FRANSIZ BASININDA GENÇ-TÜRK DEVRİMİ UFUKTA FIRTINALAR VAR...................................................................................... . Almanya Güçleniyor . Fransa’nın Almanya’ya bakışı . Amerika Geliyor . WILSON Senato’da görüşlerini açıklıyor . Savaşın Yazgısı Belirleniyor 1908 GENÇ-TÜRK DEVRİMİ.................................................................................... . Devrimin Niteliği . Bayram Coşkusu . İlk Tepkiler .Fransız Devriminin Etkileri .Jean Jaurès’e göre 1908 ‘Genç-Türk Devrimi .İtalyan Liberallerine göre ‘Türk Devrimi’ .Kardeşlikte ilk çatlak .Anayasa ve Özgürlük . Ulusal Egemenlik ve Devletin Dini . ‘Ulusal Ruh’ KARŞI DEVRİM (31 Mart Başkaldırısı)..................................................................... .Adana Olayları 1 MİLLÎ MECLİS VE SALTANAT................................................................................. .Bir ‘Not’ . Merkeziyet ve Adem-i Merkeziyet .Ya Özerklik ya savaş! . Bunalıma doğru . Uzlaşı Arayışı ve ‘Büyük Kabine’ . Komitacılıktan Siyasal Particiliğe . Ordu ve Halk DÜNYA SAVAŞI ve GENÇ-TÜRK DEVRİMİ................................................................... .’Doğu Sorunu’nda yön değişikliği .Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘yazgı’sı .Doğu Cephesi’nde Yeni Çok Şey Var ‘ .Türkiye Artık Yok’ . Göç ve ‘Zorunlu Göç’ (Tehcir) .Açlık, Soğuk ve Hastalık . Geldik Van’a . ‘Beşinci Kol’ Olmak 2 .Dörtbir Koldan Saldırı SAVAŞ’IN DÜNYAYI SARIŞI................................................................................ . Amerika Amerika .Dünya Yeniden Biçimleniyor . Birleşmiş Milletlere Doğru Bir ‘Dönem’in Sonu………………………………………………………………….. FRANSIZ BASININDA GENÇ-TÜRK DEVRİMİ Yirminci yüzyılın başı, kronolojik bir çağın başlangıcı olduğu kadar ‘tarihsel ve toplumsal bir dönüşüm çağı’nın da başlangıcıdır. Avrupa’da ‘merkezî imparatorluklar’ diye adlandırılan Alman, AvusturyaMacaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanacak ve Rus Çarlığı ise ‘Ekim Devrimi’ ile bir başka ‘toplumsal formasyon’a dönüşecektir. İmparatorlukların parçalanması sonucunda yeni bir ‘uluslaşma süreci’ de başlamış olacaktır. ‘Milllî Demokratik Devrimler Çağı’ diye de adlandırılan tarihin bu dönemi, zengin ‘kuramsal ve pratik’ özgüllükler taşımaktadır. O nedenle de, özellikle tarihçiler tarafından ‘yinelemeli bir yenidenlik’le ele alınmakta ve her ‘yeniden ele alınış’ında çarpıcı sonuçlara ulaşılabilmektedir. İlişikte sunulan yazı, kısa bir ‘genel durum’ betimlemesinden sonra, 1908 ‘GençTürk Devrimi’ne Avrupa’dan bakışı yansıtmayı amaçlamaktadır. Aynı başlıkla bir kitap çalışmasının taslağı olan yazının, okuyucunun eleştirilerine açık bir sunumu olduğunun da ayrıca belitilmesine gerek yok. Başvurulan kaynaklar sözkonusu dönemin ‘Fransız basını’ olup (1), başkaca herhangi bir kaynağa gönderme yapılmamaktadır. 3 Genç-Türk Devrimini tarihsel ve toplumsal olarak yerine oturtabilmek, ancak dönemin ‘egemen güçler’in konumlanışları, bir başka deyişle ‘Dünya Dengesi’ni kısaca gözönüne almakla olanaklıdır. O nedenle kısaca bu konuya değinilecektir. Ve ardından‘Türk Devrimi’nin ‘Gençlik Dönemi’ kısaca özetlenecektir (2). ______________ (1) Le Matin, Le Temps, Le Petit Parisien, Le Journal, Le Petit Journal, Le Figaro, l’Humanité gibi Fransız gazeteleri ile Genç-Türklerin (Agop bey Cherbetgian) yayın organı haftalık La Jeune Turquie ve muhalif Şerif Paşa’nın çıkardığı Le Constitutionnel (Mechroutiette) gazeteleri ve Mercure de France dergisinin 1908-1918 yılları arasındaki on yıllık dönemi gün gün incelenmiş Türkiye ile ilgili haberler önemli ölçüde taranmıştır. (2) Yazı içinde kimi sözcük ve deyimlerin Fransızca’sının da yazılması, başkaca hiçbir yoruma yer bırakmayacak biçimde, o sözcüğün Türkçe’ye gelişigüzel çevirlerinin denetlenmesini sağlamaya yönelik olup, bu konuda düşünce üretenlere yardımcı olmak amacı taşımaktadır. Örnek olarak, Türkçe’ye ‘İttifak’ olarak çevrilen ‘Bağlaşık’ (allience) terimi ile ‘İtilaf’ olarak çevrilen ‘Uzlaşı’ (entente) güçleri verilebilir. UFUKTA FIRTINALAR VAR 1910 yılının sonuna doğru La Post gazetesinde Dr Carl Peters’in bir makalesi Le Petit Journal’in Berlin muhabiri Gaston Routier tarafından Fransız halkı için aşağıdaki gibi özetleniyor .(1) Almanya ve İngiltere iki kutup olup, öbür ülkeler onlara göre yerleşmekteler : Biri Üçlü Bağlaşık (Müttefik) Güçler, öbürü Üçlü Uzlaşı (İtilaf) Güçleri. İngiltere bugün dünyanın dörtte birine hükmediyor ve egemenliğini korumak istiyor ama Almanya da onu geçmek istiyor; buradan kolayca bir savaş çıkabilir . Bu rekabet Roma ile Kartaca arasındaki rekabete benziyor. Ancak Almanya’da imparator, İngiltere’de olduğu gibi anayasal bir bir monark değil, başkumandan gibi ordusunun başında. 4 Sosyal demokratlar ülke savunması sözkonusu olduğunda, kuşkusuz İmparatorkral’ın adamları gibi davranmazlar seçimlerde. Bu bakımdan Almanya önde. BosnaHersek olayında olduğu gibi Almanya kılıcını araya koyar koymaz akan sular duruyor. O nedenle son iki yıldır Berlin-Viyana ne derse Avrupa’da o oluyor. Demek ki Dünya politikasında yeni bir durum sözkonusu. İlk sonuç Rusya’nın Üçlü Bağlaşık’tan kopması ve İstanbul üzerinde Alman politikasının etkisinin pekişmesi. Türkiye ile Romanya’nın anlaşması da bunun göstergesi. Eğer Türkiye Berlin-Viyana eksenine girerse Avrupa’da taşlar yerinden oynayacak demektir ve Rusya’nın Doğu’daki geleneksel politikası tamamen değişecektir. Bu, İngiltere’nin Orta Avrupa’daki etkinliğini zayıflatacağı gibi, Nil ve Ganj üzerindeki etkisini de azaltacaktır. Genç Mısırlılar ve Hintli ulusalcılar da Almanya’nın yanına gelebileceklerdir. Bu durum Kuzey Amerika ve Japonya’yı da oyunun içine çekecektir. Demek ki Almanya’nın elinde kozlar var ama Berlin-Viyana da giderek bir ‘roc de bronze’ (*) oluşturmakta. ____________________ (1) Bu özeti yapan Gaston Routier, “hepsi doğru diyor, ne var ki İngiltere bugün ‘Şah’! yemiş ama daha ‘Mat’ olmamıştır”. Ve ekliyor: “Bu Alman yazarın görüşleri hiç de yabana atılır gibi değil ve en büyük etkisi de İstanbul üzerinde olacağa benzemektedir”. Le Petit Journal, 10 Kasım 1910 (*) ‘Sert Kaya’ anlamında.. Almanya Güçleniyor 1878 Berlin Kongresinin ardından Almanya, Balkanlar’da Rus etkisinin azaltılması için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile işbirliği yaparken, Doğu’ya açılmak için de Osmanlı İmparatorluğuyla ilişkilerini geliştirmekte idi. 5 7 Ekim 1879’da Avusturya-Macaristan ile yaptığı antlaşmaya 20 Mayıs 1882’de İtalya da katılarak ‘Üçlü Uzlaşık’ kurulmuş oldu. Baltık Denizi’nde, Kıbrıs adasının beşte biri büyüklüğündeki Heligoland ve Dün adalarının egemenliğini de İngilizlerden alarak (1889), Almanya artık Avrupa’nın en ‘baskın güç’ü olmuştu. Sıra ‘Egemen güç’ olmaya gelmişti. Zaten Bismark’tan sonra Almanya İmparatoru olan Guillome II (Willhelm II) döneminde gerek İtalya’nın ‘Üçlü Uzlaşı’dan ayrılması ve gerekse Fransız-Rus işbirliğinin sıkılaşması, Almanya’yı yeni arayışlara itti. İtalya, Adriyatik bölgesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ‘çıkar çelişkisi’ bulunduğu için Almanya’ya karşı ‘çekimser’ duruyordu. Romanya’nın da çekimser tutumunu gören Almanya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’na yaslanmaktan başka seçeneği yok gibiydi. Kaldı ki Almanya ‘Bağdat Demiryolu’ ile Basra’ya kadar açılmak için uzun süre uğraşmış, oradan da İran ve Hindistan’a açılmanın yollarını aramakta idi. Fransa’nın Almanya’ya bakışı Fransa-Almanya rekabetinin kökenleri 12.yy’ıla değin geri götürülebilir. Bu rekabet toprak ve egemenlik konularında olduğundan fazla ‘düşünsel’ planda süregelmiştir. Fransız düşünür Mirabeau, “Prusya ordusu olan bir ülke değil ama ülkesi olan bir ordudur” diyecektir. Gerçekten Alsace-Lorraine milletvekili Daniel Blumenthal, ‘Alman Militarizminin Kökenleri’ başlıklı yazısında (1), hiç de türdeş (homojen) olmayan Prusya topraklarının küçük ada ve adacıklardan oluştuğunu, ancak 18 yy’dan sonra yukarıda sözü edilen ‘anlayış’la bütünleştiğini ve bugün egemenliğini yaymak peşinde olduğunu ileri sürecektir. Sözü edilen anlayış, Alman ‘kültür’ü olarak Fransızlar tarafından yerilse de, Napolyon’un Avrupanın ortasında ‘köstebek yuvası’ gibi dağılmış dediği Cermen 6 prensliklerini Bismark’la birlikte ‘bir ve bölünmez’ bir ‘vatan’a dönüştürümeyi başarmış oluyordu. O halde, Alman ‘kültür’ü taşıyan Alsace-Lorraine neden Almanya’ya bağlanmasındı? İşte Birinci Dünya Savaşı, Almanya ile Fransa’nın dünyanın geri kalanındaki ‘stratejik çıkar’ çatışmalarının yanısıra, bu tartışmalı Alsace-Lorraine bölgesi için de olacaktı. Ancak yılların birikimi olan uluslararası gerginlik ‘doruk’ noktasında idi. Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş açmasının ardından, Almanya da Rusya’ya savaş ilan etmişti. Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesiyle birlikte, İngiliz Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill, hükûmet’in kararını beklemeden deniz kuvvetlerine ‘seferberlik’ emrini verecekti (2). Böylece 1914 yılınının ortasında, dünyanın ‘büyük biçimlenme’lerinden birini daha başlatacak olan Birinci Dünya Savaşı başlamış oldu. __________________ (1) Daniel Blumenthal, « Les Origines du Militarisme Prussien », Le Petit Journal 13 Kasım 1916 (2) Churchill, L’Anglais indomptable, Le Monde, séri de Ils Ont Changé Le Monde, 2014 Amerika Geliyor Amerika Birleşik Devlet’lerinin ekonomik gelişmesi Almanya’yla aynı düzeyde olmasına karşın henüz Avrupa’da bir yer edinememişti. O nedenle ABD şirketleri Avrupa’ya ve Avrupalı büyük devletlerin Avrupa dışındaki pazarlarına girmek için fırsat kollamakta idiler. Bu fırsat, Avrupa’da başgösteren ‘savaş hazırlıkları’yla doğdu. Savaşın birinci yılında, The Economist’in yazdığına göre(1), Avrupa’daki savaş Amerikan şirketlerine yaradı. 7 O arada, örneğin Baldwin Locomotiv’in kârı 1914 yılında 350 230 $ iken bu yıl (1915) 3.800.000 $’a çıkmış olacaktır. Ancak tüm sipariş rakamlarını belirlemek de zor. Yine de 1,5 milyar $, yani 7,5 milyar Frank’tan aşağı olmayacağı söylenebilir. Ve siparişlerin daha çok çelik aksamı, hastahane araç-gereçleri ve giyim-kuşam malzemeleri olarak belirlenmektedir Bunun ülkelere göre dağılımı da şöyle: İngiltere 500.000.000 $ Rusya 500.000.000 $ Fransa 400.000.000 $ İtalya 100.000.000 $ Bu rakamlar aynı zamanda, Amerika’nın Avrupa’ya bir ekonomik güç olmaktan öte, bir gözlemci ve bir alacaklı olarak gelmekte olduğunu göstermektedir. Nitekim 1917 yılına gelindiğinde, ABD’de, yıllık gelir vergisi raporuna göre 5 Milyon dolardan daha fazla gelir elde eden ‘kişi’ sayısı bir yıl içinde üçe katlanarak 376 kişiye ulaştı. (2) Orada kalmayacak ve ABD savaşın sonuna doğru askerî varlığıyla da gelecek ve kredi verdiği ülkeler tarafından bir ‘patron’ olarak karşılanacaktır. Versailles Barış Konferansında ise bir dediği iki edilmeyecektir. _______________________________ (1)Le Temps, 18 Haziran 1915 (2)Le Matin, 3 Aralık 1917 WILSON Senato’da görüşlerini açıklıyor Wilson 1917 yılı başında Senato’da ABD’nin tutumunu açıklarken, amansız bir ‘özgürlük’ yanlısı olan Amerka’nın kara ve denizde ‘silahların sınırlandırılması’nı ve silahların ancak ‘düzenin korunmasına yönelik olarak kullanılmasını yani bencil şiddetin aracı olarak kullanılmaması’nı istediğini ileri sürecekti. 8 Barış koşulları konusunda ise herhangi bir belirleyicilik düşüncelerinin olmadığını ama bu koşulların ‘barışın sürekliliğini’ sağlayıp sağlamayacağına bakarak değerlendireceklerini anlatıyordu (1). ‘Yeni Dünya’ halklarının birlikte karar vermeyecekleri bir ‘barış’ın savaş olasılığını ortadan kaldıramayacağını da belirttikten sonra, baklayı ağzından çıkarıp, « biricik barış olasılığının ancak Amerikan halkının yanında olabileceği bir barış » olacağını söyleyecekti. Ameriakan’ın ‘yanında’ olacağı ülkeler de, ‘yanında olmayacağı ülkeleri’ sayarken ortaya çıkıyordu. Bu sonuncular, Almanya, Rusya ve Türkiye idiler (2). Wilson’ göre, küçük barış girişimleri sağlam bir barış getirmez. Kesinlikle yeni yaratılacak bir ‘güç’, varılan anlaşmaların süresini garanti altına alabilir ve bugün savaşmakta olan ülkelerden hiçbiri bu ‘güç’te değildirler. Wilson, 1917 yılı başında, Başkan Monro’nun « hiçbir ülke bir başka ülkeye kendi kişisel politikalarını dayatamaz » öğretisine bağlı kalacağını söylerken ; bir önceki Eylül ayında « barışın sağlanmasında ABD gibi bir ‘Büyük Ülke’nin sorumluluğu »na gönderme yapamaktaydı (3). 1917 yılı sonuna doğru, daha doğrusu Rusya’da ‘Ekim Devrimi’nin yapılması üzerine de, « Amerika’nın, dünyada demokrasinin güvenliğinin sağlanması için sonuna kadar savaşacağı »na karar verecektir (4). _____________________ (1)Le Petit Parisien, 22 Ocak 1917 (2) Le Petit Parisien, 24 Ocak 1917 (3) Le Petit Journal, 3 Eylül 1916 (4) Le Matin, 3 Aralık 1917 Savaşın Yazgısı Belirleniyor Nitekim 1918 yılı Haziran ayında, ABD askerleri % 70’i savaşçı olan 900 000 kişilik bir güçle , çeşitli cephelere dağılmak üzere Fransa topraklarına ayak bastılar. 9 General March Senato’ya sunduğu raporda, Batı cephesinde savaşın kazanılması için ABD’nin Haziran sonuna kadar Fransa’ya 3 000 000 asker daha göndermesi gerektiğini söylüyordu (1). O arada müttefiklerin finansal gereksinmeleri için de ABD, devlet olarak kesinin ağzını açmış bulunmaktadır : Fransa’ya verilen 200 000 $’lık avansla birlikte, Bağlaşık Güçlere 6 milyar 692 milyon $, yani 33,5 milyar Franklık kredi açmış bulunmaktadır. (2) Son 200 000 $’lık avansla Fransa’nın toplam avansı 2 Milyar 65 milyon $’a ulaşmış olacaktır. _______________________ (1) Le Petit Journal, 16 Ağustos 1918. Bu sayının 4 000 000 askere çıkarılması da programlanmış bulunuyordu. (2) Le Petit Journal, 17 Ağustos 1918 1908 GENÇ-TÜRK DEVRİMİ Almanya’nın yükselişi, İngiltere ve Rusya’yı yakınlaşmak zorunda bıraktı. 1908 yılı 9 Haziran günü bugünkü Estonya’nın başkenti Réval’da (Tallin) İngilter ve Rusya, başta Balkanlar olmak üzere genel olarak ‘Doğu sorunu’ üzerine kimi anlaşmalar yaptılar. Bu anlaşma Türk ordusu üzerinde önemli bir etki yaptı. Vahidettin’in duyarsız kalması ve İmparatorluğun parçalanmaya doğru gittiği düşüncesi özellikle GençTürkleri hareketlendirdi. Zaten ülkenin aydınları da, otuziki yıllık ‘Diktatörlük rejimi’ne ‘buraya kadar’ demek aşamasına gelmişlerdi. Ve 3 Temmuz 1908 günü Kolağası Resneli Niyazi Bey Manastır’da dağa çıkar. Niyazi bey tüm çetelerin birlikte hareket etmesi için çağrıda bulunur ve bu çağrılara kulak asmayan kim olursa olsun gözünün yaşına bakılmayacağını da ekler. 10 19 Temmuz’da Rumeli'deki isyanı bastırmak için İzmir’den Selânik’e sevkedilen sekiz taburluk redif bölüğü, İttihat ve Terakki’nin İzmir şube sorumlusu Doktor Nâzım Bey tarafından yürütülen propaganda sonucu limana çıkar çıkmaz “Yaşasın Hürriyet” sloganlarıyla devrimcilere katılır. Yıldız Köşkü, ya da ‘başbakanlık’, kimi tutukluları serbest bırakarak kimi yumuşatıcı önlemler almaya kalksa da, ordu içinde isyan duygusu gittikçe yaygınlaşmaktadır. 20 Temmuz’da Kosovalı Müslümanların düzenledikleri toplantı, Jandarma Alay Kumandanı Galip (Pasinler) Bey’in çabalarıyla devrimci bir mitinge dönüşür ve İstanbul Hükümeti’ne 180 imzalı bir telgraf çekilir. Ertesi gün Ohrili Eyüp Sabri Bey, beraberindeki kuvvetlerle birlikte dağa çıkacak ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, 23 Temmuz günü, on binlerce vatandaşın toplandığı Selanik ve Manastır Meydanları’nda havai fişekler, top atışları ve konfeti yağmurlarıyla Meşrutiyet'i ilân edecektir. Abdulhamit, 1876 yılında yürürlükten kaldırdığı anayasanın yeniden yürürlüğe konulmasını ve Meclis-i Mebusan’ın açılacağını kabul etmiştir (1). ______________________ (1) 22 Temmuz akşamı Yıldız Sarayı’nda vezirler ve Sultan’ın tüm danışmanları toplantı halindedirler.Tartışmalar uzadıkça uzar. Abdulhamid’in astroloğu Şeyh Ebülhüda efendi ise çok hastadır. Hasta olduğu için gecenin ilerleyen saatlerinde çekiştirilerek yatağına götürülür. Oysa hiçbir danışman ya da vezirin dile getirmeye cesaret edemedikleri ‘Anayasa’ sözcüğünü sadece Şeyh Ebülhüda efendi önermektedir: İmparatorluğun kurtuluşunun tek yolunun ‘Anayasa’nın İlanı’ olduğunu söylemektedir. Le Matin, 28 Temmuz 1908 Devrimin Niteliği ‘1908 Devrimi’ ele alınırken, bunun otuziki yıl önce hazırlanmış bir ‘Anayasa’nın yeniden yürürlüğe konulması olduğuna göre, ‘devrim’ olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceği sorusu sorulabilir. Fransız Le Matin gazetesi muhabirinin Paris’teki Genç-Türk’lerden Doktor Bahattin’le yaptığı görüşmede aldığı yanıt, sözü edilen konuyla yakından ilgilidir: “Anayasa bir lütuf olarak verilmeyip söke söke alınmıştır. Bizler, bugüne değin 11 aramakta olduğumuz ulusumuz için çalışmakta olan yurtseverleriz. Ve bu hareket bir intikam hareketi de olmayıp, ülkemize içte ve dışta sağlam bir barış getirmek hareketidir”. ‘Aranmakta olan bir ulus’ ve ülkeye getirilecek olan ‘içte ve dışta barış’. Kaldı ki, İttihat ve Terakki’nin sloganı ‘Kişiye özgürlük ülkeye birlik’tir. Yani ‘1908 Devrimi’ gün gün izlenebileceği gibi, ‘aranmakta olan’ bir ‘ulus inşa’ hareketi olup, neresinden bakılırsa bakılsın bir ‘Millî Demokratik Devrim’dir.. _______________ (1) Le Matin, 27 Temmuz 1908 Bayram Coşkusu Siyasal tutuklara genel af, basında sansürün kaldırılması ve ‘hafiye’ örgütünün dağıtılması kararları tüm ülkede coşku yarattı. Abdulhamid’in 31 Temmuz günü Hamidiye camiinden çıkışında aralarında aftan yararlanan kişilerin de bulunduğu 40.000 kişilik bir kalabalığın alkışladığını yabancı gazeteciler bile gözlemliyebiliyordu. Sadece İstanbul’da değil, ama örneğin Kosova’da Anayasanın ilanı 21 pare top atışı ile kutlanmıştı.(1) Serres’de 15 000 kişinin katıldığı bir miting yapıldı ve kalabalığın önünde Rum metropolit, Müslüman imam ve Bulgar papaz birbirlerine sarılarak bir ‘kardeşlik’ örneği sundular (2) Mısır’da Ismail Hakkı’nın gözetiminde Meşrutiyet’in ilanını kutlamak için bir miting yapıldı. O arada, Reuter’in haberine göre Makedonya’daki ‘eşkiyalık faaliyetleri’ de birkaç gün içinde bıçak gibi kesildi ve eşkiya grupları merkezi otoriteye saygılı olacaklarını bildirdiler (3). 12 Yine etni ve din ayrımı gözetmeksizin tüm ‘politik sığınmacılar’ için genel af çıkarıldığı için, Amerika Birleşik devletlerinde bulunan 200 000 (ikiyüzbin) Ermeni sığınmacı da Türkiye’ye dönme olanağı buldular (4). Ne var ki, ülke içinde, Devrime karşı oldukları bilinen kimi bakanlar ve yüksek bürokratların değiştirilmesi yanısıra, belli göstergeleri olduğunu düşündüğümüz Erzurum, Hicaz, Trabzon, Beyrut ve Adana valilleri de görevden alındılar (5). Ve Devrim’in ilk iki haftası içinde tümü müslüman olan 13 ölü ve 6 yaralı sayılabildi. Yani Devrim neredeyse ‘kansız’ yürütülmekte idi. (6) ___________________________ (1)Le Matin, 25 Temmuz 1908 (2)Le Petit Parisien, 25 Temmuz 1908 (3)Le Petit Parisien, 30 Temmuz 1908 (4) Harput’ta Bir Amerikalı, Cevat Fehmi Başkut'un 1950’li yıllarda yazdığı üç perdelik komedi oyununda çocuk yaştayken babasıyla Harput'tan Amerika'ya göç edip zengin bir işadamı olarak Türkiye’ye dönen Abraham Moderus’un öyküsü anlatılmaktadır (5)Le Petit Parisien, 7 Ağustos 1908 (6)İleride görüleceği üzere, ülkenin çeşitli bölgelerinde kimi çatışmalar olmayacak değildir. 23 Ağustos günü, Mısır’lı yurttaşlar İstanbul’da Anayasa’nın Mısır’da da uygulamaya konulması için gösteri yaparlarken, Dersim’de kimi Kürt aşiretler ile 4. Kolorduya bağlı kuvvetler arasında çatışma çıkacak ve iki aşiret reisi olmak üzere 19 kişi ölecektir. Le Figaro, 22 Ağustos 1908 İlk Tepkiler 24 Temmuz hareketi tüm dünyada ‘şaşkınlıkla karşılandı’ ama Ordu’nun ‘vakar’ı ve Devlet’e bağlılığı da benzer bir şaşkınlık yarattı (1) Şimdi Avrupa tüm dikkatini, Türklerin ‘Doğu Sorunu’nu kendi kendilerine çözüp çözemeyeceklerine yöneltmiş bulunmaktaydı. (2) Tüm Avrupa basınında geniş yer tutan ‘Devrim’e herhangi bir dış müdahalenin yapılmış olduğuna ilişkin en küçük bir habere rastlanmamaktadır. İngiltere basını başlangıç hedeflerinden bir sapma olduğunda ya da herhangi bir ülkenin ‘müdahalesi’ söz konusu olduğunda, ‘Doğu Sorunu’nun beklenenden kötü sonuçlar 13 doğuracağını ileri sürmektedir. İtalyan basını ise müslüman bir ülkede ‘anayasa’nın uygulanmasının zorluğuna değindikten sonra, Genç-Türk’lerin Balkanlar’da ‘egemenlik kurmaya yönelebileceklerini ve bunun kendileri için en önemli konu olduğunun altını çizmektedir. Ancak ‘gerektiğinde’ Avrupa’nın buna silahlı müdahalede bulunacağını ileri sürmektedir. Benzer biçimde Rusya da, Makedonya ve Balkanlar’daki gelişmelerden kuşku duymakta, ancak İngiltere ve Rusya’nın ortak davranmaları halinde sorunun büyümeden çözülebileceğini düşünmekteydi. Nitekim Ağustos ayı içinde Rus Dışişleri bakanı Isvolsky, Paris, Berlin, Londra, Roma ve Viyana hükümetlerine gizli bir notla, Türkiye’deki gelişmelerin Balkanlar için iyi yönde olduğu ve bu durumun devam etmesi halinde herhangi bir müdahalede bulunmayacaklarını bildiriyordu. Bu bir anlamda Réval anlaşmasının ertelenmesi anlamına gelmekteydi. Yunan basını da Devrim’in kansız olmasından memnun olduğunu düşünmekte ve ‘hellenizm’in de ancak bu barış ortamında gelişeceğini ileri sürmektedir. (3) Ancak İran’da ulusalcıların ‘Devrim’i coşkuyla karşılamalarına karşılık, Mollalar Anayasa’nın Kuran ilkeleriyle bağdaşmayacağını ileri sürerek ‘Devrim’e karşı olduklarını ilan ettiler (4) _________________________ (1) Le Petit Parisien, 25 Temmuz 1908) (2)Le Figaro gazetesinin 25 Temmuz tarihli başyazısı “Evrim mi Devrim mi?” diye sorduktan sonra; bir büyükelçinin başvurusuna aylarca sessiz kalan Abdulhamid’in bir gecede 1876 Anayasası’nı yürürlüğe koymasına bir anlam vermemektedir. 1876’dan buyana köprülerin altından çok sular aktığını ancak kapitülasyonlara dokunulmadığı sürece yabancı ülkelerin rahatsız olmayacaklarını da ileri sürmektedir. Gerçekten de, her yerde Müslüman Hristiyan ayrımı olmaksızın tüm halk, gelişmeleri coşkuyla izlemektedir. Yazar, Anayasa’nın yürürlüğe konulmasındaki aceleciliği İran’la olan rekabete dayandırmakta. Gerçekten aynı günlerde İran’da da büyük değişimler yaşanmakta ve müslüman dünyanın liderliğini yürüten Türkiye’nin İran karşısında bir ‘hamle’ yapmak zorunluluğuna değinmekte. O arada, başta Selanik olmak üzere, Manastır ve İstanbul’un yanısıra İran’da da Fransız ulusal marşı olan Marseyyez’in okunmasını, Fransız Devrimi değerlerinin aynı zamanda evrensel değerler olduğuna da işaret etmekte. La Marseillaise, Fransız ‘Ulusal Marşı’, Büyük Fransız Devrimi döneminde yazılmış olup, İmparatorluk dönemi dışında, 1830 yılından günümüze değin ‘Ulusal Marş’ olarak okunmaktadır. İlk dörtlüğü “Haydi Vatan evlatları / Zafer günü gelip dayandı / Diktatörlüğün karşısında/ Kızıl sancak havalandı” biçiminde çevrilebilir. 14 (3) Burada ülke ve gazete adını anmaya gerek yok. Çünkü 25 Temmuz 1908 tarihli tüm Avrupa basını 1908 Devrimini manşetten vermekte ve tüm yorumlar Türkiye’deki gelişmeler üzerine yapılmaktadır. (4)Le Matin, 1 Ağustos 1908 Fransız Devriminin Etkileri Genç-Türk ya da İttihat ve Terakki militanlarının Avrupa’daki resimlerinin altında ‘Toujours la Patrie- Toujours la Révolution’ yazıyordu. Yani ‘Vatan’ sözkonusu olduğunda ‘Devrim’siz olmaz demekti. Türk Devrimi’ni Fransız Devrimi ile karşılaştıran Jean d'Orsay ise şu değerlendirmeleri yapmaktadır (1): Abdulhamid, hiçbir biçimde XVI. Louis’ye benzetilemez. Çünkü, bu sonuncu her ne kadar bir diktatör idiyse de, Turgot, Malesherbes ve Necker gibi filozofların düşüncelerini uygulamaktan geri kalmamıştı. Oysa Abdulhamid otuzüç yıl boyunca kör bir diktatörlük uygulayagelmişti. Ancak, yazar, Sultan ya da Kral’ın kişiliklerini değil, ama tarihsel koşulların karşılaştırılmasından sözedeceğini belirtmektedir. Başyazıda en çarpıcı benzetme İttihat ve Terakki ile Tiers-Etat (2) arasındakidir. “Genç-Türk partsi, diyor yazar, bizim Tiers-Etat’mızdır. Dün hiçbirşey değildi. Apansız herşey olduğu görüldü. O, (şimdi) halktır, ordudur ve hatta din adamlarıdır”. Türk Devrimi’nin etkilerinin Fransız Devrimi gibi olacağından da kuşku duyulmamalı diyor Jean d'Orsay. Çünkü tarihsel koşullar hemen hemen aynı. Ve “Türk Devrimi, çağdaş tarihin doruk noktası olarak ortaya çıkmıştır. Onun tüm ülkelerin devlet adamları üzerinde bugün olduğu gibi yarın da görmezlikten gelemeyecekleri sonsuz yankıları olacaktır” diye devam ediyor. Yazarın bir başka benzertmesi ise; Fransız Devrimi’nde olduğu gibi Türk Devrimi’nin de ‘dış güçler’ce boğulmak isteneceği üzerinedir. 15 Her ne kadar İlgiltere ve Rusya’nın Reval’deki programları şimdilik durdurulmuşa benziyorsa da, özellikle İngiltere’nin gelişmelere müdahil olmayacağı düşünülememektedir. O arada, İstanbul’da yeni yayın organları yayın yaşamına girmekte ve ‘Devrim’i geniş halk kitlelerine anlatmaya giriştikleri gözlemlenmektedir. (3) _________________________ (1)Le Matin, 5 Ağustos 1908 (2) Tiers-Etat, Fransa’nın Devrim’den önceki döneminde (Ancien Régime), Soylular ve Din Adamları dışındaki ‘üçüncü grubu’ oluşturmaktadır. Kimi zaman sadece ‘burjuva’lar anlaşılsa da, genel olarak Soylu ve Din Adamları dışındaki tüm halkı temsil etmektedir. (3) 28 Aralık 1908 tarihinde Ulûm-i İktisadiye ve İçtmaiye Mecmuası (Ekonomik ve Sosyal Bilimler Dergisi) yayına başlayacak ve orada Ahmet Şuayb, “Fransa İhtilâl-i Kebiri” (Büyük Fransız Devrimi) başlıklı makale dizisine başlayacaktır. Jean Jaurès’e göre 1908 ‘Türk Fransız sosyalist hareketinin önemli isimlerinden ve L’Humanité gazetesinin politik yönetmeni olan Jean Jaures, Türkiye ve Fas arasında siyasal ve toplumsal olarak bir ‘uçurum’ olduğunu vurgulayarak başladığı başmakalesinde (1), bu ayrılığı saptadıktan sonra, « iki ülkede başlayan hareketin benzerliğini de o ölçüde dikkat çekici » bulmaktadır. Her iki ülkede görülen ortak yan, müslüman dünyanın bağımsızlığını kazanmak ya da korumak ve yabancı ülkelerin boyunduruğunu kırmak için ayağa kalktığı biçiminde tanımlanabilir. « Temelde, diyor Jaures, Türk Devrimi bir ulusal devrimdir ». Her ne kadar Türk liberalleri bol keseden özgürlük ve eşitlik dağıtıyor görünüyorlarsa da, özde ülkerini Avrupalı egemen güçlerin ‘vesayet’inden kurtarmaya çalışmaktadırlar. Böylece, Jaurès, ‘Türk Devrim’in ‘ulusal yönü’ne vurgu yapmaktadır. Yani, önce ‘bağımsızlık’ gelmektedir. 16 Hasta yatağındaki ülkelerine, ‘içten pazarlıklı’ doktorların ilaçları yerine kendi ‘reform’larını uygulamak istemektedirler. Herşeyden önce ‘Mutlakiyet’e karşı savaşmaktadırlar. Çünkü mutlakiyet, bireyi boğduğu gibi uluslaşmanın önünde de ölümcül bir engel oluşturmaktadır, diye yazarken de, Devrimin ‘demokratik’ yönüne vurgu yapmış olmaktadır. Fas Devrimi ise tarihsel evrimin bir alt ‘düzey’inde bir başka biçimde gerçekleşmektedir. Müslüman toplumunun Faslı kesimi, genel bir uygarlık hedefinden çok, yabancı faizciler ile doymakbilmez ve o denli kaba istilacılara karşı koymaktadır. Jaurès’e göre, demek ki, Fas Devrimi ‘ulusal’ olarak nitelendirilse de henüz ‘demokratik’ bir hedef taşımamaktadır. Ne var ki, bu iki hareketin dayanışma içinde olacağı da açıktır, diyen Jaurès, geçen yüzyılın başında Avrupa dışındaki ‘devrim dalgası’nın bir ‘etkileşim’ içinde olacağını da saptamış bulunmaktadır. Örneğin Fransa’nın Fas’a saldırısına Türkiye’nin duyarsız kalması olası mıdır ? O arada, Avrupa’lının Türk Devrimi’ne gülümsemesine de kanmamalıdır. O gülümseme, açgözlü mirasyedinin gülümsemesi olup, herhangi bir anda kaşların çatılmayacağı anlamına gelmez. Aklında hep ‘hasta’nın bir an önce ölmesi vardır. ___________ (1) L’Humanité, 30 Ağustos 1908 İtalyan Liberallerine göre ‘Türk Devrimi’ Genç-Türk’ler başta Fransa olmak üzere İngiltere ve Almanya’nın düşün ve devlet adamlarıyla yakın ilişki içindeydiler. ‘Devrim’den sonra, her ne kadar ‘yabancı güç’lerden ‘destek’ almak gibi bir düşünceleri olmasa da, varolan ilişkilerini geliştirmek ya da yeni ilişkiler kurmak istediklerinden de kuşku yok. 17 Sözgelimi, İtalyan düşün ve devlet adamı Luigi Luzzatti (1)’nin, 29 Ağustos günü Corriere délla Sera’da yayımlanan makalesi üzerine, 10 Kasım 1908 günü İstanbul’dan yazılan bir mektupta, iktidardaki partinin ‘program’ının bir özetini bulmak olası. “Ulusumuz, deniyor mektupta, Avrupa’ya, müslümanlık dışındaki inançları taşıyan yurttaşlarımıza nasıl kardeşçe ve hakça davranmakta olacağının sözünü vermekte olup, sözünün eri olduğunu gösterecektir”. Luzzatti ise, 14 Kasım 1908 günü verdiği yanıtta, 1876 Anayasa’sının mimarı Mithat Paşa ve Namık Kemal’lerin avukatlığını yapmış olan Manyasizade Refik bey başta olmak üzere Cavit bey, Hasan Rıza ve Tevfik Rıza beylerin adlarını anarak, bu kişilerin parlamento’da önemli görevler yükleneceklerini ve bunun kendisi için bir güven kaynağı olduğunu yazacatır.(2) İttihat ve Terakki’nin bu ‘söz’ünü tuttuğundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Meğer ki, ‘kendi başına başbuğ’ olmak isteyenler olmaya.. Ne var ki, 31 Mart Karşı Devrimi, Türkiye için olduğu gibi İttihat ve Tearkki için de bir ‘dönüm noktası’ oldu. Karşı-Devrim karşısında kimi Fransız yazarlar, İttihat ve Terakki’nin tutumunu eleştirererek, Jakobenler’e oranla bir Ahmet Rıza da kim oluyor, Danton olsa nasıl da küçümseyerek bakardı diye yazıyorlardı(3). L’Eclair gazetenin başyazısında ise Genç-Türk’lerin hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için Saltanat’ı kaldırmaları gerektiğinin altı çizilecekti. Yıldız Sarayı kaldırılmadıkça, Genç-Türk’lerin ne bu ‘kalleş başkaldırı’yı önlemeleri, ne bütçelerini ayarlamaları ve ne de doğru-dürüst bir dış politika izleyebilmelerinin olası olmayacağı belirtilmekteydi(4) Gerçekten de 31 Mart Karşı-Devrimi, Genç-Türk Devrim’inde bir dönüm noktası olmuş ve Avrupa’nın Türkiye’ye bakışında önemli değişikliklere yol açmıştı. _______________________ 18 (1)Luigi Luzzatti (1841- 1927) Başta İngiltere olmak üzere, Belçika, İspanya, Almanya ve özellikle de Fransa’da, parlamenter rejim, finansal sorunlar ve kültürel konularda saygınlık kazanan İtalyan düşün ve devlet adamı. Devlet ve Kilise (1926) ve ölümünden sonra yayımlanan L’ordre social (1952) adlı yapıtları anılabilir. (2)Le Matin, 14 Kasım 1908 (3) Eduard DRUMONT, Libre Parole, 20 Nisan 1908 (4) L’Eclair, 20 Nisan 1908 Kardeşlikte ilk çatlak 30 Temmuz 1908 günü, yani Devrim’in daha ilk haftasında Ermeni’lerin Saray’a karşı ayaklanacakları haberleri dolanmaya başlar. Bir Genç-Türk komitesi aracılığıyla Ermeniler Padişahtan randevu talebinde bulunurlar. Emniyet müdürünün görevden alınmasını talep edeceklerdir. Saray önünde toplanan halk kalabalığı oradan geçmekte olan resmî görevlileri yuhalayıp protesto etmektedirler. Sonuçta Adalet bakanı Abul Rahman paşa, topçu Zeki Paşa ile birlikte Sultan’ın danışmanlarından Mehmet Paşa, Kenan Paşa ve Şakir Paşa kalabalığın isteği üzerine ‘sürgün’e gönderilirler. Le Matin gazetesinin muhabirinin 31 Temmuz tarihli görüşmesine göre, Rum ve Ermeni patrikler’i de görevlerinden istifa ederler. İstifa gerekçeleri de kendilerine yönelik suçlamalar olmayıp Devrim’e karşı pek olumlu bakmadıkları söylentisidir. Gerçekten, “Ben Anayasa’ya güveniyorum, diyor Ermeni Mgr Ormanian, ama bu ‘Devrim’e inanmıyorum. Bu bir saman alevi olup gelip geçicidir. Bolca kardeşlikten sözediliyor ve bir subay gelip Ermeni Katedralini ziyaret ediyor. Ancak unutmamak gerekir ki Ermeniler’in kendilerine özgü bir Anayasaları ve özgün gelenekleri vardır. Etnik (o ırk diyor) eşitlik ve hristiyanların askerlik hizmeti sorununa gelince, SaintSynode (1) toplantısına değin bir açıklama yapmayacağım. Biz de Osmanlı ordusunda görev alabiliriz ancak bize dinsel garantiler verilmesi koşuluyla..” O arada Rum patrik de Anayasa’ya karşı oldukları yönündeki söylentilerin yalan olduğunu söylemektedir. 19 Oysa ülke genelinde ve yurtdışında Devrim’in coşkusu sürüyordu. Sözgelimi Genç-Türk önderlerinden Prens Sabahaddin, Fransa’dan ayrılırken, Marsilya garına geldiğinde Türk, Ermeni ve İranlı bir kalabalık çiçeklerle karşılamış ve gemiyle İstanbul’a uğurlamışlardı (2). ________________ (1)1721 yılında Rus Çarı Büyük Pierre’in kilise reformuyla Saint-Snoyde, Patrikhane’den ayrı olarak Rus Ortodoks Kilisisi’nin yönetim organı olmuştu. 1917’de Patrikhane’ın işlevleri yeniden düzenlendiğinde Rus Ortodox kilisesi Saint-Snoy’du yine korumaya devam etti (2)Le Petit Parisien, 28 Ağustos 1908 Anayasa ve Özgürlük 1908 Devrimi Balkanlar’da olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunan tüm hrıstiyanlar için de sadece bir özgürlük değil, belki de daha çok bir ‘bağımsızlık düşüncesi’ uyandırmış oldu. Nitekim 4 Ekim 1908’de Bulgaristan bağımsızlığını ilan ederek Türkiye’den ayrıldı. İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey ile Rusya Dış İşleri Bakanı 15 Ekim’de Londra’da biraraya geldiler ve Réval Antlaşması’nı hortlatır gibi yeni bir ‘proje’ üzerinde anlaştılar (1). Buna göre Bulgaristan bağımsızlığını kazanacak, Bosna-Hersek AvusturyaMacaristan’a verilecek, Sırp, Yunan ve Arnavutlar da ‘uygun’ bir yer edineceklerdi. Girit Yunanistan’a bağlanacak, Yeni-Pazar Türkiye’ye iade edilecek, Ermenistan için ise Berlin Antlaşması’nın 23.ncü maddesi uygulamaya konulacaktı (2) . Türkiye için düşünülen ‘adil’lik ise “maddî ve malî kolaylıkların yanısıra ‘moral’ doygunluğu” olarak belirleniyordu. Yani kaybedilecek topraklar karşılığında ‘maddî ve manevî kolaylıklar’.. Abdul Hamid rejiminden yorgun düşen Türkler için bu ‘moral’ az şey değildi . Böylece Türkiye ‘tam egemen’ bir ülke olarak ‘gençleştirilmiş olacaktı. Ancak Sadrazamlığın yayın organı olan ‘Yeni Gazete’, düşünülen konferans’ta sadece Bosna ve Bulgaristan’ın tartışılabileceğini ve Türkiye’nin konferansa 20 katılmasının tek koşulunun ise konferans programının Türkiye tarafından belirlenmesi olduğunu yazacaktı. İşte Genç-Türkler ya da İttihat ve Terakki Partisindeki bu kararlılık, ileride içlerinde ‘liberal’ olanlarla ayrılıklara yol açsa da, kararlı bir biçimde savunulacaktır. Dışarıda, ne pahasına olursa olsun emperyalizme karşı olmak ve içeride ne pahasına olursa olsun ‘vatanın birliği’ni sağlamak. Özgürlüğü birlikte yaşamak yerine ‘kendi paylarına özgürlük’ diye anlayan kesimlere 1908 Devrimcileri tarafından verilmeyecek olan ‘ödün’ler, ileriki yıllarda ‘iç çatışma’lara ve kalıntıları devam edegelen ‘sorun’lara yolaçacaktı. _________________ (1)Eugène Lautier, “L’accord Anglo-Rus”, Le Figaro, 16 Ekim 1908 (2) Ermeni Hınçak Cemiyeti, ‘proje’nin dillendirilmesinden üç ay sonra, 8 Şubat 1909’da, İstanbul Valiliği’nden aldığı onayla yasal bir dernek hâline geliyordu. Ulusal Egemenlik ve Devletin Dini Genç-Türk Devrimi’nin sıradan bir ‘anayasa’nın yürürlüğe konulması eyleminin olmadığını belirtmiştik. Hele 32 yıl önce yapılmış bir ‘anayasa’nın yürürlüğe konulması hiç değildir. Nitekim 3 Mayıs 1909 tarihinde yapılan değişikliklerle anayasanın başlangıç bölümüne ‘ulusal egemenlik’ (Hakimiyet-i Milliye) ifadesi eklenecektir (1). ‘Ulusal egemenlik’ teriminin anayasaya girmiş olması, ister istemez ‘ulus’ kavramının tanımını da getirecekti. Bu tanım da, 20 Temmuz’da ‘Osmanlı Milleti Kanunu’yla gelecektir. Böylece İmparatorluğu oluşturan halkın tümü, din ve dil ayırımı gözetmeksizin ‘Osmanlı’ sayılacak ve siyasal örgütler ‘etnik kimlik’ kullanmayacaklardı. Meclis’te en çok tartışılan yasanın bu ‘Osmanlılık’ yasası olduğuna kuşku yok. Çünkü ‘ulus kavramı’, Avrupa’da en azından 1789’dan itibaren tartışılmakta olup, bugün bile ‘genel kabul görmüş’ bir ‘tanım’a ulaşılamamıştır. Aynı günlerde anayasaya ‘Devlet’in dini islam’dır maddesi de Fransız basınına göre hristiyan milletvekillerince Meclis’te ateşli tartışmaların yapılmasına yol açacak ama bu madde değiştirilmeden kalacaktır. Ne var ki, yeni eğitim yılının ders kitaplarına ‘Hükûmet-i cumhuriye’ terimi de girecek ve ‘Cumhuriyet’ idaresi artık genç kuşaklara öğretilmeye başlanacaktır. 21 O arada Osmanlı bankasındaki yazışmaların Fransızca değil, Türkçe yapılmasına karar verilecek ve Fransız basını da bunu Osmanlı şovenizmi olarak değerlendirecektir (2). ________________ (1) Ne var ki, Genç-Türklerin sadrazam olarak kabul ettikleri kimi Osmanlı paşaları, örneğin Said Paşa, Meclis’te ‘Hakimiyet-i Milliye teriminin Fransızca’daki ‘souveraineté du peuple’ anlamına geldiğini, yani ‘Saltanat-ı Ahali’ ya da ‘Halk Saltanatı’ demek olduğunu söyleyecek, ama bunun “bir zat-ı âlide temessül ettiği”ni onun da ‘hükümdar’ olduğunu ileri sürerek ‘halk egemenliği kavramını hiç anlamadığını ortaya koyacaktır. Meclisteki 24 Haziran 1912 tarihli konuşma. (2)Le Matin, 10 Eylül 1910 ‘Ulusal Ruh’ Türkiye’de ‘Genç-Türk Devrimi’nin ilerlediği yıllarda, Fransız basınında, dünya genelinde bir ‘Ulusal Ruh’un canlanışından sözedilmeye başlanmaktadır. Örneğin Mercure de France dergisi’nde, İtalya, Polonya gibi ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bir ‘Ulusal Ruh’ arayışı olduğunu ele alan bir makale yayımlanacaktır. 1908 Devriminin neredesyse bütünüyle Türk’ler tarafından yapıldığı ve Avrupalı’ları hayrete düşürdüğünü kabul eden yazar, “Şeyler, diyor, yalnızca zorunlu ve bitimsiz bir düzen tarafından yönetilmemektedir. İnsan iradesi, olayların ardardalığınına müdahale edebilmekte, araya yeni ve uygun nedenler koyabilmekte, en azından bunu denemeye girişmekte ve (böylece) varolanı değiştirebilmektedir.” Genç-Türk devrimcilerinin “olağanüstü gözüpekliğinin belli bir süre örneği az görülmüş bir başarısı oldu(ğunu)” belirten yazar, bütün dünyanın, onların, “ gizemli bir güç gibi görünen koca ve acımasız yapının yüzyıllık diktatörlüğünü alaşağı edişine hayran kaldı (ğını)” eklemektedir (1) Genç-Türklerin ‘politik devrim’lerini yaptıklarını ve sıranın ‘sosyal devrim’e geldiğini belirten yazar, hareketin bir ‘kurmay heyeti’nin olmasına karşın henüz ‘ordu’sunun olmadığını ileri sürmektedir. 22 Yeni yayın ve konferaslarla bu konuda da adımlar atıldığını ve İstanbul’da ‘Türk Kalbi’ başlığıyla çıkan bir yayında ‘(Türk ol ama olmayanı da sev) deniyor ve hazırlayanlardan birinin Ermeni (Casbarian) birinin Rum (Hristaki) ve birinin de Yahudi (Samuel) olduğunu ekliyor. P. Risal’in ‘sosyal devrim’le neyi anlatmak istediği pek belli olmasa da, 1912 yılı Temmuz ayında Parvus Efendi’nin Türk Yurdu’nda Türkiye’nin Avrupa’nın malî boyunduğu altında olduğunu anlatan bir makalesi yayımlanıyor ve İttihat ve Terakki’nin ‘Ekonomik Korumacılık’ ve ‘Millî Ekonomi’ politakalarının 1913 yılı başından itibaren uygulamaya konulduğu gözlemleniyor. Kaldı ki birkaç ay önce, yani Ekim 1912’den itibaren bir ‘yerli malı kampanyası başlatılacak ve 1914 yılı Eylül ayına gelindiğinde ise kapitülasyonlar kaldırılacaktır. _______________ (1) P. Risal, “Les Turcs à la recherhe d’une âme national”, Mercure de France, n°364 Ağustos1912, ss:673 vd. Nesnel ve yansız bir biçimde kaleme alınan bu makale Türkçeye çevrilerek ‘Türk Yurdu’ tarafından da yayımlanıyor. Öte yandan Türkiye, Türkiye’de bulunan Cezayirlilerden sonra Tunus’luları da kendi ulusallıkları ile tanıyacağına ilişkin olarak Fransa ile 1910 yılında bir antlaşmaya varıyor. Le Petit Parisien, 4 Ekim 1910 KARŞI DEVRİM (31 Mart Başkaldırısı) 31 Mart karşı-devrimiyle ilgili olarak, Fransız basınındaki ilk saptama, hareketin Fransızcasıyla gerçek bir ‘karşı-devrim’ (contre-révolution) olduğu ve Hristiyan reaya, Ermeni ve Yahudi gibi ‘dinsiz’ler ile müslümanları aynı kefeye koyduğudur.(1) Gerçekten İmparatorluğun ‘Alaylı’ askerlerinin başlattıkları ‘darbe’, ‘şeriat isteriz’ diyen kitleleri de hareketlendirmiş ve ülke genelinde ‘kanlı çatışmalara yolaçmıştı. O arada, ‘terör ortamını’ kendilerine uygun gören hristiyanlar darbeden kendi lehlerine sonuçlar elde etmek için girişimlerde bulunmuş (tağşiş) ve Adana’da ‘Ermeni Ayaklanmasını başlatmışlardır. Ne var ki, ayaklanan ‘gerici kesimler’ Hükûmet kadar Hristiyanları da hedeflerine almış ve Adana’da Ermenilerle çatışmışlardır. 23 Gazette de Francfort’la aynı görüşleri paylaşan Fransız Le Temps gazetesi, daha bir ay önce kurulmuş bulunan İttihadi Muhammedi derneği üyelerinin, ‘şeriat yasası’ isteyen bayraklarla ‘karşı-devrim’i sürdürdüklerini ve ‘olayların nerede durduralacağının pek belli olmadığı’nı yazmaktadır. (2) ________________ (1) Le Matin, 14 Nisan 1909 (2) Le Temps, 14 Nisan 1909 Adana Olayları Genç-Türkler, ‘karşı-devrim’i bastırmak üzere, kurmay subaylığını Mustafa Kemal’in yaptığı ‘Hareket Ordusu’yla Selanik’ten İstanbul’a yürümeye karar verir. Batı basını da ‘Türkiye parçalanıyor’ ya da ‘Türkiye’de İç Savaş’ başlıkları atacak ancak olayların ne yönde gelişeceği konusunda bir öngörüde bulunamayacaktır (1) Ancak Adana’daki çatışmalar ürkütücü boyutlara varmış bulunmaktadır. Le Matin gazetesinin Havas haber ajansından aldığı haberlere göre, Adana’da bulunan Fransız mühendis M. Godard’ın “Köylüler dağlardan inip Ermenileri öldürmektedirler” dediğini, ama yine aynı gazetenin aynı gün Reuter haber ajansına dayandırdığı haberine göre ise “Adana’da kent ateşe verilmiş olup Kürtler tarafından yağmalanmaktadır” denilmektedir. (2) 3 Mayıs günü Adana’da 16 000 hristiyan 6 000 müslümanın öldüğü haberi gelir (3). Bu durumda, Adana kent merkezinde bir tek Hristiyanın kalmamış olması gerekmektedir. Ancak öldürmelerin tek yanlı olmadığı da bir gerçeklik olarak aydınlatılmış bulunmaktadır. Burada belirtilmesi gereken, İstanbul ve ülke genelinde bir karşı-devrim hareketinin başlamış olduğu ve karşı-devrimcilerin kendilerinden olmayan herkesi öldürmekten çekinmedikleridir. Böyle bir ortamda, deyim yerinde ise, Genç-Türklerin bile can güvenliğinin olmadığı bir ortamda, hükûmetin Adana’da ‘kıyım yaptırmış’ olabileceği mantıksal olarak olanaksızdır. 24 Kaldı ki, hükûmet güçleri, düzen bozucu her eylemi bastırmak ve o arada Hristiyan nüfusa karşı girişilen her türlü haksız eylemi cezalandırmaktan geri durmamaktadır. (4) _____________ (1) Le Matin, 17 Nisan 1909 (2) Burada Adana’daki olayların önce Ermeniler tarafından, karşı-devrimi ‘fırsat’a çevirmek güdüsüyle mi başlatıldığı yoksa ‘karşı-devrimci’ güçlerin, Ermenilere ‘Batı yanlısı dinsiz’ler olarak gördükleri Genç-Türkler’in destekçisi oldukları gerekçesiyle mi saldırdıkları sorusu çok önemlidir. Le Matin 18 Nisan 1909 (3) (24 000 Müslüman ve 16 000 Hristiyan olmak üzere) 40 000 nüfuslu Adana’da 10 000 kadar Ermeni yaşamakta olup, 9 000 nüfuslu Mersin’de ise 6000 Müslüman ve 3000 Hristiyan yaşamaktadır. Le Matin, 29 Nisan 1909. (4) Nitekim, Necib Melhameh, daha 1905 tarihinde Ermenilere işkence yaptığı gerekçesiyle işte tam da bu Adana olayları günlerinde 1 yıl hapis 9 ay göz hapsine’e çarptırılacak (6 Mayıs 1909) ve 10 Haziran günü de Adana’da tutuklanan 225 kişiden dokuz müslüman ve altı Ermeni suçlu bulunarak asılacaklardır. Ancak olaylar sadece Adana ve Mersin’de değil, o günkü idarî bölünmeye göre Adana, Harput ve Halep vilayetlerinde, yani bugünkü idarî yapılanmaya göre Adana, Maraş, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Tunceli, Hatay ve Gaziantep illerimizi kapsayan bir coğrafi bölgede cereyan etmektedir. Yine de olaylardan bir ay sonra (27 Mayıs 1909) bölgeden yazılan mektupların Adana ili merkez nüfusu kadar bir kalabalığın (40 000 kişi) dağ köylerinden inip kentleri bastığı ya da yakın köyleri yakıp-yıktıkları savının abartılı olduğu söylenebilir. Kaldı ki, aynı mektuplardan, Tarsus’tan Zeytun’a uzanan bölgede 13 gün 13 gece süren şiddetli çarpışma ve direniş mücadelesinden bir karşılıklı boğazlaşmanın yaşandığını sonucu kolaylıkla çıkarılabilir (1) Paris’teki Ermeniler ise bir kahvehanede Adana’daki olayları protesto etmek amacıyla toplanacaklardır (2). Oysa Taşnaksutyun Cemiyeti'nin beşinci kongresinde Adana'daki olaylardan Abdülhamid yandaşı ‘karşı-devrimciler’in sorumlu olduğu ve İttihat ve Terakki ile olan işbirliğinin devam ettirilmesi kararı da, sözkonusu boğazlaşmanın Genç-Türkler tarafından kışkırtılmış olamayacağının bir göstergesidir. O arada, Selânik'te İttihatçılar'dan Doktor Nâzım ve Mithat Şükrü (Bleda)'nın, Taşnaklar'dan Karekin Pastırmacıyan ve Vaham Papazyan'ın katılımıyla düzenlenen 25 gizli toplantıda "Vatanın bağımsızlığı ve ülkenin birliği için" Osmanlı halkları arasında iyi ilişkilerin sürdürülmesi üzerinde anlaşıldığı da ileri sürülmektedir. _________________ (1) Le Matin, 17 Nisan 1909 (2) Paris’te yaşayan bir kısım Ermeni Boulevard Strasbourg’’daki café du Globe’da toplanacaklar ve ertesi gün 1500 kişinin katıldığı bir mitingde, Anadolu’daki Ermenileri ancak Büyük Güç’lerin koruyabileceğini ileri sürerek Türkiye’ye ‘müdahale’ çağrısı yapacaklardır. . Le Matin, 25-26 Nisan 1909 MİLLÎ MECLİS VE SALTANAT Adana olayları sürerken İstanbul’da da devrimciler ile karşı-devrimciler arasındaki mücadele tam hızıyla sürmektedir. Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu Yıldız sarayını sarmıştır ama kentin diğer mahallelerinde çatışmalar devam etmektedir. 22 Nisan’da Meclis-i Mebusan ve Senato üyeleri Ayastefanos’taki Yat Kulübü’nde toplanarak “Millî Meclis” adı altında birleşeceklerdir. Fransız basını da Meclis’ten ‘Chambre’ yerine artık ‘Assemblé National’ diye sözedecektir. Ve Millî Meclis’in birincil işi Abdulhamit’i tahttan indirilmesi olacaktır (1). 27 Nisan’da Tevfik paşa kabinesi kurulacak ve Talat bey Meclis başkanvekili olacaktır. Kabine’de ayrıca Hakkı ve Azmi bey gibi iki İttihat Terakki üyesi de vardır (2). Ancak ileride görüleceği gibi, bir Fransız yazarın deyimiyle Talat bey Türkiye’nin yönetimine ‘pençesi’ni geçirmiş olacaktır. İçişleri bakanlığı henüz boştur ama büyük olasılıkla Talat bey tarafından vekaleten yürütülmektedir. Nitekim 8 Ağustos’ta İçişleri Bakan’lığını da üstlenecektir. O arada başkumandanlık, yabancı basına “Ordumuzun bir kolordusunu dağıttık ama ülkeyi kurtardık” diye bir açıklama yapacaktır (3). Millî Meclis ile Ordu arasında sıkı bir işbirliğinin olduğu da görülmektedir (4) ve İstanbul sıkıyönetim altındadır. Birkaç gün sonra, Talat bey’in başkanlık ettiği bir Meclis oturumunda Zohra effendi, başkana Adana olayları ile bir soru yöneltip Adana’ya yardım yapılmasını isteyecek ve Adil bey de Zohra bey’e İstanbul’daki silahların patladığı gün Adana Olayları’nın başlamış olması arasında bir ilişki kurup kurmadığı sorusunu soracaktır. 26 Ancak Meclis bunun bir ‘raslantı’ olduğu sonucuna varacaktır (5). ______________ (1) İtalyan Mattino de Naples gazetesi yönetmeni Edouard Scarfoglio, “ Devrilen bir Sultan değil ama yıkılan bir Saltanattır” diye yazacaktır. Le Matin 7 Mayıs 1909 (2) Genç-Türklerin Paris’teki temsilcilerinden Prens Sebahattin tutuklanacak, bir süre sonra da öl(dürül)ecektir. Ancak bu, İttihat ve Terakki’nin birbaşına yönetimi üstlendiği anlamına gelmemelidir. Çünkü yine İttihat ve Terakki milletvekillerince ‘İlericiler’ adında yeni bir parti kuruluşuna gidilecek ve 50 milletvilinin katılımı sağlandığı gün ‘parti programı’nın açıklanacağı haberi verilecektir. Yani ‘olağanüstü koşullar’ın yaşandığı bir ortamda İttihat ve Terakki’nin bir ‘iktidar histerisi’ taşımadığı da böylece ortaya konulmuş olmaktadır. Le Matin 28 Mayıs 1909 (3)Le Matin, 27 Nisan 1909 (4) Le Matin, 30 Nisan 1909 (5) Le Matin, 2 Mayıs 1909 Bir ‘Not’ 10 Ağustos 1908 tarihinde Le Matin gazetesi, Paris Büyükelçisi Münir Paşa’yla uzun bir görüşme yaparak Genç-Türk Devrimi üzerine Paşa’nın görüşlerine geniş bir yer verdikten sonra, Türkiye’yi Fransızlara tanıtmak için ‘önemli bir not’ düşecektir. Okuyucuları için yayımladığı bir harita ve bilgileri kesip saklamalarında yarar olduğunu belirten gazete, sözkonusu bilgiler arasında, ‘Bazar’, ‘Bey’, ‘Halife’, ‘Şeyh’, ‘Ferman’, Harem’, ‘İmam’, Köşk’, ‘Cami’, ‘Minaret’ ve ‘Müezzin’ gibi sözcüklerin de bundan böyle çokca duyulacağı için, kısaca açıklamalarını vermektedir. Buna göre, Türkiye’nin Avrupa yakasında 169 300 km² Asya yakasında ise 687 900 km² ve Libya’da 1 033 400 km² olmak üzere toplmam 1 890 600 km² toprağı bulunmakta ve bu topraklarda 20 990 000 kişi yaşamaktadır. Yaklaşık 1 milyon kişinin Trablusgarp’ta, 6 130 200 kişinin Rumeli’de, 11 550 000 kişinin Anadolu’da ve geri kalan 2 309 800 kişinin de Mezopotamya ve Arap yarımadasında yaşadıkları ileri sürülmektedir. 27 Gazetenin yazdığına göre, bu nüfus 6 200 000 Slav, 275 000 Latin, 1 200 000 Yunan, 1 000 000 Arnavut, 100 000 Yahudi, 90 000 Çerkez, 140 000 Çingene, 50 000 Frank , 400 000 Ermeni ve 11 535 000 Türk’ten oluşmaktadır (1) _____________ (1)Le Matin, 10 Ağustos 1908. Merkeziyet ve Adem-i Merkeziyet Genç-Türk Devrimi her ne kadar ‘özgürlük’ devrimi ise de ‘ülkenin birliği ve bütünlüğü’nü savunmakta idi ve ona yöneltilen en önemli eleştiriler de işte bu merkeziyetçi politikasına yönelik oluyordu. Oysa içte olduğu kadar ama daha çok bu iç muhalefetin destekçileri olan dış güçler tarafından, günümüzde ‘özerklik’ diye adlandırılan ‘adem-i merkeziyet’ politilarının uygulanması için ‘öneri’ ve ‘baskı’lar yapılıyordu. Bu ‘Ademi-i Merkeziyet’ önerilerinden biri de, yukarıda sözü edilen Kont Berchtold’un önersidir. Bu öneriyi Hilmi Paşa Fransız basını için şöyle yorumlayacaktır: (1) “Yerinden yönetim (désentralisation) ya da özerklik (autonmie) istemek Imparatorluğun parçalanmasını istemekten başka bir şey değildir”. Muhabirin “Rum ya da Ermenilerin yoğun oldukları yerlerde kendi yöneticilerini seçmelerine de mi karşısınız?” sorusunu da “Biz ırk, din ve köken ayırımı yapmıyoruz, hepimiz Osmanlıyız diyoruz” diye yanıtlayacaktır. Ancak 30 Eylül’de Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan ‘seferberlik’ ilan edecekler, ertesi gün 1 Ekim’de de Türkiye seferberlik ilan edecektir. Böylece ileriki günlerde nelerin olabileceği konusunda kolayca öngörüde bulunulabilecektir. Zaten Le Petit Parisien Türkiye’ye karşı seferberlik ilan eden dört ülkenin askerî güçlerini yayımlamaya başlamıştı bile (2). 28 ____________ (1)Le Matin, 27 Ağustos 1912 (2) Le Petit Parisien 2 Octobre 1912. Gazeteye göre, Bulgaristan 200 000, Sırbistan 160 000, Yunanistan 115 000 ve Karadağ 36 000 askere sahiptir. Oysa Bulgaristan 275 000, Sırbistan 325 000, Yunanistan 120 000 ve Karadağ 40 000 asker beslerken, Türkiye’nin sadece Balkanlarda 1 milyon nufusu olup toplam 1 300 000 askeri vardır. Ya Özerklik ya savaş! 3 Ekim’de Le Radical gazetesi Türkiye’ye ‘ültimatom’ verildi; ya Balkanlar’a ‘özerklik’ ya da ‘savaş’ diye manşet atmıştı. Haberin içinde ise Rusya ve AvusturyaMacaristan’ın da barışın ‘hakem’leri olacakları yazıyordu. Türkiye’nin ‘ültimatom’a verdiği yanıt anlamlıdır: Her türlü düzenleme (reform) yapmaya hazırız şu koşulla ki hiçbir ‘egemen güç’ün müdahalesini kesinlikle kabul etmeyeceğiz. Ancak ‘demokratik açılım’ çabaları sonuç vermeyecek ve 17 Ekim’de Balkan Savaşı da patlayacaktır. Savaşın 15.nci gününde ise Fransız basını Balkanlar’da Türklerden ele geçirilen toprakların ne kadarının Avusturya-Macaristan, ne kadarının ilgili yerel yönetimlere bırakılacağı ve ne kadarının Romanya’ya verileceğinin hesaplarını yapmaya başlayacaktır. ‘Hakem’likten ‘hakimiyet’e hızlı geçişin somut bir örneği daha böylece açığa çıkmış olacaktır (2). _____________ (1) Le Radical, 3 Ekim 1912 (2) Le Matin gazetesinin 23 Ekim tarihli sayısında, Halil Paşa’nın Kont Bertchold ile yaptığı görüşmeyi Padişah’a ‘rapor’ ettiği yazılmaktadır. Görüşmede İtalya ve Almanya Büyükelçilerinin de hazır bulunduğu ve Kont Bertchold’un, Almanya ve İtalya’nın hazırlıklarını tamamladığını, Avusturya’nın da sekiz gün içinde hazır olacağını ve Türkiye’nin savaşa devam etmesini istediği ileri sürülmektedir. 29 Bunalıma doğru 28 Eylül 1911’de İbrahim Hakkı Paşa, ancak II. Abdülhamit döneminin deneyimli sadrazamı Sait Paşa’nın bu karışık dönemin üstesinden gelebileceğini ileri sürerek görevinden ayrılır. Berlin’de bulunan ve telgrafla atanma kararı bildirilen Bahriye eski Bakanı Rıza Paşa başkanlığında bir komisyon kurularak Çanakkale ve Boğazların korunma sistemlerinin sağlamlaştırılması kararlaştırılır. O arada, bir yandan Yemen’e asker gönderilmekte ve öte yandan İran’la olan ilişkiler kopma noktasına gelmektedir. Bütçe açığı da sürekli artmakta olup Fransa ile ilk görüşmede, Fransızların koşullarını kabul edilmez bulan Maliye Bakanı Cavit bey, Ekim 1910 tarihinde Almanya’dan 125 Milyon Marklık bir kredi bulacaktır. 15 Şubat 1911’de ise Osmanlı Bankası’ndan 1,5 Milyon liralık bir kredi ayarlanır ve böylece Fransa’yla olan ilişkiler de bir ölçüde yumuşamış olur. Ancak açık hala 8,5 milyon lira düzeyindedir (1). Bütün bu olumsuzluklara karşın ya da bu olumsuzluklar yüzünden önemli bir Hükûmet bunalımı da doğar. Gerçekten Talat bey istifa gerekçeleri arasında 25 000 liralık bir kaynak istediği halde kendisine ancak 5 000 lira bulunabilmiştir. Öte yandan İstanbul’da yürürlükte olan sıkıyönetimın devamından yana olan Talat bey’e sıkıyönetimin kaldırılması için ve yine kapitülasyonların kaldırılmış olduğunu ileri sürmesine karşın, kendisine bu kararın uygulanmaması konusunda baskı yapılmıştır. Nitekim kendi yerine gelen ve İttihat ve Terakki’nin başkanı olan Halil bey’in yayımladığı ilk genelgede, ‘adil ve özgür’ davranılması ve kapitülasyon kurallarına uyulması istenecektir. O arada İttihat ve Terakki’nin kendi içinde ve komite ile Ordu arasında da bir ‘çatlak’ oluşmuş bulunmaktadır (2). ____________ (1)Journal des Débats, 15 Eylül 1910 (2) İttihat ve Terakki Fırkası’nın muhafazakâr kanadında yer alan Miralay Sâdık Bey ve Karesi Mebusu Abdülaziz Efendi önderliğinde, Nisan 1911’de ‘Hizb-i Cedid’adlı 30 bir grup oluşturuldu. Komite'ye muhalefet eden birbirinden çok farklı görüşlere sahip birçok ünlü kişi ve dernek yeni hizbe destek kararı alırar. Selanik'e giden Hizb-i Cedit lideri Miralay Sâdık Bey yaptığı açıklamayla ordunun siyasetten çekilmesini istemektedir. "Hizb-i Terakki" adlı grup ise Kasım ayında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kuracaktır. Uzlaşı Arayışı ve ‘Büyük Kabine’ Aynı günlerde, Paris’te Şerif Paşa, “Osmanlı Ordusunun Çektiği Acı” başlıklı makalesinde (1); İtalyanların çıkarma yaptıkları dönemde, Tranblusgarp’a giden Genç-Türk subaylarının ‘ihanet’ içinde olduklarını, daha o günden bunların Ordu’dan ayıklanması gerektiğini ve Ordu’nun ‘devrimci’ kanadını bunların oluşturduğunu yazmaktan çekinmeyecektir. O günlerde Bulgaristan ve Sırbistan, Türkiye’nin Rumeli vilâyetlerindeki nüfuz bölgelerini paylaşmak üzere gizli bir antlaşma yapıyor; Rusya Dışişleri Bakanı Sasanof Fransız Dişişleri Bakanı Justin Germain Casimir de Selves ile Paris’te buluşarak ‘Çanakkale ve Boğazlar’ konusunu Avrupa’nın gündemine taşıyordu. (2) Trablusgarp Savaşı başlamış, İtalyanlar Çanakkale kapılarına dayanmıştır (3). Yemen’de isyan sürmektedir. Ülke, denildiği üzere, ‘içte ve dışta ‘olağanüstü’ koşullardan geçmektedir.Arnavutluk’taki başkaldırıyı bastırmak için gönderilen askerî birlik içinden bir ‘Halaskâr’ grubu ayrılarak, Resneli Niyazi’ özentisiyle dağa çıkmayı denemektedir. Yani Ordu içinde de bölünmeler yaşanmakta ve bir kesimi ‘muhalif grupların’ etkisine girmektedir. İşte bu ortamda, önce Meclis’ten İttihat ve Terakki milletvekillerinin çoğunluk oylarıyla ‘Ordunun siyasete karışmaması’ yasaya bağlandı ve ‘olağanüstü koşullar’ dikkate alınarak, içinde üç eski Başvezirin olduğu ‘Büyük Kabine’ kuruldu (22 Temmuz 1912). (1) Genç-Türk hareketinin amansız muhaliflerinden olan Şerif Paşa da Paris’e yerleşmiş ve 1909-1914 yılları arasında Mechroutiette (Le Constitutionnel) adlı gazeteyi çıkarmıştır. Osmanlı Radikal Partisi yayın organı olarak çıkardığı gazete, salt Genç-Türk Devrimi’ni eleştirmek üzerine yayın yapmıştır. Şerif paşanın anılan makalesi ise Fransız askerî çevrelerine yönelik "L'Opinion" dergisinde de yayımlanmıştır. Mechroutiette, n° 14, 1912 31 (2) Le Petit Parisien, 7 Aralık 1911 (3) Le Petit Parisien, 23 Nisan 1912. Habere göre « Bu sabah 4.30’da Dört büyük gemi ve 20 Torpil ve karşı-torpil Çanakkale Kumkale’ye saldırdı. Bir büyük gemi yara aldı ve 3 saat sonra geri çekilmek zorunda kalındı » Komitacılıktan Siyasal Particiliğe Yunanlılar, Araplar, Kürtler, Suriyeliler (Levantines), Ermeniler, Arnavutlar, Bulgarlar, çok güneşli adalardan tutun da güneş görmemiş adalara değin her yerden insan, diyor Le Matin gazetesi muhabiri, Hollandalılara kadar tüm Avrupalılar Fransızlar, İspanyollar, Belçikalı ve İstanbul’da ‘vur emri’ içeren sıkıyönetime uyuyordu ama ne deprem, ne savaş, ne ulusal devrim ve ne de sıkıyönetim ‘köktendinciler’i etkilemiyordu (1) 1912 yılının her bakımdan ‘sıcak’ ağustos günlerinde, ‘Büyük Kabine’nin de dağılmasından sonra, İttihat ve Terakki lideri Talat bey şu ‘serin’ açıklamaları yapacaktı: “İktidarı almak için güç kullanmayacağız. Ülkenin geçmekte olduğu bunalım koşullarını gözönünde tutarak normal bir ‘parlamenter rejim’in kurulması için çalışacağız. Bu kararımızı rakiplerimiz bir acz belirtisi olarak görebilirler ancak onlar bizim ‘örgüt’ümüzü tanıdıkça bu görüşlerinden vazgeçeceklerdir. Çatışmaların sürdüğü Arnavutlukta yerel liderler ve Karadağ’da görev yapan çoğu subay hükûmet olmamız için desteklerini açıkladılar ama reddettik. Biz ülkeyi daldan dala uçuracak ne ‘devrim’ ne de ‘darbe’ yanlısıyız. (...) Komite’nin de sadece yasal ve parlamenter kuralları uygulayan sıradan bir ‘siyasal parti’ye dönüşmesinden yanayız. (..) GençTürklerin 3 Eylül’de yapacakları merkez komite seçimlerinde yasal seçimlere katılmama kararı alacaklarına ilişkin duyumlar karşısında onların da genel seçimlere katılmasından yana olduğumuzun bilinmesini isterim” (2) __________ (1)Le Matin, 13 Ağustos 1912 (2) Le Matin, 24 Ağustos 1912 32 Ordu ve Halk Kamil Paşa ‘istifa dilekçesi’ni yazarken « Ordunun talebi üzerine" diye yazması üzerine salonda bulunan Enver bey « Ordunun ve halkın » diye değiştimesini isteyecek ve öyle yazılacaktır (1) İktidarı ele alan Genç-Türk’lerin Batı’nın isteklerini ve özellikle de Edirne ve Ege Adalarını hiçbir koşulda bırakmayacaklarını açıklamaları üzerine, Le Radical’de çıkan bir yoruma göre; “böylece İstanbul’dan Bağdat’a kadar olan bölge yönetimlerinin Batılı güçler’e yüklü ‘savaş tazminatı ödeme olasılığı”nın doğmuş olduğu yazılacaktır (2). 30 Mayıs’ta Londra Konferansı tamamlanacak ve Rumeli kaybedilmiş olacaktır. Ne var ki, bu kez Doğu’dan, doğu sınırlarından Rusya’nın istekleri başlayacaktır. 11 Haziran'da Rusya, doğudaki altı ilde Ermeniler’e yönelik ‘reform’ların yapılmasına yönelik bir ‘nota’ verecektir. 1913 yılının sonlarında, Türkiye Fas ve Tunus’ta Fransız protektorat’sını kabul edecektir (3). ___________ (1) Le Radical, 26 Ocak 1913. Gerçekten de, 2 Şubat günü, Bayezit Camii’nde Mehmet Akif, halkı « birliğe ve vatan savunmasına çağıran bir konuşma » yapacaktır. (2) Le Radical, 31 Ocak 1913 (3) Le Petit Parisien, 21 Aralık 1913 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ve GENÇ-TÜRK DEVRİMİ Dünya Savaşı’nın başladığı günden itibaren, Fransız basını Türkiye’nin, kendilerinin Almanya ile savaşta olması dolayısıyla, Türk-Alman ilişkilerini bozmak ve olanağı varsa Türkiye’yi Fransa yanına çekmek için çabalamaktadır. Eğer bu da olmazsa, Türkiye cephesi kendileri için bir savaş alanı olacağından, bu kez cepheyi ‘içten çökertmek’ için yayınlar yapacaktır. Bu amaçla da sık sık ‘Ordu’da Alman subaylara başkaldırı’, ‘Türk subay Alman subayı vurdu’, ‘Halk savaşa karşı’ türünden haberler yapılacaktır (1) 33 Fransız basını 1917 yılının son günü Osmanlı İmparatorluğu’nun yazgısı diye manşet attığında, kendi bakış açısından çözümü de söylüyordu; ‘Türkiye’nin ıskatı’ (déchéance de la Turquie) ve baskı altındaki halklara özgürlük (libération des peuples opprimés).(2) Aslında gazete, Rus Dış İşleri Bakanlığı hukuk dairesi başkanı olup, Osmanlı İmparatorluğu en iyi bilen kişilerden sayılan André Mandelstam’ın, onüç yıl boyunca Doğu’da cereyan eden gelişmeleri yakından izleyerek yazdığı Le Sort de l’empire ottoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Yazgısı) kitabını özet olarak yayınlamaktadır. Genç-Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’nu, hem de savaş yıllarında, ‘Türkleştirmek’ çabası içinde olduklarını ileri süren ‘tez’leri yineleyen ya da bu tür tezlere kaynaklık eden yazarın, sözkonusu politikaların Genç-Türklerin kafalarında olan bir ‘ülkü’ (ideal) olmayıp, o günün ‘maddî koşulları’ tarafından dayatılan bir ‘pratik’, bir ‘maddî gerçeklik’ olduğunu görmediği ileri sürülebilir. Nitekim tüm olumsuzlukların kökeninde ‘ta’limi allemân’ (Alman eğitimi)nin yattığını kanıtlamaya çalışmaktadır. ___________________. (1)Gidecek mi gitmeyecek mi ? Habere göre Enver Paşa Kafkas Ordusu’nun başına geçmek üzere İstanbul’dan ayrılacak ve Harbiye Nezareti’ne Talat bey geçecektir. (Havas) Fournier haber ajansına göre ise Enver bey gitmeyecek. Bu haberin özelliği, Batılıların subay olmayan Talat bey’in ordunun başına geçebileceğini bile düşünüyor olmalarıdır. Le Matin 15 Aralık 1914. Ve 19 Aralık’ta Enver Paşa Kafkas Ordusunun başına geçecektir. (2) Le Matin, 1 Aralık 1917 ‘Doğu Sorunu’nda Yön Değişikliği St-Petersbourg’dan alınan haberlere göre bir ‘Balkan Federasyonu Anayasası’ tamamlanmak üzeredir. Söylentilere göre Rusya ve Avusturya-Macaristan bir Balkan Federasyonu kurulması konusunda anlaşmış olup, Avusturya Dışişleri Bakanı Kont Bertchold’ da bu projenin uygulanması için görevlendirilmiştir. (1) 34 Almanya İmparatoru Guillome II’un ‘Ulusal silahlanma’ çağrısı yapması üzerine de tüm Avrupa bu çağrının önem ve anlamı üzerine yorumlar yapmaya başlayacaklardır. Avrupalılar henüz sıcak bir çatışmadan çekinmekte, ‘Doğu Sorunu’nu Kont Berchtold önerisi türü ‘barışçıl yollar’la çözmeye çalışmaktadırlar. O nedenle de Trablusgarp gibi konuda Türkiye ve İtalya arasında savaş çıkmamasından yanadırlar (2). O arada, 1912 yılında İstanbul’daki ‘Doğu Enstitüsü’ delegesi Papaz Richard, Fransa Büyükelçiliğinin ‘ilgili makamlara’ yazdığı bir mektupla Paris’e hareket edecek; Yeşilköyden İzmir Buca’ya taşınan ensitütü için parasal kaynak bulmaya gidecektir. Sözkonusu enstitünün ‘yönetimi’ için İtalya ve Fransa çok mücadele etmiş ama sonuçta yönetim Fransa’da kalmıştır (3). 1914 yılına gelindiğinde, Doğu-Anadolu’daki ‘reform’ Başvezirlik düzeyinde konuşulacak ve Said Halim Paşa Rusya Büyükelçisi ile görüşecektir. Batılı ‘tarafsız’ güçlerin önerecekleri ve Türkiye’nin de onaylayacağı ‘genel denetmen’ler Doğu illerindeki reformları yerinde izleyebileceklerdir. Rusya ise ‘denetmen’lerin ‘tavsiye’ ile yetinmeyip ‘karar alıcı’ olmaları konusunda ısrar etmektedir.(4) ____________ (1) Le Matin, 14 Mart 1910 (2) Le Matin, 25 Eylül 1911. Ancak dört gün sonra, korkulan olacak ve 29 Eylül 1911’de Türk-İtalyan savaşı patlayacaktır. (3) Le Petit Parisien, 8 Eylül 1912. Bu ‘Doğu Dilleri Enstitüsü (INALCO)’nün Paris’te hala ‘üniversite’ düzeyinde bir kurumu olup, 2000’li yıllarda Türkiye ilgili bölümü ‘Kürt aydınlar’ın denetimine girmiştir. (4) Le Petit Parisien, 2 Ocak 1914 Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘yazgı’sı (1) Müttefik güçler, Wilson’a gönderdikleri bir notta, Türklerin “her türlü uygarlığa tamamen yabancı oldukları” ve diğer ırk (etni demek istiyor)lar üzerindeki ‘baskı hakları’nın bir an önce ellerinden alınmasını bildirmişlerdir. 35 André Mandelstam ise kitabını bu tür siyasî bir amaçla değil ama hukusal bir amaçla yazdığını söylemektedir. Birinci bölümde Genç-Türk rejiminin kısa süreli tarihi ele alınmakta; ikinci bölümde Türkiye’nin savaşa giriş nedenlerinin boşluğunu gösterilmeye çalışılmakta; üçüncü bölümde Almanya denetiminde, Berlin hilafetine (califat de Berlin) bağlılığı anlatılmakta ve dördüncü bölümde de ‘insanlığın müdahale hakkı’ (droit à l’intervention d’humanité) anlatılmaktadır. Sonuç olarak, savaş bittiğinde diyor yazar, Bağlaşık Güçler, Türklerin baskı altında tuttukları halklara kesinlikle ‘tam bağımsızlık’ vermelerini ve bağımsız olamayacak kadar olgunmaşmamış olanlara da ‘özerklik’ vermelerini sağlamalıdırlar. Böylece ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘yazgısı’nın çok öncelerden yazılmaya başlanmış olduğu ve ‘savaşın amacı’nın ‘derin hukukçular’ tarafından da açıklıkla dile getirildiği görülmektedir. ___________ (1) Le Matin, 1 Aralık 1917 Doğu Cephesi’nde Yeni Çok Şey Var Kasım ayının birinci gününden itibaren ‘Doğu Cephesi’nde Türk ve Rus birlikleri sıcak temasa başladılar (1). Aynı günlerde Karadeniz’de Türk gemileri batırılacak ve Ayazma’da bulunan Türk birlikleri denizden bombalanacaktır (2). Kasım ayı ortalarında, başlangıçta Van olmak üzere Doğu Anadolu’nun çeştli kesimlerinde Türk ve Ermeni’ler arasında ‘çatışma’lar başlayacaktır. Bu iki önemli nüfus kesiminin sayıları her ilde olduğu gibi Erzurum’da da tartışmalıdır. Erzurum vilayeti, Erzurum merkez olmak üzere Erzincan ve Bayezid’le birlikte 3 sancak ve 16 kaza’dan oluşmaktadır. 1890’lı yıllarda 650 bin civarında olan tüm vilayet nüfusu üç sancak arasında sırasıyla şöyle dağılmaktadır; 383 bin, 210 bin, 53 bin ve Ermeniler’in bu dağılım içindeki sayısı ise sırasıyla 90 bin, 35 bin ve 10 bindir. 1914 yıIı aralık ayındaki Fransız basınına göre, Erzurum ili merkezinde toplam 20 bin Hristiyan yaşamaktadır. Ve yine aynı gazete haberine göre Erzurum merkez hapishanelerinde çok sayıda ‘Ermeni ve Rum’, Rus orduları lehine ajanlık yapmak suçundan tutuklu bulunmakta olup, içlerinden bazıları da ‘idam cezası’yla yargılanmaktadır. (3) 36 Rus birliklerinin ilerlemesini durdurmak üzere, başkumandan vekili Enver Paşa komutasında ‘Sarıkamış Harekatı’ başlayacaktır. Batı cephesinde ise ‘Bağlaşık Güçler’ Çanakkale’de Kilitbahir’ı bombalamaktadırlar. Aynı gün içinde, güneyde, İngiliz savaş gemilerinden inen bir birlik İskenderun’da ‘Bağdat Demiryolu’ için malzeme üreten atelyeleri yerle bir edecektir. Kuzeyde, Karadeniz’de Rus savaş gemilerinin bombardımanı da eklendiğinde, dört yıl sürecek bir ‘Dünya Savaşı’nın ilk dört ayında, yazınsal olarak nasıl dillendirilebilir bilinmez ama Türkiye tam bir ‘ateş çemberi’ içine alınmış olmaktadır (4). Bu koşullarda, Fransa basını bir yandan da ‘cephe içi’ saldırılarını ya da bugünkü dille ‘psikolijik savaş’ını da sürdürmektedir. Örneğin, bozgun koşullarının ortaya çıktığı o günlerde, İttihat ve Terakki içinde çatlak da değil ama bir ‘bölünme’nin sözkonusu olabileceğini, Almanya ile işbirliğini bozmak niyetinde olan partinin önemli adamı Talat bey’in ‘Bağlaşık Güçler’le bir barış görüşmesini başlatmaya hazır olduğunu yazmaktadır (5). _____________ (1)‘Doğu Cephesi’ne ilşkin haberlerin tümü, ayrıca belirtilmemesi durumunda, basın merkezi Petrograd’da bulunan Rusyanın ‘Kafkas Ordusu Komutanlığı’ndan verilecektir. Ve dikkat edileceği üzere salt Rus Ordusu değil ama ‘Bağlaşık Güçler ordusu’ diye anılacaktır. Böylece ilk haberde, ‘Birliklerimiz Ardost, Ali-Kilise, Horasan, Karaderben’de düşmana saldırdı ve kaçan Türk ordusundan önemli sayıda silah ve yiyecek malzemesi ele geçirildi » denilmektedir. Le Matin, 6 Kasım 1914. 3 Kasım günü “Bayezid’ işgal edildi, direnmek isteyen Türk birlikleri ortadan kaldırıldı”. (2) Le Matin, 6-7-8-9 Kasım 1914. O arada, Türkiye’nin Almanya ve AvusturyaMacaristan yanında savaşacağını ilan etmesi üzerine ABD ile de ‘çatışma’ olasılığı ortaya çıkar. Bir ‘kaza” gibi görülse de, İngiliz ve Fransız gemilerini korumakla görevli Tennessee adlı savaş gemisinin İzmir limanına yanaşmasına, (yanlışlıkla!) engel olunması üzerine gemiden karaya ateş açılır ve ABD’liler benzer durumlar sözkonusu olduğunda ‘bombalamak’tan çekinmeyeceklerini söylerler. Le Matin, 18 Kasım 1914 (3) Le Matin, 15 Aralık 1914 (4) Le Matin, 30 Aralık 1914 (5) Le Matin, 31 Aralık 1914. Nitekim Kahire kaynaklı bir habere göre, Bahriye eski bakanı ve Suriye Birlikleri Komutanı Cemal Paşa’nın beşbin kişilik bir güçle Kudüs’e geldiği ve o gece kaldığı evde ölü olarak bulunduğu ileri sürülmektedir . Le Petit Parisien, 3 Ocak 1915. Benzer biçimde ‘Sarıkamış Harekatı’ ertesi Enver Paşa’nın İstanbula dönüşünde birkaç günlük cephede olmamasını da ‘Enver Paşa Kayboldu’ diye bildireceklerdir. 37 ‘Türkiye Artık Yok’ “Artık Türkiye yok” diye manşet atan gazete (1), sonlandırma zamanının geldiğini; Talat-Enver-Cemal Doğu Sorunu’nu üçlüsünün Balkanlarda topraklarının 5’te dördünü kaybettiklerini, Trakya’dan da atılmaları gerektiğini; İstanbul ve Boğazların Rusya ve tüm dünyaya açılmasını istedikten sonra ; Lübnan ve Suriye’de 50 000 öğrencileri olduğunu, bu bölge insanında Fransız kültürünün egemen olduğunu ve oranın Fransa’nın mandasına verilmesini, Mezopotamya’da Bağdat demiryolunun tek varisinin İngiltere olduğunu, Dicle’nin yukarı bölgesinde Rusya’nın, Fırat’ın yukarısında da Fransa’nın hakkı olduğunu; Anadolunun Kuzeydoğusunda yaşayan Ermeniler’in Ruslar sayesinde kardeşlerine kavuşacaklarını, … ‘Doğu Sorunu’nun da böylece ‘tasfiye’ edilmiş (liquidation) olacağını yazıyor. Ruslar Van yolundaki stratejik noktaları tutmuşlardır. Türk ordusu çok çaba göstermesine karşın başarılı olamaz. “Ermeniler (de) büyük topluluklar halinde silahlarıyla birlikte Rus ordusuna katılmaktadırlar » (2). Petrograd’daki komuta merkezinden bildirildiğinde göre, Rus birlikleri Sarıkamış’ta ‘kesin bir zafer’ kazandı. Türk ordusunun 9.ncu kolordusu, başta komutan ve üç general olmak üzere bütünüyle tutsak alındı. (3) 1915 yılının başından itibaren, koşullar öylesine olumsuz bir aşamaya gelmişti ki, Sultan’ın Konya’ya taşınması bile dillendirilmeye başlandı (4). Çünkü İstanbul’da neredeyse Paşa ve Bakanların bile can güvenliği kalmamıştı. Enver Paşa’ya yapılan saldırıdan sonra, 27 Şubat’ta Talat bey’e de saldırıldı ve koruma polisi öldürüldü (5). _________________ (1)Le Matin, 30 Aralık 1914 (2) Le Matin, 20 Aralık 1914 (3)Le Petit Parisien, 6 Ocak 1915 (4) Bir yandan Çanakkale’de amasız bir savunma verilirken, öte yandan Rus birliklerinin İstanbul’un Karadeniz kıyılarından karaya çıkacakları haberleri de geliyordu. Dahası Talat bey’in ailesini Konya’ya, İmar bakanının da Bursa’ya gönderdikleri ileri sürülüyordu. Le Matin, 11 ve 15 Mart 1915. Le Petit Parisien gazetesi ise 7 Mayıs günü Sultan’ın Eskişehir’e taşınacağını iddia etmektedir. Ancak 38 Selanik’te tutsak bulunan Abdulhamid Anadolu’da bilinmeyen bir yere getirtilecektir. Le Matin, 13 Nisan 1915 (5)Le Petit Parisien, 28 Şubat 1915. O arada, Şeyh-ül islam’ın talebi üzerine camilerde Almanya’nın başarısı için dua adilmektedir. Ancak dua yapılırken halktan kimilerinin ‘Almanlar yüzünden kaybediyoruz’ diye itirazları yükselmektedir. Le Matin, 4 Nisan 1915 Göç ve ‘Zorunlu Göç’ (Tehcir) ‘Tehcir’ sözcüğünü Türk kamuoyu ilk kez Berlin’den gelen bir özel mesajla duyacaktı. Almanya Belçika’yı işgal etmiş ve bir kısım Belçikalıyı Türkiye’ye ‘göndermişti’. Gelen özel mesaj, Türkiye’deki Belçikalılara ‘Alman vatandaşı’ muamelesi yapılmasını istiyordu (1) . Bu ‘zorla yerdeğiştirme’ (déportation) sözcüğü Belçikalılar için kullanılıyor olmasına karşın, Türkiye’deki Ermeni ve Rum’lar sözkonusu olduğunda (déportation) değil ama (exode) yani ‘göç’ sözcüğü kullanılmaktadır. Benzer biçimde katletmekten gelen (crime) sözcüğü de sadece Almanya’nın işgal ettiği ülkelerdeki, eğer varsa, uygulamaları için kullanılırken; Türkler için bir savaş sözcüğü olan ‘kılıçtan geçirme, kıyım’ anlamındaki (massacre) sözcüğü kullanılmaktadır. Söylemeye gerek yok ki, katletmek hukuksal anlamda bir ‘suç’a gönderme yaparken, ‘kıyım’ savaşın olağan sonuçlarından sayılmaktadır. __________________ (1)Le Matin, 8 Aralık 1914 Açlık, Soğuk ve Hastalık Dört bucakta savaşmakta olan Türk ordusu eksiğini tamamlamak amacıyla Hristiyan uyrukluların da askere alınması kararlaştırılmıştı. Öyle ki Ermeniler içinden 2 bin kadarı subay olarak göreve başlatılmıştı. O arada, savaş giderleri için, olağan sayılan, kimi araç-gerecin kamu hizmetine alınması da uygulanmakta olabilirdi. Ne var ki, ne askerlik hizmeti ve ne de bu tür katkılar yapmak istemeyen Ermeniler, bunu ‘hükûmetin zulmü’ diye yansıttıkları gibi her türlü görev ve sorumluluktan ‘kaçmaya’ başladılar. 39 Örneğin, Rus ordusunun Erzurum ve Van yönünde ilerlermeleri ve Sarıkamış ‘felaketi’ üzerine Nuri Paşa komutasındaki Türk birlikleri, güneyden bir hareket başlatarak Tebriz’e girdiler. Türklerin kente girmeleri, özellikle Ermenileri kaçmaya zorladı (1). Tebriz ve civarından kaçan 50 bin kadar Ermeni, Tiflis’e varıncaya değin « uzun yolculuk boyunca açlık ve soğuktan büyük kayıp » verdiler. Tiflis garı da hınca hınç ‘kaçak Ermeni’yle dolup taşıyordu (2). _____________ (1) Le Petit Parisien, 12 Ocak 1915. Oysa İran’da Şah karşıtlarının saldırdıkları dönemde Ermeniler Tahran’da Türk Büyükelçiliğine sığınmak için çabalıyorlardı. Buradan, birkaç yıl içinde Ermeni politikalarında bir ‘kırılma’nın yaşandığı ileri sürülebilir. (2)Le Petit Parisien, 15 Ocak 1915. Londra kaynaklı bu ve benzeri haberlerin daha sonraki anı ve kitaplarda, Türkiye’nin ‘tehcir kararı’ sonuçları olarak yer alacağından kuşku duyulmamalıdır. Oysa sözkonusu ‘tehcir’ kararı beş ay sonra alınacaktır. Geldik Van’a Van Valisi Tahir Cevdet Bey, 14 Nisan 1915 günü kentteki olayları yatıştırmak üzere Taşnak Partisi liderlerini toplantıya çağırdı. Çünkü Van’daki Müslüman ve Ermeni’ler arasındaki gerginlik artmış ve kentte ‘iç savaş’ koşulları oluşmuştu. İki gün içinde Ermeni çeteler kentin denetimini ellerine geçirdiler. Cemal Paşa isyanı bastırmak için Kürt aşiretlerini de düzene sokarak kent merkezine yürüdü (1). Olayların başladığı 1915 yılında ise Kent merkezinde, 16 000’i müslüman 13 000’i Ermeni ve 500’ü de Yahudi olmak üzere 30 000 kişi yaşamaktadır (2). Artvin yönünden Rus birlikleri hemen hemen hiçbir dirençle karşılaşmadan hızla güneye doğru ilerliyerek Van yakınlarına gelirler (3). 19 Mayıs 1915 günü Ermeni çetelerin yardım ettiği Rus öncü birlikleri Van’ı kuşatmaya başlar ve 21 Mayıs 1915 günü de Van düşer. Rus düzenli birlikleri sabah saatlerinden itibaren kente girerler (4). 40 O arada, Rus birlikleri Van bölgesinde Vostan’ı işgal edip düşmanı izleyerek ilerlemektedir. Sero-Sirtik bölgesindeki Dilman’dan Diza’ya kadar yol boyu Türkler’e büyük kayıplar verdirilmiş kalanlar da güney ve batıya doğru kaçmışlardır (5). Petrograd’dan bildirildiğine göre, Van gölü çevresinde çok sayıda Kürt, Rus birliklerine saldırmışlardır. Anlaşılan düşman ( yani Türkiye) iki koldan Rus birliklerini kıskaca almaya çalışmaktadır. Ancak birliklerimizin (yani Rus birlikleri) usta bir manevrasıyla, Kürtler tuzağa düşürülüp son neferine kadar imha edilmişlerdir (6). ______________ (1) Le Matin, 10 Mayıs 1915 (2) Le Temps, 11 Mayıs 1915 (3) Le Matin, 20 Nisan 1915 (4) Kimi kaynaklara göre, Müslüman ve Ermeni nüfus arasında devam eden çatışmalarda ölü sayısı bir ay içinde 50.000’in üzerine çıkmıştır. Oysa Baku’dan alınan haberlere göre, Van’dan gelen tanıklar kentin kan gölüne döndüğü ve 10 000 Ermeni’nin kenti cesurca savunduklarını bildirmektedir. Le Petit Parisien, 23 Mayıs 1915 (5) Le Matin, 29 Mayıs 1915 (6) Le Matin, 30 Mayıs 1915 ‘Beşinci Kol’ olmak İstanbul’da 80 000 yaralı bulunmaktadır. Ne hastahane ne de doktor yeterli olmayıp, ilaç da bulunmamaktadır. Üstüne üstlük ‘kolera’ salgını da bir yandan can almaktadır. Bu koşullarda Talat bey, 25 Haziran’da bu konuları görüşmek üzere Berlin’e gidecektir (1). Savaş Türkiye’yi tüketmektedir. Öyle ki, Fransız basını Sultan’ın ‘yeter artık’ diye düşündüğünü bile yazacaktır. (2) Ancak savaş koşullarının getirdiği ‘savaş düzeni’ne uymak istemeyenler de az değildir. 2 Mayıs 1915’te, ‘Levanten Tutuklamaları’ diye adlandırılan 3000 kişi tutuklanarak İstanbul’dan uzaklaştırılarak İzmir yakınlarına gönderilirler (3). 27 Mayıs 1915 günü, İçişleri Bakanı Talât bey tarafından yayımlanan Sevk ve İskân Kanunu kapsamında, Anadolu içlerinde yaşayan Ermenilerin, bugünkü Urfa ili 41 Viranşehir kasabasından güneye doğru uzanan Der-el Zor Vilâyeti’ne göç (exode) ettririlmelerine karar verildi. Yasa, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde uygulama örnekleri bulunan ‘yerleştirme’ (iskân) yasalarından biri olup, Cumhuriyet’ten sonra ‘Türkler’ için de benzer uygulamalar olmuştur. Ancak, savaşın tarafı olan ‘Bağlaşık Güçler’ bu uygulamayı salt Ermenilere yönelik bir tutum olarak değerlendirip, Ermenileri de ‘karşı çıkma’ yönünde cesaretlendirmişlerdir. Nitekim bu yasanın uygulaması sırasında Ermeni’ler ‘uygulamaları’ bahane ederek Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ‘beşinci kol’ gibi davranmışlardır. Türk birlikleri Rusların Kafkas ordusu karşısında geriler ve onları engelleme yolu ararken, Sivas ve Şebin Kara-Hisar’da Ermeniler ayaklanırlar ; 4 Temmuz 1915’te Sivas’ta bulunan Neşet Paşa da birlikleriyle, Ermeni isyanını bastırmak için görevilendirilmek zorunda kalınır. ___________________ (1) Le Matin, 26 Haziran 1915 (1) Cenevre’deki La Tribune’ün haberine göre, Sultan’ın artık savaşa bir son vermek ve Muttefik güçlerle barış görüşmelerini başlatmak istediği ileri sürülmektedir. Le Matin, 29 Nisan 1915 (2) İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Grey, Enver Paşa’ya özel bir mektup göndererek 2 Mayıs’ta tutuklanan 3.000 sivilin başına geleceklerden bizzat kendisinin sorumlu tutulacağını bildirir. Dörtbir Koldan Saldırı İzmir’in önde gelen müslüman din adamları Talat bey’e bir telgraf gönderek Almanya ve Avusturya ile ilişkileri kesip, ivedilikle Bağlaşık Güçlerle anlaşma yoluna gidilmesini istediler. O arada Cavid bey’in Berlin’e bir ‘gizli görev’le gönderildiği ve Türkiye’nin isteklerinden bir bölümünden vazgeçebileceğini anlatmaya çalışıtığı ileri sürülmektedir (1). Ancak Genç-Türkler, müslüman, Ermeni ya da Rum olsun, tüm din adamlarının politika yapmalarından hoşnut değillerdi. Nitekim Rum patrikhanesinin ‘hak’larını kaldırdılar (2). 42 Aynı günlerde, ABD’nin ‘Armenian’ adlı gemisinin Alman denizaltısı tarafından vurulup yirmibeş Amerikan vatandaşının ölmesi üzerine, ABD ve tüm batı basınında ‘Ermeni’ haberleri manşetlere çıkıyordu (3). Amerikan gazetelerinde 350 000 Ermeni’nin öldürüldüğü ve 200 000 kadarının da Kafkaslar’a kaçtığı heberleri çıkıyordu. O Kafkas’lar ki, doğu cephesinin ‘en kanlı’ çatışmalarının olduğu bir ‘cephe’ olup, genel olarak Rus ordusunun denetimin altında idi (4). ______________ (1)Le Matin, 26 Haziran 1915 (2) Le Petit Parisien, 16 Ağustos 15 (3) Le Matin, 3 Temmuz 1915 (4) Nitekim 1916 yılı başlarında Rusların ‘Büyük Taarruz’ dedikleri saldırı başlayacak, Rus ordusu içinde ‘mükemmel Türkçe konuşan askerler’ yer alacaktı. Çok geçmeden, şubat ayında, bu kez Türk basınında ‘Erzurum düştü’ ve giderek ‘Bayburt düştü’, ‘Erzincan düştü’, ‘Trabzon düştü’ haberleri yeralacaktı. Ermeni din adamları da Batı başkentlerindeki girişimlerine ek olarak, bir yandan St-Petersbourg’larda bir yandan Vatikan’larda ‘Ermeni Sorunu’na ‘kendilerince bir çözüm’ aramaktadırlar. Papa’nın bu konudaki taleplerle ilgili ‘nota’sına Türkiye’nin yanıtı ise, mealen, aşağıdaki gibidir (1). “Ermenilere uygulandığı ileri sürülen ‘sistematik kıyım’, ‘Kızıl Sultan’a gönderme yapan insafsız bir anıştırmadır. Oysa dünyanın geçirmekte olduğu bu dönüşüm sürecinde, Türkiye’de de halkların özgürce gelişmeleri için hukuk ahlakına uygun düzenlemeler yapılmaktadır. Türkiye olarak bugün bağımsızlığımızı korumak ve ülkemizi geliştirme mücadelesi sürdürmekteyiz. Kuşku yok ki bu mücadele bizim kendi ulusal topraklarımızda tam egemenliğimizi sürdürme mücadelesidir. Bizimle savaşta olan güçlere bunu defalarca söylediğimiz halde, onlar anlamamazlıktan gelmektedirler.. Eğer Kutsal bir kurum olarak Papalığınızın bir etkisi varsa, bu amacımızı bir de siz onlara anlatmayı deneyiniz”. 43 ___________ (1) Le Temps, 3 Ekim 1917 SAVAŞ’IN ‘DÜNYA’YI SARIŞI Dünya Savaşı, diyordu Paul Louis, “1912’lerden itibaren Türk, Bulgar, Yunan ya da Sırp ordularından herhangi birinin hareketlenmesi halinde genel (evrensel) bir savaşa dönüşeceği bir ‘aksiyom’ olarak kabul edildiği koşullarda başladı(1). Bir Balkan federasyonu kurulmak istense, Yunan, Sırp ve Bulgarların biribirlerine karşı düşmanlıkları Türk’lere karşı düşmanlıklarında fazla... O nedenle kurulamıyor. Zamanla bu üç halkın kendi ‘doğal sınır’larına çekileceği düşünülebilir. Şu koşulla ki, Türklerin bu topraklardan kesinlikle çekilmeleri gerekmektedir. Burada ‘Devlet-Ulus’ların oluşum süreçlerine ilişkin tezlere kimi düşünsel dayanaklar bulunabilir. Ancak konumuz, Bağlaşık Güç ve Uzlaşı Güç Devletleri arasındaki mücadeleden Okyanus-ötesi güçlerin de katıldığı gerçek acunsal bir savaşa nasıl geçildiğini göstermek. Önce, 1917 yılı başına değin Avrupa’da savaş kayıplarıyla ilgili bir not düşelim. Corriere d’Italia’nın diplomatik kaynaklardan aldığı verilere göre; 1916 sonuna değin Almanya 4 100 000 kayıp verip, 1917 nin Ocak ayında 100 000 daha eklenerek kayıp sayısı 4 200 000’e ulaşmış bulunmaktadır. Avusturya-Macaristan’ın 5 000 000, Bulgaristan’ın 200 000 ve Türkiye’nin 400 000 olmak üzere ‘Uzlaşık Kuvvetleri’ (Triple Entente) toplam kaybı 10 100 000.olmuştur (1). ________________ (1) Paul Louis, « Les Conséquences européennes de la Crise balkanique », Mercure de France, n° 385 Temmuz 1913, pp : 79 vd (2)Le Petit Parisien, 31 Ocak 1917. 44 Amerika Amerika Fransız basınında ‘Amerika-Almanya çatışmasının ‘eli kulağında’ haberleri yer almaya başlamıştı. Zaten Mart Başından buyana ABD ticari gemilerini silahlandırıp, Selanik cephesine Bağlaşık Güçlere destek vermeye başlamıştır bile. Kaldı ki, Ocak ayında, ABD Başkanı Wilson, ki adı bundan böyle çok duyulacaktır, Almanya, Avusturya ve Türkiye’yi ‘sorumlu’ gördüğünü açıklamıştır. Genel olarak bakıldığında, ‘Dünya Savaşı’nın bir ‘egemenlik mücadelesi olduğu halde ABD’nin burada yerini almayışı ‘eşyanın doğası’na aykırıydı. O arada, Türkiye’de, 14 Şubat 1917’de Talat Paşa’nın başkanı olduğu hükumet kurulmuş, ve Rusya’da ‘Ekim Devrimi’ yapılmıştır. Doğal olarak, Uzlaşı ve Bağlaşık Güçlerinde ‘önemli politika değişiklikleri’nin olması da beklenilecektir. ABD 6 Nisan’da Almanya’ya savaş ilan edecek ve Türkiye 22 Nisan’da ABD ile ilişkilerini kesecektir (1). Türkiye’nin Doğu’sunda Ruslar Van’ı yeniden elegeçirecek ve Yunanistan Bağlaşık Güçleri tarafında savaşa katıldığını bildirecektir. Ve Fransız basını ‘Hellenizm Doğu’da yeniden doğuyor’ diye manşet atacaktır. (2) _______________ (1) ABD Kongresi 50 oya karşılık 373 oyla savaşa katılmaya karar verecek ve Hükûmet 17 Milyar $’lık bir ödenek ile zorunlu askerlij hizmeti isteyecektir. (2) Le Matin, 29 Haziran 1917 Dünya Yeniden Biçimleniyor İngiliz ve Fransız’ların (16 Mayıs 1916)’da, Türkiye’nin doğusunu kendi aralarında paylaştıkları ve bugünkü Irak topraklarının İngiltere’ye Suriye topraklarının da Fransı’ya verileceğinden kimsenin haberi yoktu. Bu ‘Gizli Antlaşma’ ancak 23 Kasım 1917’de Sovyetler Birliği tarafından açıklanacaktır. Demek ki, ‘Dünya’nın ekonomik, politik ve coğrafî olarak ‘yeniden biçimlendiği’ (configuration) bir süreç yaşanmaktadır. O nedenle de o günlerin diliyle ‘Uzlaşık’ ve ‘bağlaşık’lık ilişkileri ya da dostluk ve düşmanlıklar da yeni renkler kazanabilecektir. 45 Brest-Litovsk Antlaşması (3 Mart 1918) sonrası, Sovyetler Birliği’nin kuruluş sürecine girmesi ve ‘savaş alanı’ndan büyük ölçüde çekilmesi üzerine, öncelikle TürkRus çatışması sona erecek ve Türkiye ‘Doğu Cephesi’nde rahatlamış olacaktır. Kurulacak Transkafkasya Konfederasyonu ile yapılacak görüşmelerde ise ‘göreli olarak’ halkaların ‘kendi yazgılarını belirlemeleri’ tezi de uygulama alanı bulabilecek demektir. Ne var ki, Fransız Basınının yazdığına göre, Fransa kedi topraklarında bir ‘Polonya Ordusu’ kurmuştur bile (1). Uzun süredir Avusturya-Alman Bağlaşıkının baskısı altında yaşayan Polonya’nın ‘kendi ulusal renkleri’yle özgürlüğüne kavuşması için Fransa’nın elinden geleni esirgemediği ve Savaş bakanı M. Painlevé’nin raporu uyarınca öncelikle Fransız komutanın komutasında bir ‘Özerk Polonya Ordusu’ kurulmuştur (2). 2 Kasım 1917’de ise İngiltere Balfour’dan, « Filistin ve çevresinde bir Yahudi devleti kurulacağını » ilân ediyordu. Üç aya kalmayacak Şubat 1918’de Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Rusya’dan bağımsızlıklarını ilan ederek Transkafkasya Hükûmetini kuracaklar ve Türkiye ile ‘görüşme talebi’nde bulunacaklardır (3). Temmuz ayında ise 12 000 km² toprak ve 600 000 nüfusuyla, başkenti Erivan olan Ermenistan Devleti kurulacaktır. (4) _______________ (1) Le Matin, 6 Haziran 1917 (2) Le Petit Journal gazetesi muhabirinin bildirdiğine göre, 11 Nisan’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu baskısı altında yaşayan halklar kongesi Roma’da yapılmış ve kongrede İtalyanlar, Polonylılar, Çekler ve YugoSlavlar’ın kendi ulusallıklarını kurmaları (constituer sa nationalité) ve bağımsızlıklarını elde edecekleri günleri beklemeleri ancak tam bağımsızlıklarını kazanmak için ‘ortak mücadele’ etmeleri karara bağlanmıştır. Le Petit Journal, 12 Nisan 1918 Haziran ayında ise Fransa ve İngiltere Versailles’da bağımsız Polonya, ÇekoSlavakya ile Yugo-Slavya devletlerinin kuruluşuna karar verecekler, ABD ise memnuniyetini dile getirecektir. Le Petit Journal, 6 Haziran 1918 (3) Le Matin, 27 Şubat 1918. Ne var ki, bu kez Bolşeviklerle birlik olan Ermeniler Bakü’de 30 000 müslümanın öldürülmesiyle sonuçlanan olaylara 46 katılacaklardır. Ancak Fransız basınında bu tür haberler sadece bolşevikler’in Türklere karşı başarıları olarak yansıtılacaktır. Le Petit Journal, 18 Mayıs 1918 (4) Le Petit Journal, 9 Temmuz 1918 Birleşmiş Milletlere Doğru İngiltere Başbakanı Lloyd George, 31 Temmuz günü, 200 sanayicinin hazır bulunduğu bir oturumda, parlamentoda « Birincil görevimiz batmış olduğumuz bu savaştan utkuyla çıkmaktır » diye başlayan bir konuşma yapacaktır. Devamında sözü, o gün için Milletler Cemiyeti (La Société des Nations) denilen oluşuma getirecek ve iki Milletler Cemiyeti olduğunu ileri sürecektir : biri Britanya İmparatorluğu ikincisi de Uzlaşık Güçleri karşısında kurulmuş bulunan Bağlaşık Güçler. Milletler Cemiyeti’nin daha sonra nasıl oluştuğunun ayrıntısına girmeksizin, o günlerde İngiltere’nin dünyaya nasıl baktığının göstergesi olması bakımından Lloyd George’un sözleri anılmaya değer. Oysa, ABD Versailles’da ağırılığını koyacak ve İngiltere’nin ‘dünya egemenliği’ aşamalı olarak ABD’ye geçecektir. Daha doğrusu, ABD’nin liderliğindeki ‘Atlantik Bağlaşıklığı’ böylece kurulmaya başlamış olacak ve günümüze değin gelecektir. ________________ (1) Le Petit Journal, 2 Ağustos 1918 Bir ‘Dönem’in Sonu 1918 yılı Eylül ayına gelindiğinde, uzun süredir ayrı düşündüğü belli olan, Genç-Türklerin Maliye Bakanı Cavid bey’in artık ufukta bir başarı görmediği de belli olacaktır (1). Aynı günlerde, « Etnik ve Toplumsal makalesinde J.H.Rosny, (2) şöyle yazıyordu: Çatışmaların Evrimi » başlıklı “Her ‘ahlâk’ın, toplumsal dönüşümü engellemek ya da canlandırmak gibi iki işlevi var. Bu da ‘mücadele’nin hangi biçime bürüneceğini belirliyor”. 47 Cavit bey’in tutumu, belki de, “toplumsal dönüşümü engellemek ya da canlandırmak gibi iki işlev”den birincisine denk düşmekte ve ‘mücadelesi’nin biçimini belirlemekte” idi.. Kuşkusuz ‘moral’ ya da ‘ahlâk’ kadar, ‘maddî güç’ de belirleyici olmaktadır. Türkiye’nin mücadele ettiği güçler ise asker sayısı; araç-gereç, giyim-kuşam, yiyecek ve içecek bakımından maddeten altedilemeyecek boyutlardaydılar. Bulgaristan’ın teslim olmasıyla birlikte, Türkiye’nin Almanya ile bağlantısı kesilmiş oldu. 4 Ekimde İçişleri Bakanı İsamil Canbolat istifa etti. 5 Ekim’de Talat Paşa ‘Bırakışma’yı kabul edip üç gün sonra da istifa etti. Böylece Genç-Türk devrimi fiilen son bulmuş oldu. Ancak 1919 yılı 19 Mayıs’ında olgun ‘Türk Devrimi’ olarak yeniden başlayacaktı.. _________________ (1) Le Petit Journal, 12 Eylül 1918 (2) J.H.Rosny, « Evolution des conflits ethniques et sociaux », Mercure de France, n°482, Temmuz 1918, pp : 193-220 (3) Le Matin, 5 Ekim 1918. Venizelos ile Bağlaşık güçler komutanı Franchet d’Esperey’in aralarında geçen heyecanlı konuşmanın sonucunda « Yenilen Türk(ler)in Asya’ya geri gönderilecekleri » kararlaştırıldı. Kimlerin kendi topraklarına geri gönderildiklerini ise tarih 9 Eylül 1922 tarihinde yazacaktır. Habip Hamza Erdem Paris, 18 Mart 2015 48