Üçüncü Bölüm Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları Ders: Gelir ve Servet Dağılımı Doç.Dr.M.Çağlar ÖZDEMİR Hedefler Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Gelişimi Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Amaçları Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Araçları hakkında bilgi sahibi olacaksınız Öneriler Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için; Ünitenin sonunda yer alan değerlendirme sorularını çözebilirsiniz Ünitenin sonunda verilen kaynaklar listesinden de yararlanarak ünitede ele alınan konularla ilgili daha geniş okumalar yapabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Gelir Servet Tarihçe İçindekiler Giriş I. GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ DOĞUŞU II. GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ GELİŞİMİ 1. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasına Katkıda Bulunan Düşünürler 1.1. Klasik Dönem Düşünürleri 1.2. Yakınçağ Düşünürleri 2. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Kurumsal Gelişimi III. GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ AMAÇLARI 1. Eşitlik İlkesi 2. İhtiyaç İlkesi 3. Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi 4. Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılması İlkesi 1 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 5. Çalışma İlkesi GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ ARAÇLARI 1. Ücret Politikası 2. Para Politikası 3. Fiyat Politikası 4. Gelirler Politikası 5. Maliye Politikası 6. Eğitim Politikası IV. Özet Değerlendirme Soruları Kaynakça GİRİŞ Bu bölümde gelir ve servet dağılımı politikalarının doğuşu, gelişimi, amaçları ve araçları tartışılacaktır. Gelir ve servet kavramı bir önceki ünitede de öğrendiğiniz üzere gelir-mülkiyet-servet üçleminde oluşmaktaydı. Gelirin adil dağıtılması her toplumun temel sorunu olarak köklü bir düşünsel hayatın parçasıdır. Ancak modern anlamda konuyu tartışabilmek belirli dönemsel başlangıç noktalarının oluşturulması gereklidir. Aksi halde bu disiplinin, kabile halinde yaşayan ilkel topluluklara kadar indirgenmesi gerekir. Gelir ve Servete ilişkin kavramlar üzerine oluşan farkındalığın, genel ekonomik sistemi dengeleyici veya denge bozucu bir düzeye ulaşması ancak kapitalizmin yaygınlaşması ile mümkün olabilmiştir. Nitekim kapitalizm gelir ve mülkiyet algısını servet bileşeninde toplayarak, sadece aileden zengin ya da soylu olma zorunluluğunu ortadan kaldırmış, gelirin üretim potansiyeli ile orantılı olarak artmasına ve biriktirilmesine imkân tanımıştır. Tüm bu yapının ve ilerideki bölümlerin daha iyi kavranabilmesi için gelir ve servetin politik düzlemde tartışmaya açıldığı dönemi ve düşünürleri bilmek, kavramak gerekir. I. GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ DOĞUŞU Gelir ve Servet dağılımı, toplumların sosyal birlikteliğinin önemli bir bileşeni olarak özellikle sanayi devrimi ardından bilimsel incelemelere yoğun olarak konu olmuştur. Batı paradigmasından bakıldığında Feodal Dönemin temel ekonomik dinamiklerini büyük ölçüde değiştirip yeniden yapılandıran sanayi devrimi, gelirin dağıtılmasındaki adaletsizlik hikâyeleri ile doludur. Feodal Yapı basitçe iç içe geçmiş çemberlerden oluşan bir hizmet zincirine benzetilebilir. Krallar, Baronlar, Senyörler, Vavasörler ve Vassallar nihayetinde en alt tabakada Pleb ve Serfler. Her bir zümre hayatını idame ettirebilmek için bir üst yapının 2 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları ihtiyacını giderici bir silsileyle birbirine bağlıdır. Pleb’lerin (köylülerin) belirli bir toprağa sahip olma hakkı bulunmaktadır. Ancak bir üstündeki Feodal Bey’den başlayarak onun toprağını ekip biçtikten sonra arta kalan zamanda kendi toprağı üzerine tasarrufta bulunabilmektedir. Bu yapı her ne kadar bağımlı bir ekonomik düzenin göstergesi olsa da sonuçta, belirli bir toprağa sahip olma algısı, bireyin görece özgürlüğü ile ilişkilendirilebilir. Feodal dönemde gelir yukarıda sayılan soylu silsile içinde dağılırken servet de doğal olarak bu kesimde birikmiştir. Ancak halkın/köylünün (plebin) gelir konusundaki talepleri ile servete ulaşma algı/şansı arasında günümüze göre bir hayli farklılıklar bulunmaktadır. Feodal Dönemin Avrupası’nı öğrenebileceğimiz birçok eser kaleme alınmış olmasına rağmen, Norman Davies’in Avrupa Tarihi veya Braudel’in Maddi Uygarlığı, yapının bir bütün olarak kavranabilmesi açısından iyi kurgulanmış eserlerdir. Bu çalışmalarda özellikle orta dönem Avrupası’nda gelirin dağılımı konusunda hiç de adil olmayan uygulamaların varlığı açıkça gözler önüne serilmektedir (Davies,2011 Braudel, 2004). Sanayi devrimi, üretim sürecini feodal devre göre bir hayli değiştiren dinamiklere sahiptir. Toprak, iktisaden hala önemini korurken, fabrika yapısı ile kitlesel üretimin hacim ve anlamının değişmesi, iktisadi olduğu kadar sosyal değişimi de beraberinde getirmiştir. Liberal doktrinin pratiği olan Kapitalizm, aslında o döneme kadar alışık olunmayan bir sloganla ortaya çıkmış da değildir. Fizyokrat kökenli Gourney’in , Adam Smith’e mâl olmuş sloganı ‘Laissez faire laissez passer (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)”, Feodal dönemin beyleri için de güçleri oranında geçerli bir yaklaşımdır. Ancak bu yapıyı üretimsel/teşebbüse dönük bir altyapıda kurgulamak, Kapitalizmin ayrıştırıcı yanını oluşturmuştur. Yoksa ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ sloganı belirli bir güce sahip olmayan kişiler için pek de geçerli bir söylem olarak kabul edilemez. Feodal dönemin en göze çarpan organizasyonlarından biri de Lonca Sistemidir. Kırsal kesimde toprak mülkiyeti ve hâkimiyetinin ilişki zincirinin esasını oluşturduğu dönemde daha merkezi (kentsel) alanlarda yürütülen ticari faaliyetlerin kurallarını belirleyen bu sistemin temel amacı toplumsal uyumun sağlanması için belirli bir organizasyonun oluşturulmasıdır. Kökleri XI.yy kadar giden bu sistem üç temel üzerine oturmaktadır. Bunları; Dini ve Toplumsal Loncalar, Şehir veya Tüccar Loncaları ile Esnaf Loncaları şeklinde ayırmak mümkündür (Şeker, 2011:2). Her biri toplumsal bir düzen sağlama gayesini gütse de Esnaf Loncaları, gelir ve servet dağılımının ilk geniş çaplı organize kurumları olarak kabul edilebilir. Batıdaki bu durum, Osmanlı döneminde Ahilik olarak şekillenmiştir. Ahilik kurallarının yazıldığı metne ‘fütüvvetname’ adı verilir. Ancak Osmanlı’daki gelir dağılımı müessesini Ahilikle başlatmak, Selçuklu döneminin Vakıf Devlet algısı ile ters düşecektir. Bu süreç Türklerde Batıya göre çok daha önceleri kurgulanmıştır (Köprülü, 1943). Sanayi devrimi, tüm bu dinamiklerin içinden yaklaşık iki yüz yıllık bir altyapıyla yoğrularak meydana gelmiştir. Ancak sistemin yeniden kurgulandığını ve gelirin adil 3 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları biçimde dağıtılmasına imkân tanıyacak bir yapının oluştuğunu söylemek güçtür. Eskinin Feodal beyleri bir anlamda kabuk değiştirerek Kapitalist düzenin büyük üreticileri, fabrikatörleri ve nihayetinde burjuvazisini oluşturmuştur. Feodal düzendeki halk ise her zamanki konumunu farklı bir isimle (işçi) ancak farklı bir çalışma dinamiği ile sürdürmüştür. Makinelerin icadı ve gelişmesi ile birlikte giderek büyüyen üretim tesisleri, lonca sisteminde belirli bir konum edinmiş esnaflarla, zaten fazlaca bir şansı olmayan halkı, kitlesel üretim merkezleri olan şehirlere yönlendirmiştir. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu isimli eserinde 1830’lu yıllara gelindiğinde birçok şeyin oturduğunu ve insanların kapitalist düzen içinde yaşamaya ya da daha doğru ifade ile tahammül etmeye alıştıklarını belirtmektedir (Thompson, 2012). Gelir ve servet dağılımı konusunda bilimsel çalışmaların kökeninde yine Kapitalizmin temel kitabı olan 1776 tarihli Milletlerin Zenginliğini görmek mümkündür (Smith, 2011). Smith bu başyapıtında neredeyse her bölümünde konuyu ele almıştır. Gelirin (ücretin),Servetin, Sermayenin birikimi ve paylaşımı konusunun modern teorik temellerinin bu dönemde atıldığı söylenebilir. Richardo, Malthus,, J.B.Say, J.S.Mill gibi dönemin klasik iktisatçıları da (klasik tabiri Marks’a aittir) gelir dağılımı ve ücret konularında detaylı çalışmalarda bulunmuşlardır. Önemli isimlerden biri de bilimsel sosyalizmin kurucusu olarak kabul edilen; Smith’ten yaklaşık yüz yıl sonra 1867 tarihli Das Kapital isimli eserin sahibi Karl Marks’tır. Marks yaklaşımı ilk ünitede de kısaca görüldüğü üzere antikapitalist bir yapıyı içermekte ve kendi özyapısını kurgulamaktadır (Marks, 2011). 1800’lü yıllar, gelir ve servet dağılımı konusunda akademik çalışmaların yoğunlaştığı dönemi kapsar. Bu dönem gelir ve servet dağılımı politikasının gelişim gösterdiği yılların başlangıcı olarak kabul edilebilir. Günümüze kadar uzanan süreçte bu alana katkıda bulunmuş düşünürler çerçevesinde gelir ve servet politikasının gelişimine göz atmakta fayda vardır. II. GELİR VE SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ GELİŞİMİ Bu bölüm iki temel alt başlık altında düzenlenmiştir. Gelir ve servet dağılımı konusuna katkıda bulunan düşünürler ve fikirleri, diğeri ise bu konuda yürütülen kurumsal düzeyde politikalardır. 1. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasına Katkıda Bulunan Düşünürler Gelir ve Servet Politikalarının doğuşu başlığı altında, Adam Smith, Karl Marks, Ricardo, Mill, Say ve Malthus gibi isimlerden bahsedilmişti. Elbette gerek yeni dünya düzeninin oluşumunda gerekse kapitalist yapının inşasında bu isimler büyük önem taşır. Eş ve yakın dönemde çeşitli Fransız, İngiliz ve Alman düşünürlerin etkilerini görmek de mümkündür. Bu düşünce yığınının üzerine geliştirilen teorilerle günümüze kadar 4 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları ulaşılabilir. Elbette konuya sadece batı paradigmasından bakmak yetersiz bir yaklaşımdır. Bu denenle düşünürleri, eserleri ve çağlarına göre sınıflandırırken doğu toplumlarında önemli yeri olan düşünürlere de değinilmesi gerekir. Üstelik bu kişiler ve çalışmaları batıda oluşmuş birçok temel eserin feyiz kaynağı konumundadır. O halde incelemeye klasik dönem ve yakın çağ düşünürleri olarak iki başlık altında başlayabiliriz. 1.1.Klasik Dönem Düşünürleri Yukarıda da ifade edildiği gibi gelir ve servet dağılımına ilişkin konuların tartışılması insanoğlunun birlikte yaşamaya başladığı tarihe kadar geriye götürülebilir. Ancak konu hakkında temel sistematik tartışmaların yapılmaya başladığı dönemi 12 ve 13.yy doğu toplumlarıyla başlatıp 16.yy ve sonrası batı toplumlarına kaydırmak mümkündür. 12 ve 13.yüzyıllar doğu toplumlarında felsefe, sosyoloji, tarih ve teolojinin en parlak dönemlerini oluşturmaktadır. Birçok batı eseri Farsçaya çevrilmiş, dünya bilgi birikiminin önemli bir kısmı belirli bir alana toplanabilmiştir. Gelir ve servet dağılımına ilişkin düşüncelere 13.yy’da Nasreddin Tus’i’nin Ahlak-ı Nasıri adlı eserinde rastlamak mümkündür. Doğu toplumunun ilk sistematik ahlak kitabı olarak kabul edilen eser uzunca süre ders kitabı olarak okutulmuştur. Ancak daha derin ve nitelikli analizlerin İbn-i Haldun’un Mukaddimesinde yer aldığını belirtmek gerekir. Haldun’a göre gelir ve servetin oluşması üç ana öğeye dayanır. Bu üç gelirin sahibi sırasıyla emek sahipleri, ticaret yapanlar ve devlettir. “Servet sarf edilmeden hazinelerde saklanarak artmaz.”(Haldun, 1988). Gazali’nin İhyasında ise kazancın yani gelirin insan iradesinin dışında ve onun müdahalesi olmadan elde edilebileceği gibi (örn.miras), iradi olarak da elde edilebileceği üzerinde durulmaktadır. İradi gelir, sahipli veya sahipsiz mallar üzerine yapılan tasarruflardan hasıl olan gelirdir (Gazali, 2008). Klasik dönem batı düşünürleri içinde gelir dağılımı konusu 1219’dan itibaren Oxford Üniversitesi ekolünde tartışılmaktadır. 1300 ve takip eden dönem Fransız ve Alman ekollerinin genişlediği dönemdir. 1600’lerde sadece Napoli’de yaklaşık 400 enstitünün kurulu olduğu bilinmektedir (Burke, 2004). Feodal yapıdan liberal düzleme kayış sürecinde Rönesans ve Reformun etkileri, Kapitalizmin dönüştürdüğü sosyo-ekonomik yapının daha şiddetli sorgulanmasına neden olmuştur. Özellikle 1700’lü yılların sonlarından başlayan süreç gelir ve servet dağılımı üzerine tartışmaların yoğunlaştığı dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemde Thomas Paine’in İnsan Hakları, John Bunyan’ın Hac Yolunda gibi eserleri mevcut düzen tartışmalarının odağında bulunan çalışmalardır. Özellikle İngiliz Kapitalizminin gelişim sürecinde yaşanan Çartist ve Ludist hareketlerin etkileri gelir ve dağılımı üzerine düşünceleri yoğunlaştırmıştır. Adam Smith (1723-1790)’in 1776 tarihli Milletlerin Zenginliği kitabı, gelir ve servet ilişkisini kapitalist söylemde irdeleyen temel kitaplar arasındadır. Takip eden dönemlerde özellikle klasik iktisatçılar olarak bilinen Ricardo (1772-1823), Malthus (1766-1834), 5 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları J.B.Say (1767-1832) ve J.S.Mill (1806-1873) gelir ve servet üzerine önemli çalışmalar yürütmüştür. İtalyan/Fransız ekolünden Sismondi (1773-1842), Ekonomi Politiğin Yeni Prensipleri isimli eserinde devletin ekonomiye karışmasının kaçınılmazlığına vurgu yaparak gelir dağılımının adil dağıtımı için bağımsız küçük üreticilerden oluşan eski mesleki sistemin yeniden kurulması gerektiğini savunmuştur (Talas, 1999). Daha sonraları kendi adlarıyla ekoller oluşturmuş olan Le Play (1806-1882) ve Saint Simon’un da (1760-1825) gelir ve servete ilişkin önemli eleştirileri bulunmaktadır. Her iki yazar da liberalizmin bireyciliğine karşı çıkmış, Le Play küçük sanat düzeninin birbirine bağlanarak kuvvetlenmesini önerirken, Simondi mülkiyet hakkının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuştur (Meriç, 2014). Von Thünen (1783-1850), Owen (1771-1858) gibi pratisyen düşünürler ise ücretlerin oluşumu ve dağılımındaki adaletsizlikleri kendi çiftlikleri ya da fabrikada oluşturdukları düzenekler çerçevesinde test etmişlerdir. Thünen işçilerin ücretleri dışında sosyal hasıladan pay almaları gerektiğini savunurken, Owen özel mülkiyet hakkına karşı çıkmadan kârın ortadan kaldırılması (sistemi devam ettirecek düzeye çekilmesi) ve malların olabildiğince Öz Bilgi düşük fiyatlara satılması görüşünü savunmuştur (Talas, 1999; Gelir ve Servet dağılımına Owen, 1836). Özel mülkiyetin kaldırılmasını istemeyen ancak işçilerin giderek artan servetten adil pay alamamalarını eleştiren Fourier (1768-1830), “Ulusal Atölyeler” kurulmasını ve herkese eşit ücret verilmesini savunan sosyalist Blanc (1811-1882) gelir dağılımı ile ilgili klasik düşünürler arasındadır. ilişkin düşünce ve eserler 1700’lerin sonundan itibaren yoğunluk kazanmıştır. Özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik düşüncelerin oluşumu korporasyonlar ya da kardeşlik localarının prensipleriyle örtüşmektedir. Özellikle XV ve XVI. Yüzyıllarda sayı ve etkinlikleri artan bu kuruluşlar ileriki zamanlarda kötü çalışma koşulları ve ücretler üzerine önemli dirençler göstermişlerdir (Turan, 1979). Proudhon (1809-1865) Anarşist ekolün en etkili düşünürü olarak mülkiyeti hırsızlık olarak görürken giderek yayılan bu düşünce yapısının da temellerini inşa etmiştir. Marks (1818-1883) ise tüm bu düşünceleri bilimsel bir potada eriterek bilimsel sosyalizmin kurucusu olarak meşhur eseri Kapital ile günümüze kadar gelen sürecin kök düşünürlerinden biri olmuştur. Marksın düşünceleri Proudhon’dan etkilenmiş olsa bile kurduğu bilimsel sosyalizmin temellerinin ondan çok farklı olduğunu ifade etmek gerekir. Çok detaylı karşılaştırmaya girmek yerine Proudhon’un kaleme almış olduğu ‘Sefaletin Felsefesi’ kitabına cevaben ‘Felsefenin Sefaleti’ kitabını yazdığını söylemekle yetineceğiz. Dönemin diğer düşünürleri arasında Lassalle (1825-1864), Villerme (1782-1863), Bebel (1840-1913), Liebknecht (1871-1919) gibi onlarcasını sıralamak mümkündür. 6 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 7 1.2.Yakınçağ Düşünürleri 1900’lü yıllar kapitalizmin yeniden sorgulandığı ve sistemin ayakta kalabilmesi için esnek müdahalelerin yapıldığı yıllardır. Gelirin giderek adaletsiz dağılımı sadece insanları huzursuz ve mutsuz etmekle kalmamış, kapitalizmin temel kurgusu olan kendiliğinden gelişim teorisini de giderek Marks’ın “Tarihi Tıkanmasına” yaklaştırmıştır. Bu denenle klasik iktisadın temel teorileri sorgulanmaya başlanmıştır. Günümüzde de gelirin dağılımını ölçmek ve göstermek için kullandığımız Lorenz Eğrisi, 1905 yılında Max Otto Lorenz tarafından geliştirilmiştir. Gelir ve Nüfus değişkenlerini içeren grafiğin 45 derecelik doğru ile mükemmel dağılımının olacağının kabul edildiği yapı, bu eğrinin aşağıya doğru bel vermesiyle gelir dağılımı adaletinin bozulduğu üzerine kurgulanmıştır. Eğrinin ne kadar bel verdiği ise Gini Katsayısı ile hesaplanmaktadır. Milli gelir dağılımının eşit olup olmadığını ölçen Katsayı; Lorenz eğrisi ile 45 derecelik eğri arasındaki alanının, 45 derecelik eşitlik doğrusu altında kalan tüm alana bölünmesi ile bulunur. Bu katsayı 0 ile 1 arasında olur ve 1’e yaklaştıkça gelir adaletsizliği artar. Yine aynı dönemde Vilfredo Pareto, kendi isimi ile anılan dağılım modelini ortaya koymuştur (Pareto Dağılımı-1912). Zaman ve mekâna bağlı olmaksızın bütün ülkelerde gelir dağılımını gösteren eğrilerin üst kademelerindeki eğiminin hep aynı kaldığını ifade eden teori Pareto Kanununu tanımlamıştır. Gelir eşitsizliği ve kalkınma üzerine yaptığı araştırmalarla kendi adını taşıyan eğrisini oluşturan Kuznet de (1901-1985) yakınçağ düşünürleri içinde önemli bir yere sahiptir. Kuznets 1955 tarihli makalesinde ekonomik kalkınmanın ilk aşamalarında gelir eşitsizliğinin kalkınma ile birlikte artacağını, ancak ekonomik gelişme devam ettikçe önce gelir eşitsizliğinin artma eğiliminin duracağını, ardından da azalacağını ileri sürmüştür (Kuznet, 1995). Öz Bilgi Dönemin en önemli temsilcilerinden bir diğerini de Keynes olarak kabul edebiliriz. İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (Genel Teori) isimli eseriyle ilkin klasiklerin işsizlik algısını eleştirmiş (Prof.Pigue’ya eleştiri bölümü) ardından piyasanın kendi kendine dengeye gelemediği anlarda kamu müdahalesinin zorunluluğunu ifade etmiştir (Keynes, 2008). Gelir Dağılımına ilişkin yakın dönemde Max Otto Lorenz, Pareto, Keynes, Friedman gibi düşünürler bulunmaktadır. 1900’lü yılların düşünürleri, klasik dönem düşünürleri gibi yoğun biçimde Kapitalizmin eleştirilip reddedildiği bir yapıdan çok, mevcut yapı üzerine fikirler geliştirmişlerdir. Elbette bu dönem sosyalizm ve türevlerine ilişkin önemli eserlerden de bahsetmek mümkündür. Ancak bu düşünürler de Marks veya Hegel gibi sistemin altüst edilmesi değil, yine sosyalist bir tabanda dönüşüm altyapısı kurgulamaya yöneliktir (Polany, 2007). Keynesyen düşünceler Chicago okulu temsilcileri olarak bilinen Milton Friedman ve Friedrich A. von Hayek gibi serbest piyasa ekonomisinin kuvvetli savunucuları olarak kabul edilen düşünürler tarafından eleştirilmiş ve yeni bir boyuta taşınmıştır. Özellikle Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 8 Monoterist okulun kurucusu Friedman, Keynes’i piyasa dengesinde paraya verilen az önem nedeniyle eleştirmiştir. Ardından James M. Buchanan'ın öncülüğünde geliştiren Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Virgina politik iktisat okulunun gelir dağılımına yaklaşımları, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Alman iktisatçı Walter Eucken ve hukukçu Franz Bohm'ün öncülüğünde ortaya çıkan Freiburg okulunun yaklaşımları gelir dağımı konusundaki tartışmaların yoğunlaştığı alanlar olarak görülmektedir (Aktan, 2008). Alman ekolünden birtakım düşünürler de gelir dağılımı politikalarının algılanması ve gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Nell-Breuning 1953 yılında yayınladığı makalesinde konuya makroekonomik açıdan yaklaşmış, ücret paylarının ve tasarruf oranlarının artırılmasını önermiştir (Dilik, 1999). Alman ekolü gelir ve servetin dağılımına ilişkin bir takım planların gerçekleştirildiği yapıyı da oluşturmuştur. Bu konu bir alt başlıkta kurumsal düzeyde tartışılacaktır. Günümüzde gelir dağılımına ilişkin hatırı sayılır düzeyde araştırma yapılmaktadır. Bu kapsamda binlerce bilim adamı çalışmakta ve analizlerde bulunmaktadır. 2. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Kurumsal Gelişimi Öz Bilgi OECD, Dünya Bankası, ILO uluslararası çapta gelir dağılımı konusu ile ilgilenen kuruluşlardır. Nell-Breuning düşünceleri üzerine yoğunlaşan Alman ekolünde kurumsal yapıya ilişkin temellere rastlamak mümkündür. İlk kurumsal yapı örneklerinden biri Arnold Planı’dır. 1951 tarihli bu plana göre, bağımlı çalışanlarla bunların işverenleri merkezi bir kasaya her iş saati başına 0,202 Marklık bir ödemede bulunacaklar bu fonda biriken para ise ihtiyaçlar oranında paylaştırılacaktır (Dilik, 1999). Ardından 1956 tarihli Hinkel Planı bağımlı çalışanların servete kavuşturulması üzerine yapılan bir planı oluşturmaktadır. Bu plana göre standart ücretin üzerine ek bir ücret oluşturulacak ve bu paralar yatırım bankasında tutularak servet oluşturulacaktır. Profesyonel bir sendikacı olan Bachmann ise 53 yılında çalışanların işletmelerin kârına katılmasını öneren bir plan hazırlamıştır. Benzer düşünce 55 yılında Alman Düşün İşçileri Sendikası (DAG) tarafından geliştirilmiştir. 1957 yılında Sendikalar Ekonomi Bilimsel Kurumu müdürü olan Gleitze, işçilerin katılımını sosyal bir fon oluşumu yöntemi ile sağlanması ve biriken paranın sosyal sermaye olarak kullanılmasını önermiştir (Dilik, 1999). 1950-70 dönemi Almanların gelirin adil dağılımı için kurguladıkları birçok plana sahne olmuştur. Büttner Planı, SPD Deist Planı, BDA ve BDI ortak planı, Bağımsız Müteşebbisler Berlin Çalışma Grubu Planı, Föhl Planı, Lebel Planı, Alman Yapı Endüstrisi Planı, Friedrich Planı, Krelle Planı, Dragör Planı, Dörtler Programı bunlar arasında sayılabilir (ayrıntılı bilgi için bkz. Dilik, 1999: 38-57). Günümüzde gelir dağılımı ile ilgili uluslararası kuruluşların başında, OECD, ILO, Dünya Bankası gibi kuruluşlar gelmektedir. Bu kuruluşlar gerek araştırmaları gerekse dünya Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları genelinde yapısal düzenlemeler amaçlı fon kullandırımı yoluyla gelirin yeniden dağılımı üzerine çalışmalar yürütmektedir. Hemen her ülkede gelirin yeniden ve adil olarak dağılımı için bakanlıklar düzeyinde oluşumlar bulunmaktadır. Türkiye’de bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı faaliyette bulunmaktadır. III. GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ AMAÇLARI Gelir ve servet politikası dağılımı, toplumda gelirin adil dağılıp, yatırım ve tüketimlerin belirli bir seviyede ve sürdürülebilir bir ortamda gerçekleştirilmesi amacını taşır. Aksi takdirde gelirin belirli bir zümre elinde toplanması, yaşam kalitesini ve iktisadi düzeni tehdit etmeye başlar. Gelir ve Servet dağılımı politikasının amaçları bir takım ilkeler çerçevesinde sınıflandırılabilir. Bu ilkeleri; Eşitlik, İhtiyaç, Asgari gelir, gelirin üst sınıfta sınırlandırılması ve çalışma-eşit muamele- amaçlarıyla örtüştürebiliriz. 1. Eşitlik İlkesi İnsanların yaşam, mülkiyet ve tasarruf hakları kapitalist düzende daha sık tartışılır konular arasına girmiştir. Sermayenin belirli bir kesim elinde toplanması sanayi devrimi ile birlikte giderek artan oranda ücretle yaşamını sürdürmek zorunda kalan insan sayısının artmasına neden olmuştur. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin giderek artması çoğu zaman yoğun kitlelerin tepkisini çekmiştir. Öz Bilgi Son dönemde eşit işe eşit ücret algısı, eş değerde işe eşit ücret algısına dönüşmüştür. Eşitlik, serbest teşebbüs, ücret, çalışma koşulları, sağlık veya eğitim hakları gibi konular gelir-yaşam dengesini sağlamak adına eskimeyen tartışma konuları arasındadır. Eşitlik kavramını mutlak olarak algılamak, insanın ve doğanın yapısına aykırıdır. Yaradılıştan veya getirişten kaynaklanan farklılıklar eşitliğin görece bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak belirli temel hak ve hürriyetlerin dağılımında insanoğlunun etkisiyle bozulan sistemin yeniden kurgulanması ve düzenlenmesi konumuz gereği eşitlik tartışmalarına daha uygundur. Son dönemlerde eşit işe eşit ücret algısı, eş değerde işe eşit ücret algısına dönüşmüştür. Yapılan faaliyetlerin kapsamı, gereksinimleri ve çıktıları elbette elde edilen getiriyi farklılaştıracaktır. Önemli olan belirli bir gelirin elde edilmesi için harcanan çabanın karşılığının alınabilmesi yahut insanca yaşam için gerekli düzeneğin (vergilerden karşılanan kamu hizmetlerinin) sağlıklı olarak kurulup yaygınlaştırılabilmesidir. Bunun yanında cinsiyet, ırk, dil vb ayrımcılığa gidilmesi de eşitliğe aykırı davranışlar olarak sıralanabilir. Bir işi yapabilmek için gerekli ve yeterli deneyim ve beceriye sahip iki kişi arasında sırf bu farklılıklardan dolayı ayrım yapılması eşitliğe aykırıdır. 9 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları Sermaye sahipleri, bu özelliklerinden dolayı sermayesini yeniden üretme şansına sahiptir. Ancak sermaye sahibi olmayanlar, yatırım yapabilmek için gerekli birikime ve tecrübeye sahip olmayabilir. Bu durumda belirli bir kesimin sürekli çalışan (işçi) belirli bir kesimin ise sürekli çalıştıran (işveren) kalması kaçınılmaz olacaktır. Toplumu sınıflara bölmek, çoğu zaman sosyal barışı ve gelişmeyi engellemektedir. Sınıflar arası geçişin kolay olmadığı ortamlarda bu risk diğerlerine göre daha fazladır. Öyleyse insanlar arasındaki gelir dağılımı adaletinin sağlanabilmesi için fırsat eşitliğinin de sağlanması gerekir. Eğitimler, devletçe desteklenen uygun krediler vb uygulamalar hep bu amaca hizmet etmektedir. Eşitliğin mutlak olmadığı ancak toplum içinde yaşamanın bir takım hak ve özgürlüklere sahip olmayı gerektirdiği anlayış konunun çözümüne daha gerçekçi yaklaşmamızı sağlayabilir. Bu nedenle gelirin adil bölüşümü için etkili politikaların kurgulanması ve yürütülmesi gerekir. 2. İhtiyaç İlkesi İhtiyaçların sınırsız, kaynakların ise kıt olduğu tespiti, iktisat ilminin temel teorisini oluşturur. O halde tüm ihtiyaçları karşılamak iktisaden mümkün değildir. Ancak yaşamak için gerekli bir takım zorunlu ihtiyaçlara erişimin zorlaşması insanlığı tehdit eder hale gelmiştir. İnsanlar gelirleri ile tasarruf ve yatırım yapmak bir yana kendilerini ve ailelerini yaşatmaya çabalamaktadır. Gelir seviyesi ile verimlilik arasında belirli bir süreye kadar gözlemlenen pozitif ilişki bir süreden sonra negatife dönmektedir. Öz Bilgi İhtiyaçlarını karışamaya başlayan bireyler artık daha az çalışmaya İhtiyaç ilkesi; sosyal karar verebilir. Çalışma Ekonomisi derslerinden hatırlanacağı hasılanın kişilerin üzere çalışma ve boş zaman ilişkisi belirli bir gelir seviyesinden ihtiyaçlarına uygun sonra boş zaman lehine, çalışma aleyhine yönelmektedir. Elbette dağıtılmasıdır. bu yönelim, düzenli bir işi olan ya da ücret dışı geliri olan bireylerin karşılaşabileceği bir durumda meydana gelir. Ancak dünyada, işi olup uzunca süreler çalışmasına rağmen yetersiz geliri yüzünden temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde önemli ölçüde insan yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre dünyada yaklaşık 870 milyon kişi yetersiz beslenmekte ve ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır (FAO, IFAD, WFP ve SOFI Ortak Raporu, 2012). Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının temel amaçlarından biri olan ihtiyaç ilkesi; sosyal hasılanın kişilerin ihtiyaçlarına uygun dağıtılması olarak tanımlanabilir. 3. Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi Her ülkenin ekonomik seviyesi, üretim ve satış potansiyeli ile para politikası, asgari yaşam için gereken gelir seviyesini farklılaştırabilir. Önemli olan satın alma gücüne göre değerlendirilen reel gelirdir. Bu nedenle hemen her ülkede, o ülkenin yaşam koşullarına 10 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 11 göre belirlenen bir asgari yaşam standardı belirir. Bu standardın altına düşenlere çeşitli isim ve uygulamalar altında yardımlar ulaştırılır. Gelir ve Servet politikasının temel amaçlarından biri de o yere ait oluşmuş asgari yaşam seviyesinin altına düşen kişileri en azından bu seviyeye yükseltmek için asgari gelir sağlamaktır. Vatandaşlık Geliri ya da Temel Gelir olarak da isimlendirilen bu uygulama, gelirin toplum nezdinde adil dağıtımı için öngörülen politikalardan biridir. Vatandaşlık geliri, gelir dağılımındaki adaleti temin etmeyi amaçlayan ve bu çerçevede gelirin şartsız olarak, sadece vatandaş olma yeterliliğinde paylaştırılması gerektiğini ileri süren görüştür (Buğra ve Keyder, 2012). Bu tür gelir transferleri özellikle muhtaç seviyedeki vatandaşları koruyabilme amacını taşır. Almanya, Brezilya, Alaska gibi ülkelerde uygulamalara rastlanmaktadır. Ancak konuya olumlu yaklaşımların yanında, yoksulluğu sürekli kılacağı öngörüsüyle temkinli yaklaşımlar da bulunmaktadır. Örneğin Türkiye’de uygulanması için 17 Mart 2006 tarihinde Meclise teklif edilen “Vatandaşlık Geliri Hakkında Kanun” sonuçsuz kalmıştır (kanun teklifi için bkz. www2.tbmm.gov.tr/d23/2/2-0409.pdf). 4. Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılması İlkesi Gelir farklılıkları, insanların yaşam standartlarının ölçüsünü belirler. Bu ilkede önemli olan gelir farklılıklarının toplumsal huzursuzluk çıkarabilecek seviyenin altında kalmasının engellenmesidir. Yoksa gelirin farklı oluşması doğal bir olaydır. Birileri diğerlerinden ya daha az ya da daha fazla gelir elde edecektir. Ancak elde edilen gelirin azami ve asgari miktarları arasındaki makas açıldıkça huzursuzluklar artacaktır. Bu durum yoksulluğun artmasına neden Öz Bilgi olacağı gibi verimliliğin de düşmesine neden olacaktır. Gelir farklılıkları Toplumda belirli bir seviyede yaşam için gerekli materyallerin insanların yaşam standartlarının ölçüsünü erişilebilir olması, gelir farklılıklarını görece daha tahammül belirler. edilebilir noktalara çekmektedir. Örneğin yaşamak için gerekli yiyeceği, giyeceği, konutu ya da daha rahat ulaşım için ihtiyaç duyduğu arabayı almak için önemli ölçüde çaba sarf eden bir kişinin, yüksek gelir için vereceği tepki daha şiddetli olacaktır. Ancak bu tür ihtiyaçlarını görece giderebilen bireyler, yüksek gelir elde etmek için daha fazla çaba sarf etmek isterken üst gelir grubuna daha az tepki vereceklerdir. Gelir farklılıkları üretimin devamlılığı ve çeşitlenmesi için önemlidir. 5. Çalışma İlkesi Çalışma kavramı, sanayi devrimi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Çalışmanın yaşamın bir parçası hatta zorunluluğu haline gelmesi, gelir dağılımı ve çalışma ilişkisini ayrılmaz bir bütün haline getirmiştir. Üstelik refah rejimleri içinde orta Avrupa ya da Kooperatist rejim olarak bilinen modelde çalışma karşılığı gelir dağılımı net olarak ortaya konulmuştur. NeoLiberal yapının da gereği olarak 80’lerden sonra başlayan akım, genel refah (welfare) Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 12 algısını, çalışma karşılığında refah/yardım (workfare*) yapısına dönüştürmüştür (Crisp ve Fletcher, 2008; Peck, 1998). Gelirin dağılımında çalışma ilkesi, vatandaşlık geliri konusunda aktarıldığının aksine çalışma karşılığında gelir paylaşımını içerir. Bu ilke çalışma hakkının korunması ve kolay erişim süreçleriyle birleştiğinde bir anlam ifade etmektedir. Yoksa çalışmak istenmesine rağmen iş bulunamaması durumunda gelirden yoksun kalma halinde sosyal yardımların olmaması bu ilkenin amaçları içinde yer almaz. Kapitalist düzen gereği gelirin, sosyal verimlilikleri ölçüsünde fertler arasında dağıtılması ancak çalışma ile mümkün olur. Elbette verimlilik farkları gelir farklarına yol açacaktır. Ancak eşdeğer iş yapanların eşit ücret alması bu ilkeye uygundur. IV. GELİR ve SERVET DAĞILIMI POLİTİKASININ ARAÇLARI Gelir ve Servet politikalarını oluşturup sürdürebilmek için birbiri ile iç içe geçmiş bir takım araçlara gereksinim vardır. Bu araçları; ücret politikası, para politikası, fiyat politikası, gelirler politikası, maliye politikası ve eğitim politikası olarak sınıflandırmak mümkündür. 1. Ücret Politikası Gelir ve Servet dağılımı politikasında devletin ücretler üzerindeki etkisi ve sendikaların ücretler üzerindeki etkisi olmak üzere iki boyutlu yaklaşımda bulunulabilir. Kamusal düzeni muhafaza etmek için ücretlere müdahale etme fikri klasik iktisatçılara kadar dayanmaktadır. Konuya ilişkin Öz Bilgi literatürde, Türkiye’de bu kapsamda belgeli ilk müdahalenin 1806 tarihli bir fermanla olduğu görülmektedir (Asgari Ücret, 1978). Devletin ve Sendikaları Fermanda işçi ücret hadlerinin ayrıntısı verilerek (Naccar kalfası 110 Ücretler üzerinde etkisi bulunmaktadır. para, Üstad sicili 90 para, Usta Marangoz 80 para vd.) asgari ücret düzenlemesine yönelik müdahale açıkça düzenlenmiştir (Tunç, 1968). Cumhuriyet döneminde 1923 tarihli Türkiye İktisat Kongresi kararlarında işçi ücretlerinin asgari hadlerinin her üç ayda bir geçim şartlarıyla uygun olarak belediye meclislerince tespit ve ilanına ve kurumların buna uyma zorunluluğuna karar verilmiştir (İzveren, 1974). Asgari ücretin ilk kanuni düzenlemesini 1936 tarihli 3008 sayılı İş Kanunda (md.32) görmek mümkündür. Ancak bu yasa çerçevesinde yapılan artışların yaşam seviyesini yükseltici bir etkisinin olmadığı kaynaklarda ifade edilmektedir. Örneğin 1937’de ortalama 125 kuruş günlük ücret haddi, 43’de 166 kuruşa yükselmiştir. Altı yılda yaklaşık 41 kuruş artan (yaklaşık %33) ücretler karşısında dönem hayat pahalılığının %300 (yaklaşık 9 kat) artığı bilinmektedir (Asgari Ücret, 1978). * Workfare geleneksel sosyal refah sistemlerine alternatif bir modeldir. .Terim ilk kez 1968’de sivil haklar lideri James Charles Evers'da tarafından tanıtıldı, ancak Ağustos 1969’da bir televizyon konuşmasında Richard Nixon tarafından popüler oldu. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 13 50’li yıllar asgari ücretle ilgili özel kanun ve yönetmeliklerin çıkarıldığı yıllardır. Bu dönemde gazetecilere ve gemi adamlarına ilişkin talimatnameler de çıkarılmıştır. 1967 tarihli ikinci İş Kanununda (931 sayılı) asgari ücretlere ilişkin düzenlemelere istinaden 68 tarihinde Asgari Ücret Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu yönetmelikte Asgari Ücret Tespit Komisyonunun çalışma ilkelerine yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. 1969’da yenilenen yönetmelik 71 tarihinde 1475 sayılı üçüncü İş Kanununun yürürlüğe girmesi ile 72’de yeniden düzenlenmiştir. 2003 tarihli 4857 sayılı dördüncü İş Kanunu’nun 39.maddesi ile düzenlenen asgari ücrete ilişkin yönetmelik 2004 tarihinde çıkartılmıştır. Şu an bu yönetmelik esasları yürürlüktedir. Asgari ücret, Asgari Ücret Komisyonu tarafından tespit edilmektedir. Komisyon; Bakanlığın tespit edeceği üyelerden birinin başkanlığında; Bakanlık Çalışma Genel Müdürü veya yardımcısı, Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü veya yardımcısı, Devlet İstatistik Enstitüsü (TÜİK) Ekonomik İstatistikler Dairesi Başkanı veya yardımcısı, (İşgücü, Hizmetler, Fiyat İstatistikleri ve İndeksler Dairesi Başkanlığı), Hazine Müsteşarlığı temsilcisi, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığından (Kalkınma Bakanlığı) konu ile ilgili Öz Bilgi dairenin başkanı veya yetki vereceği bir görevli, Bünyesinde en çok Asgari ücret 15 kişilik işçiyi bulunduran en üst işçi kuruluşunun değişik işkolları için Asgari Ücret Tespit seçeceği beş temsilci, Bünyesinde en çok işvereni bulunduran işveren Komisyonu tarafından belirlenir. kuruluşunun değişik işkolları için seçeceği beş temsilciden, kurulur (Toplam on beş kişi). Komisyon, Bakanlığın çağrısı üzerine toplanır ve Bakanlıkça hazırlanan gündeme göre çalışır. Komisyon, en az on üyenin katılımı ile toplanır ve oylarının çoğunluğu ile karar verir. Karara katılmayan üye, isterse katılmama gerekçesini belirtir. Oyların eşitliği halinde, Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır. Komisyonun her toplantıda aldığı kararlar karar defterine yazılır ve başkan ve üyelerce imzalanır. Komisyonun ücretin belirlenmesine ilişkin kararı kesindir. Bu kararın, toplanan bilgi ve belgelere göre hazırlanacak bir gerekçeye dayandırılması zorunludur (Asgari Ücret Yönetmeliği, md.8). 01.01.2014 tarihi itibarı 16 yaş altı ve 16 yaş üstü sınırı uygulamasına son verilmiştir, tek asgari ücret uygulanacaktır. 01.01.2014 - 30.06.2014 tarihleri arasında Asgari Ücret Brüt: 1.071 TL; Net:846 TL 01.07.2014 - 31.12.2014 tarihleri arasında Asgari Ücret Brüt: 1.134 TL; Net: 891 TL olarak belirlenmiştir. Ücret politikasının bir diğer yönü toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretlerdir. Demokratik ülkelerde, kimi zaman devlet müdahalesi olsa da ücretler toplu sözleşme Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 14 tarafları arasında belirlenir. İşçi sendikalarının en temel amacı üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmektir. Bu amaç çerçevesinde ücret hadlerinin belirlenmesi ve yükseltilmesi için önemli çaba harcarlar. Sendikalar verimlilik tabanlı ücret politikası takip edebilecekleri gibi satın alma gücü temalı ücret politikaları da takip edebilir. Kimi ülkelerde sendikaların talep edeceği ücret zamları, ilgili yıl için hesaplanan verimlilik rakamlarıyla uyuşmakta/sınırlandırılmaktadır. Böylece genel fiyat artışlarının da engellenmesi hedeflenir. Kimi ülkelerde ise ücret talepleri sendikaların güçleri oranında belirlenebilmektedir. Çalışma Ekonomisi derslerinden de hatırlanacağı gibi bu durum gerek rezervasyon ücretini gerekse piyasa denge ücretini değiştirebilmektedir. Ancak unutulmaması gerekir ki sosyal politika açısından bireysel ya da kitlesel ücret seviyesinin yükselmesi, toplumun genel seviyesine yükseltmedikçe bir anlam taşımaz. Sosyal politika toplam refahın artırımı ve dağılımı ile ilgilenir. Türkiye’de toplu iş sözleşmeleri ile belirlenen ücret seviyelerinin toplam işçi sayısı dikkate alındığında yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Her ne kadar sendikacılık ve dolayısıyla toplu iş sözleşmesi süreci son 30 yılda dünyada gerileme gösterse de bu sürecin demokratik toplum kurgusuna tezat teşkil ettiğini belirtmek gerekir. Türkiye genelinde Çalışma Bakanlığı Ocak 2014 kayıtlarına göre 11.600.554 işçi bulunmaktadır. Bunların 1.096.540’ı sendika üyesidir (%9,45).İstatistikler son 6 ayda sendikalı işçi sayısında artış olduğunu göstermektedir (%8,8’den %9,45’e). Bakanlığın 2013 istatistiklerine göre Türkiye’de toplam 2.134.638 kamu görevlisi bulunmaktadır. Bunların 1.468.021’i sendikalıdır(%68,77). Kamu görevlileri arasındaki sendikalaşma işçilere göre çok daha fazla olmasına rağmen (yaklaşık 7 kat) bu kesimin ücretlerinin belirlenmesinde toplu görüşmelerin olup toplu sözleşmelerin devletin kontrolünde olması ücret seviyesinin serbestçe belirlenmesini engellemektedir. 2. Para Politikası Para politikası, bir ülkedeki genel dengenin sağlanabilmesi için kamu otoriteleri tarafından gerçekleştirilen politikadır. Para arzını artırmak veya azaltmak (emisyon hacmi), faiz oranlarını artırmak veya azaltmak gibi tedbirlerle denge sağlanmaya çalışılır. Para politikasında tüketim alışkanlıklarının ve yönlerinin değiştirilmesi de hedeflenir. Enflasyonla mücadele, belirli fiyat seviyelerinin oluşturulması, kur hareketlerinin kontrolü bu politika ile gerçekleştirilmeye çalışılır (Friedman, 2001). Öz Bilgi Merkez Bankası tarafından piyasaya sürülen para hacmine ‘emisyon hacmi’ denir. Düşük faiz oranları neoklasik iktisat gereği yatırımları artırıcı etki gösterse de, uzun dönemli borçlanmalar tüketilebilir geliri düşürebilmektedir. Faiz oranları kümülatif hareket eden bir yapıya sahiptir. Çeşitli sübvansiyonlar dışında piyasa faiz oranlarında topyekün bir yükseliş ya da düşüş eğilimi görünür. Faizler düştükçe yatırım ve dolayısıyla istihdam olasılığı artar. Böylece istihdama dahil olan işgücü, düşük faizlerden etkilenerek gelirine güvenip uzun dönemli borç (ev, araba, beyaz eşya vb) altına girebilir. Bu durumda harcanabilir gelirinde önemli kısıtlamalara oluşur. Uzun dönemli borç baskısından Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 15 piyasada üretilen ürünlere yeterince talepte bulunamaz. Piyasa genelinde uzun dönemli borçlanmaların yol açtığı talep yetersizliği faiz indirimlerinin neden olduğu yatırım ortamı zedelenmeye başlar. Kimi yatırımlar daha fazla devam etmek istemeyip piyasadan çekilebilir. Bu durumda işsizlik yeniden artar. Hem işsiz hem de borçlu olan bireyler ise zor duruma düşüp yoksullaşır. Bu süreç, kapalı ve açık ekonomilerde benzer tabanda ancak farklı etkilerde oluşabilir. Hükümetler bu kurgunun gerçekleşmemesi için piyasalara para ve faiz yoluyla müdahale eder. Hatta taksitli alışverişleri kısıtlama yoluna da gidebilirler. Elbette bu karar piyasaların o ana kadar kurduğu dengeyi bozup işleyişini olumsuz yönde etkileyecektir. Her müdahale yeni bir dengenin oluşmasına neden olur. Ancak önemli olan yeni dengelerin kurulması anına kadar geçen zamanda gelirin ve servetin dağılımında adaletin görece de olsa sağlanabilmesi/korunabilmesidir. 3. Fiyat Politikası Fiyatlar, ücret seviyelerine göre belirlenerek ülkelerin enflasyonla mücadele politikasında bir dengeleme aracı olarak kullanılmaktadır (Doğanay, 2001). Bu nedenle ücret politikası fiyatlar politikasına doğrudan etki eden konuların başında gelir. Gelir dağılımı açısından fiyatlar satın alma gücüne göre anlam kazanmaktadır. Önemli olan nominal gelirin değil, reel gelirin korunması ve dağılımıdır. Ancak çoğu zaman nominal gelir artışları dikkate alınmakta ve bu konuda mücadeleler verilmektedir. Oysa enflasyonist bir ortamda nominal gelirler kısa süre içinde eriyebilmektedir. Gelir dağılımında fiyatlar politikasının en önemli hedeflerinden biri enflasyonla mücadeledir. Reel ücretlerin yükseldiği, fiyatların sabit kaldığı veya düştüğü bir ortamda, iktisadi canlılığı muhafaza edebilmek için yeterli üretim hacmine ihtiyaç duyulur. Bu hacim mevcut Öz Bilgi değilse genel iktisadi kural olarak mallar kıtlaşır ve kıtlaşan Gelir Dağılımında fiyatlar malların fiyatları yükselir. Böylece reel ücret seviyeleri yeniden politikasının en önemli düşmüş olur. Bu kısır döngüden kurtulmak isteyen hükümetler hedeflerinden enflasyonla mücadeledir. ülkelerinin üretim kapasitesine göre ücret seviyesi belirleme gayreti içinde olur. Böylece tüketimi kısıtlayıcı ya da teşvik edici bir ekonomik modelle fiyatlar genel seviyelerinde bir istikrar yakalamayı hedefler. Piyasa çoğu zaman kendi kendine dengeye gelmekte güçlük çeker. Bu durum Keynesyen iktisat gereği piyasaya kamu müdahalesini gerekli kılar. Gerektiğinde müdahaleyi işaret eden Keynesyen iktisattan esinlenmiş Monoteristler ise bu dengenin sağlanabilmesi için piyasaya periyodik müdahalelerin olması gerektiğini savunmuşlardır. Gelir ve servet dağılımında fiyat politikası, ücret (satın alma gücü), üretim, tüketim, yatırım ve piyasa genişlemesi gibi hususlarla doğrudan ilişkilidir. Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 4. Gelirler Politikası Gelir ve Servet dağılımının temelini oluşturan bu politika tüm gelirlerin daha doğuşundan itibaren kontrol altında tutulmasını savunur. Hükümetler çeşitli kuruluşlar ile oluşan geliri sürekli ve düzenli olarak denetleme ihtiyacı duyar. Gelirin kontrolü, servet politikalarının oluşumunu da doğrudan etkiler. Gelirler politikasında elde edilen tüm gelirden haberdar olma hedefi, en rahat gözlemlenebilen ücret seviyelerinden takibi zor ticari işlemlere kadar geniş bir yelpazede bilgi ağını gerektirir. Ancak üst amaçlar arasındaki çelişki, araçların birbirine fonksiyonel biçimde bağlanamaması ve politik engeller gibi hususlar gelirler politikasının başarısını önemli ölçüde etkiler (Doğanoğlu, 2001). 5. Maliye Politikası Maliye politikası harcamalar ve vergi yoluyla ekonominin toplam dengesini ve sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla uygulanan politikalardır. Hükümetler her bütçe yılında harcamaları gelirlerine oranlayarak tespit eder. Bu bütçe mecliste oylanarak kabul edilir. Yılsonunda öngörülen rakamlara ulaşılması hedeflenir. Harcamalarda makro değişken olarak ülkenin GSYİH’si göz önünde tutulur. Merkezi Yönetim Bütçesi ise bakanlıklara ve diğer kurumlara dağıtılan paralardan oluşur. Her kurum stratejik planı gereği Plan Bütçe Komisyonlarına bir sonraki yılda hangi faaliyetleri yapacaklarını ve bunun için ne kadar finansmana ihtiyacı olacağını bildirir. Bu planlar komisyonda tartışılarak Meclis Genel Kuruluna gelir ve oylanır. 2014 Türkiye GSYİH’si 1 trilyon 719 milyar lira olarak oluşmuştur. 2014 yılı için TÜFE ise %5,3 olarak öngörülmüştür. 2014 Merkezi Bütçesi 436,3 milyar lira gider, 403,2 milyar lira gelir olarak tespit edilmiştir. Bu rakamlara göre 2014 bütçesinde 33,2 milyar lira açık bulunmaktadır. Öz Bilgi Devlet harcama ve vergi yoluyla piyasaları düzenlemeye çalışır. Maliye Politikası Maliye Bakanlığı tarafından yürütülür. Maliye Bakanlığı bütçe gelirlerini, gelir vergisi, kurumlar vergisi, KDV, ÖTV gibi kalemlerden elde eder. Bu paraları, personel giderlerine, sosyal güvenlik kurumlarına, bakanlıklar nezdinde yapılan diğer hizmetlere, üniversitelere vd kurumlara planları oranında dağıtır. Toplanan vergide adaletin sağlanması, gelir ve servet politikaları için büyük önem taşır. Verginin sadece kurumsal ve üretken firma veya şahıslardan alınması kimi zaman sorunlara neden olabilir. Harcamalar nasıl toplum tabanına yayılıyorsa bunun bedelinin de eş tabana yayılması gerekir. Çoğu zaman vergilerin toplanamaması nedeniyle açık veren bütçenin denkleştirilmesi için dolaylı vergilendirme yoluna gidilebilir. Ancak bu sağlıklı bir uygulama olarak görülmez. Şeffaf bir vergilendirme sistemi hem gelir adaletini hem de toplumsal barışı sağlar. 16 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları 6. Eğitim Politikası Eğitimde tespit edilen amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmek için takip edilen yola, eğitim politikası denir. Eğitim istihdam arasındaki ilişki, Çalışma Ekonomisi disiplininin temel konularından biridir. Bireyin ileride daha iyi koşullarda bir hayat sürdürebilmesi için kendine yaptığı yatırım ‘beşeri sermaye teorisi’nin özünü oluşturur. Eğitim istihdam arasındaki korelasyonun açık işlerle nitelik uyuşması düzleminde ölçüldüğü eğri ise ‘Beveridge Eğrisi’dir. Eğitim gelir dağılımında hem mevcut hem de gelecekteki işlere uyum sağlanması açısından önemlidir. Eğitimli/nitelikli bireyler daha kolay iş bulabilme şansına sahiptir. Ancak işgücü piyasasının yeterince iyi düzenlenmemiş ya da yapısal problemlerinin olması eğitimli bireylerin iş bulmasını güçleştirebilmektedir. Uzun dönem işsiz kalmış bireyler ‘ümidi kırılmış işsizliği’ oluşturur. Gereğinden daha fazla eğitim almış işsizler ise ‘Aşırı Eğitim’ tuzağına yakalanıp işgücü piyasasından çekilerek ‘İradi İşsizliği’ oluşturabilir. Öz Bilgi Kaliteli eğitim adil gelir dağılımı sağlar. Devletin eğitim politikasının temelinde geniş kitlelere kolay ulaşılabilir eğitim sunmak yatar. Genel, resmi ya da yaygın eğitim olarak anılan bu yapının ülkenin her yerine homojen dağılımı, insan sermayesinin artışına neden olur. Ülkeler sahip oldukları üretim potansiyelinin yanında insan sermayesi ile de diğerlerinden farklılaşır. Eğitim seviyesi arttıkça yıllar içinde toplam kazancın artması beklenir. Bu nedenle kamusal alanda resmi eğitimin yaygınlaştırılması için hem genel bütçeden (2014 Milli eğitim bütçesi 55.705 milyon lira) hem de alternatif kaynaklardan (AB Fonları, Dünya Bankası- Şartlı Nakit Transferleri gibi uygulamalar) paylar ayrılır. Gelirin üretimi ve dağılımında kaliteli eğitim yapısının ihmal edilmesi büyük hatadır. Gelişmiş ülkelerin hepsinde önemli eğitim kurumları bulunmaktadır. Hatta birçok gelişmiş ülke eğitimi bir sektör olarak ekonominin dinamolarından biri haline getirmiştir. Kaliteli eğitim süreçleri bu açıdan bakıldığında hem gelir edinilmesi hem de insan sermayesinin gelişmesini ve gelirin adil dağılımını sağlar (Bender, 2005). 17 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları Bu ünitede; 1. 2. 3. 4. 5. Gelir ve servet dağılımı politikasının doğuşunu öğrendik. Gelir ve Servet dağılımı, toplumların sosyal birlikteliğinin önemli bir bileşeni olarak özellikle sanayi devri ardından bilimsel incelemelere yoğun olarak konu olmuştur. Gelir ve servet dağılımı konusunda bilimsel çalışmaların kökeninde yine Kapitalizmin temel kitabı olan 1776 tarihli Milletlerin Zenginliğini görmek mümkündür. Richardo, Malthus,, J.B.Say, J.S.Mill gibi dönemin klasik iktisatçıları da (klasik tabiri Marks’a aittir) gelir dağılımı ve ücret konularında detaylı çalışmalarda bulunmuşlardır. Gelir ve servet dağılımı politikasının gelişimini öğrendik. Konu 12. Yüzyıldan beri tartışılmaktadır. Doğu toplumlarında Nasreddin Tus’i, Gazali, Farabi, İbn-i Haldun gibi düşünürler, batı toplumlarında ise Thomas Pain, John Bunyan, Sismondi, Le Play, Thünen, Owen, Proudhon gibi düşünürler tarafından tartışılmış ve geliştirilmiştir. Batı toplumlarında yakınçağ için önemli isimler, Lorenz, Pareto, Kuznet, Keynes, Friedman vd. olarak sıralanabilir. Gelir ve servet dağılımı politikasının kurumsal gelişimini öğrendik. Alman planları, OECD, ILO, Dünya Bankası gibi kuruluşlar yanında Bakanlıklar (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı) bu konuda etkindir. Gelir ve servet dağılımı politikasının amaçlarını öğrendik. Amaçları ilkeselleştirilebilir. Bu ilkeler; Eşitlik, İhtiyaç, Asgari gelir, gelir farklılıklarının üst sınıfta sınırlandırılması ve çalışma-eşit muamele- olarak sıralanabilir. Gelir ve servet dağılımı politikasının araçlarını öğrendik. Bu araçları; ücret politikası, para politikası, fiyat politikası, gelirler politikası, maliye politikası ve eğitim politikası olarak sınıflandırmak mümkündür. DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Gelir ve servet dağılımı politikasının doğuşu hakkında bilgi veriniz? 2. Gelir ve servet dağılımı politikasının gelişimi hakkında bilgi veriniz? 3. Gelir ve servet dağılımı politikasının amaçları hakkında bilgi veriniz? 4. Gelir ve servet dağılımı politikasının araçları hakkında bilgi veriniz? 5. Gelirin dağılımında eğitim politikalarının önemini belirtiniz? 6. Kazançtan vergi almak adil bir uygulama mıdır? Tartışınız. 7. Gelir dağılımında iktisadi ideolojilerin önemini tartışınız? 8. Para politikası, fiyat politikası ve ücret politikası arasındaki ilişkiyi açıklayınız? 9. Gelir Farklılıklarının Üst Seviyede Sınırlandırılmasının önemini açıklayınız? 10. Asgari Yaşam Seviyesinde Temel Gelir Hakkı İlkesi hakkında bilgi veriniz? 18 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları KAYNAKÇA Aktan, C.(2008), Yeni İktisat Okulları, 2. Baskı, Seçkin Yay. İstanbul. Asgari Ücret (1978), Türkiy Yayınları, No:119, Eylül, Ankara. Bender, M.T. (2005), “John Dewey’nin Eğitime Bakışı Üzerine Yeni Bir Yorum”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 6, Sayı 1,(2005), 13-19 Broudel F.(2004), Maddi Uygarlık Dünyanın Zamanı, çev.M.Ali KILIÇBAY, İmge Yay, İstanbul (Kitabın orijinali ve çevirisi de üç cilt olmasına rağmen son dönemde kitap birleşik hale getirilmiştir). Buğra, A., Keyder, Ç. (Der.) (2012), Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Gelirine Doğru, İletişim Yay. 2.Baskı, Eylül, İstanbul. Burke, P.(2004), Bilginin Toplumsal Tarihi, çev.Mete Tunçay,Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul. Crisp, R. ve Fletcher, Del R.(2008), "A comparative review of workfare programmes in the United States, Canada and Australia" Department for Work and Pensions Research Report No 533. Davies,N.(2011), Avrupa Tarihi,çev.E.Topçuoğlu, K.Emiroğulu, S.Kaya, B.Çığman, İmge Yay, İstanbul. Dilik, S.(1999), Gelir ve Servet Politikası, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya. Doğanay, F.(2001), Gelirler Politikasına Giriş-Teorik Bir Yaklaşım-, Dilek Ofset, Sivas. Friedman, B.M.(2001), "Monetary Policy," Abstract.". International Encyclopedia of the Social & Behavioral Sciences. pp. 9976–9984. Gazali İmam (2008), İhya'u Ulüm'id-Din, Huzur Yay. 4 Cilt, İstanbul Haldun, İbn-i (1988), Mukaddime, Dergah Yay. Hazırlayan: Süleyman Uludağ,2 Cilt, İstanbul. İzveren, A.(1974), İş Hukuku, Ankara. Keynes,J.M.(2008), İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (Genel Teori), Kalkedon Yay. İstanbul. Köprülü, F.(1943), “Anadolu Selçukluları Tarihi'nin Yerli Kaynakları”, Belleten, S.VII/27, s. 410 vd. 19 Gelir ve Servet Dağılımı Politikasının Doğuşu, Gelişimi, Amaçları ve Araçları Kuznets, S. (1955), “Economic Growth and Income Inequality”, American Economic Review 45, No. 1: 1-28. Marks, K.(2011), Kapital-Ekonomi Politiğin Eleştirisi Cilt 1, çev. Mehmet Selik, Nahit Satlıgan, I.Basım, İstanbul. Meriç, C.(2014), Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, İletişim Yay. İstanbul. Owen, R.(1836) The Book of The New Moral World (Kitabın orijinal taramasına http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015005485902;view=1up;seq=7 adresinden ulaşılabilir. Peck, J. (1998), "Workfare: a geopolitical etymology.". Environment and Planning D: Society and Space 16: 133–161 Polany, K.(2007), Büyük Dönüşüm, çev.Ayşe Buğra, İletişim Yay., İstanbul. Şeker, C.(2011), “ Ortaçağ Batı Avrupa Esnaf Loncaları ve Ahi Teşkilatı- Kökenler ve Özerklik-” Ahilik içinde, ed. Baki Çakır, İskender Gümüş, Kırıkkale Üniversitesi Yay.No:1, Kırıkkale Smith, A. (2010), Milletlerin Zenginliği, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, çev. Haldun Derin, İş Bankası Kültür Yay. IV.Bası, İstanbul. Smith, A.(2010), Milletlerin Zenginliği, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, (çev..Haldun Derin), Türkiye İş Bank. Kültür Yay. IV.Bası, İstanbul. Talas,C.(1999), Ekonomik Sistemler, İmge Yay. Ankara. Thompson, E.P.(2012), İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev.Uygur Kocabaşoğlu, Birikim Yay. 3.Baskı, İstanbul. Tunç, H.(1968), “Kutsal Ücret”, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Eylül. Turan, K.(1979), Milletlerarası Sendikal Hareketler, Kalite Matbaası, Ankara. 20