Lenfanjiyoleyomiyomatozis

advertisement
Eur Respir J 2006; 27: 1056–1065
DOI: 10.1183/09031936.06.00113303
CopyrightERS Journals Ltd 2006
SERİLER ‘‘NADİR GÖRÜLEN İNTERSTİSİYEL AKCİĞER HASTALIKLARI’’
C. Vogelmeier ve U. Costabel tarafından edit edilmiştir.
Bu serinin birincisi
Lenfanjiyoleyomiyomatozis
S.R. Johnson
ÖZET: Lenfanjiyoleyomiyomatozis (LAM) tek başına veya tüberoskleroz ile birlikte görülebilen,
akciğerlerin ve lenfatiklerin nadir bir hastalığıdır. LAM neredeyse yalnızca kadınları etkileyerek,
genellikle menopoz öncesinde gelişmektedir.
Bu hastalık, ilerleyici pulmoner kistik değişlikler, tekrarlayan pnömotoraks, şilöz plevral koleksiyonlar ve çoğu zaman ilerleyici solunum yetmezliği ile karakterizedir. Lenfadenopati, kistik
lenfatik kitleler (lenfanjiyoleyomiyomlar), şilöz asit ve anjiyomiyolipom (benign tümör) abdominal belirtileridir. Uzun süre sağ kalanlar bildirildiği için değişkenlik göstermesine rağmen,
LAM’deki sağ kalım 10 yılda yaklaşık %70’tir.
Tanı, klinik özellikler ve bilgisayarlı tomografi kombinasyonuyla veya şüpheli olgularda akciğer
biyopsisi ile konur. Hızlı ilerleyen hastalığı olan olgularda, kullanılmasını destekleyen hiçbir kesin kanıt bulunmamasına rağmen hormon tedavisi (özellikle progesteron) kullanılmıştır. Bunun
dışında tedavi, pnömotoraks, şilöz koleksiyonlar ve akciğer dışı belirtilerin komplikasyonlarına
yöneliktir. Ciddi LAM için şu andaki tek tedavi akciğer naklidir.
Lenfanjiyoleyomiyomatozis hücre biyolojisindeki son gelişmeler, bu hastalarda tüberoskleroz
ile ilişkili genlerde somatik mutasyonlar bulunduğunu ve rapamisinin sonuçtaki hücresel bozukluğu düzeltilebileceğini göstermiştir. Lenfanjiyoleyomiyomatozisde rapamisin çalışmaları bugün
devam etmektedir ve hastalığın kanıta dayalı tedavisi için ümit vermektedir.
İLGİLİ KURUMLAR
Division of Therapeutics and
Molecular Medicine, University
Hospital, Queens Medical Centre,
Nottingham, UK.
İLETİŞİM ADRESİ
S.R. Johnson
Division of Therapeutics and
Molecular Medicine
University Hospital
Queens Medical Centre
Nottingham NG7 2UH UK
Fax: 44 1159422232
E-mail: simon.johnson@
nottingham.ac.uk
Geliş Tarihi:
09 Ekim 2003
Kabul Tarihi:
31 Mart 2004
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Anjiyomiyolipom, interstisyel hastalık, orphan (yetim) hastalık,
tüberoskleroz
TEMEL BİLGİLER
Lenfanjiyoleyomiyomatozis (LAM) özellikle genç
kadınları etkileyen ve genellikle solunum yetmezliğiyle sonuçlanan bir hastalıktır. Klinik özellikleri, akciğerlerin ilerleyici kistik yıkımından ve
akciğerler ve aksiyel lenfatikler içerisinde LAM
hücrelerinin birikiminden kaynaklanmaktadır.
Bu hastalık, (sporadik LAM) tüm popülasyonda
1,000,000 kişide 1 prevalans ile nadir görülmektedir [1, 2], fakat genetik bir hastalık olan tüberosklerozu olan hastalarda çok daha sık görülmektedir (tüberoskleroza bağlı LAM). Tüberosklerozlu
erişkin kadınların %40’ında hastalık belirtileri
saptanabilir [3–5]. Hastalık menarş ile menopoz
arasında ortaya çıkabilir ve ortalama başlangıç
yaşı 34’tür. Bazen menopoz sonrası kadınlar bu
hastalık ile başvurur; bununla birlikte, bu hastalar sıklıkla östrojen replasman tedavisi almaktadır [6]. Tüberosklerozlu erkek ve çocuklarda çok
az sayıda LAM olgusu bildirilmiştir; bununla
birlikte, bu son derece nadirdir ve sporadik
LAM’da ortaya çıkmaz [7].
TARİHÇE
İlk kaydedilen LAM olgusu, büyük olasılıkla 1918’de LUTEMBACHER [8] tarafından bildirilen
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
bilateral pnömotoraks nedeniyle ölen tüberosklerozlu bir kadındı. İlk sporadik LAM olgusu VON
STÖSSELL [9] tarafından 1937 yılında bildirilmiş
olan difüz kistik akciğer hastalığı ve dilate torakal lenfatikleri olup solunum yetmezliğinden
ölen genç bir kadındı ;¸bu yazar hastalığa ‘‘müsküler siroz” adını verdi. 1966’da CORNOG ve
ENTERLINE [10] LAM’a bağlı 20 abdominal
veya pulmoner hastalık olgusunu gözden geçirerek buna lenfanjiyomiyom adını verdiler. 1975’te
CORRIN ve ark. [11] literatürü gözden geçirerek,
klinik ve patolojik özellikleri açıkladılar ve LAM
ile tüberoskleroz arasındaki olası ilişkiye dikkat
çektiler. 1990’larda, ABD [12, 13], Güneydoğu
Asya [14], İngiltere [1,15] ve Fransa’dan [2] büyük LAM serileri bildirildi. LAM’a karşı artan
ilgi kayıtların ve hasta gruplarının oluşturulmasına yol açtı ve sonuçta araştırma hızla artarak
LAM’un klinik ve hücresel yönleri konusunda
daha büyük bir bilgi birikimine ulaşıldı. 2000 yılında, sporadik LAM’da tüberoskleroz kompleks
(TSC)2 geninde somatik mutasyonlar tanımlandı
[16] ve o zamandan beri, bu genin protein ürünü
olan tüberin üzerindeki çalışmalar bugün öylesine ilerledi ki, biyolojik tedaviler üzerine klinik
çalışmalar sürdürülmektedir [17].
CİLT 1 SAYI 3
European Respiratory Journal
Print ISSN 0903-1936
Online ISSN 1399-3003
209
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
S.R. JOHNSON
KLİNİK ÖZELLİKLER
Klinik seyirde solunum semptomları ön plandadır. En önemli
özellikleri pnömotoraks, ilerleyici dispne ve şilöz plevra sıvısıdır [2, 6, 11–14]. Diğer solunum semptomları öksürük, hemoptizi ve şiloptizidir (Tablo 1). Hava akımının engellenmesi
ve akciğer parankiminin yerini kistlerin alması sonucunda,
LAM’lu hastaların büyük çoğunluğunda nefes darlığı bulunmaktadır. Hastaların yaklaşık üçte ikisinde, klinik seyirlerinin
bazı noktalarında, çoğunlukla tekrarlayan ve önemli morbiditeye sebep olan pnömotoraks bulunur [6]. Şilöz plevra sıvısı
daha nadirdir, fakat konservatif olarak tedavi edilmeleri zordur ve basit aspirasyondan sonra tekrarlama eğilimindedir [6,
18]. Hemoptizi ve şilopitizi sırasıyla akciğer kapillerlerinin ve
lenfatiklerin LAM hücreleri tarafından tıkanmasına bağlıdır
ve her ikisi de az sayıda hastada meydana gelmektedir. Akciğer dışı LAM belirtileri lenfadenopati, büyük kistik lenfatik
kitleler (lenfanjiyoleyomiyomlar), şilöz abdominal koleksiyonlardan oluşur [19, 20] ve hastaların yaklaşık yarısında esas
olarak böbreklerde görülen, düz kas, kan damarı ve yağdan
oluşan benign tümörler (anjiyolipom) bulunmaktadır (Tablo
1) [20–22]. Hastaların yaklaşık üçte birinde bilgisayarlı tomografi (BT) taramasında, retroperitoneal, retrokrural veya
nadiren pelvik olmak üzere büyümüş abdominal lenf nodları
görülebilir. Fakat bunlar tek başlarına abdominal semptomlara sebep olmazlar [20]. Lenfanjiyoleyomiyomlar daha büyük
kistik kitlelerdir; bunlar en sık olarak karında, retroperitoniumda ve pelviste meydana gelirler, fakat nadiren mediyasten
ve boyunda görülür. Lenfanjiyoleyomiyomlar ile ilişkili semptomlar bulantı, şişkinlik, abdominal distansiyon,, periferik
ödem ve üriner semptomlardır [23]. Bu semptomlar gün boyunca kötüleşebilir ve öğleden sonra lenfanjiyoleyomiyomların büyüklüğünde artışla korele olması, olasılıkla gün boyu
ayakta durma sonucunda alt uzuvlarda lenf birikiminin artışına bağlıdır [23]. Daha nadir olarak, lokalize şişlikler veya
basınç etkileri diğer yerlerdeki semptomlara sebep olabilir.
Hastaların yaklaşık %10’unda lenfatik obstrüksiyona bağlı
olarak şilöz asit gelişir. Asit, torakstaki lenfatik obstrüksiyon
ve şilöz koleksiyonlarla [6] ve ilerlemiş akciğer hastalığıyla
ilişkilidir [20]. LAM’un en sık görülen abdominal belirtisi,
BT’yle incelendiği zaman hastaların %50’ye ulaşan kısmında
bulunan anjiyomiyolipomdur; bununla birlikte, bu tümörlerin büyük çoğunluğu semptomsuzdur [20–22]. Çoklu tümörlerin ve >4 cm olanların büyümesi ve semptomlara sebep olması daha olasıdır [24, 25]. Bunların büyümeleri özellikle kanamaya bağlı olup böğür ağrısı, hematüri ve nadiren yaşamı
tehdit eden kanamaya yol açabilirler [26].
TABLO 1
Semptomlar ve klinik bulgular
Başvuru sırasında
Hastalığın seyrinde
Dispne
42 (256)
87 (164)
Öksürük
20 (221)
51 (164)
Göğüs ağrısı
14 (152)
34 (32)
Hemoptizi
14 (138)
22 (164)
Pnömotoraks
43 (256)
65 (213)
Şilöz sıvı
12 (256)
28 (213)
Veriler % (n) olarak sunulmaktadır. Veriler [2, 6, 11–14, 20–22]’den alınmıştır.
210
KLİNİK GÖRÜNÜM
Çoğu hastadaki ilk semptom dispne veya pnömotorakstır.
Daha az görülen semptomlar öksürük, hemoptizi veya şilöz
plevra sıvısıdır. Bazen, anjiyomiyolipomlardan kaynaklanan
kanama en sık görüleni olmak üzere, akciğer dışı belirtiler
LAM’un ilk semptomudur [2], fakat abdominal ve pelvik kitleler nadiren tanıya götürür [19, 27]. Nadiren, akciğer hastalığından yıllar önce abdominal semptomlar meydana gelebilir ve
solunum semptomlarının başlamasıyla kesin tanı konulabilir.
Pnömotoraks veya şilöz sıvı bulunmadıkça, fizik muayene,
hastalığın erken döneminde sıklıkla normaldir. Raller ve ronküsler hastaların küçük bir kısmında bulunur [13, 14]. Bazen
abdominal hastalık gösteren bir kişide lenfanjiyoleyomiyomlar palpe edilebilir; bununla birlikte, çoğu olguda tek başına
klinik muayene yapılarak abdominal belirtiler tespit edilemez
[19]. Bütün LAM hastaları için tüberoskleroz işaretleri açısından dikkatli klinik muayene yapılmalıdır. Subungual fibromlar, fasiyal anjiyofibromlar ve Shagreen lekelerinin tümü klinik olarak tespit edilebilir fakat daha hafif olgularda yanlış
tanı konulabilir veya gözden kaçırılabilir. Hipomelanotik lekelerin güvenilir tespiti için Woods (ultraviyole) ışığı altında inceleme yapmak gerekir. İlk kez LAM’la baş vuranlar da dahil
olmak üzere tüberoskleroz tanısı her zaman kolay değildir; hafif hastalığı bulunan olgular erişkin yaşta tanı almaktadırlar.
Üstelik olguların üçte biri sporadik mutasyonlar sonucunda
meydana gelmektedir ve bunlarda hastalık açısından hiçbir
aile öyküsü bulunmamaktır. Eğer klinik olarak tüberoskleroz
şüphesi varsa, genetik danışmanlık ve olası komplikasyonların tedavisi için bir klinik genetik uzmanı tarafından eksiksiz
değerlendirme yapılması gereklidir [28].
Primer spontan pnömotoraks, astım ve amfizem gibi diğer akciğer hastalıkları için ortak solunum belirti ve bulguları bulunması nedeniyle, LAM tanısı bazen yıllarca gecikebilir. LAM
şüphesi uyandırması gereken klinik durumlar şunlardır: önceden nefes darlığı veya hemoptizi bulunan genç bir kadında
pnömotoraks (özellikle tekrarlayan); minimal sigara dumanı
maruziyeti ve interstisyel değişikliklerin bulunduğu hava akımı kısıtlanması bulunan genç bir kadındaki amfizem.
İNCELEMELER VE TANI YAKLAŞIMLARI
LAM’da rutin incelemeler destekleyici olabilir fakat tanı koydurucu değildir. Pnömotoraks veya plevra sıvısı gösterebilmesine rağmen, hastalığın erken döneminde göğüs röntgeni sıklıkla normal görünür. En sık karşılaşılan bozukluklar retikülonodüler gölgelenme ve kistler veya büllerdir (Şekil 1; Tablo 2).
Akciğer hacimleri genellikle korunmuştur Akciğer hacimlerinin korunduğu ve interstisyel değişikliklerin birlikte bulunduğu az sayıdaki durum, LAM , Langerhans hücreli histiyositoz,
sarkoidoz ve kronik hipersensitivite pnömonisidir.
Çoğunda hava akımı obstrüksiyonu ve olguların üçte birinde
β2 agonist inhalasyonuyla hafif bir düzelme olmasına rağmen,
erken hastalık evresindeki hastalarda solunum fonksiyon
testleri normal olabilir. Total akciğer kapasitesi korunmaktadır fakat gaz alışverişi genellikle belirgin şekilde azalmıştır
(Tablo 2) [12].
LAM tanısı için altın standart, akciğer veya tutulan lenfatiklerde, LAM hücreleri adı verilen anormal düz kas hücreleri tarafından oluşturulan nodüler infiltrasyonları gösteren, doku biyopsisidir. İmmünohistokimyasal boyama, düz kas belirteci aktin ve
CİLT 1 SAYI 3
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
S.R. JOHNSON
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
Anjiyomiyolipom genellikle doku biyopsisine gerek olmadan
BT taramasıyla belirlenebilir. Tümör, düz kas, kan damarları
ve yağ içeren karma mezenkimal orijinlidir. Bu lezyonlarda
yağ bulunması karakteristik BT görüntüsünü verir (Şekil 2);
yağ içermeyen az sayıdaki anjiyomiyolipomda tanı zorluğu
ortaya çıkabilir. Eğer LAM tanısı kesinse, bu lezyonların anjiyomiyolipom olması olasıdır ve tekrarlayan görüntüleme ile
takip edilebilir; bununla birlikte, bazı olgularda bunların renal hücreli karsinom ile ayırıcı tanısının yapılması için doku
biyopsisi gerekebilir. Sporadik LAM’da sıklıkla tek olmasına
rağmen, tüberoskleroza bağlı LAM’lu hastalarda sıklıkla çok
sayıda anjiyomiyolipom bulunur.
ŞEKİL 1.
Solda pnömotoraks, interstisyel değişiklikler ile şilöz sıvı ve plevra
ameliyatına bağlı plevra kalınlaşmasının bulunduğu ilerlemiş lenfanjiyoleyomiyomatozis olgusunun göğüs röntgeni.
melanoma ilişkili antijen HMB45 açısından pozitiftir [31]. LAM
hücreleri az sayıda olduğu ve hastalığın erken evrelerinde tespit
edilmeleri zor olduğu için, immünohistokimyasaI boyama, akciğer biyopsilerinin ve özellikle transbronşiyal biyopsilerin incelenmesinde önemli bir katkı sağlamaktadır [32]. Olguların çoğunda karakteristik BT görünümü bulunduğu için, kesin tanıda
her hastada doku biyopsisi gerekmez. BT taramasında, normal
bir akciğer parankimi ile birlikte, akciğer sahalarına düzgün dağılım gösteren, dağınık, çok sayıda ince duvarlı kistler görülür.
Kistler ince duvarlıdır genellikle BT’de saptanır (Şekil 2). Anjiyomiyolipom, lenfanjiyoleyomiyom veya şilöz plevral veya abdominal koleksiyon gibi diğer tipik LAM belirtileri bulunan olgularda doku biyopsisi gerekmez. Bu nedenle, LAM düşünülen
hastalarda anjiyomiyolipomların ve başka lenfatik tutulumun
olup olmadığını incelemek için, yüksek çözünürlüklü toraks BT
ve karın BT yapılmalıdır. BT taramasının LAM için karakteristik
olmadığı durumlarda, kesin tanı için akciğer biyopsisi yapılmalıdır. Solunum fonksiyonu bozukluğu nedeniyle akciğer biyopsisi yapılamayan hastalarda, abdominal BT, doku biyopsisi alınabilecek bir hedefi veya biyopsi ihtiyacını ortadan kaldırabilecek bir bulguyu gösterebilir. Önerilen tanı yaklaşımı Şekil 3’te
gösterilmektedir. Az sayıda hastada BT’de, kistlerin duvarı bulunmaz ve amfizemden ayırt edilemez [33]. Diğer kistik akciğer
hastalıkları bazen LAM ile ve özellikle Langerhans hücreli histiyositoz ile karışabilir. Bununla birlikte, bu hastalıkta özellikle
erken evrede nodüller sık görülmektedir. Kistlerin daha düzensiz ve daha kalın duvarları vardır ve özellikle üst ve orta zonlarda yerleşme eğilimindedirler. Kistik metastazlar genellikle daha
kalın duvarlara sahip olmasına ve LAM kistlerinden daha az sayıda bulunmalarına rağmen, düz kas tümörlerinden, özellikle
uterus karsinomlarından kaynaklananlar bazen LAM’a çok benzeyen bir görünüme sahip olabilirler [32].
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
PATOLOJİ
Hastalığın seyri boyunca, LAM hücreleri ilerleyici şekilde akciğerlerde ve lenfatiklerde birikir. LAM hücreleri diğer düz
kaslarda olduğu gibi düz kas aktini, desmin ve vimentin eksprese ederler. Ancak düz kaslar için tipik olmayan, glikoprotein 100 (insan melanoma antikoru black (HMB)45’in hedefidir) ve tirozinaz [35] gibi melanoma ilişkili proteinler ile birlikte östrojen ve progesteron reseptörleri [36, 37] içeren elektron dens granüllere sahiptirler. LAM hücreleri, nodüller içinde prolifere olur. Nodüllerin merkezinde daha çok, yüksek
proliferasyon kapasitesine sahip olan iğ biçimli LAM hücreleri, periferinde ise daha düşük proliferasyon kapasitesi bulunan fakat daha yüksek HMB45 ekspresyonu gösteren epiteloid LAM hücreleri bulunur [35]. Bu nodüller hava yollarını ve
kistleri örtmektedir ve LAM’da tanı koyduran lezyondur (Şekil 4). Kistik değişiklikler akciğerde düz kas proliferasyonu ile
birliktedir ve LAM hücresi kaynaklı matriks metalloproteinazlardan (MMP’ler) kaynaklanan doku yıkımı nedeniyle
meydana gelmesi olasıdır. MMP-2 özellikle kistleri örten harab olmuş ekstraselüler matriks bölgelerinde artmıştır [38,
39]. Bu bulgulara ek olarak, LAM lezyonları tip II pnömositlerle örtülüdür ve hastaların önemli bir oranında da LAM
hücreleriyle çevrelenmiş hava yollarında hava yolu yangısı
(bronşiyolit) bulunmaktadır [40]. Akciğer kapillerlerinin tıkanmasına bağlı olarak, biyopsilerde hemosiderin birikimleri
de belirgin olarak görülebilir [11]. Lenfatiklerde LAM hücreleri gelişigüzel kümelenmeler meydana getirerek lenfatiklerin
duvarlarında kalınlaşmalara yol açar. Damar lümenin tıkanmasına ve kistik dilatasyona sebep olur. Ayrıca, nadir HMB45pozitif LAM hücre fenotipi, anjiyomiyolipomların müsküler
elemanlarını oluşturur (Şekil 4) ve perivasküler epiteloid hücre adını alır [41]. Ek olarak, bu perivasküler epiteloid hücreler, sporadik LAM ve tüberoskleroz ile birlikte de bulunabilen
[43], nadir, benign, berrak hücreli tümörü meydana getirir
[42]. Anjiyomiyolipomların düz kas hücreleri [44], bazı kan
damarları [45] ve muhtemelen yağ dokusu klonaldir (birbirinden türemiş). Bu, tümörün üç bileşeninin de ortak mezenkimal öncülden (prekürsör) veya kök hücreden kaynaklanmış
olabileceğini göstermektedir., . Tüberosklerozlu hastalarda,
tip II pnömositlerin fokal proliferasyonları (multifokal mikronodüler pnömosit hiperplazisi (MMPH) adı verilmektedir)
meydana gelebilir [46]. Tüberosklerozdaki MMPH hem
LAM’dan bağımsız olarak hem de LAM ile birlikte meydana
gelmektedir [3]. Bu bulgu yüksek çözünürlüklü BT’de nodüller şeklinde görülebilir fakat klinik olarak anlamlı olduğu düşünülmemektedir.
CİLT 1 SAYI 3
211
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
TABLO 2
S.R. JOHNSON
Yayınlanmış serilerden alınan fizyolojik ve radyolojik bulgular
Solunum fonksiyonu [11, 12, 14, 29, 30]
Normal#
Obstrüktif¶
Restriktif+
Kombine obstrüktif/restriktif
Gaz transferi bozukluğu§
Hipoksemiƒ
Göğüs röntgeni [2, 13, 14]
Normal
Retikülonodüler infiltrat
Kistler/Büller
Plevra sıvısı
Pnömotoraks
Hiperinflasyon
Toraks BT [2, 12, 14]
Kistler
Buzlu cam opasiteleri
Nodüler dansiteler
Pnömotoraks
Plevra sıvısı
Hiler/mediyastinal adenopati
Dilate duktus torasikus
Perikard sıvısı
Abdominal BT [20-22]
Normal
Renal anjiyomiyolipom
Lenfadenopati
Lenfanjiyoleyomiyom
Asit
Hepatik anjiyomiyolipom
Başvuru sırasında
Hastalık seyri sırasında
10 (42)
29 (42)
26 (42)
36 (42)
96 (31)
83 (42)
4 (97)
63 (97)
10 (97)
15 (97)
91 (89)
76 (81)
5 (147)
68 (147)
47 (147)
5 (78)
35 (78)
27 (147)
0 (32)
94 (32)
41 (32)
28(32)
81 (32)
25(32)
100 (104)
29 (104)
9 (104)
16 (38)
13 (38)
6 (104)
100 (35)
6(35)
14 (35)
11 (35)
6 (35)
5 (80)
53 (111)
36 (80)
16 (80)
9 (80)
3 (80)
Veriler % (n). BT: bilgisayarlı tomografi. #: tüm değerler beklenenin >%80 ; ¶: birinci saniyede zorlu ekspiratuvar volüm (FEV1) beklenenin <%80, FEV1/zorlu vital
kapasite (FVC) beklenenin <%70; +: FVC beklenenin <%80, FEV1/FVC beklenenin >%70; §: tüm değerler beklenenin <%80; ƒ: <10.6 kPa.
KLİNİK SEYİR
Sporadik LAM’lu hastalarda genellikle ilerleyici hava yolu
obstrüksiyonu gelişir. Son zamanlarda yapılan iki çalışma,
LAM’da birinci saniyede zorlu ekspiratuvar volümün (FEV1)
∼120 mL•yıl-1 miktarında hızla azaldığını göstermiştir [1, 47].
Ancak, her iki çalışmadaki ortalama değerlerdeki değişkenlik
çok büyüktür, Tipik olarak, kötüleşen hava yolu obstrüksiyonuna ek olarak, önceden bahsedildiği gibi hastalarda tekrarlayan pnömotoraks, şilöz koleksiyonlar veya diğer komplikasyonlar bulunabileceği gösterilmiştir. LAM’un klinik seyri çok
değişkendir ve hastalığın başlangıcında hastaların bireysel
prognozu konusunda doğru tahmin yapmak zordur. Bir hasta
kohortu çalışmasında 10 yıl sonra 77 hastadan %55’inin akranlarına göre daha fazla nefes darlığı çektiği veya düz yolda kendi hızlarında yürürken durmak zorunda kaldıkları veya yaklaşık %10’unun dispne nedeniyle eve bağlı kaldıkları gösterilmiştir [48]. Sağ kalım konusunda hiçbir prospektif veri bulunmamaktadır; daha yakın zamandaki veriler 10 yıllık sağ kalımın %55–71 seviyesinde olduğunu göstermesine rağmen, olgu
sunumlarına ve post mortem serilere dayanan ilk çalışmalarda
sağ kalım 4 yıl civarındadır [2, 13]. Bununla birlikte, bir çalışmada hastaların 15’inci yılda üçte biri ve semptomlar başladıktan 20 yıl sonra yaklaşık dörtte biri hâlâ yaşamaktaydı [48].
Günümüzde, tanı konulduğunda bireysel hastaların prognozunu tahmin etmenin iyi bir yolu bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, klinik gidişi belirleyen, modifiye edici genler olabilir
ve bunlarla ilgili çalışmalar sürmektedir.,
212
Denetçinin notu: Şekil 3 yazılardan oluşmaktadır. Ancak çevirisi bu dosyada bulunmamaktaır.
TÜBEROSKLEROZDA LAM
Tüberoskleroz ilişkili LAM’da hastalık spektrumu daha geniştir. Tüberosklerozlu hastaların yalnızca %2-3’ünde LAM
semptomları gelişir [49, 50]; bununla birlikte, tarama yapılırsa,
tüberosklerozlu erişkin kadınların %40’ında LAM ile uyumlu
kistik akciğer hastalığı vardır [4, 5, 51]. Bu, birçok hastada
önemli akciğer hastalığı gelişmeyeceğini veya diğer organ sistemlerinde ciddi tüberoskleroz tutulumu varsa, akciğerin gözden kaçırılabileceğini göstermektedir. Semptomların geliştiği
bu hastalarda LAM’un sporadik LAM’lu hastalardakine benzer şekilde davrandığı görülmektedir [49].
HÜCRE BİYOLOJİSİ VE GENETİK ALANINDAKİ
İLERLEMELER
Eskiden beri, tüberosklerozlu hastalarda LAM görülme sıklığının yüksek olması nedeniyle LAM ve tüberosklerozun ile
ilişkili olduğu ileri sürülürdü. Tüberoskleroz, TSC1 ve TSC2
genlerinden birisinde eşey hücresindeki mutasyonlarla karakterize olan otozomal dominant bir hastalıktır [52]. İkinci
allel kaybının sonucunda protein üretiminin tam kaybı söz
konusu olduğu zaman, tüberoskleroza bağlı hamartomlar
gelişir [52]. Sporadik LAM’da, akciğerlerde, lenf düğümlerinde ve anjiyomiyolipomlardaki LAM hücrelerinde daha
çok TSC2 [16, 53] ve daha az oranda TSC1 [54] somatik mutasyonları bulundu. Bunlar hastalığın genellikle TSC2’deki
CİLT 1 SAYI 3
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
S.R. JOHNSON
ŞEKİL 2.
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
Lenfanjiyoleyomiyomatozisde (LAM) bilgisayarlı tomografi (BT) gö-
rüntüleri. a) Orta derecede pulmoner kistleri gösteren yüksek çözünürlüklü BT. Kistler ince duvarlarlıdır ve akciğer parankimi normaldir. b) Kistlerin birleştiği ileri LAM’da
daha az normal akciğer bulunmaktadır ve görünüm daha az karakteristiktir. c) Retroperitoneal lenfanjiyoleyomiyom gösteren abdominal BT. Lezyonun merkezinde
(ok) ultrason taramasında (ok ile gösterilmemektedir) da saptanan, düşük dansiteli sıvı içeren kistik görünümü. d) Yağı temsil eden karakteristik düşük atenüasyon ile
birlikte karma BT dansitesi gösteren, renal anjiyomiyolipom BT görünümü (ok).
Klasik öykü
ve klasik
HRCT
evet
hayır
hayır
Biyopsi
uygundur
Muhtemel LAM#
(Biyopsiyi
değerlendirin)
evet
LAM veya
diğer tanı
Destekleyici
özellikler
evet
LAM
hayır
Destekleyici
özellikler için
araştırma¶
var
Muhtemel
LAM#
yok
Mümkün
LAM#
ŞEKİL 4.
a) LAM hücrelerinin nodüler birikimini gösteren, lenfanjiyoleyomiyo-
matozisin (LAM) histolojik görünümü. b) Çoğalmakta olan düz kas hücrelerini, yağ
ve kan damarlarını gösteren anjiyomiyolipoma. Düz kas elemanları LAM hücreleri
ŞEKİL 3.
Lenfanjiyoleyomiyomatozisde (LAM) önerilen tanısal yaklaşım için
ile aynı fenotiptedir.
akış çizelgesi. HRCT: yüksek-çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi. # : diğer hastalıkları değerlendirin/ekarte edin; ¶: destekleyici özellikler, örneğin anjiyomiyolipom,
lenfanjiyoleyomiyom, şilöz koleksiyon.
mutasyonlara bağlı olduğunu göstermektedir. Tüberosklerozda TSC1- ve TSC2’ye bağlı hastalık, LAM’a göre biraz
farklı fenotipe sahiptir [55]. Daha sık ve daha büyük olan anjiyomiyolipomlar daha çok TSC2 mutasyonları ile ilişkilidir
[3]. TSC1 ve 2’nin protein ürünleri (sırasıyla hamartin ve tüberin adını alır) normal hücreler içerisinde bir sitoplazmik
kompleks meydana getirir ve guanozin trifosfataz rheb üzerinden rapamisinin memeli protein hedefini (mTOR) baskılar
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
[17, 56]. Fosfo-inositid 3-OH kinaz ve AKT yoluyla büyüme
faktörü sinyali sonucunda mTOR aktifleştirilir, bunun sonucunda ribozomal protein P70S6 kinaz ve ribozomal S6 aktive
olur [56], bu aktifleşme protein sentezinde artışa ve hücre
proliferasyonuna yol açar. Hamartin veya tüberin kaybı bulunan hücrelerde mTOR ve P70S6 kinazın yapıcı aktivasyonu
olmaktadır [57]. Hücre ve hayvan modellerinde rapamisin
bu durumu baskılayabilmektedir, bu nedenle rapamisin ve
benzeri ilaçların LAM ve tüberoskleroz için olası tedaviler
olabileceği düşünülmektedir. LAM ve tüberosklerozda rapamisin klinik çalışmaları halen devam etmektedir.
CİLT 1 SAYI 3
213
S.R. JOHNSON
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
TEDAVİ
Akciğer komplikasyonları
LAM’daki pnömotoraksa başlangıçtaki yaklaşım diğer akciğer
hastalıkları ile aynıdır; bununla birlikte, ikinci pnömotoraks
veya devam eden bir hava kaçağı meydana geldiği zaman, erken dönemde bir göğüs cerrahı tedaviye dahil edilmelidir.
LAM’da pnömotoraksla ilgili bir derlemede, tıbbi tedavide
üçte iki nüks oranı bulunduğunu gösterilmiştir [6]. Cerrahi tedavinin ardından bile pnömotoraks nüks edebilir ve tedavi
edilen taraftaki loküle pnömotoraks göğüs ağrısı ve göğüs kafesi içerisinde sıvı varmış (lıkırtı) hissine yol açabilir. Akciğer
nakline ihtiyaç duyması muhtemel hastalardaki pnömotoraksın tedavisinde, özellikle bilateral pnömotoraks meydana gelmişse, mümkün olduğunca radikal plevral işlemlerden kaçınılmalıdır. Bununla birlikte, nakil tekniğindeki gelişmeler
plevra cerrahisini akciğer nakli için minör kontrendikasyon
durumuna getirmiştir ve genelde hastaya o sıradaki semptomları için gerçekleştirilecek uygun işlem yapılmalıdır.
Şilotoraks LAM’da semptomatik dispneye katkı yapabilir ve
üç mekanizmadan birisiyle meydana gelir: 1) duktus torasikus
ve dallarının tıkanması; 2) plevra lenfatiklerinden kaçak; ve 3)
şilöz asitten transdiyafragmatik geçiş. Tedavide lenfatik birikimi önlemek için plevra boşluğunun ortadan kaldırılması veya
duktus torasikus ligasyonu amaçlanır. Şilöz koleksiyonların
doğal öyküsü değişkendir; bazılarında hiçbir tedavi gerektirmeyen küçük ısrarlı sıvı bulunurken, dispne ile birlikte bulunan orta veya büyük sıvılarda tedavi gerekir. Çoğu olguda
basit aspirasyon veya göğüs tüpü konulması kısa sürede tekrar birikim ile sonuçlanır. Aspirasyon sonrasında ısrarlı sıvısı
bulunan hastalar plörodez, plevrektomi ve bazı olgularda
duktus torasikus ligasyonu ile başarıyla tedavi edilmiştir.
Duktus torasikus ligasyonu ile ilgili önceki deneyimler kötü
olmakla birlikte, bugün bunun LAM’lu hastalarda oldukça güvenli bir işlem olduğu görülmektedir.
Lenf oluşumunu azaltmak amacıyla diyetteki yağın kesin olarak azaltılması veya bağırsaklardan emildiğinde lenfatiklerle
değil kan damarları ile taşınan orta zincirli trigliseridlerin yağların yerine kullanılması, hasta açısından uyulması zor olan
bir tedavi şeklidir ve genellikle çok başarılı olmamıştır. Bazı
raporlar, şilöz koleksiyonların bulunduğu hastalarda progesteronun yararlı olabileceğini bildirmiştir [14]. Bununla birlikte,
bu hastaların çoğunda plevral girişimler de yapıldığından sonucunun değerlendirilmesi zordur.
LAM için etkin tedaviler bulunmadığından , tedavisi zor olan
durum plevra komplikasyonları değil, ilerleyici akciğer hastalığına bağlı dispnedir. Hastaların %25-30’unda, özellikle daha
ciddi hava akımı obstrüksiyonu bulunanlarda, β2-agonist inhalasyonunu takiben FEV1’de bir miktar artış olabilir. Östrojen
alan LAM’lu hastalarda solunum fonksiyonunun daha hızlı
azaldığı yönünde bazı kanıtlar vardır [58, 59] ve bu nedenle
hastalara sigaranın bırakılması, hormon replasman tedavisinden ve kombine oral doğum kontrol haplarından kaçınılması
önerilmelidir. Ciddi akciğer hastalığı için solunum rehabilitasyonunu, gerektiğinde oksijeni, profilaktik pnömokok ve influenza aşılarını içeren diğer önlemler de önemlidir.
Hormon tedavisi
LAM genellikle menapoz öncesi kadınlarda ortaya çıktığı için
ve ekzojen östrojen ile şiddetlenebildiği için, SILVERSTEIN ve
ark. [60] 1974 yılında over ablasyonu uygulamasını bildirdi214
ğinden beri LAM tedavisinde çeşitli anti-östrojen yaklaşımlar
kullanılmıştır. 1980’de MCCARTY ve ark. [61] tek bir hastada
ilk başarılı progesteron kullanımını bildirdi ve şu anda LAM
tedavisinde en sık olarak kullanılan hormon progesterondur.
Birçok olgu sunumu ve az sayıda seri, progesteronun bazı hastalarda yararlı olabileceğini ileri sürmüştür. LAM’da kontrol
grubu içeren bir progesteron (veya başka herhangi bir tedavi)
çalışması bulunmamaktadır. İki retrospektif çalışma progesteronun etkinliğini belirlemeye çalışmıştır. Bunlardan birisinde
progesteron alanlarda almayanlara göre FEV1 azalma hızında
anlamlı olmayan bir yavaşlama ile karbon monoksit difüzyon
kapasitesinin düşüş hızında anlamlı bir yavaşlama gösterilmiştir [1]. Bu etkiler çok küçüktü ve FEV1 azalma oranlarında
çok geniş değişkenlik bulunuyordu. Bunun yanı sıra, etkinin 3
yıldan fazla olmadığı görüldü. Daha büyük bir çalışma, hastalarda önceki çalışmaya göre biraz daha iyi solunum fonksiyonu bulunmasına rağmen, tedavi edilmeyenlere kıyasla progesteronla tedavi edilen hastalardaki azalma oranında hiçbir farklılık göstermedi [62].
İyi kanıtlar bulunmadığı için, LAM’da progesteron veya diğer
hormonal yaklaşımların rutin olarak kullanılması önerilmemektedir ve farklı otoritelerin tedavi yaklaşımları değişmektedir. Hızlı ilerleyen semptomları olan veya solunum fonksiyonu azalan hastalarda medroksiprogesteron (400 mg·ay-1 i.m.)
kullanılması, bu makalenin yazarının yaptığı bir uygulamadır.
Progesteronun sık görülen yan etkileri şişkinlik, sıvı tutulması
ve bulantıdır ve bunlar ilacı kesmeyi gerektirecek kadar şiddetli olabilir. Progesteron tedavisinin LAM’da menenjiyom
insidansındaki artış ile ilişkili olabileceği yönünde bilgiler ortaya çıkmıştır; sonuç olarak, progesteron tedavisinden önce ve
progesteron tedavisi sırasında serebral manyetik rezonans görüntüleme (MRG) taramaları yapılması önerilmiştir [63], fakat
bunlar şu anda çoğu merkezde rutin olarak uygulanmamaktadır. Ooferektomi artık LAM için genellikle yapılmamaktadır
ve gonadotropin-releasing hormon agonistleri over ablasyonundaki östrojen seviyeleri ile aynı azalmaları meydana getirebilmektedir; bununla birlikte, bunların kullanılması için kanıtlar olgu sunumları ile sınırlıdır [64, 65]. Östrojen reseptörünün parsiyel agonisti olan Tamoksifen ile farklı başarı oranları,
bildirilmiştir [13, 66, 67]; daha selektif olan tam östrojen antagonistleri daha etkili olabilir, fakat henüz LAM için değerlendirilmemiştir.
Akciğer nakli
LAM için ilk nakil işlemi 1983’te gerçekleştirildi [68] ve o zamandan beri yüzden fazla LAM’lu hastada akciğer nakli yapıldı ve en sık gerçekleştirilen işlem tek akciğer nakliydi. İlerleyici hastalığı ve ciddi yetersizliği olan (FEV1 beklenenin <%30)
ve oksijene bağımlı olanlarda nakil değerlendirilebilir. Nakilden sonra sağ kalım 1, 3 ve 5 yılda sırasıyla %76, 56 ve 51 olmak üzere diğer akciğer hastalıklardakine benzerdir [69]. Erken nakil sonrası ölümler akut akciğer hasarına, kanamaya ve
sepsise bağlı olarak meydana gelirken, daha sonraki ölümler
daha çok obliteratif bronşiyolit ve sepsis nedeniyle meydana
gelir [69]. LAM’un kendine ya da önceki plevra ameliyatına
bağlı yapışıklıklara bağlı kanama tekrar torakotomi ile sonuçlanan fakat ölüme yol açmayan ana intra-operatif komplikasyondur [29]. LAM’a bağlı spesifik komplikasyonlar, tek akciğer naklini takiben diğer tarafta pnömotoraks ve postoperatif
şilotorakstır [29]. Greft fonksiyonunu tehlikeye atmamasına
CİLT 1 SAYI 3
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
S.R. JOHNSON
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
rağmen, greft yapılan birkaç hastada LAM nüksü bildirilmiştir
[70, 71]. Bugün bunun kalan LAM hücrelerinin LAM dokusundan grefte doğru “metastatik” yayılımı nedeniyle meydana geldiği anlaşılmştır [72].
Anjiyomiyolipomların tedavisi
Çoğu hastada renal anjiyomiyolipomlara bağlı semptomlar
bulunmamasına rağmen, bu tümörler yaşamı tehdit eden kanamalara neden olabilir. LAM’lu hastalar tanı sırasında BT
veya MRG taraması yoluyla anjiyomiyolipom açısından incelenmelidir. Genelde 4 cm’den küçük tümörü bulunanlarda
hastalığın ilerleme riski daha düşüktür [25, 73–75] ve 1–2 yıl
aralıklarla ultrason ile takip edilebilir. Daha büyük tümörleri
olanlarda ultrason 6 ay aralıklarla olmak üzere daha sık yapılmalıdır [25]. Çoğunluğun yalnızca semptomlu hastaları tedavi
etmesine rağmen, bazıları daha büyük tümörler için profilaktik girişimi savunmaktadır. Büyüyen veya kanamalı anjiyomiyolipomlardan dolayı semptomları olan hastalarda, özellikle
çok sayıda veya iki taraflı tümörleri bulunanlarda, mümkün
olduğunca, böbrek dokusunun korunması için çaba harcanmalıdır. Tercih edilen tedavi selektif embolizasyon veya nefron koruyucu cerrahi olabilir. Aktif olarak kanamalı hastalarda bile genel anestezi olmadan embolizasyon gerçekleştirilebilir ve birkaç yıl süreyle izlenen vaka serilerinde bile etkili tedavi olduğu gösterilmiştir [75, 76]. Nefron koruyucu cerrahi de
bir seçenektir fakat genel anestezi gerektirir [74]. İki yaklaşım
arasındaki seçim, tümörlerin uzmanlarca incelemesine ve teknik değerlendirmelere bağlıdır. Tedavinin en önemli yönü,
acil nefrektomi gerektiren büyük kanamalardan kaçınmak ve
daha sonra da yeni anjiyomiyolipomları gelişebilecek hastalarda böbrek fonksiyonunu tehlikeye atmaktan uzak durmaktır.
Tümörlerde genellikle östrojen ve progesteron reseptörleri bulunmasına [77] ve pulmoner LAM hücrelerine benzer şekilde
davranmalarına rağmen, hormon tedavisinin anjiyomiyolipomda etkili olup olmadığı bilinmemektedir.
Hamilelik
LAM’lu hastalarda hamilelik sırasında özellikle pnömotoraks
ve şilöz plevra sıvısı olmak üzere daha fazla hastalık komplikasyonu gelişebilir. Önemli sayıda hastada ilk semptomlar hamilelik sırasında gelişir [2, 6]. Hamileliğin pnömotoraks ve
plevra sıvısının yanı sıra akciğer hastalığının ilerlemesini etkileyip etkilemediği konusunda hiçbir güvenilir veri bulunmamaktadır. Ek olarak, anjiyomiyolipomlu hastalarda bu lezyonlar nedeniyle kanama riski artmıştır [78–80] ve bazı olgularda
hamilelik sırasında büyüme hızı artabilir [81]. Bununla birlikte,
önemli sayıda LAM’lu hasta komplikasyonsuz hamilelikler geçirmiştir ve bu tercih hastalara ait olmalıdır. Bununla birlikte,
hamile kalmadan önce hasta, komplikasyon riskinin artışı konusunda bilgilendirilmeli ve kararını buna göre vermelidir.
Uçak yolculuğu
Pnömotoraks riski nedeniyle sıklıkla LAM hastalarına uçakla
seyahat etmemeleri önerilmemektedir. Bu konuda sağlam kılavuzların sağlanması zor olmasına rağmen, risk abartılmış
olabilir. ABD’de birkaç yüz LAM’lu hastada yapılan incelemede, 20 hastadan bir tanesi uçakla seyahat ederken problem yaşadı, bunların hepsi pnömotoraksa bağlı değildi (veriler LAM
Vakfından alınmıştır). Bilinen pnömotoraksı olan hastalar uçağa binmemelidir ve yeni pnömotoraks semptomu olan hastalar uçağa binmeden önce göğüs röntgeni çektirmelidir. Çoğu
hastada uçuş sırasında pnömotoraks riskinde artış oldukça
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
küçüktür. Riskin kabul edilebilir olup olmadığı hastanın solunum fonksiyonuna bağlıdır. Solunum rezervi az olanlar pnömotoraksı daha zor tolere edebilir. Daha önce pnömotoraks
geçirmiş olanlarda risk muhtelemen daha büyüktür ve plevra
ameliyatından sonra risk azalmaktadır.
GÜNCEL KONULAR
Hastaların destek tedavisinde ve LAM moleküler biyolojisinde
önemli ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen, bu hastaların nasıl tedavi edileceği konusunda plasebo-kontrollu çalışmalardan elde edilen kanıt bulunmamaktadır. TSC1/2 fonksiyon kaybıyla meydana gelen hücresel bozukluğu düzeltmek
için rapamisin kullanılması heyecan verici bir gelişmedir.
LAM’da ve tüberoskleroz ilişkili anjiyomiyolipomda rapamisinin güvenilirliğini ve etkinliğini belirleyen başlangıç çalışmalarının sonuçları merakla beklenmektedir. Bu çalışmaların sonucu olumlu olursa, akciğer hastalığının ilerleme hızı üzerinde
plasebo-kontrollu rapamisin çalışmaları için işbirliği yapılabileceği umulmaktadır. LAM’de progesteronun veya selektif östrojen antagonistlerinin rolü ve bunların rapamisin ve analogları ile nasıl karşılaştırılabileceği veya nasıl sinerjistik şekilde işlev yapabileceği hâlâ bilinmemektedir. Bazı hastalarda neden
solunum fonksiyonunda hızlı düşüş olduğu ve diğerlerinin yıllarca sabit kaldığı konusunda bir açıklama yapılması da gereklidir. İlgili yolaklardaki modifiye edici genlerdeki varyasyonun
bu klinik farklılıktan sorumlu olması olasıdır. Bir çalışma
MMP-9 genindeki polimorfizmlerin LAM’daki akciğer hastalığının şiddetini etkileyebileceğini ileri sürdü [82]. Bu tip gen polimorfizmlerinin belirlenmesi, hangi hastalarda olası hızlı düşüş bulunabileceğinin ön görülerek bunlara daha etkin tedaviler uygulanmasına olanak sağlayabilir. Akciğerlerdeki ve lenf
düğümlerindeki LAM hücrelerinin aynı gen mutasyonlarını
içerdiklerinin keşfedilmesi, bunların bir yerden başka yerlere
metastaz yapabileceğini göstermiştir [16, 72].
Sonuç olarak, kaynak hücre tipinin ve lenfanjiyoleyomiyomatozis hücrelerini akciğerlere, lenfatiklere ve böbreklere hedeflemek için kullanılan sinyal yöntemlerinin anlaşılması, gelecekte yeni tedavi yaklaşımları kazandırabilir. Bu hastalıkta tedaviyi ve prognozu geliştirmek için, hâlâ dikkatli klinik ve
moleküler çalışmalara gereksinim oladuğu açıktır.
KAYNAKLAR
1 Johnson SR, Tattersfield AE. Decline in lung function
inlymphangioleiomyomatosis: relation to menopause
andprogesterone treatment. Am J Respir Crit Care Med
1999;160: 628–633.
2 Urban T, Lazor R, Lacronique J, et al. Pulmonarylymphangioleiomyomatosis. A study of 69 patients.Groupe
d’Etudes et de Recherche sur les Maladies‘‘Orphelines’’
Pulmonaires (GERM‘‘O’’P). Medicine(Baltimore) 1999; 78:
321–337.
3 Franz DN, Brody A, Meyer C, et al. Mutational andradiographic analysis of pulmonary disease consistentwith
lymphangioleiomyomatosis and micronodular pneumocytehyperplasia in women with tuberous sclerosis. AmJ
Respir Crit Care Med 2001; 164: 661–668.
4 Moss J, Avila NA, Barnes PM, et al. Prevalence and clinicalcharacteristics of lymphangioleiomyomatosis (LAM)
inpatients with tuberous sclerosis complex. Am J Respir
CritCare Med 2001; 164: 669–671.
CİLT 1 SAYI 3
215
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
S.R. JOHNSON
5 Costello LC, Hartman TE, Ryu JH. High frequency ofpulmonary lymphangioleiomyomatosis in women withtuberous sclerosis complex. Mayo Clin Proc 2000; 75:591–
594.
6 Johnson SR, Tattersfield AE. Clinical experience oflymphangioleiomyomatosis in the UK. Thorax 2000; 55:1052–
1057.
7 Aubry MC, Myers JL, Ryu JH, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosisin a man. Am J Respir Crit Care
Med2000; 162: 749–752.
8 Lutembacher R. Dysembryomes metatypiques des reins.
Carcinose sublimiare aigue du poumon avec emphysemegeneralise et double pneumothorax [Atypical kidneydysembryoma. Acute submiliary lung carcinomatosis
withgeneralised emphysema and double pneumothorax]. AnnMed 1918; 5: 435.
9 von Stossel E. Uber muskulare Cirrhose der
Lunge[Muscular cirrhosis of the lungs]. Beitr Klin Tuberk
1937;90: 432–442.
10 Cornog JL Jr, Enterline HT. Lymphangiomyoma, a benignlesion of chyliferous lymphatics synonymous with
lymphangiopericytoma.Cancer 1966; 19: 1909–1930.
11 Corrin B, Liebow AA, Friedman PJ. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis.Am J Pathol 1975; 79: 348–382.
12 Chu SC, Horiba K, Usuki J, et al. Comprehensiveevaluation of 35 patients with lymphangioleiomyomatosis.
Chest 1999; 115: 1041–1052.
13 Taylor JR, Ryu J, Colby TV, Raffin TA. Lymphangioleiomyomatosis.Clinical course in 32 patients. NEngl J Med
1990; 323: 1254–1260.
14 Kitaichi M, Nishimura K, Itoh H, Izumi T. Pulmonarylymphangioleiomyomatosis: a report of 46 patients includinga clinicopathologic study of prognostic factors.
Am JRespir Crit Care Med 1995; 151: 527–533.
15 Wahedna I, Cooper S, Williams J, Paterson IC, Britton
JR,Tattersfield AE. Relation of pulmonary lymphangioleiomyomatosisto use of the oral contraceptive pill
andfertility in the UK: a national case control study.
Thorax1994; 49: 910–914.
16 Carsillo T, Astrinidis A, Henske EP. Mutations in thetuberous sclerosis complex gene TSC2 are a cause ofsporadic pulmonary lymphangioleiomyomatosis. Proc NatlAcad Sci USA 2000; 97: 6085–6090.
17 Goncharova EA, Goncharov DA, Eszterhas A, et
al.Tuberin regulates p70 S6 kinase activation and ribosomalprotein S6 phosphorylation. A role for the TSC2
tumorsuppressor gene in pulmonary lymphangioleiom
yomatosis(LAM). J Biol Chem 2002; 277: 30958–30967.
18 Ryu JH, Doerr CH, Fisher SD, Olson EJ, Sahn
SA.Chylothorax in lymphangioleiomyomatosis. Chest
2003;123: 623–627.
19 Matsui K, Tatsuguchi A, Valencia J, et al. Extrapulmonarylymphangioleiomyomatosis (LAM): clinicopathologic featuresin 22 cases. Hum Pathol 2000; 31: 1242–
1248.
20 Avila NA, Kelly JA, Chu SC, Dwyer AJ, Moss J.Lymphan
gioleiomyomatosis: abdominopelvic CT and USfindings.
Radiology 2000; 216: 147–153.
21 Bernstein SM, Newell JD Jr, Adamczyk D, Mortenson RL,King TE Jr, Lynch DA. How common are renal angiomyolipomasin patients with pulmonary
216
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
CİLT 1 SAYI 3
lymphangiomyomatosis?Am J Respir Crit Care Med 1995;
152: 2138–2143.
Maziak DE, Kesten S, Rappaport DC, Maurer
J.Extrathoracic angiomyolipomas in lymphangioleiomyomatosis.Eur Respir J 1996; 9: 402–405.
Avila NA, Bechtle J, Dwyer AJ, Ferrans VJ, Moss J.Lymphangioleiomyomatosis: CT of diurnal variation oflymphangioleiomyomas. Radiology 2001; 221: 415–421.
Lemaitre L, Robert Y, Dubrulle F, et al. Renal angiomyolipoma:growth followed up with CT and/or US.
Radiology1995; 197: 598–602.
Steiner MS, Goldman SM, Fishman EK, Marshall FF. Thenatural history of renal angiomyolipoma. J Urol 1993;
150:1782–1786.
L’Hostis H, Deminiere C, Ferriere JM, Coindre JM. Renalangiomyolipoma: a clinicopathologic, immunohistochemical, and follow-up study of 46 cases. Am J Surg
Pathol 1999;23: 1011–1020.
Ernst JC, Sohaey R, Cary JM. Pelvic lymphangioleiomyomatosis.Atypical precursor to pulmonary disease.
Chest1994; 106: 1267–1269.
Roach ES, DiMario FJ, Kandt RS, Northrup H. TuberousSclerosis Consensus Conference: recommendations fordiagnostic evaluation. National Tuberous SclerosisAssociation. J Child Neurol 1999; 14: 401–407.
Boehler A, Speich R, Russi EW, Weder W. Lung transplantationfor lymphangioleiomyomatosis. N Engl J
Med1996; 335: 1275–1280.
Berger JL, Shaff MI. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis.J Comput Assist Tomogr 1981; 5: 565–567.
Tanaka H, Imada A, Morikawa T, et al. Diagnosis ofpulmonary lymphangioleiomyomatosis by HMB45 insurgically treated spontaneous pneumothorax. Eur RespirJ
1995; 8: 1879–1882.
Bonetti F, Chiodera PL, Pea M, et al. Transbronchial biopsyin lymphangiomyomatosis of the lung. HMB45 fordiagnosis. Am J Surg Pathol 1993; 17: 1092–1102.
Avila NA, Chen CC, Chu SC, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis:correlation of ventilation-perfusionscintigraphy, chest radiography, and CT with pulmonaryfunction tests. Radiology 2000; 214: 441–446.
Mahadeva R, Stewart S, Wallwork J. Metastatic endometrialstromal sarcoma masquerading as pulmonary lymphangioleiomyomatosis.J Clin Pathol 1999; 52: 147–148.
Matsumoto Y, Horiba K, Usuki J, Chu SC, Ferrans
VJ,Moss J. Markers of cell proliferation and expression
ofmelanosomal antigen in lymphangioleiomyomatosis.
Am JRespir Cell Mol Biol 1999; 21: 327–336.
Matsui K, Takeda K, Yu ZX, et al. Downregulation ofestrogen and progesterone receptors in the abnormalsmooth
muscle cells in pulmonary lymphangioleiomyomatosisfollowing therapy. An immunohistochemicalstudy. Am J
Respir Crit Care Med 2000; 161: 1002–1009.
Banner AS. Hormone receptors in lymphangioleiomyomatosis.Chest 1984; 85: 3–4.
Hayashi T, Fleming MV, Stetler-Stevenson WG, et al.
Immunohistochemical study of matrix metalloproteinases (MMPs) and their tissue inhibitors (TIMPs) in pulmonarylymphangioleiomyomatosis (LAM). Hum Pathol
1997; 28:1071–1078.
Matsui K, Takeda K, Yu ZX, Travis WD, Moss J, Ferrans
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
S.R. JOHNSON
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
VJ.Role for activation of matrix metalloproteinases in
thepathogenesis of pulmonary lymphangioleiomyomatosis.Arch Pathol Lab Med 2000; 124: 267–275.
Matsui K, Riemenschneider KW, Hilbert SL, et
al.Hyperplasia of type II pneumocytes in pulmonary
lymphangioleiomyomatosis.Arch Pathol Lab Med 2000;
124:1642–1648.
Pea M, Bonetti F, Zamboni G, et al. Melanocyte-markerHMB-45 is regularly expressed in angiomyolipoma of
thekidney. Pathology 1991; 23: 185–188.
Bonetti F, Pea M, Martignoni G, et al. PEC and sugar. Am
JSurg Pathol 1992; 16: 307–308.
Flieder DB, Travis WD. Clear cell ‘‘sugar’’ tumor of thelung: association with lymphangioleiomyomatosis andmultifocal micronodular pneumocyte hyperplasia in
apatient with tuberous sclerosis. Am J Surg Pathol 1997;
21:1242–1247.
Saxena A, Alport EC, Custead S, Skinnider LF. Molecularanalysis of clonality of sporadic angiomyolipoma. J
Pathol1999; 189: 79–84.
Karbowniczek M, Yu J, Henske EP. Renal angiomyolipomasfrom patients with sporadic lymphangiomyomatosiscontain both neoplastic and non-neoplastic vascularstructures. Am J Pathol 2003; 162: 491–500.
Guinee D, Singh R, Azumi N, et al. Multifocal micronodularpneumocyte hyperplasia: a distinctive pulmonarymanifestation of tuberous sclerosis. Mod Pathol 1995;
8:902–906.
Lazor R, Lauque D, Deleval P, Lacronique J, Urban
T,Cordier JF. Predictors of rapid decline of FEV1 in 50
casesof pulmonary lymphangioleiomyomatosis followed
for .1year. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: A15.
Johnson SR, Whale CI, Hubbard RB, Lewis SA,Tattersfield
AE. Survival and disease progression in UKpatients with
lymphangioleiomyomatosis. Thorax 2004; 59:800–803.
Hancock E, Tomkins S, Sampson J, Osborne J.Lympha
ngioleiomyomatosis and tuberous sclerosis.Respir Med
2002; 96: 7–13.
Castro M, Shepherd CW, Gomez MR, Lie JT, Ryu
JH.Pulmonary tuberous sclerosis. Chest 1995; 107: 189–
195.
McCormack F, Brody A, Meyer C, et al. Pulmonary cystsconsistent with lymphangioleiomyomatosis are commonin women with tuberous sclerosis: genetic and radiographicanalysis. Chest 2002; 121: Suppl. 3, 61S.
Sepp T, Yates JR, Green AJ. Loss of heterozygosity intuberous sclerosis hamartomas. J Med Genet 1996; 33:962–
964.
Astrinidis A, Khare L, Carsillo T, et al. Mutational analysisof the tuberous sclerosis gene TSC2 in patients withpulmonary lymphangioleiomyomatosis. J Med Genet
2000;37: 55–57.
Sato T, Seyama K, Fujii H, et al. Mutation analysis of
theTSC1 and TSC2 genes in Japanese patients with pulmonarylymphangioleiomyomatosis. J Hum Genet 2002;
47: 20–28.
Dabora SL, Jozwiak S, Franz DN, et al. Mutational analysisin a cohort of 224 tuberous sclerosis patients indicatesincreased severity of TSC2, compared with TSC1, diseasein multiple organs. Am J Hum Genet 2001; 68: 64–80.
McManus EJ, Alessi DR. TSC1-TSC2: a complex tale of-
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
CİLT 1 SAYI 3
PKB-mediated S6K regulation. Nat Cell Biol 2002; 4:E214–
E216.
Kenerson HL, Aicher LD, True LD, Yeung RS. Activatedmammalian target of rapamycin pathway in the pathogenesisof tuberous sclerosis complex renal tumors. Cancer Res2002; 62: 5645–5650.
Shen A, Iseman MD, Waldron JA, King TE. Exacerbation ofpulmonary lymphangioleiomyomatosis by exogenousestrogens. Chest 1987; 91: 782–785.
Yano S. Exacerbation of pulmonary lymphangioleiomyomatosisby exogenous oestrogen used for infertilitytreatment. Thorax 2002; 57: 1085–1086.
Silverstein EF, Ellis K, Wolff M, Jaretzki A 3rd. Pulmonarylymphangiomyomatosis. Am J Roentgenol Radium
Ther NuclMed 1974; 120: 832–850.
McCarty KS, Mossler JA, McLelland R, Sieker
HO.Pulmonary lymphangiomyomatosis responsive to
progesterone.N Engl J Med 1980; 303: 1461–1465.
Taveira-DaSilva AM, Stylianou MP, Hedin CJ,Hathaway
O, Moss J. Decline in lung function in patientswith lymphangioleiomyomatosis treated with or withoutprogesterone. Chest 2004; 126: 1867–1874.
Moss J, DeCastro R, Patronas NJ, Taveira-DaSilva
A.Meningiomas in lymphangioleiomyomatosis. JAMA
2001;286: 1879–1881.
Desurmont S, Bauters C, Copin MC, Dewailly D,Tonnel
AB, Wallaert B. [Treatment of pulmonary lymphangioleiomyomatosisusing a GnRH agonist]. Rev MalRespir
1996; 13: 300–304.
Rossi GA, Balbi B, Oddera S, Lantero S, Ravazzoni
C.Response to treatment with an analog of the luteinizinghormone-releasing hormone in a patient with pulmonarylymphangioleiomyomatosis. Am Rev Respir Dis
1991; 143:174–176.
Tomasian A, Greenberg MS, Rumerman H. Tamoxifen
forlymphangioleiomyomatosis.NEngl J Med1982; 306:
745–746.
Eliasson AH, Phillips YY, Tenholder MF. Treatment
oflymphangioleiomyomatosis. A meta-analysis. Chest
1989;96: 1352–1355.
Wellens F, Estenne M, de Francquen P, Goldstein
J,Leclerc JL, Primo G. Combined heart-lung transplantationfor terminal pulmonary lymphangioleiomyomatosis. JThorac Cardiovasc Surg 1985; 89: 872–876.
Trulock EP. Lung transplantation: special considerationsand outcome in LAM. In: Moss J, ed. LAM and OtherDiseases Characterised by Smooth Muscle Proliferation.
New York, Marcel Dekker, 1999; pp. 65–78.
Bittmann I, Dose TB, Muller C, Dienemann H,Vogelmeier
C, Lohrs U. Lymphangioleiomyomatosis:recurrence
after single lung transplantation. Hum Pathol1997; 28:
1420–1423.
Nine JS, Yousem SA, Paradis IL, Keenan R, Griffith BP.L
ymphangioleiomyomatosis: recurrence after lung transplantation.J Heart Lung Transplant 1994; 13: 714–719.
Karbowniczek M, Astrinidis A, Balsara BR, et al. Recurrentlymphangiomyomatosis after transplantation: genetic analysesreveal a metastatic mechanism. Am J Respir
Crit CareMed 2003; 167: 976–982.
Yamakado K, Tanaka N, Nakagawa T, Kobayashi
S,Yanagawa M, Takeda K. Renal angiomyolipoma: rela217
S.R. JOHNSON
LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS
74
75
76
77
218
tionshipsbetween tumor size, aneurysm formation, andrupture. Radiology 2002; 225: 78–82.
Yip SK, Tan PH, Cheng WS, Li MK, Foo KT. Surgicalmanagement of angiomyolipoma: nephron-sparing surgeryfor symptomatic tumour. Scand J Urol Nephrol 2000;34:
32–35.
Kennelly MJ, Grossman HB, Cho KJ. Outcome analysis of42 cases of renal angiomyolipoma. J Urol 1994;
152:1988–1991.
Desai S, Hejmadi R, Krishnamurthy S, Chinoy
RF. Renalangiomyolipoma. A clinicopathologic,
immunohistochemical,and follow-up study of 46 cases.
Am J Surg Pathol 2001;25: 972–973.
Logginidou H, Ao X, Russo I, Henske EP. Frequentestrogen and progesterone receptor immunoreactivity inrenal
angiomyolipomas from women with pulmonarylymphangioleiomyomatosis. Chest 2000; 117: 25–30.
78 Mascarenhas R, McLaughlin P. Haemorrhage from angiomyolipomaof kidney during pregnancy--a diagnosticdilemma. Ir Med J 2001; 94: 83–84.
79 Shah J, Jones J, Miller MA, Patel U, Anson KM. Selectiveembolization of bleeding renal angiomyolipoma in
pregnancy.J R Soc Med 1999; 92: 414–415.
80 Oka D, Mizutani S, Takao T, Inoue H, Nishimura
K,Miyoshi S. [Spontaneous rupture of a renal angiomyolipomain pregnancy: a case report]. Hinyokika Kiyo – ActaUrologica Japonica 1999; 45: 423–425.
81 McLoughlin L, Thomas G, Hasan K. Pregnancy andlymphangioleiomyomatosis: anaesthetic management. IntJ
Obstet Anesth 2003; 12: 40–44.
82 Glasgow CG, Steagall WK, Rabel AC, et al. Disease severityin lymphangioleiomyomatosis is correlated with an MMP9promoter polymorphism. Am J Respir Crit Care Med 2003;167:
A954.
CİLT 1 SAYI 3
EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL
Download