ENDOKRİN SİSTEM Vücudumuzun kontrol, koordinasyon ve düzenleme fonksiyonlarını endokrin ve sinir sistemleri sağlar. Daha önce gördüğümüz gibi sinir sistemi diğer organ ve sistemler üzerindeki etkisini sinapslar ve aksiyon potansiyelleri ile gösterir. Tıpkı sinir sisteminde olduğu gibi endokrin sistem de diğer doku ve organların çalışmasını düzenler. Görüldüğü gibi her iki sistemde vücut organ ve sistemlerinin koordinasyonunu ve iç dengesini yani homeostazı ayarlamaya çalışır. Örneğin kandaki glikoz seviyesi 70–100 mg/dL aralığında olduğunda hemostatik değerde olduğu anlamına gelir. İşte kandaki bu seviyenin ne eksik ne fazla olacak şekilde bu değer arasında tutulmasında endokrin sistem düzenleyici olarak iş görür. Endokrin sistem hormon adı verilen kimyasal maddelerle çalışır. Hormonu şu şekilde tanımlayabiliriz. Bir endokrin bez tarafından üretilip kana verilen, kan yoluyla hedef dokuya ulaşan hedef dokudaki hücrelerin özel reseptörlerine bağlandıktan sonra o hücrenin aktivitesini değiştiren kimyasal maddelere hormon denir. Bazı hormonlar (mesela protein yapılı hormonlar) üretildikten sonra sitoplâzmadaki veziküller içerisinde depolanır ve gerekli sinyalin gelmesiyle birlikte bu veziküller hücre dışına salgılarını gönderir. Diğer bazı hormonlar ise hücrede sentezlendikten sonra direkt hücre dışına gönderilir. Steroid yapılı hormonlar böyledir. Hedef hücrede etkisini gösteren hormonlar iş bittikten sonra metabolize edilerek vücuttan uzaklaştırılır. Özetle söyleyecek olursak endokrin ve sinir sistemleri iletişim ve koordinasyon sistemleridir. Dışarıdan gelen uyarılara cevap verirler ve homeostazı sağlarlar. Sinir sistemi aksiyon potansiyeli veya impulslar aracılığıyla görevini yerine getirir. Endokrin sistem hormonları kullanır. Endokrin sistemin başlıca görevleri Homeostasisi ayarlar Büyüme ve gelişmeyi düzenler Üreme olayını düzenler Hormonların Kimyasal Yapılarına Göre Sınıflandırılması Hormonlar farklı kimyasal orijine sahip moleküllerdir. Bu durum bu maddelerin hücreler üzerindeki etkilerinin de farklı şekilde olmasına neden olur. Kimyasal yapılarına göre hormonlar 4 gruba ayrılır. 1.Peptit yapılı hormonlar 2.Amino asit türevi hormonlar 3.Steroid yapılı hormonlar 4.Yağ asidi türevli hormonlar Peptit ve Protein Yapılı Hormonlar Adından da anlaşılacağı üzere bu hormonlar amino asit orijinlerinde meydana gelmişlerdir. Bazısının yapısında 3 amino asit bulunurken diğer bazıları 100 amino asitten meydana gelebilir.Hücrelerin ribozomlarında sentezlenen bu hormonlar preprohormon şeklindedir. Bu öncül moleküller enzimlerle kesilerek önce prohormona daha sonra da hormona dönüşür. ER zarlarında hormon halini alan bu maddeler golgiye giderek paketlenir ve veziküller halinde salgılanmayı beklerler. Salgılanmalarına yönelik bir uyaran aldıklarında hücreler bu vezikülleri ekzositozla dışarı verirler. Bazı hormonlar hücre dışında aktifleşirken diğer bazıları hedef hücrelerde aktifleşir. Protein yapılı hormonlar suda çözündükleri için hücre zarından kolay geçemezler bu yüzden veziküller halinde ekzositozla dışarı verilirler. Bu yüzden hedef dokudaki hücrelerde bu hormonların reseptörleri hücre zarında bulunmaktadır. Hormonlar hücreye giremedikleri için zardaki reseptörlere bağlanarak hormon reseptör kompleksi oluştururlar. Böylece hücre içerisinde bulunan 2. haberciler harekete geçerek hormonun mesajını ilgili hücre bölgelerine ileterek gerekli cevabın verilmesini sağlarlar. Protein yapılı hormonlara insülin ve epinefrini örnek olarak verebiliriz.Protein yapılı hormonların sentezlenmelerini şu şekilde özetleyebiliriz. DNA TRANSKRİPSİYON m-RNA TRANSLASYON Preprohormon Prohormon Hormon Amino Asit Türevi Hormonlar Trozin aminoasidinden türemişlerdir. Troid hormonları (troksin) ve katekolaminler (dopamin, epinefrin, nörepinefrin vb). Troid hormonunda 2 tane trozin molekülü bulunur bunlara 3 ve 4 tane iyot atomu bağlanmıştır. 4 iyot bağlı olana tetraiyodotronin, 3 iyot bağlanana ise triyodotronin adı verilir. Troid hormonları lipitte çözünürler. Troid beynin foliküllerinde sentezlenen troglobüline I bağlanarak troid hormonları sentezlenir. Troksin hormonu kanda kan proteinlerine bağlı olarak taşınır. Bu yüzden etkisini aniden göstermez. Hücreler ihtiyaç duyduklarından bunları kandan alırlar. Bu yüzden kandaki yarılanma ömürleri nispeten uzundur. Katekolaminlerin Sentezi Trozin aminoasitinden türemişlerdir. Trozin hidroksilaz enzimi trozini dihidroksifenilalanine dönüştürür. Amino asit de karboksilaz enzimi karboksilazı ayırır ve dopaminin oluşur. Dopamine β-hidroksilaz enzimi bir mol su bağlar ve nörepinefrin oluşur. Bir başka enzimde nörepinefrini epinefrine dönüştürür.Triptofan ve glutamik asit gibi aminoasitlerden de hormon sentezlenir. Triptofan önce seratonine daha sonra ise melatonine dönüşür. Glutamik asit ise histamine dönüşür. Aminoasit türevi hormonlar bir aminoaside başka moleküllerin bağlanmasıyla oluşur. Steroid Hormonlar Steroid hormonlar asından da anlaşılacağı üzere steroid nukleusa sahip kolesterol molekülünden türerler. Bu yüzden bunlara kolesterol türevi hormonlar diyebiliriz. Kolesterole bağlı yan zincirlere göre isim alırlar lipitte çözünürler ve hedef hücrelerin hücre zarlarından kolay geçerler.Steroid hormonların çeşitleri; a.Glukokortikoidler: Böbrek üstü bezinin (adrenal bez) korteksinden salgılanırlar. Kortizol gibi. b. Minarolokortikoidler: Vücuttaki mineral dengesini ayarlarlar. Na dengesini ayarlayan aldesteron gibi. c. Androjenler: Testesteron hormonu ile ilişkilidirler. d. Östrojenler e. Progesteronlar Steroid hormonların sentezinde özel enzimler katalizlenir. Bu hormonlar hücrede depolanmaz üretildikten sonra hücreden dışarı verilirler. Bunlar suda çözünmedikleri için kanda özel taşıyıcı proteinlerle taşınırlar. Bazıları inaktif olarak salgılandıktan sonra kana verilir. Kanda özel taşıyıcılarla hedef hücreye iletilirler ve hücre tarafından aktif hale getirilirler. (kolesterol hücre zarının yapısında bulunduğu gibi steroid hormon sentezinde, D vitamini sentezinde ve safra tuzlarının yapısında da bulunur.) Yağ Asidi Türevi Hormonlar Bunlara eikozonoidler denir 20 C’lu yağ asitlerinden türemişlerdir. Bu hormonların öncü maddesi arachidonik asittir. Eikozonoidler çok çabuk aktifleşirler. 1–2 sn de etki gösterdikten sonra parçalanırlar. Bu hormonlar aşırı doymamış yağ asidi türevleridir. Başlıcaları prostoglandinler, tromboksanlar, lökotrienler ve postosiklinlerdir. Hormon Salgısının Düzenlenmesi Biyolojik olarak hormona ihtiyaç duyduğumuzda nöral, hormonal ve humoral yollarla endokrin sistem uyarılır. Buna mukabil gerekli hormon kana verilir. Kan yoluyla hedef dokuya ulaşılır ve hedef hücrenin işleyişini değiştirir. Hormonun aktivitesi bittikten sonra metabolize edilerek elimine edilir. Hormonun normalden fazla salgılanmasına hipersekresyon, normalden az salgılanmasına ise hiposekresyon denir. Hormon salgısının da homostatik değerde olması gerekir. Vücuttaki kandaki hormonun miktarı piko ve nanogram düzeyinde olmasına rağmen bu miktardaki hormonların homeostatik değerde olması oldukça önemlidir. Bununla birlikte dışarıdan vücuda alınan bazı maddeler vücudumuzdaki bazı hormonlarla aynı reseptöre bağlanarak hormon gibi etki gösterebilirler. Böyle maddelere hormon agonisti adı verilir. Böyle etkiye sahip maddelere analog da denir. Bununla birlikte dışarıdan alınan maddeler hormonlara bağlanarak onu inaktif hale getirebilir. Bu durum hormon salgısının hiposekresyonu gibi algılanır. Bu tip maddelere de hormon antogonisti denir. Hormonun kandaki ve hedef hücredeki miktarı şunlara göre ayarlanır; Hormonun üretim miktarına Kanda dolaşım ve taşınım şekline Metabolize olma durumuna Endokrin sistem hormonlarla uyarılabildiği gibi iyonlar, nöronlar ve organik maddelerde endokrin hücreler üzerinde uyarıcı olabilirler. Çoğu hormonların salgısı şu 3 şekilde kontrol edilir. Nöral Kontrol Hormonal Kontrol Humoral Kontrol Nöral kontrolde endokrin bezi nöronlar uyarır. Örneğin sempatik motor nöronlar böbrek üstü bezinin medullasındak i hücreleri uyararak epinefrin ve nörepinefrin salgılatır Vücuttaki bazı hormonların salgısı diğer hormonlarca düzenlenir. Örneğin TSH hipofiz bezinden salgılanır. Kan yoluyla troid bezini uyararak troid hormonlarının salgısını uyarır. Aynı şekilde ACTH ise kortizol salgısını uyarır. Bu hormonal uyarma negatik feedback mekanizmasıyl a gerçekleşir. Humoral kontrol ise iyonlar ve organik maddelerce sağlanır. Mesela yemekten sonra kan glikoz seviyesinin yükselmesi insülin salgısını uyarır. Bazen hormonal ve nöral kontrol birlikte çalışır. Mesela GIP hormonu insülin salgılanmasını uyarır. Sempatik ve parasempatik sistemde insülin salgısını uyarır. Besin alımı ve stres kan glukoz seviyesini artırır. Kandaki belli bir hormonun miktarı günün belirli saatlerine göre farklılık gösterir. Normalde kandaki miktar salgılanmayla belirlenir. Çoğu hormonun salgısı ritmik bir seyir izler. Bunlardan en belirgin olanı sirkadyan ritimdir. Sirkadyan ritim beyindeki biyolojik saatten kaynaklanır. Hormon salgısı 24 saatlik periyotta belirli aralıklarla yinelenebilir ve düşer mesela kortizol hormonu sabahın erken saatlerinde yüksektir ve gün içerisinde düşüş gösterir. Kortizolün aksine tiroid hormonun salgılanmasındaki ani değişimler kandaki TH seviyesini pek değiştirmez. Bu yüzden kanda dolaşan TH rezervuarı boldur. TH’ın %99’u plazma proteinlerine bağlanarak taşınır. Bu yüzden kandaki bağlı olan miktar salgılanan ve parçalanan miktarın 3 katı kadardır. Bir hormonun kanda inaktive edilme ve dolaşım sisteminden uzaklaştırılma hızı da kandaki hormon seviyesini etkiler. Hormonlar hedeflerine ulaştıktan sonra hormonun fazlası ya karaciğerde ya da hedef organda metabolize edilir ve meydana gelen atıklar ise boşaltım sistemi yoluyla idrarla dışarı atılır. Genelde peptid hormonlar ve katekolaminler çok çabuk bir biçimde elimine edilirler. Bu tip enzimler kan dolaşımındaki enzimlere kolay hedef olurlar ve çabucak parçalanıp boşaltımla uzaklaştırılırlar. İnsülin hormonu kas, karaciğer ve diğer doku hücrelerine reseptöraracılı endositozla alınır ve bu hücrelerde parçalandıktan sonra atılır. İnsülinin kandaki yarılanma ömrü 10 dakikadır. Epinefrin karaciğer, kalp ve damar duvarındaki endotel hücrelerinde kolayca metabolize edilir ve böbreklerden kolayca atılır. Yarılanma ömrü 10 sn kadardır. Troid hormonları ve steroid hormonların yarılanma ömürleri daha uzundur. Bu hormonlar kan proteinleri ile taşındıkları için daha uzun sürede yarılanırlar. Bu yüzden kolay parçalanıp atılamazlar. Bunların uzaklaştırılması uzun zaman alır. Yarılanma ömürleri saatlerce ve hatta günlerce sürer. Tiroid hormonu olan T4’ün metabolizması iyodun uzaklaştırılması ile başlar. Karaciğer T4’ün iyodunu uzaklaştırarak T3 meydana getirir. T3 tiroid hormonunun aktif şeklidir. Beyin ve diğer bazı dokular T4’ü T3’e çevirebilirler. Tiroid hormonunun yarılanma ömrü günlerce sürebilir. Kortizolün başlıca metabolize olduğu yer karaciğerdir. Karaciğerde metabolize olduktan sonra değiştirilmiş bir bileşiğe dönüştürülür ve böylece böbreklerden uzaklaştırılır. Yarılanma ömrü 90 dakikadır. Hormonlarla ilgili söylenenleri kısaca şu şekilde özetleyebiliriz. 1.Hormonun kimyasal yapısı onun lipit veya suda çözünmesini sağlar. 2.Hormonların sentezi organellerin işbirliği ile sağlanır. 3.Kimyasal yapıları benzer olan hormonlar benzer öncül maddelerden sentezlenirler. 4.Hormonların sentezinde bir seri enzim iş görür. 5.Suda çözünen hormonlar kanda kolayca taşınır ve kolayca metabolize edilirler. Yağda çözünen hormonların metabolizması uzun sürelidir ve bunlar kan proteinleriyle taşınırlar. 6.Hormonların kandaki miktarını sirkadyon ritim gösterir. Kandaki yarılanma ömürleri kimyasal yapılarına göre farklı sürelerde olur. Hormonların Özeti Biyokimyasal Yapılarının Peptit Yapılı Hormonlar Aminoasit zincirinden yapılmış hormonlardır. Hormonların çoğu peptit yapısındadır. Mesela insülin peptit yapılı hormondur ve suda çözünür. Amino Asit Türevi Hormonlar Tirozin aminoasitinden türemişlerdir. Tirozin Dopamin, nörepinefrin ve epinefrin gibi hormonlara katekolaminler denir ve tirozin aminoasitinden türemişlerdir. Bunlar bir seri reaksiyon sonucu tirozinden oluşmuşlardır. Bu katekolaminler suda çözünürler. Tiroid hormonlarda tirozin türevlidirler. Tirozinden tiroglobülin sentezlenir ve buna iyot ilavesiyle troid hormonları olan triyodotronin ve tetraiyodotironin oluşur. Steroid Hormonlar Steroid hormonlar kolesterolden türemişlerdir. Bilindiği gibi kolesterol Steroid nukleus içeren bir moleküldür. Bu molekül çeşitli reaksiyonlar sonucu steroid hormon medyana gelir. Kolesterol Yağ Asidi Türevi Hormonlar 20 karbonlu aşırı doymamış yağ asitlerinden türemişlerdir. Bu gruba giren başlıca hormonlar prostoglandinlerdir. Bununla birlikte prostoglandinler, lökotrienler ve tromboksanlardır. Bu hormonların en çok bulunan öncü maddeleri araşidonik asittir. Vücuttaki araşidonik asit kaynakları hücre membranları ve lipaz aktivitesine bağlı olarak oluşan lipidlerdir. Bu hormonlar kısa sürede etki eder ve çabucak metabolize edilirler. Etkileri birkaç saniye sürer. Hormonların Hedef Hücreye Etkisi Hormonlar hedef hücreye ulaştıklarında sırasıyla şu olaylar gerçekleşir. 1.Hormon reseptörü uyarır. 2.Bu sinyal hücrede biyokimyasal değişime neden olur. 3.Sonuçta hücrenin cevabı oluşur. Cevap kas kasılması, salgı yapma, iyon taşınması, protein sentezi veya makro moleküllerin yapı birimlerine parçalanması şeklinde olur. Reseptörün Özellikleri a.Reseptörler kompleks proteinlerdir. b. Spesifiktirler (yani sadece belli hormona özgüdürler. c. Hormonlar sadece hedef hücrelerine etki ederler. Bazı reseptörler hücre zarında, bazıları ise hücre içerisinde yer alırlar. Bir hormonun aşırı salgılanması hücre zarındaki reseptör sayısının azalmasına neden olabilir ve hedef hücrenin duyarlılığını azaltabilir. Bu olaya down regülasyon denir. Aksine hormon seviyesi sürekli düşük seyrederse bu kez hedef hücredeki reseptör sayısı artar. Buna da up-regülasyon denir.Reseptör proteinler dinamik proteinlerdir. Hücrenin hayatı boyunca tekrar tekrar üretilirler. Hormon Salgılayan Bezler ve Salgıladıkları Hormonlar Hipotalamik Hipofizer Sistem Hipofiz bezi hipotalamusun altında yer alır ve hipotalamus hipofizin, salgı yapmasını kontrol eder. Bu sisteme hipotalamik hipofizer sistem denir. Hipotalamusun hipofize bağlandığı sapa infundibulum denir. Hipofizin arka lobundan 6 tane hormon salgılanır. Bunlar; TSH (Tiroid ACTH sitimüle hormon) (Kortikotropin) FSH (Folikül GH (Büyüme sitimüle hormon) hormonu) LH (Gonadotropin) PR (Prolaktin Bunlardan tropik hormonlar TSH, FSH, LH ve ACTH başka bezlerden hormon salgılanmasını uyarırlar. TSH tiroid bezini uyararak TH salgılatır. FSH ve LH gonadları uyararak östrojen ve progesteron salgılatır. Ayrıca LH testislerden testesteron salgılatır.ACTH adrenal korteksi uyararak kortizol ve diğer glukokortikoidlerin salınmasını uyarır. LH ve FSH aynı hücreler tarafından salgılanırken diğer hormonlar farklı hücrelerden salgılanır. Hipofizin arka lobunda hormon üretilmez, ancak hipotalamusun ürettiği hormonları nörosekreter hücre denen nöronlar ile nörohipofize kadar gelir. Buradan kana verilir. Arka lobdan kana verilen hormonlar oksitosin ve vazopressin (ADH)’dır. Bunlardan vazopressin böbrek tübüllerini hedef alır ve buradan suyun geri emilmesini sağlar ve vücudu su kaybına karşı korur. Oksitosin ise bir taraftan süt salgısını uyarır, diğer taraftan doğum sırasında uterus ve servik bölgesindeki kasları uyararak doğuma yardımcı olur. Bununla birlikte oksitosinin davranışlarda da rolü vardır. eşeysel Hormonların Kanda Taşınma Şekilleri, Kandaki Miktarlarının Değişmesi ve Metabolizması Hormonların kanda taşınma şekli biyokimyasal özelliklerine bağlıdır. Peptit yapısında olan hormonlar suda çözündükleri için kanda serbest olarak taşınabilirler. Katekolaminler adı verilen epinefrin ve nörepinefrin hormonları da kanda serbest olarak taşınabilirler. Bunlar da suda çözünebilirler. Tiroid hormonları ve Steroid hormonlar suda çözünmez ve yağda çözünebilen hormonlardır. Bunlar kanda özel taşıyıcı proteinlerle taşınırlar. Kanda serbest olarak taşınan hormonlar parçalayıcı enzimlerle kolay hedef olurlar. Karaciğer ve diğer organlarda metabolize edilerek böbreklerden idrar yoluyla kolayca uzaklaştırılabilirler ve bu yüzden yarılanma ömürleri çok kısadır. Mesela suda çözünebilen insülin hormonunun yarılanma ömrü 10 dakika kadardır. Epinefrin ve nörepinefrin hormonları 10 sn içerisinde yarılanabilir ve çok çabuk bir şekilde vücuttan uzaklaştırılabilirler. Hormonların Steroid yapılı olanları ve Tiroid hormonları gibi yağda çözünen hormonlar kanda özel taşıyıcı proteinler aracılığı ile taşınırlar. Bu tip hormonların hedef üzerinde etkili olmaları için taşıyıcı proteinden serbestleşmesi gerekir ve bu nedenle bu tip hormonlar olan kortizolün yarılanma ömrü 90 dakikadır. Tiroid hormonlarının yarılanma ömrü günlerce sürebilir. Hormonların kandaki miktarları gün içerisinde sürekli değişim gösterir. Mesela gün boyu aktif faaliyet gösteren insanlarda kortizol seviyesi gün içerisinde azalır ve geceler kandaki kortizol seviyesi ise yükselir. Kortizol hormonunun bu salgılanması sirkadyan ritimle alakalıdır. Sirkadyon ritim MSS’ deki biyolojik saatin aktivitesinden kaynaklanır. Hormonal ritimler bir günden daha az veya daha fazla olabilir. Stres uyaranları bu döngüyü etkileyebilir ve ilave kortizol salgılanmasına neden olabilir. Fakat kortizolün aksine TH’ ununun salgılanmasındaki ani değişimler kandaki TH miktarında aşırı bir değişime neden olmaz. Bu yüzden kanda dolaşan TH rezervi bol miktardadır. Kanda oluşan bu seviyenin % 99’u taşıyıcı proteine bağlıdır. Kandaki proteinlere bağlı olan miktar toplam salgılanan ve parçalanan miktardan 3 kat daha fazladır. Bir hormonun inaktive edilme dolaşım sisteminden uzaklaştırılma hızı hormonun kandaki miktarını etkiler. Karaciğer ve böbrekler hormonların başlıca metabolize edildikleri organlardır. Bunun yanında bazı hedef hücreler de hormonların metabolize edilmesini sağlar. Böylelikle metabolize edilen hormon metabolitleri böbrekler yoluyla idrar ile vücuttan atılırlar. Endokrin Bezler, Ürettikleri Hormonlar ve Bu Hormonların Fonksiyonları Vücudumuzdaki endokrin bezlerden, hipofiz bezinin yapı ve fonksiyonundan daha önce bahsetmiştik. Vücudumuzda hipofiz bezinden başka başlıca endokrin bezleri ve bunların fonksiyonlarını şu şekilde sıralayabiliriz. Pineal Bez ( Epifiz Bezi): Orta beyine yakın bir yerde bulunan bu bez çam kozalağına benzediği için bu isim verilmiştir. Buradan melatonin denen bir hormon salgılanır. Bu hormonun görevi tam olarak bilinmemektedir. Bu hormon amin yapısında bir hormondur. Görevi tam anlaşılmamış olmasına rağmen melatonin hormonunun aydınlık ve karanlık periyotlardaki vücut aktivitesini koordine ettiği düşünülmektedir. Tiroid Bezi: Boyun bölgesinin alt kısmında yerleşmiştir. Gırtlağın adem elması adı verilen bölgesinin altında bulunur. Trakenin etrafına sarılmış vaziyettedir. Kelebek şeklini andırır. Gövdesi trakenin anterior kısmında yer alırken kanat kısımları trakenin arka orta kısmına kadar uzanır fakat trakeyi arkadan tam kuşatmaz. Tiroid bezi hormon üretip salgılayan bir bezdir. Bu hormonlar kalp atışlarını, kan basıncını, vücut sıcaklığını ve besinlerin enerjiye dönüşme hızını ayarlar. Tiroid hormonları vücuttaki bütün hücreler için önemli fonksiyonlar görür. Metabolizmayı düzenler (vücuttaki biyokimyasal olayların düzenlenmesini ve gelişmeyi düzenler). Çocukların büyüme ve gelişmesinde Tiroid hormonları önemli görev üstlenir. Tiroid bezinden kesit alıp incelediğimizde kübik şekilli tek katlı foliküler hücreler ve bu hücrelerin çevirdiği foliküllerden oluştuğu görülür. Bu geniş foliküller içerisinde bol miktarda tiroglobülin bulunur. Bu durum endokrin sistem bezleri arasında tiroid bezine özgü bir durumdur. Tiroglobülinin yapısına iyot bağlanarak T4 (tiroksin) ve T3 (triyodotironin) üretilir. Tiroid Hormonunun Fonksiyonlarını Özetleyecek Olursak 1) Metabolizmayı düzenler. 2) Büyüme ve gelişme için TH mutlaka gereklidir. 3) Sindirim sisteminin gelişimi için mutlaka TH’ a ihtiyaç vardır. 4) Erginlerde sinir sisteminin fonksiyon görmesinde rol oynar. 5) Sempatik sinir sisteminin aktivasyonunda görevlidir Tiroidin kesitindeki foliküller arasında partiküller C hücreleri bulunur ve bu hücreler de kalsitonin adı verilen bir hormon üretirler. Bu hormon ise kalsiyum iyonlarını kemiğe ileterek depolanmasına yardımcı olur. Bu görevini yerine getirirken osteoklastların aktivitesini engeller ve böylece kemik rezorbsiyonunu ve Ca++ salınmasını önler. Paratiroid Bezi ve Parathormon (PTH): Paratiroid bezi tiroid bezinin kanatlarının üzerinde bulunan mercimek büyüklüğünde 4 bezden meydana gelmiştir. Bu Paratiroid bezin şef hücrelerinden parathormon adı verilen 84 amino asitlik bir Peptit hormon üretilir. Bu hormonun görevi kandaki kalsiyum (Ca++) konsantrasyonunu artırarak kan kalsiyum homeostazini sağlamaktır. Bu hormonun reseptörleri kemik, böbrek tübülleri ve barsaklarda yer alır. Kan kalsiyum konsantrasyonu azaldığında bu hormon salgılanır. Bu hormonun salgısı negatif feedback yoluyla kan kalsiyum konsantrasyonu tarafından kontrol edilir. Kandaki Ca++ konsantrasyonu azaldığında Paratiroid beyinin şef hücrelerinde bulunan Ca++’ a duyarlı reseptörler uyarılır ve parathormon salgılanır. Salgılanan hormon böbrek, barsak ve kemikten Ca++ emilimini sağlar ve böylelikle kan Ca++ konsantrasyonu ayarlanmış olur. Timus Bezi: Timus bezi göğüs kafesinin üst kısmında göğüs kemiğinin arkasında yer alan bir bezdir. Bu bez yeni doğanda oldukça büyüktür fakat ergenlik dönemine kadar atrofiye uğrar ve küçülür. Bezin küçülen bölgelerinin yerini yağ ve fibröz doku doldurur. Buradaki salgı yapan hücreler peptit hormonlar olan timozin ve timopoetin üretirler. Timus hormonlarının görevleri henüz çok iyi anlaşılmamıştır. Bu hormonların T lenfositlerin olgunlaşmasını sağladığı ve bağışıklıkta (immünite) rol oynadığı düşünülmektedir. Böylece vücudun bakteri, virüs ve diğer ajanlara karşı savunmasına yardımcı olmaktadır. Adrenal Bez: Adrenal bez böbrek üstünde yer alır. Böbrek üstü bezi olarak bilinen geniş bir dışkısmı (korteks) ve küçük bir öz kısmı (medulla) bulunur. Korteks kısmı yani adrenal korteks 3 grup Steroid hormon üretir. Bunlar glikokortikoidler, mineralokortikoidler ve androjenlerdir. Bu hormon gruplarının her biri korteksteki farklı hücre gruplarından üretilirler. Adrenal medulla ise kotakolaminler adım verdiğimiz adrenalin ve nöradrenalin üretirler. Korteks kısmı dıştan içe doğru zona granülosa, zona fasikulata ve zona retikularis olmak üzere 3 bölgeden oluşur. Zona granülosa mineralokortikoidler üretir. Bu hormonlar vücuttaki mineral dengesini ayarladıkları için bu isim verilmiştir. Mineralokortikoidlerin en önemlisi aldesterondur. Bu hormon kandaki K’ un fazlasını idrarla vücuttan uzaklaştırırken Na iyonlarının vücutta kalmasını sağlar. Yani böbrek tübüllerinden Na+ emilimini düzenler ve kan sodyum düzeyini dengede tutar. Zona fasikulata ve zona retikularis ise glikokortikoidler denen Steroid hormon üretirler. Bu hormonlar glikoz metabolizmasını düzenledikleri için bu ismi alırlar. Glikortikoidler ailesi kortizol, kortikosteron ve kortizon hormonlarını içerir. İnsanda bu hormonlardan kortizol önemli miktarda üretilir enerji metabolizmasını düzenlemenin yanında bağışıklığı ve strese karşı cevabı da düzenleyen bir hormondur. Zona fasikulata ve zona retikularis aynı zamanda androjenler denen erkek eşey hormonlarını salgılar. Bu hormonlar ergenlik döneminde aktif olarak salgılanmaları her iki eşeyde de büyüme ve gelişmeyi hızlandırır. Ayrıca pubis ve koltuk altı bölgelerinin kıllanmasına neden olur. Bu hormonlar dişi bireylerde eşeysel dürtünün oluşmasına neden olur. Adrenal medulla modifiye olmuş bir sempatik gangliondur ve katekolaminler denen amin grubu hormonları üretir. Bu hormonlar acil durum hormonlarıdır. Vur kaç reaksiyonlarını ortaya çıkarırlar. Ani bir fiziksel aktiviteye ihtiyaç olduğu zaman salgılanırlar. Pankreas: Hem ekzokrin hem de endokrin fonksiyonu olan bir bezdir. Karma (Miks) bir bezdir. Ekzokrin olarak pankreasın ürettiği enzim ve sıvılardan oluşan ve sindirimle ilgili rol oynayan bir salgı salgılar. Bu sıvı asinar denen hücrelerde üretilir ve ince bağırsağın duedonum denen ilk bölgesine salgılanır. Pankreasın endokrin dokusunda ise Langerhans adacıkları adı verilen hücre grupları bulunur. Bu hücrelerin % 70’i β, %30’u ise α hücreleri adını alırlar. Β hücreleri insülin, α hücreleri ise glukagon hormonlarını salgılarlar. Ayrıca pankreastan somatostoin de salgılanır fakat bu hormonun tam olarak fonksiyonu anlaşılmamıştır. İnsülin hormonu karaciğer, kas ve yağ dokuyu hedef alır ve bu doku hücreleri üzerinde aktivite gösterir. İnsülin kandaki glikozun fazlasını bu dokulara gönderir. Böylece karaciğer ve kasta glikojen sentezini yağ dokuda ise trigliserit sentezini uyarır. Böylece insülin kandaki glikoz seviyesini düşürür. Pankreasın α hücrelerinden salgılanan glukagon ise depolardaki glikojenin parçalanarak glikoz elde edilmesini ve bu glikozun kana geçmesini sağlar. Ayrıca glukoneogenez denen ve karbonhidrat olmayan kaynaklardan glikoz üretimini ve bunun yanında keton cisimciklerinin de oluşumunu sağlar. Görüldüğü gibi glukagon hormonu kan glikoz seviyesini artırmaktadır. Ovaryumlar: Ovaryumlar dişi eşey hormonlarını salgılarlar. Bu hormonlar steroid yapılı olan östrojen, progesteron ve peptit yapılı olan inhibin hormonlarıdır. Östrojen ve inhibin önce folikül içindeki granulosa hücreleri tarafından daha sonra ise korpus luteum tarafından üretilirler. Ovülasyonun (yumurtlama 14. gün) hemen öncesinde granulosa ve teka hücreleri az miktarda progesteron üretilir. Progesteron hormonunun başlıca kaynağı korpus luteumdur. Östrojen ve progesteron birlikte ovaryum fonksiyonunu düzenler, uterusun iç katmanındaki (endometrium) döngüsel değişiklikleri ve ergenlik döneminde de göğüs bölgesinin gelişimini düzenler. Östrojen dişi gamet adını verdiğimiz yumurtanın gelişmesini, diğer karakterlerinin oluşmasını ve dişi bireyde üreme organlarının olgunlaşmasını sağlar. Progesteron uterusun gebeliğe hazırlanmasını sağlar, yani gebelikte fonksiyon görür. İnhibin hormonu ise FSH hormonunun salgısını düzenler. Testisler: Testisler erkek eşey hormonları olan testesteron ve inhibin üretir. Testislerdeki intestisiyal hücreler testesteron, substentaküler hücreler ise inhibin üretirler. Testesteron hormonu erkek gamet spermin olgunlaşmasını sağlamanın yanında erkek üreme hormonlarının fonksiyon görmesinde rol oynar. İnhibin ise dişide olduğu gibi erkekte de FSH salgısını düzenler. Görüldüğü gibi hormonlar vücuttaki endokrin bezler tarafından üretilmektedir. Bununla birlikte endokrin hücreler diğer organlara da yerleşmiş olabilir. Mesela beyin, kalp, böbrekler ve gastrointestinal sistem organları gibi asıl görevi endokrin olmayan organlar içerisinde de endokrin hücreler yerleşmiş ve hormon üretmektedirler. Endokrin hücreler bu organlarda dağılmış olarak bulunabileceği gibi (gastrointestinel sistemde) hipotalamusda olduğu gibi hücre kümeleri halinde de bulunabilirler. Kalbin sağ kulakçığında bulunan özelleşmiş bazı kas hücreleri Atrial Natriüretik Peptit (AND) denen bir hormon salgılarlar. ANP’ nin hedefi böbrek tübülleridir. Kandaki Na++ iyonları konsantrasyonu aşırı arttığı gammon (hipernatremi) Na+ nın fazlasını böbreklerden idrar ile uzaklaştırılmasını sağlar. ANP’nin görevini özetleyecek olursak, kandaki tuz dengesini ayarlar ve böylelikle kan hacmini ve kan basıncını düzenler. Gastrointestinal kanalın organları 5 farklı peptit hormon üretirler. Bu hormonlar bu organlara yerleşmiş olan özel hücrelerde üretilirler. Midedeki endokrin hücreler peptit yapısındaki gastrin hormonunu üretirler. Gastrin midenin pilorik antrum denilen bölgesindeki G hücrelerinden üretilerek kana verilir ve kan yoluyla hedef dokuya ulaşırlar. Gastrin hormonu HCl (hidroklorik asit) salgısını uyarır ve midenin mukoza tabakasının gelişmesini sağlar. İnce bağırsağın proksimal kısmı ) duedonum ve jejenum dahil) kolesistokinon, sekretin, motilin ve glukoza bağımlı insülinotropik peptit (GIP) denilen 4 tane hormon üretirler. Kolesistokinon (CCK) duedonumdaki I hücreleri tarafından üretilir. Bu hormon 1.Safra kesesinin kasılmasını ve böylece safranın duedonuma dökülmesini sağlar. 2.Pankreasın ekzokrin hücrelerinin sindirim enzimi üreterek ince bağırsağa salgılanmasını sağlar. 3.Pankreasın ekzokrin hücrelerinin ve safra kesesi mukozasının gelişmesini sağlar. Sekretin hormonu ince bağırsağın S hücreleri tarafından üretilir. Bu hormon ise hem pankreasın ekzokrin kısmını hem de karaciğeri uyararak bikarbonat iyonlarının ince barsağa salınmasını sağlar. Bu bikarbonat iyonları böylece mideden gelen asidik yapıdaki besinleri (kimus) nötralize eder. Bu özelliğinden dolayı sekretine “doğal antiosit” denebilir. Sekretin aynı zamanda pankreasın ekzokrin kısmının gelişmesini uyarır. GIP denen hormon kanda glikoz arttığında pankreasın endokrin kısmından insülin salgılanmasını uyarır. Motilin hormonu açlık durumunda her 90 dakikada bir salgılanır. Bu hormon peristaltik kasılmanın üretilmesini ve ilerlemesini sağlar. Miyoelektrik kompleksi uyararak barsaktaki besinlerin ileumun ucuna doğru ilerlemesini sağlar Böbrekler: Böbrekler eritropoietin denen peptit bir hormon ile kalsitronin denen steroid bir hormon üretirler. Eritropoietin hormonu oksijen azlığında (hipoksi) kemik iliğini uyararak eritrosit yapımını uyarır. Daha önce görmüş olduğumuz Paratiroid hormonu D vitaminin aktif formu olan ve steroid yapıdaki kalsitrole dönüşümünü gerçekleştirir. Kalsitrol böbrek tübüllerinden kalsiyum emilimini artırır. Stres ve Endokrin Sistemle İlişkisi Epinefrin, norepinefrin ve kortizol gibi hormonların kandaki miktarları sürekli yüksek düzeyde olursa bu kişinin streste olduğu söylenebilir.Uzun süre sıcaklık ekstremlerine maruz kalmak, yoğun egzersiz, korku, ameliyat olma, mutluluk ve üzüntü gibi emosyonal durumlar strese örnektir. Hipotalamus strese karşı koymak için gerekli cevabın oluşturulması için bir kriz merkezi gibi görev yapar. Bu görevini yerine getirirken hipotalamus hem endokrin sistemi hem de sinir sistemini harekete geçirir. Hipotalamus stres durumunda sempatik sinir sistemini harekete geçirerek hem endokrin hem de sinirsel cevabın oluşmasını sağlar. Böylece vur kaç cevabı ortaya çıkar ve vücudun ani fiziksel hareketlerinin ortaya çıkması sağlanır. Hipotalamus sempatik sistem aracılığıyla böbrek üstü bezin medullasını uyararak epinefrin ve nörepinefrin salgılatır. Epinefrin hormonu sempatik sinir sisteminin aktivitesini güçlendirir. Neticede kalp debisi (kalbin dakikadaki kan pompalama miktarı) artar, soluk alıp verme maksimum seviyeye ulaşır. Kan dolaşım tarzı değişir ve böylece kaslara ve beyine daha fazla kan giderken deriye ve böbreğe giden kan miktarı azalır. Terleme artar. Vücudun karbonhidrat ve yağ depoları mobilize olur ve karaciğerden glikoz kana verilirken yağ dokudan gliserol ve yağ asitleri kana geçer. Çok hızlı aktivite gösteren katekolaminler stres cevabı başlatırlar. Hipotalamusun bir tarafında hipofizin ön lobunu (adenohipofiz) harekete geçirir. Bunun için Kortikotropin Releasing Hormon (CRH) salgılayarak ön lobdan ACTH salgısını uyarır ve ACTH kan yoluyla böbrek üstü bezinin korteksini uyararak kortizol salgısını başlatır. Kortizol strese uzun süreli cevabın oluşmasını sağlar. Adrenal korteksin hormonları adrenal medulla hormonlarının etkisini kuvvetlendirir. Adrenal bezin bu korteks ve medullası birlikte fonksiyonel bir ünite gibi görev görerek stres cevabını önce başlatırlar daha sonra bu cevabın sürdürülmesini ve hafifletilmesini sağlarlar. Bilindiği gibi kortizol grubu hormonlara glikoz metabolizmasını düzenledikleri için glikokortikoidler denilmektedir. Kortizol karaciğer ve kas gibi enerji depolarını harekete geçirir. Kaslardaki aminoasitlerin serbestleşerek kana geçmesini ve orada da karaciğere giderek glikoza dönüşmesini sağlar. Böylece kan glikoz seviyesini artırır. Ayrıca yağ depolarındaki trigliseritlerin yağ asidi ve gliserole ayrışmasını ve böylece karaciğere göndererek glukoza dönüşmesini sağlar (yani kortizol glukoneogenesi düzenler, glukoneogenez; karbonhidrat olmayan kaynaklardan glukoz üretimi demektir.).Ayrıca kortizol damarların daralmasını kuvvetlendirir. Ödem oluşumunu engeller ve bağışıklık sistemini baskılar. Stres cevabının oluşmasında görevli bazı başka hormonlar da vardır. Artan angiotensin konsantrasyonuna cevap olarak adrenal korteksten aldesteron salgılanır. Aldesteron kan basıncını ve kan volümünü ayarlar.Hipofizin arka lobundan salgılanan vazopressin (ADH) ise damarları daraltarak vücuttaki suyu korumaya çalışır. Görüldüğü gibi strese karşı vücut hem hızlı hem de uzun süreli cevapları oluşturmaktadır. Sempatik sinir sistemi ve adranal medulla hormonları kısa süreli stresi yönetirken diğer kortizol, aldesteron ve vazopressin gibi hormonlar ise uzun süreli stresi yönetmektedir. Bu iki sistem birlikte çalışarak kandaki oksijen ve besin miktarını artırmak suretiyle bu maddelerin önemli hayati gönderilmesini sağlamaktadır. organlara Epinefrin hormonunun sentezlenmesi, salgılanması, kanda taşınması, fonksiyonları, hedef hücreye etki şekli ve parçalanmasını şu şekilde özetleyebiliriz; Sentez: Tirozin aminoasitinden sentezlenir. Adrenal medulla hücreleri tarafından üretilir ve bu hücreler modifiye olmuş sempatik sinir sistemi nöronlarıdır. Üretilen epinefrin hücrenin içerisinde veziküller içinde depolanır. Salgılanması: Sempatik sinir sistemi epinefrin salgısını uyarır. Epinefrin hormonu hücrelerden nörotransmitter madde şeklinde salgılanır. Uyarı geldikten sonra Ca++ iyonları hücreye girer. Salgı veziküllerin hücre zarına ulaşmasını ve içerideki salgının ekzositoz ile kana verilmesini sağlar. Stres, yoğun egzersiz, kanama, hipoksi (oksijen azlığı) ve hipoglisemi gibi faktörler sempatik aktiviteyi uyarır. Kanda Taşınması: Epinefrin hormonu suda çözündüğü için plazmada serbest olarak taşınabilir. Etkisi hızlıdır ve çok kısa sürede yarılanabilir. Yarılanma ömrü 10 saniye kadardır. Fonksiyonları: 1.Sempatik sinir sisteminin aktivitesini artırır. 2.Kandaki glukoz ve diğer enerji verici besinlerin artmasını sağlar. 3.TH gibi epinefrin hormonu da metabolizma hızını artırır. 4.Sempatik sinir sistemiyle birlikte epinefrin hormonu kalp debisini artırır ve kan akışını yeniden yönlendirirler. 5.Soluk alıp vermeyi maksimuma çıkarır. 6.Strese cevap oluşturmada önemlidir. Hücreye Etki Şekli: Epinefrin hücre zarındaki reseptörüne bağlanır ve G proteini ve ikinci habercileri aktif hale getirir. Hücresel cevabını proteinleri fosforile ederek gerçekleştirir. Katekolaminler neredeyse her organı etkileyebilir. Parçalanması: Epinefrin hormonu işi bittikten sonra periferal dokularda parçalanır ve böbreklerden idrarla atılır. Yarılanma ömürleri 10 saniye kadardır. Kortizol hormonunun sentezi, salgılanması, yarılanma ömrü ve parçalanması, fonksiyonları ve hücreye etki şekli; Salgılanma: Kortizol salgısını ACTH kontrol eder. ACTH adrenal korteksin iç zarlarının gelişmesini sağlar. CRH, ACTH salgısını sitümüle eder. Kortizol salgısı ACTH ve CRH salgısını birlikte inhibe eden negatif feedback mekanizmasıyla kontrol edilir. ACTH ve kortizol sirkadyan ritm ile salgılanır. Stres durumunda CRH salgısı arttırılır. Fonksiyonları: 1.Stres cevabının oluşmasında önemli hormondur. 2.Kortizol stres sırasında kanda yeterli miktarda glukoz bulunmasını sağlar. 3.Kortizol sempatik sistemin vazokonsantriksiyon etkisini hızlandırır. 4.Kortizol inflamasyonu (ödem oluşumu) engeller ve immün cevabı baskılar, azaltır. Kanda Taşınması: Kortizol steroid bir hormondur bu yüzden kanda taşıyıcı proteinlerle taşınır. Bu taşıyıcı proteinler ihtiyaç durumunda hormonu serbest bırakır. Ancak serbest hormon kan dolaşımından çıkarak hedef hücreye etki edebilir. Kortizolün yarılanma ömrü 90 dakika kadardır. Kortizolün Hücresel Etki Mekanizması: Kortizol hücrelere basit ifüzyonla girer. Vücuttaki neredeyse bütün hücreler glukokortikoid reseptörüne sahiptir. Tipik olarak kortizol hücre içerisindeki reseptöre bağlanır ve böylece gen ifadesini değiştirir. Kortizolün plazma membranında da reseptörü olduğu bulunmuştur. Parçalanması: Kortizol başlıca karaciğerde inaktif hale getirilir. Parçalanmış olan hormon atıkları idrarla dışarı atılır. Kortizol hormonunun hiper ve hiposekresyonunda hangi durumlar gözlenir. Hipersekresyon Hiposekresyon Hipoglisemi görülür. Hiperglisemi: Diabetus mellitusa neden olur. Kan basıncı Kan basıncı düşer. yükselir Kol ve bacaklar Plazma Na miktarı (aldesteron zayıflar ve cılız bir azalır görünüm alır. azlığından dolayı) Çünkü fazla kortizol kaslardaki proteinlerin aminoastlere parçalanmasına neden olur. Kortizol fazlalığı Dehidrasyon görülür immün sistemi ve tuz alma isteği baskıladığı için artar. yaralar geç iyileşir vücutta çabuk morarmalar oluşur. Yine bağışıklık sistemi baskılandığı için enfeksiyonlarla başa çıkmada güçlük çekilir. Parakrin Düzenleme Birçok organda ve bağışıklık sistemi hücrelerinde parakrin regülasyon görülür. Bu düzenleyici moleküllerden bazıları SİTOKİNİNLER olarak bilinir. Bu sitokinler immün sistemin farklı hücrelerinin düzenlenmesini sağlar. Büyüme faktörleri de parakrin düzenleyici moleküllerdir. Çünkü bu faktörler spesifik organlarda büyüme ve gelişmeyi düzenler. Trombosit türevli büyüme faktörlere Epidermal büyüme faktörleri ve insülin benzeri büyüme faktörleri örek olarak örnek olarak verilebilir. Bu faktörler hedef hücreleri büyüme ve çoğalmasını uyarır. Sinir büyüme faktörleri de neurotrofinler denen ve sinir sisteminin parakrin regülatörler ailesine dâhil edilebilecek büyüme faktörleridir. Bildiğimiz gibi parakrin sinyal molekülleri salgılandıkları hücrelere komşu olarak bulunan hücrelerin uyarılmasını sağlayan moleküllerdir. Böylece bu hücreler üzerinde düzenleyici rol oynarlar. O yüzden bunlara parakrin regülatörler denir. Azot oksit nörotransmitter madde olarak fonksiyon görebilir. Ayrıca bu azot oksit kan damarlarının duvarındaki endotel hücreleri tarafından da üretilir. Böylece parakrin regülatör olarak da rol oynar. Çünkü bu regülatör moleküler endotelden salınarak damarın duvarındaki kaslara yayılır ve böylece damarın genişlemesine neden olur (vazodilasyon). Damarlardaki bu endotel hücreleri aynı zamanda endotelin ve bradikinin e salgılar. Endotelin vazokontriksiyon (damar daralması), bradikinin ise vazodilasyon yapar. Böylece damar endotelinden salgılanan bu parakrin regülatör moleküller otonom sinir sisteminin damarlar üzerindeki düzenleyici rolüne katkı sağlarlar. Parakrin regülatör moleküllerin en çok çeşidi olanları prostoglandinlerdir. İlk defa prostat bezinden izole edildikleri için (prostat gland) prostoglandinler adı verilmiştir. Prostoglandinler 20 C’ lu aşırı doymamış bir eikozonoid olan Arachidonik asit denen yağ asidinden türemişlerdir. Bu yağ asitleri Hormonal veya diğer uyaranlarla hücre membranında bulunan fosfolipidlerden salgılanır. Prostoglandinler neredeyse bütün organlar tarafından üretilebilirler ve çok çeşitli parakrin düzenleme fonksiyonuna sahiptirler. Prostoglandinlerin diğer sistemler üzerindeki parakrin etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz. 1.İmmun (Bağışıklık) Sistemi: İnflamasyon olayının birçok yönünü hızlandırırlar. Ateş ve ağrıyı artırırlar. Dolayısıyla prostoglandin sentezini engelleyen ilaçlar ağrı ve ateşi azaltırlar. 2.Üreme Sistemi: Prostoglandinler ovülasyonda rol oynar. Aşırı prostoglandin üretimi prematüre doğuma neden olabilir. Endometriosis ve dismenoraya neden olabilirler. İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi için uterus duvarını uyararak gebeliğin sonlandırılmasında kullanılırlar. 3.Sindirim Sistemi: Mide ve bağırsaktan üretilen prostoglandinler mide salgısını azaltarak bağırsaktaki motiliteyi ve sıvı emilimini etkilerler. 4.Solunum Sistemi: Bazı proetoglandinler akciğer bronşlarında daralma yaparken bazıları genişleme yaparlar. 5.Dolaşım Sistemi: Kanın pıhtılaşması sırasında prostoglandinler trombositlerin düzgün görev yapmasını sağlarlar. 6.Üriner Sistem: Böbrek medullasından üretilen prostoglandinler vazodilasyona neden olurlar. Böylece böbrekte kan akışını hızlandırarak idrar oluşumunu artırırlar. Prostoglandinler ağrı ve ateş oluşumuna sebep olurlar. Dolayısı ile prostoglandin prostoglandin sentezini engelleyen ilaçlar ağrı kesici ilaçlardır. Araşidonik asitten prostoglandin sentezini gerçekleştiren enzimler Cyclooxigenaz enzimleridir. NSAIDs (steroid olmayan ve enflamasyonu engelleyici ilaçlar) ilaçlar cyclooxigenaz (COX) enzimlerini engelleyerek prostoglandin sentezini durdururlar. Fakat bazı ağrı kesiciler COX1 ve COX2 enzimlerini birlikte engellerler. COX1 enzimi mide ve barsaklardaki mukozanın regenerasyonunda rol oynarlar ve dolayısıyla bu enzimi engelleyen ilaçlar mide kanaması gibi yan etki yaparlar. Fakat Celebrex adı verilen ağrı kesici ilaç COX2 enzimini engellerken COX1 enzimini bloke etmezler. Bu yüzden eklem iltihabı tedavisinde Celebrex gibi ilaçlar daha etkilidir. Balıklarda Dolaşım Sistemi Balıklar omurgalılar içerisinde en basit kalp yapısına sahiptir. İki odacıklı kalp bir kulakçık (Atrium) ve bir karıncık (ventrikül)’dan oluşur. Bu iki odacık arasında basit yapılı bir kapak bulunur. Kalpte bulunan kan conus arteriosus denen damar ile kalpten pompalanarak solungaçlara gönderilir. Conus arteriosusu diğer omurgalılardaki aorta benzer. Solungaçlarda O2 alınıp CO2 verildikten sonra oksijenize edilen kan vücudun organlarını beslemek üzere vücuda gider. Dokularda besin, gaz ve atık maddelerin değişimi yapılır. Görüldüğü gibi solungaçlarda temizlenen kan kalbe dönmeden direkt dokulara gider. Dokulardan gelen kan ise sinus venosus ile kalbin atriumuna gelir ve buradan tekrar solungaçlara pompalanır ve dolaşım böyle devam eder. Balılarda dakikadai kalp atış sayısı geniş bir aralığa sahiptir (60–240). Bu durum suyun sıcaklığına ve balığın türüne göre değişir. Düşük sıcaklıklarda kalp atışı azalırken yüksek sıcaklıklarda artar. Amfibi ve Reptillerde Dolaşım 3 odacıklı kalp bulunur. Kalp 2 atrium ve 1 ventrikülden müteşekkildir. Timsahların kalplerinin 4 odacıkları olduğundan bahsedilir. Fakat timsahların karıncıkları arasındaki bölme tam değildir. Bu septum üzerinde foramen panizza denen bir delik bulunur. Ventrikülden çıkan kan 2 yol izler. Bir taraftan akciğer atardamarı ile akciğere giderken diğer taraftan dallanmış olan aort ile tüm vücuda gönderilir. Akciğerdedn gelen oksijenize kan pulmener ven ile sol artriuma geçerken vücuttan dönen deoksijenize kan sinus venosus ile sağ artriuma geçer. Her iki artrium da tek bir ventrikle açılır ve böylece akciğerden gelen oksijenize kan ile vücuttan gelen deoksijenize akn karıncıkta birbirine karışır. Dolayısıyla vücut organlarına tamamen oksijene doymuş kan ulaştırılamaz. Bu yüzden bu dolaşım sistemi kuş ve memelilerde görülen 4 odacıklı sisteme göre daha az etkiliir. Oysa oksijenize ve deoksijenize kanın ayrıldığı 4 odacıklı kalpte vücut organlarına oksijene doymuş olan kan gönderilir. Bu yüzden kuş ve memeli gibi organizmalarda metabolizma hızı daha yüksektir. Fakat amphibi ve reptil gibi fazla yüksek metabolizmaya ihtiyaç duymayan hayvanlar için bu 3 odacıklı kalbe sahip dolaşım sistemi ihtiyacı karşılayabilmektedir. Genellikle oksijenize ve deoksijenize kanın karıştığı hayvanlar poikloterm hayvanlardır. Yani vücut ısıları çevre ısısına bağlı olarak değişim gösterir. Oysa 4 odacıklı kalbe sahip olan ve oksijenize ve deoksijenize kanın karışmadığı organizmalar homoiterm organizmalar olarak bilinirler ve vücut ısıları ortam sıcaklığına bağlı olarak değişmez ve vücutta nispeten homojen bir ısı dağılımı görülür. Amfibi ve reptillerin kalp atış sayısı sıcaklığa bağlı olarak değişim gösterir. Sıcaklık Ortalama kalp atış (ºC) 10 18 28 40 sayısı 1-8 15-20 24-40 Geri dönüşü olmayan kalp hasarı oluşur. Kuş ve memelilerde 2 kulakçık ve 2 karıncık olmak üzere 4 odacıklı bir kalp vardır. Yani oksijenize ve deoksijenize kan atrium ve ventriküller arasındaki septumlar yüzünden karışmazlar ve böylece hayvanlar alemi içerisindeki en etkili dolaşım sistemi ortaya çıkar. Vücutta kullanılan kan alt ve üst toplardamarlarla kalbin sağ atriumuna ve oradan da sağ ventriküle geçer. Ventriküler kontraksiyon ile karıncıkta sıkışan kan kulakçık ve karıncık arasındaki triküspit kapakların kapanması yüzünden geri dönemez ve buradan akciğer atardamarı ile sağ ve sol akciğere gider. Burada akciğer kılcallarında bulunan çok sayıda kılcal damar aracılığıyla etkili bir gaz değişimi olur ve oksijene doymuş olan kan akciğer toplardamarıyla kalbin sol kulakçığına oradan da biküstip kapaklar ile sağ karıncığa geçer. Biküspit kapakların kapanmasıyla geri dönemeyen kan karıncıkta sıkışır ventriküler kotraksiyon ile oluşan güçlü basınçla aprtik semilunar kapakların açılmasıyla aorta ve oradan da bütün vücuda pompalanır. Aort esnek ve genişleyebilen etkili bir atardamardır. Vücudun en kuvvetli atardamarıdır. Karıncık duvarlarının oluşturduğu güçlü basınca dayanabilir. Böylece vücuda pompalanan kan doku ve organlara gittikçe çapları gittikçe azalan atardamarlara ve en nihayetinde arteriyollere kadar dallanır. Arteriol kapiller damar dediğimiz kılcal damarların girişinde bulunur. Ve kan kapiller damara geçer ve oradan da toplardamarın venül ucuna girer. Venüller venlere, venler de venalara direne olarak dokularda deoksijenize olan kanı toplayıp vena cava superior ve vena cava inferior denen büyük toplardamarlarla kalbin sağ kulakçığına dökülür ve dolaşım süreci yeniden başlar. Böylece akciğere gide kan oksijenlenerek tekrar kalbe döner. Bu şekilde oksijen bakımından zenginleştirilebilen kan vücut ısısını ayarlayabilme (Termoregülasyon) görevi yapar ve vücut ısısının korunmasını sağlar. Bu dolaşım sistemi kuş ve memelilerin hepsinde görülür. Burada insandaki dolaşım sistemi esas alınarak bu sitemin unsurları ayrıntılı olarak ele alınacaktır. İnsandaki Dolaşım Sistemi İnsanda dolaşım sistemi. Kalp, Damarlar (atar, toplar ve kılcal olmak üzere) ve Kandan oluşur İnsan Kalbinin Yapısı Ve Fonksiyonu İnsan kalbi mediastinum boşluğu içerisinde tepesi aşağıda tabanı yukarıda bir koni şeklinde yerleşmiştir. Kalbin 2/3’lük kısmı vücut orta düzleminin sol tarafında 1/3’ü ise sağında yer alır. Kalbe kan getiren ve götüren damarlar bazal kısımda ter alır. Kalp 2 atrium ve 2 ventrikülden meydana gelmiştir. Kalbin sağ tarafına sağ kalp, sol tarafına ise sol kalp adı verilir. Sağ artrium ile sağ ventrikül ve sol artrium ile de sol ventrikül arasında valva artrioventrikülare adı verilen kapaklar bulur. Bu kapaklar artriumdan ventriküllere doğru açılırken tersi yönde kapanır ve kanın tekrar artriuma geçişini engellerler. Bu kapakçıklar cordo tendinae denen bağlarla Papiller kaslar denen ve karıncıkta bulunan kaslara bağlıdır. Papiller kasların kasılmasıyla cordo tendinae kapakların açılmasını sağlar ve böylece kulakçıklardaki kan karıncıklara akar. Kasların gevşemesiyle kapaklar kapanır ve kan tekrar kulakçığa geçemez. Karıncığın duvarındaki kasların kasılmasıyla ventriküler kontaraksiyon gerçekleşir ve bu basınç yardımıyla sağ karıncıktaki kan akciğer atardamarındaki yarımay kapaklarını geçerek akciğere sol karıncıktaki kan ise aortik yarımay kapaklarını geçerek tüm vücuda pompalanır. Sol karıncık duvarındaki kaslar daha güçlüdür. Sol karıncık bu yüzden kanı daha yüksek bir basınçla pompalar. Hem akciğer atardamarındaki ve hem de aort damarındaki yarımay kapakları kanın geriye dönmesine izin vermezler. Kalbe girip çıkan damarlara baktığımız zaman kalbin sağ kulakçığına 3 tane toplardamarın açıldığını görürüz. Bunlardan büyük olan 2 tanesi üst ve alt ana toplardamarlardır (Vena cava superior ve inferior). Ayrıca kalbin koroner dolaşımı sonucu deoksijenize hale gelen kan sinus venosus denen damarla kalbin sağ kulakçığına açılır. Kalbin sağ karıncığından akciğer atardamarı çıkar kalbe gelen venöz kanı akciğere götürür. Sol kulakçığa ise akciğerden oksijenize olarak gelen kan kalbe giriş yapar. Akciğerden gelen oksijenize kan kalbin sol kulakçığına akciğer toplardamarı ile getirilir. Akciğer toplardamarının 2 tanesi sağ akciğerden 2 tanesi de sol akciğerden gelerek kalbin sol kulakçığına açılır. Sol kulakçıktaki kan biküspit kapaklarla sol karıncığa oradan da yarımay kapakları ile aort atardamarına ve oradan da bütün vücuda pompalanır. Kalbin yapısını bu şekilde özetledikten sonra vücuttaki dolaşım şekillerinden bahsedebiliriz. Vücutta temelde sistemik (büyük) ve pulmoner (küçük) dolaşım olmak üzere iki dolaşımdan bahsedilir. Ancak çeşitli organlardaki kan dolaşımları da ayrıca incelenebilir. Örneğin beyinde wilishalkası beyine özel bir şekilde kanı dağıtırken karaciğerde portal dolaşımdan söz edilebilir. Ayrıca insan fetüsünün kendine özgü bir dolaşımı söz konusudur. Buradaki dolaşım ise fötal dolaşım olarak bilinir. Koroner dolaşım ise kalbin kendi dokusunun beslenmesini ve bu sayede kalp kaslarının beslenmesini sağlayan bir sistemdir. Sistemik dolaşım: Sistemik dolaşım adından da anlaşılacağı gibi bütün vücut sistemlerine kanı taşıyabilen bir dolaşım sistemidir. Akciğerlerde oksijenize olan kan akciğer toplardamarlarıyla sol kulakçığa oradan da artrioventriküler kapakçıklar (Biküspit) ile sol karıncığa geçer. Sol karıncıktan yüksek bir basınçla aort atardamarı aracılıyla kalpten çıkan kan bir taraftan baş ve boyun bölgesine bir taraftan kollara diğer taraftan ise karın içi organlara ve bacaklara olmak üzere vücudun bütün doku ve organlarını dolaşarak doku hücreleri besler besin ve oksijeni hücrelere bırakır. CO2 alarak alt ve üst ana toplardamarları aracılığıyla kalbin sağ kulakçığına kadar getirir. İşte kanın vücuttaki bu dolaşımına sistemik dolaşım adı verilir. Pulmoner dolaşım ise vücutta deoksijenize hale gele bu kanın sağ kulakçıktan sağ karıncığa oradan da akciğer atardamarı ile sağ ve sol akciğere pompalandıktan sonra akciğer kılcallarında Oksijenize olarak akciğer toplardamarlarıyla kalbin sol kulakçığına dökülmesi olayına pulmoner dolaşım adı verilir. Koroner dolaşım kalp oksijenize kanı bütün vücuda pompaladığı gibi aortun hemen kaidesinden ayrılan iki tane koroner arter yardımıyla kendi dokusuna da oksijenize kanı iletir. Oksijenize kan sağ ve sol koroner arterlerden kalbin bütün dokusuna kadar dallanarak buradaki kılcal damarlar aracılığıyla dokularını besler. Bu kılcallar deoksijenize kanı venül ucuyla koroner venlere verir. Koroner venler deoksijenize kanı topladıktan sonra sinus koronaryus denen koroner sinus aracılığyla bu deoksijenize kanı kalbin sağ kulakçığına boşaltır. Böylece kalbin kendi dokusunun da beslenmesi sağlanmış olur. Kalbin histolojisine baktığımız zaman en dışta perikrdiyum adı verilen bir tabaka bulunur bu perikard zarının en dış kısmına pariyetal perikard iç yaprağına ise Kalp kası hücreleri olan cardiyomiyositler kalbin miyokart tabakasını oluşturur. Bu hücreler nispeten kısa ve dallanmış hücrelerdir. Bu hücreler 10–20µ ve uzunluğu ise 50–100µ arasındadır. Kalp kası hücresinde tek bir çekirdek bulunur ve bu çekirdek merkezi olarak yerleşmiştir. Miyofilamentler İskelet kasında olduğu gibi dizilmiştir. Böylece miyoflamentler alternat olarak yerleşmiş ve I (Isotrop, açık) ve A (Anizotrop, koyu) bandı oluşturmuştur. Kalp kası hücrelerinin miyofibrilleri sarkoplazmik retikulum tübülleri ile sarılmıştır. Fakat bu tübüller çok iyi organize olmamış ve terminal sisterneları da bulunmamaktadır. Kalp kası hücrelerinde de çok sayıda mitokondri bulunur. Sürekli kasılmak zorunda olan bu hücrelerin enerji ihtiyacı çok fazladır. Diğer iskelet kası hücrelerinden farklı olarak kalp kası hücrelerinde interkalar diskler adı verilen yapılar bulunur. Bu disklerdeki yapılar karşılıklı olarak birbirlerine geçmiş ve elektriksel olarak impuls iletilmesini sağlayabilecek şekilde yerleşmişlerdir. Bu elektriksel bağlantı bölgeleri konnekson adı verilen protein kanallardan meydana gelmiş ve komşu hücrelerin konneksonları karşılıklı olarak bir kanal oluşturararak iyonların bir hücreden diğerine geçişini kolaylaştırır. Bu kanal proteinlerinden iyonların kolay bir şekilde hücreler arasında geçebiliyor olması aksiyon potansiyelinin bir hücreden diğer hücreye direkt olarak geçişini sağlar ve böylece tüm kalp kası hücrelerinin tek bir birim halinde tek bir hücreymiş gibi aynı anda kasılıp gevşemesini sağlar ve bu olaya fonksiyonel sinsityum adı verilir. Kalbin iletim sistemi Kalbin impuls oluşturan ve iletebilen bir sitemi vardır. Bu sistemin elemanları sırasıyla Sinartrial düğüm, interartrial yol, atrioventriküler düğüm, düğümler arası yol, atrioventriküler demet veya His demeti ve purkinje fibrillerinden oluşur. Sinatrial düğüm sağ kulakçıkta vena cava superiorun girdiği yerde bulunan ve otoritmik olarak çalışabilen ve dakikada yaklaşık 75 tane impuls üretebilen hücre kitlesinden oluşmuştur. İnteratrial yol ise sağ kulakçıkta oluşan impulsun sol kulaçığa da iletilmesini sağlar. İnternodal yol ise sinatrial düğümde oluşan impulsların atrioventriküler düğüme iletilmesini sağlar. Atrioventriküler düğüm ise yine otoritmik impuls ileten hücre kitlesinden oluşmuştur. Av düğüm sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında bulunan triküspit kapağın üstünde yer alır. Bu düğümde impuls bir müddet geciktirilerek kulakçığın kasılmasına imkan sağlanır. AV demet veya His demeti Atrioventriküler septumun altında bulunur ve kulakçık ile karıncık arasındaki tek elektriksel bağlantı bölgesidir. AV demetlerin dalları ise impulsların interventriküler septum boyunca ilerlemesini sağlar. Daha sonra gelen purkinje fibrilleri ise kalbin apeks kısmına girerek buradan karıcıklara doğru dallanır. Böylece impulsun karıncıkların her tarafına yayılması sağlanır. Bu şekilde otoritmik hücreler tarafından üretilen impulslar kontraktil yani kasılabilen hücrelere iletilirler. İmpulsların kontraktil hücrelere ulaşması elektriksel bir olaydır; bunun neticesinde kontraktil hücrelerin kasılması mekanik bir olaydır. Elektrokardiyografi Kalbin oluşturmuş olduğu impuls elektrotlar yardımıyla algılanarak bir ekran üzerinde veya bir kâğıt üzerine dalgalar halinde kaydedilebilir. Bu görüntü veya çıktılara elektrokardiyogram denir. Sağ bilek ve sol bileğe elektrotlar yerleştirdikten sonra kalbin çevresinde de deri üzerine üçgen oluşturacak şekilde elektrotlar yerleştirilir ve kalpten gelen impulslar kaydedilebilir. Sinatrial düğümdeki otoritmik hücrelerin oluşturduğu impuls dalgalar halinde ilerlerken EKG cihazıyla her bir bölgenin grafiği çizilir. Kulakçıklar kasıldığında P dalgası kaydedilir. Bu sırada impuls SA düğümden AV düğüme gelmiştir. İmpuls burada biraz geciktirilerek kulakçık kasılmasının tamamlanması sağlanır. Daha sonra his demetleriyle oradan da karıncıklara yayılan impulslar QRS dalgasının oluşmasını sağlar. Bu dalga ise karıncıkların depolarize olduğunu gösterir. En son T dalgası oluşur bu dalga ise karıncıkların gevşemesi anlamına gelir. EKG sonucunda P dalgasının olmaması atrial fibrilasyona QRS dalgasının alınmaması ise venriküler fibrilosyona işarettir. Şekil: Normal sinus ritmini gösteren EKG Şekil: EKG dalgalarının oluşumu. Ventriküler fibrilasyon hastalığında kalp ritmi düzenli değildir. Analiz edilebilecek dalga kompleksleri yoktur. Kalp atış sayısı ölçülemez. P dalgası bulunmaz. QRS kompleksi de görülmez. Şekil: Atrial fibrilasyonlu hastada EKG grafisi Şekil: Ventriküler fibrilasyou olan hastaya ait EKG. Kalbin ürettiği aksiyon potansiyeli: Kalbin impuls ileten sisteminde (İntrinsik iletim sistemi) içerisinde bulunan otoritmik hücreler kalbin her tarafına yayılan ve kontraktil hücrelerin kasılmasını sağlayan aksiyon potansiyeli oluşturur. Otoritmik hücreler tarafından üretilen aksiyon potansiyeli gap junction denen sıkı bağlantı bölgeleri aracılığıyla kontraktil hücrelere doğru yayılır. Şekil: Otoritmik hücrelerin aksiyon potansiyeli oluşturması ve bu dalganın kontraktil hücrelere yayılması (© 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings). Eğer depolarizasyon dalgası eşik değerine ulaşırsa kontraktil hücreler Önce depolarize sonra repolarize olarak aksiyon potansiyeli oluştururlar. Bu kontraktil hücreler depolarizasyondan sonra kasılır repolarizasyondan sonra ise gevşer. Otoritmik hücrede aksiyon potansiyelinin oluşması: Otoritmik hücrede yavaşça hücreye giren Na iyonları ve dışarı sızan K iyonlarının azalması yüzünden Otoritmik hücreler depolaze olmaya başlar. İçeriye sodyum sızması yüzünden membranın iç tarafındaki negatiflik azalır ve pacemaker potansiyeli oluşur. Eşik değerine ulaşıldıktan sonra hızı Ca kanalları açılarak kalsiyum içeri girmeye başlar. Kalsiyumun içeriye girmesi hızla yükselen bir faz (aksiyon potansiyeli) oluşturur. Daha sonra K iyonları hızla dışarı sızmaya başlar ve repolarizasyon gerçekleşir. Ardından Ca pompası çalışarak Ca iyonlarını dışarı verirken Na/K pompası sodyumu dışarı verip potasyumu içeri alır. Dinlenme durumundaki kontraktil hücre Şekil: Aksiyon potansiyeli oluşturacak olan otoritmik hücrenin zarında bulunan iyon kanalları ve otoritmik hücreden iyon akışını ve dolayısıyla aksiyon potansiyelini kontraktil hücreye aktaracak olan sıkı bağlantı bölgesi (© 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings). Kontraktil hücrede aksiyon potansiyelinin oluşması Yukardaki şekilde görüldüğü gibi kontraktil hücrenin zarında hızlı sodyum kanalı, potasyum kanalı ve yavaş kalsiyum kanalı bulunur. Ayrıca bu hücrede sarkoplazmik retikulumda depolanmış Ca iyonları mevcuttur. Otoritmik hücrelerdeki protein kanallardan kontraktil hücreye doğru Na ve Ca iyonlarının geçişi bu hücrede hafif bir voltaj değişimi oluşturarak depolarizasyonun başlamasına neden olur. Bu voltaj değişimi voltajla düzenlenen hızlı sodyum kanallarının açılmasına neden olur. Böylece sodyum iyonları içeriye dolar ve depolarizasyon meydana gelir ve membran potansiyeli tersine döner. Bu depolarizasyon dalgası aynı zamanda yavaş kalsiyum kanallarının da açılmasına ve böylece hücreye hem ektrasellüler ortamdan hem de sarkoplazmik retikulumdan kalsiyum iyonlarının girişine sebep olur. Bu sırada potasyum iyonlarıda dışarı çıkmaya başlar. Yavaş Ca iyonları dışarı çıkan potasyum iyonlarını bir dereceye kadar dengeler. Böylece aksiyon potansiyelini takiben bir miktar Plato evresi oluşur. Hücre içerisindeki kalsiyum artışı kas kasılmasını başlatır. K kanalları açıkken Ca kanalları kapalıdır. Bu durum membranı tekrar polarizasyon durumuna getirir. Potasyumun bu hızlıca dışarı çıkışı depolarizasyona neden olur. Ayrıca repolarizasyon sırasında Ca pompaları aktif olarak Ca iyonlarını ekstrasellüler ortama ve SR’a geri pompalar. Yine bu sırada Na/K pompası Na’ dışarı pompalarken K’u içeri alır. Şekil: Otoritmik hücre ve kontraktil hücredeki aksiyon potansiyelelrinin grafiği (© 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings). Kardiyak output (Kalp debisi):Her bir ventrikülün 1 dakika içerisinde pompaladığı kan miktarına kardiyak debi ve ya kalp debisi denir. Kardiyak debi kalp atış sayısı ve atış volümüyle doğru orantılıdır. CO= Atış volümü x Dakikadaki kalp atış sayısı Kalp atış sayısı dinlenme durumundaki bir erginde dakikada 75’dir. Atış volümü ise her bir kalp atımı sırasında her bir karıncığın pompaladığı kan miktarıdır. Bu da yaklaşık dinlenen bir erginde 70 ml ‘dir. SV (Stroke volume: Vuruş volümü) son diastolik volüm (120 ml) ile son sistolik volümün (50ml) farkına eşittir. Vuruş volümü ile ilgili uygulamalar. KAN DAMARLARI Vücuttaki belli başlı kan damarları Arter, ven ve kapiller damarlardır. Bunlardan atardamar oksijenize kanı kalpten vücuda doğru pompalarken venler vücuttaki deoksijenize kanı kalbe getirir. Gerek arter ve gerekse venler 3 tabakadan oluşmuşlardır. Damarların en iç tabakası intima tabakası adını alır ve tek katlı yassı epitelden yapılmıştır. Buraya endotel de denir. Orta tabaka T. Media adını alır. Bu tabakada çok miktarda düz kas bulunur. Bu tabakanın kalınlığı arter duvarında venin duvarına göre çok daha kalındır. En dış tabaka olan T. Adventisia ise venin duvarında daha kalındır. Bir bütün olarak ele alırsak venlerin duvarı arter duvarına göre daha incedir. Fakat Toplardamarların lümeni daha geniştir. Ayrıca büyük venlerde kan basıncı çok düşük olduğu için kanın tek yönlü hareketini sağlayan kapaklar vardır. Kılcal damar duvarında sadece endotel tabakası bulunur yani sadece T. İntimadan meydana gelmiştir. Damarın duvarı gözenekli bir yapıya sahiptir. Böylece kılcal damarla doku hücreleri arasında madde alışverişi sağlanır. Arterler kalpten uzaklaştıkça elastik arter kaslı arter ve en son arteriole dönüşürler. Elastik arterler kalbe en yakın bulunan atardamarlardır ve kalp kanı vücuda pompalarken en yüksek basınca bu arterler maruz kalırlar. Yapılarında çok miktarda elastin proteini bulunur. Bu elastin bu damarların genişlemesini sağlar. Kalp gevşediği zaman tekrar büzülerek kanın ileri doğru itilmesi sağlanır. Aort atardamarının kalın media tabakası ve tabakada yer alan elastin aortun yüksek basınç değişimlerine dayanabilmesini mümkün kılar. Kaslı arter kanı vücudun belirli organlarına ileten arterdir. Tunika media tabakasında kas miktarı fazla elastin miktarı azdır. Bu durum bu muskuler arterin aktif olarak kasılıp gevşemesini sağlar. Kan damarlarının çapındaki küçük değişiklikler kan akımını ve kan basıncını büyük ölçüde etkiler. Elastik arterde daha yüksek olan kan basıncı musküler arterde biraz azalır. Arteriyol ise daha küçük çaplı arterlerdir. Yinede her üç tabakaya sahiptir. T. Media tabakası başlıca düz kaslardan oluşmuştur. Kapiller Şekil: Dolaşım sisteminin damarlarının organizasyonu Kapiller Şekil: Arter ve venin tabakaları ve mukayese edilmesi Şekil: Kapiller yatağın giriş ve çıkışında bulunan arteriol ve venül. Arteriol oksijenize kanı kapiller yatağa pompalar. Dokuyu besleyen kan daha sonra kapiller yatağın venül ucuna direne olur. Kapiller yatağın arteriol tarafında prekapiller sifinkter denen kaslı kapaklar mevcuttur. Bu kapaklar kapiller yatağa girmesi gereken kan miktarını ayarlar. İhtiyaç durumunda bu kapaklar açılarak kapiller yatağa bolca kan girişi sağlanır. İhtiyaç olmadığında da kapaklar kapanarak doku kılcalına giren kan miktarı azaltılır. Böylece vücudun hangi bölgelerine ne kadar kan gideceği belirlenmiş olu ve duruma göre kan akışı yeniden düzenlenebilir. Örneğin stres durumunda bazı organlara giden kan miktarı artarken bazı organlara giden kan miktarı azaltılabilir. Arteriollerde kan basıncı belirgin bir şekilde azalır ve arteriolde kan akışına karşı direnç fazladır. Kapiller tabakası tek tabakadan oluşmuştur. Böylece doku ile madde alışverişi mümkün olur. Kapiler damarlarda kan basıncı iyice azalır. Yine de kandaki çözünmüş maddelerin interstisiyal sıvıya süzülmesini sağlar. Eğer burada basınç yükselirse kapiller damarların yırtılmasına sebep olabilir. Venüller ise kapillerdeki kanı alır ve venülde basınç iyice azalmıştır. Venüller ise venlere direne olur. Venlerin duvarında her üç tabakada bulunur. Arterlere göre duvarları daha ince fakat lümenleri daha geniştir. En geniş tabakası T. adventisiya tabakasıdır. Toplardamardaki basıncın düşük olması kanın hareketi için ilave bazı göçler gerektirir. Bunun için venlerin içerisinde kan hareketine yardımcı olan kapaklar vardır. Ayrıca damar etrafındaki kaslar musküle bir pompa olarak akışa yardımcı olur. Göğüs bölgesindeki solunum pompası da toplardamar içerisinde kan hareketine yardımcı olur. Venöz kapaklar menteşe gibi intima tabakasına yerleşmiştir. Özellikle bacaklar ve kollar gibi kanın aşağıdan yukarı doğru hareket etmesi gereken üyelerde bolca bulunur. Bu kapaklar kanın tek yönde ilerlemesini sağlarken geri dönmesini engeller. Böylece kanın kalbe doğru yönelmesi sağlanır. Damarların etrafındaki iskelet kasları da damarı sıkıştırarak kan akışına yardımcı olur. Solunum pompası şu şekilde iş görürü. Nefes alma (inhalasyon) sırasında göğüs boşluğunda basınç azalır. Abdominal boşluktaki basınç ise artar. Bu basınç abdominal venleri sıkıştırarak kanın yukarı doğru akışını sağlar. Kan basıncı damarın damar duvarına yaptığı basınca denir. Kalbin pompalama hareketi kan akışı oluşturur. Bu kan akışı damar duvarından kaynaklanan bir dirence maruz karırsa kan basıncı ortaya çıkar. Damar lümeninin orta kısmında hareket eden kan hücreleri damar duvarına yakın hareket eden hücrelere göre daha hızlı hareket ederler. Bu akışa laminar flow adı verilir ve bu akım kan ve damar duvarı arasındaki sürtünmeden kaynaklanır. Nabız ölçtüğümüz sırada her kalp atışı sırasında dalagalanma sösteren bu kan basıncını hissederiz. Aslında nabız olarak hissettiğimiz şey kalpten çıkarak atardamarlar bouyunca ilerleyen basınç dalgasıdır. Kan tarafından damar duvarına uygulanan maksimum basınca sistolik basınç adı verilir. Bu durum ventriküler systol (Kasılma) neticesinde ortaya çıkar. Normalde yaklaşık 120 mmHg dır. Dikrotik notç : Kan akışının doğrusallığını engellendiği ve kısa bir süre geri akımın olduğu durumdur. Ventriküller gevşeyip aortik semilunar kapakların kapandığı sırada ortaya çıkar. Diastolik basınç: arterdeki en düşük basınçtır. Ventriküler diastolden (Gevşeme) kaynaklanır. Yaklıaşık normalde 80 mmHg’dır. Nabız basıncı: sistolik ve diyastolik basınç arasındaki farka denir. Ortalama arter basıncı: Arterlerde hesaplanan ortalama basınca denir. OAB= Diastolik basınç+ 1/3 Nabız basıncı Kan basıncı nasıl ölçülür: Tansiyon aletinin Manşeti brachial arter üzerine gelecek şekilde kola yerleştirilir. Bir pompa yardımıyla manşet şişirilerek bırakiyal arterin büzülerek kan akışının geçici olarak engelelnmesi sağlanır. Çünkü bu sırada manşet ieçrisindeki basınç damar içerisindeki basınçtan yüksektir ve bu yüzden arter kapanır. Manşet içerisindeki basınç tedrici olarak düşürülünce damar yavaş yavaş açılır ve kan akışı yeniden başlar. Kan akışı çalkantılı olduğu için kan akmaya başladığında kulağımıza taktığımız stetoskoptan sesi duyarız. Bu ilk sesin duyulduğu anda sistolik basıncı alırız. Bir müddet sonra kan akışı normal seyrine ulaşır ve ses kesilir. Bu sesin kesildiği anada ise diastolik basıncı ölçmüş oluruz. KAN BASINCINI FAKTÖRLER ETKİLEYEN Periferal Direnç kan basıncını etkiler. Kan hücreleri ve plazma damar içerisinden geçerken damar duvarıyla temas ettiğinde periferal dirençle karşılaşır. Damar duvarındaki direnç artarsa kan akışını sağlamak için daha fazla basınca ihtiyaç olur. Periferal direnç başlıca 3 sebepten kaynaklanır 1.Damar çapı 2.kanın viskozitesi 3.Toplam damar uzunluğu Kan damarını kasılması kan basıncını arttırır. damar çapı vazomotor ipliklerle aktif olarak düzenlenir. Sempatik sinir iplikleri damar duvarındaki düz kasları innerve eder. Vazomotor iplikler kasa nörepinefrin salgılar damarların daralmasına neden olur. Epinefrin, Angiotensin II ve Vasopressin vasokontriksiyona sebep olur. Kanın viskozitesi arttığı zaman damar duvarı tarafınadan daha büyük bir dirençle karşılaşır ve böylece kan basıncı artar. Örneğin 2 tane enjektör alıp birine 100 ml su diğerine ise 100 ml yağ koysak suyun daha az bir kuvvet uygulanarak hızla enjektörün ucundan aktığı görülür oysa yağı enjektörden çıkarabilmek için daha fazla bir kuvvet uygulamak gerekir ve yağın çıkışı daha güç olur. Mesela hematokrit değerinin artması viskoziteyi arttırrır. Böylece damar duvarından daha büyük bir dirençle karşılaşılır ve kanın akışının sürdürülebilmesi için daha büyük bir basınç gerekeceğinden kan basıncı artar. Vücutta yağ dokusu arttığı zaman bu dokuya kan sağlayan damar miktarı artar ve bu durum vücuttaki toplam damar uzunluğunun daha da artmasına neden olur. Damar uzunluğu ne kadar artarsa o kadar fazla bir dirençle karşılaşılır ve böylece bu direnci yenmek için daha büyük bir basınç uygulanması gerekeceğinden kan basıncı artar. Damar duvarının elastik olması sistolik basınçtan kaynaklanan şokları absorbe eder ve elastik arterlerde bu yüzden kan akışı kolay olur. Arterosiklorozi denen damar sertliğinde ise kalsifiye olmuş ve sertleşmiş damar daha fazla genişleyemez. Bu yüzden damar duvarındaki basınç artar. Her hangi bir su şebeke sisteminde su volümü artarsa boruların duvarına doğru daha kuvvetli bir basınç oluşur. Tıpkı bunun gibi vücutta kan volümü arttığında damar duvarına uygulanan kuvvet dahada artar, bu durum kan basıncını yükseltir. Aşırı terleme sırasında kan volumü azalır ve kan basıncı bir miktar düşer, fakat uzun süreli mekanizma ile bu durum düzeltilir. Aynı şekilde aşırı tuzlu yemek yedikten sona su alımı artacağından kan volümü artar ve kan basıncı yükseli ve yine uzun süreli mekanizma ile kan basıncı ayarlanır. Kalp debisi de kan basıncını arttırır. Kalp atış sayısı azaldığı zaman kalp debisi azalır ve kan basıncı da buna bağlı olarak düşer. Tersine kalp atış sayısının artması kalp debisini arttırır. Ve dolayısıyla kan basıncı da artar. Vuruş volümü de kan basıncını etkiler. Vuruş volümü azaldığı zaman (Mesela kalbe dönen venöz kanın azalmasıyla) kalp debisi azalır ve dolayısıyla kan basıncı azalır. Tersine kalbe gelen venöz kanın amiktarının artması veya kasılmanın artması yüzünden vuruş völümü artarsa kalp debisi artar ve netice de kan basıncı yükselir. Kan basıncının düzenlenmesi Günlük ativitelere bağlı olarak kan basıncında zamanla değişimler gözlenir. Kan basıncı her zaman aynı değerde değildir. Örneğinin yoğun egzersiden sonra ölçülen kan basıncı değeriyle yataktan kalktıktan hemen sonraki kan basıncı değerleri ayı değildir. Günlük faaliyetlere bağlı olarak kan basıncında artma ve azalma yönünde değişimler gerçekleşebilir. Ekzerisiz sırasında kaslara daha fazla oksijen besin iletilmesi gerekir bu durumda vuruş volümünün ve klap atış sayısının dolayısıyla da kardiyak debinin artması gerekir. Bütün bunların neticesinde kan basıncı da yükselir. Fakat diğer fizyolojik koşullar için olduğu gibi kan basıncının ayarlanmasında da vücudun bir regülasyon sistemi vardır. Yükselen kan basıncının kısa süreli regülasyonu: Kan basıncı yükseldiği zaman arterlerin duvarları gerilmeye başlar. Şah damarlarının sinüslerinde, aoortta ve baş boyun bölgesindeki diğer arterlerde bulunan baroreseptörler uyarılır. Bu şekilde bu reseptörlerde yoğunlaşan impulslar beynin kan basıncını ayarlayan merkezlerine gider. Baroreseptörlerden gelen impulslar beyni uyaraır ve neticede sempatik aktivite yavaşlarken parasempatik aktivite hızlanır. Hızlanmış olan kalp atışları yavaşlar. Arteriyal damar çapı genişler ve neticede kan basıncı düşer.