem de Mısır’dan gelen yardımlar zora sokulmaya başlandı. Deniz gücü sıkıntısını acil bir çözüme kavuşturmak isteyen Godefroi, bölgeye gelen Pisalı gemicilerle iyi ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. Pisalılardan alınan yardımla Yafa’nın tahkim edilmesi ve Pisa gemilerinin Haçlı kıyılarında bulunması dolayısıyla Fâtımî donanmasının hareketi de kısıtlanmıştır. Haçlılar, sahil şeridine hâkim olmak ve bu sayede Batı ile deniz yoluyla bağlantılarını devam ettirmek durumundaydı. Bu bağlamda İtalyan deniz devletlerinin yardımına ihtiyaçları vardı. İtalyan tüccarları, daha Haçlılar doğuya ulaştıkları sırada yardıma koşmuşlar ve Haçlı Devletleri’nin kurulmasında önemli katkıları olmuştu. Bunu ilk olarak Antakya kuşatmasına erzak sağlanması ile Kudüs’e Yafa’dan malzeme yollanmasında görüyoruz. Bundan sonrası için de bu devletlerin donanmaları olmadan Fâtımî sahil şehirlerini ele geçirmek pek mümkün görünmüyordu. Bu nedenle mezkûr devletlerle şehir kuşatmalarında anlaşmalar yaparak onlara ayrıcalıklar vermişlerdir269. 1100 yılı Şubat ortalarında Arsûflular, rahat ve güvenli bir şekilde günlük işlerini görebiliyorlar ve Haçlı tehlikesinden emin görünüyorlardı. Godefroi, tarlalarda çalışan Albertus Aquensis, s.487-495, Albertus’un bahsettiği üzere kuşatılanlar, Haçlı kulelerini ateş vermişti. Fulcherius, bu kulenin fazla ağırlık sebebiyle çöktüğünü haber vermektedir. Buna göre çok fazla askerin kuleye çıkması sonucu kuşatma kulesi çökmüş ve yaklaşık 100 kadar Haçlı askeri ölmüştü. Yazar, bu talihsizliğin ardından esir alınanların çarmıha gerildiğini anlatıyor ki bu olay da Gerard adlı şövalyenin surlardan iple sarkıtılmasıdır.. Krş. Albertus Aquensis, s.487-491, Fulcherius Carnotensis, s.135, Willermus, kulenin çökmesi sonucu yaşananları Baudouin zamanında şehrin zaptında göstermiştir. Willermus, I, s.434-435, Krş. Steven Runciman, I, s.238 268 Wilermus, I, s.434, Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, s.376 269 Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev. Enver Ziya Karal, TTK, Ankara 2000, s.147-148 267 71 halka saldırmanın tam zamanı olduğuna karar vererek kırk silahlı adamını Remle yanında pusuya yatırdı. Şehir dışında çalışan bin kadar Müslümana yapılan saldırıda bunlardan 500’ü öldürülür veya ölümcül derecede yaralanırken kadın ve çocukları da esir alındı. Bu ağır darbenin ardından halk, Mısır’dan yardım istedi. el-Efdâl, bu isteğe Mısır’dan 300 asker yollayarak cevap verdi (Mart 1100). Bu askerlerin gelişiyle Arsûflular, kendilerini daha rahat hissetmeye başlayıp tarlalarında çalışmaya döndüler. Fakat Remle’den hareket eden Haçlı birliğinin, Mısır’dan gelen şövalyeleri pusuya çekip bir kısmını öldürmesiyle bu emniyet tekrar kaybedilmiş oldu. Bu başarı üzerine Haçlı şövalyeleri, Müslümanların atlarını ve ağırlıklarını alarak Kudüs’e döndüler270. Godefroi, Arsûf’a zarar vermek için bu fırsatı kaçırmadı ve 140 şövalyeye Warner of Gray ile Robert of Apulia kumandasında pusu kurması için Remle’den yola çıkmalarını emretti. İki gün pusuda kalan Haçlı birliği üçüncü gün, tarlalarında çalışmaya gelen Arsûflulara saldırdı. Müslümanların bir kısmı öldürülürken çok sayıda at ve malzeme de ele geçirildi. Bunun ardından geriye kalan Müslüman askerleri, tekrar Mısır’a dönmeyi tercih ettiler. Arsûf halkı, bu ümitsizlik anında şehir ile kulenin anahtarını, itaatlerinin sembolü olarak Haçlılara sundular (25 Mart 1100). Albertus, Arsûfluların yıllık haraç ödemeyi kabul ettiğini hatta bu haracı Robert of Apulia’nın tahsil ettiğini kaydetmekteyse de ödenen miktar hakkında bir bilgi vermemektedir271. Arsûf örneğine uyan Askalân, Kaysâriye ve Akkâ da Haçlılarla anlaşmak / itaat arz etmek durumunda kaldılar. Nisan 1100’de bu şehirlerden gelen temsilciler, bol erzak ve hediyelerle itaatlerini bildirip barış istediler. Bu temsilcilerle de ayda 5 bin Bizans altını tutarında vergi verilmesi hususunda anlaşma sağlandı. Bu anlaşma kapsamında, Arsûf’ta surlardan sarkıtılan ve ağır yaralı olan Gerard, Kudüs’e yollandı ve kendisine iktalar ile bol para verildi272. Ekim-Kasım 1099’da Godefroi’nin deniz gücü eksikliğiyle zapt edemediği Arsûf’u, 1101 yılında yeni kral Baudouin, Ceneviz ve İtalyan deniz kuvvetlerinden yararlanarak muhasaraya başladı. Bu sırada Lazıkiye’de bulunan Ceneviz ve İtalyan donanmaları, baharla birlikte Yafa’ya gelmişlerdi. Bu hacılar, Kudüs’e gidip hac görevlerini yerine getirdiler ve Yafa’ya dönüşlerinde bu kez Baudouin de onlara eşlik etti. Yafa’da yapılan müzakereler sonucunda taraflar arasında bir anlaşmaya varıldı (21 Nisan 1101). Albertus Aquensis, s.499-501, Haçlı tehlikesine karşı el-Efdâl’in, sadece 300 asker yollamakla yetinmesi yine vezirin bir ihmali olarak değerlendirilmektedir. Yusuf Derviş Gavanime, “el-Efdâl b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü’’, s.151, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.441 271 Albertus Aquensis, s.501-503, Steven Runciman, I, s.238-239, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.441 272 Albertus Aquensis, s.503-507, Steven Runciman, I, s.239, Stevenson, The Crusaders in the East, s.40 270 72 Anlaşmaya göre “(…) Cenevizliler arzu ettikleri sürece kutsal topraklarda kalabileceklerdi, destekleriyle ele geçirilecek Müslüman şehirlerinden elde edilecek ganimetlerin ise üçte biri zararlarının telafisi olarak onlara verilecekti. Ayrıca Cenevizliler, bu yolla ele geçirilecek şehirlerden ticari imtiyaz ve bazı yerlerden de veraset hakkı elde edeceklerdi.” Anlaşmanın hemen ardından Arsûf, karadan ve denizden kuşatıldı. Fulcherius’un kaydına göre kuşatma üç gün sürdü ve durumun ümitsizliğini anlayan Arsûflular, aileleri ve mallarıyla beraber Müslüman arazisine gönderilmeleri şartıyla teslim oldular (29 Nisan 1101). Bunun üzerine halkın güvenli bir şekilde Askalân’a gitmesine müsaade edildi273. 1.2.9.Kaysâriye'nin Zaptı (17 Mayıs 1101) Albertus’un kaydına göre Arsûf’un teslim alınması sonrasında Baudouin, Kaysâriye hâkimine haber yolladı ve teslim olmasını istedi. Yoksa şehri kılıç zoruyla aldıktan sonra halkı kılıçtan geçireceğini de ekledi. Teklifi kabul edilmeyince de Arsûf’a bir garnizon yerleştirerek Kaysâriye’ye yöneldi274. Kaysâriye, müstahkem bir şehir olmakla beraber burası da Haçlı kuşatmasına fazla dayanamadı. Haçlılar, şehir önlerine ulaşınca gemi kürekleri ile direklerinden bir kule ve mancınık yaparak şehri beş gün boyunca taşa tuttular fakat şehre herhangi bir zarar vermeyi başaramadılar. Genel bir taarruzla şehri ele geçirmeyi deneyen Haçlılar, surlara merdivenleri dayamayı başarınca halkın yapacak bir şeyi kalmadı ve hızla şehrin içlerine doğru kaçmaya başladılar (17 Mayıs 1101)275. Şehrin ele geçirilmesiyle Haçlıların vahşeti son noktasına ulaşmıştır. Fulcherius, halkın bundan sonraki durumunu detaylı bir şekilde kaydetmiştir. Yazarın kaydına göre erkeklerin çok azı, Haçlı katliamından kurtulabildiler. El değirmenlerinde çalışan kadınlar hayatta bırakılırken canlı ele geçirilen kadın ve erkekler esir olarak satıldılar. Ganimet, o kadar büyüktü ki pek çok fakir, Kaysâriye’nin zaptı ile zengin oldu. Asillere gelince; bunlardan şehrin emiri ve kadısı fidye için Baudouin tarafından korundu. Müslümanlar, ölmeden önce yuttukları veya diş etleri arasına sakladıkları Bizans altınları için yığınlar Fulcherius Carnotensis, s.134-135, Albertus Aquensis, s.563, Willermus, I, s.433-435, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.43, a. mlf, İslam Tarihi, X, s. 267, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.167, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.26, Steven Runciman, II, s.59-60, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.443, Albertus’un kaydına göre Arsûflular krala, kuşatmayı kaldırması için para teklifinde bulundular. Fakat kral, ekonomik sıkıntı yaşamasına rağmen teklifi kabul etmedi kuşatmayı sürdürdü. Albertus Aquensis, s.561 274 Albertus Aquensis, s.563-565 275 Willermus, I, s.435-436, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.139, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.43, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.267, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.167, el-Makrizî, İtti’az, III, s.26, Guibert of Nogent, s.153-154, Fulcherius gün belirtmeden şehrin 1101 yılında zapt edildiğini kaydetmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.137, Steven Runciman, II, s.60 273 73 halinde yakıldılar. Haçlılar, yakaladıkları Müslümanların boğazlarına yumruk atarak bu Bizans altınlarını çıkarıyorlardı. Fulcherius, bundan sonrasını tasvirde sıkıntı yaşamış ve bunları söylemek istemediğini kaydetmiştir. Zira kadınlar, bu altınları içlerine saklamışlardı ve bu altınlar da bir şekilde çıkarılmıştı276. Yapılan anlaşma gereği şehir, Cenevizlilerle paylaşıldı. Haçlılar, şehre başpiskopos seçilip garnizon yerleştirilmesi ardından Remle’ye gittiler277. 1.2.10.Birinci Remle Savaşı (7 Eylül 1101) Remle’de yaşanan savaş, el-Efdâl’in bozguna uğradığı 1099 Askalân Savaşı’ndan sonraki ilk büyük Fâtımî-Haçlı savaşıdır. Belki biraz da bu yenilginin intikamını almak isteyen el-Efdâl, Sa’dü’d-Devle et-Tavâşî kumandasında Fâtımî ordusunu Askalân’a yolladı. Bu arada Kaysâriye’nin zaptı sonrası şehre bir garnizon yerleştirip Remle’ye gelen Haçlılar, Askalân’dan gelmesi muhtemel Müslüman saldırısını yirmi veya yetmiş gün kadar beklediler. Haçlıların, sayıları yetersiz olduğundan harekete geçmeleri mümkün değildi. Eğer yola çıkarlarsa pusuya düşmeleri mutlak görünüyordu ve bu yüzden Remle’de kalmayı tercih ettiler. Etraftaki Müslüman askerlerinin bir kısmı dağılınca da Yafa’ya döndüler. 4 Eylül civarında Fâtımî ordusunun, Askalân’da saldırıya hazırlandığı haberi alınınca hızlı bir şekilde Kudüs, Taberiye, Kaysâriye ve Hayfa’dan askerlerin bir araya gelmesi emredildi. Hatta bu sırada Haçlıların sayıca yetersiz oluşu nedeniyle toprak sahiplerinden de şövalye teminine gidildi. Ordu mevcudu, bu sayede yaklaşık 260 şövalye ve 900 piyadeye ulaşırken Müslümanlar 10 bin süvari ve 20 bin piyadeye sahip bulunuyorlardı278. Taraflar harekete geçtiğinde Haçlı keşif birliği, Müslüman ana ordusunun, öncülerin arkasında ilerlediğini sanıyorlardı fakat bir süre sonra ana ordunun ovada yerleşmiş olduğu anlaşıldı. Olayın şahidi Fulcherius, Müslüman ordusunun ovada yerleşmesini kendileri için bir şans addetmektedir. Çünkü eğer Müslümanlar harekete geçmezlerse Haçlılar saldırıya geçeceklerdi ve savaş açık ovada olacaktı. Bu ise Müslümanların daha fazla kayıp verme ihtimalini barındırıyordu. Yani Haçlılar için surlar çevresinde olması muhtemel bir savaştansa ovada savaş vermek daha iyi olacaktı. Remle’de vuku bulan savaş, fazla uzun sürmedi. Haçlılar, altı bölük halinde savaş düzeni 276 Fulcherius Carnotensis, s.137, Willermus, I, s.436-438, Guibert of Nogent, s.154 Fulcherius Carnotensis, s.138, Willermus, I, s.438 278 Fulcherius’un verdiği rakamlar gerçekçi görünmemektedir. Fulcherius Carnotensis, s.138-139, Willermus, I, s.438-439, Steven Runciman, II, s.60-61, İbn el-Kalânisî, Haçlıların sayısını 1000 atlı ve 10 bin piyade olarak vermiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140, Albertus ise Haçlıların sayısını 300 şövalye ve 1000 yaya olarak vermiştir. Müslümanlar ise sayısız yaya ve 20 bin civarında şövalye idi. Albertus Aqensis, s.577 277 74 aldılar ve Müslümanlara saldırdılar. Mücadelenin ilk anlarında Müslümanların, Haçlı öncülerini geri püskürtmeleri üzerine Baudouin, derhal artçılardan yardım gönderdi. Fâtımî kuvvetlerinin bu yeni gelen Haçlı birliği karşısında fazla bir varlık gösteremediği ve bozgun halinde etrafa dağıldıkları anlaşılmaktadır. Fulcherius’un ifadesiyle bir saatten daha kısa bir sürede her tarafı başıboş dolaşan atlar kaplamıştı. Savaş alanında bol miktarda savaş aleti ve maktûl bırakan Fâtımîler, Haçlılara karşı koyamadılar ve geri çekildiler. Haçlı kaynakları, Müslümanların çok zayiat verdiğini kaydederler. Fulcherius, Müslümanların bıraktığı ganimeti toplamanın yoruculuğunu anlatırken ölenlerin sayısını hesaplamanın imkânsızlığını da vurgular. Fakat rivayete göre Fâtımî ordu komutanı Sa’dü’d-Devle et-Tavâşî279 de dâhil olmak üzere bu savaşta 5 bin Müslüman öldürülmüştü. Kesin bir bilgi bulunmamasına rağmen Haçlıların ise yetmiş şövalye ve bundan biraz daha fazla yaya askeri kaybettikleri kaydedilmiştir (7 Eylül 1101)280. Savaşın başında Haçlıların artçılarına saldıran, yayaların çoğunu öldüren ve sağ kanadı dağıtan yaklaşık 500 Müslüman askeri, aldıkları ganimetlerle beraber Yafa’ya gitmişlerdi. Amaçları, savaşta kralın öldüğünü söyleyerek halkın direncini kırmak ve şehri teslim olmaya zorlamaktı. Fakat başarılı olamayacaklarını anladıklarında Askalân’a dönmek üzere yola çıktılar. Savaşın ertesi günü (8 Eylül 1101) Haçlılar, Yafa’ya dönerken Ibelin’de bu Müslümanlara rastladılar ve kaçamayanları öldürdüler. Yafa halkına gelince; bunlar kral ve adamlarının öldüğünü sanıyorlardı. Bu yüzden o sırada Yafa’da bulunan Baudouin’in karısı, Tankred’e haber yollamış ve yardım istemişti. Fakat Tankred hazırlıkların yapılmasını emrettiği sırada kralın sağ olduğu haberi ulaştı ve Tankred de hazırlıklara son verdi281. Haçlıların şiddetli saldırısında Müslümanların sağ ve sol kanatları çökerken Sa’dü’d-Devle merkezde direnmeye devam etti. Fakat atı tökezleyince yere düştü ve öldürüldü. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140, İbn el-Esîr ve ondan yararlanan kaynaklar bu olayı 1102-1103 yılı içinde kaydetmişlerdir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.67-68, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.295-296, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.214, el-Makrizî, İtti’az, III, s.32 280 Fulcherius Carnotensis, s.139-141, Willermus, I, s.439-440, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.444, Steven Runciman, II, s.61, İbn el-Kalânisî, Sa’dü’d-Devle’nin intikamını almak isteyen Fâtımî ordusunun, Haçlılara şiddetli bir saldırıda bulunup Yafa’ya püskürttüklerini, çok az kayıp vererek üstünlüğü ele geçirdiklerini kaydetmekte fakat bu rivayet, diğer kaynaklarla teyit edilememektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140 281 Fulcherius Carnotensis, s.143-145, Willermus, I, s.441-442, Kralın karısı, Taphnuz’un kızıdır ve kaynaklarda ismi, Arda olarak da geçmektedir. Kral bu kadınla çeyizi için evlenmişti. 279 75 İKİNCİ BÖLÜM EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1101-1130) 2.1.EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH DÖNEMİ (1101-1130) el-Musta’lî Billâh, 11 Aralık 1101’de ölünce yerine oğlu el-Âmir bi-Ahkâmillah geçti. el-Musta’lî zamanında devlete vezir el-Efdâl hâkim idi. el-Âmir, hilafete geçtiğinde çocuk yaşta olduğu için devleti yine el-Efdâl, 1121 yılında öldürülünceye kadar idare etti282. el-Efdal, ehlisünnete muhalefeti yasaklamıştı ve bu yüzden tepkileri üzerine çekiyordu. el-Efdâl, es-Seyâkıla Çarşısı’nda dolaşırken yanına yaklaşan üç kişi tarafından yaralandı. Halife, saraya taşınan yaralı haldeki el-Efdâl’den hazinelerinin yerini öğrendi. Hatta halife ile vezirin arası iyi olmadığı için onu halifenin öldürttüğü de rivayet edilir. elEfdâl öldürülünce (5 Aralık 1121) vezirliğe Ebû Abdullah b. el-Batâihî “el-Me’mûn” lakabıyla getirildi fakat o da 1125 yılında katledildi283. el-Batâihî, vezirliğinde halifenin kardeşi Emir Ca’fer ile el-Âmir’i öldürmek üzere anlaşmıştı. Fakat Batâihî’den işkence görmüş biri olan Ebû el-Hasan b. Ebû Usâme’nin, durumu halifeye haber vermesi üzerine el-Batâihî yakalandı ve idam edildi (Ekim 1125)284. el-Âmir dönemi, Fâtımî-Haçlı mücadelesinin en yoğun yaşandığı dönemdir. elÂmir, kendisine ait bir mesire yerine gezintiye çıktığı 7 Ekim 1130 günü öldürüldü. Katline sebep olarak halka kötü muamelesi sebep gösterilmiştir. Öldüğünde oğlu olmadığı için amcasının oğlu el-Meymûn Abdülmecîd, el-Âmir’in hamile olan karısı, bir erkek çocuk doğuruncaya kadar vekâleten idareye getirildi. Vezirliğe de Ebû Ali tayin edildi ve güç, vezirin eline geçti285. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.46, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.269, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.4, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.176, el-Makrizî, İtti’az, III, s.31, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.168, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.161 283 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.207-209, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.466-467, İbn Hallikan, Vefeyat, II, s.450451, a. mlf, Vefeyât, V, s.299, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.89-90, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.203-204, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.235, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.180, el-Makrizî, İtti’az, III, s.60-61, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.170, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.200-201 284 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.234, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.497-498, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.9091, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.212, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.188-189, el-Makrizî, İtti’az, III, s.110, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.174-175 Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.201-203 285 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.255, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.525, İbn Hallikan, Vefeyat, V, s.301-302, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.228-229, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.91-92, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.185, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.190-191, el-Makrizî, İtti’az, III, s.127-128, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.171, el-Cevzî, el-Muntazam, XVII, s.257, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, VI, s.120, el-Yafîî, Mir'ât elCinân, III, s.185 282 76 2.2.EL-ÂMİR Bİ-AHKÂMİLLÂH İLİŞKİLERİ (1101- 1130) DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI 2.2.1.İkinci Remle Savaşı (Mayıs 1102) 7 Eylül 1101’de Remle’de yaşanan savaş sonrasında Baudouin, Kudüs’e döndü. Mayıs 1102 ortalarında alınan habere göre Askalân’da vezirin oğlu Şerefü’l-Meâlî kumandasında yaklaşık 20 bin kişilik bir Fâtımî ordusu tekrar toplanmış bulunuyordu. Fâtımî kuvvetleri, Askalân’dan Remle’ye hareket ederek 16 Mayıs 1102’de şehir önünde karargâhlarını kurdular. Şehrin varoşlarını yağmalayan Fâtımîler, içinde kralın yerleştirdiği elli muhafızın bulunduğu şehir kulesini yıkmaya çalıştılar. Sonrasında St. George Kilisesi’ni kuşatan Fâtımîler, burayı da ele geçiremeyince geri çekilmek zorunda kaldılar. Fâtımîlerin, ikinci kez kiliseyi kuşatmaya hazırlandığı sırada başpiskopos, Baudouin’e haber yolladı ve yardım istedi. Bunun üzerine kral hemen yola çıktı286. Kralın hareketinin ardından Vendome kontu Geoffry, Burgundy kontu Stephan ve Raymond’un kardeşi VI. Hugue de yola çıkmışlardı. Fulcherius’un yorumuna göre Baudouin’in, adamlarını beklemeden Fâtımîlerle savaşa girmesi büyük düşüncesizlikti. Baudouin, Fâtımî ordusunu en fazla 700 veya 1000 kişi olarak tahmin ediyordu fakat ordunun büyüklüğünü anladığında artık çok geç kalmıştı. Fulcherius’un verdiği rakamların abartılı olması muhtemeldir ki buna göre Baudouin, yanındaki 200 askerle 20 bin kişilik Fâtımî ordusu tarafından kuşatıldı ve bir saat içinde askerler katledildiler. Kral ise birkaç şövalye ile kuşatmadan kurtularak Remle’ye sığındı287. Willermus, kralı Remle’den daha önce çölde ele geçirdiği kervandaki hamile kadının kocasının288 kaçırdığını nakletmektedir. Bu adam, gizlice krala gelmiş ve daha önceki iyiliğine karşılık ona Müslümanların, Remle’ye ilerlediğini ve hemen kaçması gerektiğini öğütlemişti. Kral Remle’den, birkaç adamıyla beraber Arap şefin rehberliğinde 286 Fulcherius Carnotensis, s.146 Fulcherius Carnotensis, s.150-151, Willermus, I, s.443-444, Krş. Albertus Aquensis, s.641-643, Müslümanların takibi esnasında Baudouin’in saklandığı sazlıklar ateşe verildi ve hatta vücudunun bir kısmı yandı fakat kral kurtulmayı başararak Remle’ye sığındı. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.141, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.56, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.282, Ordericus Vitalis, III, s.301-302, İbn el-Kalânisî, Haçlıların sayısını yaklaşık 700 atlı ve piyade olarak vermiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.141, Urfalı Mateos’un ve ondan naklen veren Smbat’ın Remle savaşı hakkındaki rivayetleri hatalıdır. Zira bu kaynaklar, yenilen kralın önce Baalbek’e sığındığını, buradan da Kudüs’e döndüğünü kaydetmişlerdir. Urfalı Mateos, Vakayiname, s.219, Smbat Sparapet, Chronicle, s.55 288 Kral, Ürdün’ü geçip çölde yaşayanlara saldırmış ve onlardan pek çok esir ile ganimet almıştı. Esirler arasında bir Arap şefinin hamile karısı da bulunmaktaydı. Bu şef, krala müracaat etmiş ve kral da şefe karısının hamileliği dolayısıyla hürmetkâr davranmıştı. Bu olay, Arap şefi tarafında unutulmamış ve yukarıda bahsedildiği üzere krala minnet borcunu ödemek için onu Remle’den kaçırmıştı. Willermus, I, s.429-430 287 77 kaçtı ve dağlık bir alana ulaşıp Müslüman takibinden kurtuldu289. Remle, Fâtımîler tarafından tekrar kuşatıldı ve şehirde birçok kişi öldürülürken bazıları da esir alındı. Willermus, rivayetinin devamında 1101 yılı ordularıyla doğuya gelmiş olan bazı Haçlıların da bu coğrafyayı emniyetli bulmayarak ülkelerine döndüklerini belirtmiştir. Zira bu sırada Yafa ve Kaysâriye dışındaki tüm sahil şehirleri Fâtımîlerin elinde bulunuyordu290. Kral, tüm gece dağlarda dolaştıktan sonra 19 Mayıs 1102’de Arsûf duvarları önünde dolaşan 500 Müslüman askerinin kısa bir süre önce buradan ayrılmış olmalarından faydalanarak Arsûf’a girebildi291. Aynı gün Hugue de Taberiye de Arsûf’a kralın yanına ulaştı. Fakat Baudouin, Fâtımîlerin Yafa’ya ilerlediğini haber alınca yola çıktı. Kral yolda pusu kurulmuş olması ihtimaline karşı deniz yolunu tercih ederken 21 Mayıs 1102’de Hugue de Yafa’ya doğru yola çıktı292. Yafa’dan Kudüs’e gönderilen elçinin, kralın yaşadığını haber verip yardım istemesi üzerine Fulcherius’un verdiği rakama göre at bulabilen sıradan askerlerle beraber toplam doksan şövalye tedarik edilebildi. Bunlar, önce Arsûf’a sonra da sahilden Yafa’ya ulaştılar. Bu takviye kuvvetle birlikte kendine güveni artan Baudouin, hala civarda bulunan Fâtımîlere karşı savaş hazırlığına başladı293. Fâtımîler, Yafa’ya yaklaşık beş km. uzaklıkta idiler. Haçlılar, Yafa’dan çıkıp savaş başladığında Müslümanlar, ilk olarak şövalye korumasından mahrum olan yayalara saldırdılar. Fakat yayalar, ok atarak Müslümanlara direnmeye devam ettiler. Şövalyelerin de mızraklarla sürdürdüğü şiddetli bir çatışmanın ardından nihayet Müslümanlar, mallarını geride bırakarak geri çekilmeye başladılar294. Willermus, Baudouin’in savaşmak üzere Müslümanlara yaklaştığında askerlerin ordugâhta her şeyden habersiz keçe, çadır, merdiven vs. yapmakla meşgul olduklarını ve Haçlıları Albertus Aquensis, s.643-645, Rivayete göre bu adam, Müslüman ordusundan gizlice ayrılmış, kralı kaçırmış ve tekrar Müslüman ordusuna dönmüştü. Willermus, I, s.445 290 Willermus, I, s.445-446 291 Fulcherius Carnotensis, s.152, Willermus, I, s.446-447, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.445, Steven Runciman, II, s.64-65 292 Fulcherius Carnotensis, s.153, Willermus, I, s.447, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.56, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.282, Kralı deniz yoluyla Yafa’ya Cudericus adında bir İngiliz korsan ulaştırmıştı. Albertus Aquensis, s.647-649, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.445 293 Fulcherius Carnotensis, s.154, Willermus, bu doksan kişilik askeri gücün dağlardaki insanlardan temin edildiğini kaydetmektedir. Willermus, I, s.447-448 294 Fulcherius Carnotensis, s.155, Albertus Aquensis, s.651-653, Anna Komnena’nın anlatımı kısadır ve zaten yazar, buradaki savaşla ilgilenmez. Onun rivayetine göre Remle yenilgisini haber alan Aleksios, Fâtımîlere elçi yollayarak esir alınanların serbest bırakılmasını istedi. Halife de fidye almaksızın onları serbest bıraktı. Anna Komnena, Alexiad, s.343-344, Ordericus, Alexiad’ı teyit etmektedir. Onun rivayetine göre savaşta Blois kontu, Milo de Brai, Harpin de Bourges, William Sans-Avoir ve Simon gibi Haçlılar yerlerini almışlardı, Harpin burada esir alındı ve sonrasında Bizans imparatoru Aleksios’un girişimiyle serbest bırakıldı. Diğerleri ise katledildi. Albertus Aquensis, s.645, Ordericus Vitalis, III, s.302-305, Steven Runciman, II, s.65 289 78 fark etmeleri üzerine de savaş düzenine geçtiklerini kaydetmektedir. Her ne kadar Fulcherius belirtmese de Haçlılar karşısında Fâtımîlerin daha güçsüz oldukları ve habersiz yakalandıkları Willermus tarafından ifade edilmiştir295. İbn el-Esîr’e göre tüm bu yaşananlara Fâtımî ordusundaki kararsızlık sebep olmuştu. Daha Baudouin, yenilip savaş meydanından kaçtığı sırada Fâtımî ordusunda bazıları Kudüs’e yürümeyi tavsiye ederken bazıları hareketsiz kalmayı tercih ediyordu. Fâtımîler, Yafa’yı karadan ve denizden kuşatmaya aldıkları sırada Arsûf’ta durumunu düzelten Baudouin, o sırada deniz yoluyla doğuya ulaşmış olan çok sayıda hacının yardımını da alarak Fâtımîlere üstünlük sağladı ve Fâtımî ordusu, Askalân’a çekilmek zorunda kaldı. İnisiyatifi ele alan Haçlılar, Müslümanları Askalân’da kuşattılar. İbn elEsîr’in kaydına göre Fâtımîlerin bir kuşatmaya uzun süre direnmeleri zor görünüyordu fakat orduya yeni katılan Haçlılar, Askalân’ın müstahkem bir yer olduğunu düşündüler ve Yafa’ya dönmek istediler. Bunun üzerine kuşatma kaldırıldı296. 2.2.2.Tâcü’l-Acem’in, Haçlılara Karşı Yollanması (Eylül 1103) el-Efdâl, Eylül 1103’te Haçlılara karşı bu defa Tâcü’l-Acem adlı memlükü kumandasında bir orduyu kara yoluyla Askalân’a yollarken donanmayı da Kadı İbnü’lKadûs liderliğinde harekete geçirdi. Tâcü’l-Acem, Askalân önlerinde karargâhını kurduğu sıralarda donanma da Yafa’ya ulaşmış ve limana demirlemişti. İbnü’l-Kadûs, Yafa’dan haber yollayarak Tâcü’l-Acem’in harekete geçmesini istedi. Fakat Tâcü’l-Acem, elEfdâl’in emri olmadan hareket etmeyeceğini bildirerek Yafa’ya gitmedi veya yardım da yollamadı. Bunun üzerine İbnü’l-Kadûs; Askalân kadısına, şahitlerine ve ileri gelenlerine bir elçi gönderip Yafa önlerinde yirmi gün beklediği ve Tâcü’l-Acem’i yardıma çağırdığı halde onun buna icabet etmediğine dair bir yazı aldı. el-Efdâl, durumu haber alınca Tâcü’lAcem’in tutuklanmasını emretti ve Askalân’a Cemâlü’l-Mülk adında birini yolladı ve onu Suriye orduları başkumandanı yaptı. Bu sayede Fâtımîlerin bir girişimi daha başarısız oldu297. 295 Willermus, I, s.448-449 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.68, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.296, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.214, elMakrizî, İtti’az, III, s.32, Krş. Albertus Aquensis, s.655-657, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.445, İbn elKalânisî, aynı yıl içinde kırk kadar, adam ve malzeme dolu Haçlı gemisinin fırtınada sürüklendiğini ve pek çoğu kaybolurken pek az insanın kurtulduğunu kaydetmektedir. Fakat bu olay, diğer kaynaklarda yer bulmamıştır. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.141, Steven Runciman, II, s.72 297 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.68, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.296-297, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.214, elMakrizî, İtti’az, III, s.32-33, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.446, İbn el-Kalânisî, Dımşak’tan yardım istendiğini fakat bazı aksilikler yüzünden yardım gelmediğini nakletmektedir. Donanmanın Yafa’ya Temmuz-Ağustos 1103 sonuna kadar saldırılar düzenlediğini de kaydeden yazar, 1102 ve 1103 yılı olaylarını 296 79 2.2.3.-Fâtımîlerin, Yafa ve Kaysâriye’ye Saldırmaları (1103-1104) Baudouin’in, Akkâ kuşatması dönüşü yaralandığını ve Haçlıların zor günler yaşamakta olduğunu haber alan Fâtımîler, harekete geçerek Yafa’ya saldırıya hazırlanıyorlardı. Askalân’dan yola çıkan Fâtımî kuvvetleri, Yafa’da hacılara ait iki gemiye saldırdılar ve ele geçirdiler. 500 erkek ve sayısız kadın esir alınıp birçoğu katledilirken kaçabilenler sahilde direnişe geçtiler. Daha büyük olan geminin kaptanı, mürettebatını bırakarak kaçmıştı. Gemilerden ele geçirilen mallar, Fâtımî askerleri arasında paylaştırıldı. Albertus’un verdiği bilgiye göre daha küçük olan gemiden 150 hacı ve tüm kadınlar mallarıyla beraber esir alınmıştı. Sahildeki çatışmada altı şövalye ve orada bulunan tüm kadınları da esir alan Fâtımîler, yüzerek kaçan biri dışındakilerin boyunlarını vurdular. Baudouin, Yafa’da yaşananları haber alınca aceleyle yola çıktı. Bunun üzerine Yafa’da daha fazla kalmaya cesaret edemeyen Fâtımîler, Ekim ayında uygun rüzgârların da yardımıyla kurtuldular. Baudouin, Fâtımî kuvvetlerini takip etmek istemişse de başarılı olamadı298. Albertus’un kaydına göre Askalân’dan çıkan Fâtımî kuvvetleri, ertesi yıl, tekrar Yafa önünde göründüler ve Haçlıları savaşa kışkırttılar. Şehirde bulunan Otto Altaspata, yirmi askerle bunları karşıladı fakat kendisi ve yanındakilerden beşi esir alınıp başları kesildi. Sonrasında Müslümanlar Askalân’a döndüler299. 21 Eylül 1104’te Askalân’dan çıkan altmış süvari, bu defa Kaysâriye’ye saldırdı. Fakat etrafta kimseyi bulamadıklarından sürülere el koydular. Halktan 200 kişi, henüz iyileşmemiş hasta bir şövalye ile bunlara karşı çıktı. Bahsedilen şövalye, esir alındı ve başı kesildi. Bunun üzerine halk, Yafa’da bulunan kraldan yardım istedi. Kral, yanında yirmi asker olduğu halde Kaysâriye’ye yöneldi. Baudouin, yolda on şövalyeyi etraftaki dağlara yollayarak Askalânlıların dönüş yolunu kesmekle görevlendirdi. Albertus’un kaydına göre Haçlı şövalyeleri, Askalânlılara rastlayıp nereye yolculuk yaptıklarını sordular. Sonrasında bahsedilen şövalyenin kesik başını görünce bunların, Kaysâriye’ye saldıranlar olduğunu anladılar. Kralın, yanındakilerle yetişmesinin ardından Askalân birliği pusuya düşürüldü ve kaçamayanlar katledildi. Sonrasında kral, Yafa’ya döndü300. karıştırmış gibi görünmektedir. Fâtımî ordusunun dağıldığından bahsetmesi ile Tacü’l-Acem ve İbnü’l-Kadûs arasındaki irtibatsızlığa vurgu yapan müellif, sonrasına dair önemli bir bilgi vermektedir. Buna göre Fâtımî ordusunun dağılmasının ardından fiyatlar yükselmişti fakat Fâtımî filosunun getirdiği erzakla halkın durumu tekrar düzeldi. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.142-143 298 Albertus Aquensis, s.667-669 299 Albertus Aquensis, s.675-677 300 Albertus Aquensis, s.677-679 80 2.2.4.Akkâ'nın Zaptı (26 Mayıs 1104) Akkâ, deniz kenarında Phoenicia eyaletinde, Sûr’a bağlı bir şehirdir. Gemilerin demirlemesine imkân veren ve şehre doğal bir savunma sağlayan limanı301, her iki duvar boyunca uzanmaktadır. Dağlar ve deniz arasında kurulan şehir, zengin ve bereketli bir yerdedir302. Raymond, 1102 yılında Hısnü’l-Ekrâd’ı kuşatmıştı. Durumu haber alan Cenâhü’d-Devle, ona karşı yürümeye hazırlanıyordu ki camide bir Bâtıni tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Raymond, Hıms üzerine yürüdü ve Hıms’a bağlı yerleri yağmaladı. Raymond, Hıms’tan döndükten sonra Mart-Nisan 1002’de on altı gemi desteğiyle Akkâ’yı kuşattı. Fakat mancınık ve gemilerinin, Müslümanlar tarafından ateşe verilmesi üzerine şehir önünde daha fazla tutunamadı ve kuşatmayı kaldırdı303. 1103 ilkbaharında (Paskalya sonrası = 29 Mart 1103) bu defa Baudouin, Akkâ’yı kuşatmak için yola çıktı. Albertus, bu kuşatmaya Askalânlıların Haçlılara pusu kurmasını sebep göstermiştir. Kuşatmada deniz gücünün olmaması, Haçlıların işini zorlaştırıyordu. Buna rağmen etraftaki meyvelikleri talan eden kral, kuşatmayı inatla sürdürdü. Hatta yaşanan küçük çatışmalarda Müslümanlara epeyce zarar da verdi. Direnen halkı, şehir dışındaki sürüleri ele geçirerek güçsüz düşürmek suretiyle teslim olmaya zorladı fakat şehrin direncini kıramadı. Albertus’un kaydına göre Fâtımî hâkimiyetindeki Sûr, Trablus ve Sayda’dan yardım için on iki kadırga ile şehre 500 asker takviyesi yapan büyük bir gemi geldi. Bu kuşatma esnasında yüz kadar Müslüman askerinin yaralandığını da yine Albertus haber vermiştir. Baudouin, tüm bu çabaya rağmen kuşatmanın sonuca ulaşmayacağını anladı ve nihayetinde geri çekilmek zorunda kaldı304. Akkâ kuşatmasını kaldıran Baudouin, Kaysâriye’ye doğru ilerlemeye başladı. Yolda Petra Incisia305 denen yerde, hacılara pusu kuran Müslümanlara rastladı. Bunların bazıları öldürülürken çoğunluğu kaçtı. Bu sırada bahsedilen Müslümanlardan biri, aniden Baudouin’e mızrakla saldırdı. Mızrak, arkadan kaburgalardan girip kalbinin yanından çıktı Akkâ’nın zaptı mutlak surette gerekliydi. Yafa ve Hayfa limanları rüzgâr etkisine açık olduğu için Akkâ gibi korunaklı bir limanın ele geçirilmesi ve buradan diğer Fâtımî şehirlerine taarruz edilmesi şarttı. Steven Runciman, II, s.6 302 Willermus, I, s.453 303 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.56, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.282, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.214, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.60 304 Albertus Aquensis, s.661-663, Willermus, I, s.453, Fulcherius Carnotensis, s.157, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.140 305 Petra Incisia: Antik Sûr yanında / Capharnaum ve Dora arasında, bugün Districtum denen yerdedir. 301 81 ve kralı ölümcül derecede yaraladı. Kudüs’e taşınan krala iyi bir tedavi uygulandı ve kral sağlığına kavuştu306. Kral, yaralanıp Kudüs’e döndüğü sırada aynı yıl içinde Fâtımîlerin Yafa’ya saldırısı gerçekleşti. Fâtımîler, burada Haçlılara epeyce zarar verdikten sonra kralın gelişi üzerine çekilmek zorunda kaldılar. Ertesi yıl, Lazıkiye’ye ulaşan Cenova ve Pisa gemilerinin yardımıyla Raymond, Cübeyl’i ele geçirdi. Yukarıda anlatıldığı üzere 1103 yılında Akkâ’yı kuşatan fakat deniz kuvvetlerinin eksikliği nedeniyle şehri ele geçiremeyen Baudouin, Askalânlıların, Yafa saldırısını savuşturduktan sonra Mayıs 1104’te şehri kuşatmak için harekete geçti. Bu kez daha umutlu olabilirdi zira yetmiş gagalı gemiden oluşan Cenova filosu, Suriye topraklarına henüz ulaşmıştı. Bunu haber alan Baudouin, Müslümanlara karşı mücadelesinde bunların yardımlarını talep etti. Onlara yolladığı haberde Cübeyl’in zaptındaki yardımlaşmayı hatırlatarak harekete geçirmeye çalıştı. Cenevizlilerle varılan anlaşmaya göre alınacak malların ve yerlerin üçte biri daimi surette Cenevizlilere ait olacaktı. Ayrıca bir cadde, bir kilise verildikten başka Cenevizlilerin kendi mahkemeleri de bulunacaktı307. Anlaşmanın ardından Cenevizliler denizden, Haçlılar karadan Akka’yı muhasaraya başladılar. Şehre tüm girişlere engel olunduğu gibi surların etrafına kuşatma aletleri de yerleştirildi. Kuşatma kulelerinden atılan taşlarla siperler ve hatta binalar zarar görmeye başladı. Müslümanlar, hem kara ordusuna hem de Ceneviz deniz kuvvetlerine karşı koymak zorundaydılar. Şehir, yirmi günlük bir direnişin ardından Haçlı kralına teslim olmak zorunda kaldı. Teslim şartlarına göre şehirden ayrılmak isteyenler eş, çocuk ve taşınabilir tüm mallarıyla istedikleri yere gidebilecekler; kalmak isteyenler krala yıllık belirli bir vergi ödeyerek şehirde kalabilecekti308. Haçlı kaynakları, şehrin eman ile ele geçirildiğini haber veriyorlar. Fakat İslam kaynakları, bu konuda öncekilerle çelişmektedir. Buna göre şehrin valisi Bennâ (Zehrü’dDevle el-Cüyûşî) idi ve şehri savunamayacağını anlayınca şehirden ayrılmayı tercih etti. Onun ayrılışı sonrası Haçlılar, şehri kılıç zoruyla ele geçirdiler ve halka çok çirkin işler Willermus, I, s.453, Albertus Aquensis, s.665-667, Fulcherius, kralın bir kaya ardına saklanmış olan bir Habeşlinin attığı okla yaralandığını riveyet etmektedir. Fulcherius Carnotensis, s.158, Urfalı Mateos, kralın yaralanmasını diğer kaynaklardan tamamen farklı anlatmaktadır. Yazarın rivayetine göre Dımaşk ve Mısır kuvvetleri, Kudüs’e yürümüş fakat kral, bunları mağlup etmişti. Sonrasında kral, Kudüs’e döndüğünde bir ağaç arkasında pusuya yatan Habeş askeri, aniden saldırıya geçti ve kralı ağır yaraladı. Kaynaklar, kralın iyi bir tedaviyle iyileştiğini haber vermesine rağmen Urfalı Mateos, kralın yarasının ölünceye kadar iyi olmadığını kaydetmektedir. Urfalı Mateos, Vekâyinâme, s.219-220 307 Willermus, I, s.454-455, Albertus Aquensis, s.671 308 Willermus, I, s.455, Fulcherius Carnotensis, s.158-159, Albertus Aquensis, s.673 306 82 yaptılar. Vali, önce Dımaşk’a, sonra da Mısır’a gitti. el-Efdâl’e özürlerini bildirdi ve affedildi309. İslam kaynaklarının bahsettiği halkın katledilmesi vakasına Albertus, açıklık getirmektedir. Buna göre teslim olup aileleri ve mallarıyla serbestçe şehirden ayrılan halka Pisalılar ve Cenevizliler saldırdılar. Anlaşmalara uymayarak bunlardan 4 bin kadarını öldürüp mallarına el koydular. Bunu haber alan Kral, çok kızdı ve adamlarını yollayıp olayları yatıştırdı310. Ele geçirilen şehir, anlaşma gereğince Cenevizlilerle paylaşıldı ve müthiş bir zenginlik ele geçirildi. Akkâ’nın düşmesi, Müslümanlar için büyük bir kayıptır. Limanı ele geçiren Haçlılar, Müslümanlara saldırılarında güvenli ve uygun bir hareket noktası ele geçirmiş oldular311. 2.2.5.Üçüncü Remle Savaşı (27 Ağustos 1105) Willermus, 1105 yılında yaşanan Fâtımî-Haçlı savaşının sebebini Kudüs ileri gelenlerinden bazılarının, Kahire’ye giderek Haçlıların sayısının çok az olduğunu belirterek halifeyi savaşa teşvik etmelerine bağlamaktadır. Buna göre Haçlıların birçoğu, hac görevlerini ifa ettikten sonra memleketlerine dönmüşlerdi ve Kudüs Krallığı şu anda askeri güçten mahrum olduğu için savunmasız durumdaydı. Fulcherius da Fâtımîler, saldırıya geçtikleri sırada Haçlıların mevcudunun çok az olduğunu söylemekle Willermus’u teyit etmektedir. Bunun üzerine Mısır’da bir ordu hazırlanarak el-Efdâl’in oğlu Senâü’l-Mülk’ün kumandasında Askalân’a gönderildi. Ayrıca Dımaşk hâkimi Tuğtigin’den de yardım istenmesi üzerine Tuğtigin, bu çağrıya İspehbüd Sabâve kumandasında 1300 kişilik süvari birliğini yola çıkararak cevap verdi. Fâtımî ordusunun gelişini haber alan Haçlılar da Yafa’ya ilerlediler ve burada savaşa hazırlandılar312. Tuğtigin, bu sırada Haçlılarla haberleşen Ertaş b. Tâcüddevle ile meşguldü313 ve onu Busra’da kuşatmıştı. Başlangıçta Şerefü’l-Meâlî’yi takviye etmek için İspehbüd İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.72, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.302, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.143-144, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.169, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.185, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.215, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.217, el-Makrizî, İtti’az, III, s.34, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, V, s.414, İbn Hallikan, Vefeyat, V, s.300, Keza Fulcherius da anlaşma şartlarından bahsetmez. Yazarın rivayetine göre ele geçirilen şehirde Müslümanların bir kısmı öldürüp bir kısmı sağ bırakılırken tamamının mallarına el konulmuştu. Fulcherius Carnotensis, s.159, ayrıca Bkz. Stevenson, The Crusaders in the East, s.47, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.141 310 Albertus Aquensis, s.675 311 Willermus, I, s.456, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.447, Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.225 312 Willermus, Senâü’l-Mülk’ü el-Amir’in oğlu olarak göstermiştir. Willermus, I, s.464, İbn el-Esîr, elKâmil, IX, s.75, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.319, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.216, el-Makrizî, İtti’az, III, s.35, Fulcherius Carnotensis, s.164-165, Steven Runciman, II, s.72-73 313 Ertaş, 17 Eylül 1104’te Dımaşk meliki ilan edildi. Annesi, Tuğtigin ve Safvetü’l-Mülk Hatun’a karşı dikkatli olmasını öğütlüyordu. Onlara karşı elini güçlendirmek isteyen Ertaş, Baalbek’e giderek asker toplamaya karar verdi. Burada kuvvet toplamayı başaramayınca I. Baudouin’den yardım istedi. Fakat 309 83 kumandasında 1300 kişilik bir kuvvet yollamakla yetinmiş fakat İbn el-Kalânisî’nin kaydına göre Ertaş’ı bırakarak Fâtımî ordusuna yardım etmek üzere bizzat harekete geçmişti314. Haçlı kayakları, Haçlı ordusunun sayısını 500 şövalye ve yaklaşık 2 bin yaya, Fâtımî ordusunu ise 15 bin kişi olarak kaydeder. İslam kaynaklarına ise Fâtımîlerin – aldıkları yardımcı birlikler hariç- 5 bin, Haçlıların 1300 askere sahip olduğu yansımıştır. Ayrıca Fâtımî ordusuna donanma da eşlik ediyordu. Fâtımî kara ordusu, Askalân’dan harekete geçtiği sırada donanma da demir aldı. Ordu, Azotus’a geldiği sırada ikiye ayrıldı. Plana göre ordunun bir kısmı Remle’ye315 ilerleyip Haçlıları savaşa zorlayacak ve onları üzerine çekecek, diğer kısmı ise bundan istifadeyle –donanmanın da desteğiyle- Yafa’ya saldıracaktı. Fakat Baudouin’in bunu fark etmesi, Fâtımîlerin planlarını bozdu ve ani Haçlı saldırısında orduda panik başladı316. Haçlı kaynaklarına göre orduda başlayan panik, kısa sürede bozguna dönüştü ve Fâtımîlerden 4 bin, Haçlılardan altmış kişi hayatını kaybetti. Askalân valisi Cemâlü’l-Mülk de maktûl düşenler arasındaydı (27 Ağustos 1105). Fâtımî ordugâhını yağmalayan Haçlılar, esirlerle beraber Yafa’ya döndüler. Önceden Akkâ valiliği yapmış olan Zehrü’d-Devle Bennâ el-Cüyûşî’nin esirler arasında olduğu ve Baudouin’in bu kimsenin fidyesi olmak üzere Fâtımîlerden 20 bin altın aldığı da rivayet edilmektedir317. Fâtımî donanması, plan gereğince Yafa limanında bulunuyordu. Kara ordusunun bozgun haberini alınca donanma da Sûr’a çekildi. Sonrasında Mısır’a dönmek isteyen Fâtımîlerin Kudüs’ü tehdit ediyor olmasından dolayı kral, Ertaş’a yardım etmedi. Bir süre Haçlıların arasında kalan Ertaş, Havran’a çekildi. Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.22-23 314 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.148-149, Gülay Öğün Bezer, Müslümanların, Haçlılar karşısındaki durumuna dikkat çekerek “Haçlıların en küçük başarılarının kendi aleyhine bir gelişme olacağının şuurunda olan Atabey, yardım hususunda tereddüt göstermedi” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.846-847 315 Kaynaklarda bu savaş, Remle Savaşı olarak geçmektedir. Fakat Albertus, bu savaşın Remle ve Askalan arasında bulunan Yubna’da (Habilin) yaşandığını ifade etmektedir. Albertus Aquensis, s.707 316 Willermus, I, s.465, Fulcherius Carnotensis, s.166-167, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.75, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.319), İbn el-Kalânisî’nin rivayetine göre ise Müslüman ordusunun sayısı atlı ve piyade olmak üzere 10 bini aşıyordu. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.148, Albertus, Müslümanların sayısını 6 bin olarak vermiştir. Haçlılara Kudüs’ten kralın yardım isteği üzerine 150 şövalye katılmıştır. Albertus Aquensis, s.709 317 Willermus, I, s.465-466, Fulcherius, Haçlıların kaybını altmış kişi verirken, Müslümanlardan binlerce kişinin öldüğünü kaydetmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.167-168, Tarafların birbirine üstünlük sağlayamadığını söyleyen İbn el-Esîr’e göre Fâtımîlerden 1200, bir o kadar da Haçlılardan kayıp vardı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.75, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.319, Azîmî de savaşta galib tarafı tayin etmenin zorluğunu kaydederek İbn el-Esîr’in rivayetini desteklemektedir. Azîmî, Tarih, s.42, Keza İbn el-Kalânisî de ölenlerin sayısının birbirine eşit olduğunu rivayet etmektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.149, el-Makrizî, İtti’az, III, s.35, Haçlı kaynaklarının verdiği rakamlar mantıklı görünmemektedir. Zira Albertus da ölenlerin sayısını 7 bin olarak vermiştir. Haçlılardan ise 100 kişinin öldüğünü rivayet eder. Albertus Aquensis, s.711, Steven Runciman, II, s.73-74 84 donanma, fırtınaya yakalandı ve yirmi beş Fâtımî gemisi, Haçlı kıyılarına sürüklendi. Fırtınada birçok Müslüman boğulurken Haçlılar da 2 binden fazlasını esir aldılar318. 2.2.6.1106-1112 Yılları Arasında Askalân Merkezli Yaşanan Mücadeleler Baudouin’in 1104 yılında Sayda kuşatmasında başarısız olması üzerine Askalânlılar, fırsatı kaçırmadılar zira kral, kuşatmada başarısız olmuş, Taberiye hâkimi ölmüş ve kralın yanındaki deniz kuvvetleri ülkelerine dönmüşlerdi. Askalânlılar derhal harekete geçerek Remle ve Askalân arasında bulunan nehir (Nehr el-Futrus = Yarkon?) yanında toplandılar. Amaçları, burada pusu kurarak hacılara saldırmaktı. Nihayetinde Ekim 1106’da saldırıya geçip 5 bin kadar hacıyı katlettiler319. Bu olayın hemen ardından içinde sadece sekiz şövalyenin bulunduğu Remle’ye yürüdüler. Bu sırada Yafa valisi Roger, Remle’de bulunan Askalânlıların üzerine yürüdü fakat mağlup oldu ve Askalân kuvvetlerinin takibinde zorlukla Yafa’ya çekildi. Yafa’da bulunan bazı şövalyeler, Askalânlıları karşıladılarsa da bunların bazıları esir alındı, bazıları da katledildi. Yafa’dan Remle’ye dönen Askalânlılar, Kudüs’e yöneldiler ve Kudüs yolundaki Arnoulf Kalesi’ni kuşattılar. Kale, ele geçirildiğinde kaçıp kurtulmayı başaran sorumlusu Gundfrid dışındakileri kılıçtan geçirdiler. Sonrasında da Askalân’a döndüler320. Kara ordusu, Haçlı topraklarında tahribatta bulunurken 15 Ekim 1106’da Askalân’dan hareket eden sekiz galeri, o civarda bulunan Haçlı gemilerini ele geçirmek için Yafa’ya doğru ilerlemişti. Askalân kuvvetleri, Yafa yolunda rastladıkları erzak ve malzeme yüklü büyük bir Haçlı gemisine saldırdılar. Yafa’dan gelen yardım, gemiyi kurtarmaya yetmedi ve Haçlı gemisi, içindekilerle beraber ele geçirildi. Yafa’da yaşananları haber alan kral, 1107’de Yafa’ya geldi ve buradan da Askalân yakınlarındaki Hebron’a ulaştı. Baudouin, Askalân’a saldırma niyetindeydi fakat Askalân kuvvetleri ona göz açtırmadı ve kral, bir sonuca ulaşamadan Kudüs’e dönmek zorunda kaldı321. 1108 yılında Baudouin, Taberiye’de bulunuyor ve bu civarda pusular kuran Türklerle uğraşıyorken 3 bin kişilik Askalân kuvvetlerinin Yafa’yı kuşattığı haberi alındı. Willermus, I, s.466, Fulcherius Carnotensis, s.169, O güne kadar denizde etkili olduğu görülen Fâtımî donanması için bu, büyük bir darbe olmuştur. Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.141, Albertus, Yafa’da bekleyen Fâtımî donanmasının önce Askalan’a oradan da Mısır’a döndüğünü haber vermiş fakat denizde yaşanan felaketten bahsetmemiştir. Albertus Aquensis, s.711 319 Albertus Aquensis, s.727, Steven Runciman, II, s.74 320 Albertus Aquensis, s.727-733 321 Albertus Aquensis, s.733-735, Steven Runciman, II, s.75, Askalân merkezli yapılan saldırıların Haçlılara zarar verme nedeni ta en başından beri Haçlıların denizde söz sahibi olamamalarıyla alakalıdır. Zira Fâtımî şehirlerinden hareket eden Müslüman donanması, özellikle Yafa’yı defalarca tehdit etmiştir. Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, s.375 318 85 Bunun üzerine Baudouin, Akkâ’ya gelerek yanına aldığı altmış şövalyeyle Yafa’ya yardım etmek üzere denizden ilerledi. Yafa’da bulunan askerlerin, kralın yolda olduğu haberiyle cesaretlenerek dışarı çıkmasıyla yaşanan çatışmada Müslümanlar on sekiz, Haçlılar on üç kayıp verdi. Kralın Yafa’ya ulaşıp şehir kuvvetleriyle birleşmesinden çekinen Askalânlılar, bu çatışmanın ardından çekildiler322. Kralın, Yafa’dan dönüşünün dördüncü günü (?1108) Askalânlıların, Dımaşk askerlerinin yardımını alarak St. Abraham Kalesi’ne saldırı hazırlığında oldukları haberi ulaştı. Yetmiş şövalye ile kaleye yönelen Baudouin, sabahında her şeyden habersiz olan Askalân kuvvetlerinin kampını basarak geri püskürttü. Fakat kısa sürede toparlanan Askalân ve Dımaşk askerleri saldırıya geçtiler. Çatışmanın başlarında Müslümanlar üstün durumda idi. Aralarında Hugh of Cassel ve Albert adında iki askerin de bulunduğu beş Haçlı, bu ilk saldırıda öldürüldü. Haçlıların bir süre sonra toparlanmasıyla Müslümanlar, otuz maktûl ve altmış esir bırakarak çekilmek zorunda kaldılar. Bu sayede otuz üç deve, altmış sekiz at, birçok çadır ele geçiren Baudouin, Kudüs’e döndü323. Ağustos 1110’da Askalânlılar, Kudüs’e kadar uzanan tehlikeli bir saldırıda bulundular. Baudouin, şehir surlarına saldıran Askalânlıların saldırılarına dirençle karşı koydu. Sonrasında saldırıya hazırlanmak için askerlerini hazır hale getirildi. Vuku bulan çarpışmada bir süre sonra Askalânlılar, cesaretlerini kaybedip kaçmaya başladılar. Haçlılar, kaçan Askalânlıları takiple bunlardan 200 askeri katlettiler. Yanlarında ele geçirdikleri ganimetle ve bol sayıda esirle geri döndüler324. 1110 yılında Mısır’dan yola çıkan tüccarlar, Ürdün nehrini geçtiler. Tüccar gemileri, Sûr, Beyrut, Sayda ve Dımaşk’a gitme ve ticaret mallarını buralarda ihtiyaç duyan insanlara ulaştırma niyetindeydi. Bunu haber alan kral, altmış şövalyesiyle gece yola çıkarak nehre ulaştı. Kafilenin kalabalık oluşundan biraz ürkse de yine de korumasız tüccarlara saldırıya geçti. Kafileden on birini öldürüp kırkını esir alan Baudouin, ele geçirdiği yüklü ganimetle Kudüs’e döndü. Ele geçirdikleri arasında on bir şeker yüklü deve, dört yük biber ile diğer baharatlar, değerli eşyalar, yetmiş yağ ve bal yükü vardı. Baudouin, bu ele geçirilen ganimetle durumunu epeyce düzeltti325. 322 Albertus Aquensis, s.749 Albertus Aquensis, s.749-751, Steven Runciman, II, s.75 324 Albertus Aquensis, s.801-803 325 Albertus Aquensis, s.751-753, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.171-172, el-Makrizî, İtti’az, III, s.46, Abû’lFarac, II, s.350 323 86 Çeşitli yağmalarla zengin ganimetler ele geçiriyor olmasına rağmen Baudouin’in ekonomik sıkıntısı uzun bir süre devam etmiştir. Albertus’un kaydına göre 1112 yılındaki Sûr kuşatmasından dönen kral, Sicilya kontu Roger’ın annesinin, yanında muazzam bir servet olduğu halde Akkâ’da karaya çıktığını haber aldı. Para sıkıntısı yaşayan kral, bu kadınla evlenmek ve bu sayede ekonomik durumunu düzeltmek istedi. Bu amaçla hiç vakit kaybetmeden bu hanımı karşılamaları için üç gemiyi yola çıkardı. Fakat gemiler rüzgârın etkisiyle Askalân limanına sürüklendi. Askalânlıların bu gemileri fark etmesi üzerine vuku bulan çarpışmada elli askerin bulunduğu bir Askalân gemisi battı. Askalânlılar, geri çekilmek zorunda kalırken Haçlı gemileri de Akkâ’ya yöneldiler326. 2.2.7.Trablus'un Zaptı (26 Haziran 1109) Birinci Haçlı Seferi Urfa, Antakya ve Kudüs’te Haçlı Devletlerinin tesisi ile amacına ulaştı. Sefer boyunca Haçlı liderleri arasında bir rekabetin yaşandığı görülmektedir. Çukurova bölgesinde birbirinin hâkimiyet alanına müdahale ederek çatışan Baudouin de Blougne ile Tankred bunların ilkidirler. Antakya zapt edildikten sonra ise Bohemond ile Raymond de Saint Gilles arasındaki anlaşmazlık, zaman zaman seferin devamını tehlikeye sokacak dereceye varmıştı. Raymond, Antakya’da imparatorun haklarını korumaya çalışan biri olarak görünmektedir. Fakat Antakya konusunda yeterince söz sahibi olamadı ve elinde bulundurduğu yerleri Bohemond’a teslim ederek Kudüs yolculuğuna devam etti. Kudüs’ün zaptı sonrası bu defa Godefroi ile karşı karşıya geldi. Kudüs’ün idaresini kendince sebeplerle kabul etmeyişi üzerine Godefroi’nin hâkimiyet sağlamasıyla Antakya’da yaşananlar adeta tekrar etti. Kudüs’ün idaresinde tek başına söz sahibi olmak isteyen Godefroi’nin karşısında tutunamadı ve Davud Kulesi’ni teslim etmek mecburiyetinde kaldı ki bunda diğer liderlerin (Normandie ve Flandre kontları) Godefroi’nin yanında oluşu da etkili olmuştu327. Godefroi’nin, Raymond’un gücünü kırmak istediği malumdur. Askalân ve Arsûf kuşatmalarında halk, Raymond’a teslim olmak istemiş fakat bunu iktidarına bir müdahale addeden Godefroi’nin muhalefeti gecikmemişti. Tüm bu olayların neticesinde Raymond, Godefroi karşısında tutunamamış İstanbul’a, Aleksios’un yardımını sağlamak üzere doğudan ayrılmıştı. Raymond, İstanbul’da iken 1101 Yılı Haçlı Seferi orduları ile Anadolu’ya geçti fakat Türklerin, bu orduları imha etmesi sonucunda tekrar İstanbul’a sığındı. Burada durumunu düzelttikten sonra karısının bulunduğu Lazıkiye’ye gitmek üzere 326 327 Albertus Aquensis, s.843-845 Willermus, I, s.383-384 87 yola çıktı. Fakat Tarsus’a ulaştığı sırada Merzifon’da vuku bulan savaştan kaçtığı ve böylece Hıristiyanlığa ihanet ettiği suçlamasıyla Tankred tarafından tutuklanarak Antakya’da hapsedildi. Bir süre sonra arkadaşlarının yoğun ısrarları sonucu da serbest bırakıldı328. 2.2.7.1.Tartûs’un (Antartûs) Zaptı (Şubat 1102) ve Trablus Kuşatması Raymond, 1101 yılı sonunda Antakya’dan yanında Etienne de Blois, Aquitania dükü IX. Guillaume ve Bayvera dükü Welf olduğu halde ayrıldı. Lazıkiye’den karısını da yanına alan Raymond’un ilk hedefi Tartûs oldu. Ceneviz gemilerinin de yardımı üzerine şehir fazla direnemedi (Şubat 1102). Raymond, Tartûs’u ele geçirdi ve etrafa yapacağı akınlar için burayı bir üs olarak kullanmaya başladı329. Şehre hâkim olan Raymond, Kudüs yolculuğuna devam etmeyerek burada kalınca yanındaki dükler, Tartûs’dan ayrıldılar ve Kudüs’e yöneldiler330. İbn el-Esîr, Raymond’un yanında sadece 300 kişinin bulunduğunu haber vermektedir. Bu yüzden Trablus hâkimi İbn Ammâr, Hımıs’taki vekili Yâhız ile Dımaşk hâkimi Dukak’a haber yollamış ve Raymond’a karşı harekete geçilmesini istemişti. Hımıs’tan gönderilen birliklere Dukak da 2 bin asker yollayarak katkıda bulundu. Bu sırada Trablus önlerinde bulunan Raymond ile Müslümanlar böylece karşı karşıya geldiler. İbn el-Esîr’in taraflar konusunda verdiği rakamlar ilgi çekicidir. Buna göre Raymond, Dımaşk askerlerine yüz, Trablus askerlerine yüz ve Hıms kuvvetlerine elli kişi ayırmış ve elli kişiyi de yanında bırakmıştı. Çatışma başladığı zaman Hıms ve Dımaşk askerleri hemen mağlup olarak geri çekildiler. Trablus kuvvetleri ile Raymond’un yüz adamı savaşa girince Raymond da geri kalan askerlerle savaşa dâhil oldu ve Trablus kuvvetlerinin de yenilgisi neticesinde Müslümanlardan toplam 7 bin kişi öldürüldü. Savaşı kazanan Raymond, böylece şehri muhasaraya başladı331. Albertus Aquensis, s.633, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.57, Steven Runciman, II, s.25 329 Albertus Aquensis, s.633, Azîmî, şehrin zapt tarihini Mart-Nisan 1102 olarak vermiştir. Azîmî, Tarih, s.39, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.58, Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, s.396 330 Albertus Aquensis, s.633, Steven Runciman, II, s.47-48 331 İbn el-Esîr’in verdiği bilgilere göre 300 kişilik Haçlı kuvveti, kalabalık bir Müslüman ordusunu bozguna uğratmış, 7000 kişiyi öldürmüş ve 300 kişi ile şehri kuşatmıştır. Bu rakamlarda veya olayların seyrinde bir tutarsızlık vardır. Zira sadece Dımaşk’tan 2000 asker gelmişti. Buna Hıms ve Trablus kuvvetlerini de dâhil edince bu savaşın seyri ve sonucu gerçeğe uygun görünmüyor. Ayrıca bu çatışmada İbn el-Esîr, Haçlıların herhangi bir kaybından da bahsetmemektedir ki kayıp vermedikleri düşünülse bile bu kuvvetlerin, bir şehri muhasaraya kâfi gelip gelmeyeceği de şüphelidir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.55, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.280-281, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.168, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.213, Abû’l-Farac, 328 88 Raymond’a Trablus muhasarasında bölgeden Hıristiyanların da katılması sonrası Trablus önlerinde şiddetli bir çatışmanın yaşandığı rivayet edilir. Raymond, burada 300 kişi kayıp verdikten sonra at ve para almak karşılığında Trabluslularla anlaşmaya vardı ve Tartûs’a çekildi332. Hısnü’l-Ekrâd, Haçlıların eline Kudüs yolculukları esnasında geçmişti. Fakat burayı Müslümanların tekrar fethetmesi üzerine Raymond, Tartûs’dan çıkarak kaleyi kuşatmaya başladı. Hıms emiri Cenâhü’d-Devle, Raymond’a müdahale hazırlığındayken Bâtıniler tarafından katledildi. Bu gelişme, Raymond'u daha da cesaretlendirdi ve bu defa Hıms’a bağlı yerleri yağmalamaya başladı333. Hıms dönüşünde de Akkâ’yı kuşattı fakat bir başarı sağlayamadı. 2.2.7.2.Raymond’un Trablus’u Tekrar Kuşatması (1104) Raymond’un Trablus kuşatması, 1103 yılında da belli aralıklarla devam etmişti. Kuşatmaya ikmal maddelerinin ulaşmasıyla Raymond, kuşatmada ısrarcı davrandı. Fakat İbn Ammâr da Haçlı şehirlerine gemilerle birlikler yolluyor ve buraları tahrip ettirip halkı öldürtüyordu. İbn el-Esîr’in kaydına göre İbn Ammâr, bu sayede köylerde tarımda çalışan insanlara zarar veriyor ve ikmal maddelerinin gelişine engel olmak istiyordu334. Ertesi yıl Raymond, durumunu biraz daha düzeltti. İçinde tüccar, asker ve hacıların bulunduğu Cenova gemileri Mart-Nisan 1104’te Lazıkiye’ye ulaştılar. Cenovalıların muvasalatını haber alan Raymod, bunların deniz gücünden Trablus kuşatmasında yararlanmak için yardım istedi. Cenovalıların da katılımıyla Trablus, 1104 yılında karadan ve denizden II, s.343, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.254-255, İbn el-Kalânisî’nin kaydı, daha muhtasardır. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140-141, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.2, Anna Komnena’nın kaydı İslam ve Haçlı kaynaklarına uymamaktadır. Yazara göre Tartûs zapt edilince Dımaşk atabeği, Raymond’un üzerine yürüdü. Raymond, bunun üzerine halktan kendisini saklamalarını ve atabeğe şehirde bulunmadığını söylemelerini istedi. Atabey gelince Raymond’un şehirde bulunmadığına inandı ve dinlenmek için ordugâhını kurdu. Hazırlıksız yakalanan Müslümanlara 400 adamıyla saldıran Raymond, bunların tamamını öldürdü ve Trablus’u kuşattı. Anna Komnena, Alexiad, s.344-345 332 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.55, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.281, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.168-169, İbn Haldûn, Raymond’un 10 bin dinar ve birçok esirle Trablus’tan ayrıldığını haber vermiştir. İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.213 333 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.56, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.282, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.216, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.169, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140-141, Cenahü’d-Devle’nin eşi, oğlu Haleb meliki Rıdvan’dan yardım istedi ve şehri teslim edeceğini bildirdi. Rıdvan’dan çekinen bazı devlet ileri gelenleri ise Dımaşk meliki Dukak’ı tercih ettiler. Rıdvan, yolda iken Raymond’un aldığı para karşılığı Hıms arazisinden çekildiğini haber aldı. Rıdvan’ın dönüşünden sonra Dukak, Hıms’a gelerek şehri teslim aldı ve idaresini Tuğtigin’e verdi. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.59 334 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.67, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.297, Makrizî’nin kaydına göre Fâtımîlerin de Trablus’u ele geçirme teşebbüsleri olmuştu. 1103 yılında Senaü’l-Mülk Hüseyin, Haçlılara karşı yollandığında savaş öncesinde Trablus’a gelmiş ve ekomomik sıkıntı yaşayan şehrin teslim edilmesini istemişti. Fakat İbn Ammâr bunu reddetti ve Makrizî’nin ifadesiyle kapıları yüzüne kapattı. Senaü’l-Mülk ise bir süre burada kaldıktan sonra Haçlıların yaklaşması üzerine Askalân’a çekildi, el-Makrizî, İtti’az, III, s.42 89 kuşatmaya alındı. Fakat kuşatmanın bir sonuca ulaşmayacağı anlaşıldığında Cübeyl’in kuşatılmasına karar verildi335. Albertus, Raymond’un Cenova ve Pisa kuvvetleriyle Cübeyl’i 1104 ilkbaharında zapt ettiğini kaydetmektedir fakat ileride görülecği üzere şehrin 1109 yılında ele geçirildiği kaydı, daha mantıklı görünmektedir. Burada Cübeyl’in, Raymond’a itaat arz ettiği anlaşılmaktadır336. 2.2.7.3.Raymond’un Hacılar Tepesi’nde Kale İnşa Etmesi (1104) Cübeyl’in zaptı sonrası Raymond, Trablus kuşatmasına ağırlık verdi. Trablus’u karşıdan gören ve şehirden yaklaşık üç buçuk km. uzaklıkta bulunan tepeye bir kale yaptırdı ve buraya Hacılar Tepesi adı verildi. Kale, inşa edilir edilmez Trablus için tehlikeli olmaya başladığı görülmektedir. Zira buradan yapılan saldırıları durdurmakta zorlanan Trablus hâkimi, Raymond’a yıllık vergi ödemeye başladı337. Albertus’un kaydına göre buraya kale inşası zaruri idi. Zira şehre Mısır, Askalân, Sayda ve Sûr’dan yardım gelmekteydi. Bu durumda bu yardımların önünü almak ve şehri tecrit etmek için kalenin inşası, Haçlılar için çok faydalı olmuştur338. İslam veya Haçlı kaynakları, kale yapımında Bizans’ın dahlinden bahsetmemektedirler. Fakat Anna Komnena, Raymond-Aleksios yakınlığını ön plana çıkararak diğer kaynaklardan tamamen farklı bir kayıt düşmüştür. Trablus Haçlı Kontluğu üzerinde daha sonraları görülecek olan metbûluk iddiaları bu zamana temellendirilmek istenmiş olmalıdır. Anna Komnena’nın anlatımına göre Raymond, bizzat Aleksios’a başvurmuş ve bahsedilen yere bir kale yaptırmasını rica etmişti. İmparator da Kıbrıs valisini göndermiş ve Raymond’un istediği şekilde bir kale inşa ettirmişti339. Anna Komnena, daha sonraları, Bertrand’ın, imparatora vasallık yemini ettiğini ve babası zamanındaki dostluğu devam ettirdiğini zikredecektir. Bu kale yapımı konusu da Bizans’ın, Haçlı Devletleri üzerinde kendisini yüksek hâkim görme iddiasının bir tezahürü olmalıdır. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.72, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.302, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.143, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.169, Stevenson, The Crusaders in the East, s.55 336 Albertus Aquensis, s.671, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.6 337 Willermus, I, s.454, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.60, İbn Tağrîberdî, enNücûm, V, s.182, Radulphus Cadomensis, s.161 338 Albertus Aquensis, s.681 339 Anna Komnena, Alexiad, s.345, Fink de kalenin, Bizans yardımıyla inşa edildiği fikrindedir. Harold S. Fink, “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, s.396, Radulphus Cadomensis ise Raymond’un yardım isteğini Lazıkiye üzerinde Tankred’in tehdidiyle alakalı bulmaktadır. Radulphus Cadomensis, s.161 335 90 2.2.7.4.Raymond’un Ölümü (28 Şubat 1105) ve Yerine Yeğeninin Geçmesi Raymond, kara yönünden şehri kontrol edebilmekle beraber deniz gücünün olmayışıyla sıkıntıya düşüyordu. Buna karşılık İbn Ammâr’ın bir ticaret filosu bulunuyor ve Mısır donanması da limana erzak ulaştırmada sıkıntı yaşamıyordu. İbn Ammâr, ani bir huruçla şehrin varoşlarını Hacılar Tepesi’ndeki kuleye kadar ateşe verdi (Eylül 1104). Bu sırada Raymond, üzerine çöken, alev almış bir tahta parçası altında kaldı ve öldü (28 Şubat 1105)340 Raymond’un ölümü üzerine yerine yeğeni Guillaume-Jourdain geçti ve Trablus kuşatmasını devam ettirdi. Raymond’un ölümünü haber alan imparator, Lazıkiye’de bulunan adamlarına Trablus’a yardım götürmelerini emretti. Bunun üzerine İbn Ammâr, bu Bizans birliğinin üzerine donanma gönderdi ve Trablus kuvvetleri, Bizanslıları yenilgiye uğratarak içindekileri esir aldılar341. İbn Ammâr, civardaki Müslüman emirlerden de durmadan yardım istiyordu. Bu yardım isteğine cevap veren Artukoğlu Sökmen, yola çıktığında Dımaşk hâkimi Tuğtigin’den aldığı mektupta Tuğtigin, çok hasta olduğunu belirtiyor ve şehrin idaresini almak üzere gelmesini istiyordu. Tuğtigin, şehri Haçlılara karşı koruma gayretindeydi fakat adamları, Sökmen gelirse bir daha şehirden çıkmaz diyerek onu uyardılar. Tuğtigin, bu arada yaptığından pişman olmuştu ve bir çözüm arıyordu. Bu sırada Sökmen’in elKaryeteyn’de öldüğü haberi ulaştı. Onun ölümüyle Tuğtigin, rahat bir nefes aldı fakat Trablus da bu yardım ümidini kaybetti342. Kuşatma devam ederken şehir, erzak sıkıntısı çekmeye başladı. İbn Ammâr, büyük bir azimle sorunların üstesinden gelmeye uğraşıyordu. Askerlerin ve fakirlerin nafakasını dağıtmakta ihmal göstermedi. Fakat hem yiyecek hem de parası azalmıştı. Bu yüzden bazı vergiler tahsis etti. Bu vergilerin toplanmasından, şehirde bulunan iki zengin rahatsız oldular ve Haçlı karargâhına kaçarak İbn Ammâr’ın, mallarını müsadere ettiğini bu yüzden burada kalmak istediklerini söylediler. Bu iki zengin, Trablus’un ikmal yollarını da ifşa ederek özellikle Arka ve Cibâl’den gelen yardım yolları hakkında bilgi verdiler. Bunun İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.146, 147, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.95-96, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.331, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.170, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.61, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.220-221, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.187, Urfalı Mateos, Vakayiname, İbn el-İmâd, Şezerâet ez-Zeheb, V, s.422 341 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.96, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.331, Anna Komnena, Alexiad, s.348, İmparator, Guillaume üzerinde hakimiyet kurmak istemiş olmalıdır, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.64 342 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.146-147, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.82, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.315, Ebû elFidâ, el-Muhtasar, II, s.219, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.81, Azîmî, 10 bin atlıyla yardıma gelen Sökmen’in Menâzır’da öldüğünü kaydediyor. Azîmî, Tarih, s.40, Urfalı Mateos’un kaydı muhtasardır. Urfalı Mateos, Vakayiname, s.225 340 91 üzerine Haçlılar, bahsi geçen yerlere birlikler yollayarak bu yolları kontrol altına almak istediler. İbn Ammâr, bu iki kişinin iadesini taleble karşılığında bol miktarda mal göndermeyi teklif etti fakat olumlu cevap alamadı. Daha sonra İbn Ammâr’ın yolladığı adamlar tarafından bu iki kişi gizlice öldürüldü343. Nisan-Mayıs 1105’te bu defa Haleb hâkimi Rıdvan, Trablus’a yardım için hazırlanıyordu. Fakat bu defa da Tankred, Haleb’in önemli bir kalesi olan Artah’ı kuşatınca Rıdvan, bu işle uğraşmak zorunda kaldı ve yine Trablus’a yardım götürülemedi344. Tüm sıkıntılara rağmen İbn Ammâr, yardım arayışını sürdürdü. Bu cümleden olarak 1106-1107 yılında Sultan Muhammed Tapar’a bir mektup yollayarak Haçlılar karşısındaki sıkıntılı durumunu anlattı. Yine Dımaşk emirlerinden Abak b. Abburrezzâk’ı da şehrin durumunu konuşmak üzere Trablus’a çağırdı345. En nihayetinde kendisi bizzat Abbâsî halifesi el-Mustazhir Billâh’ın huzuruna varmaya karar verdi. 2.2.7.5.Fahrü’l-Mülk İbn Ammâr’ın Yardım Almak İçin Bağdad’a Gidişi Trablus hâkimi Kadı Fahrü’l-Mülk İbn Ammâr, Nisan-Mayıs 1108’de Haçlılara karşı yardım istemek için Bağdad’a gitmeye karar verdi. Zira şehir, uzun süredir kuşatma altındaydı ve yukarıda ifade edildiği üzere yiyecek sıkıntısı da baş göstermişti. İbn elEsîr’in ifadesine göre Haçlılar, durumlarını Kıbrıs, Antakya ve Venediklilerden aldıkları yardımlarla düzeltmişlerdi346. İbn Ammâr, Nisan 1108’de Bağdad’a doğru yola çıkarken amcasının oğlu Zül-Menâkıb’ı Trablus’ta vekili olarak bıraktı. Askerlerin altı aylık maaşlarını peşin ödedi ve yola çıktı. Fakat İbn Ammâr, Dımaşk yolunda idi ki ZülMenâkıb isyan ederek Fâtımîlerin hâkimiyetini ilan etti. İbn Ammâr, bunu haber alınca adamlarına mektup yazdı ve tutuklanan Zül-Menâkıb, Havâbî Kalesi’nde hapsedildi347. İbn Ammâr, Dımaşk’ta Tuğtigin tarafından çok iyi karşılandı ve Bağdad’a giderken yanına oğlunu da verdi. İbn Ammâr, Bağdad’da da büyük bir saygıyla karşılandı. Sultan ve halife ile ayrı ayrı görüşen İbn Ammâr’a her ikisi de yardım sözü verdi. Sultan Muhammed, Mayıs-Haziran 1108’de Bağdad’dan ayrılırken Emir Hüseyin b. Atabeg Kutluğtigin’e –Emir Mevdûd kumandasında Çavlı ile savaşmak için Musul’a gönderdiğiİbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.96, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.331-332 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.148, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.66, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.198-199 345 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.160 346 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.120, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.361-362, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.218 347 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.160-161, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.120-121, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.362, elMakrizî, İtti’az, III, s.38, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.218, Azîmî, Tarih, s.43, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.67, Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468-511/ 1105-1118), s.94-95 343 344 92 kuvvetlerini İbn Ammâr ile beraber yollamasını ve kendisinin de ona eşlik etmesini emretti348. Emir Hüseyin’in görevi, Çavlı’ya karşı yollanan orduyu Haçlılarla savaşa kanalize etmek ve Çavlı’nın gönlünü alıp itaatini sağlamaktı. Emir Hüseyin, Çavlı’yı itaate razı etmesine rağmen ordu komutanı Mevdûd, Musul’u kuşatmaktan geri durmadı ve böylece Trablus’a askeri güç gönderilemedi (1108-1109)349. İbn Ammâr, 25 Ağustos 1108’de Dımaşk’a döndü; burada birkaç gün kaldıktan sonra da Cebele’ye gitti. Bu sırada Trablus’ta önemli gelişmeler yaşanmıştı. Trablus halkı, Fâtımî veziri el-Efdâl’e haber gönderip idareyi teslim alacak bir vali ve erzak istediler. Bunun üzerine Mısır’dan Şerefü’d-Devle Ebû Tayyib, bol miktarda erzak ile beraber Trablus’a gönderildi. Yeni vali, ilk olarak İbn Ammâr’ın ailesinden bazılarını tutukladı ve İbn Ammâr’a ait mallara el koyup Mısır’a yolladı350. 2.2.7.6.Arka Şehri’nin Zaptı (Mart-Nisan 1109) Antakya’nın zaptı sonrası Raymond tarafından kuşatılan fakat alınamayan Arka Kalesi, İbn Ammâr’ın bir memlukünün elindeydi. Bu sırada Trablus, Fâtımîlerin eline geçmişti. Bir müddet sonra bu kaledeki memlük isyan etti. Olayı haber alan İbn Ammâr kalenin, Haçlıların eline geçmesinden endişe duyuyordu. Derhâl Tuğtigin’e haber yollayarak adamlarını gönderip kaleyi teslim almasını istedi. Tuğtigin’in 300 askerle gönderdiği İsrail, İbn Ammâr’ın memlükünü öldürdü ve kaleye hâkim oldu. Tuğtigin de kaleye gitme niyetindeydi fakat aralıksız yağan yağmurlar buna iki ay boyunca engel oldu. Nihayetinde Tuğtigin, 4 bin süvariyle beraber yola çıkıp Haçlılara ait el-Akma ve diğer bazı kaleleri ele geçirdi. Fakat Tuğtigin’in gecikmesini fırsat bilen Guillaume Jourdain, Arka Kalesi’ni kuşatmaya başlamıştı. el-Akma Kalesi’nin fethini haber alan Jourdain’in Tuğtigin ile çatışması, Müslümanların mağlubiyetiyle sonuçlandı ve Tuğtigin, geride bol ganimet bırakarak çekildi (Mart-Nisan 1109). Bu ganimetle Guillaume Jourdain, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.121, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.362-363 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.128, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.371, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.161, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.218, Detaylar için Bkz. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.68, Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468-511/ 1105-1118), s.96-97, Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s.208-209 350 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.121, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.363, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.161, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.171, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.218, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.223, Makrizî, 1107 yılı olayları arasında kaydetmiştir. el-Makrizî, İtti’az, III, s.38, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.68-69, Azîmî, Fâtımî valisinin erzakla geldiğini ancak tutuklanarak malların elinden alındığını kaydeder. Azîmî, Tarih, s.43 348 349 93 durumunu düzeltti ve Arka Kalesi’ni şiddetle sıkıştırdı. Yardım umudu kalmayan halkın eman dilemesi sonucu Arka Kalesi Mart-Nisan 1109’da ele geçirildi351. 2.2.7.7.Bertrand’ın Doğuya Gelişi Raymond’un oğlu Bertrand, Toulouse’dan 1108 yılı sonbaharında 4 bin kişilik atlı ve yaya askeri olduğu halde kırk gemilik bir filoyla babasının mirasına sahip çıkmak üzere denize açıldı. Cenova’da görüştüğü denizciler, kendisine yardımda bulunmayı vaad ettiler ki bunlar alınacak şehirlerde ticari imtiyazlar koparma peşindeydiler352. Bertrand, Süveydiye’de karaya çıktı ve derhal Tankred ile görüşmek istedi. Tankred ile buluşan Bertrand, eski haklarına dayanarak Antakya’nın eskiden babasının elinde bulunan kısımlarını talep etti. Tankred ise bunu kabul etmeyerek ülkesini terk etmesini istedi. Yolda kendisine yiyecek verilmemesini de tembihlemişti. Bunun üzerine Bertrand, Antakya’dan ayrılarak önce Tartûs’a, sonra Mart 1109’da da Trablus’a ulaştı353. Hacılar Tepesi’nde Guillaume Jourdain ile görüşen Bertrand, babasının mirasını devralmak istedi. Fakat bu talep, Guillaume Jourdain tarafından reddedildi. Fulcherius’un kaydına göre Guillaume Jourdain, Hacılar Tepesi’ndeki kalede yaşıyordu ve Raymond ölünce şehre o sahip çıkmıştı. Bertrand şehri kuşatanın, tepeye kaleyi yapanın ve kendisine şehri vasiyet edenin babası olduğunu söylüyor ve haklarını istiyordu. Guillaume ise Raymond’un ölümünden beri kendi kuvvetleriyle düşmanı kontrol altında tuttuğunu ve şehrin etrafındaki toprakları ele geçirmeye çalıştığını iddia ediyor ve sahip olduklarından vazgeçmek istemiyordu354. Guillaume, iddiasını güçlendirmek için Tankred’den yardım isterken Bertrand, tüm Haçlıların yüksek hâkimi olması dolayısıyla I. Baudouin’in hakemliğine başvurdu. Yapılan taksime göre Arka ve Tartûs Guillaume’ye; Cübeyl, Hacılar Tepesi’nin çevresi ve ele geçirilince Trablus Bertrand’a verilecek; Guillaume Tankred’in, Bertrand Baudouin’in İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.14-15, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.130-131374-375, en-Nuveyrî, Nihâyet elEreb, XXVIII, s.170, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.69-70, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.847, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), s.36-37 352 Bertrand’ın, doğuya gitmeden önce Aleksios ile görüşmek istediği nakledilmektedir. Buna göre ikilinin karşılaşması, Raymond’un hatırasına binaen çok dostça olmuş ve sonrasında Bertrand, Bizans arazisinden sorunsuzca geçebileceği sözünün yanında muazzam hediyelerle yola çıkmıştı. Fakat bu bilgi doğru olmasa gerektir. Zira Bizans kaynaklarında bu konuda bir bilgi yer almamıştır. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.71-73, Albertus, Bertrand doğuya geldiği zaman Aleksios’un hediyeler yollayarak dostluklarını yenilediklerini kaydetmiştir. Fakat o da Bertrand’ın Bizans ziyaretinden bahsetmemiştir. Albertus Aquensis, s.777 353 Albertus Aquensis, s.777-781, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.74 354 Kendisine katılan Cenevizlilerle beraber Bertrand yaklaşık yetmiş savaş gemisinden oluşan bir filo ile Trablus’a gelmişti. Fulcherius Carnotensis, s.175 351 94 vasalı olacaktı355. Anlaşmadaki en önemli maddeye göre eğer taraflardan biri, varis bırakmadan ölürse diğeri tüm topraklara sahip olacaktı. Anlaşmadan kısa bir süre sonra Guillaume, bir gece yolda okla vurularak öldürüldü. Guillaume, Bertrand ile anlaşmaya vardıktan sonra Arka’ya doğru yola çıkmıştı. Yolda tarlada bir Frenk görmüş ve onu vurmak istemişti fakat bu Frenk daha atik davranarak Guillaume’yi öldürdü. Bunu haber alan Bertrand, adamlarını yollayarak Arka’yı teslim aldı. Herkes Bertrand’dan şüpheleniyordu fakat failler bulunmadı356. 2.2.7.8.Trablus’un Zaptı (26 Haziran 1109) Guillaume’nin katli ile Bertrand, çok önemli bir sorunu çözüme kavuşturmuş bulunuyordu. Derhâl Trablus kuşatmasına döndü. Haçlılar, tüm gücüyle şehri kuşatmaya başladılar. Kuşatma kuleleri ve merdivenler, surlara dayanmaya başlamış, halkın dayanacak gücü kalmamış, erzakları tükenmişti. Şehrin valisi, Fâtımîlerden yardım istedi fakat bu yardım, gemilerin rüzgâra kapılması sonucu gecikti ve ancak şehir düştükten sekiz gün sonra gelebildi. Yardımların ulaşmaması üzerine şehrin valisi, Bertrand ve Baudouin’e başvurarak eman ile teslim olmak istedi. Teslim şartlarına göre şehirden ayrılmak isteyenler serbestçe ve hiç bir engellemeye maruz kalmadan ailelerini ve mallarını alarak gidebilecekler; kalmak isteyenler konta yıllık belli bir miktar para ödemek koşuluyla mallarını ellerinde tutabilecek, şehirde güven içinde yaşayabileceklerdi. Bu şartlarda şehrin teslimi gerçekleşti357 ve Haçlılar Trablus’a 12 Temmuz 1109’da sahip oldular358. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.136, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.380, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.75-76, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.171, Baudouin, 5 bin şövalye ve birçok yaya ile yola çıkmış ve bölgeye gelerek Trablus’tan payını almak istemişti. Albertus Aquensis, s.783 356 Fulcherius Carnotensis, s.176, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, Albertus, kimin attığı belli olmayan bir okla vurulduğunu ve sonrasında Bertrand’ın Arka Kalesi’ne sahip olduğunu kaydetmektedir. Albertus Aquensis, s.787 357 İbn el-Esîr, burada şehrin eman ile teslim olması konusuna bir açıklık getirmektedir. Şehir, düşmeden önce vali ile askerlerin bir kısmı eman dilemişlerdi. Şehir, kılıç zoruyla düşünce bunlar katliamdan kurtularak Dımaşk’a gittiler. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.136, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.381, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.171 358 Willermus, I, s.478, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.177-178, İbn el-Esîr, bu tarihi 1 Temmuz 1110 olarak vermiştir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.136, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.381, İbn Hallikân ise bu tarihi 11 Zilkade 502 = 12 Haziran 1109 olarak verir, İbn Hallikan, Vefeyat, V, s.300, Makrizî, bu tarihi 22 Temmuz 1109 vermiştir. el-Makrizî, İtti’az, III, s.44, Azîmî, bu tarihi 3 Temmuz 1109 olarak verir. Azîmî, Tarih, s.44, Trablus’un zaptı için Bkz. İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.220-221, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.77-78, Işın Demirkent’e göre Cenovalılara şehrin bir mahallesi, Trablus’un 15 km. uzağındaki Marşal Kulesi ve Cübeyl’in üçte ikisi verildi. Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.226, Safedî, yanlarında yetmiş gemi olduğu halde Raymond (doğrusu Bertrand), Tankred ve Baudouin’in Trablus’a gelerek 1 Mart-12 Temmuz 1109 arasında kuşatarak şehri aldıklarını kaydetmiştir. es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, XXII, s.68-69 355 95 Donanmanın gecikmesi ve şehre zamanında yardım götürememesi, şehrin düşmesinde etkili olmuştur. İbn Tağrîberdî’ye göre Trablus’a gönderilen donanmaya ve bunun yerine zamanında ulaşması konusuna Fâtımîler, gereken önemi vermemişlerdir. İlk olarak donanmanın hazırlanması konusunda uzun bir tereddüt evresi yaşanmıştı. Ayrıca donanmadaki askerler zayıf durumdaydı ve bunlar, Haçlıları şehir önünden uzaklaştırmakta zorluk yaşayabilirlerdi. Son olarak da Askalân Savaşı’ndan beri Haçlılara karşı yürümeyen el-Efdâl’in askerlerle beraber olmayışı, askerlerin kendilerine güvenini azaltmış olmalıydı. İbn el-Esîr, bu kaydı desteklemekte ve donanmanın ne zaman harekete geçeceğinin tartışma konusu olduğunu vurgulamaktadır. Bu tartışmalar sonucunda bir yıldan fazla bir süre geçti. Fakat donanma harekete geçirildiğinde de bu defa şiddetli rüzgâr, donanmanın Trablus’a ulaşmasına engel oldu359. Şehre giren Haçlılar, halkı katletmeye, mallarını yağmalamaya başladılar. Erkekler ve kadınlar esarete sürüklenirken medreseler, zengin kitaplarıyla beraber yağmalandı. Sonrasında halka şehirde eziyete başlandı360. Trablus’un zaptından sekiz gün sonra Mısır’dan gönderilen donanma da bölgeye ulaştı. Trablus’un işgali haberini alınca Sûr şehrine giden donanma, erzakları Sûr, Sayda ve Beyrut’ta dağıttıktan sonra Mısır’a döndü361. Yapılan anlaşma gereğince yağma edilen mallar da dâhil olmak üzere şehrin üçte biri Cenevizlilere verildi. Şehir, Bertrand’ın idaresine bırakılırken Baudouin de para yönünden memnun edildi. Karşı tarafta bulunması dolayısıyla Tankred, umduğunu bulamamış görünüyor ki zaten kendisi burada fazla kalmayıp Banyas’ı kuşatmak üzere ayrılmış ve sonrasında Cebele’yi ele geçirmiştir362. Trablus’un da Fâtımîlerin elinden çıkmasıyla Haçlı Devletleri’nin sayısı dörde çıktı. Bu sayede deniz hâkimiyetinde Haçlılar, Fâtımîlere karşı ellerini güçlendirmiş oldular. Müslümanların zor duruma düştüğünü Abû’l-Farac nakletmiştir. Yazarın verdiği bilgiye göre Müslümanlar, Haçlı saldırılarından çok korkmaya başladılar. Hatta Haleb meliki İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.177-178, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.136, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.380, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.143 360 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.136, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.381, İbn Hallikân, Vefeyat, V, s.300, Urfalı Mateos’un rivayetleri diğer kaynaklardan farklılık gösterir. Buna göre halk, şehri Tankred’e teslim etmişler fakat bunu duyan Bertrand ve Baudouin derhal Tankred’e savaş açmışlardı. Kral ve Bertrand, şehri uzun süredir kuşatıyor olmaları dolayısıyla buna çok kızmışlardı. Neticesinde Tankred Antakya’ya dönmek zorunda kaldı ve Kral ile Bertrand kuşatmayı şiddetlendirip şehri aldılar. Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayiname, s.237 361 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.164, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.137, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.381, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.171, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.221, el-Makrizî, İtti’az, III, s.44 362 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163-164, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.172, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.178-179, Albertus Aquensis, s.823-825 359 96 Rıdvan, Tankred’e 32 bin dinar, yirmi Arap atı ve kıymetli kumaşlardan kırk balya gönderdi. Sûr hâkimi 7 bin, Askalân hâkimi 4 bin dinar yollarken Hama emiri Ali, 2 bin dinar yollayıp Haçlılarla sulh yaptılar. Bu barış, mahsulün toplanmasına kadar geçerli olacaktı363. 2.2.8.Cübeyl (Cebayl)'in Zaptı (1109) Raymond’un Mart-Nisan 1104’te Cenovalılarla birlikte Trablus’u kuşattığı fakat bir sonuç alınamadığı için Cübeyl’in kuşatılmasına karar verdikleri yukarıda ifade edilmişti. Trablus kuşatmasından bir sonuç alamayan Haçlılar böylece Cübeyl’e ilerleyip şehri karadan ve denizden kuşatmaya başladılar. Halk, şiddetli saldırılara karşı koyamadı ve emanla teslim oldu. Fakat Haçlılar, eman verdikleri halde halkın mallarına el koyduktan başka daha fazlasına sahip olmak için halka işkence etmeye başladılar. Şehrin üçte biri, yardımları karşılığı Cenevizlilere verildi. Sonrasında Haçlılar, Akkâ’ya yöneldiler364. Kaynaklarda 1109 yılına kadar şehri Müslümanların ele geçirdiğine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bu durumda şehrin 1104 ilkbaharında zapt edildiği kaydı, Haçlılara itaat arz ettiği şeklinde anlaşılmaktadır. 1109 yılına baktığımızda Bertrand’ın beraber geldiği iki Cenovalı Ansaldus ve Hugh Embriacus kumandasındaki Cenova filosunda yetmiş kadırganın bulunduğunu görmekteyiz. Bu Cenevizliler, Trablus kuşatmasına katılmışlardı. Willermus’un kaydına göre mezkûr kimseler, Trablus kuşatması devam ederken kuşatmanın başarılı olabileceğine inanmamışlar ve Trablus’tan ayrılarak Cübeyl’e gelerek şehri karadan ve denizden kuşatmışlardı. Şehrin savunma gücü yetersiz olduğundan halk, Ansaldus ve Hugh Embriacus’a haber yollayıp teslim olmak istediler. Teslim şartlarına göre isteyenler, eşleri ve çocuklarıyla şehri terk edebilecekler; gitmek istemeyenler ise uygun şartlarda kalabileceklerdi. Hugh Embriacus, Cenova hazinesine yıllık belirli bir para ödemek şartıyla şehri bir süre devraldı. Cübeylîn ele geçirilmesinin ardından Ceneviz filosu, tekrar Trablus kuşatmasına döndü365. 2.2.9.Cebele’nin Zaptı (12 Temmuz 1110) el-Musta’lî Billâh zamanında anlatıldığı üzere Cebele, İbn Ammâr’a isyan eden ve Abbâsîler adına hutbe okutan İbn Süleyhâ’nın elinde bulunuyordu. Haçlı saldırılarına karşı Abû’l-Farac, II, s.350 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.72, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.302, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.143, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.169, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.215, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.217, Albertus Aquensis, s.671 365 Willermus, I, s.476-477, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.79 363 364 97 koyamayan İbn Süleyhâ, Bağdad’a yardım istemeye gittiği sürede şehri Atabeg Tuğtigin’in idaresine bırakmış, o da şehre oğlu Börü’yü yollamıştı. Börü’nün kötü idaresi sonucu da şehir, halkının daveti üzerine İbn Ammâr’ın askerlerine teslim olmuştu. Bu sayede İbn Ammâr’ın eline geçen Cebele, Trablus’ta umduğunu bulamayan Tankred tarafından zapt edildi. Buna göre Trablus düşünce karşı tarafta bulunması dolayısıyla Tankred, umduğunu bulamamış ve Banyas’ı kuşatmak üzere Trablus önlerinden ayrılmıştı. Banyas kuşatması sonrasında Tankred, Cebele’ye gelerek şehri muhasaraya başladı. Şehir, çok az yiyecek maddesinin bulunması ve uzun sürebilecek bir kuşatmaya dayanma ihtimali olmadığı için teslim olmak zorunda kaldı (12 Temmuz 1110)366 2.2.10.Beyrut'un Zaptı (13 Mayıs 1110) Cübeyl ile Sayda arasında bulunan Beyrut, Sûr’a bağlı bir şehirdir. Baudouin, şehri 1101-1102 yılında uzun süre kuşatmış fakat bir başarı sağlayamayınca geri çekilmişti367. Bu başarısızlıkta yine deniz kuvvetlerinin eksikliği etkili olmuş görünüyor. Bundan uzun bir süre sonra Cenova ve Pisa deniz kuvvetlerinden yararlanan Baudouin, şehri 1110 Şubat ayında kuşatmaya başladı. Yanında vasalı Bertrand da bulunmaktaydı. Haçlılar, şehrin önüne bir kuşatma kulesi inşa ettiler fakat şehirdeki mancınıklardan atılan taşlarla bu kule, kullanılamaz hale geldi. Bunun üzerine Haçlılar, iki kule daha yapmaya başladılar. Başlangıçta şehrin tam olarak kuşatıldığını söyleyemeyiz. Çünkü halk şehre, rahatça girip çıkıyordu. Sûr ve Sayda’dan gelmiş olan on dokuz parçalık Fâtımî gemileri şehre yardım götürdü ve halkın durumu bir parça düzeldi. Bu sırada Cenevizlilerin kırk parçalık deniz kuvvetleri de bölgeye ulaştı. Deniz yardımı da sağlayan Haçlı ordusu, bu sayede daha avantajlı hale geldi. Bu gelişme üzerine açık denizin güvenli olmadığına hükmeden Fâtımî filosu, limana çekilmek zorunda kaldı ve denizde üstünlüğü de ele geçiren Haçlılar, şehri tamamen kuşatma imkânı buldular. Zira Fâtımî filosunun kumandanı, bir grup Müslümanla beraber öldürülmüştü. Şehir yakınlarındaki çamlıklardan kesilen ağaçlarla kuşatma aletleri yapan Haçlılar, kuşatmayı inatla sürdürürken kuşatmanın ikinci ayında bir Haçlı askeri duvara çıkmayı başardı. Onu diğer askerler takip etti ve neticesinde kapıları açmayı başardılar. Halk, sahile doğru kaçmaya başladığı sırada Haçlı donanması da limanı ele geçirmişti. İki ateş arasında kalan Müslümanlar, kılıçtan geçirilmeye başlandı. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.163-164, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.172, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.178-179, Albertus Aquensis, s.823-825, Sıbt İbn el-Cevzî, Cebele’nin zapt tarihini 23 Temmuz 1109 olarak vermiştir. Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.17, Coşkun Alptekin, “Dımaşk Atabekliği (Tugtekinliler)”, DGBİT, VII, Çağ Yayınları, İstanbul 1988, s.474, Aynı yazar, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), s.38, Stevenson, The Crusaders in the East, s.86, Steven Runciman, II, s.94-95 367 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.140 366 98 Baudouin’in, kıyımı görüp durulmasını emredinceye kadar Müslümanlar bu şekilde katledildiler ve şehir 13 Mayıs 1110’da Haçlıların eline geçti368. Şehir düştüğü sıralarda Mısır’dan yollanan 300 atlı, Ürdün yakınlarına ulaşmıştı. Haçlılar bu birliğe saldırıya geçince birçoğu öldürülürken bir kısmı dağlara kaçtı369. 2.2.11.Sayda’nın Zaptı (4 Aralık 1110) 1106 ilkbaharında Baudouin, Sayda’yı İngiliz, Flaman ve Danimarkalı hacılardan aldığı yardımla kuşatmıştı. Kuşatmaya Hugh of Taberiye, Süveydiye’den 200 şövalye, 400 yaya ve bol miktarda altın ve gümüş yollayarak yardımda bulundu. Fakat kuşatmada işlerin pek yolunda gitmediği, kralın anlaşma eğiliminden anlaşılmaktadır. Bu duruma bir de Taberiye hâkiminin ölüm haberi eklenince kral, Taberiye’de işleri yoluna koymak üzere şehrin valisi Mecdü’d-Devle’den 10 beş bin dinar alarak anlaşma yaptı ve kuşatmayı kaldırdı370. Bir sonraki Sayda kuşatması, 1108 yılında gerçekleşti. Kudüs kralı Baudouin, 1107-1108 yılında Sûr şehrine yürümüş, oraya bir kale inşa etmiş ve şehri bir ay kuşattıktan sonra şehirden yedi bin dinar alarak muhasarayı kaldırmıştı. Baudouin, Sûr önlerinden ayrıldıktan sonra Sayda’ya yöneldi. Şehir, karadan ve denizden kuşatıldı. Haçlılar, bir kuşatma kulesi inşa edip buradan saldırılarını sürdürürlerken Fâtımî donanmasının şehre yardıma yetişmesi ve Ceneviz donanmasını mağlup etmesi o an için kuşatılanları rahatlattı. Albertus’un verdiği bilgiye göre Cenovalılara ait elli gemi ve sekiz kadırga, Fâtımî donanması karşısında mağlup olmuştu. Limana kaçmaya başlayan Haçlı donanmasından üç gemi ele geçirildi ve içindekiler öldürüldü. Sonrasında Fâtımîler, limanı ele geçirmeyi de başardılar. Bu başarı üzerine Saydalılar, şehirden çıkıp Haçlılara saldırmaya karar verdiler. Albertus’a göre kralın yanında sadece 500 şövalye ve 1000 yaya vardı. Çatışmada Müslümanlardan 5 bin, Haçlılardan 500 kişi öldürüldü. Fakat bu sırada İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.166-167, el-Makrizî, İtti’az, III, s.45, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.19, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.474, İbn Hallikân, Vefeyat, V, s.301, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.132, Willermus, şehrin zapt tarihini 27 Nisan 1111; Albertus ise 27 Mayıs 1110 olarak vermekle hataya düşmüşlerdir. Willermus, I, s.484-486, Albertus Aquensis, s.791, Ayrıca Bkz. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.80, Takkûş, şehirde 20 bin Müslümanın katledildiğini kaydetmektedir. Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.455 369 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.167, el-Makrizî, İtti’az, III, s.45 370 Albertus Aquensis, s.721-725, 727, Steven Runciman, bu miktarı 19 bin olarak kaydetmiştir. Steven Runciman, II, s.75-76 368 99 Dımaşk’tan, bir ordunun şehre yardıma geldiği haberi alındı ve Haçlılar, kuşatmayı kaldırarak Akkâ’ya çekilmek zorunda kaldılar371. Tuğtigin’in gönderdiği birlik, Sayda’ya geldiğinde Haçlılar çekildiği için vali, artık yardıma ihtiyacı olmadığını bildirip onları şehre almadı ve vaad ettiği 30 bin dinarı vermedi. Albertus’a göre çıkan anlaşmazlık üzerine Dımaşklılar on gün boyunca şehre saldırmışlar ve 10 bin dinar alarak çekilmişlerdir372. Müslümanların elinde bulunan sahil şehirlerinin zaptı konusu, Baudouin’in aklını devamlı meşgul etmekle beraber Haçlı deniz gücünün yeterli olmayışı, Haçlıların hareketini sınırlandırıyordu. Daha önce birkaç şehrin zaptında görüldüğü üzere Haçlılar, batıdan gelecek bir hacı grubunu veya Cenevizliler, Venedikliler gibi ticari maksatlarla doğuya seyahat eden tüccar gemicileri beklemek durumundaydılar. Bahsedilen gruplar, doğuya geldiğinde Haçlıların bu fırsatı kaçırmadığı, bir sahil şehrini zapt ettikleri veya kuşatıp yağmaladıkları görülmektedir. İşte Sayda’nın zaptı da Norveçli gemicilerin Kudüs ziyareti sırasında gerçekleşti. Beyrut’un zaptı sonrası Sayda’yı kuşatan Baudouin, halka teslim olma çağrısında bulundu. Halkın, kraldan mühlet istemesi üzerine Baudouin, senelik 6 bin dinar haraç ödenmesi şartıyla mühlet vermeyi kabul etti. Daha önce halk, 2 bin dinar haraç ödüyordu373. 1110 yazında Norveçli hacılar, elli beş gemilik donanmalarıyla Yafa’ya ulaştıklarında Baudouin, bu duruma çok sevindi. Norveçli hacılar, Kudüs’e gidip hac ziyaretlerini gerçekleştirdikten sonra Baudouin, onlardan bu topraklarda biraz daha kalmalarını istedi. Fulcherius ve Wilermus’un kayıtlarına göre Baudouin, bir Müslüman sahil şehrinin zaptında deniz desteği istediğinde bu hacılar, yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması dışında herhangi bir talepte bulunmayarak Haçlılara denizden destek vermeyi kabul ettiler374. Fulcherius’un ifadesine göre Haçlılar, önce Askalân’ı zapt etmeyi Albertus Aquensis, s.763-767, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.162, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.122-123, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.364-365, el-Makrizî, İtti’az, III, s.43, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.16, Diğer kaynaklar sadece Cenovalılardan bahsederken Albertus, bu kuşatmaya İtalya deniz kuvvetlerinin (Pisa, Cenova, Venedik, Amalfi) katıldığını kaydetmiştir. Albertus Aquensis, s.761 372 Albertus Aquensis, s.767-769, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.457, Coşkun Alptekin, 7 bin üzerine anlaşma sağlandığını kaydetmiştir. Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.34 373 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.167, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.19 374 Fulcherius Carnotensis, s.180-181, Willermus, I, s.486-487, İslam kaynaklarında bu donanmanın altmış gemiden oluştuğu kaydedilmiştir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.171, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.139, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.384, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.172, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.144, Albertus’a göre bu sırada Akkâ’ya Fâtımî donanmasının tehlikeli bir saldırı olmuş ve kralın, Bertrand ile hareketini haber alınca da çekilmişlerdi. Bu olayın sonrasında kral, Norveçli denizcilerle bağlantı kurdu. Öncelikli hedefin Sayda olup olmadığına dair yazar, bir şey söylemiyor fakat 371 100 düşünmüşler fakat Sayda’da karar kılmışlardır. Sayda, Beyrut ile Sûr arasında bulunduğu için bu sırada Sûr’da bulunan Fâtımî donanması, tehlike oluşturabilirdi fakat Norveç donanmasının karşısına –muhtemelen yeterli gemiye sahip olmadıkları için- çıkmadılar375. Haçlılar karadan ilerlerken, donanma da Akka’dan harekete geçti ve Sayda 19 Ekim 1110’da karadan ve denizden kuşatılmaya başlandı. Willermus’un kaydına göre halk, kuşatmaya uzun süre dayanabilecek durumda değildiler ve bu kötü durumdan kurtulmak için tehlikeli bir girişimde bulundular. Saydalılar, ihtida etmiş ve kralın çok güvendiği Baudouin adında biriyle temasa geçip kralı öldürmesi halinde kendisine büyük paralar vereceklerini vaad ettiler. Adam, bu teklifi kabul etmiş olmakla beraber şehirdeki Hıristiyanların, durumu Haçlılara haber vermesi üzerine derhal idam olundu376. Bu hamleleri başarısızlığa uğrayan halkın, teslim olmaktan başka çareleri kalmadı ve Haçlılara elçi yollayarak asillerin şehirden çıkmalarına izin verilmesini istediler. Halk ise uygun şartlar altında şehirde kalabilecekti. Şartların kabul edilmesinin ardından asiller, eşleri ve çocuklarıyla birlikte şehirden ayrıldılar. Baudouin, şehri asillerden Eustache Garnier’e –ailesine miras bırakma hakkı ile beraber- verdi (4 Aralık 1110). Denizden destek sağlayan Norveçliler ise zengin hediyelerle doğudan ayrıldılar377. Şehir, eman ile ele geçirildi. Burada yaşamak isteyen birçok kişi şehirde kaldı. Baudouin de Kudüs’e gitmişti. Fakat bir süre sonra tekrar Sayda’ya geldi ve şehirde kalan Müslümanları 20 bin dinar ödemeye zorladı. Böylece bu insanların malları ve paraları da ellerinden alındı378. 2.2.12.Fâtımîlerin Askalân’ı İtaate Almaları (1111) Haçlılar, Askalân için tehlike olmakla beraber Askalân’a atanan valilerin tutumu da önem arz etmektedir. Tehlike, her zaman dışarıdan gelmemiştir. Örneğin 1110-1111 yılında Askalân valisinin Haçlılarla yakınlaşması, Fâtımîleri tedirgin etmiş hatta şehrin deniz gücünün yetersizliğini bu sayede gidermek isteyen kralın, Fâtımîlere üstünlük kurma düşüncesinde olduğu açıktır. Albertus Aquensis, s.803 375 Fulcherius Carnotensis, s.181, Albertus Aquensis, s.805-807 376 Willermus, I, s.487-488, İbn el-Kalânisî şehrin kuşatılma tarihini 30 Ekim 1109 olarak vermiştir. İbn elKalânisî, Zeyl, s.171 377 Willermus, I, s.488, Albertus Aquensis, s.807-809, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.139, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.384, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.171, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.172-173, el-Makrizî, İtti’az, III, s.46, İbn Hallikân, Vefeyât, V, s.301, Fulcherius, Willermus’un bahsettiği asillerden ücretli askerler olarak bahsetmektedir. Buna göre garnizondaki ücretli askerler eman verilmesinin ardından paralarını dahi almadan şehri terk etmişler, halk ise şehirde kalmıştı. Fulcherius Carnotensis, s.181, Fulcherius, şehrin zapt tarihini gün belirtmeden Aralık ayı verirken; Willermus 19 Aralık 1111 olarak kaydetmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.181, Willermus, I, s.488, Sayda’nın Zaptı için ayrıca Bkz. İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.221, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.224, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.132 378 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.171, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.139, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.384, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.173 101 elden çıkma ihtimali bile belirmişti. Buna göre 1110 yılında el-Âmir Bi-Ahkâmillâh, Askalân’a Şemsü’l-Hilâfe adında birini vali atamıştı. Bu vali, Sayda’dan dönen Kral Baudouin ile anlaşma yaparak hediyelerle birlikte para yolladı. Şemsü’l-Hilâfe, savaştan çok, ticarete meyilli biriydi. Vali, Fâtımîlerin tahakkümünden kurtulmak istiyordu ve istemediği bir durumla karşılaşırsa Fâtımîlere karşı Haçlı yardımı sağlayabilecekti. Bu durumu haber alan Fâtımîler, Askalân’a bir ordu sevk ettiler ve ordunun, Haçlılara karşı cihada yollandığı söyleyerek gerçek niyeti gizlediler. Donanma kumandanına da valiyi tutuklaması emredilmişti. Bunun üzerine Şemsü’l-Hilâfe, Mısır’dan yollanan orduyu karşılamayarak açıkça isyan etti ve şehirdeki Fâtımî askerlerini dışarı çıkardı. el-Efdâl, valinin şehri Haçlılara teslim etmesinden korkuyordu. Bunun için valinin gönlünü aldı ve görevinde bıraktı. Vali ise artık Askalânlılara güvenemediğinden Ermenileri orduda istihdam etmeye başladı. Halkın, bu Ermenilere karşı oluşu, valinin sonunu getirdi ve saldırıya uğrayan Şemsü’l-Hilâfe öldürülüp malları yağmalandı (1111). Bu sayede Fâtımîler büyük bir tehlikeyi bertaraf etmiş oldu ve buraya yeni bir vali atandı379. 2.2.13.Fâtımîlerin Yafa’yı Kuşatmaları (12-22 Ağustos 1115) Fâtımîlerin, 1115 yılındaki Yafa kuşatması konusunda Fulcherius tek kaynaktır. Yazarın kaydına göre 1115 Haziran’da Hemedan emiri Porsûk, Fırat’ı geçerek Haçlı topraklarına bir sefer düzenlemişti. Bunun üzerine Haçlıların, Şeyzer’de bulunan Porsûk’a karşı çıkmasını, Askalânlılar değerlendirmek istediler ve Yafa’ya ani bir saldırı düzenlediler. Kudüs topraklarının askerden yoksun olmasından istifade ile Yafa, karadan ve denizden kuşatıldı. Kadırgalar, savaş gemileri ve erzak taşıyan yük gemileri olmak üzere yetmiş kadar gemiden müteşekkil Fâtımî donanması da buraya ulaşmıştı. Fâtımî askerleri, merdivenlerle surlara tırmanmaya uğraşırlarken, kuşatılanlar da şiddetle karşı koydular. Fâtımîler, şehrin girişini ateşe verdiler fakat buradan da bir giriş bulamadılar. Kudüs Krallığı’ndan yardım gelmesinden çekindikleri için de kuşatmayı kaldırarak Askalân ve Sûr’a çekildiler (12 Ağustos 1115). Fâtımî kuvvetleri, 22 Ağustos 1115’te ani bir baskınla ele geçirmek umuduyla tekrar Yafa’ya saldırdılar ve surlara merdivenler dayayıp duvarlara ulaşmaya çalıştılar. Bu defa kuşatılanların daha iyi bir savunma yaptıkları anlaşılmaktadır. Zira altı saat boyunca şehre saldıran Müslümanların bazıları İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.172, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.139-140, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.385, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.221, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.21, el-Makrizî, İtti’az, III, s.4647, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.205, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.458-459 379 102 öldürülüp atları ele geçirildi. Nihayetinde kuşatmanın sonuca ulaşmayacağına hükmeden Fâtımî kuvvetleri çekildiler380. 2.2.14.Baudouin’in Mısır’a Keşif Seferi (Mart 1118), Hastalanması ve Ölümü (2 Nisan 1118) Baudouin’in, Mısır’ı ele geçirme gayretinde olduğu görülmektedir. Zira Kudüs’ün güney doğusundan başlamak üzere Ölüdeniz’in güneyinden Akabe Körfezi’ne kadar uzanan çöl bölgesini (Vadi-i Araba) ve buradaki yolları kontrolüne almaya çalışıyordu. Bu sayede Mısır, İslam dünyasının geri kalanından ayrılmış olacaktı. Baudouin, 1115 yılında Şevbek Kalesi’ni inşa ettikten sonra Eyle’yi (Akabe) ele geçirdi ve buraya bir iç kale inşa etti. Sonrasında Haçlıların Graye dedikleri Ceziretü’l-Firavun’a da bir kale yaptırarak her iki kaleye de garnizon kurdu. Baudouin, Şevbek Kalesi ile tüm vadiyi; Akabe Körfezi sahiline 1116 yılında inşa edilen Eyle ile de Dımaşk-Mısır kafile yolunu kontrol altına almak hedefindeydi381. Bu defa Baudouin, altmış adamıyla 1117 yılında Kızıldeniz’e yönelmiş fakat bu seferinde, Mart ayında hastalanmıştı. Kralın hastalığını haber alan ve o sırada Sûr’da bulunan Fâtımî donanması, Haçlılara karşı harekete geçmek istemiş fakat kralın, sağlığına kavuşması üzerine buna muvaffak olamamıştı382. 1118 yılında Baudouin, Mısır’a sefere çıkıp Farma’ya saldırdı. Farma, deniz kıyısında Nil Nehri’nin denize dökülen ağızlarından birine yakın yerde kurulmuştur. Baudouin, buradan bol ganimet ele geçirip mescitleri yaktıktan sonra Nil’in mezkûr kolunu görmek için şehirden ayrıldı. Kaynakların ifadesine göre Baudouin, bu coğrafyaya hayran kalmıştı. Burada yakalanan balıklardan yedikten sonra aniden rahatsızlandı. Akkâ kuşatması dönüşünde aldığı yaranın ağrıları nüksetmişti. Haçlılar, derhal dönüş yoluna girdi fakat el-Arîş’e ulaştıkları sırada kral öldü (2 Nisan 1118); cesedi Kudüs’e taşındı ve defnedildi383. 380 Fulcherius Carnotensis, s.190-191 Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.463, Mustafa L. Bilge, “Akabe”, DİA, II, Ankara 1989, s.210 Steven Runciman, II, s.189 382 Albertus Aquensis, s.857-861 383 Willermus, I, s.515-516, Fulcherius, Baudouin’in Farma’nın seksen km. doğusundaki Laris Köyü’de öldüğünü haber vermektedir ki el-Arîş, Hıristiyan kaynaklarında Laris olarak kaydedilmiştir. Fulcherius Carnotensis, s.199-200, el-Arîş, Mısır’da Sina yarımadasının kuzeyinde Akdeniz sahilinde bulunan bir yerleşimdir. Mustafa L. Bilge, “Arîş”, DİA, III, Ankara 1991, s.378, Kralın ölümü için Bkz. İbn el-Esîr, elKâmil, IX, s.178, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.431, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.199, İbn Hallikân, Vefeyât, V, s.301, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, II, s.225, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.178-179, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, X, s.112, Azîmî, diğer kaynaklarda yer almayan rivayetinde kralın, Mısır seferinde ele geçirdiği ganimetin kırk atlıyla Askalân’a götürüldüğünü, bunlara Askalân kuvvetlerinin saldırdığını ve 381 103 Baudouin’in ölümü üzerine yerine Urfa kontu Baudouin de Bourg geçti. Baudouin, Kudüs’ü ziyaret etmek amacıyla yola çıkmıştı. Yoldayken kralın ölüm haberini aldı ve yürüyüşüne hız verip cenazenin defnedildiği gün Kudüs’e ulaştı384. Bu sırada yasal varis Eustache Avrupa’daydı. Buna daha önce haber yollanmış ve hatta kont, yola çıkmıştı. Fakat Baudouin’in Kudüs’e gelerek tahta çıktığını haber alınca geri döndü. Kendisi yasal varis olduğu için yola çıkmıştı, yoksa bu makam için isteksiz olduğunu kaynaklar haber vermektedir385. 2.2.15.Tuğtigin ve Fâtımîlerin Haçlılarla Savaşı (1118) Kudüs kralı Baudouin’in, 1118 yılında ölümü ile Haçlılar, Müslümanlardan daha fazla çekiniyorlardı ki bu sıralarda Tuğtigin, Haçlı topraklarına yürümüştü. Kudüs kralının ölüm haberi alındığında Tuğtigin, Deyr-i Eyyûb ile Yermük’teki Kefer Basal arasında konakladı. Bunu haber alan II. Baudouin, elçilerini yollayarak barış teklif etti. Tuğtigin, barışı ancak Cebel-i Avf, el-Hannâne es-Salt ve el-Gavr'ın yarı yarıya paylaşılması durumunda kabul edebileceğini bildirdi. Haçlıların, bu şartları kabul etmemesi üzerine de Taberiye ve civarını tahrip ettikten sonra Askalân’a çekildi386. Müteveffa kral, Mısır’a sefer düzenlediğinde buna bir karşılık verilmesi için Mısır’dan, sayıları 7 bin süvariyi bulan bir askeri birlik, Askalân’a gönderilmişti. Tuğtigin de Askalân’a gelince ordular birleştirildi. Hatta İbn el-Esîr’in ifadesine göre Mısır’dan gönderilen askerlere Tuğtigin’in direktiflerine göre hareket etmeleri emredilmişti387. İbn elEsîr, ordunun yaklaşık iki ay Askalân’da kaldığını fakat Haçlılar üzerinde bir tesir oluşturmadığını ve Tuğtigin’in Dımaşk’a döndüğünü nakletmektedir. Fakat Fulcherius; Baudouin’in Antakya ve Trablus’tan aldığı kuvvetlerle Azotus’u geçip Müslümanlarınkinden fazla uzak olmayan bir yere ordugâhını kurduğunu ifade etmektedir. Rivayetlerin ortak noktası Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları boyunca orduların karşı malları aldıklarını kaydeder. Azîmî, Tarih, s.49, Farma’da kralın, cami ve mescitleri ateşe verdiği de rivayet edilmektedir. ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.80, Albertus Aquensis, s.865, İbn el-İmâd, Şezerât ezZeheb, VI, s.49, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.464 384 Willermus, I, s.517-519 385 Baudouin, 14 Nisan 1118’de kutsandı, 25 Aralık 1119’da resmi olarak taç giydi. Detaylar için Bkz. Willermus, I, s.519-521, Fulcherius Carnotensis, s.203, Steven Runciman, II, s.119-120 386 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.178, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.431-432, Yeni kralın başa geçmesi ve işleri düzene koyması için zamana ihtiyaç vardı. Bu durumun farkında olan ve Haçlıların müşkül durumundan faydalanmak isteyen Tuğtigin, ağır şartlar ileri sürmüş gibi görünüyor. Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.850 387 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.178, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.432, Fulcherius, ordunun mevcudunu 15 bin atlı ve 20 bin yaya olarak vermiştir. Fakat yazar, burada İslam kaynağının vermediği bir detaya dikkat çekmektedir. Buna göre Fâtımî kara ordusu Askalan’da toplanırken donanma da Sûr’a ilerlemiş ve orada gelişmeleri beklemeye başlamıştı. Fulcherius Carnotensis, s.203-204 104 karşıya beklediği ve savaşın devamlı olarak ertelendiğidir. Nihayetinde Tuğtigin’in çekilmesinin ardından Haçlılar da çekildiler388. 2.2.16.Fâtımîlerin Yafa’yı Kuşatmaları (29 Mayıs 1123) Kudüs kralı Baudouin, 1122 yılında Belek tarafından esir alınınca389 Haçlılar, Akkâ’da toplanarak Kaysâriye ve Sayda hâkimi Eustace’yi kralın yerine lider seçtiler. Haçlılar, kralın yokluğunda doğabilecek idari sorunlara karşı önlem almaya çalışırlarken 1123 yılı Mayıs ortalarında Mısır’da Haçlılara karşı büyük bir kara ve deniz ordusunun hazırlanmakta olduğu haberi alındı. Bunun üzerine Haçlılar, bölgeye yeni ulaşmış olan Venediklilere elçiler gönderip yardım istemeye karar verdiler390. Kudüs kralı Baudouin’in esarette olmasından faydalanmak isteyen Fâtımîler, Mayıs 1123 ortalarında Haçlı topraklarına saldırmak için büyük bir ordu topladılar. Hemen aynı sıralarda yetmiş gemilik Fâtımî donanması da hazır hale getirildi ve denize açıldı. Kara ordusu, hareket noktaları olan Askalân’a ulaşıp şehir yakınlarına karargâhını kurduğu sırada donanma da Yafa’ya ulaşmıştı. Fâtımî ordusunun, şehri kuşattığı ilk zamanlarda küçük çaplı çarpışmalar vukua geldi ve atılan büyük taşlarla surlar yıpratılmaya çalışıldı. Şehirde Haçlı nüfusunun az olması, Fâtımîleri avantajlı kılıyor ve duvarların altını kazmak da mümkün oluyordu391. Yafa’da yaşananları haber alan Kaysâriye ve Sayda hâkimi Eustache Garnier, kraliyet konetablı ve diğer ileri gelenler, Haçlı ordusunu hazırlayarak Caesarea (Kaysâriye) Ovası’nda Caco (Kakun)392 adında bir yerde toplandılar. Orduya Akkâ, Kaysâriye ve Kudüs askerleri katılmıştı. Haçlıların hareketini haber alan Fâtımîler, kuşatmayı kaldırarak gemilere döndüler. Haçlılar, buradan Yafa’ya doğru harekete geçtiklerinde taraflar Ibelin denen mevkide karşılaştılar. Willermus’un kaydına göre Haçlı kuvvetleri 7 bin kişiden Haçlıların, Tuğtigin’in elinde bulunan “el-Habis” ve “Hısn-ı Celdek” kalelerine baskın düzenlemeleri, onun çekilişinde etkili olmalıdır. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.178, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.432, Fulcherius Carnotensis, s.204, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.98-100, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.850, Robert L. Nicholson, “The Growth of the Latin States, 1118-1144”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.411-412 389 Kudüs kralı, 18 Nisan 1123’te daha önce Joscelin ve Galeran’ı esir alan Belek tarafından esir alınmıştı. Fulcherius Carnotensis, s.217, Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, II, (1118-1146), TTK, Ankara 1994, s.35, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.72 390 Fulcherius Carnotensis, s.217 391 Fulcherius, şehirdekilerin sayısının az olmasından dolayı Fâtımîlerin daha avantajlı olduğunu haber vermektedir. Fakat Kudüs’te toplanan orduyu haber alınınca kuşatma kaldırıldı. Hatta Fâtımîler, mazgallı siperlerden bazılarını yıkmayı da başarmışlardı. Fulcherius Carnotensis, s.218, Willermus, I, s.545-546, elMakrizî, İtti’az, III, s.100 392 Kayseriye’nin on altı km. güneydoğusunda bulunan bir kaledir. 388 105 oluşurken Fâtımîler 16 bin askere sahipti. Fulcherius ise bu Haçlı ordusunun sayısını 8 bin, Fâtımîlerinkini 16 bin olarak vermektedir. Çarpışmanın başlamasından kısa bir süre sonra Haçlıların üstünlüğü ortaya çıktı. Fâtımî kuvvetleri, bir müddet direnmeyi denemişlerse de tutunamayıp geri çekilmek zorunda kaldılar (29 Mayıs 1123). Willermus, Haçlıların takibinde 7 bin Müslümanın katledildiğini rivayet etmektedir. Fakat ordunun mevcudunun zaten 7 bin olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu kayıt gerçek görünmemektedir. Zira Fulcherius da Haçlıların kaybı konusunda bilgi vermezken Müslümanlardan 6 bin kişinin öldürüldüğünü haber vermektedir. Müslüman takibinden dönen Haçlıların ele geçirdiği ganimetler arasında bol miktarda altın, gümüş, değerli kap-kacak, çadırlar, atlar ve göğüs zırhları bulunmaktaydı. Yafa’da bulunan Fâtımî donanması ise kara ordusunun mağlubiyetini haber alınca Askalân’a çekildi393. 2.2.17.Venediklilerin Doğuya Gelişi ve Fâtımî-Venedik Savaşı (1123) Haçlıların yardım talebini değerlendiren Venedikliler, 1122 yılında Korfu Adası’na geldiler ve burada hareket etmek için uygun rüzgârları beklemeye başladılar. 1123 baharında artık hazırlıklar tamamlanmıştı. Yanlarına bol miktarda erzak depoladılar ve kışı geçirdikleri barakaları ateşe vererek yola çıktılar. Gemilerde 15 bin silahlı asker, bunlara katılan hacılar ve 300 at bulunmaktaydı. Donanmada küçük sandallar ve kayıklar hariç 120 gemi vardı. Bunlardan bazıları sivri madeni burunlu savaş gemisi, bazıları tüccar gemisi, bazıları da kadırga idi394. Böylece hareket için hazır hale gelen Venedik filosu, Doge Domenigo Michieli liderliğinde kırk kalyon, yirmi sekiz chartz ve yük taşımaya mahsus dört büyük gemiden oluşan donanmayla denize açıldı. Kıbrıs’a ulaştığında Yafa şehri kıyılarında bulunan ve Haçlı şehirlerini taciz eden Fâtımî filosunun varlığını haber aldılar ve hareketlerini hızlandırdılar. Fakat bu arada Fâtımî kara ordusu, Yafa’da bozguna uğrayınca donanma da daha fazla o kıyılarda kalmamış ve daha güvenli olan Askalân’a çekilmişti. Venedik donanması, Haçlı kontrolünde olan şehirlerden geçerek Askalân’daki Fâtımî donanmasına saldırmak için savaş düzeninde ilerledi. Filodaki chartz denen uzun burunlu gemiler ile malzeme, silah vs. taşıyan dört büyük gemi, Fâtımîler tarafından ticaret Willermus, I, s.546-547, Fulcherius Carnotensis, s.219-220, Fulcherius, Fâtımîler Askalan’da toplandığı sırada Haçlıların Venedik donanmasından yardım istenmesine karar verildiğini aktarmaktadır. Fakat bu düşüncenin hayata geçirilemediği anlaşılmaktadır. Fulcherius Carnotensis, s.217, Steven Runciman, II, s.137, Stevenson, The Crusaders in the East, s.114 394 Fulcherius Carnotensis, s.215-216 393 106 gemisi veya Kıbrıs’tan hacı taşıyan gemiler zannedilir düşüncesiyle önden ilerlerken kalyonlar da bunları takip etti395. Venedik donanmasının yaklaştığını gören Fâtımîler, savaş düzenine geçmişlerdi fakat bir süre sonra panikle geri çekilmeye çalıştılar. Bu uğraş esnasında Venedik Doge’unun da içinde bulunduğu gemi, Fâtımî kumandanının gemisine çarptı ve Fâtımî gemisi içindekilerle beraber battı. Fâtımî-Venedik çarpışması, kısa fakat kanlı oldu. Fâtımîlerin başlangıçtaki direnci kısa sürede kırıldı ve kaçan Fâtımî donanmasından dört kalyon, dört chartz ve büyük bir gemi ele geçirildi. Fulcherius’un anlatımına göre Venedikliler, Müslümanları gemilere çekerek katlediyorlardı. Bu savaşta o kadar insan katledildi ki gemidekilerin ayakları kana bulanmış ve cesetler gemilerden atılınca deniz, yaklaık altı buçuk km. açığa kadar kıpkırmızı olmuştu. Bu kıyım sonrası Fâtımî donanmasını takibe başlayan Venedikliler, el-Arîş civarına kadar ulaştılar ve burada rastladıkları Fâtımîlere ait on yedi396 gemiyi ele geçirdiler. Gemide bulunanların bir kısmı öldürülürken bir kısmı da esir alındı. Haçlı kaynaklarına göre ele geçirilen ganimet büyüktü. Zira gemiler, doğudan gelen mallarla doluydu: savaş aletleri yapımına uygun uzun ve düz keresteler, diğer savaş malzemeleri, altın-gümüş paralar, biber, kimyon ve daha başka baharatlar… Doğudaki bu ilk başarıdan sonra Venedikliler, Akkâ’da karaya çıktılar397. 2.2.18.Sûr Şehrinin Haçlılar Tarafından Zaptı (7 Temmuz 1124) Şehir için iki isim kullanılır: Sûr ve Tyre398. Sûr, Suriye’nin güneyinde uzanan –ve sahil şeridindeki birçok şehrin bağlı olduğu- Phoenicia eyaletinin sınırlarında yer almaktadır. Şehir, Phoenicia eyaletinin metropolü konumundadır. Geniş nüfusu ve Willermus, I, s.548, Fulcherius’un anlatımına göre Dogue, Akkâ’ya çıktığı sırada Yafa’da yaşanan savaşı haber almıştı. Bunun üzerine kendisi, Yafa’ya gitmek için hazırlık yaparken diğer gemileri, bahsedildiği üzere Fâtımîleri yanıltmak için önden yollamıştı. Fulcherius Carnotensis, s.221, Steven Runciman, II, s.137-138 396 Fulcherius’a göre on gemi vardı, Fulcherius Carnotensis, s.222 397 Willermus, I, s.549-550, Fulcherius Carnotensis, s.221-222, Stevenson, The Crusaders in the East, s.114, Bu çatışma, İbn el-Esîr’e çok muhtasar yansımıştır. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.225, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.488, Süryânî Mihail, Venediklilerin geliş tarihini 30 Mayıs 1123 olarak vermiştir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.73, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.147, W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s.155-156, Makrizî’nin bir kaydına göre 1123-1124 yılında İskenderiye’ye Venedik ve Rum gemileri ulaştı. Vuku bulan çarpışmada Fâtımî donanması galip gelerek birkaç gemiyi ele geçirdiler ve birçok esir aldılar. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.98 398 Sûr şehrini Fenikeliler inşa etmiştir. “Soylu, Mor Sûr” olarak adlandırılmakla birlikte Sûr, “Boğaz, Geçit” demektir. İbranicede şehre “Soor-Sayda” denmektedir. Fulcherius Carnotensis, s.234, Sûr, daha çok Araplar tarafından kullanılırken; Tyre, Grekçedir. İkincisi kurucusunun adından gelmektedir. Eski geleneğe göre Tyras, Nuh’un oğlu Japhet’in yedinci oğludur. Yani Tyras, Nuh’un torunudur. Tyras, bu şehri kurmuş ve kendi adını vermiştir. Bir başka anlatıma göre ise değerli deniz canlılarını (kabuklu deniz canlıları) öğütüp toz haline getirerek mor rengini elde edip bu rengi ilk defa tanıtan Sûrlulardır. Şehir, ismini bu renkten almaktadır. Willermus, II, s.2 395 107 zenginliği yanında bu şehre kutsallık da atfedilmiştir. Sûr’un güneyinde Akkâ ve Hafya; kuzeyinde Sidon (Sayda) ve Beyrut; doğusunda ise -daha içte Banyas- bulunmaktadır. Doğal zenginlikleri yönünden yine şehrin haklı bir şöhreti vardır. Neredeyse bir ada konumunda olan şehrin toprakları verimlidir. Tatlı su kaynakları ile bahçeleri ve meyvelikleri burayı çekici kılarken; üretilen güzel ve kaliteli camları ticari yönden şehri önemli kılmaktadır. Örneğin Sûr vazosu, o dönemde meşhur ve aranan bir eşya idi399. Willermus’un tasvirine göre şehir, bir ok atımı mesafede karaya bir şerit ile bağlantısı dışında her yönden su ile çevrilir ki bu da şehre doğal bir savunma sağlamaktadır. Suyla çevrili kısımlar, ayrıca tehlike arz etmektedir. Öyle ki denizde iriliufaklı gizli birçok kaya bulunmaktadır. Bu yöreyi bilmeyen ve şehre denizden yaklaşmak isteyen gemilerin karaya oturması veya parçalanması muhtemeldir. Şehrin tahkimatına gelince; deniz yönünde şehir, yüksek kuleli çifte duvarla çevrilmiştir. Doğuda karaya yaklaşan kısımda birbirine yaklaşan -neredeyse birbirine değecek kadar yakın- yüksek kulelere sahip üçlü bir duvar vardır. Burada geniş dalgakıranlar vardır ki buradan halk, kolayca çift yönlü ulaşım sağlamaktadır. Kuzeydeki girişi, iki kule ile güçlendirilmiştir. Burada şehir duvarlarının içine doğru uzanan liman vardır. Dışarıda ada kıyısında dalgalar şiddetini kaybeder, bu yüzden ada ile kara arasında gemiler için güvenli bir sığınak olur zira kuzey kısmı, sığınmak için daha az uygundur-. Buranın iç kısımlarında filonun demirlemesine uygun bir yer bulunur400. Şehir, Fâtımîler için özellikle önemlidir ve Fâtımîler için adeta bir siperdir. Bu yüzden Fâtımîler burayı yiyecek ve silahla çok iyi takviye etmişler, garnizonunu güçlü askerlerle donatmışlardır. Willermus’un ifadesiyle Fâtımîler, o sırada ellerinde tuttukları iki şehirden biri olan Sûr, sağlam kalırsa halifeliğin diğer bölümlerinin de güvende olacağına inanmaktaydılar401. Şehir, pratikte iki hâkime sahipti. Şehrin iki bölümüne sahip olan Fâtımî halifesi yüksek metbû olmakla beraber şehrin diğer kısmı, yardımları karşılığı Dımaşk hâkimi Tuğtigin’e verilmişti. Fâtımî halifesi, Tuğtigin’in niyetinden şüphelenmekle beraber Tuğtigin, ileride görüleceği üzere kriz anlarında devamlı surette şehre yardıma koşmuştur. Sûr’un sosyo-ekonomik yapısına bakıldığında zengin ve asil 399 Willermus, II, s.4-6 Willermus, II, s.7-9, Şehrin, birbiri arkasına yerleştirilmiş üç-dört kapısı bulunmaktaydı. Deniz tarafında iki yüksek kulesi bulunan kapalı bir kapı vardı ve bunların arasından eski Sidon (Sayda) limanına ulaşılıyordu. Liman, üç taraftan şehrin istihkâmları ile çevrilmişti. Dördüncü tarafta gemilerin demir attığı bir çeşit kemer ile bir duvar vardı. Adeta şehrin içinde bulunan bu liman, iki kule arasına sağlam bir zincir germekle kapatılabiliyordu. E. Honigmann, ‘’Sûr’’, İA, XI, MEB, İstanbul 1979, s.45 401 Willermus, II, s.7 400 108 birçok vatandaşın varlığı göze çarpar. Bunlar Akdeniz’de yaptıkları ticaretle yabancı malları ve değerli eşyaları şehre taşımaktaydılar. Ayrıca Haçlı hâkimiyetine giren sahil şehirlerinden (Kaysâriye, Akkâ, Sayda, Cübeyl, Trablus vd.) de seçkin insanlar bu korunaklı yere gelmişler ve sahip oldukları zenginlikleri buraya taşımışlardı402. 2.2.18.1.Fâtımîlerin, Tibnîn Kalesine Saldırısı (1107) Haçlıların Sûr ile temasları Kudüs yolculukları esnasında başlamış olmasına rağmen şehri ilk defa kuşatmaları, 1107-1108 yılına tesadüf etmektedir. Daha önce Sûr’dan, Haçlılar üzerine bir sefer düzenlendiği de bilinmektedir. Sûr konusunda karşımıza çıkacak olan Dımaşk-Mısır yakınlaşması kapsamında Tuğtegin, Haçlı topraklarını tahrip ederken Sûr’dan da bir saldırı düzenlenmiş ve Haçlılar zor durumda bırakılmak istenmişti. Buna göre 1107 yılında Haçlıların Sevâd, Havran ve Cebel-i Avf’a saldırıp yağmalamaları ve halkın bundan şikâyetlerinin artması üzerine Tuğtigin, çoğunluğunu Türkmenlerin oluşturduğu ordusuyla Sevad’a ilerleyip karargâhını burada kurdu. Baudouin’in, Sevâd’a yürümesi üzerine atabeg de Taberiye yakınlarında bulunan bir Haçlı kalesine saldırdı ve içindekileri katlettikten sonra el-Medân’a çekildi. Haçlıların takibi üzerine de Zürre’ye doğru ilerledi. Fakat savaş yaşanmadı. Tarafların öncüleri savaşa hazırlanmaktayken Haçlılar, önce Taberiye’ye oradan da Akkâ’ya çekilince atabeg de Dımaşk’a çekildi. Atabeg ile eşzamanlı olarak Sûr valisi İzzü’l-Mülk de derhal Tibnîn403 Kalesi’ne saldırarak dış mahalleleri tahrip etti, insanları kılıçtan geçirdi ve bölgeyi yağmaladı404. Haçlıların, bu olaya bir karşılık verip vermediği konusunda kaynakta bilgi bulunmamaktadır. Fakat ertesi yıl Haçlılar doğrudan Sûr üzerine yürümüş ve kuşatmışlardır. Willermus, II, s.9, Michaud, şehrin ikiyee ayrıldığını ve Dımaşklılar ile Mısırlılar arasında paylaşıldığını ifade etmektedir. Michaud, I, s.300 403 Banyas yöresinde, Sûr ve Dımaşk arasında dağlık alanda yer alan bir şehirdir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.14 404 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.151, el-Makrizî, İtti’az, III, s.37, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.12, el-Cevzi, el-Muntazam, XVII, s.133, Tuğtigin’in, Haçlılara karşı seferi için ayrıca Bkz. Coşkun Alptekin, “Dımaşk Atabekliği (Tugtekinliler)”, DGBİT, VII, s.473-474. Aynı yazar, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), s.32, Yukarıda bahsedilen yerlerin Haçlılar tarafından tahribi üzerine Tuğtigin ve İbn Ammâr, Sultan Muhammed Tapar’a mektup yazarak içinde bulundukları zor durumu bildirmişler ve yardım istemişlerdi. Bunun üzerine sultan, Çavlı, Seyfü’d-Devle Sadaka ve Musul emiri Çökürmüş’ü Haçlılara karşı savaşmakla görevlendirdi. Fakat emirler arasındaki mücadele buna engel oldu. Seferin kumandanı tayin edildiği anlaşılan Çavlı’ya Rahbe ve Fırat Nehri kıyısındaki arazi ikta edilmişti. Çökürmüş, bu duruma olan tepkisi dolayısıyla sefere katılmazken Sadaka, zaten başından beri cihadla ilgilenmedi. Bunun üzerine Çavlı da sefere çıkmak istemedi ve Çökürmüş ile mücadeleye başladı. Tüm bu gelişmeler, Haçlılarla mücadeleyi engelledi ve Trablus’a yardım götürülemedi. Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468-511/ 1105-1118), s.93-94 402 109 2.2.18.2.Haçlıların, Sûr’un Karşısına Toron Kalesi’ni İnşası (1107-1108) Fâtımîlerin hâkimiyetinde bulunan Sûr şehri, Haçlıların ilerlemesine engel teşkil ediyordu. Tankred’in, 1101’de Antakya’ya gidişinden sonra Taberiye’nin idaresine getirilen Hugue de Saint Omer, Sûr’a devamlı saldırı halindeydi ve Taberiye-Sûr arasındaki kırk sekiz km. mesafede Müslümanları rahatsız ediyordu. Bahsedilen aralıkta Haçlılar da tehlikeye açıktı zira Müslüman saldırılarında sığınabilecekleri muhkem bir yer bulunmuyordu. Hugue, tüm bu sebeplerle şehre on altı km. mesafede Sûr’a bakan dağların tepesinde bir kale yapımına başladı. Bu mevkiinin adı Tibenin olmakla beraber kale, çok yüksekte olduğu için Toron adı verildi. Kale, deniz ile Lübnan Dağları arasında Asher kabilesinin yaşadığı yerde ve Sûr ile Banyas şehirlerine hemen hemen aynı uzaklıktadır. Müstahkem ve stratejik olmasının yanında temiz havası, elverişli iklimi ve verimli toprakları vardır. Kale, Haçlılar için önemli bir kazanç olmuştur405. Görüldüğü üzere Haçlı kaynağında kalenin, Hugue tarafından inşa edildiği kaydedilmiş ve kral Baudouin’den bahsedilmemiştir. Fakat İslam kaynaklarında olayın merkezine Baudouin alınmıştır. Buna göre kral, 1107-1108 yılında Sûr’a bir sefer düzenlemiş, şehrin yamacına Tell Ma’şuka denen mevkie bir kale inşa etmiş ve şehir önünde yaklaşık bir ay kalmıştı. Bunun üzerine şehrin Türk asıllı valisi Sa’dü’l-Mülk Gümüştekin, yedi bin dinar ödemiş ve kuşatmayı kaldırtmıştı406. 2.2.18.3.Baudouin’in İkinci Kez Sûr Şehrini Kuşatması (29 Kasım 1111-10 Nisan 1112) Temmuz 1111’de Baudouin, ödemeyi vaad ettiği vergiyi ödemeyen ve anlaşmalara uymayan Sûr’u kuşatmayı planlıyordu. Bu düşüncesi, devlet ileri gelenlerince de uygun bulununca Sûr şehrinin kuşatılmasına karar verildi. Durumu haber alan Sûr valisi İzzü’lMülk Anuştekin el-Efdâlî407, derhal Tuğtigin’in yardımını taleb etti. Albertus’un kaydına göre Sûr valisi, Tuğtigin’e yollayacağı okçular ve diğer savaşçılar için 20 bin dinar ödeyecekti. İslam kaynakları buna şehrin Tuğtigin’e teslimi vaadini eklemekte ve durumun aciliyetine vurgu yapmaktadırlar408 Bu gelişmeler üzerine Sûr valisi, kendisine ait değerli malları, Dımaşk’a yollamış ve burada muhafazasını rica etmişti. Dımaşk’a giden 405 Willermus, I, s.469, Steven Runciman, II, s.78, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.159, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.122, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.364-365, elMakrizî, İtti’az, III, s.38, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.16, Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.119, şehrin valisi hakkında Bkz. aynı yazar, Fâtımî Devleti’nde Türkler, TTK, Ankara 2009, s.177 407 Bkz. Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti’nde Türkler, s.177-179 408 Albertus Aquensis, s.827 406 110 kervandaki Rainfred adlı Frank’ın, durumu Baudouin’e haber vermesiyle kral 200 şövalye ve piyade ile derhal bu kervana saldırdı. Kervandakilerin bir kısmı öldürüldü ve mallar yağmalandı. Muazzam bir ganimet ele geçiren Baudouin, bunun ardından Sûr’a hareket etti ve şehri tam donanımlı 10 bin askerle 29 Kasım 1111’de kuşatmaya aldı409. Şehrin tek avantajı, Tuğtigin’in yolladığı 500 okçunun Haçlıların muvasalatından önce şehre girmiş olmasıydı. Fâtımî Devleti’nden yardım istendiğine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Zaten İbn el-Kalânisî’nin, Sûr halkının el-Efdâl umutları tükenmişti kaydı, durumu çok güzel özetlemektedir. Şehir önüne ulaşan Baudouin’in ilk işi, şehir civarından kestirdiği hurma ağaçlarıyla barınaklar inşa ettirmek oldu410. Tuğtigin, Sûr’a yardım için yola çıkmış ve Banyas’tayken usta okçularından seçme bir birliği göndermişti. Bunlara yolda Sûr ve Cebel-i Amile’den gelen piyadeler de eklendi. Tuğtigin, doğrudan Sûr üzerine yürümek yerine Banyas’ta ordugâhını kurarak Haçlı topraklarına birlikler sevk etmeyi tercih etti. Amacı, bu sayede Haçlıların, kuşatmayı kaldırmasını sağlamaktı. Gönderdiği birlikler, etrafı yağmalarken kendisi de Sevâd’daki elHabis Kalesi’ne yürüdü. Şiddetli bir saldırının ardından kale düştü ve garnizonu kılıçtan geçirildi. Fakat Tuğtigin’in bu girişimleri, Haçlıları vazgeçirmedi zira Sûr’u kuşatan Haçlılar, iki kuşatma kulesi ile şehre saldırılarını sıklaştırmışlardı. Kuşatma kulelerinin yakılması, ilk akla gelen tedbir idi. Fakat durumun farkında olan Haçlılar, kulelerin etrafını hendeklerle çevirdiler ve daha fazla nöbetçiyle korumaya başladılar411. İlk çarpışmalarda Haçlıların daha aktif olduğu, kuşatılanların ise ihtiyatı elden bırakmadığı görülmektedir. Fakat şehir garnizonun da tehlikeli çıkışları olmaktaydı. Albertus’un kaydına göre kuşatılanlar, doğrudan kralın çadırını hedef alarak saldırıya geçtiler. Bu ani saldırıyla şaşkına dönen Haçlılara özellikle okçuların kayıplar verdirdiği anlaşılmaktadır. Haçlıların toparlanıp savunmaya geçmesi üzerine şehir garnizonu, Haçlı takibinde şehre çekilmek durumunda kaldı. Girişi zorlayan ve şehre dâhil olmayı başaran bir grubun tekrar dışarı atılmasının ardından kapılar kapandı ve Haçlılar, ölü ile yaralılarını toplamaya başladılar412. 409 Albertus Aquensis, s.827-829 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.178, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.144, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.390, Albertus’un kaydına göre Bizans imparatoru bu kuşatma için yardım sözü vermişti fakat Bizans birlikleri, kış şartları dolayısıyla Haçlılara katılamadılar. Albertus Aquensis, s.829, Steven Runciman, II, s.77 411 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.178-179, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.145, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.391, elMakrizî, İtti’az, III, s.49, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.174, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.223, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.23 412 Albertus Aquensis, s.829-831 410 111 Haçlıların, yeni kuşatma kuleleri inşası ile daha tehlikeli olmaya başlamalarının ardından Sûr valisi İzzü’l-Mülk, Tuğtigin’den yardım isteğini yineledi. Tuğtigin, bunun üzerine valiye bir mektup yazmış ve belirlenecek bir yerde gemi bulundurmalarını, oraya asker yollayacağını bildirmişti. Mektubu taşıyan güvercin, bir Haçlı gemisine indi. Mektubu orada bulunan bir Müslüman okudu ve Haçlılara haber verdi. Bunun üzerine Haçlılar, gemi yollayıp bu Dımaşk askerlerini ele geçirdiler ve öldürdüler413. Mevsim kış olduğu için orduların durumu önem arz etmektedir. Haçlıların, sert ve kumlu bir arazide yerleştikleri için kış şartlarından çok fazla etkilenmediklerini İbn el-Kalânisî’den öğrenmekteyiz. Fakat şehre yardıma gelen Tuğtigin’in aynı rahatlığı yaşadığı söylenemez. Türkler, Haçlı ordugâhına yaklaşamadıkları için onların erzak ve destek hatlarını kesmekle yetindiler. Bu cümleden olarak Sayda’ya ulaşan yolu da Türkler kontrole almışlardı. Fakat bu defa Haçlılar, yardımların denizden gönderilmesi için haber yolladılar. Bunun üzerine Tuğtigin, Sayda’nın varoşlarına saldırarak kıyıdaki yirmi kadar gemiyi ateşe verdi ve bu sayede Haçlıları geri çekilmeye zorladı414. Haçlıların kuşatma kuleleri, kaynaklarda farklı tarif edilmesine rağmen çok büyük ve Müslümanlar için çok tehlikeli olduğu açıktır. Küçük olanı kırk arşın, büyüğü ise yaklaşık elli arşın boyundaydı ve Haçlılar bu iki kuleyi yaklaşık yetmiş beş günde tamamlamışlardı. Bu kuleler, 17 Şubat 1112’de yürütüldüler ve Haçlılar bu sayede daha etkili saldırılar yapmaya başladılar. Müslümanlar ise bu burçlara 8 Mart 1112’de katran ve neftlerle bir saldırı düzenlediler. Küçük olan kule ateşe verildi ve Haçlılar buna müdahale edemediği için kule tamamen yandı. Kuleleri yakma işini İbn el-Esîr’in ismini kaydetmediği Trabluslu tanınmış bir kişi üzerine almıştı. Haçlı askerlerinin, ateşi söndürmesine engel olmak için üzerlerine pislik dolu çuvallar fırlatılmış ve kuleler bu sayede tahrip edilmişti. Bu arada küçük kuleden kancalarla çekilen yanan odun parçaları ile daha büyük olan kule de tutuşturuldu. Fakat bu esnada vuku bulan gelişmeler bu kulenin kurtulmasını sağladı. Buna göre Müslümanlar, kuleyi yakmaya uğraşırken Haçlıların savaştan çekildikleri yönünde bir haber yayıldı. Bunun üzerine burçlardaki Müslümanlar, çekilmeye başladılar. Haçlıların ani bir saldırısı tam da bu esnada geldi ve burçlardaki askerlerin korumasından mahrum kalıp hazırlıksız yakalanan Müslümanlar, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.145, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.391, Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.37, Steven Runciman, II, s.77, Albertus, Tuğtigin’in, Sûr’a bağlı araziye girdiğinde yaklaşık 760 Haçlı askerine rastladığını ve bunların neredeyse tamamını katlettiğini haber vermektedir. Fakat bu olay, diğer kaynaklarla teyit olunamamaktadır. Albertus Aquensis, s.835, Steven Runciman, II, s.77-78 414 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.179, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.23, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.848 413 112 kulelerin etrafından uzaklaştırıldı. Yangının söndürülmesinin ardından kule, daha fazla nöbetçiyle korunmaya başlandı415. Haçlılar, Müslümanların çekilmesinin ardından saldırıya geçtiler ve kulenin etrafına kazdıkları hendekleri doldurarak kuleyi duvarlara yaklaştırmaya başladılar. Müslümanlar ise kulenin yaklaştırıldığı duvarın dibini ateşe vererek kulenin hareketine engel oldular. Kulenin başka bir duvara yaklaştırılmasının ardından koçbaşlarıyla saldırılar devam etti. Duvarların, bu darbelerle zarar gördüğü ve bazı taşların söküldüğü kaydedilmiştir. Fakat garnizonun, bu koçbaşlarının bağlı bulundukları halatları kesmesi üzerine Haçlıların bu girişimi de başarısız oldu. Bu defa kulenin yakılması işine ağırlık verildi. İbn elKalânisî’nin tarifine göre makaralı bir düzenekle hareket ettirilen büyük bir kiriş sayesinde kulenin üzerine neft dökmek mümkün oldu ve kuleyi alevler kapladı. Haçlıların beyhude çabaları sonrası kule, küle döndü ve Sûr askerlerinin hurucunda bu kuleden silah, zırh vs. birçok ganimet ele geçirildi416. Büyük kulenin de ateşe verilmesinden sonra Haçlıların umudunun tükendiği görülmektedir. Şehrin önüne inşa ettikleri barınakları ve kıyıdaki gemileri ateşe verdiler. Nihayetinde 10 Nisan 1112’de dört buçuk aydır sürdürdükleri kuşatmayı kaldırarak Akkâ’ya çekildiler. Haçlıların çekilişinin ardından Sûrlular, Haçlı karargâhına giderek bulabildiklerini ganimet aldılar. Sûr kuşatması esnasında tarafların kaybını tam olarak tespit etmek mümkün görünmemektedir. Bu konuda yalnızca İbn el-Kalânisî, Haçlıların 2 bin, Sûrluların 100 kişi kaybı olduğunu rivayet etmektedir417. Haçlıların, kuşatmayı kaldırma sebepleri de kaynaklara farklı yansımıştır. İbn el-Esîr, kuşatmanın kaldırılmasını hasat mevsiminin yaklaşmasına ve Tuğtigin’in, Haçlı topraklarındaki hasada zarar vermesinden korkmalarına bağlamakta iken Albertus, yukarıda bahsedilen Haçlı birliğinin Tuğtigin tarafından imhası sonrası şehre Dımaşk kuvvetlerinin iyice yaklaşmasına İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.179, Kulelerin tahribi ile Haçlıların durumu zayıflatılmıştı. Fakat bu sırada şehirden kaçarak Haçlılara sığınan bir grup Müslümanın, şehrin durumunu haber vermesiyle bu avantaj yitirildi. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.144-145, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.390-391, Haçlı kulelerinin tahribi için ayrıca Bkz. Albertus Aquensis, s.833, el-Makrizî, İtti’az, III, s.48, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.173-174, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.179, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.24, Kuşatılanlar da kuleler ve mancınıklarla kendilerini korudular. Fulcherius ve Willermus’un kayıtlarına göre kuşatılanlar Haçlılarınkinden daha yüksek kuleler ile saldırıya geçtiler ve bu kuleler sayesinde Haçlı kulelerini yaktılar. Fulcherius Carnotensis, s.184, Willermus, I, s.491-492 416 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.179-180 417 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.180-181, Fulcherius Carnotensis, s.184, Willermus, I, s.491-492, İbn el-Esîr, elKâmil, IX, s.146, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.392, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.174, Albertus’a göre Tuğtigin yolda rastladığı şövalyeleri katletmiş, hızla şehre yaklaşıyordu. Bunu haber alan Baudouin, Türklerin gelişini tehlikeli bulmuş ve durumu riske atmak istemeyerek kuşatmanın kaldırılmasına karar vermişti. Albertus Aquensis, s.835 415 113 yormaktadır. Bu birbirini tamamlayan iki rivayeti, kuşatmanın kaldırılma sebebi olarak düşünmek daha doğru olacaktır418. Şehir, kuşatmanın kaldırılmasının ardından rahat bir nefes aldı. Valinin, şehri Tuğtigin’e teslim etme konusunda verdiği sözü tutmadığını fakat Tuğtigin’in de bu konuda herhangi bir talebinin olmadığını İbn el-Kalânisî haber vermektedir. Tuğtigin, amacının cihad olduğunu ifade etmiş ve bu konu üzerinde durmamıştır419. Albertus’un kaydına göre kuşatmanın kaldırılmasının akabinde ülkelerine dönmek isteyen 1500 hacı, Sûr şehrinden gelebilecek bir saldırı nedeniyle tedirgin idiler. Hacılar, bu sıkıntıyı dile getirince Baudouin, kafileye emniyet sağlamak için 300 şövalyeyle tekrar Sûr’a, şehrin etrafındaki dağlık alana yöneldi. Bu esnada Sûr’dan çıkan 500 asker, mezkûr hacılara saldırıp bazılarını katlettiler, bazılarını da esir aldılar. Durumu öğrenen Baudouin, hızlı bir yürüyüşle Müslüman askerlerine yetişti ve kaçan birlikten 200 kişiyi öldürdü. Bu sayede hacılar, kralın korumasında denize açıldılar420. 2.2.18.4.Sûr Şehrinde Düzenin Sağlanması 1113 yılına gelindiğinde Sûr halkının, hala Haçlı saldırısından endişeli olduğu göze çarpmaktadır. Vali İzzü’l-Mülk, el-Efdâl’e haber yollayarak şehrin idaresini Tuğtigin’e vermek konusunda fikrini sordu. el-Efdâl’in de uygun bulması üzerine Tuğtigin’e, şehrin idaresini devralması hususunda haberciler yollandı. Haberciler, Banyas’a ulaştıklarında Tuğtigin’in, Hama’da olduğunu ve Haleb hâkimi Rıdvan ile meşgul bulunduğunu öğrendiler. Banyas valisi Seyfü’d-Devle Mesud, Tuğtigin’in dönüşüne kadar Haçlıların, Sûr’a bir saldırısından çekindiği için Tuğtigin’in naibi Börü’nn izni dâhilinde derhal Sûr’a İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.146, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.392, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.174, Albertus Aquensis, s.835, Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.119-120, İbn el-Kesîr’in rivayetine göre Haçlıların okları ve teçhizatları tükenmiş; buna karşılık İzzü’l-Mülk, Tuğtigin’den yardım alarak saldırıya geçmişti. Bunun üzerine Haçlılar, zor durumda kalıp çekildiler. İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.213, Anna Komnena’nın rivayeti yine diğer kaynaklara uymamaktadır. Yazara göre Bizans’ın Kıbrıs valisi, Bertrand’a para yardımında bulunmuş ve bu sayede kontu tabîî haline getirmek istemişti. Bu parayı konta verirken de Tankred ile ilişkisi olmamasını şart koşmuştu. Bu haber Baudouin’e Sûr’u kuşatmaktayken ulaştı ve bu parayı almak istedi. Fakat kuşatma devam ederken hemen harekete geçemedi. Bu arada Sûr halkı, sanki anlaşmak istiyorlarmış gibi görüşmelere başladılar ve bu sürede kuşatma kulelerini yakmak için gerekli hazırlıkları yaptılar. Kuşatma aletlerinin yakılmasının ardından meydana gelen hengâmede altı Haçlı askeri esir alınıp kesilen başları Haçlı harargahına fırlatıldı. Durumları iyice kötüleşen Haçlılar, kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Anna Komnena, Alexiad, s.445-447, Kıbrıs’tan gelen yardım ve değerlendirmeler için Bkz. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.64 419 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.181, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.848, Geoffrey Hindley, Tuğtigin’in Sûr’un kendisine teslim edilmemesi karşısında şehri kuşatmayı düşündüğünü fakat bunu sakıncalı bularak böyle bir şey söylediğini ifade etmekte ve Tuğtigin’i samimi bulmamaktadır. Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selahaddin, Çev. Süleyman Genç, Doruk Yayınları, İstanbul 2011, s.75-76 420 Albertus Aquensis, s.839 418 114 gitti ve idareyi teslim aldı. Tuğtigin de Hama’dan dönünce gelişmeleri öğrendi ve şehre yardımcı birlikler gönderdi. Şehirde Türkler hâkim duruma gelmesine rağmen idari olarak bir değişim yaşanmadı ve Fâtımîler adına sikke kesilip hutbe okutulmaya devam edildi. Tuğtigin, el-Efdâl’e yolladığı haberde önemli olanın, şehrin Haçlılara karşı korunması olduğunu ve her ne zaman Mısır’dan bir vali yollanırsa idareyi ona teslim etmeye hazır bulunduğunu bildirdi421. Türklerin Sûr’a yerleşmesi üzerine Haçlılar, artık şehre saldırmanın daha zor olduğunu anlamışlardı. Baudouin, önceki yılki kuşatmanın ardından Akkâ’ya gitmişti fakat Sûr’a saldırmak konusunda herhangi bir teşebbüste bulunamadı422. Tuğtigin’in Mısır’a yolladığı ve durumu özetlediği habere el-Efdâl, gayet memnun olmuştu. Şehri takviye etmek için bir filo hazırlayıp erzak, para ve vali Mesûd ile Tuğtigin’e sunulacak hediyelerle beraber Sûr’a yolladı. Eski Trablus valisi Şemsü’d-Devle Bedr b. Ebû Tayyib ed-Dımaşkî idaresinde filonun, Ağustos 1113’te şehre ulaşmasının ardından şehirde fiyatlar düştü ve istikrarlı bir ortam tesis olundu. Sûr’un Türklerle kuvvetlenmesi üzerine Baudouin, anlaşma teklifinde bulundu. Mesûd’un da kabul etmesi üzerine huzurlu bir ortam, bir süre için temin edildi ve ticaret kervanları daha emniyetli seyredebildiler423. 2.2.18.5.Akkâ ile Sûr Arasına Alexandirium Kalesi’nin İnşası (1117) Suriye’de Fâtımîlerin elinde Askalân ve Sûr dışında başka bir şehir kalmamıştı. Sûr şehrini kontrol altına almak isteyen Baudouin, Kızıldeniz civarına yaptığı sefer dönüşü yakalandığı hastalıktan kurtulunca (1117) Akkâ ile Sûr arasına bir kale inşa ettirdi. Kale, Sûr şehrine sekiz km. uzaklıkta yer almaktaydı ve özellikle su kaynakları yönünden zengindi424. Scandalion (Alexandirium) olarak bilinen kalenin adının anlamını Fulcherius yanlış olarak “Arslan Meydanı” olarak kaydetmiştir. Fakat Willermus’un açıklamalarına İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.182, el-Makrizî, İtti’az, III, s.51, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.24, Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.120 422 Bu sırada Askalân’dan Ruzayk kabilesine mensup bir adam, kendi kabilesinden esir olanların bırakılması karşılığında Dımaşk’tan Mısır’a doğru yola çıkan bir kervanın yerini gösterebileceği teklifiyle Baudouin’e geldi. Bahsedilen kervana Azib Geçidi civarında saldırıldı ve malları yağmalandı. Bunun ardından Baudouin tekrar Akkâ’ya döndü. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.182-183 423 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.188-189, el-Makrizî, İtti’az, III, s.52 424 Willermus, I, s.514-515, Fulcherius Carnotensis, s.198, Sayda, Sûr’u kuzeyden, Toron Kalesi de doğudan kontrol ediyordu. Alexandirium Kalesi’nin inşasıyla da şehir tamamen ablukaya alınmış oldu. Steven Runciman, II, s.81, Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.121 421 115 göre kale, İskender’in Sûr’u almak için bir kale yaptırıp adını Alexandirium koyduğu yere inşa edilmişti ve adını buradan almaktaydı425. 2.2.18.6.Venediklilerle Haçlıların Sûr Şehrini Kuşatmak Üzere Anlaşmaları (1123) Venediklilerin doğuya gelişi ve 1123’te Fâtımî donamasına karşı zafer kazandıkları haberi Kudüs’e ulaştı. Bu sırada Kudüs kralı Baudouin esaretteydi. Bu yüzden Kudüs patriği Gormond, kraliyet konnetablı ve procuratoru Guillaume de Bures, chancellor Payens, başpiskoposlar, piskoposlar ve krallık ileri gelenleri adına bir elçilik heyeti, yardım istemek üzere Venediklilere yollandı. Hac görevini yerine getirmek ve Kudüs ileri gelenleriyle görüşmek üzere Venedik Doge’u Kudüs’e gitti ve 1124 Noel’indeki kutlamalarda hazır bulundu. Doge’un, yardım talebine olumlu cevap vermesi üzerine Fâtımîlerin elinde bulunan bir kıyı şehrine saldırmak konusunda anlaşma sağlandı. Yani Sûr veya Askalân’a bir sefer düzenlenecekti426. Bu arada Fulcherius, başka bir soruna dikkat çekmektedir. Kralın yokluğunda Kudüs Krallığı müthiş bir ekonomik sıkıntı yaşıyordu. Hatta orduyu donatmak ve harekete geçirmek bile alınan borçlarla mümkün olabildi. Şövalye ve yayalara ödenmek üzere para toplandı fakat bu da yeterli olmayınca Kudüs Kilisesi’ndeki değerli eşyalar Venediklilere, verecekleri borçlar karşılığında rehin bırakıldı427. Zaptı düşünülen iki şehir konusunda fikir ayrılığı yaşanmazken, hangisine sefer düzenleneceği tartışma konusu oldu. Zira Kudüs, Remle, Yafa, Nablus ve civar şehirlerden gelen temsilciler –bu şehirlere daha yakın olduğu ve daha az masraflı olacağı için- Askalân’a saldırılmasında ısrar ederlerken; Akkâ, Nazareth, Sayda, Beyrut, Taberiye, Cübeyl ve komşu şehirlerin temsilcileri aynı sebeplerle Sûr şehrinde ısrar ettiler. Müslümanların, Sûr’dan Haçlı topraklarına saldırıları daha kolay olacağı düşüncesi ağır basmasına rağmen mesele, kura ile çözüme kavuşturuldu ve kuradan Sûr şehrinin yazılı olduğu kâğıt çıktı. Anlaşmanın ardından 20 Ocak 1124’te Kudüs’ten hareket eden Haçlılar, Akkâ’da toplanırken Venedik filosu da limana demirledi. Her iki tarafın anlaşmaya sadık 425 Willermus, I, s.515, Fulcherius Carnotensis, s.198 Willermus, I, s.550-551, Fulcherius Carnotensis, s.232 427 Fulcherius Carnotensis, s.232 426 116 kalmak için yemin etmesinin ardından 16 Şubat 1124’te Sûr şehri, karadan ve denizden kuşatıldı428. Willermus, Venediklilerle yapılan anlaşmanın metnini eserine almıştır. 1123 yılında yapılan ve Haçlıların aczini gözler önüne seren anlaşmanın önemli maddeleri kısaca şöyledir: -Haçlıların tüm yerleşimlerinde Venediklilerin bir kilisesi ve kendilerine ait bir sokakları olacak, buralar daima vergiden muaf tutulacak, bir meydan, bir fırın ve bir hamam da Venediklilere verilecektir. -Ticari konulara ait olan bir maddeye göre Venedikliler, satış yaparken kendi ölçütartı birimlerini kullanırlarken başkalarından satın aldıkları mallarda kraliyet ölçüleri kullanılacaktır. -Venedikliler, çok geniş bir alanda vergiden muaf tutulacaklardır. Haçlı krallığında hiçbir Venedikli’den herhangi bir şehre girerken, oralarda ikamet ederken ve oralardan ayrılırken vergi alınmayacaktır. -Haçlılar, Venediklilere yıllık 300 dinar verecekler ve muhtelif şehirlerde Venediklilere evler hediye edeceklerdir. -Venediklilerin kendi aralarındaki davalara Venedik mahkemeleri bakacak, Venedikli olmayanlarla olan davaları krallık mahkemesinde görülecektir. -Ölen Venedikli'nin malları, vasiyeti olsun veya olmasın Venediklilere kalacak; deniz kazası yaşanması durumunda mallar yine Venedikliler arasında kalacaktır. -Ele geçirilecek Sûr ve Askalân’ın, çevresiyle birlikte üçte biri Venediklilere verilecek, sonra ele geçirilecek diğer şehirlerde de Venediklilerin bu üçte birlik hakları gözetilecektir. -Kudüs yetkilileri, eğer kral esaretten dönerse bu anlaşmayı tasdiki konusunda garanti verecekler; başka biri kral olursa tahta çıkma şartı olarak bu anlaşmayı onaylamasını sağlayacaklardır. Bu kabul meselesi, krallıktaki baronlar ve halefleri için de geçerli olacaktır. 428 Willermus, I, s.551-552, Fulcherius Carnotensis, s.233, Stevenson, The Crusaders in the East, s.115, Steven Runciman, bu tarihi 15 Şubat olarak kaydetmiştir. Steven Runciman, II, s.138 117 Antakya Prinkepsliği, bu şartları kabul ederse Venediklilerin hakları, Antakya Prinkepsliği toraklarında da geçerli olacaktır429. 2.2.18.7.Sûr Şehrinin Zaptı (1124) Haçlıların Sûr şehrini kuşatmaları, İslam kaynaklarında şehirde yaşanan idari değişim ile bağlantılı bulunmuştur. Zira Haçlıların 505 (1112-1113) yılındaki kuşatmalarında halk, şehri savunmadan aciz kalmış ve Dımaşk hâkimi Tuğtigin’den yardım isteyerek bir vali gönderip şehrin idaresini teslim almasını istemişti. Tuğtigin de Seyfü’d-Devle Mesûd isminde bir valiyi yiyecek ve para ile Sûr’a yollamış ve idareyi devralmıştı. Bu süreçte Fâtımî halifesi adına okunan hutbe değiştirilmediği gibi Mesûd’un Fâtımîlerle ilişkileri de iyi olmuştu. Mesûd, Fâtımî veziri el-Efdâl ile devamlı iletişim halinde olmuş ve Sûr’a donanma gönderilerek şehir takviye edilmişti. Bu durum, elEfdâl’in katli sonrasına (516 = 1122-1123) kadar devam etti. Fakat bu tarihte Sûr’a gönderilen donanma kumandanı Mesûd b. Sattâr’a Fâtımî halifesi el-Âmir, Mesûd’u tutuklamasını ve Mısır’a yollamasını emretti. Buna gerekçe olarak Sûr halkının Mesûd’dan şikâyetçi olması gösterilmekteydi. Neticesinde Mesûd tutuklandı, önce Mısır’a sonrasında da Dımaşk’a yollandı430. İşte bu yönetim değişikliği, daha doğrusu Mesûd’un Sûr’dan ayrılması üzerine Haçlılar, Sûr’u ele geçirmek için uygun bir fırsat doğduğuna karar verdiler. Bu değişikliğe Tuğtigin’in tepkisi konusunda kaynaklar birbirinden ayrılmaktadır. İbn el-Kalânisî, Haçlılar şehri kuşattığı zaman Sûr şehrinin yeni valisinin yardım isteğine Tuğtigin’in olumsuz cevap verdiğini kaydederken; İbn el-Esîr, yardım vaadinde bulunduğunu nakletmektedir. İbn el-Kalânisî’ye göre şehrin yeni valisinin, Tuğtigin’e bu değişikliğin halkın şikâyetinden kaynaklandığını bildirmesi üzerine Tuğtigin, artık bu işin sorumluluğunun kendinde olmadığını bildirmiş ve kendisine başka yardımlar temin etmesini söylemişti. İbn el-Esîr’in kaydına göre ise yeni vali, durumu Tuğtigin’e açıklamış ve bundan sonrası için de yardımlaşma talebini dile getirmişti. Tuğtigin de valiye olumlu cevap vermiş ve yardım vaadinde bulunmuştu431. Olayların seyri, İbn el-Esîr’i haklı çıkarmaktadır. Zira Willermus, kuşatma başladığında şehirde 700 Dımaşk askerinin bulunduğunu haber vermiştir. Yani Tuğtigin, şehre hem asker yardımı yapmış ve hem de kuşatma esnasında görüleceği üzere iki kez Willermus, I, s.552-556, W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s.156 Gelen şikâyetlere göre Mesud, halka muhalefet ediyor, onların adetlerini saymıyor ve onlara eziyet ediyordu. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.207, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.490, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.174-175, el-Makrizî, İtti’az, III, s.96, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.228, E. Honigmann, “Sûr’’, İA, XI, s.44 431 İbn Kalânisî, Zeyl, s.211, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.490 429 430 118 şehri ablukadan kurtarmak için bizzat bölgeye gelmiştir. Haçlılar, şehri kuşatmak için hazırlıklarını yaparlarken vali, el-Âmir’den yardım istedi. el-Âmir ise derhal Tuğtigin’in yardımını rica etti. Yukarıdaki birbiriyle çelişen rivayetlerin bir devamı olmak üzere yine İbn el-Kalânisî, Tuğtigin’in şehre bir tek asker dahi yollamadığını yazmış; buna karşılık İbn el-Esîr, Tuğtigin’in, Sûr’a hâkim olup yeterli sayıda asker görevlendirdiğini ve erzak depo ettiğini kaydetmiştir. Tuğtigin’in, Fâtımî donanması ile eşzamanlı harekete geçmesi de yine atabeğin bu konuya önem verdiğini göstermektedir432. Haçlı-Venedik birleşik ordusu, 16 Şubat’ta şehir önlerine ulaşmış ve mümkün olabildiğince şehri muhasaraya başlamışlardı. İlk olarak şehir yanındaki meyvelikler ele geçirilmiş; ordugâh, –giriş çıkışa tamamen engel olmak için- halka şeklinde kurulmuştu433. Acil durumlar için tetikte ve biraz açıkta bekleyen bir gemi hariç diğer gemiler limana yakın bir yere konumlandırıldı. Ordugâhı çevrelemek ve korumak için hendek kazılırken Venediklilere ait erzak stokları, kuşatma aleti yapımına uygun malzemeler vs. ordugâha taşındı ve kuşatma aletleri yapacak ustalar toplandı. Kuşatma aleti yapımına Haçlılar ve Venedikliler ayrı ayrı başladılar. Kuşatma makinelerinin, duvardaki savunuculara karşı yakın savaş verilebilecek bir tarzda yapımına özen gösterilirken, şehrin içinin görülebilecek yükseklikte olmasına da dikkat edildi. Çok büyük taşlar fırlatabilen bu aletlerle sonuç alınması öngörülmüştü. Fakat aralıksız surların dövülmesi, başlangıçta kuşatılanları tedirgin ettiyse de bir müddet sonra toparlanan şehir garnizonu, aynı şekilde cevap vermekte gecikmedi. Şehirde inşa edilen büyük mancınıklarla bu defa Haçlı kuleleri taşa tutuldu. Hatta kuşatma aletlerinin bulunduğu yerde kuşatılanlar inisiyatifi ele almış, üstün duruma gelmişlerdi. Şimdi Haçlılar, civarda kalmaya cesaret edemedikleri gibi kuşatma aletlerini korumaktan da aciz kalmışlardı434. Kuşatılanların da savaş aletleri inşa etmesiyle çatışmalar şiddetlendi. Kuşatma aletleri içindeki Haçlı askerleri, mukabelede bulunmaya çalışırken duvar üzerindeki ve kulelerdeki Müslümanlar, zaman zaman ileriye çıkıp savaşmaya başladılar. Haçlılar, bu defa daha fazla kuşatma kulesiyle saldırmaya ve aralıksız duvarları dövmeye devam ettiler. Bu arada duvarlar yavaş yavaş tahrip olmaya başlamıştı. Öyle ki atılan taşların etkisiyle çıkan tozdan kuşatılanlar, artık Haçlıları göremez olmuşlardı. Atılan taşların surları aşarak İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.211, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.490-491 Willermus, şehrin kuşatılma tarihini 18 Şubat olarak vermiştir. Willermus, II, s.7-9, Fulcherius Carnotensis, s.133, İbn el-Kalânisî ve İbn el-Esîr ise bu tarihi 518 Rebiyülevvel = Nisan-Mayıs 1124 olarak kaydetmişlerdir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.211, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.491 434 Willermus, II, s.10, Fulcherius Carnotensis, s.215 432 433 119 şehrin içine de düştüğü bu şiddetli çarpışma, surlarla sınırlı kalmadı. Şehir garnizonu, zaman zaman ani bir şekilde şehirden çıkıyor ve Haçlılara karşı duvarların dışında da savaş veriyorlardı435. Surlarda ve kapı önünde günlük çatışmalar devam ederken krallık ileri gelenleri tarafından çağrılmış olan Trablus kontu Pons, bölgeye ulaştı. Onun gelişi, Haçlılara moral olmuş ve güç kazandırmıştır. Şehir halkı için ise yeni bir korku kaynağı oldu. Willermus’un kaydına göre bu nazik durumda kuşatılanlara şehirde bulunan 700 Dımaşk süvarisi güç veriyordu. Fakat Sûr halkının savaşçılık özellikleri sınırlıydı ki yazar da onları “asil takımı ve savaştan anlamayan efemine karakterli insanlar” olarak tarif etmektedir. Halkın tutumunun da etkisiyle Dımaşklılar da zamanla ilgilerini kaybettiler ve savaşın tüm yükünü tek başlarına yüklenmeyeceklerini ilan ettiler. Bunlar da Haçlıların her geçen gün takviyelerle güçlendiğinin, buna karşılık şehirde kaynakların (malzeme, erzak vs.) yavaş yavaş eridiğinin farkındaydılar. Bu Dımaşklı askerler, halka teslim olmaları gibi bir tavsiyede bulunmamakla beraber artık eskisi gibi cesaret de vermiyorlardı. Savaş ise ağırlıklı olarak kapı önünde yaya ve süvariler arasında devam ettiriliyordu436. Sûr kuşatması devam ederken Askalânlıların Kudüs’e saldırıları, Sûr halkını biraz olsun rahatlatabilirdi fakat bu teşebbüsten somut bir sonuç çıkmadı. Askalânlılar, Haçlıların Sûr kuşatmasıyla meşguliyetini avantaja çevirmek ve halkı gafil avlamak istemişlerdi. Nitekim Askalânlıların gelişi, Kudüs halkı için beklenmedik oldu. Tarla ve bağlarda çalışan yaklaşık sekiz Hıristiyan derhal katledildi. Şehirde askeri unsur çok olmamakla beraber Haçlılar yine de Askalânlıları karşıladılar. Willermus, tarafların, üç saat boyunca karşı karşıya beklemekle birlikte Haçlılar, savaşçı unsurları sadece yaya asker olduğu; Askalânlılar da şehre yakın bir yerde savaş vermeyi tehlikeli buldukları için bir çatışma yaşanmadığını ve Askalânlıların geri çekildiğini kaydetmektedir. Fakat Fulcherius, sekiz kişinin öldürüldüğünü haber alan Frank ve Süryânîlerin Askalânlılarla üç saat boyunca çatıştığını ve çok sayıda yaralılarını yanlarına alan Askalânlıların çekildiğini 435 Willermus, II, s.11 Willermus, II, s.11-12, Trablus kontu Pons’un gelişi, Haçlılara güç kattı. Trablus, zaten 1109 yılından beri Kudüs’ün tabîî idi. Trablus’un yardıma gelmesini anlatırken Fulcherius’un yaptığı bir değerlendirme, Haçlıların birbiriyle olan ilişkilerine ışık tutmaktadır. Buna göre Sûr kuşatmasına Antakya Prinkepsliğinin bir yardımı dokunmadı. Zira Sûr yüzünden Antakya ve Kudüs kilisesi arasında ihtilaf yaşanmaktaydı. Antakya Prinkepsi, Bizans döneminde Sûr’un yönetiminin Antakya’ya ait olması dolayısıyla iddia sahibi idi. Kudüs Krallığı ise Papanın verdiği imtiyazları yani bu toprakları Kudüs Krallığı’na dâhil etmesini dile getirip şehir üzerinde hak iddia ediyordu. Fulcherius Carnotensis, s.245-246, Steven Runciman, II, s.260, Pons’un sefere katkısı şüphe götürmez. Onun seferdeki etkin rolüne, diğer liderlerle beraber sancağının teslim olan şehrin burcuna çekilmesi de delalet etmektedir. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.111, 114 436 120 söylemektedir. Fakat ortak rivayete göre Haçlılar, Askalân birliklerini uzun süre takip edememişler ve kısa mesafede onlara saldırarak kayıp verdirmişlerdi. Willermus’a göre kırk kişi öldürülmüş, dört süvari esir alınmış ve on yedi at ele geçirilmişti. Fulcherius’a göre ise on yedi kişi katledilmiş, birçok at ele geçirilmiş ve üç süvari de esir alınmıştı437. Rivayetler birbirini tutmamakla beraber Askalânlıların, bu girişimde maksatlarına ulaştıklarını söylemek zordur. Zira kendilerinin Sûr kuşatmasını düşünerek bu sefere giriştiklerine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Yani Haçlıları, kuşatmayı kaldırmaya zorlayacak geniş çaplı bir hareket değildi. Amaçlarının yağma ve Hıristiyan halka zarar vermek olduğu göz önüne alındığında bunda başaralı olduklarını söylemek de zordur. Sûr kuşatmasına baktığımızda halkın durumunun her geçen gün kötüye gittiğini görüyoruz. Halk ve askerler, aralıksız süren çarpışmalar ve nöbetler dolayısıyla iyice yıpranmışlar, enerjilerini kaybetmişler ve savaş hususunda daha az gayret göstermekteydiler. Buna ek olarak şehrin nüfusu da kalabalıktı. Zira Sûr, önemli toplanma yerlerinden biridir. Haçlı ablukasında kimse dışarı çıkamıyor veya içeri giremiyordu. Bunun doğal bir sonucu olarak bir süre sonra açlık tehlikesi ortaya çıktı. Şehirde erzak hızla tükenmeye başlayınca şehrin valisi, Fâtımî halifesi ile Dımaşk hâkimi Tuğtigin’den yardım istemek durumunda kaldı. Gönderilen haberde Haçlıların artan gücü karşısında şehrin güç kaybettiği dile getirilmiş ve açlık riskine vurgu yapılmıştı. Yardım talebi, halkın ümidini yenilese de askerlerin çoğu yaralı ve savaşmaktan aciz durumdaydı. Kaynaklar, bir rakam vermemekle beraber haberi alan Tuğtigin’in, kalabalık bir askeri birlikle harekete geçtiğini ve Sûr’a yaklaşık altı buçuk km. uzaklıkta, nehir kıyısında ordugâhını kurduğunu kaydetmektedirler. Willermus’un kaydından Fâtımîlerin gönderdikleri kuvvet hakkında bir fikir sahibi olmamız zor görünmemektedir. Fakat yazar, herhalde Fâtımîlerin, bu konuya gereken önemi vermediğini vurgulamak istemiştir ki Mısır’da “olağandan büyük olmayan bir donanma hazırlandı ve sıradan sayıda silahlı adamla donatıldı” ifadesini kullanmaktadır. Hazırlanan donanmanın üç gün içinde Sûr’a yardıma ulaşacağı haberi, Haçlılara ulaştı. Bu sırada Tuğtiğin de ihtiyatlı bir şekilde hala bekliyordu ki bu da Fâtımî donanmasının şehre ulaşmasına yönelik bir tedbir olmalıdır. Yani Fâtımî donanması geldiğinde Tuğtiğin, kara ordusuyla savaşacak ve bu sayede donanma, engelsizce şehre girebilecekti438. 437 438 Willermus, II, s.12-13, Fulcherius Carnotensis, s.133-134 Willermus, II, s.13-14 121 Tuğtigin’in planından haberdar olan Haçlılar, tedbir almaya başladılar. İlk olarak Haçlı ordusu üç bölüme ayrıldı. Buna göre tüm şövalyeler ve ücretli yayalar, Trablus kontu Pons ile krallığın yöneticisi ve şurtası William de Bury kumandasında Tuğtigin’e karşı çıkacaklar; eğer Dımaşklılarla savaşmak icab ederse bu bölük, Tuğtigin’i hareketsiz bırakarak Fâtımî donanmasına muhtemel yardımını önleyeceklerdi. Venedik Doge’u, kuvvetleriyle denize açılacak ve eğer rastlarsa Fâtımî donanmasına karşı mücadele verecekti. Krallığın çeşitli yerlerinden kuşatmaya katılanlarla Venediklilerin çoğunlukta olduğu üçüncü bölük ise kuşatma aletlerini koruyacak; kuşatma aletlerindeki savaşçılar yoruldukları zaman kapı önünde çatışmaların devamını temin edeceklerdi. Plan gereğince Pons ve Bury, Tuğtigin’e karşı çıktılar ve üç buçuk km. kadar ilerlediler. Bu sırada Tuğtigin, nehri geçme niyetindeydi fakat Haçlıların planını haber aldığı için çatışmaya girmekten çekindi ve ordusuna geri çekilme emri verdi. Venedik Doge’u ise filosunu düzenledi ve Sûr’dan yaklaşık dokuz buçuk km. uzaklıkta olan Alexandrium’a (=Scandalium) doğru yelken açtı. Fakat buraya ulaştığında Tuğtigin’in geri döndüğünü haber aldı. Zaten Fâtımî donanması da ortada görünmediği için kuşatmaya geri dönmek için sahile hareket etti439. Şehir dışında bunlar yaşanırken kuşatılanların, Haçlı kulelerini yakma teşebbüsü başarıya kavuşsa da bu da uzun vadede bir yarar sağlamadı. Şehirden cesur genç bir adamın Haçlı kampına sızıp büyük bir savaş aletini ateşe vermesi, başlangıçta Haçlıları endişeye sevk etti fakat derhal silahlanan Haçlılar, kuleyi söndürmek için yoğun bir uğraş verdiler ve yakalanan genç, şehir halkı önünde idam edildi440. Fulcherius, şehirden bir grubun çıkarak kuşatma aletlerini ateşe verdiğini kaydederek Willermus’tan ayrılmakla beraber bu saldırıda Haçlıların otuz, Müslümanların ise bunun iki katı kayıp verdiğini söylemekle Willermus’u tamamlamaktadır441. Kuşatılanların saldırısı geri püskürtüldükten sonra Haçlılar, daha aktif olmaya başladılar. Kuşatılanların mancınığının yakılması ile işe başlandı. Willermus’un bu konudaki rivayetini diğer kaynaklarla teyit edemiyoruz. Zira Fulcherius veya İslam kaynakları bu konuda bir şey söylememişlerdir. Willermus’un kaydına göre ise şehirden Haçlıların üzerine taş fırlatmakta ve büyük zararlara sebep olmakta olan büyük mancınığın tahrip edilmesine karar verildi. Fakat bu makineyi nişanlayacak ustalıkta bir asker bulunmamaktaydı. Bu yüzden Antakya’dan bu işte uzman Havadic adında bir Ermeni getirildi. Havadic, ustalıkla belirlenen hedeflere isabetli atışlar 439 Willermus, II, s.14-15 Willermus, II, s.15 441 Fulcherius Carnotensis, s.242 440 122 yaptı ve kuşatılanların savaş aletlerini tahrip etti. Bu başarının ardından da genel hazineden büyük paralar verilerek onurlandırıldı442. Sûr kuşatması sürerken Haçlıların morallerini düzelten bir başka gelişme daha yaşandı. Bu olay, Belek’in Menbic şehri önünde şehid edilmesiydi443. Belek’in kesilen başı, önce Antakya’ya oradan da Sûr’a getirildi. Bu haber, Haçlıların moralini epeyce yerine getirmişti. Hatta Pons, Belek’in kafasını Haçlı kampına taşıyan askeri, şövalye silahtarlığına terfi ettirdi. Haçlılar, şimdi kuşatmayı daha şevkli devam ettiriyorlardı. Kuşatılanlara baktığımızda ise şehirde açlığın artık net bir şekilde hissedildiğini ve halkın savunmayı iyice gevşettiğini görmekteyiz444. Bu sırada Fulcherius’un, 22 Mayıs 1124’e tarihlediği bir olayda beş Venedik askeri, iki Müslümanı öldürerek surların yakınında bulunan bir evi yağmaladılar ve küçük bir ganimet ele geçirdiler. Fakat daha sonra şehirden çıkan birkaç asker, Hçılara ait bir kayığı ele geçirdiler445. Sûr kuşatmasında bunlar yaşanırken Kudüs civarına Askalânlıların, ikinci bir saldırısı gerçekleşti. Krallık ordusunun Sûr kuşatmasıyla meşgul olmasından dolayı Haçlı toprakları savunmasız ve saldırıya açıktı. Bunun bilincinde olan Askalânlılar, ellerinden geldiğince Haçlılara zarar verme gayretindeydiler. Askalân kuvvetleri, Judea bölgesine ilerleyip -Mahumaria olarak bilinen ve Kudüs’ün kuzeyine sekiz km. uzaklıkta bulunanel-Bîre Köyü’ne ani bir baskın düzenlediler ve köyü zorla ele geçirip halkın çoğunu kılıçtan geçirdiler. Fakat yaşlılar, kadın ve çocuklarla beraber kuleye çekildikleri için bunlar hayatlarını kurtarabildiler. Bunun üzerine Askalânlılar bölgeye yayılıp rastladıkları Hıristiyanları öldürdü veya esir aldılar446. 442 Willermus, II, s.15-16 Belek’in ölümle sonuçlanan Menbic kuşatması hakkında hemen bütün kaynaklarda bilgi bulunmaktadır. Haçlı ve İslam kayakları, onun ölüm şeklini farklı anlatırlar fakat önemli olan husus, korkulu rüyaları olan Belek’in ölümüyle Haçlıların moral buldukları ve kuşatmayı daha da şiddetlendirdikleridir. Belek’in ölümü hakkında Bkz. Willermus, II, s.16, Fulcherius Carnotensis, s.240-241, Urfalı Mateos, Vakayiname, s.277278, İbn el-Adim, Zübdet el-Haleb, s.285-289, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.169, Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, II, (1118-1146), s.48-51 444 Willermus, II, s.16-17 445 Fulcherius Carnotensis, s.243, Kayığın, Sûrlular tarafından ele geçirilmesini, Willermus detaylandırmaktadır. Buna göre şehirden çıkan genç ve yüzme konusunda iyi bir adam, ihtiyat için orada bekleyen gemiye kadar yüzdü ve yanında getirdiği halatları gemilere (kayık veya sandal olmalı) bağladı. Bu esnada gemide bulunan gözcü, bunu görüp alarm verdi ve Haçlılar sahile koşuştular. Fakat Haçlılar daha durumun ne olduğu anlayamamışlardı ve onlar ne yapacaklarına henüz karar veremeden adam, gemileri şehrin içine çekti. Haçlı gemisinde koruma olarak beş asker görevlendirilmişti. Bunlardan biri öldürülürken diğer dördü gemiden atlayarak hayatlarını kurtardılar. Willermus, II, s.17 446 Fulcherius Carnotensis, s.243, Willermus, bu köyün adını Bilin olarak kaydetmiştir. Willermus, II, s.17-18 443 123 Sûr’da dayanma sınırlarını aşan bir açlık yaşanmaktaydı. Vali, şehir ileri gelenleri ve halktan insanlar toplanarak bu sefaleti nasıl bitirebilecekleri üzerine görüşmeye başladılar. Tartışmaların ardından yardım ümidi olmayan bu durumda ölmeyi beklemektense teslim olmaya karar verildi. Bu kritik durumda Tuğtigin, tekrar harekete geçti ve daha önce ordugâhını kurduğu yere indi447. Tuğtigin’in gelişi, Haçlıları endişelendirse de kuşatmayı tüm hızıyla devam ettirerek kapı önünde olması muhtemel bir savaş için hazırlıklarını tamamladılar448. Haçlılar, savaşmaya hazırlanırken Tuğtigin’in elçileri Haçlı karargâhına geldiler. Willermus’un kaydına göre elçiler, uzlaşmacı bir dille Tuğtigin’in tekliflerini ilettiler. Haçlıların, kendi aralarında teklifleri değerlendirmesinin ardından nihayet anlaşma sağlandı. Anlaşmaya göre; gitmek isteyenler serbestçe eş, çocuk ve tüm mallarıyla gidecekler; kalmak isteyenler evlerinde güven içinde kalacaklardı. Anlaşmanın ardından şehir kapısı üzerindeki burca Haçlı kralının, Green Tower denen yere Venedik Dogue’nin ve Tranaria Burcu’na (Tower) da Pons’un bayrakları çekildi449. Haçlı kaynaklarının ifadesine göre teslim olan halk, şehirden çıktı. Bunlar, Haçlı ordugâhını gezdiler ve burada Haçlıların kuşatma aletlerini inceleyip aletler hakkında bilgi aldılar. Bu arada şehre giren Haçlılar, hayranlıklarını gizleyememişlerdi. Şehrin tahkimatları, sağlam binaları, yüksek kuleleri ve giriş-çıkışa izin vermeyen limanını çok beğendiler. Şehrin teslim olmasını kolaylaştıran açlık, şimdi daha iyi anlaşıldı zira Haçlılar şehirde sadece beş ölçek buğday bulabilmişlerdi. Sûr şehrinin ele geçirilmesi, Haçlılar açısından fevkalade bir kazanımdı. Şehir üç kısma ayrıldı; bunlardan ikisi Haçlılara ait olurken bir kısmı da anlaşma gereği Venediklilere bırakıldı. Bu sayede Haçlılar, Sûr şehrini 8 Temmuz 1124’te ele geçirdiler450. Willermus, II, s.18, Tuğtigin, Haçlıların kuşatmayı kaldıracaklarını düşünerek Banyas’a indi fakat Haçlılar kuşatmayı bırakmadılar. Tuğtigin, buradan Mısır’a haber gönderip yardım istedi fakat Fâtımîler herhangi bir yardımda bulunmadı. Bunun üzerine Tuğtigin de şehirdekileri en azından sağ kurtarmak için Haçlılarla anlaşma yoluna gitti. İbn Kalânisî, Zeyl, s.211, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228-229, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.491, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.175, Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, s.850 448 Willermus, II, s.18-19 449 Willermus, II, s.19, İslam kaynakları da teslim olma şartları konusunda Hıristiyan kaynaklarıyla mutabıktır. İbn Kalânisî, Zeyl, s.211, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.228-229, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.491, Ayrıca Bkz, Urfalı Mateos, Vakayiname, s.280 450 Fulcherius Carnotensis, s.144, Willermus, şehrin zapt tarihini 29 Haziran 1124 olarak kaydederken Willermus, II, s.20-21, İbn el-Kalânisî, İbn Esir ve Sıbt İbn el-Cevzî 8 Temmuz 1124 tarihini, İbn Kalânisî, Zeyl, s.211, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.70, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.229, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.491, Makrizî ise 28 Temmuz 1124 el-Makrizî, İtti’az, III, s.107 tarihini vermişlerdir. Abû’lFarac, şehrin alınışını yanlış olarak 1126 yılı vermekle beraber Venediklilerin katılımıyla şehir kuşatılırken Kudüs kralının da yardıma gelmesi sonrası şehrin alındığını kaydetmektedir ki bu sırada Kudüs kralı esarette bulunuyordu. Abu’l-Farac, II, s.359-360, Süryânî Mihail, Abûl-Farac’ı tekrar etmiştir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.86-87, Venediklilere verilen yer, şehir içinden 447 124 Her ne kadar Tuğtigin, şehre yardıma gelmişse de onun çabası, şehri kurtarmaya yetmedi. Şehir civarındaki arazinin Haçlıların elinde olması da şehrin zaptını kolaylaştırmıştı. Zira Sûr şehrinin yanındaki –korunaklı kaleleri ve arazileriyle Lübnan (Lebanon) yakınlarına kadar uzanan- tüm dağlık yerler, güçlü bir asil olan ve dağlarda yaşayan Humphrey of Toron’un eline geçmişti. Bu adam, Sûr’a dört veya sekiz km. mesafedeki yerlerin tartışmasız hâkimiydi ve burada bulunan kalesinden Sûr üzerine ani saldırılar düzenlemekteydi. Ayrıca bahsedilen yerlerde Taberiye hâkiminin, Bury’nin, Urfa kontu Joscelin’in geniş mülkleri de bulunmaktaydı. Bunlar da aynı şekilde Sûr halkına tehlikeli pusular kurup zarar vermekteydiler. Tüm bunlara güneyde I. Baudouin’in, Scandalium adında bir kale yaptırdığını da eklemek gerekir. Buralardan tekrarlanan saldırılarda şehir, yoğun şekilde baskıya tabi tutuluyordu. Şehir, daha Fâtımîlerin elindeyken (1122) bu kuşatmada ölen Odo, Sûr’a metropoliten atanmıştı451. Sûr’un ele geçirildiği haberi ulaştığı sırada Kudüs’te olan Fulcherius, halkın sevincini ve kutlamaları tasvir etmekte ve bu sevinci “Kudüs, bir anne gibi kızı Sûr için sevindi ve onu uygun olduğu üzere tahtının sağına oturttu” şeklinde dile getirmektedir.452. Şehrin, Haçlılar tarafın zaptı, Müslümanlar içinse büyük bir zaaftır. Çünkü Sûr, Suriye sahilindeki en müstahkem ve stratejik şehirdi. Bu kuşatma, aynı zamanda Fâtımîler ile Selçuklu Devleti’ne bağlı Tuğtigin arasında ilk ittifakın yaşanmasına da vesile olmuştu. Fakat bu ittifak, şehrin düşmesi ile amacına ulaşamadı453. 2.2.19.Fâtımî Donanmasının Yenilgisi (1125) ve Sonrasında Beyrut’un Fâtımîler Tarafından Yağmalaması (1126) 1125 yılında Fâtımîlerin, yıllık olağan yardımları Askalân’a ulaştı. Willermus’un her fırsatta vurguladığı üzere şehir, yılda birkaç kez Mısır’dan yollanan yardımlarla güçlendiriliyordu. Böylece erzak ve malzeme sıkıntısı çekmeyen Askalânlılar, Haçlılara saldırıyor ve kurdukları pusularla hacılara zarar veriyorlardı. Fulcherius’un anlatımına göre Baudouin, 1125 yılı yazında Suriye içlerine bir sefer düzenlemiş ve zengin üç köyü yağmalamıştı. Bu akın sonrasında da Askalân’a yöneldi. İlk olarak Askalân kuvvetleri harekete geçti. Haçlı öncüleri, Askalânlıların önünden çekilerek bunları şehirden uzaklaştırdılar ve Baudouin’in pusu kurduğu mevkiye çektiler. Burada pusuya düşürülen limanın yakınına kadar uzanıyordu. Fulcherius Carnotensis, s.247, Stevenson, The Crusaders in the East, s.115-116, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.151, Steven Runciman, bu tarihi 7 Temmuz olarak vermiştir. Steven Runciman, II, s.140 451 Willermus, II, s.19-20, Fulcherius Carnotensis, s.212 452 Fulcherius Carnotensis, s.243-245 453 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.229, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.491, Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.122, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.470 125 Askalânlılardan kırk kişi öldürüldü ve diğerleri yoğun bir Haçlı baskısı altında şehre çekildiler. Fulchrius, sayı vermemekle beraber Haçlı askerlerinin az olduğunu ve eğer sayıları fazla olsa idi şehrin düşebileceğini dile getirmektedir454. Ertesi yıl, Fâtımî ordusunun yolda olduğu haberi ulşmasına rağmen Baudouin, Kuzey Suriye’ye hareket etti. Zira bu sırada Aksungur el-Porsûkî, Esârib Kalesi’ni muhasaraya başlamıştı. Bu yüzden Baudouin, Porsukî’yi daha tehlikeli buldu ve Esârib’e yöneldi. Bu arada bahsedilen Fâtımî donanması ise Farma-Askalân-Yafa-Kaysâriye-AkkâSûr-Sayda istikametinde ilerleyerek bölgeyi araştırdı ve Haçlılara zarar vermek için fırsat aradı. Fakat kaynaklar, bu güzergâhta Fâtımîlerin herhangi bir tahribinden bahsetmemektedir. Sonrasında Fâtımî donanması, Beyrut’a ani bir saldırı düzenledi. Beyrutluların, burada bulunan hacılarla beraber Fâtımîlere karşı iyi bir savunmada bulunmasıyla Fâtımîler, Beyrutlulara karşı üstünlük sağlayamadılar. Beyrut önlerinden ayrılarak önce Trablus’a sonra da Kıbrıs’a yöneldiler455. Fulcherius’un kaydına göre Fâtımî donanması, yolculuk boyunca açlık ve tatlı su bulamama yüzünden yıpranmıştı. Beyrut saldırısında ise şiddetli bir direnişle karşılaşınca 130 ölü bırakarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Fulcherius, 5 binden fazla askerin bulunduğunu kaydettiği donanmanın, yirmi iki kadırga ve elli üç farklı tür gemiden oluştuğunu haber verirken; Willermus bu rakamı yirmi dört gemi olarak kaydetmiştir456. 454 Fulcherius Carnotensis, s.258, Willermus, I, s.26, Stevenson, The Crusaders in the East, s.117, Steven Runciman, II, s.143 455 Fulcherius Carnotensis, s.269-271, Stevenson, The Crusaders in the East, s.119, Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, s.230, Steven Runciman, II, s.144 456 Fulcherius Carnotensis, s.271, Willermus, I, s.32, Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.151 126 127 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİNE KADAR FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1132-1160) 3.1.EL-HÂFIZ Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1132-1149) el-Âmir Bi-Ahkâmillâh’ın 7 Ekim 1130 günü öldürülmesi, Fâtımî Devleti’ni yeni bir kriz ortamına sürükledi. el-Âmir, veliaht bırakmadan öldüğü için yerine amcasının oğlu el-Meymûn Abdülmecîd vekâleten geçti. Bu sırada el-Âmir’in eşlerinden biri hamile olduğu için doğum gerçekleşinceye kadar el-Meymûn, işleri yürütecekti. Doğacak çocuk erkek olursa ona halife olarak biat edilecek ve el-Meymûn da onun naibi olacaktı457. elMeymûn, iktidarı ele alınca vezirliğe Ebû Ali Ahmed b. el-Efdâl’i getirdi. Fakat Ebû Ali, idareye hâkim olarak devleti, tek başına idare etmeye başladı ve el-Meymûn’un hareketlerini kısıtladı. Ebû Ali, beklenen imam adına hutbe okutuyor ve devlet işlerine elMeymûn’u karıştırmıyordu. Nihayetinde Ebû Ali, 8 Aralık 1131’de öldürülünce elMeymûn’a halife olarak biat edildi ve “el-Hâfız li-Dînillâh” lakabı verildi458. Başa geçen el-Hâfız, Ebû’l-Feth Yânis’i veziri tayin etti fakat bir müddet sonra Yânis’in aşırı güçlenmesini bir tehdit olarak algılamaya başladı ve neticesinde Yânis, 7 Kasım 1132 tarihinde zehirlenerek öldürüldü. Yerine el-Hâfız’ın oğlu Hasan vezir tayin edildi459. Yeni vezir Hasan, kan dökmekten çekinmeyen bir insan olarak ön plana çıkar. Hatta el-Hâfız, Ebû Ali taraftarlarından intikam almasını söylediğinde o kadar ileri gitti ki el-Hâfız dahi kendisinden çekinmeye başladı. Hasan, idareye hâkim oldu ve Mısır ileri İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.255, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.525, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.137, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.231, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.235, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.192, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.91-92, ed-Devâdârî, Kenz e-Durer, VII, s.504-505. el-Âmir’in öldürülmeden önce Ebû el-Kâsım Tayyib adında bir oğlunun dünyaya geldiği, bu çocuğun veliaht tayin edildiği ve el-Hâfız’ın bu çocuğu gizlediği yönündeki rivayetler bu defa Fâtımî akidesinde TayyibiyyeHafıziyye olarak yeni bir bölünmeye neden oldu. Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.208, Ahmet Güner, “Hâfız –Lidinillah”, DİA, XV, Ankara 1997, s.108, Abdülmecîd, “Emanetçi İmam” olarak elÂmir’in eşi doğum yapıncaya kadar devlet idaresine getirildi. Yani kendisine doğumu beklenen imamın kefili olarak biat edilmişti. Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler”, DİA, XII, s.232, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle elFâtımiyye fî Mısır, s.243 458 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s. 261, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.530-531, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.138-141, 143, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.232-234, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.235-236, en-Nuveyrî, Nihâyet elEreb, XXVIII, s.192-194, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.92-93, Azîmî, Tarih, s.66, Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, III, s.5-6, el-Yâfîi, Mir’at el-Cinân, III, s.191, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.511-512, İbn el-İmâd, Şezerâet ez-Zeheb, VI, s.128-129, Ahmet Güner, “Hâfız –Lidinillah”, DİA, XV, s.108, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.208-209 459 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.261-262, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.531, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.144-145, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.234, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.194, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.6, Azîmî, Tarih, s.66, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.93, Farhad Daftary, İsmaililer, s.393-394 457 128 gelenlerine de zulmetmeye, onları öldürmeye başladı. Mısır ileri gelenlerinin şikâyetleri ve halifeyi tehditleri üzerine el-Hâfız çaresiz, oğlunu zehirleterek ortadan kaldırmak zorunda kaldı460. Hasan’ın yerine Hıristiyan asıllı Emir Tâcü’d-Devle Behrâm tayin edildi ki onun vezareti zamanının en belirgin özelliği devlette Ermenilerin çokça istihdam edilmesidir. Behrâm, Ermeni asıllı bir Hıristiyan idi. İdareyi ele aldı, Müslümanları görevlerinden alıp yerlerine Ermenileri tayin etti ve Ermeniler, Müslüman halka kötü davranmaya başladılar. Rıdvân b. Velehşâ, bu durumdan rahatsız oldu, etrafına topladığı kalabalıkla Kahire üzerine yürüdü. Behrâm ise savaşmadan Yukarı Mısır’a kaçıp (Şubat-Mart 1137) Asvan şehrine gitti fakat şehre alınmadı. Sudanlılar, Ermenilerin pek çoğunu öldürdüler. Asvan’a giremeyen Behrâm, Halifeye haber yolladı ve eman diledi. Kahire’ye dönünce de sarayda hapsedildi461. Vezirliğe getirilen Rıdvân ile halifenin arası bir müddet sonra bozuldu. 15 Haziran 1139’da halkın ayaklanması üzerine Rıdvân, kaçmak zorunda kaldı. Suriye’den asker toplamak üzere yola çıkan Rıdvân, İbn Massâl’ın araya girmesiyle geri döndü462. Rıdvân’ın kaçışından sonra Behrâm tekrar vezir ilan edildi fakat bir yıl sonra 1140 yılında öldü463. Rıdvân, 1148-1149 yılında hapsedildiği saraydan kaçıp topladığı askerlerle Tolunoğlu Cami yanında halifenin adamlarıyla savaşa girdi fakat yenildi ve öldürüldü464. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.280-281, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.31-32, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.153-155, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.194-195, İbn el-Kalânisî, bu dönemde halife ile vezir Hasan arasındaki sorunların askerlerin bölünmesine ve Şîî-Sünnî çatışmasına sebep olduğunu kaydetmektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.242, Safedî ise Hasan’ın kan dökmekte ileri gittiğini zira Ehlisünnete meyli olduğunu rivayet etmektedir. es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, XII, s.59, Azîmî, Tarih, s.71, Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, III, s.9, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.93, el-Yâfîi, Mir’at el-Cinân, III, s.195, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.514-515 461 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.296-297, a. mlf, İslam Tarihi, XI, s.51-52, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.159-161, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.195-197, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.11, İbn Haldûn, Kitâb elİber, IV, s.94, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.313-314, İbn el-Kalânisî de vezirin Hıristiyan yanlısı bir politika izlemesi sonucu olayların çıktığını haber vermektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.262, edDevâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.521 462 Rıdvân’ın kaçmasına sebep olan olay, güçlenmesinin yanında Sünnî yanlısı bir politika takip etmesidir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.297, a. mlf, İslam Tarihi, XI, s.52-53, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.165-166, 168-173, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.198-199, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.94, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.270, 272-273, Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.56-59, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.266-268, Rıdvan’ın sonunu hazırlayan olaylardan biri de el-Hâfız'ın meşrû halife olmayıp sadece onun vekili olduğunu söylemesi ve fakihlerden onun azli için fetva almak istemesidir. Fakat fakihler bu fetvayı vermemişlerdir. Ahmet Güner, “Hâfız –Lidinillah”, DİA, XV, s.109 463 en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.200, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.175, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.533 464 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.183-184, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.199, İbn el-Kalânisî, Zeyl, 296, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.272, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.12, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.9495, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.527, Usâme’nin kaydına göre Rıdvân’ı Sudanlı bir asker öldürdükten 460 129 Yaşanan kıtlık ve veba465 ile Nizâr’ın oğlu olduğunu iddia eden birinin isyanı, el-Hâfız döneminin öne çıkan diğer olaylarıdır466. Halifeliğini vezirlerin tahakkümü altında geçiren el-Hâfız, Ekim-Kasım 1149’da öldü467. Kaynaklar el verdiği kadarıyla el-Hâfız zamanında Fâtımî-Haçlı ilişkileri birkaç başlıkta toplanabilir. Bu dönemde Haçlılara karşı etkili bir mücadele verildiğini söyleyemeyiz. Bunun temel nedeni, Fâtımîlerin dâhili olaylarının mücadeleye fırsat vermemesidir. İstikrarın kaybolduğu bir dönem olmasına rağmen Askalân’ın takviyesinde bir ihmal görülmemektedir. Bu arada Fâtımîlerin eskisi gibi güçlü olmadığını da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Belki bunun da etkisiyle bu dönemde Nûreddîn ile ilişkilerde bir yoğunluk göze çarpmaktadır. Müslümanların kendi aralarında zaman zaman birleşmeleri vaki idi. Fakat Haçlıların, yaşadığı anlaşmazlıklarda Fâtımîlere yaklaştıkları da görülmüştür. Mesela 1132 yılında vukua gelen olayda Yafa kontu Hugue, Askalân’a sığınarak Fâtımîlerin yardımını talep etmişti. Willermus’un verdiği bilgiye II. Baudouin, babasından kalan miras olmak üzere II. Hugue de Puiset adındaki asile Yafa’yı vermişti. 1121 yılında Hugue, Eustache Garnier’in dul karısı Emma ile evlendi fakat üvey oğulları kendisinden nefret etmekteydiler. Bu arada Fulk ile evlenmiş olan kraliçe Melisende’nin Hugue ile olan yakınlığı dedikodulara sebep olmaktaydı ve bir süre sonra kral ile Hugue’nin de arası açıldı. 1132 yılına gelindiğinde Hugue’nin üvey oğlu Gautier Garnier, bir toplantıda üvey babasını, krala suikast hazırlamakla suçladı ve düelloya davet etti. Bunun üzerine Hugue, düelloya çıkmayarak Askalân’a kaçtı ve Fâtımîlere sığındı. Hugue’nin en önemli destekçileri Ibelin hâkimi ve Yafa konnetablı Balian idi. Askalânlılar, Hugue’yi Yafa’ya götürdükleri sırada Kudüs’ten yollanan ordu da şehre ulaşmış bulunuyordu. Kudüs ordusunu gören Balian, kontu yalnız bırakarak çekildi. Bunun üzerine Askalân kuvvetleri de kendisini yalnız bıraktı468. 1132 yılında gerçekleşen bu olay, o zamanlar için bir sonra Mısırlılar, cesedini parçalamışlar ve şecaat gösterisi olarak onun etinden yemişlerdi. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.59-60 465 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.276, Azîmî, Tarih, s.81, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.186-187 466 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.302, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.186, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.273 467 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.361, a. mlf, İslam Tarihi, XI, s.128, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.308, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.189, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.239-240, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.201, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.237, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.21, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.95, elYâfîi, Mir’at el-Cinân, III, s.216, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.552, İbn el-İmâd, Şezerâet ez-Zeheb, VI, s.226 468 Willermus, II, s.72-73, Steven Runciman, II, s.156-157 130 istisnadır. Mısır için mücadeleler başlayıncaya kadar başka bir örneği bulunmamaktadır. Fakat devletler arasında ateşkes dönemleri yaşanmıştır. 3.1.1.Fâtımîlerin, Nûreddîn ile Haçlılara Karşı İttifak Girişimleri el-Hâfız döneminde Nûreddîn ve Dımaşk hâkimi Muîneddîn’e Mısır’dan elçiler yollanmış, karşılıklı hediyeler sunulmuş ve bir manada taraflar, birbirlerini Haçlılara karşı cihada teşvik etmişlerdir. Bu konuda kaynaklara yansıyan kayıtlar açık olmamakla beraber bu elçi teatisi ile amaçlananın, Haçlılara karşı yardımlaşma olduğuna hükmedebiliriz. İbn el-Kalânisî’nin kaydına göre 19 Eylül 1147’de el-Hâfız’ın elçileri, Dımaşk’a Muîneddîn’e hediyelerle geldiler469. Fakat elçi heyetinin getirdiği mesaj veya konuşulan konular hakkında kaynakta herhangi bir kayıt yer almamıştır. Ancak Haçlı topraklarına tarafların eşzamanlı gerçekleştirecekleri saldırılar hakkında konuşulmuş olması muhtemeldir. Çünkü Fâtımî donanması harekete geçtiğinde Dımşak’tan kara yoluyla gerçekleşecek bir saldırı, Haçlıları zor duruma sokabilirdi. 3.1.2.Haçlıların Askalân’a Saldırısı (1141) Askalân, sahildeki tek Fâtımî ve Haçlı toprakları ortasındaki tek Müslüman şehri olması dolayısıyla el-Hâfız zamanında da Haçlıların hedefi olmuştur. Askalân ve civarına yapılan ve İslam kaynaklarına çok kısa bir şekilde yansıyan bu saldırı, Nisan-Mayıs 1141’de gerçekleşmişti. Fakat Askalân kuvvetleri, bu Haçlı saldırısına aynı şekilde karşılık verdiler ve yaşanan mücadelede Haçlıları mağlup ettiler470. Bu konuda Haçlı kayaklarında bir kaydın yer almaması bizi olayın detaylarından yoksun bırakmaktadır. Bu bağlamda tarafların kuvvetleri, kayıpları ve çatışmanın gerçekleştiği yer konusunda herhangi bir bilgiye sahip olamıyoruz. 3.1.3.Askalân’ın Takviye Edilmesi Rıdvân, vezirliğe geldikten sonra Hıristiyanların nüfuzunu azaltarak Müslümanlara ağırlık vermeye başlamıştı. Mısır’da içişlerini düzene koymaya çalışan Rıdvan, Haçlılara karşı Askalân’ı da ihmal etmeyerek buraya erzak ve malzeme yollamış ve şehri desteklemiştir. Hatta Rıdvân’ın, Haçlılara karşı sefere çıkacağı da söylenmekteydi fakat bu düşüncesini hayata geçiremedi471. Bunun nedeni, halife ile arasının zamanla bozulması ve daha ihtiyatlı davranarak devlet idaresinde etkinliğini kaybetmek istememesi olmalıdır. Zira 1137’de vezirliğe gelen Rıdvân, 1139 yılında halkın ayaklanması sonucu ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı. Askalân’ın, Mısır’dan desteklenmesi konusunda Makrizî’nin İbn Kalânisî, Zeyl, s.295, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.182 İbn Kalânisî, Zeyl, s.273, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.318, a. mlf, İslam Tarihi, XI, s.78 471 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.163-164, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.268 469 470 131 kaydı önemlidir. Daha önce bahsedildiği üzere Fâtımîler, Askalân’ı yılda üç veya dört kez gönderdikleri silah, erzak ve askerle destekliyorlardı. Ayrıca buraya gönderilen emir ve askerlere iyi bir para ödeniyor ve bunların sıkıntı yaşamadan, şehirle meşgul olmaları sağlanıyordu472. 3.2.EZ-ZÂFİR Bİ-EMRİLLÂH İLİŞKİLERİ (1149-1154) DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI el-Hâfız, 1149 yılında ölünce yerine oğlu ez-Zâfir geçti ve vezirliğe de İbn Massâl getirildi. İbn Massâl, henüz kırk günlük vezir iken Sudanlı bazı bozguncuları yakalamak için Kahire dışında bulunduğu bir sırada el-Âdil b. İbn Salâr, harekete geçti ve vezirliği ele geçirdi. İbn Massâl, İbn Salâr’ın üvey oğlu Abbas tarafından yenilgiye uğratıldı ve öldürüldü (15 Şubat 1150)473. Aşağıda detayları görüleceği üzere İbn Salâr, Askalân’ı kuşatan Haçlılara karşı bir donanma hazırlığındayken üvey oğlu Abbas tarafından –Usâme b. Munkız’ın tavsiyeleri ve halifenin onayı ile- öldürüldü ve Abbas vezir oldu474. İbn Salâr’ın katli sonrasında vezirlik makamına geçen Abbas, oğlu Nasr ile halifenin yakınlığının dedikodulara sebep olmasından rahatsızdı. Bu rahatsızlığı, İbn Salâr’ın öldürülmesinde büyük payı olan Usâme de çok ustaca kullanmıştır. Zira Mısırlı emir ve askerler, olayın iç yüzünü bildiklerinden Usâme’yi öldürmeyi planlıyorlardı. Bu zor durumdan kurtulmak isteyen Usâme, Abbas’a geldi ve halife ile oğlu Nasr hakkında çıkan dedikoduları hatırlatarak halifeyi öldürmenin zorunluluğu konusunda onu ikna etti. Abbas, durumu oğlu Nasr’a anlattı ve halifenin öldürülmesine karar verildi. Halifeyi öldürme işini Nasr üstlendi. Nasr, halifeye giderek onu kendi evine ziyafete davet etti ve yanına fazla adam almamasını söyledi. Yanında çok az hizmetçisiyle gelen halifeyi, Nasr öldürdü ve eve gömdü. Sadece küçük bir hizmetçi, saklanarak bu cinayetten kurtuldu. Ertesi sabah Abbas, saraya giderek hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi halifeyle görüşmek istedi. Halife aranırken Nasr’ın evinden kurtulan hizmetçi gelerek durumu haber verdi. Bunun üzerine Abbas, halifenin kendi adamları, bir tuzak kurmuş olabilirler diyerek sarayı el-Makrizî, İtti’âz, III, s.190, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.238-239 Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.31-33, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.361, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.128-129, İbn Kalânisî, Zeyl, s.311, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.193, 196-197, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.287, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.203-204, İbn Hallikân, Vefeyât, I, s.237, Ebû Şâme, Kitâb erRavzateyn, I, s.253, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.552-553 474 Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.43-45, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.389-390, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.160, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.287, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.205-206, Ebû elFidâ, el-Muhtasar, III, s.27, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.95-96, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.283-284, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.277-278, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.553-554, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.204-205, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.418 472 473 132 aramaya başladı. Halifenin kardeşleri Yusuf ve Cibrîl’i de bu arada öldürdü ve aynı gün, halifenin oğlu el-Fâiz’i halifelik makamına getirdi. (15 Nisan 1154)475. ez-Zâfir döneminin en önemli olayı, Haçlıların Askalân şehrini zapt etmeleridir. Bunun öncesinde Farma’ya yapılan saldırıya Fâtımîlerin karşılık vermesi ve Askalân’ın zaptından sonra Sicilya’dan hareket eden Haçlı gemilerinin Tinnîs476 şehrini yağmalamaları, dönemin diğer olaylarıdır. Aradaki gelişmeler, aşağıda görüleceği üzere Askalân ile bağlantılıdır ve aynı başlık altında değerlendirmek daha uygundur. el-Hâfız döneminde ifade ettiğimiz üzere Mısır’daki dâhili olaylar, Haçlılarla mücadeleyi olumsuz etkiliyordu. Fakat ez-Zâfir döneminde yaşanan olaylar, Fâtımîlere pahalıya mal olmuştur. İbn Salâr gibi Haçlılara karşı mücadelede etkili olabilecek bir devlet adamı öldürülünce ülkede sükûnet sağlanıncaya kadar Fâtımîler harekete geçememiştir ve bu da ancak Talâ’i b. Ruzzîk’in vezirliği zamanında olmuştur. 3.2.1.Haçlıların, Farma’ya Saldırısı ve Mukabil Fâtımî Saldırısı (1150-1151) İbn Salâr’ın, kısa vezirliği döneminde Haçlılarla mücadelede güçlü bir duruş sergilediği görülmektedir. Askalân’ı ihmal etmemesinin yanında Haçlı saldırılarına da etkili cevaplar vermiştir. ez-Zâfir döneminde Haçlıların Farma’ya Ekim-Kasım 1150’de saldırıları gerçekleşti. Haçlılar, Farma’yı yağmaladıktan sonra tahrip ettiler ve ateşe verdiler477. Bu saldırıya karşılık ertesi yıl İbn Salâr, 300 bin dinar harcayarak donattığı yetmiş gemilik Fâtımî donanmasını harekete geçirdi. Donanma, ilk olarak Yafa’ya saldırdı. Burada insanların bir kısmını öldürülürken bir kısmı da esir alındı. Donanma, tahrip edilen yerleri ateşe verdikten sonra Yafa’dan ayrıldı. Yolda birkaç Bizans gemisini ele geçiren Fâtımî donanması, Akkâ’ya ilerledi ve burada da Yafa’da yaşananlar tekrar edildi. Akkâ’da Haçlı gemileri ele geçirilip halktan ve hacılardan birçok kimse öldürüldü. Sonrasında Sayda, Beyrut ve Trablus kıyıları tahrip edilip yağmalandıktan ve halkın bir kısmı öldürüldükten sonra birkaç Haçlı gemisi daha ele geçirildi478. Bu arada kaynaklara ez-Zâfir’in öldürülmesi konusunda olaylara bizzat katılmış olan Usâme’nin eseri en önemli kaynaktır. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s. 43-45, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.394-395, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.165-166, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.329-330, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.208-209, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.295-296, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.206-208, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.237-238, Ebû elFidâ, el-Muhtasar, III, s.28, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.97, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.289291, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.563-565, İbn el-İmâd, Şezerâet ez-Zeheb, VI, s.251-252, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.225-226 476 Yakın Mısır’da bir adadır. Kara yönünden Farma ve Dimyat (Farma’nın doğusu, Dimyat’ın batısı) arasında kalır. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.51 477 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.201, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.205, Th. Bianquıs, “al-Zâfir biA’dâ’ Allah”, EI, XI, Leiden 2002, s.382 478 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.315, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.202, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.205, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.259, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.210, Nihat 475 133 el-Hâfız döneminde bahsedilen Mısır-Dımaşk yakınlaşmasını teyit eden kayıtlar yansımıştır. Buna göre Nûreddîn, 1151 yılında sefere çıkan bu Fâtımî donanmasına karadan destek vermek istemiş fakat Dımaşk’ı ele geçirmek hususunda devamlı bir gayret içinde oluşu, onu bu girişimden alıkoymuştu479. Süryânî kaynaklarına yansıyan bir kayda göre 1152 yılında Haçlılar, Hristiyanlığa ihanetleri dolayısıyla Bizans arazine girip tahribatta bulundular. Bunların bir kısmı, Doğuya geldiler ve Askalân civarındaki köylerde rastladıkları Müslümanları öldürüp köyleri ateşe verdiler. Sonrasında Askalân’dan Mısır’a yöneldiler. Mısır’da da Miçrin’in? batı mıntıkasındaki şehir ve köyleri içindekilerle beraber yaktıktan sonra geri döndüler480. Süryânî kaynaklarının bu rivayeti, ne İslam kaynaklarında ne de Haçlı kaynaklarında yer alır. Kronoloji sorunu olan bu kaynakların kaydı, muhtemelen Haçlıların Farma saldırısıdır. Bizans arazisinde yapılan tahribat da yine bu kayakların Bizans aleyhtarlığının bir tezahürü gibi görünüyor. 3.2.2.Haçlıların Askalân Şehrini Zapt Etmeleri (19 Ağustos 1153) Askalân, Filistin sahilinde Gazze ile Cibrîn481 arasında yer almaktadır ve “Suriye’nin Gelini” olarak meşhurdur482. Suriye sahil şeridindeki Filistin şehirlerinden biri olan Askalân, yarım daire şeklinde kurulmuştur. Doğuya doğru içeriye kavis çizerek uzanan sınırları sahil boyunca devam eder. Denize doğru meyilli bir konumu olan şehir, müstahkemdir ve üzerinde birçok kulenin bulunduğu kalın duvarlara sahiptir. Aynı kalınlıktaki dış duvarları ise şehre ayrı bir emniyet sunmaktadır. Dezavantaj sayılabilecek bir durum, yani duvarların içinde ve yakınlarında su kaynaklarının bulunmayışı, kuyular ve yağmur sularının biriktirildiği sarnıçlar sayesinde çözümlenmiştir. Şehrin dört kapısından doğuda bulunanı “Büyük Kapı” veya Kudüs’e baktığı için “Kudüs Kapısı” olarak adlandırılır. Batıda deniz tarafında bulunan “Deniz Kapısı”; güneyde Gazze’ye bakan ise Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.214-215, Stevenson, The Crusaders in the East, s.169, Th. Bianquıs, “alZâfir bi-A’dâ’ Allah”, EI, XI, s.382 479 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.315, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.202, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.259, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s. 153, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.275-276, K.M. Setton, “Nûreddin’in Faaliyeti”, Çev. Kazım Yaşar Kopraman, Tarih Araştırmaları Dergisi, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Enstitüsü Yayını, IV/ 6-7, Ankara 1968, s.510, Th. Bianquıs, “alZâfir bi-A’dâ’ Allah”, EI, XI, 382 480 Abû’l-Farac, II, s.389-390, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.165 481 Kudüs ile Askalân arasında yer alan bir kaledir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.101 482 Yâkut el-Hamavî, Mu'cem el-Buldân, IV, s.122, Askalân, Peygamber Efendimiz tarafından “iki gelinden biri” olarak tarif edilmiştir. Burası, İslam ordularının en son ele geçirdiği şehirlerden biridir. Muâviye’nin 640’ta ele geçirdiği veya Amr b. As’ın daha önce fethettiği fakat Bizans’ın yardımı gelmesi üzerine şehrin tekrar elden çıktığı rivayet edilir. Bunun üzerine Muâviye’nin 644 yılında şehri tekrar fethettiği kaydedilmiştir. Mustafa Fayda, “Askalân”, DİA, III, Ankara 1991, s.487-488, el-Belâzurî, Fütûh el-Büldân, s.194 134 “Gazze Kapısı” olarak anılır. Güneybatıda bulunan son kapı da adını bu yönde bulunan Yafa’dan almaktadır. Kıyılar, gemilerin yanaşmasına elverişli olmamakla beraber rüzgârsız zamanlarda kıyıya ulaşmak mümkün olmaktadır. Şehrin yakın civarı kumla örtülü olduğu için -bazı küçük vadiler hariç- toprakları tarıma elverişli değildir. Bu kumlu arazi, asmaların ve diğer meyve ağaçlarının yetişmesine imkân vermektedir483. Suriye ile Mısır arasında önemli bir geçit olması Askalân’ı ticari açıdan önemli kılar. Mısır’a denizden ve Gazze sahilinden kolayca ulaşım sağlanabilmesi dolayısıyla Askalân, bir ticaret şehri olarak gelişme göstermiştir484. Haçlılar doğuda yerleşmeye başlayıp Suriye-Filistin şehirlerini bir bir ele geçirmeye başladıklarında Askalân da Haçlı tehdidiyle karşılaşmıştır. Sahildeki tüm şehirler içinde son olarak Sûr da Haçlıların işgaline uğrayınca Fâtımîlerin elinde sadece Askalân kalmıştır. Bu yüzden Fâtımîler, Askalân’a ayrı bir itina göstermişlerdir. Zira eğer Askalân düşerse bir sonraki hedefin Mısır olması ihtimali, Fâtımîleri yılda dört kez bu şehri karadan ve denizden takviye etmeye yöneltmişti. Yoğun bir nüfusun barındığı Askalân’ı Fâtımîler silah, erzak ve asker ile desteklemekte ihmal göstermemişlerdir485. 3.2.2.1.Askalân’ın, Fâtımîler ve Haçlılar İçin Önemi Askalân, Haçlı işgaline uğrayan şehirlerin halkına önemli bir sığınma yeri olmuştur. Bunların ilki, Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgali esnasında Dâvûd Kulesi’ne sığınanlara Raimond de Saint Gilles emân verdiğinde yaşandı ve Kudüs katliamından kurtulan yegâne grup, Askalân’a sığındı486. Keza 1101 yılında Arsûf, Haçlılara teslim olmak zorunda kaldığında da halk, Askalân’a sığınmıştı487. Haçlı-Fâtımî çatışmalarında (ki Remle ve Yafa’da birçok savaş yaşanmıştı) Fâtımî askerleri, savaşların sonucuna göre yine Askalân’a çekiliyorlardı. Askalân, sadece kara ordusu için değil aynı zamanda donanma Willermus, II, s.219-220, Steven Runciman, II, s.283, Şehrin durumu hakkında ayrıca Bkz. Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.472 484 W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s.191, Mustafa Fayda, “Askalân”, DİA, III, s.488 485 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.391-392, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.164, Willermus, II, s.220, Steven Runciman, II, s.282-283 486 Anonim Haçlı Tarihi, s.158, Fulcherius Carnotensis, s.107, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.19, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, Willermus, I, s.378, Albertus Aquensis s.439, Radulphus Cadomensis, s.143, Detaylar için ayrıca Bkz. Steven Runciman, I, s.220 487 Fulcherius Carnotensis, s.135, Albertus Aquensis, s.505, Willermus, I, s.435, İbn Kalânisî, ve İbn elEsîr, ele geçirilen şehrin halkının şehirden sürüldüğünü kaydetmekle yetinmişlerdir. İbn Kalânisî, Zeyl, s.139, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.43, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.267 483 135 için de Sûr şehri ile birlikte hem bir hareket hem de tehlike anında bir sığınma noktası olmaya devam etmişti488. Askalân, Fâtımîlerin elinde bulunduğu sürece Haçlılar için gerçek bir tehlike olmuştur. Zira Haçlılar, doğuda devletlerini kurup kök salmaya çalıştıkları süreçte ve sonrasında Haçlı Krallığına hemen bütün Fâtımî saldırıları, Askalân’dan hareketle düzenlenmek durumunda idi. Fâtımî veziri el-Efdâl’in bizzat katıldığı tek Fâtımî-Haçlı Savaşı olan Askalân Savaşı (12 Ağustos 1099) bunların ilkidir489. Yukarıda bahsedilen Remle ve Yafa’ya saldırılar da yine Askalân’dan gelmişti. Askalânlıların, Haçlılar saldırıya uğradığında harekete geçtikleri de görülmektedir. Örneğin, Mevdûd ve Tuğtegin’in 1113 yılında Haçlı topraklarına düzenledikleri ortak saldırı esnasında Askalânlılar da -askeri gücün uzakta olmasını fırsat bilip- harekete geçmiş ve Kudüs’e ilerleyip hasadı ateşe vermişler fakat halk, şehre sığındığı için pek etkili olamamışlardı490. Bu durum, 1115 Haziranı’nda Porsûk’un saldırısı esnasında da Yafa’ya düzenlenen saldırıyla tekrarlandı491. Fulcherius Carnotensis, s.191, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon and the Ascalon Project of the Second Crusade”, The Second Crusade and the Cistereians, St. Martin's Press, New York 1992, s.120, Fâtımî-Haçlı mücadelesinde bu dönemde Remle’de yaşanan üç savaş özellikle önemlidir. 1102 yılında el-Efdâl’in, Sa’dü’d-Devle et-Tavâşî kumandasında yolladığı Fâtımî kuvvetleri Remle’de Haçlılara yenildi ve Sa’düddevle de bu mücadelede hayatını kaybetti (7 Eylül 1101). İbn lKalânisî, Zeyl, s.140, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.67-68, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.295-296, Willermus, I, s.438-440, Albertus Aquensis, s.705-711, Fulcherius Carnotensis, s.138-142, Steven Runciman, II, s.6061, Bu yenilgi sonrasında el-Efdâl, oğlu Şerefü’l-Meâlî komutasında yeni bir orduyu Haçlılara karşı yolladı. Savaşta Müslümanlar galip geldiler. Hatta Baudouin, saklandığı yerde çalılıkların ateşe verilmesi üzerine yaralanmış ve zorlukla Yafa’ya kaçabilmişti (Mayıs 1102). Bunun akabinde 1103 yılında bu defa Tâcü’1Acem, Haçlılara karşı yollandıysa da bu girişimden bir sonuç alınmadı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.68, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.296-297, İbn Kalânisî, Zeyl, s.141, Willermus, I, s.443-444, Albertus Aquensis, s.711-717, Fulcherius Carnotensis, s.149-152, Steven Runciman, II, s.62-64, 66, Ağustos-Eylül 1105 yılında bu defa el-Efdâl, diğer oğlu Senâü’l-Mülk Hüseyin’i Haçlıların üzerine yolladı. Orduya Dımşak’tan da birlikler katıldı fakat Askalân ile Yafa arasında yaşanan çatışmada taraflar birbirine üstünlük sağlayamadı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.85, a. mlf, İslam Tarihi, X, s.313, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.148-149, Fulcherius Carnotensis, s.169, Willermus, I, s.464-466 489 Haçlıların Kudüs’ü zaptı ve sergiledikleri vahşet üzerine Fâtımî veziri el-Efdâl, bizzat Askalân’a hareket etmiş ve burada ordusunu savaşa hazırlamıştı. Haçlıların bölgeye ulaşması üzerine yaşanan savaşta Müslümanlar bozguna uğramış, el-Efdâl önce Askalân’a sığınmış sonra da Mısır’a dönmüştü. Bunun üzerine Haçlılar, Askalân’ı kuşatmış fakat aralarındaki anlaşmazlıklar dolayısıyla şehirden para alarak kuşatmayı kaldırmışlardı. Askalân Savaşı hakkında hemen bütün kaynaklarda detaylı bilgi bulunmaktadır. Anonim Haçlı Tarihi, s.159-163, Fulcherius Carnotensis, s.108-110, Willermus, I, s.393-397, Albertus Aquensis, Askalân kuşatmasında Haçlılar arasındaki anlaşmazlıkları kaydetmiş ve Askalân Savaşı’nı detaylı tasvir etmiştir. Albertus Aquensis, s.455-473, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.137, İbn el-Esîr, el-Kâmil fî et-Târîh, IX, s.21, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.236-237, Steven Runciman, I, s.228-229, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.197-198 490 Fulcherius Carnotensis, s.185-187, Willermus, I, s.495, Haçlılara düzenlenen sefer için Bkz. Willermus, I, s.502-503, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.47-48, Işın Demirkent, “Mevdûd b. Altuntegin”, DİA, XXIX, Ankara 2004, s.428-429, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, aynı yer. 491 Fulcherius Carnotensis, s.190-191 488 136 Haçlılar, Müslüman şehirlerinden birini kuşattıklarında muhasarayı kaldırtmak veya askeri gücün şehir dışında olmasından faydalanmak için Askalânlıların harekete geçtikleri de görülmektedir. Örneğin; Haçlıların Sûr kuşatmasını sürdürdükleri süreçte Askalânlıların Kudüs’e iki defa saldırısı gerçekleşmiş ve korumasız şehir halkına zarar verilmeye çalışılmıştı492. Bu saldırılarda Dımaşk kuvvetlerinin de Fâtımîlere yardıma geldiğini görmekteyiz. Kudüs kralı II. Baudouin, 1118 yılında öldüğünde493 sayıları 15 bin atlı ve 20 bin yayayı bulan Fâtımî kuvvetleri, Haçlı topraklarına saldırmak için Askalân’da toplanmış, Fâtımî donanması da Sûr’a ilerlemişti. Bu sırada Fulcherius’un kaydına göre Tuğtegin, Fâtımîlerin isteğiyle veya kendiliğinden Askalân’a yardım için yola çıktı. Bunun üzerine Baudouin, Antakya ve Trablus’tan yardımcı birlikler alarak hızla ilerledi ve Haçlılar, Müslüman karargâhından uzak olmayan bir yere ordugâhlarını kurdular. Üç ay boyunca ordular karşı karşıya beklediler fakat herhangi bir çatışma yaşanmadı494. Bunlara ek olarak Askalân kuvvetleri, Yafa ile Kudüs arasında süren hac trafiğine de zarar vermeye uğraşıyorlardı. Bu bağlamda Askalânlılar, çok defa Yafa ile Kudüs arasında pusular kurarak Haçlı devletlerine birçok şehir kuşatmasında faydası dokunan bu hacılara zarar vermişlerdir495. Haçlıların, Askalân’ın önemini kısa sürede kavradıkları görülmektedir. Godefroi de Bouillon zamanı, Haçlı krallığının kuruluş dönemi olarak değerlendirilir ve bu dönemde Haçlı yayılması pek hızlı gerçekleşmemiştir. Hem bu süreçte Haçlıların sayı olarak yeterli Fulcherius Carnotensis, s.233, 243, Willermus, II, s.12-13, 17-18, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, aynı yer. 493 Kudüs kralı II. Baudouin, Mart 1118’de Farma’ya saldırdı. Nil civarında dolaşırken şövalyelerin tuttuğu balıklardan yedikten sonra rahatsızlandı. Muhtemelen 1103 yılında aldığı yara dolayısıyla ağrıları nüksetti ve el-Arîş’e ulaştıklarında 25 Mart 1118’de öldü. Fulcherius Carnotensis, s.199-200, Willermus, I, s.515-516, Albertus Aquensis, s.863-869 494 Fulcherius Carnotensis, s.203-204, Willermus, I, s.523-524, Trablus kontu Pons’un da katıldığı bu seferin değerlendirmesi için Bkz. Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, s.98-100 495 Fulcherius Carnotensis, s.172-173, Willermus, I, s.468-469, R. Hartmann, “Askalân”, İA, I, MEB, İstanbul 1978, s.676, Haçlılar, Askalân için tehlike olmakla beraber Askalân’a atanan valilerin tutumu da önemlidir. Yani tehlike her zaman Haçlılardan gelmemiştir. Örneğin 1110-1111 yılında Askalân valisinin Haçlılarla yakınlaşması, Fâtımîleri tedirgin etmiş hatta şehrin elden çıkma ihtimali bile belirmişti. Buna göre 1110 yılında el-Âmir Bi-Ahkâmillâh, Askalân’a Şemsü’l-Hilâfe adında birini vali atamıştı. Bu vali, Sayda’dan dönen Kral Baudouin ile anlaşma yaptı, hediyeler ve para (7 bin dinar üzerine anlaşılmıştı) yolladı. Şemsü’l-Hilâfe, savaştan çok ticarete meyilli biriydi. Vali, Fâtımîlerin tahakkümünden kurtulmak istiyordu ve istemediği bir durumla karşılaşırsa Fâtımîlere karşı Haçlı yardımı sağlayabilecekti. Bu durumu haber alan Fâtımîler, Askalân’a bir ordu sevk ettiler. Ordunun Haçlılara karşı cihada yollandığı söylenerek gerçek niyet gizlendi. Donanma kumandanına ise valiyi tutuklaması emredilmişti. Bunun üzerine Şemsü’lHilâfe Mısır’dan yollanan orduyu karşılamayarak açıkça isyan etti. Hatta şehirdeki Fâtımî askerlerini de dışarı çıkardı. el-Efdâl, valinin şehri Haçlılara teslim etmesinden korkuyordu. Bunun için valinin gönlünü aldı ve görevinde bıraktı. Vali ise artık Askalânlılara güvenemezdi. Bu yüzden Ermenileri orduda istihdam etmeye başladı. Halkın bu Ermenilere karşı oluşu, valinin sonunu getirdi ve saldırıya uğrayan Şemsü’l-Hilâfe öldürülüp malları yağmalandı (1111). Bu sayede Fâtımîler, büyük bir tehlikeyi bertaraf etmiş oldu ve buraya yeni bir vali atandı. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.172, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.139-140, a. mlf., İslam Tarihi, X, s.385, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.205 492 137 olmaması da hareketlerini sınırlandırıyordu. Fakat Godefroi’nin ölümü üzerine yerine geçen Urfa kontu Baudouin de Boulogne, daha yayılmacı bir politika takip etmiştir. I. Baudouin’in ilk faaliyetlerinden biri, Askalân’ın savunma hatlarını araştırmak için keşif seferine çıkmak oldu ki bu durumu, Askalân’dan gelebilecek tehlikenin kral tarafından hemen fark edilmesi şeklinde yorumlamak mümkündür. Baudouin, bu keşif seferinde hem Askalân ve civarını hem de Kâhire-Dımaşk kervan yolunu incelemişti (Kasım-Aralık 1100)496. Yine Sayda’nın işgali öncesinde Haçlılar önce Askalân üzerinde durmuşlar fakat Sayda’da karar kılmışlardı.497 Askalân’ın zaptının ciddi bir şekilde ilk defa 1124’te, -Sûr’un ele geçirilmesiyle sonuçlanan- kuşatma öncesinde düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Kuşatma öncesi Venediklilerle, sahildeki Fâtımî şehirlerinden birini zapt etmek hususunda anlaşmaya varılmıştı. Bu noktada hangi şehrin zapt edileceği hususu tartışma konusu oldu498. Fakat Sûr kuşatıldı ve şehrin 1124 yılında zaptı üzerine artık Askalân gündeme alındı ki Fâtımîlerin elinde kalan tek sahil şehri burası idi. Hatta İkinci Haçlı Seferi’nde kralların, Dımaşk önlerinde başarısız olup şöhretleri alt üst olduğunda bunu telafi etmek ve önemli bir iş başarmak adına Askalân’ı kuşatmaya karar vermeleri de şehrin Haçlılar için arz ettiği öneme bağlanmalıdır. Fakat bu düşünce hayata geçirilemedi ve Askalân’ın zaptı 1154 yılına kadar ertelenmek zorunda kaldı499. İslam kaynaklarında Fâtımîlerin iç meseleleri ile Askalân’ın işgali bağlantısı, özellikle vurgulanmıştır. Çünkü Fâtımî halifeliğinde gerçek güç vezirlerde idi. Vezirler, Askalân’ı desteklemek hususuna her zaman dikkat etmişlerdi ama İbn Salâr öldürülüp 496 Fulcherius Carnotensis, s.127, Willermus, I, s.426-427, Albertus Aquensis, s.543-551 Fulcherius Carnotensis, s.180-181 498 Zaptı düşünülen iki şehir konusunda bir fikir ayrılığı yaşanmazken, hangisine sefer düzenleneceği tartışma konusu oldu. Zira Kudüs, Remle, Yafa, Nablus ve civar şehirlerden gelen temsilciler –bu şehirlere daha yakın olduğu ve daha az masraflı olacağı için- Askalân’a saldırılmasında ısrar ederlerken; Akkâ, Nazareth, Sayda, Beyrut, Tâberiye, Cübeyl ve komşu şehirlerin temsilcileri aynı sebeplerle Sûr şehrinde ısrar ettiler. Müslümanların Sûr’dan Haçlı topraklarına saldırıları daha kolay olacağı düşüncesi ağır basmasına rağmen mesele kura ile çözüme kavuşturuldu ve kuradan Sûr şehrinin yazılı olduğu kâğıt çıktı. Anlaşmanın ardından ordu, Akkâ’da toplanırken Venedik filosu da limana demirledi. Her iki tarafın anlaşmaya sadık kalmak için yemin etmesinin ardından 16 Şubat 1124’te Sûr şehri, karadan ve denizden kuşatıldı. Willermus, I, s.551552 499 Willermus, II, s.195, Ebru Altan, İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), TTK, Ankara 2003, s.113, Virginia G. Berry, “The Second Crusade”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.510, Stevenson, The Crusaders in the East, s.163, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, s.124, Haçlılar, Sûr şehrini 1111 yılında kuşatmışlar fakat ele geçirememişlerdi. Fâtımî-Tuğtigin ittifakı, şehri bir süre için Haçlılara karşı korudu. Fakat 1116 yılında Haçlılar bu defa Sûr’un zaptını kolaylaştırmak için şehrin karşısına bir kale inşa ettiler. Tüm bunlara rağmen Sûr, 1124 yılına kadar direndi. Tuğtigin’in şehirdeki valisinin Fâtımîler tarafından azledilmesi üzerine Haçlılar, savunmasız kalan şehri ele geçirdiler. Detaylar için Bkz. Nihat Yazılıtaş, “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtekin İttifakı”, s.117-124 497 138 yerine onun üvey oğlu Abbâs geçince durum değişmiştir. Bu vezir değişikliğinde Mısır’da sükûnet sağlanıncaya kadar Askalân ihmal edildi ve Fâtımîlerin iç karışıklıklarından faydalanan Haçlılar da Askalân’ı muhasaraya başladılar500. İbn Salâr, öldürülmeden önce Haçlılara karşı Askalân’ı takviye etmek (zahire, asker vs.) hususunda hazırlıkları konuşmak üzere 3 Mayıs 1153 tarihinde bir meclis toplamıştı. Burada Askalân’a yollanmak üzere bir filo hazırlanması kararlaştırıldı. Fakat o gece İbn Salâr dinlenmeye çekildiği sırada üvey oğlu Abbâs tarafından katledildi. Sonrasında yaşanan olaylar ise yardımları imkânsız kıldı501. 3.2.2.2.Askalân’ın Zaptı İçin Yapılan Hazırlıklar Askalân merkezli saldırıları kontrol altına almak isteyen Haçlıların 1132 yılından itibaren bazı tedbirler aldığını görmekteyiz. Bu bağlamda Haçlılar, bir dizi kale inşasına başlamışlardır ki bu kalelerin inşası, Askalân’ın zaptında önemli rol oynamaktadır. Bu İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.392, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.164, İbn el-Esîr, Fâtımîlerin içinde bulunduğu durumu, “Mısır'da vezirlik mütegallibenin elindeydi. Halifeler, hâciblerin gerisinde kalmıştı. Vezirler âdeta mütegallibe ve zorba gibiydiler. Efdâl'den sonra bu makama savaş, öldürme ve benzeri hâller dışında normal yolla geçenlerin sayısı azdır.” şeklinde kaydetmiştir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.389-390, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.161, İçte çatışmaların yaşandığı, istikrarın kaybolduğu bir ortamda ihmal edilen Askalân, Haçlı saldırılarına açık bir hale gelmişti. İbn Salâr’ın, Haçlı saldırılarına etkili bir şekilde karşılık verdiğini söylemek mümkündür. Bunlardan biri 1150-1151 yılında yaşanmıştır. Zikredilen yılda Haçlıların Farma’ya saldırıp civarını yağmalamaları üzerine İbn Salâr, Fâtımî donanmasını yollamış; donanma Yafa, Akkâ, Sayda, Beyrut ve Trablus kıyılarını tahrip ederek yağmaladıktan ve halkın bir kısmını öldürdükten sonra dönmüştü. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.316, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.205, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.201-202, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.259, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.210, Nûreddin, 1151 yılında sefere çıkan bu Fâtımî donanmasına destek vermek istemiş fakat Dımaşk işleri onu bu girişimden alıkoymuştu, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.316, Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği (TogTeginliler), s. 153 Keza Askalân’a 1141 yılındaki Haçlı saldırısına da Askalân kuvvetleri aynı şekilde karşılık vermişler ve Haçlıları mağlup etmişlerdi. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.273, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.318, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.78, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.96 501 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.319-320, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.27, İbn el-Kalânisî, bu toplantının ardından vezirin, evine çekildiğini ve orada öldürüldüğünü haber vermekteyse de bu donanmanın hazırlandığı ve Bilbîs’e ulaştığı bilinmektedir. İbn Salâr’ın görevlendirdikleri arasında üvey oğlu Abbas, Usâme İbn Munkız, Mulhem ve Dırgâm gibi emirler bulunmaktaydı. Burada Usâme, Abbas’ı üvey babasını öldürmeye teşvik edince Abbas, babalığını halifenin onayı ile öldürdü ve bu sayede Askalân’a yardım götürülemedi. Bkz. Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.215, M. Canard, “Dırgham”, EI, II, Leiden 1991, s.318, Th. Bianquıs, “al-Zâfir bi-A’dâ’ Allah”, EI, XI, s.382, Abbas, İbn Salâr’ın katli üzerine Bilbîs’ten geri dönmüş ve vezareti alarak işleri düzenlemeye çalışmıştı, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.96, Vezir İbn Salâr’ın öldürülmesi konusunda en önemli kaynak, olaylara bizzat karışmış olan Usâme İbn Munkız’ın eseridir. İbn Salâr’ın üvey oğlu Abbas, oğlu Nasr’a veziri öldürmesini öğütlemiş, ez-Zâfir de bunu uygun bulmuş ve Usâme’nin de tavsiyeleri üzerine İbn Salâr 6 Muharrem 548 Perşembe = 3 Nisan 1153 öldürülmüştü. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.43-45, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.389, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.160, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.204-205, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.205-206, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.418, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.95-96, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.277278, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VI, s.553-554, İbn Salâr, 1149 yılında İbn Massal ile yaptığı mücadeleyi kazanınca vezirlik makamına getirilmişti. Haçlıların 1150-1151 yılındaki saldırısına Haçlı şehirlerine saldırarak karşılık verdi. Haçlılar, Askalân’ı kuşattıklarında da şehre yardım için hazırlıklara giriştiği sırada öldürüldü ve Askalân bu yardımdan mahrum kaldı. Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.213-215, Şehrin 25 Ocak 1153’te kuşatıldığı düşünülünce İbn Salâr’ın çok kritik bir dönemde öldürüldüğü görülüyor. Zira bu dönemde yapılabilecek bir yardım, şehre büyük faydalar sağlayabilirdi. Fakat Fâtımîlerin şehre yardımı kuşatmanın ancak beşinci ayında ulaşabildi. 500 139 kaleleri kurmaktan maksat, Askalân-Yafa-Remle arasında emniyetli bir koridor oluşturmak ve Mısır ile Fâtımî şehirlerinin bağlantısını koparmak ya da en azından kontrol etmekti502. Willermus’un kayıtlarına göre ilk olarak Kral Fulk (1131-1140) zamanında 1132 yılında Yafa ile Kudüs arasına “Arnold” adında bir kale yapıldı. Arnold Kalesi’nin yapımıyla yolların daha güvenli hale geldiğini ve hacıların daha az tehlikeye maruz kaldığını söylemek mümkündür503. 1136 yılına gelindiğinde, Fâtımîlerin her üç ayda bir yolladığı yardımlarla güçlenen Askalânlıların saldırıları artış gösterince yeni bir kale yapımına karar verildi. Askalân’a yakın bir yere kurulması düşünülen kale, Haçlı askerlerinin toplanma yeri olacak, Askalânlıların hareketlerini kontrol altında tutacak ve Askalân’a yapılacak saldırıların hareket noktası olacaktı. Kale, Judea bölgesinde dağların hemen altında ve ovanın başlangıcında eski bir şehir olan Beersheba harabeleri üzerine kuruldu. Eski şehre atfen Beersheba adı verilen kale, Askalân’a yirmi km. uzaklıkta bulunuyordu. Tamamlanan kale, Hospitalier Şövalyelerinin idaresine verildi. Bu kalenin inşasıyla Haçlıların bir süre için amaçlarına ulaştıklarını ve Müslüman saldırılarının seyrekleştiğini Willermus haber vermektedir504. III. Baudouin zamanında 1141 yılında yeni bir kalenin inşasına şahit olmaktayız. Haçlılar, Askalânlıların saldırılarına karşı Lydda’dan fazla uzak olmayan bir yere Remle yakınlarına bir kale inşa etmeye karar vermişlerdi. Ovanın üst tarafında yükselen tepeye (Gath denen mevki) yapılacak olan kale, Askalân’a yaklaşık on altı km. uzaklıktaydı ve sahilden fazla uzakta değildi. Neticede su kaynakları bol olan bu yere Haçlılar, 1141 yılı içinde dört kuleli sağlam bir kale inşa ettiler. Kale tamamlanınca krallık asillerinden Balian de Ibelin’in sorumluluğuna verildi. O ve sonrasında da oğullarının, Askalân zapt edilinceye kadar kaleyi gayet iyi idare ettikleri görülmektedir505. Beersheba ve Ibelin kaleleriyle Askalân, kontrol altında tutulmaya çalışıldı. 1142 yılında aynı amaçlarla Askalân’dan on üç km. uzaklıkta Judea’daki dağlık alanın bitip ovanın başladığı yerde bulunan tepeye başka bir kale yapımına karar verildi. Arapçada “Telle Saphi” denen bu mevkie 1142 baharında Askalân’ın gözlemlenebileceği şekilde dört kulesi bulunan bir kale inşa edildi. Askalân’a yakın olan bu kaleye birçok aile yerleştirildi ve kale, asker ve erzakın yanı sıra nüfus yönünden de desteklendi. Hatta Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, s.123 Haçlıların bu aralıkta saldırıya açık olması dolayısıyla kalenin yeri iyi seçilmiştir. Willermus, II, s.58, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, s.122 504 Willermus, II, s.80-82, Stevenson, The Crusaders in the East, s.136 505 Willermus, II, s.130-131, Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, aynı yer. Stevenson, The Crusaders in the East, s.146 502 503 140 Askalânlılara bu kaleden zaman zaman saldırıların düzenlendiği de vaki idi. Burada asıl önemli olan nokta, bu kalenin de inşasıyla Askalân’ın adeta çembere alınmasıdır506. Aşağıda görüleceği üzere Gazze’nin de tamir edilmesiyle bu çember iyice daraltılmıştır. 1150 yılına gelindiğinde Haçlılar, Askalân’ı zapt etmek için hazırlıklara giriştiler. İlk olarak -Askalân’ı güney yönünden yıpratmak için- şehre on altı km. uzaklıkta bulunan harab vaziyetteki Gazze’yi tamir etmeye başladılar. Buranın onarılmasıyla Fâtımî saldırılarına karşı bir savunma hattı oluşturulmuş olacaktı. Kısa sürede onarılan Gazze, Templier Şövalyelerinin507 idaresine verildi. Böylece Gazze’nin tahkim edilmesiyle Haçlılar, Askalân üzerine saldırılar düzenlemeye başladılar. Hatta Willermus’un kayıtlarından anlaşıldığına göre Askalân halkı, artık eskisi gibi rahat hareket edemiyor, şehirden çıkamıyor ve Haçlı saldırılarını savuşturmak için para da ödemek zorunda kalıyordu. Fakat bu durum uzun sürmedi. Kudüs kralı III. Baudouin, şehri Templierlere teslim edip oradan ayrılınca Mısır’dan yollanan Fâtımî kuvvetleriyle güçlenen Askalân ordusu, Gazze önünde toplandı. Fakat Templierlerin, surlar arkasına çekilip sağlam bir müdafaada bulunması üzerine Askalân kuvvetleri çekilmek zorunda kaldılar. Bu geri çekilişi kıyıda bulunan Fâtımî donanmasının denize açılması izledi508. Willermus, II, s.131-132, Bu kalelerin sonrasında Gazze’nin tamiri ile artık Fâtımî kuvvetleri, Askalân’a deniz yoluyla ulaşmayı tercih ettiler. Martin Hoch, “The Crusaders' Strategy against Fâtımîd Ascalon”, s.123, Haçlıların inşa ettikleri kaleler hakkında Bkz. Stevenson, The Crusaders in the East, s.136, 146-147, Steven Runciman, II, s.188-189 507 Templier ve Hospitalier şövalye tarikatları hakkında Bkz. Ebru Altan, “Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının Kuruluşu”, Belleten, LXVI / 245, TTK, Ankara 2002, s.87-93, Steven Runciman, II, s.129130, Ramazan Şeşen, “Dâviyye ve İsbitâriyye”, DİA, IX, Ankara 1994, s.19-21, Güray Kırpık, Doğunun ve Batının Gözünden Haçlı Seferleri, Selenge Yayınları, İstanbul 2009, s.111-115 508 Gazze, surlarla çevrili geniş bir alanda ve ufak bir tepecik üzerinde bulunuyordu. Haçlılar, şehrin tamamını onarmanın zorluğunu anladıklarından yalnızca bahsedilen tepenin bir bölümünü onardılar. Gazze, çok iyi tahkim edildi ve Templierler de burayı başarıyla müdafaa etti. Bu savunma hattını aşamayan ve korkuya kapılan Mısır askerlerinin denize açılması da yine Templierlerin ve dolayısıyla bölgede Haçlıların güçlenmesiyle alakalıdır. Willermus, II, s.202-203, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.472-473, İbn elKalânisî, Askalânlıların Gazze’ye saldırı tarihini 17 Nisan 1152 Perşembe olarak kaydetmiştir. Fakat Haçlı kaynağının tersine burada Haçlılardan pek çok kişinin öldürüldüğünü haber vermektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.318, Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.43, Gazze’nin tamir edilmesi, Askalân için önemli bir tehlike arz etmektedir. Zira Askalân’ın batısında yer alan Gazze ile Askalân arasında iki fersah (12 km.) veya daha az bir mesafe bulunmaktadır. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, VI, s.202, Ebû Şâme, Kitâb erRavzateyn, I, s.269, Haçlılar 544 (1149-1150) yılında Gazze’yi onarmaya başladıklarında Nûreddîn, Havran halkına saldıran Haçlılara karşı harekete geçmiş ve Dımaşk’tan da yardım istemişti. Fakat Dımaşk hâkimi, Haçlılarla anlaşma içinde olduğu için buna yanaşmadı. Bunun üzerine Nûreddîn de Dımaşk’a doğru yola çıktı. Bunu haber alan Dımaşklılar, Haçlılardan yardım istediler. Bu sırada Haçlılar Gazze’yi tamir etmekle meşguldüler. Nûreddîn Banyas’a indi ve sonra Dımaşk’a bağlı yerlerde halkın gönlünü aldı. Sonra el-A‘vac’a hareket ederek 26 Zilhicce 544 Salı günü (26 Nisan 1150 Çarşamba) Menâzil-i ‘Asir olarak bilinen Cisr elHaşeb’de ordugâhını kurdu. Buradan Dımaşk’a haber yollayarak kendilerini kuşatma azminde olduğunu ve kendisini buna sevk edenin de Havran halkının Haçlılardan şikâyeti olduğunu bildirdi. Haçlılarla Askalân ve Gazze’de yapacağı cihatta kendi kuvvetlerinin yeterli olmadığını bu yüzden kendisine 1000 atlı yollamalarını istedi. Bu sırada Nûreddîn, Dımaşklıların durumlarını ve onları Haçlılarla anlaşmaya iten sebepleri de dile getirmiş ve Dımaşklıları cihada teşvik etmek istemişti. Fakat Dımaşklılar buna olumlu cevap vermedikleri 506 141 Gazze’nin tamir edilmesinin Askalân’a ne kadar zarar vereceği Fâtımî veziri İbn Salâr’ın gözünden kaçmamıştı. Haçlıların bu girişimini engellemek isteyen İbn Salâr, o sırada Mısır’da bulunan Usâme İbn Munkız’i bir miktar parayla Nûreddîn Mahmûd Zengî’ye yolladı. Usâme’nin bizzat hatıratında anlattığı üzere görevi, bu parayı Nûreddîn’e vermek ve Gazze’nin tamirine engel olmasını istemekti. Yani Nûreddîn, Haçlı topraklarına saldırarak Haçlıların dikkatini başka yere çekecek ve bu sürede Fâtımî kuvvetleri, Gazze’yi yıkacaklardı. Eğer Nûreddîn, bu teklifi kabul etmezse bu defa Usâme, o civardan toplayabildiği kadar asker temin edecek ve Askalân’a gidip şehri tahkim edecekti509. Usâme ve yanındakiler Busra’da konakladıklarında Nûreddîn de Şam’a saldırmak için orada bulunuyordu. Usâme, yanına gelen Şirkûh ile Nûreddîn’in yanına vardı ve teklifini bildirdi. Nûreddîn’in, Dımaşklıların ve Haçlıların kendisinin düşmanı olduğunu ve güvenilmezlik konusunda aralarında fark olmadığını belirterek bu teklife yanaşmaması üzerine Usâme, asker toplamak için izin istedi. Ayrıca Nûreddîn’in otuz süvarisi, başlarında Aynü’d-Devle el-Yarûkî olduğu halde Usâme’ye katıldı ve böylece Usâme, Askalân’a gitmek için Haçlı topraklarında ilerlemeye başladı510. Usâme, Askalân’da dört ay kaldı. Bu esnada Haçlılarla -küçük çaplı çatışmalar olduğu anlaşılan- mücadelelerde bulundu. Bunlardan birisi Yubnâ’ya düzenlenen ve Haçlılardan yaklaşık yüz kişinin katledilip bir kısmının da esir alındığı saldırıdır. Usâme, bu bört ayın sonunda Fâtımî veziri İbn Salâr tarafından Mısır’a çağrıldı511. Sonrasında ise yukarıda ifade edildiği üzere Usâme’nin de dâhil olduğu olayların patlak vermesi üzerine Askalân, adeta kaderine terk edildi. 3.2.2.3.Askalân’ın Zaptı (19 Ağustos 1153) Haçlılar, 23 Kasım 1152’de Kudüs’ü kuşatan Artukoğullarına karşı büyük bir başarı kazandıktan512 sonra ve bu moralle civardaki Müslümanlara sefer düzenlemeye gibi kendilerine Haçlıların yardıma geldiğini söylediler. Buna sinirlenen Nûreddîn Dımaşk üzerine yürüyecekti ki şiddetli yağan yağmurlar buna engel oldu. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.308-309, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.239-240 509 Usâme’nin yanında 6 bin Mısır dinarı, bir deve yükü Dabik elbisesi, yirmi beş tane sırmalı-altın işlemeli elbise, sincap kürkünden cübbe, Dimyat dokuması ve sarık ile Arap rehberler vardı. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.35, İbn Salâr, Askalan’ın tahkim edilmesi konusuna vezirliğe geldiği ilk zamanlardan beri özen göstermişti. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.199 510 Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.39-40 511 Usâme’nin Askalân’da Haçlılara karşı verdiği mücadele için Bkz. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.40-43, Usâme’nin dönüşünden sonra Gazze’ye yukarıda bahsedilen saldırı düzenledi. Usâme eserinde bu saldırıyı tek cümle ile belirtirken kardeşi İzzüddevle Ebu el-Hasan Ali’nin şehid olması dışında bir detay vermez. Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.43, Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, s.233 512 Artukoğulları, Kudüs’ü ele geçirmek için yola çıktılar. Fakat bu girişim, Artukoğullarına çok zarar verdi. Zira şehri Zeytûn Dağı yönünden kuşatan Türklere saldırıya geçen Haçlılar, -takip sırasında ölenler de dâhil- 142 karar verdiler. Alınan karara göre Askalân’ın meyve bahçeleri yağmalanacaktı. Yola çıkan Haçlılar, 1153 yılı başında Askalân’a ulaştılar. Haçlıların başlangıçtaki amacının tahribat ve yağma olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Haçlılar, geldikleri zaman Askalân halkının büyük bir korkuyla şehre çekilmesi üzerine şehri kuşatmaya karar verdiler. Bunun üzerine Askalân’da bulunan Haçlı kuvvetleri, Kudüs’ten takviye istedi ve kral Baudouin, krallıktaki askerleri alarak 25 Ocak 1153’te kuşatmaya katıldı513. Şehir, krallık ordusu tarafından karadan kuşatılırken Sayda hâkimi Gerard, on beş gemilik Haçlı filosuyla, denizden şehre gelebilecek yardımlar ile giriş-çıkışları kesmek için hazır bulundu. Willermus’un kaydına göre Haçlılar, kuşatma esnasında erzak veya su sıkıntısı yaşamadılar ki bu durum, kuşatmanın devamı için elzemdir. Haçlılar, şehirden yapılacak bir huruç hareketine veya Mısır’dan gelmesi muhtemel birliklerin ani saldırılarına karşı devamlı tetikte bulunurlarken kuşatılanlar da şehri canla başla savunarak gece-gündüz nöbet tuttular. Haçlılar yine aynı kaygılarla Gazze ve civarına da nöbetçiler yerleştirdiler. Her iki tarafın da emniyeti elden bırakmadığı ilk günler, böylece küçük çaplı çatışmalara sahne oldu514. Kuşatmanın ikinci ayında (takriben Mart ayı sonu) bölgeye hac ziyareti için gelen hacıların Haçlı ordusuna katılması, kuşatanları avantajlı duruma getirdi. Özellikle bu hacılardan alınan çok sayıda gemi, Haçlıların deniz gücünü artırdığı gibi kuşatılanların morallerini de alt üst etti. Haçlı kuvvetlerinin sayısı bu yolla arttığı için Askalânlılar artık daha az huruç edebiliyorlar ve Mısır’dan devamlı yardım istiyorlardı. Hem halkın hem de Fâtımî sarayının şehrin uzun süre dayanamayacağının farkına vardığı anlaşılıyor. En azından Fâtımî halifesi ez-Zâfir, şehrin karşı karşıya olduğu tehlikeyi kavramıştı. Derhal bir filo hazırlanmasını emretti ve asker, silah, yiyecek vs. tedarikine girişildi. Durumlarını düzelten Haçlılar ise yeni gemiler satın alarak bunların direklerinden yüksek bir kule inşa ettiler. Gemilerin geri kalan tahtaları da mancınık yapımında kullanıldı. Kulenin şehir duvarına dayanması, şimdi daha yakın çatışmaları mümkün kılıyordu ve kule, yangına karşı izole edildiği için kuşatılanlar, Haçlılara ancak ok atarak zarar verebiliyorlardı. Bu yaklaşık 5 bin kişiyi katlettiler. Willermus, II, s.215-217, Steven Runciman, II, s.281-282, Stevenson, The Crusaders in the East, s.171 513 Willermus, II, s.217-218 514 Willermus, II, s.220-221 143 yüksek kule ile avantajı ele geçiren Haçlılar karşısında kuşatılanların ümitleri yavaş yavaş tükenmeye başlamıştı. Fakat bu sırada Mısır donanması şehrin imdadına yetişti515. Mısır’da hazırlanmakta olan filo, kuşatmanın ancak beşinci ayında şehre ulaşabildi. Sayda hâkimi Gerard, filoyu engellemek için bir girişimde bulunmayı düşündüyse de Fâtımî filosu karşısında bir şansı olmadığını görerek çekilmek zorunda kaldı. Willermus’un tahminlerine göre yetmiş kadırga ile diğer büyük gemilerden oluşan Fâtımî filosu, Gerard’ın saf dışı kalmasıyla getirdiği yardımı şehre ulaştırdı. Bu yardımla morali düzelen Askalânlılar, Haçlılara daha çok saldırmaya başladılar. Hatta şehre yeni gelen birlikler, Haçlı kuvvetlerini henüz tanımadıkları için daha çok çıkış yapıyorlardı fakat kayıpların artması üzerine o ilk zamanlardaki heyecanları azaldı ve daha ihtiyatlı davranmaya başladılar516. Olaylar farklı kaydedilmekle beraber kaynaklarda Nûreddîn’in Askalân’a yardım için harekete geçtiği anlatılır. Nûreddîn, hazırlıklarını tamamladığında ona Dımaşk hâkimi Mücîreddîn Abâk da katıldı (10 Nisan 1153). Sayısı yaklaşık 10 bin süvari ve yayayı bulan Müslüman ordusu, ilk olarak İflîs olarak bilinen kaleyi kolayca ele geçirip buradaki Haçlı ve Ermenileri katletti. Sonrasında Nûreddîn ve Mücîreddîn Abâk, 26 Mayıs 1153 Cumartesi günü Banyas’a indiler. Banyas kuşatması başladığı sıralarda Nûreddîn’e Askalân’dan ısrarla yardım çağrısı geliyordu. Bu noktada yaşananlara dair kaynaklarda açık bir kayıt yoktur. İslam ordusunda bir anlaşmazlığın baş göstermesi üzerine apar topar Mücîreddîn Abâk Dımaşk’a, Nûreddîn de Hıms’a çekildi. Böylece Askalânlılar, bu yardım ümitlerini kaybetmiş oldular517. Willermus, II, s.221-223, İbn Salâr, Mayıs ayı başında bir donanma hazırladığı sırada öldürülmüştü. Kuşatma 25 Ocak’ta başladığına göre kuşatmanın beşinci ayında ulaştığı rivayet edilen Fâtımî donanması muhtemelen Haziran ayı sonlarında Askalân’a ulaşmış olmalıdır. 516 Willermus, II, s.223-224, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.321, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.276 517 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.320-321, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.275-276, K.M. Setton, “Nûreddîn’in Faaliyeti”, s.511, Willermus’un kaydı İslam kaynaklarına uygun olmakla beraber, olayları Nûreddîn’in Dımaşk’ı zaptı sonrasına tarihlemesi hatadır. Zira yazar, Askalân’ın zapt tarihini de 1154 olarak kaydetmiştir. Willermus’un kaydına göre Nûreddîn, Dımaşk’ı zapt etmiş ve Askalân’ı kuşatan Haçlıların muhasarayı kaldırarak yardıma geleceklerini hesaplayarak Banyas’ı kuşatmıştı. Fakat Banyas direndiği gibi Haçlılar da kuşatmayı kaldırmadılar. Olayların seyrine uymayan bu rivayetin devamında Willermus’un Dımaşk’a dair verdiği bilgi önemlidir. Yazara göre Nûreddîn’in Dımaşk’ı zapt etmesinin Haçlılara zarar vereceği açıktır. Zira Haçlılara yıllık vergi veren ve tabi olan Mucîreddîn Abâk’ın yerine Nûreddîn gibi güçlü bir rakip gelmişti. Willermus, II, s.224-225, Abak, Askalân’a ilerlemek yerine Banyas’ı ele geçirmeyi daha uygun buluyordu. Mucîreddîn Abâk’ın, Haçlılara karşı ciddi bir girişimden kaçındığı anlaşılmaktadır. Neticesinde ordular Banyas önlerinden ayrıldılar. Sonrasında Askalân’ın Haçlıların eline geçmesi, Mucîreddîn Abâk’ı endişelendirdi ve bu şehrin zaptı ile güçlenen Haçlı kralına, eski anlaşmaları yenilemek için haber yolladı. Bu arada Nûreddîn ile ittifak halinde olmasına rağmen Banyas önündeki kararsızlığı dolayısıyla da çekinmekteydi. Zira kendisi 1151 yılı içinde Nûreddin’in üstünlüğünü tanımıştı. Özetle İslam ordusunun Banyas önünde ayrılmasını Mucîreddîn Abâk’ın çekimserliğine bağlamak mümkündür. Coşkun Alptekin, 515 144 Haçlılar, kuşatmayı büyük kapıda (Doğuda bulunan Kudüs Kapısı) yoğunlaştırırlarken surları mancınıklarla aralıksız dövdüler. Şehir halkından ölenlerin sayısını bilemiyoruz fakat burada ölenlerden daha fazlası, kuleden atılan taşlarla ve şehirde bazı işler dolayısıyla dolaşanları hedef alan oklarla can verdi. Zamanın kuşatılanlar aleyhine işlemesi üzerine Askalânlılar, kendilerine çok zarar veren bu kuleyi yakmaya karar verdiler. Surlardan atılan odunların tutuşturulması çok zor olmadı fakat surlara doğru esen rüzgâr dolayısıyla bu girişim de kuşatılanların zararına oldu. Rüzgârın tüm gece esmesinin de etkisiyle sabahleyin sur, bir burçtan diğerine kadar çöktü. Fakat hedeflenen de oldu ve kule yıkıldı. Surun yıkılmasıyla Haçlılar, şehri çok kolay bir şekilde toplu bir hücumla zapt edebilirlerdi fakat bu noktada Haçlıların anlaşmazlığı ya da hasisliği şehri şimdilik kurtardı. Willermus’un kaydına göre Templierlerin üstadı Bernhard, surun yıkılan kısmından içeriye kimseyi bırakmadı. Haçlıların âdetine göre içeriye ilk giren, en büyük yağmayı yapıp en büyük payı alacağı için Bernhard, yaklaşık kırk kişi ile açılan gedikten içeriye girdi fakat kuşatılanların ani saldırısı sonucu tamamı öldürüldü. Bu başarı, Askalânlıların kendine güvenini tazeledi ve gemilerden tedarik edebildikleri odunlarla açılan gediği tamir etmeyi ve hatta bir kısım Haçlıyı öldürmeyi de başardılar. Sonrasında ölüleri duvarlara asarak Haçlıların morallerini bozmaya çalıştılar518. Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), s.156-159, aynı yazar, “Dımaşk Atabekliği (Tugtekinliler)”, s.512513, aynı yazar, “Musul Atabekliği (Zengîler)”, DGBİT, VII, Çağ Yayınları, İstanbul 1988, s.555, Stevenson, The Crusaders in the East, s.171-172, Mucîreddîn Abâk’ın, Haçlılarla tekrar temasa geçmesi şehirde huzursuzluğa da sebep olmuştu. Hatta Dımaşk’ın düşmesinde de bu durumun etkili olduğu söylenebilir. Gülay Öğün Bezer, “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, s.854, Stevenson, The Crusaders in the East, s.172, Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.474, Nûreddîn’den yardımı İbn Salâr istemişti. İbn Salâr, Sünnî idi ve bu yüzden arası halife ile zaman zaman açılmıştı. Hatta araştırmacılar, onun Nûreddîn’den yardım istemesini dahi Sünnî oluşuna ve Nûreddîn’e yakınlık hissetmesine bağlamaktadırlar. Yani vezirin yardım isteği, Nûreddîn dolayısıyla Sünnîliğin Mısır’a yayılması ve hakim olması için atılmış bir adım olarak değerlendirilmektedir. Buna göre İbn Salâr’ın, İbn Massâl ile olan mücadelesini de bir ŞiîSünnî çatışması olarak düşünmek gerekmektedir. Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, s.233-234, Askalân’ın zaptı ile Dımaşk, güneyden Haçlılar, kuzeyden Nûreddîn tarafından çembere alınmış oldu. Hareket alanı kalmayan Mucîreddîn Abâk, Haçlılara yaklaşmak durumunda kaldı. Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, s.171 518 Willermus, II, s.225-228, İbn el-Esîr’in, halk arasında anlaşmazlık çıktığı yolundaki rivayeti, bu olayla alakalı olmalıdır. Buna göre Haçlıların moralleri öylesine bozulmuştu ki kuşatmayı kaldırmayı düşünüyorlardı. Fakat bu arada halk arasındaki anlaşmazlığı haber aldılar ve kuşatmayı sürdürmeye devam ettiler. Kuşatılanlardan her bir taife, zaferin kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Bu iddialar, o kadar büyüdü ki şehirde bu kimseler arasında yaşanan tartışmalarda ölenler dahi oldu. Bu durumda Haçlılar, saldırılarını şiddetlendirdiler ve bu olaylar şehrin işgali ile sonuçlandı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.392, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.164, İbn Haldûn Kitâb el-İber, V, s.237, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.219, Anonim Süryânî yazarı da detay vermeden Müslümanların kendi aralarında çatıştığını haber vermiştir. Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.73, Abû’l-Farac, açılan gedikten içeriye 400 kişinin girdiğini ve bunların orada bekleyen 20 bin zırhlı Müslüman tarafından katledildiğini haber vermektedir. Diğer kaynaklarla teyit edilmeyen rivayetinin devamında yazar, Haçlı kaynağının aksine bu açılan gediği Haçlıların beklediğini ve Müslümanların kapatmasına izin vermediklerini de yazmaktadır. Abû'l-Farac, II, s.391, Süryânî Mihail de aynı rivayetleri vermekle beraber kralı geri dönmekten Renaud’un (de Chatillon veya Saint-Jean baş reisi 145 Kulenin tahribi ve sonrasında yaşanan olaylarla Askalânlıların amaçlarına ulaştıkları, o an için Haçlılara büyük zarar verdikleri söylenebilir. Çünkü Haçlılar, uğradıkları kayıplar dolayısıyla kuşatmanın devamını sorgulamaya başlamışlardı. Fikir ayrılığına düşen Haçlılardan bir grup, kuşatmanın kaldırılması gerektiğini dile getirirken diğer bir grup sebat etmenin gerekliliği üzerinde duruyordu. Kuşatmanın kaldırılmasını savunanlara göre birçok şövalye ölmüş, daha fazlası yaralanmış, çok zaman ve para harcanmıştı. Fakat bu kadar emek heba edilmedi, kuşatmanın devamına karar verildi ve bu karardaki isabet, şehrin zaptı ile ispat edildi. Bundan sonraki ilk çatışmada Haçlıların, Müslümanlara çok büyük zarar verdikleri görülüyor. İslam kaynaklarında yer almayan bu durumu Willermus, “(Müslümanlar) kuşatmanın ilk gününden bu ana kadar böylesine büyük bir zarar ve kayba hiç uğramamışlardı. Ordunun gücü bitmiş, şehirdeki ileri gelen kimseler ölmüş, kudret ve güvenlerini kaybetmişler ve artık ne yapacaklarını bilmiyorlardı” diyerek dile getirmiştir. Fakat bu çatışmada Haçlıların da kayıplarının fazla olduğunu tahmin edebiliriz. Zira çatışmanın hemen akabinde Askalânlılar, krala başvurarak ateşkes istemişler ve bu sürede ölülerin gömülmesini teklif etmişlerdi. Kral da teklifi kabul edince ölüler karşılıklı olarak geri verildi ve gömüldüler519. Müslümanların ümidine son darbeyi, büyük bir kirişi taşıyan kırk askere mancınıktan atılan taşın isabet etmesi ve bu askerlerin ezilmeleri vurdu. Sürekli kayıp veren halkın direnecek gücü kalmamış ve yardım umutları tamamen tükenmişti. Şehir ileri gelenlerinin toplantısı ve durumu değerlendirmesi, malumun ilanından başka bir şey değildi. Yani görüşmeden, canları ve malları için emân dilenmesi kararı çıktı520. Haçlı karargâhına giden elçilere –krallık ileri gelenlerinin, bu teklifi değerlendirmelerinin ardından- olumlu cevap verildi. Fakat Müslümanların üç gün içinde şehri boşaltmaları da şart koşuldu. Müslümanların, Haçlılara güvenmedikleri için bu sözü yeminle tasdik ettirmeleri üzerine Haçlılar da Müslümanlardan rehineler istediler. Nihayetinde elçiler, onlara katılan Haçlı şövalyeleriyle birlikte şehrin en yüksek burcuna, verilen Haçlı bayrağını çekmek üzere geri döndüler. Haçlıların şartının aksine Müslümanlar, şehri iki günde boşalttılar ki bu durum, Askalânlıların yeminlere rağmen Haçlılara güvenmediğini göstermektedir. Willermus’un kaydına göre kral sözünde durdu, Müslümanlara zarar vermedi hatta çölde bulunan el-Arîş’e kadar yanlarına kılavuzlar da Renaud?) vazgeçirdiğini eklemiştir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.169-170 519 Willermus, II, s.228-230 520 Willermus, II, s.230-231 146 verdi. Haçlılar nihayet şehri zapt etmişlerdi. Baudouin, şehirde bulunan malları kuşatmada yararlılık gösterenlere dağıttı ve şehri, Yafa kontu olan kardeşi Amaury’ye hediye etti. Böylece Haçlılar Askalân’ı 19 Ağustos 1153’te ele geçirmiş oldular 521. Ele geçirilen şehrin Haçlılar açısından önemi tartışma götürmez. Kudüs Krallığı’na Fâtımî saldırılarının buradan düzenlenmesi ve Sûr kuşatmasında olduğu gibi halkın eşzamanlı saldırıları, Haçlıları zor durumda bırakabiliyordu. Ayrıca Sûr’un ardından Askalân’ın da Haçlıların eline geçmesi, Haçlıların denizde daha rahat hareket edebilecekleri anlamı da taşımaktadır. Haçlılar açısından önemli başka bir nokta, şehir ele geçirildikten hemen sonra gün yüzüne çıktı. Burada çok büyük bir ganimet ele geçirilmişti. Willermus’un kaydına göre 1153 sonrasında Haçlıların yaşadıkları kıtlık, burada ele geçirilen ganimet sayesinde daha hafif atlatılmıştı. Çünkü yukarıda bahsedildiği üzere Fâtımîler, her yıl birkaç kez Askalân’ı takviye ediyor ve şehirde büyük bir erzak stoku bulunuyordu522. Haçlılar, Askalân’ı ele geçirerek Filistin ile Mısır arasındaki son engeli de ortadan kaldırmış oldular. Gerçekte Haçlıların genişleme imkânı bulacakları bir yön kalmadığından Askalân’ın zaptı, Kudüs Krallığı için yeni bir kapı açacaktı. Ancak Nûreddîn’in, Dımaşk’ı zaptı da aynı anlama gelmektedir. Tüm bu sebeplerle Mısır gibi zengin bir ülkeyi birbirine Willermus, II, s.231-234, Willermus’un kaydına göre Müslümanların yanına verilen kılavuzlar geri dönünce aralarında bulunan Nocquin? adlı bir Türk, bu çaresiz insanlara saldırıp mallarını yağmaladı ve onları öylece çölde bıraktı. Yazarın kaydını başka kayaklarla teyit etmek mümkün olmamaktadır. Ayrıca Willermus, şehrin zapt tarihini hatalı olarak 12 Ağustos 1154 kaydetmiştir. Willermus, II, s.233-234, İbn elKalânisî, Zeyl, s.321, Yâkût el-Hamavî, şehrin zapt tarihini 27 Cemaziyülevvel 548 = 20 Ağustos 1153 olarak verirken, Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, IV, s.122, Urfalı Mateos, bu tarihi 16 Ağustos 1153 olarak kaydetmiştir, Urfalı Mateos, Vekâyiname, s.320, Şehrin emânla alındığı tüm kaynaklarda kaydedilmiştir. Fakat Abû’l-Farac, burada 15 bin Müslümanın öldürüldüğünü, diğerlerinin de Mısır’a kaçtıklarını haber vermektedir ki bu rivayet olayların seyrine uymamaktadır. Abû’l-Farac, II, aynı yer, Süryânî Mihail ise bu rakamı 18 bin olarak vermektedir. Süryânî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.170, Ebû Şâme, duvar yıkıldığında şehre giren Haçlıların, Müslümanlardan pek çok kimseyi öldürdüğünü haber vermekle beraber rakam vermez. Bu olay, Haçlıların saldırılarını şiddetlendirdiklerinde Willermus’un kaydettiği olay olmalıdır. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.276, edDevâdârî, şehrin teslim edilmesi hususunda diğer kaynaklarda yer almayan bir detay vermektedir. Buna göre şehir, kuşatmaya direnirken şehre küçük bir kayık yaklaşmaya başladı. Halk, bunun ardından yardıma gelecek diğer gemileri beklerken gemiden bir adam indi ve Askalân naibine bir mektup uzattı. Mektupta; mektubu alıp okuduğunda Askalân sazlığından sağlam (kalın) Acem kamışlarından bir demet kamış alması yazılıydı. Askalân naibi “baş üstüne” dedikten sonra geceye kadar bekledi ve sonrasında Haçlılardan şehir adına emân istedi. ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VI, s.562-563 522 Willermus, II, s.236, İslam kaynakları da şehirdeki malların çokluğunu haber vermektedir. Bkz. İbn Kalânisî, Zeyl, s.321-322, İbn Tağrîberdî, en-Nucûm, V, s.287, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.27 521 147 kaptırmamak için mücadeleye başlayan Zengîler ve Haçlılar, Fâtımî Devleti’nin sonunu hazırlamışlardır523. Şehrin zaptıyla birlikte Fâtımîler, Suriye’deki son kalelerini de kaybetmiş oldular. Bu kaybın yaşanmasında en büyük rolü, Fâtımî dâhili olaylarının oynadığını söyleyebiliriz. İbn el-Esîr’in ifade ettiği üzere güç, galip gelenin eline geçiyor ve bu mücadele çok sık yaşanıyordu. Güce gerçek manada sahip olan vezirlerin çok sık değişmesi, ülkede istikrarı alt üst ediyordu. Vezirliğe yeni gelen ise henüz düzeni sağlayamadan ya makamından oluyordu ya da hayatından. İbn Salâr gibi vezirlerin, Suriye’de Haçlılara karşı direnen şehirlere gösterdikleri ihtimam, bu kaos ortamlarında ihmal ediliyor ve bu şehirler bir bakıma kaderine terk ediliyordu. Askalân’ın Haçlılar tarafından kuşatılması ve neticede emân ile ele geçirilmesi de işte böyle bir zamana denk düşmüştür. Nitekim İbn Salâr’ın hazırlamaya çalıştığı donanma, onun katlinden sonra Askalân’a ancak kuşatmanın beşinci ayında ulaşabilmiştir. Bu yardımların süreklilik arz etmemesi de şehrin kaderinde belirleyici olmuştur. Burada Haçlılar, Askalân’ı zapt ettiklerinde Fâtımîlerin içinde bulunduğu durumu Makrîzî çok güzel özetlemiştir: “ez-Zâfir’in etrafında eğlencelerin yanı sıra oyun dolan arttığı için Fâtımî Devleti’nde zayıflık ve bozukluklar ortaya çıkmıştı. Bunun bir sonucu olarak da Haçlılar, Askalân’ı aldılar ve istila ettiler.”524 Haçlıların zaman zaman Mısır topraklarına düzenledikleri keşif seferleri göz önüne alındığında artık Mısır’ın da Haçlı saldırısına uğrayacağı aşikârdı. Bu durumda Haçlıların Askalân’ı zaptından bir yıl sonra Nûreddîn de Dımaşk’ı ele geçirerek Haçlılarla arasındaki engeli kaldırdı ve Haçlıları gözlemlemeye başladı. Yani eğer Haçlılar, Mısır’a saldırırsa arada Dımaşk engeli olmadığı için rahatça müdahale edebilecekti. Nûreddîn, uzun süreden beri Dımaşk’ı hâkimiyet alanına katma uğraşındaydı. Bunun için haklı sebepleri de vardır. İlk sebep, Dımaşk hâkiminin Haçlılarla ittifak halinde olması ve bu durumun Müslümanlara zarar vermesidir. İkinci olarak Dımaşk, Nûreddîn’in Haçlılara ulaşmasına engel teşkil ediyordu. Bunun en net örneğini, 547 (1152-1153) yılında Haçlılar, Askalân’ı kuşattıkları sırada aradaki Dımaşk engeli sebebiyle Nûreddîn’in Askalân’a yardım Ramazan Şeşen, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, s.41, Askalân ve Dımaşk’ın zaptı ile çatışmaların merkezi, Suriye-Filistin bölgesinden Mısır’a kaydı. P.M. Holt, Haçlılar Çağı, s.46-47, Nureddin’in Dımaşk’ı zaptı için Bkz. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.326-329, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.398-399, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.169170, İbn Tağrîbirdî, en-Nücûm, V, s.304, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.29, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.283-284, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, 125-127 524 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.209 523 148 edememesinde görüyoruz525. Neticesinde Askalân’ın ve Dımaşk’ın ele geçirilmelerinden kısa bir süre sonra Haçlı-Müslüman çatışmasının yönü de Mısır olarak belirdi. 3.3.EL-FÂİZ Bİ-NASRİLLÂH (1154-1160) DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ Vezir Abbas’ın idaresine karşı genel bir hoşnutsuzluk söz konusuydu. Özellikle saraydaki kadınların faaliyetleri, Abbas’ın sonunu getirdi. Saray kadınları, mektupların içine saçlarını koyarak Talâ’i b. Ruzzîk’ten yardım istediler. Talâ’i b. Ruzzîk’in Kahire üzerine yürümesi karşısında Abbas, Nasr ve Usâme, Kahire’yi terk ederek Suriye’ye doğru yola çıktılar. Yolda Haçlıların saldırısı sonucu Abbas öldürülürken Nasr esir alındı526 ve bu arada Usâme kurtulmayı başardı. Talâ’i b. Ruzzîk, Kahire’ye girince halifenin gömüldüğü yeri öğrenerek onu gereğince defnetti ve idareyi ele aldı. Sonrasında Haçlılardan satın alarak Kahire’ye getirdiği Nasr, halk tarafından paramparça edildi. Talâ’i b. Ruzzîk, bundan sonra kendisine rakip olabilecek devlet ileri gelenlerinden bazılarının mallarına el koyarken bazılarını da Hicaz, Yemen gibi yerlere sürdü527. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.398, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.169, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.126, Nûreddîn’in Dımaşk’ı zapt etmesi şart idi. Zira Haçlılar, Askalân’ı alınca Askalân ile Dımaşk arasında onları rahatsız edecek bir yer kalmamıştı. İbn el-‘Adîm, Zübdet el-Haleb, s.336, Willermus’un yukarıda bahsedilen kaydı da bu görüşü desteklemektedir. 526 Willermus’un kaydında Mısır’da yaşananlar İslam kaynaklarına uymamakla beraber Nasr’ın esir alınması ve sonrasında gelişen olaylar konusunda önemli bilgiler vermiştir. Yazar, Talâ’i b. Ruzzîk’in hareketinden bahsetmezken Abbas ve Nasr’ın Mısır’dan kaçışını halkın toplanıp cinayetin hesabını sormak istemesine bağlamaktadır. Bunun üzerine Suriye’ye doğru yola çıkan Abbas ve Nasr, endişesizce Scylla’dan Charybbis’e gittiler. Bu sırada orada Haçlılar tesadüfen onları gördü. Abbas ve Nasr, Haçlıların saldırısında ölümcül derecede yaralanırken yanlarında hazineleri taşıyan hizmetçiler de esir alındı. Ele geçirilen ganimet paylaşıldı fakat bu işte asıl önemli rolü Templierler oynadığı için en büyük payı da onlar aldılar. Nasr da Templierlerin eline geçti. Nasr, hapiste tutulduğu sırada Hristiyan olmak istediğini söyledi ve din değiştirdi. Bu sırada Fâtımîler onu öldürmek için Haçlılardan istediler ve Templierler, Nasr’ı 60 bin altına sattılar. Elleri ve ayakları zincirli ve demir bir kafes içinde Mısır’a yollanan Nasr, halk tarafından paramparça edildi. Willermus, II, s.252-253, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, IX, s.91, Aydın Usta, “Haçlı Seferleri Döneminde Din Değiştirme Vakaları”, s.696, Süryânî Mihail, Nasr yerine Abbas’ı vermiştir. Yazarın rivayeti diğer kaynaklara uymaz: Abbas yanında 3 bin Ermeni ile Nureddin’e sığınmak için yola çıktı. Fâtımîler onu takip ederken bu Ermeniler döndüler ve Fâtımîlerden çok sayıda insanı öldürdüler (yaklaşık 5 bin). Kılavuzlar, ona ihanet ettiler, üç gün aç susuz çölde dolaştırdılar. Abbas, Askalan’ın karşısına geldiğinde Haçlılara rastladı. Abbas’ın yanındaki Ermeniler Haçlılara katıldı, Abbas esir alınıp Mısır’a yollandı ve çarmıha gerildi. Abû’l-Farac, II, s.393-394, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.176-177, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.281-282, İbn el-Kalânisî, Abbas ve Nasr’ın Gazze ve Askalân civarında bir yere geldiklerinde Haçlıların saldırısına uğradıklarını haber vermektedir. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.330 527 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.395-396, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.166-167, Usâme İbn Munkız, İbretler Kitabı, s.48-54, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.214-218, 220, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.294, 296-298, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.208-210, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.491-493, a. mlf, II, s.526, Ebû elFidâ, el-Muhtasar, III, s.28, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.97-98, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.292294, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.567-568, İbn el-İmâd, Şezerâet ez-Zeheb, VI, s.252, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.236, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.280-282, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, MEB, İstanbul 1979, s.693, Talâ’i b. Ruzzîk, güçlü Fâtımî vezirlerinin sonuncusudur. Vezirliğe geldiği zaman büyük saray memuriyetlerini altı ayla sınırlı tutarak devlet adamlarının güçlenmesinin önüne geçmek istemişti. Yani Talâ’i b. Ruzzîk, valilikleri her altı 525 149 Devlete gerçek manada hâkim olan Talâ’i b. Ruzzîk, bu dönemde Haçlılara karşı başarılı bir mücadele yürütmüş, Mısır’dan yolladığı ordular, Haçlı şehirlerine önemli zararlar vermişlerdir. Burada üzerinde durulması gereken bir nokta, Askalân’ın kaybı konusunda anlatıldığı üzere Nûreddîn’in Dımaşk’ı zapt etmesidir. Zira bu şehrin zaptı, bundan sonra Askalân ile beraber Fâtımî-Haçlı ilişkilerine yön verecektir. Talâ’i b. Ruzzîk, Haçlı topraklarına birlikler sevk ederken bir taraftan da Nûreddîn ile yazışıyor ve Haçlılara karşı ortak hareket etme konusunda onu teşvik ediyordu. Bu yazışmaların somut sonuçları tam olarak tespit edilemese de Fâtımîlerin, Sünnî İslam dünyasıyla bağlantı kurması ve Haçlılara karşı daha etkin bir işbirliğine girme çabası yönünden önemlidir. Nitekim daha sonraki dönemde Mısır’ı Haçlılara kaptırmak istemeyen Nûreddîn ile Fâtımî vezirleri daha yakın ilişki içinde olacaklardır528. el-Fâiz, Abbas’ın cinayetlerine şahit olarak akli dengesini kaybetmiş, halifeliği müddetince vezirlerin gölgesinde kalmış ve devlet işlerinde etkin olamamıştı. Nihayetinde 23 Temmuz 1160’ta öldü529. Yukarıda ifade edildiği üzere Askalân ve Dımaşk’ın zaptı sonrası Mısır’ın hâkimiyeti için şiddetli bir mücadele başladı. Haçlıların Mısır’a saldırıları daha öncesinde sınırlı idi fakat bu dönemde başka hareket alanları kalmadığı için Mısır topraklarına sefer düzenlemeye başladılar. Bu seferler, genelde yağma amaçlı idi. Fakat Talâ’i b. Ruzzîk’in bu saldırılara aynı şekilde mukabele ettiği görülmektedir. Talâ’i b. Ruzzîk’in vezirliği esnasında Haçlılara karşı iyi bir mücadele verildiğini, dahası Nûreddîn ile ilişkilerin geliştirilip Haçlıların her iki yönden de yıpratıldığını söyleyebiliriz. Eşzamanlı bir seferle Haçlılara büyük zararlar verildiği görülmez fakat Nûreddîn ile mücadele ederken Fâtımîler tarafından bir saldırı gelmesini engellemek isteyen Haçlıların ateşkes talepleri, KahireDımaşk arasındaki yakınlaşmanın olumlu sonucu olarak yorumlanmalıdır. ayda bir satmakla senede iki defa vergi topluyor ve bu da halkı zorluyordu. Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler”, DİA, XII, s.232, Umâra el-Yemenî de Talâ’i b. Ruzzîk’i şu sözlerle övmektedir: “Mısır vezirlerinden hiç biri Salih b. Ruzzik gibi devlet adamlarını yüceltmemiş; hiçbiri de Dırgam gibi o adamları yok edememiştir. Şaver sülalesi gibi devlet mallarını talan eden ailelere de rastlanmamıştır.” Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, s.242 528 Dımaşk’ın Nûreddîn tarafından zaptı için Bkz. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.398-399, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.169-170, İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.326-329, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.98 529 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.437-438, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.212, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.238, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.211-212, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.493-494, Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, III, s.37, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.98, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.344, edDevâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.12, el-Cevzî, el-Muntazam, XVIII, s.143, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, VI, s.292 150 3.3.1.Haçlıların Tinnîs Şehrini Yağmalamaları (1154) Askalân’ın zaptının ertesi yılı, Fâtımî topraklarına bu defa Sicilya’dan hareket eden bir Haçlı kafilesinin saldırısı gerçekleşti. Haçlılar 21 Temmuz 1154’te Tinnîs şehrine saldırarak halkın bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir aldılar. Kaynakların ifadesine göre Haçlılar burada çok büyük bir ganimet ele geçirmişlerdir. Haçlıların çekilişinin akabinde şehirden kaçanlar ve saklananlar geri döndüler530. Bu saldırıya karşılık verilip verilmediğine dair kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Bir şey yapılmadığına hükmedebiliriz zira bu sırada vezir Talâ’i b. Ruzzîk, devlet işlerini yoluna koymaya uğraşıyordu. Hatta aşağıda görüleceği üzere Talâ’i b. Ruzzîk, bu çabaları esnasında Haçlılarla anlaşmayı dahi düşünmüştü. 3.3.2.Haçlılarla Anlaşma Yapılması (1155-1156) ez-Zâfir’den sonra da Fâtımî Devleti’nde sular durulmadı. Özellikle vezirlik makamı için verilen mücadelelerin devleti zayıf düşürdüğü göz önüne alındığında bu makama sahip olanların çok dikkatli davranma zorunlulukları ortaya çıkıyordu. Bu noktada Haçlılardan gelebilecek bir saldırı, devleti çok zor durumda bırakabilirdi. Bu nedenlerle Fâtımî veziri Talâ’i b. Ruzzîk, devlet işlerini düzene koymakla uğraşırken Haçlıların saldırılarından emin olmak niyetiyle Haçlılara hazineden ve devlet adamlarının iktalarından alınacak belli bir miktarda para ödemeyi ve anlaşma yapmayı düşündü. Fakat bu düşüncesini açıkladığında devlet ileri gelenleri, buna şiddetle karşı çıktılar ve hatta kendisini azletmekle tehdit ettiler. Bu nedenle bu düşünce hayata geçirilemedi (1155)531. Kaynaklara yansıdığına göre ertesi yıl Mısır’da devleti sarsan bir kıtlık yaşanmıştır. Buğday kıtlığı dolayısıyla yükselen fiyatlar, Fâtımîleri zor duruma sokmuştu532. Bu nazik durumda Talâ’i b. Ruzzîk, bu kez Haçlılarla anlaşma yapmıştır. Kaynaklarda anlaşmanın ne şartlarda yapıldığına veya başka bir detaya dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.331, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.692, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.295, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.219, Th. Bianquıs, “Talâ’i’ b. Ruzzîk”, EI, X, Leiden 2000, s.150, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.304, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.207, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.27, İbn el-Esîr, bu olayı 548 = 1153 / 1154 yılı olayları arasında zikretmiştir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.393, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.164, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.563, E. Graefe, bu tarihi 1155 olarak vermiştir. E. Graefe, “Fâtımîler”, İA, IV, MEB, İstanbul 1979, s.526 531 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.331, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.692, daha önceki örnekler göz önüne alındığında Talâ’i b. Ruzzîk’in risk almayarak bu devlet adamlarına rağmen harekete geçmemesi yerinde bir davranış olmuştur. 532 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.336, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.229 530 151 Fakat devletin güçsüz düştüğü bir ortamda Haçlılara karşı koyamayacağı düşüncesiyle böyle bir anlaşmanın yapıldığını tahmin edebiliriz533. 3.3.3.Nureddîn ile Haçlılara Karşı Anlaşma Çabaları (1157-1158) Haçlılarla anlaşma yapmanın, devlete uzun süreli bir faydası olmayacağı açıktır. Ayrıca anlaşma yapılmasına rağmen Haçlı tehlikesinden emin olmak da mümkün değildir. Bu yüzden Fâtımîlerin, Nûreddîn ile ittifak kurması daha etkili bir siyasettir. Hem Haçlıların Askalân kuşatmaları ve daha öncesinde Nûreddîn ile iletişim kurulmuştu. Bunun somut bir neticesinden bahsetmek zordur fakat Askalân’ın kaybı sonrasında Haçlıların, Mısır’a yöneldikleri göz önüne alındığında Nûreddîn’in de daha aktif olacağı kesindir. Bu arada Dımaşk’ı zaptı da Nûreddîn’i önemli bir sorundan kurtarmıştı ve Haçlılarla daha rahat bir mücadeleye girebilirdi. Bu dönemde Fâtımî veziri Talâ’i b. Ruzzîk’in, Haçlılara karşı Nûreddîn ile ittifak kurma çabasında olduğunu görüyoruz. Talâ’i b. Ruzzîk, bu amaçla 1157 yılı içinde Nûreddîn’e bir elçilik heyeti yolladı. Kaynaklarda olayın detayına dair bir bilgi bulunmamasına rağmen bu elçilik heyetiyle Talâ’i b. Ruzzîk, muhtemelen Haçlılara karşı Nûreddîn’in yardımını taleb etmişti. Aynı yıl içinde (24 Nisan 1157) yine benzer konularda görüşmek üzere Nûreddîn’in elçisi Zeynel-Haccâc, Mısır’a -Fâtımî elçileriyle berabergönderildi534. Ertesi yıl (16 Ekim 1158) bu defa Talâ’i b. Ruzzîk’in elçisi Mahmûd el-Müvelled, Nûreddîn’in huzuruna geldi. Yanında Nûreddîn’e sunulmak üzere gönderilen bol miktarda hediye de bulunuyordu. Haçlılar, bu heyete yolda saldırmışlar fakat pek çoğu katledilmişti535. Fâtımî elçilerine yapılan saldırının detaylarının İslam kaynaklarına Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.692, Talâ’i b. Ruzzîk zamanı Dımaşk-Kahire yakınlaşmasının ön plana çıktığı bir dönemdir. Bu yakınlaşma ile Fâtımî-Haçlı ilişkileri daha karmaşık bir hal aldı. Yaacov Lev, Saladin in Egypt, s.54 534 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.338, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.230, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik alMalik al-Salih”, İA, XI, s.692, Haçlıların arz ettiği tehlikeyi gören Talâ’i b. Ruzzîk, Usâme b. Munkız’a yazdığı mektupta Nûreddîn’in Kudüs’e saldırmasını istiyordu. Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, s.85 535 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.353, Ebû Şâme, Mısır elçisinin adını Hacîb Mahmûd el-Müsterşîdî olarak kaydetmiştir, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.338, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.693, Elçi uzun süre Dımaşk’ta kaldıktan sonra 23 Şubat 1159’da döndü. Makrizî, bu haberleşmenin tarihini 11 Ekim olarak vermektedir. Müellifin verdiği detaya göre Nûreddîn’e silahlarla beraber bir hilat ve 3 bin dinar kıymetinde hediyeler yollanmıştı. Ayrıca Haçlılara karşı kendisini takviye etmesi için 7 bin dinarı Nûreddîn’i Haçlılara karşı mücadelesinde öven bir kaside ile beraber göndermişti. elMakrizî, İtti’âz, III, s.234, Stevenson, The Crusaders in the East, s.180, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle elFâtımiyye fî Mısır, s.283 533 152 yansımamış olmasının yanı sıra Haçlı kaynakları da bu konuya değinmemiştir. Bu elçilik heyetinin görevi de yine Nûreddîn’i Haçlılara karşı cihada teşvik etmek olmalıdır. 3.3.4.Sûr Şehrine Baskın Düzenlenmesi (1155) 1155 yılında Talâ’i b. Ruzzîk, Haçlılara karşı sefere girişecek bir orduyu hazır hale getirmişti. Hazırlanan donanmaya tayin edilen kumandanın adı kaynaklara yansımamıştır. Fakat kendisinden yetenekli bir kumandan şeklinde bahsedilmektedir. Donanma kumandanı, Frank dilini konuşabilen birkaç adamını Haçlı kıyafetleri giydirerek önden yolladı. Bunların hareketinin ardından kendisi de Bizans gemilerinin izlediği yollar ile gerektiğinde sığınılabilecek yerleri incelemek için denize açıldı. Yoldayken Sûr limanında büyük bir Bizans gemisinin bulunduğunu haber alınca derhal Sûr’a yöneldi. Yapılan ani saldırı sonucu bu gemi ele geçirilip içindekiler öldürüldü ve mallara el konuldu. Donanma, Sûr limanını ele geçirip üç gün boyunca yağmaladıktan sonra mezkûr gemiyi ateşe verdi ve tekrar denize açıldı. Fâtımî donanması, denizde rastladığı hacıları taşıyan birkaç gemiyi de ele geçirdi. Bu hacıların da bir kısmı öldürülürken büyük bir çoğunluğu esir alındı. Nihayetinde donanma, bol ganimet ve esirle Mısır’a döndü536. 3.3.5.Haçlı Topraklarına Düzenlenen Seferler (1157-1158) el-Fâiz döneminde Haçlı topraklarına yapılan seferlerin artış gösterdiği gözlemlenmektedir. Bu olaylar, Makrizî’nin eserinde çok muhtasar ve dağınık bir şekilde yer bulmuştur. Çoğu zaman bunların zamanını tayin etmek de mümkün olmamaktadır. Bu seferlerin, çoğunlukla aynı kalıp üzerinden anlatılmış olması da olayların takibini zorlaştırmaktadır. Bu olayları diğer kaynaklarla çoğu zaman teyit etmek mümkün olmamaktadır. Talâ’i b. Ruzzîk, 1156 yılında Haçlılarla yapılmış olan anlaşmayı bir yıl sonra bozdu ve Haçlı topraklarına sefer düzenledi. Bu bağlamda 1157 yılı içinde Haçlı topraklarına birkaç sefer düzenlendiğini ve bu seferlerde esir ve ganimetle dönüldüğünü görmekteyiz. Makrizî’nin kayıtlarına göre ilk olarak 27 Haziran ve 24 Temmuz 1157’de düzenlenen seferlerde önce Gazze ve etrafı yağmalandı. Sonra Askalân ve civarında Haçlılardan esirler ve ganimetler ele geçirilerek dönüldü. Bu başarılar Nâsırü’d-Devle Hûmân kumandasında Şeria’ya düzenlenen seferle de tekrar edildi. Aynı yıl içinde Beyrut’a yönelen donanma, Haçlı gemilerini yenerek esir ve ganimet aldı. Ağustos-Eylül İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.332, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.298, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.224, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.211, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.219, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.282-283, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.692 536 153 1157’de Senîatü’l-Mülk Zubyân’ın idaresinde Şevbek’e düzenlenen seferde de bol miktarda ganimet ve esir alındı. Bu sıralarda Fâtımî donanması da Akkâ’ya yönelmişti. Burada 700 civarında esir alıp Haçlı gemilerine karşı etkili bir mücadele veren donanma, Ekim-Kasım 1157’de salimen döndü. Ekim-Kasım 1157’de Haçlı topraklarına tekrar akınlar başladı ve bol ganimet ele geçirildi. Takip eden ay içinde 5 Aralık 1157’de düzenlenen akını, 9 Aralık’taki izledi ve Dımaşk topraklarına kadar uzanan alanda Haçlı arazisi tahrip edildi. Aynı yıl içinde rüzgârın İskenderiye önlerine sürüklediği Haçlı gemileri de ele geçirildi.537. Şubat 1158’de Şemsü’l-Hilâfe Ebû’l-Eşbâl ve Dırgâm kumandasında Gazze ve Askalân üzerine 4 bin kişilik bir ordu Mısır’dan yola çıkarıldı. Ordu, Mart ayında el-‘Ucûl Tepesi’ne ulaştı ve burada vuku bulan çarpışmada Haçlılar bozguna uğradı. Haçlılardan pek çok kişi bu çarpışmada hayatını kaybetti. Eylül sonunda Fâtımî ordusu, bu defa elArîş’e yöneldi ve buradaki çarpışmalarda da aralarında atların ve çeşitli malların bulunduğu büyük ganimet elde etti538. Aynı sıralarda denizde de başarı sağlandı ve Fâtımî donaması, rastladığı birkaç Haçlı gemisini içindekilerle beraber ele geçirdi. Gemidekilerden bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da esir alınarak bol miktarda ganimetle birlikte Mısır’a götürüldü539. Mayıs 1158’de Fâtımî ordusu, Vadi-i Musa’ya girerek ‘ حصن الدميرةyı sekiz gün kuşattı. Ordunun bir kısmı buradan Şevbek’e yöneldi ve civara baskınlar düzenledi. Kuşatılan kaleye iki emir, bir miktar askerle bırakıldıktan sonra ordu geri döndü540. 8 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.230-231, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.211, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.692, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.283 538 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.351, Ramazan Şeşen, “Dırgâm b. Âmir”, DİA, IX, Ankara 1994, s.276, E. Graefe Gazze’deki savaşı Fâtımîlerin büyük bir zaferi olarak değerlendirmektedir. E. Graefe, ‘’Fâtımîler’’, İA, IV, s.526, Makrizî, bu seferlerin hemen sonrasında Beyt Cibrîn’e düzenlenen ve ganimetle dönülen bir seferden bahsetmekte fakat bu olay, diğer kaynaklarda yer almamaktadır. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.233, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.326, Nuveyrî, bu olayı 1157 yılı içinde kaydetmiştir. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.211, İbn el-Kalânisî, el-Arîş’teki savaşta Haçlıların 400’den fazla kaybı olduğunu rivayet etmektedir. İbn Kalânisî, Zeyl, s.353, Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.693, el-Cevzî, Nûreddîn ile Haçlılar arasında mücadeleler sürerken, Mısır askerlerinin Gazze’ye sefer düzenlediklerini kaydetmekle yetinmiştir. el-Cevzî, el-Muntazam, XVIII, s.119, Bu da Kahire-Dımaşk yakınlaşmasının ve paralel politikalar geliştirmelerin bir sonucu olarak görünmektedir. Yaacov Lev, Saladin in Egypt, s.54-55 539 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.351, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.326, Fâtımî donanması, Mayıs ayında Tinnîs’ten Haçlı topraklarına doğru demir almıştı. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.233 540 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.233, Ramazan Şeşen’in verdiği detaya göre Vadi-i Musa halkı, kadıları Zeynel Arab’ı Talâ’i b. Ruzzîk’e yollamış ve Haçlı saldırılarından kendilerini kurtarması için yardım istemişlerdi. Bunun üzerine Talâ’i b. Ruzzîk, buraya yukarıda bahsedilen seferi düzenledi ve sonrasında aynı ordu, Şevbek civarını da yağmaladı. Fakat yazar, kuşatılan kaleyi “el-Vuayrâ” olarak kaydetmiştir. Ramazan Şeşen, 537 154 Haziran 1158’de Haçlı topraklarına düzenlenen ve Haçlıların mağlup olduğu seferden de Fâtımîler ganimetle dönmüşlerdi. Bu seferin hemen sonrasında Talâ’i b. Ruzzîk, beş gemilik bir deniz gücünü, 1 Eylül 1158’de yola çıkardı. Sahil şehirlerine yönelen donanma, Haçlı gemilerini yenerek çok sayıda esir ve ganimetle yüklü olarak 17 Ekim 1158’de Mısır’a döndü541. 1158 yılının son günlerinde Talâ’i b. Ruzzîk, orduyu karadan ve denizden tekrar harekete geçirdi. Makrizî’nin kaydına göre ordu, Haçlılara karşı başarılı savaşlar verdikten sonra bol ganimet ve esirle salimen döndü. Bu esirler arasında Kıbrıs hâkiminin kardeşi de bulunmaktaydı. Talâ’i b. Ruzzîk, bu kimseyi çok iyi ağırladıktan sonra Bizans imparatoruna yolladı542. 3.3.6.Haçlıların Ateşkes Talebi ve Yaşanan Diğer olaylar (1159) 27 Mart 1159’da Haçlı elçileri, ateşkes talebiyle Kahire’ye geldiler. Bu sırada 1158 yılında Nûreddîn’e gönderilen Hacîb Mahmûd el-Müsterşîdî, Dımaşk’tan döndü. Haçlı elçilerinin ateşkes isteğinin sebebi bu sayede anlaşıldı. Zira Nûreddîn, Haçlı topraklarına cihada çıkmış ve Gazze’ye akınlar düzenlemeye başlamıştı. Haçlı elçilerinin teklifini Talâ’i b. Ruzzîk’in reddettiği anlaşılmaktadır zira Mahmûd el-Müsterşîdî’nin gelişinin hemen sonrasında Haçlılara karşı bir ordu hazırlamaya başlamıştır543. Donanmanın hazırlanıp yola çıkarılması, Bizans imparatorunun hareketiyle alakalı olmalıdır. İbn elKalânisî’nin ifadesine göre Bizans imparatoru 1159 yılında Ermeni Leon’un toprakları ile Antakya havalisini tahrip ettikten sonra Müslüman şehirlerine ilerlemekteydi. Bu durumda Nûreddîn, bölgedeki emirlere mektuplar göndererek hazırlıklı olmalarını istemişti544. Makrizî’nin kaydında bu konuya dair herhangi bir detay bulunmamasına rağmen, Fâtımî donanmasının hareketi, bu olayla alakalı olmalıdır545. “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.693, Nuveyrî, bu olayı 1157 yılı içinde kaydetmiştir. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.211 541 Aynı sıralarda el-Arîş’e bir baskın düzenleneceğini haber alan Talâ’i b. Ruzzîk, buraya asker sevk etmiş fakat bir olay yaşanmayınca askerler geri dönmüştü. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.234 542 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.234, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, 220, Steven Runciman, II, s.292, Th. Bianquıs, “Talâ’i’ b. Ruzzîk”, EI, X, s.150 543 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.236, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.283 544 İbn el-Kalânisî, Zeyl, s.354 545 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.236, Aynî’den naklen verdiği bilgide Ramazan Şeşen, donanmanın hareketi ile aynı zamana denk gelen bir Gazze seferinden bahsetmektedir. Bu olayın aynı amaca yönelik olması muhtemeldir. Ramazan Şeşen, “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, s.693 155 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1160-1171) 4.1.EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ (1160-1171) el-Fâiz bi-Nasrillâh’ın ölümü üzerine yerine el-Hâfız’ın torunu Ebû Muhammed Abdullah b. Yusuf, “el-Âdid” lakabıyla halife oldu. el-Fâiz öldüğü zaman vezir Talâ’i b. Ruzzîk, saraya gelip kimin halife olabileceğini sormuş ve sayılan isimlerden yaşı büyük birisinin getirilmesini emretmişti. Fakat adamları ona, kendisinden önceki vezir Abbas’ın, büyük yaştakiler yerine daha küçük olanları tercih ettiğini ve dolayısıyla daha küçük yaştaki halifelere hükmetmenin daha kolay olduğunu hatırlattılar. Talâ’i b. Ruzzîk, bunun üzerine el-Âdid’de karar kıldı. el-Âdid’in babası halife değildi ve o sırada buluğ çağına yaklaşmıştı. el-Âdid’e halife olarak biat edildi (23 Temmuz 1160) ve Talâ’i b. Ruzzîk saraydaki yerini sağlamlaştırmak için halifeyi bir yıl sonra, kızıyla evlendirdi546. Talâ’i b. Ruzzîk, devlete tamamen hâkim durumda idi. Halkın ileri gelenlerinden birçoğunu, gelebilecek saldırılara karşı ülkenin çeşitli yerlerine sürmüştü. Kızını halife ile evlendirmesi ve saray kadınlarını kendisine düşman etmesi de böylece sonunu hazırladı. elÂdid’in halası Sitt el-Kusûr, Mısır emirlerine para yollayarak onları veziri öldürmeye teşvik etti. Sarayın dehlizlerinde bekleyen vezirin düşmanları, onu ağır yaraladılar. Talâ’i b. Ruzzîk, ağır yaralı bir halde evine götürüldü. Sonra el-Âdid’e haber yollayarak kendisini halife yaptığı halde böyle bir şeye izin verdiği konusunda halifeyi suçladı. el-Âdid’in, olayda bir dahli olmadığına dair yemin etmesi üzerine halasını kendisine teslim etmesini istedi. el-Âdid’in halasını, bizzat kendisi öldürdükten sonra yerine oğlu Ruzzîk’in getirilmesini vasiyet etti ve 12 Eylül 1160’da öldü. Oğlu Ruzzîk, “el-Âdil” lakabıyla vezirliğe getirildi547. İbn el-Esîr, el-Kamil, IX, s.437-438, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.212, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.212-213, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.243-244, 246, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.37, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.344, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.528, a. mlf, III, s.110, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve enNihâye, XVI, s.394-395, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.12-13, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, XVI, s.288, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.221 547 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.449-450, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.225-226, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.345, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.213, 216, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.528, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.246-248, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.16, 18, el-Âdid dönemi için ayrıca bkz. İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.109-112, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.38-39, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.221-222 546 156 Talâ’i b. Ruzzîk, ölmeden önce oğluna yaptığı vasiyette Şâver’i azletmemesini veya yerini değiştirmemesini tembih etmişti548. Şâver, Yukarı Mısır (es-Saîd) valisi idi ve bu makam, vezirlikten sonraki en büyük makam idi. el-Âdil, vezirliğe gelince etrafındakilerin (daha çok akrabalarının) de kışkırtmasıyla babasının vasiyetini dikkate almayarak Şâver’i azletti. Bunun üzerine Şâver, Kahire’ye yürüdü. İtfîh’e doğru yola çıkan el-Âdil, Şâver’i karşıladıysa da 27 Aralık 1163 Cuma günü yakalanarak öldürüldü. Vezirliği bir yıl, üç ay ve birkaç günden ibaret kaldı549. “Emîrü’l-Cüyûş” lakabını alan Şâver, Talâ’i b. Ruzzîk ve oğluna ait tüm mallara el koydu. Kısa bir süre adaletle davranan Şâver, sonrasında halka zulmetmeye başladı. Şâver, devlete hâkim olurken oğulları da devlet işlerinde aktif olmaya başladılar. Bu sayede devlet ileri gelenleri, askerler ve el-Âdid ikinci planda kalmaya başladı550. Bunun üzerine Dırgâm, çok sayıda adam toplayarak Şâver’in üzerine yürüyünce Şâver, mallarını yanına alarak geceleyin Kahire’den çıktı. Bâb en-Nasr’dan Kahire’ye giren Dırgâm, Şâver’in oğlu Tayy’ı öldürürken el-Kâmil’i de esir aldı (13 Ağustos 1164). Şâver’in, bu ilk vezirliği sekiz ay, beş gün sürdü551. Şâver, Nûreddîn’in yardımını sağlamak için Şam’a giderken Dırgâm, “el-Melik elMansûr” lakabıyla vezir ilan olundu. Dırgâm, Nûreddîn’e elçi yollayarak Şâver’i tutuklamasını istedi fakat Nûreddîn, buna olumlu yaklaşmış gibi göründü. Dırgâm, hâkimiyeti açısından tehlikeli olabileceğini düşündüğü Mısır ileri gelenlerinden birçoğunu öldürdü veya başka yerlere sürdü. Böylece devlet zayıfladı552. Şâver, Nûreddîn’den yardım istediği sıralarda Haçlıların, Mısır’a baskıları iyice hissedilir olmuştu. Nûreddîn, Mısır’ı İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.460, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.237, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.215, Talâ’i b. Ruzzîk, Şâver’i Yukarı Mısır’a vali atamıştı. Talâ’i b. Ruzzîk, yaralı bir halde evine taşındığında yaptığı üç büyük hatadan birinin Şâver’i vali atamak olduğunu fakat onu görevden alamadığını itiraf etti. Oğluna da onu görevinden almamasını öğütledi. Fakat yeni vezir el-Âdil, Şâver’i görevden alınca Şâver de isyan ederek Kahire üzerine yürüdü. İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.439-440, 443, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.254 549 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.460, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.237-238, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.216-217, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.529, 440, Ayrıca Bkz. Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.40, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.289, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.257-259, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.18-19, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, XIV, s.80 550 en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.218, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.460, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.237 551 en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.218, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.137-138, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.322-323, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.440, İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.75, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.289-290, aynı eser, IV, s.99-100, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.260-261, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.25, Ebû Şâme’nin verdiği bilgiye göre vezir el-Âdil, hapse atılmıştı. Şâver’in oğlu Tayy, onu ortadan kaldırmak isteyince babası buna izin vermedi. Fakat Tayy, el-Âdil’i bulunduğu hapishanede öldürdü. Dırgâm da geldiği zaman Tayy ve Süleyman’ı öldürdü, el-Kâmil’i esir aldı (29 Ağustos 1163). Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.57-58, Fikret Işıltan, “Şâver”, İA, XI, İstanbul 1979, s.358, Ramazan Şeşen, “Dırgâm b. Âmir”, DİA, IX, s.277, M. Canard, “Dırgham”, EI, II, s.318 552 Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.40, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.218-219, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.58 548 157 Haçlılara kaptırmamak için aşağıda görüleceği üzere Mısır’a Şâver ile birlikte ordu göndermiş ve Haçlılarla Zengîler arasında Mısır hâkimiyeti için mücadeleler başlamıştır. Görüldüğü üzere Mısır üzerinde Haçlı-Zengî mücadelesi başlamadan önce Fâtımîler, dâhili olaylarla istikrarsız bir dönem yaşamaktaydı. Vezirlik mücadelesi, devleti güçsüz ve dış müdahalelere açık bir hale getirmişti. Mısır, taraflar için önemli bir ülkedir. Her şeyden önce zengin bir beldedir. İskenderiye limanına ve dolayısıyla ticaret yollarına sahip olması dolayısıyla da ticari açıdan vazgeçilmez bir yerdir. Olaya itikadî yönden bakıldığında Mısır, Sünnîliğin hâkim kılınması ve mezhep birliğinin sağlanması açısından önem arz etmektedir. Kudüs Krallığı, Haçlı devletlerinin merkezi olarak kabul edilirse Mısır’da olası bir Zengî hâkimiyetiyle Haçlılar muhasara edilmiş de olacaktı553. 4.2.EL-ÂDİD Lİ-DÎNİLLÂH DÖNEMİ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1160-1171) 4.2.1.Amaury’nin, Mısır’a Seferleri (1161, 1163) el-Âdid zamanında ilk olarak III. Baudouin’in kardeşi Yafa ve Askalân kontu Amaury’nin, 1161 yılında Mısır’a sefer düzenlediğini görmekteyiz. Fâtımîler bu saldırıyı Haçlılara 160 bin dinar vermeyi kabul ederek önleyebildiler554. Bundan iki yıl sonra III. Baudouin, 10 Şubat 1163’te öldü ve kral, çocuksuz öldüğü için yerine tek kardeşi ve varisi olan Yafa ve Askalân kontu Amaury geçti. Amaury’nin tahta çıkışı, krallık ileri gelenleri arasında önemli tartışmalara555 neden oldu. Bu tartışmaların daha da büyüyüp çok ciddi sorunlara neden olmaması, din adamlarının ve halkın çoğunun Amaury’nin yanında yer almasına bağlanabilir. Fakat baronlar arasında da Amaury’yi destekleyenler vardı. Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.376-478, Marshall W. Baldwin, “The Latin States under Baldwin III and Amalric I, 1143-1174”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, 1969, s.550 554 Willermus, II, s.302, Abû’l-Farac, II, s.398, Süryanî Mihail, Amaury’nin Mısır’a sefer düzenlemeden önce Dımaşk topraklarına saldırdığını ve buradaki bedevilerin Nûreddîn’e isyan edip Haçlılara katıldığını rivayet etmektedir. Amaury, Mısır’a sefer düzenlerken yanına bu bedevileri de almış ve yağmada bulunmuştu. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.187, İslam kaynaklarından sadece ed-Devâdârî’de yer alan bu olay, çok muhtasar ve Süryânî kaynaklarından çok farklı anlatılmıştır: 1160-1161 yılında Haçlılar, Mısır’a sefer düzenleyip Fâkus’a geldiler. Talâ’i b. Ruzzîk, asker toplayıp bunları karşılayarak Bilbîs’e geldi. Fakat Haçlılar geri çekildiler. ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.15, Steven Runciman, 1160 yılına tarihlediği bu olayın gerçekleşmediğini söylemektedir. Yani mezkûr yılda Fâtımîler, Mısır’a saldırı düzenlemekle III. Baudouin tarafından tehdit edilmişler ve onlar da 160 bin dinar haraç ödemeyi kabul etmişlerdi. Fakat bu miktar hiç ödenmedi. Steven Runciman, II, s.306, Fâkûs, Mısır’a on sekiz mil uzaklıkta Mısır’ın doğusundadır. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, IV, s.232 555 Amaury, tek varis olmasına rağmen, eşi Agnes ile kilisenin yasakladığı kan akrabalığı derecesinde yakın akraba olması, itirazların temel noktasıdır. Fakat Amaury, kral olduktan sonra eşinden ayrıldı ve sonrasında taç giydi. Willermus, Amaury’nin evliliğini ve akrabalık derecesini inceler ve bir bakıma kralın savunmasını yapar. Willermus, II, s.300-302, Steven Runciman, II, s.303, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.124 553 158 Amaury, ağabeyinin ölümünden sekiz gün sonra tahta sahip oldu. Kutsal Mezar Kilisesi’nde patrik tarafından taçlandırıldığında yirmi yedi yaşında bulunuyordu556. Amaury, tahta çıktığı sıralarda Fâtımîler, III. Baudouin zamanında kararlaştırılan vergiyi ödemekten imtina ettiler. Bunun üzerine Amaury, 1 Eylül 1163’te Mısır’a saldırdı. Vezir Dırgâm, Haçlıları karşıladı fakat bu Haçlı ordusuna karşı koyması zor görünüyordu. Willermus’un kaydına göre çölde vuku bulan ilk çarpışmada Dırgâm, çok sayıda kayıp vererek Bilbîs557 şehrine çekildi. Haçlı ilerleyişini durdurmak konusunda çözüm arayan Dırgâm, bu sırada taşma zamanı olan Nil’in bentlerini açarak Haçlı karargâhını sular altında bıraktı. Daha fazla ilerleyemeyen Haçlılar da geri çekilmek zorunda kaldılar558. Nûreddîn, Haçlı kralının yokluğunda Trablus Haçlı Kontluğu topraklarına saldırdı. Hısnü’l-Ekrâd Kalesi’ni muhasaraya alan Nûreddîn, hac ziyareti için bölgeye gelenler ve Bizans birlikleri ile takviye edilmiş Haçlı ordusunun yetişmesi üzerine bozgun halinde çekilmek zorunda kaldı559. Hârim’de yaşanacak olan savaş, bu yenilginin intikamı olacaktır. İbn el-Esîr’in, Müslümanlara en sert davranan kişi olduğunu haber verdiği Bizans valisi Koloman da esir alınacaktır. Kaynakların, Haçlıların Mısır’a saldırısı ile Nûreddîn’in Haçlı topraklarına girişi arasında bir bağlantı kurmamalarına rağmen Nûreddîn’in faaliyetlerini, Haçlıları çekilmeye zorlamak doğrultusunda düşünmek mümkündür. Amaury’nin bu seferi ile vezaret mücadelesi dolayısıyla devletin ne kadar zayıflamış olduğu ve kale ile istihkâmlarının güçlendirilmesi gerektiği anlaşılmış oldu. Ayrıca seferin korku uyandırdığına da şüphe yoktur560. 4.2.2.Şâver’in, Nûreddîn’den Yardım İstemesi ve Birinci Mısır Seferi (15 Nisan 1164- 26 Ekim 1164) Şâver, vezirliği ele geçirdikten sonra devlete hükmetmeye başlamış ve bu durum da hoşnutsuzluğa sebep olmuştu. Onun zulme varan davranışları sonucu Dırgâm, harekete geçmiş ve böylece Şâver, makamından olarak Nûreddîn’in yardımını sağlamak üzere Willermus, II, s.295-296, Nûreddîn, Renaud de Chatillon’u esir aldığından III. Baudouin, Haleb topraklarına akında bulundu fakat Nûreddîn ile anlaşmak zorunda kaldı. Akkâ’ya geldiğinde de öldü ve yerine kardeşi Amaury geçti. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.191192 557 Bilbîs veya Bilbeys. Fustat ve Mısır arasındadır. Şam yolu üzerinde yer alır ve Mısır’a 10 fersah (60 km.) uzaklıktadır. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, I, s.479 558 Willermus, II, s.302-303, Steven Runciman, II, s.306, Makrizî, Talâ’i b. Ruzzîk’in, Haçlılarla yıllık 33 bin dinar ödenmesi konusunda anlaşmaya vardığını, Şâver vezirliği ele geçirdiği sırada Haçlıların bu miktarı talep etmek için Mısır’a geldiklerini kaydetmekteyse de başka bir detay vermemiştir. Bu rivayet, diğer kaynaklarla da teyit edilememektedir. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.259, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle elFâtımiyye fî Mısır, s.284, Stevenson, The Crusaders in the East, s.186 559 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.462-463, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.240-241, Steven Runciman, II, s.306307, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.126 560 Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.479 556 159 Mısır’ı terk etmişti. Şâver, Nûreddîn’in yanına 2 Şubat 1164’te ulaştı. Şâver’in, Nûreddîn’e yaptığı teklife göre Nûreddîn, vezirliği ele geçirmesi için Şâver ile beraber Mısır’a bir ordu yollayacak ve buna karşılık -askerlerin iktaları hariç- Mısır gelirinin üçte biri Nûreddîn’e verilecekti. Şirkûh ve askerleri Mısır’da kalacaklar ve Nûreddîn’in emirlerini uygulayacaklardı. Fakat Nûreddîn, kapısına kadar gelmiş olan Şâver’in taleplerini değerlendirirken aceleci davranmamıştır. Bunun başlıca sebebi Şâver’den daha fazlasını almak olmakla beraber; çıkılacak bir seferde Haçlılardan gelebilecek tehlikelerin de göz önünde tutulması gerekmekteydi. Ancak Mısır’ın ele geçirilmesi ile Haçlılara karşı sağlanacak üstünlük, Nûreddîn’in kararında belirleyici olmuştur. Tüm bu faktörlerin yanında Nûreddîn’in zihnini meşgul eden bir başka ihtimal, Şâver’in verdiği sözleri tutmaması idi ki daha sonra bunda haksız olmadığı görülecektir561. Mısır’a gönderilecek ordunun kumandanlığına Şirkûh getirildi. Willermus, Şirkûh’u İslam kaynaklarına uygun bir şekilde tasvir etmektedir. Yazarın kaydına göre Şirkûh, cömert ve çok sevilen bir insandı. Köken olarak asil olmamakla beraber kısa zamanda itibar ve mal-mülk sahibi olmuştu. Kısa boylu ve şişmandı. Yaşı da ilerlemişti. Bir gözündeki katarakttan mustarip idi. Bir asker olarak ise zorlukların yıldıramayacağı bir yapıya sahipti. Be nedenle Zengîlerin yanında hızla yükselmiş ve önemli makamlara gelmişti. Mısır’a sefer düzenlenmesi gündeme gelince de bu göreve kendisi uygun bulundu562. Gerekli hazırlıkların tamamlanmasının ardından ordu, 15 Nisan 1164’te563 ilk Mısır seferine çıktı. Nûreddîn, Haçlıların yolda Şirkûh’u rahatsız etmemeleri için Haçlı topraklarına akınlar düzenleyip dikkatlerini dağıtmaya çalıştı. Haçlılar tarafından taciz edilmediği anlaşılan Şirkûh, Kerek ve Şevbek’in doğusundan Eyle’ye sonra Sadr (Kahire İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.465, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.243, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, I, s.356, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.138, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.444, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.290, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.264-266, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.41, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.409, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.344-345, Ayrıca Bkz. Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.42, Ebû Şâme’nın rivayetine göre Dırgâm, Nûreddîn’e elçi yollayarak Şâver’i yardımsız bırakmasını istedi fakat Nûreddîn buna olumlu cevap vermedi. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.59, Willermus’un kaydına göre makamı gasb edilen Şâver, bir müddet kendi kabilesi arasından yardım sağlamaya çalıştı. Bu esnada olayların neticesini de bekliyordu. Zira bu kadar sık vezir değişimi yaşayan Fâtımîlerin içişlerinin kolay yatışmayacağı malumdur. Bu yüzden Şâver de Dırgâm’a karşı bir fırsat kolluyordu. Willermus, Dırgâm’ı Şâver’den daha gururlu ve kibirli bulmaktadır. Zira Dırgâm, Haçlıların 1163 yılındaki seferini akamete uğratmıştı ve bununla övünüyordu. Tüm bu olayların neticesi olarak Şâver, Dırgâm’a karşı şansını Nûreddîn’den alacağı yardımla denemeye karar verdi ve Mısır’dan ayrılarak Nûreddîn’e sığındı. Willermus, Şâver’in Nûreddîn ile yaptığı anlaşmanın içeriğine dair bir bilgi vermemektedir. Willermus, II, s.303 562 Willermus, II, s.303-304, Eyyûbîlerin menşei ve ilk dönemleri için Bkz. Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler”, DİA, XII, İstanbul 1995, s.20, Aynı yazar, “Eyyûbîler”, Türkler, V, Yeni Türkiye Yay. Ankara 2002, s.6061, Aynı yazar, “Eyyûbîler Devleti”, DGBİT, VI, Çağ Yayınları, İstanbul 1987, s.301-305, Aynı yazar, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.36-42 563 Abû’l-Farac, ilk Mısır seferinin tarihini 1163 olarak vermiştir. Abû’l-Farac, II, s.401 561 160 ve Eyle arasında harab bir kale) ve Süveys’e ulaştı. Nihayetinde Bereke’ye564 ve Kahire önlerine ulaşıp Bilbîs’e indi. Şirkûh’u Bilbîs’te Dırgâm’ın kardeşi Nâsıreddîn karşıladı. Nâsıreddîn, Şirkûh karşısında pek bir varlık gösteremeyip Kahire’ye çekilince Şirkûh da Mayıs 1164’te şehir önünde konakladı. Dırgâm, Dımaşk ordusu karşısında kendisini pek şanslı görmeyerek kaçmayı tercih etti fakat Seyyide Nefîse Türbesi civarında yakalanarak öldürüldü565. İslam kaynaklarına bu şekilde yansıyan olayın Haçlılarla ilgili kısmını Willermus tamamlamaktadır. Buna göre Şirkûh’un hareketi üzerine Dırgâm, Haçlılara başvurarak yardım istemişti. Willermus’un kaydına göre Dırgâm, III. Baudouin zamanında kararlaştırılan haracın yanı sıra belirlenecek ondan daha yüksek bir meblağı ödemeyi önerdi. Ayrıca Haçlılar, Mısır’a geldiklerinde sıkıntı yaşamamaları için zahire hazırlamayı ve Amaury’ye itaati taahhüt etti566. Bu konuda bilgi veren tek İslam kaynağı olan Makrizî’ye göre Haçlılarla kararlaştırılan miktar 33 bin dinar idi. Şâver ve Şirkûh’un gelişi üzerine Dırgâm, Haçlılara haber yollamış ve anlaşma sağlanmıştı567. Bu anlaşmanın hayata geçirilemediği anlaşılmaktadır. Zira Şirkûh’un gelip Dırgâm karşısında başarı sağlaması esnasında Haçlıların herhangi bir dahlinden söz edilmemektedir. Haçlıların daha sonra harekete geçmeyişleri de Dırgâm’ın öldürüldüğünü haber almalarıyla alakalı olmalıdır. Neticede bu anlaşmanın bir anlamı kalmadı. Fakat bundan sonraki gelişmelerde Şâver için bir örnek teşkil etti. Dırgâm’ın öldürülüşünün ertesi günü (25 Mayıs) Şâver, vezirlik makamına iade edildi. Fakat Nûreddîn’in de çekincelerinden biri olan Şâver’in sözünde durmama ihtimali, Hacıların karaya indiği yerdir, Bereketü’l-Hüccâc olarak da bilinir ve deniz tarafındadır. İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.138, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.266, 269-270, İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.465-466, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.243-244, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.444-445, İbn Tağrîberdî, enNücûm, V, s.330, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.290, 327, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.219, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.345, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.26, Ayrıca Bkz. Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, III, s.41, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, XVI, s.211, Dırgâm öldürülünce cesedinin orada üç gün kaldığı ve köpeklerin yediği rivayet edilir. Sonra defnedilmiştir. İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.442, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.139, Ramazan Şeşen, “Dırgâm b. Âmir”, DİA, IX, s.276, M. Canard, “Dırgham”, EI, II, s.318, Ordular Mısır’a gelince Şîrkûh, bu kalabalık orduyu görünce tereddüt etmiş ve bunun üzerine Şâver; ‘’Bu kalabalık seni korkutmasın, kumandanlarının gönderdiği mektuplar yanımda. Bunların çoğu dokumacı, çiftçi vs. gibi meslek erbabıdır. Davul çalarsan toplanırlar, sopa gösterirsen kaçarlar.’’ demiş ve Şîrkûh’u rahatlatmıştır. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.60, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.267, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s. 44, Willermus, Dırgâm’ın kardeşi Nâsıreddîn’den bahsetmezken, Kahire önünde yaşanan çatışmada Dırgâm’ın, kendi adamlarından birinin attığı okla öldüğünü kaydetmektedir. Willermus, II, s.304-305 566 Dırgâm, Haçlılardan yardım istemişti fakat Şirkûh, çok hızlı hareket etmiş ve Haçlılar henüz hazırlıklarını tamamlayamadan Mısır’a ulaşmıştı. Bu durumda Haçlılar, harekete ancak Şâver ile Şirkûh anlaşmazlık yaşadığında geçebildiler. Steven Runciman, II, s.307, Ayrıca Bak. İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.345 567 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.266 564 565 161 derhal gün yüzüne çıktı. Şâver, Kahire dışında ikamet etmekte olan Şirkûh’a haber göndererek Suriye’ye dönmesini istedi fakat Şirkûh bunu şiddetle reddetti. Durumu haber alan Nûreddîn, Şâver’e haber yollayarak anlaşmaya uymasını istedi fakat bunu da Şâver kabul etmedi. Olayların bu raddeye varması üzerine Nûreddîn’in ilk hamlesi, naiblerini yollayarak Bilbîs şehrini ele geçirmek olurken; Şâver buna Haçlıları yardıma çağırarak cevap verdi568. Mısır’ın zenginliğinin ve stratejik öneminin Müslüman-Haçlı mücadelesinde ne kadar büyük öneme sahip olduğunun farkında olan Haçlıların, Şâver’in bu çağrısını cevapsız bırakmaları imkân dâhilinde değildir. Öncelikle Şâver’in bol para teklifi söz konusuydu. Dahası Şâver, Mısır’ın Nûreddîn’in eline geçmesi ihtimaliyle Haçlıları korkutmuştu. Mısır’ın, Nûreddîn’e kaybedilmesi, Haçlıların kabul edebilecekleri bir durum olmadığını henüz Haçlılar, hazırlıklarını tamamladıklarında yaşanan gelişmelerden anlayabiliriz. Haçlılar hazırlıklarını tamamlayıp Mısır’a hareket etmek üzereyken Nûreddîn, onları bu girişimden vazgeçirmek için Haçlı topraklarına akınlar düzenlemeye başlamıştı. Fakat Haçlılar, Şirkûh’un Mısır’da bulunmasını daha tehlikeli bulduklarından hareketlerinden vazgeçmemişlerdi. Belki Şâver’den alacakları paralarla durumlarını düzeltmeyi ve Nûreddîn’in karşısına daha güçlü çıkmayı da hesaplamışlardı. Haçlı Krallığında muhafız olarak bırakılanlara Kudüs’ü ziyarete gelen Hıristiyan hacılar katılırken bunlardan bazıları da Mısır’a giden orduda yer aldılar569. Şâver ile yapılan anlaşmanın detaylarına dair bu konuda en önemli kaynak olan Willermus, Şâver’in elçilerinin, Dırgâm zamanındaki anlaşmayı yenilemeye veya daha fazlasını kararlaştırmaya yetkili oldukları dışında bir bilgi vermemiştir570. Ebû Şâme ile Makrizî, Fâtımî-Haçlı anlaşmasını kaydeden İslam kaynaklarıdırlar ve bu konuya açıklık getirmektedirler. Buna İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.466, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.244, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.220, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.139, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.327, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.41, Willermus, Şâver’in Kahire’ye girince Dırgâm’ın adamlarını ve akrabalarını katlettiğini nakleder. Fakat Willermus’un anlatımında kopukluk vardır. Buna göre Şâver, vezirliği tekrar ele geçirir fakat Şirkûh, birdenbire Bilbîs’e saldırır ve bu şehir üzerinde hak iddia etmeye başlar. Yani, verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine ilişkilerin gerilmesi ve Şirkûh’un Bilbîs’i ele geçirişi anlatılmaz. Willermus’a göre Bilbîs’i alan Şirkûh, söz ve davranışlarıyla -Bilbîs’i aldığı gibi- Mısır’ın diğer bölgelerini de halife ve vezire rağmen ele geçirebileceğini ima ediyordu. Willermus, II, s.305, Süryânî kaynakları, Şâver ile Şirkûh’un arasının bozulmasını Şirkûh’un Mısır’a hâkim olma düşüncesinin Şâver tarafından anlaşılmasına bağlamaktadırlar. Buna göre Şirkûh, Fâtımî Halifeliğini kaldırma düşüncesini daha ilk seferde belli etmişti. Bunun üzerine Şâver Haçlılardan yardım istedi ve Nûreddîn’e vaad ettiklerini vermedi. Şirkûh da Bilbîs şehrini ele geçirdi. Abû’l-Farac, II, s.401-402, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.197, Krş. Ramzan Şeşen, Selahaddin Eyyubi ve Devlet, s.44 569 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.466, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.244-245, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.139-140 570 Willermus, II, s.305 568 162 göre Şâver, kat edecekleri yolda her merhale için Haçlılara bin dinar ödeyecekti. Yani Askalân’dan yola çıkan Haçlılar, bu hesaba göre 27 bin dinar alacaklardı571. Haçlılar, Mısır’a doğru ilerlerken Şirkûh da Bilbîs şehrini tahkim etti ve gerekli tedbirleri aldı. Fâtımî-Haçlı müttefik ordusu tarafından Bilbîs’te kuşatılan Şirkûh, -İbn elEsîr’in, Bilbîs’in etrafında hendek bulunmadığını ve surların da yüksek olmadığını kaydetmesine rağmen- üç ay başarıyla direndi. Kuşatmanın akamete uğraması, Haçlıların aldıkları riskle bağlantılıdır. Zira İslam kaynakları, kuşatmanın kaldırılmasını Nûreddîn’in Hârim’de Haçlıları bozguna uğratmasına ve Haçlı topraklarında ilerlemesine bağlamaktadırlar. Şirkûh’un bu zaferden haberdar olmadığı da özellikle kaydedilmiştir. Nûreddîn Mahmud, Şîrkûh’un Mısır’a hareketinden önce 1163’te Trablus Haçlı Kontluğu topraklarına yaptığı bir akında Hısnü’l-Erkâd yakınlarında Trablus, Antakya, Bizans ve Ermeni müttefik ordusunun pususuna düşmüş ve mağlup olmuştu572. Nûreddîn Mahmûd, bunun intikamını almak, Haçlı ordusunu Mısır’dan çekilmeye zorlamak ve Şîrkûh’u kuşatmadan kurtarmak için Hârim üzerine yürüdü. Ordusunda Musul ve el-Cezîre bölgesi hâkimi olan kardeşi Kutbeddîn Mevdûd, Hısn Keyfâ hâkimi Fahreddîn Karaarslan, Mardin hâkimi Necmeddîn Alpı ve diğer bölge askerleri vardı. Nûreddîn Mahmûd, 10 Ağustos 1164’te yapılan savaşta müttefik ordusunun, sağ kanada saldırması üzerine bozgun halinde geri çekilir gibi yaptı ve düşmanı üzerine çekince ani bir dönüşle Haçlıları hezimete uğrattı. Savaş sonunda Antakya Prinkepsi III. Bohemund, Trablus Kontu Raymond, Bizans valisi Konstantinos Koloman, Ermeni Thoros ve Hugue de Lusignan gibi liderleri esir aldı573. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.61, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.276-277, Steven Runciman ve Işın Demirkent, bu miktara Hospitalier şövalyelerine hediyeler ve atların yem paralarının da vaad edildiğini eklemektedirler. Steven Runciman, II, s.307-308, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.126, en-Nuveyrî’nin Bilbîs kuşatmasının kaldırılmasına dair verdiği bilgi, bu konuya ışık tutmakla beraber ilk ikisine uymamaktadır. Yazarın kaydına göre Şirkûh’un Bilbîs’i terk etmesinin ardından Şâver, yanında Haçlılardan bir grup olduğu halde Kahire’ye döndü. Yardımları için Haçlılara 400 bin dinar verdi ve onlarla beş yıllık bir barış yaptı. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.220 572 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.462-463, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s. 240-242, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ezZaman, VIII, s.150-151, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.406, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.196, Steven Runciman, II, s. 306-307, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi s.161-162 573 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.467-468, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s. 246-247, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.346-347, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.19, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.143-145, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.327-328, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.41, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.152153, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.410, Abu’l-Farac, II, s.400-401, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.196, Anonim Süryânî Vakayinamesi, s.74-76, Steven Runciman, II, s. 308, Ramazan Şeşen, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, s.44, Stevenson, The Crusaders in the East, s.188-189, Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi s.163-167, Ioannes Kinnamos, Renaud’un da esir alındığını yazmaktadır fakat Renaud’un esir alınması 23 Kasım 1160’ta idi ve kendisi 571 163 Bu haber, Haçlı karargâhına ulaştığında Haçlılar, Şirkûh’a başvurarak ele geçirdiği yerleri teslim etmesi ve Suriye’ye dönmesi konusunda teklifte bulundular. Şirkûh’un, bu teklifi kabul etmesi ise kaynakların ifadesine göre erzakının azalmasının bir neticesi idi. Anlaşmaya varılmasının ardından Şirkûh, Ekim-Kasım 1164’te Bilbîs’ten ayrıldı ve yolu üzerindeki Haçlıların pususunu, yolunu değiştirerek etkisiz hale getirdikten sonra Suriye’ye vardı (13 Kasım 1164)574. Willermus, Bilbîs kuşatmasının kaldırılmasını Şirkûh’un yorulmasına ve erzakının tükenmesine bağlamakta, bu sıkıntılar üzerine Şirkûh’un şehri teslim ettiğini söylemektedir. Fakat İslam kaynakları, Hârim felaketi ile Haçlıların çekilişini bağlantılı bulurlar. Willermus, Amaury’nin, Mısır’da iken bazı haberler aldığını fakat ülkesine dönünce Hârim’de yaşanan felaketin detaylarını öğrendiğini kaydetmekte fakat Haçlıların çekilişi ile Hârim bozgunu arasında bir ilişki kurmamaktadır. Aslında Hârim’de yaşananların Haçlı karargâhına ulaşmasını zikretmekle bir noktada İslam kaynaklarını teyit etmektedir575. İlk Mısır seferi sonrasında Şâver, makamına kavuştu. Bu seferden Zengîlerin, Mısır’ı tanımak ve kendilerine Sünnî çevrelerden taraftar edinmek konusunda bir kazanımlarının olduğunu söyleyebiliriz. Haçlıların ise Mısır’ın Nûreddîn’in eline geçmesine engel olmalarının yanı sıra ekonomik olarak elde ettikleri önemlidir576. 4.2.3.İkinci Mısır Seferi ( 9 Ocak- 5 Eylül 1167) Mısır’a düzenlenen ikinci seferin sebebi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. İslam kaynaklarına göre Mısır’a düzenlenen ilk seferden dönen Şirkûh, bu ülkeyi ele geçirmek hususunda çok hırslı davranışlar sergilemiştir. Fakat Nûreddîn, yeni bir sefere 1176 yılında esaretten kurtulmuştur. Ioannes Kinnamos, Historia, s.157-158, Krş. Ebru Altan, “Renaud de Châtillon: Antakya Prinkepsi (1153-1160), Mâverâ-i Ürdün Senyörü (1177-1187)”, Tarih Dergisi, S: 55 / 2012 / 1, İstanbul 2013, s.10-11, Hârim zaferi sonrasında askerler, Antakya’yı zapt etmek için Nûreddîn’e tavsiyede bulunmuşlardı. Fakat Nûreddîn; “Şehri zapt etmek kolay, fakat kale çok müstahkem olduğu için orayı almak zordur. Ayrıca şehri Bizans İmparatoru'na da teslim edebilirler, çünkü Antakya hâkimi imparatorun kardeşinin oğludur. Bohemond'a komşu olmak benim için Kostantmiyye hükümdarıyla komşu olmaktan daha iyidir.’’ demiş ve bu işe kalkışmamıştır. İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.469, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s. 247-248, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.145 574 İbn el-Esîr, el-Kâmil, IX, s.466-467, a. mlf., İslam Tarihi, XI, s.244-245, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.348, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.140-141, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.277-278, Ebû el-Fidâ, elMuhtasar, III, s.41, İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.75-76, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.330331, İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.409-410, Şirkûh’a Kerek ve Şevbek hakimi Arnat’ın pusu kurduğu ve Şirkûh’un bu durumu fark etmesiyle kurtulduğu rivayet edilmekteyse de Arnat (Renaud?) bu sırada esarette idi. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.63, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.279 575 Willermus, II, s.305, 310, Abû’l-Farac da Hârim bozgunu haberinin Haçlılara ulaşması üzerine Amaury’nin Şirkûh’a anlaşma teklif ettiğini ve geri döndüğünü teyit eder. Abû’l-Farac, II, s.402, Süryânî Mihail, bu rivayete Amaury’nin, Haçlı askerlerine kendisi, Mısır’dan dönünceye kadar Nûreddîn’in karşısına çıkmamalarını tembih ettiğini de ekler. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (10421195), s.197, 199 576 Bu konuda Makrizî’nin kaydı abartılı durmakla beraber Haçlıların, elde ettikleri yönünde bir fikir vermektedir. Buna göre sadece Bilbîs kuşatması süresince Şâver, Haçlılara her gün 1000 dinar ödeme yapmıştı. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.278, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.44 164 taraftar değildi. Ancak Şirkûh’un bu azmi karşısından Nûreddîn de daha fazla itiraz etmeyerek yeni bir sefer için hazırlıkların yapılmasını emretti. Şirkûh’un yanına bazı emirler de verildikten başka ordu tamamen toplanıncaya kadar hareketine izin verilmedi577. Bu konuya dair Willermus’un kaydında ise Nûreddîn, etkin bir rol oynamaz. Buna göre Şirkûh, Nûreddîn’i aşarak doğrudan Abbâsî halifesi ile bağlantı kurmuştur. Şirkûh, Mısır’ın zenginliklerini anlatmasının ardından, halkın kendini lükse verdiğini ve savaş konusunda yetersiz olduklarını da ekledi. Fakat bunlardan daha etkili olan bir noktayı ŞîîSünnî çatışmasını gündeme getiren Şirkûh’un, bu sefere bir cihad mahiyeti kazandırması, halifenin kararında etkili oldu. Böylece Mısır seferi için halifenin onayı alındı578. Bu birbirinden farklı rivayetlerden İslam kaynaklarının daha tutarlı olduğunu kabul edebiliriz. Öncelikle halife ile Şirkûh’un görüşmesi, hiçbir İslam kaynağında yer almamıştır. ŞîîSünnî çatışmasına Willermus’un detaylarıyla vakıf olduğunu düşündüğümüzde böyle bir kurguya başvurduğu sonucuna ulaşabiliriz. Ayrıca böyle bir olay yaşanmış olsaydı bunu Zengî hanedanına bağlılığıyla bilinen İbn el-Esîr’in atlamış olması da imkânsızdı. Takkûş, seferin sebeplerini “Mısır’ın zenginliğini ele geçirip cihad için harcama, Haçlıların Mısır’ı ele geçirmesinden korkulması, İslam ülkelerini Nil’den Fırat’a kadar birleştirme, Mezheb birliğini sağlama, Şâver’in ihanetinin ödetilmek istenmesi” şeklinde özetlemiştir579. Sebep ne olursa olsun Şirkûh, hazırlıklarını tamamladı ve Ocak-Şubat 1167’de harekete geçti. Şirkûh, Atfîh civarında Nil’i geçip Mısır’ın batısına ilerledi ve el-Cîze’de580 elli küsur gün konakladı. Şirkûh’un ilerlemesi karşısında Şâver, telaşa kapılarak Haçlıların yardımına başvurmuş ve Nûreddîn’in Mısır’ı ele geçirmesi halinde kendilerine hayat hakkı tanımayacağı konusunda Haçlıları ikna etmişti581. Şirkûh’un harekete geçtiği haberi ulaştığında Amaury Nablus’ta idi. Nasıl hareket edileceğini konuşmak üzere derhal bir konsil topladı. Şirkûh’un bu sefere çok iyi hazırlandığı, yeterli erzak ve su tedariki ile yola çıktığı Haçlılarca bilinmekteydi. Bu yüzden konsilde krallıktaki herkesin menkul mallarının onda birini krallığın kurtuluşu için vermesi kararlaştırıldı. Amaury, ilk olarak İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.3, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.263, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.148, elMakrizî, İtti’âz, III, s.282 578 Willermus, II, s.313-314, Steven Runciman, II, s.310 579 Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.486 580 Fustat’ın batısında büyük bir alandır. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.200 581 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.3, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.263, İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.7677, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.221, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.282-283, İbn Vâsıl, Müferric elKurûb, I, s.149, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.43, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.7, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.290, Abû’l-Farac’ın rivayetleri de İbn el-Esîr’e uygundur, Abû’l-Farac, II, 403 577 165 Şirkûh’u engellemeye çalıştı fakat Haçlı birlikleri, çölde Kades-Barnea denen yere kadar ilerlemelerine rağmen Şirkûh’u bulamadılar. Bu esnada Haçlılar, Askalân’da toplandılar ve gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra Gazze ile Mısır arasındaki Sina Çölü’nü geçmek için 30 Ocak’ta yürüyüşe geçtiler. el-Arîş’te sayım yapan ve tüm ordunun birleşmesini bekleyen Haçlılar, sonrasında Bilbîs şehrine ulaştılar582. Haçlı karargâhında yapılan toplantıdan, Şirkûh’a nehri geçmeden önce saldırılması gerektiği kararı çıktı. Şirkûh’un, Haçlılardan yaklaşık on altı km. ötede bulunduğu öğrenilince Haçlı keşif birlikleri, derhal yola çıktılar. Ancak oraya vardıklarında Şirkûh’un nehri çoktan geçmiş olduğunu gördüler. Bu keşif birlikleri, Şirkûh hakkında -İslam kaynaklarına yansımayan- detaylı bilgilerle döndüler. Buna göre Suriye’den yola çıkan Şirkûh, Suriye-Sobal’ı geçtiği sırada çölde müthiş bir kum fırtınasına yakalandı. Askerler yere yüzükoyun yatarak fırtınanın dinmesini beklediler. Hava durulduğunda çölde birkaç gün vakit geçirdikten sonra rotalarını zor tayin ederek zorlukla Mısır’a ulaştılar583. Taraflar arasında çatışmalar başlamadan önce Haçlıların, Şâver ile olan hukukî durumlarını güvenceye almak istedikleri görülüyor. Şâver, Şirkûh’a karşı Haçlı yardımı olmadan direnemezdi. Fakat Şâver’in bir başka korkusu da Haçlıların kendisini yalnız bırakmasından kaynaklanıyor ve bu durumda Amaury’yi Mısır’da tutmanın yolu da ona daha fazla para ödemekten geçiyordu. Bu yüzden Şâver, Haçlılarla olan anlaşmayı yenilemek için teklifte bulundu. Yıllık haraç artırılacak ve anlaşma, Fâtımî halifesinin hazinesi ile garanti edilecekti. Varılan anlaşmaya göre Amaury’ye 400 bin parça altın (Bizans altını) ödenmesine karar verildi. Bu miktarın 200 bini peşin; geri kalanı da belirlenen zamanlarda sorunsuzca ödenecekti. Buna karşılık Amaury, Şirkûh Mısır’dan ayrılıncaya veya zorla çıkarılıncaya kadar Mısır’da kalacağına dair garanti verecekti. Fakat Şâver konusunda daha temkinli davranmayı uygun bulan Haçlılar, onun sözünü tek başına muteber kabul etmediler ve halifenin de anlaşmayı onaylamasını şart koştular584. Hugh of Caesarea ve Templierlerden Geoffrey Fulcher, anlaşmayı onaylatmak üzere Fâtımî sarayına gönderildiler. Mezkûr kimseler, türlü dar ve ışıksız koridorların Willermus, II, s.314, Yukarıda Şirkûh’un hareketi üzerine Şâver’in Haçlılardan yardım istediği kaydedilmişti. Fakat Willermus, bu bilginin tam tersi bir durumdan bahsetmektedir. Ona göre Bilbîs’e gelen Haçlıları gören Şâver telaşa kapılmış ve onların Mısır’a saldıracaklarını zannetmişti. Durumu anlamaya çalışan Şâver, başlangıçta Haçlıların kendilerine yardıma geldiklerine inanmak istememişti. Fakat çöle keşif birliği yollayıp da Şirkûh’un Attâsi’ye kadar ulaştığını teyit edince Haçlılara inanmış ve anlaşma yoluna gitmişti. Krş. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.3, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.263, Willermus, II, s.314-315, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.7 583 Willermus, II, s.317-318 584 Willermus, II, s.318-319 582 166 aşılmasından sonra bahçelerin, havuzların bulunduğu, mermer kaplı ve sahip olunan tüm zenginliği gözler önüne seren sarayın iç kısımlarına ulaştılar. Yoğun bir koruma ve lüks, sarayda ilk dikkat çekenlerdendi. Haçlı elçileri, dâhili kısma alındıklarında inci ve altın işlemeli, süslü bir perde arkasında altın tahtında yüzü kapalı olarak oturan halife ile karşılaştılar. Şâver, halifeye Haçlılarla ittifakın şart olduğunu zira Şirkûh’un, Mısır’ın merkezinde bulunduğunu ve halifeliği tehdit ettiğini anlattı. Bunun üzerine halife de anlaşmayı kabule hazır olduğunu belirtti. Sıra, anlaşmanın onaylanmasına gelmişti fakat bu esnada bazı protokol sıkıntıları yaşandı. Zira Hugh of Caesarea, anlaşmayı el sıkışarak onaylamak isteyince bu cüreti fazla bulan saray erkânı şaşkınlığa uğradı. Halife, isteksizce eldivenli elini uzattı. Fakat Hugh için bu kadarı da yeterli değildi. Hugh’un, çıplak elle yapılan el sıkışmanın samimiyet ifadesi olduğunu anlatması üzerine halife, istemeyerek de olsa buna razı oldu. Halife, Hugh’un söylediği anlaşma şartlarını hece hece tekrar etti ve anlaşma sağlanınca Haçlı heyeti, zengin hediyelerle saraydan ayrıldılar585. Anlaşma sağlandıktan sonra Haçlılar, Şirkûh’a karşı tedbirler almaya başladılar. Haçlıların dinlenmeye çekildikleri gece Şirkûh, gece boyu ilerlemiş ve ordugâhını nehrin diğer kıyısına Haçlı karargâhının karşısına kurmuştu. Bunun üzerine Amaury, gemilerle hurma ağaçları getirilmesini ve köprü inşasına başlanmasını emretti. Tekneler, ikişer ikişer birleştirilip demirlerle sabitlendi. Kirişlerle desteklenip üzerleri toprakla kaplandı. Sonrasında da tahta kulelerle desteklenip savaş aletleriyle donatıldı. Köprü, nehrin ortasına kadar sürdü fakat karşı kıyıda Türkler olduğu için tamamlanamadı. Bu esnada günlük çatışmalara bir aydan fazla ara verilmişti zira Haçlılar karşı kıyıya geçemiyorlar, Türkler de bu durumda onlara saldıramıyorlardı586. İki ordu karşı karşıya beklerken587 Şirkûh, Haçlıların saldırılarını önlemek amacıyla daha kuzeyde Yukarı Delta’da bulunan bir adayı (Ravza Adası) ele geçirmeleri için birliklerini yolladı. Bunu öğrenen Amaury, Milon de Plancy ile beraber Şâver’in oğlu el- Willermus, II, s.319-321, Steven Runciman, II, s.311-312, Willermus’un tasvirine göre halife genç, cömert, sakalları yeni çıkmış, esmer tenli, uzun ve güzel gövdeli biriydi. Çok sayıda da eşi vardı. Willermus, II, s.321 586 Willermus, II, s.325-326 587 Şîrkûh, Şâver’e haber göndererek; “Düşmanımız Franklar elimizde, üslerinden çok uzakta ve kopmuş durumdalar. Ordularımızı birleştirip onları yok edelim. Zaman uygun; bu fırsat bir daha çıkmayabilir” dedi ve işte o zaman Mısır’ı ebediyen terk edeceğini hatta Mısır’a kimsenin saldırmasına izin vermeyeceğini vaat etti. Fakat cihad değil de kendi menfaatlerini düşünen Şâver, bu teklife olumlu cevap vermedi. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.64, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.283, Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, s.127, Amin Maalouf, Şâver’in, bu teklifi getiren ulağı idam ettirdiğini ve bir bağlılık işareti olarak Şirkuh’un mektuplarını Amaury’ye gönderdiğini kaydetmektedir. Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, s.156 585 167 Kâmil’i yola çıkardı. Türkler, adayı ele geçirmişlerdi fakat gelen Haçlı birliğinin ani saldırısı sonucunda yenilgiye uğradılar. Türklerin 500 kişi kayıp verdiği bu saldırıda bazıları Haçlılarca öldürülürken bazıları da nehirde boğuldular588. Bu ilk başarının ardından nasıl hareket edileceği konusunda görüşen Haçlılar, Haçlı karargâhından yaklaşık on üç km. aşağıda bulunan adaya gemileri sevk etmeyi ve bu sayede ada ile bağlantı kurmayı kararlaştırdılar. Gece boyunca ilerleyen filoya kara ordusu da eşlik etti ve neticesinde Haçlılar, zahmetsizce adaya hâkim oldular. Bunun üzerine Türkler, nehri geçmeye çalıştılarsa da çıkan kasırga nedeniyle bunu başaramadılar. Adada bunlar yaşanırken aralarında Hugh d’Ibelin’in de bulunduğu geride kalan Haçlılar, yarım kalan köprüyü tamamladılar589. Haçlıların, adaya hâkim olmalarına karşılık daha küçük olan kanal, Türklerin elindeydi. Haçlı filosunun nehirde Türkleri tedirgin etmesine rağmen Şirkûh yine de harekete geçmekten geri durmadı ve nehri geçmeyi başardı. Haçlılar, Şirkûh’a ertesi gün saldırmayı düşündüler ve o an için bir girişimleri olmadı fakat Şirkûh da tüm gece ilerledi. Şirkûh’a karşı bazı tedbirler düşünen Amaury, bunun üzerine Hugh d’Ibelin ve Şâver’in oğlu el-Kâmil’i Haçlı ve Mısır askerlerinden oluşan büyük bir süvari birliğiyle ani saldırılara karşı korumaları için Kahire ve köprüye; Gerard de Pougy ve Şâver’in oğlu Mahadan’ı (Muazzam, aslında torunu) nehrin uzak bir başka köşesine Şirkûh’un nehri tekrar geçme girişimini kontrol etmeleri için yolladı. Kendisi ise ağırlıkları geride bırakarak Şirkûh’u takibe başladı590. Willermus, Bâbeyn’de yaşanan savaş öncesinde tarafların sayısı hakkında bilgi verir. Buna göre çok düzensiz olmasına rağmen Haçlı zırhlı askerlerinden iki ordu oluşturulabiliyordu fakat net bir rakam yoktur. Buna karşılık Şirkûh, 20 binden fazla askere sahipti. Bunların 9 bini zırhlı ve miğferli iken diğer 3 bini sadece yay ve ok kullanıyorlar, 10 bin veya 11 bini ise sadece mızrakla savaşıyorlardı. Bu rakama Willermus’un sayısını bilmediği hafif silahlı Türkopolleri de eklemek gerekecektir. Haçlıların 374 savaşçıya 588 Willermus, II, s.326 Willermus, II, s.326-327, Willermus’un verdiği bilgiye göre adaya kendi sakinleri “Mahalla” diyorlardı. Ada, verimli ve zengindi. Nil’in suları adayı karadan ayırırdı ve kollar, denize kadar bir daha birleşmezdi. Bu kollar denize dört ağızda karışırlar. Suriye tarafındaki birinci kol denize iki antik şehir arasında Tinnîs ve Farma’da akar. İkinci kol, denizle Dimyat’ta, üçüncü ise Sturio’da birleşir. Dördüncü İskenderiye’ye yaklaşık altı buçuk km. mesafede Rosetta’da denize ulaşır. Willermus, II, s.327 590 Willermus, II, s.328-329, Şehrin tüm kulelerinin ve halife sarayının sorumluluğu (koruması) Haçlılara aitti. Hatta Şâver ve halife kendileri ile ailelerinin güvenliği konusunda Haçlı kuvvetlerine güveniyorlardı. Haçlıları yavaş yavaş tanımaya başlayan Mısır halkı da Haçlılara alışmaya başlamışlardı. Willermus, II, s.328 589 168 sahip olduğu bilgisi ise mantıklı görünmemektedir. Bunların yanı sıra Haçlı ordusunda yazarın tabiriyle faydadan çok engel ve yük oluşturan Fâtımî askerleri de vardı591. Şirkûh, keşif birlikleri yollayıp Haçlılar hakkında bilgi edinmişti. Gelen habercilerin Haçlıların, sayı ve silah yönünden daha üstün olduklarını rapor etmeleri üzerine Şirkûh’un ordusunda bazı ümitsizlik belirtileri görünmüş hatta bu yabancı ülkede ölmektense tekrar Suriye’ye dönmeyi teklif edenler dahi olmuştu. Bunun üzerine Nûreddîn’in Şâkif valisi Şerefeddîn’in Bozkuş adlı memlükü, askerlerin kendilerine güvenini tazeleyen bir konuşma yapmış ve Şirkûh ile Selâhaddîn de onu teyit edince savaş taktiği konuşulmaya başlanmıştı592. Şirkûh, savaş taktiğini açıkladı ve Selâhaddîn’i, ordunun merkezine yerleştirdi. Haçlıların, Şirkûh’un merkezde olduğunu zannedip ilk olarak oraya saldıracakları hesaplanmıştı. Merkezde bulunanlar, ciddi bir çarpışmaya girmeden düzenli bir şekilde geri çekilecekler ve Haçlı takibi durduğunda hızla geri dönüp saldıracaklardı. Bu direktifin ardından Şirkûh, sağlam ve cesur savaşçıları seçip sağ kanada yerleştirdi ve ordusunu savaşa hazır hale getirdi593. Çatışma, Bâbeyn denen mevkide yaşandı. Willermus’un tasvirine göre burada yer, çöküntüler ve tepeler nedeniyle pürüzlüdür. Geçiş, tepeler arasında dar bir noktadan yapılır ve burası Bâbeyn olarak adlandırılır. Bâbeyn’in Lomania’dan on altı km. ötede bulunması nedeniyle yaşanan savaşa Lomania Savaşı da denmiştir. Daha önce hareket eden Şirkûh’un öncüleri, tepeleri ele geçirdiler. Türklerin harekete geçmesi üzerine Haçlılar da ilerlemeye başladılar (18 Mart 1167) fakat yükselti ve kumlar, Haçlıların hareketini zorlaştırıyordu594. Haçlı birlikleri, Şirkûh’un bulunduğunu sandıkları merkeze saldırdıklarında ordunun merkezi geri çekilmeye başladı. Haçlıların takibe başlaması üzerine Şirkûh, geride kalan Yazar, Fâtımî askerleri için değersiz ve efemine tabirlerini kullanmaktadır. Willermus, II, s.331, Abû’lFarac, Türklerin sayısını 2 bin, müttefiklerin sayısını 10 bin olarak verir. Abû’l-Farac, II, s.404 592 Bozkuş; “Öldürülmekten ve esir düşmekten korkanlar hükümdarların hizmetine girmez, bilakis evinde karısının yanında oturur. Allah'a yemin ederim ki, eğer galip gelmeden veya mazur görülebileceğimiz bir felaketle karşılaşmadan geri dönersek hiç şüphesiz Nûreddîn, iktâlarımızı da maaşlarımızı da elimizden alacaktır. Bu güne kadar yaptığımız hizmet karşılığı elde ettiğimiz şeylerin hepsi geri alınacak ve: ‘Siz Müslümanların mallarını alıp düşmanın önünden kaçıyor, Mısır gibi bir ülkeyi de kâfirlere teslim ediyorsunuz!’ diyecektir; hüküm onundur.” demiş ve Şirkûh da bu sözleri beğenmişti. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.4, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.264, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.221, Ebû Şâme, Kitâb erRavzateyn, II, s.8, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.150, Abû’l-Farac, II, s.403-404, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.201-202, İbn el-Kesîr, bunu “Öldürülmekten ve esir düşmekten korkan kişi, evinde karısının yanında otursun. İnsanların vergilerini alan kimse onların beldelerini düşmanlarına teslim edemez” şeklinde kaydetmiştir. İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.421-422 593 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.4, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.264, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.8, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.150-151, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.348, Abû’l-Farac, II, s.404, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.202 594 Willermus, II, s.332, Steven Runciman, II, s.312 591 169 Fâtımî ve Haçlı askerlerine saldırıp pek çok kişiyi öldürdüğü gibi çok sayıda da esir aldı. Geri çekilenleri takip eden Haçlı birlikleri, döndüklerinde geride kalan askerlerin bozguna uğradığını gördüler ve onlar da geri çekilmek zorunda kaldılar595. Bu çatışmada Hugh of Caesarea, Selâhaddîn’in bulunduğu kısma yani merkeze saldırmıştı fakat yanındaki birçok askerle esir düşmekten kurtulamadı. Şirkûh’un savaş taktiğini anlayamayan Willermus, bu başarılar üzerine Türklerin birleştiğini, morallerinin yerine geldiğini ve sonrasında şiddetli bir saldırıyla Haçlı ağırlıklarını, onları koruyan Sicilyalı Hugh of Creona’yı öldürdükten sonra yağmaladıklarını düşünmektedir. Yine yazar, -Şirkûh’un da tahmin ettiği gibi- Şirkûh’un merkezde yer aldığını ve Haçlıların önünden kaçtığını kaydetmiştir596. Willermus, savaşın sonucuna dair daha ayrıntılı bilgiler vermektedir ki buna göre bozguna uğrayan Haçlılar, etrafa dağıldılar fakat çatışmalar devam etti. Zaman zaman Haçlılar, zaman zaman da Türkler galip geliyorlardı. Amaury’nin bulunduğu nokta daha az zarar gördüğünden kral, bayrağını tepeye çekerek dağılan birliklerini toplamaya çalıştı. Fakat ağırlıkların yağmalandığını, askerlerin katledildiğini gördüğünde artık geri çekilmekten başka çarenin bulunmadığını anlamış bulunuyordu. Haçlıların, geri çekiliş için yukarıda bahsedilen ve Şirkûh’un birliklerinin elinde olan iki tepe arasından geçmekten başka seçenekleri yoktu. Haçlılar, bu noktadan çok dikkatli bir şekilde ilerlediler ve nehrin sığ bir yerinden nehri geçtiler. Bu geri çekiliş gece boyunca sürdü (18 Nisan 1167)597. Amaury, nehri geçmesine ve kendisine Joscelin of Samosata’nın, piyade kıtalarıyla eşlik ediyor olmasına rağmen hala tedirgindi. Amaury, üç gün –Türklerin nehri geçişini kontrol etmek için Lomania’da bulunan- Gerard de Poghy ile Şâver’in torunu Mahadan’ı (Muazzam) bekledi. Onların katılımı, Amaury’i bir parça olsun rahatlatmıştı. Dördüncü gün, diğer şövalyelerle birleşen Amaury, Kahire’ye doğru ilerleyip köprü yanında ordugâhını kurdu598. Tarafların kaybı konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. İbn el-Esîr “Bu, tarihin kaydettiği garip hadiselerden biridir çünkü 2 bin süvari, Mısır ve İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.4, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.264-265, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.8-9, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.151, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.20, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.349, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.328, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.28-29, Abû’l-Farac, II, s.404, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.202, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.167-168 596 Willermus, II, s.332, Nuveyrî de Kaysâriye hâkiminin esir düştüğünü kaydetmiştir. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.221, Steven Runciman, II, s.312 597 Willermus, II, s.332-333, İslam kaynakları, savaşın tarihini 18 Nisan 1167 olarak kaydetmişlerdir. İbn elEsîr, el-Kâmil, X, s.3, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.264, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.283-284 598 Willermus, II, s.333-334 595 170 sahildeki Haçlı kuvvetlerini mağlup etmiştir”599 derken; Willermus, Kahire önünde yapılan konsilde 100 şövalyenin kayıp olduğunun yani öldürülmüş olduğunun anlaşıldığını, Türklerin ise 1500 kaybı olduğunu kaydetmektedir600. Bâbeyn savaşını kazanan Şirkûh, çölden Feyyûm’u geçerek İskenderiye’ye601 ilerledi ve şehri ele geçirdi. Bu durumu değerlendirmek için toplanan konsile Amaury’nin baş müşavirlerinin yanı sıra Şâver, Şâver’in oğulları ve Mısır ileri gelenleri de katıldı. İskenderiye, kuşatılmadan önce durum değerlendirildi. İlk olarak İskenderiye’de tahıl ve diğer yiyecekler az olduğu ve bunlar Yukarı Mısır’dan nehir yoluyla temin edildiği için gelebilecek yardımları, Haçlı filosunun engellemesi kararlaştırıldı. Bu sayede insanların dışarıyla bağlantısı da büyük oranda kesilecekti. Bu önlemin ardından müttefik ordu, İskenderiye’den yaklaşık on üç km. uzakta olan Toroge ve Demenhut (Damanhur) arasına ordugâhlarını kurdular. Amaury, çölün en ücra köşelerine kadar birlikler yollayarak Şirkûh’a gelebilecek yardımların önünü almak için buraları tahrip ettirdi. Filo, nehirde aktifti ve ani bir baskın ihtimaline karşı herkes sorgulandı ve geçişlerine izin verilmedi602. Bu durum, bir ay devam etti. Bu esnada kuşatılanlar herhangi bir yardım sağlayamadılar ve insanlar yavaş yavaş söylenmeye başladılar. Zira ekmek tükenmeye başlamıştı. Tehlikeyi sezen Şirkûh, şehrin idaresine Selâhaddîn’i yaklaşık bin askerle bırakarak Haçlı karargâhının çok yakınından gece gizlice geçip Yukarı Mısır’a gitmeyi İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.4, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265 Willermus, II, s.334, Savaşta 1500 kişinin katledildiği bilgisi, zaten 2 bin kişilik bir askeri gücün, daha sonraki faaliyetleri söz konusu olduğunda gerçek dışı görünmektedir. 601 Kaynaklar, İskenderiyelilerin, Şâver’i sevmemesi dolayısıyla Şirkuh’a kapılarını açtıklarında hemfikirdirler: Şirkûh, halkın bir kısmının kendisine yardım etmesi yoluyla şehri ele geçirmiş ve sonrasında Selâhaddîn’i şehirde naib bırakarak Yukarı Mısır’a gitmişti, İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.4-5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.43, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.9, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.151, Nuveyrî ve Makrizî’nin ortak rivayetine göre de halk, dışarı çıkarak Şirkûh’a teslim olmuştu. Bu sırada şehrin valisi Necmeddîn b. Massâl idi. Şirkûh’un, Yukarı Mısır’a gidişi sonrası Şâver, şehirde bulunanlardan, Selâhaddîn’i kendisine teslim etmelerini istedi. Fakat onlar, şehrin Haçlılara veya İsmâilîlere teslim edilme ihtimalinden dolayı (ki zarar görmeleri mukadderdir) bundan imtina ettiler. enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s. 221-222, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.283, Geoffrey Hindley, İskenderiye’yi Şâver’in zulmünden kaçanların sığınağı olarak tarif etmektedir. Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, s.101, Fikret Işıltan’a göre de İskenderiyeliler, Şâver’i Haçlılarla ittifak kurduğu için sevmemekteydiler. Fikret Işıltan, “Şâver’’, İA, XI, s.360, Nitekim Şirkûh, İskenderiye’ye yaklaşırken halka haber yolamış ve Şâver, Haçlılarla beraber hareket ettiği için yardım istemişti. Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, Çev. Zehra Savan, Pınar Yayınları, İstanbul 2006, s.21 602 Willermus, II, s.334, İskenderiye, nehir yatağından yaklaşık sekiz km. uzaklıkta yer alır. Nehrin sularının yükseldiği mevsimlerde su, şehre birçok kanalla taşınır. Bu su, bir sarnıçta toplanır ve sular yeraltından şehre, daha çok sulama için taşınır. İskenderiye, ticaret için uygun bir yerde kurulmuştur ve iki limana sahiptir. Şehir, Nil yoluyla Yukarı Mısır’dan gereksinimlerini sağlar ve bolluk içindedir. Haçlıların bilmediği birçok şey (inci, baharat, doğuya ait hazineler) buraya Hindistan, Saba, Arabia, Habeşistan ve Persia’dan getirilir. Tüm bu mallar, Yukarı Mısır’a Kızıldeniz yoluyla taşınır. Doğu ve batıdan insanlar oraya iner ve İskenderiye, Doğu ve Batı için bir pazar yeridir. Willermus, II, s.335-336 599 600 171 başardı. Amaury, Şirkûh’un geçişini haber aldığında derhal takibe başladı hatta Fustat’a kadar geldi. Burada ağırlıklar hazırlanırken Ben Ercarsele? adında bir Mısır asili, Amaury’ye gelerek İskenderiye’nin müthiş bir açlıkla sıkıntıda olduğunu haber verdi. Zor durumda olan şehri teslime zorlamanın Şirkûh’u takip etmekten daha mantıklı görünmesi üzerine müttefik ordu, tekrar İskenderiye kuşatmasına döndü603. İskenderiye kuşatması devam ederken Suriye’deki Haçlılara şehrin kuşatıldığı haberi ulaştı. Bunlar eğer denizde durdurulmazlarsa birkaç gün içinde İskenderiye’ye ulaşabilirlerdi. Gemileri gerekli malzemelerle doldurduktan sonra müttefik orduya destek sağlamak için yola çıktılar. Bu esnada şehir önündeki Haçlılar, kuşatmayı sonuca ulaştırmak için uğraşıyorlardı. Marangoz ve ustalara şehrin içinin görülebileceği yükseklikte kuşatma kuleleri inşa etmeleri emredildi. Bu, Petraries denen savaş makineleri, duvarların stratejik noktalarına yerleştirildi ve şehir bombardımana başlandı. Atılan taşlarla duvarlar tahrip edildikçe kuşatılanların korkuları da arttı; halkı etkileyen bir başka olay ise şehri çevreleyen meyveliklerin Haçlılar tarafından makine yapımı için yok edilmesiydi604. Haçlılar, şehri şiddetle sıkıştırmaya devam ederlerken kuşatılanların moralleri de iyiden iyiye bozuldu. Zaten halk, çoğunlukla ticaretle uğraştığından savaşa ve savaşın meşakkatlerine alışkın değildi. Şehirde bulunan Türklere gelince; bunların sayısı azdı ve güçlü bir direniş konusunda bunların şehirlilere güvenmesi zor görünüyordu. Bu yüzden de çarpışmalar seyrek gerçekleşiyor, Türkler çok nadiren ileri çıkıyorlardı. Günlük çatışmalar, ölümler, sürekli nöbetler ve en önemlisi yiyecek kıtlığı dolayısıyla halk, ümitsizliğe sürükleniyordu. Willermus’un ifadesine göre kuşatılanların ümitleri iyice kırıldı. Şehirden vazgeçebilirler, köle edilmeyi açlıktan ölmeye tercih edebilirlerdi. Huzursuzluklar iyice artmıştı ve bu sıkıntıları sonlandıracak bir anlaşmanın gerekliliği konuşulmaya başlandı. Bu söylentiler üzerine Selâhaddîn, haberciler yollayıp Şirkûh’u durumdan haberdar ederek “Şehrin perişan durumunu, yiyeceğin tükendiğini, dahası halkın kendisini terk edebileceğini” dile getirdi. Acilen yardım edilmesi, şehrin bu durumdan kurtarılması elzemdi. Selâhaddîn, halktan ve ileri gelenlerden, kadınları ve çocukları için ölümüne savaşmalarını isteyerek yardımın yolda olduğunu, Şirkûh’un Mısır’ı kat ettiğini, Haçlıları kovup şehri rahatlatacağını, kısa bir süre sonra çok sayıda askerle şehre ulaşacağını da ekledi. Bu arada Haçlılar, şehirdeki huzursuzlukların farkında olduklarından şehri daha 603 604 Willermus, II, s.334-335 Willermus, II, s.337-338 172 şiddetli sıkıştırmaya başladılar. Şâver de Haçlı kumandanları arasında dolaşıyor ve onları cömertçe ödüllendiriyordu. Kuşatma aletleri yapanlara, fakirlere ve ihtiyacı olanlara hediyeler yolluyor, yaralıları tedavi ettiriyordu605. Şehrin zor durumunu haber alan Şirkûh, Yukarı Mısır’dan süratle ilerlemeye başladı. Kûs’u ele geçirmeyi düşündüyse de bu işin daha uzun bir zamana ihtiyaç göstermesi ve Selâhaddîn’in acil yardım beklemesi nedeniyle buralardaki şehirlerden para alarak yoluna devam etti. Fustat’a geldiğinde Hugh of Ibelin’in Kahire ve köprüyü koruduğunu gördü606. Şirkûh’un buradan daha fazla ilerleyemediği anlaşılmaktadır. Bu noktada barış teklifinin hangi taraftan geldiği konusu tartışmalıdır. İslam ve Süryânî kaynakları, müttefiklerin barış istediğini kaydederken607 Willermus, barışın Şirkûh’tan geldiğini uzun uzadıya hikâye etmiştir. Buna göre Şirkûh, Bâbeyn Savaşı’nda esir aldığı Hugh of Caesarae’yi çağırıp ona yaşanan sıkıntılardan bahsetti. Kral, burada başkaları için boşuna zaman ve emek harcıyordu zira bunca zaman geçmesine rağmen bir sonuç alınamamıştı. Kralı, ülkesinde başka işlerin de beklediği malumdu. Bunları dile getiren Şirkûh, Hugh’tan barış konusunda aracı olmasını istedi. Ayrıca Şirkûh, esir aldıklarını iade edecek; kuşatma kaldırılacaktı. Kral da Şirkûh’a yolda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağını garanti ederse Şirkûh, Mısır’dan ayrılmaya razı idi608. Hugh, barış teklifinin taraflar için elzem olduğunu anladı fakat bu görevi üstenmekten -kendi hayatını kurtarmak için uğraşıyor intibaı oluşur düşüncesiyle- çekindi. Bunun üzerine Hugh ile beraber esir alınan Arnulf of Turbessel, bu teklifi Amaury’ye iletmesi için yola çıkarıldı. Amaury ile teklifi değerlendirenler arasında Haçlı baronlarının yanı sıra Şâver ve oğulları da hazır bulundu. Nihayetinde teklif kabul edildi ve buna göre şehir, Amaury’ye teslim olacak, karşılıklı esir değişimi yapıldıktan sonra Şirkûh, Mısır’ı boşaltacaktı. Şirkûh’a yol boyunca şehirlerden aldıkları hariç 50 bin dinar verilecek, Haçlılar da Mısır’ı derhal boşaltacaklar ve bir köyü dahi ellerinde tutmayacaklardı609. 605 Willermus, II, s.338-339 Willermus, II, s.339 607 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.152, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.290, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.222, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.43-44, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.9, Abû’l-Farac ve Süryânî Mihail, İskenderiye kuşatmasından hiç bahsetmezlerken Şirkûh’un İskenderiye’yi ele geçirmesi üzerine müttefiklerin barış istediklerini kaydederler. Abû’l-Farac, II, s.404, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.202 608 Willermus, II, s.339-340 609 Willermus, II, s.340-341, İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.152, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.222, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.9, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şami, s.20-21, ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.29, İbn Şeddâd, ve Sıbt İbn 606 173 Savaşın sona erdiği ve İskenderiyelilerin taciz edilmesinin yasaklandığı, bir fermanla duyuruldu. Barış, uzun süren kuşatmadan bunalan halkı rahatlatmıştı. Willermus’un kaydına göre kuşatma başlarken Haçlıların sayısı 50 bin silahlı asker iken şehir teslim olduğunda bu sayı 5 bin şövalye ve 4 veya 5 bin yayadan ibaret idi610. Selâhaddîn, şehirden çıkıp Amaury’nin yanına Haçlı karargâhına gitti ve dönüş hazırlıkları tamamlanıncaya kadar da burada kaldı. Kendisine zarar gelmemesi için korumalar verildi ve hürmetle ağırlandı. Şâver, şehre girince halktan bazılarını cezalandırdı, bazılarını da ödüllendirdi. Hatta Şirkûh ile işbirliği yapan halka çok ağır vergiler yüklendi. Ebû Şâme’nin rivayetine göre Şâver’in İskenderiye halkına zulmü, Selâhaddîn’in krala başvurup Şâver’i durdurmasını istemesi üzerine son buldu611. Şâver Kahire’ye dönerken Haçlılar da dönüş yolculuğuna başlayarak 21 Ağustos 1167’de Askalân’a girdiler612. Şirkûh ise İskenderiye’yi 4 Ağustos 1167’de teslim ederek yola çıktı ve 5 Eylül 1167’de Dımaşk’a vardı613. Yukarıda bahsedildiği üzere Şâver ile Haçlılar arasında bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşma, halife tarafından da onaylanmıştı. Fakat Şâver ile Haçlılar arasında -halifenin haberi olmadan yapıldığı anlaşılan- başka bir anlaşmaya göre Haçlılar, Kahire’de temsilciler bırakacaklar, bunlar Nûreddîn’in saldırılarına karşı şehir kapılarını koruyacaklar ve buna karşılık Şâver, Haçlılara her yıl 100 bin dinar gönderecekti. Ancak bu anlaşmaya başta Şâver’in oğlu el-Kâmil olmak üzere pek çok kişi taraftar değildi. Çünkü bu olayın el-Cevzî, Haçlıların dönme nedenini krallık toprakları için korkuya kapılmış olmalarına bağlarlar. Zira o sırada Nûreddîn, Munaytıra Kalesi’ni ele geçirmişti. Şirkûh’un barışa razı olma sebebini ise askerlerinin çok zayıflamış olmasıyla açıklarlar. İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.77, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ezZaman, VIII, s.168, İbn İbn el-Kesîr de yine Haçlıların dönme nedenini Nureddin’in, Haçlı topraklarını tahrip etmesiyle alakalı bulmaktadır. İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.422-423, Anlaşma şartları için ayrıca Bkz. Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.493, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.47, Steven Runciman, II, s.313 610 Willermus, II, s.341-342 611 Willermus, II, s.342-343, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.66, Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.28, Umara el-Yemenî de Şâver, İskenderiye kuşatmasından döndükten sonra haksız yere çok fazla kan döktü ve ağır vergiler yükledi demektedir. Umâra el-Yemenî, en-Nuket, s.87, Selâhaddîn’in Haçlı karargâhında misafir edilmesi, daha sonraları onun, Konnetabl Onfroi de Toron tarafından şövalyeliğe yükseltildiği dedikodularını doğurmuştur. Steven Runciman, II, s.313, Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, s.103, 612 Willermus bu tarihi hatalı olarak 20 Ağustos kaydetmiştir. Willermus, II, s.343 613 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.44, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.152, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.9, Nuveyrî, Dımaşk ordusunun önce Akkâ’ya oradan da Dımaşk’a ulaştığını haber vermektedir, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223. Bu durum, Selâhaddîn’in, Amaury’den, ordudaki zayıf insanların gemilerle taşınmasını istemesiyle alakalıdır. Zira Selahaddin, hasta ve yaralı askerlerin, Akkâ’ya taşınması konusunda Amaury’ye başvurmuştu. Bu isteği yerine getirildi fakat mezkûr kimseler, kral dönüp de bunları memleketlerine gönderinceye kadar şeker kamışı tarlalarında çalıştırıldılar. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.66, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.285, Krş. Steven Runciman, II, s.313, Bahattin Kök, “Nûreddîn Mahmûd’un Mısır’ı Ele Geçirmesi ve Fâtımîlerin Yıkılışı-I”, AÜİFD, IX / 1990, s.180 174 ardından Nûreddîn ile iletişime geçen el-Kâmil, Nûreddîn’e itaat edeceğini, herkesi itaat ettireceğini ve her sene Mısır gelirinden belli bir miktarı göndereceğini vaad ediyordu. Bunun üzerine Nûreddîn de el-Kamil’e bir miktar para göndererek mukabelede bulundu614. Şâver, ikinci seferden de Mısır’ın hâkimi olarak çıktı. Fakat 1167-1168 yılında Yahya b. el-Hayyât, vezirliği ele geçirmek için Şâver’e karşı ayaklandı. Bu teşebbüsünde başarılı olamayan el-Hayyât yenildi ve Haçlılara sığınmak zorunda kaldı615. Başarısızlığa uğrayanların Haçlı Krallığına sığınması, Haçlıların samimiyeti konusunda Şâver’e bir uyarı niteliğindeydi. Bunun üzerine Şâver, Kahire’de bulunan Haçlı garnizonunu geri gönderdi ve Bâbeyn Savaşı öncesinde yapılan anlaşmayı tek taraflı lağvettiğini bildirdi616. 4.2.4.Amaury’nin Bizans’ın Desteğini Sağlama Çabaları ve Evliliği Mısır konusunda aktif bir siyaset izleyen Amaury, bir yandan da Bizans imparatorunun desteğini sağlamaya çalışıyordu. Mısır dönüşü, Amaury’e Bizans sarayında uygun bir eş bakmak için yollanmış olan Kaysâriye başpiskoposu Hernesius ile kilercibaşı Eudes de Saint Amand Bizans’tan döndüler. Manuel Komnenos’un yeğeni Maria Komnena, krala eş olarak seçilmişti. Evlilik töreni 29 Ağustos 1167’de Sûr şehrinde yapıldı ve Amaury burada taç giydi617. 1167 yazında bu defa imparatorun temsilcileri Kont Alexander of Gravine ile Michael Hydruntinus (of Toronto), Sûr’a geldiler. Manuel Komnenos, mektubunda Fâtımîlerin her geçen gün zayıfladığını, bu durumun Mısır’ın komşuları tarafından da teşhis edildiğini ve eğer Amaury, kendisine yardım ederse Mısır’ın kolayca ele geçirilebileceğini söylüyordu. Bu bağlamda İmparatorun temsilcileriyle yapılan anlaşmaya göre Mısır’ın belli bir kısmını Bizans alacak, alınacak diğer yerlerden de Bizans’a pay verilecekti. Bu teklif üzerine Amaury de karadan ve denizden güçlerini bu işe hasretmeyi vaad etti. Anlaşma sağlandıktan sonra mukabil elçilik heyeti yola çıkarıldı. Heyette tarih yazarı Willermus da vardı ve Trablus’ta bekleyen Bizans heyetine katıldı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265-266, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.287, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.152, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.445, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.44, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.9-10, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.329, Abû’l-Farac, II, s.404-405 615 en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.290 616 Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.48 617 Willermus, II, s.344-345, Steven Runciman, II, s.314-315, Urfalı Mateos, Amaury’nin evliliği dolayısıyla verdiği bilgide Manuel Komnenos’un Haçlılara yardım vaad ettiğini yazar. Fakat Manuel’in seferinde Renaud ile birleşip Kıbrıs’ı yağmalayan Thoros’un itaate alınması öncelik kazandı. Sonrasında Antakya’ya giren Manuel, buradan Belane’ye (Belen) yürüdü fakat memleketinden kötü haberler alması üzerine Nûreddîn ile anlaşarak geri döndü. Urfalı Mateos, Vekayiname, s.322-325, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.184-185, Ioannes Kinnamos’un verdiği bilgiye göre Amaury’nin evliliği konusu görüşülürken Antakya üzerinde Amaury’nin bir hâkimiyet iddia etmemesi ve Antakya’nın, İmparatora itaati gündeme getirildi. Amaury, Antakya üzerinde yüksek hâkimiyetinin tanınması hususunda bir ümidi kalmayınca bu kez evliliğin bir an önce gerçekleşmesi için imparatora ısrarcı oldu ve evlilik gerçekleşince imparatora sadakat yemini etti. Ioannes Kinnamos, Historia, s.172-173 614 175 Haçlı heyeti, Sırbistan seferi dönüşünde imparatorla görüştü. Yapılan görüşmelerde Haçlıların teklifi de imparator tarafından kabul edildi. Bizans’ta çok iyi ağırlanan Haçlı heyeti, zengin hediyelerle beraber 1 Ekim’de dönüş yolculuğuna başladı618. 4.2.5.Üçüncü Mısır Seferi (17 Aralık 1168- 8 Ocak 1169) Mısır’a üçüncü kez sefer düzenlenmesinin sebepleri de yine farklı rivayetleri içerir. İslam kaynakları bu durumu, Haçlıların Mısır’da güçlenmesine bağlarlarken Haçlı kaynakları, Fâtımîlerin, anlaşmalara uymamalarını ve Nûreddîn ile haberleşmelerini ileri sürerler. Haçlılara göre -Bizans’a giden elçilik heyeti henüz imparatorun yardım sözüyle dönmeden önce- Şâver, Nûreddîn’e elçi yolluyor ve Haçlılara karşı onun yardımını temin etmeye çalışıyordu. Şâver ise bu durumun kendi isteği dışında geliştiğini ve Haçlılarla olan anlaşmanın devamından yana olduğunu belirtiyordu. Fakat Haçlıların zihninde oluşan tabloya göre Şâver, samimi değildi ve eğer Nûreddîn’in yardımı sağlanırsa anlaşmaları bozmaması için hiçbir sebep yoktu619. Haçlıların Mısır’a saldırısı için bu söylentilerin bir bahane oluşturduğuna şüphe yoktur. Zira Haçlılardan, Şâver’in anlaşmalara sadık kaldığını, bu girişimin Haçlıların sadakati konusunda ipuçları verdiğini; başka bir ifadeyle Şâver’in Nûreddîn ile görüştüğü söylentisinin Haçlıların saldırısına bahane oluşturmaktan başka bir amaç taşımadığını söyleyenler de vardı. Willermus, Mısır’a sefer düzenlenmesini talihsiz bir girişim olarak niteler ve bu işin müessisi olarak da Hospitalierlerin büyük üstadı Gilbert d’Assaily’yi işaret eder. Gilbert, Hospitalierlerin hazinelerini açmış, şövalyelere borç vermiş ve öyle ağır borçlar altına girmiştir ki daha sonra tarikattaki görevinden ayrılmak durumunda kaldı. Tüm bunlardan maksadı ise eğer Bilbîs zapt edilirse tüm mal varlığıyla ve sürekli olarak Hospitalierlere verileceğini ummasıydı. Templierlere baktığımızda onların, bu seferin içinde yer almak istemediklerini görürüz. Onlara göre bu, vicdani bir zorlamaydı. Bir başka hoşnutsuzluk ise seferin liderliğinin Hospitalierlere ait olmasından kaynaklanıyordu. Bu sebeplere bir de seferin haksız olduğunu düşünmeleri eklenince Templierler sefere katılmayı ve asker sağlamayı reddettiler620. İslam kaynakları, Şirkûh’un Mısır’a 618 Willermus, II, s.347-349, Steven Runciman, II, s.316 Willermus, II, s.349-350, İbn el-Esîr’in yukarıdaki kaydı bunu kısmen teyit etmekle beraber Nûreddîn ile haberleşen Şâver değil, oğlu el-Kâmil idi. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.5, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.265-266 620 Willermus, II, s.350-351, Mısır’a sefer düzenleme konusu gündeme geldiği sıralarda Nevers kontu IV. Guillaume, Filistin’e ulaşmıştı. Onun da gelişiyle Mısır seferine taraftar olanlar, ısrar etmeye başladılar. Bunların başında Hospitalierlerin olduğu bilinmektedir. Templierler ise sefere katılmaktan kaçındılar. Onların bu kararında Mısır ile ticari ilişkiler geliştiren İtalyanlara olan yakınlıkları önemli rol oynamış olmalıdır. Kralın, Bizans yardımını bekleme fikri ise başta Hospitaller olmak üzere asiller tarafından muhalefetle karşılandı ve seferin Ekim ayında yapılması kararlaştırıldı. Steven Runciman, II, s.317 619 176 yürümesinin temel sebebini Haçlıların Kahire’de temsilci bırakmalarına, onların burada yerleşmelerine ve dahası Mısır’da insanlara zulmetmelerine bağlamaktadırlar621. Fakat olayların seyrine baktığımızda Şirkûh, ancak Haçlıların, Bilbîs’i ele geçirmeleri sonrasında Kahire’ye yürümeleri üzerine el-Âdid’in Nûreddîn’den yardım istemesi ile harekete geçmiştir. Willermus’un ifadesinin aksine Kahire’de bulunan Haçlı temsilcileri, Amaury’ye haber göndermişler, Mısır’ın savunmasız olduğunu söyleyerek onu harekete geçirmek istemişlerdir. Amaury’nin, Mısır’a sefer düzenlemeye taraftar olmadığı rivayet edilir. Yani Amaury, zaten Mısır’ın geliri kendisine geldiği için boşuna Nûreddîn’i tahrik etmekten kaçınıyordu fakat bu fikrini krallık ileri gelenlerine kabul ettiremedi. Mısır’a sefer düzenlenmesi fikrinde ısrar edenler, Mısır’dan sağladıkları kazancı ve hatta Mısır’ı kaybedeceklerini hesaplayamamışlardı622. Amaury’nin fikri en azından Bizans’ın yardımı sağlanıncaya kadar Mısır seferini ertelemek yönünden düşünüldüğünde mantıklı görünmektedir. Fakat ele geçirilecekleri Bizans ile paylaşmak istemeyenlerin ısrarı kendilerine pahalıya mal olmuştur. Amaury, Dârum’da iken Şâver’in elçisi Bedrân geldi fakat bu elçi rüşvetle kazanıldı. Bedrân’ın satın alınmasının ardından bu defa Şemsü’l-Hilâfe Haçlılara yollandı. Şemsü’l-Hilâfe, kralı anlaşmalara uymamakla suçladı. Amaury ise Şâver’in oğlu elKâmil’in, Selâhaddîn ile yakınlaşması dolayısıyla hareketinin halkı olduğunu bildirdi. Zira el-Kâmil’in Selâhaddîn’in kız kardeşiyle evlenme isteğinde olduğu biliniyordu. Amaury’nin ileri sürdüğü bahanelerden biri ise batıdan gelen Haçlıların Mısır’a saldırma hazırlığında oldukları ve kendisinin de onları dizginlemek için sefere katıldığı yönündeydi. Fakat kendisine derhal iki milyon dinar verilirse dönebilirdi623. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.11-12, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.272, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.32, İbn Vâsıl, Müferric elKurûb, I, s.155-156, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.445, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.329 622 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.12, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.272, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.32-33, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.156, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.445-446, Abû’l-Farac, II, s.406-407, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.206-207, Her ne kadar Amaury’nin yeni bir Mısır seferine taraftar olmadığı kaydedilse de onun, sefere çıkmadan önce Mısır topraklarını baronları arasında taksim ettiği de rivayet edilir. Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler Devleti” DGBİT, VI, s.307 623 Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.68-69, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.292, Steven Runciman, II, s.318, Süryânî Mihail, Haçlıların Mısır’a sefer düzenlemesini bizzat Nûreddîn’in Mısır halkı ile bağlantı kurmasına bağlamaktadır. Buna göre Nûreddîn, Fâtımîlere Haçlılara verdikleri parayı kesmeleri halinde yardım edeceğini vaad etmişti. Bunun üzerine Fâtımîler, Bilbîs’i tahkim ederek oraya 12 bin atlı ile 200 bin piyade yerleştirdiler. Fâtımîlerin parayı kesmesi ve Bilbîs’i tahkim etmesi üzerine Haçlılar harekete geçerek Bilbîs’i zapt ve yağma ettiler. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.208-209, 621 177 Hazırlıklarını tamamlayan Haçlılar624 Ekim 1168’de Mısır üzerine yürüdüler625. İlk hedefleri olan Bilbîs’e on günlük bir yürüyüşten sonra ulaştılar. Üç günlük bir kuşatmanın ardından Haçlılar, kendilerine bir yol açmayı başararak şehre girdiler. Şâver’in oğlu Tayy’ın savunduğu şehir, 4 Kasım 1168 günü tamamen ele geçirilmişti. Bunu vahşice bir kıyım takip etti: halk, yaş ve cinsiyetine bakılmaksızın kılıçtan geçirilirken kurtulabilenler esir edildi ki bunlar arasında Şâver’in oğulları Tarî ve Nâsır ile torunları Muazzam Süleyman b. Şâver ve Kays b. Tayy b. Şâver de vardı. Yine silah taşıyanlar yani askeri unsur da tamamen yok edildi626. Bunun sonrasında aralarında İbnü’l-Hayyât ve İbn Fercele’nin de bulunduğu Mısır ileri gelenlerinden bazıları, Şâver’e düşmanlıklarından dolayı Bilbîs’in yağmalanması sonrası Haçlılara yardım vaad ettiler ve bununla cesaretlenen Haçlılar, 13 Kasım 1168’de Kahire’ye ulaşıp şehri kuşatmaya aldılar. Halk, Bilbîs’te yaşananların etkisiyle şehri daha gayretli savunmaya başladı. Haçlılar, Kahire’ye ulaşmadan bir gün önce (12 Kasım 1168) Şâver, Fustat’ın yakılmasını ve halkın Kahire’de toplanmasını emretmişti. Bu durum, halkın fakirliğinde etkili olan en önemli sebep olarak yapılan pazarlıklarda karşımıza çıkacaktır627. Şâver’in, Bilbîs’te yaşanan felaket sonrası Amaury’yi para vererek durdurmak istediği görülür. Willermus, Şâver’in, bir yandan da diğer seçenekleri değerlendirdiğini ve Nûreddîn’e haber yollayarak yardım istediğini kaydeder. Fakat Nûreddîn’den –mektupların içine kadınları ve kızlarının saçlarını koyarak- yardım isteyen Haçlılar, yola çıkmadan önce Hıms üzerine yürüyeceklerini ilan edip hedef şaşırtmak istemişlerdi. İbn elEsîr, el-Kâmil, X, s.12, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.272, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.33, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.446 625 Willermus’un kaydına göre Haçlılar yola Ekim ayında çıkıp on gün sonra Bilbîs’e ulaştılar ve üç günlük bir kuşatmadan sonra şehri ele geçirdiler. Ebû Şâme ise Haçlıların Ekim ayı ortalarında yola çıktıklarını kaydetmiştir. Buna göre Haçlılar 20 veya 21 Ekim’de yola çıkmış olmalılar. Willermus, II, s.351, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.33 626 Willermus, Şâver’in oğlu Mahadan (Muazzam) ile yeğeninin esir edildiğini zikretmektedir. Willermus, II, s.351-352, el-Makrizî, İtti’az, III, s.293, İslam kaynaklarının geneli ve Bilbîs’in zapt tarihini 4 Kasım 1168 olarak verirken İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.12, a. mlf. İslam Tarihi, XI, 273, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.157, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.69-70, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.333, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.39, Makrizî, Haçlıların 4 Kasım 1168’de Bilbîs’e indiklerini, 5 Kasım 1168’de şehri zorla ele geçirdiklerini kaydetmiştir. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.292-293. enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.223-224 627 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.12-13, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.273, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.157, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.70, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.446, Nuveyrî, aralarında Yahya b. elHayyât’ın da bulunduğu bazı Mısır ileri gelenlerinin Şâver’den kaçtıklarını belirtir fakat bunların Haçlıları Kahire’yi kuşatmaya davet ettiklerinden bahsetmez, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.224, Fustat’ın yakılması olayı için ayrıca Bkz. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.33, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.329, el-Makrizî, İtti’az, III, s.296, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.333-334, Fustat ateşe verildiğinde Fâtımî donanmasının büyük bir bölümü de yok oldu. Bu ise Fâtımîlerin deniz gücüne ağır bir darbe vurdu. Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.157 624 178 bizzat halife el-Âdid idi. Nûreddîn, bu çağrıya Şirkûh’u –yanına verdiği diğer emirlerleyola çıkararak cevap verdi628. Kahire önünde savaş aletleri hazır hale getirildi. Hazırlıkların tamamlanmış olmasından, kısa bir süre içinde bir saldırı düzenleneceği tahmin olunabilirdi fakat Amaury, hücumu bilerek erteledi. Amacı, Şâver’den daha fazla para almaktı. Bilbîs’te yaşananlar, henüz yeniydi ve Şâver, Kahire’yi de gözden çıkarmamak için daha fazlasını teklif edecekti. Nitekim bu, daha sonra gerçekleşmiştir. Şâver, kuşatmayı kaldırması için Amaury ile bağlantı kurdu ve Willermus’un deyimiyle tamahkâr kral, bu teklife razı oldu. Fakat Şâver’in teklifi pek gerçekçi durmuyordu ki Willermus sonrasında “Şâver’in söz verdiği para, Mısır’ın her köşesinden kazançlar bir araya getirilse bile ödemeye yetmezdi” diye eklemiştir. Şâver; oğlu, yeğeni ve Haçlıların Mısır’dan çekilmesi için iki milyon parça altın teklif etmişti. Şâver’in, bu miktarı ödeyemeyeceği belliydi fakat o, bu tekliflerle Amaury’yi oyalıyor, onu Kahire’ye ani bir saldırıdan alıkoymak istiyordu. Bu arada Kahire halkının morali, Bilbîs’te yaşananlar dolayısıyla ziyadesiyle bozuluştu. Hem halk, askeri konularda tecrübe sahibi olmadığı gibi rahata alışkın insanlardı. Yani Kahire’nin de Bilbîs ile aynı kaderi paylaşması muhtemeldi629. Haçlı donanmasının bölgeye gelişiyle Fâtımîlerin durumu daha kritik bir hal aldı. Haçlı donaması Nil’e, Carabes diye bilinen kolundan girdi ve o kıyıda bulunan Tinnîs (Tanis) şehrini alarak yağmaladı. Haçlı deniz ve kara güçleri bileşme eğilimindeydi fakat buna Fâtımî donanması engel oldu. Bunun üzerine Amaury, seçme şövalyelerle Humprey of Toron’u henüz ele geçirilmemiş olan karşı kıyıya yolladı ancak bu defa da Şirkûh’un Krş. Willermus, II, s.352, İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.13, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.273, el-Âdid’in yanı sıra Şâver’in de Nûreddîn’den yardım istediği rivayet edilmektedir. Neticede Nûreddîn, kendisine Mısır’ın gelirinin üçte biri de vaad edilince bu yardım isteğine cevap verdi, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.224, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.158, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45, Abû’l-Farac, II, s.407, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.207, Ebû Şâme ve Makrizî, Şâver’in değil de oğlu Kâmil’in el-Âdid ile görüştükten sonra Nûreddîn’e yardım için mektuplar yazdığını ifade etmektedirler. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.70, el-Makrizî, İtti’az, III, s.293-294, ed-Devâdârî’nin kaydına göre el-Adid, mektubu bizzat yazarak Mısır gelirinin üçte birini, her sene vergi vermeyi ve askerlerin nafakalarını sağlamayı vaad etmiştir. ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer, VII, s.30, Cengiz Tomar, “Şâver b. Mucîr”, DİA, XXXVIII, Ankara 2010, s.383 629 Willermus, II, s.352-353, Şâver, Haçlıları Kahire önlerinden uzaklaştırmakta aciz kalmış ve hileye başvurmuştu. Kendisinin, şehri teslim etmek istediğini fakat Nûreddîn ve el-Âdid’den korktuğunu söylemişti. Neticesinde Müslümanlar, şehrin teslimine razı olmadıkları için anlaşma yapmanın yani para alıp gitmesinin daha uygun olacağını belirtip bir kısmı peşin, bir kısmı daha sonra ödenmek üzere bir milyon dinar üzerinde Haçlılarla anlaşmıştı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.13, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.273-274, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.157-158, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.446-447, Abû’l-Farac, II, s.407, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.207, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.33, Yapılan pazarlıklar için ayrıca Bkz. Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.32 628 179 yaklaştığı haberi alınınca bu da gerçekleşmedi. Şirkûh’un gelişi, dengeleri değiştirdi ve Haçlı donanması geri çekilirken kadırgalardan biri de kayboldu630. Tüm bu süreçte Şâver, söz verdiği parayı tedarik etmek hususunda zamanı uzatması için Amaury’yi oyalamaktan başka bir şey yapamadı. Oğlu ve yeğeni serbest bırakılınca da derhal 100 bin parça altın ödeyerek631 kalan miktar için iki yeğenini rehin bırakmayı önerdi. Bunun üzerine Haçlılar, kuşatmayı kaldırarak yaklaşık iki km. öteye çekildiler ve ordugâhlarını Balsam Bahçesi denen yere kurdular. Burada kaldıkları sekiz gün içinde Şâver-Amaury haberleşmesi sürüyordu. Sonunda Haçlı karargâhı, Syriacus (Seryakus) denen köye taşındı. Şâver ise Mısır’ın her yerine birlikler yolluyor, yardım sağlamaya çalışıyordu. Çok sayıda silah toplayıp Kahire’ye erzak stokları yaptı ve istihkâmların zayıf noktalarını güçlendirdi. Şâver Bilbîs’te yaşananların Fâtımîler üzerinde derin izler bırakmış olmasından halka bunları hatırlatarak onları gayrete getirmeye çalıştı632. Haçlıların Mısır’dan çekilme sebepleri, Şirkûh’un Mısır’a yaklaşmasıyla ilişkili olmakla beraber Willermus, bu durumu para alıp Mısır’dan çekilmesi konusunda kralın aklını çelen Milon de Plancy’ye ve doğrudan Amaury’nin para hırsına bağlamaktadır. Milon de Plancy, Kahire’nin zapt edilebileceğine inanmıyordu ve krala, teklif edilen parayı almasını öğütlüyordu. Zira yağma, bu seferin tek sonucu olacaktı fakat yağmada herkes eline geçirdiğine sahip olurdu. Yani halk ve askerler de ganimetten pay alacaktı. Buna karşılık anlaşma yoluna gidilirse avantaj kralda olacak ve kral daha büyük miktarlar kazanacaktı. Bu durum, çeşitli tartışmalara neden oldu ve hatta Haçlılar iki gruba ayrıldılar. Fakat kral ve taraftarlarının fikri kabul edildi: anlaşma sağlanacaktı. Bu süreçte Şâver de Haçlıları söz verdiği parayı temin için sabırlı olmaları konusunda devamlı surette oyalamaya devam etti633. Haleb’de bulunan Nûreddîn, Şirkûh’a yeni bir Mısır seferine hazırlanmasını emretmişti. Gerekli malzemeler dışında 200 bin dinar ile kendisine askerler ve harcamalar konusunda tam yetki verdi. Şirkûh ise 2 bin süvari seçtikten sonra bir miktar para aldı ve 6 bin süvari topladı. Şirkûh ve Nûreddîn, 2 Aralık 1168’de Dımaşk’a vardılar. Nûreddîn, 630 Willermus, II, s.353-354 Halk, o kadar fakir düşmüştü ki bu 100 bin dinar dışında 500 dinar bile toplamak mümkün olmadı. İbn elEsîr, el-Kâmil, X, s.13, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.274, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.158, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.71, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.224, el-Makrizî, İtti’az, III, s.297-298, Abû’l-Farac ve Süyânî Mihail, bu miktar ödenince Haçlıların ülkelerine döndüklerini kaydetmişlerdir. Abû’lFarac, II, s.407-408, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.207 632 Willermus, II, s.354 633 Willermus, II, s.355 631 180 Şirkûh’un yanına İzzeddîn Cordik, İzzeddîn Kılıç, Şerefüddîn Bozkuş, Aynü’d-Devle elYârûkî, Kutbeddîn Yınâl b. Hassan el-Menbîcî ile Şîrkuh'un yeğeni Selâhaddîn Yûsuf b. Eyyûb gibi emirleri de verdi ve Şirkûh, 17 Aralık 1168’de Ra’sü’l-Mâ’dan Mısır’a hareket etti634. Şirkûh’un Mısır’a artık iyice yaklaşmış olduğu haberi ulaşınca Haçlılar, apar topar Bilbîs’e döndüler ve şehri korumaları için birlikler bıraktıktan sonra da 25 Aralık 1168’de Şirkûh’u karşılamak için çöle doğru yürüyüşe geçtiler. Keşif birliklerinin, Şirkûh’un Nil’i çoktan geçmiş olduğuna dair ulaşan haberi üzerine Haçlılar için artık dönüş yolculuğu başlamıştı. Şirkûh’un çok iyi takviye edilmiş ordusu karşısında Mısır’da daha fazla kalmak riskini göze alamayan Haçlıları, aynı derecede korkutan bir diğer husus da Şâver’in Şirkûh ile anlaşma ihtimaliydi. Görünüşe göre Şâver’in anlaşmaya uymaya niyeti yoktu ve Şirkûh’un gelişiyle beraber Haçlıların da Şâver’i buna zorlayacak güçleri kalmamıştı. Nihayetinde Bilbîs’e dönen Haçlılar, 2 Ocak 1169’da dönüş yolculuğuna başladılar635. Şirkûh, Haçlılar çekildikten sonra 8 Mart 1169 tarihinde Kahire’ye ulaştı, el-Âdid ile görüştü ve kendisine hilat giydirildi. Artık olaylar Şâver’in isteği dışında gelişiyordu ve Şirkûh’un Kahire’ye ulaşıp çok iyi bir şekilde karşılanması, Mısır’ın Nûreddîn’in hâkimiyeti altına girdiği şeklinde yorumlanabilirdi636. 4.2.6.Şâver’in Katli, Şirkûh’un Fâtımî Veziri Olması ve Sonrasında Selâhaddîn’in Başa Geçmesi el-Âdid, Şirkûh’tan Nil’in kenarında Meks’te kalmasını istedi. Bu esnada Şâver ile Şirkûh, görüşme halinde idiler. Bu görüşmelerde Şirkûh, Şâver’den askerlerin nafakalarını İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.13-14, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.274-275, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.224-225, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.158, 160, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.447, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.350, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.329-330, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.34-35, el-Makrizî, İtti’az, III, s.294, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.3940, Süryânî kaynakları, Haçlılar, Mısır’dan çekildiği halde Nûreddîn’in yine de Mısır’a asker yollamasını onun Fâtımîlere yardım etmekten ziyade Mısır’ı ele geçirme niyetiyle ilişkilendirmişlerdir. Abû’l-Farac, II, s.408, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.207, 635 Willermus, II, s.356, Nuveyrî ve Makrizî’nin verdiği tarihe göre Haçlılar, 4 Ocak 1169’da yanlarındaki 12 bin esirle beraber dönüş yolculuğuna başladılar. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.225, el-Makrizî, İtti’az, III, s.299 636 Nûreddîn, bu süreçte Ra’sü’l-Mâ’da bekliyordu. Haçlıların çekildiği haberi ulaşınca bunu sevinçle ülkenin her yerine duyurdu. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.14, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.275, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.35, 72, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.160-161, enNuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.225, Ebû Şâme, Şirkuh’un Kahire’ye giriş tarihini Ocak 1169 olarak kaydederken Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.38; Cüveynî, bu tarihi hatalı olarak 16 Ocak 1169 olarak vermiştir, Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşâ, III, s.110-111. Mısır’ın, Nûreddîn’in hâkimiyetine girmesi ile burada da artık Sünnî İslam hâkim olacaktı. Dolayısıyla Haçlıların durumu daha tehlikeli bir hal aldı. Haçlılar, Fâtımîlerden anlaşmalarla elde ettikleri avantajları, bundan daha da önemlisi ekonomik kazançlarını yitirdiler. Marshall W. Baldwin, “The Latin States under Baldwin III and Amalric I, 1143-1174”, s.556 634 181 vermesini istiyor ve Nûreddîn’e verdiği sözleri hatırlatıyordu637. el-Âdid’in Şirkûh’a teveccühü, Şâver’in keyfini kaçırdı fakat Şâver, bu duruma engel olabilecek güçte bulunmuyordu. Bu defa Nûreddîn ile yapılan anlaşmanın gereğini yerine getirmek konusunda yavaş davranmaya başladı. Söz verdiği para, askerlere dağıtılacak iktalar ve Nûreddîn’in payına düşen üçte birlik gelir konusunda Şirkûh’u boş vaadlerle oyalamaya başladı. Hatta olaylara müdahale etmekte artık zorlanan Şâver, bir ziyafet esnasında Şirkûh ve adamlarını tutuklamayı dahi düşündü fakat bu düşüncesi, bizzat kendi oğlu el-Kâmil tarafından engellendi. el-Kâmil, eğer Şirkûh Mısır’da etkisiz hale getirilirse bu durumun Haçlıları cesaretlendireceğini biliyordu638. Şâver’in ortadan kaldırılmasını Selâhaddîn ve İzzeddîn Cordik başta olmak üzere diğer emirler zaruri buluyorlardı. Fakat bu fikri, ilk defa Şirkûh’a açtıklarında o, buna elÂdid’in emri bulunmadığı için onay vermemişti. Şâver’in katline gelince; Şâver, bir gün Şirkûh’u ziyarete geldiğinde onu çadırında bulamadı. Şirkûh, İmam Şâfîî’nin kabrini ziyarette idi ve Şâver bunu öğrenince kendisi de oraya gitmek istedi. Kendisine yolda Selâhaddîn ve İzzeddîn Cordik eşlik ederlerken birdenbire Şâver’i atından aşağı attılar. Adamları da kaçınca Şâver esir alındı. Şâver’in esir edildiği, Şirkûh’a iletildiğinde o, katline yine izin vermedi. Bu defa durum, el-Âdid’e iletildi ve halifenin onayı alınınca 18 Ocak 1169’da639 Şâver idam edildi. el-Âdid’in emriyle Şâver’in evi yağmalanırken Şirkûh’a vezirlik hilatı giydirilip “el-Melik el-Mansûr Emîr el-Cüyûş” unvanı verildi. Artık Şirkûh’un konumu daha sağlamdı. Derhal güvenilir adamlarını vali atadı ve askerlere iktalar dağıttı. Şâver’in oğulları640 da bu esnada idam edildiler. Fakat vezirlik makamına oturan Şirkûh, çok yaşamadı ve 23 Mart 1169’da öldü641. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.225, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.161, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.300 638 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.14-15, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.275-276, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.225-226, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.38, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.300, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.161, İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.447, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.330, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.172, Abû’l-Farac, İbn el-Esîr’i tekrar etmekle beraber devlete Şâver hâkim olduğu ve el-Âdid’in bir hükmü olmadığı dolayısıyla el-Âdid’in Şirkûh’a yüz vermediğini kaydetmiştir. Abû’l-Farac, II, s.408, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.207, Cüveynî, Şâver’in Şirkûh’u öldürme planını bizzat el-Âdid’in etkisiz hale getirdiğini zikreder. Zira el-Âdid, Şâver’in tahakkümünden usanmıştı ve hatta Selâhaddîn ve yanındakiler, Şâver’i yakaladıkları zaman el-Âdid’in fermanına uyarak onu katletmişlerdi. Cüveynî, Târîh-i Cihan Güşâ, III, s.111 639 İbn Hallikân, Vefeyât, II, s.441, 447-448, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.73, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.301, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.335 640 Şâver öldürüldüğü sırada oğulları (el-Kâmil Şüca’, Muazzam Tari, Fârisü’l-Müslimin) kaçarak el-Âdid’e sığındılar. Halife bunlara Türklerle gizli ilişkiler içine girmedikleri sürece hayatlarına dokunulmayacağını beyan etti. Fakat Şâver’in oğulları, Şirkûh ile görüşmelere başlayınca halifenin emri ile idam edildiler. Willermus, II, s.357, Şirkuh’un öldürüldügünü duyan oğlu el-Kâmil, saraya kaçmış ancak kurtulamamıştı. 637 182 Şirkûh ölünce yerine kimin geçeceği konusunda bazı tartışmalar yaşandı. Zira Nûreddîn’in Mısır’a düzenlenen bu seferde Şirkûh’un yanına verdiği emirlerden Aynü’dDevle el-Yarûkî, Kutbeddîn, Seyfeddîn el-Maştûb el-Hakkârî ve Selâhaddîn’in dayısı Şihâbeddîn el-Hârimî de vezirlik konusunda ümitliydiler. Fakat el-Âdid, kendisine Selâhaddîn’in güçsüz ve yaşça diğerlerinden daha küçük olduğu ve dolayısıyla ona hükmetmenin daha kolay olacağı telkin edildiği için tercihini Selâhaddîn’den yana kullandı. Selâhaddîn, Fâtımî veziri ilan edilirken Şirkûh’un askerlerini kendi saflarına çekmek planı etkili olmuştu ve neticesinde Selâhaddîn, “el-Melik en-Nâsır” unvanıyla vezir ilan edildi (26 Mart 1169). Fakat Selâhaddîn’e Nûreddîn’in emirlerinden hiç biri itaat etmedi. Fakih İsa el-Hakkârî’nin ikna çabaları sonucunda Aynü’d-Devle el-Yarûkî hariç diğerleri durumu kabullenince el-Yarûkî, bazı emirlerle beraber Nûreddîn’in yanına döndü642. Vezirlik makamına getirilen Selâhaddîn, konumunu güçlendirmek için bazı tedbirler aldı. Bu bağlamda el-Âdid’in gücünü zayıflatmak ve halkın gönlünü kazanmak için bol bağışlarda bulundu. Yine Nûreddîn’den, aile fertlerini Mısır’a göndermesini istedi. Nûreddîn, ailesini Mısır’a gönderince onlara ve kendi adamlarına Mısır emirlerinin iktalarını vererek durumunu güçlendirdi643. Şirkûh, sonrasında da Selâhaddîn’in Fâtımî veziri olması konusuna Nûreddîn’in memnun olmadığı ve Şirkûh’u Suriye’ye çağırdığı yönündeki rivayetler, Eyyûbîlerin Nitekim biraz sonra onun ve kardeşlerinin çocuklarının kafaları da gümüş bir kap içinde halife tarafından Şirkûh’a gönderilmiş bulunuyordu. Bahattin Kök, “Nureddin Mahmud’un Mısırı Ele Geçirmesi Ve Fâtımîlerin Yıkılışı-II”, AÜİFD, IX / 1991, s.131 641 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.15-16, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.276-277, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.226-227, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.162-163, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.45-47, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.38-39, 43. İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.80-81, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.336, 369, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.304-305, İbn Hallikân, Vefeyât, VII, s.151, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.351, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.290, 330-331, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.172, İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.430-431, Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns elCelîl, I, s.312, Abû’l-Farac, II, s.408, Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (10421195), s.207-208, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.50-51 642 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.17, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.278-279, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.47, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.47-49, 76-77, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.168-170, İbn Hallikân, Vefeyât, VII, s.153-155, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.351, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.331, elMakrizî, İtti’âz, III, s.308-310. Kaynaklarda Selâhaddîn’in, Mısır seferlerine gönülsüz, bir bakıma Nûreddîn ve Şirkûh’un, kendisini mecbur etmesiyle katıldığı kaydedilmektedir. Hatta Selâhaddîn, İskenderiye kuşatmasında yaşadığı zorlukları hatırlayarak “Vallahi bana Mısır'ın hükümdarlığı verilse bile oraya gitmem; çünkü İskenderiye ve diğer bazı yerlerde hiç bir zaman unutamayacağım sıkıntılarla karşılaştım” demiştir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.17, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.278, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.47, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.35-36 643 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.18, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.279, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.49-50, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.174, Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns el-Celîl, I, s.311, Yaacov Lev, Saladin in Egypt, s.81-82, bazı İslam kaynaklarında Selâhaddîn’in, vezir olduktan sonra içkiye tövbe ettiği, daha dindar yaşamaya başladığı ve eğlenceden yüz çevirdiği kaydedilmektedir. Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.48, el-Makrizî, es-Sülûk, I, a.150, a. mlf., İtti’âz, III, s.310, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.47, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.168, İbn el-Adîm, Zübdet el-Haleb, s.351 183 Mısır’da bağımsız olma düşüncesinde olduğunu söyleyen yazarların görüşü olmalıdır. Nitekim İbn el-Kesîr, Selâhaddîn’in vezir olması üzerine Nûreddîn’in, ona mektup yazarak vezirliği, fermanı olmadan kabul ettiği için kınadığını kaydetmektedir. Mısır’dan ele geçirdiği malların hesabını çıkarmasını istemesi ve Selâhaddîn’in bunu kabul etmeyişi üzerine de “Eyyûb’un oğlu hükümdar olmuş” demeye başlamıştır. Fakat Selâhaddîn, ailesini yanına isteyince onları göndermekten de geri durmadı644. 4.2.7.Fâtımî Askerlerinin İsyanı Selâhaddîn, konumunu sağlamlaştırmaya ve bazı düzenlemeler yapmaya uğraşırken Fâtımî sarayında etkili bir isim olan Muteminü’l-Hilâfe ve Mısır ileri gelenlerinden bazıları Selâhaddîn’e karşı Haçlılardan yardım istediler. Yardım isteğinin yer aldığı mektuplar bir Türkmen’in dikkati sayesinde ele geçirildi645 ve bu mektupların sahibinin Muteminü’lHilâfe olduğu anlaşıldı. Mektuptan edinilen bilgiye göre plan şu şekildeydi: Haçlılar Mısır’a saldırdıkları zaman Selâhaddîn, onları karşılamaya çıkacak, Muteminü’l-Hilâfe de ayaklanarak Selâhaddîn’in geride kalan askerlerine saldıracak ve onları öldürecekti. Sonrasında Selâhaddîn’e saldırdıklarında Haçlılarla Fâtımî askerleri arasında kalan Selâhaddîn yok edilecekti. Durumdan haberdar olan Selâhaddîn, hemen harekete geçmedi. Bunun üzerine Muteminü’l-Hilâfe de korkup saraya kapandı fakat bu durum fazla uzayınca gezinmek için el-Harkâniyye Köyü’ne gittiği bir sırada Selâhaddîn’in adamları tarafından öldürüldü (20 Ağustos 1169). Selâhaddîn, Muteminü’l-Hilâfe’den boşalan yere yani saray işlerinin başına Bahâeddin Karakuş’u getirdi ve bu sayede artık saray da Selâhaddîn’in hükmüne girdi646. İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.432, Geoffrey Hindley de Şirkûh ve sonrasında Selahâddîn’in Mısır’daki konumlarını Nûreddîn’in tasvip etmediğini ve Şirkuh’un iktalarını derhal aldığını ifade etmektedir. Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, s.112, İlerleyen yıllarda Selâhaddîn ile Nûredîn’in arasının açıldığı da rivayet edilecektir. Fakat bu durumun temel sebebi, Selâhaddîn’in güçlenmesiyle değil, Selâhaddîn’in Mısır gelirlerini harcama konusunda Nûreddîn’in tutumu ile alakalı olmalıdır. Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.49 645 Muteminü’l-Hilâfe, güvendiği bir adamla Haçlılara bir mektup yollamış ve onları Selâhaddîn’e karşı birleşmeye davet etmişti. Bu adam, el-Bîr el-Beyzâ’ya geldiği sırada bir Türkmen ile karşılaştı. Bahsedilen Türkmen, Haçlılara giden adamın yanında bir çift yeni ayakkabı görünce bunların giyilmemesinden şüphelendi ve ayakkabıları Selâhaddîn’e getirdi. Ayakkabıların tabanı sökülünce içinden Haçlılara yazılan mektup çıktı. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.18-19, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.280 646 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.18-19, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.280-281, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.48, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.174-176, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.86-87, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.311-312, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.43-44, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.54-55, Yaacov Lev, Saladin in Egypt, s.84, Selâhaddîn, Mısır’a hâkim olmakla beraber Fâtımî vezirliği gibi tehlikeli bir konumda çok dikkatli olmak zorundaydı. Bu yüzden Selâhaddîn, Mısır halkının gönlünü kazanmak, ihsanlarda bulunarak ve iktalar dağıtarak Şirkûh’un askerlerini kendine bağlamak ve Nûreddîn’den askeri yardım sağlayarak her daim güçlü olmak zorundaydı. Tüm bunlara ilaveten ailesini de yanına isteyerek etrafında güvenilir bir taraftar kitesi oluşturmak durumundaydı. Takkûş, Târîh elFâtımiyyîn, s.509 644 184 Muteminü’l-Hilâfe’nin öldürülmesi sonrasında sayıları 50 bini aşan zenci askerler647 ayaklandılar ve Selâhaddîn ile savaşmak için toplandılar. Çatışma, BeynelKasreyn denen mevkide (İki Saray Arası, el-Kasr el-Kebîr eş-Şarkî ve el-Kasr es-Sağîr elGarbî) gerçekleşti. Her iki taraf da kayıplar yaşamış olmasına rağmen bir rakam vermek mümkün değildir. Çatışmalar devam ederken Selâhaddîn’in, zencilerin “el-Mansûra” olarak anılan mahallelerine birlikler yollaması ile evlerini, mallarını, çocuk ve karılarıyla beraber ateşe verdirmesi olayları sona erdirdi. Bu haberi alan zenciler geri çekilmek istedilerse de yollar tutulduğu için çoğu kılıçtan geçirildi ve neticesinde emân dilemek zorunda kaldılar. Emân verilen zenciler, Cîze’ye sürüldülerse de daha sonra Selâhaddîn, ağabeyi Turanşah’ı üzerlerine yolladı ve kaçıp kurtulmayı başarabilenler dışındakiler kılıçtan geçirildi648. 4.2.8.Haçlıların Yardım Bulma Çabaları ve Dimyât Kuşatması Mısır’ın kaybedilmesi, Haçlıları zor duruma düşürdü. Türklerle güçlenen Mısır’dan yapılan saldırılar, şimdi daha tehlikeli olacaktı. Mısır donanmasının da saldırılara katılıyor olmasıyla Haçlılar, hem karadan hem de denizden ablukaya alınmış oldular. Nûreddîn’in karadan tacizlerine Fâtımîlerin denizden baskınları eklenince Haçlılar, batıdan yardım arayışlarına girdiler. Yola çıkan Kaysâriye başpiskoposu Hernesius ile Akkâ piskoposu William; Roma imparatoru Frederick, Fransa kralı Louis, İngiltere kralı Henry, Sicilya kralı William gibi hükümdarlara ve Philip of Flandres, Henry of Troyes, II. Theobold of Chartes gibi asillere yardım mektuplarını iletmekle görevliydiler. Fakat hareket ettikleri gecenin ertesi günü çıkan fırtınada gemiler savruldu, kürekler kırıldı ve elçiler, bu büyük tehlikeden zorla kurtularak üç gün sonra geri dönmek zorunda kaldılar. Batıya gönderilmek üzere seçilen yeni heyette Sûr başpiskoposu Frederick, Banyas piskoposu John ve bazı asiller vardı. Bu yeni heyet, batıya ulaştı fakat piskopos John Fransa’da ölürken, Fâtımî ordusu Arap, Berberî, Slav, Türk, Zenci ve Ermeni unsurlarına dayanıyordu. Kuruluştaki Arapların baskınlığı, zamanla yerini Berberîlere bıraktı. es-Sekâlibe olarak adlandırılan Slav kökenli askerler ise Balkanlar, İtalya ve Bizans’ta yapılan savaşlarda esir alınanların orduya kazandırılması ile ordunun bir unsuru haline gelmişti. el-Azîz zamanında Türkler önemli bir unsur haline gelmişti fakat Türklerin orduda istihdam edilmesi daha önceki bir zamana tarihlenmelidir. Devletin doğulu askerleri arasında Deylemliler de önemli bir yer tutmakla beraber Seyyide Rasâd ile Zenciler ve Bedr el-Cemâlî ile de Ermeniler etkin hale gelmişti. Nihat Yazılıtaş, “Fâtımî Ordusunu Meydana Getiren Etnik Unsurlar”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, XVIII, Konya 2005, s.189-210, aynı yazar, Fâtımî Devleti’nde Türkler, s.64-96 648 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.19, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.281, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.87-88, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.176-177, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.332, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.312-313, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.44, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.337, Olayda el-Âdid’in dahli de bulunmaktaydı. Çatışmalar sürerken Mısır askerlerine, Türklere ok atmalarını bizzat el-Âdid emretmiş fakat Selâhaddîn’in sert bir şekilde karşılık vermesi üzerine de bu tutumundan vazgeçmişti. İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.434 647 185 başpiskopos Frederick iki yıl batıda kaldıktan sonra yardım konusunda herhangi bir başarı sağlayamadan geri döndü649. İslam kaynakları, bu yardım arayışında Haçlı kaynağından farklı bazı noktalara dikkat çekmektedirler. Mısır’ın Nûreddîn tarafından zaptı ile iyice sıkışan Haçlılar, Sicilya, Endülüs ve bazı Avrupa ülkelerine elçiler yolladılar. Elçilerin dikkat çektikleri temel husus, Mısır’dan sonra Kudüs’ün de Nûreddîn’in eline geçmesi tehlikesiydi. Yani Haçlı Seferlerinin propaganda dönemlerinde sıkça başvurulan Kudüs’ün tehlikede olduğu motifi, batıyı harekete geçirmek için tekrar kullanıldı. Fakat bu defa tam da Haçlıların bahsettikleri gibi bir tehlike mevcuttu ve krallık her taraftan sarılmıştı. Willermus’un kayıtlarından bildiğimiz kadarıyla batıya giden elçiler somut bir yardım sağlayamadılar fakat İslam kaynaklarında batıdan Haçlılara silah ve asker yardımı yapıldığı rivayet edilmektedir. Dahası batılı devletler, Dimyât’ı650 ele geçirmek üzere toplanmaya da söz vermişlerdi. Fakat Haçlı kaynağı, batıdan gelen herhangi bir yardımdan bahsetmemektedir ve Dimyât kuşatmasına da yalnızca Bizans katılmıştır651. Avrupa’ya giden elçiler, herhangi bir yardım sağlayamazlarken Bizans’a gönderilen elçiler daha başarılı oldular. Bizans imparatoru Manuel Komnenos, daha önce yapılan anlaşma652 gereğince söz verdiği filoyu 10 Temmuz 1169’da yola çıkardı. Hazırladığı donanmada 150 gagalı (sivri burunlu) ve çift kürekli savaş gemisinin (kadırga) yanı sıra at taşımak için kullanılan zırhlı altmış büyük savaş gemisi ve insan ile hayvan naklini kolaylaştırmak için tasarlanmış köprüler bulunuyordu. Donanmada on veya yirmi Dromones denen büyük gemi vardı ki bunlarla da daha çok erzak ve silah taşınıyordu. Donanmanın başına imparatorun akrabası Megas Dukas Andronikos Kontostephanos tayin edilirken ona Maurica adlı bir asil eşlik ediyordu. Bu ikisine Apulia’lı bir asil olan kont Alexander of Conversana da katıldı653. Donanmanın hazır hale getirilmesinden sonra 649 Willermus, II, s.360-361, Steven Runciman, II, s.320-321 Mısır ve Tinnîs arasında yer alan eski bir şehirdir. Güzel havası ve tatlı suyuyla meşhurdur. Yâkût elHamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.472 651 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.22, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.284, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.332, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.179-180, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.315, Krş. Willermus, II, s.360-361, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.34, İslam kaynaklarında Dimyat’ı kuşatan ordulardan “Frenkler” şeklinde bahsedilmekteyken İbn Şeddâd, Haçlı-Bizans ittifakını teşhis etmiştir. İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.82 652 Amaury, Bizanslı prenses ile 1167 yılında evlenmiş ve taraflar arasında bir iyi ilişkiler tesis olunmuştu. 1167 yazında Bizans temsilcilerinin gelişiyle Mısır’a sefer düzenleme konusunda anlaşma sağlanmıştı. Bkz. “Amaury’nin Bizans Desteği Sağlama Çabaları ve Evliliği” 653 Willermus, II, s.361-362, Niketas’ın verdiği bilgiye göre donanmada 200’ün üzerinde büyük savaş gemisi bulunmaktaydı ve Draç’tan gelen on gemi ile altı süratli yelken gemisi de buna dâhildi. Niketas Khoniates, Historia, s.111 650 186 Theodoros Mavrozumes, altmış gemiyle önden, Bizans donanmasının hareketini haber vermesi için yola çıkarıldı. Mavrozumes, aynı zamanda Amaury’yi hazırlıklarını tamamlamaya teşvik edecek ve sefere katılacak Haçlı askerlerine masrafları için gerekli parayı verecekti654. 8 Temmuz 1169’da yola çıkan Andronikos, yolda kendisine katılanlarla beraber Kıbrıs’a doğru yol almaya başladı. Kıbrıs yolunda Fâtımîlerin keşif amaçlı yolladıkları altı gemi ile karşılaşan Bizans donanması, bunlardan ikisini zapt ettiyse de diğerleri kurtuldular655. Niketas ve Kinnamos, tüm sefer boyunca Haçlıların çok yavaş hareket etmesinden şikâyet etmektedirler. Hatta Niketas, Amaury’nin daha Bizanslılar yoldayken yavaş davrandığını nakleder. Buna göre Andronikos, Kıbrıs’a ulaştığında Amaury’ye haber yollamış ve kendisini Kıbrıs’ta mı bekleyeceğini yoksa hareket mi edeceğini sormuştu. Fakat Amaury, imparator ile anlaşma yapmış olmasına rağmen656 konu üzerinde hala düşünüyormuş gibi görünerek Bizans donanmasını oyalamaya devam etti. En nihayetinde Andronikos, Kudüs’e çağrıldı. Bu oyalama, Kudüs’te de devam ederken Andronikos’un sabrı iyice tükenmeye başlamıştı. Zira imparator, Ağustos ayından itibaren donanmanın üç aylık iaşe masrafını onaylamıştı ve Eylül’ün sonu gelmişti657. Bizans donanması, Eylül sonunda Sûr limanına ulaşmış, oradan Akkâ’ya ilerleyerek limanın girişine demirlemişti. Donanma, burada kralın kararını bekliyordu ve Niketas’ın da ifade ettiği üzere hareketsizlik, Bizans’ın aleyhine bir durumdu658. Bizans donanması Akkâ’da beklerken Amaury, Mısır’a yapılacak sefer öncesinde krallıkta işleri düzenlemekle uğraşıyordu. Kendisinin yokluğunda kraliyet topraklarını korumaları için 654 Niketas Khoniates, Historia, s.111, Steven Runciman, II, s.321-322 Niketas Khoniates, Historia, s.111-112, Murat Öztürk’ün yorumuna göre Dimyât gibi önemli bir denizcilik merkezi kuşatılmıştı fakat Fâtımî donanmasından söz edilmiyordu. Demek ki Selâhaddîn vezir olduğu zaman donanma iyi durumda değildi. Murat Öztürk, Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, s.158-159 656 Ioannes Kinnamos, Mısır seferinde Bizans’ın rolünü fazla öne çıkarmıştır. Yazarın anlatımına göre imparator, Mısır’a elçi yollayarak haraç ödemeye başlamalarını yoksa savaş açacağını bildirdi. Fâtımîlerin bunu reddetmesi üzerine de Andronikos Kontostephanos kumandasında bir filoyu yola çıkardı. Andronikos, Mısır’a ulaşınca Amaury’ye haber göndererek daha önceden karara bağlanmış anlaşma uyarınca kendisine yardıma gelmelerini istedi. Fâtımî-Bizans diyaloğunu teyit etmek mümkün görünmemekle beraber Kinnamos, Haçlı-Bizans ittifakına dair önemli ipuçları da vermiştir. Anlaşıldığına göre bu ittifak, en başından beri sağlam temellere oturmamıştı ve Haçlılar, kendi çıkarlarını ön planda tutmaktaydılar. Kinnamos ve Niketas bu doğrultuda Haçlıları devamlı olarak geç hareket etmekle suçlamaktadırlar. Bizans donanması da bu gecikmeyi Tinnîs şehrini zapt ederek değerlendirdi. Fakat Bizans kaynağının verdiği bu bilgi hatalıdır. Zira Tinnîs daha sonra yağmalanmıştır. Ioannes Kinnammos, Historia, s.198-199, Niketas da aynı şekilde Mısır seferini Bizans’ın bir projesi olarak sunmuştur. Manuel Komnenos, bu fikrini Amaury’ye açmış ve onu da istekli bulunca donanmayı hazırlamaya başladı. Niketas Khoniates, Historia, s.111 657 Niketas Khoniates, Historia, s.112 658 Willermus, II, s.361-362 655 187 süvari birlikleri görevlendirmekle işe başladı. Sonrasında Haçlı ve Bizans kuvvetlerine 15 Ekim 1169’da Askalân’da toplanmalarını emretti. Birkaç gün öncesinde Akkâ’dan ayrılan donanma da Mısır’a doğru demir aldı. Haçlılar böylece 16 Ekim’de Askalân’dan Mısır’a hareket ettiler. Mısır seferinde Amaury’nin orduyu yıpratmak istemediği anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda su sıkıntısı yaşamayacakları yerlerde sık sık dinlenerek 25 Ekim’de Farma’ya659 ulaştılar. Haçlıların, yolculukları esnasında bazı sıkıntılar da yaşadıkları görülmektedir. Haçlı ordusu, sahil yolunu takip etme niyetindeydi fakat deniz ve ova arasındaki bazı bentler yıkıldığı için daha içten yol almak zorunda kaldılar. Burada havuz yapan Haçlılar, denizden buraya taşınan balıklarla erzak sıkıntılarını gidermişlerdi. Fakat sahilden ilerlemek istendiğinde on milden fazla içeriye girmek ve sonrasında tekrar sahilden devam etmek mümkün oluyordu. Amaury’nin planlarının aksine bu durum da orduyu yıpratmaktaydı. Bu bahsedilen taşma nedeniyle önceden kurak ve verimsiz olan bu alan, şimdi münbit bir yere dönmüştü660. Haçlılar Farma’ya geldiklerinde donanma, bölgeye ulaşmıştı. Askerler, burada gemilerle karşı kıyıya taşındı ve Tinnîs’i solda bırakarak bataklık ve kıyı arasında yer alan bir yoldan yaklaşık otuz iki km. ilerleyip iki günlük bir yürüyüşten sonra Dimyât’a ulaştılar661. Dimyât, Mısır’ın en eski ve ünlü şehirlerinden biridir ve Nil’in kıyısında yer almaktadır. Yani şehir, nehir ile deniz arasında yaklaşık iki km. ötededir. Dimyât’a 27 Ekim 1169’da ulaşan Haçlılar, şehir ile deniz arasına ordugâhlarını kurup fırtına ve ters esen rüzgârlar dolayısıyla geciken donanmayı beklediler. Hava düzeldikten üç gün sonra da donanma gelerek kıyıya demirledi. Çünkü nehrin karşı kıyısında iyi silahlandırılmış bir garnizonun bulunduğu bir kuleden şehre bir zincirin gerilmiş olması, Haçlı donanmasına engel oluyor ve hareketsiz bırakıyordu662. Haçlı askerleri, şehir ile Haçlı ordugâhı arasında bulunan ve Haçlıların, şehir duvarlarına çok fazla yaklaşmasını mümkün kılan Farma, Nil’in ilk kolu olan Carabes yanında çöl kenarında, sınırda kurulmuş bir yerleşimdir. Nehir, deniz ve çöl arasında yer alır. Önceden büyük bir nüfusu olmasına rağmen o sıralarda ıssız, tenha bir yer olmuştu. Willermus, II, s.363 660 Willermus, II, s.362-363, Niketas’ın verdiği bilgiye göre kral, karadan ilerleyecekti. Yolda Tunion ve Tenesion’u? –ahalisinin çoğu Hıristiyan olduğu için- rahatça ele geçirme imkânı vardı. Nitekim buralar Amaury’nin de dediği gibi rahatça ele geçirildi. Niketas Khoniates, Historia, s.112 661 Willermus, II, s.363, Ebû Şâme, Haçlıların, Dimyât’a inişleri tarihini 25 Ekim 1169 olarak kaydederken, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.91, Süryânî Mihail, seferin tarihini 1170 olarak kaydetmiştir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.210, Steven Runciman, Haçlıların Bilbîs’e saldıracağını düşünen Selâhaddîn’in burayı tahkim ettiğini, Haçlıların Dimyât’a yönelmesi üzerine de hazırlıksız yakalandığını kaydetmektedir. Steven Runciman, II, s.322-323 662 Willermus, II, s.363, Niketas, Willermus’un kaydının aksine donanmanın daha erken geldiğini nakleder, Niketas Khoniates, Historia, s.113 659 188 meyveliklere doğru ilerlediler. Fakat müttefiklerin saldırıyı üç gün ertelemeleri663 aleyhlerine oldu ve bu sırada Yukarı Mısır’dan çok sayıda Türk birliği gelerek şehri takviye etti. Willermus’un tahminine göre Haçlıların bu gecikmesi, seferin akamete uğramasında birinci derecede etkili idi. Kısa bir süre sonra Haçlılar, kuşatma aletleri olmadan şehri almanın mümkün olmayacağını kavramış bulunuyorlardı. Gerekli malzemenin sağlanmasının ardından yedi katlı ve şehrin içini görebilecek yükseklikte bir kule ile bazı kuşatma makineleri inşa edildi. Bunlar arasında duvarları dövmek için büyük taşlar fırlatan aletler ile tünel kazanları korumak için siper görevi gören savunma aletleri de bulunuyordu. Makineleri duvarlara yaklaştırıp surları dövmek ve bu sayede şehre sahip olmak hedefinde olan Haçlılar, surlara devamlı surette atış yaptılar. Buna karşılık kuşatılanlar, Haçlıların kulesinin karşısına aynı yükseklikte bir kule dikerek karşı direnişe geçtiler ve aynı şiddette mukabelede bulundular664. Willermus, Haçlıların -özellikle komutanlar- arasında bir ihanet ihtimali olabileceğinden bahsetmektedir. Zira Haçlılar, kuşatmayı daha şiddetlendirebilir ve belki de bu sayede bir sonuç alabilirlerdi fakat Haçlılar, kuşatmada daha ilgisiz davranmaya başladılar. Yani kuşatmanın başında daha tavizsiz, sert davranan Haçlılarda şimdi bir esneklik gözle görünür hale gelmişti. Dolayısıyla bu tavır değişikliğini ihanet veya ihmalkârlık şeklinde yorumlayanlar da vardı. Bu bahsedilen durum, en çok da Haçlı kumanda heyeti arasında söz konusuydu. Bu hareketsizliğin ardından Haçlılar, yeni bir kule daha yaptılar ve bunu duvara yaklaştırdılar fakat burasının surların en güçlü noktalarından birisi olması dolayısıyla Haçlılara bir fayda sağlamadı. Willermes, daha alçak ve ele geçirilmesi kolay yerler mevcutken buraya kuşatma kulelerinin kurulmasını eleştirir ki bunda haklıdır da. Çünkü bu büyük saldırı kulesiyle ancak Meryem Ana Kilisesi hedef alınabilirdi. Haçlıların bu yanlış kararları, kuşatılanların güçlenmesine hizmet etmiştir diyebiliriz. Willermus’un da sürekli eleştirdiği üzere ilk saldırılar ve saldırı Willermus’un aksine Niketas, müttefik ordu, Dimyat önünde birleştiği gün kuşatılanların bir çıkış yaptığını ve vuku bulan şiddetli çatışmada Bizanslıların yiğitçe savaştıklarını nakleder. Bu çatışmada kuşatılanlar tutunamamış ve geri çekilmişlerdir. Ertesi gün (26 Ekim 1169) yine bir çatışma yaşanmış olmasına rağmen bu defa da Müslümanlar, surların biraz önüne kadar çıkmaya cesaret etmişler, hendekleri aşmamışlardı. Bizanslıların saldırısı üzerine de yine duvarların arkasına çekilmişlerdi. Niketas Khoniates, Historia, s.113 664 Willermus, II, s.364-365, Niketas, kuşatma aletleri yapılmasını Andronikos’un teklif ettiğini fakat alet yapımı tamamen bitirilmeden Amaury’nin saldırıdan uzak durmakta kararlı olduğunu haber veriyor. Buna göre hurma ağaçları kesildi fakat bunlardan hiçbir kule yapılmadı. Zira Amaury, kule yapımı işini durmadan erteliyordu. Andronikos’u ise zor günler bekliyordu, iaşeleri iyice azalmıştı. Niketas Khoniates, Historia, s.113-114 663 189 noktalarının isabetsizliği, şehir halkının devamlı yardımlarla güçlenmesi sonucunu doğurdu ve sadece surların içinde değil dışında da bir direniş başladı665. Burada vurgulanması gereken bir nokta, Selâhaddîn’in Dimyât konusuna yeterince eğildiğidir. Yukarıda ifade edildiği üzere şehir, devamlı surette yardım almıştır. Haçlılar Dimyât’ı kuşattıklarında Selâhaddîn, karadan Takıyyüddîn Ömer ve Şıhâbeddîn el-Hârimî kumandasında asker sevkinde bulunmuş666 ve derhal Nûreddîn’in yardımını talep etmişti. Bu tehlikenin, Nûreddîn’in yardımı olmadan atlatılmasının mümkün olmayışı bir yana; Mısır’da bir ayaklanmanın vukuu ihtimali de Selâhaddîn’i düşündürüyordu. Selâhaddîn, vezir olduğu sırada Muteminü’l-Hilâfe, Haçlılarla anlaşmış ve Selâhaddîn’i iki ateş arasında bırakıp yok etmek istemişti. Selâhaddîn, bu olayın etkisinde olmalıdır ki Nûreddîn’e yolladığı haberden anlaşılacağı üzere daha temkinli davranmıştır. Çünkü Dimyât’ı kuşatan Haçlılara karşı çıkmak, geride Fâtımî askerlerinin ayaklanması ihtimalini barındırdığından asker sevki ile Nûreddîn’in yardımına başvurmak daha akıllıca bir davranış olmuştur667. Müttefiklerin, surları aşamamasına başka bir sıkıntı daha eklendi ki bu durum seferin başarısızlığındaki en etkili unsurların başında gelir. Ekmek stoklarının hızla erimesi ve yiyecek bulma konusunda bölgenin bir şey vaad etmeyişi, müttefik orduyu düşündürmeye başladı. Kampın yakınlarındaki hurma ağaçları, kuşatma aletleri yapmak amacıyla yok edildiği için bu umutları da tükenen orduda açlığın hedefinde olanlar daha ziyade Bizans birlikleriydi. Bizanslıların fakir kesimleri, türlü yollarla açlıklarını Willermus, II, s.365, Steven Runciman, II, s.323, Willermus, saldırının geciktirilmesini kötü niyetlilere bağlar fakat bundan kastının Bizans kuvvetleri mi yoksa Haçlılar mı olduğu pek net değildir. Willermus, II, s.365. Niketas, surun bu bölgesinde savaş verenlerin Bizanslılar olduğunu haber veriyor. Surun bu bölümü koçbaşlarıyla dövülmüş hatta bir kısmı yıkılmıştı. Bu esnada Müslümanlar da surların üstünden kuşatma aletleri kullananlara taşlar atıyorlardı. Surun çöken kısmı, Meryem Ana Kilisesi’nin olduğu yere isabet ediyordu. Hatta Müslümanlar böyle kutsal bir yerin tahribi dolayısıyla Andronikos’u alaya almışlar, hakaret dolu sözlerle saldırmışlardı. Niketas, bu başarısızlık sonrası Andronikos’un krala başvurduğunu ve kuşatma aletleri için hurmalıkların tahrip edildiğini yazıyor. Fakat Willermus, bu olayı daha öncesinde anlatmıştı. Niketas Khoniates, Historia, s.113-114 666 Mezkûr kimseler 13 Aralık 169’da Dimyat’a ulaştılar ve kale ile bağlantı kurdular. Ebû Şâme, Kitâb erRavzateyn, II, s.93, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.315, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, VI, s.6 667 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.22, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.284, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.181, elİsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.45, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.332-333, Dimyât’a gereken önemin verilmesinde el-Âdid’in, hazinesini bu iş için açmasının da katkısı büyüktür. Selâhaddîn’in “(…) el-Âdid’den daha cömerdini görmedim. Haçlıların Dimyat’ı muhasarası sırasında elbise vs. hariç bana bir milyon Mısır dinarı gönderdi” ifadesi bunu teyit etmektedir. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.23, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.285, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.183, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, VI, s.6, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.316, elAynî, Ikd el-Cumân, I, s.35, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.333, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.48-49, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.91-92, İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.445, el-Yafîî, Mir'ât el-Cinân, III, s.284, Mustafa Kılıç, ”Haçlıların Dimyat Muhasaraları ve Eyyûbîlerin Mücadeleleri”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII / 4-2007, s.417-418 665 190 gidermeye çalışırlarken çok fakir olmayanlar yulaf, kuru üzüm ve kestane ile bu ihtiyaçlarını karşıladılar. Haçlı birliklerinin yakın bir zamana kadar yetecek erzakı vardı fakat kuşatmanın ne kadar süreceği konusundaki belirsizlik, onları Bizanslılara yardım etmekten alıkoyuyordu. Tam bu sırada başlayan sağanak yağmur ve fırtına da kuşatanların sıkıntılarını ikiye katladı668. Bizans kaynakları, açlık sıkıntısı dolayısıyla Amaury’yi hedef almaktadır. Zira Amaury’nin saldırıyı ve hatta kuşatma aletleri yapımını durmadan ertelemesi yüzünden yaşanan zaman kaybında zaten sınırlı yiyeceğe sahip olan Bizanslılar zor günler yaşamaya başlamışlardı. Askerlerin yiyecek maddesi alacak yeterli paraları yoktu; sefer, planlanan zamanı çoktan aşmıştı ve bu durumda imparatorun, Andronikos’a kralın emirlerine uymasını kesin olarak emretmiş olması da Bizanslıları başka veya bağımsız bir girişimden alıkoyuyordu. Ordunun çoğunluğu bitki kökleriyle hurma yapraklarını yemeye başlamışlardı ki bu sefalete bir de Dimyât’ı kurtarmak üzere Abbâsî halifesi tarafından yollanan Müslüman ordusunun çok yakınlara ulaştığı haberi eklendi. Bunun üzerine Andronikos, Haçlıların yardımı olmadan savaşmaya karar verdi. Andronikos orduya yaptığı konuşmada hiç çadırından çıkmayan Amaury ile Dimyâtlılar arasında bir fark bulunmadığını, kendilerinin burada daha fazla kalmalarının ise daha büyük felaketlere yol açacağını ve Dimyât’tan eli boş dönmek zorunda kalacaklarını vurguladı. Zira Amaury’nin ordugâhı Bizanslılarınkinden daha uzaktaydı ve Bizanslılar için Amaury’yi bir girişime zorlamanın imkânı kalmamıştı. Andronikos artık, Amaury’nin kuşatılanlardan altın alarak kuşatmayı gevşettiğine kani olmuştu. Bu yüzden savaş, Bizans birlikleri tarafından verilecekti669. Haçlıların denizde yaşadıkları felaket, belki de seferin son bulduğunun ilanı idi ve bu durumda inisiyatifin artık kuşatılanlara geçtiğini rahatlıkla kabul edebiliriz. Şehir garnizonu, buldukları ilk fırsatta bir tekneyi kuru odun, zift ve kolay tutuşabilir malzemelerle doldurarak ateşe verdi ve müttefiklerin donanmasına doğru gönderdiler. Güney rüzgârlarının beslediği ateş büyüdü ve filodan altı sivri burunlu gemiyi küle çevirdi. Amaury’nin kahramanca davranıp askerleri harekete geçirdiği ve diğer gemileri kurtardığı rivayet edilse de yanan gemileri söndürmeye yeltenemeyen Haçlıların denizdeki kayıplarının morallerini alt üst edecek ölçüde büyük olduğuna şüphe yoktur670. 668 Willermus, II, s.366 Niketas Khoniates, Historia, s.114-116 670 Willermus, II, s.366-367 669 191 Bu felaketin ardından -küçük çaplı çatışmaların yaşanmasına rağmen- Haçlılar saldırıya birkaç gün ara verdiler. Haçlıların tacizlerine Müslümanlar nadiren karşılık veriyorlar ve bunları da Bizanslıların bulunduğu arka kapıdan yapıyorlardı. Müslümanların, Bizans kuvvetlerinin daha zayıf olduklarını duymuş veya açlıkla savaşan bu kesimde başarı sağlamalarının mümkün olacağını düşünmüş olmaları muhtemeldir. Fakat Bizans kuvvetleri zor da olsa bu saldırıları atlatmayı başardı. Bu tablodan, kuşatılanların Haçlılar için bir tehlike kaynağı olmaya başladıkları sonucuna ulaşmak mümkündür. Ancak asıl tehlike, Haçlı karargâhında idi ve bizzat Haçlıların kendilerinden kaynaklanmaktaydı: harcanan çabanın boşuna olduğu söylentilerine seferin Tanrının isteği dışında olduğu yorumu da katkıda bulundu. Mısır’da açlıktan veya Müslümanların kılıçları ile ölmektense seferin sona erdirilmesi gerektiği daha makul olan yorumlardı. Anlaşma teklifinin kimden geldiği ve anlaşma maddeleri hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Zira dönemin en önemli ve tafsilatlı kaynağı olan Willermus da gizli şartları olan bir anlaşmanın şehrin güçlü valisi Jevelino?671 ile karara bağlandığı dışında bir bilgi vermemiştir. Bizans kumandanları bu anlaşmaya kızmakla beraber yaşadıkları sıkıntılar dolayısıyla fazla itiraz edecek durumda değildiler ve anlaşmaya uymaktan başka çareleri kalmadı672. Anlaşma sağlanınca taraflar arasında karşılıklı bir güven ortamı oluştuğu hatta şehir halkının dışarı çıkarak oluşturulan ortak pazarda Haçlılarla bir araya geldikleri Haçlı kaynağı tarafından kaydedilmektedir. Haçlılar, dönüş için hazırlıklarını yaptıktan sonra kuşatma aletlerini ateşe vererek yola çıktılar ve 21 Aralık 1169’da673 Askalân’a ulaştılar. Bizans kuvvetlerine gelince; bunlar yola çıktıklarında sert bir fırtınaya yakalandılar; parçalanan ve neredeyse tamamı tahrip olan gemiler kıyıya vurdular. Doğuya gönderilen Willermus’un kaydettiği bu isim hakkında fikir yürütmek mümkün görünmüyor. Fakat Haçlıların, Çavlı el-Esedî aracılığıyla Müslümanlara barış teklif ettikleri kaydedilmiştir. Mustafa Kılıç, “Haçlıların Dimyat Muhasaraları ve Eyyûbîlerin Mücadeleleri”, s.420 672 Willermus, II, s.367-368, Niketas’ın kaydına göre anlaşma, Bizans birlikleri saldırıya geçtiği sırada sağlandı. Niketas’a bakılırsa Bizans birliklerinin saldırıya geçtiğini haber alan Amaury, hemen bu noktaya gitti ve saldırıya son verilmesini emretti. Amaury, kan dökülmeden teslim olmayı kabul eden bir şehre saldırdıkları için Bizanslıları uyardı. Bunun üzerine saldırı durduruldu. Hemen ardından Amaury, kuşatılanlarla müzakerelere başladı ve bir anlaşmaya varıldı. Niketas Khoniates, Historia, s.116, Haçlı ve Bizans kuvvetlerinin Dimyât kuşatmasında tam bir uyumundan bahsetmek zordur. Bu nedenle Niketas’ın kaydını kralın, şehir halkıyla bir anlaşmaya vardığı fakat bundan Bizanslıların haberi olmadığı şeklinde yorumlamak mümkün görünmektedir. 673 Steven Runciman bu tarihi, 24 Aralık olarak vermiştir. Steven Runciman, II, s.324 671 192 büyük Bizans donanmasından sadece birkaç gemi, hasarlı bir şekilde 1170 ilkbaharında Bizans başkentine dönebildi674. Müttefikler, bu başarısızlık dolayısıyla birbirlerini suçlamaktadırlar. Haçlılar, tüm suçu Bizans’a yüklememekle beraber ihmallerinin altını çizerler. Haçlılara göre Bizans birlikleri, ellerinden geleni yapmış olmakla beraber kötü idareleri söz konusuydu. Ayrıca söz verdiği üzere imparator, donanmayı yollamıştı fakat ordunun iaşesini düşünmek gibi hayati bir konuyu ihmal etmesi affedilmez bir hataydı. Çünkü Haçlı yazarı, seferin başarısızlığını yaşanan açlık sıkıntısına bağlamak eğilimindedir675. Willermus’un bu imalarına karşın Süryânî Mihail tam bir Bizans ihanetinden söz etmektedir. Yazarın kaydına göre Bizans kuvvetleri, Mısır’a geldiklerinde Haçlıları aldatıp Dimyât’ı kendileri zapt etmek istediler fakat bu durum, Amaury’ye haber verildi. Müttefikler arasındaki bu ihtilaftan yararlanmak isteyen Dimyât halkı da Amaury’ye kuşatmayı kaldırması için her sene düzenli ödenmek üzere altın vaad edip rehineler verdiler. Amaury, kuşatmayı kaldırınca da Bizanslılar sefalet içinde kaldılar. Yazar bir başka kaydında ise Bizans’ın niyetini Amaury’ye bizzat Dimyât halkının haber verdiğini kaydetmektedir676. Bizans tarafından bakıldığında ise Haçlıların kabahati sabittir. Ioannes Kinnamos’un verdiği bilgiye göre Mısır’da zapt edilen yerlerin taraflar arasında yarı yarıya paylaşılması kararlaştırılmıştı. Bu durumda Kinnamos, Haçlıları sürekli geç kaldıkları için suçlar. Yani Amaury, savaşın tüm yükünü Bizanslılara yüklemek ve zahmetsizce zafere ulaşmak istiyordu ki zaten Bizanslılar, Mısır’a ulaştıklarında da Haçlılar bilerek gecikmişti. Haçlıların, Mısır’a geldikten sonra saldırıyı devamlı ertelemeleri de Kinnamos’un yakındığı bir başka nokta idi. Bir başka ihtimal de şehir ele geçirilirse burada imparatorun hâkimiyetinin Haçlıların işine gelmeyişi olmalıdır677. Willermus’un bahsettiği ihanet söylentilerini Kinnamos da teyit etmektedir. Yukarıda bahsedilen, savaşın ertelenmesi durumu buna bağlı olmalıdır. Zira söylentiye göre kuşatılanlar, Amaury’yi parayla Niketas Khoniates, Historia, s.116-117, Willermus, II, s.368-369, Ioannes ve Niketas’ın Haçlı veya İslam kaynaklarıyla teyit olunamayan rivayetine göre Fâtımîler, Bizans’ın ikinci kez Mısır’a saldırmasından korkuyorlardı. Bu yüzden Manuel’e elçi yollayarak her yıl belirli bir miktar altın ödemeyi teklif ettiler ve olası bir Bizans saldırısının önünü kesmek istediler. Fakat Kinnamos, bu teklifin geri çevrildiğini belirtmesine karşın Niketas Fâtımîlerle anlaşma sağlandığını kaydetmiştir. Krş. Ioannes Kinnamos, Historia, s.200, Niketas Khoniates, Historia,, s.117 675 Willermus, II, s.369-370 676 Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.210, 213, Süryânî Mihail’in özellikle Amaury’ye para ve rehineler verilmesi konusundaki rivayetini hiçbir kaynakla teyit edemiyoruz. Her ne kadar Willermus, kumandanlar arasında ihanet söylentileri çıktı demekteyse de açık bir kayda ulaşmak zordur. 677 Ioannes Kinnamos, Historia, s.199-200 674 193 kandırmışlar ve Amaury de kuşatmaya gereken önemi vermemişti. Yani Bizans bakış açısından seferin akamete uğraması tamamen Haçlıların suçu idi678. İslam kaynakları, Hıristiyan kaynaklarının aksine olayın başka bir boyutuna dikkat çekmektedirler ki bu da Nûreddîn’in faaliyetleridir. İslam kaynaklarına göre Dimyât’a devamlı asker yardımı sağlanırken bir yandan da Nûreddîn, Haçlı topraklarını tahrip etmiştir. Bu haberler Dimyât’ı kuşatmakta olan Haçlılara da ulaşmıştı. Zaten döndüklerinde de ülkeyi harabe, insanların bir kısmını ölü, bir kısmını da esir olarak buldular. Haçlılar, Dimyât önünde kaldıkları bu elli gün içinde –Haçlı kaynaklarının haber verdiği üzere açlık başta olmak üzere- birçok sıkıntı yaşamışlardı fakat kuşatmanın kaldırılmasına Nûreddîn’in faaliyetlerini de eklemek olayın bütünlüğü açısından daha doğru olacaktır679. İbn Şeddâd ve ona dayanan İslam kaynaklarında Haçlılar, Dimyât önündeyken Nûreddîn’in Kerek Kalesi’ni kuşattığı ve Haçlılara kuşatmayı kaldırtmaya çalıştığı bilgisi yer almıştır. Rivayete göre Nûreddîn, Kerek Kalesi’ni Nisan-Mayıs 1170 tarihinde kuşattı ve Mayıs-Haziran 1170’de Necmeddîn İbn Dâye’nin vefatı üzerine de kuşatmayı kaldırdı. Fakat bu rivayetlerde tarihleme sorunu vardır. Zira bu tarihlerde müttefik ordu, kuşatmayı çoktan kaldırmışlar ve hatta Haçlılar 21 Aralık 1169’da Askalân’a ulaşmışlardı. MartNisan 1170’te Haçlıların Hısnü’l-Akkâr Kalesi’ni kuşattığı ve burada görevli olan Nûreddîn’in memlükü Hutlug’u esir aldıkları bilinmektedir. Bahsedilen kaynaklar, Nûreddîn’in bu olay üzerine harekete geçtiğini kast etmiş olmalıdırlar680. Zira Nûreddîn’in, Kerek Kalesi’ni kuşatması İbn el-Esîr’in kaydından anlaşılacağı üzere Şubat-Mart 1170 tarihindedir. Bundan maksat da Mısır’a hareket eden Selâhaddîn’in babasının yolda Haçlılardan zarar görmesinin önüne geçilmesi ve onun yolculuğunda Haçlıların meşgul edilmesi idi681. Sebep ne olursa olsun, bahsedilen tarihlerde müttefik ordu, Dimyât önlerinden çoktan ayrılmışlardı. Dolayısıyla bu iki olay arasında bağlantı kurmak zordur ve İbn el-Esîr’in kaydı daha muteberdir. 678 Ioannes Kinnamos, Historia, s.200 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.22-23, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.285, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.181183 İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.244-245, Nûreddîn’in Dimyât’a Kutbeddîn Hüsrev el-Hezbânî kumandasında asker yolladığını ve şehri bunlarla tahkim ettiğini Ebû Şâme haber vermekteyse de Nûreddîn’in Haçlı topraklarında yaptığı tahribatın detaylarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.93, İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.445-446, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.57 680 İbn Hallikân, Vefeyât, VII, s.152, İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.83, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.34, 49, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, VI, s.14, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.92 681 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.23, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.285 679 194 Dimyât kuşatmasının sonuçlarına kısaca baktığımızda Selâhaddîn’in Mısır’daki hâkimiyetini güçlendirdiği görülür. Bu sayede Türklerin Mısır’da daha da köklü bir şekilde yerleştikleri ve bir bakıma Mısır’da Nûreddîn’in hâkimiyetinin tasdik olunduğu söylenebilir. Haçlılar Dimyât’tan çekildikleri sırada el-Âdid ile Nûreddîn arasında vuku bulan yazışmada el-Âdid, Nûreddîn’den Selâhaddîn’in yanında bir miktar asker bıraktıktan sonra diğer askerleri çekmesini istedi. Nûreddîn bu isteğe “Frenkler ancak Türklerden korkarlar. Onlar olmasaydı Frenklerin Mısır’a karşı tamahları artar ve ülke üzerindeki maksatlarına ulaşırlardı” diyerek cevap vermiştir682. Dimyât kuşatmasının başarısızlığıyla Selâhaddîn, güçlenmeye ve devlette ağırlığını daha fazla hissettirmeye başladı. Dolayısıyla el-Âdid’in nüfuzu da kırıldı. Haçlılar açısından bakıldığında ise Nûreddîn ve Selâhaddîn arasında kalan Haçlıların doğudaki varlıları artık daha tehlikeli bir hal aldı683. Dimyât muhasarasında açlık ve hava şartları yüzünden yaşanan sıkıntılar nedeniyle Haçlı-Bizans ittifakı684 kötü neticelendi ve taraflar arasındaki uyumsuzluk, bunları birbirinden uzaklaştırdı. Bundan sonra Selâhaddîn-Bizans ilişkileri genelde iyi olacaktır. 4.2.9.Selâhaddîn’in Dârum ve Gazze Seferleri ile Eyle’yi Fethi 1170 Aralık ayında Selâhaddîn’in Mısır ve Dımaşk’tan çok sayıda asker topladığı ve Haçlı topraklarına saldırı hazırlığında olduğu söylentileri üzerine Amaury, hiç vakit kaybetmeden Askalân’ı tahkim etmeye başladı. Askalân’da güvenlik önlemleri alınırken bu defa Selâhaddîn’in iki günden beri Dârum Kalesini685 kuşattığı ve halka büyük zararlar verdiği yönünde yeni haberler geldi. Selâhaddîn’in, bu iki günlük Dârum kuşatmasında Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.94, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.183, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.37, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.57 683 Takkûş, Târîh el-Fâtımiyyîn, s.517-519, Yaacov Lev, Saladin in Egypt, s.84, Mustafa Kılıç, “Haçlıların Dimyat Muhasaraları ve Eyyûbîlerin Mücadeleleri”, s.421, Ramazan Şeşen, Selahaddin Eyyubi ve Devlet, s.57, Marshall W. Baldwin, “The Latin States under Baldwin III and Amalric I, 1143-1174”, s.558 684 Müttefik ordu bu kuşatmada çok zarar gördü ve başarısızlık dolayısıyla tarafların araları açıldı. Makrizî’nin kaydına bakılırsa müttefik ordu, Dimyât kuşatmasında yaklaşık 300 gemilerini kaybetmişlerdi. el-Makrizî, İtti’âz, III, s.316 685 Idumea’da (Edom) yer alan Dârum’a Amaury, birkaç yıl önce belli belirsiz göze çarpan kalıntıları üzerine bir taş atımı mesafeyi kapsayan ölçekte bir kale yaptırmıştı. Kale, kare planlıydı ve her köşesinde kule vardı. Bu kulelerin biri, diğerlerinden daha müstahkem olmakla beraber kalenin etrafında hendek ve gözetleme kulesi bulunmamaktaydı. Dârum Kalesi, denize yaklaşık beş, Gazze’ye de altı buçuk km. mesafede idi. Kaleye yakın bir yerde birkaç çiftçinin tarlası bulunmaktaydı. Bunlar buraya bir köy ve kilise inşa ettiler ve böylece kaleden çok uzak olmayan bir noktada küçük bir yerleşim alanı ortaya çıktı. Dârum’da önceden bir Grek manastırı bulunuyordu ve kale, adını ondan alıyordu: Dârum = Greklerin Evi, Willermus, II, s.372273, Yâkût’un tarifine göre Dârum, Gazze’den sonra Mısır yolu üzerinde yer alan bir kaledir. Bir durak görevi görür. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, II, s.424, Filistin’in güneybatısında yer alan Gazze, idari olarak Filistin’e bağlı olmakla beraber Mısır ile ticareti daha çok gelişmiştir. Haçlılar geldikleri sırada harabe halinde idi. Daha önce ifade edildiği üzer Haçlılar burayı onardılar. F. Buhl, “Gazze”, İA, IV, MEB, İstanbul 1979, s.761, Mustafa L. Bilge, “Gazze”, DİA, XIII, Ankara 1996, s.534, Amaury bu sırada Bizans’ın yardımını sağlamak için Bizans’a gitmeye karar vermişti fakat Selâhaddîn’in Dârum’a saldırısı ile bu seyahati ertelemek zorunda kaldı. Steven Runciman, II, s.326 682 195 Haçlı askerlerinin çoğu, ok atışlarıyla yaralanmış ve şehirde silah kullanabilecek durumda olan çok az insan kalmıştı. Kale duvarlarının altı kazılıp surların bir kısmı ele geçirilince halk, daha güvenli olan iç kaleye çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Selâhaddîn, duvarın alçak bir kısmından girişi ateşe verdi ve bu kısımda üstünlüğü ele geçirdi. Fakat Dârum halkı, üst kısımlarda direnmeye devam etti686. Kale komutanı Annselm de Pass, şimdilik iyi bir savunma yapmış ve kaleyi ele geçirilmekten kurtarmıştı fakat acil olarak Amaury’nin yardımı gerekliydi. Amaury, 250 şövalye ve 2 bin piyadeden ibaret olan ordusu ile Askalân’dan Gazze’ye hareket etti ve buraya 18 Aralık 1170’te ulaştı. Haçlılar, Gazze’de uykusuz ve tedirgin bir gece geçirdikten ve Gazze’yi korumaya gelen Templierler de kendilerine katıldıktan sonra hep birlikte Dârum Kalesi’ne ilerlemeye başladılar687. Haçlılar, Dârum’a yaklaşıp Selâhaddîn’in ordugâhını gördüklerinde Müslümanların çokluğundan korkuya kapıldılar. Bu yüzden bir arada ilerlemeye ve dağılmamaya gayret gösterdiler. Hatta o kadar sıkışık yürüyorlardı ki ilerlemeleri büyük oranda zorlaşmıştı. Selâhaddîn’in, bu sıradaki ilk saldırısına da kalabalık ilerlemeleri sayesinde dayanabildiler ve Dârum Kalesi’nin yanında bulunan köy civarına karargâhlarını kurmayı başardılar. Günün erken saatlerinde başlayan fakat küçük çaplı olduğu anlaşılan çatışmalar geceye kadar sürdü. Gece Selâhaddîn, Dârum’dan ayrılarak nehrin kenarında konakladı ve sabahleyin Gazze’ye doğru ilerlemeye başladı688. Selâhaddîn, Gazze’yi689 kuşatmaya aldığında Kudüs’e yakın bir yer olan ve el-Bîre olarak da anılan Mâhumaria’dan asker sağlanıp altmış beş kişilik silahlı bir birlik oluşturuldu fakat bunlar şehrin savunma ihtiyacına çare olamadılar. Bahsedilen birlik, dış kapıyı savunan Milon de Plancy’ye katıldılar hatta iyi bir savaş da verdiler fakat Müslümanların ani saldırısında safları bozuldu ve hemen hepsi kılıçtan geçirildi. Selâhaddîn’in, avantajı ele geçirdiği bir sırada aniden çekilmesiyle Haçlılar, rahat bir nefes 686 Willermus, II, s.371-372 Willermus, II, s.372 688 Willermus, II, s.373-374, Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.59 689 Willermus’un kayıtlarına göre Gazze, önceden Filistin’in ünlü metropolitlerinden biri olmasına rağmen o sıralarda eski ihtişamından eser yoktu. Askalân’ın alınmasından önce III. Baudouin, Gazze’yi onarmış, tepeye müstahkem bir kale inşa etmişti. Kalenin sorumluluğu da devamlı surette Templierlere verilmişti. Bu bahsedilen kalenin duvarları alçaktı, pek sağlam değildi ve şimdi bu haliyle Selâhaddîn’in hedefindeydi. Selâhaddîn’in yaklaştığı haberini alan halk, iç kaleye çekilerek şehrin kalanını savunmasız bıraktılar. Milon de Plancy’nin, halkı cesaretlendirme gayretlerine rağmen buranın halkı toprakla uğraşırdı, silahsızdı ve savaş bilgileri yoktu. Willermus, II, s.374 687 196 aldı ve toparlandılar690. Bu aralıktan istifade etmek isteyen halk, iç kaleye sığınmaya çalışırken Müslümanlar, tekrar saldırıya geçti ve şehirde rastladıkları herkesi kılıçtan geçirdiler. Haçlıların kaybını kesin olarak bilmiyoruz fakat Willermus’un kaydına göre yaşa ve cinsiyete bakılmaksızın kimse bağışlanmadı. Bu sırada iç kale, devamlı taş atışlarıyla dövülmesine rağmen buraya sığınanlar zarar görmediler. Gazze’yi yağmalayan Müslümanlar, tekrar Dârum’a yöneldiler ve bu arada yolda, Dârum’daki Haçlı ordusuna katılmak üzere ilerleyen yaklaşık elli Haçlı piyadesini de kılıçtan geçirdiler691. Selâhaddîn, ordusunu Dârum’da savaş düzenine soktu ancak burada yaşananlar hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Mesela Willermus’un kaydı çok kısadır ve herhangi bir fikir vermez. Buna göre Haçlılar, savaş hazırlıkları yaparlarken Selâhaddîn birdenbire Mısır’a çekildi. Hatta bu çekiliş o kadar hızlı oldu ki Haçlılar, bunu bir savaş hilesi zannetmişlerdi. Gönderilen keşif birlikleri, Selâhaddîn’in gerçekten çekildiğini teyit ettiler. Bunun üzerine Amaury, harap bir halde olan Dârum’u onarmaları için birlikler bıraktıktan sonra Askalân’a döndü692. Selâhaddîn’in ani çekilişi, İslam kaynaklarına göre Eyle’nin693 fethi düşüncesiyle alakalıdır. Zira Selâhaddîn, Mısır’a döner dönmez Eyle’nin fethi için hazırlıklara başlamıştı. Selâhaddîn, Mısır’da parçalar halinde yaptırdığı gemileri develerle sahile taşıdı. Neticesinde karadan ve denizden kuşatılan Eyle, 31 Aralık 1170’te fethedildi694. Eyle’nin fethedildiği tarihi sadece Makrizî 31 Aralık 1170 olarak vermiştir. Diğer kayaklarda bu tarih 21-22 Aralık 1170 olarak geçmektedir. Zaten en makul görüneni de Makrizî’nin kaydıdır. Zira Haçlılar, 18 Aralık’ta Darum’a gelmişler ve burada yukarıda anlatılan mücadeleler yaşanmıştı. Selâhaddîn’in ani çekilişi ve Eyle’nin fethi için yapılan hazırlıklar göz önüne alındığında 22 Aralık tarihi mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla 690 Willermus, II, s.374-375 Willermus, II, s.375, Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.59 692 Willermus, II, s.375, İbn el-Esîr’in kaydı çok muhtasardır. Selâhaddîn’in Askalân ve Remle’ye bağlı yerleri yağmalamasından bahseden yazar, daha genel olarak Gazze ve varoşlarının yağmalanmasını vurgular. Dârum’da yaşanan mücadele hakkında bilgi vermemekle beraber Amaury’nin neredeyse esir alınacak olduğu savaştan kastı, Dârum önünde yaşanan çatışma olmalıdır. Zira hemen sonrasında Selâhaddîn, Mısır’a dönmüştür. İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.31, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.294 693 Hicâz’ın son şehridir. Kulzum Denizi sahilinde küçük bir şehirdir. Yâkût el-Hamavî, Mu’cem el-Büldân, I, s.292 694 el-Makrizî, İtti’âz, III, s.320, İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.31, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.294, Selâhaddîn’in Haçlı topraklarına saldırısı ve Eyle’yi fethi için ayrıca Bkz. Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.50, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.118, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.333, Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.63, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.199. Eyle’nin, Müslümanlar için tehlike arz eden bir kale olduğundan bahseden Sıbt, Selâhaddîn’in, fetih sonrası içindekileri katlettiğini haber vermektedir. Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.177 691 197 Eyle’nin fethi tarihini Aralık ayı sonu ile 1171 yılı başına tarihlemek daha uygun olacaktır695. 4.2.10.Amaury’nin, Bizans’ı Ziyareti Mısır’ın kaybedilmesi ile Haçlılar hem karadan hem de denizden tehdit edilir duruma geldiler. İslam dünyasının, Mısır’ın kazanılması ile yükselişi karşısında Haçlı Krallığında bir içe kapanma göze çarpmaktadır. Willermus’un değerlendirmesine göre genç nesiller, babalarından miras aldıkları topraklarında kendilerini lükse kaptırmış bir şekilde hâkimiyetlerini devam ettirmekteydiler. Bu durumda Kudüs Krallığının ön ayak olacağı girişimlerle Haçlı Devletleri, Müslümanlara karşı durmak zorundaydılar. Amaury’nin çözüm arayışlarında Roma, İngiltere, Fransa ve İspanya gibi yerlerin krallarından yardım temini öne çıkıyordu fakat tüm bu ihtimallere karşılık en somut yardımın Bizans’tan geleceği de aşikârdı. Zira Bizans, hem Kudüs Krallığına yakındı ve hem de diğerlerine göre daha zengindi696. Amaury, Bizans’ın yardımını sağlamak için bizzat kendisi yola çıkmaya karar verdi. 10 Mart 1171’de yola çıkan Amaury’ye bu deniz yolculuğunda on galeri eşlik ediyordu. Bizans’a ulaşan Amaury, çok iyi ağırlandı. Amaury’nin, Manuel Komnenos’a Mısır’ın ele geçirilmesinin mümkün olabileceğinden bahsetmesi üzerine Manuel Komnenos ile bir anlaşmaya varıldığını Willermus’tan öğreniyoruz. İçeriğine dair bir bilgimizin olmadığı bu anlaşma, yazılı hale getirildi ve imzalandı. Bizans’tan çok memnun bir şekilde ayrılan Amaury, 17 Temmuz 1171’de Sayda’da karaya çıktı697. 4.2.11.Fâtımî Hilafetinin Kaldırılması (10 Eylül 1171) Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır’da vezirlik makamına geldikten sonra birçok iç ve dış mesele ile uğraşmak zorunda kalmıştı fakat gerek Fâtımî Devleti dâhilindeki karışıklıkların hallini gerekse Haçlılarla olan mücadeleyi başarıyla sonuçlandırmayı başardı. Bu dönemde Selâhaddîn Eyyûbî’nin, Fâtımî Halifeliğine son vermek için çalışmalara başladığı görülmektedir. Fâtımî halifeliğinin kaldırılması için önce idari ve fikri alt yapının hazırlanması icab ediyordu. Bu doğrultuda atılan adımlara baktığımızda ilk olarak Dâr elRamazan Şeşen de bu tarihi, kaynak belirtmeden 1171 yılı başına tarihlemiştir. Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.60, Krş. Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.60-61 696 Willermus, II, s.377 697 Willermus, II, s.378-383, Süryânî Mihail, Amaury’nin Bizans seyahatini hatalı olarak 1172 yılı olayları arasında kaydetmiştir. Süryanî Mihail, Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), s.220, Ioannes Kinnamos, bu olayı bir cümleyle kaydetmiştir. İstediklerini elde eden Amaury’nin, İmparatorun tebası olmayı da kabul ettiğini yazan Kinnamos, anlaşmanın şartlarına dair bir bilgi vermemiştir. Ioannes Kinnamos, Historia, s.200, Ayrıca Bkz. Steven Runciman, II, s.326-327 695 198 Mâûne adlı evin yıkılarak yerine Şafîîler için bir medrese yapıldığını görmekteyiz (1170 Eylül sonu). Hemen ardından Şîî kadılar azledilerek yerlerine ülkenin her yerinde Şâfîî kadılar tayin edildi (28 Şubat 1171). Bu bağlamda kaza işlerinin başına 2 Mart 1171’de Sadrüddîn Abdülmelik b. Dirbâs el-Marânî eş-Şâfîî getirildi. Selâhaddîn’in yeğeni Takiyyüddîn Ömer’in, Mısır’daki bazı değerli yerleri satın alarak Şâfîîler için medrese yaptırması da bu çalışmalara dâhildi698. Yine Selâhaddîn’in kardeşi Şemsü’d-Devle Turanşah’ın, Yukarı Mısır’da kargaşaya sebep olan bedeviler üzerine yürüyüp bunları itaat altına alması da bu dönemde Selâhaddîn’in elini güçlendiren olaylardandır699. Ayrıca dış saldırılara karşı önlemler de alan Selâhaddîn, Eyle’nin fethi sonrası 1 Mayıs 1171’de İskenderiye’nin surlarını ve burçlarını tamir ettirdi700. Saray işlerinin başına Bahâeddin Karakuş getirilerek burası da emniyet altına alındı. Bundan sonra Selâhaddîn, Abbâsîler adına okunacak hutbeyi kolaylaştırmak ya da insanları buna hazırlamak için ezandan “Hayye ala hayr el-amel” ifadesini kaldırdı ve hutbede dört halife adına dua edilmesini emretti. Aile mensuplarının iktalarını da bir taraftan artırarak gelebilecek muhalefete karşı gücünü artırdı701. Selâhaddîn, Mısır’da hâkimiyetini sağlamış olmakla beraber bazı çekinceleri olduğu da muhakkaktır. Bu durumu, Abbâsî halifesi el-Mustazî’nin, Haziran 1171’de Nûreddîn Mahmûd Zengî aracılığıyla yolladığı Abbâsîler adına hutbe okunması emri geldiğinde görebiliyoruz. Selâhaddîn, her ne kadar Bahâeddin Karakuş dolayısıyla sarayda da hâkimiyet sağlanmış bile olsa Abbâsîler adına hutbe okunması halinde Fâtımîlere bağlı halkın isyan etmesinden korkuyordu. Bu çekincesini dile getirerek hutbeyi bir süre için erteledi702. Zengî hanedanına bağlılığıyla bilinen İbn el-Esîr, Selâhaddîn’in bu konudaki İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.31-32, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.294, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.50 Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.117-118, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.57-58, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.62-63, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.197-199, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.320, Malcolm Cameron LyonsD. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.61, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.58, aynı yazar, “Âdıd-Lidînillâh”, DİA, I, İstanbul 1988, s.375, Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle elFâtımiyye fî Mısır, s.305, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.176-177 699 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.32, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.295, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.63, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.118, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.58, İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.447-448, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.177 700 İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.199 701 Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.120, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.317, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.39, İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.448, Nuveyrî, tüm bu hazırlıklara Meclis-i Da’ve’yi (Fâtımîlerin el-Ezher’deki propaganda merkezi) kapatılmasını da eklemiştir. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.227, Selahaddin’in Mısır’daki ıslahatları için Bkz. Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.304, Bahattin Kök, “Nureddin Mahmud’un Mısırı Ele Geçirmesi Ve Fâtımîlerin Yıkılışı-II”, s.143 702 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.33, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.296, Abû’l-Farac, II, s.414, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.227, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s.105, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.69, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.200, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.325, Çağdaş yazarlar da Selâhaddîn’in, Fâtımî 698 199 mazeretini gerçekçi bulmamaktadır. Yazarın ifadesine göre eğer Fâtımîler ortadan kalkarsa Nûreddîn, ülkeyi istediği zaman Selâhaddîn’in elinden alabilirdi ve bu yüzden Selâhaddîn, Fâtımî hilafetinin devamını istemekteydi. Hatta yazar, Nûreddîn’in olası bir Mısır seferi gerçekleşirse Selâhaddîn, buna Fâtımîlerin yardımıyla karşı koymak düşüncesindeydi diye de eklemiştir. Fakat İbn el-Esîr’in öne sürdüğü iddialar bir yana Selâhaddîn ile aynı fikirde olan adamları da vardı. Yani Abbâsîler adına hutbe okunması emri gelince Selâhaddîn, bu durumu adamlarıyla istişare etmiş ve bu toplantılarda bazı ileri gelenler emrin yerine getirilmesini savunurken, bazıları Selâhaddîn ile ortak kaygıları paylaşmıştı. Fakat Nûreddîn, Fâtımî hutbesine son verilmesi konusunda ısrar edince Selâhaddîn’in de direnecek durumu kalmadı. Zira Selâhaddîn’in hukuki durumuna bakıldığında kendisi her ne kadar Fâtımî veziri de olsa o, aynı zamanda Nûreddîn’in Mısır’daki naibi idi. Selâhaddîn, bu hutbe konusunu değerlendirirken işleri kolaylaştıran bir olay yaşandı ve Fâtımî halifesi el-Âdid, Ağustos 1171’de ağır bir hastalığa yakalandı703. Mısır’da Abbâsîler adına hutbe okunması, planlı bir şekilde gerçekleşmedi, bir bakıma doğal gelişti. O sırada Mısır’da bulunan Emir el-Alem adında biri, kimsenin Abbâsîler adına hutbe okumaya cesaret edemediğini gördü ve 10 Eylül 1171’de (7 Muharrem 567 Cuma günü) hatipten önce minbere çıkarak Abbâsî halifesi el-Mustazî adına dua etti. Bu duruma herhangi bir tepki gelmemesi üzerine ikinci Cuma (17 Eylül 1171 = 14 Muharrem 567) da hutbe tekrarlandı ve tüm şehirlerde Abbâsîler adına hutbe okunması emredildi704. Mısır’da Abbâsîler adına hutbe okunduğu zaman Fâtımî halifesi el- Hilafeti’ni kaldırmaya hâkimiyet alanı elinden alınacağı için taraftar olmadığı düşüncesindedirler. Bkz. Steven Runciman, II, s.328-329, Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.67-69, Hasan İbrahim Hasan, Mısır’ın fethi ile Selâhaddîn’in büyük bir imparatorluk kurma idealine sahip olduğunu ve bu amaçla Haçlıların ülkeden çıkarılması için büyük çaba sarf ettiğini bildirir. Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, s.242 703 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.33, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.296-297, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.325-326, Abû’l-Farac, II, s.414, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.123-124, Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler Devleti”, DGBİT, VI, s.309, Nuveyrî’ye göre Selâhaddîn kaygılarını dile getirince Nûreddîn, Selâhaddîn’e el-Âdid’i tutuklamasını ve Fâtımî hutbesine derhal son vermesini emretti. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.227, Malcolm Cameron Lyons-D. E. P. Jackson, Selahaddin Kutsal Savaşın Politikaları, s.61-62 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.34, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.297, el-Makrizî, İtti’âz, III, s.326, İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.200-201, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.58-59, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.333, aynı eser, IV, s.105-106, Abû’l-Farac, II, s.414, Hasan İbrahim Hasan, “Fâtımîler”, DGBİT, V, s.244, Ebû el-Fidâ, el-Muhtasar, III, s.50-51, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s. 338, Mucîr ed-Dîn el-Hanbelî, el-Üns elCelîl, I, s.314, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, VI, s.364, Sıbt İbn el-Cevzî, Mir’ât ez-Zaman, VIII, s.178, Ramazan Şeşen, Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, s.58-59, aynı yazar, “Adıd-Lidinillah”, DİA, I, s.374-375, Cüveynî’nin kronolojisi hatalıdır, Cüveynî, Târîh-i Cihan Güşâ, III, s.112, Abbâsîler adına hutbe okuyan ilk kişinin adını Ebû Şâme, “Ebû Abdullah Muhammed b. el-Muhassen b. el-Hüseyn b. Ebî el-Maza’ elBaalbekî” olarak verirken Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.123-124; bazı kaynaklarda bu kişi “el-Fâkih el-Yes’ b. Yahya b. el-Yes’ şeklinde kaydedilmiştir. en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.228; el-Makrizî, İtti’âz, III, s.323, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.69, ilk hafta Fustat’taki büyük camide; ikinci hafta 704 200 Âdid, hastaydı; bu durum kendisine haber verilmedi ve nihayet 13 Eylül 1171’de (10 Muharrem) Fâtımîler adına okunan hutbeye son verildiğini öğrenemeden öldü. el-Âdid’in ölümüyle Fâtımî hilafeti de son bulmuş oldu. el-Âdid öldükten sonra Selâhaddîn, halifenin sarayındaki mallara el koydu. el-Âdid’in aile efradı sarayın başka bir yerine gönderildi ve burada muhafaza altına alındılar705. Mısır’da Abbâsîler adına hutbe okutulması, başka bir deyişle Fâtımî hilafetine son verildiği haberi, Bağdad’a ulaşınca şehir süslendi ve günlerce şenlikler düzenlendi. Abbâsî halifesi, Nûreddîn ve Selâhaddîn’e hilatler gönderdi706. el-Âdid’in ölümünden sonra Fâtımî taraftarları, el-Âdid’in oğlu Davud’a biat etiler. Fakat Selâhaddîn bunu haber alınca bu kimseleri tutukladı ve öldürdü. Bir süre sonra Fas taraflarında Davud’un oğlu Süleyman “el-Mehdî” unvanıyla ortaya çıktıysa da bu da yine öldürüldü707. Fâtımî Halifeliğine son verilmesi ile Mısır’da yeni bir dönem başlamıştır. Bundan sonra gelişen olaylar Selâhaddîn’in, Eyyûbîler Devleti’ni kurmasına kadar varacaktır. Mısır’ın ele geçirilip Fâtımîlere son verilmesi sonucunda zamanla Nûreddîn ile Selâhaddîn’in arasının açıldığı rivayet edilmektedir. Bu sorunların nedeni olarak Selâhaddîn’in Mısır’da bağımsız olma düşüncesi gösterilmektedir. Buna en büyük delil olarak da Fâtımî hutbesine son vermek hususundaki tereddütü delil gösterilir. Bu Kahire’deki büyük camide Abbâsîler adına hutbe okundu, Geoffrey Hindley, Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, s.117, İbn İbn el-Kesîr, el-Âdid öldükten sonraki hafta hutbe okunduğunu kaydetmektedir. İbn İbn el-Kesîr, el-Bidâye ve en-Nihâye, XVI, s.450 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.34-35, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.297-298, , Selâhaddîn Eyyûbî, Fâtımî sülalesinin oğullarını ve aile erkânını hapse koydu, onları nesillerinin çoğalmaması için kadınlarından ayırdı. İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb, I, s.201-203, el-İsfehânî, el-Berk eş-Şâmî, s.59, Abû’l-Farac, II, s.414, Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler Devleti”, DGBİT, VI, s.308-310, Cüveynî, el-Âdid’in ölüm tarihini 14 Eylül 1171 olarak vermiştir. Cüveynî, Târîh-i Cihan Güşâ, III, s.112, en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, XXVIII, s.228, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.124-125, 136-139 el-Âdid’in ölümü için ayrıca Bkz, İbn Hallikân, Vefeyât, III, s.111-112, İbn Şeddâd, en-Nevâdir es-Sultâniyye, s.86, İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.333-334, ayı eser, IV, s.106, İbn Tağrîberdî, en-Nücûm, V, s.325, 339, Nihat Yazılıtaş, Fâtımî Devleti Tarihi, s.232233, el-Âdid’in hastalığı şiddetlendiğinde Selâhaddîn’i görmek istediği fakat Selâhaddîn’in bir tuzaktan korkarak gitmediği, el-Âdid ölünce de buna pişman olduğu rivayet edilir. İbn Haldûn, Kitâb el-İber, V, s.334, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.76, el-Adid’in, ölmeden önce Abbâsîler adına hutbe okunduğunu öğrendiği de rivayet edilir. Ebû Şâme, Selâhaddîn’in, el-Âdid zaten hasta idi keşke o ölünceye kadar hutbeyi kesmeyi erteleseydim diyerek pişman olduğunu rivayet etmektedir. Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.125, 130 706 İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s.35, a. mlf. İslam Tarihi, XI, s.298, Nûreddîn’in, Bağdad’a müjdeci olarak yolladığı kişinin ismi Şehâbeddîn Ebâ el-Meâlî el-Mutahhar b. Ebî Asrûn, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.132, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.216, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.70, Nûreddîn’e Bağdad’dan gönderilen elçi ise İmâdeddîn Sandâl idi, Ebû Şâme, Kitâb er-Ravzateyn, II, s.135, el-Aynî, Ikd el-Cumân, I, s.72, İbn Vâsıl, Muferric el-Kurûb, I, s.218, el-Makrizî, es-Sülûk, I, s.150 707 İbn Haldûn, Kitâb el-İber, IV, s. 105-106, Farhad Daftary, İsmaililer, s.404-405, Eymen Fuâd Seyyid, edDevle el-Fâtımiyye fî Mısır, s.308-309, İbn el-İmâd, Şezerât ez-Zeheb, VI, s.369, es-Safedî, Kitâb el-Vâfî biel-Vefeyât, XXIX, s.101-102, Umara el-Yemenî’nin kaydına göre Mart-Nisan 1174 veya Nisan-Mayıs 1174’te el-Âdid’in oğlu etrafında toplanan bir grup, Haçlılarla haberleşmeye de başlamışlar fakat bertaf edilmişlerdi. Umâra el-Yemenî, en-Nuket, s.396 705 201 tereddüdün sebebi yukarıda da ifade edildiği üzere Fâtımî taraftarlarının isyan etmesi ihtimaliydi. Fakat arada bir soğukluk varsa bu, ekonomik sebeplere bağlanmalıdır. Mısır gelirlerinden Nûreddîn’e gönderilen miktar ve Selâhaddîn’in harcamaları konusunda Nûreddîn bir adamını görevlendirmiş, Selâhaddîn’den bir bakıma hesap vermesini istemiş ve Selâhaddîn de buna tepki göstermişti. Kerek ve Şevbek kuşatmalarından çekilmesi de Fâtımîlerin ayaklanması ve babasının ölümü ile alakalı idi708. Eyyûbîlerin Mısır’da bağımsızlık ummaları konusuna ise G. Wiet, çok mantıklı bir açıklama getirmiştir: “(…) Şîrkûh’un Mısır’da bir hanedan kurmak fikrini taşıdığını kabul etmek; onun, efendisi Nûreddin’e karşı gösterdiği büyük sadakat ve itaat müvacehesinde hiç de doğru olmasa gerektir. Şirkûh’un Mısır halifesi yanında vezirliği kabul etmesinin dahi Nûreddîn’in emri ve rızasıyla vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Nûreddîn’in bu suretle Mısır’ı Sünnîleştirerek Haçlılara karşı emrinde birleştirmeyi düşündüğü muhakkaktır. Ancak bu hususun birdenbire değil, yavaş gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Şirkûh bu sebeple Mısırlıların inançlarına müdahale etmemiştir. Buna zaten pek kısa süren vezirliği sırasında imkân da bulamamış olacaktır. (..)”709 Bkz. Bahattin Kök, “Mısır’ın Alınmasından Sonra Nûreddîn Mahmûd’la Selâhaddîn Eyyûbî Arasında Ortaya Çıkan Soğukluğun Sebepleri”, Belleten, LVII/219, TTK, Ankara 1994, s.413-446 709 G. Wiet, “Şîrkûh”, İA. XI, MEB. İstanbul 1979, s. 571 708 202 203 SONUÇ Fâtımî-Haçlı ilişkileri, Haçlıların Antakya’yı kuşatmasında açlık sıkıntısı yaşadıkları sırada başlamıştır. İznik’i ele geçirdikten sonra Eskişehir Savaşı’nda Kılıç Arslan’ı yenen Haçlılar, Antakya önlerine ulaşmışlar ve şehri kuşatmışlardı. Şehrin yardımına gelen İslam ordusunun Antakya’ya ulaşmadan yenilgiye uğraması üzerine Haçlılar, kuşatmayı şiddetlendirdiler. Antakya kuşatmasında Haçlılar, korkunç bir açlıkla karşı karşıya geldiler. Kaynakların ifadesine göre bu sırada Fâtımî veziri el-Efdâl’in gönderdiği elçiler, Haçlı karargâhına geldiler. İslam kaynakları, bu konuda herhangi bir bilgi vermemişlerdir. Rivayetler, tamamen Hıristiyan kaynaklarında yer almaktadır. Her ne kadar İbn el-Esîr, Haçlıları, Fâtımîlerin çağırarak Sünnî İslam dünyasıyla aralarına girmelerini istediler demekteyse de yazar, bu rivayeti ihtiyatla nakletmiştir. Haçlı kaynaklarına göre ise el-Efdâl, Haçlıların, Türklerin gücünü kırmasından memnun kalmış ve Haçlı liderlerine elçi yollayarak Türklere karşı ittifak teklif etmiştir. Haçlılar, bu teklifi değerlendirirken acele etmemişler ve mukabil elçilik heyetini yola çıkarmışlardır. Hatta Türkleri yendikleri çatışmada kestikleri başları, Fâtımî elçilerine göndererek bir bakıma onlara gözdağı vermişlerdir. Fâtımîlerin ikinci elçilik heyeti, Haçlılar Antakya’yı alıp Kudüs yolculuklarına başladıkları sırada kuşattıkları Arka Kalesi önlerine ulaştılar. el-Efdal’in teklifine göre Haçlılar Antakya’ya ve Kuzey Suriye’ye, Fâtımîler Filistin’e sahip olacaklar; buna karşılık Fâtımîlerin hâkimiyetinde yaşayan Hıristiyanların canları, malları ve dini inançları, Fâtımîlerin güvencesinde olacaktı. elEfdâl, Antakya sonrası Haçlıların hareketiyle hedeflerinin Kudüs olduğunu anlamış bulunuyordu. Bu yüzden Arka Kalesi önüne gönderdiği elçilerle Kudüs yolculuklarına son vermeleri karşılığında Hıristiyanların silahsız olarak Kudüs’ü bir ayı geçmeyecek şekilde ziyaretlerine ve kutsal mekânlarının açık bulunmasına müsaade etmeyi vaad ediyordu. Fakat bu defa Haçlılar, bu teklifi reddettiler. Bu gelişmelerden anlaşıldığına göre Haçlılar, İslam dünyasındaki parçalanmadan yararlanmaya karar vermişlerdi. İslam dünyasının bu zaafından zaman zaman siyasi ittifaklar kurarak daha sonraki dönemlerde yararlanmışlardır. Başka bir açıdan baktığımızda Haçlı liderleri arasındaki kavgalarda Haçlılar da aynı şekilde hareket etmişler ve doğunun karmaşık siyasetine yeni bir halka eklemişlerdir. Fâtımîlerin, Bizans ile de iletişim halinde oldukları bilinmektedir. Haçlılar, daha İstanbul önlerindeyken Aleksios, Haçlılara Fâtımîlerle iletişim kurmalarını ve Türklere 204 karşı onların yardımını sağlamalarını tavsiye etmişti. el-Efdâl, Haçlıların ilerleyişi karşısında Aleksios’a Haçlıların niyetlerinin ne olduğunu sorma ihtiyacı hissetti. Bu sırada anlaşmalara uymayarak Antakya’yı teslim etmeyen Haçlılarla Aleksios’un arası açılmaya başlamıştı. Aleksios, el-Efdâl’e Haçlılar üzerinde bir kontrolü olmadığını ve Haçlıların kendi hesaplarına hareket ettiklerini bildirdi. Antakya önlerinde zor durumda bulunan Haçlılarla iyi başlayan ilişkiler bu noktadan sonra hızla bozuldu ve Fâtımî-Haçlı çatışması başlamış oldu. Bizans’ın, Haçlı Devletleri üzerindeki metbûluk iddiası, zamanla hem Haçlılar hem de Fâtımîler ile ilişkilerini etkilemiştir. Zira zaman zaman Haçlılarla savaş durmuna gelen imparator, daha geç dönemlerde Haçlılarla birleşerek Mısır’a sefer de düzenlemiştir. el-Efdal’i Haçlılarla anlaşmaya iten sebeplere bakıldığında İbn el-Esîr’in de rivayet etiği gibi Türklerin hızlı yükselişi göze çarpmaktadır. Her ne kadar Fâtımîler, sahil şehirlerini ele geçirmiş olsalar da Bizans’ın ücretli askerleri sandıkları Haçlıların da yardımını alarak Türkleri tamamen saf dışı bırakmak ve nihai hedefleri olan Abbâsî Halifeliğine son vermek niyetinde olmalıdırlar. Nitekim Haçlı kaynaklarına göre de İznik ve Antakya’yı alarak Türklerin gücünü kıran Haçlılardan Fâtımîler, bir şekilde yararlanmak istemişlerdi. Bu yanılgıya Bizans faktörü sebep olmuştur. el-Efdâl’in, İznik’in Bizans’a iadesi üzerine tebriklerini bildirmesi; Haçlılardan Antakya kuşatmasını ısrarla sürdürmelerini, gereken her türlü yardımı sağlamaya hazır olduğunu iletmesi bu durumu teyit etmektedir. Yani görüntüye göre Bizans, Türklere kaybettiği eski topraklarına sefer düzenlemişti. Fakat el-Efdâl, Kudüs’ün işgali ile yanıldığını çok acı bir şekilde görmüştür. Haçlılar, Kudüs’e yolculuklarında Maarra’yı zapt ettiklerinde zihniyetlerini derhal belli ettiler. Yapılan katliam bir yana, yaşanan açlıkta Müslüman ölülerini yiyerek yamyamlıklarını da sergilediler. Fâtımîlerin hâkimiyetindeki topraklarda ilerleyen Haçlılar, genellikle mukavemet görmemişlerdir. Yerel yöneticiler, hediyeler sunarak Haçlıların zararından emin olmaya çalıştılar. Hatta Haçlı kaynaklarına bakılırsa Hıristiyan olmaya söz veren Müslüman valiler dahi vardı. Haçlılar geldikleri sırada Kudüs, Fâtımîlerin elinde bulunuyordu. Şehrin valisi İftihârü’d-Devle gerekli önlemleri alarak şehri savunmaya hazırlamıştı. Neticesinde Kudüs düştü ve sergilenen vahşet, sadece Fâtımîleri değil tüm İslam dünyasını dehşet içinde bıraktı. Fakat Haçlılara karşı Selçukluların reaksiyonu, geç denilebilecek bir tarihte gerçekleşti. Bu süreçte mücadele, Haçlıların ele geçirdikleri yerlere sınırı olan devlet ve hanedanlar ile toprakları doğrudan hedef alınan Fâtımîlerce sürdürüldü. 205 İbn Tağrîberdî, Fâtımîlerin Haçlılara karşı etkili bir savaş vermediğini düşünmektedir. Yazar, yeterli askeri ve mali gücü olan Fâtımîlerin neden harekete geçmediğini bir türlü anlayamamaktadır. Fulcherius ise sayılarının çok az olmasına rağmen Müslümanların neden kendilerini bu topraklardan söküp atmadığına hayretini dile getirir. Müslümanların yaşadığı bölünme ve rekabet, Fulcerius’un kafasındaki sorulara cevap olmakla beraber el-Efdâl’in tutumu, daha anlaşılmaz görünmektedir. el-Efdâl’in katıldığı tek savaş olan Askalân Savaşı sonrası, bir daha ordunun başında Haçlılara karşı mücadele vermeyişi ve Haçlılarca kuşatılan şehirlere gereken yardımı yapmadığı, eleştirilen noktaların başında gelmektedir. Fakat Fâtımî-Haçlı mücadelesinin geneline bakıldığı zaman Fâtımîlerin, mücadeleyi hepten bıraktığını veya gevşettiğini söylemek de zordur. Özellikle Remle’de yaşanan savaşlarda Fâtımîlerin, ellerinden geleni yaptıkları göze çarpar. Ancak buradaki olumsuzluk ise gönderilen kumandanların kararsız davranışlarıdır. Örneğin Haçlılara karşı gönderilen ordunun başındaki Tâc’ül-Acem ile donanma kumandanı İbnü’l-Kadûs arasındaki iletişimsizlik, bunun en bariz örneğidir. el-Âmir zamanı, Fâtımî-Haçlı mücadelesinin en yoğun olduğu dönemdir. Bu dönemde Askalân hariç tüm Fâtımî şehirleri, Haçlılar tarafından zapt edilmiştir. Bu da Haçlıların denizde de üstünlüğü ele geçirdiği anlamına gelmektedir. Fâtımî sahil şehirleri içinde Haçlılara en uzun süre direnen Sûr ve Askalân olmuştur. Bu şehirler, Haçlılara karşı mücadelede hem hareket noktası hem de sığınak olmuşlardır. Hem denizde hem karada (Fâtımîlere ve Selçuklulara karşı) savaş veren Haçlılar, zaman zaman eşzamanlı saldırılara da maruz kalmışlardı. Fakat deniz gücünden mahrum olan Haçlılar, İtalyan şehir devletlerinin deniz kuvvetlerinden yararlanmayı ve bu saldırılara karşı koymayı başardılar. Haçlıların, Sûr şehrini kuşatmaları, hem Fâtımî-Selçuklu ilişkileri hem de Haçlılarla olan savaş açısından yeni bir dönemi başlattı. Dımaşk hâkimi Tuğtigin ile Fâtımîlerin ittifakı, şehri 1124 yılına kadar Fâtımîlerin elinde tuttu. Bundan sonra da Dımaşk-Kahire hattında belli zamanlarda elçiler gidip gelmeye başladı. el-Âmir zamanında iki defa Fâtımî elçilerinin Dımaşk’a geldiğini İbn el-Kalânisî kaydetmiştir. Bu yakınlaşma el-Hâfız ve Nûreddîn zamanında yoğunluk kazanmış, Mısır’ın Zengîler tarafından ele geçirilmesine kadar sürmüş ve Haçlılar iki taraftan yıpratılmıştır. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen geniş çaplı bir seferle Haçlıların varlığı tehdit edilememiş ve Mısır Seferleri beklenmek durumunda kalınmıştır. 206 Haçlılara karşı başarı sağlanamamasında ya da Fâtımî şehirlerinin birbiri ardına düşmesinde Fâtımîlerin dâhili durumunun birinci derecede etkili olduğu görülmektedir. Zira Bedr el-Cemâlî ile başlayan “Vezirler Asrı” Fâtımîlerin sükûtuna kadar devam etmiş, halifeler devre dışı bırakılmış ve bu arada vezirlik makamı için vuku bulan çatışmalar, devlette uzun süreli bir istikrarı önlemiştir. Bu durum, özellikle el-Efdâl sonrası dönemde net bir şekilde görünmektedir. Nitekim devletin sonunu da bu vezaret mücadelesi getirmiştir. Rıdvân el-Velehşâ, İbn Salâr ve Dırgâm gibi güçlü vezirler, hâkimiyet devreleri kısa sürmesine rağmen Haçlılara karşı başarıyla mücadele etmişlerdir. Fakat şahsi ihtiraslarından kurtulamayan Abbas ve Şâver gibi vezirler, hem devleti güçsüz bırakmış hem de dış müdahalelere açık bir hale getirmişlerdir. el-Âmir sonrası dönemde Fâtımî-Haçlı mücadelesinde bir durgunluk göze çarpar. Fâtımî Devleti’nde yaşanan ikinci bir itikadi bölünme ve sonrasında gelişen olaylar ile elHâfız zamanına denk düşen İkinci Haçlı Seferi’nin mücadele alanını değiştirmesi, bunda etkili olmuştur. ez-Zâfir döneminin en önemli olayı ise Fâtımîlerin Suriye’deki son kalesi olan Askalân’ın düşmesidir. Askalân’ın zaptında yine vezirlik makamı için verilen mücadele ve entrikalar etkili olmuştur. Askalân’ıın zaptının ertesi yılı Nûreddîn’in, Dımaşk’ı ele geçirmesiyle yeni bir döneme girilmiştir. Sahil şehirlerinin zaptı, Askalân ile tamamlanmış bulunuyordu. Bu durumda Haçlıların, Mısır dışında ilerleyecek yönleri kalmamış ve Mısır’a ilk saldırıyı Amaury, henüz kral değilken gerçekleştirmişti. Bu saldırıyla beraber Fâtımîlerin, Haçlı saldırılarını para ile önlemeye çalıştıkları dönem başlamış oldu. Bundan iki yıl sonra Kudüs tahtına oturan Amaury, selefi III. Baudouin zamanında kararlaştırılan haracın ödenmemesini bahane ederek Mısır’a girdiyse bu saldırı, şans eseri Nil’in taşma zamanına denk geldiği için zararsız atlatıldı. Fâtımîlerin güçsüz durumu ve saldırılara dayanamayacağı anlaşıldığından Haçlıların Mısır konusundaki iştahı kabardı. Mısır’a bundan sonraki ilk Haçlı müdahalesine, makamı gasb edilen Şâver’in, Nûreddîn Mahmûd’dan yardım istemesi fırsat verdi. Nûreddîn’in, Şirkûh kumandasında Mısır’a bir ordu yolladığını haber alan Dırgâm, Haçlıların yardımına başvurarak çok tehlikeli bir geleneği başlatmış oldu. Haçlıların, hazırlıklarını tamamlayamadan Dırgâm’ın katli ve Şâver’in makamına iadesi Haçlıları devre dışı bıraksa da Şâver’in sözünde durmayışı üzerine Şirkûh’un Bilbîs’i kuşatması, bu defa Şâver’in Haçlılardan yardım istemesini mucib kıldı. Haçlıların, Şâver ile birleşip Şirkûh’u Bilbîs’te kuşatmaları, Nûreddîn’in müttefik Hıristiyan ordusunu Hârim’de bozguna uğratıp seferin liderlerini esir almasıyla akamete uğradı. Her ne kadar Şâver, 207 Mısır’ın hâkimi olarak makamını korusa da her iki taraf için de Mısır’ın savunmasız hali netleşmiş oldu. İkinci Mısır Seferinin nedenleri konusu tartışmalıdır. İkinci seferde öne çıkanlar, Şirkûh’un müthiş bir stratejiyle Haçlıları Bâbeyn’de bozguna uğratması ve Selâhaddîn’in İskenderiye’yi başarılı bir şekilde savunmasıdır. İskenderiye halkının Şâver’e Haçlılarla ittifakı nedeniyle kızgın olması bu savunmada etkili oldu. Seferin en somut sonuçlarından biri olmak üzere bu sayede Şirkûh, Mısır’da özellikle Sünnî çevrelerden taraftar edinmiş oldu. Zira bizzat Şâver’in oğlu el-Kâmil, Nûreddîn ile haberleşmeye ve yardım vaad etmeye başlamıştı. Bu yakınlaşma ve Nûreddîn’in ordusuna oluşan sempati, Üçüncü Mısır Seferinde Şirkûh’un çok işine yarayacaktır. Amaury’nin Bizans’tan yardım sağlama çabaları henüz bir karara bağlanmamışken doğuya yeni gelenlerin heyecanı sonucunda Mısır’a sefer kararı alınması, Haçlıların aleyhine olmuş ve Mısır, kesin olarak Nûreddîn’e kaybedilmiştir. Bilbîs şehrinin zaptı sonrasındaki katliam, Kahire halkına örnek teşkil etmiş ve halk, şehri canla başla savunmuştur. Bu arada savunulamayacağından korkularak Fustat’ın ateşe verilmesi, devleti güçsüz düşürdü. el-Âdid’in, Nûreddîn’den yardım istemesi üzerine Şirkûh’un üçüncü kez Mısır’a girişi ile Haçlılar, Mısır’ı kesin olarak kaybettiler ve ülkede Nûreddîn’in hâkimiyeti başladı. Şâver’in katli sonrasında Şirkûh’un vezirliği ne yazık ki kısa sürmüş ve yerine yeğeni Selâhaddîn geçmiştir. Selâhaddîn’in Mısır’a hâkim olması, yeni bir dönemi başlatıyordu. Zira çağdaş yazarlar, Eyyûbîlerin Mısır’da bağımsız olma niyetlerinin en başından beri var olduğunu iddia etmektedirler. Selâhaddîn’in davranışları, zaman zaman bu iddiayı destekler mahiyette olsa da ekonomik konuların sorun oluşturduğu bir ortamda Selâhaddîn’in niyetinden şüphe etmeye gerek yoktur. Dimyât muhasarası, hem Selâhaddîn, hem Nûreddîn hem de Fâtımîler için zorlu bir sınav olmuştur. Selâhaddîn’in asker sevki, Nûreddîn’in zamanında müdahalesi ve el-Âdid’in, hazinesini savunma için açması, anlaşmazlık yaşayan müttefik ordusunu Mısır’dan eli boş göndermiştir. Bu başarısızlığı, Selâhaddîn’in zaferi olarak görmek mümkündür. Çünkü bu durum, Selâhaddîn’in Mısır’daki hâkimiyetini tasdik etmiş ve Fâtımîlerin gücünün kırılmasına hizmet etmiştir. Selçukluların Mısır’ı ele geçirme planları, Atsız’ın yenilgisiyle uzun bir süre ertelenmişti. Nihayet Nûreddîn Mahmûd zamanında Mısır’da Abbâsîler adına hutbe okunarak Fâtımî hâkimiyetine kesin olarak son verildi. Sünnîliğin hâkim kılınmasının 208 yanında Mısır gibi zengin bir ülkenin ele geçirilmesi Haçlılarla mücadelede İslam’ın elini güçlendirmiştir. Bu sayede kıskaca alınan Haçlılar, Müslümanlar karşısında devamlı güç kaybetmişler ve Kudüs’ün fethine kadar giden, İslam’ın yükselişi başlamıştır. 209 KAYNAKÇA A-ANA KAYNAKLAR ABÛ'L-FARAC, Gregory (Bar Hebraeus), (1999), Abû'l-Farac Tarihi, II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara ALBERTUS AQUENSIS (Albert of Aachen), (2007), Historia Ierosolimitana (History of the Journey to Jerusalem), Tran. Susan B. Edgington, Oxford University Press, New York ANNA KOMNENA, (1996), Alexiad (Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios Kommenos Dönemi’nin Tarihi, Malazgirt’in Sonrası), Çev. Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul ANONİM Haçlı Tarihi (Gesta Francorum et Aliorum Hierosolymitanorum), (2013), Çev. Ergin Ayan, Selenge Yay., İstanbul ANONİM Süryânî Vakayinamesi (I. ve II. Haçlı Seferleri Vakayinamesi), (2005), Notlar H. A. S. Triton, Türkçe Çev. Vedii İlmen, Yaba Yayınları, İstanbul el-AYNÎ, Bedr ed-Din Mahmud, (2010), el-‘Ikd el-Cumân Fi Tarih ez-Zaman, I, Kahire AZÎMÎ, Muhammed b. Ali, (2006), Azîmî Tarihi, Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430538= 1038/39-1143/44), Metin, Çeviri, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, TTK, Ankara el-BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Câbîr, (1987), Fütûh el-Büldân, Beyrut el-CEVZÎ, Cemâl ed-Dîn Ebî el-Ferec Abd er-Rahmân b. Ali, (1992), el-Muntazam fî Tevârîh el- Mulûk ve el-Umem, XVII-XVIII, Tah. Muhammed Abd el-Kadir A’taMustafa Abd el-Kadir A’ta, Beyrut CÜVEYNÎ, Alâeddin Ata Melik, (1988), Târîh-i Cihan Güşâ, III, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara ed-DEVÂDÂRÎ, Ebî Bekr Abd Allâh b. Aybek, (1961,1972), Kenz ed-Durer ve Câmi' elGurer/ ed-Durre el-Madiyye fî Ahbâr ed-Devle el-Fâtımiyye, VI, Tah. Selâhaddîn 210 el-Müneccid, Kahire; Kenz ed-Dürer ve Cami’ el-Gurer, c.VII, Tah. Said Abdülfettah Aşur, Kahire EBÛ EL-FİDÂ, İmâd ed-Dîn İsmâil b. Ali, (h. 1286), el-Muhtasar fî Ahbâr el-Beşer, IIIII, Kahire EBÛ ŞÂME, Abd er-Rahmân b. İsmâil, (2002), Kitâb er-Ravzateyn fî Ahbâr edDevleteyn (en-Nûriyye ve es-Salâhiyye), I-II, Neşr. İbrahim Şems ed-Dîn, Beyrut el-HAMAVÎ ER-RÛMÎ EL-BAĞDÂDÎ, Yâkut bin Abdullah, (1977), Mu'cem elBuldân, I-V, Beyrut el-İSFEHÂNÎ, İmâd el-Kâtib, (1979), el-Berk eş-Şâmî, İhtisar: el-Bundârî, Tah. Fethiye en-Nebravî, Mısır FULCHERIUS CARNOTENSIS, (2009), Kudüs Seferi -Kutsal Toprakları Kurtarmak-, Çev. İlcan Bihter Barlas, IQ Kültür Sanat Yay., İstanbul GUIBERT OF NOGENT, (Erişim Tarihi: 29. 07. 2015), The Deeds of God Through the Franks, (pdfbooks.co.za/library/GUIBERT_OF_NOGENT- THE_DEEDS_OF_GOD_THROUGH_THE_FRANKS.pdf) IOANNES KINNAMOS, (2001), Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), Yayına Hazırlayan: Işın Demirkent, TTK, Ankara İBN EL-ADÎM, Kemâl ed-Dîn Omar b. Ahmed b. Ebî Cerrâde, (1996), Zübdet el-Haleb min Târîh el-Haleb, Tah. Halil el-Mansur, Beyrut İBN EL-ESÎR, İzz ed-Dîn Ebû el-Hasan Ali Muhammed el-Cezerî, (1987), el-Kâmil fî etTârîh, c.VIII, (Tah. Muhammed Yusuf ed-Dekkâk), Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, Beyrut, (2003), c.IX-X, (Tah. Muhammed Yusuf ed-Dekkâk), Dâr el-Kütüb elİlmiyye, Beyrut __________, (1987), İslam Tarihi, X-XI, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yay., İstanbul İBN EL-İMÂD, Abd el-Hayy b. Ahmed el-Akrî, (1989), Şezerât ez-Zeheb fî Ahbâr Men Zeheb, V-VI, Neşr, Abd el-Kâdir el-Arnavut-Muhammed el-Arnavut, Beyrut İBN EL-KALÂNİSÎ, Ebû Ya'lâ Hamza, (1908), Zeylu Târîhu Dımaşk, Haz. H.F. Amedroz, Leyden 211 İBN EL-KESÎR, İmâdeddîn Ebî el-Fidâ İsmail İbn Ömer, (1998), el-Bidâye ve enNihâye, XVI, Tah. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Riyâd İBN HALDÛN, Velî ed-Dîn 'Abd er-Rahmân b. Muhammed, (2000), Târih-i İbn Haldûn (Dîvân el-Mubtedâ ve el-Haber fî Eyyâm el-Arab ve el-Berber ve Men Âsârahum Min Zevî es-Sultan el-Ekber), IV-V, Haz. Halil Şihâde-Süheyl Zekkar, Beyrut İBN HALLİKÂN, Ebû el-Abbas Şems ed-Din Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, (19671971), Vefeyât el-A'yân ve Enbâ Ebnâ ez-Zamân, I-VII, Tah. İhsan Abbas, Beyrut İBN ŞEDDÂD, Behâeddin, (1964), en-Nevâdir es-Sultâniyye ve el-Mehâsin el-Yusûfiyye (Sîret-i Selâhaddîn), Tah. Cemâleddîn eş-Şeyyâl, İskenderiye İBN TAĞRÎBERDÎ, , Cemâl ed-Dîn Ebû el-Mehâsin Yusuf, (1992)en-Nucûm ez-Zâhire fî Mulûk-i Mısr ve el-Kahire, V-VI, Tah. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut İBN VÂSIL EL-HAMAVÎ, , Cemâl ed-Dîn Muhammed b. Sâlim, (1953)Muferric elKurûb fî Ahbâr Benî Eyyûb, I, Neşr. Cemâl ed-Dîn eş-Şeyyâl, Kahire el-MAKRİZÎ, Takiyy ed-Dîn Ahmed b. Ali, (1996), İtti’âz el-Hunefâ bi-Ahbâr el-Eimme el-Fâtimiyyîn el-Hulefâ, III, Kahire __________, (1997), es-Sülûk li-Ma’rifet düvel el-Mülûk, Tah. Muhammed Abdülkadir ‘Ata, Beyrut MUCÎR ED-DÎN EL-HANBELÎ, Kadı el-Kudât Ebû el-Yemen el-Kadı, (1966), el-Üns el-Celîl bi-Târih-i el-Kuds el-Halîl, I, NIKETAS KHONIATES, (1995), Historia, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara en-NUVEYRÎ, Şıhâb ed-Dîn Ahmed b. 'Abd el-Vehhâb, (2004), Nihâyet el-Ereb fî Funûn el-Edeb, XXVIII, Tah. Necîb Mustafa Fevvâz-Hikmet Kaşlî Fevvaz, Beyrut ORDERICUS VITALIS, (1853), The Ecclesiastical History of England and Normandy, III, Trans. Thomas Forester, London RADULPHUS CADOMENSIS (Ralph of Caen), (2005), The Gesta Tankredi of Ralph of Caen - A History of the Normans on the First Crusade, Trans. Bernard S. Bachrach, David S. Bachrach, England 212 es-SAFEDÎ, Salâh ed-Dîn Halil b. Aybek, (2000), Kitâb el-Vâfî bi-el-Vefeyât, I-XXIX, Tah. Ahmed el-Arnavud-Türkî Mustafa, Beyrut SIBT İBN EL-CEVZÎ, (1907), Şems ed-Dîn Ebû el-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu, Mir’ât ez-Zaman fî Târîh el-A'yân, VIII, Edit. James Richard Jewett, The University of Chicago Press, Chicago SMBAT SPARAPET, (2005), Smbat Sparapet's Chronicle, Trans, Robert Bedrosian, Long Branch, New Jersey SÜRYANÎ MİHAİL, (1944), Süryanî Patrik Mihail’in Vakâyinâmesi (1042-1195), Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK’da Yayınlanmamış Nüsha URFALI MATEOS, (2000), Urfalı Mateos Vakayi- Namesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev. Hrant D. Andreasyan, TTK Yay. Ankara USÂME İBN MUNKIZ, (2008), İbretler Kitabı (Kitâb'ül İ’tibâr), Çev. Yusuf Ziya Cömert, Kitabevi Yay. İstanbul VARDAN VARDABET, (1937), Cihan Tarihi, (889-1269), “Türk Fütûhat Tarihi”, Çev. Hrant D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, I/2, İstanbul, s.154-258 WILLERMUS, (William, Arcbishop of Tyre), (1943), A History of Deeds Done Beyond the Sea, I-II, Trans: E. A. Babcock-A. C. Krey, Colombia University Press, New York el-YAFÎÎ, Abdullah b. Es’ad, (1997), Mir'ât el-Cinân ve İbret el-Yekzân fî Ma'rifeti Ma Yu’teber min Havâdis ez-Zamân, III, Tah. Halil el-Mansûr, Beyrut YEMENÎ, Umâra b. Ali b. Zeyd, (1897), en-Nuket el-Asriyye fî Ahbâr el-Vüzerâ elMısriyye, Neşr. Hartwig Derenbourg, Paris B-ARAŞTIRMALAR ALPTEKİN, Coşkun, (1985), Dımaşk Atabegliği (Tog-Teginliler), Marmara Üniversitesi Yay., İstanbul __________, (1988), “Dımaşk Atabekliği (Tugtekinliler)”, DGBİT, VII, Çağ Yayınları, İstanbul, (s.471-531) 213 __________, (1988), “Musul Atabekliği (Zengîler)”, DGBİT, VII, Çağ Yayınları, İstanbul, (s.533-578) ALTAN, Ebru, (2001), “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten, LXV / 243, TTK, Ankara, (s.571-582) __________, (2002), “Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının Kuruluşu”, Belleten, LXVI / 245, TTK, Ankara, (s.87-93) __________, (2003), İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), TTK, Ankara __________, (2009), “Sûr”, DİA, XXXVII, Ankara, (s.535-537) __________, (2013), “Renaud de Châtillon: Antakya Prinkepsi (1153-1160), Mâverâ-i Ürdün Senyörü (1177-1187)”, Tarih Dergisi, S: 55 / 2012 / 1, İstanbul, (s.1-30) __________, (2013), “Yafa”, DİA, XLIII, Ankara, (s.171-174) ATICI, Ayşe, (2005), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda Bâtınî Hareket (Hasan Sabbah ile İlk Halefleri ve İran Nizarî İsmâilîleri), (1090-1157), Ankara Üniversitesi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara AVCI, Casim, (2002), “Kudüs (Fethedilişinden Haçlı İstilasına Kadar)”, DİA, XXVI, Ankara, (s.327-329) BAILLY, Auguste, (Tarihsiz), Bizans Tarihi, II, Çev. Hadi Dımaşkan İstanbul BALDWIN, Marshall W., (1969), “The Latin States under Baldwin III and Amalric I, 1143-1174”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.528-561) BAŞTAV, Şerif, (1999), “Bizans ve Haçlı Seferleri”, UHSS, (23-25 Haziran 1997), TTK, Ankara, (s.57-64) BERRY, Virginia G., (1969), “The Second Crusade”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.463-512) BEZER, Gülay Öğün, (2002), “Böriler (Dımaşk Atabeyliği 1104-1154)”, Türkler, IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, (s.846-855) 214 __________, (2002), “Türkiye Selçuklularının Güneydoğu Siyaseti ve I. Haçlı Seferinin Bunun Üzerindeki Etkileri”, Türklük Araştırmaları Dergisi, XII, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, (s.79-113) BIANQUIS, Th., (2000), “Talâ’i’ b. Ruzzîk”, EI, X, Leiden, (s.149-151) __________, (2002), “al-Zâfir bi-A’dâ’ Allah”, EI, XI, Leiden, (s.382-383) BİLGE, Mustafa L., (1989), “Akabe”, DİA, II, Ankara, (s.209-210) __________, (1991), “Arîş”, DİA, III, Ankara, (s.378-379) __________, (1996), “Gazze”, DİA, XIII, Ankara, (s.534-536) BUHL, F., (1977), “Kudüs”, İA, VI, İstanbul, (s.952-964) __________, (1978), “Akka”, İA, I, İstanbul, (s.250-251) __________, (1979), “Gazze”, İA, IV, MEB, İstanbul, (s.760-761) __________, (1987), “Hayfa”, İA, V / 1, MEB, İstanbul, (s.390) BUZPINAR, Şit Tufan, (2006), “Nablus”, DİA, XXXII, Ankara, (s.265-268) CAHEN, Claude, (1987), “İslam ve Haçlılar”, Çev. İsmet Kayaoğlu, Belleten, C. LI, S. 200, Ankara Ağustos, (s.1045-1051) __________, (2010), Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, Çev. Mustafa Daş, Yeditepe Yayınevi, İstanbul CANARD, M., (1991), “Dırgham”, EI, II, Leiden, (s.317-319) CATE, James Lea, (1969), “The Crusade of 1101”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.343-367) CHARANIS, Peter, (1969), “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.177-219) ÇAĞATAY, Neşet, (1958-1959), “Fâtımîler Devleti’nin Kuruluşu ve Akideleri”, AÜİFD, VIII, Ankara, (s.63-77) 215 ÇELİK, Aydın, (2005), “Fâtımîler Devleti’nin Kuruluşu”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15/2, Elazığ, (s.433-453) DAFTARY, Farhad, (2005), İsmaililer -Tarihleri ve Öğretileri-, Çev. Erdal Toprak, Doruk Yay. İstanbul DEMİRCİ, Kürşat, (1998), “Hıristiyanlık (Giriş, Tarih)”, DİA, XVII, Ankara, (s.328340) DEMİRKENT, Işın, (1990), Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, I, (1098-1118), TTK, Ankara __________, (1994), Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, II, (1118-1146), TTK, Ankara __________, (1994), “Haçlı Seferleri düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, Tarih Dergisi, XXXV (Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Hatıra Sayısı), İstanbul, (s.65-78) __________, (1995), “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul, (s.17-56) __________, (1996), Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, TTK, Ankara __________, (1998), “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, Haçlı Seferleri ve XI. Asırdan Günümüze Haçlı Ruhu Semineri 26–27 Mayıs 1997, İstanbul, (s.1-14) __________, (1999), “1101 Yılı Haçlı Seferleri Ordularının Anadolu’da Takip Ettikleri Yollar Hakkında”, UHSS, (23-25 Haziran 1997), TTK, Ankara, (s.115122) __________, (2002), “Haçlı Seferleri ve Türkler”, Türkler, VI, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, (s.651-668) __________, (2002), “Kudüs (Haçlılar Dönemi)”, DİA, XXVI, Ankara, (s.329-332) __________, (2004), Haçlı Seferleri, Dünya Yay. İstanbul __________, (2004), “Mevdûd b. Altuntegin”, DİA, XXIX, Ankara, (s.427-429) __________, (2007), “1101 Yılı Haçlı Ordularına Karşı Mücadelede SelçukluDanişmendli İşbirliği”, Haçlı Seferleri Tarihi Makaleler-Bildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul, (s.179-190) 216 __________, (2007), “Antakya Prinkepsi Bohemond’un Esir Alınması, Niksar’da Hapsedilmesi ve Serbest Bırakılması”, Haçlı Seferleri Tarihi MakalelerBildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul, (s.113-121) __________, (2007), “Haçlı Seferleri Sırasında Doğu Akdeniz’de Deniz Hâkimiyeti”, Bizans Tarihi Yazıları (Makaleler-Bildiriler-İncelemeler), Dünya Yayıncılık, İstanbul, (s.221-247) __________, (2007), “İznik’in Haçlılar Tarafından Kuşatılması (6 Mayıs-19 Haziran 1097)”, Haçlı Seferleri Tarihi Makaleler-Bildiriler-İncelemeler, Dünya Yayıncılık, İstanbul, (s.21-39) DUNCALF, Frederic, (1969), “The Councils of Piacenza and Clermont”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.220-252) FAYDA, Mustafa, (1991), “Askalân”, DİA, III, Ankara, (s.487-488) FINK, Harold S., (1969), “The Foundation of the Latin States, 1099-1118”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.368-409) GAVANİME, Yusuf Derviş, (1987), “el-Efdal b. Bedr’ül Cemâlî ve Birinci Haçlı Seferindeki Rolü”, Trc. Abdülkerim Özaydın, Tarih Dergisi, XIII, (Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Hatıra Sayısı), İstanbul, (s.139-154) GENÇ, Süleyman, (2010), “Selçuklu Tarihinde İbrahim Yınal İsyanı Ve Onun Fâtımî Arka Planı”, DEÜİFD, XXXI, İzmir, (s.9-48) GIBBON, Edward, (1869), The Crusades (A.D. 1095-1261), London GRAEFE, E., “Fâtımîler”, İA, IV, (s.521-526) GÜNER, Ahmet, (1997), “Hâfız –Lidinillah”, DİA, XV, Ankara, (s.108-110) HARMAN, Ömer Faruk, (2002), “Kudüs”, DİA, XXVI, Ankara, (s.323-327) HARTMANN, R., (1978), “Askalân”, İA, I, MEB, İstanbul, (s.676) 217 HASAN, İbrahim Hasan, (1987), “Fâtımîler”, DGBİT, V, Çağ Yayınları, İstanbul, (s.79310) HEYD, W., (2000), Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev. Enver Ziya Karal, TTK, Ankara HINDLEY, Geoffrey, (2011), Bir İslam Kahramanı Selâhaddîn, Çev. Süleyman Genç, Doruk Yayınları, İstanbul HINZ, Walther, (1990), İslam’da Ölçü Sistemleri, Çev. Acar Sevim, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul HOCH, Martin, (1992), “The Crusaders’ Strategy Against Fâtımîd Ascalon and the Ascalon Project of the Second Crusade”, The Second Crusade and the Cistereians, St. Martin's Press, New York, (s.119-128) HOLT, P.M., (2003), Haçlılar Çağı, 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakın Doğu, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay. İstanbul HONIGMANN, E., (1979), “Sur”, İA, XI, MEB, İstanbul, (s.42-46) IŞILTAN, Fikret, (1979), “Şâver”, İA, XI, İstanbul, (s.357-363) KILIÇ, Mustafa, (2007), “Haçlıların Dimyât Muhasaraları ve Eyyûbîlerin Mücadeleleri”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII-4-, (s.413-444) KIRPIK, Güray, (2007), “Haçlı seferlerinde Tanrı Barışı Müessesesi”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, XVI /, (s.81-90) __________, (2009), Doğunun ve Batının Gözünden Haçlı Seferleri, Selenge Yayınları, İstanbul KOCA, Salim, (2008), “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, XXII, Konya, (s.1-37) KOPRAMAN, (1987), Kâzım Yaşar, “Ihşidîler”, DGBİT, VI, Çağ Yayınları, İstanbul, (s.181-221) KÖK, Bahattin, (1990), “Nûreddîn Mahmud’un Mısır’ı Ele Geçirmesi ve Fâtımîlerin Yıkılışı-I”, AÜİFD, IX /, (s.165-187) 218 __________, (1991), “Nûreddîn Mahmud’un Mısırı Ele Geçirmesi Ve Fâtımîlerin Yıkılışı-II”, AÜİFD, IX /, (s.130-148) __________, (1994), “Mısır’ın Alınmasından Sonra Nûreddin Mahmud’la Selâhaddin Eyyûbî Arasında Ortaya Çıkan Soğukluğun Sebepleri”, Belleten, LVII/219, TTK, Ankara, (s.413-446) KÖYMEN, Mehmet Altay, (1998), Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK, Ankara KREY, August C., (1921), The First Crusade, Oxford Universıty Press KURAT, Akdes Nimet, (1966), Çaka Bey (İzmir ve Civarındaki İlk Türk Beyi M.S. 1081-1096), Türk Kültürünü araştırma Enstitüsü, Ankara KÜÇÜKSİPAHİOĞLU, (2006), Birsel, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul LEV, Yaacov, (1999), Saladin in Egypt, Brill, USA LYONS, Malcolm Cameron -D. E. P. Jackson, (2006), Selâhaddîn -Kutsal Savaşın Politikaları-, Çev. Zehra Savan, Pınar Yayınları, İstanbul MAALOUF, Amin, (2007), Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul MICHAUD, Joseph Francois, (1881), The History of the Crusades, I, İng. Trc. W. Robson, London MUNRO, Dana Carleton, (1901), Urban and the Crusaders, The Department of History of the University of Pennsylvania, Philadelphia NICHOLSON, Robert L., (1969), “The Growth of the Latin States, 1118-1144”, A History of the Crusades, Vol. I, The University of Wisconsin Press, Madison, Milwaukee, London, , (s.410-447) OSTROGORSKY, Georg, (2011), Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara ÖZAYDIN, Abdülkerim, (1990), Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (468511/ 1105-1118), TTK, Ankara 219 __________, (1991), “Ammâroğulları”, DİA, III, Ankara, (s.76-77) __________, (1992), “Bedr el-Cemâlî”, DİA, V, İstanbul, (s.330) __________, (1994), “Efdal b. Bedr el- Cemâlî”, DİA, X, İstanbul, (s.452-453) __________, (2001), Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul ÖZKUYUMCU, Nadir, (2006), “Müsta’lî-Billâh el-Fâtımî”, DİA, XXXII, Ankara, (s.115) ÖZTÜRK, Murat, (2012), Fâtımîlerin Deniz Gücü ve Akdeniz Hâkimiyeti, İÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı, Doktora Tezi, Danışman: Abdülkerim Özaydın, İstanbul POLAT, İbrahim Erhem, (2008), “Doğu ve Batı Kaynaklarında Haçlı Seferlerinde Yaşanan İnsanlık İhlalleri”, Uluslararası Suçlar ve Tarih, V-VI, Ankara, (s.5-27) RILEY, Jonathan-Smith, (2005), Haçlılar Kimlerdi?, Çev. Berna Kılınçer, Bileşim yay. İstanbul RUNCIMAN Steven, (1992- 1998), Haçlı Seferleri Tarihi, I-III, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara SETTON, K.M., (1968), “Nûreddin’in Faaliyeti”, Çev. Kazım Yaşar Kopraman, Tarih Araştırmaları Dergisi, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Enstitüsü Yayını, IV/ 6-7, Ankara, (s.505-520) SEVİM, Ali, (1990), Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, TTK, Ankara __________, (2000), Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTK, Ankara __________, (2011), Ünlü Selçuklu Komutanları-Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara SEYYİD, (1992), Eymen Fuâd, ed-Devle el-Fâtımiyye fî Mısır, Tefsîr Cedîd, Dâr elMısriyyet el-Lübnaniyye, Beyrut __________, (1995), “Fâtımîler”, DİA, XII, İstanbul, (s.228-237) 220 __________, (1997), “Efdal bin Bedrü’l-Cemali ve Fâtımîlerin, Haçlılara Karşı Güttüğü Siyaset”, Haçlı Seferlerinin 900. Yıldönümünde Selâhaddîn-i Eyyûbî Sempozyumu (23-24 Kasım 1996 Diyarbakır), Diyarbakır, (s.138-151) STEVENSON, M. A., (1907), The Crusaders in the East, Cambridge University Press, STRACK, Georg, (2012), “The Sermon of Urban II in Clermont and the Tradition of Papal Oratory”, Medieval Sermon Studies, Vol. 56, , (s.30–45) ŞAHİN, M. Süreyya, (1986), “Doğu-Batı Kiliseleri, Ayrılmaları Ve Sebepleri”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV, İstanbul, (s.311-329) ŞEŞEN, Ramazan, (1979), “Talayi, Tala’i’ b. Ruzzik al-Malik al-Salih”, İA, XI, MEB, İstanbul, (s.691-694) __________, (1987), “Eyyûbîler Devleti”, DGBİT, VI, Çağ Yayınları, İstanbul, (s.301432) __________, (1987), Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yay. İstanbul __________, (1988), “Âdıd-Lidînillâh”, DİA, I, İstanbul, (s.374-375) __________, (1994), “Dâviyye ve İsbitâriyye”, DİA, IX, Ankara, (s.19-21) __________, (1994), “Dırgâm b. Âmir”, DİA, IX, Ankara, (s.276-277) __________, (1995), “Eyyûbîler”, DİA, XII, İstanbul, (s.20-31) __________, (), “Eyyûbîler”, Türkler, V, Yeni Türkiye Yay. Ankara 2002, (s.60-76) ŞEYBAN, Lütfi, (2006), “Hıristiyan Dünyasında Endülüs’e Karşı Haçlı Düşüncesinin Doğuşu, Saldırıların Başlaması ve Neticeleri”, Tarih ve Düşünce, C. 63, Şubat, (s.28-35) TAKKÛŞ, Muhammed Süheyl, (2007), Târîh el-Fâtımiyyîn -Fî Şimâli İfrikiyye ve Mısr ve Bilâd eş-Şâm-, Dar en-Nefais, Beyrut TOMAR, Cengiz, (2010), “Şâver b. Mucîr”, DİA, XXXVIII, Ankara, (s.382-383) TURAN, Osman, (1971), Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul __________, (2005), Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ötüken, İstanbul 221 USTA, Aydın, (2008), Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri –Müslüman-Haçlı Siyasi İttifakları-, Yeditepe Yayınları, İstanbul __________, (2011), “Haçlı Seferleri Döneminde Din Değiştirme Vakaları”, Belleten, LXXV / 274, TTK, Ankara, (s.691-717) WIET, G., (1979), “Şîrkûh”, İA, XI, MEB. İstanbul, (s.570-571) YAZILITAŞ, Nihat, (2003), “Sûr Şehri’nin, Haçlılar Tarafından Tehdidi Karşısında Fâtımî-Tuğtegin İttifakı”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, VII/3, Ankara, (s.117-124) __________, (2005), “İlginç Kişiliği İle VI. Fâtımî Halifesi El-Hâkim Bi-Emr Allah (996-1021)”, İSAR, (Prof. Dr. Ramazan Şeşen Armağanı), İstanbul, (s.233-246) __________, (2005), “Fâtımî Ordusunu Meydana Getiren Etnik Unsurlar”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, XVIII, Konya, (s.189-210) __________, (2009), “Mısır’ın Fâtımîler Tarafından Ele Geçirilmesi”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Reşat Genç Özel Sayı: 29, Ankara, (s.412-423) __________, (2009), Fâtımî Devleti’nde Türkler, TTK, Ankara __________, (2010), Fâtımî Devleti Tarihi, Kriter Yayınları, İstanbul 222 223 EKLER 224 EK-1: FÂTIMÎ HALİFELERİ (910-1171) Ubeydullâh el-Mehdî (909-934) el-Kâim Bi-Emrillâh (934-946) el-Mansûr Billâh (946-953) el-Mu‘izz Li-Dînillâh (953-975) el-Azîz Billâh (975-996) el-Hâkim Bi-Emrillâh (996-1021) ez-Zâhir Li-Î’zaz Dînillâh (1021-1036) el-Mustansır Billâh (1036-1094) el-Musta’lî Billâh (1094-1101) el-Âmir Bi-Ahkâmillâh (1101-1130) el-Hâfız Li-Dînillâh (1132-1149) ez-Zâfir Bi-Emrillâh (1149-1154) el-Fâ'iz Bi-Nasrillâh (1154-1160) el-Âdid Li-Dînillâh (1160-1171) 225 EK-2: KUDÜS HAÇLI KRALLARI (1099-1174) Godefroi de Bouillon (1099-1100) I.Baudouin (de Boulogne) (1100-1118) II.Baudouin (de Bourg) (1118-1131) Foulques d’Anjou (1131-1143) III.Baudouin (1143-1163) I.Amaury (1162-1174) IV.Baudouin (1174-1185) V.Baudouin (1185-1186) Guy de Lusignan (1186-1187) 226 EK-3: HARİTALAR Harita-1: Suriye-Filistin 227 Harita-2: Suriye-Mısır 228 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Adı Soyadı : Serkan ÖZER Uyruğu : T.C. Doğum Tarihi ve Yeri : 13. 11. 1980 / ANKARA Medeni Hali : Bekâr Telefon : 0546 638 13 29 e-posta : serkan.ozer@erzurum.edu.tr Eğitim Derecesi: Okul/Program Mezuniyet yılı Yüksek lisans: Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü 23.07.2010 Tarih Anabilim Dalı Lisans: Niğde Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih 04.06.2007 Bölümü Lise: İş Deneyimi, 2014 Yabancı Dili İngilizce Hobiler Müzik, Kitap Keçiören Aktepe Lisesi/ Ankara Yıl Çalıştığı Yer Erzurum Teknik Üniversitesi 14.06.2002 Görev Araştırma Görevlisi SERKAN ÖZER TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FÂTIMÎ-HAÇLI İLİŞKİLERİ (1098-1171) DOKTORA TEZİ SERKAN ÖZER AĞUSTOS 2015 TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI AĞUSTOS 2015