DEĞERLER EĞİTİMİ VELİ BÜLTENİ SAYI: OCAK Hazırlayan: Rehberlik Servisi İçindekiler: Bu ayın okulumuzdaki değerler eğitimi konusu ‘Dürüstlük, doğruluk’ DOĞRULUK VE DÜRÜSTLÜK Güven duygusu, toplumun her kesiminde ve her alanda bulunması gerekir. Güven ortadan kalktığı ve güvensizlik yaygınlaştığı zaman, insanlarda doğal olarak her şeyi şüphe ve ihtiyatla karşılama duygusu gelişir. İnsanlar arasında manevî bağlar zayıflar. Çekingenlik ve sevgisizlik meydana gelir. Kendisini aldatan veya aldatmaya çalışan insana karşı, kimsenin sevgi ve saygı duymayacağı ve hatta nefret edeceği kesindir. Doğruluk ve dürüstlüğün böylesine önemli olması, kişinin kendi şahsına karşı tutumundan başlamak üzere, ilişkili bulunduğu bütün kişilere ve çevrelere karşı her türlü tutum ve davranışlarını ilgilendiren, ticarî faaliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarında ve bütün mesleklerde aranan bir erdem olmasından ileri gelir. Doğruluk, güzel alışkanlıkların ahlâka dönüşmesinde önemli bir vasıftır. Öyleyse insan kendisine zararı dokunacağından korksa bile yine doğruluktan ayrılmamalıdır. Dürüst ve doğru olmak, aslında herkesin yükümlüğü ise de, bu günlerde nedense önemli bir erdemlilik haline gelmiş. Herhalde samimi, doğru ve dürüst insanların sayısının azaldığındandır. Toplumumuza karşı dürüst olunmasına ise hiçbir zaman şimdiki kadar ihtiyaç duyulmamıştır. Dürüstlük, sözlüklerde "ahlaki ve etik kaidelere bağlılık, sağlam ahlaki karakter, sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmamak" şeklinde tanımlanmaktadır. Dürüstlük, huzurun ve kendiyle barışık olmanın, kısacası mutluluğun bir gereğidir. Çünkü dürüstlük; insan onurunun ve sağlıklı toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından, insanın kendi kişiliğine karşı en önemli ödevlerindendir. Dürüstlük doğuştan gelen bir davranış biçimi olmadığından insanlar iyi veya kötü olarak doğmazlar. Bu nedenle çocuklar ergenlik dönemine kadar ailesi ve bulunduğu çevre ona yön verirken daha sonra kişi kendi tercihlerine göre yolunu çizer. Bu da demektir ki dürüst bireyler için dürüstlüğün öğretilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ilk sorumluluk anne ve babayı ilgilendirir. Sözlüklerde ahlaki ve etik kurallara bağlı, sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmamak şeklinde tanımlanan dürüstlük, mutluluğun gereği ve manevi bir yükümlülüktür. Dürüst olabilmek önce kendimize karşı dürüst olmakla başlar. Dürüst kişiler yalan söylemeyi gerçeklerin çarpıtılması olarak gördükleri için aldatıcı tavırlar içine girmezler. Bunun yanında, başkalarını korumak amacıyla olayları çarpıtmayı da kabul etmezler. Herkesin muhakkak kusurları olacaktır. Günümüzdeki kritik soru da temelde aynıdır; istenilen ve aranan erdem, fazilet, ahlak ve doğruluk gibi kavramlar aslında neden azaldı ve bu anlamda doğru nedir? Bilimi temel alan deneyci görüşe göre; eğer biyolojik açıdan kabul gören evrime inanıyorsak insan esasında doğadaki diğer canlılar gibi gelişim gösteren, ortama uyum sağlayan ve tıpkı diğerlerinde var olan hayatta kalma içgüdüsü ve kaygısıyla yaşayan bir canlıdır. O zaman asıl kaygı yaşayabilmektir ve bu uğurda yapılacak her şey doğru ve varoluş nedenselliğinden dolayı etiktir. Bu anlayış, doğruluğun kişiye ve duruma göre sürekli değişkenlik gösterdiğini, asla sabit ilkeleri ya da töreleri olmadığını ve hayatta kalabilme kaygısıyla direkt bir ilişkisi olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken, insanda değil canlıda erdemin tanımlanıyor olmasıdır. Aslında yaklaşım çok yalındır ve insan bir canlıdır bakış açısına sahiptir. Ama hatırlanması gereken, canlılıktaki hayatta kalma kaygısının evrimsel olarak, içgüdüsel bir savunma mekanizmasıyla aşılmış olduğudur. İçgüdü ise öğrenme yetisi ile ters orantılı olarak vardır. Ahlak ve bilginin ortak hedefi olan hakikat yalnızca bilgece hayat tarzını gerçekleştirmeye çalışmakla ortaya çıkabilir. Hakikat, ne saf bilgi nede saf ahlaki hayat sorunudur. O her ikisini aynı anda gerektiren bir şeydir. Burada Sokrates'in odaklaştığı evrensel nokta, ahlaki tutum içinde olmadan doğru bilgi ve doğru bilgi olmadan da ahlaki tutumun ortaya çıkamadığı gerçeğidir. Sözgelimi, bir şeye yönelmek ve o şeyi olduğu gibi görmeye çalışmak iyi niyet, dürüstlük ve saygı gibi ahlaki tutumları gerektiren bir şeydir. Kuşkusuz ki buradan o halde yanlış anlama ahlaksızlıktır gibi bir sonuç çıkamaz. Çünkü yanlış anlama, doğru anlama niyetinin başarısızlıkla sonuçlanmasıdır. Ancak her ne zaman doğru anlama gerçekleşirse, orada anlaşılan şeye karşı doğru bir tutum içerisine girilmiş demektir. Böylece ahlaki doğruluk ile bilginin doğruluğu arasında ayrılmaz bir ilişki söz konusudur. Doğruluk ile bilgi arasındaki ilişki sadece bununla kalmayıp, var olan tüm bilgilerin sosyal hayatta kullanılması ve yine eyleme dönüştürülmesi de zorunludur. Dikkat edilecek olursa burada doğru kavramı doğru anlamanın yanı sıra, doğru bir amaca uygun olarak seçilen doğru teknik ve araçların uygulanmasını da içermektedir. Yani temelde ahlakilik ve doğruluk, kişinin konuyla ilgileniş tarzında ortaya çıkar ve bu anlamda bir yorum sorunudur. Ama yine de doğru olabilmenin üç ana şartı içerdiği genel kabul görmektedir. Bunlar; Bilgi, duygu ve davranıştır. Örneklemek gerekirse, devlet malı yemenin kötü bir şey olduğunu insanın bilmesi toplumun ya da çoğunluğun çıkarları açısından doğru bir şeydir. Devlet malı yememesi doğru bir davranıştır. Yemesi durumunda suçluluk hissetmesi ise doğru bir duygudur. Fakat her zaman bilgi, davranış ve duygu birbiriyle dayanışma içerisinde olmayabilir. Sonuç olarak doğruluğun temel mekanizmasında bu üç değişmez öğe bir arada bulunmak zorundadır. Esasında şimdiye kadar irdelenmeye çalışılan, varlığının sorgulanması da dâhil olmak üzere, doğru ve doğruluğun ne olduğu, hangi gereklilikleri istediği ve bu bağlamda ahlakiliğin nasıl tanımlanabileceği sorusuna bir şekilde yanıt bulma uğraşından başka bir şey değildi. Ancak bu noktada belki de düşünülmesi gereken bizim ne olduğumuz ve neden farklı olduğumuzdur. Sebebi ne olursa olsun insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran, sosyal yaşayabilme yeteneği, us kaygısı, gelecek ile ilgili planlar ve çözümlemeler yapabilme becerisi beraberinde doğal olarak erdem, ahlakilik ve bilhassa doğruluk kavramları için tanımlar üretmeye çalışan bir uygarlığın doğmasına neden olmuştur. Büyük bir ihtimaldir ki, var olduğu sürece bilgi için mücadele edecek olan insanoğlu, istemese de doğruyu ve doğruluğu, bilginin doğasından ötürü sorgulamak zorunda kalacak, izlediği yol ne olursa olsun sonuç itibariyle varacağı yer aynı noktada kesişecektir. Öyleyse faydalı olan doğru ve ahlaklıdır açılımı sadece dışsal değil bu anlamda içseldir de... Çünkü bilmenin ana şartı doğru olmak ve doğru değerlendirme yapabilmekten geçmektedir. Doğru ve doğruluk üzerine yapılmış olan bütün değerlendirmeler, erdem için gösterilen çaba arasında temel bir fark olmadığını ve ana kaygının "İNSAN" olabilme sorunu olduğunu ortaya çıkarmaktadır.