Avrupa’da bir birlik yaratma düşüncesi bu kıtada ilk politik birimlerin ortaya çıkması kadar eskidir. Federalistler Avrupa Birliği’nin (AB) nihai amacının siyasi bütünleşme olduğunu savunurlar. Bu bağlamda ortak dış ve güvenlik politikası (ODGP) siyasi bütünleşmenin gerçekleşmesine katkı sağlayacak belki de en önemli unsur olmaktadır. Birliğin II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerek mevcut üyeler arasındaki entegrasyon derecesi gerek genişleme konusunda elde ettiği başarıdan, daha çok ekonomik boyutuyla bahsedilmektedir. Aynı basarının siyasi bütünleşme ve ODGP’de gösterilemediği görülmektedir. Avrupa’da bir birlik kurmaya yönelik hareketlerin kökeninin çok eski tarihlere dayandığı görülmektedir. Geçen yüzyıllarda La Rochefoucauld, Saint Simon, William Penn, Due de Sully, Augustin Thierry, Emille de Girardin, Victor Hugo, Count Coudenhove Kalergi, De Gasperi, M.Briand gibi düşünürler bir Avrupa Birliği’nin kurulması gerektiğine inanan kişilerdir Yunan mitolojisindeki bir prensesin adı olan “Avrupa”, zamanla Yunan hinterlandını oluşturan coğrafya için kullanılan bir terim olmuştur. M.S. 2. yüzyılda Akdeniz ve Don nehirleri ile sınırlandırılan kavram, Ortaçağ döneminde “Hristiyan ülkesi” anlamını kazanmıştır. Efsaneye göre, pagan Yunanlıların en büyük tanrıları Zeus, Finikeli genç kıza âşık oluyor. Beyaz bir boğa şekline giriyor, Prenses Europa’yı kaçırıyor, Girit adasının batısına getiriyor. Europa o kadar güzelmiş ki, Zeus onu kaçırdığında güneş de onunla birlikte gidiyor, Batı istikametinde prensesin gözden kaybolduğu yerde kayboluyor. O gün bugün, Doğu Akdeniz’in Lübnan sahillerinden bakanlar, güneşin Europa’nın gözden kaybolduğu batıda battığını görürlermiş. Hatta, Arapça ve İbranicede “gün batımı” anlamına gelen “ereb” kelimesi de aslında bu Finike prensesinin isminden türemişmiş. Şarlman dönemi ve bu dönemde gelişen Latin Hristiyanlığı, kavramın ifade ettiği coğrafi alanın sınırlarını batıya doğru kaydırmıştır. Şarlman’ın kendisi “Avrupa kralı”, Papa 8. Jean ise “Avrupa lideri” olarak anılmıştır. İmparator Şarlman Hristiyanlıkla Avrupa arasında kurulan bu kavramsal birlik, bunların fiilen parçalandığı Reform döneminden sonra da varlığını korumuştur. “Avrupa’nın birliği”, günümüzde hala kimileri için Hristiyanlığın yeniden birleşmesi anlamını içermektedir. Şarlman dönemindeki Kutsal Roma imparatorluğu sınırlarının, Avrupa Topluluğu’nun kuruluş dönemindeki sınırlara büyük oranda tekabül etmesi de bu açıdan dikkat çekmektedir . Ona bu anlamı Avrupa’nın dışında kalan siyasetçi ve düşünürler de atfetmektedir. Dış ötekiler içinde Doğu ve Ortodoksluk, daha sonra İslamiyet, özellikle de Türkler, muhtemelen yakın ve uzun süren savaşlar sebebiyle önemli yer tutmaktadır. Avrupalı ülkelerin sömürge yerleşimleri olan yeni dünya ve Afrika söz konusu olduğunda paganlık da bunlara eklenebilir. Avrupalı, uzun süredir kafirlere (Müslümanlar, Türkler) ve barbarlara (Türkler, Ruslar, Asyalılar, yerliler) karşı tanımlanmıştır İç ötekiler ise, Avrupa tarihinde Paganlar (özellikle cadılar), Yahudiler ve Çingeneler olmuştur. Temelde Hıristiyanlığın Musevilikle yarışan bir din olması sebebiyle Avrupa düşüncesinde antisemitizmin halen bulunduğu ifade edilmektedir. Günümüzün başat iç-ötekilerinden biri de Nazizmdir. Müslüman azınlıkları ve göçmenleri de buna eklemek, özellikle yabancı düşmanlığının arttığı son 10-15 yıl için ve 11 Eylül sonrası artan terör gerçeği ve kaygıları nedeniyle mümkündür. İlk modern birleşik Avrupa projesinin temelleri Richard CoudenhoveKalergi’nin1923 yılında yayınlanan “Paneuropa” adlı eserinde yer alır. Coudenhove-Kalergi’ye göre Avrupa coğrafi ve kültürel bir Avrupa değil,siyasi bir Avrupa’dır. Sınırları görünmez olan, güvenliğin sağlandığı ve ekonomik olarak güçlü bir Avrupa fikri eserin öne çıkan noktalarıdır. Coudenhove-Kalergi 1934 yılındayayınlanan “Europe erwacht” adlıeserinde Avrupa’yı değişebilen bir sosyokültürel varlık olarak görmektedir. AristideBriand,1927 yılında, CoudenhoveKalergi’nin inisiyatifiyle kurulan “Avrupa Birliği” hareketinin şeref başkanı olur. 5 Eylül 1929’da Milletler Cemiyeti Genel Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada Briand bir Avrupa birliği projesinden bahseder. FransaDışişleri Bakanı Aristide Briand ve Briand-KellogFrank Paktı (1928) Amerika Dışişleri Bakanı Billings Kellog 1930 yılında Briand Avrupa ülkeleri arasında işbirliği ile ilgili bir memorandum yayınlar. Ona göre, bu coğrafi bütünlük içinde yer alan Avrupa devletleri birbirlerine olan ırksal bağlılıkları ve ortak medeniyet idealleri sayesinde barışı korumak için diğer devletlerden bağımsız hareket etmelidir. Briand’a göre ekonomi ve güvenlik yolunda ilerleme siyasi birlikle mümkündür. İki savaş arası dönemde yaşanan 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Briand’ın ölümü ve projeye karşı çıkan İngiltere ve İtalya’nın tutumu nedeniyle Avrupa Birliği projesi bu dönemde başarılı olamaz. Gördüğümüz gibi bugün anladığımız anlamıyla Avrupa’da birlik düşüncesi, iki savaş arası dönemde ve II. Dünya Savaşı sırasında, kıtada bir kere daha barışın tehdit edilmesini engellemek için ortaya çıkmıştır. Savaş sırasında da birleşmiş Avrupa yönünde çalışmalar devam eder. Örneğin İtalya’daHaziran 1941’de Spinelli’nin önderlik ettiği ve tutuklu bulunan İtalyan antifaşistler bir “Avrupa Federasyonu” manifestosu yazarlar; 1942’de Hollanda ve Belçika gizli sosyalist örgütleri bir “birleşik Avrupa” kurulmasıyla ilgili program hazırlarlar. Aynı yıl Fransa’da Combat ve Le Populaire adlı direniş yayın organları bir “Avrupa Birleşik Devletleri” fikrini ortaya atarlar. Avrupa Birliği’nin kurucularından Jean Monnet ve Monnet’den sonra Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu yöneticisi René Mayer de, Fransa direniş hareketinin önde gelen figürleriydi. Bu konu hakkında 1946 yılında Zürih’te konuştuğumdan ve İngiliz Birleşik Avrupa Hareketi 1947 yılında faaliyete geçirildiğinden beri, gelişen olaylar, başarılarımızı beklentilerimizin çok ötesine taşımıştır. Bu sebep, açıkçası ya hayati ya da sadece akademikti. Eğer akademik olsaydı, yol kenarında solardı, ama eğer bu karanlık dönemde Avrupa’nın ve dünyanın hayati bir ihtiyacı idiyse, o zaman bir kıvılcım, birçok ülkede kadınların ve erkeklerin kalbi ve zihninde daha kuvvetli ve parlak olarak alevlenecek bir yangın başlatırdı. Aslında meydana gelen budur. Büyük devletler, kendilerini bütün yönetim güçleriyle birlikte bağlamışlardı. Birleşik Devletlerin kudretli cumhuriyeti, Marshall Planını desteklemişti. On altı Avrupa Devleti, şimdi ekonomik amaçlarla ortaktır; beşi, yakın ekonomik ve askeri ilişkiler kurmuştur. Umuyoruz ki bu öz, ulusların birliğinde eski yerine artık kavuşması gereken İtalya gibi, İskandinav ve İber Yarımadası halkları tarafından da zamanla benimsenecektir. (…) Birleşik Avrupa fikrinin kimden çıktığıyla ilgili çatışmalarla zamanımızı boşa harcamamalıyız. Pek çok geçerli modern patentler söz konusudur. Bu fikre hayat verilmesi ve onun sunumuyla alakalı pek çok ünlü isim mevcuttur fakat sanırım hepimiz, hak iddialarımızı Fransa Kralı Navarre’li Henry’ye bırakmalıyız. O ve büyük Bakanı Sully, 1600 ve 1607 yılları arasında, önde gelen on beş –şimdi on altıHıristiyan Avrupa Devleti’ni temsil etmek için daimi bir komite kurmaya çalıştılar. Bu kuruluş, dini çatışmalar, milli sınırlar, içteki karışıklıklarla ilgilenen bütün meselelere bir hakem ve Doğu’dan gelen–o günlerde bu, Türkler demekti- herhangi bir tehlikeye karşı ortak bir eylem olarak hareket etmeliydi. Kendisi [Fransa Kralı Henry], buna “Büyük Proje” derdi. Bu kadar uzun bir zamandan sonra bizler, “Büyük Proje”nin hizmetkârlarıyız. Bu kongre, Avrupa’nın tüm özgür ülkelerinden düşünce ve eylem liderlerini bir araya getirmiştir. Tüm politik partilerin devlet adamları, tüm Kiliselerin liderleri, güzide yazarlar, meslek gruplarının liderleri, avukatlar, sanayi liderleri ve ünlü sendikacılar burada hep beraberler. Aslında, Avrupa’nın siyaset, sanayi, kültürel ve ruhani hayatının en etkili unsurlarının temsili grupları, şu an burada bu eski salonda bir aradadır. Ve her ne kadar herkes buraya kendi bireysel yetkinliğiyle davet edilmiş olsa da, bu Kongre ve ulaşılması mümkün olan her sonuç, hakkaniyetle Avrupa’nın sesi olarak kabul edilebilir. Aslında, bu sesin, geçmişin hataları ve kinleri sebebiyle oluşmuş, bugün karşımızda olan tehlikelerin ortasındaki, geleceğimizi karartan kargaşa ve bezginlik sahnesine çıkma zamanı gelmiştir. Bölünmelerimizi şiddetlendiren ve yoğunlaştıran sınırları ve engelleri kademeli olarak bozarak yaklaşan tehlikelerden kendimizi geçmişin kinlerini unutarak, milli intikamların ve garezlerin ölmesine izin vererek korumalıyız. Avrupa’nın gerçek mirası olan büyük edebiyat hazinemizle, romantizmimizle, ahlakımızla, düşüncelerimizle ve hepimize ait müsamahamızla, dahilerinin anlatımları ve onuruyla hep beraber neşelenerek kendimizi tehlikelerden korumalıyız. Ne var ki tüm bunlar, bizlerin savaş ve zulümlerle yayılan kavgaları, aptallıkları, korkunç savaşları ve acımasız ve çirkin fiiliyatları sebebiyle neredeyse fırlatılıp atılmıştır. (…) Avrupa Birliği Hareketi, olumlu bir kuvvet olmak zorundadır ve gücünü bizlerin ortak ruhani değerlerinden almalıdır. O, demokrasi inancının ahlaki kavramlara dayanan ve görev hissiyle ilham alınmış dinamik bir anlatımıdır. Hareketimizin merkezinde özgürlük tarafından himaye edilen ve yasalar tarafından desteklenen bir İnsan Hakları Beratı fikri vardır. Ekonomi ilkelerini ve savunma politikalarını, genel siyasi yapıdan ayırmak mümkün değildir. Ekonomik alanda ortak amaç ve ortak askeri savunma, kaçınılmaz olarak adım adım daha yakın bir siyasi birlik paralel siyasetiyle birlikte ilerlemelidir. Gerçekçi olarak söylemek gerekir ki bu, bazı fedakârlıklar veya ulusal egemenliklerin birleşmesini gerektirir. Ama tek başına birçok ve ayırıcı geleneklerini ve karakter özelliklerini, Nazi, faşist ya da komünist olsun totaliter sistemler altında kesinlikle sonsuza dek ortadan kalkacak ulusal geleneklerini tek başına koruyabilecek daha büyük bir egemenliği umursayan tüm uluslar tarafından tedrici bir varsayım olarak kabul edilmesi uygundur ve aynı zamanda mümkündür. Bir süre önce ifade ettiğim gibi, Almanların elini tutmak ve onları tekrar Avrupa ailesine dahil etmek, muzaffer ulusların gurur duyulması gereken görevleridir. En güçlü ve güzide Fransızların bazılarının da bu şekilde düşünüyor olmasından son derece sevinçliyim. Avrupa’yı yıkıntılarından yeniden inşa etmek ve onun ışığının dünyayı tekrar ileriye doğru aydınlatması için, öncelikle kendimizi fethetmeliyiz. Bu şekilde, maddi şeylerin olağanüstü değişimiyle, yücelik, günlük hayatımıza dahil edilebilir. Avrupa, Fransızların ve Almanların hepsinin, hepimizin verebileceğini talep ediyor. Ben, bu sebeple, davetlimiz olan Alman Delegasyonuna burada hoş geldiniz diyorum. Bizler için Alman sorunu, Almanya’nın ekonomik hayatını yeniden eski haline getirmek ve Alman ırkını eski ününe, eski gücüne kavuşturmaktır. Ama bunları, geçmişten kalan kötü etkilerini halen unutamadığımız Alman askeri gücünün yeniden yapılanmasına veya tekrar iddialı hale gelmesine komşularını ve kendimizi maruz bırakmaksızın gerçekleştirmeliyiz. Birleşik Avrupa, bu iki taraflı soruna tek bir çözüm sunmaktadır ve gecikme yaşanmaksızın uygulanabilecek tek çözüm de zaten budur. (…) Burada yaptığımız veya planladığımız hiçbir şey, Birleşmiş Milletlerin dünya organizasyonunun üstün yetkisiyle çelişmez. Aksine, savaşta da ilan ettiğim gibi, her zaman inanmışımdır ki, bir Avrupa Konseyi, ikincil olmakla birlikte dünya organizasyonunun önemli bir bölümüdür. Büyük sorumluluklarım olduğu zamanlarda, ikincil olmak koşuluyla, birçok bölgesel konsey olması gerektiğini ve bunların, dünya organizasyonunun ihtişamlı ve sarsıntısız şekilde kurulmasını sağlayacak muazzam sütunları şekillendirmesi gerektiğini düşünmüşümdür. Benim üç ya da dört sene önceki temennilerimin ve düşüncelerimin istikameti bu yöndedir. Zorlu tecrübelerimizin bizleri bir aile yaptığı askeri alandan bir örnek vermek gerekirse, bir dünya hükümeti tasarısında, üç ya da daha fazla ordu gruplu bir sistemin -ama bu defa barış orduları- tek bir üst merkeze tabi olması gereklidir. Buradan hareketle, bu büyük gruplardan birini şekillendiren geniş Sovyet Birliğini gördüm. Avrupa Konseyi de, İmparatorluğu ve Refahıyla Büyük Britanya da dahil olmak üzere, bir diğeridir. Üçüncüsüyse, tüm büyük kazanç ve etki alanlarıyla birlikte Batı Yarımküredeki kardeş cumhuriyetleriyle Birleşik Devletlerdir. (…) Hadiseler, belli bir ölçüde bu yönde ilerlemiştir ancak bu, ihtiyaç duyulan ruhla veya şekilde gerçekleşmemiştir. Batı Yarımküre, zaten kendisini bir birlik gibi temsil etmektedir. Bizler Lahey’de hükümetlerimize yeni Avrupa’yı oluşturmalarında yardım etmek üzere toplandık. Ama üçüncü büyük ve eşit ortağımızın uyumsuz davranışları ve politikaları yüzünden hepimiz kederliyiz, hepimizin aklı karışık ve tehlike içerisindeyiz. Üçüncü ortağın aktif katılımı olmaksızın dünya organizasyonu işleyemez ve aynı şekilde savaşın gölgesi insanların ve ulusların kalbinden ve aklından çıkmaz. (…) Yeni atlattığımız ikinci Otuz Yıl Savaşlarından sonra bende oluşan his, insanoğlunun bir dinlenme dönemine ihtiyacı olduğu ve bu yöndeki istediğidir. Unutulmamalıdır ki, burada temsil edilen Avrupa’daki milyonlarca evin soru soruyor olması çok az bir şeydir. Tüm bu ücretlilerin, yetenekli zanaatkârların, askerlerin ve toprak çalışanlarının talep ettikleri, hak ettikleri ve belki de ısrar ettirildikleri nedir? Korku, derebeylik, canavarca eylemler veya sömürüler olmaksızın, bir yuva kurabilmek, emeklerinin karşılığını görmek, karılarını bağırlarına basmak, çocuklarını terbiyeli bir şekilde yetiştirmek ve barış ve güven içinde yaşamak, eşit bir şans değil midir? Fakat belki de bu, onlara empoze edilendir. Bu onların kalbindeki arzudur. Bu, onlar için kazanmayı düşündüğümüz şeydir. aşkan Roosevelt, Dört Hürriyetten bahsetti ama bugün en önemli olan Korkudan hür olmaktır. Neden bu çok çalışan aileler, ilk olarak geçmiş günlerde hanedan kavgaları ve dini kavgalar tarafından, sonrasındaysa ulusal hırslar ve en nihayet ideolojik fanatizm tarafından tartaklanmak durumundadır? Neden şimdi onlar, hepsi kötü olan insanlarca kışkırtılmış, başkalarının ıstırapları ve yurttaşlarının boyun eğdirilmeleri altında üstünlüklerini inşa eden totaliter zulmün birçok damgalanmış biçimi tarafından birbirlerine karşı savrulmak ve tasnif edilmek durumundadırlar? Muvafık oyu, aydınlanması ve kültürüyle neden Avrupa’daki milyonlarca mütevazı ev, polislerin darbesi korkusuyla neden tir tir titresin? Burada cevaplamamız gereken soru budur. Burada belki de cevaplayacak gücümüzün olduğu soru budur. Unutulmamalıdır ki, Avrupa’nın tek yapması gereken kendi görkemi, sadakati ve değerleri içerisinde yerinden kalkmak ve ayakta durmaktır ve eski ya da yeni, Nazi veya Komünist olsun zulmün tüm biçimlerine zapt edilemez ve eğer zamanı gelince ileri sürülürse bir daha hiçbir zaman meydan okunamayacak güçlerle göğüs germektir. (…) Burada, bu öğleden sonra yeniden doğmaya çabalayan bir Avrupa Kongresi’nde üzerimize önemli ve ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Eğer önemsiz ihtilaflar ve küçük şeylerle ayrılır, düzenimizi kendimiz bozarsak, hareket ederken cesaret veya bakış açımızın açıklığında başarısız olursak, paha biçilemez bir fırsat sonsuza dek kaybedilebilir. Ama eğer birlikte olur, şans ve dostluğu bir araya getirirsek- ki bu yolda beraber ilerleyeceksek, küçük bir şansa değil tamamıyla dostluğa ihtiyacımız olmalı- ve insanlığın daha büyük umutlarını kesin olarak kavrayacaksak, ancak bundan sonradır ki daha mutlu ve güneşli bir çağa girmiş oluruz. İşte böyle bir çağda, bu işkence gören dünyada büyüyen bütün küçük çocuklar, kendilerini, bir ülkenin diğerine karşı yıkıcı savaşının kanlı çalkantılarındaki kısa süreli zaferlerin galip ve mağlubu olarak değil de geçmişin bütün mirasının vârisi, bütün bilimlerin, geleceğe ait bütün bolluk ve yüceliğin efendileri olarak bulurlar. Savaş sonrası Alman-Fransız düşmanlığını aşabilmek için Almanya şansölyesi Konrad Adenauer’ın teklifi ile Jean Monnet’nin kaleme aldığı deklerasyon Fransız Dışişleri Bakanı Schuman tarafından 9 Mayıs 1950 tarihinde açıklanır. Fransız hükûmetinin önerisi, diğer Avrupa ülkelerinin de katılımına açık bir kuruluş çerçevesinde, Fransız-Alman kömür ve çelik üretiminin bir bütün olarak ortak bir yüksek merci altında bir araya getirilmesidir. Kömür ve çelik üretiminin bu şekilde bir araya getirilmesi, ekonomik gelişme için gerekli ortak temellerin derhâl atılmasını sağlayacak, böylece uzun süredir savaş mühimmatı üretimi yapan ve bundan hep zarar gören bölgelerin kaderini değiştirecektir. Bu şekilde sağlanacak üretim dayanışması, Fransa ile Almanya arasında savaş çıkması ihtimalini düşüncelerden sileceği gibi madden de imkânsız kılacaktır. Katılmaya istekli bütün ülkelere açık olacak ve nihai olarak tüm üye ülkelere sınai üretimin temel unsurlarını aynı şartlarla sağlayacak olan bu güçlü ve üretken birim, ülkelerin iktisadi birleşmesinin gerçek temelini atacaktır. Yaşam standartlarının yükseltilmesine ve barışçı kazanımların geliştirilmesine katkı yapmayı amaçlayan bu üretim, herhangi bir ayrım veya istisna olmaksızın tüm dünyanın istifadesine sunulacaktır. Fransız Dış İşleri Bakanı Schuman'ın önerisiyle dokuz ay süren uzun müzakerelerden sonra, "Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu" kurulması konusunda ortaya atılan tasarı (Schuman Planı) Batı Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya Dışişleri Bakanlarının katıldığı Paris konferansında kabul edildi. 1969 yılındaki Avrupa Toplulukları devlet başkanları toplantısında alınan kararlarda, Avrupa Toplulukları üyesi diğer devletler arasında ortak bir savunma politikası oluşturulması haricindeki konularda, siyasi iş birliğinin geliştirilmesini sağlayarak, yeni katılacak üyelerle genişleyecek olan topluluğa siyasi birlik niteliği kazandırmak için uygulanacak yöntemler araştırılmıştır. 1–2 Aralık 1969 da Lahey konferansı sonunda yayınlanan bildiride, savunma dışında kalan konularda topluluk ülkeleri arasında siyasi işbirliğinin geliştirilmesi gereği vurgulanmış, bu amaçla dış işleri bakanlarının bir araya gelip rapor hazırlamaları istenmiştir. 27 Ekim 1970 Lüksemburg raporunda “Paris ve Roma antlaşmalarının dibacesindeki ruha uygun olarak belirtilmesi gereken ilk gerçek şudur ki, siyasi birlik ifadesi Avrupa Topluluklarının ilerlemesinde her zaman itici güç olmuştur” denilmektedir. Böylece Avrupa Siyasi Topluluğu’nun ulus üstü özellik taşıması öngörülmüş, AT ülkelerinin, dış politika alanında işbirliği yapmasını amaç edinmiştir İngiltere oluşumun ulus üstü bir yapıda olmasına karşı çıkarken, Fransa, üye ülkeler arasında öncelikle dış politikada birlik sağlanması gerektiğini öne sürmüştür. . Avrupa Birliği’nin ilk ve en önemli ticari ortaklarından olan Akdeniz Bölgesi ile ilişkileri, ikili anlaşmalar kapsamında 1960’lı yıllara uzanmaktadır. Akdeniz’in güney ve kuzey kıyısındaki ülkeler arasında artan dengesizlikler Avrupa’da yeni stratejilerin geliştirilmesine neden olmuştur. 1970’lerin ikinci yarısında “Global Akdeniz politikası” benimsenmiş, ABD politikalarına karşı rolün yeniden tanımlanarak çok taraflı bir Akdeniz politikası oluşturulması üye ülkeler tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu zaman diliminde ortaya çıkan petrol krizi ve İsrail ile petrolü İsrail’e karşı bir koz olarak Arap devletleri arasında güçler dengesinin sağlanması mevcut politikaların oluşumunu hızlandıran önemli bir olay olmuştur. Global Akdeniz Politikası’nın sanayi mallarının serbest ticareti, bazı tarım ürünlerinde gümrük tarifelerinin indirilmesi ile teknik ve sanayi alanlarında işbirliğinin sağlanması olmak üzere üç temel yönü vardır. 1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasına neden olan politik değişimler, Avrupa Birliği’nin stratejik ve jeopolitik önceliklerini yeniden gözden geçirerek, güneye doğru derinleşme sürecinin başlamasına neden oldu. 1990 yılında Avrupa Konseyi, 1992-1996 dönemini içerecek olan “Yenilenmiş Akdeniz Politikası” (YAP) doğrultusunda kararlar almıştır. YAP ile birliğin kendisine en yakın komşularını hedef alınarak, IV.Mali Protokoller, yatay finansal işbirliği, ticaret, insan hakları ve çevrenin korunması konularını içeren temel prensipler belirlenmiştir Akdeniz ülkeleriyle ortaklık fikri Avrupa Komisyonu tarafından 1995 Cannes toplantısında sunulan “Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Önergesi”’nin kabul edilmesiyle benimsendi. Avrupa Akdeniz mali işbirliği kapsamında 1995-1999 yılları arasında komisyon bütçesinden 4.6 milyon Euro ayrılmıştır. Barselona Zirvesinde Akdeniz bölgesinin önemi üzerinde durularak, Avrupa Yatırım Bankası içinde güçlendirilmiş bir Avrupa-Akdeniz yatırım mekanizmasının oluşturulması ve bu anlamda bölgede bir ofis açılması yönünde kararlar alınmıştır. Bu çerçevede Barselona Bildirgesi gerçekleştirilecek serbest ticaret bölgesi sayesinde ortak bir refah alanı yaratmak, istikrar barış ve kültürel alış verişin sağlanması esasları üzerine kurulmuştur. Bu hedeflere ulaşmak üzere ikili ortaklık anlaşmaları ve bölgesel diyalogların geliştirilmesi öngörülmüştür. Bu doğrultuda Tunus, İsrail, Fas ve Filistin yönetimleri ile ortaklık anlaşmaları imzalanmıştır. Bildirge kapsamında bulunan tarım, çevre, turizm, enformasyon, sanayi, bilim ve teknoloji, sağlık ile terörizm, uyuşturucu madde ile mücadele gibi alanlarda işbirliği sağlanması amaçlanmaktadır. A. 23 Aralık 1991’de Almanya Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanıyor. A. AT 15 Ocak 1992’de Slovenya ve Hırvatistan’ı tanıyor. B. AT 6 Nisan 1992’de Bosna Hersek’i tanıdı. C. Yugoslavya krizine AT’nin tutumu Avrupa’nın ergenlik çağı olarak nitelendirildi. D. 1994’te ABD, Rusya Federasyonu, Fransa, Almanya, İngiltere’den oluşan Temas grubu kuruldu. A. B. C. D. E. F. Rayaumont sürecinin başlatılması. Barış, demokrasi ve işbirliği için İstikrar ve İyi Komşuluk Deklarasyonu’nun başlatılması. 1996 Bölgesel Yaklaşım politikası 1998 Avrupa Konseyi’nin kararı ile Ortak Dış Güvenlik Politikası kapsamına alındı. 1999 İstikrar Paktı’nın imzalanması. Koşulluluk stratejisinin geliştirilmesi. Concordia Althea AB Operasyonu Operasyonu polis misyonları Proxima Operasyonu Bosna Hersek,Hırvatistan, Makedonya, Arnavutluk ve Sırbistan’ı kapsamaktadır. A. B. Kosova krizinin sonrasında Güney Doğu Avrupa’nın Geleceği çalışma grubu oluşturuldu. CEPS Planı kabul edildi. SAP Batı Balkan ülkelerinin AB’ye üye olmalarını amaçlamaktadır. İstikrar ve entegrasyon surecini kapsayan iki aşamalı bir süreçtir A. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları B. AB yardım programları (CARDS) C. Tek Taraflı Ticari Ödünler D. Haziran 2000 AB Batı Balkan Zirvesi Zagreb E. AB Batı Balkan Zirvesi Selanik F. Batı Balkan ülkeleri için Selanik Gündemi 2001 Hırvatistan’la İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması. 2003 AB üyelik başvurusu 2004 Aday ülke kabul edilmesi 2005’te 105 milyon Euro’luk yardım yapıldı. Temmuz 2013 tarihinde tam üye oldu. Sırbistan 2002 yılında 2.9 milyar Euro mali yardım almıştır. Sırbistan iç siyasal değişimleri sonrasında AB ile ilişkileri geliştirmiştir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır 1996 PHARE Programına dahil olmuştur. 2001’de İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalayan ilk Batı Balkan ülkesidir. 2005’te AB Konseyi adaylık statüsü tanımıştır. Yunanistan’la yaşadığı isim sorunu nedeniyle müzakerelere başlayamamıştır. 2003’te SAA müzakereleri başlatıldı. 2006’da Ortaklık ve İstikrar Anlaşması İmzalandı. A. B. C. 2000 Yılından itibaren AB’nin bağımsız ticari tedbirlerinden yararlanmaktadır. 2006’da Konsey anayasal reform sürecini olumlu görmüştür. Komisyon piyasa ekonomisine geçiş aşamasını eleştirmiştir. Polis teşkilatı kurulamamıştır. Polis hizmetini EUROPOL görmektedir. Respublica Srrpska’nın ayrılıkçı politikaları nedeniyle devlet yapısında sorunlar yaşamaktadır. Günümüzde sistemin işleyemez hale gelmesi nedeniyle şiddet içeren gösterilere sahne olmaktadır. AB üyesi ülkeler, Kosova'nın bağımsızlığı konusunda tek sesli olamamıştır. İspanya, Yunanistan, Romanya, Kıbrıs ve Slovakya Kosova’nın bağımsızlığını hala tanımamaktadır. Avrupa Birliği, 1 Mayıs 2004’te on yeni ülkenin birliğe üye olması sonucu, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesinden bu yana dolaylı olarak ilgilendiği Doğu ve Orta Avrupa ülkeleriyle komşu olarak daha da yakınlaşma imkanına sahip olmuştur. Avrupa’da birliğin yeni komşularını da içine alacak şekilde genişlemesi, Avrupa ülkelerini bütünleşme sürecinin tehlikeye girmesi sonucunda kaygılandırmıştır. Birliğe üye olmak isteyen bu komşu ülkeler, ekonomik, siyasi ve sosyal azgelişmiş olmaları nedeniyle Avrupa Birliği’nin yakın gelecekte üye olamayacaklarını düşündüğü ülkelerdir. Bu gerekçeler de Birliği doğudaki ve güneydeki eski ve yeni komşularıyla ilişkilerin nasıl yürüteceğini ortaya koymak için bir Komşuluk Politikası geliştirmeye yöneltmiştir. 2004 ve 2007 yıllarında 12 yeni üyenin AB’ye üye olmalarıyla beraber genişlemenin doğu boyutu önemli ölçüde tamamlanmıştır. Ancak son genişleme dalgası ile komşu olunan bu bölgeler, Avrupa Birliği için bir takım fırsat ve tehditler içermektedir. AB’nin Komşuluk Politikası, Rusya gibi eski ve Ukrayna, Belarus ve Moldova gibi yeni doğu Avrupalı komşuları ( Bu üç ülke belgede Batılı Yeni Bağımsız Devletler (Western Newly Independent States-WNIS) olarak nitelenmektedir) ile Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Libya, Fas, Filistin Yönetimi, Suriye ve Tunus gibi güney Akdenizli komşularını kapsamaktadır. 2001 yılında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması ile, çok kısa bir süre zarfında Avrupa Birliği ve Çin arasındaki ticari ilişkiler önemli derecede artış gösterdi. Avrupa Birliği ve Çin arasındaki ticaret hacmi 2012 yılında yaklaşık 434 milyar avroya ulaştı. Ancak, Avrupa Birliği’nin Çin ile olan ticaret ve yatırım ilişkilerinin, potansiyelin altında kaldığı düşünülüyor. Örneğin iki bölge arasındaki hizmet ticareti 2012 yılında 49.8 milyar avro ile sınırlı kalmıştır. Avrupa Birliği’nin Çin ile yaklaşık 146 milyar avro değerinde bir ticaret açığı kaydetmesi, Avrupa yetkilileri için büyük bir endişe konusudur. Çin’in kendi para birimi olan Renminbi’yi düşük değerde tutması; Çin’in fikri mülkiyet haklarını ihlal etmesi; Çin’de uygulanan bazı bürokratik işlemlerin Avrupalı yatırımcıların Çin pazarına erişimini zorlaştırması; Çin’in damping ve sübvansiyon uygulaması yer alıyor. Obama döneminde AB’ye karşı yürütülen olumlu politikayı anlamak için ABD’nin 2008 sonrası ulusal güvenlik stratejisine bakmakta fayda var. Beş ana hedef etrafında şekillenen stratejide; Irak’taki savaşı sorumlu bir şekilde sonlandırmak, El Kaide ve Taliban’la savaşı bitirmek, Teröristlerin ve kötü niyetli devletlerin nükleer silah ve maddelere erişimini engellemek, Enerji güvenliğini sağlamak ve 21’inci yüzyılın zorluklarına karşı ABD’nin ittifaklarını yenilemek yer aldı. Tüm bu hedeflerin başarıya ulaşabilmesi için AB’nin güçlü desteğine ihtiyacı olan Obama, AB’ye yönelik politikasını buna göre belirlemiştir. Geçtiğimiz aylarda CIA’nin eski ajanı Edvard Snowden’in ortaya çıkardığı ve Amerika Milli Güvenlik Ajansı’nın (NSA) Prism programı çerçevesinde AB’nin tüm iletişim ağı üzerinde dinleme faaliyetinde bulunduğu iddiası ilişkileri gerdi. Amerika’nın Avrupa’da casusluk yaptığı iddiaları Atlantik okyanusunun iki kıyısında yer alan müttefiklerin ilişkilerini gölgelemeyi sürdürürken, AB Amerika’nın dost ülkelerde casusluk yapmasını kabul edilemez olduğunu belirtti. Amerika’nın söz konusu casusluk faaliyetlerini terör saldırılarını engellemek için değil de, iktisadi çıkarlar doğrultusunda yaptığının ortaya çıkmasının ilişkileri daha da gerdiği gözleniyor. NSA’nın AB ülkelerinde casusluk yapması ve özellikle Snowden’ın belirttiğine göre bunu en çok AB’nin uluslar arası ticareti ve iktisadi istikrarı üzerinde yapmış olması konuyu daha da önemli hale getirdi. TTIP müzakerelerinin başladığı ve stratejik olarak büyük öneme sahip olan bu anlaşmanın sürdüğü ortamda AB kendisini Amerika’nın dijital sınırları dışında görüyor ve arkadan vurulmuş gibi hissediyor. AB ve ABD 28 Haziran 2010 tarihinde uluslararası terörle mücadele kapsamında, ABD’nin Terörizm Finansmanı Takip Programı’nın (Terrorist Financing Tracking Programme – TFTP) AB vatandaşlarının Belçika merkezli Uluslararası Bankalararası Finansal Telekomünikasyon Kurumu SWIFT (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication) tarafından muhafaza edilen banka bilgilerine erişimine izin veren anlaşmayı imzaladı. 1 Ağustos 2010 tarihinde yürürlüğe giren anlaşma ile ABD, AB vatandaşlarının Avrupa bankalarındaki isim, adres ve uluslararası havale detayları gibi bilgilerine TFTP ile erişim sağlayabiliyor. 11 Eylül saldırıları, Mart 2004’te Madrid’de ve Temmuz 2005’te Londra’da yaşanan patlamalar sonucu harekete geçen AB, terörle mücadele kapasitesini güçlendirmek ve koordine etmek için çaba gösterdi. AB bu alana olan ilgisini artırırken, ABD ile AB ülkeleri arasındaki ikili istihbarat paylaşımı ve güvenlik alanlarındaki işbirliği terörist eylemlere sekte vurmakta ve bunlara karışanları cezalandırmakta önemli etkenler olarak yer aldı. Uzmanlara göre Avrupa halen radikal İslamcı örgütlerin başlıca hedefi ve aynı zamanda ABD’ye karşı saldırılar düzenlemek isteyen yapılanmalar için muhtemel üs konumunda bulunuyor. Anlaşmazlıklara rağmen AB ve ABD hala birbirleri için vazgeçilmez önemlerini koruyor. Teröre karşı işbirliği, TTIP gibi yeni girişimler iki tarafı giderek daha fazla birbirlerine bağlarken, yükselen yeni güçler karşısında da güçlerini birleştirmek ihtiyacını daha fazla hissediyorlar. AB ile ABD toplam günümüz dünya ticaretinin %40’ını oluşturuyor. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verilerine göre, 2001 yılında değeri 5 trilyon doları aşan dünya ithalatının 1 trilyon 100 milyar dolarlık bölümü ABD, 915 milyar dolarlık bölümü ise AB ülkeleri tarafından gerçekleştirildi. Aynı dönemde, toplam 4 trilyon 800 milyar dolarlık dünya ihracatının %19’u AB, % 16’sı ise ABD tarafından yapıldı. İki blok arasındaki mal ticareti hacmi de yine 2001 yılında 560 milyar dolar olarak kaydedildi. Bir diğer deyişle ABD ile AB arasındaki günlük ticari alışverişin değeri 1 milyar doların üzerinde. Rusya-AB ilişkisinin temelinde Rusya’nın AB’ye “üye olmayacağı” fikri yatıyor… Rusya’nın AB’ye üye olmak gibi bir arzusu olmadığı gibi, AB’nin de böyle bir düşüncesi mevcut değil. Rusya kendisini AB karşısında “eşit” ortak olarak görmekte ve AB ile ilişkileri daha çok bir dış politika konusu olarak değerlendiriyor. AB’nin “koşulluluk” esasına dayalı “genişleme” ve daha dar kapsamlı da olsa “komşuluk politikası” kuralları Rusya için uygulanabilir değil. Dolayısıyla AB’nin, Rusya’nın iç işleri, özellikle de içeride uyguladığı siyasi ve ekonomik politikalar ile Çeçen sorununa yaklaşımı konusundaki eleştirileri Rusya tarafından rahatçı göz ardı edilebilmekte. Rusya, AB ile ilişkisini, egemenliğinden feragat etmeden ve bulunduğu durumundan taviz vermeden yürütmek istiyor… Mayıs 2004’den itibaren eski Sovyet alanından bazı ülkelerin AB üyesi olması ve bu genişleme sonrasında da AB’nin komşu olduğu ya da coğrafi olarak yakınlaştığı Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı “Komşuluk Politikası”’na dâhil etmesi AB ve Rusya’nın “yakın çevrelerinin” çakışmasına sebep olmuş ve bu durum, eski Sovyet alanında taraflar arasında yeni bir jeopolitik rekabete yol açabilecek bir ortam da yarattı. Nitekim son dönemde Rusya-Gürcistan, Rusya-Polonya ve Rusya-Estonya arasında yaşanan tüm gerginlikler AB’nin müdâhil olduğu sorunlar haline geldi… Rusya-AB ilişkisinin hukuki temelini oluşturan ve bu yıl itibarıyla yenilenmesi gereken 1997 tarihli Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın yerine geçecek anlaşmanın müzakerelerine başlanamıyor, enerji konusu dahil ilerleme sağlanamıyor…çünkü AB üyesi olan Polonya’nın et ve diğer tarım ürünlerinin kendi ülkesine girmesini yasaklayan Rusya’ya karşı tavrını AB’nin Rusya ile müzakerelere başlamasını veto ederek ortaya koyuyor … Rusya da masum değil çünkü eski etki alanındaki ülkelere karşı her türlü yıldırma taktiğini uyguluyor, özellikle de Gazprom vasıtasıyla gücünü kullanarak yakın çevresindeki ülkelere blöf yapıyor, AB ülkeleri arasındaki bütünlüğü bozuyor… Rusya ile AB “demokratikleşmenin” tanımı, kapsamı ve uygulama biçimi konusunda da anlaşabilmiş değil. AB Rusya’da muhalefetin bastırılış yöntemi konusunda eleştirel yaklaşımını artırarak sürdürüyor, Rusya AB üyesi olan Estonya ve Letonya’daki etnik Rus azınlığa uygulanan muameleden şikayetçi. Tüm bu zorlanmalar aslında Rusya-AB ilişkisini daha gerçekçi bir zemine çekiyor. AB’ye üyelik süreçlerinde, NATO’ya giriş aşamasındaki kadar sesini yükseltmeyen Rusya, eskiden “etkisi alanındaki” ülkelerin kaybını telafi etmenin yollarını ararken, AB ise artık yeni üyelerinin hassasiyetlerini de dikkate alarak Rusya ile başka bir “zeminde” ilişki geliştirmek zorunda olduğunun yeni yeni farkına varıyor…Bu arada karşılıklı olarak gelişen ekonomik bağımlılık ise tarafları birbirlerine mecbur kılmaya devam ediyor. Ancak bu üç gerçeğin kesiştiği noktadan hareketle oluşabilecek en gerçekçi ilişki biçimini geliştirmek ise tarafların iradesi, çabası, marifeti ve kararlılığına kalıyor…Bugün yaşanan zor dönem ise ilişkideki “normalleşmenin” zorunlu bir parçası… Rusya’nın AB ülkeleriyle gerçekleştirmiş olduğu ticaret toplam dış ticaret hacminin %36’sını oluşturmaktadır. AB dünyanın en büyük enerji ithalatçısı. Enerjide dışa bağımlılık oranı %55. Petrolünün %84'ünü ve doğal gazının %64'ünü ithal ediyor. 2011'de AB nin genel enerjisinin%24'ü doğalgaz'dan üretilirken , %37'si Petrolden , %18'i Kömürden , %12'si de Nükleer'den elde edildi. AB'de 2011 'de %24 olan enerji üretiminde doğalgaz kullanım oranının 2030 yılına kadar %30'a çıkması bekleniyor. Avrupa komisyonu 2030 yılına kadar AB 'nin doğal gaz talebinin % 80 'ini ithal edeceğini açıkladı. AB 2012'de 396 milyar m3 gaz ithal etmiĢ . Bu ithalat mevcut eğilim senaryosuna göre 2030'da 520 milyar m 3 'ü aĢacak.Ancak bu konuda daha düĢük tahminler de var. 28-29 Kasım 2013 tarihindeki Vilnus zirnesine yaklaşık 10 gün kala AB ile vize sözleşmesinin tek taraflı olarak Ukrayna tarafından imzalanmayacağı kulislere yayıldı. 21 Kasım tarihinde hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı tarafından anlaşmanın askıya alındığının teyit edilmesi ile birlikte insanlar tepkilerini, 23 Kasım’da muhalefet partilerinin liderliğinde turuncu devrimin sembolu Bağımsızlık Meydanı’na çok yakın mesafedeki Avrupa Meydanı’nda toplanarak dile getirmeye başladılar. 29 Kasım akşamı zirvenin Ukrayna tarafında sözleşmenin imzalanmaması ve sona ermesi ile birlikte bu duruma tepkili insanlar mesai saatlerinden itibaren Bağımsızlık meydanına yöneldiler. Bu arada belirtmek gerekir ki, bu meydan her sene bu dönemde büyük bir çam ağacı ve etrafında çok sayıda süslemeler ile renklendirilir. Ukrayna çevik kuvveti bu çalışmaların yapılmasını sebep göstererek Cumartesi sabaha karşı saat 4’te bu meydandaki kalabalığa müdahale etti. 18 Şubat gecesi yaşanan olaylarla ilgili Ukrayna Sağlık Bakanlığı, çatışmalarda aralarında polis ve gazetecilerin de bulunduğu en az 25 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Bakanlık, başkent Kiev'de 241 kişinin ise yaralanarak hastaneye kaldırıldığını belirtti. Ukrayna'da haftalardır devam eden gösterilerde hükümet karşıtı protestocular, Kasım ayında Rusya ile ilişkileri güçlendirmek için Avrupa Birliği (AB) ile ticaret anlaşmasını son anda imzalamaktan kaçınan Cumhurbaşkanı Başkan Viktor Yanukoviç'in istifası çağrısında bulunuyor. Bu olaylar Rusya ile AB arasında yeni bir gerginliğin fitilini ateşleyebilir.