5. ULUSLARARASI SUÇ VE CEZA FİLM FESTİVALİ “AYR/MC/L/K” TEBLİĞLER 5th INTERNATIONAL CRIME AND PUNISHMENT FILM FESTIVAL “D/SCR/M/NAT/ON” ACADEMIC PAPERS Editör/Editor: Prof. Dr. Adem Sözüer Yayın Kurulu / Editorial Board Arş. Gör. Tuba Kelep Pekmez Arş. Gör. Sertaç Işıka Yazarlar/ Authors Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham, Safiye Şahin, Zoltan Bolek, Valerie Muguoh Chiatoh, Dr des Eddie Bruce-Jones, Dr. Farid Hafez, Nina Mühe,Prof. Dr. Ineke van der Valk, Giuseppe Zago, Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar, Dr.Uğur Ersoy, Yrd. Doç. Dr. Murat Önok, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Alşahin, Arash Alaei MD - Kamiar Alaei MD, DrPh, MSD, Dr. Orhan Ersun Civan/ Ar. Gör. Eylem Baş, Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün, Rüken Aksakallı Temel, Necip Şenel 1 FESTİVAL BAŞKANINDAN Hukuk ve Sinemanın Değerlisi Yolcuları, “Herkes için adalet” diyerek çıktığımız adalet yolunda, bilim ve sanat dünyalarının farklı görüş açılarını adalet ekseninde birleştiren Festivalimiz bu kez, ayr/mc/l/k temasıyla sizlerle buluşuyor. İnsanlık tarihi boyunca ve halen, insanlar; inanışları, derilerinin renkleri, cinsiyetleri, siyasi görüşleri gibi pek çok konuda ayr/mc/l/ğa uğramıştır ve uğramaya devam etmektedirler. İnsanlara büyük acılar yaşatan, insan onurunu zedeleyen ayr/mc/l/ğ/ gidermek adaletin temel görevlerinden biridir. Bu nedenle beşincisini düzenlediğimiz Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin konusu, insanlığın hala temel sorunlarından biri olan ayr/mc/l/k olarak belirlendi. Bu önemli soruna, yine adalet penceresinden bakan film ve akademik programlarıyla karşınıza çıkmaktan büyük bir gurur ve mutluluk duyuyoruz. Geçtiğimiz yıl festival temasının amacını şöyle açıklamıştık: “ Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’ndeki etkinliklerle, hukukun ve sinemanın perspektifinden bakarak hem mültecilerin sorunlarının çözümüne yönelik girişimlere destek olmak, hem de evrensel alanda sorunla ilgili farkındalığı arttırmak istiyoruz.”. Geçen zamanda çabalarımızın boşuna olmadığını, cansız küçük çocuk bedenlerinin sahillere vuran fotoğraflarını gördüğümüzde daha iyi anladık. Her ne kadar 3 milyonu aşkın mülteciyi kabul eden Türkiye’nin bu konuda başarılı bir sınav verdiğini düşünsek de, sorunun temellerinin çözümünün tartışılması gerektiğini bir kez daha fark ettik. Bu süreç, 5.Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin temasının şekillenmesinde önemli rol oynadı. Mültecilerin uğradıkları ayr/mc/l/ktan yola çıkarak, farklı olarak görülen her kesimin uğradığı ayr/mc/l/ğ/ tek bir başlık altında çalışmamız gerektiğini düşündük. Aslında “herkes için adalet“ söylemi ile yola çıkmış festivalimizde, ayr/mc/l/k her zaman konumuzdur. Festivalimiz kapsamında, 2012 yılında kadınlar; 2013 yılında ise çocuk adaleti ve çocuk suçlular bağlamında ayr/mc/l/ğ/ gündeme getirmiştik. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin beşincisinde ise özellikle ceza adaleti sistemdeki ayr/mc/l/k ile din, engellilik, cinsel yönelim ve cinsel kimlik nedeniyle yapılan ayr/mc/l/ğ/ ele alacağız. Bu konu başta hukuki, psikolojik, sosyolojik, olmak üzere çeşitli açılardan irdelenirken, toplumun yansıması olan sinemanın ayr/mc/l/ğa nasıl baktığı tartışılacak. Ayr/mc/l/kla bağlantılı sorunlar, 7 gün sürecek Festival kapsamında çeşitli boyutlarıyla masaya yatırılarak, farklı perspektiflerden tartışmaya açılacaktır. Bu geniş bakış açısını sağlayabilmek için 15 ülkeden gelecek 2 akademisyenler, film yapımcıları, yönetmen, oyuncu, eleştirmen, STK temsilcileri ve kamu görevlilerinin katılımıyla, 45 konuşmacının yer aldığı 15 panel gerçekleştirilecektir. Festivalde son dönem Dünya ve Türk sinemasının suç, ceza ve adalet ilişkisini işleyen en iyi örneklerinin yer aldığı 46 filmden oluşan bir seçki sinemaseverlerle buluşacaktır. Bu kapsamda 23 ülkeden 29 uzun, 7 belgesel ve 10 kısa film gösterilecektir. Bu yıl bizi en çok sevindiren hususlardan biri, yerli filmlerin festivalimizde daha çok yer almaya başlamasıdır. Ayr/mc/l/k konulu filmleri izleyenler, aynı konudaki akademik programlara katılarak, sorunu çeşitli açılardan görmek, tartışmak ve sorgulamak fırsatını bulabilecekler. “Uluslararası Altın Terazi Film Yarışması” kapsamında uzun ve kısa metraj film ödülleri ile akademik ve sinema onur ödülleri verilecek. 5. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali filmlerinin gösterimleri 16 - 22 Ekim 2015 tarihlerinde İstanbul Beyoğlu'nda Atlas Sineması'nda, Kadıköy'de ise Caddebostan Kültür Merkezi'nde yapılacak. Ayr/mc/l/k temalı belgesel seçkisi 19 Ekim Pazartesi Atlas Sineması’nda tek salonda gün boyu gösterilecek. Tüm seçki tek bilet ile izlenebilecek. 5. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’ndeki sinema ve akademik etkinlikleriyle, adalet idealinin zıt kutbu olan ayr/mc/l/k konusunda doğru soruları bulmayı umut ediyoruz. Doğru soruları bulup kendimizi sorgulamaya başlayabilirsek, ayr/mc/l/k sorununu anlamak ve çözümler üretmek daha kolay olacaktır. Birçok açıdan özgün bir bilim, kültür ve sanat şöleni olan festivalimizin tüm destekleyenlerine gönülden teşekkür ederken, herkesi seyretmeye, dinlemeye ve tartışmaya davet ediyoruz. Herkes İçin Adalet! Saygılarımızla. Prof. Dr. Adem Sözüer Festival Başkanı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı 3 FROM FESTIVAL DIRECTOR Dear Passengers of Law and Cinema, Taking our motto "Justice for all!" with us on the road of justice, our Festival this time considers issues of d/scr/m/nat/on from the perspective of both science and cinema art. Throughout human history, people have been exposed to various kinds of d/scr/m/nat/on due to their beliefs, skin colours, gender, political views, and even today the problem continues. It is one of the basic duties of justice to eliminate all forms of d/scr/m/nat/on which causes human suffering and insults human dignity. Therefore, the theme of the Fifth International Crime and Punishment Film Festival has been determined as d/scr/m/nat/on, one of the greatest challenges facing humanity today. Once again, we are happy and proud to bring you an academic and a film programme that both address issues of global justice. Last year’s preface concludes as “Through the events taking place within the context of the International Crime and Punishment Film Festival, we want to support the initiatives on seeking solutions to the problems faced by migrants and refugees, and we would also like to raise universal awareness on this important topic by looking through the perspectives of law and cinema.” We have figured out that our efforts worth it as we see photos of children’s lifeless bodies lying on the sea coasts. Although we are of the opinion that Turkey has succeeded on the refugee crisis by accepting over 3 million refugees, we have also realized that we should not skip the essence of the problem. The current global situation has played an essential role in shaping the theme of this year’s Festival. Considering all the challenges facing refugees, we also thought that we should deal with this problem from a more general perspective so that we can address various issues and difficulties facing groups of people perceived within the society as “different” and “others” under one theme. For this reason we have decided this year’s theme as “D/SCR/M/NAT/ON”. D/scr/m/nat/on is not a new issue for our Festival which states “Justice for all” as its motto. During our previous Festivals, we have dealt with issues of d/scr/m/nat/on in different aspects. In 2012, we have addressed issues of d/scr/m/nat/on against women, and the Festival in 2013 was centred around the theme of juvenile justice and addressed d/scr/m/nat/on issues on this regard. This year, the Fifth International Crime and Punishment Film Festival will address issues of d/scr/m/nat/on within the criminal justice system as well as issues of d/scr/m/nat/on due to religion, disabilities, sexual orientation and sexual identity. In order to find solutions to these problems on a global scale, multi-cultural and multi4 perspective approaches are needed. The multi-layered structure of this problem calls for a need to consider the current status of the problem and recent practices not only at a scientific but also at the artistic level. All these issues will be viewed and discussed from multiple perspectives during the one-week Festival. Fifteen panels will take place with the participation of 45 speakers, including academics, directors, actors and actresses, producers, critics, public officials and NGO members. During the Festival, 29 long films, 7 documentaries and 10 short films from 23 countries, representing the best examples of the recent world and Turkish cinema on the relationship between crime, punishment and justice will meet cinema-lovers. One thing that makes us happier this year is the increase on the participation of Turkish films to the festival. People who watch festival movies around the main theme of d/scr/m/nat/on will also have the opportunity to participate in the academic programme on the same theme and to consider and discuss various aspects of the problem. In addition to academic and cinema honour awards and lifetime achievement award, long and short film awards will also be presented within the context of the "International Golden Scale Film Competition". Film screenings will take place between 16-22 October 2015 in Beyoğlu Atlas Theater and Kadıköy Caddebostan Culture Centre. Documentary anthology on d/scr/m/nat/on will be screened on the 19th October, Monday all day long and can be watched with a single ticket. Through the academic and artistic events during the Festival, we hope to question ourselves and ask the right questions on d/scr/m/nat/on which contradicts the justice ideal. If we may succeed, it will be easier to understand and find solutions to the problems and challenges we face. We profoundly thank all those who have supported our Festival which is a unique science, culture and art festival from many aspects, and invite everyone to watch, listen and discuss. “Justice For All!” Best Regards. Prof. Dr. Adem Sözüer Festival Director, Istanbul University Dean of Law Faculty 5 İÇİNDEKİLER FESTİVAL BAŞKANINDAN............................................................................................................... 2 FROM FESTIVAL DIRECTOR.......................................................................................................... 4 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It ............................................................ 8 Prof. Dr. Stephen C. Thaman- Lauren Graham "Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus?" .................................................................................................................. 22 Stephen C. Thaman Lauren Graham Islamophobia in Hungary ................................................................................................................... 34 Zoltan Bolek Discrimination and Hate Crime in Africa ......................................................................................... 38 Valerie Muguoh Chiatoh Policing Race in Europe: Law and Protest....................................................................................... 56 Dr des Eddie Bruce-Jones Dehumanization and Islamophobia ................................................................................................... 66 Dr. Farid Hafez Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims ............................................ 72 Nina Mühe Islamophobia and discrimination among young people and secondary school students .............. 80 Ineke van der Valk Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. .............................................................................................. 82 Giuseppe Zago Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu ...................................................................................... 90 Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar Türkiye’de Ayrımcılık Suçu ............................................................................................................... 96 Dr.Uğur Ersoy Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination ........................... 120 Yrd. Doç. Dr. Murat Önok Dini Değerleri Aşağılama ve Dini Değerlerden Bahisle Hakaret .................................................. 130 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Alşahin 6 Drug Policy: Discrimination of Drug Users and People Living With HIV/AIDS........................ 132 Arash Alaei MD - Kamiar Alaei MD DrPh, MSD Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık ......................................................... 136 Dr. Orhan Ersun Civan/ Ar. Gör. Eylem Baş Ayrımcı Mobbing ............................................................................................................................... 184 Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün İş Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayr/mc/l/k .................................................................................... 188 Rüken Aksakallı Temel Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları .................................................................... 192 Necip Şenel 7 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Stephen C. Thaman* Lauren Graham∗∗ INTRODUCTION In May 2015, the United Nations Human Rights Council lambasted the U.S. record on human rights particularly in relation to racist enforcement of the criminal law and police violence following the recent spate of deaths of unarmed, mainly African-American citizens, at the hands of the police.1The August 2014 shooting of Michael Brown in Ferguson, Missouri, a small town in St. Louis County, ignited massive protests against racial profiling in law enforcement and police violence around the country and gave rise to the slogan “Black lives matter.” Following the Ferguson killing, killings of unarmed Black men, or the failure to charge police with such killings, gave rise to large protests in, inter alia, Staten Island, New York, Baltimore, Cleveland and Charleston, South Carolina.2 Most of the killings in the last year arose not from reactive police investigation into past crimes allegedly committed by minority or Black suspects, but from the daily practice of * Professor of Law, Saint Louis University, USA ∗∗ J.D. Candidate, 2016, Saint Louis University, USA Clinical Associate Professor Global Institute for Health and Human Rights State University of New York at Albany. 1 Natasja Sheriff, US Cited for Police Violence, Racism in Scathing UN Review on Human Rights, ALJAZEERA AMERİCA, May 11, 2015, http://america.aljazeera.com/articles/2015/5/11/us-faces-scathing-un-review-onhuman-rights-record.html. 2See, Richard Pérez-Peña, Fatal Police Shootings: Accounts Since Ferguson, N.Y. TİMES, Apr. 8, 2015, http://www.nytimes.com/interactive/2015/04/08/us/fatal-police-shooting-accounts.html. Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham “racial profiling,” that is, when police direct their attention proactively to minority citizens (primarily African-Americans) who are otherwise not in the act of committing any offense other than perhaps a minor traffic infraction, in order to search them or their cars to see if they might be committing a criminal offense, usually drug-, or weapon-related.3 The Bureau of Justice Statistics has shown that black drivers are more likely to be pulled over than drivers of other races, and are also slightly more likely to receive a ticket as a result of the stop.4 A study by criminologist Jeffrey Fagan concluded that in 2006, black males between 18-19 years old had a 93% chance of being stopped by the police in New York City.5 The killing of Michael Brown in Ferguson arguably began as a racial-profiling stop, although the officer who killed might have later learned that Brown was a suspect in a strongarmed robbery of a convenience store.6 The horrible killing of Walter Scott, a 50-year old Black man in Charleston, South Carolina, was, however, clearly the result of racial-profiling. Scott was stopped for some trivial traffic offense, feared he might be arrested for driving without a valid license, and ran from the police, only to be shot in the back eight times by the officer who had stopped him.7 The stop of Sandra Bland in Texas was also an example of racial profiling. She was treated rudely and arrested for no reason, and later apparently committed suicide in police custody.8 And these are just the cases from the last year or so which have made the newspapers. 3 Kimberly J. Winbush, Racial Profiling by Law Enforcement Officers in Connection with Traffic Stops as Infringement of Federal Constitutional Rights or Federal Civil Rights Statutes, 91 A.L.R. FED. 2d 1, 1. 4 Lynn Langton & Matthew Durose, Police Behavior During Traffic and Street Stops, 2011, BUREAU OF JUSTİCE STATİSTİCS, 1, Sept. 2013, available at, http://www.bjs.gov/content/pub/pdf/pbtss11.pdf. For a discussion of racial profiling statistics from Washington State, see generally, Mario L. Barnes & Robert S. Chang, Symposium on Racial Bias and the Criminal Justice System: I: Analyzing Stops, Citations, and Searches in Washington and Beyond, 35 SEATTLE L. REV. 673 (Spring, 2012). 5 Craig Menchin, Note, Why NYPD Terry Stops Are More Problematic Than You Think, 8 STAN. J.C.R. & C.L. 299, 300 (Aug., 2012). 6 Andrew Soergel, Ferguson Protests Snarl Streets Across the Country, U.S. NEWS, Dec. 1, 2014, 2:14 P.M. EST, http://www.usnews.com/news/articles/2014/12/01/ferguson-protests-snarl-streets-across-the-country. 7 Oliver Laughland, South Carolina Officer Charged With Murder After Shooting Man in the Back, THE GUARDİAN, Apr. 8, 2015, 7:07 EDT, http://www.theguardian.com/us-news/2015/apr/07/south-carolina-policeofficer-murder-charge. 8 Jon Schuppe, The Death of Sandra Bland: What We Know So Far, NBC News, July 23, 2015, 4:22 P.M., ET, http://www.nbcnews.com/news/us-news/death-sandra-bland-what-we-know-so-far-n396036. 9 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham We will first discuss the jurisprudence of the U.S. Supreme Court which has facilitated and even justified the kind of racial profiling which so righteously angers not only the minorities who are its victims, but all Americans who believe human rights and equal protection before the law. We will also briefly show why the killers of so many unarmed and usually harmless persons are seldom brought to justice. I. Supreme Court Case Law: the Building Blocks of Racial Profiling a. Terry v. Ohio: The Regulation of Police Investigative Detentions In 1968, a year of massive riots and violence triggered by the murder of Martin Luther King, the Supreme Court addressed the limits of police intervention when they do not have the “probable cause” to arrest required by the Fourth Amendment of the U.S. Constitution. Before the decision in Terry v. Ohio,9 police officers felt there were no limits to their ability to temporarily detain individuals short of “probable cause” and to search them for weapons, because such a short “stop” was not an “arrest,” and a short “frisk” of the person for weapons was not a “search” for both of which probable cause was required by the Fourth Amendment. The Supreme Court, in an opinion penned by Chief Justice Earl Warren, held that police may stop an individual to conduct a brief investigation if they have “reasonable suspicion” that “criminal activity is afoot,” and may frisk individuals when they have reasonable suspicion the person is “armed and dangerous.” If the temporary detention was not based on “reasonable suspicion,” a lesser standard than “probable cause,” then any statements or evidence gathered pursuant to the detention would be inadmissible in a criminal case because of the violation of the Fourth Amendment. The Court noted that the “wholesale harassment by certain elements of the police community, of which minority groups, particularly Negroes, frequently complain, will not be stopped by the exclusion of any evidence from any criminal trial. Yet a rigid and unthinking application of the exclusionary rule, in futile protest against practices which it can never be used effectively to control, may exact a high toll in human injury and frustration of efforts to prevent crime.10 9Terry v. Ohio, 392 U.S. 1, 30 (1968). 10 Ibid, at 14-15. 10 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham Although some critics see Terry as a case which opened the door to police harassment of minorities,11 we believe that it constitutionalized police contacts between police and citizens, thus regulating them and introducing a broad exclusionary rule extending to fruits of the poisonous tree in the case of arbitrary or unreasonable detentions or frisks.12 Bearing in mind that the “reasonable suspicion” standard limiting temporary police investigative detentions was articulated at at time of racial tension, we will now see how it has been interpreted and to what extent it has actually limited abusive and arbitrary police harassment of African-Americans and other minorities. b. Interpreting Terry to Facilitate Racial Profiling Reasonable suspicion is determined according to the totality of the circumstances, requiring a particularized and objective basis for suspecting legal wrongdoing.13 Concurring in Terry, Justice White clarified, that, absent reasonable suspicion, a detained person may refuse to cooperate and go on his way, and “a refusal to answer furnishes no basis for an arrest, although it may alert the officer to the need for continued observation.”14 Justice Harlan, in another concurring opinion in Terry, also emphasized that police may not just patsearch people for weapons whom they believe are armed and dangerous. They must first have reasonable suspicion that they have committed or are about to commit a crime, and then, only if there is a second reasonable suspicion that they are armed and dangerous, may they conduct the pat-search.15 Already in 1972, Justice Brennan, in a dissent, cautioned that police should not use the pretext of a temporary detention, also called a Terry-stop, in drug cases, because in such cases “there is too much danger that, instead of the stop being the object and the protective frisk an 11 Adina Schwartz, “Just Take Away Their Guns”: The Hidden Racism of Terry v. Ohio, 23 FORDHAM URB. L.J. 317, 326-27 (Winter, 1996). For the argument the Supreme Court’s decision in Terry was intended to improve the image of police and constrain protest powers of urban minority groups in a concerted effort to “manage the rising underclass,” seegenerally, Anders Walker, “To Corral and Control the Ghetto”: Stop, Frisk, and the Geography of Freedom, 48 U. RİCH. L. REV. 1223 (May, 2014). 12 For an excellent analysis of Terry in this direction, see Eric Miller, The Warren Court’s Regulatory Revolution in Criminal Procedure, 43 CONN. L. REV. 1, 50-65 (2010), 13United States v. Arvizu, 534 U.S. 266, 273 (2002). 14Terry v. Ohio, 392 U.S. 1, 34 (1968). 15 392 U.S. at 11 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham incident thereto, the reverse will be true.”16 Early on, the Supreme Court held that just being in a neighborhood frequented by drug users (often called a “high-crime community”), which are often populated by minorities, is never sufficient to justify a temporary detention.17 Police need “reasonable suspicion” if they are going to temporarily detain someone or “seize” them. Otherwise the detention is an illegal “seizure” within the meaning of the Fourth Amendment which prohibits unreasonable “searches and seizures.” According to the case law of the Supreme Court, a person is “seized” under Terry, when a reasonable person under the circumstances would not feel free to leave.18 The literature uses the term “consensual encounter” for police-citizen meetings which do not amount to a “seizure.” If police ask to talk to a citizen without using any forceful language or touchings or otherwise measures to restrict the citizen’s liberty, this constitutes a “consensual encounter” from which the citizen may walk away. The police are prohibited from interpreting this action as being “suspicious” and in any way justifying any further police action.19 Naturally, police engage in “consensual encounters” in the hopes that they might give rise to enough reasonable suspicion to justify further detention and a frisk, or even probable cause to justify. However, if they approach an African-American only because of his race to engage in a “consensual encounter,” there is no Fourth Amendment violation because there has been no “seizure” or detention. While the courts have accepted that approaching persons to engage in a “consensual encounter” based only on their race might violate the right of equal protection of the laws, guaranteed by the 14th Amendment of the U.S. Constitution, though the standard of proof is very difficult to meet20 and few if any courts have articulated an exclusionary rule in relation to evidence gathered pursuant to a racially discriminatory consensual encounter. As the composition of the Supreme Court changed, with appointments by Presidents Nixon, Reagan and George H.W. Bush, the court’s interpretation of Terry began opening the door, again, to arbitrary detentions of minorities based on their race alone. In 1991, the Supreme Court dealt with a case involving two officers who were patrolling a “high crime area” of Oakland, California noticed, when they noticed four or five African-American youths 16Adams v. Williams, 407 U.S. 143 (1972) 17 Brown v. Texas, 443 U.S. 47 (1979) 18 Unites States v. Mendenhall, 446 U.S. 544 (1980) 19 See Florida v. Royer, 460 U.S. 491 (1983), Justice White concurring. 20 See United States v. Travis, 62 F.3d 170 (6th Cir. 1995); United States v. Avery, 137 F.3d 343 (6th Cir. 1997); United States v. Chavez, 281 F.3d 479 (5th Cir. 2002). 12 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham huddling around a small red vehicle. One of them, Hodari D., fled he noticed the officers, and the officers gave chase. During the chase Hodari D. discarded a small rock of crack cocaine.21 Since the majority of the court still believed that running from the police in a high crime area did not constitute “reasonable suspicion” for a Terry-stop, the issue was whether attempting to effectuate an unlawful stop violated the Fourth Amendment and required suppression of the discarded cocaine. The Court ruled the Fourth Amendment is only implicated when police actually consummate an unlawful temporary detention, that is, when the person is captured or yields to the police attempts to detain him. Therefore, the cocaine was admissible as not being a fruit of an unlawful detention.22 Justice Stevens, in his dissent, clearly saw the potentiality for abuse opened up by the decision in Hodari T. Now police can, without reasonable suspicion, and only based on racial profiling, rush up to a group of citizens, attempt to pull over a vehicle on the road and wait to see what happens. Justice Stevens asked: “In an airport setting, may a DEA agent now approach a group of passengers with his gun drawn, announce a ‘baggage search’ and rely on the passengers’ reactions to justify his investigative stops?”23 Many U.S. States have refused to follow the Hodari T. decision and find that an attempted illegal detention violates their state constitution’s equivalent of the Fourth Amendment.24 Nine years after Hodari T., the Supreme Court agreed to decide a case with similar facts, in which a young Black man ran from police when they entered a “high crime area.” This time, however, the majority decided that “headlong flight” from police in such circumstances was itself “reasonable suspicion” justifying a detention, even if the police couldn’t articulate for what crime they were chasing and detaining the fleeing suspect.25 Justice Stevens issued a partially dissenting and partially concurring opinion in Wardlow in which he said: “Among some citizens, particularly minorities and those residing in high crime areas, there is also the possibility that the fleeing person is entirely innocent, but, with or without 21California v. Hodari D., 499 U.S. 621, 622-23 (1991). 22Id., at 629. 23Id., at pin. 24State v. Randolph, 74 S.W.3d 330 (Tenn. 2002)(noting 11 states); State v. Clayton, 45 P.3d 30 (Mont. 2002); Joseph v. State, 145 P.3d 395 (Alaska App. 2006); State v. Garcia, 217 P.3d 1032 (N.M. 2009). Others are Pennsylvania, Massachusetts and Washington. 25Illinois v. Wardlow, 528 U.S. 119, 122-25 (2000). 13 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham justification, believes that contact with the police can itself be dangerous, apart from any criminal activity associated with the officer's sudden presence. For such a person, unprovoked flight is neither ‘aberrant’ nor ‘abnormal.’ Moreover, these concerns and fears are known to the police officers themselves, and are validated by law enforcement investigations into their own practices.”26 Justice Stevens also cited investigations of racial profiling, in which 43% of African- Americans consider police brutality and harassment of African-Americans a serious problem. One survey found that 81 out of 100 young Black and Hispanic men in New York City had been frisked by police, though none arrested.27 Ultimately Wardlow’s authorization of location plus evasion stop and frisks has resulted in disproportionate Terry stops in poor urban communities, which are often overwhelmingly populated by African-Americans and other racial minorities. The more police concentrate on enforcement in such communities, the more they statistically become designated as ones of “high crime.”28 Although race alone cannot establish reasonable suspicion or probable cause, many officers use race as a factor in deciding to detain suspects.29 The Supreme Court deemed race a relevant factor in determining probable cause in a case involving detention of a vehicle suspected to contain illegal aliens, although it said it could not be the only factor.30 Other courts have issued similar opinions.31 c. Legitimization of Pretextual Stops 26 528 U.S. at 27 528 U.S. at 28 David A. Harris, Factors for Reasonable Suspicion: When Black and Poor Means Stopped and Frisked, 69 IND. L.J. 659, 677-80 (Summer, 1994). 29See, Sheri Lynn Johnson, Race and the Decision to Detain a Suspect, 93 YALE L.J. 214,225-237 (Dec., 1983). 30United States v. Brignoni-Ponce, 422 U.S. 873, 887 (1975); see generally, Kevin R. Johnson, Essay, How Racial Profiling in America Became the Law of the Land: United States v. Brignoni-Ponce and Whren v. United States and the Need for Truly Rebellious Lawyering, 98 GEO. L.J. 1005 (Apr., 2010) (arguing Brignoni-Ponce and Whren collectively ensure the existence of racial profiling in American policing). 31United States v. Lopez-Martinez, 25 F.3d 1481, 1487 (10th Cir. 1994); United States v. Anderson, 923 F.2d 450, 455 (6th Cir. 1991); State v. Dean, 543 P.2d 425, 427 (1975). 14 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham When police stop an automobile due to a violation of the rules of the road, i.e., for speeding, making an illegal turn, or even petty violations such as not having a light illuminating one’s license plate, or failing to signal before turning, these are technically stops based on “probable cause” that the offense was committed in the officer’s presence. Normally, people stopped for violating the rules of the road are not placed under custodial arrest but they are given an opportunity to sign a ticket which is the equivalent of an agreement to appear in court if they do not pay the standard fine for the violation. They are often only warned and sent on their way. But police always used this power to stop for minor traffic violations intentionally against minorities, often in high-crime communities, but also often on the open highways, as a pretext to investigate whether they might be involved in criminal activy, usually drug trafficking or transportation, or illegal arms possession. I realized quite quickly, after moving to St. Louis, Missouri, in 1995, that police enforced traffic laws nearly exclusively against AfricanAmericans whereas white St. Louisans could speed, run through red-lights, etc., with impunity. This practice of “pretext stops” was challenged in Whren v. United States, but a unanimous court held that, as long as the motorist actually did violate a rule of the road, an officer could stop him or her regardless of whether they were actually making the stop based solely on the person’s race and solely to investigate something other than the traffic violation.32 Justice Scalia, who wrote the opinion, did concede that if a person was targeted solely because of his or her race, that this would constitute a violation of equal protection under the 14th Amendment.33 As with the case of race-based “consensual encounters,” it is very difficult for a victim of a pretext stop to prove in his or her particular case, that it was motivated by racial profiling and thus in violation of the 14th Amendment.34 I know of only one jurisdiction, Massachusetts, that provides for exclusion of evidence seized after a pretext stop based only on race, but it is applied only after a rigorous showing of systematic discrimination 32Whren v. United States, 517 U.S. 806, 809-19 (1996). 33 517 U.S. at 813. 34United States v. Bullock, 94 F.3d 896, 899 (4th Cir. 1996)(court refuses attempt by to present evidence and to cross-examine arresting officer about past practice of using traffic stops of young black males as a pretext for drug searches because the defendant “failed to lay any foundation for an equal protection challenge based on racially selective enforcement procedures.”United States v. Bell, 86 F.3d 820, 823 (8th Cir. 1996)( Black defendant must show “people of another race violated the law and the law was not enforced against them.”) 15 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham by the officer that is very difficult to effectuate.35 A few States do not allow pretext auto stops.36 The legitimation of racial profiling through pretext auto stops has led to a sarcastic depiction of the conduct of those who are its victim as “driving while black.”37 In the 1980’s the U.S. Drug Enforcement Agency even trained officers to utilize pretextual traffic stops authorized by Whren to search for drugs.38 Widespread profiling lead to the Traffic Stops Statistics Act of 1998, mandating police reporting of stops, including the driver’s race, the reason for the stop, and whether a search occurred.39 The National Institute of Justice admits minorities are stopped for alleged traffic violations more than whites.40 Class action suits have been brought against police departments for racial profiling in which the extent of the problem has been statistically documented. For instance, in one case against the Maryland State Police in was determined that 98.3% of drivers in Interstate Highway 95 violated the rules of the road by speeding, etc. 17.5% of those were black and 74.5% were white. In an 18 month period, however, 72.9% of the motorists stopped and 80.3% of those searched were black, as opposed to only 19.7% white motorists.41 In a suit against Florida officials, it was determined that 70% of stops on Interstate 95 in Florida were of African-American and Latino males although they were only 5% of the drivers. Only 5% of these stops led to arrests.42 In 2009, New York police conducted 450,000 temporary detentions, an increase of 13% over 2009. 84% of the stops in the first three-quarters of 2009 were of Blacks or Hispanics, but these stops yielded drugs in only 1.6% of the stops of Blacks and 1.5% of the stops of Hispanics. Whites, who were stopped 35Commonwealth v. Lora, 886 N.E.2d 688 (Mass. 2008). 36State v. Ladson, 979 P.2d 833 (Wash. 1999); State v. Sullivan, 74 S.W.3d 215 (Ark. 2002); State v. Ochoa,206 P.3d 143 (N.M. App. 2008). 37 David A. Harris, Driving While Black, 87 J. OF CRİM. L. & CRİMİNOLOGY 544, 546 (1997) 38 Sherri Sharma, Beyond “Driving While Black” and “Flying While Brown”: Using Intersectionality to Uncover the Gendered Aspects of Racial Profiling, 12 COLUM. J. GENDER & L. 275, 278 (2003); David A. Harris, New Approaches to Ensuring the Legality of Police Conduct: Racial Profiling Redux, 22 ST. LOUİS U. PUB. L. REV. 73, 77 (2003). 39 Sharma, supra note 34, at 279. 40Racial Profiling and Traffic Stops, THE NATİONAL INSTİTUTE OF JUSTİCE, (last visited, Sept, 25 2015), http://www.nij.gov/topics/law-enforcement/legitimacy/pages/traffic-stops.aspx. 41Maryland State Conference of NAACP Branches v. Department of Md. State Police, 72 F.Supp.2d 560 (D. Md. 1999). 42Washington v. Lambert, 98 F.3d 1181 (9th Cir. 1996). 16 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham much less frequently, possessed drugs in 2.2% of the stops. Only 1.1% of the stops of Blacks yielded weapons and 1.2% of the Hispanics. Only 6% of the temporary detentions lead to an arrest for any thing.43 Recently it was revealed that, in Missouri, officers are 75% more likely to stop, and 73% more likely to search African-American drivers than they are white drivers.44 d. Arrests and Searches Incident to Arrest of Victims of Racial Profiling in the form of Pretext Auto Stops The power to arrest for trivial offenses is greater in the U.S. than in nearly any other country. As of 1989, 28 States placed absolutely no restrictions on the power of police to place motorists under custodial arrest for mere violations of the rules of the road, such as speeding or having a defective taillight.45 The Supreme Court upheld this practice in a case in which a woman (who happened to be White!) was placed under custodial arrest for not having her children seatbelted, a misdemeanor the maximum punishment for which was a $50 fine.46 In dissent, Justice O’Connor warned of the potential of grave abuse in Atwater: Such unbounded discretion carries with it grave potential for abuse. The majority takes comfort in the lack of evidence of "an epidemic of unnecessary minor-offense arrests.” But the relatively small number of published cases dealing with such arrests proves little and should provide little solace. Indeed, as the recent debate over racial profiling demonstrates all too clearly, a relatively minor traffic infraction may often serve as an excuse for stopping and harassing an individual. After today, the arsenal available to any officer extends to a full arrest and the searches permissible concomitant to that arrest. An officer's subjective motivations for making a traffic stop are not relevant considerations in determining the reasonableness of the stop. But it is precisely because these motivations are beyond our purview that we must 43 Bob Herbert, Jim Crow Policing, NY TİMES, http://www.nytimes.com/2010/02/02/opinion/02herbert.html?ref=opinion Feb. 2, 2010, at A27 44 John Eligon, Missouri Reports Wide Racial Disparity in Traffic Stops, NY TİMES, June 2, 2015, at A8, http://www.nytimes.com/2015/06/02/us/big-disparity-for-blacks-pulled-over-in-missouri.html?ref=us 45 Barbara C. Salken, The General Warrant of the Twentieth Century? A Fourth Amendment Solution to Unchecked Discretion to Arrest for Traffic Offenses, 62 TEMPLE L. REV. 221, 250 (1989) 46Atwater v. City of Lago Vista, 532 U.S. 318, 323 (2001). 17 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham vigilantly ensure that officers' poststop actions -- which are properly within our reach -comport with the Fourth Amendment's guarantee of reasonableness.47 Although at least 22 states do not allow arrests for minor traffic offenses, and several states have expressly refused to follow the Atwater decision.48 Yet some states, like California, which prohibit arrests of motorists for minor violations, unless they cannot identify themselves or won’t sign the notice to appear, do not suppress evidence gathered as a result of the violation of the statute, because such arrests were deemed not to violate the Fourth Amendment and California refuses to interpret its constitution to give any more protection than is given by the U.S. Supreme Court’s interpretation of Fourth Amendment.49 Whren and Atwater are two of the major building blocks of racial profiling. Anyone who violates a traffic rule may be subject to a pretext stop, and, even if no further suspicions arise that amount to a “reasonable suspicion” to further detain, or “probable cause” to arrest, or the suspect does not agree to a consensual search of the car, then the officer may place the person under arrest, which gives him or her an automatic power to make a fairly extensive search of the person and the automobile. In 1969, the Supreme Court ruled that, following an arrest in the home, the police could search the person of the arrestee and the entire area within his reach, that is, anywhere he could have disposed of evidence of the crime, or where he could have hidden or reached a weapon to do harm to the arresting officers.50 In 1973, however, the Supreme Court, in a case involving an admitted pretext stop, ruled that a person arrested for a traffic violation was subject to a full body search, including a search of containers in his pockets (a cigarette package), even though there were neither of the reasons undergirding the “wingspan” search allowed in Chimel, that is, evidence of the crime or the officers’ fear for their own safety.51 In 1981 the Supreme Court also fashioned a bright-line rule that when a person is arrested driving, or otherwise in a car, the police may make an automatic search of the entire 47Id. at 372. 48State v. Bauer, 36 P.3d 892 (Mont. 2001); State v. Bayard, 71 P.3d 498 (Nev. 2003); State v. Brown, 792 N.E.2d 175 (Ohio 2003); State v. Askerooth, 681 N.W.2d 353 (Minn. 2004). 49People v. McKay, 41 P.3d 59 (Cal. 2002). 50Chimel v. California, 395 U.S. 752, 762-63 (1969). 51United States v. Robinson, 414 U.S. 218, 236-237. 18 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham passenger compartment of the car, including containers therein, even if the officers do not believe there is further evidence of the crime or weapons in the car.52 For years, police could stop a minority driver on a pretext, or for a minor traffic infraction, arrest him and search his person and the passenger compartment of the car. The Supreme Court even extended this doctrine to arrests of “recent occupants” of a vehicle.53 Finally, however, the Court limited the Belton ruling 28 years later, and allowing a search incident to arrest of a passenger compartment only when the arrest was for a crime in which there is a “reasonable suspicion” that evidence relating thereto might be found in the search. A quick search for weapons in an automobile compartment would only be possible if the arrest were made while the suspect was still in the car.54 e.Pretext Stops and Institutionalized Paranoia Pretext stops and racial profiling have created a situation where motorists, when stopped by police for minor traffic violations, are presumed to be dangerous persons, guilty of something. This is because, on the one hand, police in many jurisdictions only use traffic stops against minorities in order to pursue possible violations of the drug or weapons laws, and, on the other hand, because this tactic results in the harassment of huge amounts of lawabiding African-Americans and other minorities who are fed up and sometimes are verbally abusive with the police, believing they are carrying out a racist policy, no not in the eyes of the police adequately cooperate (i.e, they “fail the attitude test”), or sometimes even resort to violence. In a pretext stop case, the U.S. Supreme Court ruled that police could order the driver of a car out of the car for officer protection purposes, even though the stop was only for a vehicle registration violation. The majority underlined how dangerous auto stops are for officers, in that they lead to 30% of cases where officers get shot.55 In extending the rule to passengers following a stop for driving 64 mph in a 55 mph zone, Justice Rehnquist, for the majority, noted that passengers are just as dangerous as drivers, and that, in 1994, 5,762 officers were assaulted and eleven killed following traffic stops. In the following statement, 52New York v. Belton, 453 U.S. 454, 460-63 (1981). 53Thornton v. United States, 541 U.S. 615 (2004). 54Arizona v. Gant, 556 U.S. 332, 335 (2009). 55Pennsylvania v. Mimms, 434 U.S. 106, 107-11 (1977). 19 Racial Profiling in the United States: The Practice, Its Often Fatal Consequences, and How the Case Law of the United States Supreme Court Facilitates It Prof. Dr. Stephen C. Thaman -Lauren Graham Rehnquist seemingly accepts that police only stop motorists for traffic violations in order to investigate more serious crimes, or that he just presumes the entire population of the U.S. is engaged in criminality, a bizarre notion in a country where the presumption of innocence has constitutional status: “It would seem that the possibility of a violent encounter stems not from the ordinary reaction of a motorist stopped for a speeding violation, but from the fact that evidence of a more serious crime might be uncovered during the stop. And the motivation of a passenger to employ violence to prevent apprehension of such a crime is every bit as great as that of the driver.”56. 56Maryland v. Wilson, 519 U.S. 408, 410 (1997). 20 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin* No one is born hating another person because of the colour of his skin, or his background or his religion. People learn to hate, and if they can learn to hate, they can be taught to love, for love comes more naturally to the human heart than its oppositeNelson Mandela- I. Vorspann Gegen Mittag des 4. November 2011, so heisst es in den Mitteilungen der Behörden, erschossen sich die 2 männlichen Mitglieder der rechtsextremen Terrorzelle NSU- Uwe Mundlos und Uwe Böhnhardt- nach einer Verfolgungsjagd durch die Polizei in einem Wohnmobil in Thüringen. Ein paar Kilometer weiter entfernt legte das 3. Mitglied der Terrorzelle- Beate Zschäpe- die gemeinsame Wohnung in Brand. Zschäpe flüchtete zunächst, bevor sie sich nach einigen Tagen dann doch der Polizei stellte. In den Trümmern des nieder gebrannten Hauses entdeckten die Ermittler die Mordwaffe Ceska 83, mit der seit dem Jahr 2000 insgesamt 9 Einwanderer über die ganze Bundesrepublik Deutschland verteilt sowie eine Polizistin umgebracht wurden.1 *Doktorandin an der FU-Berlin, Lehrstuhl für Verfassungs- und Völkerrecht; Vorstand BTBTM e.V. 1 Im Falle der Polizistin waren die Mordwaffen eine Tokarew und eine Radom, die ebenfalls in den Trümmern des in Brand gelegten Hauses gefunden wurden. Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Außerdem fanden sie eine DVD mit einem 15-minütigen Film, in dem die Tatorte der 10 Morde und zweier Nagel-Bombenanschläge auf Gegenden in Köln mit überwiegend türkischer Wohnbevölkerung aufgezeichnet worden waren. Die Anschlagsserie trägt den Namen „Aktion Dönerspieß“. Als Urheber tritt ein „Nationalsozialistischer Untergrund“ auf, kurz NSU, der sich als „Netzwerk von Kameraden“ vorstellt und ankündigt: „Solange sich keine grundlegenden Änderungen in der Politik, Presse und Meinungsfreiheit vollziehen, werden die Aktivitäten fortgeführt.“ Bemerkenswert ist auch hier im Falle des NSU der sich in den letzten 2 Jahrzehnten weltweit herausgebildete neue Typus des Terrorismus, der seinen Schrecken gerade aus der Wortlosigkeit bezieht,also ohne Bekenntnisschreiben.2 Keinem der Morde des NSU folgte ein Bekennerschreiben, vielmehr flog nach 13 Jahren das NSU-Terrortrio durch bloßen Zufall 2011 mit Auffinden der Mordwaffe Ceska 83 in den Trümmern des in Brand gelegten Hauses auf. Dieser relativ neue Typus politischer Gewalt bezieht seine Mächtigkeit gerade aus der Absage an den politischen Diskurs, der Verweigerung jeglicher argumentativen Auseinandersetzung. Vor diesem Hintergrund läuft derzeit der Strafprozess gegen die einzig überlebende der Terrorzelle, Beate Zschäpe, vor dem Oberlandesgericht München unter anderem wegen Gründung einer terroristischen Organisation, 10- fachem Mordes, mehrfacher Anschläge und Banküberfälle. Die Angeklagte macht aber eisern von ihrem Schweigerecht Gebrauch und hat es auch seit über 2 Jahren- seitdem der Prozess nunmehr läuft- noch nicht gebrochen. Wer rechtsextreme Gewalt bekämpfen will- egal wo auf der Welt- muss ihre Motive zu verstehen suchen sowie die Vorgeschichte und das Denken der Unterstützer beleuchten. Das gilt umso mehr, als dass das europäische Projekt, das den Nationalismus auf diesem Kontinent dauerhaft zu überwunden haben schien, heute in eine Legitimationskrise geraten ist und der Bezug auf die eigene Nation auf dem gesamten europäischen Kontinent eine Renaissance erlebt. 2 Vgl. Anthrax-Anschläge 2001 und christlich amerikanische Sekten wie Heaven´s Gate/ People Temple. 23 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin II. Einseitige Ermittlungen, Beschuldigung der Angehörigen, Rolle der Medien Es ist wirklich sehr verwunderlich, dass bis zur Selbstenttarnung 2011 die Sicherheitsbehörden von der Existenz des NSU nichts gewusst haben wollen. Bis dahin wurde den Taten kein rassistisches Motiv zugeschrieben, vielmehr wurde immer nur einseitig ermittelt, indem die Opfer zu Schuldigen erklärt wurden, die in Mafiageschäfte verwickelt seien, vielleicht liege auch ein Fall von Blutrache oder Ehrenmord vor. Es gab Ermittlungen bis in die Türkei. Nach den Tätern wurde innerhalb der Familien gesucht, teilweise wurde den hinterbliebenen Ehefrauen unterstellt, dass sie ihre verstorbenen Ehemänner zusammen mit ihren Liebhabern umgebracht hätten und das doch bitte endlich zugeben sollen. Die einzelnen Familienmitglieder begannen bereits sich gegenseitig selbst zu verdächtigen. Dies alles, obwohl mehrere Opferangehörige im Rahmen der Ermittlungen den Verdacht äußerten, dass die Taten rassistisch motiviert sein könnten. Diese Hinweise wurden übergangen und den Betroffenen mitunter sogar ausgeredet. An fast allen Tatorten gab es außerdem Zeugen, die die mutmaßlichen Täter vom Äußeren her eher als „Deutsche“ beschrieben. Diesen Hinweisen wurde nicht oder nur sehr oberflächlich nachgegangen. Entsprechend ihrer Medienstrategie wies die Polizei wiederholt darauf hin, dass die Ermittler auf eine „Mauer des Schweigens“ in den Opferfamilien stießen. Dabei wurden die Hinterbliebenen nicht nur seitens der staatlichen Stellen gebrandmarkt, gerade die Medien führten dazu, dass dem Mord der Liebsten der Rufmord der Familien folgte. Die Ausdrücke wie „Türkische Killer-Mafia“ oder „Döner-Morde“- als „Döner“ wurden die Opfer des NSU jahrelang in den Medien betitelt, obwohl nur eines von ihnen tatsächlich Dönerverkäufer war- haben seriöse Zeitungen in den öffentlichen Sprachgebrauch eingeführt; er liegt nicht sehr weit entfernt von der „Aktion Dönerspieß“, von der die Täter selbst sprachen. Obwohl der Verdacht auf das „kriminelle Mileu“ im Laufe der Zeit nicht im geringsten erhärtet werden konnte, dauerte diese Sprache weiterhin fort. So distanzierten sich auch zunehmend Nachbarn von den Hinterbliebenen, es könnte ja vielleicht doch etwas dran sein an den Vorwürfen, es sei das „kriminelle Milieu“- Freundschaften zerbrachen. So blieben bis zum 4. 11. 2011 die Angehörigen allein mit ihren Vermutungen, dass ihre Liebsten einem rassistischen Verbrechen zum Opfer gefallen seien. 24 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Leider erzeugen immer noch manche Politiker und Medien den Eindruck, es handele sich beim NSU um ein bloßes Außenseiter-Trio in einer sonst so humanen Gesellschaft. Umfragen sprechen jedoch eine ganz andere Sprache: Nach einer Studie über rechtsextreme Einstellungen in Deutschland 3 hält mehr als jeder zehnte Deutsche die Diktatur für die bessere Staatsform. Dass ein Buch des ehemaligen Berliner Finanzsenators „Thilo Sarrazin“ 2010 zum größten aller Bucherfolge der gesamten deutschen Nachkriegsgeschichte wurde, der die Überlegenheit des Eigenen genetisch festschrieb und den Muslimen jedwede Kompetenz zur Integration absprach und ihnen bloß die Fähigkeit zum „produzieren“ von „Kopftuchmädchen“ zusprach, ist dabei mehr als ein bloßer Zufall. Hier wird der Mensch zum bloßen Produkt erklärt, ihre Reduktion auf die singuläre Eigenschaft des Kopftuchtragens- zumal im Kontext des Unerwünschtseins ihrer Existenz- geht einher mit dem Verlust persönlicher Würde und menschlicher Rechte.4 Es ist wirklich traurig, dass man mit der Herabsetzung und Stigmatisierung einer ganzen Bevölkerungsgruppe- die immerhin mittlerweile 4 Millionen an der Gesamtbevölkerung ausmacht, mit steigender Tendenz, gerade was den Anteil an der jüngeren Bevölkerung angeht- durch ein solches Buch zum vielfachen Millionär werden kann. Es sollte in jeder Gesellschaft, egal wo in der Welt, ein Tabu geben- nämlich, dass man „schwächere“ Gruppen der Bevölkerung nicht herabsetzt. Denn die Größe eines Menschen beziehungsweise die Humanität der Gesellschaft zeigt sich gerade darin, wie er mit den „Schwächsten“ der Gesellschaft umgeht. Neben vielen meiner Freunde und Bekannten mit „Migrationshintergrund“ musste auch ich mir damals als das Buch frisch erschien und zum „Bestseller“ in Deutschland wurde, während eines Praktikums beim Jugendstrafrichter in Berlin mehrmals anhören, wie Recht doch der liebe Herr Sarrazin habe und dass man nun endlich solche Dinge auf den Tisch packen könne. Ich aber- als nicht kopftuchtragende angehende Juristin- sei natürlich nicht gemeint, denn ich sei ja schließlich eine „Ausnahme“. Welch Kompliment! Nicht gerade schön für ein junges Mädchen, die- statt sich ganz auf ihre Arbeit zu konzentrieren- als Repräsentantin einer 3 Studie Friedrich-Ebert-Stiftung, "Fragile Mitte- Feindselige Zustände, Rechtsextreme Einstellungen in Deutschland", 2014. 4 Achim Bühl, „Islamfeindlichkeit in Deutschland. Ursprünge, Akteure, Stereotype“, S. 138. 25 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Bevölkerungsgruppe, der jede Kompetenz abgesprochen wird und dies auch noch genetisch begründet wird, sich ständig gezwungenermaßen in Erklärungsnot befindet. Dies sollte auch nicht das letzte Mal sein. Meine nächste Begegnung mit solchen Anmerkungen im Staatsdienst- neben dem latenten Rassismus, den man ab und an auch im alltäglichen Leben erlebt, diesen aber durch die jahrelange „Erfahrung“ leicht wegstecken kann- machte ich schließlich im Referendariat. Nur als ein Beispiel genannt sei meine erste Sitzung als Staatsanwältin, bei der ich vom Richter, nachdem ich meinen türkischen Namen genannt hatte- auch noch mit richtiger Aussprache „Şahin“ und nicht „Zahin“- und wie jeder andere Referendar auch richtig stolz war zum ersten Mal als Staatsanwältin auftreten zu dürfen, mir folgendes anhören musste: „Ah, heute mal nicht auf der Anklagebank!“- diesmal war aber der Unterschied, dass ich nicht mehr die kleine Praktikantin von damals war und daher nicht mehr schwieg, sondern erwiderte: „Ja, Zeiten ändern sich, in Zukunft werden viele „Şahin´s“ als Richter und als Staatsanwalt auftreten“. Bis dahin war nämlich mein Wunsch gewesen in den Staatsdienst einzutreten, Richterin oder Staatsanwältin zu werden- denn ich fühlte und fühle mich immer noch in der Verantwortung, einen kleinen Beitrag dazu zu leisten, dass die gesellschaftlichen Verhältnisse auch im Staatsdienst- zumindest ansatzweise- widergespiegelt werden und auch um als Vorbild für meinesgleichen jüngeren Alters zu dienen- wie wichtig dieser Kinderwunsch auch tatsächlich war, wurde mir mit den Ereignissen des NSU dann wirklich zuteil. Glücklicherweise blieben weder die Begrifflichkeiten „Dönermorde“ noch Sarrazins Buch folgenlos. In diesem Zusammenhang folgten Rügen seitens des UN-Ausschusses für die Beseitigung der Rassendiskriminierung, einmal 2009 und einmal 2013. Der Ausschuss wertete die Äußerungen Sarrazins als ganz klar rassistisch und rügte, dass die Strafverfolgungsbehörden in Deutschland keinen effektiven Rechtsschutz gegen rassistische Hassrede beziehungsweise „hate speech“ gewährleistet hätten, weil Anzeigen gegen Sarrazin wegen Volksverhetzung damals mit der Begründung nicht verfolgt wurden, dass die Aussagen von der Meinungsfreiheit gedeckt seien. Auch wurde 2011 das Wort „Dönermord“ in Deutschland zum Unwort des Jahres gewählt.5 5 Bis 1994 wurde das „Unwort des Jahres“ im Rahmen der Gesellschaft für deutsche Sprache (GfdS) gewählt- mittlerweile durch die „Sprachkritische Aktion Unwort des Jahres“. 26 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin „Unworte bereiten Untaten den Boden“, so wie es der ehemalige Bundespräsident Johannes Rau einmal im Jahr 2000 6 gesagt hat- dies ist übrigens auch das Jahr, wo der NSU mit seiner Mordserie begann- welch erdrückender Zufall. Hat man erst einmal akzeptiert, und sei es auch „nur“ auf sprachlicher Ebene, dass die Würde des Menschen- entgegen des Artikel 1 Grundgesetz, der die Würde des Menschen für unantastbar erklärt- disponibel ist, dann gerät unsere Ordnung ins Wanken! Darauf komm ich aber gleich an anderer Stelle nochmal zu sprechen! III. Anfänge des NSU und Hintergründe Der NSU- Prozess, der derzeit in München läuft, beschränkt sich nicht auf ein ganz normales Strafverfahren. Neben den medialen und gesellschaftlichen Aspekten, die ich bereits erläutert habe, spielen auch geschichtliche und insbesondere die Verantwortlichkeit des Staates, seiner Ermittlungs- und Verfassungsschutzbehörden (Geheimdienste) eine herausragende Bedeutung. Zunächst aber zum historischen Teil: Bei der Entstehung des NSU spielten die gesellschaftlichen und sozialen Verhältnisse zur Zeit der Wiedervereinigung nach 1990 eine große Rolle. Wie paradox es auch auf dem ersten Blick zu sein scheint, ist gerade das aus dem „kommunistischen“ Regime hervorgegangene Ostdeutschland heute geprägt durch Faschisten. Heute gelten viele Teile Ostdeutschlands für Menschen mit nicht eindeutig heller Hautfarbe sogar als „No-Go-Areas“- gerade hier finden die meisten Übergriffe auf Ausländer und Asylanten statt, obwohl der ausländische Bevölkerungsanteil in dieser Region mit gerade einmal 2 % an der Gesamtbevölkerung verschwindend gering ist. Auch Gruppierungen wie Pegida gegen die „Islamisierung des Abendlandes“ bildeten sich aus Dresden heraus, also aus dem Osten. Gerade weil hier kaum Ausländer leben, sind die Ressentiments hier am größten. Nicht zuletzt schüren gerade Medien und auch manche Politiker die Ängste der Menschen, obwohl es Aufgabe der Politik sein sollte nicht Ängste zu bedienen, sondern mit ihnen umzugehen. 6 Berliner Rede vom 12. Mai 2000, "Ohne Angst und ohne Träumereien: Gemeinsam in Deutschland leben". 27 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Nach der Wiedervereinigung 1990 nach insgesamt 30 Jahren geteiltes Deutschland mit zwei gegensätzlichen Systemen- dem Kommunismus und Kapitalismus- und dem Übergang der DDR vom kommunistischen ins kapitalistische System, wurden die Differenzen im wiedervereinigten Deutschland immer größer: Menschen im weniger entwickelten Osten verloren ihre Arbeitsplätze und die „Ausländer“ aus dem Westen wurden zu „Sündenböcken“. Jugendliche der Wendezeit aus dem Osten radikalisierten sich, darunter auch die Mitglieder des NSU, die Uwes & Beate Zschäpe. Die Anfänge des NSU begannen mit der Gründung der rassistischen Vereinigung „Thüringer Heimatschutz“ im Jahre 1997. Obwohl dieser nicht mehr als 120 Mitglieder zählte, war er mit mehr als 40 V-Leuten durchsetzt gewesen. So flossen auch Gelder vom Thüringer Verfassungsschutz an jene V-Leute in Höhe von mehreren 100. 000 Euro als Gegenzug für die Lieferung von Infos aus der Szene. Diese staatlichen Gelder wurden auch vornehmlich in den Aufbau der rechtsradikalen Szene eingesetzt und trugen somit wesentlich zum Erstarken des Rechtsradikalismus bei.7 Es verwundert daher sehr, dass trotz einer so großen Anzahl von V-Leuten in der Szene, konnte und der Verfassungsschutz von all dennoch das Trio unbehelligt über 10 Jahre morden den Aktivitäten nichts gewusst haben will?! Die eigentliche Geburtsstunde des NSU schlug dann 1998, als das Trio untertauchte und darin übereinkam, sich zu einem fest organisierten Verband mit dem Ziel zusammenzuschließen, aus der Illegalität heraus durch Mord- und Sprengstoffanschläge ihre nationalsozialistisch geprägten völkisch-rassistischen Vorstellungen vom „Erhalt der deutschen Nation“ zu verwirklichen, um den „Volkstod“ zu verhindern. Dabei sollte ihre Ideologie nach dem Grundsatz „Taten statt Worte“ umgesetzt werden. Ich hatte vorhin die Bedeutung der Sprache der Medien in Zusammenhang mit Rechtsradikalismus eindringlich betont- und warum? Genau aus diesem Grund: „Taten statt Worte“- dies zeigt, dass der Übergang von Unworten zu Untaten leicht praktiziert werden kann. Daher sollten wir alle es sehr ernst nehmen, egal wo auf der Welt, wenn Menschen- sei 7 Vergleich: article13215911.html. http://www.n-tv.de/politik/NSU-erhielt-Spende-vom-Verfassungsschutz- 28 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin es auch „nur“ auf sprachlicher Ebene- ihrer „unantastbaren“ Würde beraubt werden- nur weil sie „anders“ sind. Durch die hinrichtungsgleichen Erschießungen von Menschen türkischer Herkunft- durch Verwendung ein und derselben Schusswaffe- sollten die Taten in der Öffentlichkeit bewusst als serienmäßige Hinrichtungen wahrgenommen werden. Ferner sollte durch die Sprengstoffanschläge eine größere Anzahl von Opfern getroffen werden, wodurch die durch die Mordanschläge hervorgerufene Verunsicherung in Bevölkerungsteilen mit Migrationshintergrund weiter verstärkt, Vertrauen in den Staat geschwächt und ausländische Mitbürger zum Wegzug veranlasst werden sollten. Es sollte das Gefühl unter den türkischen Einwanderern erzeugt werden, dass nie mehr ein Türke in Deutschland in Sicherheit werde leben können, indem sich der NSU zufällige, über die ganze BRD verstreute Opfer aussuchte. Der wesentliche Aspekt bei der Auswahlentscheidung der Opfer war dabei die Fortpflanzungsfähigkeit. Zielgruppe waren insbesondere Menschen, die sich bereits fest in Deutschland niedergelassen hatten, denn dieser Personenkreis handelte durch seine Integrationsleistung ihrem an einem völkisch-rassistischen Nationalverständnis orientierten Interesse in besonderer Weise zuwider.8 Dabei übersehen die Nazis aber, dass die heutige Bevölkerung Deutschlands mit einer Einwohneranzahl von 82 Million voraussichtlich im Jahr 2050 auf 65 Millionen sinken wird. Dass heisst Deutschland braucht dringend Zuwanderung. Mit gerade einmal 1,3 Kindern pro Frau hat Deutschland weltweit die geringste Geburtenrate- Grund dafür ist vor allem das hohe Durchschnittsalter der Bevölkerung.9 Wenn die Menschen mit Migrationshintergrund alle das Land verlassen würden- welche insgesamt 20 % der Gesamtbevölkerung ausmachen, bei Kindern unter 5 Jahren hat sogar jedes 3. Kind einen Migrationshintergrund- dann würden die ganzen sozialen Systeme Deutschlands zusammenbrechen. IV. Rechtsextreme Gewalt in Deutschland, NSU- Ein Fall des strukturellen Rassismus? 8 Aus der Anklageschrift vom 5. November 2012 zum NSU-Verfahren. 9 http://www.spiegel.de/wirtschaft/soziales/deutschland-hat-die-niedrigste-geburtenrate-der-welt-a1036553.html. 29 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Dass seit der Wiedervereinigung 1990 nach Angaben von antirassistischen Initiativen etwa 182 Menschen fremder Herkunft aus rassistischen Motiven ermordet wurden10, hat Deutschland allenfalls am Rande registriert. Zu den bekanntesten Taten gehören unter anderem die Brandanschläge von Mölln und Solingen, bei denen 8 Menschen türkischer Herkunft ums Leben kamen oder auch der Fall der ägyptischen Handballnationalspielerin und Pharmazeutin, Marwa El-Sherbini, die in Dresden Opfer rassistischer Gewalt im Rahmen einer Gerichtsverhandlung wurde. Erst die Mordserie des NSU setzte die Öffentlichkeit dann wirklich in Alarmbereitschaft. Die Bundesregierung beharrt aber bis heute auf „nur“ insgesamt 75 Opfer inklusive der des NSU. 11Diese große Diskrepanz zwischen der Zählung von Todesopfern rechter Gewalt seitens staatlicher Behörden und unabhängiger Organisationen beruht auf der engen Auslegung rechter Gewalt seitens des Staates. Gerade für die Zeit zwischen 1990 und 2000 finden sich viele Fälle, die von offizieller Seite nicht als Todesopfer rechter Gewalt anerkannt werden. Dies hängt vor allem damit zusammen, dass bis 2001 die Taten noch anhand des sehr engen Kriteriums „extremistisch“ beurteilt wurden, also nur solche Taten einbezogen wurden, die sich gegen die „freiheitlich demokratische Grundordnung“ richten und eine „Systemüberwindung“ zum Ziel haben.12 Somit kam es zu einer sukzessiven Entpolitisierung der Taten. Heute ist es sehr schwierig Licht ins Dunkel dieser Fälle zu bringen, gerade weil einer Nichtregierungsorganisation die Einsicht in Polizeiprotokolle und Gerichtsakten nicht gestattet wird. Bemerkenswert ist zudem, dass das Bundesamt für Verfassungsschutz 2006 seine Abteilung für Rechtsextremismus schloss, die Jugendministerin Schröder 2009 drastisch die Mittel für Initiativen kürzte, die sich gegen Rassismus einsetzen, obwohl zwischen 2001 und 2011 die Zahl rechtsextremer Gewalt um die Hälfte zunahm. 10 Vergleich hierzu insbesondere: http://www.mut-gegen-rechte-gewalt.de/news/chronik-dergewalt/todesopfer-rechtsextremer-und-rassistischer-gewalt-seit-1990/; vergleich auch http://www.zeit.de/gesellschaft/zeitgeschehen/todesopfer-rechter-gewalt. 11 Das geht aus einer im Juli 2015 veröffentlichten Antwort der Bundesregierung auf die Bundestagsdrucksache 18/5488 der Fraktion Bündnis 90/ Die Grünen hervor, vgl. auch http://www.zeit.de/gesellschaft/zeitgeschehen/2015- 07/rechte-gewaltzahl-der-toetungsdelikte-bundesregierung. 12 Vergleich: http://www.mut-gegen-rechte-gewalt.de/news/chronik-der-gewalt/todesopferrechtsextremer-und-rassistischer-gewalt-seit-1990/ 30 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Dies alles weist darauf hin, dass die strukturelle Verdrängung fortdauert. Sie ist eine Ursache dafür, dass der NSU 13 Jahre lang verschwunden bleiben konnte, obwohl es zahlreiche Hinweise auf ihren Wohnort gab, obwohl sie sich offenbar keineswegs abschotteten, ein weitverzweigtes Netz von Unterstützern hatten, die auf Versammlungen für sie warben und Geld sammelten.13 Doch was ist überhaupt struktureller Rassismus? Dieser ist gegeben, wenn Institutionen rassistische Zuordnungen, die sich aufgrund historischer und gesellschaftlicher Macht- und Gewaltverhältnisse entwickelt haben, übernehmen und daraus für die Betroffenen aufgrund ihrer Hautfarbe, Kultur oder ethnischen Herkunft systematische Benachteiligungen folgen. Dies bedeutet nicht, dass alle Personen, die in solchen Institutionen arbeiten, rassistisch sind. Durch die unkritische Akzeptanz solcher rassistischen Stereotype entsteht aber ein verzerrtes Bild der eigentlichen Geschehnisse und folglich eine Fehleinschätzung des handelnden Beamten.14 Es ist aus heutiger Sicht schlicht nicht erklärbar, warum die staatlichen Institutionen einen rechtsextremen Hintergrund der Mordserie bis zuletzt ausgeschlossen haben. Stellvertretend sei nur daran erinnert, dass Mitarbeiter des Bundesamts für Verfassungsschutz direkt nach dem Auffliegen des NSU Akten über mögliche NSU-Helfer vernichtet haben. Die Ermittlungen, die in diesem Zusammenhang, auch gegen den früheren Präsidenten des Bundesamtes liefen, sind beendet - ohne strafrechtliche Konsequenzen für die beteiligten Beamten. Seltsam ist auch das Sterben mehrerer Zeugen kurz vor ihren Vernehmungen- genannt sei etwa der Fall des V- Mann Corelli, einer der wichtigsten Quellen des Verfassungsschutzes: Wie jetzt erst rauskam, bedankte er sich bereits 2002 auf seiner Website öffentlich beim NSU und bereits 2005 übergab er dem Verfassungsschutz eine CD mit der Aufschrift „NSU/NSDAP“. Zudem weist er Verbindungen zu den rechtsradikalen Vereinigungen Kuklux-Clan und Blood & Honour auf- auch dies indiziert, dass der NSU- entgegen der 13 Navid Kermani, „Vergesst Deutschland“, S. 22; Kermani wurde 2015 mit dem „Friedenspreis des deutschen Buchhandels“ geehrt, dem höchsten Preis für Literatur. 14 Vergleich auch: The Stephen Lawrence Inquiry, Report of an inquiry by Sir William MacPherson of Cluny (The MacPherson Report): Chapter 6.34; https://www.gov.uk/government/publications/the- stephen-lawrence-inquiry. 31 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Anklageschrift nicht nur aus 3 Personen bestand, sondern neben Kameraden in Deutschland sogar möglicherweise ein internationales rechtsradikales Netzwerk unterhielt. Bevor sich Corelli aber zu diesen Vorwürfen äußern konnte, wurde er leider vor seiner erneuten Vernehmung tot in seiner Wohnung aufgefunden- aufgrund einer versteckten Diabetes. Noch immer ungeklärt ist auch der Fall beim 7. Mord an Halit Yozgat in seinem Internetcafe in Hessen, bei dem auch der Verfassungsschutzmitarbeiter Andreas Temme zugegen war, der zudem für seine Rechtsgesinnung bekannt ist. Als einziger Zeuge will er nichts von den Schüssen gehört haben. Bemerkenswert ist, dass er 45 Minuten vor dem Mord und 15 Minuten danach mit seinen V-Leuten telefoniert haben soll. Die Ermittlungen gegen ihn blieben erfolglos. Die Beamten ermittelten in allen Fällen einseitig und machten die Opfer zu Tätern. Rassismus wurde bis zum siebten Mord an Halit Yozgat nicht in Erwägung gezogen. Erst nach dem 8. und 9. Mord wurde erneut eine Fallanalyse durchgeführt, bei der zum ersten Mal eine „türkenfeindliche Gesinnung“ als mögliches Tatmotiv benannt wurde.15 Aus Unzufriedenheit mit dem Ergebnis, dass Türkenfeindlichkeit als Motiv denkbar sei- immerhin, es war Sommer 2006, alle Welt blickte auf Deutschland als Gastgeber der Fußballweltmeisterschaft- wurde eine weitere Fallanalyse in Auftrag gegeben. Diese kam dann schließlich wieder zu dem Ergebnis, dass das Motiv ausschließlich in der organisierten Kriminalität zu suchen sei.16 Diese Analyse führt den Grund für diese 1-seitigen Ermittlungen wunderbar vor Augen, in der es wortwörtlich heisst: „Vor dem Hintergrund, dass die Tötung von Menschen in unserem Kulturkreis mit einem hohen Tabu belegt ist, ist abzuleiten, dass der Täter hinsichtlich seines Verhaltenssystems weit außerhalb des hiesigen Normen- und Wertesystems verortet ist. “ Also ein Ausländer! Ein weiteres Indiz für den strukturellen Rassismus liefert das vom FBI 2007 auf Bitten der deutschen Behörden ebenfalls erstellte Täterprofil. Basierend auf deren Daten stellten die FBI-Ermittler fest: „Der Täter hat eine persönliche, tief verwurzelte Feindseligkeit gegen 15 Zweite Operative Fallanalyse LKA Bayern 9. Mai 2006, vgl. hierzu: Deutscher Bundestag, Drucksache 17/14600, S. 560. 16 Operative Fallanalyse des Landeskriminalamtes Baden-Württemberg vom 30. Januar 2007, Kriminalhauptkommissar beim LKA-BW und hauptverantwortlicher Fallanalytiker Udo Haßmann. 32 Der Jahrhundert-Prozess: Das NSU-Verfahren in München- Anfänge des NSU, Hintergründe, Struktureller Rassismus? Safiye Şahin Menschen türkischer Herkunft.“17 Während die deutschen Polizeibehörden sich auf die Vorstellung eines kriminellen Umfelds der Opfer fixierten, wiesen die amerikanischen Ermittler in die richtige Richtung. Beiden Seiten lagen die gleichen Informationen für die Erstellung des Täterprofils vor.18 Doch was sagen die einzelnen Untersuchungsausschüsse und die Bundesregierung zum NSU? Als ein Beispiel genannt sei der Thüringer Untersuchungsausschuss, dem zufolge die Fahndung nach dem Trio "ein einziges Fiasko" gewesen sei. Man könne nicht mehr nur von "unglücklichen Umständen“ oder "Pannen" sprechen, da nicht einmal einfache Standards eingehalten worden seien. Der Ausschuss nährt damit den Verdacht, dass die Behörden das Untertauchen des Trios bewusst begünstigt haben könnten. Erschütternd ist dabei die Feststellung des Ausschusses, dass die Morde hätten verhindert werden können, wenn diese „Fehler“ nicht begangen worden wären. Trotz all der Indizien wird aber weder seitens der Untersuchungsausschüsse noch seitens der Bundesregierung auf strukturellen Rassismus als Ursache der Geschehnisse eingegangen. Umso wichtiger ist es, dass nun der Anti-Rassismus-Ausschuss der UN im Mai 201519 den strukturellen Rassismus in Deutschland klar benannt hat. Besorgt zeigte sich der Ausschuss insbesondere darüber, dass Institutioneller Rassismus noch immer nicht erkannt und benannt werde. Gerade diese Verdrängung sei aber Indiz für den strukturellen Rassismus. Zudem sei man alarmiert über die staatliche Praxis im Umgang mit V-Leuten. Beunruhigend sei auch die Zunahme und Ausbreitung rassistischen Gedankenguts durch gewisse politische Parteien und Bewegungen. In Deutschland mangele es an „effizienten Maßnahmen zur Bestrafung und Unterbindung entsprechender Reden und Verhaltensweisen“. Gerügt wird zudem die geringe Präsenz von „people of colour“ in staatlichen Institutionen, die möglicherweise das strukturelle Versagen der Behörden verhindert hätten. 17 18 Deutscher Bundestag, Drucksache 17/14600, S. 578. hierzu Berichte in deutschen Medien, bspw. Spiegel Online vom 23. April 2012: http://www.spiegel.de/panorama/justiz/ceska-morde-des-nsu-fbi-ging-von-auslaenderhass-alsaus-a-829270.html. motiv- 19 http://www.forummenschenrechte.de/cms/upload/PDF/2015/Schlussbemerkungen_CERD_2015_deutsch.pdf. 33 Islamophobia in Hungary Zoltan Bolek* Bismillah Irrahman Irrahim Dear Ladies and Gentlemen, Please let me introduce in a few words.I was born in 12th November 1959 during the communist era in a small town in eastern Hungarz. I graduated in 1997 majoring in polity administration and moreover I am a histtorian too.My current area of research is the co-existence of the Austro-Hungarian empire and BosniaHercegovina,especially in World War I and the Ottoman alliance and cooperation. Muslims have lived in Hungary both Hungarian and kindred nations’ Muslims since the Conquest of the Carpathian Basin.The first problems occurred after the consolidation of Christianity, when under pressure from the Christian church, several Hungarian rulers also started the persecution of Hungarian Muslims. As a result of this the Muslim minority disappeared by 1350 from Hungary. After the Ottoman Empire left Hungary those several hundreds of Muslim families left behind were forcibly baptised after 1711. Since the first years of the Communism there was systematic persecution against the small religious minorities and among them were the bosnian-albanian-turkish Muslims as well. In 1990 after the fall of the Communism the first Hungarian Muslim Community has been recognized by the state,and received ecclesiastical status,although it didn’t have a place a worship or any other assets.The Muslim community didn’t get back those mosques which were confiscated by the Catholic church and been converted to churches. * Macar İslam Cemiyeti Başkanı / President of HungarianIslamAssociation Islamophobia in Hungary Zoltan Bolek In the early nineties, the skinhead movement was very strong, and they attacked all non-white and non-Christian people in public areas verbally and/or physically. They were especially aggressive with the Arab and African students,and with hijabi Muslim girls.There were several criminal court cases as the result of these physical assults. At the end of the nineties, a new anti-Islamic groups raised his voice, and it was a neoprotestant sect,the Church of Faith and has American origin, and strongly Pro Israel, and there have good connection with the anti-Palestinian forces.They are having own television channel, weekly and monthly magazine. The name of their tv channel is ATV.During the evenings they are airing the 700 Club on hungarian language-which is marked with the name of Patt Robinson-where every show agigate against Islam.Their whole media programs have articles and analyzes very often which incites against Islam and Muslims and project our religion as the religion of terror.The sect has tens of thousands of followers in Hungary.So far all attemps for dialogues and peace fell on deaf ears from their side.In general all governments supported them,because the followers of the sects could be deciding factors in political elections. These are in addition to this media group the so called Christian community portals, newspapers, who quite often incite against Islam. The Hungarian Islamic Community each year publishes a summary of Islamophobic phenomenas. Several medias have also been included in this list: Index news portal, Hetek Újság, ATV, Kuruc Info. A new phenomenon a year and a half ago from the side of the right,far.right and radical groups,the rarely appearing islamophobia came up as a vulcanic eruption. Because before that Islamophobic rhetorics within the politics appeared only during the time of the previous prime minister Ferenc Gyurcsany and certainly it was in the leftist and liberal era.In particular Ferenc Gyurcsany called the Saudi football players terrorist.There was a political scandal because of this incident. Typically the hatred and threathening used to blazing after an act of terrorism in Europe which they blame on Muslims.For example,after the Madrid terrorist bombings in 2005,unknown attacker(s) shot into our mosque’s window with a small caliber gun. Since the end of 2014 beginning of 2015 there is a significant change occurred in the Hungarian parties’ resolution towards Islam and Muslims.(The initial date of this is the Charlie Hebdo attacks!)The politicians of the right-wing Fidesz and especially of the Christian Democratic People’s Party declared it and made it clear before their voters that 35 Islamophobia in Hungary Zoltan Bolek Muslims are not „presentable” in either Europe or in Hungary.The Governments anti-refugee posters on hungarian language in 2015 further escalated the negative feelings towards Muslims ,and it was suitable to incite the hatred too.The poster campaign was inherently inefficient because it was done in Hungarian language and in Hungary and it seemed only as a popularity contest between the Fidesz and Jobbik parties.Indeed,the Jobbik has changed its strategy and their friendship towards Islam,Arabs and Turks has been replaced by the antiiMuslim rhetorics what was coated into the actions against the refugees and migrant crisis.The Jobbik’s background organizations are organized huntings on the hungarian borders against refugees,recruited voluntary troops,and organized protests.They declared,they respect Islam but it has to stay in Islamic countries.Hungary needs to remain Christian.I need to note that most of these so-called Christian people are not practicing the religion and not going to church at all.Most of their mass base are from poor lower class who are anti-Roma and antisemitists too.It is typical for these people they are very ignorant towards Islam,have low intelligence,they are easily mobilizable,in groups they are aggressive,violent and they are not scared of the use of violence.Unfortunately the Government regardless of its promises couldn’t disband these groups.Gabor Vona who was reportedly the friends of the Muslims,said-at the summer event of the news about the planned Turkish Diyanet mosque:That there shouldn’t be built a big mosque like this,and need to thinkk about the construction at all.Gabor Vona is the chairman of the Jobik party.He visited Turkey several times.He gave lectures for university students as well. The governing parties’ behaviour is strange and contradicting towards Islam.To abroad especially towards Islamic countries,they propagate that because of the Hungarian Islamic Community is recognized religiously and organization vise,the government is not Islamophobic.However,Viktor Orban had a particularly hostile statement in the Hungarian National Radio: „By external forces we don’t want to live together with large numbers of Muslims.” Later, as we responded to this statement in an open letter, he refined his position on two occasions and apologized directly to the indigenous Muslim community. However it looks like when the Prime Minister talks nicely about Islam and the local Muslim Community,in the same time a Christian Democratic Party MP make a statement against Islam and Muslims. Due to the hatred campaign started by the Fidesz and Jobbik on the course of campaign against the refugees,in practice hatred poured on Muslims on the social medias.An example of 36 Islamophobia in Hungary Zoltan Bolek this is the article which reported on the 71 refugees suffocated in the van,90% of the comments below reacted that they would liked to have more deaths! At the moment the Islamophobia is allowed to be completely out of the bottle,and no-one knows which political power can manage to put it back. I’d like to mention examples from this year attrocities towards Muslims: The Islamophobia is pouring on social medias and webpages,several well-known person in Hungary has been abused verbally,and there were death hreats too.Although we are born hungarians,in their opinion we should immediately leave Hungary,because we are potential terrorists.The hijabi sisters religion can be identified easily.They suffer from frequent verbal abuse on the street and public transport,there happened tear off the veils,spitting and oncetwice slapping against them.Because of this many Muslim women don’t go out without a male companion and/or don’t wear the hijab. What is the solution?What is the solution against the strenghtening and expanding Islamophobia in Hungary? 1.Media appearences 2.”Isolate” the Islamophobic groups,public figures,politicians and medias 3.Introduce the religion of Islam to the people,clear distancing from extreme forces and ideologies. 4. The use of local and international diplomacy,and if necessary apply pressure against the Islamophobic forces. 5.Media exposure against islamophob individuals and groups. 5. Média leleplezés az iszlamofób személyek, csoportok ellenében. 6.Look for friends and have tight co-operation with them be as Jews,Christians,medias or politicians. 7.Continuous attention,reporting,and publications both in Islamic and in EU countries too. 8.Build up allience against the Islamophob forcesin the EU offices and Parliament,and officially declare islamophobia as racism,and the Islamophobic forces as racists. Thank You for listening me!May Allah bless You all! 37 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh* Introduction Any history of Africa, particularly sub Saharan Africa that is told without a considerable portion given to racial discrimination is incomplete. Racial discrimination that can be told through slavery and colonialism in Africa is well documented. Alongside this, the history of South Africa is of particular importance because of apartheid. This is peculiar because segregation, discrimination, suppression and oppression were against blacks who made up the majority in their ancestral lands. Thus contrary to the normal phenomenon where discrimination is usually against a minority, as supported by John Hasnas in his definition (infra)1, in this case it was against a majority. Because of the well documented history of slavery, colonialism and apartheid in Africa, our presentation will look at the contemporary situation of discrimination and hate crime in Africa post colonialism and apartheid. Discrimination and hate crime in Africa takes various forms some of which are, religious2, ethnic, sexual orientation, and especially xenophobia and racial. Furthermore, migration and refugee status of blacks in other countries have let to hate crimes. Though we will mention the other forms of discriminations and hate crimes in passing, our focus will be sexual orientation, racial differences and xenophobia. We note the close link between xenophobia, * İstanbul Üniversitesi 1 John Hasnas, Equal Opportunity, Affirmative Action, and the Anti-Discrimination Principle: The Philosophical Basis for the Legal Prohibition of Discrimination, 71 FordhamL. Rev. 423 (2002). P, 431 2 In the central African Republic,, two years of violence erupted after Muslim Seleka Rebels seized power in the majority Christian country in 2013. The violence has killed thousands and forced hundreds of thousands to leave their homes. Aljazeera, deadly violence erupts in CAR over killing of Muslimwww.aljazeera.com,. Accessed 27/09/2015 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh refugee and mistreatment of migrants i.e. they have almost the same manifestation – the fear of foreigners. Seeing as how Africa south of the Sahara is largely made of blacks, it is not strange that racial discrimination is not prevalent. Therefore, we will concentrate on South Africa and the Maghreb. We choose South Africa, not just because of its history but because of its rich make-up. It is made of blacks, whites, Indians etc. We choose some northern African countries, i.e. the Maghreb because migrants use them as gate-ways to Europe but are usually stuck as a result of difficulties beyond their control. They also migrate to these countries to work. For better comprehension, we will look at the various laws, regulating discrimination in these countries; specific instances of discrimination and hate crime and response of the public and government. HateCrime: It has been described as a criminal act committed with a bias motive3. It has two key components, i.e. the criminal act itself (e.g. such as arson, assault, rape or murder) alongside a bias motive (e.g. prejudice linked to race or nationality)4. Hate crimes are violent manifestations of intolerance and have a deep impact on not only the immediate victim but the group with which that victim identifies him or herself5. It is therefore motivated in part or in full, by prejudice about a victim, based on their alleged or actual membership to a group and it is also a message crime i.e. these crimes send, whether intended by the perpetrator or not, a message to the hated group6. Such crimes therefore do not only affect direct victims but affect community feelings of safety, security, and cohesion7. There is thus need for them to be treated differently with particular attention because the severe emotional and psychological 3 Organisation for Security and Cooperation in Europe, Hate Crime Laws: A Practical Guide, (2009), p, 16. http://www.osce.org/odihr/36426?download=true accessed 24/09/2015 4 Ibid 5 Organisation for Security and Cooperation in Europe, P, 8 6 “Corrective rape”, hate crimes, and the law in South Africa, Parliament of South Africa, Research Unit, July 2013, p, 3 7 Harris, B (2004) “Arranging Prejudice: Exploring Hate Crime in post-apartheid South Africa” Centre for the Study of Violence and Reconciliation, Race and Citizenship in Transition Series. Accessible via http://www.csvr.org.za/docs/racism/arrangingprejudice.pdf accessed 23/09/2015 39 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh impact of such crimes potentially extends beyond the individual victim to the group to which the individual belongs, or is perceived to belong8. Discrimination: Discrimination has been defined using three criteria, 1) unequal treatment on the basis of irrelevant characteristics, 2) oppressive unequal treatment directed against individuals because of their membership in a minority group, and 3) conduct that has the effect of subordinating or continuing the subordination of a minority group9. Migrants: According to the UN convention, migrant workers and members of their families: (a) Are considered as documented or in a regular situation if they are authorized to enter, to stay and to engage in a remunerated activity in the State of employment pursuant to the law of that State and to international agreements to which that State is a party; (b) Are considered as non-documented or in an irregular situation if they do not comply with the conditions provided for in subparagraph (a) of the present article10 Refugee: A refugee is any person who, owing to well-founded fear of being persecuted for reasons of race, religion, nationality, membership of a particular social group or political opinion, is outside the country of his nationality and is unable or, owing to such fear, is unwilling to avail himself of the protection of that country; or who, not having a nationality and being outside the country of his former habitual residence as a result of such events, is unable or, owing to such fear, is unwilling to return to it. In the case of a person who has more than one nationality, the term “the country of his nationality” shall mean each of the countries of which he is a national, and a person shall not be deemed to be lacking the protection of the country of his nationality if, without any valid reason based on well-founded fear, he has not availed himself of the protection of one of the countries of which he is a national11. The OAU convention on refugees adopts this definition, but goes further to add that, The term “refugee” shall also apply to every person who, owing to external aggression, occupation, foreign 8 Duncan Breen, and Juan A. Nel, South Africa – A Home For All? The need for hate crime legislation, Institute for Security Studies, SA Crime Quarterly no 38, December 2011 9 John Hasnas, note 1 10 Article 5 International Convention on the Protection of the Rights of All Migrant Workers and Members of Their Families, Adopted by General Assembly resolution 45/158 of 18 December 1990 11 Resolution 2198 (XXI) adopted by the United Nations General Assembly 16 December 1966, Article 1 of the 1951 convention, read with its 1967 protocol, relating to the status of refugees, 40 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh domination or events seriously disturbing public order in either part or the whole of his country of origin or nationality, is compelled to leave his place of habitual residence in order to seek refuge in another place outside his country of origin or nationality.12 I- Laws and regulations against racial discrimination applicable in Africa African countries are parties to international conventions that deal with various forms of discrimination (A). They therefore have to fulfil their international obligations by implementing them. Implementation most of the time is done through national legislations, that aim to give effect to such international undertakings (B). A- International 1- International Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination. As of March 2015 all African countries, except, South Sudan and Angola had ratified the convention. 2- International Covenant on Civil and Political Rights of 1966 in its article 2 3- The African Charter on Human and People’s Rights 27 June 1981 in its article 2 guarantees the right of everyone in spite race, sex, language, national and social origin, etc. 4- Convention concerning Migrations in Abusive Conditions and the Promotion of Equality of Opportunity and Treatment of Migrant Workers, 1975. (it is an International Labour Organisation convention and its article 11 differentiates it from the UN convention as it excludes some categories of migrants13) 5- International Convention on the Protection of the Rights of all Migrant Workers and Members of their Families July 2003 (Algeria, morocco have ratified,) it is important to note that other migrant receiving countries have not ratified the convention, like South Africa. 6- International Convention on Economic, Social and Cultural Rights (ICESCR). All African countries are state parties to this convention, except South Sudan. 7- The protocol to the African Charter on Human and People’s Rights on the Rights of Women in Africa (Maputo protocol). 12 Article 1(2) of the OAU convention governing the specific aspects of refugee problems in Africa, ADOPTED BY the Assembly of Heads of State and Government at its Sixth Ordinary Session ADDIS-ABABA, 10 SEPTEMBER 1969, UNITED NATIONS, TREATY SERIES No. 14691 13 Article 11 states, (1) for the purpose of this convention, the term migrant worker means a person who migrates or who has migrated from one country to another with the view of being employed otherwise than on his own account and includes any person regularly admitted as a migrant worker. (2) it does not apply to (a) frontier workers (b) artistes and members of liberal profession (c) seamen (d) persons coming specially for purpose of education 41 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh 8- Convention on the Elimination of all Forms of Discrimination against Women of 3rd September 1981. In Africa, only Somalia and Sudan have not ratified the convention. 9- The 1951 convention, read with its 1967 protocol, relating to the status of refugees, 10- The OAU Convention Governing the Specific Aspects of Refugee problems in Africa 10th September 1969 B- Domestic legislations a- SouthAfrica The South African constitution states that, (1) everyone is equal before the law and has the right to equal protection and benefit of the law. (2) Equality includes the full and equal enjoyment of all rights and freedoms. To promote the achievement of equality, legislative and other measures designed to protect or advance persons or categories of persons, disadvantaged by unfair discrimination may be taken. (3) The state may not unfairly discriminate directly or indirectly against anyone on one or more grounds, including race, gender, sex, pregnancy, marital status, ethnic or social origin, colour, sexual orientation, age, disability, religion, conscience, belief, culture, language and birth. (4) No person may unfairly discriminate directly or indirectly against anyone on one or more grounds in terms of subsection (3). National legislation must be enacted to prevent or prohibit unfair discrimination. (5) Discrimination on one or more of the grounds listed in subsection (3) is unfair unless it is established that the discrimination is fair14. The Promotion of Equality and Prevention of Unfair Discrimination Act, 2000 (PEPUDA) also known as the Equality Act, No. 4 of 2000) is a South African antidiscrimination law. Its aim is to give effect to section 9 read with item 23(1) of Schedule 6 to the Constitution of the Republic of South Africa, 1996, so as to prevent and prohibit unfair discrimination and harassment; to promote equality and eliminate unfair discrimination; to prevent and prohibit hate speech; and to provide for matters connected therewith. Employment Equity Act (EEA) of 1998 provides protection against discrimination in the workplace and enables affirmative action in relation to three designated groups: blacks, women and people with disabilities. For our purposes, the relevant section is section 16 particularly section 16(2). Section 16 provides that (1) Everyone has the right to freedom of expression, which includes - (a) freedom of the press and other media; (b) freedom to receive or impart information or ideas; (c) freedom of artistic creativity; and (d) academic freedom 14 Section 9 of the South African Constitution of 1996 titled "Equality" 42 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh and freedom of scientific research. (2) The right in subsection (1) does not extend to - (a) propaganda for war; (b) incitement of imminent violence; or (c) advocacy of hatred that is based on race, ethnicity, gender or religion, and that constitutes incitement to cause harm. b- Legislations in the Maghreb We consider the relevant sections of the constitutions of these countries. This is because, there are no other national legislations that regulate hate crime and discrimination. - Egypt Article 53 defines discrimination, criminalized in many articles of the Constitution, as discrimination resulting from "religion, creed, gender, origin, ethnicity, colour, language, disability, geographical location, social class, political affiliation, or any other reason". It states “All citizens are equal before the Law. They are equal in rights, freedoms and general duties, without discrimination based on religion, belief, sex, origin, race, colour, language, disability, social class, political or geographic affiliation or any other reason. Discrimination and incitement of hatred is a crime punished by Law”. Article 93 of the Constitution stipulates the binding nature of international agreements, treaties and covenants that Egypt has ratified on the State. It states “The State shall be bound by the international human rights agreements, covenants and conventions ratified by Egypt, and which shall have the force of law after publication in accordance with the prescribed conditions”. Note should be taken of the fact that, article 53 considers colour as one of the features protected from discrimination. It even goes further to criminalise incitement of hatred. - Morocco Article 19 of the constitution states: “Men and women have equal civil, political, economic, social, cultural and environmental rights and freedoms as listed in this article and in the rest of the constitution as well as the conventions and international treaties duly ratified by Morocco in conformity with the constitution’s provisions and the kingdom’s constants and its laws. The state shall work towards the establishment of parity between men and women. Therefore, it has assigned a specialized authority to ensure parity between men and women and fight against all forms of discrimination. 43 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh It should be noted that, this article guarantees equality only between women and men. It does not go further to include other bases of discrimination like race, origin etc. However, Morocco has ratified the convention on the protection of the rights of migrants and members of their families. As concerns migration, morocco is a very important country, as migrants in large numbers from sub Saharan Africa use it more than any other country in the region as a gate way to Europe. As a result of this lack of constitutional guarantee and absence of any national legislation on discrimination and hate crimes to protect migrants or refugees, they are vulnerable. A BBC report demonstrates this situation (infra). From the above legislations, one notices the lack or absence of any legislation or law criminalising hate crime, (except for constitutional provisions) thus the prevalence of hate crimes in the relevant countries. II- Incidents of hate crime and discrimination in some African countries. A- South African statistics Racial discrimination attacks; according to South Africa’s submission to the African Peer Review Mechanism in early 2011, there is progress in race relations but “there are still incidents which appear to be influenced by racism15.” The following are some instances of attacks racially-motivated. • A suspected racially-motivated sexual, verbal and physical attack on factory workers in Blackheath, near Cape Town in April 2011. • The random shooting of four black people by white teenager Johan Nel in Skierlik, North-West in January 2008. • The shooting of three black bus passengers by self-proclaimed right winger De Wet Kritzinger in 2000. • The racially-motivated Christmas Eve bombing of a pharmacy and shopping centre in Worcester, Western Cape in 200516. On December 1 2010, Mr Potgieter, a white and farm caretaker, was stabbed and hacked 151 times with a garden fork, a knife and a machete near Lindley in the Free State - the agricultural heart of the country. His wife, Wilna, and two-year-old daughter, Willemien, were both made to watch him die, before being shot in the head, execution style. Sexual orientation attacks; 15 African Peer Review Mechanism, “Second Report on the Implementation of South Africa’s APRM Programme of Action,” http://www.info.gov.za/view/DownloadFileAction?id=140228, p. 55 16 VIOLENT HATE CRIME IN SOUTH AFRICA, paper submitted to the Office of the High Commissioner for Human Rights in 2012 by south African Hate Crime Working group 44 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Lesbians are affected by the practice of “corrective” rapes, in which victims are targeted with the specific goal of “curing” them of homosexuality. • In September 2011, the body of Nontsikelelo Tyatyeka was found in a dustbin in Nyanga, Cape Town in what was suspected to be a homophobic case. • On May 3, 2011, Nqobile Khumalo was attacked and murdered in Kwamashu township in Durban. Her ex-boyfriend later confessed to the crime, stating that he had killed her because he could not accept that she left him for another woman. According to reports, in addition to being severely beaten, Khumalo was also raped prior to her death. • In March 2011, Nokuthula Radebe’s body was discovered in a playground in Soweto. The 20-year-old victim’s face was found covered in plastic and she was strangled with shoelaces. It was believed then that, the openly lesbian woman was a victim of “corrective” rape before she was murdered. Also there was the raping and killing of Ms Noxolo Nogwaza, a 24 year gender activist and a lesbian in April 2001. . It is alleged that Ms Nogwaza who was stoned to death, was a victim of corrective rape. Eudy Simelane, who played for the SA national football team and was the first open gay in her township was repeatedly raped then stabbed and thrown naked into a drainage ditch in 2008 Xenophobic attacks 2008 and 2015: Some writers have said that, achieving democratic, rights-based migration policy in South Africa is extraordinarily difficult because South Africa is a highly xenophobic society, which out of fear of foreigners, does not naturally value the human rights of non-nationals17. Xenophobia is a phenomenon well known to exist in South Africa. Recently, in early 2015, there was mass violence against foreigners, in which up to 7 people were killed and thousands displaced. According to an article published by a south African university18, the May 2008 xenophobic attacks that broke out in as many as 135 different locations across South Africa led to at least 62 deaths (two- thirds of the victims were foreign nationals), over a hundred thousand people displaced, and substantial property damage. 17 Loren B. Landau, Kaajal Ramjathan-Keogh, Gayatri Singh, Xenophobia In South Africa And Problems Related To It, Forced Migration Working Paper Series #13 Forced Migration Studies Programme University of the Witwatersrand, January 2005 18 Jean Pierre Misago, Tamlyn Monson, Tara Polzer, and Loren Landau, “Violence Against Foreign Nationals in South Africa,” University of the Witwatersrand’s Forced Migration Studies Programme (FMSP) and Consortium for Refuges and Migrants in South Africa (CoRMSA), April 2010, http://www.migration.org.za/uploads/docs/report-27.pdf accessed 24/09/2015. 45 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Before the 2008 violence, at least another 72 foreign nationals had been killed since 2000 in attacks thought to be xenophobic19. Patterns of violence included a number of cases of attacks on all foreign nationals living in a given neighbourhood as well as attacks specifically targeting foreign-owned shops. For example the murder of a Zimbabwean national by a mob in Diepsloot, Gauteng in January 2011; Threats against all foreign business owners in various parts of Gauteng by a group calling itself the Greater Gauteng Business Forum in May 2011; More than 50 Somali-owned shops were attacked and looted in Motherwell, Port Elizabeth in May 2011; The stoning to death of a Zimbabwean man by a mob in Polokwane, Limpopo in June 2011; The murder of over 25 Somali shopkeepers in townships around Cape Town between May and June 2011. Somali community leaders regard the attacks as xenophobic; The stoning to death of a Mozambican man in GaPhasha, Limpopo in July 2011; Threats of violence against foreign nationals occupying government-provided housing in Alexandra as well as violence in Laudium, Pretoria in October 2011; Threats of violence against foreign business owners in Ekurhuleni, Gauteng by South African business owners in November 201120. Despite the severe effects of hate crimes and its differences from other forms of crimes, (i.e. prejudice against a group, and effects on targeted groups), there is no mechanism for reporting or recording these crimes in a way that distinguishes them from any other crimes21. The Hate crimes Working Group, of south Africa has called for intervention in three areas vis; 1) reforming the policing of hate crimes, 2) improving the judicial response to hate crimes and 3) developing improved monitoring of cases of hate crimes22. Further and unfortunately, South Africa currently does not have specific legislation that deals with hate crimes as acknowledged by the research unit of the Parliament of South Africa23. Such crimes are treated as ordinary crimes, and prosecution and punishment are not severe 19 South African Hate Crime Working Group, Violent Hate Crime In South Africa, paper submitted to the Office of the High Commissioner for Human Rights (2012) http://lib.ohchr.org/HRBodies/UPR/Documents/session13/ZA/JS6_UPR_ZAF_S13_2012_JointSubmission6_E. pdf accessed 24/09/2015 20 Ibid 21 Hate Crimes in South Africa, A background paper for the Hate Crimes Working Group, http://www.cormsa.org.za/wp-content/uploads/2010/07/hate-crimes-working-group-background-paper.pdf accessed 24/09/2015 22 Ibid, p, 4 23 “Corrective rape”, hate crimes, and the law in South Africa, Parliament of South Africa, Research Unit, July 2013, p, 4 46 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh enough. Contrary to the contention that, the Promotion of Equality and Prevention of Unfair Discrimination Act does not cover discrimination on the grounds of nationality and sexual orientation24, one can consider this grounds covered because the act clearly says “and to provide for matters connected therewith” in its objective. The Committee on the Elimination of Racial Discrimination (CERD) while raising concerns about both the frequency of hate crimes and “the inefficacy of the measures in preventing such acts” in South Africa, recommended that the South African government ensure the full implementation of article 4 of the Convention on the Elimination of Racial Discrimination (ICERD)25. It also called on the government “to adopt legislation and other effective measures in order to prevent, combat and punish hate crimes”26. The Special Rapporteur on the Human Rights of Migrants, Jorge Bustamante, in his mission report after his visit to South Africa in 2011 called for an expedited introduction of the hate crime bill that was being prepared at the time of visit by the Department of Justice and Constitutional Development27. B- North African countries. 24 ibid 25Article 4 of the convention states “States Parties condemn all propaganda and all organizations which are based on ideas or theories of superiority of one race or group of persons of one colour or ethnic origin, or which attempt to justify or promote racial hatred and discrimination in any form, and undertake to adopt immediate and positive measures designed to eradicate all incitement to, or acts of, such discrimination and, to this end, with due regard to the principles embodied in the Universal Declaration of Human Rights and the rights expressly set forth in article 5 of this Convention, inter alia: (a) Shall declare an offence punishable by law all dissemination of ideas based on racial superiority or hatred, incitement to racial discrimination, as well as all acts of violence or incitement to such acts against any race or group of persons of another colour or ethnic origin, and also the provision of any assistance to racist activities, including the financing thereof; (b) Shall declare illegal and prohibit organizations, and also organized and all other propaganda activities, which promote and incite racial discrimination, and shall recognize participation in such organizations or activities as an offence punishable by law; (c) Shall not permit public authorities or public institutions, national or local, to promote or incite racial discrimination. 26 International Convention on the Elimination of all Forms of Racial Discrimination, “Consideration of Reports Submitted by States Parties Under Article 9 of the Convention,” http://www.unhchr.ch/tbs/doc.nsf/898586b1dc7b4043c1256a450044f331/5e2f95e54fc20794c1257228005ac69b/ $FILE/G0644771.pdf. 27 U.N. Human Rights Council, “Report of the Special Rapporteur on the human rights of migrants, Jorge Bustamante,” A/HRC/17/33/Add., May 2, 2011, http://daccess-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G11/130/36/PDF/G1113036.pdf?OpenElement. 47 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Though stories of racial and other forms of discrimination alongside hate crimes in Maghreb countries are many, monitoring and documentation are almost absent. For this reason, we will mostly use journalistic journals from internet sources. Our look at North African countries will cite some specific instances of racial discrimination and hate crime, emphasising the fact that in most of these countries, the law is very weak. This is evident from their constitutions as seen above: they do not make provision or guarantee racial equality, except for that of Egypt. It has been established that, these countries are all State Parties to international conventions cited above, which means they have to fulfil their international obligations. Particularly, migrants are very vulnerable to attacks, not just from the public but from authorities like the police due to lack of laws and systems of control. - Morocco Writing in Afrik-news.com Smahane Bouyahia reported that “in Morocco, and north Africa, there is a serious problem of racism towards Black people. Called ‘Black Africans,’ they are considered descendants of slaves and labeled ‘hartani’—literally, ‘second-rate free men’—or even worse, ‘aâzi’—which translates to ‘bloody Negro.’ Blacks in Morocco, be they students, migrants from the south of the Sahara or others, are constant victims of discrimination28”. A black student in morocco described his experience thus “often, when I’m just walking down the street, people will call me a “dirty Black man” or call me a slave. Young Moroccans have physically assaulted me on several occasions, for no reason, and passers-by who saw this didn’t lift a finger to help me. All my friends are black and they have all had similar experiences. Even the girls get insulted in the street. To avoid getting hurt, I now try to ignore the insults. But if someone starts to hit me, what can I do? I have to defend myself.29” Reporting in November 2012, France 24 in an article30 displayed the cover page of a Moroccan magazine MarocHebdo, with the title “Le péril noir,” (the black menace). This would and should be considered incitation in a system that has hate crime legislation. In August 2013, Ismaila Faye, a 31 year old Senegalese, on his way from Rabat to visit the city of Fez in Morocco, was stabbed and killed by a Moroccan national. Senegalese nationals 28Smahane Bouyahia, Racism towards Blacks in Morocco and Maghreb, a taboo topic, Afrik-news,com 9 july 2010http://www.afrik-news.com/article18043.html accessed 25/09/2015 29 ibid 30 France 24, Racisme au Maroc : "Oui, je me fais traiter d’esclave et de sale Noir'" 6 november 2012, http://observers.france24.com/fr/20121106-racisme-maroc-peril-noir-immigration-subsaharienne-noirs-ceutameililla accessed 25/09/2015 48 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh on social networks denounced this murder calling it “one more hideous manifestation of racism in Morocco”31. In a 2013 BBC report by Paul Mason, (http://www.bbc.com/news/business-23964923), migrants in morocco are seen being abused by police with impunity. As a solution to these circumstances, the national Human Right’s Council of Morocco has given some recommendations to ameliorate the situations of migrants and fight racism. They include: establishing a national institutional framework for asylum seekers and refugees which includes policy inclusion of such refugees, ensure that migrants have effective access to justice (including lawyers, interpreters, consular access, etc), develop training programs for administrations and authorities responsible for the issue of migration (police, border control, prison staff, etc), ban all forms of violence against migrants, ban exploitation of migrants in the workforce, among other recommendations to also curb human trafficking - Egypt In an article, titled Egypt’s African migrants dodge rocks, fight racism, Reuters reporter Cynthia Johnston, presents the plight of migrants from Sudan, Somalia, Ethiopia and Eritrea, who suffer daily abuse at the hands of Egyptians. Racial attacks include; a family whose home was firebombed and who were stabbed as they fled, a woman attacked from behind by a man who slashed her wrists, and a man who was unconscious for 24 hours after being attacked by a gang of youths and thrown onto railroad tracks32. On the 30 of December 2005, following a protest by close to two thousand asylum seekers and refugees near the offices of the United Nations High Commission for Refugees in Cairo, against the ongoing suspension of refugee status determination procedures as well as their conditions in Cairo, a situation they considered unbearable, thousand of Egyptian security personnel forcibly removed the protestors to various holding centres in and around Cairo. In the process 27 refugees and asylum seekers were killed (at least half of which were children 31Youssef Sourgo, Rabat: a Senegalese killed after an argument over bus seats August 15, 2013, http://africabusiness.com/2013/08/15/rabat-a-senegalese-killed-after-an-argument-over-busseats/ accessed 26/09/2015 32 Cynthia Johnston, Egypt’s African Migrants Dodge Rocks, Fight Racism, Reuters 49 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh and women). Another, a 14 year old boy died in hospital while one man committed suicide in detention33. - Libya Presently in Libya, like other sectors and institutions of the country, the legal system is in a moribund state as a result of the civil war that has engulfed the country after the fall of Former leader Moamar Gadhafi. So, even if laws exist, it is difficult for them to be applied in a situation where the legal system is in shambles. Even the 2011 constitution of Libya is an interim constitution. The late leader had for many years allowed guest workers to travel from all over Africa to find work in Libya. During the 2011 Libyan civil war, rumours abounded that sub-Saharan mercenaries paid for by Gadhafi were being used to attack demonstrators in Libya’s towns and cities. Even in the absence of any evidence of such mercenaries, the rumours were followed by gruesome attacks on the country’s many Black African migrant workers34. However, as reported, violence against blacks did not start with the conflict or as a result of them being mercenaries. Amnesty international Researcher, Diana Eltahawy, reported that the National Transitional Council, the then Libya’s interim government tapped into existing xenophobia35. In his 2011 article, Tom Little36 writing during the 2011 uprising in Libya said that “In spite of evidence showing widespread violence against migrant workers trying to escape the turmoil, the foreign press suggested that these attacks were regrettable but to be expected given the atrocities committed by [Gadhafi’s] mercenaries. Few however, picked up on the fact that these attacks are symptomatic of a racial prejudice that is deeply rooted and widely spread throughout North Africa and the wider Arab world.” Conclusion 33Fateh Azzam (ed.), A TRAGEDY OF FAILURES AND FALSE EXPECTATIONS, Report on the events surrounding the Three-Month Sit-in and Forced removal of Sudanese Refugees in Cairo, SeptemberDecember 2005. Forced Migration and Refugee Studies, The American University in Cairo, June 2006, P, 5 34A Moore, 6 African Countries That Are Hostile Toward Black People, Atlanta Black Star, 27 July 2014 https://atlantablackstar.com/2014/07/27/6-african-countries-hostile-towards-black-people/3/, accessed 26/09/2015 35Gert Van Langendonck, In Tripoli, African 'mercenaries' at risk, August 29, 2011 http://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2011/0829/In-Tripoli-African-mercenaries-at-risk accessed 25/09/2015 36 Tom Little, Beyond Mercenaries: Racism In North Africa,Thinkafricapress.com 50 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Despite the importance of education and sensitization against discrimination and hate crime in Africa, one of the most important factors or reasons for the prevalence of these ills is the lack of comprehensive legislations all over the continent. Presently, there are no hate crime legislations in any African country. It is thus a situation of nullum crimen sine lege. The constitutions simply lay down principles that have to be implemented by public officials and the administrations through legislations criminalizing hate crime. Legislation is in the pipelines presently in South Africa that will criminalise hate crimes. This is being prepared through the “Policy Framework on Combating Hate Crimes, Hate Speech and Unfair Discrimination”. It is expected that this policy is the foundation for what will become law and aims to send a clear message that hate crimes will not be tolerated in South Africa37. In Africa hate crime and discrimination is not limited to South Africa and Maghreb countries. There are other instances of discrimination and hate crime, the most significant of which is the effects of the civil war ongoing in the Central African Republic. Therein, Christians have been killing Muslims and vice versa. Bibliography Books and articles John Hasnas, Equal Opportunity, Affirmative Action, and the Anti-Discrimination Principle: The Philosophical Basis for the Legal Prohibition of Discrimination, 71 FordhamL. Rev. 423 (2002). Organisation for Security and Cooperation in Europe, Hate Crime Laws: A Practical Guide, (2009), p, 16. http://www.osce.org/odihr/36426?download=true accessed 24/09/2015 Nicholas Mark Smith, Basic Equality and Discrimination; Reconciling Theory and Law, Ashgate, 2009 37 Statement by the South African, Justice and Constitutional Development Deputy Minister John Jeffery in, Melany Bendix, South Africa’s Law to Stop Hate Crimes Against Gays, Interpress service news agency,, September 25 2015 http://www.ipsnews.net/2014/02/south-africas-law-stop-hate-crimes-love/ accessed 26/09/2015 51 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Ian Loveland, Due Process of Law? Racial Discrimination and the Right to Vote in South Africa 1855–1960, Hart Publishing, 1999 Malcolm Sargeant (ed), Discrimination Law, Pearson Education Limited, 2004 Bruno V. Bitker, The International Treaty Against Racial Discrimination, 53 Marq. L. Rev. 68 (1970). Parliament of South Africa, “Corrective rape”, hate crimes, and the law in South Africa, Research Unit, July 2013, Harris, B (2004) “Arranging Prejudice: Exploring Hate Crime in post-apartheid South Africa” Centre for the Study of Violence and Reconciliation, Race and Citizenship in Transition Series http://www.csvr.org.za/docs/racism/arrangingprejudice.pdf accessed 23/09/2015 Duncan Breen, and Juan A. Nel, South Africa – A Home for All? The need for hate crime legislation, Institute for Security Studies, SA Crime Quarterly no 38, December 2011 Loren B. Landau, Kaajal Ramjathan-Keogh, Gayatri Singh, Xenophobia In South Africa And Problems Related To It, Forced Migration Working Paper Series #13 Forced Migration Studies Programme University of the Witwatersrand, January 2005 Fateh Azzam (ed.), A Tragedy Of Failures And False Expectations, Report on the events surrounding the Three-Month Sit-in and Forced removal of Sudanese Refugees in Cairo, September-December 2005. Forced Migration and Refugee Studies, The American University of Cairo, June 2006 Jean Pierre Misago, Tamlyn Monson, Tara Polzer, and Loren Landau, “May 2008 Violence Against Foreign Nationals In South Africa: Understanding Causes And Evaluating Responses” University of the Witwatersrand’s Forced Migration Studies Programme (FMSP) and Consortium for Refuges and Migrants in South Africa (CoRMSA), April 2010, http://www.migration.org.za/uploads/docs/report-27.pdf accessed 24/09/2015. 52 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Amnesty international; Making Love A Crime: Criminalization Of Same-Sex Conduct In SubSaharan Africa, April 2013 AGORA, Women’s gains in the Egyptian Constitution of 2014, 3 February 2014, http://www.agora-parl.org/news/womens-gains-egyptian-constitution-2014 accessed 29/08/2015 Sandra Fredman, Comparative study of anti-discrimination and equality laws of the US, Canada, South Africa and India, European Network of Legal Experts in the nondiscrimination field, February 2012, South African Hate Crime Working Group, Violent Hate Crime In South Africa, paper submitted to the Office of the High Commissioner for Human Rights (2012) http://lib.ohchr.org/HRBodies/UPR/Documents/session13/ZA/JS6_UPR_ZAF_S13_2012_Joi ntSubmission6_E.pdf accessed 24/09/2015 International Convention on the Elimination of all Forms of Racial Discrimination, “Consideration of Reports Submitted by States Parties under Article 9 of the Convention,” http://www.unhchr.ch/tbs/doc.nsf/898586b1dc7b4043c1256a450044f331/5e2f95e54fc20794c 1257228005ac69b/$FILE/G0644771.pdf. accessed 25/09/2015 African Peer Review Mechanism, “Second Report on the Implementation of South Africa’s APRM Programme of Action,” http://www.info.gov.za/view/DownloadFileAction?id=140228, Hate Crimes in South Africa, A background paper for the Hate Crimes Working Group, http://www.cormsa.org.za/wp-content/uploads/2010/07/hate-crimes-working-groupbackground-paper.pdf accessed 24/09/2015 U.N. Human Rights Council, “Report of the Special Rapporteur on the human rights of migrants, Jorge Bustamante,” A/HRC/17/33/Add., May 2, 2011, http://daccess-dds- ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G11/130/36/PDF/G1113036.pdf?OpenElement accessed 23/09/2015 53 Discrimination and Hate Crime in Africa Valerie Muguoh Chiatoh Online Press Smahane Bouyahia, Racism towards Blacks in Morocco and Maghreb, a taboo topic, Afriknews.com, 9 July 2010http://www.afrik-news.com/article18043.html accessed 25/09/2015 France 24, Racisme au Maroc : "Oui, je me fais traiter d’esclave et de sale Noir'" 6 november 2012, http://observers.france24.com/fr/20121106-racisme-maroc-peril-noirimmigration-subsaharienne-noirs-ceuta-meililla accessed 25/09/2015 Cynthia Johnston, Egypt’s African Migrants Dodge Rocks, Fight Racism, Reuters A Moore, 6 African Countries That Are Hostile Toward Black People, Atlanta Black Star, 27 July 2014 https://atlantablackstar.com/2014/07/27/6-african-countries-hostile- towards-black-people/3/, accessed 26/09/2015 Gert Van Langendonck, In Tripoli, African 'mercenaries' at risk, August 29, 2011 http://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2011/0829/In-Tripoli-Africanmercenaries-at-risk accessed 25/09/2015 Tom Little, Beyond Mercenaries: Racism In North Africa,Thinkafricapress.com Melany Bendix, South Africa’s Law to Stop Hate Crimes Against Gays, Interpress service news agency,, September 25 2015 http://www.ipsnews.net/2014/02/south-africas-law-stophate-crimes-love/ accessed 26/09/2015 Youssef Sourgo, Rabat: a Senegalese killed after an argument over bus seats August 15, 2013, http://africabusiness.com/2013/08/15/rabat-a-senegalese-killed-after-an- argument-over-bus-seats accessed 26/09/2015 54 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones* I would like to thank the organisers of the International Crime and Punishment Film Festival, and particularly Professor Adem Sözüer, for inviting me to be with you here in Istanbul. While I will not be speaking about the Turkish context, this will hopefully provide an opportunity to view the junction of crime, punishment and discrimination from a comparative perspective. This year’s topic is ‘Discrimination’, and I am going to discuss a few aspects of discrimination that have come out of my research and my general observations living in Europe for the past fifteen years, most notably in Germany and the United Kingdom. These observations have to do with (1) institutional discrimination and (2) the possibility of protest against discrimination. I use racism in policing as an example. This talk includes short excerpts from my research and writing. Of course, while the observations from the UK and Germany may have particular local flavour, they are part of a network of ideas that form systems of thought that reach across geopolitical borders. These experiences are not just German and British, they are European, and the challenge is to recognise the similarities as well as the differences so that we can connect our stories and build a common sense of ethical and political responsibility around discrimination and, ultimately, legally-sanctioned violence. * Birkbeck College School of Law, University of London Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones In my relatively short academic career, my research has dealt with racism, gender discrimination and the relationship between theory and practice, and I have used law, legal theory and anthropology in my analysis. What I am going to discuss today is a very small cross-section of research on discrimination in policing. But before I get into that, I should explain the title. I called the talk ‘Policing Race’ rather than ‘Policing and Race’ or ‘Policing and Racism’ because I wanted to highlight the idea that ‘race’ and ‘racism’ are concepts that are a bit evasive, a bit slippery, for various reasons. Some find ‘race’ to be sociologically inaccurate and that what people really mean when they say ‘race’ is ‘ethnicity’, and what they really mean when they say ‘racism’ is ‘nationalism’ or ‘ethnic/regional bias.’ I contend that all of these terms are relevant and valid, but they are all different—they all do different work. Some find that racism is too cumbersome to be applied in the European context and that it is an Americanism that just does not fit here. I understand this concern, but I think that is too simple and too convenient. It is cumbersome and does not mean the same thing in different places, but that simply means we must regard the term as contextual and contingent. Race and racism are imperfect concepts used to identify social problems, they are not universally identical. But that does not mean that they cease to be relevant terms. They are co-contingent. They conspire, along with religious identity, ethnic and national identity, migration status, mental health, gender and other forms of social identity in shaping people’s lives, here in Europe. ‘Policing Race,’ then, is a call to recognise the difficulties in discussing racial discrimination in a context where the terms of race are both context-dependent and, in some cases, socially taboo. The second reason I have called this ‘policing race’ leads me directly into the content of my talk. It is about policing, or limiting, the extent to which we can discuss institutional forms of discrimination—the type that is notoriously difficult to prove. Given that there is no language or legal policy at the European level that defines or addresses institutional discrimination, it is no surprise that the invisibility or illegibility of institutional racism is a Europe-wide problem. Case 1 Emrah Kara “Emrah Kara lived at home with his mother in Holzminden, a small city in the German state of Lower Saxony. Emrah had been suffering from schizophrenia for some time and had been 57 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones taking medication to manage its effects. He had recently gone off his medication and his behaviour changed. The change had become difficult for him to cope with. Emrah was in need of help. On 20 December 2013, while at home, Emrah had an episode in which he became volatile, took hold of a knife and would not let anyone close to him, so his family called a doctor and then the police. The police in turn called the SEK (special command unit), and a member of this unit shot 29-year-old Emrah through the chest, killing him.” (EB-J, IRR, “The Production of an Attacker”, 2014) Case 2 Christy Schwundeck In 2011, Christy Schwundeck, a German woman of Nigerian origin, was in a job center in Frankfurt am Main, and she was in a verbal dispute over the benefits payment that she thought she was due to receive. She refused to leave the office, and the police were called. The police questioned her aggressively and at some point, an officer took her bag from her. She then cut him on his forearm with a steak knife she apparently had on her, and the police stood back some distance. A female officer, reported to have been two and a half meters away from her, said that Christy had had a “totally crazy look in her eyes” and that she moved towards her. No other officers or witnesses testified that they saw Christy move towards the officer. The officer shot Christy through the stomach, and she died later that day. “After Schwundeck was killed, it became public knowledge that she had been struggling with depression.1 This began discussions among activists and others regarding the treatment of those with conditions that might make them seem more volatile, but whose behaviour may be out of their control. One might argue that her condition, while perhaps not explicitly communicated to the officers, should have been apparent to them […] The officer states that she had a ‘crazy look’, she was ‘aggressive and full of hate and rage’. The extreme type of threat that was imputed onto Schwundeck is colourful and evocative, and they reveal a familiar mix of fantasies of the Black female subject. She is read as crazed, out of control in her aggression and hatred towards the officer. Hate is a strong term for an officer to use, it 1 Dialika Neufeld, “Geld oder Leben” (Engl.: Money or Life)”, Der Spiegel, February 2011. 44–46. Of course, it is worth noting that the main defence of the police is that Jalloh burned himself alive, which also relies on understanding Jalloh as capable of suicide due to depression, frustration or other disturbance; however, because he did not seem to have a history of mental illness, this did not become an issue in the case. His personality has been, however, construed as volatile and aggressive by the defence attorneys. 58 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones refers to a deep and complicated emotion and most likely reveals more about the officers fears than the mental state of the civilian. The lingering question for those involved in analysing patterns of police violence is whether and, if so, how Schwundeck’s appearance, regarding her gender and race, along the cultural differences imagined as a result of her apparent foreignness, contributed to the maniacal rage that she was perceived to have exuded? To what extent can Schwundeck be understood as a projection screen, a canvas onto which the racially-steeped fears and anxieties of German society are painted?” (EB-J, Race & Class, “German Policing at the Intersection,” 2015). In both cases, there are a few common factors. Stereotype-based fear. The presumption or suggestion of mental illness. The strained arguments supporting reasonableness and proportionality in the response by the police. The lack of a prosecution or sanction against the police. On the surface of these two cases, there is the clear and immediate issue of the police being able to get away with use of disproportionate force. Of course, had they been used, electric tazers and rubber bullets would have also constituted forms of brutality, but those may have spared the lives of people like Emrah and Christy. Emrah and Christy were armed with knives, and the police used firearms. Any arguments that suggest the police acted proportionately in these scenarios would be difficult to take seriously. But the underlying discrimination aspect of these cases is harder to put a finger on. In broad terms, it has to do with the stereotype-based fear that colours the officers’ view of the situation and, for them, justifies a heightened response. The media reflect this back, as they pick up on the sensational aspects of the violence of the ‘Other’. The Turkish man saying something incomprehensible about Allah, killing a dog and threatening his family. The Black woman who has gone crazy with rage, capable of anything, and she already cut an officer on the arm. What else could have been done? The complicity in these stereotypes and this fear makes a case about the existence of institutional racism, in policing and media institutions. So, what is institutional racism? 59 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones Institutional Racism Case 3 Stephen Lawrence Stephen Lawrence was a young black teenage boy who was fatally beaten by a group of young white teens in London in 1993 in an unprovoked racist attack. He had been waiting at a bus stop. No one had been convicted in relation to the attack and, after years of campaigning, Steven’s parents Doreen and Neville, managed to convince the Home Secretary of the UK to launch a judicial inquiry, which resulted in the McPherson Report of 1999. The report found that the investigation was ‘marred by a combination of professional incompetence, institutional racism and a failure of leadership by senior officers.’ It found that in this case, as in many others, black and minority ethnic communities were not taken seriously by police, their claims were treated with suspicion, and at the same time, they were overpoliced and overrepresented in the criminal justice system. Duwayne Brooks, Stephen Lawrence’s friend, who was present when Stephen was killed, was detained and interrogated by police officers as though he were a perpetrator. Before the McPherson Report and the judicial inquiry, there was a report called the Kent Report, where interviews were conducted by the police constabulary at the request of the Police Complaints Authority (now defunct). The report found that there were big omissions in the initial police investigation, but they did not find that overtly racist police conduct, such as the use of racial slurs, was a cause or characteristic of the failures in the investigation. So how did the McPherson report formulate its definition of ‘institutional racism’? The Report defined institutional racism as: “The collective failure of an organisation to provide an appropriate and professional service to people because of their colour, culture, or ethnic origin. It can be seen or detected in processes, attitudes and behaviour which amount to discrimination through unwitting prejudice, ignorance, thoughtlessness and racist stereotyping which disadvantage minority ethnic people.” (McPherson Report, 1999) This formulation of institutional racism allows us to understand racism as unwitting behaviour, including inaction. So the failure to properly investigate, under this definition, can 60 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones be considered as institutional discrimination. Ignorance and thoughtlessness can be symptomatic of the collective failure to provide appropriate professional services to people of racial minority groups. So the definition, aside from advancing the idea that discrimination is not only interpersonal but can be at the level of institutional posture, also puts forward the argument that discrimination can be measured by its impact on the affected groups. The idea of disparate impact analysis, prevalent in the US context and to a lesser extent in the UK context when evaluating the existence of discrimination, is not used as much in continental Europe. That is not to say that the concept does not exist, it certainly has some traction in European human rights law. However, the tools to access disparate impact claims simply do not exist in many places in Europe. This is because, for example, the collection of statistics about racial violence is discouraged or forbidden by the government. In France, the use of racial categories is a criminal offence, so groups that wish to track racial discrimination must do so on a private, voluntary basis, unless the collection of such statistics falls into a very narrow set of exceptions. In Germany, the use of statistics is discouraged to a large extent, which means that official bodies, such as law enforcement agencies, do not keep statistics on stop and search and other encounters with the police. A lack of statistics makes the disparate impact line of reasoning a difficult one to pursue, for lack of persuasive empirical evidence. Case 4 NSU The idea of institutional racism, as articulated in the McPherson case, describes the treatment of Turkish and Turkish-German families in Germany in the context of the NSU case as ‘institutionally racist.’ In the NSU case, a right-wing group called the National Socialist Underground was responsible for the murders of a number of families in Germany over the course of a decade. Most of the families were Turkish families. The police, in various instances, held the families in suspicion, interrogating them perhaps at the expense of investigating into the activities of this neo-nazi cell. This is a pattern of blaming the victim, and doing so by way of stereotyping people like Enver Simsek, killed by members of the NSU, for having brought the murder upon himself for his participation in illegal activities. As I have written elsewhere, “political, legal and law enforcement institutions relied on blatant prejudgments and racially- and/or culturally-informed assumptions about the identities of both 61 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones victims and perpetrators.”(EB-J, ENAR, “Germany: Time to deal with Institutional Racism,” 2013). So how do we begin to address institutional racism in Germany, for example, when the language that describes it has yet to gain traction? How do we identify patterns of discrimination when these patterns are difficult to prove or quantify? We can start by sharing stories, experiences, recording instances of maltreatment, having transparency around these things. I won’t get into the challenges around collecting statistics on racism and policing, that’s a whole other talk, but I will talk a bit about protest, which is one form of identifying and resisting institutional racism in policing. And when I say protest, I don’t only mean demonstrating, although I do mean that too. Protest The second area of policing and discrimination in Europe I would like to briefly address is not about the initial policing encounter, but rather about what I will call for the purpose of this talk the ‘secondary encounter’. I am referring to the second encounter with police, after a complaint of racism in the first encounter. Case 5 The train to Frankfurt “I call the use of prohibited speech acts a strategy of ‘offensive defense’ because, while it is clear that certain specific words constitute legally prohibited speech acts, and for potentially well-thought reasons, there is a sense in which the prohibited speech can distract from and even overshadow the initial racial discrimination. This has happened in the case of Nigerian footballer Adebowale Ogungbure, who played for the German team of FC Sachsen Leipzig and, throughout one game, was heckled with racial slurs by dozens of fans from the opposing 62 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones team.2 The footballer’s response to this insult was to retort by showing the raised-arm “Hitler salute” when leaving the infield, which is classified as a prohibited speech act in Germany.3 Although the context was clearly a gesture of critique, the footballer was issued a formal police complaint. The charge was later set aside, but in this situation, his speech act was the one most heavily scrutinized by the law, whereas the acts of the football fans were not treated as important or perhaps egregious or clear enough to warrant serious municipal or administrative inquiry.4 Claims of slander, similar to criminally prohibited speech […], provide a mirror effect for claims of racism. They are structured similarly inasmuch as they rely on the violation of personal dignity. However, the slander claim seems to have the proverbial ‘last word,’ not only because it counters the accusation of racism, but precisely because the insult that the slander claim identifies is the naming of the racism. The claim, then, can potentially lead to a somewhat absurd result—the target of racist treatment can wind up spending a great deal of energy digging herself out of a legal quagmire as a result of a legitimate complaint of racial disadvantage.5To render the naming of racism a potentially illegal speech act can have the effect of thwarting an honest public discussion about racism in law and racism in society more generally.” (EB-J, Race in the Shadow of Law, forthcoming 2016) So what happens in a policing scenario, where the counter-claim to a racial discrimination claim is one based on personal dignity rather than prohibited speech? As a matter of tort law, individuals are entitled to protection against slanderous statements. Police and public officials have a slightly higher bar when making slander claims when the point and purpose of the ostensibly slanderous statement is to make some form of valid social critique. However, the foreseeable success of the slander claim does not prevent such a claim from being made and deterring people from making a compliant of racism for fear of being sued. Colloquially, we 2"Rassistische Attacke beim Fußball Nigerianer wehrt sich und zeigt Hitlergruß (28.3.2006)". 3Strafgestzbuch [StGB] (German Criminal Code), (13.11.1998).Arts. 86a and 130. 4"Ausschreitungen: Fußballer reagiert auf Schmähungen mit Hitlergruß." 5 In all four cases described, the allegations of racism have been largely recognised as having legitimate grounds. 63 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones can refer to this as a mode of ‘freezing speech’, stopping it in its tracks. The police can and do use the slander claim as a way to place a bureaucratic gauntlet in the way of meaningful social investigation of racism in policing institutions. One example of this is of a young Black German man who was on a train from Kassel to Frankfurt on his commute to work. He had been asked by police inspectors numerous times over the previous year to show them his identification—they later testified in court that they targeted him because he was Black and, owing to the limited resources of the police, they needed to racially profile people who they suspected of illegal residence in Germany. He refused to show his ID, and in the discussion with police, he said that his being constantly singled out reminded him of the methods of the SS. One of the officers asked if he was calling them Nazis, to which the young man replied, ‘no’. The police, after taking him off the train and bringing him to a police station in Treysa, lodged a slander claim against him, to which he counter-claimed for racial profiling. In some ways, this is a bad example of my overall point of freezing speech, since in this particular case, the young man’s counterclaim raised awareness about racial profiling on a national level and he went on to win his case. However, this is the exception that defines the rule, many people do not speak so frankly in protest of police racism, and if they do, they are met with legal action. Case 6 Oury Jalloh The second example that I will discuss is from the case that I have been involved with in Germany for the past seven years, as a trial observer. The case involves the death of a refugee from Sierra Leone named Oury Jalloh. Jalloh burned to death in a jail cell in Dessau, Germany, chained by his hands and feet to a fireproof mattress in a cell. “Activists regularly attending the Oury Jalloh trial and related demonstrations have told me on a number of occasions that Black members of the activist group are specifically targeted in various ways in the context of their involvement with demonstrations and advocacy. This was clear to the activists on 7 January 2012, when, during a demonstration in Dessau commemorating the seventh anniversary of Jalloh’s death and the ongoing trial against one of the officers implicated in his death, the police brutalised two of the Black activists in the Oury 64 Policing Race in Europe: Law and Protest Dr des Eddie Bruce-Jones Jalloh Intiative, both of whom were treated in hospital, one of whom had been knocked unconscious and had to be kept in hospital for several days.” (EB-J, ENAR 2014). The reason that the activists were hit by police was because they were carrying signs that read ‘Oury Jalloh, that was murder’ (Oury Jalloh, das war Mord), which is the slogan of the campaign around his death. The slogan was deemed to be a legally permissible slogan by an administrative judge in 2006, but the police decided that they would use the threat of a slander case to restrict the speech of the activists, so they confronted the activists the day before the event and told them that carrying signs with that slogan would be confiscated. When the activists held onto their signs at the protests the next day, despite the signs being authorised by judicial order, the police used physical force to enforce their position on their own slander claim. ** In the UK, we have seen violent repression of protest in general and, in the case of claims of racial discrimination, we have seen the police infiltration of anti-racism campaigns. In fact, just this year it was discovered that high-level police officers were aware that the Stephen Lawrence campaign itself was infiltrated by police intelligence units. But spying on the Lawrence family as an issue of state intelligence, while it has the flavour panoptic surveillance, is quite different to the pervasive, daily resistance of police and other state agents against charges or racism by using the shield of law in their personal capacities. Protest, then, is under constant fire, pre-emptive fire, even in the every-day. Yet protest is productive in ways that extend beyond the complaint of racism in policing episodes. The protest becomes part of bigger picture and, to some extent, it replaces the dominant narrative of the survivors’ story. The Lawrence family, like the friends and family of Oury Jalloh, those left in the wake of the NSU deaths, and others, are not only left with the grief of their loss. They are also left with an ongoing struggle of naming their experience without penalty. They are left fighting for the ability to define their past in an effort to have traction in moving forward with their lives, albeit with caution, anger and an unshakable pessimism. 65 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez* In his book Less Than Human: Why We Demean, Enslave, and Exterminate Others (St. Martin's Press, 2011), David Livingstone Smith argues that “there are two powerful psychological forces that fuel the dehumanizing impulse. One is psychological essentialism. Psychological essentialism is the tendency to think that every kind of living thing possesses a unique essence: a mysterious inner quality that makes it a member of that kind”. For Smith, the most important feature of essentialism is “the notion that the essence of a thing is distinct from its appearance”. This means that although human beings may look similar to each other, their essence makes them different. Smith goes on: “The second psychological dynamic behind dehumanization is the belief that nature is arranged as a hierarchy […] We humans (modest beings that we are) have always placed ourselves near the uppermost rank, and have supposed that every other creature is less than human.”. Hence, human beings would tend to understand the world in terms of dichotomies like "higher" and "lower," "human," and "subhuman."1 “However, the idea that another group of people are not of our kind situates them as what social psychologists call an “out-group.” When this happens, powerful psychological biases are likely to come into play. We develop an “us and them” mentality that leads us to consider these others as a homogeneous mass rather than a group of individuals, and to think them as our moral inferiors. […] The combination of essentialist thinking with outgroup bias makes for a particularly nasty cocktail […] Even if a person’s behavior doesn’t conform to a *Salzburg Üniversitesi / University 1https://www.psychologytoday.com/blog/philosophy-dispatches/201112/dehumanization-genocide-and-thepsychology-indifference-0 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez negative racial stereotype, there is a tendency to assume that these dispicable traits are somehow latent in them, just waiting to be realized.”2 A few months ago, the story of Ahmed the Clockmaker made its way through the media. He was arrested for making a clock, after his teacher stated that this looked like a bomb. In a short notice, Ahmed said “It made me feel like I wasn’t human”3 about his treatment. In a psychology study,4 four scholars tried to elaborate why certain groups were deemed as less human than others. In their article they wrote that when people see others as less than human, they tolerate treatment of them that they wouldn’t accept for themselves: “Most importantly, dehumanization is associated with less sympathy and more aggression. For example, in one study, we gave participants a story about two children (one Arab, one white) caught shoplifting in a store. The police detained the Arab child but sent the white child home. Those who dehumanized Arabs and Muslims were less likely to feel sympathy towards the Arab child. Even more troublingly, we observed that dehumanization of Arabs and Muslims was associated with supporting highly aggressive policies such as drone strikes in the Middle East and torture of Arabs and Muslims. Across our work, dehumanization tends to be associated with aggressive responses even when we statistically account for individuals’ dislike of Arabs and Muslims, suggesting that dehumanization has a unique influence.” The dehumanization works at the same time to create and maintain the status of the dominant group and hence their superiority. Dehumanizing is especially maintained by a specific way of speaking about the ‘other’. Only if you continuously mark somebody as inferior to yourself by means of language, you are able to discriminate him. Otherwise, one would continuously have to struggle with his own to morally legitimize why one would discriminate against people of his own. Dehumanizing the other makes every act of discrimination or atrocity much easier to live with. This was the case with the Nazis, the Hutu in Rwanda, as much as it was and still is with white supremacists: “It’s been used to explain and justify aggressive actions of one group towards another throughout history. In Nazi Germany, propaganda posters and movies represented Jews as rats. Many who opposed abolition of slavery compared African Americans to apes.” 2https://www.psychologytoday.com/blog/philosophy-dispatches/201209/the-roots-racism 3http://bridge.georgetown.edu/new-research-on-dehumanization-sheds-light-on-americans-views-of-muslims/ 4http://psycnet.apa.org/psycinfo/2015-28934-001/ 67 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez I will now give some examples of how this process of dehumanization takes place in far right propaganda and what the implications of these processes are for discriminating Muslims in everyday life. During the European parliamentary elections in 2010, a comic publication of the Austrian Freedom Party of 5 pages was sent to youth from the age of 16, who were allowed to vote for the first time. What is apparently striking is that the comic draws a picture of a century-long struggle between Christian Europe and the Turks as Muslim agents to legitimize the opposition to Turkey’s EU-accession. The struggle is not framed as a struggle against the Ottomans, but against the Turks, thus constructing a long-time battle by connecting post World War II-immigration of Turkish people to the Ottoman siege of Vienna. One important dimension in the representation of Turkish Muslims is that the figures are painted having no human skin color. Rather, their color is bilious green and their eyes are not visible. In contrast to that, the Christian Europeans are portrayed with white skin and brown and blonde hair. Muslims wear earrings, hence in radical right thought symbolize degeneracy (‘Entartung’). The Muslim thus stands next to the degenerated, un-German, and decadent leftist in opposition to the blue-eyed, blonde defender of European Christianity. Theodor Adorno once wrote regarding the process of dehumanization in national socialist antisemitism that Jews were simply not regarded as humans.5 Also, Muslims are not portrayed as humans. Not only their outward appearing, also their ‘culture’ is dehumanized, portrayed as ab-normal in contrast to the white German ‘norm’. When Muslim Turks speak, they do not speak as humans. In the dialogue, the German text says: „Hürrlich, die nüe Grüßmüschee für Wien! Güldene Küppel ünd zwy ÜX-Large Münarette müt Hülbmünd! Krügt Namen Hagia Stüfania, nix mühr Stüfansdüm… […] Nei üns traut süch das nümand! Ünd wenn, dann würd er süfort gestünigt! Wie Ehebrecherünnen! […] Attaküüüüüüü! Gegen düüüüü Üüüünglääääuuuubüüüügeeeen!“ Without needing to translate the text, the message clearly is that Muslims are not able to speak the ‘normal’ German language in a proper way. German here is mutiliated by the letter ‘ü’, which is apparently less common in German language. Muslims are portrayed as inferior in terms of culture and this inferiority is racialized and essentialized for the group of the Muslims. These degradations are explicitly be seen in giving Muslim people names to ‘inferiorize’ them. During the national president’s election campaigns, the far right candidate 5 Adorno, Theodor W. (1951): Minima Moralia. Reflexionen aus dem beschädigten Leben, Frankfurt a. M. Suhrkamp Verlag, p. 133. 68 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez said that “immigration from veil-countries is to be stopped”. The notion of ‘veil-countries’ is a new creation. Such creations are common within right wing and even mainstream discourses on Islam and Muslims. Most known and normalized terminologies are ‘radical-Islamist’. In German context, terminologies like ‘Großmoschee’ (large-mosque) or ‘Moscheewildwuchs’ (uncontrolled growth of mosques) have been used to portray mosques as large symbols of conquest that are spreading and taking over control, Islamizing the country (Hafez 2010: 125, 135; Hafez 2010b: 73). In discourse analysis, these compositions (composita) are said to have the function of bringing together termini without explicitly clarifying their relation. This inaccuracy suggests that both terminologies are interrelated. What happens is that the impression emerges that the problem lies with Islam itself (Schiffer 2007: 169). Smith puts this way of thinking about the world in the center of racist thinking: “The dehumanized person is imagined as a human-looking creature with a subhuman essence. They are inferior animals misleadingly dressed up as human beings. This is how European colonists conceived of Native Americans, and how slave owners conceived of their human chattel. This is how the Nazis conceived of Jews, and how Rwandan Hutus conceived of their Tutsi neighbors. This way of thinking is reflected in dehumanizing epithets-referring to whole populations as lice, flies, rats, bacilli, dogs, wolves, monsters, and so on”.6 For Smith, the function of dehumanization is: “decommissioning our moral sentiments. In dehumanizing others, we exclude them from the circle of moral obligation. We can then kill, oppress, and enslave them with impunity.”7 And he concludes that it is a “fact that dehumanization and atrocity often go hand in hand”.8 Interestingly enough, the comic of the far right then goes on to legitimize violence against the Muslim-Turkish invaders. The hero Strache, who is the leader of the far right FPÖ says to a young blond boy in Austrian dialect: “If you get Mustafa with your slingshot, you will get a traditional sausage”. The boy enthusiastically uses his slingshot to shoot Mustafa. The defenders of Christian Austria and Europe then go on to hold a fair on September 11 before fighting the Ottomans on the Kahlenberg. This is called the “Hour of Salvation for besieged Vienna”. 6https://www.psychologytoday.com/blog/philosophy-dispatches/201112/dehumanization-genocide-and-thepsychology-indifference-0 7 Ibid. 8 Ibid. 69 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez Such a discourse that continuously dehumanizes Muslims as a lower class of the human family has its impact on policies as well as on individuals. What else is the message of laws like the ban of minarets in Switzerland, the ban of mosques and minarets in the Austrian counties Carinthia and Vorarlberg in democratic states, where the freedom to practice one’s religion is part of the respective national constitutions than a symbol of giving less rights to a specific segment of people, who are ‘otherized’ and dehumanized in everyday and political discourse? Looking at the parliamentary discourses of the political parties, who were arguing for such a ban, clearly reveals that for them, Islam puts an ultimate threat to the society. In a critical discourse analysis I did on the regional parliamentary debates in Carinthia and Vorarlberg, I found 14 topoi that were used by MP’s from centrist as well as far right parties to legitimize the ban of mosques and minarets. The topos of „clash of cultures“, the topos „danger of terrorism“, the topos of „protection the Christian, occidential culture“, the topos of „representing the majority of Muslims“, the topos of „representing the interest of the people“, the topos of countering „Islamization“, the topos of countering „Islamic overpopulation“, the topos of „Islamist world conspiracy“, the topos of „fanaticism“, the topos of „reciprocity“, the topos of „violence“, especially suppressing women, the topos of „cultural otherness“, the topos of „political Islam“, and the topos of „losing one’s power“. The analysis clearly reveals that Islam – symbolized in the mosque and the minaret – is regarded as an ultimate threat, primarily in the realm of culture. The destructive power that is imagined in the object of Islam becomes the object that has to be contained, since it could spread like a disease. The mosque and the minaret are not framed as places of worship, but as tools of destruction. Ziya Gökalp’s quote, which was also used by Erdogan in the late 1990s, is therefore regularly quoted to proof this reading of the mosque and the minaret as a tool of conquest, war, and destruction. In this logic, it seems to be a human thing to stop a process of dehumanization by the Muslim ‘other’. It is also in this logic that certain Islamophobic terrorists can be understood to do just the right thing, which is to defend their imagined Christian nation. This is also the reason why Anders Behring Breivik was able to kill so many people in 2009. For him, he was not killing human beings. He was just defending his imagined community from being dehumanized by Muslim invaders. He feared the betrayers of Europe to let the Islamization of Europe happen. Because at the heart of his manifesto lies the strong conviction that Muslims are less worth and put a danger to the larger society. They would Islamize the Norwegian and European societies, hence poison them with their inferior culture, which would lead to what Breivik sees as the destruction of ‘European Christian civilization’. 70 Dehumanization and Islamophobia Dr. Farid Hafez 71 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe* I am presenting you today parts of my PHD research about the effects of Islamophobia in schools in Germany and how the victims – young German Muslims – deal with it in different ways. The background for my research and interest in the issue was informed by another research about Muslims in Berlin that I did for the Open Society Foundation and that was published in 2010. In this research we found, that many Muslims in Berlin reported some kind of discrimination in public schools and generally spoke about a climate of low expectations and disencouragement of migrant or Muslims students by some teachers, which they felt originated in their ethnic, social and mainly their religious background. Especially girls with hijab – but not only them – felt oppressed and being treated as less intelligent than their fellow students. In one case a teacher for example disencouraged a young woman who wanted to improve one of her grades by saying „But 3 is a good grade for a Turkish girl“. 60% of the Muslim respondents of the survey said, they felt other than Christian religious customs were not respected well enough in schools in Germany. 11% reported religious discrimination in the public school system and 8 percent spoke about discriminatory or racist treatment of Muslim children by their teachers. This alarmingly high numbers of discrimination in schools had also been mentioned by other studies and surveys during the last years. In August 2013 for example the national Antidiscrimination Office of Germany published a report about discrimination in the areas of education and the workplace, which got a lot of media attention especially due to its alarming *European University Viadrina, Frankfurt (Oder), Germany Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe results in the field of education. The survey found that 1 quarter of all students with immigration history felt discriminated against within their respective schools and that between teachers and immigrant students discrimination happened on an everyday basis. The survey also found, that discrimination could have negative effects on the performance and motivation of the students. The reasons of discrimination are in most cases multi-layered and can often not easily be differentiated from each other. In many cases several reasons for discrimination – like ethnic background, religion, gender or social situation- come together and mutually enforce one another. The discrimination for religious reasons has not been looked at in detail by many surveys yet, but evidence from individual research as well as reports from NGOS, show that being Muslim (or being perceived as such) is often a reason for young people to feel especially disadvantaged in schools. For example the Berlin based NGO “Network against discrimination and Islamophobia” reported in 2012 that about one third of the complaints they received was from the area of education and school. The organisation is one of the very few NGOs in Germany who particularly deal with Islamophobia, collect data and provide some counselling for victims. One young veiled woman for example reported to the organisation the following: “At the beginning of the school year one teacher said to me: You dare to come to our school after what we did to your sister? My sister was the only girl with hijab in that school and after taking on the hijab she had been discriminated against by the teachers and put under heavy pressure” Another girl was told by her teacher “You Turks, especially the ones wearing hijab can only work as cleaners”. In some of the reports the religion of the student was targeted more directly. For example one girl reported: “My teachers said: “Every time a student comes to class with black clothes, in the teachers room we discuss, if she is a terrorist or not.” Exactly on this day I was wearing black clothes and all eyes were on me. I know how to speak up, but I don’t want to defend myself all the time.” Looking at this data I was especially interested in the effects, this discrimination had on the young people, who become victims of it and I wanted to understand better how they dealt with it. 73 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe I therefore interviewed 25 young Muslims, who had made some experiences with discrimination in schools in one way or the other. I did not enquire into the factuality or evidences of the discrimination they reported, but was mainly interested in their own perception of it and the way how they managed to live with it. The interviewees mainly came from Berlin, some from other cities like Hamburg or Frankfurt. I will present to you two quite different examples for the young people I interviewed and after give you some general observations from my research. The first example is a young woman, who had just finished her school and was looking for a suitable university, I interviewed in the city of Heilbronn in the West of Germany, close to Frankfurt. I name her Süreyya here. In the interview Süreyya told me about the story of her family who was forced to change the city because of hostile attacks against them as Turks from one of their neighbours. In the new school, a college, preparing for university she was so strongly discriminated by fellow students and some of her teachers, that her grades deteriorated severely and she almost left the school without certificate although she had been a very good and active student before. The main problem in her view was her choice to wear hijab after a certain time at the school. She reported that since this moment her life in school went completely downhill “I was torn at my hijab, I was called “Ayse” all the time, I was mobbed constantly, wherever I was” But more problematic than the bullying by the fellow students were the reactions of her teachers, one of whom openly said in front of his class, he would never teach a girl with a headscarf. Süreyya, was especially surprised and shocked by this because it was a teacher who uttered this discriminatory sentences, someone, whom she respected and looked up to and in her eyes was meant to teach the students morals and values of treating others equally and with respect. She said “I was tired to go to every single teacher and tell him “hey I am a human being, please look at me. After all they are academics, they are teachers, they should know better.” Although she had tried hard to not take the discriminatory acts too seriously, after some time she suffered a weeklong period of depression and did not go to school anymore until one of her teachers tried to help her and called her saying: “Come back to school, even if you just sit here physically, but don’t leave the school without certificate, don’t give them this victory”. He also told her, that many of the teachers were against non-ethnic German students at this school and systematically kept ostracizing them until they eventually left the school. Süreyya finally managed to leave this 74 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe school with a university entrance certificate, even if her grades had heavily deteriorated. She explained, that what helped her mostly to go through this time and don’t become extremely desperate or hard against others was apart from the support of her family her religious belief. She said: “I thought God is testing me with it, and it is my task to manage with it. Through all this trouble I learnt that there is something good behind every evil and that we only have to find it. Now I see it as my experience. If I go to university now, nothing can make me cry easily. I can discuss much better now and I can look like someone self confident.” Although the experiences on the one side made her lose trust in many teachers and generally become more careful with trusting other people, on the other side her religious view helped her to perceive the difficulties she went through as something bad out of which came something good and thus created some kind of psychological empowerment for her. This was something I could observe with several of the young people I interviewed in different ways. Those who were religious or became religious through the conflicts and confrontations with Islamophobic arguments, seemed to have a strong resource of resilience against the discrimination they experienced. A quite different example from my interviews, that I want to give you is a young man, who was maybe less fortunate than Süreyya regarding his environment and the resources that he could refer to. I call him Mehdi and unlike Süreyya, who was born in Germany and received all her education there, he immigrated to Germany at the age of 13 from Afghanistan together with his parents and 3 sisters. His two elder sisters managed the immigration situation relatively well and both finished university studies. The younger sister had more problems in school and also felt strongly discriminated against because of her hijab and her religion in general. Mehdi had never complained much, why his family never realised he had great problems with the situation as a migrant in Germany. They only discovered this during the interview that I led with all of them together. This is something I observed also with other young male respondents, that seemed to have more reluctance to see themselves as victims of discrimination than the girls and also spoke less about their experiences. In the interview Mehdi however told me, that some of his teachers were mocking his religion and his home country Afghanistan. He told me that they laughed about the way how the people lived there and that they were fasting and about religious practices in general. He says that unlike his sisters he does not have the right arguments to counter these remarks, because he does not 75 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe know as much as them about the religion. This obviously causes more aggression within him and he says the wished to beat something or someone. While his elder sisters say like Süreyya, that their religious belief helps them to see the discrimination as a kind of test by God and they should counter evil with good behaviour, Mehdi seems not to be as strongly religious. He however finds comfort in a martial arts course. He says: “My trainer teaches us to control ourselves, our body. Before I was very aggressive, I could beat someone. But now, since 7 years I don’t do that anymore.” The experiences with discrimination however still hurt him and he does not really have an outlet for these emotions or a way how to transform them or to empower himself by countering the negative remarks of others. The martial arts make him less aggressive outwardly but cannot hinder the negative psychological effects of discrimination on him. Unlike Süreyya, who got support from her teacher and family and managed to finish the school with a certificate Mehdi is so strongly disencouraged by the discrimination that he wants to leave the school: He says “I don’t want to go to school long, better start working, because I am tired of all this discussions about Islam and the mobbing. Some teachers are really bad, you cannot get along with them. You feel, that they don’t like us foreigners and I am tired of this.” Looking at the young people I talked to in general I observed different ways of managing the Stigma of being a (religious) Muslim. One way of dealing with this stigma management was to position oneself self confidently as Muslim and try to turn the bad image into something positive. In the beginning the experiences with discrimination made them feel helpless, because they did not know much about their religion and how to counter the anti-Muslim discourses. Some therefore tried to gather more knowledge about their religion and often became more religious in this process. Often the religion seems to help them giving some meaning to the bad experiences they make and dealing with them in a better way. Especially the Quranic idea of “pushing back with excellence” that means countering the evil behaviour with good reaction becomes a strong incentive to talk with the perpetrators of discrimination in a good way and try to change the whole atmosphere into a more respectful one. This behaviour I think is especially remarkable as this originally should be the role of the educators more than the students. Another way of managing the stigma was available only to those who were not directly marked as Muslims by their appearance – for example some young people with Bosnian 76 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe origin, who pass as members of the ethnic German majority. They chose to appear as few as possible as religious people in school and not talk about religion, because they felt it would not be appreciated. This way of managing the stigma is quite effective in one way, as it prevents open discrimination against them personally, but on the other side people can talk more negatively about their religion in front of them openly as they don’t know they are Muslims themselves. Also a feeling of shame can result from hiding as others get discriminated where they themselves can avoid the negative treatment. So the outer positive results of hiding are accompanied by inner conflicts between openly and self confidently admitting their religious belonging and hiding it in order to protect themselves. Again others, like Mehdi from Afghanistan, cannot hide their religious or ethnic belonging in the same way because they are marked as “Muslim” and “Afghan”, but also cannot access a lot of resources like educational support from the family, a strong social network or support from a religious community or strong religious conviction. For them the situation seems to be especially precarious, because few empowering elements help them deal with the discriminatory experiences in a way that psychologically relieves them. Generally there are a lot of factors empowering or disempowering young Muslims with experiences of discrimination, like strong family background on the one side or strong intersectionality of different markers of discrimination enforcing each other on the other side. However especially interesting with this young more or less religious people I interviewed was, that some of them could use their religious convictions as empowering elements in one way or the other. They helped them to make sense of the bad experiences, making them feel honoured by having to go through strong religious tests instead of being belittled and debased by the discrimination. And last but not least they helped them with “pushing back with excellence”, behaving towards the ones who hurt them in a way that was rather deescalating and sometimes even completely turned the situation into one of appreciation and respect between them and their teachers or fellow students. However I have to say, that the young people I interviewed were mostly well educated many of them going to college and later to university. They had access to different resources empowering them against the discrimination. We had a little glance into a different situation with the experiences of Mehdi from Afghanistan, but many more young Muslims, most of 77 Islamophobia in German Schools and its Effects on Young Muslims Nina Mühe whom are not in higher education in Germany and who cannot easily empower themselves with knowledge, who have far fewer resources available, probably cannot react to the discrimination they experience in school in a similarly empowering manner. If they can resort to martial arts classes it might be helpful, but in many cases the effects of what they experience might be much more harmful on the long run than what I found with my interviewees. 78 Islamophobia and discrimination among young people and secondary school students Ineke van der Valk* * University of Amsterdam Islamophobia and discrimination among young people and secondary school students Prof. Dr. Ineke van der Valk 81 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago* a. ECtHR jurisprudence extended the rights enjoyed by the LGBT community If you told a homosexual man or lesbian woman 30 years ago that in 2015 not only acts between persons of the same-sex would have been decriminalized in the whole Europe, but also 18 States would have legally recognized same-sex relationships, sometimes even allowing them to marry, they would probably never believed it. Indeed, this is the today situation among the countries of the Council of Europe. Although LGBT persons still face many forms of discrimination in the field of freedom of expression and assembly, family law, and prevention from inhuman and degrading treatment, considerable progress have been achieved in a relatively limited amount of time. This process was certainly influenced by the judgments of the European Court of Human Rights (ECtHR). Landmark decisions delivered by the Strasbourg judges contributed to promote decriminalization of homosexuality and same-sex consensual activities (Dudgeon v. UK) and condemned discriminatory ages of consent for punishing consensual acts of intimacy (Sutherland v. UK). Moreover, the Court recognized the right of LGBT people to enter the armed forces (Smith and Grady v. UK), and recently declared that hate crime committed against individuals because of their sexual orientation constitutes a violation of the principle of protection against torture or inhuman or degrading treatment, along with the right to not be discriminated (Identoba and Others v. Georgia). It also recognized the right of peaceful assembly for LGBT associations (Alekseyev v. Russian Federation), as well as the right to be treated humanely in prison (X v. Turkey). *Leiden Üniversitesi / University Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago Moreover, a major part of the ECtHR case-law regarding sexual orientation deals with claims of same-sex couples who wish their stable relationships to be acknowledged by law, and more generally to be treated equally in all aspects of their family life (e.g. succession in tenancy agreements, survivor’s pension, parenting issues). Just recently, the Court stated in the Oliari and others v. Italy judgment that a positive obligation exists under the European Convention to ensure the existence of a legal framework disciplining these kind of relationships, regardless of the sexual orientation of the parties involved. Yet, it does not necessarily have to be marriage, as States still have discretionary competences to decide on such institution without external interference. (NOTA: Oliari) The Strasbourg judicial body always tended to construct homosexuality in a way to fit in the right to private life, protected by article 8 of the Convention, read alone or in conjunction with non–discrimination principle at article 14. (QUI METTI JOHNSON O REPORT SU ECtHR CASES) Such legal reasoning was especially relevant for affirming the inadmissibility of laws criminalizing homosexual activities. In particular, after several rejected cases, the Court finally established in Dudgeon v. UK that sexual life is part of the private life of an individual, and for the first time sexuality became a possible ground of discrimination.1 Interestingly, the Court also started considering sexual orientation without referring to the language of pathology or deviation.2 At a second stage, when judges had to evaluate cases related to same-sex couples, the right of family life, also foreseen in article 8 ECHR, became relevant to ascertain the situation of all homosexual relationships of an unmarried character. The Court gradually addressed “very affirmatively [their] realities and legal needs”,3 for instance recognizing a same-sex partner as a “life companion” entitled to succeed in a tenancy contract of the deceased partner, by basing the right to have a house within the concept of private and family life.4 More explicitly, in Shalk and Kopf v. Austria it concluded that “same-sex couples are just as capable as different- 1 Grigolo, M., Sexualities and the ECHR: Introducing the Universal Sexual Legal Subject (2003), 14 European Journal of International Law, 1029-1030. 2 Id. 3 Waaldijk, K., Great diversity and some equality: non-marital legal family formats for same-sex couples in Europein: M van den Brink, S Burri & J Goldschmidt (eds.), Equality and human rights: nothing but trouble? Liber amicorum Titia Loenen, Utrecht: Netherlands Institute of Human Rights (SIM) at Utrecht University, 2015, p. 223-245. 4 Grigolo, note 1, p. 1036. 83 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago sex couples of entering into stable committed relationships”5, while in the recent Oliari decision finally clarified that “the absence of a legal framework allowing for recognition and protection of [applicants] relationship violates their rights under Article 8 of the Convention”.6 Certainly, all the above demonstrates how the Court has been able to use the Convention “as a living instrument” that can be interpreted “in light of present days conditions”7 and such flexibility has allowed the judicial body to adapt European principles to the transformation of societies, as well as to affect the variation of national policies.8 However, this has not always been the case. If it is true that the ECtHR proved to be open to undertake progressive steps to affirm the right of same-sex couples to access a legal format capable to recognize their relationship, on the other hand the same judges still deny that States parties to the ECHR have an obligation to ensure it through marriage as defined under art. 12 of the Convention. b. Margin of appreciation and consensus as an obstacle to recognition of LGBT rights In this perspective, justifications raised by the Court to deny any legal duty upon national governments to amend their legislation are often grounded on the idea that there is not enough consensus among European States in a certain area of law, and therefore States enjoy a wide margin of appreciation to decide autonomously on the matter. The margin of appreciation doctrine represents a construction typical to the European Court, initially elaborated to reassure States that international law and policies would not interfere with their national security agenda.9 Slowly, the doctrine has progressively been applied to areas with no links with security issues whatsoever, but instead related to national values and specific States policies, so to introduce a sort of subsidiarity principle in the treatment of 5 ECtHR, Schalk & Kopf v Austria, 24 June 2010 (Appl.no. 30141/04), at para. 99. 6 Zago, G., Oliari and Others v. Italy: a stepping stone towards full legal recognition of same-sex relationships in Europe, Strasbourg Observers, September 16 2015, [http://strasbourgobservers.com/2015/09/16/oliari-andothers-v-italy-a-stepping-stone-towards-full-legal-recognition-of-same-sex-relationships-in-europe/]. 7 Like the Court stated in Tyrer v. United Kingdom as mentioned in Johnson, P., “An Essential Private Manifestation of Human Personality”: Constructions of Homosexuality in the European Court of Human Rights (2010), 10 Human Rights Law Review 1, 67-97. 8 Id. 9 Benvenisti , E., Margin of Appreciation, Consensus and Universal Standards (1999), 31 International Law and Politics, at 845. 84 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago human rights issues.10 This may end resulting in lack of protection when minority rights are at stake, as of course the margin of appreciation pairs well with compliance with majoritarian thinking.11 Accordingly, it is hardly expectable that minorities interests could be duly regarded in national agendas, for the same inner nature of such groups, who often do not attract the sympathy of general population. Although a differentiating treatment affecting LGBT rights should always be justified by a legitimate aim and be proportionately enacted on the basis of weighty reasons, if the Court consents to a wider margin of appreciation upon the States, like in the case of same-sex marriage, legal reasoning to sustain the existence of a public interest to tolerate such limitations is often overshadowed by more vague assertions based on unspecified lack of consensus or societal hostility to similar legal initiatives. Therefore, LGBT rights well represent the limits and opportunities of ECtHR: whereas in some instances the Court can really have a direct impact on States parties’ legislation (like it happened in the Goodwin v. UK case, where the judges decided in favor of the right of a transsexual to marry a person of the opposite sex, despite attesting the lack of consensus in Europe on the topic)12, in other cases it appears much more reluctant and prone to avoid political conflicts with national governments (as in the case of same-sex marriage, where cautiousness can very likely depend on considerations other than legal, as discrepancies between Western and Eastern European countries on the issue). c. Is the ECtHR a factor of change in States policies on LGBT rights or vice-versa? Hence, question is whether the ECtHR is a factor of change in States’ policies, or on the contrary simply registers developments already occurring in societies. As one can expect, there is not a really straight answer to that. Some commentators underline that the application of universal principles, instead of relying on the margin of appreciation, would the Court more effective, buy they anyway conclude that it was able to interpret the Convention creatively enough to largely contribute to the shaping of a more open attitude of domestic populations, and at the end, even in changing moral views.13 10 Id. 11 Id. 12 Grigolo, note 1, p. 1035. 13 Johnson, note 7, p. 69. 85 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago Indeed, the Court was capable to design a “social discourse on sexuality”. In the 80s, it sensed the growing advancement of a wave of decriminalization around Europe14 and focused on the nature of homosexuality, by surpassing the idea of sodomy and perversion, to affirm respect for private lives of LGBT persons.15 As an example of Court judgments effects, after the Dudgeon decision the UK had to decriminalize private male homosexual acts in Northern Ireland;16 more generally, Dudgeon definitely contributed to reinforce the progressive dismantlement of the so called “sodomy laws”.17 A similar impact on one State policy about criminalization of homosexuality can be registered in the case of Modinos v. Cyprus.18 Certainly, the differences among European States, both historical and political, cannot been ignored in the Court’s judicial assessment, especially whether the judges take in great consideration the degree of acceptance of a certain policy among the population, as for instance is happening in cases involving the recognition of same-sex marriages, or of the right to adopt for same-sex couples.19 In studying the impact of international law on LGBT rights legislation, Ayoub stresses the different challenges and approaches to sexual orientation issues and gender identity between new EU States and original members, pointing out how the latter can be more sensible to the adoption of non-discriminatory measures, yet to comply with external standards and pressures, more than to respond to internal demands of their populations.20 In connection to this, it is worth noticing that the ECtHR is one of the bodies composing the Council of Europe machinery, which provides specific rules of accession for States, similarly to the EU, and such conditions are mainly designed in accordance with the Court case-law. This played a role in the accession procedure for Romania, that at that time, in 1993, still used to provide criminalization of homosexuality in its criminal code.21 14 Waaldijk C. , Civil Developments: Patterns of reform in the legal position of same-sex partners in Europe (2000), Canadian Journal of Family Law / Revue Canadienne de Droit Familial 17(1): 62-88. 15 Johnson, note 7, p. 73. 16 Id. 17 In this perspective, see Waaldijk, note 14. 18 Johnson, note 7, p. 75. 19 See Zago, note 6. 20 Ayoub, P., Contested Norms in new-adopter states: International determinants of LGBT rights legislation (2015), 21 European Journal of international Relations 2, 293-322. 21 Council of Europe 1993b, para. 50. 86 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago Nonetheless, it should not be overlooked that on one side States parties to the ECHR are bound to comply with the ECtHR rulings, but on the other hand the Court has no jurisdiction to directly amend, or repeal, national laws which are contrary to the Convention principles.22 Additionally, the Court does not have the power to sanction respondent governments which do not enact its judgments. In spite of such weakness, it is undeniable that the Court has a persuasive effect, as it can be utilized by judges in domestic courts to argue against and even repeal policies which are in violation of international human rights norms.23 This is happening, for example, in Italy, where the Strasbourg judges’ authoritative decisions are frequently mentioned in the judicial debate around recognition of same-sex marriage in the country.24 Thus, the ECtHR can be of paramount importance in raising awareness25 on a specific topic not only in the country concerned by a specific case, but also among other European States. The Identoba judgment, dealing with violence against LGBT people who wanted to march in the street to celebrate International Day against Homophobia and Transphobia, helped enlightening on the status of sexual minorities rights in that particular State, as well as guaranteeing that the following march, held this year, could take place without episodes of violence. (NOTA) The persuasiveness of an international court judgment increases when international law is more deeply integrated in the system of sources of the State, so that national bodies can more easily rely on those to call for changes in discriminatory policies. This is particularly important if considering that acceptance of gays and lesbians in Europe can vary greatly from country to country.26 That said, it is sometimes difficult to establish who influences who. Indeed, researchers demonstrated that the Court tends to proceed by introducing small openings in the interpretation of the Convention in light of right of sexual minorities, but when it sets a 22 Sweet and Keller, The Reception of the ECHR in the Member States, Oxford: Oxford University Press, 2008, at 21-22. 23 Helfer & Voeten, International Courts as Agents of Legal Change: evidence from LGBT rights in Europe (2014), 68 International Organizations, 82. 24 Zago, G., L’autorità giudiziaria, e non il Prefetto, può annullare la trascrizione nel registro dello stato civile. Nota a sentenza TAR Lazio n. 3907/15 (2015), articolo29.it, 1 aprile 2015, [http://www.articolo29.it/2015/lautorita-giudiziaria-non-prefetto-puo-annullare-trascrizione-nel-registro-civilenota-sentenza-tar-lazio-n-390715-2/]. 25 Helfer & Voeten, note 23, p. 82-83. 26 Id., p. 85. 87 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago standard higher, it generally does not go backwards. Yet, at the same time, the Court’s caselaw challenged in a similar order and in an analogous period the same legal barriers addressed by European legislators, moving from decriminalization to equal age of consent, antidiscrimination issues, and finally problems related to family relationships.27 Sometimes, the Court can even indirectly put pressure on governments to enact new legislation: in the case of Shalk and Kopf v. Austria, regarding the impossibility for a samesex couple to enter into a registered partnership at the time of the complaint, as the legal format was accessible to opposite – sex couples only, Austria modified the law while the proceeding was pending before the Court.28 d. Conclusions In conclusion, studies demonstrate that the ECtHR surely has an influence in the adoption of legislation protecting and recognizing sexual minorities. Plus, the positive pressure of this transnational judicial body is more deeply felt in countries where social acceptance of homosexuality is lower, as national courts apply the Strasbourg judges legal reasoning to question policies of the executive power, which otherwise would barely oppose the majoritarian thinking, as well as to invite the legislator amending provisions which are found in violation of human rights.29 However, in the author’s view, the Court could be bolder in interpreting the Convention principles, without depending too strongly on the margin of appreciation of States. However, this still seems however particularly challenging in relation to recognition of the right to marry, where the Court appears cautious, waiting for a major number of States to introduce appropriate reforms at the domestic level. At the moment, it limits itself to affirm that such an opening would not contravene the right to marry under the ECHR.30 Nonetheless, as it already happened in the past (e.g. in Goodwin v. UK), the judges may use judicial discretion to extend the rights of the Convention in favor of LGBT rights, by adopting an interpretation genuinely grounded on a legal reasoning in light of the non-discrimination principle. The Court could have the chance to lead an already emerging movement in national jurisdictions, aimed at ensuring equality in family life regardless of one’s sexuality, as it similarly did some decades ago as for decriminalization, beginning with Dudgeon v. UK. 27 Id.; see also Waaldijk, note 14. 28 See note 5. 29 Helfer and Voeten, note 23, p. 106. 30 See Schalk and Kopf, note 5; Oliari and others v. Italy in Zago, note 6 . 88 Agents of Change For Sexual Minorities in Europe: Does the ECtHR Influence States Policies or Vice-Versa? A Two-way Relationship. Giuseppe Zago More recently, it sent a surprisingly clear message to all States of the Coucnil of Europe, stating with a clear and unequivocal language that inadequate police protection from homophobic hatred violates article 3 and 14 of the ECHR (Identoba and others v. Georgia).31 Anyhow, in order to accomplish this goal, the Court needs to finally embrace the idea that homosexuality is not only an expression of private life, but in present days it also requires the official recognition of its public dimension. In this sense, the Court proved to be receptive when dealing with the freedom of expression and assembly, as well as with the prohibition of ill-treatment in the form of hate speech, whereas a certain reluctance remains when it comes to a sphere of intimacy which same-sex couples are willing to manifest publicly as an illustration of human dignity. 31 See Johnson, P., The Judgment in Identoba and Others v. Georgia is a triumph for LGBT rights in Europe, 13 May 2015, ECHR Sexual Orientation blog, [http://echrso.blogspot.nl/2015/05/the-judgment-in-identoba-andothers-v.html]. 89 Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar* 1. Ayrımcılığın ayrımı Ayrımcılıkla denildiğinde ilk akla gelen eşitler arasındaki farklı muameledir. Ancak bundan daha vahimi belki de hiç eşit olamamışların karşılaştığı uygulamalardır. Daha vahimdir zira bu grupta yer alan “bizden olmayan” yani “öteki” olan insanlar eşit dahi kabul edilmemektedir. Tarihin karanlıklarından azalarak gelen bu eşit olmama düşüncesi “insan onuru” düşüncesinin 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkışı ile beraber farklı bir boyuta taşınmıştır. Ancak insan onuru kavramının soyut olarak bir tanımının yapılabilmesindeki zorluk ve değişkenlik geçmişte kalan ötekileştirme hastalığını insanoğlunda nüksettirmektedir1. Söz edilen bu kavram yani insan onuru insan kişiliğinin içeriğini oluşturmaktadır2. Gerçekten de insan onuru dil, din, ırk, cinsiyet vb. hiçbir ayrım gözetilmeksizin, bütün bireylerin sadece insan olmalarından dolayı sahip olacakları şeydir. İnsan onuru denildiğinde ise kişinin kendi kendisine duyduğu içsel saygıyı ve kişiye başkalarının duyduğu saygıyı anlamakta bir beyiz olmadığını düşünmekteyiz. Gerek içsel gerek ise dışsal saygıyı bir gereksinim olarak insana hissettiren ise insanın gururudur. Bu gururun beslediği insan onuru nerdeyse tüm uluslararası düzenlemelerde dokunulmaz olarak görülmektedir. İşte bu dokunulmazlığı sağlamak amacıyla insanların eşit olduklarını, bu eşitliği bozacak motifler aramanın insan onurunu zedeleyeceğini ortaya koyan ayrımcılık yasakları ortaya çıkmıştır. * Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı. 1 Zafer Gören, “Türk – Alman Hukukunda Kişiliğin Korunması”, AYD, S. 9, 1992, s. 171. 2 Meltem Dikmen Caniklioğlu, “Anlamı, Kapsamı ve Sınırlarıyla Temel Haklar ve Anayasalarımız”, Mahmut Tevfik BİRSEL’e Armağan, DEÜHFY, s. 471. Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu. Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar İnsanın gururundan beslenen onurunu korumayı amaç edinen ceza yasaları bunu, insanı eşit kabul eden anayasalardan ve uluslararası metinlerden destek alarak, bireyler arası eşit işlem yoluyla korumayı tercih etmektedir. Kimi ülke yasaları bu ayrımcılık yasaklarını ve suçlarını TCK’da olduğu gibi “özgürlüğe karşı suçlar olarak düzenlerken, Fransız Ceza Kanunu’nda olduğu gibi kimi kanunlar ise bu suçu kişinin onuruna karşı işlenmiş suç başlığı altında düzenlemektedir. Bu ayrım tamamen kanun koyucunun tercihinden ibarettir. Nitekim ayrımcılık suçu ister kişiye karşı işlenen uçlardan onura karşı işlenen suçlar başlığı altında düzenlensin ve esas korunanın insan onuru olduğu kabul edilsin, isterse de bu suç hürriyete karşı işlenen bir suç olarak kabul edilsin en nihayetinde incelediğimiz ayrımcılık suçu birden fazla hukuki değeri koruyan bir suç tipidir. Gerçekten de ayrımcılık suçu insanlar arasındaki ayrımcılık saikiyle gerçekleştirilen işlem eşitsizliğini cezalandırmak suretiyle bireyin liberal bir toplumda eşit yaşama özgürlüğünü koruma altına aldığı gibi bu koruma ile insan onurunu korumuş olacaktır. Dolayısıyla ayrımcılıktan konuşurken, ayrımcılık suçunu anlatırken aslında sistemi, liberal piyasayı, hukuku, adaleti, eşitliği, eşitsizliği vb. konuşuyoruz aslında. Peki, en basit anlatımla ayrımcılık nedir denilse, ayrımcılık suçu ile aktif ilgilenmiş ve tanınmış hukukçu Michel Miné’nin tarifini aktarmak gerekir kanaatindeyim. Buna göre ayrımcılık: “Aynı statüde olanlara farklı işlem uygulamak, farklı statüde olanlara ise aynı işlemi uygulamak”. Bu basit tanımı verdikten sonra şimdi Fransız Ceza Kanunundaki ayrımcılık suçuna ilişkin düzenlemeyi incelemeye başlayalım. 2. Ayrımcılığın suç haline getirilmesi Fransız Ceza Kanunu m. 225-1’ e göre ayrımcılık suçunun kapsamı şu şekilde belirlenmektedir: Cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, ulusal köken, etnik köken, cinsel kimlik, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, medeni hâl, hamilelik, sağlık durumu, engellilik, yaş ve benzeri temellere dayalı olarak düzenlenen hak ve özgürlüklerden herkesin eşit şekilde yararlanmasını engelleyen veya zorlaştıran her türlü farklı muamele doğrudan ayrımcılık tanımına girer. Burada kapsamı belirtilen ve kanuni kıstasları sayılan ayrımcılık doğrudan ayrımcılıktır. Dolaylı ayrımcılık ise tarafsız görünen uygulamaların belli bir grup üzerinde olumsuz etki yaratmasına denir. Bu durum taciz şeklini de alabilir. FCK m. 215-1’e göre ayrımcılık suçunun işlenebilmesi için gerçek kişiler ve tüzel kişiler arasında; köken, tabiiyet, etnik, ırk, isim ve soyad, yaş, cinsiyet, medeni durum, hamilelik, fiziksel görünüm, örf ve âdetler, dinsel inanç, cinsel yönelim, siyasal görüş, 91 Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu. Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar sendikal faaliyetler, sağlık durumu, sakatlık, genetik özellikler, cinsel kimlik temel alınarak farklı işlemler yapılması gerekmektedir. Kanuna göre; belirli konularda ayrımcılık fiilleri açıkça yasaklanmıştır: - Mal ve hizmet, sağlık, sosyal haklar ve eğitim hakkı konularında, ırk ya da etnik kökene göre ayrımcılık yapmak yasaklanmıştır. FCK 225-1 ve 225-1-1. - İşgücü ve istihdam konularında cinsiyet, din, yaş, fiziksel görünüm konularında ayrımcılık yapmak yasaklanmıştır. FCK 225-2, 225-3; İş Kanunu L. 412-2 - Ayrımcılığa tanıklık edenler, olası misillemelere karşı koruma altına alınarak, mağdurlara verilen teminat güçlendirilmiştir. - Mağdur tarafın ispat yükümlülüğü konusunda kolaylıklar sağlanmıştır. Fransız Ceza Kanunu’nun L. 225-2’ye göre ayrımcılık suçu 3 yıl hapis ve 45.000 € para cezası ile cezalandırılmaktadır. Eğer ayrımcılık suçunu işleyen fail kamu görevlisi ve kamu göreviyle alakalı bir işlemde ayrımcılık yapmış ise bu defa ceza FCK m. L. 432-7’ye göre 5 yıl hapis ve 75.000 € para cezası olmaktadır. Ayrımcılığın ispatında ise, ayrımcılık suçunun mağduru olduğunu düşünen herkes ayrımcılığın varlığını düşündüren kanıtları Mahkeme’ye sunar. Objektif veriler kullanarak aksini kanıtlamak ise davalı tarafın görevidir. Ayrımcılık suçunda genel zamanaşımı işlemektedir. Dolayısıyla Fransız Ceza Muhakemesi Kanunu m. 8’de belirtilen 3 yıllık dava zamanaşımı burada da geçerlidir. Ancak bu zamanaşımının ne zaman başlayacağı ile ilgili problem çıkabilir. Nitekim ayrımcılık suçunu oluşturan fiillerin bir kısmı ani bir şekilde işlenmekte, örneğin işe almama, işten çıkarma gibi, ancak bazıları ise mütemadi bir halde devam etmektedir, örneğin iş yerinde taciz, psikolojik baskı gibi. İşte ilk bahsettiğimiz ani hareket ile işlenen ayrımcılık suçlarında zamanaşımı süresi hareketin yani ayrımcılığın gerçekleştirildiği andan itibaren başlar. İkinci durumda yani ayrımcılık suçunun mütemadi bir şekilde işlenmesi halinde ise temadiyi kesen son hareketin yapılması ile zamanaşımı işlemeye başlayacaktır. FCK m. 225-3’de bazı durumlarda gerçekleştirilen farklı uygulamaların ayrımcılık suçunu oluşturmayacağı belirtilmiştir. Bu durum ayrımcılık suçuna ilişkin hukuka uygunluk sebepleridir. Kanun koyucu bu durumları maddede tek tek belirtmektedir. Sağlık durumu dolayısıyla yapılan bir ayrımcılık cezalandırılmayacaktır. Eğer kişinin sağlık durumu nedeniyle ayrımcılık yapılmayıp eşit davranılması durumunda kişin ölüm tehlikesi yaşayacağı, sağlığının bozulacağı ve iş ile ilgili olarak işi göremeyeceği açık ise ayrımcılık yapılması cezalandırılmayacaktır. 92 Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu. Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar Avrupa müktesebatına uyum çerçevesinde 27 Mayıs 2008 tarihli Kanun ile eşit muamele konusundaki çok sayıdaki Avrupa direktifinin iç hukuka aktarılması öngörülmüştür. Bu kanun, ayrımcılık tanımlarına Fransız ceza kanunu içerisinde kesinlik kazandırdı: Kasıtlı olduğu durumlarda “doğrudan ayrımcılık”; Görünüşte tarafsız olan ancak uygulamada bazılarımız için dezavantaj teşkil eden hallerde “dolaylı ayrımcılık” oluşacaktır. 3. Yargı kararları Fransız Danıştay’ı 30. 10. 2001 tarihinde verdiği kararda Özgürlükler ve Enformasyon Komisyonu’nun (CNIL) iptal ederek, bankaların belirli ülke vatandaşlarının orjinlerinden dolayı “riskli istatistikler” olarak belirleyebileceğini ifade eden bankalara ilişkin tavsiye kararını iptal etmiştir3. 2012 yılında Fransız Yargıtay’ından geçen bir kararda ise bir kafenin işletme müdürünün sözleşme yenilememe gerekçesi olarak öne sürdüğü “Faslılara güvenmiyorum” şeklindeki beyanı ve buna dayanan sözleşme yenilememe fiilini ayrımcılık suçu kapsamında değerlendirmiştir4. Ekonomik faaliyetlerine ayrımcılık saiki ile müdahale edilmesi durumunda, fiil cezalandırılacaktır. Ancak ekonomik faaliyetten ne anşalıması gerektiği de incelenmelidir. Bu konuda Fransız Yargıtay’ı “tüzel olmayan iki kişi arasında taşınmaz mal alım satımı”nın ekonomik faaliyet olmayacağına karar vermiştir5. Dolayısıyla böyle bir durumda ayrımcılık saiki olsa dahi yapılan müdahale 225-2’de bahsi geçen hüküm içerisinde değerlendirilmeyecektir ve ayrımcılık suçu oluşmayacaktır. Boykot nedeniyle bir mal alım satımının engellenmesi, başka anlatımla ekonomik faaliyete müdahale edilmesi ve bu boykotun da 225-1’de belirtilen ayrımcılık oluşturan nedenlere dayanarak yapılması durumunda ayrımcılık suçu oluşacaktır. Yani bir grubun, inanışın, milletin vs. fertlerine karşı çeşitli nedenlerle ekonomik boykot yapılması ayrımcılık suçu için hukuka uygunluk nedeni oluşturmayacaktır ve 225-2-2’den cezai sorumluluk doğacaktır. Buna örnek ise Fransız Yargıtay’ı önüne taşınan bir olayda Filistin-İsrail olayları nedeniyle Fransa’da bir kentte Yahudi bir vatandaşın marketinin önünde İsrail mallarının alınmamasına yönelik boykot yapılması ve akabinde vatandaşın marketinden de alışveriş yapılmamasını söyleyen eylemci grubundan failin söylemleri ayrımcılık boyutuna varmış ve neticede onanan kararla ayrımcılıktan dolayı ceza almıştır. 3 CE Contentieux, 30 octobre 2001, n˚ 204 909. 4 Cass. soc., 18 janvier 2012, n˚ 10-16.926, F-P+B N° Lexbase : A1532IBD. 5 Cass. crim., 24-05-2005, n˚ 04-87.490 93 Fransız Ceza Hukukunda Ayrımcılık Suçu. Ar. Gör. Kenan Evren Yaşar Çalışanlara yönelik promosyon ve maaş artışının olmaması, çalışanlar arasında olan bu artırımda performansa göre farklılıklar olması ceza kanunu anlamında ayrımcılık suçunu oluşturmayacaktır6. 4. Ayrımcılığın İspatı ve Test Ayrımcılık suçunun işlenebilinmesi için amaç unsurunun ve dolayısıyla kastın bulunması gerekmektedir. Ancak kastın tespitinin zorluğu da aşikardır. Özellikle unsur olarak amacı barındıran sularda amacın ispat edilmesi dikkat istemektedir. Ayrımcılık suçunun amaç ve kast unsurlarının tespitinde ceza muhakemesindeki tedbirlerden biri olan gizli soruşturmacı kullanmak suretiyle, bu kurumun kuralları çerçevesinde suça tahrik etmemek, suç işletmemek suretiyle maddi gerçeğin ortaya çıkarılması sağlanabilir. Ancak buradaki sorun ayrımcılığa maruz kaldığını iddia eden tarafın ayrımcılık yaptığı iddiasında olan kişilere yönelik elde ettiği verileri, testleri ne ölçüde delil olarak mahkemeye sunabilir. Mahkeme bunları nasıl değerlendirir. Fransız Yargıtay’ının bu yıl Şubat ayında önüne gelen davada Yargıtay ceza muhakemesinde kanununda buna yönelik bir sınır olmadığını, aksine ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesinin bulunduğunu dolayısıyla AHİS m. 16’da belirtilen savunma hakkını zedelemediği sürece özellikle ayrımcılık suçunun ispatında “testing” denilen tarafların getirdiği delillerde değerlendirme kapsamına alınacağını belirtmiştir7. 6 Cass. crim., 28-04-2009, n˚ 07-82.901. 7 Cass. crim., 04-02-2015, n˚ 14-90.048 94 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy∗ Özet Ayrımcılık suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesi ile ceza hukuku literatürümüze girmiş yeni bir suç tipidir. Ayrımcılık, ceza hukuku literatürümüz bakımından yeni bir kavram olmasına karşın, Türk Hukuku bakımından başta Anayasa olmak üzere birçok hukuksal metinde kendisine yer bulmuş evrensel bir kavramdır. TCK’nın 122. maddesinde 2014 yılında yapılan bir değişiklikle “Ayırımcılık” olan madde başlığı “Nefret ve ayırımcılık” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikle beraber, ceza hukuku literatürümüze yeni bir kavram daha eklenmiştir: “Nefret suçu”. Nefret suçu da, tıpkı ayrımcılık da olduğu gibi karşılaştırmalı hukukta çok eskiye dayanan bir kavram olmasına karşın, ceza hukuku literatürümüze girmesi oldukça yenidir. Çalışmamızın kapsamı itibariyle nefret suçlarına yeri geldikçe değinilecektir. Çalışmamızda uluslararası hukuk metinlerinden ve yabancı bazı hukuk sistemlerindeki düzenlemelerden mümkün olduğunca yararlanılmaya çalışılacaktır. Her ne kadar bu iki kavramın sosyolojik, psikolojik, felsefik temelleri olsa da, çalışmanın amacını aşmamak koşuluyla bu alanlara sınırlı bir şekilde değinilecektir. Giriş ∗ Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı. Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Ayrımcılık, nefret suçu ve nefret söylemi kavramlarının, Türk ceza hukuku terminolojisine yeni yeni girmeye başlayan kavramlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında, Türk ceza hukuku doktrininin bu kavramlara yabancı olduğunu söylemekte bir sakınca bulunmamaktadır. Buna karşılık batılı ülkelerde ve özellikle Amerika’da bu kavramların kullanımının çok daha eskilere dayandığını ifade edebiliriz. Çalışmamızda da belirteceğimiz üzere, ayrımcılık suçu ile nefret suçu birbiriyle yakın ilişki içerisinde bulunmakla birlikte farklı iki kavramdır. Nefret suçları, ayrımcılıktan beslenir, ancak ayrımcılıktan başka bir şeyi ifade eder. Nitekim, ayrımcılığın önlenmesiyle ilgili kanunlar genellikle iş, mal ve hizmetten yararlanılmasını veya bir başka hakkın kullanılmasını engellemeyi yasaklarken, nefret suçlarında ise, ceza kanunlarında tanımlanmış bulunan adam öldürme, kasten yaralama, mala zarar verme, hakaret, tehdit gibi suçların nefret/önyargı saikiyle işlenmesi cezalandırılmaktadır1. I. Genel Olarak Ayrımcılık, hem Birleşmiş Milletler tarafından hem de Avrupa’daki insan haklarıyla ilgili organlarca kabul edilen sözleşmeler tarafından açık bir şekilde yasaklanmış bulunmaktadır. Günümüzde söz konusu insan hakları sözleşmelerinin bağlayıcı yapısı, sözleşmeci tarafların ulusal düzeyde anayasa, medeni kanun, iş kanunu gibi hukuki düzenlemeler ile ayrımcılık karşıtı düzenlemelerin ve politikaların yürürlüğe girmesinde etkili olmuştur. Çalışmamızda da üzerinde duracağımız üzere, uluslararası arenada ayrımcılığı yasaklayan bir çok metin bulunmaktadır2. Ayrımcılık, sadece sahip oldukları kimlik veya inançlarından ötürü belli insanların ya da grupların tüm insan haklarını sistematik bir biçimde yok saymaktadır. Bunun sonucunda, ayrımcılık, nefret suçları için verimli bir zemin yaratmaktadır3. 1 Ataman, Hakan, “Nefret Suçlarının Bugünü”, 10.05.2009 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki yazı, kaynak: http://www.radikal.com.tr/radikal2/nefret_suclarinin_bugunu-935076 (Erişim Tarihi:18.04.2015). 2 Ataman, Hakan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinden Ele Almak: Etik, Sosyo-Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak Nefret Suçları”, in:Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der.:Yasemin İnceoğlu, İstanbul 2012, s.66. 3 Ataman, Nefret Suçları, s.66-67. 97 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Ayrımcılık kavramı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi tarafından “Bütün hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit biçimde tanınmasını ve kullanılmasını engelleme veya tanınmasını ve kullanılmasını hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu etkiye sahip ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer görüşler, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statülere dayalı olarak gerçekleştirilen ayırma, dışlama, kısıtlama ve tercih olarak” tanımlanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konuyla ilgili içtihatlarında ise “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesi bakımından bir muameledeki farklılık, objektif ve makul bir haklılığa sahip değilse, yani meşru bir amaç izlemiyorsa veya kullanılan araçlar ile gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmuyorsa ayrımcılık oluşur.” denilmektedir4. Ayrımcılıkta, karşılaştırılabilir durumda olan kişiler arasında makul ve nesnel bir nedene dayanmaksızın farklı muamele veya aynı muamele ayrımcılık anlamına gelmesine karşın, nefret söyleminde, ayrımcılık için geçerli olan bu unsurlar, başka bir ifadeyle bir karşılaştırılma yapılması ve farklı muamele söz konusu değildir. Ancak nefret söylemi ile ayrımcılığı, birbirini tetikleyen ve birbirinin ortaya çıkmasını kolaylaştıran iki farklı olgu olarak kabul edilmesi gerektiği doktrinde ifade edilmektedir5. Günümüzde bazı insan hakları sorunlarının oldukça dinamik bir sürece sahip olduğu ve bu nedenle sorunun neden kaynaklandığının bulunması ve buna yönelik çözüm üretilmesinin oldukça zor bir hal aldığı ifade edilmektedir. Ayrımcılık sorununun da bunların başında geldiği belirtilmektedir. Nefret suçları ve ayrımcılık, teknik olarak farklı tanımlamalara sahip olmasına ve buna bağlı olarak farklı mücadele taktikleri gerektirmesine rağmen, birinin olduğu yerde diğerinin de fazla uzakta bir yerde olamayacağı ve nefret suçlarının/söylemlerinin sosyal açıdan belli noktalarda ayrımcılık sorunuyla benzeştiğini belirtmenin de mümkün olduğu ifade edilmektedir6. 4 Karadeniz, Serra, Nefret Söylemi Kapsamında Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu, İstanbul 2012, s.XXV (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). 5 Karan, Ulaş, “Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk”, in: Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der.:Yasemin İnceoğlu, İstanbul 2012, s.87. 6 Ataman, Nefret Suçları, s.48 dn.3. 98 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Birleşmiş Milletler İnsan Komitesi’nin Genel Yorumu, AB yönergeleri ve AİHM içtihatlarına dayanarak ayrımcılığı şu şekilde tanımlamak mümkündür7: “Ayrımcılık terimi, ayırma, dışlama, kısıtlama veya ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal ya da toplumsal köken, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, mülkiyet, doğum, siyasi veya diğer görüşlere dayalı olarak gerçekleştirilen ve bütün hak ve hürriyetlerin herkes tarafından tanınmasının ve kullanılmasının engellenmesi veya tanınmasının veya kullanılmasının sınırlandırılmasıdır.” II. Kavramsal Gelişim Ayrımcılık suçunun, ceza hukuku literatürümüz açısından yeni bir suç olduğunu ifade edebiliriz, çünkü 765 sayılı TCK’da bu suç tipine yer verilmemiştir. Bu suç tipi ilk olarak 5237 sayılı TCK’nın 122. maddesi ile ceza mevzuatımıza girmiştir. Ayrımcılık suçuna ilk olarak 2003 tarihli TCK tasarısının 170. maddesinde yer verilmişti. Tasarıdaki madde şu şekildeydi: “Kişiler arasında köken, cinsiyet, aile durumu, örf ve adet, siyasal düşünce, felsefi inanç, sendika, bir etnik gruba mensupluk, ırk, din, mezhep nedeniyle ayırım yaparak; a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan, b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden, c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya 750 milyon liradan 2 milyar liraya kadar ağır para cezası verilir. 7 Ataman, Nefret Suçları, s.65-66. 99 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Bu maddede yazılı suçlar tüzel kişiler aleyhine işlendiğinde de aynı cezalar uygulanır. Tüzel kişiler de bu maddede yazılı suçlardan dolayı sorumludurlar.” 2003 tarihli hükümet tasarısında yer alan bu düzenleme Adalet Alt Komisyonu’na geldikten sonra ufak değişikliklere maruz kalmış, bu bağlamda madde metnine “cinsel yönelim” ibaresi eklenmiş, ayrıca ağır para cezası yerine adli para cezası ifadesine yer verilmiş, tüzel kişilere ilişkin düzenlemeler de maddeden çıkarılmıştır. Daha sonra metin kendisine gelen Adalet Komisyonu ise Alt Komisyon tarafından kabul edilen metinde de değişiklik yapma yoluna gitmiştir. Adalet Komisyonunda yapılan değişiklikle, maddede geçen “cinsel yönelim”, “sendika”, “bir etnik gruba mensupluk”, “örf ve adet” ile “köken” ifadeleri metinden çıkarılmış, metne “ve benzeri sebeplerle”8 ibaresi konulmak suretiyle maddenin uygulama alanı genişletilmiştir. Madde, Adalet Komisyonu’nda kabul edilen şekliyle yasalaşmıştır. TCK yürürlüğe girdikten sonra 2005 tarihinde 5378 sayılı Kanun’un 41. maddesiyle, 122. maddede geçen “dil, ırk, renk, cinsiyet” ibaresinden sonra gelmek üzere “özürlülük” ibaresi metne eklenmiştir. Daha sonra 2013 yılında ise 6462 sayılı Kanun’un 63. maddesiyle, metinde yer alan “özürlülük” ifadesi “engellilik” olarak değiştirilmiştir. 122. maddede yapılan en önemli değişiklik 2014 yılında 6529 sayılı Kanun’la olmuştur. TCK’nın 122. maddesinin 6529 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki başlığı “Ayırımcılık” iken, değişiklikten sonra “Nefret ve ayırımcılık” olmuş, madde başlığı gibi maddenin içeriğinde de önemli birtakım değişiklikler yapılmış ve maddenin son şekli şu şekilde olmuştur: “Nefret ve ayırımcılık 8 Karan’a göre, gerek uluslararası hukuktaki standartlar, gerek Anayasa’nın 10. maddesi dikkate alındığında, ayrımcılık yasağının ucu açık bir düzenlemeyi meşrulaştırdığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Maddede geçen “ve benzeri sebeplerle” ifadesi ile 122. madde, her somut olayda belli kriterlerin uygulanması ile somut hale gelecek ve içtihatlarla yol alacaktır. Başka bir açıdan bakıldığında toplumsal yaşamda ortaya çıkan kimlik ve özelliklerin bir maddede sayılarak tüketilmesi mümkün gözükmemektedir. Ancak Yazar, ceza hukukunda geçerli olan kanunilik prensibi gereği bu şekilde yapılan ucu açık düzenlemeyi doğru bulmadığını da sözlerine eklemektedir. Bkz. Karan, Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, s.163. 100 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Madde 122- (1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, c) Bir kişinin işe alınmasını, d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” III. Kavram ve Terim Türk dilbilgisi kuralları bakımından TCK m.122’de kullanılan “ayırım” ve “ayırımcılık” kelimelerinin yanlış olduğunu söylemek istiyoruz. Zira Türkçe’de “ayırım” ve “ayırımcılık” diye kelimeler yoktur. Bunların doğrusu “ayrım” ve “ayrımcılık”tır. Ancak gerek TCK’da, gerek Anayasa’da (m.10, m.70) yanlış bir şekilde “ayırım” ve “ayırımcılık” sözcükleri kullanılmıştır. Çalışmamızda, dilbilgisi kurallarına riayet etmek için “ayrım” ve “ayrımcılık” sözcükleri kullanılacaktır. Ceza hukuku bakımından yeni bir kavram olsa da, Türk Hukuku’nun ayrımcılık kavramına yabancı olmadığını söyleyebiliriz. Anayasa’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini düzenleyen 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesi, ayrımcılığın engellenmesi, bu konuda gerekli tedbirlerin alınması ve etkili yaptırımların uygulanması konusunda devlete önemli bir sorumluluk yüklemektedir9. Ayrımcılık veya daha doğru ifadesiyle ayrımcılık yasağının Anayasa’da en net şekilde karşımıza çıktığı madde ise, “Kanun önünde eşitlik” ilkesinin düzenlendiği 10. maddedir. Anayasa’nın 10. maddesinin 1. 9 Demren-Dönmez, Burcu, “Ayırımcılık Suçu”, TBB Dergisi, Yıl:2012, Sayı:102, s.14-15. 101 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy fıkrasında şöyle denilmektedir: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Günümüzde neredeyse bütün anayasalar ve uluslararası sözleşmelerin eşitlik ilkesine yer verdiğini görmekteyiz. Bu ilke, modern hukuk sistemlerinde hukuk devletinin en önemli unsuru olarak değerlendirilmektedir10. Eşitlik ilkesi, hukuk devletinin ve demokrasinin en temel ilkelerinden birisi olup, kişileri keyfi muameleye maruz kalmaktan koruma amacını taşımaktadır. Eşitlik ilkesi bir yandan hukuk kurallarının genel olmasını (şekli eşitlik), öte yandan kişilere karşı eşit davranılmasını (maddi eşitlik) gerektirmektedir11. Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerinin yorumlanması neticesinde, bazı eksiklikleri olmakla birlikte, ayrımcılık yasağının hukukumuz bakımından geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, ayrımcılık yasağının muhatabının devlet organları ve idare makamları olduğudur. Başka bir ifadeyle, Anayasa’daki bu düzenlemenin, devlet organları ve idare makamları ile bireyler arasındaki ilişkilere yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan ayrımcılık yasağının, eşitler arası ilişkilerde (bireylerle bireyler arasındaki ilişkilerde-özel hukuk ilişkilerinde) uygulanamayacağı da gündeme gelebilir. Bu noktadan hareketle, doktrinde bir görüş, özel hukuk ilişkileri bakımından ayrımcılık yasağının suç olarak düzenlenmesinin doğru olmadığını ifade etmektedir. Bu görüşe göre, TCK’nın 122. maddesine ihtiyaç bulunmamaktadır. Zira devletin, ayrımcılık yasağı adı altında özel hukuk ilişkilerine müdahale etmesi yerinde değildir. Ayrımcılık yasağının muhatabı, devlet ve bu kapsamda kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Bu açıdan, 10 İnceoğlu, Sibel, “Türk Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2006/4, s.45. 11 İnceoğlu, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı, s.47. 102 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy bireyler bakımından TCK’nın 216. maddesinin düzenleme amacını ve mantığını aşan bir ayrımcılık suçunun kabul edilmesi doğru değildir12. Doktrinde ayrımcılık, “doğrudan ayrımcılık-dolaylı ayrımcılık” şeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Doğrudan ayrımcılık, aynı veya benzer konumda olan kişiler arasında fark yaratılmasını engellemeyi amaçlamakta ve bu nedenle şekli eşitlik anlayışının bir ifadesi olarak görülmektedir. Dolaylı ayrımcılık ise, herkes için aynı şekilde geçerli ve görünüşte tarafsız olan, ancak bazı kişi ve gruplar üzerinde diğerlerinden farklı olarak veya diğer gruplardan daha fazla olumsuz etki yaratan yasal düzenlemeler, uygulamalar ve tedbirler olarak kabul edilmektedir. Burada farklı muamele kadar aynı muamelenin de eşit olmayan sonuçlar yaratabileceği dikkate alınmakta ve yapılan farklı muamelenin sonuçları üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır. Doğrudan ayrımcılıktan farklı olarak burada farklı muamelenin yasaklanması değil, ayrımcı etkiler doğuran aynı muamele yasaklanmaktadır13. IV. Benzer Kavramlarla Karşılaştırma Ayrımcılık suçu ile nefret suçu birbirinden farklı iki kavramdır14. Ayrımcılık, ırk, etnik köken, cinsiyet, din gibi bir takım sebeplere dayanarak, kişilere karşı uygun olmayan, farklı davranışlarda bulunulmasıdır. Ayrımcılık fiilini suç olarak düzenleyen ülkelerin çoğunda, işyerlerinde veya mal ve hizmetlerin alımında yapılan ayrımcı davranışlar cezalandırılmaktadır. Örneğin, sırf fiziksel engelli olduğu için birine lokantada hizmet etmeyi reddetmek tipik bir ayrımcılık suçu örneğidir. Bu örnekte dikkat edilmesi gereken husus, 12 Şen, Ersan, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, Cilt:1, Madde 1-140, İstanbul 2006, s.510 vd.; Aksi görüşteki Karan’a göre, ayrımcılık suçu ile ilgili düzenlemelerin halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Yazara göre 122. madde ile düşünce açıklamaları değil, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek hareketler cezalandırılmaktadır. Kaldı ki ifade özgürlüğü mutlak bir hak değildir. İfade özgürlüğünün sınırlanma nedenlerinden biri de ayrımcı ifadelerdir. Ayrıca 216. madde ile 122. maddede öngörülen hareketlerin cezalandırılması imkanı bulunmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, 216. maddedeki düzenlemenin varlığı öne sürülerek 122. maddeye ihtiyaç olmadığının ileri sürülmesi de mümkün değildir. Bkz. Karan, Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, s.159. 13 Karan, Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, s.153-154. 14 Soykan, Tankut Taşkın, “Nefret Suçu Kavramı”, in:Nefret Suçlarıyla Mücadele Konferansları – Konuşma Metinleri, Ankara 2010, s.48; Krupna, Karsten, “Almanya’da Nefret Suçu Kavramı”, in:Nefret Suçlarıyla Mücadele Konferansları– Konuşma Metinleri, Ankara 2010, s.97. 103 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy buradaki önyargı saiki olan kişinin fiziksel engelli insanlara karşı duyduğu düşmanca tavrı örnekten çıkarttığımızda, hizmet vermeme fiili15 tek başına suç teşkil etmemektedir16. Nefret suçu ve nefret söylemini de, ayrımcılık kavramından ayrı tutmak gerekmektedir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi 10.11.1989 tarih ve 18 numaralı Genel Yorum kararında, ayrımcılığın, “Bütün hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit biçimde tanınmasını ve kullanılmasını engelleme veya tanınmasını ve kullanılmasını hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu etkiye sahip ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer görüşler, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statülere dayalı olarak gerçekleştirilen ayırma, dışlama, kısıtlama ve tercih” olarak anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir17. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre ise “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi bakımından bir muameledeki farklılık, şayet objektif ve makul bir haklılığa sahip değilse, yani meşru bir amaç izlemiyor veya kullanılan araçlar ile gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmuyorsa ayrımcılıktır.”18 V. Ayrımcılık Yasağıyla İlgili Bazı Uluslararası Hukuk Metinlerdeki, Bazı Yabancı Hukuk Sistemlerindeki ve Avrupa Birliği Müktesebatındaki Bazı Düzenlemeler Anayasa’nın 90. maddesinin 5. fıkrasına göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir ve bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamamaktadır. Fıkranın devamında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir. Bu itibarla, ayrımcılık yasağıyla ilgili 15 Bu örnekteki durumla, TCK m.240’da düzenlenmiş bulunan, mal veya hizmet satımından kaçınma suçunu birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Her ne kadar 240. maddede de belli bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınma suç olarak düzenlenmişse de, bu kaçınma fiili sonucunda kamu için acil bir ihtiyacın ortaya çıkmasına neden olunması da aranmıştır. Sonuç olarak, belli bir malı satmaktan veya hizmet vermekten kaçınılması başlı başına bir suç oluşturmamaktadır. 16 Aytekin-İnceoğlu, Nefret Suçu Kavramı, s.107-108. 17 http://tbinternet.ohchr.org/_layouts/treatybodyexternal/TBSearch.aspx?Lang=en&TreatyID=8&DocTypeID=11 (Erişim Tarihi:16.04.2015) 18 Rasmussen v. Danimarka, Başvuru No:8777/79, Karar Tarihi:28.11.1984 (Özellikle bkz. paragraf no:38) 104 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy uluslararası hukuk metinlerindeki düzenlemelerin net bir şekilde tespit edilmesi büyük bir önem arz etmektedir. Aşağıda, konuyla ilgili bazı uluslararası hukuk metinlerine ve yabancı hukuk sistemlerindeki düzenlemelerle birlikte Avrupa Birliği müktesebatındaki düzenlemelere de kısaca değinilecektir. a) Bazı Uluslararası Hukuk Metinlerindeki Düzenlemeler Aşağıda inceleyeceğimiz uluslararası sözleşmelerde her ne kadar ayrımcılık yasağıyla ilgili düzenlemelere yer verilmiş olsa da, ayrımcılık yasağının ceza hukuku anlamında bir suç olarak düzenlenmesine dair bir yükümlülük içermemektedir. Ancak ayrımcılık yasağının belli görünümleri açısından bazı belgelerde ceza hukuku kapsamında düzenleme yapılması da tavsiye edilmektedir19. aa) Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme 13.10.1972 tarihinde New York’ta imzalanan Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 4750 sayılı Kanun ile 2002 yılında uygun bulunarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 22. maddesine de çekince koymuştur20. Sözleşme’nin 1. maddesinde ırk ayrımcılığının tanımı şöyle yapılmıştır: “Bu Sözleşmedeki “ırk ayrımcılığı” terimi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel veya kamusal yaşamının her hangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin eşit ölçüde tanınmasını, kullanılmasını veya bunlardan yararlanılmasını kaldırma veya zayıflatma amacına sahip olan veya bu sonuçları doğuran ırk, renk, soy, ulusal veya etnik kökene dayanarak herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya ayrıcalık tanıma anlamına gelir.” Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili 4. raporunda, 14. madde uyarınca yapılması gereken beyanların Türkiye tarafından yapılmadığına dikkat çekilmiş ve Türkiye’nin beyanda bulunması gerektiği vurgulanmıştır. 19 Karan, Türk Hukukunda Ayrımcılık Yasağı, s.157. 20 R.G.Tarih-Sayı: 09.04.2002-24721. 105 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy bb) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 12 Numaralı Protokol Ayrımcılık yasağıyla ilgili AİHS’deki en önemli düzenleme 14. maddedir. Ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddeye göre: “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” Maddede ifade edilen durumların sınırlı sayıda olmadığı, örnek kabilinden olduğu ve genişletilebileceği net bir şekilde maddede ifade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 12 Numaralı Protokol’ün, ayrımcılığın genel olarak yasaklanması başlıklı 1. maddesinde ise şöyle denilmektedir: “1.Hukuken temin edilmiş olan tüm haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, ulusal ve sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır. 2.Hiç kimse, 1. paragrafta belirtildiği şekilde hiçbir gerekçeyle, hiçbir kamu makamı tarafından ayrımcılığa maruz bırakılamaz.” Ek 12 Numaralı Protokol ile genel ayrımcılık yasağı, AİHS’in bir parçası haline gelmiştir. Bu Protokol, AİHS m.14’ten farklı olarak, yalnızca AİHS’te tanınan haklar açısından ayrımcılık yasağını değil, bağımsız genel bir ayrımcılık yasağını düzenlemektedir21. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 12 Numaralı Protokolü Türkiye tarafından 18.04.2001’de imzalanmış olmasına karşın henüz onaylanmamıştır. Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili 4. raporunda, Ek 12 Numaralı Protokolün Türkiye tarafından en kısa zamanda onaylanması tavsiye edilmektedir. cc) Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme “Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin çeşitli maddelerinde ayrımcılık yasağıyla ilgili hükümlere yer verilmiştir. Sözleşme’nin 2. maddesinin 1. fıkrasına 21 İnceoğlu, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı, s.57. 106 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy göre “Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, Bu Sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir statü gibi her hangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın, kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı ve bu haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.” 2. maddenin 3. fıkrasına göreyse “Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet şu taahhütlerde bulunur: a) Bu Sözleşmede tanınan hakları ve özgürlükleri ihlal edenlere, ihlal fiili resmi sıfatlarıyla hareket eden kimseler tarafından işlense dahi, etkili bir hukuki yola başvurma hakkı sağlamak; b) Bu tür bir hukuki yola başvurmak isteyen kişinin hakkının yetkili yargısal, idari ve yasama organları veya Devletin hukuk sisteminin öngördüğü başka bir yetkili makamı tarafından karara bağlanmasını sağlamak imkanını geliştirmek; c) Bu gibi hukuki yolların tanınması halinde, yetkili makamlar tarafından bu hukuki yolların işletilmesini sağlamak.” Bu düzenleme uyarınca, ayrımcılığın, gerek kamu görevlileri tarafından bireylere gerek bireyler tarafından diğer bireylere karşı yapılabileceği kabul edilmiştir. Bu hükmün bir başka önemi ise, ayrımcılığa maruz kalan kişilerin etkili bir hukuki yola başvurma hakkının net bir şekilde tanınmış olmasıdır. Buradan hareketle, TCK m.122’nin de bu anlamda etkili bir hukuki yol olarak kabul edilebileceğini söyleyebiliriz. Cinsiyet eşitliğinin düzenlendiği 3. maddeye göreyse, Sözleşme’ye taraf olan devletlerin, bu Sözleşme’de yer alan bütün kişisel ve siyasal hakların kullanılmasında bireylere eşit haklar sağlamayı taahhüt edeceği hükme bağlanmıştır. Çocukların haklarının düzenlendiği 24. maddeye göreyse “Her çocuğun ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ailesi, içinde yaşadığı toplum ve Devlet tarafından, bir küçük olarak statüsünün gerektirdiği koruma tedbirlerine hakkı vardır.” Hukuk önünde eşitliğin düzenlendiği 26. maddeye göreyse “Herkes, hukuk önünde eşittir ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit olarak korunma hakkına sahiptir. Hukuk bu alanda her türlü ayrımcılığı yasaklar ve herkese ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statü ile yapılan ayrımcılığa karşı etkili ve eşit koruma sağlar.” 107 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy dd) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme 15.08.2000 tarihinde New York’ta imzalanan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”, 4867 sayılı Kanun ile 2003 yılında uygun bulunarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 13. maddesine çekince koymuştur22. Sözleşme’nin 2. maddesine göre “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede beyan edilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi her hangi bir statüye göre ayrımcılık yapılmaksızın kullanılmasını güvence altına almayı taahhüt ederler.” Sözleşme’nin 7. ve 10. maddelerinde ayrımcılık yasağıyla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. ee) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme 09.09.2000 tarihinde imzalanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme”, 3232 sayılı Kanun ile 1985 yılında uygun bulunarak yürürlüğe girmiştir23. Söz konusu Sözleşme ile, üye devletlere, erkeklere ve kadınlara, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel ve siyasal haklardan yararlanmaları konusunda eşit haklar sağlama yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca, kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın, hak eşitliği ve insanlık onuruna saygı prensiplerini ihlal ettiği vurgulanarak, kadınların erkeklerle eşit bir biçimde ülkenin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamına katılmalarının sağlanması gerektiği ifade edilmiştir. ff) Avrupa Sosyal Şartı ve Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin uymayı kabul ve taahhüt ettikleri, temel sosyal ve ekonomik hakları koruyan, medeni ve politik hakları garanti altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni takviye eden bir sözleşmedir. 18.10.1961 tarihinde imzalanan “Avrupa Sosyal Şartı”, 3581 sayılı Kanun ile 1989 yılında uygun bulunarak 22 R.G.Tarih-Sayı: 11.08.2003-25196. 23 R.G.Tarih-Sayı: 14.10.1985-18898. 108 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy yürürlüğe girmiştir24. Daha sonra, söz konusu Avrupa Sosyal Şartı, ihtiyaçlara uygun olarak 1996 yılında “Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı” olarak yeniden oluşturulmuş ve imzaya açılmıştır. Söz konusu yeni düzenleme ile, güvence altına alınan sosyal ve ekonomik hakların korunma alanını genişletmek için yeni önlemler alınması hedeflenmiştir. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın, Türkiye tarafından onaylanması 5547 sayılı Kanun ile 2006 yılında uygun bulunmuş ve Şart 2007 yılında yürürlüğe girmiştir25. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nda, Avrupa Sosyal Şartı’nda ve Ek Protokollerde teminat altına alınan haklara 8 yeni hak eklenmiştir. Gerek 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı, gerek 1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, sağlık, konut, eğitim, istihdam, sosyal koruma ve ayrımcılığın önlenmesine ilişkin temel hakları koruma altına almıştır. Buna göre, siyasi görüş, din, dil, ırk, cinsiyet, yaş ve sağlık kriterlerine dayanan ayrımcılığa karşı üye devletlerin koruma sağlama yükümlülükleri bulunmaktadır26. b) Bazı Yabancı Hukuk Sistemlerindeki Düzenlemeler Karşılaştırmalı hukuka baktığımızda, bazı ülkelerin ayrımcılık suçunu ceza kanunlarında düzenlediğini, bazı ülkelerin ise ayrı bir kanun yapma yoluna gittiğini görmekteyiz. Bu tercih, ülkelerin sosyo-kültürel yapılarına ve tarihi geçmişlerine dayanmaktadır. Ayrımcılık suçuna ceza kanunlarının içinde yer veren ülkeler olarak İsveç ve İspanya’yı örnek gösterebiliriz. İsveç Ceza Kanunu’nun 2. kitabının “Kamu Düzenine Karşı Suçlar” başlıklı 16. bölümünün 9. paragrafında şöyle denilmektedir27: 24 R.G.Tarih-Sayı: 14.10.1989-20312. 25 R.G.Tarih-Sayı: 09.04.2007-26488. 26 Ayrıntılı bilgi için bkz. De Schutter, Olivier, Avrupa Sosyal Şartı: Avrupa İçin Yeni Bir Sosyal Anayasa, Ankara 2010, s.56-74. 27 Yenidünya, A.Caner, “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Ayırımcılık Suçu”, Çalışma ve Toplum, 2006/4, Sayı:11, s.99-100. 109 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy “Belirli bir işkolunda faaliyet gösteren bir işveren, insanları ırklarına, renklerine, milliyetlerine, etnik kökenlerine ve dini inanışlarına göre ayrıma tabi tutarak, diğer kişiler ile girdiği iş ilişkilerinde uyguladığı normal şart ve koşulların altında muamele ederse, bu hukuka aykırı ayrımcılık dolayısıyla para cezası veya bir yıla kadar hapis cezasına mahkum edilir. Önceki fıkrada yer alan ayrımcılıkla ilgili hüküm, bir işte çalışan veya işveren adına hareket eden veya kamu hizmetinde çalışan veyahut kamu görevlisi hakkında da uygulanır. Yasadışı ayrımcılığa dair hüküm, kamusal veya herhangi bir özel toplantıda kişilerin ırkları, renkleri, milliyetleri, etnik kökenleri veya dini inançlarından dolayı toplantıya girişini engelleyen toplantının organizatörleri veya onlara yardım edenler hakkında da tatbik edilir. Yukarıdaki fıkralarda yer alan hüküm, homoseksüel bir kimseye bu durumundan dolayı ayrımcılık yapanlara da uygulanır.” İspanyol Ceza Kanunu’nun 2. kitabının 21. başlığının 4. kısmında yer alan “Anayasa ile Garanti Altına Alınmış Temel Hak ve Hürriyetlerin İcrasına İlişkin Suçlar”a ilişkin 1. bölüm 512. maddede ise şöyle denilmektedir28: “Her kim, mesleğini ve işini yerine getirirken bir kimseye karşı dünya görüşü, dini inancı, etnik gruba, ırka veya milliyete mensubiyeti, cinsiyeti, cinsel tercihi, ailevi durumu, hastalığı ve engelliliği nedeniyle iş vermeyi reddederse, sahip olduğu bir meslek veya sanatı veya ticareti yapma ehliyetini 1 yıldan 4 yıla kadar kaybeder.” Gerek İsveç, gerek İspanyol ceza kanunlarının ayrımcılık suçuyla ilgili düzenlemelerine baktığımızda genel olarak iş ilişkileri bakımından konuya yaklaşıldığı görülmektedir. TCK’nın kabul etmiş olduğu sistemde ise, işe alınmanın engellenmesi yalnızca seçimlik hareketlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Bunun yanında bir çok özel hukuk ilişkisi bakımından da ayrımcılık sayılan fiillerin yapılması suçun oluşumuna sebebiyet 28 Yenidünya, Ayırımcılık Suçu, s.100. 110 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy verebilecektir. Bu nedenle, TCK’nın ayrımcılık bakımından kabul ettiği sistemin, İsveç ve İspanyol ceza kanunlarına göre çok daha geniş kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrımcılık suçuyla ilgili hükümleri ayrı bir kanunda düzenleme ihtiyacı hisseden ülkelere örnek olarak İngiltere ve Almanya’yı gösterebiliriz. İngiltere’de yer alan düzenlemelere bakıldığında, ayrımcılık hukuku (discrimination law) adı altında bir bilim dalı bulunduğu ve ayrımcılığın konusuna ve türüne göre değişik kanunlarla çeşitli düzenlemelerin yapılmış olduğu görülmektedir. İngiltere’de ayrımcılık hukuku diye bir bilim dalı oluşturulmasının temelinde, İngiltere’nin çok uluslu devlet yapısına sahip olması ve sosyo-kültürel dokusu yatmaktadır. Zira, çok uluslu bir yapının ve farklı etnik kökenlerden gelen insanların bir arada yaşaması, ayrımcılık ile ilgili sorunları da beraberinde getirmektedir29. İngiltere’de, ayrımcılıkla ilgili temel düzenlemelerden bazıları şunlardır: 1976 tarihli Irk İlişkileri Kanunu (Race Relations Act 1976), 1975 tarihli Cinsiyet Ayrımcılığı Kanunu (Sex Discrimination Act 1975), 1970 tarihli Eşit Ücret Kanunu (Equal Pay Act 1970) ve 1995 tarihli Engelli Ayrımcılığı Kanunu (Disability Discrimination Act 1995). Bu düzenlemeler, iş alımında yaşanan ayrımcılıkları düzenlediği gibi, mal satımı, hizmet ilişkileri, fırsat eşitliği, eğitim, iskan, mülkiyet, idari makamların faaliyetleri gibi diğer alanlarda yapılan ayrımcılıkları da kapsamaktadır30. Almanya’da da, İngiltere’de olduğu gibi, ayrımcılıkla ilgili özel kanunlar bulunmaktadır. Ancak belirtmek isteriz ki, söz konusu kanunlarda herhangi bir cezai yaptırıma yer verilmemiştir. Almanya’daki konuyla ilgili ilk kanun, 2006 tarihli “Genel Eşit Muamele Kanunu”dur (Allgemeines Gleichbehandlungsgesetz-AGG)31. Genel Eşit Muamele Kanunu 33 maddeden oluşmakta olup kazuistik bir yöntemle hazırlanmış ayrıntılı düzenlemeleri içeren bir kanundur. “Kanunun Amacı” başlıklı 1. maddede şöyle 29 Demren-Dönmez, Ayırımcılık Suçu, s.28. 30 Demren-Dönmez, Ayırımcılık Suçu, s.28-29. 31 Kanun’un Almanca metni için bkz.: http://www.gesetze-im-internet.de/agg/ (Erişim Tarihi:12.05.2015). Bu Kanun’la ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. İnce, Nurten, “Die Anwendbarkeit des Allgemeines Gleichbehandlungsgesetz auf Kündigungen”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul, Vol.:44, No:61, 2012, s.405 vd. 111 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy denilmektedir: “Bu Kanunun amacı, ırksal nedenlerden veya etnik köken, cinsiyet, din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel tercih kaynaklı ayrımcılıkları önlemek veya ortadan kaldırmaktır.” Daha sonrasında işçinin 1. maddede sayılan ayrımcılıklardan korunmasıyla ilgili düzenlemelere yer verilmektedir. Bu başlık altında 1. maddede sayılan durumlardan neler anlaşılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde madde madde açıklanmakta, işverenlerin yükümlülükleri ve işçilerin sahip olduğu haklar belirtilmektedir. Kanun’un 22. maddesinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre, şayet uyuşmazlık konusu olayda taraflardan biri Kanun’un 1. maddesinde sayılan nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını iddia ederse, diğer taraf bunun aksini ispat etmekle yükümlü tutulmuştur. Kanun’un getirdiği önemli yenilikler, 23. madde ile ayrımcılık karşıtı derneklerin desteklenmesi ve 25. maddeyle “Federal Almanya Ayrımcılığın Önlenmesi Kurumu”nun (Antidiskriminierungsstelle des Bundes) kurulmasıdır. Söz konusu kurum, bireylerin ayrımcılık yasağına karşı haklarının korunmasını sağlama, temel haklar konusunda bilgilendirme yapma, taraflar arasında arabuluculuk yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve 4 yılda bir ayrımcılıkla ilgili Alman Federal Meclisi’ne rapor sunma ile görevlendirilmiştir. Almanya’da ayrımcılık yasağıyla ilgili 2006 yılında çıkartılan bir diğer kanun ise “Askerlere Eşit Muamele Kanunu”dur (Gesetz über die Gleichbehandlung der Soldatinnen und Soldaten-SoldGG)32. Kanun’un amacının, askerlerin ırkları, etnik kökenleri, dinleri, inançları veya cinsel tercihlerinden kaynaklı ayrımcılıkları engellemek veya ortadan kaldırmak olduğu 1. maddede açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ayrıca Almanya’da 2006 yılında ayrımcılığın engellenmesiyle alakalı olarak birçok kanunda değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişikliklerle, ayrımcılıkla etkin bir şekilde mücadele edilmesi ve ayrımcılık oluşturan fiillerin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu amaçla değişiklik yapılan (Arbeitsgerichtsgesetz), kanunlara Federal örnek Almanya olarak İş Devlet Mahkemeleri Kanunu’nu Memurları Kanunu’nu (Bundesbeamtengesetz) ve Sosyal Güvenlik Kanunu’nu (Sozialgesetzbuch) gösterebiliriz. c) Avrupa Birliği Müktesebatındaki Bazı Düzenlemeler 32 Kanun’un Almanca metni için bkz.: http://www.gesetze-im-internet.de/bundesrecht/soldgg/gesamt.pdf (Erişim Tarihi:12.05.2015) 112 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin mevzuatlarında ayrımcılık yasağıyla ilgili değişik düzenlemelere rastlanmaktadır. Ancak bu ülkelerden sadece bazıları konuyu ceza hukuku kapsamında değerlendirme ihtiyacı duymuştur. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin ceza hukuku sistemlerinde konuya ilişkin düzenlemelerin farklılık teşkil etmesi, ayrımcılık ile mücadele edilmesini her geçen gün daha da zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, Avrupa Birliği düzeyinde de, ayrımcılık suçu ile ilgili düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Avrupa Birliği’nin, üye devletlerde doğrudan uygulama kabiliyetine sahip ceza hukuku kuralı koyma yetkisi bulunmadığı için bu boşluk direktiflerle doldurulmaya çalışılmaktadır. Ancak, direktiflerin muhatabı olan üye ülkeler, iç hukuklarında konuyla ilgili düzenleme yapmadıkları müddetçe, direktifin iç hukuka doğrudan bir etkisi olmamaktadır. Bununla birlikte, üye ülkelerin, söz konusu direktifleri iç hukuklarının bir parçası haline getirme yükümlülüğü bulunmaktadır33. Direktiflerden farklı olarak, Avrupa Birliği Konseyi’nin konuyla ilgili çıkardığı çerçeve kararlar da bulunmaktadır. Bu kapsamda, Konsey’in 06.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığının Belirli Türleri ve İfade Biçimleri ile Ceza Hukuku Yoluyla Mücadele Hakkında” çerçeve kararı (On Combating Certain Forms and Expressions of Racism and Xenophobia by means of Criminal Law) önem taşımaktadır. Üye devletlerin, söz konusu çerçeve karar doğrultusunda iç hukuklarında 28.10.2010 tarihine kadar iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapmaları gerekmekteydi. Ancak üye ülkelerin bazılarının bu yükümlülüğe uygun davrandıkları görülmektedir. Söz konusu çerçeve karar ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile bağlantılı suçların etkin, uygun ve caydırıcı cezalarla yaptırım altına alınması amaçlanmıştır. Ayrıca, verilecek hapis cezasının 1 yıldan az 3 yıldan fazla olamayacağı da belirtilmiştir34. d) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ayrımcılık Yasağıyla İlgili Görüşü AİHM’e göre, somut olaydaki her farklı uygulama, doğrudan AİHS m.14’e aykırılık oluşturmaz. Bu konudaki ana kriter “eşit durumdakilere eşit muamele” yapılmasıdır. Ancak kıyaslanan iki durum arasında eşitlik yoksa, o zaman iki ayrı kriter karşımıza çıkmaktadır: a) Ele alınan tasarrufun amacı ile sonucu arasındaki ilişki; b) Kullanılan araçlar ile 33 Demren-Dönmez, Ayırımcılık Suçu, s.30-32. 34 Demren-Dönmez, Ayırımcılık Suçu, s.32-33. 113 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy gerçekleştirilmek istenen hedef arasındaki orantılılık. Buna göre, var olan eşitsizlik nedeniyle farklı, fakat amaçla ilişkili ve orantılı muamele yapılması 14. maddeye aykırılık teşkil etmez35. AİHM somut olayda ilk olarak “kıyaslanabilirlik testi”ne başvurmaktadır. Buna göre, ayrımcılık yapılıp (sınıflandırmanın), yapılmadığını kıyaslanan anlamak durumdan için dava (sınıflandırmadan) konusu farklı edilen veya durumun eşit olup olmadıklarına bakılmaktadır. Örneğin, Van der Mussele v. Belçika davasında, Belçikalı avukatlar, doktorlar, dişçiler, eczacılar gibi diğer meslek mensuplarına kıyasla farklı muamele gördüklerini; dişçiler, doktorlar gibi kamu hizmeti yönü olan bir hizmeti görmelerine rağmen, bunlardan farklı olarak adli yardıma ihtiyaç duyan kişilere ücretsiz hizmet verme yükümlülüğünde olduklarını ve bunun AİHS m.14’e aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. AİHM, örnek verilen meslek grupları ile avukatlığın aynı statüde kabul edilemeyeceğini, bu nedenle de 14. maddeye aykırı bir durumun olmadığına karar vermiştir. AİHM’in bu kararından şu sonuç çıkmaktadır: AİHM önce “kıyaslanabilirlik testi” yapmaktadır. Başka bir deyişle, iki durum birbirine benzemekte midir sorusunu cevaplandırmaktadır. AİHM daha sonrasında ise, bu farklı uygulama veya düzenlemeyi gerekli kılacak “haklı bir neden” olup olmadığına bakmaktadır. “Haklı neden testi” meşru bir amaç güdülüp güdülmediği anlamına gelmemektedir; söz konusu işlem yapılırken kamu yararı gibi meşru bir amaç güdülebilir, fakat güdülen amaç ile sonuç arasındaki ilişki, amaç ile kullanılan araç arasındaki orantılılık da önem arz etmektedir36. VI. Türkiye’deki Cinsiyet ve Cinsel Yönelim Temelli Ayrımcılıkla İlgili Tespitler Bu başlık altında, Türkiye’de kadınlara yönelik cinsiyet temelli ayrımcılık ile cinsel yönelim temelli ayrımcılığa değinilecek, daha sonrasında ise medyanın bu ayrımcılık türlerine yönelik yaklaşım biçimine ilişkin birkaç örnek verilecektir. Ayrımcılıkla ilgili Türkiye’deki temel sorunların, global dünyadakiyle benzer olduğunu ifade edebiliriz. Bu bağlamda cinsiyet temelli ayrımcılığı ele aldığımızda, bu ayrımcılık türüne en fazla kadınların maruz kaldığını, kadınlara yönelik cinsiyet temelli 35 İnceoğlu, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı, s.58. 36 İnceoğlu, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı, s.58. 114 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy ayrımcılığın ise en çok iş ve çalışma hayatında karşımıza çıktığını ifade edebiliriz. Kadınlara yönelik cinsiyet temelli ayrımcılık örnekleri olarak şunları gösterebiliriz: İşe alımlarda, kadınların evli ve çocuk sahibi olup olmadıklarının sorulması, evlilik ve çocuk konusundaki niyetlerinin öğrenilmeye çalışılması; kadınların aynı işi yapan erkeklerden daha az ücret, prim, ikramiye vs. almaları; kadınların hamilelik ve doğum halinde sözde gerekçelerle iş sözleşmelerinin feshedilmesi; kadın çalışanların küçük ölçekli işletmelerde çalışmalarından dolayı kayıt dışı işlerde çalıştırılmaları... Bu örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkündür. Bunun temel nedeni olarak kadınların çalışmasına ilişkin mevcut kültürel refleksleri gösterebiliriz. Bu kültürel refleksler, kadınların iş hayatında cinsiyet temelli ayrımcılığa maruz kalmalarına, hatta bu ayrımcılığın, ayrımcılığı uygulayanlar açısından normal olduğu yolunda bir kanıya da yol açmaktadır. Bu tespitimizi, Türkiye’deki kadın istihdamının, Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında rekor oranda düşük olmasıyla da kanıtlayabiliriz. Günümüzde kadın istihdamının artırılması ve kadınlara yönelik cinsiyet temelli ayrımcılığın azaltılması/ortadan kaldırılması için yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Başta İş Kanunu37 olmak üzere iş hukukuna ilişkin ikincil mevzuatta yapılan düzenlemeleri olumlu adımlar olarak görmek gerekmektedir. Ancak sadece yasal düzenlemeleri yapmak değil, bunların uygulamada etkili bir şekilde takip edilmesi de kadına yönelik cinsiyet temelli ayrımcılığın azaltılmasında önemli bir anahtar görevi üstlenecektir. Örneğin iş mevzuatında özellikle hamilelere ve bebekli kadınlara yönelik getirilen düzenlemelerin iş yerlerine ilave bir külfet olarak düşünüldüğü ve bu nedenle kadın işçi çalıştırmaktan uzak durulduğu da bilinen bir gerçektir. Son olarak değinmek istediğimiz husus, özellikle medya sektöründe yapılan cinsiyet ve cinsel yönelim temelli ayrımcılıktır. Medya, ayrımcılığa doğrudan yol açmasa da, buna zaman zaman aracılık etmekte ve zemin yaratmaktadır. Medyada yer alan yorumlar ve 37 4857 sayılı İş Kanunu’nun, 5. maddesinde düzenlenmiş bulunan “eşit davranma ilkesi”, cinsiyet temelli ayrımcılık dahil bir çok olumsuz durumun önüne geçilmesini sağlama açısından önemli bir düzenlemedir. İş Kanunu’nun bu düzenlemesiyle birlikte, işverenin borçlarından birisi olarak kabul edilen eşitlik ilkesi, iş hukukunun temel özelliklerinden birisi haline getirilmiştir. İşverenin eşit davranma borcu, tüm işçilere, hiçbir fark gözetmeksizin aynı uygulamaları yapmasını değil, eşit durumdaki işçilerin keyfi ve hukuken haklı görülmeyecek nedenlerle farklı muameleye tabi tutulmasını önlemeyi amaçlamaktadır. Elbette ki işveren, yönetim hakkını kullanırken işçileri arasında farklı işlem yapabilecektir. Bu farklılık, işçinin kıdeminden, performansından, tecrübesinden, gördüğü işin niteliğinden vs. kaynaklanabilir. Ancak işveren, tamamen keyfi ya da kötü niyetli biçimde bu hakkını kullanamaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tuncay, A.Can, İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi, İstanbul 1982, s.5; Yenisey, Kübra Doğan, “İş Kanununda Eşitlik İlkesi ve Ayrımcılık Yasağı”, Çalışma ve Toplum, 2006/4, Sayı:11, s.63-67. 115 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy kullanılan ifadelerin çok hızlı bir şekilde dolaşıma giriyor olması, yapılan ayrımcılığın çok daha geniş kitlelere taşınmasını mümkün kılmaktadır. Medyanın genel olarak yaptığı ayrımcılık biçimlerini dört başlık altında gruplandırmak mümkündür: Yok saymak ya da çok sınırlı bir biçimde yer vermek; yalnızca olumsuzlukları yansıtmak; ayrımcı nitelemelerle birlikte anmak; nefret söylemi geliştirmek. Örneğin, cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa kalan kişi ya da gruplar televizyon haberciliğine konu olduklarında genellikle olumsuz bir etki yaratacak şekilde nitelendirilirler: “Travestiler Taksim’de huzursuzluk çıkarıyor”, “Eşcinsel öğretmen, chatleştiği iki gençle de ilişkiye girdi”, “Travestiler yine terör estirdi”. Bu örneklerdeki ayrımcılık içeren husus, bu tür konuların haber yapılması değil, bu kişi ve grupların genellikle sadece olumsuzluklarla habere konu olmalarıdır. Bu kesimleri olumsuzlayan ve suç ortamlarının birincil aktörü gibi sunan haberleri öne çıkarmak, medyada karşılaşılan cinsel yönelim temelli ayrımcılık örnekleri olarak görülmektedir38. Son olarak medyada kadınlara yönelik cinsiyet temelli ayrımcılıkla ilgili yapılan bazı haber manşetlerine yer vererek tebliğimizi sonlandırmak istiyoruz: “Kadın sürücü dehşet saçtı”39, “Ehliyetsiz kadın sürücü dehşet saçtı: 1 ölü”40, “Kadın sürücü motosikleti ezdi”41, “Kadın sürücü yayaları ezdi”42. Nefretsiz ve ayrımsız bir dünyada yaşamak dileğiyle! KAYNAKÇA 1. Ataman, Hakan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinden Ele Almak: Etik, SosyoPolitik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak Nefret Suçları”, in:Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der.:Yasemin İnceoğlu, İstanbul 2012. 38 Çelenk, Sevilay, “Ayrımcılık ve Medya”, in:Televizyon Haberciliğinde Etik, Ankara 2010, s.222-227. 39 http://www.milliyet.com.tr/Milliyet-Tv/video-izle/Kadin-surucu-dehset-sacti-fOLqJN5ZzRhq.html (Erişim Tarihi: 19.05.2015) 40 http://www.haber7.com/trafik-kazalari/haber/1271920-ehliyetsiz-kadin-surucu-dehset-sacti-1-olu Tarihi: 19.05.2015) (Erişim 41 http://www.ensonhaber.com/bayan-surucu-motosikleti-ezdi-2015-06-09.html (Erişim Tarihi: 19.05.2015) 42 http://www.ahaber.com.tr/webtv/yasam/kadin-surucu-yayalari-ezdi (Erişim Tarihi: 19.05.2015) 116 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy 2. Ataman, Hakan, “Nefret Suçlarının Bugünü”, 10.05.2009 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki yazı, kaynak: http://www.radikal.com.tr/radikal2/nefret_suclarinin_bugunu-935076 (Erişim Tarihi:18.04.2015). 3. Çelenk, Sevilay, “Ayrımcılık ve Medya”, in:Televizyon Haberciliğinde Etik, Ankara 2010. 4. De Schutter, Olivier, Avrupa Sosyal Şartı: Avrupa İçin Yeni Bir Sosyal Anayasa, Ankara 2010. 5. Demren-Dönmez, Burcu, “Ayırımcılık Suçu”, TBB Dergisi, Yıl:2012, Sayı:102, s.9-58. 6. İnce, Nurten, “Die Anwendbarkeit des Allgemeines Gleichbehandlungsgesetz auf Kündigungen”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul, Vol.:44, No:61, 2012, s.405-452. 7. İnceoğlu, Sibel, “Türk Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2006/4, s.45-62. 8. Karadeniz, Serra, Nefret Söylemi Kapsamında Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu, İstanbul 2012, s.XXV (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). 9. Karan, Ulaş, “Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk”, in: Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der.:Yasemin İnceoğlu, İstanbul 2012. 10. Krupna, Karsten, “Almanya’da Nefret Suçu Kavramı”, in:Nefret Suçlarıyla Mücadele Konferansları– Konuşma Metinleri, Ankara 2010. 11. Soykan, Tankut Taşkın, “Nefret Suçu Kavramı”, in:Nefret Suçlarıyla Mücadele Konferansları – Konuşma Metinleri, Ankara 2010. 12. Şen, Ersan, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, Cilt:1, Madde 1-140, İstanbul 2006. 13. Tuncay, A.Can, İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi, İstanbul 1982. 117 Türkiye’de Ayrımcılık Suçu Dr.Uğur Ersoy 14. Yenidünya, A.Caner, “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Ayırımcılık Suçu”, Çalışma ve Toplum, 2006/4, Sayı:11, s.96-116. 15. Yenisey, Kübra Doğan, “İş Kanununda Eşitlik İlkesi ve Ayrımcılık Yasağı”, Çalışma ve Toplum, 2006/4, Sayı:11, s.63-82. 118 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok* Basic Concepts Apartheid is a “racist social policy based on a differential enjoyment of human rights”. Apartheid in South Africa was a system structured on three pillars: discrimination, territorial fragmentation, and political repression. This legal system of “separateness” or “apartness” was officially instituted in South Africa in 1948, and it provided for a rigid segregation of races in housing, education, medical care, employment and almost any area of public and private life in general. An individual’s rights and privileges regarding employment and access to social services were determined according to racial categorization, and different categories were segregated into different geographic areas. Blacks were relegated to “bantustans”, where life was characterized by unemployment, malnourishment and violence, and restricted access to all outside urban areas. After the demise of apartheid in South Africa in 1994, racial discrimination is treated under the generic rubric of “persecution” (zulmetme). Persecution was first included as an act which may lead to a crime against humanity in the London Charter establishing the International Military Tribunal to sit at Nuremberg. Persecution is a crime that is said to “[sit] very much at the core of crimes against humanity”. It has been defined by the International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia as ‘the gross or blatant denial, on discriminatory grounds, of a fundamental right, laid down in international customary or treaty law, reaching the same level of gravity as the other acts prohibited” by Art. 5 of the ICTY Statute on crimes against humanity. * Koç Üniversitesi/ University Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok As can be seen, both apartheid and persecution are crimes based on the discriminatory intent of the perpetrator. Today, systematic racial discrimination is considered as a violation of a jus cogens (peremptory) norm of international law. Further, freedom from discrimination is often listed in international instruments as a right which does not allow for derogation even in war time. However, whether apartheid as a distinct crime against humanity entailing individual criminal responsibility has reached customary status is contested. International Instruments Although it is not a criminal law convention, the 1966 International Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination is the first instrument to specifically deal with discrimination based on a specific intent.1 Art. 3 of this Convention provides that “States Parties particularly condemn racial segregation and apartheid and undertake to prevent, prohibit and eradicate all practices of this nature in territories under their jurisdiction”. The 1968 Convention on the Non-Applicability of Statutory Limitations to War Crimes and Crimes Against Humanity2 is the first treaty to refer to apartheid as an international crime. However, UN General Assembly Resolutions had already made that denomination a few years earlier. The UN Security Council and the International Court of Justice have also condemned this practice. In its advisory opinion on Namibia (1971),the ICJ determined that the policy of apartheid as applied in Namibia was a ‘flagrant violation of thepurposes and principles of the Charter’. It is particularly on the basis of the 1973 International Convention on the Suppression and Punishment of the Crime of Apartheid, ratified by 109 States, that apartheid can be qualified as an int’l crime. Art. II of the Convention provides for a lengthy list of acts that constitute apartheid. This provision states that apartheid consists of the commission of one or more of the prohibited acts “for the purpose of establishing and maintaining domination by one racial group of persons over any other racial group of persons and systematically oppressing them”. An analysis of the provision reveals that its scope goes beyond the South African example. The Convention also obliges any state party to try perpetrators of apartheid, if need be, based on universal jurisdiction (Art. V). 1 Art. 5 provides for a lenghty list of prohibited conduct. 2 Art. 1(b) 121 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok Apart from criminal law-based obligations, Art. IV obligates states parties to “adopt any legislative or other measures necessary to suppress as well as to prevent any encouragement of the crime of apartheid and similar segregationist policies or their manifestations” . While the ICTY and ICTR omitted reference to apartheid, more recently, the Rome Statute of the International Criminal Court, which entered into force on 1 July 2002, lists apartheid as one of the acts which may constitute the actus reus (material element) of crimes against humanity (Art. 7(1)(j)). Obviously, apartheid refers to the very specific discriminatory regime applied in South Africa. The tribunal referred to in Art. 5 of the 1973 Convention could not be established. In addition, no one has ever been tried in history for apartheid as an international crime. In fact, the 1973 Convention had no judicial application in general. Even in S. Africa, the transitional regime focused on truth and reconciliation through special commissions rather than the prosecution of apartheid, and the prosecutions were based not on apartheid but on ordinary crimes such as murder. International criminal tribunals, on the other hand, often had to deal with persecution. Persecution was included in several definitions of crimes against humanity, including the Nuremberg and Tokyo Charters establishing the post-WWII international criminal tribunals, and the ICTY and ICTR Statutes. Although many delegations had issues with its inclusion in the Statute on the basis that the term was ambiguous, persecution was incorporated in Art. 7 of the Rome Statute. Apartheid and Persecution as a Crime Against Humanity under the Rome Statute The Rome Statute regards apartheid and persecution not as self-standing crimes, but, just like murder, rape or torture, as one of the acts underlying crimes against humanity. On the other hand, the 1973 Convention treats apartheid as an independent crime, maybe even constituting a crime against humanity by itself.. Hence, according to the Rome Statute, apartheid and persecution may, if all other material elements (and moral elements) are satisfied, amount to a crime against humanity. At this point, it may be said that apartheid is a special instance of persecution: indeed, as apartheid is a “state-wide system of racial discrimination”, it can be concluded that it constitutes a crime against humanity committed through persecution. However,Israeli acts on occupied Palestinian territory are today sometimes discussed under the rubric of “apartheid”. In fact, in 2012, the UN Committee on the Elimination of Racial 122 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok Discrimination reiterated its previous concerns about the general segregation of Jewish and non-Jewish communities under Israeli jurisdiction, declared itself ‘particularly appalled at the hermetic character of the separation’ between Jewish and Palestinian populations in the occupied Palestinian territory and, most important, urged Israel “to prohibit and eradicate policies or practices of racial segregation and apartheid that ‘severely and disproportionately affect the Palestinian population’. Even so, I shall analyse persecution in general, as one of the acts which may lead to a crime against humanity. This is because persecution generally addresses apartheid-like regimes of discrimination. It may be argued, though, that the label of “apartheid” carries with it greater stigma. The General Requirements of Crimes against Humanity The chapeau element of Art. 7 requires that apartheid or persecution is committed “as part of a widespread or systematic attack directed against any civilian population, with knowledge of the attack”. Hence, there must be such an attack, and there must be a nexus between the criminal conduct of the accused and this attack. I shall not discuss the general element of crimes against humanity. However, the written version of this presentation provides for that. Elements of Apartheid and Persecution Apartheid The Rome Statute provides for a definition of apartheid that may also apply to situations other than that which once prevailed in S. Africa. Apartheid is defined in Art. 7 (2)(h) of the Statute. This provision basically states that apartheid exists where inhumane acts are committed in the context of an institutionalized racial regime of systematic oppression and domination, thus leading to a crime against humanity. However, the Statute definition seems to be narrower than that of Art. II of the Apartheid Convention in terms of conduct covered. 123 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok It may be said that the following conduct could be characterized as apartheid: legislative measures to prevent a racial group from participation in political, social, economic and cultural life; legislative measures to divide the population through ghettos, prohibiting mixed marriages, and expropriating property. On the other hand, acts prohibited in Article II(c) of the 1973 Convention, such as legislative measures preventing individuals and groups from the right to work and the right to education, may be said to fall outside the Rome Statute. On the other hand, the Rome Statute definition may also be more encompassing in that it refers to an “institutionalized regime”, which may hence include systems not established by a recognized government, although this interpretation is open to debate. In any case, apartheid is not necessarily a “leadership crime”, it may be committed by anyone. However, the need for an institutionalized discrimination distinguishes apartheid from persecution in that no plan or policy needs to have been institutionalized to speak about persecution. The mental element of the crime of apartheid requires that the individual perpetrator act with the intention of maintaining the above-mentioned regime. The existence of discriminatory motives is not required. Interestingly, the formulation of the article excludes acts aimed at establislishing such regime! Persecution Persecution, together with “other inhumane acts”, might be the most difficult act to define, which is the reason why negotiations on the issue at the Rome Conference were particularly contentious. Rome Statute Art. 7 (1) (h) states that persecution encompasses acts “against any identifiable group or collectivity on political, racial, national, ethnic, cultural, religious, gender as defined in paragraph 3, or other grounds that are universally recognized as impermissible under international law, in connection with any act referred to in this paragraph or any crime within the jurisdiction of the Court”. 124 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok In addition, Art. 7 (2) (h) clarifies that persecution “means the intentional and severe deprivation of fundamental rights contrary to international law by reason of the identity of the group or collectivity”. Thefore, apart from the general requirements for crimes against humanity, the following elements are required: - There must be a severe3 deprivation of fundamental rights - The acts must be directed against an identifiable group or collectivity - That group or collectivity must have been targeted because of its identity - Persecution must be committed in connection with another crime or at least one inhumane act. We may look at the case-law of the ICTY and ICTR with regard to which acts constitute persecution: “The crime of persecution encompasses a variety of acts, including, inter alia, those of a physical, economic or judicial nature, that violate an individual’s right to the equal enjoyment of his basic rights”. Therefore, the perpetrator must have denied the victim(s) or infringed him/her a fundamental right existing under international law. This right may exist under applicable treaties, or under international customary law. Physical intervention against the victim is thus not required. Social and economic harm-inflicting acts may also qualify as persecution. However, the effect of such conduct must reach the same level of gravity as other crimes against humanity. As underlined by the Elements of Crimes, deprivation of the rights of a single person suffices to fulfill the elements of the crime of persecution. Furthermore, the conduct must discriminate in fact, meaning that the members of a group must have been targeted because of their membership to a specific community. Mere intent to discriminate does not suffice, the act or omission must have had discriminatory consequences. However, the ICTY has favoured a subjective approach: a victim is considered to have been 3 In this particular context, severe is said to refer not to the conduct which amounts to persecution, but to the character of the deprivation of fundamental rights. 125 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok discriminated against even if the perpetrator’s belief about the victim’s membership to a particular group turns out to be incorrect.4 Hence, the “discrimination in fact” criterion loses importance, and the intent becomes key. Conduct (including omission) which is not by itself criminal is also considered as persecution when it is imposed discriminatorily, provided that it is of gravity comparable to the other acts enumerated under crimes against humanity.5 Therefore, racist or discriminatory acts and policies of a state that are authorized by its legal regime may fall under persecution. The Nuremberg Tribunal regarded the following acts to constitute persecution: deprivation of the rights to citizenship, to teach, to practice professions, to obtain education, and to marry freely; arrest and confinement, beatings, mutilation, and torture; confiscation of property; deportation to ghettos; slave labor; and extermination. According to the case-law of the ICTY and ICTR, any of the following may be characterized as persecution, as long as committed with the requisite specific intent: murder, torture, sexual assault, beatings, deportation and forced transfer, imprisonment, inhumane treatment. Acts of “harassment, humiliation and psychological abuse” may also amount to persecution. The ICTR has determined in the “Media Case” that, coupled with certain circumstances “hate speech” can also constitute persecution. Damage against property may also qualify as persecution as long as its consequences are grave enough to destroy the economic livelihood of the victims having “the same inhumane consequences as a forced transfer or deportation”. Here, “the nature and extent of destruction” as well as the type of property involved will be decisive. The destruction of cultural heritage or places of religious worship may also qualify as persecution depending on the magnitude of their effects on the targeted population. 4 So, a person targeted by a Serb on the belief that he is Muslim is considered to have been discriminated against even if that person turns out to be Serbian himself! 5The persecution policies of the Third Reich are cited as a “classic example”. 126 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok However, in order not to overly broaden the scope of application, the Rome Statute requires the existence of “any act referred to in this paragraph or any crime within the jurisdiction of the Court”. This precludes convictions based on persecution alone. Such link, which was required by the Nuremberg Charter, was not embodied in the ICTY and ICTR Statutes, and is not part of customary law. Note, though, that connection is only required with any “act” listed in Art. 7(1), even if that act does not embody the general requirements of a crime against humanity. The ad hoc Tribunals, while rejecting the link with another crime within the jurisdiction of the court, have clarified that not every human rights violation, even if committed with intent to discriminate, shall qualify as persecution. What matters is that the conduct in question is “of the same gravity” as the offences listed in ICTY Statute Art. 5 and ICTR Statute Art. 3. This is important to distinguish discrimination as a human rights violation from acts which reach the level of an international crime since human rights bodies already address all instances of discrimination. However, conduct that may fall under persecution should not be evaluated in isolation but rather in its context, taking particular account of the cumulative effect of such acts. In any case, what really distinguishes persecution is the intent of the perpetrator. The denial or infringement of a fundamental right must be carried out with the specific intent (dolus specialis) to discriminate against the victim. Discriminatory intent refers to the “specific intent to cause injury to a human being because he belongs to a particular community or group”. The perpetrator must either target a group or collectivity as such, or attack a person specifically because of his or her membership in this group or collectivity. Under customary law, this discrimination must be based on political, religious or racial grounds. However, the Rome Statute also lists ethnic, cultural, national and gender grounds. 127 Persecution and Apartheid as International Crimes Based on Discrimination Yrd. Doç. Dr. Murat Önok In fact, it leaves the list open to further development by referring to ‘other grounds that are universally recognized as impermissible under international law’. Discrimination based on sexual orientation might be an example, provided, however, that one day it reaches global recognition. Disability might be an already accepted example. On the other hand, the specific intent required by the crime of persecution brings it close to genocide. Both crimes are perpetrated against persons belonging to a particular group and who are targeted because of such belonging. When persecution escalates to the extreme form of wilful and deliberate acts designed to destroy a group or part of a group, it can be held that such persecution amounts to genocide”. On the other hand, where the purpose of establishing oppression and domination does not involve (eventual) physical destruction, it cannot qualify as genocide. Therefore, the mens rea of persecution requires a higher threshold than for other crimes against humanity but a lower one compared to genocide. By way of conclusion I have briefly explained the legal framework concerning apartheid and persecution as elements of crimes against humanity. However, even where racial discrimination has been eliminated in law, its effects are harder to erase on mentality. This July I was in Cape Town for academic reasons. As I was traveling on an off-day, I had to visit a restroom where I overheard a most inspiring conversation between a gentleman of colour who was working as a janitor, and a white gentleman. For some reason the man of colour told the other “Thank you, boss!”. Suddenly, the white man turned around in some anger and waving his finger he said “Never, never call anyone boss! Mandela spent all his life so that you would never again have to call anyone boss”. What that taught me, more than a decade after the demise of apartheid, is that whatever the legal framework may be, the really difficult job for societies is to eliminate the learned perception of inequality, both for potential perpetrators, but also for potential victims. 128 Dini Değerleri Aşağılama ve Dini Değerlerden Bahisle Hakaret Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Alşahin* *Marmara Üniversitesi/ University Dini Değerleri Aşağılama ve Dini Değerlerden Bahisle Hakaret Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Alşahin 131 Drug Policy: Discrimination of Drug Users and People Living With HIV/AIDS Arash Alaei MD∗ Kamiar Alaei MD, DrPh, MSD ∗∗ According to General Comment No.14 to the ICESCR, health is a fundamental human right. The Universal Declaration of Human Rights (UDHR) states that everyone has a right to “standard of living adequate for health and well-being including medical care.”To expand on that, Article 12 of the International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights (ICESCR) states everyone has the right to “the highest attainable standard of physical and mental health.”States Parties must provide health services articulated in Article 12 which include prevention, control and treatment of disease, and ensuring medical attention for all who seek it. Indicators are a way to ensure that states truly are adhering to treaties. A human rights based approach (HRBA) to health means that each person is identified and encouraged to participate, and is recognized as a rights holder. The HRBA consists of a reciprocal relationship between the rights holders and duty bearers. The duty bearers are the states, which have a duty to respect, protect and fulfill the rights of their right holders. HIV/AIDS has a significant impact on the lives of individuals due to denial, and violation of their rights. Drug users are more vulnerable due to discrimination and social stigma. In countries whose legal systems criminalize drug use and stigmatize related harm such HIV/AIDS, access to quality treatment and acceptable services for the target group is challenging. The human rights based approach advocates that drug use should be viewed as a disease rather than a ∗ Clinical Associate Professor Global Institute for Health and Human Rights State University of New York at Albany. ∗∗ Clinical Associate Professor Global Institute for Health and Human Rights State University of New York at Albany. Drug Policy: Discrimination of Drug Users and People Living With HIV/AIDS Arash Alaei MD - Kamiar Alaei MD DrPh, MSD crime. Therefore, we need to modify the legal system to shift its response to drug use from punishment to treatment services. With the human rights based approach, service should be available, accessible, acceptable and the quality of services should be evaluated. One of the countries that has changed its drug policy from time to time is Iran. During the 1970s, the policy was to give opium coupons to people who were more than 50 years old. The government controlled opium production and supply. They had access to a number of drug users who were more than 50 years old and offered treatment services as well. During the 1980s, the policy changed and the opium coupon program closed. Treatment services were limited and more users were sentenced to prison without access to treatment inside. This policy was more supply oriented. The number of drug using prisoners increased. In the late 1990s, a rapid survey showed that there was an increased number of drug users sharing needles in prisons and this caused the spread of HIV/AIDS. During the 2000s, the policy changed to a reducing drug-related harm approach. The judiciary system and Ministry of Health supported comprehensive community based approaches in general society and inside of prisons so that drug users and people living with HIV/AIDS and sexually transmitted infections would have accessible, acceptable and available services. The name for this system was the “Triangular Clinic.”Policy changed to offer needle exchange programs, short- and long-term treatment and social, mental and medical support. WHO evaluated this program as a best practice model. There is much evidence to suggest that criminalizing drug use rather than treating it as a public health problem is problematic and ineffective. In his article, “Slowly Learning the Hard Way: U.S. America’s War on Drugs and Implications for Mexico,”Professor of North American law, Glen Olives Thompson, argues that the United States’harsh, punitive approach to drug use has been harmful and unsuccessful. Thompson illustrates how the U.S.’failed “War on Drugs”is reflective of how the punitive approach to drug use is unsuccessful at preventing and treating the problem of drug use around the world. One of the consequences of the “War on Drugs”has been that the U.S. now has the largest prison population in the world. All of the imprisoned people are going to find it extremely difficult to find jobs and rebuild their lives after serving their sentences in jail. Thompson explains, “When a country has a prison population approaching one percent of its residents, 133 Drug Policy: Discrimination of Drug Users and People Living With HIV/AIDS Arash Alaei MD - Kamiar Alaei MD DrPh, MSD most of whom are incarcerated for non-violent, drug-related crimes, spends billions of dollars a year on drug enforcement and prison related activities, and yet has the highest rate of illegal drug use of any country in the world (Warner, 2008), something is deeply out of balance. And the social cost to otherwise law abiding and productive citizens jailed for recreational drug use is immeasurable: families separated, casual drug users branded with the scarlet letter of felons, lost jobs, lost lives.”(65) Thompson makes a very important point about the effects of jailing “otherwise law abiding and productive citizens.”Sentencing these people to jail instead of helping them get treatment can cost them their families, jobs and leave an indelible stigmatizing label of “drug user”or “criminal”that will inhibit their opportunities for the future. Thompson points out that the assumption that harsh punishment is the best solution for crime is untrue and unsupported by evidence. He writes, “We tend to automatically assume that harsh punishments and rigorous enforcement for any crime will naturally result in a reduction of that crime, but studies have almost consistently shown that this is not the case […] (Tonry,1995: 116-22).”(Thompson 67-68) Evidence that decriminalizing drug use is effective in reducing use and related harm comes from many countries who have taken this approach. For example, “In 2001, Portugal abolished all criminal penalties for personal drug possession. In the five years after the start of liberalization, drug use by teenagers declined; the rate of HIV infection among drug users dropped; deaths related to heroin and similar drugs were cut by more than half; and the number of people seeking treatment for drug addiction doubled (Greenwald 2009:11-19).”(Thompson 68-69) In this example, drug use declined, the rate of HIV infection among drug users dropped, and people seeking treatment for drug addiction doubled following liberalization. All of this lends support to the decriminalizing approach. Thompson summarizes the evidence when he writes, “To restate the evidence as succinctly as possible: jurisdictions that treat drug use and addiction as a public health problem and not as a criminal problem, thus regulating drug sales rather than criminalizing them, have benefited from lower drug use rates, higher drug rehabilitation rates, lower public health care costs, and fewer public funds squandered on ‘drug enforcement.’”(69) Many societies around the world respond to drug abuse by consistently criminalizing and stigmatizing it, an approach that is highly ineffective at preventing and treating the problem. Particularly in the Middle East and countries such as Turkey and Iran, the consequences of 134 Drug Policy: Discrimination of Drug Users and People Living With HIV/AIDS Arash Alaei MD - Kamiar Alaei MD DrPh, MSD drug use are harsh and highly punitive. Convicted drug users may face probation or years of jail time, an outcome that does not provide any sort of treatment or rehabilitation for their addiction. This is a very controlling and restrictive approach. Drug users and people living with HIV/AIDS have rights and should be able to choose their own path of treatment. When they are finally finished with their probation or jail sentences, based on several research studies, they are in an even worse position than when they first entered. Because this approach was not acceptable to drug users, the rate of relapse is high and the rate of successful treatment is low. In many countries, they sentence drug users to go to jail where there are no available treatment services. In addition, they have been tagged as a “drug user” and will find it even more difficult to integrate back into their communities and live a healthy, productive lifestyle. When tagged as a “drug user” or a “criminal” by the legal system, people suffering from addiction may begin to internalize these labels and believe that they will never be able to recover or reintegrate with society again. Societies such as these that heavily disapprove of drug use on both legal and moral grounds enforce a stigma that causes users to isolate themselves and feel as if they need to hide from their government and community. Because of their criminal record, they may be unable to find a job and go back to society for real life. This may lead them to take drugs in private places or hidden areas which makes the drug problem even less visible. In addition, even when the issue is recognized, treatment that is of high quality is very difficult to access. Users may avoid seeking help because it is not seen as acceptable by society. Related harm such as HIV/AIDS is similarly stigmatized and difficult to access treatment for. These interrelated illnesses require high quality treatment that is both accessible and acceptable for all. The current method of harshly labeling, tagging and punishing users is not an effective approach to deterring drug use and ultimately only reinforces the unwanted behavior. Legal systems around the world must understand that drug addiction is an illness that deserves treatment and not a crime that requires punishment. 135 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan∗ Ar. Gör. Eylem Baş∗∗ ÖZET Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2015 Ocak ayı istatistiklerine göre, sendikalı işçi sayısının toplam işçi sayısına oranı %10,65’tir.Bu istatistiğe bakıldığında, sendikalı işçi sayısının toplam işçi sayısına oranla oldukça düşük olduğu görülmektedir. Bununla birlikte 2012 yılında yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun temel amacı sendikal faaliyetleri korumak ve geliştirmek olsa da; istatistiklere bakıldığında, söz konusu kanunun henüz amacına ulaşamadığı söylenebilir. İş mevzuatı bakımından, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle bir işçinin farklı muameleye tabi tutulmasının ayrımcılık kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Bu bağlamda hukuki açıdan çeşitli yaptırımlar öngörülmüştür. Burada işe iade imkânı ve/veya tazminat yaptırımın uygulanması söz konusu olabilir. Ancak bu yaptırımların yeterli bir koruma getirip getirmediği önem arz etmektedir. Türk ceza mevzuatı kapsamında da bu konuyla ilgili olarak cezai yaptırım uygulanmasının söz konusu olup olmadığı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali” başlıklı 117. maddesi, “Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi” başlıklı 118. maddesi ve de “Nefret ve Ayırımcılık” başlıklı 122. maddesi çerçevesinde değerlendirilecektir. Sonuç olarak gerek hukuki gerekse cezai açıdan mevzuattaki düzenlemelerin yeterince güvenceli olup olmadığı ve daha güvence getiren bir korumanın gerekip gerekmediği tartışılacaktır. 1. Giriş ∗ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı. ∗∗ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı. Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık, sendika özgürlüğünün ve ayrıca işverenin eşit işlem borcunun ihlali anlamına gelmektedir. Ancak asıl üzerinde durulması gereken konu, sendika özgürlüğü ve/veya eşit işlem borcunun ihlalinin ülkemizde ne ölçüde önlenebildiği ve hukukumuzdaki mevcut koruma düzeyinin yeterli olup olmadığıdır. Bu kapsamda istatistiklerden hareket etmek bir fikir verebilir. Resmi verilere göre 2015 Ocak ayı itibariyle Türkiye’de toplam işçi sayısı 12.180.945 kişi iken, sendikalı işçi sayısı 1.297.464 kişidir. Sendikalı işçi oranı ise %10,65 düzeyindedir1. Kamu görevlileri açısından ise 2013 yılı istatistikleri dikkate alındığında toplam kamu görevlisi sayısının 2.134.638 olduğu, 1.468.021 kişinin sendikalı olduğu, başka bir ifadeyle sendikalaşma oranının %68,77 düzeyinde gerçekleştiği tespit edilmektedir2. Avrupa Birliğine üye ülkelerde ise sendikaya üye işçi oranı, toplam işçi oranına göre ortalama %23 civarındadır. Sendikaya üye işçi oranının en yüksek olduğu ülke, %74 ile Finlandiya, %70 ile İsveç’tir. Avrupa ortalamasının altında kalan ülkeler ise %19 ile İspanya, %18 ile Almanya, %12 ile Polonya ve %8 ile Fransa’dır3. İngiltere’de ise sendikalaşma oranı %26 civarındadır. Ancak İngiltere’deki sendikalaşma oranının kamu sektöründe, özel sektör işyerlerine göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Kamu sektörü işyerlerinde sendikalaşma oranı %56 iken, özel sektör işyerlerinde %14 düzeyindedir4. İsviçre’de ise sendikaya üye işçi sayısının toplam işçi sayısına oranının %22 civarında olduğu görülmektedir5. Yukarıda yer alan veriler incelendiğinde Avrupa ülkelerine kıyasla ülkemizin, işçiler göz önüne alındığında, en düşük sendikalaşma oranına sahip ülkelerden biri olduğu tespit edilebilir. Sendikalaşma oranı tek başına sendikaların gücünün ve sendika özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin bir göstergesi olarak kabul edilemese de, özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra toplu iş ilişkileri ile ilgili yeni yasalar yürürlüğe girmiş olup, hukuki alanda 1 Söz konusu veriler Çalışma ve Soysal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2015 Ocak Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ’den alınmıştır. Bununla birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bir açıklamasında, sendikalaşma oranının işçilerde yüzde 59.8, memurlarda ise yüzde 67.3 göründüğünü ama SGK verilerine göre sendikalı işçi oranının düşük kaldığını ifade etmiştir. (http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/csgb.portal?page=haber&id=basin113, 02.03.2014). 2 http://www.tuhis.org.tr/resim/files/tum_kitap_2013_N.pdf, 12.07.2015. 3 http://de.worker-participation.eu/Nationale-Arbeitsbeziehungen/Quer-durch-Europa/Gewerkschaften, 11.07.2015. 4 http://www.worker-participation.eu/National-Industrial-Relations/Countries/United-Kingdom/Trade-Unions, 11.07.2015. 5Riemer/Kafka-Krenger, 119. 137 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş yapılan ilgili düzenlemeleri takiben sendikalar giderek artan bir hızla üyelerini, güçlerini, saygınlıklarını ve etkinliklerini de yitirmeye başlamıştır6. Ülkemizde sendika özgürlüğünün daha etkin bir şekilde korunması için 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu çıkarılmışsa da, ilgili kanunun 7 Kasım 2012 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, sendikalaşma oranı üzerindeki etkisi hakkında olumlu ya da olumsuz bir görüş bildirmek var olan istatistiklere göre çok sağlıklı olmayacaktır. Bununla birlikte mevcut sendikalaşma oranı karşısında ülkemizde sendika üyeliği ve sendikal faaliyet açısından getirilen güvencelerin ve bu güvencelerin ihlali sonucu uygulanacak yaptırımların incelenmesi isabetli olacaktır. 2. Sendika özgürlüğünün güvencesi ve bireysel sendika özgürlüğü kavramı Sendika özgürlüğü ve örgütlenme hakkı, ulusal ve uluslararası alanda çok sayıda düzenlenmenin konusunu oluşturmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde7 genel bir ilke olarak kabul edilen sendika özgürlüğü, Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme8 ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmede9 genel hatları ile güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme10 ve Avrupa Sosyal Şartında11 da sendika özgürlüğüne ilişkin 6Özveri, Yetki Sistemi, 2. 7 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı, 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Sendika özgürlüğüne ilişkin düzenleme, beyannamenin 23. maddesinin 4. fıkrasında yer almaktadır. 8 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilen sözleşmeyi, Türkiye 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşme, Türkiye tarafından 04.06.2003 tarih ve 4868 sayılı Kanunla onaylanmıştır. Sözleşmenin 22. maddesinin 1. fıkrası örgütlenme özgürlüğü ve sendikal örgütlenmeyle ilgilidir. 9 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilen sözleşme, Türkiye tarafından 04.06.2003 tarihli ve 4867 sayılı Kanunla onaylanmıştır. Sendika özgürlüğüne ilişkin düzenlemeler sözleşmenin 8. maddesinde hüküm altına alınmıştır. 10 Sözleşme, 4 Kasım 1950 tarihinde aralarında Türkiye'nin de bulunduğu on beş ülke tarafından Roma'da imzalanmıştır. 03.09.1953 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme, Türkiye tarafından 18.05.1954 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşmenin dernek kurma ve toplantı özgürlüğü başlığını taşıyan 11. maddesi, sendika özgürlüğüyle bağlantılı hükümler içermektedir. 11 1961 tarihinde Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Avrupa Sosyal Şartı, ülkemiz tarafımdan 1989 tarih ve 3581 sayılı yasayla onaylanmıştır. Avrupa Konseyi tarafından 01.07.1999 tarihinde Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı kabul edilmiştir. Ülkemiz tarafından Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı 27.09.2006 tarih ve 5547 sayılı yasayla bazı maddelerine çekince konularak onaylanmış olup, 01.08.2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak ülkemiz tarafından şartın örgütlenme hakkı başlığını taşıyan 5. maddesi ile toplu pazarlık hakkı başlığını taşıyan 6. maddesine çekince konulmuştur. Ancak Türkiye’nin ilgili maddelere çekince koyması, ülkemizi ilgili maddelerle ilgili yükümlülüklerden kurtarmamaktadır. Zira belli maddeleri onay dışı bırakan ülkeler, söz konusu hükümlerin tanınması için gerekli olan ekonomik ve sosyal politik gelişmeleri sağlamak ve gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. Bu itibarla Türkiye her ne kadar şartın 138 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş düzenlemeler mevcuttur. Görüldüğü üzere sendika özgürlüğü bir insan hakkı olarak ele alınmakta ve kabul edilmektedir. Bu bağlamda sendika özgürlüğüyle ilgili ayrıca ele alınması gereken diğer önemli uluslararası belgeler olarak Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) sözleşmeleri karşımıza çıkmaktadır. ILO tarafından sendika özgürlüğünün çerçevesi 1948 yılında Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 sayılı sözleşme12 ile çizilmiştir. 87 sayılı sözleşmenin kabulünden bir yıl sonra ise Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin Uygulanmasına ilişkin 98 sayılı sözleşme13 kabul edilerek, sendika özgürlüğü güvence altına alınmak istenmiştir14. Nitekim ilgili sözleşmenin 1. maddesinde çalışanların sendika özgürlüğüne zarar verecek her türlü harekete karşı tam bir korumadan yararlanacakları öngörülmüştür. Aynı maddede işçinin sendikaya üye olması ya da sendikal faaliyette bulunmasından dolayı işten çıkarılmasının ya da zarara uğratılmasının bu güvenceye aykırı olduğu hüküm altına alınmıştır. ILO’nun diğer sözleşmelerine kıyasla 98 sayılı sözleşmenin temel özelliği, sadece devlete karşı değil, aynı zamanda özel kişilere karşı da koruma getirilmesini öngören hükümleri içermesidir15. Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 sayılı Sözleşmede16 ise kamu kuruluşlarında çalıştırılan herkese uygulanacak hükümler öngörülmüştür. Usulüne uygun olarak onaylanmış uluslararası sözleşmeler, 1982 Anayasasına göre kanun hükmündedir ve mahkemeler dâhil tüm devlet organlarını bağlar. Ayrıca 2004 yılında Anayasanın 90. maddesine eklenen bir cümleyle temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sendikal haklarla ilgili hükümlerini onaylamamışsa da, sendikal hakların tanınması için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü altındadır (Okur, 128). 12 İlgili sözleşme, Türkiye tarafından 25.11.1992 tarih ve 3847 sayılı Kanun ile kabul edilmiştir. Sözleşme md.1-10 örgütlenme özgürlüğü ile ilgili hükümler içermektedir. Söz konusu sözleşmenin temel özelliği, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden sonra sendika hak ve özgürlüğünü uluslararası alanda düzenleyen ilk sözleşme olmasıdır (Başer, 43). 13 Söz konusu sözleşme Türkiye tarafından 08.08.1951 tarih ve 5834 sayılı kanun ile kabul edilmiştir. 14Kutal, 18. 15Okur, 126. 16 Söz konusu sözleşme Türkiye tarafından 25.11.1992 tarih ve 3848 sayılı kanun ile kabul edilmiştir. Sözleşmenin 4. ve 5. maddelerinde örgütlenme hakkının korunmasıyla ilgili hükümler yer almaktadır. Sözleşmede bizzat kamu görevlileri örgütünün bağımsızlığı üzerinde durulmuş olup (md.5/II), toplu pazarlık ve toplu iş sözleşmesi gibi katılım yöntemlerinden söz edilmemektedir (Sur, 37). 139 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş sözleşme hükümlerinin kanun hükümlerinden üstün hale getirildiği görülmektedir17. Nitekim Yargıtay da bir kararında18, Anayasa’nın 90. maddesine göre usulüne uygun olarak yürürlüğe giren uluslararası sözleşmelerin iç hukuk normu haline geldiğine ve üst norm olarak uygulanmaları gerektiğine karar vermiştir. Diğer bir deyişle sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuatımız arasında bir çatışmanın ortaya çıkması halinde, sorun doğrudan uygulanabilir nitelik taşıdığı sürece uluslararası sözleşme hükümlerine gidilerek çözüme kavuşturulmalıdır19. Sendika özgürlüğüne ilişkin iç hukuk hükümlerimize baktığımızda ise öncelikle Anayasamızın 51. maddesi ele alınmalıdır. Anayasanın 51. maddesinin birinci fıkrasına göre, “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz”. Anayasa hükmünde çalışanlar ibaresine yer verilmek suretiyle sendikal güvencenin sadece işçilere özgülenmediği, kamu görevlilerini de kapsama aldığı ifade edilmelidir. Nitekim ilgili Anayasa maddesinin devamında yer verilen “İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir” (md.51/IV) ifadesi de kamu görevlilerin sendika özgürlüğünün 17 Usulüne uygun olarak onaylanmış uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuzda uygulanmasıyla ilgili daha fazla bilgi için bkz.; Süzek, 83-84. Mollamahmutoğlu-Astarlı,95-96. Narmanlıoğlu, Ferdi İş İlişkileri, 44-45. Göçmen-Civan, 110. Civan-Gökalp, 257. 18 Y9HD, 04.02.2013, 2770/4106, www.kazanci.com.tr, 08.07.2015. 19 1993 tarihinde, 1990 yılında çeşitli belediyelerin memurları tarafından kurulan Tüm Bel Sendikası ile bir belediye arasında, çalışanların ücret, ödenek ve sosyal hizmetleri gibi belediyedeki çalışma koşullarıyla ilgili bir toplu iş sözleşmesi imzalamıştır. Ancak, belediyenin toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği iddiasıyla, Tüm Bel Sendikası hukuk mahkemesine başvurmuş, mahkeme ise Tüm Bel Sen’i kamu görevlileri tarafından kurulan sendikalara toplu iş sözleşmesi yapma hakkı tanıyan hükümlerin mevzuatta yer almamasına karşın Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasa’ya göre kanun hükmünde olan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler ışığında, bu eksikliğin kapatılabileceğinin mümkün olduğuna karar vermişken; Yargıtay, mevzuatta açık bir düzenlemeye yer verilmediğinden devlet memurlarının sendika kurmalarının ve toplu iş görüşmesi hakkını kullanmalarının mümkün olmadığını belirterek Tüm Bel sendikasının tüzel kişiliği bulunmadığından dava açamayacağına toplu iş sözleşmesinin geriye dönük olarak iptal edilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine Tüm Bel sendikasının genel başkanı ve sendikanın bir üyesi AİHM’e başvurmuş AİHM ise Türkiye’nin devlet görevlilerinin sendika kurma hakkını uluslararası düzeyde teminat altına alan 87 no’lu ILO Sözleşmesi’ni imzaladığını ve Türk Anayasası gereğince de sözleşmenin iç hukukta doğrudan uygulanabilir olduğunu belirterek; başvurucuların sendikal haklarını kullanmalarını engellediğini ve bu nedenle AİHS md.11’in ihlal edildiğine karar vermiştir. Bkz. Demir/Baykara ve Türkiye, 12.11.2008, Başvuru No: 34503/97 (http://hudoc.echr.coe.int/eng#{"appno":["34503/97"],"itemid":["001-89558"]}). 140 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş kapsamında yer aldığını doğrulamaktadır. Bu bağlamda işçiler açısından 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu hükümlerinin, kamu görevlileri bakımından da 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Toplu Sözleşme Kanunu hükümlerinin dikkate alınması gerekmektedir. 6356 sayılı kanun md.25/I-III’de “İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. … İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz” ifadesine yer verilmiştir. 4688 sayılı kanun md.18/I ve III uyarınca da, “Kamu görevlileri, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların bu Kanunda belirtilen faaliyetlerine katılmalarından dolayı farklı bir işleme tâbi tutulamaz ve görevlerine son verilemez. … Kamu işvereni kamu görevlileri arasında sendika üyesi olmaları veya olmamaları nedeniyle bir ayırım yapamaz”. Hukukumuz açısından değindiğimiz üç temel düzenleme sayesinde bireylere sendika kurma, sendikaya üye olma, üyelik haklarının kullanılmasında olumlu (pozitif) bir edimde bulunma ve aynı zamanda bu hakkı kullanmaya zorlanmama, başka bir deyişle sendika dışında kalabilme, olumsuz (negatif) bir davranış içine girebilme serbestisi tanınmıştır. Bireylere tanınan söz konusu olanaklar, sendika özgürlüğünün bireysel yönünü ifade etmekte olup20, hukukumuzda işçiler ve kamu görevlileri açısından bireysel sendika özgürlüğü hem olumlu (pozitif) sendika özgürlüğü hem de olumsuz (negatif) sendika özgürlüğü olmak üzere her iki boyutuyla güvence altına alınmıştır21. a) Olumlu sendika özgürlüğü 20 Sendika özgürlüğünün diğer bir türü de kolektif sendika özgürlüğüdür. Kolektif sendika özgürlüğü kısaca sendikaların varlıklarının, amaçlarının ve faaliyetlerinin garanti altına alınması veya sendikanın örgüt olarak sahip olduğu haklar şeklinde tanımlanabilir (Baskan, 17). Ancak inceleme konumuz ile bağlantılı olmadığından ötürü kolektif sendika özgürlüğünün üzerinde daha fazla durulmayacaktır. Kolektif sendika özgürlüğü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.; Sur, 48-49. Çelik-Caniklioğlu-Canbolat, 481-482. Tuncay-Savaş Kutsal, 32 vd. Narmanlıoğlu, 12-13. Aktay-Arıcı-Senyen/Kaplan, 292. Rolfs, GG Art.9, Rn. 31-35. Junker, Rn.475-483. Baskan, 17-19. Başer, 17-18. 21Tuncay-Savaş Kutsal, 30. Eren, 122. 141 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Olumlu sendika özgürlüğü, çalışanların ve işverenlerin önceden izin almaksızın sendikalarını ve üst kuruluşlarını kurma, bunlara serbestçe üye olma22 ve üye olarak kalmaya devam etme özgürlüğü olarak tanımlanabilir. Sendika kurma özgürlüğü beraberinde sendikaların çokluğu ilkesini doğurmaktadır. Ayrıca olumlu sendika özgürlüğü sadece bir sendikayı kurma veya bir sendikaya üye olma özgürlüğünü değil, aynı zamanda birden çok sendikadan dilediğini seçebilme ve sendikal faaliyetlere katılma olanaklarını da 22 On beş yaşını dolduran ve 6356 sayılı Kanun hükümlerine göre işçi sayılanların işçi sendikalarına üye olabilmeleri mümkündür. Yine bu kanun kapsamında işveren sayılanlar da işveren sendikalarına üye olabilirler. Söz konusu kişilerin sendikaya üye olup olmamak konusunda irade serbestîleri olduğundan hiç kimsenin sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanması mümkün değildir. İşçi ya da işverenler aynı işkolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya üye olamazlar. Aksi halde sonraki üyelikler geçerliliğini yitirir. Ancak aynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçiler birden çok sendikaya üye olabilirler. Ayrıca bir işyerinde yardımcı işlerde çalışan işçilerin de, işyerinin girdiği işkolunda kurulu bir sendikaya üye olabilmeleri mümkündür. Üyelik sıfatı ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca sağlanacak elektronik başvuru sistemine e-Devlet kapısı üzerinden üyelik başvurusunda bulunulması ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın kabulü ile e-Devlet kapısı üzerinden kazanılmaktadır. Üyelik başvurusu, sendika tarafından otuz gün içinde reddedilmezse üyelik talebi kabul edilmiş sayılmaktadır. Haklı bir neden gösterilmeksizin üyelik başvurusu kabul edilmeyenler, bu kararın kendilerine tebliğinden itibaren otuz gün içinde dava açabilirler ve bu durumda mahkemenin kararı kesindir. Mahkemenin davacı lehine karar vermesi hâlinde üyelik, red kararının alındığı tarihte kazanılmış sayılmaktadır (6356 sayılı Kanun md.17). Kamu görevlileri ise çalıştıkları işyerinin girdiği hizmet kolunda kurulu bir sendikaya üye olabilirler. Sendikaya üyelik, kamu görevlisinin üç nüsha olarak doldurup imzaladığı üye formu ile sendikaya başvurması ve başvurunun sendika yetkili organı tarafından kabul edilmesi ile kazanılır. Şayet üyelik başvurusu, sendika tarafından en çok otuz gün içinde reddedilmemişse, üyelik istemi kabul edilmiş sayılır. Haklı bir sebep gösterilmeksizin üyeliği kabul edilmeyen kamu görevlisinin, bu kararın kendisine tebliğinden itibaren otuz gün içinde iş davalarına bakmakla görevli mahallî mahkemede dava açma hakkı bulunmaktadır. Sendika, üyeliği kesinleşen kamu görevlisinin başvuru belgesinin bir örneğini üyenin kendisinde, bir örneğini ise elinde tutar, diğer örneğiyse üyelik ödentisine esas olmak ve dosyasında saklanmak üzere onbeş gün içinde işverene gönderir. Yine kamu görevlilerinin de birden çok sendikaya üye olması mümkün değildir. Aksi halde sonraki üyelikler geçersiz kabul edilir. Aynı tarihli birden fazla üyeliğe ilişkin bildirimlerse dikkate alınmaz ve bu durum kamu işvereni tarafından ilgiliye ve sendikalara yazılı olarak bildirilir (4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu md.14). Ancak 4688 sayılı Kanun uyarınca kurulan sendikalara; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde çalışan kamu görevlileri, yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar, bu kanun kapsamında bulunan kurum ve kuruluşların müsteşarları, başkanları, genel müdürleri, daire başkanları ve bunların yardımcıları, yönetim kurulu üyeleri, merkez teşkilâtlarının denetim birimleri yöneticileri ve kurul başkanları, hukuk müşavirleri, bölge, il ve ilçe teşkilâtlarının en üst amirleri ile bunlara eşit veya daha üst düzeyde olan kamu görevlileri, belediye başkanları ve yardımcıları, Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri ile Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri, üniversite ve yüksek teknoloji enstitüsü rektörleri, fakülte dekanları, enstitü ve yüksek okulların müdürleri ile bunların yardımcıları, Mülkî idare amirleri, silahlı kuvvetler mensupları, Millî İstihbarat Teşkilâtı mensupları, bu kanun kapsamında bulunan kurum ve kuruluşların merkezi denetim elemanları, Emniyet hizmetleri sınıfı Ceza infaz kurumlarında çalışan kamu görevlileri, üye olamayacakları gibi ve sendika da kuramazlar (4688 sayılı Kanun md.15). 142 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş içermektedir23. Sendikal faaliyetlere katılma özgürlüğü ise bireylerin, çerçevesi hukuki kaynaklarla çizilen sendikaların faaliyetlerine serbestçe katılabilmeleri anlamına gelmektedir. Sendikal faaliyetlere katılma özgürlüğü sadece sendika üyesi olan çalışanlara özgülenemez. Nitekim 6356 sayılı kanun uyarınca “İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz” (md.25/III). Madde metninden de anlaşıldığı üzere herhangi bir sendika üyesi olmayan işçilerin de sendikal faaliyetleri güvence altına alınmıştır24. 4688 sayılı kanunda ise 6356 sayılı kanundaki gibi açık bir düzenleme yer almamaktaysa da, 4688 sayılı kanun md.18/I’de sendikal faaliyette bulunduğu için ayrımcılığa uğrayamayacak kamu görevlileri açısından sendika üye olup olmamaları ile ilgili bir ifadenin yer almadığı, diğer bir deyişle kamu görevlileri bakımından da sendikal faaliyete katılma özgürlüğünün sadece sendika üyesi kamu görevlilerine özgülenemeyeceği açıktır. Bireylerin sendikaların organlarında görev alması, sendika içi çalışmalara katılması, oy kullanması, propaganda yapması, toplu görüşmelere katılması, genel kurula çağrı için imza toplaması, grev organize etmesi ve eğitim toplantıları düzenlemesi, işverenle anlaşmazlığa düştüğü bir durumda sendikanın müdahale etmesi için sendikaya başvurması gibi eylemleri, sendikal faaliyet kapsamında kabul edilebilecektir25. Ayrıca çalışanların toplu eylem hakkını kullanması da sendikal faaliyet kapsamında ele alınmalıdır. Toplu eylem hakkı, grevi de içine alan üst bir kavram olarak karşımıza çıkar. En belirgin şekli grev olan toplu eylemler, iş bırakma gibi fiillerin yanı sıra iş yavaşlatma, işbirliğinin çekilmesi, oturma eylemi, fazla çalışma yapmayı reddetme gibi değişik şekillerde de karşımıza çıkabilir. Yasal grev dışında kalan eylemler tümüyle yasa dışı eylemler olarak kabul edilemeyeceği gibi, bunlar sınırsız bir alanda geçerli, meşru eylemler olarak da kabul edilemezler26. b) Olumsuz sendika özgürlüğü 23Çelik-Caniklioğlu-Canbolat, 477-478. Narmanlıoğlu, 11. Aktay-Arıcı-Senyen/Kaplan, 291. PortmannStöckli, §3, N.34. Rolfs, GG Art.9, Rn. 22. Junker, Rn.470. Baskan, 10-14. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 169. Başer, 11-14. 24Süzek, 646. Narmanlıoğlu, 165. Baskan, 113. Y9HD, 14.02.2011, 8013/3223, Canbolat, 277-279. 25Tuncay-Savaş Kutsal, 31. Sümer, 1630-1631. Başer, 13-14. Baskan, 14, 115. Öztürk, Sendikal Tazminat, 84-85. 26Alpagut, 140. Doğan, 314. Toplu eylemle ilgili Yargıtay kararları için bkz.; Y7HD, 11.06.2014, 7358/13055, Gülmez, 233-237. Y22HD, 14.05.2013, 7515/10949, Doğan, 305-306. 143 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Olumsuz sendika özgürlüğü ise sendikadan uzak kalma, sendikaya üye olmama, üyeliğe zorlanamama ve istediği zaman üyelikten serbestçe ayrılabilme haklarını içermektedir. Sendikaya üye olmama hakkı, hem hiçbir sendikaya üye olmama hem de belirli bir sendikaya üye olmama hakkını içerir27. Olumsuz sendika özgürlüğü herhangi bir sendikaya üye olmaksızın işyerinde çalışmaya devam edebilme özgürlüğü olarak kısaca tanımlanabilir28. Olumsuz sendika özgürlüğü, olumlu sendika özgürlüğünün tamamlayıcısıdır. Bireysel sendika özgürlüğünün her açıdan güvence altına alındığından söz edebilmek için hem olumlu hem de olumsuz sendika özgürlüğünün kabulü gerekmektedir29. Zira olumlu sendika özgürlüğü bireyleri, işverene ve devlete karşı koruma görevini üstlenmekteyken30, olumsuz sendika özgürlüğü bireyleri sendikalara ve onların etkisindeki işverenlere karşı koruma fonksiyonunu yerine getirir. Nitekim güçlenen sendikalar çalışanlara ya da çalışanlarını üye yapma konusunda işverenlere baskı yaparak sendika özgürlüğünü ihlal edebilmektedir. Olumsuz sendika özgürlüğü sayesinde çalışanların işe alınması veya işte çalışmaya devam etmesi belirli veya herhangi bir sendikaya üye olmaya bağlanamayacaktır. Başka bir deyişle olumsuz sendika özgürlüğü sendikalı işyeri (union shop) veya belirli bir sendikaya üye olanlara açık işyeri (closed shop) uygulamalarına imkan vermemektedir31. Uluslararası metinler incelendiğinde özellikle Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri bakımından olumlu sendika özgürlüğünün açıkça güvence kapsamına alındığı, buna karşılık olumsuz sendika özgürlüğünün sözleşme kapsamına alınmadığı görülmektedir. Ancak olumsuz sendika özgürlüğünün güvence altına alınmaması, bu özgürlüğün göz ardı edildiği, sendikaya üye olma ve üyeliğin devam ettirilmesi zorunluluğunun geliştirilmesinin garanti altına alındığı şeklinde yorumlanmamalıdır32. 3. İşverenin eşit işlem borcu açısından sendika üyeliği ve sendikal faaliyet Eşit işlem borcu gereği işveren farklı işlem yapmasını gerektiren haklı nedenlerin bulunmaması durumunda, çalışanlarına eşit davranmalı, işçileri arasında keyfi ayrım 27Narmanlıoğlu, 12. Tuncay-Savaş Kutsal, 31. Aktay-Arıcı-Senyen/Kaplan, 291. Portmann-Stöckli, §3, N.51. Rolfs, GG Art.9, Rn. 25. Junker, Rn. 471. Baskan, 15-17. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 169. 28Baskan, 15. 29Bozkurt Gümrükçüoğlu, 169. 30Başer, 15. 31Başer, 16. Baskan, 16. 32Okur, 125. 144 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş yapmamalıdır33. Diğer bir ifadeyle söz konusu ilke, aynı, benzer veya eşit durumdakilere eşit davranılmasını, aynı, benzer veya eşit durumda bulunmayanlara eşit davranılmamasını gerektirmektedir34. Eşit davranma borcu ise kendi içerisinde genel anlamda eşit davranma borcu ve ayrım yasağı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ayrım yasağında işverenlerin çalışanları arasında veya işe alınacak kişilerin belirlenmesinde, kişinin insan olmasından kaynaklanan ve değiştiremeyeceği cinsiyeti, rengi, ırkı gibi ya da değiştirmesi beklenemeyecek ve istenemeyecek siyasal görüşü, felsefi inancı, dini gibi nedenlere dayanarak farklı bir uygulama yapması mutlak anlamda yasaklanmıştır. Ayrımcılıkta, pozitif ayrımcılık dışında, her zaman için olumsuz anlamda farklı bir davranış söz konudur35. Ayrım yasağı gerek Anayasamızın 10. maddesinde gerek İş Kanunumuzun 5. maddesinde güvence altına alınmıştır. İş Kanunu md.5 hükmünden sadece işçiler yararlanabilir. Kamu görevlileri açısından ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda eşit işlemde bulunulmayla ilgili hüküm yer almaktaysa da36, ayrım yasağının açıkça düzenlendiğine rastlamamaktayız. Ancak ayrım yasağının açıkça düzenlenmemiş olmasının bir eksiklik oluşturmadığı kanaatindeyiz. Nitekim Anayasa hükümleri hem devlet kişi arasında dikey düzeyde hem de kişiler arasında yatay düzeyde uygulama alanı bulmaktadır37. Başka bir deyişle kamu kurum ve kuruluşlarında, tüm kamu görevlilerine ayrımcılık yapılmaksızın eşit muamelede bulunulması38, Anayasa hükümlerine uygun davranılması zorunludur. Dolayısıyla işverenin sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle ister işçi ister kamu görevlisi olsun çalışanlarına farklı işlemde bulunması durumu, eşit işlem borcu kapsamında ayrım yasağının ihlali sonucunu doğurur39. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle işverenin farklı muamele de bulunmasının ayrım yasağını ihlal ettiği sonucuna İş Kanunu md.5 hükmünün yorumundan da ulaşmak olasıdır. Nitekim İş Kanununun 5. maddesinin 6. fıkrasında, Sendikalar Kanununun 31. maddesi (şimdi 6356 sayılı kanun md.25) hükümlerinin saklı olduğunun hüküm altına 33Tuncay, 21. Baysal, 61. Akı, 136-137. Ertürk, 99. Onaran Yüksel, 37. 34Yıldız, 32. 35Süzek, 453. Yıldız, 69. 36657 sayılı Devlet Memurları Kanunu md.10/II’de, “Amir, maiyetindeki memurlara hakkaniyet ve eşitlik içinde davranır. Amirlik yetkisini kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen esaslar içinde kullanır” hükmüne yer verilmiştir. 37Süzek, 455. 38Kasapoğlu Turhan, 92. Eren, 122. 39Ertürk-Gürsel, 427. Süzek, 462. Yıldız, 88. 145 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş alınması da sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle farklı işleme maruz kalan kişinin ayrımcılığa uğradığı hususunu doğrulamaktadır. İş Kanununun 5. maddesinde sadece ayrım yasağının düzenlendiği, buna karşılık genel anlamda eşit davranma borcunun düzenlenmediği kabul görmekte olup40, bu yönde bir düzenlemeye kanunda yer verilerek yasa koyucu, ayrımcılık tazminatı ile sendikal tazminatın bir arada istenip istenemeyeceği sorununu çözüme kavuşturmuştur. 4. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık sonucu uygulanacak yaptırımlar Sendikaya üye olup olmama ve sendikal faaliyette bulunup bulunmama özgürlüğü, yukarıda açıklandığı üzere gerek bireysel sendika özgürlüğü gerek işverenin eşit işlem borcu kapsamında güvence altına alınmıştır. Ancak işverenin söz konusu güvenceleri ihlal etmesi halinde hukukumuz açısından uygulanacak yaptırımların belirlenmesi, yeterli bir koruma düzeyinin sağlanıp sağlanmadığının saptanması açısından önem taşımaktadır. Bu bakımdan uygulanabilecek yaptırımlar olarak karşımıza hukuki yaptırımlar ve ceza yaptırımları çıkmaktadır. a) Hukuki yaptırımlar Sendikaya üye olma, olmama, dilediği sendikayı seçme ve istediği zaman üyelikten çıkma haklarını ortadan kaldıran, ayrımcılığa yol açan sözleşme hükümleri ve işveren uygulamalarına uygulanabilecek hukuki yaptırımlar bakımından işçiler ve kamu görevlileri arasında bir ayrıma gidilmelidir. Kamu görevlileri açısından sendika özgürlüğünün güvencesinin ihlali sonucu uygulanacak yaptırımlar açık bir şekilde düzenleme konusu yapılmamıştır. Her ne kadar 6289 sayılı kanunla 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu md.18’de yapılan değişikliklerle sendika yöneticilerinin hak ve güvenceleri artırılmışsa da, yönetici konumunda olmayan kamu görevlileri açısından herhangi bir düzenlemeye gidilmemiştir. Bu itibarla mevcut durumda sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılığa uğrayan kamu görevlisi, bir zarara uğraması durumunda idare mahkemesinde tam yargı davası veya somut olayın özelliğine göre idari işlemin iptali için iptal davası açabilecektir41. Ancak tam yargı davası veya iptal davası açılması, sendika üyeliği ve sendikal faaliyeti korumaya özgü bir dava türü değildir. İdarenin eylem ve işlemlerinden etkilenen tüm kişiler bu davaları açabilir. Bu itibarla kamu görevlileri bakımından konu ele 40Süzek, 455. Süzek, Eşit Davranma Borcu, 26. Yıldız, 63. Ertürk-Gürsel, 431. 41Demir, 272. 146 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş alındığında idare mahkemesinde dava açma olanağının bulunması, yeterli bir koruma düzeyi sağlamamaktadır. Dolayısıyla 4688 sayılı kanun md.18’in, uluslararası sözleşmeler de göz önüne alınarak yeniden düzenlenmesi isabetli olacaktır42. Ayrıca sendikal nedenle ayrımcılığa maruz kalan kamu görevlisinin ceza yaptırımlarının uygulanmasını talep edip edemeyeceği meselesi üzerinde ileride durulacaktır. İşçiler bakımından uygulanabilecek hukuki yaptırımlar olarak ise geçersizlik, ayrımcılık tazminatı ve sendikal tazminat karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu yaptırımlar ise iş ilişkisinin kurulmasında, iş ilişkisinin devamında ve iş ilişkisinin feshedilmesi aşamalarında ortaya çıkan ayrımcılık hallerinde uygulama alanı bulabilir. İş ilişkisinin çeşitli aşamaları açısından hangi hukuki yaptırımın, ne şekilde uygulanacağı hususunun ayrı başlıklar altında ele alınması uygun olacaktır. aa) İş ilişkisinin kurulmasında ayrımcılık İş ilişkisinin kurulması esnasında işveren sendikalı-sendikasız işçi ayrımına gidemez. Bu yasak her şeyden önce Anayasamızın 51. maddesinden kaynaklanmaktadır. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununu uyarınca da, “İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. … Yukarıdaki hükümlere aykırı olan toplu iş sözleşmesi ve iş sözleşmesi hükümleri geçersizdir” (md.25/I, VIII). Bu itibarla örneğin işçilerin sendikaya üye olamayacaklarını yahut sadece belli bir sendikaya üye olacağını ve üyeliğini devam ettireceğini öngören toplu iş sözleşmesi, iç yönetmelik veya iş sözleşmesi hükümlerinin karşılaşacağı yaptırım geçersizliktir. Dolayısıyla sendikalı işyeri (union shop) veya belirli bir sendikaya üye olanlara açık işyeri (closed shop) kayıtları geçerli olmayacaktır43. Geçersizlik yaptırımının uygulanacağı sonucuna sadece değindiğimiz 6356 sayılı kanun md.25 hükmünden değil, aynı zamanda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md.27 hükmünden de ulaşılmaktadır. Zira ilgili düzenleme gereğince, “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür” (TBK md.27/I). Burada uygulanacak geçersizlik yaptırımı kısmi geçersizlik 42Kutal, Kamu Görevlileri, http://www.sosyalhaklar.net/2013/bildiriler/kutal.pdf, 13.07.2015. 43Tuncay-Savaş Kutsal, 102. ErfK-Linsenmaier, GG Art.9, Rn.30. BK-Stöckli, Art. 356a, N.7-8. 147 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş olarak karşımıza çıkar44. Diğer bir deyişle sadece ilgili hükümler geçersiz sayılacak, sözleşme geri kalan kısmıyla varlığını devam ettirecektir45. İş ilişkisinin kurulmasıyla ilgili olarak karşılaşılabilecek diğer bir durum ise işverenlerin iş sözleşmesi görüşmeleri sırasında karşısındaki kişiye sendikaya üye olup olmadığını veya sendikal faaliyetler hakkındaki görüşlerini sormasıdır. İşverenlerin bu doğrultudaki soruları, iş sözleşmesi görüşmelerine katılan adayların Anayasadan kaynaklanan sendikal özgürlüklerine müdahale niteliğini taşır ve kural olarak bu yönde sorular sorulamaz. Ancak bu tür soruların işverenler tarafından sorulması halinde adayın bu ve benzeri sorulara yanıt vermemesi ve hatta öğretideki bir görüşe göre ifade edildiği üzere doğru yanıt vermemesi durumu46 dahi işvereni yanıltma olarak kabul edilemeyecektir47. İş ilişkisinin kurulması esnasında karşılaşılabilecek durumlardan biri de kara liste uygulamalarıdır. Uygulamada bazı işverenlerin özellikle sendikal faaliyetlerde aktif rol alan işçileri işe almamak için kara listeye aldıkları yahut bu listeleri kendi aralarında paylaştıkları veya işveren kuruluşları eliyle yaydıkları iddia edilmektedir. Bu yönüyle kara liste uygulamasının olumlu sendika özgürlüğünü ihlal ettiği açıktır48. Kara liste uygulaması karşısında kişilik haklarının korunmasına ilişkin Medeni Kanun md.24, md.25 ve Türk Borçlar Kanunu md.58 yoluyla bu listelerin yayınının durdurulması ve koşulların varlığı halinde maddi ve manevi tazminat talebi söz konusu olabilecektir. Aynı zamanda kara liste uygulaması, Türk Ceza Kanunu md.117’de düzenlenen “İş ve çalışma hürriyetinin ihlali”, md.118’deki “Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi”, md.135’deki “Kişisel verilerin kaydedilmesi” ve md.136’daki “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” suçlarını da oluşturabilecektir49. İş ilişkisinin kurulması sırasında karşılaşılabilecek ihlallerle ilgili olarak üzerinde asıl durmak istediğimiz hukuki yaptırım ise sendikal tazminattır. 2821 sayılı Sendikalar 44Narmanlıoğlu, 158. Demir, 262. Baskan, 60. Öztürk, Sendikal Tazminat, 86-87. 45 Kısmi geçersizlik yaptırımının uygulanabilmesi için öğretideki bir görüşe göre sözleşme taraflarının sendika özgürlüğünü sınırlama veya ortadan kaldırma amaçlarının bulunması yeterli değildir, özgürlüğün fiilen sınırlandırılmış veya kaldırılmış olması gerekmektedir (Narmanlıoğlu, 158). 46Okur, 140. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 179. 47Süzek, 289. İşverence işe alındıktan sonra sendika üyeliği veya sendikal faaliyetle ilgili sorulara doğru yanıt vermediği tespit edilen ve bu nedenle iş sözleşmesi feshedilen işçiler açısından sendikal nedenle feshin gerçekleştirildiği sonucuna ulaşılmalı (Öztürk, Sendikal Tazminat, 88) ve sendikal nedenle feshe bağlanan sonuçlar ortaya çıkmalıdır. 48Şahlanan, 389. Yıldız, 149. Okur, 138. Özveri, 73. 49Şahlanan, 389-390. Okur, 138-139. 148 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Kanununda da işe alım esnasında sendikal sebeple ayrım yapılamayacağı düzenlenmesine rağmen, yasağa aykırılık açıkça bir hukuki yaptırıma bağlanmamıştı50. İşte bu konudaki eksiklik 6356 sayılı kanun döneminde giderilmiştir51. İşveren, işçinin sendika üyesi olduğunu öğrendiği için yahut kara listede isminin bulunması nedeniyle işe almıyor veya belirli bir sendikaya üye olması, üye olduğu sendikadan ayrılması, üyeliğini korumaya devam etmesi koşuluyla işe alıyorsa ya da işçinin sendikal faaliyette bulunmayacağı taahhüdünü dayatarak iş sözleşmesi bağıtlayacağını belirtiyorsa, işçi 6356 sayılı kanuna göre bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminat talep edebilecektir (md.25/IV). Ancak burada işçi aslında işe alınmadığından ve henüz iş ilişkisi kurulmadığından ücretin nasıl belirleneceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu gibi durumlarda yasal asgari ücretin veya işyerinde varsa toplu iş sözleşmesine göre ödenecek sözleşmesel asgari ücretin dikkate alınması gerektiği akla gelebilir. Ancak öğretide isabetli olarak belirtildiği üzere eğer başvurulan iş için belirtilmiş bir ücret varsa bu ücretin, böyle bir ücret miktarının söz konusu olmaması halinde ise emsal ücretin dikkate alınması isabetli olacaktır52. Ayrıca yeri gelmişken ifade edilmelidir ki, işe alma esnasında uygulanabilecek yukarıda belirtilen yaptırımların sadece işçinin ilk defa işe alınması sırasında uygulama alanı bulabileceği düşünülmemelidir. İşçinin süresi biten belirli süreli iş sözleşmesinin yenilenmesi durumunu da bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir53. bb) İş ilişkisinin devamında ayrımcılık Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu uyarınca, “İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır” (md.25/II). İlgili hükümde ‘çalışma şartları’ ifadesine yer verilerek, oldukça kapsamlı bir ayrım yasağı öngörülmüştür54. Zira işçi - işveren ilişkisinde tarafların karşılıklı 50 İş ilişkisinin kurulması sırasında sendikal sebeple ayrımcılığın yaptırma bağlanmadığı bu dönemde işverenin ayrımcılık oluşturan davranışları sözleşme öncesi kusur olarak kabul edilebilirdi. Bunun sonucu olarak sözleşmelerin ihlaline ilişkin hükümler uygulama alanı bularak, iş ilişkisinin kurulmasına yönelik görüşmelere katılan aday, işverenden kural olarak menfi zararının tazmini isteyebilmeliydi. Sözleşme görüşmelerinde kusur ve hukuki sonuçları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.; Süzek, 290. 51Alpagut, 128-129. Alpagut, Sendikal Güvenceler, 36-37. 52Tuncay-Savaş Kutsal, 102. Özkaraca, 201. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 182-183. 53Okur, 138. 54Bozkurt Gümrükçüoğlu, 183. 149 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş hak ve borçlarını düzenleyen tüm kaynaklar, bir bütün olarak çalışma koşullarını oluşturur. Diğer bir ifadeyle teknik bir kavram olan çalışma koşullarıyla işçinin üstlendiği işi yerine getirmede tabi olacağı bütün şartlar kastedilmektedir55. Çalışma koşulları kavramı, sözleşme koşullarından daha geniş bir içeriğe sahiptir. Sözleşme koşulları, sadece bireysel iş sözleşmesi, iç yönetmelik, işverenin genel vaatleri ve işyeri uygulaması ile belirlenen çalışma koşullarına işaret etmekteyken56, çalışma koşulları kavramı sözleşme koşullarına ek olarak yasa, tüzük, yönetmelik, toplu iş sözleşmeleri ve talimatlar ile belirlenen tüm koşulları içermektedir57. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu md.25/II hükmü incelendiğinde işveren açısından ayrım yasağının istisnasını toplu iş sözleşmelerinin ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularındaki hükümlerinin oluşturduğu görülmektedir. Bu gibi hallerde işveren sendikalı işçilere farklı sendikasız işçilere farklı örneğin ücret zammı veya ikramiye ödeyebilecektir. Ancak parasal hükümler dışında iş süreleri, işverenin yönetim hakkı, disiplin cezaları, iş sağlığı ve güvenliği vb. konularda işveren ayrım yasağına uygun davranmak, sendikalı işçi ile sendikasız işçiye eşit davranmakla yükümlüdür58. Parasal hükümler dışında kalan diğer çalışma koşulları açısından ayrım yasağının varlığını korumasındaki temel düşünce işverenin sendikal faaliyette bulunan, sendika hareketinin liderliğini yapan işçilerin mesleki ilerlemelerini olumsuz yönde etkimesine, sırf sendikal faaliyetlerde bulundukları için ağır işlerde çalıştırmasına, gerekmediği halde sık sık disiplin cezalarına çarptırmasına engel olmaktır. Diğer bir deyişle sendikal alanda işverenin yönetim hakkını kullanması önlenmek istenmiştir59. Ancak işveren eğitim, kıdem gibi objektif nitelikleri ve becerileri göz önüne alarak çalışma koşulları bakımından sendikalı işçi ile sendikasız işçi arasında farklılıklar oluşturabilir. Bu durum ayrım yasağının ihlali sonucunu doğurmaz60. İş ilişkisinin devamı esnasında işçi, sendikal nedenle ayrımcılığa uğrayacak olursa 6356 sayılı kanun md.25/IV hükmü gereği bir yıllık ücreti tutarından az olmamak üzere sendikal 55Şen, Değişiklik, 21. Kunt, 8. Tulukcu, 1101. 56Centel, 190. 57Alp, 101-102. Kabakcı, 285. 58Süzek, 460-461. 59Narmanlıoğlu, 159. 60Şahlanan, 391. 150 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş tazminat talep edebilecektir61. Ayrıca işverenin sendikal nedenle ayrımcılığa yol açan davranışları eşit işlem borcunun da ihlaline yol açar. Dolayısıyla işçi isterse İş Kanunu md.5’e dayanarak ayrımcılık tazminatı talep edebilir62, ancak İş Kanunu md.5/VI gereği işçi sendikal tazminatla ayrımcılık tazminatını bir arada isteyemeyecektir. Belirtilen olanakların dışında iş ilişkisinin devamı esnasında sendika üyeliği veya sendikal faaliyeti nedeniyle ayrımcılığa uğrayan işçi, şartların varlığı halinde İş Kanunu md.22’den yararlanabilecektir63. Duruma göre işçinin iş sözleşmesi devam ederken sendikal nedenle ayrımcılığa uğraması psikolojik taciz (mobbing) olarak da nitelendirilebilir. Bu nedenle işçi tecavüzün (saldırının) önlenmesi, tecavüze son verilmesi, iş sözleşmesini haklı nedenle derhal feshetme gibi olanaklardan da yararlanabilir64. cc) İş ilişkisinin sona ermesinde ayrımcılık İşçinin sendika üyeliği veya sendikal faaliyette bulunması nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesi öğretide ve uygulamada üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Bu bakımdan Yargıtayın çok sayıda içtihat geliştirdiği görülmektedir. Yargıtayın bir kararı65 uyarınca, “davalı işyerinde sendikal örgütlenmeye başlanması ve örgütlenme süreci, toplu iş sözleşmesi yetki süreci, davalı şirketin alt kira sözleşmesinin sona ermesine altı yıl gibi bir süre olmasına rağmen alt kira sözleşmesini feshederek işletmeyi aralarında organik bağ olan kiracı şirket Ç… K… Şirketine tekrar devretmesi, bu sırada sendika üyesi işçiler dahil tüm işçilerin işten çıkarılmaları ve üyelikten istifa eden işçilerin aynı işyerinde davalı ile aralarında organik bağ bulunan işletmeyi kiralayan Ç… K… Şirketi'nde işe alınmaları ve çalışmaya devam etmeleri birlikte değerlendirildiğinde olayların kronolojik gelişimine bakıldığında davacının iş sözleşmesinin sendikal sebeple feshedildiği anlaşılmaktadır”. Başka bir kararda66 da, “Davacı taraf şirketin genel müdür yardımcısı ile davalı şirketin Ataköy mağazası müdürü arasında geçen 19.03.2013 tarihli elektronik posta yazışmasını sunmuştur. Söz konusu yazışma içeriğinde bir kısım mağazalarda yaklaşık 60 sendikalı çalışan olduğu, bunların isimlerinin öğrenilmesinin istendiği görülmektedir. Nitekim bu elektronik posta 61 İş ilişkisinin devamında sendikal nedenle ayrımcılıktan dolayı sendikal tazminat istenebileceğine dair Yargıtay kararı için bkz.; Y7HD, 04.03.2014, 347/5042, www.kazanci.com.tr, 13.07.2015. 62Baskan, 192. 63Bozkurt Gümrükçüoğlu, 185. 64Süzek, 406-407. 65 Y22HD, 25.06.2014, 15469/19232, www.kazanci.com.tr, 13.07.2015. 66 Y9HD, 16.10.2014, 24995/29938, www.kazanci.com.tr, 13.07.2015. 151 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş yazışmasından sonra işyerinde sendikalı oldukları tespit edilen işçilerin çıkarılmaya başlandığı, Dairemizce aynı gün temyiz incelemesi yapılan emsal dosyalar da gözetildiğinde ilk sendikalı işçi çıkarımının 25.03.2013 tarihinde yapıldığı, 10.05.2013 tarihine kadar çok sayıda sendikalı işçilerin iş sözleşmelerinin feshedildiği, fesih gerekçesi olarak ekonomik nedenlerin gösterildiği ancak aynı ve benzer unvanlarda işçi alındığı, alınan işçilerin sendikalı olmadığı, bu tarih aralığında sendikalı olmayan başka işçilerin de iş sözleşmeleri feshedilmişse de, anılan elektronik posta yazışması, çıkarılan sendikalı işçi sayısı ve davacı tanık anlatımları dikkate alındığında feshin sendikal nedene dayandığının anlaşıldığı” ifadelerine yer verilmiştir. Hangi hallerin sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık oluşturduğuna dair Yargıtay kararlarını çoğaltmak mümkündür67. Burada asıl değerlendirilmesi gereken konu, sendikal nedenle feshe uygulanacak yaptırımın ne olduğudur. İş ilişkisinin sona ermesinde uygulanacak hukuki yaptırımla ilgili olarak öncelikle 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu hükümlerinin ele alınması gerekmektedir. İlgili kanun md.25/V’e göre, “Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun 18, 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez”. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı TBMM genel kurulunda görüşülürken verilen bir önergeyle 25. maddenin belirtilen son haline ulaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle fesih dışında işçiler arasında ayrımcılık yapılması sendikal tazminata bağlanırken, iş sözleşmesi feshedilen işçinin bu haktan yararlanabilmesi İş Kanununun 18. maddesi kapsamına girmesi koşuluna tabi tutulmuştur. Diğer bir deyişle sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle iş sözleşmesi feshedilen işçi, iş güvencesi hükümlerinin kapsamındaysa68 sendikal tazminat talep edebilecek, ancak iş güvencesi 67 Yargıtayın sendikal nedenle feshin yapıldığını kabul ettiği diğer kararları için bkz.; YHGK, 06.11.1996, 6645/755, Y9HD, 27.02.1995, 17383/5947, Çelik-Caniklioğlu-Canbolat, 488, dn. 26, 28. Y22HD, 18.02.2013, 2742/3239, www.kazanci.com.tr, 13.07.2015. Y9HD, 25.05.2011, 14308/15448, Canbolat, 275-276. Y9HD, 09.02.2009, 43768/1802, Y9HD, 19.12.2009, 26407/35678, Tuncay, Değerlendirme, 237. Y9HD, 28.04.2008, 34008/10346, Y9HD, 13.10.2008, 36074/26716, Eyrenci, 233. 68 İş Kanunu md.18 gereği işletmenin bütününü yöneten işveren vekili veya yardımcısı yahut işyerinin bütününü yöneten ve işçi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekili sıfatını taşımayan, İş Kanunu veya 152 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş hükümlerinin dışında kalan bir işçiyse kötü niyet tazminatı isteminde bulunabilecektir. Bu durum ise sendikal tazminatın uygulama alanını ciddi bir biçimde daraltmıştır69. Tasarıda son anda bu yönde bir değişikliğin gerçekleştirilmesi, küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri koruma amacına dayandırılmıştır. Küçük işyerlerinin bu tazminatı ödeyemeyeceği düşünülmüştür70. 6356 sayılı kanun md.25/V’de bu yönde bir hükme yer verilmesi, iş güvencesi hükümlerinin kapsamı dışında kalan işçilerin sendikal tazminat isteminde bulunup bulunamayacakları sorusunu gündeme getirdiği gibi, Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine de gidilmiştir. Anayasa Mahkemesi ilgili maddeye ilişkin kararını 22.10.2014 tarihinde vermiştir. Söz konusu karar, öğretide yaşanan tartışmaları ve uygulamada ortaya çıkan sıkıntıları büyük ölçüde ortadan kaldıracak niteliktedir. Gerçi Anayasa Mahkemesinin kararından önce de kanaatimizce isabetli olan öğreti görüşüne göre iş güvencesi hükümlerinin kapsamına girsin girmesin tüm işçiler sendikal nedenle fesih sonucu sendikal tazminat talebinde bulunabilmeliydi. Zira işe alma sırasında ayrımcılık nedeniyle sendikal tazminat öngören bir kanunun, sendikal nedenle işten çıkarılan işçi için herhangi bir düzenleme getirmemesi, işçinin sadece kötü niyet tazminatıyla yetinmesini öngörmesi bir çelişki oluşturmaktadır. Kaldı ki Anayasa Mahkemesinin kararından önceki kanun metni, 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmeleriyle de uyuşmamaktadır. Bu nedenle Anayasanın 90. maddesi göz önüne alınarak iş güvencesi hükümlerinin kapsamında olup olmadıklarına bakılmaksızın ve herhangi bir yasa değişikliği gerçekleştirilmeden de tüm işçiler, sendikal tazminattan yararlandırılmalıdır71. Nitekim Yargıtay da 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmelerine, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartına, Anayasanın 51. ve 90. maddelerine atıf yaptığı bir kararında72, her ne kadar 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25. maddesinde açıkça düzenlenmese de iş güvencesi hükümleri kapsamında yer almayan Basın İş Kanunu kapsamına giren, işyerinde 30 veya daha fazla işçi çalışan, işyerindeki kıdemi altı ay veya daha fazla olan ve belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışan işçiler iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilirler. 69Kutal, 18-19. 70Özveri, 84-85. Kutal, 19. 71Süzek, 540-545. Alpagut, Sendikal Güvenceler, 38. Okur, 158. Astarlı, 169-179. Özkaraca, 205. Öztürk, Sendika Özgürlüğü, 227. 72 Y9HD, 25.03.2014, 13993/10049, www.kazanci.com.tr, 13.07.2015. Bununla birlikte Yargıtayın kararının iş güvencesi hükümlerinin kapsamı dışında kalan işçilere güvence getirdiği, ancak yeterli olmadığı ifade edilmiştir (Kutal, 19). 153 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş işçilerin sendikal nedenle feshe uğramaları ve bu durumun ispat edilmesi halinde sendikal tazminat isteminde bulunabileceklerini kabul etmiştir. Anayasa Mahkemesinin kararından sonra iş güvencesi hükümlerinin kapsamı dışında kalan işçilerin de sendikal tazminat isteyebilmesi için yorum yoluna gitmeye ve uluslararası metinlere başvurmaya gerek kalmamıştır. Zira Anayasa Mahkemesi, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş sözleşmesi Kanununun “Sendika özgürlüğünün güvencesi” başlıklı 25. maddesinin 4. fıkrasında yer alan “fesih dışında” ibaresi ile 5. fıkrasında yer alan “18” ibaresinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir73. Anayasa Mahkemesinin md.25/V’de geçen “18” ibaresini iptal etmesi sonucu, 4857 sayılı İş Kanununun 18. maddesinde belirtilen ve işe iade davası açmak için gerekli olan işyerinde en az 30 işçinin çalışması ve işçinin en az 6 aylık kıdeme sahip olması şartları aranmaksızın tüm işyerlerinde çalışan işçiler, iş sözleşmelerinin sendikal nedenle feshi durumunda 4857 sayılı İş Kanunu md.20 ve md.21 hükümlerine göre işe iade davası açabilecek ve sendikal tazminat isteyebilecektir74. Diğer bir deyişle sendikal nedenle fesihlerde uygulanacak hukuki yaptırım açısından sendikalı işçi ile sendikasız işçi arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Yapılan açıklamalar çerçevesinde sendikal nedenle işten çıkarılan işçi, iş güvencesi hükümlerinin kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın 6356 sayılı kanun md.25/V’e göre feshin geçersizliği ve işe iade davası açabilir. Bu durumda işçi işe iade kararı üzerine işe başlatılsa da başlatılmasa da her durumda bir yıllık ücretinden az olmamak üzere sendikal tazminat talep edebilecektir. Hatta işçi işe iade davası sonucu işverene işe başlamak için başvurmasa dahi kendisine sendikal tazminat ödenmesini talep edebilecektir. Bu düzenlemesiyle kanun iş güvencesi sisteminden ayrılarak özel bir düzenleme getirmiştir75. İşçilerin diğer bir olanağı da işe iade davası açmaksızın doğrudan sendikal tazminat istemiyle dava açmalarıdır. Öğretide isabetli olarak belirtildiği üzere kanunun bu düzenlemesi yerindedir. Zira işçinin işe iade istememesi, dava açma veya işverene başvurma süresini kaçırması gibi durumlarda sendikal tazminattan yoksun kalması sakıncası ortadan kalkmaktadır76. 73 http://www.anayasa.gov.tr/Gundem/Detay/636/636.pdf, 13.07.2015. Anayasa Mahkemesinin 22.10.2014 tarihli kararı kısa karar olduğu için kararın gerekçesine, henüz yayımlanmamış olduğundan, burada yer verilememiştir. 74Aktay, 62-63. Tuncay-Savaş Kutsal, 105. 75Bozkurt Gümrükçüoğlu, 191-192. Öztürk, Sendika Özgürlüğü, 230-231. 76Baskan, 191. 154 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Sendikal tazminat hesaplanırken ise işçinin en son brüt çıplak ücreti dikkate alınır. Ayrıca sendikal tazminat isteminde zamanaşımı süresi on yıldır77. 6356 sayılı kanunda ayrıca “İşçinin iş kanunları ve diğer kanunlara göre sahip olduğu hakları(n) saklı” olduğu düzenlenmiştir (md.25/son). Bu kapsamda belirsiz süreli iş sözleşmesi bildirim süresi verilmeksizin feshedilen işçi sendikal tazminatın yanında ihbar tazminatı talep edebilir. Ayrıca işyerinde bir yıldan fazla kıdemi varsa kıdem tazminatı talebinde bulunabilir. İşçi belirli süreli iş sözleşmesiyle çalışıyor ve sürenin bitiminden önce sendikal nedenle iş sözleşmesi sona erdirilmişse, sendikal tazminatla birlikte bakiye süreye ilişkin tazminat ve koşulları varsa kıdem tazminatı talebinde bulunabilir. Ayrıca işçinin zararın varlığını ispatlaması suretiyle genel hükümlere göre maddi tazminat ve somut olayın özelliğine göre manevi tazminat istemi de gündeme gelebilecektir78. Sendikal tazminatla birlikte istenip istenemeyeceği hususu ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken başka tazminatlar da vardır. Örneğin sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle işçinin feshe uğraması, aynı zamanda ayrım yasağının ihlalini oluşturur. Bu nedenle işçinin, İş Kanunu md.5’de düzenlenen dört aya kadar ücreti tutarında ayrımcılık tazminatını isteyebileceği düşünülebilir. Yahut işçinin, sendikal nedenle iş sözleşmesinin feshedildiği iddiasıyla açtığı işe iade davasında işveren tarafından işe iade edilmezse ayrıca 4-8 aylık ücreti tutarında iş güvencesi tazminatı talebinde bulunabileceği ileri sürülebilir. Son olarak işçi iş güvencesi hükümlerinin kapsamı dışındaysa, sendikal nedenle fesih aynı zamanda fesih hakkının kötüye kullanılması anlamına gelecektir. Bu durumda sendikal tazminat yanında işçinin bildirim süresinin üç katı tutarında kötü niyet tazminatı79 isteyip isteyemeyeceği sorulabilir. Ayrımcılık tazminatı ile iş güvencesi tazminatının sendikal tazminatla birlikte istenip istenemeyeceği meselesi kanunda yer verilen düzenlemelerle açıklığa kavuşturulmuştur. İş Kanunu md.5/VI hükmüne göre ayrımcılık tazminatı ile sendikal tazminat bir arada istenemez. Aynı şekilde 6356 sayılı kanun md.25/V hükmüne göre iş güvencesi tazminatı ile sendikal tazminata bir arada hükmedilemeyecektir. Bu gibi durumlarda işçi hangi tazminatı talep etmişse ona göre davanın sonuçlandırılması isabetli olacaktır. Bununla birlikte elde edebilecekleri tazminat miktarı açısından bakıldığında 77Akyiğit, 78. Narmanlıoğlu, 167. Sümer, 1658. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 207. 78Bozkurt Gümrükçüoğlu, 207-208. 79 İsviçre Borçlar Kanunu md.336/II hükmüne göre işçinin iş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedilmesi durumunda fesih hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilmektedir (BK-Stöckli, Art. 356a, N. 20. Riemer/Kafka-Krenger, 123). Kötü niyetli fesih sonucu işçi, İsviçre Borçlar Kanunu md.336a/II gereği ise en fazla altı aylık ücreti tutarında bir tazminatı işverenden talep edebilecektir. 155 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş işçilerin sendikal tazminat talebinde bulunmasının diğer değindiğimiz tazminatlara kıyasla daha lehlerine olacağı ifade edilmelidir. Kötü niyet tazminatı bakımından ise kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Öğretide isabetli bir şekilde belirtildiği üzere kötü niyet tazminatı ile sendikal tazminat bir arada istenemez. Zira her iki tazminatta temelde aynı hukuki nedene dayanmaktadır ve sendikal tazminat kötü niyet tazminatının ağırlaştırılmış bir türünü oluşturmaktadır80. dd) Hukuki yaptırımların sağladığı koruma düzeyi Hukuki yaptırımlar incelendiğinde sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılığa uğrayan kamu görevlileri açısından bu ayrımcılık türüne özgü bir yaptırımın bulunmadığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle kamu görevlileri, idarenin sorumluluğunu doğuran genel hükümler çerçevesinde uğradıkları zararın giderilmesini isteyebilir veya idari işlemin iptalini talep edebilirler. Bu durumun yeterli bir güvence sağlamadığı açıktır. İşçiler açısından konu ele alındığında ise iş ilişkisinin kurulması ve devamında sendikal tazminat isteyebilirler, iş sözleşmeleri sona erdirilmişse isterlerse işe iade davası açabilirler ve işe başlatılsalar da başlatılmasalar da sendikal tazminat talep edebilirler yahut işe iade davası açmaksızın doğrudan sendikal tazminat isteyebilirler. Ayrımcılık tazminatı, iş güvencesi tazminatı ve kötü niyet tazminatını sendikal tazminatla birlikte isteyemezler. İşçiler bakımından hukuki yaptırımların baskın özelliğini, tazminat yaptırımına öncelik verilmesi hususu oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle özellikle işçinin sözleşmesi sendikal nedenle sona erdirilmişse, işvereni işçiyi tekrar işe almaya zorlayan bir sistem bulunmamaktadır. Bu durumda sorulması gereken soru ise tek başına parasal yaptırımın, her ne kadar işçilere yüksek miktarda tazminatlar ödenmesini gerektirse de, yeterli bir koruma düzeyini sağlayıp sağlamadığıdır. Hukukumuzda geçmiş yıllarda yaşanan ve davalara da konu olan bir olayda, işyerinde çalışan yaklaşık 400 işçi sendika üyesi olmaları nedeniyle işten çıkarılmıştır. Yargılama sonucu her bir işçiye, bir yıllık ücretleri toplamını aşan sendikal tazminat ödenmesine hükmedilmiştir. İşçilere ödenecek toplam tazminat miktarının 10 milyon Türk Lirası civarında olduğu hesaplanmıştır. Ancak bu miktarı ödemeyi göz önüne alan işveren, işyerine sendikayı sokmamayı başarmıştır81. Dolayısıyla sendikal nedenle ayrımcılık sonucu sadece tazminat yaptırımının uygulanması tek başına yeterli bir koruma düzeyi sağlamamaktadır. Sendika üyeliği veya sendikal faaliyet nedeniyle uğranılan ayrımcılığa etkili bir koruma 80Süzek, 545. Tuncay-Savaş Kutsal, 111. Akyiğit, 81. Öztürk, Sendikal Tazminat, 112. 81Özveri, 93. http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=910729, 14.07.2015. 156 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş sağlanmak isteniyorsa hukuki yaptırımların geliştirilmesi yahut caydırıcı cezai yaptırımlarla desteklenmesi düşünülmelidir. Hukuki yaptırımların geliştirilmesi kapsamında örneğin Alman hukukundaki yaklaşım benimsenebilir. İlgili hukuk sisteminde sendikal nedenle yapılan fesihlerde, feshin geçersiz olduğu tespit edilmektedir. Bu sayede kötü niyet tazminatı isteminin ötesinde, işçinin iş sözleşmesinin devamı sağlanmaktadır82. Bu yönde bir yaptırımın işçiler açısından daha yüksek bir koruma düzeyi sağlayacağı açıktır. Hukukumuzda da aslında Alman hukukundakine benzer bir koruma sistemi işyeri sendika temsilcileri bakımından geçerlidir. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu md.24’e göre sendikal nedenle işten çıkarılan işyeri sendika temsilcisi işe iade davası açmış ve bu dava lehine sonuçlanmışsa, fesih geçersiz sayılmakta ve temsilcilik süresini aşmamak kaydıyla fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenmektedir. Temsilci işe başvurmuş ve işverence işe başlatılmaması olsa dahi, iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları temsilcilik süresince ödenmeye devam etmektedir83. Kısacası hukukumuzda tüm çalışanlar açısından feshin geçersiz olduğu kabul edilerek işyeri sendika temsilcisine benzer bir şekilde işe geri dönme imkanının sağlanması daha uygun olacaktır. Ancak mevzuatımızda bu doğrultuda bir düzenleme yapılsa dahi, sadece iş sözleşmesinin sendikal nedenle feshine karşı etkili bir koruma sağlanabilecektir. Halbuki kamu görevlileri ve işçiler açısından işe girme ve çalışma ilişkisinin devamı esnasında da etkin bir korumanın sağlanması gerekmektedir. Bu bakımdan da sendikal nedenle ayrımcılığa uğrayan kişinin tazminat talep edebilmesinin yanında, ayrımcılığa yol açan işveren veya işveren vekiline ceza yaptırımlarının uygulanması yerinde olacaktır. b) Ceza yaptırımları Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık sonucu ceza yaptırımları uygulama alanı bulabilir. Bazı hukuk sistemlerinde de bu yönde düzenlemelere rastlanmaktadır. Örneğin Fransız İş Kanunu L.2146-2 maddesine göre sendikal nedenle ayrımcılık yapan işverene 3750 € para cezası verilmekte, ayrımcılığa yol açan fiilinin tekrarı halinde ise işverene bir yıl hapis cezası ve 7500 € tutarında para cezası uygulanmaktadır84. 82BK-Stöckli, Art. 356a, N. 21. MünchArbR-Berkowsky, §114, Rn.45-46. Okur, 153, dn. 80. 83 İşyeri sendika temsilcisinin güvencesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.; Süzek, 654-662. Çelik-CaniklioğluCanbolat, 501-502. Şahlanan, Temsilcinin Güvencesi, 145 vd. Bozkurt Gümrükçüoğlu, 223-231. Astarlı, 154-161. Özkaraca, 193-198. 84Yıldız, 150. 157 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Türk hukuk sisteminde 2008 yılına kadar sendikal nedenle ayrımcılık yapan işverene uygulanacak ceza yaptırımları 6356 sayılı Kanun md.81 ile yürürlükten kaldırılan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda yer almaktaydı. Sendikaya üye olup olmama hürriyetinin teminat altına alındığı 2821 sayılı Kanun md.31/1’e göre işçilerin işe alınmalarının, belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri veya belli bir sendikadaki üyeliği muhafaza veya üyelikten istifa etmeleri veya sendikaya girmeleri veya girmemeleri şartına bağlı tutulamayacağı; şayet söz konusu şartlara tabi tutulursa işverene, sanayi kesiminde çalışan 16 yaşından büyük işçiler için belirlenen asgari ücretin aylık brüt tutarının yarısından az olmamak üzere ağır para cezasına hükmedileceği öngörülmüştü (md.59/III)85. Söz konusu düzenlemeyle, sendika özgürlüğünün kâğıt üzerinde kalması engellendiği gibi, ekonomik anlamda güçlü olan işverenin, çalışanlarının istedikleri sendikaya girme ya da girmeme özgürlüklerini kullanmalarına engel olmasının önüne geçilmesinde anlam taşımıştır86. 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun md.5 uyarınca kanunlarda öngörülen "ağır para" cezaları, "adli para" cezasına dönüştürüldüğünden, 1.6.2005 tarihi itibariyle md.59/3’te yer alan “ağır para cezası” adli para cezasına dönüştürülmüştür. Söz konusu hüküm 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun md.386 ile işverene “ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir” şeklinde değiştirilerek, ceza yaptırımı idari para cezasına çevrilerek kabahat haline gelmiştir. Belirtilen değişikliğin gerçekleştirilmesinden sonra iş mevzuatında sendikal nedenle ayrımcılığa uygulanacak herhangi bir cezai yaptırım kalmamıştır. TCK’dasendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık açısından çeşitli maddelerin uygulama alanı bulup bulamayacağı incelenmelidir. Bu kapsamda TCK’nın “Kişilere Karşı Suçlar”ı düzenleyen ikinci kısmının “Hürriyete Karşı Suçlar”ı hükme 85 1.6.2005 tarihi ile 6356 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 18.10.2012 tarihi arasında işçilerin işe alınmalarının, belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri veya belli bir sendikadaki üyeliği muhafaza veya üyelikten istifa etmeleri veya sendikaya girmeleri veya girmemeleri şartına bağlı tutulması halinde şayet işçiye söz konusu şartı gerçekleştirmediğinde işine son verileceği belirtilmişse, bunun tehdit anlamına geldiği ve sonraki kanun niteliğinde olan TCK md.118/1 hükmü uygulama alanı bulacağından 2821 sayılı Kanun md.59/3’ün uygulanmayacağına dikkat edilmesi gerektiği yönünde Bkz. Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, 10-11. Ancak TCK md.118/1 ile 2821 sayılı Kanun’un uygulama alanları farklı olduğundan söz konusu iki hükmün yarışmasından ya da çatışmasından söz edilmemelidir. 2821 sayılı Kanun md.31/1’e aykırı olarak sözleşmeye hükümler konulması başlı başına tehdit olarak değerlendirilemez. Zira bu durumda sözleşmenin kanuna aykırı olması nedeniyle geçersizliği söz konusudur. Bkz. Soyer, 105-106. 86Yarsuvat, 161. 158 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş bağlayan yedinci bölümünde yer alan “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali” başlıklı 117. maddesi, “Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi” başlıklı 118. maddesi ve de “Nefret ve Ayırımcılık” başlıklı 122. maddesi ele alınmalıdır. aa) Nefret ve ayrımcılık suçu bakımından Sendika üyeliği ve sendikal faaliyetler nedeniyle ayrımcılığı da kapsama alan ve TCK md.122’ye benzer bir suç tipine Türk ceza hukukunda ilk kez Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan 14.4.2003 tarihli Türk Ceza Kanunu Tasarısı md.170’te “Kişiler arasında … sendika nedeniyle… ayırım yaparak; bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan; besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden; kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen; kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya 750 milyon liradan 2 milyar liraya kadar ağır para cezası verilir. Bu maddede yazılı suçlar tüzel kişiler aleyhine işlendiğinde de aynı cezalar uygulanır. Tüzel kişiler de bu maddede yazılı suçlardan dolayı sorumludurlar” şeklinde yer verilmiştir87. Tasarının söz konusu hükümle ilgili gerekçesinde suçun maddede tahdidi olarak sayılan saiklere bağlı olarak gerçekleştirilebileceği, bu nedenle örneğin işverenlerin söz konusu saikler olmaksızın beğenmedikleri ya da isteklerine uymayan kişilerin cezalandırılmalarının amaçlanmadığı; amaçlananın kişiler arasında çeşitli etmenlere dayanan grup mensubiyeti nedeniyle ayrımın yapılmaması olduğu belirtilmiştir88. Zira hukuk düzeninde kişilere tanınan bir hakkın kullanılması –hukuk düzeninin kabul ettiği sınırların dışına çıkmadıkça- ayrımcılık 87 Tasarıda yer alan md.170’in tam metni ise şu şekildedir: “Ayrımcılık Madde 170- Kişiler arasında köken, cinsiyet, aile durumu, örf ve adet, siyasal düşünce, felsefi inanç, sendika, bir etnik gruba mensupluk, ırk, din, mezhep nedeni ile ayırım yaparak: 1)Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan, 2) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden, 3)Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya 750 milyon liradan 2 milyar liraya kadar ağır para cezası verilir. Bu maddede yazılı suçlar tüzel kişiler aleyhine işlendiğinde de aynı cezalar uygulanır. Tüzel kişiler de bu maddede yazılı suçlardan dolayı sorumludurlar.” 88 Tasarı metni ve gerekçesi için bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d22/1/1-0593.pdf. 159 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş kapsamında düşünülemez89. Söz konusu hükümde sayılan haller tasarıda tahdidi olarak sayılmışken, bazı değişikliklerle TCK md.122’nin 13.3.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6529 sayılı Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla değiştirilmeden önceki ilk halini alarak90 “sendika” kelimesi metinden çıkarılmış ve TCK’da örnekleme yoluyla sayılarak “ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak” ifadesine yer verilmiştir. 6529 sayılı Kanun md.15 ile “ayırımcılık” başlığını taşıyan TCK md.122’nin başlığı “nefret ve ayrımcılık” olarak değiştirilerek yürürlükteki halini almıştır91. Madde başlığındaki değişiklikle söz konusu ayrımcılığın nefrete dayalı ayrımcılık olduğunun vurgulanmasının amaçlandığı değişikliğin gerekçesinde belirtilmiştir. Ayrıca bu değişiklikle ayrımcılığın dayandığı sebepler kıyasa yol açmayacak şekilde; sınırlayıcı ve tahdidi olarak sayılarak92 Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ceza hukukunda kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak belirlilik ilkesine işaret ederek verdiği iptal kararları ve bu kararlardaki iptal gerekçeleri 89Gökcen, 35. 90 TCK md.122’nin yürürlüğe giren ilk hali ise şu şekildedir: “Ayırımcılık MADDE 122. - (1) Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak; a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan, b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden, c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.” 91“Nefret ve ayırımcılık MADDE 122 – (1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, c) Bir kişinin işe alınmasını, d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” (Bkz. 28940 sayılı 13.3.2014 Tarihli Resmi Gazete). 92 Ayrımcılığın söz konusu sebeplerle sınırlı olmadığı bu sebeplere benzer nitelikte olan kişisel her farklılığın örneğin hükümlülüğün bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yönünde bkz. Hafızoğulları-Özen, 225. 160 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş dikkate alınarak değişiklikten önce madde metninde yer alan ve ayrımcılık nedenleri arasında gösterilen “ve benzeri sebeplerle” ifadesi madde metninden çıkarılmıştır93. 6529 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten evvel madde metninde belirtilen sebepler sınırlayıcı nitelikte olmadığından kişiler arasında sendikaya üye olup olmaması gibi nedenlerle keyfi olarak ayrımların yapılmasının md.122 kapsamında değerlendirilmesi mümkündü94. Ancak aksi yönde ileri sürülen bir diğer düşünceye göre ise TCK md.122’de yer verilen sebepler Ay. md.10’da belirtilen sebepler olduğundan, sendika hak ve özgürlüğünün ise Ay. md.51’de ayrıca düzenlendiğinden ve suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince işe almada sendikal ayrım yasağının md.122 kapsamında düşünülmemesi gerektiği yönündedir95. Yine maddede örnekleme yoluyla sayılan hususların ortak özelliklerinin devamlı ve istikrarlık arz eden özelliklere sahip olduğu, bu nedenle “ve benzeri sebeplerle” ifadesinin dar yorumlanarak herhangi bir başka sebep olarak değil, devamlılık ve istikrarlılık arz eden sebeple yapılan durumlarla sınırlı olarak yorumlanması gerektiği de belirtilmiştir96. Şuan yürürlükte olan hal bakımındansa örneklendirici olmayıp tahdidi olarak yer verilen sebepler arasında97 ise yine “sendika” ifadesine yer verilmemiştir. Bu durumda bir işçinin ya da kamu görevlisinin sendikaya üye olması nedeniyle işe alınmaması ya da işten çıkarılması halleri, “dil”, “ırk”, “milliyet”, “renk”, “cinsiyet”, “engellilik”, “siyasi düşünce”, “felsefi inanç”, “din” veya “mezhep” farklılığından kaynaklanan nedenler98 kapsamında düşünülemez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “ayrımcılık yasağı”nı düzenleyen md.4’te, “AİHS’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmanın”; cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere “herhangi başka bir duruma dayalı” hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanması gerektiği belirtilmiştir. AİHS’de tanınan hak ve özgürlüklerden birini de yine bu sözleşmede “toplantı ve dernek kurma özgürlüğü” başlığı altında düzenlenen md.11’de 93 6529 sayılı Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı md.15’in gerekçesi. (bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d24/1/1-0869.pdf). 94Yenidünya, 104. Artuk-Gökcen-Yenidünya, 360-361. 95Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, 12. 96Parlar-Hatipoğlu, 1898. 97Yaşar-Gökcan-Artuç, 4059. 98 Esasında suçun söz konusu saiklerle işlenip işlenmediğinin ispatı oldukça güç olduğundan; somut olayın özellikleri değerlendirilerek faildeki söz konusu saikler açığa çıkmadıkça manevi unsurun olmadığı kabul edilmelidir. Bkz. Donay, 193. 161 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş ifadesini bulan “sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkı” oluşturmaktadır. AİHS md.14’te yer alan “herhangi başka bir duruma dayalı” ifadesinin kapsamı içinde md.11’de yer alan “sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkı” da düşünülmelidir. AİHM de AİHS md.14 kapsamı içinde “bir kuruluşa üyeliği” değerlendirmekte99 ve bu kuruluş kapsamı içinde sendikaları da dâhil etmektedir100. AİHS md.14’e paralel olarak “kanun önünde eşitlik” başlığını taşıyan Ay. md.10/1’de herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve “benzeri sebeplerle” ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Anayasa md.10/1’de yer verilen “benzeri sebeplerle” ifadesi101 kapsamı içinde de “sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkı”nın düşünülmesine engel yoktur. Ay. md.10/5’te devlet organlarının ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları belirtilmiştir. Söz konusu düzenlemeyle devlete bireyler arasında “sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkı” bakımından eşitlik ilkesine uygun davranma yükümlülüğü getirilmiştir. Nefret suçlarında nefret suçunun mağdurundan ziyade söz konusu mağdurun üyesi olduğu sosyal topluluk hedef alınmaktadır. Faildeki önyargı nefret suçunun hareket noktasını oluşturmaktadır. Nefret temelli ayrımcılık ise suçun mağduruyla beraber toplumu da yakından ilgilendirmektedir102. Bir kişinin sırf sendikaya üye olması ve üye olunan sendikaya duyulan nefret nedeniyle bu kişinin işe alınmaması halinde kanunilik ilkesi uyarınca işe almayan ya da işten çıkaran kişi hakkında TCK md.122 uygulama alanı bulamaz. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle bir işçinin ya da memurun farklı muameleye tabi tutulması kamu görevlisi olan ya da olmayan kişilerce gerçekleştirilebilir. Ayrımcılık yasağını keyfi ayrımlarla ve sınırlı olarak yorumlamak gerekir. Örneğin bazı sosyal hakların aynı anda herkese tanınamaması ya da bazı kimselerin işin doğası gereği bazı hizmetlerden tam anlamıyla yararlanamamaları ayrımcılık kapsamında değerlendirilmemelidir. Yine bazı fiili eşitsizliklerin dengelenebilmesi ya da giderilebilmesi için getirilen pozitif (olumlu) ayrımlar ve farklı gruplara farklı statülerin uygulanması da 99Avrupa Ayrımcılık Yasağı Hukuku El Kitabı, 118. 100Danilenkov Ve Diğerleri/Rusya, Başvuru (http://hudoc.echr.coe.int/eng#{"itemid":["001-93854"]}). No: 67336/01, 30.7.2009, 101 Bu ifadeye yer verilerek AYM’nin bu alandaki takdir yetkisi diğer sayılan sebeplere benzerlik koşuluyla genişletilmiştir. Bkz. Öden, 345. 102 6529 sayılı Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın Genel Gerekçesi (http://www2.tbmm.gov.tr/d24/1/1-0869.pdf). 162 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş eşitlik ilkesine aykırı ve bu kapsamda keyfi olarak değerlendirilemeyeceğinden103 TCK md.. 122’nin uygulama alanı bulması düşünülemez104. Ay. md.10 bağlamında kanun önünde eşitliğe, şayet bazı kişilerin başka hükümlere bağlı tutulmaları haklı bir sebebe dayanıyorsa; herkesin her yönden aynı hükümlere bağlı tutulmaları aykırılık teşkil etmez105. Ay. md.10 ile amaçlanan aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme tabi tutulmalarının sağlanması ve kişilere yasa karşısında ayrım yapılarak ayrıcalık tanınmasının önlenmesidir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kişi ve topluluklara farklı kuralların uygulanarak, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı davranılmaması sağlanmak istenmiştir. Nitelikleri ve durumları özdeşlik gösterenlerin farklı kurallara tabi tutulması ise, bu ilkeye aykırılık taşıyacaktır106. Durumları ve nitelikleri özdeş olmayanlarla ilgili olarak “kamu yararı” ya da “başka haklı nedenlere” dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesinde bu ilkeye herhangi bir aykırılık söz konusu olmaz. "Kamu yararı"nın ve "haklı neden"in birbirini tamamlayan, doğrulayan ve güçlendiren, “anlaşılabilir”, “amaçla ilgili” “makul ve adil” olması gerekir. Şayet getirilen düzenleme bu üç ölçütten herhangi birine uymuyorsa eşitlik ilkesine aykırılık söz konusu olur107. Bir davranışın kamusal ya da özel hukuk ilişkileri bakımından ayrımcılık oluşturup oluşturmadığının tespitinde, söz konusu ölçütlere ek olarak her somut olayda “keyfi ayrım”, “insan onuruna saygı”, “eşit saygı görme hakkı”, “gereklilik”, “zorunluluk”, “işin özelliklerine ve ereklerine uygunluk” “dengeli ve makul görülebilme” gibi bazı hususların da değerlendirilmesi gereklidir. Söz konusu hususların özel hukuk ilişkilerinde sözleşme özgürlüğünün sınırlarının aşılıp aşılmadığın tespitinde değerlendirilmesi mümkündür108. Örneğin özdeş niteliklere sahip ve sendikaya üye olan bir işçiyle, sendikaya üye olmayan bir işçiyle ilgili olarak işverenin sendikalı olan işçiyi işten çıkarması durumunda kanun önünde eşitlik ilesi ihlal edilmiş olacaktır. Zira gerek 4857 sayılı İş Kanunu md. 5 gerek 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu md.25 gereği işveren işçileri arasında sendikalı olup olmamalarına göre ayrım yapamaz. Doktrinde ayrımcılık yasağını düzenleyen bir suç tipine yer verilmesine ihtiyaç olmadığı gibi devletin bir anlamda özel hukuk ilişkilerine müdahale etmesine yol açtığından yerinde 103Tanör-Yüzbaşıoğlu,120. 104Artuk-Gökcen-Yenidünya,353. 105 AYM, 1966/11 E. 1966/44 K. 29.11.1966 T. (12787 sayılı 27.12.1967 tarihli Resmi Gazete). 106 AYM, 2001/373 E. 2003/67 K. 18.6.2003 T. (26171 sayılı 17.5.2006 tarihli Resmi Gazete). 107 AYM, 1991/13 E. 1992/10 K. 19.2.1992 T. (22114 sayılı 17.11.1994 tarihli Resmi Gazete). 108Yenidünya, 107, 115. 163 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş olmadığı da ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre ayrımcılığın yapılmamasıyla ve bireyler arasındaki eşitliğin sağlanmasıyla yükümlü olan; devlet ve bu bağlamda kamu kurum ve kuruluşları olduğundan söz konusu yükümlülüğün diğer özel hukuk kişileri bakımından getirilmesi, amacını ve mantığını aşan bir durumdur109. Ayrıca ayrımcılık suçu geniş bir şekilde yorumlandığı takdirde kanun koyucunun maksadını aşabilecek sorunları bünyesinde barındırmaktadır. Zira kişilerin tanıdıkları ya da güvendikleri kimselerle ekonomik ilişki içerisinde olmaları olağandır. Bu nedenle maddenin yorumlanmasında ve uygulanmasında hassas davranılması gerektiği vurgulanmalıdır110. TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlığını taşıyan md.3/2’de “Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz.” denilerek; esasında ceza kanunun uygulanmasında ayrımcılık yasağı hükme bağlanmıştır111. 765 sayılı TCK’da (ETCK) karşılığı bulunmayan TCK md.122 ile 1982 Anayasası (Ay.) md.10’da düzenlenen “kanun önünde eşitlik” ilkesi kapsamında ayırımcılık yasağıyla eşitlik ve kişiler arasında hukukun izin vermediği ayrımlar yapılarak kişilerin ayrımcılığa maruz kalmamaları ve böylece anayasada güvence altına alınmış bulunan bazı temel hak ve özgürlükleri korunmaktadır. Aynı zamanda bu suç tipiyle kamu barışının korunduğu da söylenebilir112. Eşitlik ilkesi, kişilerin keyfi muamelelere karşı korunmasında; demokrasi ve hukuk devletinin önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır113. Eşitlik ilkesi, bu ilkeden yararlananlar bakımından eşit işlem görmeyi ya da ayrım gözetilmemesini isteme şeklinde temel bir hakken114; devlet organları bakımındansa anayasal bir buyruk olarak devlet yönetiminde egemen olan temel bir ilkedir115. Söz konusu kavramın mutlak olarak 109Şen, Değerlendirme, 362, 363. 110Yaşar-Gökcan-Artuç, 4060. 111Yenidünya, 98, dp. 3. TCK md.3/2’de yer verilen kavramların anlaşılmalarının güç olduğu, ceza hukuku bakımından söz konusu kavramların değerlendirilmesinin cezaların bireyselleştirilmesi ve suçlunun topluma yeniden kazandırılması gibi hususlarda sorunlara yol açacağı haklı olarak eleştirilmiştir. Bkz. Bayraktar, 2627. 112Artuk-Gökcen-Yenidünya,353. 113İnceoğlu,47. 114 Bu ilkenin temel hak olmadığı yönünde bkz. Gözler, 98. 115Özbudun, 152. 164 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş algılanmayıp kişilerin içinde bulundukları, durumları, özellikleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir116. Eşitliğe aykırı davranış, şayet iş ve çalışma hakkını ihlal ederse ceza hukuku anlamında suç teşkil etmektedir117. İşverenin her ne kadar işin niteliği gereği belli özelliklere sahip kişileri tercih etmesi ya da etmemesi mümkünse de118 işçinin ya da memurun sendikalı olup olmaması birini diğerinden ayıran bir özellik değildir. 4857 sayılı Kanun’da “genel hükümlere aykırılık” başlığını taşıyan md.99’da, İK md.5’te öngörülen ilke ve yükümlülüklere aykırı davranan işveren veya işveren vekiline bu durumdaki her işçi için yüzon Türk Lirası idari para cezası verileceği düzenlenmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu md.15/3’te bir fiilin hem kabahat hem de suç olarak tanımlanması halinde, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceği belirtilmişse de 6529 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle söz konusu durum artık ayrımcılık suçu kapsamına girmediğinden; işveren veya işveren vekili hakkında yalnızca idari para cezası uygulanacaktır. bb) Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu bakımından Herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olması (Ay. md.48); çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olması (Ay. md.49); kimsenin yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaması (Ay. md.50); çalışanların ve işverenlerin sendika kurma haklarına sahip olması (Ay. md.51); ücretin emeğin karşılığını oluşturması ve devletin çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletli bir ücret elde edebilmeleri için gereken tedbirleri alması (Ay. md.55) kapsamında ekonomik hayat içinde serbestçe hareket edilebilmesi ve bu bağlamda hem iş ve çalışma hürriyetinin ihlali hem de sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi TCK’da suç olarak düzenlenmiştir119. Ceza hukuku bakımından hürriyete karşı fiiller bireylerin hürriyet düzenine karşı fiilleri, devlet organlarının bireylerin hürriyetlerine karşı fiilleri ve bireyler arasındaki ilişkiler bakımından bireylerin birbirlerinin hürriyetlerine müdahale etmeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır120. Sendikalar, kazanılmış hakların koruyucusu ve ileride kazanılması imkânı olan hakların öncüsü olma işlevine sahip, çağdaş demokrasilerin tamamlayıcısı ve ayrılmaz parçası olarak 116İnceoğlu, 44. 117Yenidünya, 102. 118Yenidünya, 110. 119Hafızoğulları-Özen, 210. 120Ersoy, 35. 165 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş kabul edilen baskı gruplarıdır121. Sendika kurma hakkı Ay. md.51’de“çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz… İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir…” şeklinde hükme bağlanmıştır122. Söz konusu anayasal hakkın cebir veya tehdit yoluyla kullanımının engellenmesi kişilerin kamu görevlisi ya da işçi olmaları arasında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin “Sendikal hakların Kullanılmasının Engellenmesi” başlığını taşıyan ve ETCK’da karşılığı bulunmayan123 TCK md.118’in124 ilk fıkrasında“bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine125 katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi”nin altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtilerek suç olarak düzenlenmiştir126. Ancak buradaki suç tipinin gerçekleştiğinden bahsedilebilmesi için kişinin 121Kapani, 250. 122 İşçilerin kurdukları sendikalar, 6356 sayılı Kanun ile devletin veya diğer kamu tüzel kişilerinin yürütmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin görüldüğü genel, katma ve özel bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı kuruluşlarda kamu iktisadî teşebbüslerinde, özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanarak kurulan banka ve teşekküller ile bunlara bağlı kuruluşlarda ve diğer kamu kurum veya kuruluşlarında işçi statüsü dışında çalışan kamu görevlilerinin kurdukları sendikalar ise 4688 sayılı Kanun uyarınca faaliyette bulunmaktadırlar. 123 ETCK döneminde, TCK md.118 kapsamında yer alan fiiller cebir veya tehdidin söz konusu olması durumunda, cebir ya da tehdit suçlarına göre cezalandırılmaktaydı. Bkz. Soyer, 105. 124 TCK md.118 hükmü, Türk-İş’in, Hak-İş’in ve başka sendikaların da isteği üzerine TBMM Adalet Komisyonunda yapılan görüşmeler sırasında kabul edilerek eklenmiştir. Bkz. Güney–Özdemir–Balo, 377. 125 Sendikanın faaliyetlerine katılma ya da katılmamanın, iş saatleri dışında sendikanın faaliyetlerine katılmama şeklinde değiştirilmesinin gerektiği aksi takdirde mesai saatleri içinde sendikanın faaliyetlerine katılması için işçiye izin vermeyen işverenin, bu suçu işlemiş sayılacağının ve bunun doğru olmadığı yönünde bkz. Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, 11-12. Ancak TCK’da iş saatleri içinde ya da dışında olması şeklinde herhangi bir ayrıma yer verilmediğinden bu eleştiri yerinde değildir. Bkz. Soyer, 106. Zira 6356 sayılı Kanun md.25/3’te de işçilerin, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamayacakları veya farklı işleme tabi tutulamayacakları düzenlendiğinden; cebir veya tehdit olmaksızın işverenin iş saatleri içinde işverenin sendikal faaliyetlerine katılması için işçiye izin vermediği hallerde herhangi bir hukuka aykırılık da söz konusu olmaz. 126 TCK md.118/2 hükmü, ilk fıkraya nazaran farklı bir suç tipi olarak düzenlendiğinden, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılığın ise kolektif sendika özgürlüğünü doğrudan ihlal etmemesi nedeniyle 166 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş madde metninde belirtilen amaçlarla cebir ya da tehdide maruz kalması gereklidir127. Bu nedenle bağlı hareketli bir suç söz konusudur128. Örneğin işverenin, tehdit veya cebir olmaksızın sendikaya üye olduğunu öğrendiği işçisini işten çıkarması halinde TCK md.118/1’den bahsedilemeyecektir. Ancak söz konusu halin TCK md.117/1’de hükme bağlanan iş ve çalışma hürriyetinin ihlali kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği düşünülse de salt iş sözleşmesinin feshi TCK md.117/1 kapsamında değerlendirilemez129. Her suçun bireysel olsa dahi toplumun zararına olduğu için düzeni ihlal ettiği unutulmaması gereken bir durumdur130. TCK md.118/1’de yer verilen bağlı hareketler kapsamı içinde “hukuka aykırı başka bir davranışla” ifadesine yer verilmemesinin önemli bir eksiklik olduğu savunulmaktadır131. Zira örneğin sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi hileyle ya da sendikasız olan işçilere daha fazla ücret verilmesiyle gerçekleşirse söz konusu suç oluşmayacaktır132. Yine madde metninde belirtilen amaçlara ulaşmak amacıyla hile kullanılması halinde de suç oluşmayacaktır133. Söz konusu suç sırf hareket suçu olduğundan maddede belirtilen amaçlarla kişinin tehdit edilmesi ya da kişiye cebir uygulanması yeterlidir ve amacın gerçekleşip gerçekleşmediğinin önemi yoktur134. çalışmada incelenmemiştir. Zira TCK md.118/1’de bireysel yani olumlu ve olumsuz; md.118/2’de ise toplu yani kolektif sendika özgürlüğü güvence altına alınmaktadır. Bkz. Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, 10-11; Baskan, 219. 127 “Cebir” kavramı, esasında ya “maddi cebir” (şiddet) ya da “manevi cebir” (tehdit) olarak ortaya çıkar. Ancak TCK maddi cebiri “cebir”; manevi cebiri ise “tehdit” olarak adlandırmaktadır. “Cebir”, gerçek ya da varsayılan bir engelin ortadan kaldırılması için fiziki enerji kullanılmasıyken; “tehdit” bir kimseye gerçekleşmesi failin iradesine bağlı olan gelecekteki bir kötülüğün muhtemel gösterilmesidir. Bkz. Toroslu, 70. 128Özbek, 808. 129Soyer, 105. 130Beccaria, 57. 131Yaşar-Gökcan-Artuç, 4021. 132 Örneğin, Yargıtay, sanığın mağdurun üye olmayı istediği sendikanın bir terör örgütü ile bağlantısı olduğunu bu nedenle de o sendikaya üye olmamasını belirttiği olayla ilgili olarak bu suçun oluşmadığını söylemiş ve beraat kararı vermiştir. Yargıtay 4. CD. 2013/8198 E. 2013/20512 K. 26.6.2013 T. (Karar için bkz. YaşarGökcan-Artuç, 4021-4022). 133Hafızoğulları-Özen, 218. 134 Bkz. TCK md.118’in gerekçesi. 167 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Kullanılan cebir ya da tehdidin sendikal haklara yönelik olması gereklidir135. Bu nedenle suç özel kastla işlenebilir136. Burada teşebbüsü tamamlanmış suç olarak cezalandıran bir suç olduğundan suça verilen cezada kişi üzerinde cebir veya tehdit kullanmakla; kişinin ayrıca sendika üyeliğinden ayrılması arasında herhangi bir fak yoktur. Her iki durumda da faile tamamlanmış suç için öngörülen ceza verilir137. Seçimlik hareketli bir suç olduğundan138 seçimlik hareketlerin her birinin birlikte yapılması halinde de yine tek bir suçun varlığından bahsedilecektir139. Ayrıca suç tehlike suçudur140. Yani mağdurun, fail tarafından bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlanması tehlikesi korunmak istenmektedir. Bu kapsamda örneğin işverenin sayılan bu amaçlar doğrultusunda, işçiler arasında ücret, ikramiye, yemek gibi konularda ayrımcılık yapacağını ya da iş akdinin feshedilebileceğini belirtmesi bu suçu oluşturur. “Cebir” veya “tehdit” kullanmak biçimindeki hareketlerin ancak icrai nitelikte olabileceği ve suçun bu nedenle ihmali hareketle işlenmesinin mümkün olmadığı ileri sürülmüştür141. Bu durumda örneğin işverenin işyerine sendikayı sokmamak amacıyla sendikalı işçileri işten istisnasız olarak çıkardığı durumların tek başına “varsayılan bir tehdit” kapsamı içinde düşünülüp düşünülemeyeceği tartışılabilir. Ancak işverenin, henüz sendikalı olmayan işçilere sendikalı olurlarsa işten çıkarılacakları yönünde bir tehdidi olmadığından, varsayılan duruma binaen “tehdit”in gerçekleştiği düşünülmemelidir. Aksinin kabulü ceza hukukunda kabul edilen “fiilsiz suç olmaz ilkesi”ni zedeler. Cebir ya da tehdit olmaksızın kişinin sendikal faaliyetleri nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulması ya da sadece sendikalı diye işine son verilmesi halleri TCK md.118/1 kapsamında değerlendirilemez. Fakat örneğin işverenin işçiye sendikaya üye olması ya da sendikaya olan 135Donay, 187. 136Özbek, 810. 137 Teşebbüs suçlarında kanunun netice olarak öngördüğü durumun gerçekleşmesi imkânı bulunmadığından bu suç gerekçede belirtildiğinin aksine teşebbüs suçu değildir. Bkz. Hafızoğulları-Özen, 217-218. Bu suçun teşebbüs suçu olduğu yönünde bkz. Aldemir, 426. 138Artuk-Gökcen-Yenidünya, 355. 139Malkoç, 2052. 140Evik, 210. Özbek, 808. Öztürk, İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu, 116. 141Önder, 42. 168 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş üyeliğini sonlandırmazsa142 kendisini işten çıkaracağını söylemesi durumunda tehdit söz konusu olduğundan işveren TCK md.118 uyarınca sorumlu olur143. Yine işyerlerinin ekonomik baskılar nedeniyle durumlarının kötüye gittiği dönemlerde zaman zaman işçilerini toplayarak, işçilerin sendikaya üye olmaları nedeniyle işyerine gelen yükün işyerince karşılanamayacağının belirtilmesiyle işçilere sendikadan ayrılmaları ya da işçi sendikalarına üye olmamalarını belirtmeleri halinde gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir kötülükten bahsedilmesi şeklindeki açıklamaların tehdit kapsamında düşünülmesi mümkündür144. İşverenin cebir ya da tehdit kullanmaksızın çalışanların sırf sendikalı olması nedeniyle, işin sevk ve dağıtımında, çalışanın mesleki olarak ilerlemesinde, ücretinde, ikramiyesinde, primlerinde, sosyal yardım ve disiplin hükümlerinin uygulanması bakımından ayrım yapması; ya da çalışanların sözleşmesinin sırf sendikalı olmaları nedeniyle feshedilmesi gibi hallerde md.118/1’in uygulanmaması adil olmayan sonuçlara neden olmaktadır145. Ancak bireylerin sendika özgürlüğü bireylerin yaşadıkları süreç içinde korunmalı ve garanti altına alınmalıdır. Bu bağlamda bireylerin işe girme esnasında ve çalışma süreçleri içinde sendikalı olmaları ya 142 Doktrinde ileri sürülen bir görüşe göre, TCK md.118’in uygulanmasından bahsedebilmek için söz konusu sendikanın belirli bir sendika olması gereklidir ve mağdurun genel anlamda herhangi bir sendikaya özgüleme yapmaksızın sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanması halinde bu suçun oluşmayacağı belirtilmiştir. Ancak TCK md.118’in metninde belirli bir sendikaya üye olma ya da olmamadan değil, genel olarak bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlamaktan bahsedildiğinden bu halde de TCK md.118 uygulama alanı bulmalıdır. Bkz. Yaşar-Gökcan-Artuç, 4017. 143 “…Sanıkların, yetkilisi oldukları Akoğlu Pres ve Montaj Sanayi Anonim Şirketi'nde işçi olarak çalışmakta olan katılanın Birleşik Metal İşçileri Sendikası'na üye olduğunu öğrenmeleri üzerine, "sendikadan istifa et, yoksa seni işten atarız" diyerek tehdit etmek şeklinde iddia ve kabul olunan eylemlerinde TCY.nın 118. maddesinde tanımlanan "sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi" suçunun tehdit unsurunun oluştuğu gözetilmeden mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi…” Yargıtay 4. CD. 2008/15172 E. 2010/13889 K. 14.7.2010 T. (www.kazanci.com). “…katılanın A.. Kiko isimli işyerinde işçi olarak çalıştığı, sendikaya üye olma girişimlerinin sanık Bülent tarafından öğrenilmesi üzerine katılanı bu sanığın yanına çağırdığı, sendikaya girmemesini istediği daha sonra sanığın katılana hitaben “Biz burada sendikalı işçi barındırmayız, sendika işinden vazgeçmezsen size hem bu fabrikada hemde orgaznize sanayii de hiçbir işe giremezsin sana Eskişehir de ekmek yedirmeyiz” diye söylediği… Sanık Bülent hakkında üzerine atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu sabit olup eylemine uyan 5237 sayılı TCK nun 118/1 maddesi uyarınca… cezalandırılmasına…” Yargıtay 4. CD. 2012/18096 E. 2012/30416 K. 17.12.2012 T. (karar metni için bkz. Yaşar-Gökcan-Artuç,4017.) 144Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, 10-11. 145 Söz konusu hallerin her birinin hukuka aykırı davranış kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek TCK md.118/2 ya da TCK md.117/1 kapsamında düşünülmesinin mümkün olduğu yönünde bkz. Öztürk, İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu, 120. Ancak söz konusu haller bireysel sendikal özgürlüğüyle ilgili olduğundan md.118/2 kapsamında düşünülmemelidir. Yine örneğin çalışanın yalnızca sendikalı olması nedeniyle işten çıkarılması halinde hukuka aykırı bir davranış söz konusu olmadığından TCK md.117/1 uygulama alanı bulamaz. 169 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş da olmamaları nedeniyle haklarını kullanmalarında herhangi bir kısıtlamayla karşı karşıya kalmamaları gereklidir146. TCK md.118/1’de yer alan suçun failinin herkes olması mümkün olduğundan147 failin yalnızca işveren olması şart olmadığı değildir. Yine söz konusu hükümde herhangi bir ayrıma yer verilmediğinden hükümle hem 4688 sayılı Kanun kapsamında yer alan memur sendikalarına üyelik ya da söz konusu sendikaların faaliyetlerine katılma hem de 6358 sayılı Kanun kapsamında yer alan sendikalara üyeliği ve söz konusu sendikaların faaliyetlerine katılmasının engellenmesi korunmaktadır. Zira bu suçla mağdur, fail tarafından, sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit görmektedir. TCK md.118’de yer verilen suç; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından işlenirse, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) md.4/a uyarınca terör suçu olarak kabul edilir ve de TMK md.5/1 uyarınca TCK md.118/1’e göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu şekilde belirlenen cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırının aşılması mümkündür. Çalışanların örneğin sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle cebir ya da tehdit kullanılmaksızın işten çıkarılmaları hallerinde işçilerin ya da memurların AİHS’de ve Ay.’da güvence altına alınan temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmiş olacaktır. Ay. md.48/1, c.1’de herkesin, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahip olduğu belirtilmiştir. Ancak sözleşme özgürlüğüne bazı sınırlamaların getirilmesi mümkündür. Örneğin 6356 sayılı Kanun md.23/2 uyarınca iş sözleşmesi askıya alınan sendika ve konfederasyonlar ile şubelerdeki yönetim kurulu üyeleri yani yöneticiler (md.2/1i) sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden itibaren bir 146Yarsuvat, 164. 147Evik, 207. Parlar-Hatipoğlu, 1881. Yaşar-Gökcan-Artuç, 4017. 170 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş ay içinde ayrıldığı işyerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurduğu takdirde; işveren, talep tarihinden itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe başlatmak zorundadır. Bu kişiler süresi içinde işe başlatılmadığı takdirde, iş sözleşmeleri işverence feshedilmiş sayılır. Kişilerin işe alınmaları ya da işten çıkarılmalarının temelinde ekonomik faaliyetler yatmakta ve kişilerin sözleşme özgürlüğü kapsamında istedikleri kişilerle sözleşme yapma ya da sözleşme yapmama özgürlükleri vardır. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle kişinin işe alınmaması ya da işten çıkarılması hallerinde, kişinin rızasının varlığı halinde ortada herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Yine işveren bakımından da hakkın kullanılması söz konusudur. Ancak burada özel hukuk alanında bireyler arasındaki ilişkiler bakımından sözleşme özgürlüğünün kullanılması (TCK md.26/1) şeklindeki, hukuka uygunluk nedeninin sınırının aşılıp aşılmadığına bakılmalıdır148. TCK md.118/1’de düzenlenen suçun hukuki konusu kişilerin bireysel sendikal haklarının kullanılmasının özgürlüğünün korunmasıdır149. Böylece bir anlamda sendikanın faaliyetlerinin garanti altına alınması da sağlanmıştır150. Bu suçun genelde tüzel kişi yararına işlenmesi mümkün olduğundan, tüzel kişiler hakkında TCK md.60 uyarınca güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına imkân veren bir düzenlemeye TCK’da yer verilmemesi bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır151. cc) İş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçu bakımından “İş ve çalışma hürriyetinin ihlali”ni hükme bağlayan TCK md.117’de esasında dört faklı suç tipine yer verilmiştir152. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyetler nedeniyle ayrımcılık kapsamında bu hükmün birinci ve dördüncü fıkraları değerlendirilebilir. Zira md.117/1’de “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlal eden kişiye, mağdurun şikâyeti halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası” verileceği düzenlenmiştir. Madde metninde yer alan “iş ve çalışma hürriyeti” ifadesi belirlilik bakımından sorunludur153. Bu nedenle bu ifadeden ticari veya 148Yenidünya, 107. Hakkın kullanılması ya da mağdurun rızası şeklindeki hukuka uygunluk nedenlerinin bu kapsamda uygulanmaya çalışılması halinde, söz konusu hukuka uygunluk nedenlerinin uygulama alanını alabildiğince genişletebileceği belirtilerek bu kapsamda düşünülmemesi gerektiği yönünde bkz. Evik, 214. 149Centel, Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler,10-11. 150Üzülmez, 23-24. 151Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,418. 152Tezcan-Erdem-Önok, 441. 153Özbek,419. 171 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş sinai faaliyetin engellenmesi anlaşılmalıdır. Böylece kişinin söz konusu faaliyetleri engellenerek, kişi harekette bulunma hürriyetinden yoksun bırakılmaktadır154. Zira TCK ile korunan çalışma hürriyeti, çalışmanın serbest bir faaliyet olduğu ve herkesin başkalarının müdahalesine ve engellemesine tabi olmaksızın çalışma hakkına sahip bulunması şeklindeki hürriyettir ve tümüyle bireyler arasındaki ilişkiler açısından söz konusudur155. TCK md.117 ve md.118 hükümleri anayasal hakları koruyan suçlar olmakla beraber aynı zamanda hareket özgürlüğünün ihlal edilmesini de engellemektedir156. Bu suçla hem genel anlamda çalışma özgürlüğü hem de işçi ya da işverenin özgür iradeleriyle ve serbestçe sözleşme yapma ve bu sözleşmeyi uygulama özgürlükleri korunmaktadır157. Bu nedenle madde işçi-işveren ilişkisi bağlamında değerlendirilerek; kamu görevlisi kavramı ve bu kapsamda kamu görevlisiyle, kamu görevlisinin işvereni durumunda bulunan devlet bu madde kapsamı dışında tutulmalıdır158. TCK md.117/1 çalışma özgürlüğünün aktif yönünü koruma altına aldığından, çalışmak ya da çalıştırmak iradesinin söz konusu olduğu hallerde korunmaktadır. Bu nedenle işten kaçınmak hürriyetinin bir türü olarak grev hakkının kullanılmasının engellenmesi halinde diğer şartların da gerçekleşmesi halinde sendikal faaliyetlerin engellenmesi suçu söz konusu olabilir159. Sendika üyeliği nedeniyle bir kişinin farklı muameleye tabi tutulması şayet ayrıma tabi tutulan kişinin hukuka aykırı bir davranışla iş ve çalışma hürriyetini ihlal ederse, TCK md. 117/1’de düzenlenen suçun varlığından bahsedilir. Yine söz konusu farklı muamele, muamelenin yapıldığı kişinin haysiyeti, onuru ve şerefini zedeleyen nitelikteyse bu durum TCK md.125’te düzenlenen hakaret suçunun uygulama alanı bulmasına yol açabilir160. Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanılmış ve bu cebir ya da tehdidin etkisiyle kişinin işine son verilmişse daha önce de belirtildiği üzere fail hakkında md.118/1 hükmü uygulama 154Hafızoğulları-Özen, 211-212. 155Ersoy, 78-79. Diğer bir görüşe göre ise haksız fesih halleri de md.117/1 kapsamındadır ve amaca aykırı durumlarla karşılaşılmaması için “hukuka aykırı başka bir davranış” hükmü madde metninden çıkarılmalıdır. Bkz. Özbek, 789. 156Koca-Üzülmez, 346. 157Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, 417, 419. 158Malkoç, 2046. Meran,519. 159Soyer, 100-101. 160Yenidünya, 113. 172 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş alanı bulur. Ancak TCK md.117/1’de yer alan “hukuka aykırı başka bir davranış”161 kapsamı içinde hukuk düzeninde ve özellikle de iş mevzuatı kapsamında yasal sayılmayan her davranışın düşünülüp düşünülmeyeceği hususu gündeme gelmektedir. Örneğin iş sözleşmesinin işçinin sendikalı olması nedeniyle haksız yere feshedilmesi halinde bu suçun oluşup oluşmayacağı hususu gündeme gelmektedir. Her ne kadar madde metninin haksız yahut geçersiz fesihleri de kapsama alacak şekilde yorumlanması mümkünse de; söz konusu yorumun kabulü hükmün uygulama alanının önemli sorunlara yol açacak şekilde genişlemesine neden olacaktır. Doktrinde 4857 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Borçlar Kanununa göre haksız fesih halinde ne gibi sonuçlarla karşılaşılacağı düzenlendiğinden, böyle bir davranışın ceza hukuku bakımından ayrıca dikkate alınmasının gerekli olmadığı belirtilmektedir. Ancak hile de hukuka aykırı bir fiil olduğundan işine son verilmek istenen işçinin hileli bazı davranışlarla örneğin istifa etmesi sağlanırsa bu suç işlenmiş sayılacaktır162. Yani haksız fesih, hukuksal sonuçlar doğuran bir fesihtir ve iş sözleşmesi haksız olarak yapılmış olsa da feshedildiğinden; söz konusu davranışlar sözleşmeye aykırılık olarak değerlendirilmeli ve hukuki uyuşmazlık niteliğinde görülmelidir. İş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiği her durum iş ve çalışma hürriyetinin ihlali olarak düşünülmemelidir. Aksinin kabulü Ay. md.38/8’de hiç kimsenin yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamayacağı şeklindeki hükme aykırılık oluşturacak163 ve yasa koyucunun amacını aşacak niteliktedir164. Nitekim Yargıtay’ın kararları da bu yönde165 olup haksız fesihleri TCK md.117/1 kapsamında değerlendirmemektedir. 161 Bu ifade TBMM Adalet Komisyonundaki metinde yer almamasına karşın, 5237 sayılı TCK tasarısının görüşmeleri sırasında metne eklenmiştir. Bkz. Güney-Özdemir-Balo, 376. 162Soyer, 103. Ancak soyut yalanın yaptırıma bağlanmadığı, salt hilenin gayri ahlaki ve kınanabilir olma özelliğine karşın hukuka aykırı olmadığı yönünde bkz. Donay, 186. 163Yaşar-Gökcan-Artuç, 3985. 164 Bu nedenle “hukuka aykırı başka bir davranış” ifadesinin hükümden çıkarılması gerektiği yönünde bkz. Öztürk, İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu,70. 165“…Sanığın birahanede çalışan yakınanı “benim düşmanın yanında kimse çalışamaz, orada çalışırsan seninde faturanı keserim” biçiminde tehdit etmekten ibaret eyleminin çalışma özgürlüğünü sınırlama suçunu oluşturduğu ve bu suçunda 5237 sayılı Yasaya göre yakınmaya bağlı olup hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCY.nın 73/8 madde ve fıkrası uyarınca mağdur ile failin uzlaşması halinde açılan kamu davasının düşürülmesine karar verileceğine ilişkin düzenlemenin sanık yaraına olması karşısında, 5271 sayılı CYY.nın 253 ve 254.maddeleri uyarınca mahkemece uzalşma işleminin yapılması ve sonucuna göre sanığın hukuksal durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi…” Yargıtay 4. CD. 2006/2083 E. 2007/5615 K. 13.6.2007 T. (Karar metni için bkz. Yalvaç, 907). 173 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş TCK md.117/4’te ise “cebir veya tehdit kullanarak, işçiyi veya işverenlerini ücretleri azaltıp çoğaltmaya veya evvelce kabul edilenlerden başka koşullar altında anlaşmalar kabulüne zorlayan ya da bir işin durmasına, sona ermesine veya durmanın devamına neden olan kişi”nin altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir. Bağlı hareketli bir suç olarak düzenlendiğinden cebir veya tehdit kullanılmaksızın bu suçun işlenmesi mümkün değildir166. Cebir ya da tehdidin kullanılmasındaki amacı ücretlerin azaltılması veya çoğaltılması, çalışma koşullarının değiştirilmesi, işin durması veya durmanın devamı oluşturduğundan167, bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanılmış ve bunun neticesinde işçinin ücreti azaltılmışsa ya da işçinin başka koşullar altında anlaşmalar yapmasını kabul etmesi zorlanmışsa yine fail hakkında md.117/4 hükmü değil md.118/1 uygulama alanı bulacaktır. Bu nedenle TCK md.117/4 ile ilgili olarak cebir veya tehdit kullanarak, bir işin durmasına, sona ermesine veya durmanın devamına neden olan kişiye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilmesinin, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılıkla ilgili olmadığı belirtilebilir168. Zira örneğin greve katılmayan kişilerin greve katılmaları için zorlanması ve bu suretle işin durması halinde bu suçun varlığından bahsedilir169. 166“…Belediyede işçi ve sendika temsilcisi olan sanıkların, çalışma özgürlüğünü sınırlama eylemlerini gündeliklerini azaltıp çoğaltma ya da önceden kabul edilen koşullardan başka sözleşmeleri kabul ettirme amacıyla zorladıklarına ilişkin kanıtlar gösterilip açıklanmadan, TCY.nın 201. maddesinin 1. fıkrası yerine, 2. fıkrasının uygulanması …” Yargıtay 4. CD. 1997/7430 E. 1997/9602 K. 6.11.1997 T. (www.kazanci.com). 167Donay, 187. 168“…İddianame içeriği, müşteki anlatımları ve tanık beyanlarına göre, fabrika giriş yolunun yukarda isimleri zikredilen tüm sanıklarca trafiğe kapatılarak, müştekileri 'buradan geçemezsiniz, buradan taş yükleyemezsiniz, malı yüklerseniz kavga ederiz, siz Sinoplusunuz, burada size iş yaptırmayız gidin" diye tehdit ederek, kamyonların fabrikaya girişine engel oldukları, müştekilerin anılan mermer fabrikasından yükleme yapamadıkları, ihracat malının kamyonlara yüklenmemesi sebebiyle Gemlik limanında yükü bekleyen gemiye malın teslim edilemediği böylece ihracatın iptal edildiği olayda, sanıkların eylemlerinin 5237 Sayılı T.C.K.nın 117/4. maddesinde düzenlenen suçu oluşturup oluşturmadığı tartışılmadan, beraat eden sanıklar Ö. vd'in öbür sanıkların iş ve çalışma hürriyetine engel olmak için işledikleri tehdit eylemleri sırasında olay yerinde bulunup suçu doğrudan doğruya birlikte işledikleri ve T.C.K.nın 37. maddesi anlamında eylemlerin bütününden sorumlu oldukları, yolun kapatıldığı yere birlikte gittikleri, eylemlerin ani gelişmediği, iş ve çalışma özgürlüğünü engellemek için orada bulunduklarını bildiklerinin tüm dosya kapsamında anlaşıldığı gözetilmeden, eksik ve yetersiz gerekçeyle T.C.K.nın 117/1,119/1-c maddeleriyle mahkumiyet ve bir kısım sanıklar haklarında aynı suçtan beraat hükümleri kurulması…” Yargıtay 4. CD. 2014/2171 E. 2014/24474 K. 11.7.2014 T. (www.kazanci.com). 169 Yargıtay 4. CD. 1996/5880 E. 1996/7298 K. 3.10.1996 T. (www.kazanci.com). 174 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş AİHM, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılığı yasaklamaktadır170. Bu bağlamda devletin sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle kişilerin ayrımcılığa uğramaları halinde etkin bir yargısal koruma sağlamamasını AİHS md.14’le bağlantılı olarak md.11’in ihlali olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda Rusya’da sendikalı olan ve Kaliningrad Ticaret Limanı isimli özel bir şirket için çalışan işçilerin; maaş artışı, çalışma koşulları ile hastalık sigortası ve hayat sigortasının iyileştirilmesi gibi konularda iki haftalık grev başlatmaları üzerine; sendikalı işçilerin işyerlerinin değiştirilerek yarı zamanlı işlerde çalıştırılması, maaşlarının düşürülmesi, ardındansa şirketin yeniden yapılandırılması gerekçesiyle işten çıkarılmalarıyla ilgili olarak işçiler sendikalı olmaları nedeniyle kendilerine ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle hukuk mahkemelerinde dava açmışlardır. Hukuk mahkemeleri ise şirketin kararını bozarak şirketi ilgililere kazanmaktan mahrum kaldıkları miktarları ödemeye mahkûm etmişse de ayrımcılık iddiasının ancak ceza mahkemelerince incelenebileceğini belirtip bu konuda bir değerlendirme yapmamıştır. Sendikalı işçilerin lehlerine verilen karara karşın şirket, sendikalı işçileri tekrar işe almayı reddetmiştir. Söz konusu şirket gibi tüzel kişilerin cezai sorumluluktan muaf olmaları nedeniyle cezai kovuşturma başlatılamamıştır. Sendikanın üye sayısı ilgili şirkette 290 iken iki yıl sonra 24’e düşürülmüştür. AİHM, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcı bir muameleye tabi tutulan kişilerin buna itiraz edebilmelerinin mümkün olmaları yanında, söz konusu duruma “gerçek ve etkili bir çözüm sunabilecek bir hukuk yoluna başvurma hakkı”nın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Bu bağlamda işçilerin sendika üyeleri olmalarının tek başına olumsuz etkiler doğurduğuna ve bunun da AİHS md.11 kapsamında yer alan haklardan yararlanmayla ilgili olarak ayrımcılık yapıldığının bir göstergesi olduğunu belirtmiştir. Başvurucuların ayrımcılığa maruz kalmama haklarının korunmamasının; işçiler bakımından ayrımcılığa maruz kalma korkusu yaratabilmesinin olası olduğuna ve böylece bir sendikaya üye olma konusunda onların cesaretlerini kırabileceğine ve nihayetinde sendikanın varlığını kaybetmesine yol açabileceğini belirterek; devletin sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle uğranılan ayrımcılığa karşı “açık ve etkili bir adli koruma sağlama” şeklindeki pozitif bir yükümlülüğünün varlığına işaret ederek AİHS md.11 ile bağlantılı olarak md.14’ün ihlal edildiğine karar vermiştir171. AİHM’in söz konusu kararından hareketle Türkiye’de açık ve etkili bir adli korumanın bulunmadığı söylenebilir. 170Avrupa Ayrımcılık Yasağı Hukuku El Kitabı, 69. 171Danilenkov Ve Diğerleri/Rusya, Başvuru (http://hudoc.echr.coe.int/eng#{"itemid":["001-93854"]}). No: 67336/01, 30.7.2009, 175 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş Sonuç Bireylerin sendika özgürlüğü yaşadıkları süreç içinde korunmalı ve garanti altına alınmalıdır. Bu bağlamda bireylerin işe girme esnasında ve çalışma süreçleri içinde sendikalı olmaları ya da olmamaları nedeniyle haklarını kullanmalarında herhangi bir kısıtlamayla karşı karşıya kalmamaları gereklidir. İster işçi ister kamu görevlisi olsun, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılığın gerçekleşmesi sendika özgürlüğünün ve ayrıca işverenin eşit işlem borcunun ihlalini doğurmaktadır. Çalışmada Türk hukuk sistemi içinde bu ayrımcılığın ne ölçüde önlenebildiği ve mevcut koruma düzeyinin yeterli olup olmadığı incelenmiştir. Türkiye’de özellikle işçiler bakımından sendikalaşma oranının oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir. Ancak bu düşük oranın gerçekten çalışanların kendi tercihleri mi yoksa sendikalı olmaları halinde karşı karşıya kalabileceklerini düşündükleri olası sorunlar nedeniyle mi olduğu tartışması önemlidir. Söz konusu olası sorunlarla ilgili olarak hukuki ve cezai yaptırımlar mevzuatta öngörülmüşse de bunun yeterli korumayı sağlamadığı belirtilmelidir. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyetler nedeniyle ayrımcılıkla ilgili olarak, öngörülen hukuki yaptırımlarla ilgili özellikle üstünde durulması gereken hususu işçilere nazaran kamu görevlileri için yeterli bir korumanın bulunmaması oluşturmaktadır. İşçiler bakımındansa, geçersizlik, ayrımcılık tazminatı ve sendikal tazminat şeklinde hukuki yaptırımlar öngörülmüşse de işçinin sözleşmesi sendikal nedenle sona erdirilmişse, işvereni işçiyi tekrar işe almaya zorlayan bir sistem bulunmamaktadır. Söz konusu hal, her ne kadar işçilere yüksek miktarda tazminatlar ödenmesini gerektirse de bu durum yeterli bir korumayı beraberinde getirmemektedir. Zira tazminat ödemeyi göze alan işveren, sendikayı işyerine sokmamayı başarabilmektedir. Cezai yaptırımlarla ilgili olarak çalışmada TCK’dasendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle ayrımcılık açısından uygulama alanı bulabilecek herhangi bir maddenin bulunup bulunmadığı incelenmiştir. Bu kapsamda ele alınan hükümlerden TCK md.117/1 ve md.117/4’ün tam olarak uygulama olanağının bulunmadığı söylenebilir. Ancak sendika üyeliği nedeniyle bir kişinin farklı muameleye tabi tutulması şayet ayrıma tabi tutulan kişinin hukuka aykırı bir davranışla iş ve çalışma hürriyetini ihlal ederse, TCK md.117/1’de düzenlenen suçun varlığından bahsedilebilir. Yine kanunilik ilkesi gereği md.122’nin de söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. TCK md.118/1 ile ilgili olarak ise sınırlı bir korumanın getirildiği belirtilmelidir. Zira bu hükümle cebir veya tehdit kullanılarak failin suçu işlemesi öngörülmüştür. İşverenin cebir ya da tehdit kullanmaksızın çalışanların sırf sendikalı olması 176 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş nedeniyle, işin sevk ve dağıtımında, çalışanın mesleki olarak ilerlemesinde, ücretinde, ikramiyesinde, primlerinde, sosyal yardım ve disiplin hükümlerinin uygulanması bakımından ayrım yapması; ya da çalışanların sözleşmesini sırf sendikalı olmaları nedeniyle feshetmesi gibi hallerde md.118/1’in uygulanmaması adil olmayan sonuçlara neden olmaktadır. Peki, böylesine bir cezai koruma gerekmekte midir? Zira ceza yaptırımlarının kendilerine başvurulması bakımından son çare olma nitelikleri unutulmamalıdır. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle bir kişinin farklı muameleye tabi tutulmasıyla ilgili olarak mevzuata bakıldığında etkin ve caydırıcı bir düzenlemenin bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle etkin ve caydırıcı bir düzenlemenin hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle bir kişinin ayrımcılığa uğraması her ne kadar söz konusu bireyle ilgili olsa da esasında kamusal düzeni bozduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle yeterli ve etkili bir korumanın sağlanabilmesi için ya hukuki yaptırımlar geliştirilmeli ya da caydırıcı cezai yaptırımlara başvurulmalıdır. Ancak sendikal nedenle ayrımcılığa uğrayan kişinin tazminat talep edebilmesinin yanında, ayrımcılığa yol açan işveren veya işveren vekiline ceza yaptırımlarının uygulanması yerinde olacaktır. Sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle bir kişinin ayrımcılığa uğramasının işverenin tüzel kişi olması durumunda genelde onun lehine olması mümkün olduğundan, tüzel kişiler hakkında TCK md.60 uyarınca güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına imkân veren bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Aksi halde çalışanların örneğin sendika üyeliği ve sendikal faaliyet nedeniyle cebir ya da tehdit kullanılmaksızın işten çıkarılmaları hallerinde işçilerin ya da kamu görevlilerinin AİHS’de ve Ay.’da güvence altına alınan temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmiş olacaktır. Türkiye’de çalışanların, sendika özgürlüklerine zarar verecek her türlü harekete karşı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin Uygulanmasına ilişkin 98 sayılı sözleşmede belirtildiği gibi tam bir korumadan yaralanmadıkları belirtilmelidir. Şayet tam bir koruma sağlanamazsa, çalışanlar bakımından ayrımcılığa maruz kalma korkusunun ortaya çıkması olasıdır ve böylece bir sendikaya üye olma konusunda çalışanların cesaretleri kırılabilecek ve sonuç olarak sendikaların varlıklarını veya güçlerini kaybetmelerine yol açılabilecektir. KAYNAKÇA∗∗∗ AKI, Erol: “İşten Çıkarılan Direnişçi İşçilerin Kısmen İşe Alınmaları – İşyerine İşçi Alımında İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu”, Sicil, Haziran 2009, Yıl: 4, Sayı: 14, 134-141. ∗∗∗ Birden fazla yayınına gönderme yapılan yazarlarda parantez içindeki kısaltmalar kullanılmış, bu yazarların atıf yapılan ilk yayını için kısaltma yapılmadan sadece yazarın adı verilmiştir. 177 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş AKTAY, A. Nizamettin – ARICI, Kadir – SENYEN/KAPLAN, Emine Tuncay: İş Hukuku, 5. Baskı, Ankara 2012. AKTAY, Ahmet Nizamettin: Toplu İş Hukuku, Ankara 2015. AKYİĞİT, Ercan: “Yeni Sistemde Sendika Üyeliği ve Güvencesi”, Çalışma ve Toplum, (37), 2013/2, 41-90. ALDEMİR, Hüsnü: Türk ceza Kanunu ve Kabahatler Kanunu Yorumu, Ankara 2005. ALP, Mustafa: İş Sözleşmesinin Değiştirilmesi, Ankara 2005. ALPAGUT, Gülsevil: “6356 Sayılı Kanunun Avrupa Konseyi, AB ve ILO Normlarına Uyumu Açısından Değerlendirilmesi”, Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İş Hukukunda Güncel Sorunlar (3), 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun Değerlendirilmesi, Ankara 2013, 113-148. ALPAGUT, Gülsevil: “Sendika Yöneticileri, İşyeri Temsilcileri ve Sendikal Güvenceler”, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Bilgilendirme Semineri – 14 Şubat 2013 İzmir, Ankara 2013, 31-38. (Sendikal Güvenceler) ARTUK, Mehmet Emin - GÖKCEN, Ahmet - YENİDÜNYA, Ahmet Caner: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2011. ASTARLI, Muhittin: “6356 sayılı Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun Sendikal Güvenceler Konusunda Getirdiği Değişiklikler ve Hukuki Sonuçları”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:17, Sayı:1-2, Ocak-Nisan 2013, O. Kürşat Ünal’a Armağan, 141-183. AVRUPA AYRIMCILIK YASAĞI HUKUKU EL KİTABI: Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı, 2010. BASKAN, Ş. Esra: 6356 Sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sözleşmesinin Sendikal Nedenle Feshi, Ankara 2013. BAŞER, Pamir: Sendikal Nedenle Fesihte İşçinin Korunması, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010. BAYRAKTAR, Köksal: “TCK Tasarısı’na İlişkin Genel Bir Değerlendirme ve Genel Hükümler Üzerine Birkaç Eleştiri”, Türk Ceza Kanunu Reformu İkinci Kitap, 21-35. BAYSAL, Ulaş: “İşverenin Eşit Davranma Borcu ve İş Sözleşmesinin Feshinde Uygulanması”, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, Sayı: 25, Yıl: 2010, 59-99. BECCARIA, Cesare: Suçlar ve Cezalar Hakkında, (Çev. Sami SELÇUK), Ankara 2010. BERKOWSKY, Wilfried: Münchener Handbuch zum Arbeitsrecht, 3. Auflage, München 2009, §114. 178 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş BOZKURT GÜMRÜKÇÜOĞLU, Yeliz: “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’ndaki Sendikal Güvenceler”, İş Hukukunda Genç Yaklaşımlar, 1. Baskı, İstanbul 2014, 167-243. CANBOLAT, Talat: “Toplu İş İlişkileri Açısından Yargıtayın 2011 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi”, Yargıtay’ın İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 2011, Ankara 2013, 253-325. CENTEL, Tankut: “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler”, Çimento İşveren Dergisi, Eylül 2005, S. 5, C. 19, 2-17. (Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler) CENTEL, Tankut: İş Güvencesi, İstanbul 2012. CİVAN, O. E. – GÖKALP, A.: “Göçmen İşçi Kavramı ve Göçmen İşçilerin İş Sağlığı ve Güvenliği”, Çalışma ve Toplum, (28), 2011/1, 233-263. ÇELİK, N. – CANİKLİOĞLU, N. – CANBOLAT, T.: İş Hukuku Dersleri, 27. Bası, İstanbul 2014. DANİLENKOV VE DİĞERLERİ/RUSYA, Başvuru No: 67336/01, 30.7.2009, (http://hudoc.echr.coe.int/eng#{"itemid":["001-93854"]}). DEMİR, Fevzi: “Sendika Üyeliği ve Sendikal Faaliyete Katılma Güvencesinin Uygulama Kritiği”, Osman Güven Çankaya’ya Armağan, Kamu-İş, Ankara 2010, 261-306. DEMİR/BAYKARA VE TÜRKİYE, 12.11.2008, Başvuru No: 34503/97 (http://hudoc.echr.coe.int/eng#{"appno":["34503/97"],"itemid":["001-89558"]}). DOĞAN, Sevil: “Toplu Eylem Hakkı ve Siyasi Grev Bağlamında Bir Yargıtay Kararı İncelemesi”, Çalışma ve Toplum, (40), 2014/1, 305-333. DONAY, Süheyl: Türk Ceza Kanunu Şerhi, İstanbul 2007. EREN, Hayrettin: “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun Öngördüğü Memur Sendikacılığı”, AÜEHFD, C.VI, S.1-4, 2002, 105-132. ERSOY, Yüksel: Çalışma Hürriyetine Karşı Suçlar, Ankara 1973. ERTÜRK, Ş. – GÜRSEL, İ.: “İş Hukuku’nda Eşit Davranma İlkesi”, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, Cilt: I, İstanbul 2011, 425-458. ERTÜRK, Şükran: İş İlişkisinde Temel Haklar, Ankara 2002. EVİK, Ali Hakan: “Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçu”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Y. 5, S. 10, Güz 2006/2, 203-219. EYRENCİ, Öner: “Toplu İş İlişkileri Açısından Yargıtayın 2008 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi”, Yargıtay’ın İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 2008, Ankara 2010, 229-253. 179 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş GÖÇMEN, İ. – CİVAN, O. E.: “The Principle of Non-Discrimination on Grounds of Nationality with Regard to Turkish Workers in the European Union and Union Workers in Turkey”, Turkey’s Integration into the European Union: Legal Dimension, United States of America 2013, 95-136. GÖKCEN, Ahmet: “Hürriyete Karşı Suçlar (5237 sayılı TCK. m. 106-122)”, 1-37. (www.cezabb.adalet.gov.tr/makale/117.doc). GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa 2013. GÜLMEZ, Mesut: “‘Toplu Eylem Hakkına Dahil Protesto Grevleri, Yasa Dışı Grev Değildir’ Yargıtay 7. Hukuk Dairesi Kararı Karar Eleştirisi”, Çalışma ve Toplum, (43), 2014/4, 233255. GÜNEY, Niyazi – ÖZDEMİR, Kenan – BALO, Yusuf S.: Yeni Türk Ceza Kanunu, Ankara 2004. HAFIZOĞULLARI, Zeki - ÖZEN, Muharrem: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, Ankara 2015. İNCEOĞLU, Sibel: “Türk Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı Çerçevesinde Af, Şartla Salıverme, Dava ve Cezaların Ertelenmesi”, Anayasa Yargısı, C. 18, Y. 2001, 41-70. JUNKER, Abbo: Grundkurs Arbeitsrecht, 10. Auflage, München 2011. KABAKCI, Mahmut: Geçerli Fesih Nedeni Olarak Yetersiz (Kötü ve Eksik) İş Görme, İstanbul 2012. KAPANİ, Münci: Kamu Hürriyetleri, Ankara 1970. KASAPOĞLU TURHAN, Mine: “Kamu Görevlileri Bakımından İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) ve Hukuki Korunma Yolları”, TBB Dergisi, 2013 (105), 89-128. KOCA, Mahmut - ÜZÜLMEZ, İlhan: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2013. KUNT, Püren: ‘Çalışma Koşullarında Esaslı Değişiklik ve İş Sözleşmesinin Feshi’, Toprak İşveren, Sayı:100, Aralık 2013. KUTAL, Metin: “‘Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi’ Yasasının Kimi Hükümlerinin İptali İstemi ile Anayasa Mahkemesine Açılan Davaya İlişkin Notlar”, Çalışma ve Toplum, (44), 2015/1, 13-27. KUTAL, Metin: “Kamu Görevlilerinin Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakları (Uluslararası Normlar, Yorumlar ve Türk Mevzuatında Durum)”, http://www.sosyalhaklar.net/2013/bildiriler/kutal.pdf, 13.07.2015. (Kamu Görevlileri) LİNSENMAIER, Wolfgang: Erfurter Kommentar zum Arbeitsrecht, 15. Auflage, München 2015, GG Art.9. 180 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş MALKOÇ, İsmail: Açıklamalı – İçtihatlı 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu (Madde 82-149), C. 2, Ankara 2013. MOLLAMAHMUTOĞLU H. – ASTARLI M.: İş Hukuku, 5. Bası, Ankara 2012. NARMANLIOĞLU, Ünal: İş Hukuku, Ferdi İş İlişkileri I, 4. Baskı, İstanbul 2012. (Ferdi İş İlişkileri) NARMANLIOĞUL, Ünal: İş Hukuku II, Toplu İş İlişkileri, 2. Baskı, İstanbul 2013. OKUR, Zeki: “Sendika Özgürlüğünün Güvencesi ve Uygulama Sorunları”, İş Hukukunda Güncel Sorunlar 4, Seminer: 22 Şubat 2014, Ankara 2014, 123-163. ONARAN YÜKSEL, Melek: Karşılaştırmalı Hukuk Işığında Türk İş Hukukunda Kadın-Erkek Eşitliği, İstanbul 2000. ÖDEN, Merih: Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Ankara 2003. ÖNDER, Ayhan: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1994. ÖZBEK, Veli Özer - KANBUR, Mehmet Nihat - DOĞAN, Koray - BACAKSIZ, Pınar - TEPE, İlker: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2013. ÖZBEK, Veli Özer: TCK İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanunun Anlamı (Açıklamalı-Gerekçeliİçtihatlı), C. 2, Ankara 2008. ÖZKARACA, Ercüment: “6356 sayılı Kanunda Sendikal Güvenceler”, Çalışma ve Toplum, (38), 2013/3, 173-215. ÖZTÜRK, Berna: “Sendikal Tazminat”, Ankara Barosu Dergisi, 2013/4, 79-119. (Sendikal Tazminat) ÖZTÜRK, Mehmet Onat: “İşçinin Sendika Özgürlüğünün Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunması”, Çalışma ve Toplum, (38), 2013/3, 217-241. (Sendika Özgürlüğü) ÖZTÜRK, Mehmet Onat: Türk Ceza Kanununda İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu, İstanbul 2006. (İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu) ÖZVERİ, Murat: Sendikal Haklar, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası, İstanbul 2012. ÖZVERİ, Murat: Türkiye’de Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sendikasızlaştırma, İstanbul 2013. (Yetki Sistemi) PARLAR, Ali - HATİPOĞLU, Muzaffer: Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara 2008. PORTMANN, W. – STÖCKLİ, J.-F.: Kollektives Arbeitsrecht mit einem Anhang zum Öffentlichen Arbeitsrecht, Zürich/Basel/Genf 2004, §3. RIEMER/KAFKA, G. – KRENGER, N. E.: Arbeitsrecht Kommentierte Tafeln, Bern 2012. ROLFS, Christian: Arbeitsrecht – Studienkommentar, München 2010. 181 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş SOYER, Sesim: “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali İle Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçlarına İlişkin Bazı Düşünceler, Hukuki Perspektifler Dergisi, S. 7, Temmuz 2006, 99-108. STÖCKLİ, Jean-Fritz: Berner Kommentar Band/Nr.VI/2/2/3, Bern 1999, Art 356a. SUR, Melda: İş Hukuku Toplu İlişkiler, 4. Bası, Ankara 2011. SÜMER, Haluk Hadi: “İş Sözleşmesinin Sendikal Nedenle Feshi”, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, Cilt: II, İstanbul 2011, 1623-1664. SÜZEK, Sarper: “İşverenin Eşit Davranma Borcu”, Sicil, Aralık 2008, Yıl: 3, Sayı: 12, 24-38. (Eşit Davranma Borcu) SÜZEK, Sarper: İş Hukuku, 10. Baskı, İstanbul 2014. ŞAHLANAN, Fevzi: “6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun Sendikalara İlişkin Hükümlerinin Değerlendirilmesi”, Türkiye Torak, Seramik, Çimento ve Cam Sanayii İşverenleri Sendikası, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Akademik Forumu, 15-18 Ekim 2013 Antalya, İstanbul 2014, 366-399. ŞAHLANAN, Fevzi: “İşyeri Sendika Temsilcisinin Güvencesi”, Sicil, Mart 2013, Yıl: 8, Sayı: 29, 145-149. (Temsilcinin Güvencesi) ŞEN, Ersan: “Yeni Türk Ceza Kanununun 115. ve 122. Maddelerine İlişkin Bir Değerlendirme”, İstanbul Barosu Dergisi, C. 79, S. 2, Y. 2005, 359-364. (Değerlendirme) ŞEN, Murat: İş Hukukunda Çalışma Koşullarında Değişiklik, Ankara 2005. (Değişiklik) TANÖR, Bülent - YÜZBAŞIOĞLU, Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul 2013. TEZCAN, Durmuş - ERDEM, Mustafa Ruhan/ÖNOK, Murat: Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Ankara 2012. TOROSLU, Nevzat: Ceza Hukuku Özel Kısım, Ankara 2013. TULUKCU, N. Binnur: ‘Çalışma Şartlarında Esaslı Değişiklik’, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, Cilt:1, İstanbul 2011, 1099-1141. TUNCAY, A. C. – SAVAŞ KUTSAL, B.: Toplu İş Hukuku, 4. Bası, İstanbul 2015. TUNCAY, A. Can: “Toplu İş İlişkileri Açısından Yargıtayın 2009 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi”, Yargıtayın İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 2009, Ankara 2011, 227-280. (Değerlendirme) TUNCAY, Can: “İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi”, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Sorunlar ve Çözüm Önerileri 2006, İstanbul 2007, 21-38. 182 Sendika Üyeliği Ve Sendikal Faaliyet Nedeniyle Ayrımcılık Dr. Orhan Ersun Civan- Ar. Gör. Eylem Baş ÜZÜLMEZ, İlhan: Yeni Türk Ceza Kanunu’nun Hürriyete Karşı İşlenen Suçlar Sistemi Çerçevesinde Tehdit, Şantaj ve Cebir Kullanma Suçları, Ankara 2007. YALVAÇ, Gürsel: Karşılaştırmalı-Gerekçeli İçtihatlı Türk Ceza Kanunu, Ankara 2008. YARSUVAT, Duygun: Çalışma Ceza Hukuku, İstanbul 1978. YAŞAR, Osman - GÖKCAN, Hasan Tahsin - ARTUÇ, Mustafa: Türk Ceza Kanunu, C. 3, Ankara 2014. YENİDÜNYA, Caner A.: “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Ayrımcılık Suçu”, Çalışma ve Toplum, 2006/4, 97-116. YILDIZ, Gaye Burcu: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008. 183 Ayrımcı Mobbing Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün* Demokratik, hoşgörülü, evrensel değerleri benimseyen, eşitlikçi toplumlar, herkesi kucaklar ve kişiyi olduğu gibi kabul eder. İnsan haklarına saygı ve eşitlikçi yaklaşım, kişilerin oluş biçimlerine saygı gösterilmesini; oluş biçiminden ötürü yargılanmamasını, suçlanmamasını, olumsuz bir muameleye tabi tutulmamasını gerektirir. Başka bir deyişle insan haklarına saygı, kişinin varoluş biçiminin reddedilmemesini; değiştirilmeye çalışılmamasını öngörür. Dolayısıyla farklılıklar, dışlama, hiçe sayma veya etiketleme nedeni olamaz. Ayrımcılık ise, bunun tam tersine, belirli bir gruba ya da o grubun üyelerine karşı, başka kimseler için ulaşılabilir olan imkânların ellerinden alınmasına yönelik olumsuz davranışlardan oluşur. İnsanlar, yaş, cinsiyet, dil, din, etnik köken gibi pek çok farklı kimliklere sahiptir. Bunların bir kısmı doğuştan gelirken bir kısmı sonradan kazanılabilir yahut değiştirilebilir. Örneğin dil yahut etnik köken doğuştan gelirken; bedensel engel, yaş gibi bazı özellikler sonradan kazanılabilir. Bir kimse, bu özelliklerinden biri veya birden fazlası nedeniyle ayrımcılığa maruz kalabilir. Her ne kadar ayrımcılık yasağı ve ayrımcılığın önlenmesine yönelik girişimlerden bahsedildiğinde daha çok tek nedene dayalı ayrımcılık akla gelse de aslında kişinin sahip olduğu özelliklerden birden fazlası nedeniyle ayrımcılığa maruz kalması da mümkündür. Örneğin, İngiltere’de siyahi bir kadının beyaz kadınlardan ve siyahi erkeklerden daha elverişsiz çalışma koşullarına tabi tutulması gibi. İşte bu şekilde birden fazla temele dayalı ayrımcılık, çoklu ayrımcılık olarak adlandırılmakta ve ayrımcılıkla ilgili yapılan çalışmalarda giderek daha fazla dikkatlerin odağı haline gelmektedir. Gerçekten de Birleşmiş Milletlerin denetim organlarının da artık çoklu ayrımcılığı tanıdığı görülmektedir. Örneğin, *Ankara Üniversitesi/ University Ayrımcı Mobbing Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadınların dezavantajlı bir grup oluşturduğunu ve herhangi bir etnik yahut ırksal azınlığa dâhil olmaları halinde ayrımcılığa karşı daha da savunmasız hale geldiklerini belirtmek suretiyle, çoklu ayrımcılığa dikkatleri çekmektedir. Eşitlik ilkesinin ve ayrımcılık yasağının vurgulanması, uluslararası platformda o denli önemsenmiştir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin hemen başına konmuştur. Beyannamenin 1 ve 2. Maddeleri uyarınca: “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.” “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir. Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.” Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 2 ve 3. Maddelerinde de düzenlenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. Maddesinde ise, ayrımcılık yasağı şu şekilde tanımlanır: “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” 5237 sayılı TCK da uluslararası hukuktaki bu gelişmelere paralel olarak, ayrımcılıkla ilgili uluslararası metinlerin ve direktiflerin gereğini yerine getirmiş ve ayrımcılı ayrıca ve açıkça suç olarak düzenlemiştir. Gerçekten de TCK’nın 122. maddesi uyarınca, Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, c) Bir kişinin işe alınmasını, d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Politika, ekonomi, sosyoloji, hukuk gibi alanlarda sıkça kullanılan ayrımcılık terimi genellikle tek başına değil ancak, “etnik ayrımcılık”, “cinsiyete dayanan ayrımcılık” gibi tamlama halinde kullanılır. 185 Ayrımcı Mobbing Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün Dikkat edilecek olursa, ayrımcılık için kullanılan bu tamlamalar, mobbingi tanımlamak için de kullanılmaktadır. Mobbing de ayrımcılık gibi, güncelliğini sürekli koruyan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, mobbing teriminin literatüre girmesi, çok eskilere dayanmamaktadır. Mobbing, ilk kez 80’lerde, Alman asıllı İsviçreli bilim adamı Heinz Laymann tarafından, işyerlerindeki birtakım olumsuz ve rahatsız edici davranışları tanımlamak için kullanılmıştır. Mobbingle ilgili çalışmaların da çok eskilere kadar gitmediğini belirtmek gerekir. Söz konusu çalışmalarda mobbingin tanımı ve içeriği konusunda tam bir görüşbirliği de yoktur. Zira çok farklı şekillerde ortaya çıkabilen mobbingin tam ve kesin bir tanımının yapılabilmesi pek de kolay görünmemektedir. En çok kabul gören tanımlardan biri olan Leymann’ın tanımı uyarınca mobbing, işyerindeki psikolojik terördür. Buna göre, işyerinde bir ya da birden fazla kişi tarafından belirli bir kişiye yönelik olarak sistematik bir şekilde gerçekleştirilen, etik kurallara aykırı, düşmanca davranışlar mobbingi oluşturur. Söz konusu davranışlar, mağduru savunma imkânından yoksun ve güçsüz bir konuma sokarak, bu düşmanca davranışlara katlanmaya devam etmek zorunda bırakır. Genel olarak mobbing, bir işyerindeki belirli bir süjeye yönelik baskı, eziyet, dışlama, utandırma, rahatsız etme gibi davranışlar şeklinde ortaya çıkar. Leymann, mobbinge örnek olarak şu davranışları göstermektedir: a) sürekli yergiler, yakıştırmalar, tehditler, dışlayıcı davranışlar; b) fiziksel veya psikolojik izolasyon ve her türlü iletişimin kesilmesi; c) daha kötü işlerin ya da aşırı ağır işlerin verilmesi; d) sosyal imajına yönelik saldırılar; e) fiziksel şiddet ve/veya cinsel taciz. Mobbingin belirleyici özelliği ise, bilinçli, sistematik ve sürekli oluşu ve sonuçta mağdur için olumsuz bir iklim yaratmasıdır. Mobbing, işyerindeki üst, ast ya da eşit düzeydeki kişiler tarafından gerçekleştirilebilir. Görece yeni sayılabilecek mobbing olgusu üzerine yapılacak incelemeler, araştırmacıları ayrımcılıkla mobbing arasındaki bağlantıya götürecektir. Ya da bunun tam tersi de mümkündür. Kısacası, mobbing ile ayrımcılık arasında sıkı bir ilişki vardır. Zira ayrımcılığın nedenleri çoğu zaman mobbingin de nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır ve işyerlerindeki ayrımcı davranışlar genellikle aynı zamanda mobbing teşkil etmektedir. Başka bir deyişle, mobbinge maruz kalan biri, aslında aynı zamanda ayrımcılığa da maruz kalmaktadır. Ancak, ayrımcılığa yönelik davranışlar, her zaman mobbing oluşturmayabilir. Kısacası bu iki olgunun oldukça geniş bir kesişim alanının bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. 186 Ayrımcı Mobbing Yrd. Doç. Dr. Güneş Okuyucu Ergün 5. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali kapsamında bir etkinlikte yer almamazıdan da hareketle, ayrımcı mobbinge verilebilecek en güzel örneklerden biri, hepimizin de çok iyi bilebileceği gibi, Philadelphia isimli 1993 tarihli, Amerikan yapımı filmdir. Pek çok alanda ödüle de layık görülen film, başrollerini Tom Hanks ve Denzel Washington'ın paylaştığı, 1980'lerin ABD'sinde geçen ve AIDS salgını ile ilgili gibi görünse de aslında eşcinsellere yönelik düşmanlığı ve ayrımcılığı konu alan bir filmdir. Filmi herkesin izlemiş olduğunu tahmin etmeme rağmen, kısaca anlatmadan geçemeyeceğim. Filmin ana karakteri olan ve Tom Hanks tarafından canlandırılan Andrew Beckett, önemli ve büyük bir hukuk firmasında genç ve parlak bir avukattır. Gelecek vaad eden Andrew, işini çok sevmektedir, yorulmadan çalışmakta ve davalarını başarıyla götürmektedir. Öyle ki terfi ettirilir ve kendisine çok önemli bir dosya verilir. Ancak kutlamalar sırasında, yöneticilerden biri alnındaki lekeyi fark eder ve bunun ne olduğunu sorar. Her ne kadar Andrew, soruyu geçiştirerek yanıtlasa da, yönetici bunun kanserden kaynaklanan bir lezyon olduğunu bilir ve asıl hikâye bundan sonra başlar. Andrew, kısa zaman önce terfi ettirilmiş olmasına rağmen, işine son verilir. Her ne kadar filmde mobbing kelimesi hiç geçmese de şirket yöneticilerinin Anrew’i itibarsızlaştırmaya ve bitirmeye yönelik organize tutumları, mobbing olgusunu açıkça gözler önüne serer. Başta Andrew’in Aids hastası olması nedeniyle bu tür davranışlara maruz bırakıldığı izlenimi yaratılsa da film ilerledikçe gerçek ortaya çıkar. Daha önce AİDS hastası olan bir kadının aynı muameleye tabi tutulmamış olması gibi örnekler, aslında Andrew’in cinsel yönelimi nedeniyle mobbinge ve ayrımcılığa uğradığını gösterir. Filmin en etkileyici sahnelerinden birinde, belki de davanın seyrini değiştiren sahnelerden biridir bu, hâkimin, Anrew’in avukatına dönerek “Bay Miller, bu mahkeme salonunda adalet, meselelere karşı kördür; ırk, inanç, renk, din ve cinsel yönelim” demesi üzerine, Avukat Miller şu cevabı ver: “Bütün saygımla ifade edeyim ki sayın hakim, bu mahkeme salonunda yaşamıyoruz, öyle değil mi”! evet gerçekten de o mahkeme salonunda yaşamıyoruz. Meselelere karşı kör olmayan, karşısına ilk baktığında onun farklılıklarını gören ve onu farklılıklarından ötürü yargılayan, düşmanca bir muameleye tabi tutan bir toplumda yaşıyoruz. 187 İş Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayr/mc/l/k Rüken Aksakallı Temel* Ayrımcılık tüm dünya üzerinde her alanda karşılaştığımız insanlık için büyük bir sorundur. Ayrımcılık tek nefeste söylenebilen bir kelime iken anlamında birçok duyguyu barındıran ve her cinsiyetten, her ırktan, her meslekten insanı ilgilendiren sağduyuya davet eden bir kavramdır. Hak ve adalet uğruna mücadele veren biz hukukçuların görevi ve sorumluluğu da daha fazladır. Her toplumda ve her alanda var olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak uğruna dünya üzerindeki tüm devletler kendi normlarını oluşturmuşlardır. Uluslararası hukuk ve milletlerarası anlaşmalar ile de eşitsizliklerin ortadan kaldırılması uğruna düzenlemeler yapılmıştır. Çalışma Hayatında ayrımcılık; sendika üyeliği ve sendikal faaliyetlere dayalı ayrımcılık, cinsiyete dayalı ayrımcılık, ırk ve din temelli ayrımcılık, yaşa bağlı ayrımcılık gibi üzerinde konuşulması gereken sorunları içerisinde barındırır. Çalışmamda mesleki anlamda cinsiyete bağlık ayrımcılık hakkındaki düzenlemelerden bahsedeceğim. “Eşit Davranma ilkesi” iş ilişkisinin en temel ilkelerinden biri olmakla bilhassa işverene sorumluluk yüklemektedir ve işverenin borcudur. 4857 sayılı İş Kanunun 5. Maddesinde eşit davranma ilkesi düzenlenmiştir. Kanun birçok alanda ayrımcılık yapılamayacağını düzenlemişse de aynı maddenin üç fıkrası cinsiyet ayrımcılığına koruma getirmiştir. Çalışma hayatında cinsiyet ayrımcılığına en çok maruz kalan cinsiyet kadındır. Bu durumun temeli 19. yy itibari ile kadının çalışma hayatına dahil edilmesinin amaçlanmasıdır. Kadın iş hayatına atıldığında erkekler ile aynı şartlarda çalıştığında daha fazla sağlık sorunları ile karşılaştığı tespit edilmiştir. Bu durum kadının objektif biyolojik özellikleri nedeniyle erkeğe oranla daha farklı yapıya sahip olmasından kaynaklıdır. Eşit davranma ilkesi esasında mutlak * Avukat Şenel Hukuk Bürosu/ Lawyer, Şenel Law Firm İş Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayr/mc/l/k Rüken Aksakallı Temel anlamda her işçiye aynı şekilde davranmayı gerektirmez. Dürüstlük kuralı çerçevesinde makul, haklı ve genel geçer gerekçe ile farklı davranma eşit davranma ilkesini zedelememektedir. Bu noktada kadınların doğası gereği bu türden farklılıkları nedeniyle çalışma hayatında bazı korumacı tedbirler almayı gerektirmiştir. Bu durum aslında ayrımcılık bir diğer deyişle eşitsizlik değil, eşit koşullara ulaşmayı hedeflemektedir. Kadına uygulanan bu korumacı tedbirler birçok alanda tartışılmış hatta kadınlar tarafından bu tutumun ayrımcılık ve cinsiyetçilik olduğu yönünde eleştiri almıştır. 19 yy dan bu yana bir gerçek vardır ki kadın topluma daha fazla kazandırılmış ve artık kadın çalışan oranı da kanunlarımızın tarihlerine kıyasla daha az korunmaya muhtaç haldedir. Erkeğin daha güçlü olduğu algısı biyolojik olarak elbette yadsınamaz ancak çağ ilerledikçe kadın birçok meslek dalında aktif haldedir ve yoğun çalışma temposu ile iş hayatını sürdürmektedir. Günümüzde kadının daha fazla korunmasını elbette gebelik, emzirme dönemi, emeklilik gibi alanlarda desteklemekteyiz ancak bu kesinlikle kadın daha zayıftır algısı ile yapılmalıdır. Keza bu durum eşit koşullara indirme politikası ile kadının daha fazla ayrımcılığa uğramasına sebep olacaktır. İş kanunun m. 5, aynı ve eşit değerdeki bir işçiye daha düşük ücret verilemeyeceğini, cinsiyet ve gebelik gibi sebeplerle işçiye farklı davranılamayacağını ve koruyucu hükümler getirilen işçiye daha az ücretin ödenemeyeceğini hüküm altına almıştır. Ancak tüm bu koruyucu hükümler maalesef dürüstlük kuralı ilkesi ile ayrımcılık yasağını ihlal eder halde olup bu ihlali meşrulaştırmaya uygun haldedir. Kadınların uygulamada en çok ayrımcılığa maruz kalan cinsiyet oldukları yadsınamaz. Düşük maaşlar, kötü sosyal haklar, iş akitlerine son verilmeleri, mobbing, taciz, gerekçe olmaksızın iş başvurularının reddedilmesi maalesef kadınların çokça yaşadığı ayrımcılıklardır. Kadın ömrünün bir bölümü gebelik ile geçmektedir, ancak bir çok kadın yasal hakkı olmasına rağmen işini kaybetme korkusu ile gebe kalmaktan imtina etmekte hatta aile planlaması dahilinde gebeliği ertelemektedir. Bu durum işverenlerin kadınlara gebe kaldıkları dönem ve sonrasındaki gebelik izinlerinde gerek iş motivasyonlarının azalması gerek ise izin dönemlerinde maaş ödeme borcunun devam ediyor olması gerekçeleri ile kadınlara karşı yaptıkları en büyük ayrımcılıktır. Oysa İş Kanunu m.74 gebe ve emziren kadını koruma altına almaktadır. Kadınlara karşı yapılan ayrıcalıklardan biri ise 1475 sayılı İş Kanununun tek mülga olmayan 14. Maddesinde yer alan kadınların evlendikten itibaren bir yıl içinde kendi arzusu ile veya işveren tarafından akdinin feshi gerçekleşir ise kıdem tazminatına hak kazanacağıdır. Bu 189 İş Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayr/mc/l/k Rüken Aksakallı Temel düzenleme ayrımcılıktan öte pozitif ayrımcılık olarak getirilmiştir. Ancakobjektif olarak günümüz için değerlendirecek olursak cinsiyetçi bir tutum olduğu da tartışılabilir. Koruyucu tedbir politikasına dayanan bu hüküm elbette işveren tarafından akit sonlanıyorsa koruyucu niteliktedir. Oysa kadının kendi arzusu ile akdin son bulması 1475 sayılı kanun zamanında evlendikten sonra çalıştırılmasına izin verilmeyen kadınları korur niteliktedir. Zaman içerisinde işçiler veya işçi eşleri tarafından maalesef hak kötüye kullanılabilmektedir. Netice itibari ile de hüküm cinsiyetçi olduğu yönündeki eleştirilere maruz kalmaktadır. Anlatılan tüm hususlar teoride veya uygulamada pozitif ayrımcılık olarak değerlendirilmektedir. Herkesin eşit kabul edildiği toplumda bu türden farklı davranmaların eşitsizliğe sebep olmayacağı sonucunu barındırır. 2004 tarihi ile Anayasanın 10. Maddesine pozitif ayrımcılığı destekler hüküm eklenmiş olmakla Anayasa m. 10’un ilk iki fıkrası “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” şeklindedir. Özel hukukta yer alan düzenlemeler yanında anayasaya eklenen işbu fıkra ile ayrımcılık yasağı kamu hukukunda da genel norm olarak düzenlenmiştir. Çalışma hayatında erkeklere uygulanan ayrımcılıklar da mevcuttur. Kadınların analık ve emzirme izni mevcut iken babaların böyle bir hakkının olmaması eşit davranma ilkesine aykırı olmakla erkekler adına ayrımcılıktır. İş kanununa 6645 sayılı kanun ile babalar için 5 günlük izin hakkı getirilmiştir. Bu değişiklik erkeklere tanınan bir haktır fakat analık izni süresi ile kıyaslandığı zaman çok da hakkaniyetli bir tutum olduğu kabul edilmeyecektir. Babanın da çocuk ile etkileşim içerisinde olması gerektiği ve hayatındaki değişikliğe adapte olması için izne ihtiyacı olabileceği gündeme gelmelidir. Aynı pozisyon ve aynı şartlarda çalışan kadın ve erkek ebeveynler arasında , doğuma bağlı verilen izin ve haklar açısından çok büyük farklılıklar vardır. Bu durum her ne kadar kadın çalışan için pozitif ayrımcılık gayesi öngörse de erkek çalışanlar açısından ayrımcılığa sebebiyet verebilir. Elbette yasal olarak babalık izninin gelmesi erkekler açısından olumlu bir düzenlemedir. Kadınları koruyucu tedbirler bir diğer söylem ile pozitif ayrımcılık erkek işçilerinin durumunu kötüleştirmemesi gerekir. Bir iş yeri düşünelim sadece kadın işçi çalıştırsın bu durum nitelikli bir erkek çalışanın işe alınmaması ile haksızlığı ve ayrımcılığı gündeme getirecektir. 190 İş Hukukunda Cinsiyete Dayalı Ayr/mc/l/k Rüken Aksakallı Temel Eşit işlem gerekçesi ile bir yerde eşit sayıda kadın erkek çalıştırılacaktır politikası ile iş alımı yapan bir iş yeri düşünürsek de yine esasında pozitif ayrımcılık değil ayrımcılık ile neticelenecek sonuçları gündeme getirecektir. Çalışma hayatında işçilerin birey olarak kabul edildiği, kadın veya erkek olarak ayırmaksızın önce yasal olan tüm hakların tanınmasının esas olması gerektiği kanaatindeyim. Pozitif ayrımcılık söylemiyle kadına veya erkeğe tanınan korumacı tedbirleri de cinsiyetçi olmamak kaydıyla dürüstlük kuralı çerçevesinde çalışma hayatının bir gereğidir. Ancak pozitif ayrımcılık uygulaması diğer cinsiyetin durumunu ağırlaştırmamalıdır. Cinsiyet denildiğinde iş hayatında elbette eşcinsellerinde ötekileştirilmemesi gerek Türk hukuk mevzuatı gerek Uluslararası Sözleşmeler ve düzenlemeler ile aşikardır. Philadelphia, Jonathan Demme yönetmenliğinde, başrollerini Tom Hanks ve Denzel Washington'ın paylaştığı 1980'lerin ABD'sinde AIDS hastalığını konu alan bir drama filminin bir sahnesindeTom Hanks, Danzel Washington'a, AIDS hastası olmasından dolayı işten atılan bir gay olmasıyla ilgili bulduğu içtihadı gösteriyor. İçtihadın söylediği şey şu: "Engelli bireylerin işyerinde ayrımcılığa uğramaları yasaktır. İlgili hükmün lafzında HİV barizce zikredilmemişse de, hükmün uygulandığı davalarda AİDS sadece işçinin fiziksel gücünü azaltmakla kalmayıp, işçiyi sosyal alanda izole ederek onu sosyal bakımdan sakat bırakmaktadır ki bu, ayrımcılığın özüdür: bir bireyin kişisel liyakatlerinden ziyade, onun bir sosyal ya da fiziksel gruba aidiyetini dikkate alarak dışlamak."Söz konusu film ayrımcılığı konu eden filmlerdendir. Toplumun hangi kesiminden, hangi görüş, hangi meslek, hangi renk, hangi dil ve inanç, hangi yaş veya fiziksel görünüşte olursa olsun kimse ötekileştirilmeyi hak etmez. Kanuni olmayan ayrımcılığın meşrulaştırılmaması veya meşru kabul edilen bir ayrımcılığın ise kanun haline gelmemesi için mücadele eden bireyler olmamız toplumun faydasına olacaktır . 191 Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel* Ayrımcılık tüm toplumların her alanda karşılaşabildiği bir sorunken günümüzde çalışma hayatında da çoğu yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu hususun sebebi ise eşit davranma ilkesinden kaynaklanmaktadır. “Eşit davranma ilkesi” işverenecinsiyet, ırk, dil, inanç, politik görüş, sosyal köken, yaş ve fiziksel engel ayırmaksızın davranma sorumluluğunu yükler. Bu sorumluluk işçi ile işveren arasındaki sözleşmesinin gereğidir. Ancak iş hukuku bazı durumlarda haklı, makul ve genel geçer gerekçe var ise işçiye farklı bir işlem yapılması hakkını vermektedir. Bu türden farklı davranma çalışma hayatında eşitsizliğe sebep olmak olarak algılanmayıp dayanağını dürüstlük kuralından almaktadır. Bu nedenle diğer ayrımcılık yasaklarına göre iş hayatındaki ayrımcılığı meşrulaştırmak çok daha kolay hale gelmektedir. Biz uygulamada yer alan hukukçuların, işçilerin iş hayatında eşitsizliklere maruz kalmalarının en temel nedeni eşit davranma ilkesinin yanlış yorumlanmasıdır. İşveren, işçilere karşı çalışma koşulları, iş sağlığı güvenliği, dinlenme hakları, çalışma saatleri ve yasal izinler gibi hususlarda “aynı nitelikteki” işçilere eşit davranma borcunu üstlenir. İşveren mutlak süratle tüm çalışanlara eşit davranma borcunu üstlenmediği algı ise ayrımcılığa çok daha kolay sebebiyet vermektedir. Bizler uygulamada sendikal faaliyetler, sendika üyeliği, cinsiyet ayrımcılığı, dil ve inanç temelli ayrımcılık, yaş, fiziksel engel gibi birçok alanda işçilerin mağduriyetlerine şahit olmaktayız. Keza işverenler meşru kılınan ayrımcılığın kılıfını makul, haklı bir sebep ile dürüstlük kuralında bulmaktadırlar. Ülkemizde “dürüstlük kuralı” yorumu birçok kanuni boşluğa sebep olduğu gibi İş hayatında da böylesine önemli olan bir ilkenin ihlal edilmesine sebep olmaktadır. * Avukat Şenel Hukuk Bürosu/ Lawyer, Şenel Law Firm Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel Bu kapsamda, konuşmamda panel konuşmacılarının konularını tekrarlamamak ve ihlal etmemek adına kısa kısa çalışma hayatındaki ayrımcılık hususlarında şahit olduğumuz Yargı kararları, işçi mağduriyetleri ve film sever olarak çalışma hayatındaki ayrımcılıklara değinen filmler konu edilecektir. Eşit davranma ilkesi 4857 Sayılı İş Kanununun 5. fıkrasında düzenlenmiştir(bknz kanun maddesinin tam metni aşağıdadır). İşçi ile işveren arasındaki iş sözleşmesinin gereği olmakla işverenin borçlarındandır. İlgili madde ile iş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefi inanç ve benzeri sebepler ile ayrım yapılamayacağını söylemektedir. Ancak kanun koyucular tarafından eşitlik ilkesini genişletilecek şekilde yoruma açık cümleler eklenmiştir. Bu husus daha önce de izah edildiği üzere çalışma hayatında ayrımcılık yasağını meşrulaştırmayı kolaylaştırmaktadır. Kaldı ki meşrulaştırmanın kanunda maddedeki sonraki fıkralar ile ayrımcılık çoğu zaman kanuni hale dahi gelebilmektedir. Bu durum işçileri hakkını aramaktan alıkoymakta veya hak arama yolunda işçilerin mağduriyetlerinin giderilememesine sebep olmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu 5. Maddesi ile Eşit davranma ilkesi:“(Ek: 6/2/2014-6518/57 md.) İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz. İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz. İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz. Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz. İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır. 20 nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” 193 Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel Aşağıda uygulamada çalışma hayatında ayrımcılık ile ilgili olan bir takım Yargıtay kararları üzerinde değerlendirmeler bulunmaktadır. 1-Çalışma hayatında ayrımcılığa sebebiyet vermek bu denli kolay iken eşit davranma ilkesine aykırılık ispat yükü de Yargıtay görüşü ile işçinin güçlü biçimde gösterdiği delil ile işçidedir. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2011/276 K. 2013/10657 T. 1.4.20134857/m.5 “İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bunun sonuçları noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır. Somut olayda, davacı işçi ücret ve ikramiyelerinin eksik ödenmesi, ücretinin SGK'ya eksik bildirilmesi, işe giriş tarihinin geç bildirilmesi nedenleri ile iş akdini haklı olarak feshetmiştir. Davacı işçi her ne kadar SGK'ya yapılan şikayet sonrası ücretlerinin asgari ücret düzeyine düşürüldüğünü, işlerinin ağırlaştırıldığı, istifa etmesi için baskı kurulduğunu ve işe giriş çıkışlarda üst araması yapıldığını iddia ederek eşitlik tazminatı talep etmişse de bu iddiaya yönelik olarak dinletmiş olduğu tanıklarının bir kısmının davalı işverenlik ile aynı nedenlerle aralarında ihtilaf olduğu, bir kısmının ise görgü ve bilgiye dayalı bilgilerinin bulunmadığı, dosya kapsamından bordroların hep asgari ücret düzeyinden düzenlendiği, iş yerinde herhangi bir hırsızlık olayı olduğunda üst araması yapıldığı anlaşılmakla davalı işveren tarafından yapılan bu işlemlerin işverenin eşit davranma borcuna aykırılık tazminatının koşullarını oluşturmayacağından davacının eşitlik tazminatı talebinin reddi gerekir.“ İspat yükünün işçide olmasının hakkaniyetli olup olmadığı elbette her somut olaya göre tartışılır ancak işçinin eşitsizliği ispatlaması her zaman kolay değildir ve bu gibi mağduriyetlerde maalesef işçiler hakkını arayamamaktadır. İş hukukunda tanık delili önem arz etmektedir. Ancak bizler mevcut dosyalarımızda maalesef aynı işveren ile çalışan işçi değil aynı işveren ile davası olan işçilere erişebiliyoruz. Bu durum mevcut mağduriyeti gözler önüne sermektedir. 2-İş Kanunu’nun 5. Maddesinde yer alan “farklı işlem yapılamaz”söylemi aşağıda yer alan Yargıtay tarafından iki benzer durum arasındaki başkalığı ifade ettiği şeklinde olduğu davalı işverenin aynı nitelikte dahi olsa yeni ile aldığı işçi için, ücretini çalışan sendika üyesi emsal işçiye göre daha yüksek ücret kararlaştırılmasının ve ödenmesinin eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmeyeceği şeklinde karara bağlanmıştır. Ayrıca işverenin farklı davranması sözleşme serbestisi kapsamında kaldığı görüşüne yer verilmiştir. 194 Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel YARGITAY9. HUKUK DAİRESİ E. 2011/33127 K. 2013/25090 T. 7.10.2013 4857/m.5 “Dava, işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranması nedeni ile eşit işlem borcuna aykırılık tazminatı ile fark ücret, fark ikramiye, fark fazla mesai, fark hafta ve genel tatil alacaklarının tahsiline ilişkindir. Ayrımcılık iddiasında bulunan işçinin kiminle karşılaştırılacağının belirlenmesi varılacak sonuç açısından büyük önem taşımaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesindeki “farklı işlem yapılamaz” sözleri iki benzer durum arasındaki başkalığa işaret etmektedir. İşverenin aynı nitelikte olsa bile çalışan ile yeni işe aldığı işçi arasında eşit işlem borcu bulunmamaktadır. Zira eşit işlem borcu iş ilişkisi kurulduktan sonra uygulanabilecek bir yaptırımdır ve iş ilişkisi kurulma aşamasında işveren yeni işçi ile ücret konusunda iradi olarak anlaşmak zorundadır. Yaptırılacak iş aynı nitelikte olsa bile işyerinde çalışan işçilerin ücretlerinden daha yüksek olabilir. Somut uyuşmazlıkta davalı işverenin aynı nitelikte olsa bile yeni işe aldığı işçi için ücretini çalışan sendika üyesi emsal işçiye göre daha yüksek ücret kararlaştırması ve ödemesi eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmeyecektir. İşverenin bu işlemde farklı davranması sözleşme serbestisi kapsamında kalmaktadır. Bu nedenle davacının fark alacaklarının reddi gerekir.” Ücret alacağı işverenin asli borçlarındandır ve ücret ödenmesinde de eşit işlem ilkesine uygun davranmakla yükümlüdür. Ancak söz konusu kanundan doğan bu ilkenin sözleşme serbestisi ile meşrulaştırılmıştır. Oysa hakkaniyeti ve dürüstlük kuralına göre bir değerlendirme yapıldığında aynı iş yerindeki daha kıdemli olan işçinin daha fazla ücret alacağının alınması yönündeki bir görüş ancak eşit işlem ilkesine uygun düşecektir. Burada ise sözleşme serbestisi ile tam tersi bir durum vardır ve söz konusu eşitsizlik mağduru işçi uygulamada hakkına erişemeyecektir. 3- Sendikal ayrımcılık yapmak yasaktır bu yönüyle aşağıda yer alan Yargıtay kararı da işçinin sendikal faaliyette bulunmasını destekler niteliktedir. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2014/347 K. 2014/5042 T. 4.3.20142821/m.31 “Dava, sendikal tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir. Davacının sendikal tazminatı talep edip edemeyeceği ihtilaflıdır.Davacının talebi yukarıda belirtilen 2821 sayılı Yasa'nın 31/3.maddesine dayanmakta olup davacı iş sözleşmesinin devamı sırasında sendikal ayrımcılığa maruz kaldığını, sırf sendikal faaliyetleri nedeni ile Ç. Sendikası ile yapılan protokole göre bu sendika üyesi işçilere ödenen aylık paranın kendisine ödenmediğini, dava açması üzerine ödendiğini ileri sürerek iş sözleşmesinin feshinden önceki süreçte yaşanan bu olay nedeni ile sendikal tazminat talep etmektedir. Davacının iş sözlemesinin devamı sırasında işverenin yaptığı bu uygulama nedeni ile sendikal ayrımcılığa maruz kaldığı davacı 195 Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel işçinin açtığı ve dava sırasında yapılan ödeme nedeni ile konusuz kalan alacak davasında verilen mahkeme kararını avukatlık ücreti ve yargılama gideri yönünden düzelterek onayan 9.Hukuk Dairesi'nin ilamı ile sabittir. Hal böyle olunca davacının sendikal tazminatı talep hakkı oluştuğu ve alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak talebin kabulü gerektiği halde yanılgılı değerlendirme ile davanın reddi hatalı olmuştur.” Yargıtay kararında bahsi geçen 2821 sayılı Sendikalar Kanunu mülga olmakla 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 17. Maddesine göre sendikaya üye olmak serbesttir. İşçi üye kalmaya üyelikten çıkmaya zorlanamaz. Uygulama dahilindekarara bağlanmış birçok iş davası görülmüştür. Derdest de birçok dosyamız mevcuttur.Sendikalı işçiler birçok negatif ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2015 Ocak ayı istatistiklerine göre, Sendikalılık oranı da yüzde 10,65. Bu rakam dahi Avrupa istatistiklerinin çok gerisinde kalmıştır. Baktığımız bir kısım toplu davada işveren sendikalı- sendikasız işçileri tespite girişmiş, servislerde ve toplu alanlarda sendikaya üye olan veya üye olmak isteyen işçilerin isimlerini belirlemiş, tespit ettiği isimleri ise toplu olarak işten çıkarmıştır. Sendikal istemli açtığımız işe iade davalarında feshin haksız olduğu tespit edilerek işe iade kararı verilmiştir. Ancak işçinin enaz 12 aylık maaşı oranında verilmesi gereken sendikal tazminat ise mahkemelerce verilememiştir. Bu yönde kararlar verilemiyor olmasının psikolojik, sosyolojik ve siyasal nedenleri olabilir. Yine metal işçileri eylemlerinde işçiler sendikaya güvenememekte, bu nedenle sendika üyesi dahi olmak istememektedir. Ülke de sendika yapılanmalarının bir kısmı sarı sendika diye tanımlanmakta, aslında işçiyi değil işvereni temsil eden yasaları aşmak maksatlı kurulan sendikalar olduğu düşünülmektedir. Bu ve benzeri nedenler ile işçiler sendika üyeliğine rağbet etmemektedirler. 1978 yapımı Atıf Yılmaz filmi Kibar Feyzo sosyolojik boyutları olan yapım özellikle sendikalı sendikasız ayrımını bu sahnesiyle hafızamıza kazımıştır. Filmde ağalık düzenine ciddi eleştiriler getirilmiştir. http://www.imdb.com/title/tt0252597/?ref_=fn_al_tt_1 https://www.youtube.com/watch?v=X3UDocGaqxA 196 Uygulamada Çalışma Alanında Ayr/mc/l/k Vakaları Necip Şenel http://www.imdb.com/title/tt0107818/?ref_=fn_al_tt_1 https://www.youtube.com/watch?v=cl4B9AU45P4 Amerika Birleşik Devletleri'nin 16. başkanı ve Cumhuriyetçi Parti`nin ilk başkanıdır. Hakkında birçok film yapılan Amerikan Başkanı köleliği kaldıran Amerikan Başkanı olarak tarihe geçmiş, yaptığı hamle ve yasal düzenlemeler domino etkisi yaratarak tüm dünyaya yayılmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=ZjhRxv47y_w http://www.imdb.com/title/tt0443272/?ref_=fn_al_tt_1 197