İŞLETME YÖNETİMİ-I Öğr. Gör. Dr. İnanç GÜNEY Adana MYO D- GİRİŞİMCİLİĞİN ÖNEMİ Girişimci; ekonomik kaynakların düşük üretkenlik alanlarından yüksek alanlara aktarılma sürecinde baş aktördür, çünkü üretim kaynaklarını yeni bir tarzda birleştirerek kullanılmayan üretim faktörlerinin kullanılmasını sağlar, ama daha önemlisi kullanılmakta olan üretim araçlarının ve mevcut girdilerinin değişik şekillerde kullanımı ile üretimi artırır. Girişimci yeni düşüncelerin yaratılması, yayılması ve uygulamasını hızlandırır, ayrıca yeni endüstrilerin doğmasına yol açar, teknolojileri kullanan sektörlerde verimliliği artırır ve hızla büyüyen sektörler yarattığı için ekonomik büyümeyi hızlandırır. İşsizlik sorununa önemli bir çözüm olanağı sunduğu gibi ekonomik büyümenin de dinamosudur. NOT: II. Dünya Savaşı’ndan günümüze icatların % 67 ve radikal yeniliklerin % 95’i küçük girişimciler tarafından yapılmıştır. Girişimcilerin bulundukları topluma karşı çok önemli misyonları vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz: Az gelişmiş ülkelerde en önemli sorunlardan biri işsizliktir. İşsizlik ürün/hizmet üretimi için yeni yatırımların yapılmaması sonucunda doğar. İşsizlikten kurtulmanın en etkin yolu, kişilerin kendi işlerini kurmalarıdır. Girişimci sayısı ne kadar artarsa, istihdam oranı da o kadar artar. Girişimci sayısının artması ile toplumsal refah düzeyi, insanların hayat standartları da yükselecektir. Girişimcilikte asıl amacın daha çok para kazanmak olarak düşünülse de, para sadece bütünün bir parçasıdır. Asıl amaç toplumsal yaşam kalitesini artırmaktır. Girişimciler hem bilim ve teknolojiyi kullanarak, hem de bu alanlara kaynak aktararak bilim ve teknolojinin gelişmesine yardımcı olurlar. Girişimciler yurtdışında , kendi ülkelerinin reklamını yaparlar. Girişimciler kullanılmayan potansiyelleri kullanarak, bunların atıl olmalarını önlerler. Örneğin turistik bölgelerde insanların evlerini pansiyon olarak kullanmaları vb. gibi. E) GİRİŞİMCİ OLMANIN OLUMLU ve OLUMSUZ YÖNLERİ 1-Olumlu Yönler a) Kendi düşüncemizi gerçekleştirme ve geleceği kontrol etme fırsatı b) Para ve itibar kazanma fırsatı c) Ekonomi ve topluma katkı 2- Olumsuz Yönleri a) Belirsizlik b) Çok uzun süre çalışma c) Stres F) GİRİŞİMCİLERİN BAZI KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ Güçlü bir başarılı olma isteği, Mücadelecilik ve azim, Sorumluluk ve risk alabilme arzu ve yeteneği, İnisiyatif sahibi olmak, karar alma ve uygulama yeteneği, Liderlik ve hedefleri için başkalarına yön gösterebilmek, Yaratıcılık, fırsatları sezebilme yeteneği Planlı çalışma ve araştırma yeteneği, Başkalarıyla çalışabilmek ve onlara güvenebilmek, ilişki içerisinde olduğu kişilere güven verebilmek, Eksikliğini, sınırlarını bilmek ve tavsiyelerden yararlanabilmek, Zor şartlarda ağır çalışmalara hazır olmak, Kendini geliştirme arzusu Sonuç olarak girişimcilik yeni düşüncelere ve yenilikle açık ve gelecekte olabilecek değişimleri öngörebilecek kapasitede kişilerin vizyonuyla şekillenir. Girişimci belirsizlik altında karar alabilen, kararlı ve azimli, güçlü sezgi sahibi, iyi gözlemci, hayal gücü yüksek, kaynaklara ulaşabilecek ilişkiler ağına sahip, çok yönlü düşünebilen, ikna gücüne sahip olan, bağımsız düşünebilen, esnek, yaratıcı, kendine güvenen bir kişilik olarak şekillenmektedir. GİRİŞİMCİNİN İŞLEVLERİ; 1) Üretim Sağlama ve Organize Etme; 2) Ürün Çeşitliliği Sağlama; İşletmenin değişen çevre koşullarına ayak uydurması temel amaçlardan süreklilik varsayımının bir gereğidir. 3) İstihdam; Küçük işletmeler esnek oldukları için ekonomiye istihdam konusunda büyük işletmelerden daha fazla katkı sağlar. 4) Yeni Pazarlar ve Satış Yöntemleri Bulma; Elektronik Ticaret; Ürünlerin satışının, reklamının iletişim ağları aracılığıyla yapılmasıdır. 5) Sermaye Birikimi; İşletmeler elde ettikleri karların bir kısmını yatırıma dönüştürürler. Bu yolla istihdam sağlayarak sermayeyi tabana yayarlar. Girişimcilik sermaye birikimi sağlama ve sermayeyi tabana yayma işlevleriyle toplumsal barışın sigortası olma görevini üstlenir. G) TÜRKİYE’DE GİRİŞMCİLİK Türkiye’de girişimciliği incelemek için Osmanlı dönemindeki duruma göz atmak daha yararlı olacaktır. 1912 yılında bir yabancı yazar tarafından Osmanlı İmparatorluğunda halkın; “Yalnız memurluk etmek, askerlik yapmak, kazançlı işlere rağbet göstermemek Türkleri eksiltmiş ve fakirleştirmiştir” görüşü yer almaktadır. Cumhuriyetin ilanı ve yeni Türk Devletinin kuruluşuyla beraber sayıca az olan ve yeterli sermayeye sahip olmayan girişimcilerin sayısının artırılması ve girişimciliğin özendirilmesi politikası devlet eliyle yapılmıştır. 1930-1950 yıllarındaki Devletçilik devresinde özel sektörün girmediği iş alanlarına devlet girmiş ve özel sektörü de buralara girmeye teşvik etmiştir. 1950-1970 yıllarındaki liberal ekonomiye geçiş döneminde özel sektörün ekonomideki payı % 70’lere kadar çıkarılmıştır. 1980‘de başlayan ve günümüze kadar devam eden dışa açılma döneminde girişimcilerimiz dünyanın dört bir tarafına yayılmaya başlamışlardır. Ancak yine de girişimci sayımız istenen düzeyde değildir. Türkiye, 1980 yılından bu yana dışa açık, ihracata dayalı bir liberal ekonomi anlayışıyla ekonomisini yönetmeye ve bu ideal doğrultusunda kurumlarını oluşturmaya çalışmıştır. Ancak bu ilk defa denemiş bir model değil. 1980’den 1923’e kadar geriye gidip Cumhuriyet tarihine baktığımızda, iktisat politikalarının devletçilikten liberalizme kadar çeşitli iktisadî modeller arasında gelip gittiği gözlemi yapılabilir. Türkiye’de girişimciliğin tarihine bakıldığında başka ülkelerde olduğu gibi, ülkemizdeki seyrinin devletin uyguladığı ekonomi politikalarından bağımsız olmadığı görülüyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye’de girişimciliğin tarihi girişimciler ve devlet arasındaki ilişkinin tarihiyle de yakından alakalı. Girişimciliğin gelişimi bağlamında 1923’ten günümüze kadar öne çıkmış 5 ana dönemden söz etmek mümkündür: • 1923-1929 arasında “özel girişimciliğe teşvik”, • 1930-1946 arasında “devletçilik ve yansımaları”, • 1946-1960 “liberal ekonomiye geçiş”, • 1960-1980 “planlı ekonomi denemesi” ve de • 1980’den günümüze dek “dışa açık liberal ekonomi”yi sayabiliriz Girişimcilik Türkiye’de yeni bir kavram olması sebebiyle pek fazla ilerleme gösterememiştir. Çizelge söz konusu ülkelerdeki her 100 yetişkin içindeki girişimci oranını göstermektedir. Türkiye Japonya İsrail 4.6 5.1 6.0 İngiltere ABD 7.7 11.7 İrlanda 12.0 G. Kore Meksika 15.0 18.7 OECD (Organization for Economic Co-Operation and DevelopmentEkonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü) üye ülkelerinde yeni kurulan işyerlerinin tüm işletmeler içinde oranı %11-17, kapanan işyerlerinin oranı da %9-14 arasında değişmekteyken, Türkiye'de bu oranlar sırasıyla %3.5 ve %0.9'dur. Türkiye nüfusunun önemli bir potansiyeli olan kadınlar ve gençler girişimci olarak değerlendirilememektedir. Tüm işverenler arasında kadınların oranı %3.3 gibi oldukça düşük bir orandır ve 30 yaşın altında bulunan gençlerin %64'ü işsizdir. Girişimcilik ile ilgili ilginç bir bulgu, girişimci erkek ve kadınların oranlarıdır. Çıkış ve inişlere rağmen kendi hesabına çalışan kadınlar, toplam kendi adına çalışanların %10'u civarındadır. Hem işverenleri hem de kendi hesabına çalışanları girişimci diye düşünürsek Türkiye'de erkek girişimciler, kadın girişimcilerin 7 katıdır. Girişimciyi sadece işveren olarak tanımlayan uluslararası bir çalışmada bulunan 29 ülke sonuçlarına göre ise erkek girişimcilerin kadın girişimcilerin iki misli olduğu saptanmıştır. Bu tanıma göre Türkiye'de erkek girişimciler kadın girişimcilerin 29 katıdır. Dünya ekonomisindeki gelişmeler ve artan rekabete bağlı olarak “yenilik” konusuna ilgi de gittikçe artmaktadır. 1980’ler de ortaya çıkan “Yeni Büyüme Kuramı” (İçsel Büyüme Kuramı) teknolojik gelişme ve beşeri sermayeyi büyümenin temel belirleyicileri olarak savunmaktadırlar. Büyümenin itici gücü olarak AR-GE faaliyetlerinin önemini vurgulayan AR-GE’ye dayalı ekonomik büyüme modeli ilk kez Romer (1990) tarafından ortaya atılmıştır Teknolojik gelişmeler, firmalar tarafından yapılan araştırma ve geliştirme (AR-GE) faaliyetleri sonucu buluş ve yenilikler (inovasyon) şeklinde ortaya çıkmaktadır. Teknolojik gelişme ve yenilik, makro düzeyde ekonomik büyümeye neden olurken mikro düzeyde firmaların karlarını ve pazar paylarının artmasına yol açmaktadır. Diğer bir ifade ile, teknolojik yenilikler ve buluşlar için her firmanın yaptığı yatırımlar (fiziki ve beşeri sermaye) sonucu ortaya çıkan dışsallıklar ve taşmalar ekonominin geneli için artan getirinin ortaya çıkmasına böylelikle de uzun dönemli büyüme neden olmaktadırlar AR-GE, maliyeti azaltmak, ürün yeniliği veya kalite geliştirmek amacıyla yapılabilir (Griffiht, 2000). Teknolojik yenilik yani ürün ve süreç yeniliği, sürekli değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı dünyada rekabet gücünü korumak ve başarılı olmak açısından bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu bağlamda AR-GE faaliyetlerine gereken önemi göstermeyen firmaların ve ülkelerin sürdürülebilir bir büyüme trendi yakalaması mümkün değildir. AR-GE faaliyetleri, ekonomik büyümenin önemli kaynağı olduğundan günümüz dünyasında AR-GE harcamaları ile büyüme arasında güçlü bir ilişkinin olması kaçınılmazdır. 1990 yılında % 0,325 olan brüt AR-GE harcamalarının (Gross Domestic Expenditures on R&D) GSYH’ya oranı dönem içinde artan bir trend izleyerek 2004’de % 0,8 seviyesine yükselmiştir. Ancak buna rağmen 2004 yılı itibariyle OECD ortalamasının yaklaşık 3,3 kat gerisindedir. Türkiye'ye karşılık, İsveç % 3.8'ini, Finlandiya % 3.3'ünü, Japonya % 3.1'ini, İsrail % 2.8'ini ve ABD % 2.7'sini harcamaktadırlar. OECD ortalaması ise 2004 için 2,27’dir. Türkiye karşılaştırma yapılan ülkeler arasında %30 ile en fazla genç nüfus (0-14 yaş grubu) oranına sahip olan iki ülkeden biridir (diğeri Meksika). Bu genç nüfusa rağmen işsizlerin çoğunluğu (%64) 30 yaşın altındaki gençlerdir. Türkiye, eğitim konusunda sınıfta kalmıştır, çünkü okuma yazma bilmeme oranı yüksektir (%14) ve orta ve yüksek öğretimde eğitime katılan öğrenci oranları düşüktür. Aynı dönemde AR-GE personeline yapılan harcamaların GSYH içindeki payı da sürekli artmıştır. Dönem başında % 0,15 iken dönem sonunda 2,4 kat artarak % 0,36 seviyesine gelmiştir. AR-GE harcamalarının finansman tarafında ise özel sektörün dönem içinde artan payı dikkat çekicidir. 1990’da özel sektörün payı % 27 iken 2004’de1,5 kat artarak % 43’e yükselmiştir. Aynı dönemde kamunun payı ise % 71’den % 50’ye gerilemiştir. 1996-2000 döneminde 60 ülke arasında yapılan iş ve yatırım yapmaya uygunluk değerlendirmesinde Türkiye 42'nci olmuştur. TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu)'in çalışmasına göre, Türkiye, ''İş yapma kolaylığı'' açısından bir önceki yıl 63. sırada yer alırken, 10 sıra kaybederek 73. sıraya geriledi. Çalışmaya göre, iş ve yatırım yapmaya en elverişli ilk 10 ülke ise Singapur, Yeni Zelanda, Hong Kong, ABD, İngiltere, Danimarka, İrlanda, Kanada, Avustralya ve Norveç'ten oluşuyor. Bu konudaki genel sıralama, ''İş yeri açma'', ''İnşaat ruhsatı alma'', ''İşçi istihdamı'', ''Mülkiyet devri'', ''Kredi alma'', ''Yatırımcıları koruma'', ''Vergi ödeme'', ''Sınır ötesi ticaret'', ''Sözleşme uygulama'' ve ''İş yeri kapatma'' kategorilerinde elde edilen notların bileşkesi ile ortaya çıkıyor. Türkiye'nin, Haziran 2009'da bir yıl önceye göre yapılan değerlendirmede bu 10 alandan hiçbirinde nispi ilerleme gösteremediği, ''İnşaat ruhsatı alma'' kategorisinde 133. sırasını korurken, diğerlerinde 1 ila 12 sıra gerilediği bildirilmiştir. Dünya Bankası raporunda, Türkiye açısından en kötü sıralama ''İşçi istihdamı'' alanında ortaya çıktı. Türkiye, koşulların işçi istihdam etmeye uygunluğu bakımından 183 ülke içinde 145. oldu. Türkiye, sıralamada bir yıl önce 143. basamakta yer almıştı.