JiNEKOLOJiK ONKOLOLiDE ETİK Prof. Dr. Nermin Ersoy Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Kanser tedavi ve bakımı ciddi etik kaygılar barındırmaktadır. Bunlar çoğunlukla “hastaya kanser olduğunu söylemeli miyim? Hastanın hastalığı saklamama gereken bir sır mı? Tedavinin yararları ile tehlikelerini açıklamanın sınırı var mı? Nafile olan tedaviyi ne zaman sonlandırmalıyım? Yararsız olan tedaviyi hasta ya da ailesi istiyor diye sürdürmeli miyim? Yaşamsal tedavi reddedildiğinde saygı göstermeli miyim? Ölmeye yardım isteyen terminal dönem hastasına yardım etmeli miyim?” şeklindeki sorularla dillendirilir. Jinekolojideki etik kaygıları ise daha çok gebeliğin sürdürülmesi ya da sonlandırılmasının sınırları, üremeye yardımın sınırları, prenatal tanı testleri, yüksek riskli yenidoğanın canlandırılması, genetik bilginin kimlerle paylaşılması ile ilgilidir. Bu tür etik kaygılarla baş etmede ne yazık ki sadece tedavi ve bakım ile ilgili bilgi ve deneyim yeterli gelmemektedir. Jinekolojik onkolojiye özgü tıbbi sorumluluklar kadar her bir hekim ve hemşire etiğe uygun kanser tedavi ve bakımı sürdürebilmek için mesleğinin değerlerini, amacını, etik ödevleri ile yasal sorumluluklarını da kendisine rehber seçmelidir. Bu nedenle mezuniyet sonrasında da klinik etik eğitim sağlanmalı hekim ve hemşire alanın kendine özgü etik kaygılarından haberdar edilmeli ve rehber kurallar tanıtılmalıdır. Örneğin birçok klinik alanda sorumluluk alanı sadece hastadan oluşmakta iken, jinekolojide ise çoğunlukla kadın ile birlikte korunması gereken bir diğer kişi –embriyo, fetüs- daha bulunmaktadır. Dolayısıyla jinekolojik onkolojide birçok kararda iki kişinin yararı gözetilmelidir. Çünkü jinekolojik onkolojide önerilen her hangi bir tıbbi girişim anneye yarar sağlarken bebeğe zarar verebilmektedir. Ciddi etik ikilem yaratan bu gibi durumlarda en doğrunun, en iyinin ya da en uygunun ne olduğunun belirlenmesinde yol gösterici etik bilgisidir. Etik İlkeler Özellikle son 30 yılda çağdaş hekimlik anlayışında ve hekimlik yükümlülüklerinde baskın olan temel tıp etiği ilkeleri etik sorunlarla baş etmede birer rehber kural niteliğindedir. Yararlılık, kötü davranmama, bireye- özerkliğe saygı ilkesi ile adalet ilkesi bu yol göstericilerin temelleridir. Jinekoloji gibi sorumluluk alanı iki kişiden oluşan bir alanda neredeyse tüm tıbbi kararlara yararlılık ilkesi ile özerkliğe saygı ilkesi dayanak oluşturmaktadır. Yararlılık ilkesi hekimin çeşitli tedavi olasılıklarını tarafsızca değerlendirmesi, dolayısıyla elde edilebilecek en büyük fayda ile katlanılacak en küçük zararı öngörmesi, tartması, en fazla yarar ile olası zararları dengelemesi yönünde etik yükümlülüklere gerekçe oluşturmaktadır. Yararlı olanı yapma şeklinde adlandırılan bu etik yükümlülük ile hekimin her bir tıbbi girişimde hastanın güvenliğini sağlamak ve onun en iyi yararını elde edecek şekilde davranmasını buyurmaktadır. Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 1 1 Dolayısıyla hekim güncel ve güvenilir bilimsel bilgiyi tarafsızca kullanarak tıbbi yararı belirlemeli, tıbbi yarar bulunmayan girişimleri yaparak hasta bireye, diğer hastalara ve topluma zarar vermemelidir. Özerkliğe saygı ilkesi jinekolojide kadının/hastanın kendi değer ve inançlarına, beklentilerine dayanarak alternatifler arasından seçim yapma özgürlüğüne saygı gösterilmesini buyurmaktadır. Eğer kadının özerk seçimi fetüse zarar veriyorsa bu kararın etik açıdan haklılandırılması çok önemlidir. Kanser tedavisine başlamak için gebeliğin sonlandırılması ya da toksitite nedeniyle bebeğin sağlığının riske atılması ya da çoklu gebeliklerde birkaç bebeğin yaşayabilmesi için birkaç bebeğin alınması annenin özerk seçimine bağlıdır. Ancak elde edilmek istenen yarar için kimin ne kadar zararı ya da riski göze alması gerektiği önemli bir etik konudur. Önemli yol gösterici bilimsel bilgi olmakla birlikte, etik açıdan özerk seçimlerin bir başkasına zarar vermemesi şeklindeki buyruğu da destekleyicidir. Görüldüğü gibi aslında iki temel etik ilke jinekolojide eşit bir ağırlığa ve öneme sahiptir. Fakat özellikle kanser tedavisinde birbiriyle daha sık çatışabilmektedir. Bu nedenle jinekoloji ve kanser çalışanları için etik kurallar daha fazla önem kazanmaktadır. Adalet ilkesi kişinin hak ettiğini elde etmesine olanak tanıma şeklinde tariflenebilen adalet ilkesi hekim ve hemşireye benzer özellikteki hastalarınıza benzer sağlık hizmeti sunma yönünde ödev yüklenmesine gerekçe oluşturmaktadır. Çünkü ne yazık ki tıbbi kaynaklar ihtiyacı olana ihtiyaç duyduğu anda sağlanabilecek kadar bol değildir. Sınırlı sayıda ve aşırı pahalı olan kanser tedavi ve bakımının emsal hastalar arasında adil paylaştırılması oldukça güç olabilmektedir. Bu nedenle kanser tedavisinde tıbbi kaynaklar daha özenli ve elde edilecek yarar göz önünde tutularak paylaştırılmalıdır. Her bir tıbbi uygulamayla ilgili elde edilecek tıbbi yarar kadar, toplumsal yarar ile yükler tartılmalıdır. Tıbbın amaçlarıyla kolaylaşan bu ödevin yerine getirilmesinde için son yıllarda önerilen bir diğer ölçüt tedaviyle hastaya sağlanabilecek yaşam kalitesidir. Etik Konular / Etik Ödevler -Yükümlülükler Jinekolojik Onkolojide daha fazla önem kazanan etik konular bağlamında yukarıda tanımlanan temel tıp etik ilkeleri ile temellendirilen etik ödevler, hekim ve hemşirenin olası etik sorunları engelleyebilmesi, diğer sorunlardan ayırt edebilmesi, sorunları çözümleyebilmesi mümkün olabileceği gibi, kanser tedavi ve bakımının etiğe uygunluğunu da sağlar. I. Aydınlatılmış Onam Hastanın belirlenmiş olan hastalığı, hastalığının varsayılan tedavi seçenekleri, her bir olası tedavinin ona sağlayacağı yararlar ile tehlikeleri, tedaviyi reddettiğinde kendisinde ortaya çıkabilecek sorunları, tedaviden sonraki yaşam tarzı konusundaki bilgileri hekiminden; doğru, açık ve anlayabileceği bir şekilde almasıdır. Bireyin kendi bedenine neler yapılacağına izin verme hakkı yani “bireyin kendi hakkında karar verme hakkı” anayasa ile güvence altına alınmış en temel etik haklardan biridir. Bireyin bu hakkını kullanılabilmesi ise ancak karar vereceği şey konusunda bilgisine bağlıdır. Hekimliğini giriş anahtarı olan bu izin/hak hastayı aydınlatmayı, gerçekleri söylemeyi ve hastanın gerçek aydınlatılmış onamını almayı gerektirmektedir. Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 2 2 1) Hastayı aydınlatma ödevi; hekim ve hemşire kendi alanlarına özgü olarak hastaya önerdikleri ya da yapmayı uygun buldukları tedavi ya da bakım hakkında kısa ve yabancı sözcükler kullanmadan bilgi vermelerini gerektirmektedir. Onkoloji etiğinin merkezi konusu olan aydınlatılmış onamın uygulamaya yansıtılması doğru aydınlatma sürecinin başlatılmasıyla mümkün olmaktadır. Yönlendirici olmayan aydınlatma sürecinden sonra hastanın kendi hakkındaki karar verme hakkını kullanmasına olanak tanındığı gibi hasta–hekim-hemşire arasındaki güven ilişkisinin de korunması sağlanmış olur. 2) Hastaya gerçeği söyleme ödevi; gerçeğin söylenmesinin temelinde bireye saygı ilkesi yatmaktadır. Hasta birey sadece insan olduğu için saygı görmeyi hak ettiğinden kendisine ait olan gerçekleri bilme hakkına sahiptir. Acı da olda hasta kanser tanısını, tedavi başarısını, kendisini bekleyen zorlu süreci, olası yaşam kalitesini bilmelidir. Gerçeğin söylenmesinde en temel çekinceyi hastanın üzüleceği, hatta korkarak tedavisini reddedeceği oluşturmaktadır. Bu endişenin yersiz olmadığı deneyimlenmiş olsa dahi, gerçeği bilmeyen hastanın hastalığını önemsememesi, tedavi planına riayet etmemesi, kontrollerine özen göstermemesi sonucunda görebileceği zarardan hekim sorumlu tutulacaktır. Bununla birlikte hekimin hastasına kanser gibi ölümcül olarak adlandırılan hastalık hakkında bilgilendirmeye başlamadan önce hastasına “kedisiyle ilgili bilgileri isteyip istemediği ya da ne kadar bilgiye sahip olmak istediğinin” sorulması olası zararları önleyebilecektir. 3) Hastanın geçerli aydınlatılmış onamını elde etme ödevi; hekimlik için temel bir ödevdir. Çünkü hekimlik yapabilmek için iki şeye ihtiyaç vardır. Birincisi hekimlik diploması, ikincisi hastanın onamıdır. Bu onamın etik ve yasal açıdan geçerli olabilmesi için de hastanın karar verdiği konuda aydınlatılmış olması gerekmektedir. Ayrıca hasta bireyin gönüllülüğünü, özerk seçimini işaret eden aydınlatılmış onam hastayı hekimden hekimi de hastadan koruyan bir süreç, bir belgedir. II. Mahremiyet Bireyin diğer bir temel hakkını oluşturan mahremiyet, kişinin sırlarının korunması yönünde katı bir etik ödevin yüklenmesine gerekçe oluşturmaktadır. Bulaşıcı hastalıklar ile genetik hastalıklarda daha sık dillendirilmekle birlikte, hasta bireyin gizlenmesini arzu ettiği her türlü bilgi hastanın sırrı kapsamına girmektedir. Bu nedenle hastanın tanısı, tüm tıbbi bilgileri, öyküsü tıbbi gizlilik bağlamında ele alınarak eylemde bulunulmalıdır. 1) Hastanın sırrını saklama ödevi; hekimin tıbbi gizlilik ödevi en eski ödevlerinden biridir. Bu nedenle hekim tanı ya da tedavi sürecinde öğrendiği ya da edindiği hasta bilgilerini/ sırlarını hastasının yararına dahi olsa onun bilgisi ve izni olmaksızın açıklamamalıdır. Kanser gibi hastanın çevresiyle yaşadığı hastalıklarda dahi hasta yakınlarının bilme hakkı, hastanın verdiği izin ile sınırlıdır. Hasta eğer yakınlarının tanısını bilmesini istemiyorsa açıklanmamasını isteyebilir. Hekim de gizlenmesi istenen bilgi bir başkasının yaşamsal zarar görmesine neden olmadığını öngörüyorsa bu bilgiyi açıklamamalıdır. Hastanın iznini almadan yapılan açıklama mahremiyet ödevinin ihlali anlamına geldiği gibi, hasta – hekim arasındaki güven ilişkisini de zedeleyen bir eylemdir. Hastalığın kötü olması hastanın sırrını paylaşmayı haklı çıkartmamaktadır. Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 3 3 III. Yararların Çatışması Özellikle jinekolojide tedaviden etkilenebilecek olan ikinci bir kişinin bulunması önerilecek tıbbi girişimle tarafların görebileceği yarar ve zararların çatışmasına daha sık neden olmaktadır. Bu nedenle hekim hastası için uygun gördüğü tedavi planını yaparken iki kişinin yararlarını korumaya, olası zararı önlemeye ya da en azından azaltmaya çabalaması beklenmektedir. Ancak annenin ve bebeğin görebileceği yarar ve zararın eşit oranda olması halinde korunması gereken asıl yararın ne olduğu ciddi ikilem yaratabilmektedir. 1) Yaralılık ödevi; Hipokrat’tan günümüze kadar varlığını koruyabilmiş olan bu etik ödev tıbbi gelişmelerle her gün biraz daha sorgulanır olmaya başlamıştır. Yararın kim için, kime göre olması gerektiği yönünde karşı çıkışlar yersiz değildir. Geriye dönme ihtimali bulunmayan, hatta beyin ölümü gerçekleştirilmiş olan kadının karnındaki bebeğinin yararı adına onun makinelerle canlı tutulması bebeğin sağlıklı doğma hakkı ile kadının huzur içinde ölme hakkı arasında ikileme neden olmaktadır. Bu nedenle birden fazla korunması gereken yararın bulunduğu jinekolojik onkolojide etik ikilemlerle baş edebilmek için jinekolog önce; a) Korunması gereken asıl yararın ne olduğunu, b) Korunması gereken yararın sınırlarının ne olduğu ya da ne olması gerektiğini, c) İncinebilir nüfusun bir üyesi olarak fetüsün yararını koruma yükümlülüğünün kime /kimlere ait olduğunu, d) Anne ve fetüsün yararları çatıştığında asıl korunması gereken yararın kime ait olduğunu tartmalıdır. Bir diğer yarar çatışması hekimin, bazen sağlık kurumunun kişisel yararı ile hastanın tıbbı yararının çatışmasıdır. Etik açıdan hiçbir şekilde savunulamayan bu yarar çatışması tıbbın tüm değerlerine ve etik kodlarına aykırıdır. Bu nedenle ilaç endüstrisinin yararlarını gözeterek kişisel ya da kurumsal yarar elde etmek üzere tedavi planı yapmayı önleyebilecek kurallar, standartlar getirilmelidir. 2) Tıbbi yararı gözetme ödevi; her hekim, tıp ve uzmanlık eğitiminde her bir tıbbi girişim ile hastanın elde edilebileceği tıbbi yararı öngörebilecek bilgi ve deneyim kazanır. Edinilmiş olan bu bilimsel bilgi sayesinde hekim “şikâyeti ortadan kaldırabilme, mevcut durumu iyileştirme, kaybedilmiş olanı geriye kazandırabilme ya da kötüye gidişi durdurabilme, yaşam kalitesini yükseltebilme şeklinde özetlenebilen tıbbi yararlardan bir ya da bir kaçını elde etmek üzere tedavi planı yapar. Ancak hekim tıbbi endikasyon için yukarıda söz edilen amaçları göz önünde tutmayı ihmal ederse tıbbi kararının etiğe uygunluğundan söz etmek güçtür. Çünkü oldukça sınırlı olan tıbbi kaynaklar nafile yere tüketilmiş olabilmektedir. IV. Kaynakları Adil Paylaştırılması Sağlık hizmetleri sunumu sırasında kullanılan tüm araç, gereç, ilaç, vb. teknik ve sıhhi malzemeler gibi hekim ve hemşire de birer tıbbi kaynaktır ve diğerleri gibi sınırlı sayıdadır. Ülkemizde olduğu gibi birçok ülkede tıbbi kaynaklar ihtiyacı olan her hastanın ihtiyaç duyduğu anda ihtiyacını karşılayabilecek kadar değildir. Bu nedenle tıbbi kaynakları etkin ve adil paylaştırabilmek için tıbbi yararın gözetilmesi, tedavi ile elde edilebilecek yaşam kalitesinin göz önünde tutulması, triyajın yapılması ve tıbbi yarar elde edilmesine olanak tanımayan tedavilerin -nafile tedavi- yapılmaması gerekmektedir. Kaynakların hakkaniyetli Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 4 4 bir şekilde paylaştırılmasına olanak sağlayan bu ölçütler kararların etik açıdan uygunluğunu sağlamaya önemli destek sağlamaktadır. Özellikle kanser gibi kullanılabilecek tedavilerin sınırlı sayıda ve aşırı pahalı olması bu gerekliliği artırmaktadır. Bu nedenle hekim ve hemşire mevcut kaynakları benzer ihtiyacı bulunan hastalar arasında adil üleştirmek için adaletli ölçütlerini ihmal etmemelidir. 1) Adalet ödevi, Nafile tedavi yapmama ödevi, Zarar vermeme ödevi; hekim ve hemşire hastaya yarar sağlamayan tedavi ve bakımı yapmayarak kaynakları adil paylaştırma ödevini yerine getirdiği gibi zarar vermeme ödevini de yerine getirmiş olmaktadır. Çünkü tıbbi kaynakları nafile yere tüketilmesi iki tür zarara neden olmaktadır. Bunlardan ilki hastanın iyileşmesine, yaşam kalitesinin yükseltilmesine, kaybettiği fonksiyonları geri kazanmasına ya da kötüye gidişin önlenmesine yardımcı olmadığı görülen ya da öngörülebilen saldırgan tıbbi girişimlerin sürdürülmesi bu kaynaklardan söz konusu faydaları sağlayabilecek olan hastaların pay almasını engellemektedir. Kıt ve pahalı olan bu tıbbi kaynakların nafile yere tüketilmesi, toplumu da ekonomik açıdan zarara uğratılmaktadır. Onkoloji özelinde konuyu açtığımızda tıbbi yararı olmayan ya da katlanmak durumunda kalınacak zarar ve yükleri yarardan fazla olan saldırgan tedavilerin sürdürülmesi, terminal dönemdeki hastanın yaşamı destekleyen makinelere bağlı tutarak ölümünün ertelenmesi, canlandırılması, yapay beslemenin sürdürülmesi en sık karşılaşılan nafile tedavilere örnektir. Etik açıdan haklılandırılamayan bu tedaviler bireye, aileye, kuruma, diğer hastalara, hatta topluma zarar vermektedir. V. Yaşam Kalitesi Yaşamsal fonksiyonların bir araç ya da bir kişiye bağlı olmadan sürdürebilmek anlamında ele alınan yaşam kalitesi tıbbın esas amacıdır. Hasta bireyin araç-gereç ya da bir kişiye bağlı olmadan yaşamını sürdürebilmesi için çaba gösteren hekim ve hemşire, en az ya da en azın altında yaşam kalitesine sahip olan hastaları için yapılan tıbbi girişimlerinin gerekliliği konusunda ikilem yaşayabilmektedir. Terminal dönemde oldukça külfetli olan agresif tedavilerin sürdürülmesi, geriye dönme şansı olmadığı halde yaşamı destekleyen sistemlerden çekilmemesi, huzur içinde ölme hakkının engellenmesi etik açıdan onaylanabilen durumlar değildir. 1) Yaşam kalitesini koruma, yükseltme ödevi; günlük yaşamını sürdürmede sorun yaşayan, ağrı, acısı olan bir birey, kaybettiği yaşam kalitesini geriye kazanmak için hekime başvurur. Genellikle de hekim hastasının kaybettiği yaşam kalitesine ulaşabilmesi için en fazla yarar sağlayan ama en az külfet getiren bir tedaviyi önerir. Bazen yaşam kalitesinde olumlu bir değişikliğe neden olabilecek tedavi de önerebilmektedir. Hastanın hatalı umutlanmasına yol açabilecek olan tedavinin, bir süre sonra yararsız olduğunun görülmesi hastanın tıbba olan güvenin yıkılmasına neden olabilmektedir. Adalet ve zarar vermeme ödevlerinin ihlali anlamına gelen bu tür tedavi kararları, tıbbın amacına da aykırıdır. Makul bir insanın yaşamak istemeyeceği bir hayatın dayatılmasına yol açabilen nafile tedavi, diğer hastaların yaşam kalitesinin yükseltilmesini de engelleyebilmektedir. VI. Etik Karar Verme Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 5 5 Tıpta karar hastaya ait bulguların bilimsel bilgi ile anlamlandırılması sonucunda verilmektedir. Bu sadece teknik açıdan bu kabul edilebilir. Çünkü karar hasta bir bireye/insana aittir ve laboratuar sonuçlarından daha fazlası vardır. Hasta bireyin tetkiklerinden başka, her bir karar kişinin değerlerini, tercihlerini, beklentilerini içermektedir. Bu nedenle kararın etik yönü önemlidir. Teknik açıdan mükemmel bir kararın her zaman hasta için de mükemmel olduğunu söylemek güçtür. Çünkü kararın kişi için uygunluğu önemlidir. Bu nedenle kararın kim tarafından verilmesi gerektiği, doğru karar için neler yapılması gerektiği ile ilgili karar sürecinin kullanılması önerilmektedir. Hasta-hekim arasındaki güven ilişkisinin de korunmasına yardımcı olabilen karar süreci, yukarıda söz edilen etik yükümlülüklerinin yerine getirilmesine de olanak tanır. Karar verme süreci: 1) Karar vericinin belirlenmesi: Her zaman asıl karar verici hastanın/kadının kendisidir. Hastanın özerkliğini, değerlerini, beklentilerini, dolaysıyla gönüllülüğünü ve yararını korumanın ilk adımı olan karar vericinin belirlenmesi kararın etiğe uygunluğu için esastır. Ancak kadının /hastanın karar verme kapasitesine sahip olmadığı durumda eş ya da bir yakını, arkadaşı hasta adına karar verici tayin edilebilir. Hastanın karar verme kapasitesine sahip olmasını engelleyen çeşitli durumlar olabilmekle birlikte, yaş bunlardan biri değildir. 18 yaşın altında evli bir genç kadın kendisi hakkında karar verme hakkına sahiptir. Çünkü evlendirilerek kendisine çeşitli kişisel, sosyal, hatta toplumsal sorumluluklar yüklenmiştir. Bu durumda kişi kendisinin sağlığı hakkında da karar verebilir. Bir diğer yaşa ilişkin ikilem yaratan durum ekonomik bağımsızlığı bulunan 18 yaş altındaki çocuklardır. Eğer kendisine ailesi tarafından bu konuda ekonomik ve sosyal sorumluluk vermiş ise çocuk kendisi ile ilgili tedavi kararlarını verebilmektedir. Yüklenilen yükümlülüklerle karar verme kapasitesi arasında denge kurmaya çalışan etik yaklaşım, yasalarla örtüşmeyebilmektedir. Karar verme kapasitesine sahip olduğu halde hasta kendisi hakkında karar hakkını devredebilmektedir. Belgelenmesi gereken bu durum çeşitli sorunlara hazırlayabilmektedir. Ameliyat sırasında eşe kadının tüplerini bağlama sonucunda verilen karar etik açıdan savunulabilen bir karar değildir. Acilen getirilmesi gereken tıbbı zorunluluk halleri dışında. verme zemin teklifi yerine 18 yaş altı evli olmayan ve çalışmayan, ailesiyle yaşayan genç kızlar için ise ebeveyne onamı gerekmekle birlikte 12 yaşından itibaren karara katılması, haberdarlığının sağlanması gerekmektedir. 14 yaşında kendisine aile üyelerinden birinin tacizine uğradığı söyleyen genç kıza ebeveyni onam vermediği için dikkate almamak etik açıdan endişe vericidir. 2) Doğru tanı için bilgilerin toplanması: Hekim tanı sürecinde mevcut koşullar içinde en uygun olan, hastaya fiziksel ve psikolojik açıdan en az külfet getiren ve en ekonomik olan yöntemleri hastanın, kurumun ve ülkenin yararı adına göz önünde tutmalıdır. 3) Tıbbı açıdan en uygun tedavi olasılıklarını belirleme: Hekim mevcut koşullar içinde sunulabilecek en iyi tedavi yöntemi önermelidir. Klinik ortam ve hastanın koşullarıyla örtüşmeyen müdahaleler mümkün olduğu kadar önermemelidir. Hastaya en fazla yarar Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 6 6 sağlayabilecek tedavi planının yapılabilmesi için gerekirse bilimsel destek almaktan çekinmemelidir. 4) Etik çatışmalar fark edilmeli, öncelikler belirlenmeli: Hekim ve hemşire tanı ve tedavi süreci içinde özerkliğe saygı ilkesi, yararlılık ilkesi, kötü davranmama ilkesi ve adalet ilkesinin yüklemiş olduğu etik ödevleri göz önünde tutmalıdır. Etik çatışmanın yaşanması durumunda hangi ilkenin öncelikli ele alınması gerektiğini aralarında tartışılmalı, ortak karara uygun bir yol izlenmelidir (konsey kararları gibi). Buna rağmen bir etik sorun yaşandığında etik konsültasyona başvurmalıdır. 5) Topluma karşı sorumluluk: Jinekolojik onkolojide her bir kararın toplumsal yönü bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle her bir klinik karada toplumun yararı da göz önünde tutmalı, toplumun tıbba olan güveninin korunması ihmal edilmemelidir. Prof. Dr. Nermin ERSOY, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD Sayfa 7 7