HİDROGRAFİ VE OŞİNOGRAFİ DERS 7 Doç.Dr. Hüseyin TUR OŞİNOGRAFİ OŞİNOGRAFİ Üzerinde yaşadığımız yeryuvarı sıvı ve katı maddelerle kaplı ve dışarıdan bir hava tabakasıyla çevrilmiş taşküre durumundadır.Yeryuvarını çevreleyen bu hava tabakasına Atmosfer (10.000 km) , su örtüsüne Hidrosfer (12 km) , katı kabuk bölümüne Litosfer (70-100 km) adı verilir (Şekil 1).Bu cansız tabakalarda yaşayan canlıların oluşturduğu düşünülen teorik tabakaya da Biosfer (20 km) denir. Yeryuvarı yüzeyinin önemli bir bölümünü örten ve yaklaşık 1.4 milyar km3 ‘lük bir hacime sahip hidrosfere okyanuslar , denizler , nehirler , göller ve yer altı suları dahil olmakla beraber % 98’lik bir oranla okyanus ve denizler bu su küresinin temelini oluştururlar. Bu nedenle de 510.106 km2 ’lik bir alana sahip yeryuvarının %70.8 (361.106 km2)’ni okyanuslar ve denizler % 29.2 (149.106 km2)’sini karalar örtmektedir(Şekil 2).Okyanusların hacmi 1,37.109 km3 olup , bununda su dışında kalan karasal kütlenin yaklaşık 14 katına eşdeğer olduğu saptanmıştır.Denizlerin ortalama derinliği 3800 m. , karaların ortalama yüksekliği ise 840 m. olarak bulunmuştur.Karasal kütle üzerindeki en yüksek noktayı oluşturan Everest tepesinin yüksekliği 8882 m. olduğu halde okyanuslarda 12.000 m.’ye varan derinlikler ölçülmüştür. Bu verilerden de açıkça görülebileceği gibi okyanus ve denizler yeryüzünün esas unsurları , karalar ise bunları değişik genişlikte parçalara ayıran birer ada özelliğindedirler. Yeryuvarındaki kara ve denizlerin oranı ile yükseklik ve derinlik oranını gösteren hipsografik eğri. Okyanus Çukurlarının Oluşumu Ve Yaşı Zamanımızda okyanus çukurlarının oluşumuna ait başlıca iki teori mevcuttur . Bunlardan birincisi Permenans Teorisi , diğeri ise Kıtaların Kayması Teorisidir. Permenans teorisine göre okyanus çukurları yeryuvarının katılaşması sırasında oluşan en eski topografik yapılar olup, yeryuvarıyla aynı yaştadır . Kıtaların kayması teorisi ise önceleri kıtaların bitişik olduğunu , zamanla bunların birbirlerinden uzaklaşarak okyanus çukurlarını oluşturduğunu kabul eder . Bu teori ilk kez 1915 yılında WEGENER tarafından ortaya konmuştur . Levha tektoniği teorisine göre kıtaların kayması gerekli ve hatta zorunludur .Levha tektoniğine göre yeryuvarının dış bölümünü oluşturan litosfer daha önce belirtildiği gibi 70-100 km kalınlığında , rijit 13 büyük ve bir cok küçük levhadan oluşmuştur . Bu levhalar üst manto üzerinde hareket halinde olup , bu hareketleri üç şekilde oluşur .Levhalar ya sınırları boyunca birbirlerinden uzaklaşarak aralarında bir açıklık bırakırlar veya birbirleri ile çarpışarak biri diğerinin altına dalar veya üzerine biner ;yada sınırları boyunca birbirlerine nazaran kayarlar(Şekil-11). Bunun sonucu olarakta kıtaların devamlı hareket halinde dengede oldukları bugün hemen herkes tarafından benimsenmiş durumdadır .Kıtaların denge durumundaki bu hareketleri İzostasi prensibine dayanır. Levha hareketleri nin üç şekli. WEGENER teorisine göre paleozoik sonlarında bütün kıtalar yan yana bulunuyor ve ortak bir dünya kıtasını (PANGEA) oluşturuyorlardı . Büyük bir Dünya Okyanusu (PANTALASSA) da bu kıtayı çevreliyordu. Daha sonra dünya kıtası önce kuzey ve güney kıtaları olarak ikiye bölünüyor ;Kuzeydeki parçaya LAURASIA , güneydeki parçaya da GONDWANA adı veriliyor ve bu günkü Akdeniz’in orijinini oluşturan Tetis Denizi bu iki kıta topluluğunu birbirinden ayırıyordu . Daha sonraki dönemlerde bu kuzey ve güney kıtaları parçalanarak yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaştılar . LAURASIA dan bu günkü Kuzey Amerika ,Avrupa Asya kıtaları ; GONDWANA danda bugünkü Güney Amerika ,Afrika , Avustralya ,Hindistan ve Antarktik kıtaları oluşmuş bulunmaktadır Bugün birbirlerinden binlerce kilometre uzakta bulunan kıtaların yüz milyonlarca yıl önce yan yana bulunduklarını kanıtlayan pek çok delil mevcut olup bunların ilkini Güney Amerika’nın doğu kıyısı ile Afrika’nın batı kıyısının birbirine uyacak şekilde görünmeleri oluşturur. Kıtalar üzerindeki eski devirlere ait fosil bitki ve iklim benzerlikleri buzullaşma olayları , belirli jeolojik yapıların devamlılığı , aynı yaş ve bileşimdeki kayaçların dağılımı da bu kıtaların bitişik olduklarını kanıtlar. Bugün birbirlerinden binlerce kilometre uzakta bulunan kıtaların yüz milyonlarca yıl önce yan yana, bulunduklarını kanıtlayan pek çok delil mevcut olup, bunların ilkini Güney Amerikanın doğu kıyısı ile Afrika’nın batı kıyısının birbirine uyacak şekilde görünmeleri Örneğin; Gondwana kıtasına özgü Permienden kalma Glossopteris bitkisine bugün birbirinden çok uzakta bulunan Afrika, Avustralya, Güney Amerika, Hindistan, Madagaskar ve Antarktik’te rastlanmaktadır. Kıtaların Kayma Teorisine göre yeryuvarının çeşitli devrelerdeki görünümü. Kıtaların kayma teorisini destekleyen deliller. Kıtaların kayması teorisine göre oluştuğu birçok araştırıcı tarafından benimsenen okyanus çukurlarının yaşı ise dipte mevcut sediment kalınlığı ile sedimentin oranına dayanılarak saptanmaya çalışılmıştır. Bununla beraber, araştırıcılar gerek sedimentin kalınlığı ve gerekse sedimenti oluşturan elementlerin oranında anlaşmış değillerdir...Bu nedenle de günümüz okyanus çukurunun yaşı tam olarak saptanmış değildir. Bununla beraber yapılan araştırmalarda bu yaşın 225 milyondan fazla olmadığı gözlenmiştir. Okyanus Ve Denizin Tanımı Ve Genel Özellikleri Okyanuslar ve denizler yeryuvarının çukur bölümlerini dolduran birbirleriyle ilişkili su kütleleridir. Yeryuvarında geniş bir alan oluşturan bu su kütlesinin sınırları pek belli olmayan geniş bölümleri için Okyanus ; sınırları belli olan bölümleri için Deniz terimi kullanılır Okyanus ve denizlerin kara içinde oluşturdukları geniş girintilere Körfez; körfezden daha küçük boyutlardaki girintilere de Koy denir. Okyanus ile denizler veya denizlerle denizler arasındaki ilişkiyi sağlayan geçitlere Boğaz ; bu geçitin en sığ yerine de Eşik denir. Sahillerde kıyı kordonuyla denizden az çok ayrılmış tuzlu veya acı suların oluşturduğu bölgelere Lagün adı verilir. Okyanusların Genel Özellikleri Okyanuslar denizlerden aşağıda belirtilen özellikleriyle ayrılırlar: •Denizlere göre çok daha geniş bir alana sahiptir. •Ortalama derinlikleri oldukça fazla olup, 4100 m civarındadır. •Birbirleriyle olan ilişkileri çok geniştir. •Çeşitli kıtalara sahil verirler. •Okyanusların büyük bir bölümü güney yarım küresinde (%80.9 su, %19.1 kara), az bir bölümü ise kuzey yarım küresinde (%60.7 su, %39.3 kara) yer almıştır. •Yeryüzünün üç büyük okyanusu (Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusu)Antarktiğin çevresinde yer almış olup, aralarında geniş bir bağlantı mevcuttur. Denizler ve Genel Özellikleri •Genellikle okyanusların bitişiğinde bulunan denizlerin, okyanuslara göre sınırları oldukça belirlidir. •Bazı özel iklimsel koşullarda bulunduklarından belli özelliklere sahiptirler. •Denizler topografik ve hidrografik özelliklerine göre dört bölümde incelenebilir.: Kenar Denizler: Okyanusların çevresinde yeralan denizlerdir. Bitişiğindeki okyanusun bir çeşit körfezini oluştururlar. Genellikle okyanuslara geniş bir şekilde bağlanmışlardır ve derinlikleri fazladır. Örneğin, Manş, Kuzey ve Berring Denizi v.b. Kıtalar Arası Denizler: Bağlı bulundukları okyanuslarla zayıf ilişkisi bulunan denizlerdir. Bunlar kıtaların içine yerleşmişlerdir. Örneğin, Akdeniz, Karaibler v.b. İç Denizler: Dar ve derin olmayan bir eşikle başka bir denize açılan denizlerdir. Örneğin Kuzey Denizi ile ilişkide bulunan Baltık Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Akdenize açılan Karadeniz tipik birer iç deniz örnekleridir. Kapalı Denizler:Bunların okyanus veya diğer bir denizle bağlantıları yoktur. Örneğin, Hazar Denizi. OKYANUS DİBİNİN FİZYOGRAFİSİ Bilindiği gibi 510 milyon km2 yüzölçümüne sahip yeryuvarı yüzeyinin 361 milyon km2 okyanus ve denizler, 149 milyon km2 de karalar kaplamaktadır. Su dışında kalan bu karasal kabuk yüzeyindeki jeomorfolojik yapılar çok önceden tanımlandığı halde, okyanus ve denizlerin örttüğü kabuk tabakası yüzeyi. araştırmaların azlığından ötürü düz olarak düşünülüyordu. Ancak 1920 yılından itibaren denizlerdeki araştırmalarda ses ve ultrases yöntemlerinden yararlanılmaya başlanmasıyla önceden yeknesak olarak düşünülen okyanus ve deniz diplerinin çok değişik morfolojik özelliklerde olduğu kanıtlanmıştır. Karasal kütleler üzerinde nasıl ova, dağ, yayla v.b. gibi morfolojik yapılar mevcutsa, okyanus ve deniz diplerinde de bunlara benzer yapıların bulunduğu gözlenmiştir. Okyanus ve denizlerin tümünün dibi üzerinde yapılan batimetrik araştırmalarda 4.000-5.000 m. arasındaki diplerin en geniş alanı (%33) kapsadığı, ikinci sırayı (%23,3) ise 5.000 - 6.000 m. arasındaki diplerin aldığı gözlenmiştir. Genelde çok karmaşık jeomorfolojik yapıya sahip olan okyanus ve deniz dipleri, fizyografık (jeomorfolojik) özellikleri yönünden incelendiğinde başlıca üç büyük bölüme ayrılabileceği saptanmıştır. Bunlar Kıtasal Kenar (Continental Margin), Okyanus Çukuru (Osean-Basin Floor) ve Okyanus Ortası Sırtları (Mid-Ocean Ridge) dır. Ayrıca bu geniş bölümlerde de kendi içlerindeki morfolojik özelliklerine göre bazı alt bölümlere ayrılabilirler. Yeryuvarındaki okyanus ve karaların alan ve derinlik oranları (Venney, 1977). Kıtasal Kenar Kıyısal bölgeden itibaren karasal kütlenin denize doğru uzantısını oluşturan kıtaların su altında kalmış bölümlerine Kıtasal Kenar adı verilir. Sahille başlayan bu bölge 4000 m. derinliğe veya abissal düzlüklerin başlangıcına kadar devam eder. Genişliği bitişik kıtanın durumuna bağlı olarak birkaç km. ile 560 km. arasında değişebilir. 72 milyon km2 lik bir alana sahip kıtasal kenar okyanus tabakasının %21’lik bölümünü oluşturur. Okyanus ve denizlerin kenarında uzanan kıtasal kenarın Atlantik, Andean ve Ada Yayı olmak üzere üç tipi vardır (Şekil-20). Bunlardan Atlantik tipinde. kıtasal uzantı okyanus çukuruna doğru kesiksiz uzandığı halde, Andean tipinde çukurlarla, Ada yayı tipinde ise adalarla kesilmiş durumdadır. Kıtasal kenar kendi içindeki jeomorfolojik özellikleri açısından Kıyısal Bölge (Coastal Region), Kıta Sahanlığı (Continental shelf), Kıta Yamacı (Continental slope) ve Kıta Yüksekliği (Continental Rise) olarak dört alt bölgeye ayrılır. Okyanus dibi esas birimlerinin okyanus ve denizlerdeki dağılım oranı (Gross, 1977). Kıtasal kenarın tipik üç şekli (Tchernia. 1969). Kıyısal Bölge Kıyısal bölge okyanus ve denizlerin hemen bitişiğinde bulunan ve deniz suyundan devamlı etkilenen karasal bölgedir. Bu bölgede genel olarak kıyı, sahil çizgisi, sahil (plaj), nehir ağzı (haliç), lagün ve bataklıklar bulunur. Kıyısal bölgenin genel özelliklerinin şematik izahı (Ross, 1972). Kıyılar ve Tipleri Kıyı bölgesi karasal kenarın kara tarafını oluşturan bölümüdür. Sahil zonuna göre daha geniş olup, yalıyarları, sahil teraslarını ve sahilde bulunan tüm alçak arazileri içerir. Kıyıların kazalara olan uzantıları için kesin bir sınırın saptanması oldukça güçtür. Kıyıların sınıflandırılması üzerinde pekçok Jeolog ve coğrafyacı çalışmış olup, orijinlerine veya morfolojik özelliklerine dayanan çeşitli sınıflandırma sistemlerini önermişlerdir. Bunlardan SHEPARD (1973) kıyıları orijinlerine göre Primer Kıyılar ve Sekonder Kıyılar olarak başlıca iki büyük bölüme ayırır. Primer kıyılarda gözlenen topografik şekiller denize orijinli etkenlerden ziyade, atmosferik veya karasal orijinli etkenlerin etkisi sonucu oluşmuşlardır. Bu kıyı tipi de kendi içinde Karasal Erozyon Kıyıları (Örneğin, fiyortlar, riaslar), Karasal Yığışım Kıyıları (Örneğin, alviyonlar, deltalar), Volkanik Kıyılar (Örneğin, lav akıntısı kıyıları) ve Distrofik Kıyılar (Örneğin, faylar) olarak dört bölümde incelenirler . Sekonder kıyılar ise denizin ve denizsel organizmaların etkileri sonucu oluşmuşlardır. Bunlar da kendi içlerinde Dalga Erozyon Kıyıları (Örneğin, falezler), Denizsel Yığışım Kıyıları (Örneğin, kumsalar, bataklıklar) ve Organik Yığışım Kıyıları (Örneğin, Mercan Kaya Kıyıları, Serpulit Kaya Kıyıları, Mangrov kıyıları) olmak üzere üç bölümde toplanabilirler ). Sahil (plaj) ve Sahil Çizgisi Kıyısal bölgede, kara ile suyun birleştiği hat’a genel olarak Sahil Çizgisi adı verilir. Bu çizgi, genellikle denizin sakin olduğu zamanlardaki düzeyine eşdeğerdir. En aşağı düzeydeki cezir hattı ile dalga hareketleri sonucu özellikle kumların yayıldığı en üst düzey arasında kalan bölgeye Sahil (Plaj) adı verilir. Sahiller genellikle sabit bir zon olarak kabul edilirlerse de, aynı sahilde zaman zaman yapılan gözlemlerde özelliklerinin az da olsa bazı değişimler gösterdiği izlenebilir. Sahilde oluşan bu değişimleri yaratan etkenlerin başında med cezir hareketleri, dalgalar. rüzgarlar vb, gelir. Örneğin. bir periyotta ince kumlarla örtülü sahil, başka bir periyotta çakıllarla veya yosun artıkları ile örtülmektedir. Ayrıca, insanların rıhtım, dalga kıran, liman ve ev inşaası amacıyla sahilleri tamamen bozdukları da bir gerçektir Gerçek bir sahilde başlıca üç bölge mevcuttur. Bunlar cezir düzeyinden başlayarak denize doğru uzanan ve dalga kırılımlarının oluştuğu Dış Sahil Bölgesi (Offshore); genellikle med-cezir düzeyleri arasında kalan İç Sahil Bölgesi (Foreshore); ve nihayet iç sahil hattı ile kıyı çizgisi arasında kalan Arka Sahil Bölgesi (Backshore)’dir. Bunlardan başka sahillerin üst kısmında bulunan ve hemen hemen düz olan bölgelere Üst Kıyı (Brem) adı verilir. İç sahil bölgesinin altında genellikle daima bir çöküntü bulunur ki; buna Uzun Sahil Çukuru (Longshore trough). bu çukurun deniz tarafında cezir zamanında su üstüne çıkan sırt veya tepeciklere de Uzun Sahil Sırtları (Longshore bar) adı verilir. Bu oluşumlara med-cezir ve dalga hareketi görülen hemen hemen tüm kumluk sahillerde rastlama olanağı vardır. Sahil bölgesinin (plaj) genel özellikleri (Shepard, 1977). Sahillerin eğimi ve genişliği sahili oluşturan yağışım materyalinin cinsine ve boyutuna bağlı olarak değişir. Örneğin, iri çakıl ve. bloklardan oluşan sahiller genellikle çok dik olduğu halde ince materyalden oluşmuş sahiller genel olarak düz, diğer bir deyişle çok az eğimlidirler Nehir ağzı (Haliç), Lagün ve Bataklıklar Kıyısal bölgelerde sıkça rastlanan diğer yapılar, nehir ağzı, lagün ve bataklıklardır. Nehir ağzı, nehirlerin denizlere açıldığı med-cezir etkisindeki ağız bölgesidir. Lagünler ise denizlerden kum banklarıyla ayrılmış sığ su gölleridir. Nehir ağzı ve lagünlerin dağılışı kıyısal bölge ve kıta sahanlığının bölgesel özellikleriyle ilişkili olup, bunlardan nehir ağızları genel olarak kıta sahanlığı ve kıyısal bölgenin dar olduğu bölgelerde, lagünler ise geniş oldukları bölgelerde bulunurlar. Bunlar kıyısal bölgenin diğer yapılarında olduğu gibi geçici çevresel ve yapısal özelliklere sahiptir ve bu özellikleri zamanla değişebilir. Örneğin, bu bölge sularının tuzluluk derecesi med-cezire ve gelen tatlı su miktarına göre gün içinde bile değişebilir. Her iki bölge biyolojik yönden çok verimli olduğundan balıkçılıkta özel bir öneme sahiptirler. Bataklıklar da özellikle alçak olan pekçok kıyıda yaygın olarak bulunan yapılardır. Bunların oluşumunda medcezir miktarı, çürüyebilen bitkilerin fizyolojisi ve buradaki sedimentasyon olayı başlıca rolü oynar. Kıta Sahanlığı Kıtasal uzantının kıyısal bölgeden başlayarak ortalama 130 m. Derinliğe kadar uzanan bölümü Kıta Sahanlığını oluşturur. Bununla beraber bu bölgenin bazı yörelerde 200 m. derinliğe kadar uzandığı saptanmıştır. Kıta sahanlığı bölgesini tüm sahillerde ideal şekilde bulma olanağı yoktur; ortalama olarak 65 km.lik bir genişlikte olduğu kabul edilirse de genişliği sahilin durumuna bağlı olarak çok değişir. Örneğin, bazı sahillerde çok dar olduğu halde, Arafoura Denizinde olduğu gibi bazı sahillerinde genişlik 1000 km. yi geçebilir. Bu bölgenin üzerini örten yağışım materyalinin esasını karasal kökenli materyal oluşturursa da bunların oranı enlemlere bağlı olarak değişmektedir. Örneğin, ekvator çevresinde kalkerli organizma artıklarıyla silt, kil ve kum dominant olduğu halde, yüksek enlemlerde kum, çakıl ve taşlar yaygındır. 400.000 km.lik bir uzunluğa sahip kıta sahanlığı yaklaşık 30 milyon km2 lik bir alana sahiptir ki, bu da tüm okyanus dibinin yaklaşık %7.5’Iik bir bölümünü oluşturur. Bu bölgenin okyanuslarda ve bitişik denizlerindeki dağılışı da yeknesak olmayıp Arktik Okyanusunda diğer okyanuslara göre çok değişik geniş bir alana sahiptir. Kıta sahanlığının yer yuvarındaki dağılısı (Tardent, 1979). Kıta Yamacı Kıta yamacı, yeryuvarı kabuğunun iki önemli topografik özelliğini oluşturan okyanusal ve karasal kabuk arasındaki geçişi sağlayan okyanus dibinin en önemli morfolojik yapısını oluşturur. Kıta sahanlığının birden bire alçaldığı yerden başlar ve ortalama 4.30 lik bir eğimle yörelere bağlı olarak 1.400-3.200 m. derinliğe kadar devam eder; Kıta yamacının eğimi bazı bölgelerde 500 ve hatta 800 ulaşabilir. Genişliği ise 1580 km. arasında değişmekle beraber çoğu bölgelerde 50 km. civarındadır Okyanus dibinin % 7’sine yakın bir bölümü kıta yamacını oluşturur, fakat bu alan okyanuslara bağlı olarak çok değişir. Kıtasal kenar alt birimlerinin metrik özellikleri (Ross, 1979). Kıta Yükseltisi Kıta yamacının bittiği yerden başlayan ve 4.000 m. derinliğe kadar devam eden okyanus dipleri kıta yükseltisini oluşturur. Bu bölge yeknesak yapıda olup, ortalama eğimi 0.20 kadardır. Okyanus dibinin %5’ini içeren bu bölgenin ortalama genişliği 40 km. civarındadır. Kıta yükseltislnin okyanuslardakl dağılışı (Ross. 1979). Kıtasal Kenarda Bulunan Diğer Jeomorfolojik Yapılar Kıtasal kenarda kıta sahanlığı, kıta yamacı ve kıta yükseltisi gibi esas morfolojik yapılardan başka ikinci derecede bazı bölgeler için önemli diğer morfolojik yapılara da rastlanır. Bunlara örnek olarak Denizaltı Kanyon ve Vadileri, Denizaltı Platformları ve Mercan Resifleri gösterilebilir. Denizaltı Kanyon ve Vadileri : Son zamanlarda kıtasal kenar üzerinde yapılan araştırmalarda farklı derinlik. genişlik ve uzunlukta olabilen vadilere rastlanmıştır. Bunlardan özellikle kanyonlar büyük nehirlerin ağzından derin diplere doğru uzanmaktadırlar. Bunlara örnek olarak Hudson, Missisipi, Kongo v.b. nehirlerinin denizaltına doğru uzantıları olan kanyonlar gösterilebilir. Denizaltı topografyasının ana jeomorfolojik birimleri (Atalay, 1981). Denizaltı Platformları : Kıtasal kenarın özellikle kıta sahanlığı ve kıta yamacı arasında geniş denizaltı platformlarına rastlanır. Bunlar devamlı okyanus akıntıları nedeniyle birikimden yoksun ve aşınıma uğramış bölgelerdir. Bu tip platolara en iyi örneği Blake Platosu oluşturur. Bu plato 275 km. bir uzunluğa sahiptir. Mercan Resifleri : Yıllık ortalama sıcaklığı 200 C’nin üzerinde bulunan Tropikal bölgelerin kıtasal kenardaki adaların sığ kenarlarında kalkerli bitkisel ve hayvansal organizmaların gelişip yığılmaları sonucu Mercan Resifi adı verilen kalkerli yapılar oluşur (Şekil-30). Bu yapılar direkt sahille ilişkide oldukları gibi (Kenar Resifi), kıyı ile aralarında bir lagon bulunabilir (Set Resifileri) veya orta bölgelerinde bir gölü oluşturacak şekilde (Atol Resifi) gelişirler (Şekil-31). Mercan resiflerinin denizlerdeki dağılışı. Okyanus Çukuru Okyanus ve deniz diplerinin büyük bir bölümü 3000-4000 m. Derinlikten 6000-7000 m. Derinliğe kadar devam eden okyanus çukuruna dahildir. Araştırmaların azlığı nedeniyle okyanusların bu bölgesi henüz tam bilinmemektedir. Bununla beraber bu geniş bölümde Abissal Düzlükler, Abissal Tepeler, Denizaltı Dağları (Piton), Masa Dağları (Guyot), Oseanik Yükseltiler, Ada Yaylaları ve Derin Deniz Çukurları gibi bazı jeomorfolojik yapıların bulunduğu saptanmıştır. Abissal Düzlükler Okyanusların 3000 ile 6000 m. arasındaki diplerinde bulunan ve her km. de bir metre eğime sahip yapılardır. Abissal düzlükler okyanus çukurunun merkezinden ziyade kıyılara yakın bölgelerde lokalize olmuşlardır. Abissal düzlüklerin bu özelliği Atlantik ve Hint okyanuslarında açık olarak görülür. Yapılan sismik araştırmalara göre abissal düzlüklerin önceki deniz tabakalarının tortullarla doldurulması ve mevcut her türlü pürüzün ortadan kalkmasıyla oluştuğu anlaşılmıştır. Şekil-32. Abissal düzlüklerin okyanuslardaki dağılışı. Abissal Tepeler Abissal tepelerde abissal düzlükler gibi, okyanus diplerinde sık olarak rastlanan yapılardır. Abissal tepeler bölgesi, pelajik sedimentlerin ince bir tabakası ile örtülmüş asıl kaya kabuğu olup. 8-10 km. km. lik bir çapta, yükseklikleri birkaç metreden yüzlerce metreye (900 m.) varan pekçok tepederı oluşur. Bununla beraber abissal düzlükte tek başına bulunan tepeler de mevcuttur; bunların da yükseklikleri 200-400 m. ve hatta 600 m. ye varır; şekilleri genellikle ovaldir. Oseanik Yükseltilmeler Abissal düzlükler üzerinde yükselen, kıtasal uzantıdan ve oseanik dağlardan bariz olarak farklı ve sismik özelliği olmayan sileler Oseanik Yükseltileri oluşturur. Bunlar abissal diplerin etrafında birkaç yüz km’lik alana ve 300 m. veya daha fazla yüksekliğe sahiptirler. Okyanusların çeşitli yörelerindeki Oseanik yükselti rölieflerinin çok farklı olduğu saptanmıştır. Tüm okyanuslarda bulunmalarına. rağmen, en iyi örneği Kuzey Atlantik okyanusu çukurundaki Bermuda Yükseltisi oluşturur. Denizaltı Dağları ve Masa Dağları Okyanus çukurunun çeşitli bölgelerinde yükseklikleri 1000 m. den fazla olan morfolojik yapılar mevcuttur ki, bunlara Denizaltı Dağı veya Piton adı verilir. Bunların görünüşleri yuvarlak veya eliptik olabilir. Birbirini takip eden volkanik patlamalar sonucu deniz tabanında oluşmuş volkanik koniler olarak kabul edilmektedirler. Okyanus çukurunda tepesi düzlenmiş denizaltı dağlarına da rastlanabilir ki, bunlara Masa Dağı veya Guyot adı verilir. Bunlar genellikle her derinlikte bulunurlar ve gruplar veya geniş bölgeleri oluşturabilirler. Guyotların orijini volkanik olmakla beraber, bunların tepelerinin yassılaşma nedeninin açıklanması oldukça güçtür. Bununla ilgili çeşitli teoriler mevcuttur. Derin Deniz Çukurları ve Ada Yayları Hareket halindeki iki levhadan genellikle dalan levhanın bükülme bölgesi ile üzerinde bulunan diğer levha arasında büyükçe bir çukurluk gelişir ki bunlara Derin Deniz Çukuru (Oceanic Trenches) adı verilir. Bunların uzunlukları 600 km. genişlikleri de 120 km. kadar olabilir. Genellikle kıtaları çevreleyen okyanusların kenar bölgelerinde bulunurlar. Derin deniz çukurlarının Çoğu Pasifik Okyanusunun birkaçı da Atlantik’te bulunur. Yukarıda da belirtildiği gibi, genellikle sahillere yakın bölgelerde oluşan derin deniz çukurlarının kenarında üste çıkan levha Ada Yaylarını oluşturur. Bu ada zincirleri, deniz dibi eşiklerinin en yükseğidirler ve okyanus çukurunun bir bölümü olarak düşünülebilirler; zira okyanus kabuğunun üzerinde oluşmuşlardır. Bunlara örnek olarak Pasifik okyanusunun merkezi bölgesindeki adalar gösterilebilir ki, bunlar Oseanik kabuk için karakteristik olan bazaltik kayaçlardan yapılmışlardır. Sahile yakın adalar ise granit tipi kayaçlardan yapılmışlardır. Okyanus Ortası Sırtları Astenosfer üzerinde bulunan litosferin bu tabakaya yaptığı basınç mağmanın yükselmesi için yeterli enerjiyi sağlar. Yükselen sıcak mağma soğuyup katılaşarak levha kenarına eklenerek bu bölgede bir yığılma yapar. Zamanla artan bu yığılma sonucu buralarda bir yükseklik (Rise) veya bir sırt (Ridge) oluşur. Atlantik ve Hint okyanuslarında bu sırtlar okyanusun ortasında bulunduklarından bunlara Okyanus Ortası Sırtlan adı verilmiştir. Pasifik okyanusunda ise durum farklı olup, burada sırt okyanusun ortasında değil, doğu kenarına yakın bir bölgededir. Okyanus ortası sırtlarının en önemli özelliği pürüzlü bir yapıya sahip olmaları ve sırtın ortasında vadi şeklinde bir yarık (Rift) içermeleridir. Ancak bu özellikler yayılma hızının yavaş olduğu Atlantik’te iyi geliştiği halde, yayılma hızının nisbeten daha süratli olduğu Pasifik’te iyi gelişmemiştir. Okyanus ortası sırtlarının deniz tabanından itibaren sahip oldukları ortalama yükseklikleri 3000 m. civarında, genişlikleri 100-1300 km; tüm okyanus diplerindeki uzunlukları 65.000 km. kadardır OKYANUSLARDA OLUŞAN SEDİMENTASYON OLAYI Okyanus ve denizlerin çok dik veya şiddetli dip akıntılarının mevcut olduğu bölgeleri dışında kalan tüm dipleri, genellikle asıl dibin gözlenmesini engelleyen çok kalın bir sediment tabakasıyla örtülmüş haldedir. Bu nedenle okyanus ve denizlerde gelişen sedimentasyon olayı bu ortamın dip topografisini etkileyen en önemli etkenleri oluşturur. Bu örtünün kalınlığı ve yapısı. okyanuslarda gelişen, fiziksel, kimyasal, jeolojik ve biyolojik olayların etkisinde olup, bu olaylar yeryuvarı okyanuslarının farklı dip yapısında olmalarının nedenini oluşturur. Dipte yığışan materyalin yöresel değişimlerinde coğrafik faktörler de etkili olmakla beraber bu olaylar suyun altında oluştuğundan pek fark edilmezler. Bununla beraber, bu farklılığı kanıtlayan ve gözlenebilen deliller de mevcuttur. Örneğin, herkes sahillerin bazı bölgelerde kumluk, diğer bazı bölgelerde kayalık, med-cezir sahalarının ise çamurlu olduğunu bilir. Ayrıca bir plajın kendine yakın diğer bir plajdan tane yapısı, rengi ve boyutları yönünden farklı kumlardan oluştuğu kolaylıkla görülebilir. Sedimentasyon olayı, genel olarak karasal ortamın aşınması (Erozyon) sonucu oluşan ve denizlere taşınan parçacıklarla suda asılı halde bulunan parçacıkların dipte birikimleri sonucu oluşur. Sadece karasal kökenli parçacıklar okyanusların sahile yakın çukur bölümlerinde biriktikleri halde, suda asılı halde bulunan parçacıklar tüm okyanus diplerine yeknesak olarak dağılma özeliğindedirler. Karasal ortamdan gelen parçacıklara Terrijenlk, okyanusların pelajik bölgesinden gelen parçacıklara da Pelajlk Parçalar adı verilir. Karasal ve pelajik kökenli parçacıkların denizlerdeki Sedimentasyon şekilleri (Davis, 1973). Sedimentlerin Boy ve Şekil Özellikleri Sediment taneciklerinin en önemli özelliğini oluşturan boyları mikrondan metreye kadar değişir. Bu nedenle tane boylarının tanımında bazı sistemlerden yararlanma zorunluluğu vardır. Bu amaçla WENTWORTH (1922) sediment tanelerinin büyüklüğü ile ilgili bir sınıflandırma sistemi önermiş olup, bu öneriye göre sedimetler kaya, taş, çakıl, kum. silt ve kil olmak üzere başlıca beş gruba, bu gruplarda kendi içlerinde alt gruplara ayrılmışlardır. Çeşitli bölgelerden alınmış sediment örneklerindeki tanelerin boyu genellikle farklı olmaktadır. Mikroskop veya binoküler altında bir örneğe bakarak taneciklerin ortalama boyları söylenemez, ancak bunların boyları granülometrik olarak (doğrudan ölçme. eleme, mikroskopta ölçme v.b.) saptanır. Sedimentleri oluşturan tanelerin morfolojileri de çok değişken olabilir. Bununla beraber, başlıca rastlanan şekiller küresel, yuvarlak, köşeli v.b. dır. Taneciklerin bu morfolojik yapıları aralarındaki boşluk hacmini tayin eder. Buna bağlı olarak da sedimentin geçirgenliği değişir. Sediment Kaynakları Okyanusların dibini örten sediment tabakaları incelendiğinde bunların çeşitli kaynaklardan geldiği görülür. Bu kaynaklar karasal aşınım, biyolojik, kozmik, volkanik ve kimyasal olarak beş grupta incelenebilirlerse de bunlar içerisinde en önemlisini tüm okyanus dibinin % 75’ine yakın bir bölümünü örten karasal ve biyolojik kökenli materyal oluşturur. Litojenik (Terrijenik) Kaynaklar Karasal kaynakların esasını, kıtasal kütlelerin çeşitli etkenler (Fiziksel, Kimyasal vb.) sonucu aşınmasından oluşan parçacıklar oluşturur. Bu olay sahillerde geliştiği gibi, karaların iç tarafında da gelişebilir ve üretilen parçacıklar çeşitli yollarla (Akarsularla, rüzgarlarla, vb.) denizlere taşınırlar. KarasaI kökenli parçacıklar kıtasal uzantısının çukur bölümlerinde yığışım oluşturur. Bu yığışım tabakaları içerdikleri materyalin oranına göre esmer kil, karasal kum ve karasal çamur olarak üç tipe ayrılır. Biyolojik Kaynaklar Denizlerde, özellikle derin deniz diplerindeki sedimentin önemli bir bölümünü biyolojik veya organik kökenli sedimentler oluşturur. Bu tip sedimentlerin üçü kalkerli, ikisi silisli olmak üzere başlıca beş pelajik kaynağı vardır. A-Kalkerli Kaynaklar Kalkerli kaynakları Globijerinler, Pteropod’lar ve Coccolithophor oluşturur Bunlardan Globijerin’ler sıcak sularda yaşayan CaCO3 dan yapılmış kabuğa sahip tek hücreli organizmalardır. Bu küçük organizmaların kabuklarının birikimi sonucu ortalama % 65 olmakla beraber % 90-95’e varan CaCO3 içeren bir çamur oluşturur. Abissal diplerden alınan 1 gram çamurda bu kabuklardan 50.000 adet rastlanmıştır. Okyanus diplerinin takriben % 35’ini örten bu çamurlara 5000-6000 m. derinlikten sonra rastlanmaz. Pteropod’lar tropikal ve subtropikal bölgelerde yaşayan kalker kabuklu küçük planktonik mollusklerdir. Globijerin’lerden daha iri yapılı olan bu hayvanların oluşturduğu çamurda ortalama olarak %74 CaCO3 bulunur. Bu tip çamura 1500-3000 metreler arasındaki diplerde rastlanır ve tüm okyanus dibinin ancak % l’ini örterler. B - Silisli Kaynaklar Denizlerdeki organik kökenli yığışımlardan silisli çamurların kaynaklarından birini Diatom’lar. diğerini ise Radiolar’lar oluşturur (Şekil-43,44). Bunlardan Diatom’lar nisbeten az tuzlu soğuk sularda yaşayan silis kabuklu mikroskobik tek hücreli alglerdir. Okyanus dibinin ancak %9’unu örten Diatomlu çamur 8000 m. derinliğe kadar yayılış gösterir. Silisli çamurun ikinci kaynağı olan Radiolar’lar ise tek hücreli hayvanlar olup, silisten yapılmış iskeletleri vardır. Bunların oluşturduğu tabaka ince ve çoğu zaman kırmızımsı renktedir. Genellikle derin dipleri örten (takriben 8000 m. derinliğe kadar) bu çamur mevcut okyanus dibinin ancak % 1-2’sini örter. Kırmızı Çamur Derin deniz diplerini örten biyolojik kökenli silisli kaynaklara ilaveten, Kuzey ve Güney Pasifik’in merkezi, Atlantik Okyanusu’nun derin bölgeleri ile Hint Okyanusunun doğu bölümünü örten silis miktarı yüksek bir sedimentasyonun mevcut olduğu gözlenmiştir. Bu yığışımın esası kırmızı renkli kil olup, kaynağı henüz tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber karalardaki çok ince parçacıkların rüzgar veya kuvvetli akıntılarla taşınımından veya denizaltı volkanlarının patlamasından oluştukları kabul edilmektedir. Bu çamur, demir, manganez ve birçok organik elementi (foraminifer, diatom, radiolar ve deniz omurgalılarının parçaları) içeren alüminyum silikattan oluşmuş olup, 8000 m. derinliğe kadar yayılış göstererek mevcut okyanus dibinin %30’unu örter. Kozmik Kaynaklar Her gün pek çok sayıda gök taşı ve kozmik tozun yeryuvarı yüzeyine düştüğü kabul edilmektedir. Okyanuslara düşen bu kozmik materyal çapları bir mikrondan 0.5 mm.ye kadar değişen metalik ve silikat sferülleri olarak tayin edilmiştir. Uzaydan gelmiş bu kozmik orijinli parçacıklar bazı bölgelerin yığışımında önemli bir değere sahiptirler. Hidrojenik Kaynaklar Denizlere çeşitli yollarla taşınan çözünmüş haldeki tuzlar, bu ortamın fiziko-kimyasal etkisi sonucu çözünmüş durumlarını koruyamazlar ve zamanla katı made haline dönüşerek dipte birikirler. Çökelen bu maddeler de deniz dibi sedimentlerinin hidrojenik kökenli bölünü oluştururlar. Örneğin, metalce zengin manganez nodülleri . Sedimentasyon Hızı Sedimentlerin birikim hızı tane büyüklüğüne ve su hareketlerine bağlı olarak değişimler gösterir. Genel olarak terrijenik yığışımların etkisinde olan littoral bölgede, derin deniz bölgesine göre daha hızlı bir birikimin olduğu saptanmıştır. Zamanımızda geliştirilmiş bazı yöntemlerle (örneğin, bazı elementlerin radyoaktivilelerini saptamakla) deniz dibinde biriken sediment tabakasının kalınlığı ve birikim zamanı saptanabilmektedir. Bu yöntemlerle yapılan saptamalarda kıtasal uzantı üzerinde 1000 yılda biriken sediment kalınlığının yörelere bağlı olarak 20 ile 500 cm. arasında değiştiği gözlenmiştir (Tablo-15). Halbuki açık denizde oluşan birikimlerin çok daha yavaş geliştiği bulunmuş olup, 1000 yılda ancak 1-2 cm. olarak saptanmıştır. Bu sınırlı yığışını olayı az da olsa yine bölgesel değişimler gösterilebilmektedir.