Öz Bilgi - SABİS - Sakarya Üniversitesi

advertisement
Üçüncü Bölüm
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
Gelir ve Servet Dağılımı
Politikasının Doğuşu, Gelişimi,
Amaçları ve Araçları
Ders: Gelir ve Servet Dağılımı
Doç.Dr.M.Çağlar ÖZDEMİR
Hedefler
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;




Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Gelişimi
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Amaçları
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Araçları hakkında bilgi sahibi
olacaksınız
Öneriler
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için;
 Ünitenin sonunda yer alan değerlendirme sorularını çözebilirsiniz
 Ünitenin sonunda verilen kaynaklar listesinden de yararlanarak ünitede ele
alınan konularla ilgili daha geniş okumalar yapabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
 Gelir
 Servet
 Tarihçe
İçindekiler
Giriş
I.
GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ DOĞUŞU
II.
GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ GELİŞİMİ
1.
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasına Katkıda Bulunan Düşünürler
1.1. Klasik Dönem Düşünürleri
1.2. Yakınçağ Düşünürleri
2.
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Kurumsal Gelişimi
III.
GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ AMAÇLARI
1.
Eşitlik İlkesi
2.
İhtiyaç İlkesi
3.
Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi
4.
Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılması İlkesi
1
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
5.
Çalışma İlkesi
GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ ARAÇLARI
1.
Ücret Politikası
2.
Para Politikası
3.
Fiyat Politikası
4.
Gelirler Politikası
5.
Maliye Politikası
6.
Eğitim Politikası
IV.
Özet
Değerlendirme Soruları
Kaynakça
GİRİŞ
Bu bölümde gelir ve servet dağılımı politikalarının doğuşu, gelişimi, amaçları ve
araçları tartışılacaktır. Gelir ve servet kavramı bir önceki ünitede de öğrendiğiniz üzere
gelir-mülkiyet-servet üçleminde oluşmaktaydı. Gelirin adil dağıtılması her toplumun temel
sorunu olarak köklü bir düşünsel hayatın parçasıdır. Ancak modern anlamda konuyu
tartışabilmek belirli dönemsel başlangıç noktalarının oluşturulması gereklidir. Aksi halde
bu disiplinin, kabile halinde yaşayan ilkel topluluklara kadar indirgenmesi gerekir.
Gelir ve Servete ilişkin kavramlar üzerine oluşan farkındalığın, genel ekonomik
sistemi dengeleyici veya denge bozucu bir düzeye ulaşması ancak kapitalizmin
yaygınlaşması ile mümkün olabilmiştir. Nitekim kapitalizm gelir ve mülkiyet algısını
servet bileşeninde toplayarak, sadece aileden zengin ya da soylu olma zorunluluğunu
ortadan kaldırmış, gelirin üretim potansiyeli ile orantılı olarak artmasına ve biriktirilmesine
imkân tanımıştır. Tüm bu yapının ve ilerideki bölümlerin daha iyi kavranabilmesi için
gelir ve servetin politik düzlemde tartışmaya açıldığı dönemi ve düşünürleri bilmek,
kavramak gerekir.
I.
GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ DOĞUŞU
Gelir ve Servet dağılımı, toplumların sosyal birlikteliğinin önemli bir bileşeni olarak
özellikle sanayi devrimi ardından bilimsel incelemelere yoğun olarak konu olmuştur. Batı
paradigmasından bakıldığında Feodal Dönemin temel ekonomik dinamiklerini büyük
ölçüde değiştirip yeniden yapılandıran sanayi devrimi, gelirin dağıtılmasındaki adaletsizlik
hikâyeleri ile doludur.
Feodal Yapı basitçe iç içe geçmiş çemberlerden oluşan bir hizmet zincirine
benzetilebilir. Krallar, Baronlar, Senyörler, Vavasörler ve Vassallar nihayetinde en alt
tabakada Pleb ve Serfler. Her bir zümre hayatını idame ettirebilmek için bir üst yapının
2
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
ihtiyacını giderici bir silsileyle birbirine bağlıdır. Pleb’lerin (köylülerin) belirli bir toprağa
sahip olma hakkı bulunmaktadır. Ancak bir üstündeki Feodal Bey’den başlayarak onun
toprağını ekip biçtikten sonra arta kalan zamanda kendi toprağı üzerine tasarrufta
bulunabilmektedir. Bu yapı her ne kadar bağımlı bir ekonomik düzenin göstergesi olsa da
sonuçta, belirli bir toprağa sahip olma algısı, bireyin görece özgürlüğü ile
ilişkilendirilebilir.
Feodal dönemde gelir yukarıda sayılan soylu silsile içinde dağılırken servet de doğal
olarak bu kesimde birikmiştir. Ancak halkın/köylünün (plebin) gelir konusundaki talepleri
ile servete ulaşma algı/şansı arasında günümüze göre bir hayli farklılıklar bulunmaktadır.
Feodal Dönemin Avrupası’nı öğrenebileceğimiz birçok eser kaleme alınmış olmasına
rağmen, Norman Davies’in Avrupa Tarihi veya Braudel’in Maddi Uygarlığı, yapının bir
bütün olarak kavranabilmesi açısından iyi kurgulanmış eserlerdir. Bu çalışmalarda
özellikle orta dönem Avrupası’nda gelirin dağılımı konusunda hiç de adil olmayan
uygulamaların varlığı açıkça gözler önüne serilmektedir (Davies,2011 Braudel, 2004).
Sanayi devrimi, üretim sürecini feodal devre göre bir hayli değiştiren dinamiklere
sahiptir. Toprak, iktisaden hala önemini korurken, fabrika yapısı ile kitlesel üretimin hacim
ve anlamının değişmesi, iktisadi olduğu kadar sosyal değişimi de beraberinde getirmiştir.
Liberal doktrinin pratiği olan Kapitalizm, aslında o döneme kadar alışık olunmayan
bir sloganla ortaya çıkmış da değildir. Fizyokrat kökenli Gourney’in , Adam Smith’e mâl
olmuş sloganı ‘Laissez faire laissez passer (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)”,
Feodal dönemin beyleri için de güçleri oranında geçerli bir yaklaşımdır. Ancak bu yapıyı
üretimsel/teşebbüse dönük bir altyapıda kurgulamak, Kapitalizmin ayrıştırıcı yanını
oluşturmuştur. Yoksa ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ sloganı belirli bir güce sahip
olmayan kişiler için pek de geçerli bir söylem olarak kabul edilemez.
Feodal dönemin en göze çarpan organizasyonlarından biri de Lonca Sistemidir. Kırsal
kesimde toprak mülkiyeti ve hâkimiyetinin ilişki zincirinin esasını oluşturduğu dönemde
daha merkezi (kentsel) alanlarda yürütülen ticari faaliyetlerin kurallarını belirleyen bu
sistemin temel amacı toplumsal uyumun sağlanması için belirli bir organizasyonun
oluşturulmasıdır. Kökleri XI.yy kadar giden bu sistem üç temel üzerine oturmaktadır.
Bunları; Dini ve Toplumsal Loncalar, Şehir veya Tüccar Loncaları ile Esnaf Loncaları
şeklinde ayırmak mümkündür (Şeker, 2011:2).
Her biri toplumsal bir düzen sağlama gayesini gütse de Esnaf Loncaları, gelir ve
servet dağılımının ilk geniş çaplı organize kurumları olarak kabul edilebilir. Batıdaki bu
durum, Osmanlı döneminde Ahilik olarak şekillenmiştir. Ahilik kurallarının yazıldığı
metne ‘fütüvvetname’ adı verilir. Ancak Osmanlı’daki gelir dağılımı müessesini Ahilikle
başlatmak, Selçuklu döneminin Vakıf Devlet algısı ile ters düşecektir. Bu süreç Türklerde
Batıya göre çok daha önceleri kurgulanmıştır (Köprülü, 1943).
Sanayi devrimi, tüm bu dinamiklerin içinden yaklaşık iki yüz yıllık bir altyapıyla
yoğrularak meydana gelmiştir. Ancak sistemin yeniden kurgulandığını ve gelirin adil
3
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
biçimde dağıtılmasına imkân tanıyacak bir yapının oluştuğunu söylemek güçtür. Eskinin
Feodal beyleri bir anlamda kabuk değiştirerek Kapitalist düzenin büyük üreticileri,
fabrikatörleri ve nihayetinde burjuvazisini oluşturmuştur.
Feodal düzendeki halk ise her zamanki konumunu farklı bir isimle (işçi) ancak farklı
bir çalışma dinamiği ile sürdürmüştür. Makinelerin icadı ve gelişmesi ile birlikte giderek
büyüyen üretim tesisleri, lonca sisteminde belirli bir konum edinmiş esnaflarla, zaten
fazlaca bir şansı olmayan halkı, kitlesel üretim merkezleri olan şehirlere yönlendirmiştir.
Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu isimli eserinde 1830’lu yıllara gelindiğinde
birçok şeyin oturduğunu ve insanların kapitalist düzen içinde yaşamaya ya da daha doğru
ifade ile tahammül etmeye alıştıklarını belirtmektedir (Thompson, 2012).
Gelir ve servet dağılımı konusunda bilimsel çalışmaların kökeninde yine Kapitalizmin
temel kitabı olan 1776 tarihli Milletlerin Zenginliğini görmek mümkündür (Smith, 2011).
Smith bu başyapıtında neredeyse her bölümünde konuyu ele almıştır. Gelirin
(ücretin),Servetin, Sermayenin birikimi ve paylaşımı konusunun modern teorik
temellerinin bu dönemde atıldığı söylenebilir. Richardo, Malthus,, J.B.Say, J.S.Mill gibi
dönemin klasik iktisatçıları da (klasik tabiri Marks’a aittir) gelir dağılımı ve ücret
konularında detaylı çalışmalarda bulunmuşlardır.
Önemli isimlerden biri de bilimsel sosyalizmin kurucusu olarak kabul edilen;
Smith’ten yaklaşık yüz yıl sonra 1867 tarihli Das Kapital isimli eserin sahibi Karl
Marks’tır. Marks yaklaşımı ilk ünitede de kısaca görüldüğü üzere antikapitalist bir yapıyı
içermekte ve kendi özyapısını kurgulamaktadır (Marks, 2011).
1800’lü yıllar, gelir ve servet dağılımı konusunda akademik çalışmaların yoğunlaştığı
dönemi kapsar. Bu dönem gelir ve servet dağılımı politikasının gelişim gösterdiği yılların
başlangıcı olarak kabul edilebilir. Günümüze kadar uzanan süreçte bu alana katkıda
bulunmuş düşünürler çerçevesinde gelir ve servet politikasının gelişimine göz atmakta
fayda vardır.
II.
GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ GELİŞİMİ
Bu bölüm iki temel alt başlık altında düzenlenmiştir. Gelir ve servet dağılımı
konusuna katkıda bulunan düşünürler ve fikirleri, diğeri ise bu konuda yürütülen kurumsal
düzeyde politikalardır.
1. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasına Katkıda Bulunan Düşünürler
Gelir ve Servet Politikalarının doğuşu başlığı altında, Adam Smith, Karl Marks,
Ricardo, Mill, Say ve Malthus gibi isimlerden bahsedilmişti. Elbette gerek yeni dünya
düzeninin oluşumunda gerekse kapitalist yapının inşasında bu isimler büyük önem taşır. Eş
ve yakın dönemde çeşitli Fransız, İngiliz ve Alman düşünürlerin etkilerini görmek de
mümkündür. Bu düşünce yığınının üzerine geliştirilen teorilerle günümüze kadar
4
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
ulaşılabilir. Elbette konuya sadece batı paradigmasından bakmak yetersiz bir yaklaşımdır.
Bu denenle düşünürleri, eserleri ve çağlarına göre sınıflandırırken doğu toplumlarında
önemli yeri olan düşünürlere de değinilmesi gerekir. Üstelik bu kişiler ve çalışmaları
batıda oluşmuş birçok temel eserin feyiz kaynağı konumundadır. O halde incelemeye
klasik dönem ve yakın çağ düşünürleri olarak iki başlık altında başlayabiliriz.
1.1.Klasik Dönem Düşünürleri
Yukarıda da ifade edildiği gibi gelir ve servet dağılımına ilişkin konuların tartışılması
insanoğlunun birlikte yaşamaya başladığı tarihe kadar geriye götürülebilir. Ancak konu
hakkında temel sistematik tartışmaların yapılmaya başladığı dönemi 12 ve 13.yy doğu
toplumlarıyla başlatıp 16.yy ve sonrası batı toplumlarına kaydırmak mümkündür.
12 ve 13.yüzyıllar doğu toplumlarında felsefe, sosyoloji, tarih ve teolojinin en parlak
dönemlerini oluşturmaktadır. Birçok batı eseri Farsçaya çevrilmiş, dünya bilgi birikiminin
önemli bir kısmı belirli bir alana toplanabilmiştir. Gelir ve servet dağılımına ilişkin
düşüncelere 13.yy’da Nasreddin Tus’i’nin Ahlak-ı Nasıri adlı eserinde rastlamak
mümkündür. Doğu toplumunun ilk sistematik ahlak kitabı olarak kabul edilen eser uzunca
süre ders kitabı olarak okutulmuştur. Ancak daha derin ve nitelikli analizlerin İbn-i
Haldun’un Mukaddimesinde yer aldığını belirtmek gerekir. Haldun’a göre gelir ve servetin
oluşması üç ana öğeye dayanır. Bu üç gelirin sahibi sırasıyla emek sahipleri, ticaret
yapanlar ve devlettir. “Servet sarf edilmeden hazinelerde saklanarak artmaz.”(Haldun,
1988).
Gazali’nin İhyasında ise kazancın yani gelirin insan iradesinin dışında ve onun müdahalesi
olmadan elde edilebileceği gibi (örn.miras), iradi olarak da elde edilebileceği üzerinde
durulmaktadır. İradi gelir, sahipli veya sahipsiz mallar üzerine yapılan tasarruflardan hasıl
olan gelirdir (Gazali, 2008).
Klasik dönem batı düşünürleri içinde gelir dağılımı konusu 1219’dan itibaren Oxford
Üniversitesi ekolünde tartışılmaktadır. 1300 ve takip eden dönem Fransız ve Alman
ekollerinin genişlediği dönemdir. 1600’lerde sadece Napoli’de yaklaşık 400 enstitünün
kurulu olduğu bilinmektedir (Burke, 2004). Feodal yapıdan liberal düzleme kayış
sürecinde Rönesans ve Reformun etkileri, Kapitalizmin dönüştürdüğü sosyo-ekonomik
yapının daha şiddetli sorgulanmasına neden olmuştur. Özellikle 1700’lü yılların
sonlarından başlayan süreç gelir ve servet dağılımı üzerine tartışmaların yoğunlaştığı
dönemi oluşturmaktadır.
Bu dönemde Thomas Paine’in İnsan Hakları, John Bunyan’ın Hac Yolunda gibi eserleri
mevcut düzen tartışmalarının odağında bulunan çalışmalardır. Özellikle İngiliz
Kapitalizminin gelişim sürecinde yaşanan Çartist ve Ludist hareketlerin etkileri gelir ve
dağılımı üzerine düşünceleri yoğunlaştırmıştır.
Adam Smith (1723-1790)’in 1776 tarihli Milletlerin Zenginliği kitabı, gelir ve servet
ilişkisini kapitalist söylemde irdeleyen temel kitaplar arasındadır. Takip eden dönemlerde
özellikle klasik iktisatçılar olarak bilinen Ricardo (1772-1823), Malthus (1766-1834),
5
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
J.B.Say (1767-1832) ve J.S.Mill (1806-1873) gelir ve servet üzerine önemli çalışmalar
yürütmüştür.
İtalyan/Fransız ekolünden Sismondi (1773-1842), Ekonomi Politiğin Yeni Prensipleri
isimli eserinde devletin ekonomiye karışmasının kaçınılmazlığına vurgu yaparak gelir
dağılımının adil dağıtımı için bağımsız küçük üreticilerden oluşan eski mesleki sistemin
yeniden kurulması gerektiğini savunmuştur (Talas, 1999).
Daha sonraları kendi adlarıyla ekoller oluşturmuş olan Le Play (1806-1882) ve Saint
Simon’un da (1760-1825) gelir ve servete ilişkin önemli eleştirileri bulunmaktadır. Her iki
yazar da liberalizmin bireyciliğine karşı çıkmış, Le Play küçük sanat düzeninin birbirine
bağlanarak kuvvetlenmesini önerirken, Simondi mülkiyet hakkının tamamen ortadan
kaldırılması gerektiğini savunmuştur (Meriç, 2014).
Von Thünen (1783-1850), Owen (1771-1858) gibi pratisyen düşünürler ise ücretlerin
oluşumu ve dağılımındaki adaletsizlikleri kendi çiftlikleri ya da fabrikada oluşturdukları
düzenekler çerçevesinde test etmişlerdir. Thünen işçilerin ücretleri dışında sosyal hasıladan
pay almaları gerektiğini savunurken, Owen özel mülkiyet
hakkına karşı çıkmadan kârın ortadan kaldırılması (sistemi
devam ettirecek düzeye çekilmesi) ve malların olabildiğince
Öz Bilgi
düşük fiyatlara satılması görüşünü savunmuştur (Talas, 1999;
Gelir ve Servet dağılımına
Owen, 1836).
Özel mülkiyetin kaldırılmasını istemeyen ancak işçilerin
giderek artan servetten adil pay alamamalarını eleştiren Fourier
(1768-1830), “Ulusal Atölyeler” kurulmasını ve herkese eşit
ücret verilmesini savunan sosyalist Blanc (1811-1882) gelir
dağılımı ile ilgili klasik düşünürler arasındadır.
ilişkin düşünce ve eserler
1700’lerin sonundan
itibaren yoğunluk
kazanmıştır.
Özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik düşüncelerin oluşumu
korporasyonlar ya da kardeşlik localarının prensipleriyle örtüşmektedir. Özellikle XV ve
XVI. Yüzyıllarda sayı ve etkinlikleri artan bu kuruluşlar ileriki zamanlarda kötü çalışma
koşulları ve ücretler üzerine önemli dirençler göstermişlerdir (Turan, 1979). Proudhon
(1809-1865) Anarşist ekolün en etkili düşünürü olarak mülkiyeti hırsızlık olarak görürken
giderek yayılan bu düşünce yapısının da temellerini inşa etmiştir. Marks (1818-1883) ise
tüm bu düşünceleri bilimsel bir potada eriterek bilimsel sosyalizmin kurucusu olarak
meşhur eseri Kapital ile günümüze kadar gelen sürecin kök düşünürlerinden biri olmuştur.
Marksın düşünceleri Proudhon’dan etkilenmiş olsa bile kurduğu bilimsel sosyalizmin
temellerinin ondan çok farklı olduğunu ifade etmek gerekir. Çok detaylı karşılaştırmaya
girmek yerine Proudhon’un kaleme almış olduğu ‘Sefaletin Felsefesi’ kitabına cevaben
‘Felsefenin Sefaleti’ kitabını yazdığını söylemekle yetineceğiz.
Dönemin diğer düşünürleri arasında Lassalle (1825-1864), Villerme (1782-1863), Bebel
(1840-1913), Liebknecht (1871-1919) gibi onlarcasını sıralamak mümkündür.
6
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
7
1.2.Yakınçağ Düşünürleri
1900’lü yıllar kapitalizmin yeniden sorgulandığı ve sistemin ayakta kalabilmesi için esnek
müdahalelerin yapıldığı yıllardır. Gelirin giderek adaletsiz dağılımı sadece insanları
huzursuz ve mutsuz etmekle kalmamış, kapitalizmin temel kurgusu olan kendiliğinden
gelişim teorisini de giderek Marks’ın “Tarihi Tıkanmasına” yaklaştırmıştır. Bu denenle
klasik iktisadın temel teorileri sorgulanmaya başlanmıştır.
Günümüzde de gelirin dağılımını ölçmek ve göstermek için kullandığımız Lorenz Eğrisi,
1905 yılında Max Otto Lorenz tarafından geliştirilmiştir. Gelir ve Nüfus değişkenlerini
içeren grafiğin 45 derecelik doğru ile mükemmel dağılımının olacağının kabul edildiği
yapı, bu eğrinin aşağıya doğru bel vermesiyle gelir dağılımı adaletinin bozulduğu üzerine
kurgulanmıştır. Eğrinin ne kadar bel verdiği ise Gini Katsayısı ile hesaplanmaktadır. Milli
gelir dağılımının eşit olup olmadığını ölçen Katsayı; Lorenz eğrisi ile 45 derecelik eğri
arasındaki alanının, 45 derecelik eşitlik doğrusu altında kalan tüm alana bölünmesi ile
bulunur. Bu katsayı 0 ile 1 arasında olur ve 1’e yaklaştıkça gelir adaletsizliği artar.
Yine aynı dönemde Vilfredo Pareto, kendi isimi ile anılan dağılım modelini ortaya
koymuştur (Pareto Dağılımı-1912). Zaman ve mekâna bağlı olmaksızın bütün ülkelerde
gelir dağılımını gösteren eğrilerin üst kademelerindeki eğiminin hep aynı kaldığını ifade
eden teori Pareto Kanununu tanımlamıştır.
Gelir eşitsizliği ve kalkınma üzerine yaptığı araştırmalarla kendi adını taşıyan eğrisini
oluşturan Kuznet de (1901-1985) yakınçağ düşünürleri içinde önemli bir yere sahiptir.
Kuznets 1955 tarihli makalesinde ekonomik kalkınmanın ilk aşamalarında gelir
eşitsizliğinin kalkınma ile birlikte artacağını, ancak ekonomik gelişme
devam ettikçe önce gelir eşitsizliğinin artma eğiliminin duracağını,
ardından da azalacağını ileri sürmüştür (Kuznet, 1995).
Öz Bilgi
Dönemin en önemli temsilcilerinden bir diğerini de Keynes olarak
kabul edebiliriz. İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (Genel Teori)
isimli eseriyle ilkin klasiklerin işsizlik algısını eleştirmiş
(Prof.Pigue’ya eleştiri bölümü) ardından piyasanın kendi kendine
dengeye gelemediği anlarda kamu müdahalesinin zorunluluğunu ifade
etmiştir (Keynes, 2008).
Gelir Dağılımına ilişkin
yakın dönemde Max Otto
Lorenz, Pareto, Keynes,
Friedman gibi düşünürler
bulunmaktadır.
1900’lü yılların düşünürleri, klasik dönem düşünürleri gibi yoğun biçimde Kapitalizmin
eleştirilip reddedildiği bir yapıdan çok, mevcut yapı üzerine fikirler geliştirmişlerdir.
Elbette bu dönem sosyalizm ve türevlerine ilişkin önemli eserlerden de bahsetmek
mümkündür. Ancak bu düşünürler de Marks veya Hegel gibi sistemin altüst edilmesi değil,
yine sosyalist bir tabanda dönüşüm altyapısı kurgulamaya yöneliktir (Polany, 2007).
Keynesyen düşünceler Chicago okulu temsilcileri olarak bilinen Milton Friedman ve
Friedrich A. von Hayek gibi serbest piyasa ekonomisinin kuvvetli savunucuları olarak
kabul edilen düşünürler tarafından eleştirilmiş ve yeni bir boyuta taşınmıştır. Özellikle
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
8
Monoterist okulun kurucusu Friedman, Keynes’i piyasa dengesinde paraya verilen az
önem nedeniyle eleştirmiştir.
Ardından James M. Buchanan'ın öncülüğünde geliştiren Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat
Virgina politik iktisat okulunun gelir dağılımına yaklaşımları, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda
Alman iktisatçı Walter Eucken ve hukukçu Franz Bohm'ün öncülüğünde ortaya çıkan
Freiburg okulunun yaklaşımları gelir dağımı konusundaki tartışmaların yoğunlaştığı alanlar
olarak görülmektedir (Aktan, 2008).
Alman ekolünden birtakım düşünürler de gelir dağılımı politikalarının algılanması ve
gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Nell-Breuning 1953 yılında yayınladığı
makalesinde konuya makroekonomik açıdan yaklaşmış, ücret paylarının ve tasarruf
oranlarının artırılmasını önermiştir (Dilik, 1999). Alman ekolü gelir ve servetin dağılımına
ilişkin bir takım planların gerçekleştirildiği yapıyı da oluşturmuştur. Bu konu bir alt
başlıkta kurumsal düzeyde tartışılacaktır.
Günümüzde gelir dağılımına ilişkin hatırı sayılır düzeyde araştırma
yapılmaktadır. Bu kapsamda binlerce bilim adamı çalışmakta ve
analizlerde bulunmaktadır.
2. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Kurumsal Gelişimi
Öz Bilgi
OECD, Dünya Bankası,
ILO uluslararası çapta gelir
dağılımı konusu ile
ilgilenen kuruluşlardır.
Nell-Breuning düşünceleri üzerine yoğunlaşan Alman ekolünde
kurumsal yapıya ilişkin temellere rastlamak mümkündür. İlk kurumsal yapı örneklerinden
biri Arnold Planı’dır. 1951 tarihli bu plana göre, bağımlı çalışanlarla bunların işverenleri
merkezi bir kasaya her iş saati başına 0,202 Marklık bir ödemede bulunacaklar bu fonda
biriken para ise ihtiyaçlar oranında paylaştırılacaktır (Dilik, 1999). Ardından 1956 tarihli
Hinkel Planı bağımlı çalışanların servete kavuşturulması üzerine yapılan bir planı
oluşturmaktadır. Bu plana göre standart ücretin üzerine ek bir ücret oluşturulacak ve bu
paralar yatırım bankasında tutularak servet oluşturulacaktır. Profesyonel bir sendikacı olan
Bachmann ise 53 yılında çalışanların işletmelerin kârına katılmasını öneren bir plan
hazırlamıştır. Benzer düşünce 55 yılında Alman Düşün İşçileri Sendikası (DAG) tarafından
geliştirilmiştir. 1957 yılında Sendikalar Ekonomi Bilimsel Kurumu müdürü olan Gleitze,
işçilerin katılımını sosyal bir fon oluşumu yöntemi ile sağlanması ve biriken paranın sosyal
sermaye olarak kullanılmasını önermiştir (Dilik, 1999).
1950-70 dönemi Almanların gelirin adil dağılımı için kurguladıkları birçok plana sahne
olmuştur. Büttner Planı, SPD Deist Planı, BDA ve BDI ortak planı, Bağımsız
Müteşebbisler Berlin Çalışma Grubu Planı, Föhl Planı, Lebel Planı, Alman Yapı Endüstrisi
Planı, Friedrich Planı, Krelle Planı, Dragör Planı, Dörtler Programı bunlar arasında
sayılabilir (ayrıntılı bilgi için bkz. Dilik, 1999: 38-57).
Günümüzde gelir dağılımı ile ilgili uluslararası kuruluşların başında, OECD, ILO, Dünya
Bankası gibi kuruluşlar gelmektedir. Bu kuruluşlar gerek araştırmaları gerekse dünya
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
genelinde yapısal düzenlemeler amaçlı fon kullandırımı yoluyla gelirin yeniden dağılımı
üzerine çalışmalar yürütmektedir.
Hemen her ülkede gelirin yeniden ve adil olarak dağılımı için bakanlıklar düzeyinde
oluşumlar bulunmaktadır. Türkiye’de bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı faaliyette bulunmaktadır.
III.
GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ AMAÇLARI
Gelir ve servet politikası dağılımı, toplumda gelirin adil dağılıp, yatırım ve
tüketimlerin belirli bir seviyede ve sürdürülebilir bir ortamda gerçekleştirilmesi amacını
taşır. Aksi takdirde gelirin belirli bir zümre elinde toplanması, yaşam kalitesini ve iktisadi
düzeni tehdit etmeye başlar. Gelir ve Servet dağılımı politikasının amaçları bir takım
ilkeler çerçevesinde sınıflandırılabilir. Bu ilkeleri; Eşitlik, İhtiyaç, Asgari gelir, gelirin üst
sınıfta sınırlandırılması ve çalışma-eşit muamele- amaçlarıyla örtüştürebiliriz.
1. Eşitlik İlkesi
İnsanların yaşam, mülkiyet ve tasarruf hakları kapitalist düzende
daha sık tartışılır konular arasına girmiştir. Sermayenin belirli bir
kesim elinde toplanması sanayi devrimi ile birlikte giderek artan
oranda ücretle yaşamını sürdürmek zorunda kalan insan sayısının
artmasına neden olmuştur. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin giderek
artması çoğu zaman yoğun kitlelerin tepkisini çekmiştir.
Öz Bilgi
Son dönemde eşit işe eşit
ücret algısı, eş değerde işe
eşit ücret algısına
dönüşmüştür.
Eşitlik, serbest teşebbüs, ücret, çalışma koşulları, sağlık veya eğitim
hakları gibi konular gelir-yaşam dengesini sağlamak adına
eskimeyen tartışma konuları arasındadır.
Eşitlik kavramını mutlak olarak algılamak, insanın ve doğanın yapısına aykırıdır.
Yaradılıştan veya getirişten kaynaklanan farklılıklar eşitliğin görece bir yapıya sahip
olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak belirli temel hak ve hürriyetlerin dağılımında
insanoğlunun etkisiyle bozulan sistemin yeniden kurgulanması ve düzenlenmesi konumuz
gereği eşitlik tartışmalarına daha uygundur.
Son dönemlerde eşit işe eşit ücret algısı, eş değerde işe eşit ücret algısına dönüşmüştür.
Yapılan faaliyetlerin kapsamı, gereksinimleri ve çıktıları elbette elde edilen getiriyi
farklılaştıracaktır. Önemli olan belirli bir gelirin elde edilmesi için harcanan çabanın
karşılığının alınabilmesi yahut insanca yaşam için gerekli düzeneğin (vergilerden
karşılanan kamu hizmetlerinin) sağlıklı olarak kurulup yaygınlaştırılabilmesidir.
Bunun yanında cinsiyet, ırk, dil vb ayrımcılığa gidilmesi de eşitliğe aykırı davranışlar
olarak sıralanabilir. Bir işi yapabilmek için gerekli ve yeterli deneyim ve beceriye sahip iki
kişi arasında sırf bu farklılıklardan dolayı ayrım yapılması eşitliğe aykırıdır.
9
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
Sermaye sahipleri, bu özelliklerinden dolayı sermayesini yeniden üretme şansına sahiptir.
Ancak sermaye sahibi olmayanlar, yatırım yapabilmek için gerekli birikime ve tecrübeye
sahip olmayabilir. Bu durumda belirli bir kesimin sürekli çalışan (işçi) belirli bir kesimin
ise sürekli çalıştıran (işveren) kalması kaçınılmaz olacaktır. Toplumu sınıflara bölmek,
çoğu zaman sosyal barışı ve gelişmeyi engellemektedir. Sınıflar arası geçişin kolay
olmadığı ortamlarda bu risk diğerlerine göre daha fazladır. Öyleyse insanlar arasındaki
gelir dağılımı adaletinin sağlanabilmesi için fırsat eşitliğinin de sağlanması gerekir.
Eğitimler, devletçe desteklenen uygun krediler vb uygulamalar hep bu amaca hizmet
etmektedir.
Eşitliğin mutlak olmadığı ancak toplum içinde yaşamanın bir takım hak ve özgürlüklere
sahip olmayı gerektirdiği anlayış konunun çözümüne daha gerçekçi yaklaşmamızı
sağlayabilir. Bu nedenle gelirin adil bölüşümü için etkili politikaların kurgulanması ve
yürütülmesi gerekir.
2. İhtiyaç İlkesi
İhtiyaçların sınırsız, kaynakların ise kıt olduğu tespiti, iktisat ilminin temel teorisini
oluşturur. O halde tüm ihtiyaçları karşılamak iktisaden mümkün değildir. Ancak yaşamak
için gerekli bir takım zorunlu ihtiyaçlara erişimin zorlaşması insanlığı tehdit eder hale
gelmiştir. İnsanlar gelirleri ile tasarruf ve yatırım yapmak bir yana kendilerini ve ailelerini
yaşatmaya çabalamaktadır.
Gelir seviyesi ile verimlilik arasında belirli bir süreye kadar
gözlemlenen pozitif ilişki bir süreden sonra negatife dönmektedir.
Öz Bilgi
İhtiyaçlarını karışamaya başlayan bireyler artık daha az çalışmaya
İhtiyaç ilkesi; sosyal
karar verebilir. Çalışma Ekonomisi derslerinden hatırlanacağı
hasılanın kişilerin
üzere çalışma ve boş zaman ilişkisi belirli bir gelir seviyesinden
ihtiyaçlarına uygun
sonra boş zaman lehine, çalışma aleyhine yönelmektedir. Elbette
dağıtılmasıdır.
bu yönelim, düzenli bir işi olan ya da ücret dışı geliri olan
bireylerin karşılaşabileceği bir durumda meydana gelir. Ancak
dünyada, işi olup uzunca süreler çalışmasına rağmen yetersiz geliri yüzünden temel
ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde önemli ölçüde insan yaşamaktadır. Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre dünyada yaklaşık 870 milyon kişi
yetersiz beslenmekte ve ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır (FAO, IFAD, WFP ve SOFI
Ortak Raporu, 2012).
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının temel amaçlarından biri olan ihtiyaç ilkesi; sosyal
hasılanın kişilerin ihtiyaçlarına uygun dağıtılması olarak tanımlanabilir.
3. Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi
Her ülkenin ekonomik seviyesi, üretim ve satış potansiyeli ile para politikası, asgari
yaşam için gereken gelir seviyesini farklılaştırabilir. Önemli olan satın alma gücüne göre
değerlendirilen reel gelirdir. Bu nedenle hemen her ülkede, o ülkenin yaşam koşullarına
10
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
11
göre belirlenen bir asgari yaşam standardı belirir. Bu standardın altına düşenlere çeşitli
isim ve uygulamalar altında yardımlar ulaştırılır.
Gelir ve Servet politikasının temel amaçlarından biri de o yere ait oluşmuş asgari
yaşam seviyesinin altına düşen kişileri en azından bu seviyeye yükseltmek için asgari gelir
sağlamaktır. Vatandaşlık Geliri ya da Temel Gelir olarak da isimlendirilen bu uygulama,
gelirin toplum nezdinde adil dağıtımı için öngörülen politikalardan biridir. Vatandaşlık
geliri, gelir dağılımındaki adaleti temin etmeyi amaçlayan ve bu çerçevede gelirin şartsız
olarak, sadece vatandaş olma yeterliliğinde paylaştırılması gerektiğini ileri süren görüştür
(Buğra ve Keyder, 2012).
Bu tür gelir transferleri özellikle muhtaç seviyedeki vatandaşları koruyabilme amacını
taşır. Almanya, Brezilya, Alaska gibi ülkelerde uygulamalara rastlanmaktadır. Ancak
konuya olumlu yaklaşımların yanında, yoksulluğu sürekli kılacağı öngörüsüyle temkinli
yaklaşımlar da bulunmaktadır. Örneğin Türkiye’de uygulanması için 17 Mart 2006
tarihinde Meclise teklif edilen “Vatandaşlık Geliri Hakkında Kanun” sonuçsuz kalmıştır
(kanun teklifi için bkz. www2.tbmm.gov.tr/d23/2/2-0409.pdf).
4. Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılması İlkesi
Gelir farklılıkları, insanların yaşam standartlarının ölçüsünü belirler. Bu ilkede önemli olan
gelir farklılıklarının toplumsal huzursuzluk çıkarabilecek seviyenin altında kalmasının
engellenmesidir. Yoksa gelirin farklı oluşması doğal bir olaydır. Birileri diğerlerinden ya
daha az ya da daha fazla gelir elde edecektir. Ancak elde edilen
gelirin azami ve asgari miktarları arasındaki makas açıldıkça
huzursuzluklar artacaktır. Bu durum yoksulluğun artmasına neden
Öz Bilgi
olacağı gibi verimliliğin de düşmesine neden olacaktır.
Gelir farklılıkları
Toplumda belirli bir seviyede yaşam için gerekli materyallerin
insanların yaşam
standartlarının ölçüsünü
erişilebilir olması, gelir farklılıklarını görece daha tahammül
belirler.
edilebilir noktalara çekmektedir. Örneğin yaşamak için gerekli
yiyeceği, giyeceği, konutu ya da daha rahat ulaşım için ihtiyaç
duyduğu arabayı almak için önemli ölçüde çaba sarf eden bir
kişinin, yüksek gelir için vereceği tepki daha şiddetli olacaktır. Ancak bu tür ihtiyaçlarını
görece giderebilen bireyler, yüksek gelir elde etmek için daha fazla çaba sarf etmek
isterken üst gelir grubuna daha az tepki vereceklerdir.
Gelir farklılıkları üretimin devamlılığı ve çeşitlenmesi için önemlidir.
5. Çalışma İlkesi
Çalışma kavramı, sanayi devrimi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Çalışmanın yaşamın bir
parçası hatta zorunluluğu haline gelmesi, gelir dağılımı ve çalışma ilişkisini ayrılmaz bir
bütün haline getirmiştir. Üstelik refah rejimleri içinde orta Avrupa ya da Kooperatist rejim
olarak bilinen modelde çalışma karşılığı gelir dağılımı net olarak ortaya konulmuştur. NeoLiberal yapının da gereği olarak 80’lerden sonra başlayan akım, genel refah (welfare)
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
12
algısını, çalışma karşılığında refah/yardım (workfare*) yapısına dönüştürmüştür (Crisp ve
Fletcher, 2008; Peck, 1998).
Gelirin dağılımında çalışma ilkesi, vatandaşlık geliri konusunda aktarıldığının aksine
çalışma karşılığında gelir paylaşımını içerir. Bu ilke çalışma hakkının korunması ve kolay
erişim süreçleriyle birleştiğinde bir anlam ifade etmektedir. Yoksa çalışmak istenmesine
rağmen iş bulunamaması durumunda gelirden yoksun kalma halinde sosyal yardımların
olmaması bu ilkenin amaçları içinde yer almaz.
Kapitalist düzen gereği gelirin, sosyal verimlilikleri ölçüsünde fertler arasında dağıtılması
ancak çalışma ile mümkün olur. Elbette verimlilik farkları gelir farklarına yol açacaktır.
Ancak eşdeğer iş yapanların eşit ücret alması bu ilkeye uygundur.
IV.
GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ ARAÇLARI
Gelir ve Servet politikalarını oluşturup sürdürebilmek için birbiri ile iç içe geçmiş bir
takım araçlara gereksinim vardır. Bu araçları; ücret politikası, para politikası, fiyat
politikası, gelirler politikası, maliye politikası ve eğitim politikası olarak sınıflandırmak
mümkündür.
1. Ücret Politikası
Gelir ve Servet dağılımı politikasında devletin ücretler üzerindeki etkisi ve sendikaların
ücretler üzerindeki etkisi olmak üzere iki boyutlu yaklaşımda
bulunulabilir. Kamusal düzeni muhafaza etmek için ücretlere müdahale
etme fikri klasik iktisatçılara kadar dayanmaktadır. Konuya ilişkin
Öz Bilgi
literatürde, Türkiye’de bu kapsamda belgeli ilk müdahalenin 1806
tarihli bir fermanla olduğu görülmektedir (Asgari Ücret, 1978).
Devletin ve Sendikaları
Fermanda işçi ücret hadlerinin ayrıntısı verilerek (Naccar kalfası 110
Ücretler üzerinde etkisi
bulunmaktadır.
para, Üstad sicili 90 para, Usta Marangoz 80 para vd.) asgari ücret
düzenlemesine yönelik müdahale açıkça düzenlenmiştir (Tunç, 1968).
Cumhuriyet döneminde 1923 tarihli Türkiye İktisat Kongresi
kararlarında işçi ücretlerinin asgari hadlerinin her üç ayda bir geçim şartlarıyla uygun
olarak belediye meclislerince tespit ve ilanına ve kurumların buna uyma zorunluluğuna
karar verilmiştir (İzveren, 1974). Asgari ücretin ilk kanuni düzenlemesini 1936 tarihli 3008
sayılı İş Kanunda (md.32) görmek mümkündür. Ancak bu yasa çerçevesinde yapılan
artışların yaşam seviyesini yükseltici bir etkisinin olmadığı kaynaklarda ifade edilmektedir.
Örneğin 1937’de ortalama 125 kuruş günlük ücret haddi, 43’de 166 kuruşa yükselmiştir.
Altı yılda yaklaşık 41 kuruş artan (yaklaşık %33) ücretler karşısında dönem hayat
pahalılığının %300 (yaklaşık 9 kat) artığı bilinmektedir (Asgari Ücret, 1978).
*
Workfare geleneksel sosyal refah sistemlerine alternatif bir modeldir. .Terim ilk kez 1968’de sivil haklar
lideri James Charles Evers'da tarafından tanıtıldı, ancak Ağustos 1969’da bir televizyon konuşmasında
Richard Nixon tarafından popüler oldu.
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
13
50’li yıllar asgari ücretle ilgili özel kanun ve yönetmeliklerin çıkarıldığı yıllardır. Bu
dönemde gazetecilere ve gemi adamlarına ilişkin talimatnameler de çıkarılmıştır. 1967
tarihli ikinci İş Kanununda (931 sayılı) asgari ücretlere ilişkin düzenlemelere istinaden 68
tarihinde Asgari Ücret Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu yönetmelikte Asgari Ücret Tespit
Komisyonunun çalışma ilkelerine yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. 1969’da yenilenen
yönetmelik 71 tarihinde 1475 sayılı üçüncü İş Kanununun yürürlüğe girmesi ile 72’de
yeniden düzenlenmiştir.
2003 tarihli 4857 sayılı dördüncü İş Kanunu’nun 39.maddesi ile düzenlenen asgari
ücrete ilişkin yönetmelik 2004 tarihinde çıkartılmıştır. Şu an bu yönetmelik esasları
yürürlüktedir.
Asgari ücret, Asgari Ücret Komisyonu tarafından tespit edilmektedir.
Komisyon; Bakanlığın tespit edeceği üyelerden birinin başkanlığında; Bakanlık
Çalışma Genel Müdürü veya yardımcısı, Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü
veya yardımcısı, Devlet İstatistik Enstitüsü (TÜİK) Ekonomik İstatistikler Dairesi Başkanı
veya yardımcısı, (İşgücü, Hizmetler, Fiyat İstatistikleri ve İndeksler
Dairesi Başkanlığı), Hazine Müsteşarlığı temsilcisi, Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığından (Kalkınma Bakanlığı) konu ile ilgili
Öz Bilgi
dairenin başkanı veya yetki vereceği bir görevli, Bünyesinde en çok
Asgari ücret 15 kişilik
işçiyi bulunduran en üst işçi kuruluşunun değişik işkolları için
Asgari Ücret Tespit
seçeceği beş temsilci, Bünyesinde en çok işvereni bulunduran işveren
Komisyonu tarafından
belirlenir.
kuruluşunun değişik işkolları için seçeceği beş temsilciden, kurulur
(Toplam on beş kişi).
Komisyon, Bakanlığın çağrısı üzerine toplanır ve Bakanlıkça
hazırlanan gündeme göre çalışır. Komisyon, en az on üyenin katılımı ile toplanır ve
oylarının çoğunluğu ile karar verir. Karara katılmayan üye, isterse katılmama gerekçesini
belirtir. Oyların eşitliği halinde, Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır.
Komisyonun her toplantıda aldığı kararlar karar defterine yazılır ve başkan ve üyelerce
imzalanır.
Komisyonun ücretin belirlenmesine ilişkin kararı kesindir. Bu kararın, toplanan bilgi ve
belgelere göre hazırlanacak bir gerekçeye dayandırılması zorunludur (Asgari Ücret
Yönetmeliği, md.8).
01.01.2014 tarihi itibarı 16 yaş altı ve 16 yaş üstü sınırı uygulamasına son verilmiştir, tek
asgari ücret uygulanacaktır.
01.01.2014 - 30.06.2014 tarihleri arasında Asgari Ücret Brüt: 1.071 TL; Net:846 TL
01.07.2014 - 31.12.2014 tarihleri arasında Asgari Ücret Brüt: 1.134 TL; Net: 891 TL
olarak belirlenmiştir.
Ücret politikasının bir diğer yönü toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretlerdir.
Demokratik ülkelerde, kimi zaman devlet müdahalesi olsa da ücretler toplu sözleşme
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
14
tarafları arasında belirlenir. İşçi sendikalarının en temel amacı üyelerinin ekonomik ve
sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmektir. Bu amaç çerçevesinde ücret
hadlerinin belirlenmesi ve yükseltilmesi için önemli çaba harcarlar. Sendikalar verimlilik
tabanlı ücret politikası takip edebilecekleri gibi satın alma gücü temalı ücret politikaları da
takip edebilir. Kimi ülkelerde sendikaların talep edeceği ücret zamları, ilgili yıl için
hesaplanan verimlilik rakamlarıyla uyuşmakta/sınırlandırılmaktadır. Böylece genel fiyat
artışlarının da engellenmesi hedeflenir. Kimi ülkelerde ise ücret talepleri sendikaların
güçleri oranında belirlenebilmektedir. Çalışma Ekonomisi derslerinden de hatırlanacağı
gibi bu durum gerek rezervasyon ücretini gerekse piyasa denge ücretini
değiştirebilmektedir. Ancak unutulmaması gerekir ki sosyal politika açısından bireysel ya
da kitlesel ücret seviyesinin yükselmesi, toplumun genel seviyesine yükseltmedikçe bir
anlam taşımaz. Sosyal politika toplam refahın artırımı ve dağılımı ile ilgilenir.
Türkiye’de toplu iş sözleşmeleri ile belirlenen ücret seviyelerinin toplam işçi sayısı dikkate
alındığında yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Her ne kadar sendikacılık ve dolayısıyla
toplu iş sözleşmesi süreci son 30 yılda dünyada gerileme gösterse de bu sürecin
demokratik toplum kurgusuna tezat teşkil ettiğini belirtmek gerekir. Türkiye genelinde
Çalışma Bakanlığı Ocak 2014 kayıtlarına göre 11.600.554 işçi bulunmaktadır. Bunların
1.096.540’ı sendika üyesidir (%9,45).İstatistikler son 6 ayda sendikalı işçi sayısında artış
olduğunu göstermektedir (%8,8’den %9,45’e). Bakanlığın 2013 istatistiklerine göre
Türkiye’de toplam 2.134.638 kamu görevlisi bulunmaktadır. Bunların 1.468.021’i
sendikalıdır(%68,77). Kamu görevlileri arasındaki sendikalaşma işçilere göre çok daha
fazla olmasına rağmen (yaklaşık 7 kat) bu kesimin ücretlerinin belirlenmesinde toplu
görüşmelerin olup toplu sözleşmelerin devletin kontrolünde olması ücret seviyesinin
serbestçe belirlenmesini engellemektedir.
2. Para Politikası
Para politikası, bir ülkedeki genel dengenin sağlanabilmesi için kamu
otoriteleri tarafından gerçekleştirilen politikadır. Para arzını artırmak
veya azaltmak (emisyon hacmi), faiz oranlarını artırmak veya
azaltmak gibi tedbirlerle denge sağlanmaya çalışılır. Para
politikasında tüketim alışkanlıklarının ve yönlerinin değiştirilmesi de
hedeflenir. Enflasyonla mücadele, belirli fiyat seviyelerinin
oluşturulması, kur hareketlerinin kontrolü bu politika ile
gerçekleştirilmeye çalışılır (Friedman, 2001).
Öz Bilgi
Merkez Bankası tarafından
piyasaya sürülen para
hacmine ‘emisyon hacmi’
denir.
Düşük faiz oranları neoklasik iktisat gereği yatırımları artırıcı etki gösterse de, uzun
dönemli borçlanmalar tüketilebilir geliri düşürebilmektedir. Faiz oranları kümülatif hareket
eden bir yapıya sahiptir. Çeşitli sübvansiyonlar dışında piyasa faiz oranlarında topyekün
bir yükseliş ya da düşüş eğilimi görünür. Faizler düştükçe yatırım ve dolayısıyla istihdam
olasılığı artar. Böylece istihdama dahil olan işgücü, düşük faizlerden etkilenerek gelirine
güvenip uzun dönemli borç (ev, araba, beyaz eşya vb) altına girebilir. Bu durumda
harcanabilir gelirinde önemli kısıtlamalara oluşur. Uzun dönemli borç baskısından
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
15
piyasada üretilen ürünlere yeterince talepte bulunamaz. Piyasa genelinde uzun dönemli
borçlanmaların yol açtığı talep yetersizliği faiz indirimlerinin neden olduğu yatırım ortamı
zedelenmeye başlar. Kimi yatırımlar daha fazla devam etmek istemeyip piyasadan
çekilebilir. Bu durumda işsizlik yeniden artar. Hem işsiz hem de borçlu olan bireyler ise
zor duruma düşüp yoksullaşır. Bu süreç, kapalı ve açık ekonomilerde benzer tabanda ancak
farklı etkilerde oluşabilir.
Hükümetler bu kurgunun gerçekleşmemesi için piyasalara para ve faiz yoluyla müdahale
eder. Hatta taksitli alışverişleri kısıtlama yoluna da gidebilirler. Elbette bu karar piyasaların
o ana kadar kurduğu dengeyi bozup işleyişini olumsuz yönde etkileyecektir. Her müdahale
yeni bir dengenin oluşmasına neden olur. Ancak önemli olan yeni dengelerin kurulması
anına kadar geçen zamanda gelirin ve servetin dağılımında adaletin görece de olsa
sağlanabilmesi/korunabilmesidir.
3. Fiyat Politikası
Fiyatlar, ücret seviyelerine göre belirlenerek ülkelerin enflasyonla mücadele politikasında
bir dengeleme aracı olarak kullanılmaktadır (Doğanay, 2001). Bu nedenle ücret politikası
fiyatlar politikasına doğrudan etki eden konuların başında gelir. Gelir dağılımı açısından
fiyatlar satın alma gücüne göre anlam kazanmaktadır. Önemli olan nominal gelirin değil,
reel gelirin korunması ve dağılımıdır. Ancak çoğu zaman nominal gelir artışları dikkate
alınmakta ve bu konuda mücadeleler verilmektedir. Oysa enflasyonist bir ortamda nominal
gelirler kısa süre içinde eriyebilmektedir.
Gelir dağılımında fiyatlar politikasının en önemli hedeflerinden biri enflasyonla
mücadeledir. Reel ücretlerin yükseldiği, fiyatların sabit kaldığı
veya düştüğü bir ortamda, iktisadi canlılığı muhafaza edebilmek
için yeterli üretim hacmine ihtiyaç duyulur. Bu hacim mevcut
Öz Bilgi
değilse genel iktisadi kural olarak mallar kıtlaşır ve kıtlaşan
Gelir Dağılımında fiyatlar
malların fiyatları yükselir. Böylece reel ücret seviyeleri yeniden
politikasının en önemli
düşmüş olur. Bu kısır döngüden kurtulmak isteyen hükümetler
hedeflerinden enflasyonla
mücadeledir.
ülkelerinin üretim kapasitesine göre ücret seviyesi belirleme gayreti
içinde olur. Böylece tüketimi kısıtlayıcı ya da teşvik edici bir
ekonomik modelle fiyatlar genel seviyelerinde bir istikrar
yakalamayı hedefler.
Piyasa çoğu zaman kendi kendine dengeye gelmekte güçlük çeker. Bu durum Keynesyen
iktisat gereği piyasaya kamu müdahalesini gerekli kılar. Gerektiğinde müdahaleyi işaret
eden Keynesyen iktisattan esinlenmiş Monoteristler ise bu dengenin sağlanabilmesi için
piyasaya periyodik müdahalelerin olması gerektiğini savunmuşlardır.
Gelir ve servet dağılımında fiyat politikası, ücret (satın alma gücü), üretim, tüketim,
yatırım ve piyasa genişlemesi gibi hususlarla doğrudan ilişkilidir.
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
4.
Gelirler Politikası
Gelir ve Servet dağılımının temelini oluşturan bu politika tüm gelirlerin daha doğuşundan
itibaren kontrol altında tutulmasını savunur. Hükümetler çeşitli kuruluşlar ile oluşan geliri
sürekli ve düzenli olarak denetleme ihtiyacı duyar. Gelirin kontrolü, servet politikalarının
oluşumunu da doğrudan etkiler. Gelirler politikasında elde edilen tüm gelirden haberdar
olma hedefi, en rahat gözlemlenebilen ücret seviyelerinden takibi zor ticari işlemlere kadar
geniş bir yelpazede bilgi ağını gerektirir. Ancak üst amaçlar arasındaki çelişki, araçların
birbirine fonksiyonel biçimde bağlanamaması ve politik engeller gibi hususlar gelirler
politikasının başarısını önemli ölçüde etkiler (Doğanoğlu, 2001).
5. Maliye Politikası
Maliye politikası harcamalar ve vergi yoluyla ekonominin toplam dengesini ve
sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla uygulanan politikalardır.
Hükümetler her bütçe yılında harcamaları gelirlerine oranlayarak tespit eder. Bu bütçe
mecliste oylanarak kabul edilir. Yılsonunda öngörülen rakamlara ulaşılması hedeflenir.
Harcamalarda makro değişken olarak ülkenin GSYİH’si göz önünde tutulur. Merkezi
Yönetim Bütçesi ise bakanlıklara ve diğer kurumlara dağıtılan paralardan oluşur. Her
kurum stratejik planı gereği Plan Bütçe Komisyonlarına bir sonraki yılda hangi faaliyetleri
yapacaklarını ve bunun için ne kadar finansmana ihtiyacı olacağını bildirir. Bu planlar
komisyonda tartışılarak Meclis Genel Kuruluna gelir ve oylanır.
2014 Türkiye GSYİH’si 1 trilyon 719 milyar lira olarak
oluşmuştur. 2014 yılı için TÜFE ise %5,3 olarak öngörülmüştür.
2014 Merkezi Bütçesi 436,3 milyar lira gider, 403,2 milyar lira
gelir olarak tespit edilmiştir. Bu rakamlara göre 2014 bütçesinde
33,2 milyar lira açık bulunmaktadır.
Öz Bilgi
Devlet harcama ve vergi
yoluyla piyasaları
düzenlemeye çalışır.
Maliye Politikası Maliye Bakanlığı tarafından yürütülür. Maliye
Bakanlığı bütçe gelirlerini, gelir vergisi, kurumlar vergisi, KDV, ÖTV gibi kalemlerden
elde eder. Bu paraları, personel giderlerine, sosyal güvenlik kurumlarına, bakanlıklar
nezdinde yapılan diğer hizmetlere, üniversitelere vd kurumlara planları oranında dağıtır.
Toplanan vergide adaletin sağlanması, gelir ve servet politikaları için büyük önem taşır.
Verginin sadece kurumsal ve üretken firma veya şahıslardan alınması kimi zaman
sorunlara neden olabilir. Harcamalar nasıl toplum tabanına yayılıyorsa bunun bedelinin de
eş tabana yayılması gerekir. Çoğu zaman vergilerin toplanamaması nedeniyle açık veren
bütçenin denkleştirilmesi için dolaylı vergilendirme yoluna gidilebilir. Ancak bu sağlıklı
bir uygulama olarak görülmez. Şeffaf bir vergilendirme sistemi hem gelir adaletini hem de
toplumsal barışı sağlar.
16
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
6. Eğitim Politikası
Eğitimde tespit edilen amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmek için takip edilen yola,
eğitim politikası denir. Eğitim istihdam arasındaki ilişki, Çalışma Ekonomisi disiplininin
temel konularından biridir. Bireyin ileride daha iyi koşullarda bir hayat sürdürebilmesi için
kendine yaptığı yatırım ‘beşeri sermaye teorisi’nin özünü oluşturur. Eğitim istihdam
arasındaki korelasyonun açık işlerle nitelik uyuşması düzleminde ölçüldüğü eğri ise
‘Beveridge Eğrisi’dir.
Eğitim gelir dağılımında hem mevcut hem de gelecekteki işlere
uyum sağlanması açısından önemlidir. Eğitimli/nitelikli bireyler
daha kolay iş bulabilme şansına sahiptir. Ancak işgücü piyasasının
yeterince iyi düzenlenmemiş ya da yapısal problemlerinin olması
eğitimli bireylerin iş bulmasını güçleştirebilmektedir. Uzun dönem
işsiz kalmış bireyler ‘ümidi kırılmış işsizliği’ oluşturur. Gereğinden
daha fazla eğitim almış işsizler ise ‘Aşırı Eğitim’ tuzağına
yakalanıp işgücü piyasasından çekilerek ‘İradi İşsizliği’ oluşturabilir.
Öz Bilgi
Kaliteli eğitim adil gelir
dağılımı sağlar.
Devletin eğitim politikasının temelinde geniş kitlelere kolay ulaşılabilir eğitim sunmak
yatar. Genel, resmi ya da yaygın eğitim olarak anılan bu yapının ülkenin her yerine
homojen dağılımı, insan sermayesinin artışına neden olur. Ülkeler sahip oldukları üretim
potansiyelinin yanında insan sermayesi ile de diğerlerinden farklılaşır.
Eğitim seviyesi arttıkça yıllar içinde toplam kazancın artması beklenir. Bu nedenle
kamusal alanda resmi eğitimin yaygınlaştırılması için hem genel bütçeden (2014 Milli
eğitim bütçesi 55.705 milyon lira) hem de alternatif kaynaklardan (AB Fonları, Dünya
Bankası- Şartlı Nakit Transferleri gibi uygulamalar) paylar ayrılır.
Gelirin üretimi ve dağılımında kaliteli eğitim yapısının ihmal edilmesi büyük hatadır.
Gelişmiş ülkelerin hepsinde önemli eğitim kurumları bulunmaktadır. Hatta birçok gelişmiş
ülke eğitimi bir sektör olarak ekonominin dinamolarından biri haline getirmiştir. Kaliteli
eğitim süreçleri bu açıdan bakıldığında hem gelir edinilmesi hem de insan sermayesinin
gelişmesini ve gelirin adil dağılımını sağlar (Bender, 2005).
17
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
Bu ünitede;
1.
2.
3.
4.
5.
Gelir ve servet dağılımı politikasının doğuşunu öğrendik. Gelir ve Servet
dağılımı, toplumların sosyal birlikteliğinin önemli bir bileşeni olarak özellikle
sanayi devri ardından bilimsel incelemelere yoğun olarak konu olmuştur. Gelir
ve servet dağılımı konusunda bilimsel çalışmaların kökeninde yine Kapitalizmin
temel kitabı olan 1776 tarihli Milletlerin Zenginliğini görmek mümkündür.
Richardo, Malthus,, J.B.Say, J.S.Mill gibi dönemin klasik iktisatçıları da (klasik
tabiri Marks’a aittir) gelir dağılımı ve ücret konularında detaylı çalışmalarda
bulunmuşlardır.
Gelir ve servet dağılımı politikasının gelişimini öğrendik. Konu 12. Yüzyıldan
beri tartışılmaktadır. Doğu toplumlarında Nasreddin Tus’i, Gazali, Farabi, İbn-i
Haldun gibi düşünürler, batı toplumlarında ise Thomas Pain, John Bunyan,
Sismondi, Le Play, Thünen, Owen, Proudhon gibi düşünürler tarafından
tartışılmış ve geliştirilmiştir. Batı toplumlarında yakınçağ için önemli isimler,
Lorenz, Pareto, Kuznet, Keynes, Friedman vd. olarak sıralanabilir.
Gelir ve servet dağılımı politikasının kurumsal gelişimini öğrendik. Alman
planları, OECD, ILO, Dünya Bankası gibi kuruluşlar yanında Bakanlıklar
(Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı,
Maliye Bakanlığı) bu konuda etkindir.
Gelir ve servet dağılımı politikasının amaçlarını öğrendik. Amaçları
ilkeselleştirilebilir. Bu ilkeler; Eşitlik, İhtiyaç, Asgari gelir, gelir farklılıklarının
üst sınıfta sınırlandırılması ve çalışma-eşit muamele- olarak sıralanabilir.
Gelir ve servet dağılımı politikasının araçlarını öğrendik. Bu araçları; ücret
politikası, para politikası, fiyat politikası, gelirler politikası, maliye politikası ve
eğitim politikası olarak sınıflandırmak mümkündür.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Gelir ve servet dağılımı politikasının doğuşu hakkında bilgi veriniz?
2. Gelir ve servet dağılımı politikasının gelişimi hakkında bilgi veriniz?
3. Gelir ve servet dağılımı politikasının amaçları hakkında bilgi veriniz?
4. Gelir ve servet dağılımı politikasının araçları hakkında bilgi veriniz?
5. Gelirin dağılımında eğitim politikalarının önemini belirtiniz?
6. Kazançtan vergi almak adil bir uygulama mıdır? Tartışınız.
7. Gelir dağılımında iktisadi ideolojilerin önemini tartışınız?
8. Para politikası, fiyat politikası ve ücret politikası arasındaki ilişkiyi açıklayınız?
9. Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılmasının önemini açıklayınız?
10. Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi hakkında bilgi veriniz?
18
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
KAYNAKÇA
Aktan, C.(2008), Yeni İktisat Okulları, 2. Baskı, Seçkin Yay. İstanbul.
Asgari Ücret (1978), Türkiy Yayınları, No:119, Eylül, Ankara.
Bender, M.T. (2005), “John Dewey’nin Eğitime Bakışı Üzerine Yeni Bir Yorum”, Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 6, Sayı 1,(2005), 13-19
Broudel F.(2004), Maddi Uygarlık Dünyanın Zamanı, çev.M.Ali KILIÇBAY, İmge
Yay, İstanbul (Kitabın orijinali ve çevirisi de üç cilt olmasına rağmen son dönemde kitap
birleşik hale getirilmiştir).
Buğra, A., Keyder, Ç. (Der.) (2012), Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Gelirine
Doğru, İletişim Yay. 2.Baskı, Eylül, İstanbul.
Burke, P.(2004), Bilginin Toplumsal Tarihi, çev.Mete Tunçay,Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul.
Crisp, R. ve Fletcher, Del R.(2008), "A comparative review of workfare programmes in the
United States, Canada and Australia" Department for Work and Pensions Research Report
No 533.
Davies,N.(2011), Avrupa Tarihi,çev.E.Topçuoğlu, K.Emiroğulu, S.Kaya, B.Çığman,
İmge Yay, İstanbul.
Dilik, S.(1999), Gelir ve Servet Politikası, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya.
Doğanay, F.(2001), Gelirler Politikasına Giriş-Teorik Bir Yaklaşım-, Dilek Ofset,
Sivas.
Friedman, B.M.(2001), "Monetary Policy," Abstract.". International Encyclopedia of the
Social & Behavioral Sciences. pp. 9976–9984.
Gazali İmam (2008), İhya'u Ulüm'id-Din, Huzur Yay. 4 Cilt, İstanbul
Haldun, İbn-i (1988), Mukaddime, Dergah Yay. Hazırlayan: Süleyman Uludağ,2 Cilt,
İstanbul.
İzveren, A.(1974), İş Hukuku, Ankara.
Keynes,J.M.(2008), İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (Genel Teori), Kalkedon
Yay. İstanbul.
Köprülü, F.(1943), “Anadolu Selçukluları Tarihi'nin Yerli Kaynakları”, Belleten, S.VII/27,
s. 410 vd.
19
Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları
Kuznets, S. (1955), “Economic Growth and Income Inequality”, American Economic
Review 45, No. 1: 1-28.
Marks, K.(2011), Kapital-Ekonomi Politiğin Eleştirisi Cilt 1, çev. Mehmet Selik, Nahit
Satlıgan, I.Basım, İstanbul.
Meriç, C.(2014), Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, İletişim Yay. İstanbul.
Owen, R.(1836) The Book of The New Moral World (Kitabın orijinal taramasına
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015005485902;view=1up;seq=7 adresinden
ulaşılabilir.
Peck, J. (1998), "Workfare: a geopolitical etymology.". Environment and Planning D:
Society and Space 16: 133–161
Polany, K.(2007), Büyük Dönüşüm, çev.Ayşe Buğra, İletişim Yay., İstanbul.
Şeker, C.(2011), “ Ortaçağ Batı Avrupa Esnaf Loncaları ve Ahi Teşkilatı- Kökenler ve
Özerklik-” Ahilik içinde, ed. Baki Çakır, İskender Gümüş, Kırıkkale Üniversitesi
Yay.No:1, Kırıkkale
Smith, A. (2010), Milletlerin Zenginliği, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, çev. Haldun
Derin, İş Bankası Kültür Yay. IV.Bası, İstanbul.
Smith, A.(2010), Milletlerin Zenginliği, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, (çev..Haldun
Derin), Türkiye İş Bank. Kültür Yay. IV.Bası, İstanbul.
Talas,C.(1999), Ekonomik Sistemler, İmge Yay. Ankara.
Thompson, E.P.(2012), İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev.Uygur Kocabaşoğlu, Birikim
Yay. 3.Baskı, İstanbul.
Tunç, H.(1968), “Kutsal Ücret”, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Eylül.
Turan, K.(1979), Milletlerarası Sendikal Hareketler, Kalite Matbaası, Ankara.
20
Download