Ekonomik Yaklaşım Cilt: 5, Sayı: 14, 1994 KÜRESELLEŞME TARTIŞMALARI ÜZERİNE BAZI NOTLAR Levent SANİN* I- GİRİŞ Uluslararası ekonomik ve politik olaylara heterodoks analiz yöntemleri ile bakmaya çalışanlar, yüzyılımız~n son büyük eğilimi için, "küreselleşme" tan~sında bulunmaktadır. Küreselleşme hakkındaki retorik yaygınlaştıkça, kelime, bazen "dünya ile birlikte hareket. ... " cümlesi içinde, ulus devletin egemenlik alanını sınırlayan bir eşiği ima etmekte, bazen de, "uluslararası rekabete açılmayı..." ikame etmektedir. Dışa açıklık, entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramlan da sırtıayan küreselleşmeye yüklenen anlam genişliği insanlığın ikibinli yılların şa­ fağındaki "yeni çağdan" çok şey beklemesine uygun düşmekle birlikte, kavram olarak içeriğinin de henüz kesinleştirilemediğinin bir delili olmaktadır. Kavram kargaşasından kurtulmak için, öncelikle, dışa açıklık, entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık üzerinde kısaca durmakta yarar olabilir. Bir ekonominin dışa açılması, uluslararası ticaret ve faktör hareketleri önündeki engelleri kaldırmasıyla kendini belli etmektedir. Serbest ticaret koşullarında, ithalat ve ihracatın artması beklendiğinden, dış ticaret hacminin milli gelire oranı çoğu kez dışa açıklığın bir göstergesi olarak kabul edilir. Ancak dışa açık bir ekonominin zorunlu olarak uluslararası sisteme * Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü Levent SANİN 98 entegre olması gerekmeyebilir. Kaldı ki, uluslararası ekonomik entegrasyon da oldukça tartışmalı ve muğlak tanırnlara sahiptir. Her ne kadar, gümrük tarifeleri ve tarife dışı engeller türünden mal ve/veya faktör akışkanlığını zorlaştıran uygulamaların yokluğu, her çeşit entegrasyon tanımının ortak paydası ise de, kaynakların etkin kullanımının mekansal sınırlılığı ile ulusal ekonomiler arasındaki işbölümü ilişkisinin yoğunluk ve kararlılık göstermesindeki ağırlık değişmektedir. Entegrasyon kavramı üzerinde kargaşa yaratan bir başka mesele de, kelimenin farklı yer ve zamanlarda yeni içerikler kazanmasıdır. Örneğin, entegrasyon gelişmiş sanayi ülkeleri için rekabet şansını artıran daha karlı yeni teknolojilerle tanışmak, az gelişmiş ülkeler için ise, ekonomik gelişmenin bir aracı olarak algılanabilmektedir. Sovyet Bloğunun, çözülüşünden önce, merkezi kumanda ekonomileri için, entegrasyon bir takım ekonomik faaliyetlerde ülkelerarası işbölümü temelinde plan ölçeklerinin genişlemesine tekabül etmektey di. Ancak, bir tanım üzerinde fikir birliğine vanldığı varsayılsa bile, hala "vatandaşların, piyasaların, üretimin, tüketimin, malların, hizmetlerin, bölgelerin, faktörlerin, paranın mı entegre olduğu" sorusu yanıtsız kalmaktadır. Benzer biçinıde, uluslararası ekonomik entegrasyonun derinleşmesi, duraklaması ve gerilemesinin ölçütleri de kesinlik kazanmış sayılamaz. Entegrasyonu bırakıp karşılıklı bağımlılığa dönersek, etkileşimin edici bir özellik olarak takdim edildiğini görürüz : Buna göre, eğer ülkelerden birinin ekonomik gelişimi diğer ülke veya ülkeler grubunun ekonomik durum ve politikalarından belirgin biçimde etkileniyorsa, bu ekanomilerin bir düzeyde karşılıklı bağımlı olduklarından söz etmek gerekecektir. ayırd dahi anlam ve ağırlıkları kesin olarak netleşmemişken, küreselleşmenin hepsini içermesi ve/veya ikame etmesi ne yazık ki sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Henüz bu kavramların Her ne kadar, küreselleşme kelimesi, uluslararası kapitalizmin sezgisel olarak algılanan farklı bir evresine atfen telaffuz ediliyorsa da, nelerin, niçin ve nasıl değiştiğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu yeni çalışmada eğilimler ile, ise, küreselleşmenin semptomları olması bunların kuramsal izdüşümleri üzerinde muhtemel durulacaktır. Ekonomik 99 Yaklaşım II- KÜRESELLEŞME SORUNSALI Frank-Baran-Wallerstein Neo-Marksist okulunun merkez-çevre, Ortodoks Marksizmin, emperyalist-sömürge veya Neo-Klasik iktisactın gelişmişlik-azgelişmişlik ikilemleri, nihai olarak iktisadi fenomenin bir uluslararası ekonomi uzayında oluştuğunu vurgulamaktadır. Kapitalizmin, kendinden önceki toplumsal formasyonlardan farklı olarak, politik görüntüsünün denetleyebildiği bir coğrafyadan çok daha geniş bir alan içinde, ekonomik faktörlere ekonomik kaynakları işieyebilme şansı verdiği göz önüne alınırsa (Wallance, 1990:5), farklı ekonomik gelişme düzeylerinin ortaya çıkışının sorgulanması anlaşılabilir bir çaba olmaktadır. Ancak, yukanda adı geçen bütün kuramlar için, bir dünya ekonomisi, ulusal ekonomiler ve onları çevreleyen ulusal devletlerin hiyerarşik bir dizgesinden oluşan bir uluslararası ekonomi alanıdır. Dış ticarete konu olan mallar ve onların fiyatlarının belirlenişi, ulusal ekonomilerin uluslararası iş­ bölümünde aldıklan rolü de büyük ölçüde belirlemektedir. Ticaret-refah, karşılıklı etkileşim içinde, ulusal ekonomiler arası bağımlılığı artırmakla birlikte uluslararası ilişkilerin bütünü hala stratejik tiptedir. Başk;ı bir ifadeyle, politik ve iktisadi ilişkilerde ulusal ve uluslararası "çatı" göreli olarak ayrılmıştır. Uluslararası ekonomi, ulusal ekonomi politikalarının vesayetinde olup, uluslararası ekonomik fenomen aslında ulusal ekonomilerin "aşikar" başarısı olarak belirmekte, uluslararası ekonomik düzen de, ulusal olarak konuşlanmış bir dizi işlevler bütününden ibaret kalmaktadır. (Hirst and Thompson, 1992:360). Kısaca, tanımlanan bu çerçeve, uluslararası ekonomiyi ulusal ekanomilerin bir kesişimi olarak kavramsallaştırılmasını mümkün kılmıştır. Bu yaklaşımda ekonominin dışa açık veya dışarıdan etkilenebilen kesimlerinin göreli küçüklüğü, hükümet etmenin farklı alanları olarak ulusal ve uluslararasının ayrıştınlabilmesini kolaylaştırmıştır. Ancak, politika etkinliklerinin menziline yansıyan bu farklılık, dünya işbölümü hiyerarşisi içindeki konumunu benimsemeyen ulus devletlere, uzun dönemli toplumsal hedefler için, ulusal ekonomiyi özerk politikalarla yönetme özgürlüğü ve fırsatı da verebilmektedir. I. ve II. Dünya Savaşları arifesindeki milliyetçilik-korumacılık-sanayileşme gibi ekonomi politikası tercihleri, güç rekabetine ve sistem üzerinde gerilime neden olmuştur. Uluslararası nelinde, bunların ekonomik ilişkilerin kesintisiz sürebilmesi ise dünya geişleyişini gözeten ve düzenleyen hegemonik, bir merkez Levent SANİN 100 ile çok taraflı otomatik denkleşme mekanizmasının varlığını gerektirmiştir. Böylece I. ve II. Dünya Savaşı sonrası, uluslararası ekonomik düzen ulus devletlerin kendi içlerindeki güç dağılımı ve yapısı tarafından şekillenen, tek merkezli bir görünüm kazanmıştır. Pax Britannica güctürnündeki altın standardında, piyasa güçlerinin organize olmamış kendiliğinden hareketleri sonucu otomatik olarak işleyen denkleşme mekanizmaları söz konusu iken, II. Savaştan sonra, daha kıiia süren Pax America döneminde ise IBRD, IMF ve GATT gibi kurumsal mekanizmalada takviye edilen bir quasi otomatik denkleşme sistemi belirmiştir. Ancak uluslararası ekonominin istikrarını muhafaza edebilmesi, İngiltere ve ABD ulusal ekonomilerinin emsalsiz üretim performanslarını sürdürebilmelerine ve bunu sadece iktisadi değil, politik olarak da hegemonik güce tahvil eden ve bu gücü garanti altına alan yapılar oluşturabilmelerine bağlı kalmıştır. Yukarıda tasvir edilen böyle bir uluslararası ekonomiden, küresel bir ekonomi nasıl bir yükselen dalga olarak teşhis edilebilecektir. Hırst ve Thompson' a göre, bir küresel ekonomi kuramının filizlenmesi, uluslararası sistemin bir bütün olarak ulus devlet ve ulusal ekonomi temelinden bağımsızlaştığını gösteren değişkenler ve kategorilerin ayırd edilebilmesine bağhdır. (Hırst and Thompson, 1992:361): Ulusal ekonomiler arası bağımlılık arttıkça, uluslararası ekonomi otonomlaşarak küresel ekonomiye dönüşecektir. Bunun neticesinde, yurtiçi ve dışı ekonomik alanların göreli ayrımı önemini yitirecek, özel kesim ve ulusal devlet, geleneksel faaliyet ve hükümranlık alanlarında bile, uluslararası koşulları dikkate almak zorunda kalacaktır : Bu küresel ekonominin ilk önemli sonucu, uluslararası sistem içinde bir sevk ve idare sorunu doğurması olabilir. Ulus devletlerin, ekonomik politik hedeflerinin çakıştığı ve politikaları uyumlama çabalarına etken destek verecekleri varsayılsa bile, devasa hacimleriyle küresel piyasaları denetlernek ve düzenlemek, spekülatif beklentilerin, iletişim sistemlerinin hızlanması, bilgilenme süreçlerinin de benzeşmesi sonucu yaygınlaşması yüzünden giderek zorlaşmaktadır. Diğer bir güçlük, ortak politikalar üzerinde uzlaşı sağlansa dahi, ulus devlet bünyesindeki bölgeselyerel hükümet ve idarelerden uluslararası kuruluşlar düzeyine kadar uzanan çok geniş yelpazedeki politika icra odakları arasında eşgüdümün nasıl sağ­ istikrarı sağlayacak lanacağıdır. Küreselleşmenin zeyinde emeğin, ikinci sonucu olarak, uluslararası bir genellik düekonomik pazarlık ve politik etki gücünün azalması bek- Ekonomik Yaklaşım 101 lenebilir. Mal ve sermaye piyasalarının küreselleşmesine karşın bir üretim faktörü olarak emek hala büyük ölçüde hareketsizdir ve sendikal örgütler sektörel ve/veya ulusal ekonomi içinde korumacılığın sözcülüğünü üstlenmişlerdir. Nitelikli iş gücü, yeterli alt yapı, finansman kolaylığı ve politik istikrar gibi unsurlar, ülkelerarası sermayenin yönünü belirlemede hala önemlidir : Ancak uysal, örgütsüz ve düşük ücrete razı etmek gücüne sahip bölgelerin varlığı, emekçiler arasındaki rekabetin avantajlarından firmaları yararlandırdıkları ve sermaye üzerinde dünya ortalamasını aşmayan vergi politikaları benimsedikleri ölçüde sosyal demokrat stratejilere yaşama şansı verecebilir. Uluslararası ekonomiden küresel ekonomiye geçişin olası üçüncü sonucu, çokuluslu şirketlerin, ulusötesi şirketlere dönüşmeye başlamasıdır. Ulusötesi şirketler, daha güvenli ve yüksek gelir için, yer kürenin herhangi bir yerinde yerleşebilen, gerektiğinde üretim ve yönetimi başka coğ­ rafyalara kaydırma potansiyeli olan ve nihayet uluslararasılaşmış bürokratik aygıtlarıyla, belirgin bir ulusal kimliği olmayan yapılar olarak başı boş kapitalizmin cenini gibi kabul edilebilir. Dünya ölçeğincieki tüketici tercihlerinin muhatabı olan bu dev şirketlerin, üretim ve yatırım kararlarıyla, kendi iktisadi uzaylarında gerçekleştirdikleri "rasyonel" kaynak dağılımı, ulus devletlerin makro ekonomi ve endüstriyel politikalarının da sınırlarını etkileyecektir. Diğer yandan uluslararası sistemin kabuk değiştirerek hegemonik tek merkezden çok merkeze doğru devinmesi de küreselleşmenin son yansıması olabilir. Ancak, küresel ve uluslararası ekonomi için soyutlanan bu iki tip arasındaki sınır, fenomen boyutuna çoğu kez uygulanamamaktadır. Çünkü bu iki katagoriye ait olduğu varsayılan süreçlerin zorunlu biçimde ve her an karşılıklı olarak birbirine dışsal olması ve çelişınesi gerekmez. Bununla birlikte küreselleşmeye denk düşmesi muhtemel bazı kategorilerin belirlenmesi yararlı olabilir. III- ULUSAL ÜRETİMYERİNE ÜRETİMİN ULUSLARARASILAŞMASI Ulusal ekonomi, devletin teşvik edici, düzenleyeci ve koruyucu vesayeti altında sınırlı bir coğrafyada yerleşik faktör sahiplerinin katma değer yaratma faaliyetlerinin bütünü gibi görülebilir. Temelde ulus devletin eko- Levent SANİN 102 nomi politikalarının ana hedefi yurtiçi katma değeri maksimize edecek bir ulusal üretim hacmine ulaşmaktır. Günümüzde ulusal ekonomilerin uluslararası ekonomiye eklemlenmeleri, dış ticaret yoluyla ve yerel üretim faktörlerinden birinin göreli kıtlığı üretim için kısıt oluşturduğu ölçüde bölgelerarası, ülkelerarası- kıtalararası faktör hareketleriyle gerçekleşmektedir. Yurtiçinde katma değer yaratılması belli bir oranda sermaye/emek bileşimini gerektirmekte ve faktör ikamesinin sınırlı olması da, atıl kalan faktörü harekete zorlamaktadır. Ülkelerarası nüfus akışkanlığının ulus devletler tarafından engellendiği kabul edilirse aslında, hareket eden üretim faktörü sermaye olmaktadır. yollardan yapılmakla birlikte üretimle sermaye yatırımıdır (DYSY). Ulus devletlerin ulusal üreticilerin faaliyet alanlarını genişletmesine destek olmak için DYSY'na izin vermesi, çokuluslu şirket (ÇUŞ) tarihinin de baş­ langıcı olmuştur. 1939'a kadar, iki savaş öncesi döneminin gerilimine ve hazırlıklarına da bağlı olarak ana ülke hükümetleri, ÇUŞ'leri politik ve coğ­ rafi yayılmanın bir aracı, ev sahibi ülkelerin hükümetleri ise bu şirketleri yurtiçi ekonomik gelişme için gerekli bazı pazarların kurucusu ve kaynak arz edicisi olarak görmüştür. 1940'ların başından, 1980'lere kadar, dışarıya yönelen DYSY'nın ekonomi politiği, ad hoc pragmatik bir güdüsü oldu denilebilir. II. Dünya Savaşını izleyen 20 yıl, ABD dışındaki ülkelerin kaynak sorunu, başta Avrupa olmak üzere bir çok bölgede dışarıya yönelik sermaye akımlarını kısıtlayan kontrolların uygulanmasına yol açmıştır. Ancak, bu dönemde kökleri eskiye giden bazı çokuluslular, Avrupa dışı faaliyetleri için gerekli sermayeyi yine de bulabilmişlerdir. 1970'lere gelindiğinde çokuluslular etrafında dönen tartışmada ilgi DYSY'nin, sermaye ihraç eden ülkedeki istihdam etkisine ve ünlü regülasyon Q'ye kadar da ABD'nin nötr, DYSY politikasına yönelmiştir. (Dunning, 1992:89-94). Sermaye ihracı, çok değişik yakın ilişkide bulunanı doğrudan yabancı Bu arada, Kıta Avrupası ile Angio-Amerikan dünyası arasındaki mali sistem farklılıklarının, çokulusluların yapısına da yansıdığı söylenebilir. Kıta Avrupasında, bankacılık kurumları kendi portföyleri veya müşteri hesapları için hisse yatırımı yapabildiklerinden, çokuluslu şirketlere kredi sağlarken veya tahvil ihracatlarımı aracılık yaparken, şirket kararlarıyla yakından ilgilenme gereğini hissetmişler ve yönetim kurullannda oy hakkına haiz temsilcilikler elde etmişlerdir. Bu uygulama, sadece, bankaları, ş-irket yönetim kararlarında etkili kılmamış, aynı zamanda, banka beklentilerini Ekonomik Yaklaşım !03 karşılayamayan çokulusluları yeniden yapılanma baskısına maruz bırakımştır. Şirket bir kez bu yeniden yapılanınayı gerçekleştirdiğinde, ana finansör durumundaki banka, onu artık dışarıya taşımaktadır. Kıta Avrupasındaki bu banka yönelinıli şirket yapısının ana nedeni, Avrupa ülkelerinde iyi işleyen sermaye piyasalarının yokluğuna bağlanabilir. Halbuki, ı 930'ların başlarından beri ABD ve İngiltere' de sermaye piyasaları, sanayinin finansmanında taşıyıcı rolü üstlenmiş ve bankaların şirketler üzerinde etken bir gözetim ve etki yeteneği gelişememiştir. Sonuç olarak bu ülkelerdeki çokuluslular, ağırlıklı olarak tahvil piyasasından borçlandıkları için, şirket yönetimleri, finansman kaynağına karşı sorumsuzluklarını sürdürebilmiştir (Smith and Walter, 1992:52-53). Bu iki farklı şirket yapısının ü:.;tünlükleri tartışma konusudur. Banka yönelimli sistemler iktisadi kriziere daha dayanıklı gibi gözükmektedir. Çokuluslu şirketlerin kısa dönem değişkenlerini öne çıkarma eğilimlerini dengeleyen bir unsur olarak, finansörün uzun dönem istikrarı gözetmesi, şir­ ketin performansını yakından takip etmesi ve strateji değişikliklerine açık olması Avrupadaki yapılanmanın üstünlükleri sayılabilir. Buna karşın Angio-Amerikan dünyasındaki piyasa yönelimli şirketlerin ise yönelim olarak daha etken ve esnek, yeni mali yönetim ve finansman usullerine açık, daha dinamik ve değişik hissedar gruplarının çatışan çıkarlarına karşı daha az duyarlı olduğu ileri sürülmektedir (Smith ve Walter, ı 992:55). Tanım olarak, uluslararası üretim, bir firma ya da firmalar grubu taulusal sınırlar dışında organize edilmiş, kontrolü ve mülkiyeti elde tutulan katma değer yaratma faaliyetlerini kapsamaktadır. Ancak üretim niçin uluslararasılaşmaktadır? Çokulusluların davranışı monopol, oligopol veya duopolistik firma modellerine yakın olmakta ve üretiminin uluslararasılaşması da aksak rekabet koşullarının geçerli olduğu ara malları piyasalarda daha sık gözlenmektedir (Singer ve Ansari, 1989:248). Çünkü, bu piyasalardqki aksaklıklar, temelde mübadele maliyetlerini arttırmakta ve bu maliyetler, ancak şirket faaliyetlerinde içsel bağlantıyı mümkün kılan sektörlerde, ortak kontrol ve mülkiyet altında gerçekleştirilen üretim ile bir bütün olarak minimize edilebilmektedir. (Dunning, 199ı:4, 1992:5). rafından ~ Üretimin uluslararasılaşması ile aksak rekabet karları arasında yakın bir ilişki olmakla birlikte, bu tür piyasa koşulları normal üstü karların bir garantisi sayılmaz. B u olgu .uluslararasılaşan üretimi açıklayan değişik yaklaşımların belİrınesine neden olmuştur. Bu görüşlerden bazıları, Levent SANİN 104 DYSY'nı, sermaye ithal eden ülkenin şirkete dışsal olan yerel faktör üstünlüklerine, bazılan ise, sermaye ithal eden ülkeye dışsal ama, ölçek, patent, teknoloji ve işletme bilgisi cinsinden şirkete içsel üstünlüklere bağ­ lamaktadır. Dunning'in Eklektik Paradigması ise, bunların bir bileşimi olarak üretimin uluslararasılaşmasını açıklamaktadır. Buna göre, ölçek, uzmanlaşma, tekel gücü ve uluslararası piyasaları bilmek gibi doğal üstünlükleri zaten vardır. Buna ek olarak, teknoloji üretme, model ve yöntem geliştirme için katlanılan maliyetler mülkiyet hakları doğurmuş ve teknolojik birikim bir süper-aktif olarak çokulusluların portföylernin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Veri bir pazarda, rakipierin göre, üretim teknolojisi, pazarlama, örgütlenme veya satınalma yeteneği olarak mülkiyete özel, taşınır üstünlükler elde edildiğinde, 1) Çokulusluların 2) Araştırma ve pazarlık maliyetlerine katlanmamak, devlet müdahelelerinden kaçmak, satışları ve girdi fiyatlarını denetleyebilmek, transfer fiyatlandırmasına uygun, üretimin alt-üst akıntılarını kurabilmek ve aksak piyasa şartları yaratabilme veya bu şartlardan yararlanmak gibi etmenler, mülkiyete özel üstünlükleri, kiralama veya satma yerine doğrudan kullanımını daha karlı kılıyorsa, 3) Yabancı ülkede emek verimliliği, eneıji, girdi kalitesi, ticari, eğitim, nakliye, iletişim maliyetleri, doğal ve beşeri kaynaklar ve bunların piyasalarının uzaysal dağılımı ve piyasaya yapay giriş engelleri türünden, yerleşime özel taşınmaz üstünlük varsa ve bunların firmanın taşınır üstünlükleri ile birleşimi daha karlı hale geliyorsa (Dunning, 199 ı :27, Singer ve Ansari, 1989:249) yurtdışında katma değer yaratma faaliyetine girişilmektedir. Bu arada çokulusluların iki önemli özelliğinden de bahsetmek gerekmektedir. Önce, ÇUŞ' ler kendi gelişme hızlarını denetleme ve faaliyetlerini finanse etme yeteneğine sahiptirler. Genel olarak aksak rekabet piyasalarından elde edilen aşırı karlar, firmanın içsel tasarrufları olarak, başka ülkelerdeki DYSY' nin ana finansman kaynağını oluşturmakla birlikte, özyeterlilik bu şirketlerin küresel sermaye hareketleri içindeki önemini a~ltmamaktadır. Her ne kadar çokuluslular kredi pazarlarının en önemli müşteriler değilseler de, şirket kazançlarını, zaman aşıınından en yüksek düzeyde koruma kaygısı ile coğrafyalar arası büyük fon transferlerine neden olabilmektedirler. (Singer ve Ansari, ı 989:246-247). Ekonomik Yaklaşım 105 İkinci olarak bu şirketlerin, "faaliyetleri-piyasaları" ile "üstünlükleribağlantıları" arasındaki ayırım önemlidir. Örneğin bir bölgede daha önce kurulmuş bir fabrika veya tesisin varlığı bir üstünlük iken, yeni bir araba modelinin montajı türünden bir imalat faaliyet sayılır. Yine aynı firmaya ait iki tesis arasındaki transferler bir bağlantı oluştururken, aynı ürünle ilişkili tüm bağlantılar toplamı ise artık bir piyasadır (Casson:, 1992:5). Böyle bir ayrımın mantiki uzantısı olarak çokuluslular, bir malın üreten, dağıtan, onunla ilgili mübadeleleri organize eden ve gerçekleştiren yapılar olarak artık bir pazarın yerini almış veya pazarı kaplamış sayılırlar (Dunning, 1991:51). ile özellikle ara mallarında küresel bulunurken, aksak rekabet koşullarından yararlanmakta, diğer yandan da maliyetlerini denetleyebildikleri veya fiyat koyucu yeteneklerini muhafaza edebildikleri ölçüde aksak rekabet piyasalarının yaygınlaşmasına da yol açmaktadırlar. Çokuluslular, devasa teşkilatları pazarların oluşmasına katkıda Üretimin bu biçimde uluslararasılaşması, tek başına uluslararası ekonominin küresel ekonomiye dönüşmesinin bir delili sayılabilir mi? Çünkü, uluslararasılaşan üretim bu iki ideal tip için zaten bir ortak payda olarak düşünülebilir. Küreselleştiği ileri sürülen dünya ekonomisinde yeni bir iliş­ kinin farklı yapılanmalada ortaya çıkması gerekmektedir. DYSY'nin en büyük mümessili olan ÇUŞ'ler, ısrarlı biçimde sermaye ihraç ettikleri ülkede, üretim ve fiyatıandırma politikalarını belirleyebilmek için yavru şirketin denetimini elde tutmaya yetecek kadar sermayeden pay almaya özen göstermişlerdir. Sektörler ve ülke hükümetlerinin yabancı sermaye politikasının özelliklerine göre hisse oranı değişmekle birlikte hissedar olma ve şirket yönetimini doğrudan kontrol etme arzusu aynı kalmıştır. Ancak son yıllarda, özellikle yüksek teknoloji gerektiren imalat sanayinde ÇUŞ' ler arasında, hissedar olmak yerine daha düşük maliyetli ama daha etken olabilen dalaylı kontrol ilişkilerine dayalı stratejik ittifaklar kurulmaya başlanmıştır. Bu olgu, özellikle bira, konfeksiyon, yayın V5 enformasyon sektörlerinde büyük ciro hedefleyen firmaların sembiotik iliş­ kiler geliştirmesi ile kendini belli etmiştir. Firmalararası ittifak ve sembiotik dayanışma, veri bir pazarda rekabetçi yarışın ortadan kalkması yerine, yeni ekonomik çevrede rekabetin, üründen teknolojik, mali ve beşeri sermaye gibi girdilere doğru kayması anlamına gelmektedir (Dunning, 1991:329-338, Wallace, 1990:132). Levent SANİN 106 Rekabet koşullarındaki bu değişimden yararlanmak isteyen bir çok ÇUŞ' lere karşı politikalarını ayarlama ihtiyacı duymuştur. Son on yılda bazı ülkeler, ekonomik ve sosyal hedeflerine uygun olarak, kendi firma ve endüstrilerinin uluslararası rekabetini teşvik ederken, gelişmekte olan ülkeler de, gelişme stratejilerini gözden geçirmişler ve yerli kaynak kalitesini ve kapasite kullanımı arttırıp uzun dönem karşılaştırmalı üstünlüğe katkıları ölçüsünde, ÇUŞ'leri davet eder olmuşlardır (Dunning, 1992:95). ülke, Diğer ülkeler arasında, endüstri-içi deniz aşırı yatırımların çoğalmasıyla, dışarıya ve içeriye yönelik doğrudan yatırımlarda bir simetri ortaya çıkmıştır. Bu eğilim, kaçınılmaz olarak dış ticaretin ekonomi politiğini, tek boyuttan çok boyuta doğru yöneltirken, bu ülkelerin hükümetleri, iki taraflı sermaye hareketlerini bir köşenin iki yüzü gibi kabul etmeye başlamışlardır. Örneğin, Japonya, maliyet üstünlüğünü ele geçirdiği yerleşik kaynakları yoğun olarak istihdam eden sektörlerde, taşınır mülkiyet üstünlüklerinden yararlanabilecek firmaların yurtdışına çıkışını özellikle teşvik etmiştir (Dunning, 1992:96) yandan gelişmiş Mülkiyet ve yerleşime özel üstünlükler ile uluslararası piyasaların doveri iken, uluslararası dış ticarette artık iki yeni durumdan bahsedilebilir. ğası İlki, tüketici tercihlerinin ülkelerarası benzeştiği, türdeş mallar için mükemmel rekabetçi spot piyasalarda gerçekleşen dış ticarettir. Bu durumda, ülkelerarası ticaret, yerleşime özel fakat istisna da olmayan üstünlüklerin coğrafi dağılımına dayanan bir endüstrilerarası ticaret şeklinde olmaktadır. Diğer uçta ise, mülkiyete özel taşınır üstünlüklerin dağılımının şekillendirdiği ve aksak rekabet piyasalarında gerçekleşen firma ve· endüstri içi ticaret yer almaktadır. Bunun bir nedeni ÇUŞ'lerin 1980'ler boyunca, yönetim ve katma değer faaliyetlerinde yeniden yapılanma yoluna gitmeleridir. Çokuluslular uzun resesyon yıllannda bölgeler arası piyasaların liberalleşmesine, bir yandan teknoloji ve enformasyon yoğun sektörlerde sınır ötesi işlemleri organize ederek, diğer yandan da küresel yönetim şebekeleri kurarak tepki verdiler. 1990'lara gelindiğinde bunun yansıması sınırötesi mübadelenin önemli bir bölümünün ÇUŞ' ler bünyesinde cereyan eden endüstri-içi ve firma-içi ticaret şekline bürünmesi oldu. ÇUŞ'lerin üretimi arttıkça, firma içi ticaret de artmaktadır. Daha, Ekonomik Yaklaşım 107 bile, örneğin ABD'nin toplam ihracatı içinde firma-içi %25'in altına düşmediği dikkate alınırsa, bunun günümüzdeki önemi anlaşılabilir (Singer anda Ansari, ı 989:250). 1970'lerin başında ihracatın payının Endüstriler-arası ticarette, yavru ve ana firma arasındaki kontrat, transfer edilen aktif üzerinedir ve lisansör, mülkiyete özel haklarını garanti altına alma peşindedir. Daha da iyisi, ev sahibi ülkenin ticaret ve yatırım politikaları uygun olduğu sürece, karşılaştırmalı maliyetlerden yararlanmak üzere taşınmaz faktör donanımını ara mal ve bilgi ile bir. leştirrnek için doğrudan yatırım yapmaktır. Sonuçta, çokuluslulann, merkez ve yabancı ülkelerdeki fabrika ve kuruluşları, menşei ülkede doğan mülkiyet avantajlarından yararlanmak için farklı mallar üretir. Böylece firmalar, dışsal piyasaları kullanarak maliyetleri düşürüp, nihai ürün satışlarını uluslararasılaştırmayı tercih etmiş olurlar. (Dunn ing: 1988:203 ). Endüstri-içi mübadelelerde ise, tam tersi, üretim ve tüketirnde ikame mallar vardı4 Firmalar, kalite, imaj, reklam, ambalajlama ve ilave transfer maliyetlerine rağmen rakip pazarlara oligopolistik karların cazibesi nedeni ile girmektedir. Bu tür ticaret, gelir düzeyi ve kaynak donanıını benzeyen, ticaret engellerinin azaldığı, piyasaların coğrafi olarak yakınlaştığı ülkeler arasında geçmektedir. Günümüzde ÇUŞ' leri n fabrikaları arasında uzmanlaşma, ülkelerarası uzmaniaşma eğilimine benzer bir görüntü vermektedir. Ancak endüstri-içi ticaret, zorunlu olarak, mülkiyete özel aktiflerin karşılıklı el değiştirmesine yol açmayabilir. Örneğin Güney Kore, otomobil ithal ve ihraç ederken, otomativ endüstrisinde sadece teknoloji ithalatı gerçekleştirmektedir. (Dunning: ı 988:207). ÇUŞ'lerin yürüttüğü ticaret, böylece iki yeni eksende ger- çekleşmektedir, denilebilir. Önce, ara mallarını kapsayan ve neredeyse firma mübadelelerinin o malda tüm piyasayı temsil ettiği oluşturduğu firma-içi ticaret, ikinci olarak da aksak rekabet koşullarında gerçekleşen endüstri-içi nihai ürün ticareti. ı 987 verilerine göre, 57 imalat alt sektöründe, ABD ve İngiliz kökenli çokulusluların ticari faaliyetlerinin yüzde 64'ü ve Fransız ve Alman kökenli olanlarda ise sırasıyla yüzde 61 ve yüzde 56'sı bu tanım kapsamında yapılmaktadır (Dunning, ı988:2ı3). Levent SANİN 108 IV- YENİ ULUSLARARASI iŞBÖLÜMÜ Üretimin uluslararasılaşması, dünya genelinde, ulusal ekonomiler yeni bir işbölümünü dayatırken, bundan elde edilen kazançların ne olduğu ve nasıl payıaşılacağı sorusunu da ortaya çıkarmıştır. arası Uluslararası işbölümünün işlevsel bir kavram olarak temeli Ricardo'nun karşılaştırmalı üstünlükler kuramının bir uzantısı olan Neoklasik Faktör Oranları kuramıdır. Buna göre, faktör hareketsizliği belli ölçüler içinde mal dolaşımı ile ikame edilebilirse dünya refahı artarken ülkelerarası göreli faktör fiyatlarında ortaya çıkan eşitsizlik de giderilebilecektir. Tersine, sermaye mükemmel akışkanlığa sahip olursa, Faktör Donanıını yaklaşımının uluslararası işbölümü ve dünya refahına ilişkin temel önermesi artık geçerliliğini yitirir. Çünkü, bu durumda, sermaye yoğun mal ihracı, sermaye ihracı ile ikame edilmiş olacak ve sermayenin getirisi ülkelerarası eşitleneceğinden tekil bir ülke için sermaye kıtlığı söz konusu edilemeyecektir. Kuramda üretim faktörleri türdeş kabul edilmiştir ve bu ne kadar gerçekçi dir? B u yüzden Leontief sonrası getirilen eleştiriler dikkatleri üretim faktörlerini kendi başlarına anlamlı parçalara ayırmaya çevirmiştir. İlk aşamada, üretim süreci ve sermaye ile güçlü bağ­ lantıları bulunan doğal kaynakların, sonradan edinilemiyecek bir üretim faktörü olarak tanımlanmasına öncelik verildi. Böylece, sermayeden yana zengin ama doğal kaynağı kıt bir ülkenin, ihracatına göre daha yüksek yoğunlukta sermaye içeren malları ithal etmesi açıklanabilecek, ama diğer yandan ÇUŞ' lerin sermayesi kıt ama doğal kaynak zengini ülkelerin seçilmiş endüstrilerdeki yatırımlar da anlaşılabilecektir. Neo-klasik okulu sorgulayan ve Tharakan tarafından revizyonist olarak adlandırılan görüşlerin ana başarısı ise "beşeri sermaye ve teknolojinin" ayrı üretim faktörleri olarak rollerini teslim etmek olmuştur. Teknolojik açık kuramları, ülkelerin keşifte bulunma ve teknoloji geliştirme yetenekleri ile, endüstrilerin bu yenilikleri kullanabilme kapasiteleri arasındaki farklara işaret etmektedir. Ancak yenilik bir kez endüstriye uygulanabildikten sonra, monopolistİk üstünlük elde eden ülke veya firma, lidediğini korumak için dış pazarlara yayılmak zorunda kalacaktır. Bu ise, ihracat ve DYSY'ni, aynı dinamik sürecin iki ayrı saç ayağı haline gelmesi demektir. Bu üretim bilgisinin ticari değeri, rekabet veya taklit edilebilirlik yüzünden düşerse, artık, düşük faktör maliyetli ülkelerde, yenilik, en uç noktada üretimde serbestçe kullanılan serbest bir mal haline gelebilmektedir. (Tharakan, 1981:68-70). Ekonomik Yaklaşım 109 Daha gerçekçi olarak, yeniliklerinticari değerinin, mülkiyet haklarıyla en azından belli bir süre korunmuş olması ve teknoloji yoğun ürünlerin genellikle girişlerin zor olduğu aksak rekabet piyasalarında üretilip satıldığını kabul etmek gerekir. Ancak, yabancı bir ülkede, ilave üretim maliyetlerini göze alarak yatırım yapmak için daha da fazlasına ihtiyaç vardır. İşte bu noktada, karşılaştırmalı üstünlüklerin belirleyiciler ile uluslararası üretimin belirliyicileri arasında bir bağ kuran revizyonistler, ÇUŞ 'lerin, ödemeler bilançosuna katkısına, sektörel ileri geri bağlantı etkilerine, gelir dağılımı mekanizmalarının özelliklerine ve teknoloji seçimi sorununa daha fazla yer verme gereğini duymuşlardır. Bu söylem ise ilginin önceki ticaret kuramlarında beliren genel denge çözümlemelerinden uzaklaşılıp, tekil durumlara ve ikinci en iyi politikalarına doğru kayması sonucu vermiştir. (Tharakan, 1989:72). Yeni uluslararası işbölümü ve ÇUŞ' le re diğer alternatif yaklaşımlar ise Marksist ve Radikal Okullar arasında, Neo-Klasik-"R.evizyonist çelişkisinden daha derin bir farklılık göze çarprnakla birlikte Neo-klasik önermenin reddi ortak payda olmaktadır. Neo-Marksist terimler kullanan, Bınmanuel'in "eşitsiz mübadale" ve gelişmiş ülkeler arasında, ücretin belirlenmesinde ikdışı kurumsal yapının, piyasa güçlerine göre daha önemli olduğunu._ vurgulamaktadır. Gelişmiş ülkelerde işgücü örgütlendiğinden ücretler verimlilikle oransal olarak artarken, azgelişmiş ülkelerde emek piyasasının yapısal özellikleri yüzünden verimlilik artışlarının ücretiere yansımadığı önermesi bu analizin merkezini oluşturmaktadır. Böylece artan sermaye hareketleri, ülkelerarası bir hadlerini eşitlenme eğilimi içine sakacağından azgelişmiş ülkeler düşük ücreti yüksek kadarla telafi etme olanağı bulamaz. İlave artı değer azgelişmiş ülke işçisinin sırtından çıkarılır ve gelişmiş ülkelerle yapılan ticaretin yaygınlaşması da aslında ticaret hadleri mekanizmasıyla bu artığın merkez ülkelere transfer edilmesini kolaylaştırır. tezi, tisat azgelişmiş B u çerçevede, ÇUŞ' ler eliyle gerçekleştirilen kapitalist yayılınada deüretkenlik düzeyine göre düşük ücret ödenerek ilave artı değer yaratılması ve ona el konulmasıdır. Önemli olan, ÇUŞ'lerin azgelişmiş ülke işçilerine, dünya ortalamasının altında ücret vermesi ya da endüstrideki üretkenlik düzeyinin gelişmiş ve azgelişmiş ülke arasında farklı olması değildir. Kritik nokta, ücr~t düzeyleri .ırasında farkın üretkenlik düzeyleri arasındaki farktan büyük olmasıdır. (Tharakan, 1981 :79). ğişmeyen öğe, Levent SANİN 110 Ve azgelişmiş ülkelerdeki DYSY'nın neden olduğu artan üretkenlik ile ücret haddi arasındaki farkın büyümesi, Neo-Klasikierin iddia ettiklerinin aksine, serbest ticaret altında faktör fiyatlarının eşitlenmesinin mümkün olmadığını göstermektedir. Üstelik ÇUŞ'ler eliyle üretimin uluslararasılaşması, Neo-Klasik iktisadın öngördüğü gibi, karşılaştırmalı üstünlüklere göre değil, azgelişmiş ülkelerdeki yavru firmaya dışsal fakat ÇUŞ'e içsel ekonomiler temelinde biçimlenmektedir. Sonuçta, ÇUŞ'lerin stratejisi, uluslararası yatırımların coğ­ rafi dağılımında, ulusal faktör donatımı farklarından daha önemli bir belirleyiciliğe sahip olmaktadır. (Singer and Ansarı, 1989:245-250) Bu çerçevede bir diğer tartışma konusu da, ÇUŞ'lerin gittikleri azgelişmiş ülkelerdeki faktör donatırnma yaptıkları katkıdır. Örneğin, ABD kökenli ÇUŞ' ler, AR -GE faaliyetlerinin yüzde 90'ını, İngiliz ve Alman kökenliler ise yüzde 85'ini ana ülkede yapmaktadır. Azgelişmiş ülkede, her nasılsa AR-GE faaliyetleri sonucu bir teknik başarı elde edilse ve bu ülkenin wun dönemli gelişme stratejisi ile uyum içinde olsa bile, ÇUŞ tara.fından karlı alanlara uygulanma garantisi yoktur ve üstelik zaten, ana firma, teknik gelişmenin. tipi ve kullanım biçimi üzerinde kontrolu sağ­ layacak mülkiyet haklarını elinde tutacaktır. Sermaye-yetenek yoğun, emek-hammadde tasarruf edici modern teknoloji veri iken, azgelişmiş ülkelerde yoğun işsizliğe rağmen emek-yoğun teknolojilerin az kulanımı, yakın dönem DYSY'nın bu ülkelerin faktör donanımlarıyla uyuşmadığı savını desteklemektedir. ÇUŞ'lerin, imalat sektöründe, 1980'lerin başında üçüncü dünyanın endüstriyel işgücünün sadece yüzde 2'sini kullanması, toplam yarattıkları istihdamın da 4 milyon kişiyi geçmemesi çarpıcı bir örnek olarak gösterilmektedir. Sonuç olarak, Radikal görüşe göre azgelişmiş ülkelerin ÇUŞ' ler kanalı ile uluslararası iş­ bölümüne katılımı, yatırım ve ticaret kazançlarının ülkelerarası daha da eşitsiz paylaşımına yol açabilecektir. V- KÜRESELLEŞME KARŞITI EGİLİMLER Üretimin uluslararasılaşmasının ortaya çıkardığı bazı yeni tarzlar, bir küresel ekonomi modeli oluşturmaya yetecek kadar güçlü kanıtlar mıdır? Dünya ekonomisinin, küreselleşme savı ile çelişen oeş ana eğilimi yu- Ekonomik Yaklaşım ıı ı kardaki sorunun hemen saca özetleyelim : yanıtıanmasını güçleştirmektedir. Bu eğilimleri kı- 1) Uluslararası ekonomik ilişkilerin ağırlığı, merkez-çevre ekseninden merkez içine doğru kaymış ve bunun bir uzantısı olarak 1990'lann başında, OECD ülkelerinin dünya ticareti içindeki payı yüzde 80'e denizaşırı yatırımlar içindeki ağırlığı da yüzde 75'e çıkmıştır. Buna karşın, azgelişmiş ülkeler ve hatta, yeni sanayileşen ekonomiler, dünya ekonomisinin küçük parçası olarak yatırım ve pazar paylarını geliştirme ıçın ÇUŞ' lerin stratejik kararlarına bağımlılığı sürdürmektedir. 2) Sanayileşmiş ülkeler arasında yan-mamül ve mamül madde ticareti hacim olarak genişlemekte, bir çok mamül madde pazarı uluslararasilaşmaktadır. Büyük sanayi ekonomileri, bu malların ithalat ve ihracatçısı olmuş, endüstri-içi ticaret küresel ölçeğe ulaşmıştır. Halbuki, daha, 1960'ların başında, nihai malların menşeileri ülke bazında çok daha belirgin, ihracat pazarları daha uzmanlaşmış görünümdeydi. Bu gelişmelere rağmen, yurtiçi safi hasılasının yüzde 30'u kadar ticaret hacmine sahip olan AT dışında, ABD, Japonya gibi ekonomiler, yurtiçi safi hasılalarının ancak yüzde 15'ne ulaşan bir dış ticaret kapasitesi yaratmışlar ve dışa açılma ile küreselleşme arasındaki bağın tartışma konusu edilebilmesine zemin hazırlamışlardır. 3) Karşılıklı ticaretin büyümesine eşlik eden olgulardan biri de ulusal şirketlerin hızla uluslararasılaşmasıdır. Ancak, ÇUŞ'lerin büyük bölümü hala sınırlı sayıda ve bölgede faaliyet göstermekte olup, gerçek anlamda çok az sayıda ulus ötesi şirket bulunmaktadır. ÇUŞ'lerin büyük bölümü, belli bir pazarda yerel firma ve toptancılarla çalışmak üzere örgütlenmiş olduklarından, ulus devletlerin getirdiği spesifik kısıtlamalar ya da konjonktürel dalgalanmalardan ziyade, yapısal hedefleri değiştirmeden, başka bir ulusal pazara taşınınayı pahalı buldukları için ana ülkeden henüz kopamamaktadırlar. Diğer bölümü açıklanırken, üretimin önemin aksine, doğrudan yatırım, en azından belli dönemler -için uluslararası ekonominin odağı değildir. Örneğin Japon doğrudan yatırımının, bu ülkenin toplam sermaye ihracı içinde mütevazi kaldığı, esas olarak saldırgan Japon yatırım stratejisinin bu ülkeden ithalatı uyarmak amacı ile uygulandığı anlaşılmıştır. Almanya da, yandan, yeni uluslararası iş uluslararasılaşması kuramlarının verdiği Levent SANİN ı 12 Japon ya gibi özellikle imalat sektöründe yurtiçinde katma değer yaratma kapasitesini artırmayı hedefleyerek "uluscu" özelliğini korumaktadır. Alman ve Japon. firmalarının yüksek düzeyde motive edilmiş kalifiye işgücü ile 1945 sonrası vardıkları genel uzlaşma, emek ve sermaye arasındaki gelir bölüşümünün korunması esasına dayanmaktadır ve bu yüzden, her iki ülkede imalatın dışarıya kaydırılması, politik istikrarsızlık ve refah kaybı cinsinden bir toplumsal bedel ödenmesi tehlikesi taşımaktadır. (Hirst ve Thompson, 1992: 380-388) 4) Diğer yandan, 1970 sonrasının en istikrarlı eğilimli ulus-üstü ticaret veya ekonomi bloklarının oluşmasıdır. AT ve NAFTA ile şekillenen proto-blok örneklerine, Japonya'nın başını çektiği APEC'de eklenebilir. Ticaret bloklarının korumacı karakteri gözönüne alındığında, dünya ekonomisi açısıncian, bölgesel ticaret anlaşmalarının, yavaş süren GATT müzakerelerine göre, ticaret ortaklarına yeni alternatifler sunarak çok taraflı ticari liberalleşmeyi yavaşlatma ihtimali ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Bölgeselleşme savını destekleyen kutuplaşma kuramları, bölge içi ticari akımların hacmi ile yakından ilgilenmektediL Dış ticaretin belli coğ­ rafyalar içinde yoğunlaşma eğilimi, özellikle Asya ve Avrupa kıtalarında belirginlik kazanmaktadır. Son 25 yıl içinde, OECD üyesi Avrupa ülkelerinin toplam ithalatında bölgeiçi ithalatın payı yüzde 56'dan 69'a, Asya ülkelerinin ithalatında ise yüzde 20'den yüzde 4l'e çıkmıştır. Kuzey Amerika kıtasında ise 1969'da yüzde 40.5 olan bölgeiçi ithalat payı 1990'lara gelindiğinde yüzde 27.5'e düşmüştür. (Lloyd,l042:34). Ancak son verileri ihtiyatla karşılamak gerekmektedir, çünkü bölge dışına karşı ayırırncı ticaret politikaları uygulanması ve bölgesel büyümenin hızlanması bölgeiçi ithalatı artırabilecektir. Öte yandan, dünya ticaret hacminin dünya üretiminden daha hızlı artdünya ekonomisinin daha bütünleştiğine bir delil olarak gösterilmektedir. Eğer, tüm dünya ekonomisi bir bütün olarak kapalı ekonomi kabul edilebilirse, dış ticaret hacminin, daha hızlı artması, ortalama, ithalat/tüketim ve ihracat/üretim oranlarının da artması anlamına gelecektir. Bu oranlar ise uzmanıaşma açısından, bölgelerin dünya ticareti içindeki payı veya toplam bölge ticareti içinde bölge-içi ticaretin payından daha iyi birer göstergedir. Kaldı ki, dünya ekonomisinin bütünleşmesi bölgeselleşme veya kutuplaşma ile eşzamanlı bir gelişim süreci de içerebilir ve bölgesel ticaretin serbestleşmesini de uyarabilir. (Lloyd, 1992:34-36) ması, savaş sonrası, Ekonomik l Yaklaşım 113 5) 1970'lerden beri para ve sermaye piyasalarının hızla uluslararasılaşrnası sonucu sermaye hareketliliği büyük ölçüde artmıştır. 1970 yılında sanayileşmiş ülkelerin özel kesimince gerçekleştirilen sermaye akımlarının payı yurtiçi milli hasılanın yüzde 1.8 iken, 1990 yılında yüzde 5.2'lık bir büyüklüğe ulaşmıştır. Ama daha da ilginci, DYSY dışındaki sermaye akımlarının bu ülkelerdeki yurtiçi hasılanın yüzde 4.2'si gibi bir hacrne çıkmasıdır. Sermaye akışkanlığının ulusal makro ekonomi politikalarının idaresini giderek güçleştirdiği açıktır. Küresel düzeyde mali hareketlilikteki artış nedenleri arasında merkez ülkeleri arasında dalgalı kur sisteminin yaygınlaşması, OPEC fonlarının aşırı şişrnesi, petrol şokları ve üçüncü dünyanın borç krizi, uluslararası resesyon ve büyük ekonomilerdeki kamu ve cari işlemler açıkları ile ulusal mali piyasaların liberalleşrnesi ve deregülasyonu sayılrnaktadır. (Hirst ve Thornpson, 1942: 380-388). Ancak, uluslararasılaşan sermaye piyasaları ve esnek kur sistemi altında, çok taraflı denkleşrne mekanizmalarının işlernesi ve sanayileşmiş ülkelerin, politikalarını dışsal olarak eşgüdümlenme ihtiyacının da azalması gerekmez mi? Çünkü, "konvensiyonel" görüşe 'göre, tekil bir ülkede yatırım harcamalarının tasarruflan geçmesi halinde, yükselen iç faizlerin sermaye girişine ve ulusal paranın değer kazanarak ınal ticaretinde bir açığa yol açması gerekmektedir. Bu yaklaşımın anahtarı, döviz kurlarının düzenli ve öngörülebilir biçimde faiz farklarını yansıtması ve dış ticaretin de reel döviz kurlarına tepki vereceği varsayımıdır (Bosworth, 1993: 14-24). Bu iyimser görüşlere rağmen, özellikle gelişmiş ülkeler arasındaki dış dengesizliklerin inatçılığı bazı soruları da akla getirmektedir. 1980'nin başından beri gelişmiş ülkelerde reel faizlerin yüksek düzeyde seyretmesinin, genel bir tasarruf yetersizliğinin göstergesi olduğu savı dikkate değer olabilir. Sanayileşmiş yarı kürede, yatırım ve tasarrufların milli gelire oranında gözlenen sürekli düşme eğilimi, milli gelir artış hız­ lanndaki duraklamayı da açıklamaktadır. Ampirik bulgular, 1967-72 dönemi ile 1984-90 dönemi kıyaslandığında sermaye/hasıla oranının yükseldiğini, faktör verimliliğindeki artış hızının yavaşladığını göstermektedir. Tasarruf oranlannın düşmesine alternatif bir bakış açısı getiren, yaşam devresi modeline göre, bireyler, hayatlan boyunca elde etmeyi umdukları emek gelirinin şimdiki, servetlerinin de cari değeri veri iken, ömür boyu faydalarının şimdiki değerini maksimize etmek isterler. Başka Levent SANİN 114 bir ifadeyle, beklenen yaşama süresi kısaldıkça harcama eğilimi artacaktır. Buradan hareketle, özel kesim tasarruflarındaki gerilernede sanayileşmiş ülkelerde nüfusun yaşlanmasıyla kendini belli eden güçlü bir demografik dönüşümün rolü önem kazanabilir. Öte yandan, bazı ampirik araştırmalar, bir ülke içindeki bölgeler arabile, para ve sermaye piyasalarında mükemmel rekabet ve akış­ kanlığın istisnai bir durum olduğuna dikkatleri çekerken sermaye piyasalarının dünya genelinde bütünleştiğini söylemek abartılı bir yaklaşım olabilir. Kaldı ki, mal piyasalarının da, yurtiçi enflasyon oranlarındaki değişimleri reel döviz kurlarına yansıtabildiği tartışmalı bir konudur. Ayrıca, 1980'ler boyunca gözlenen büyük cari işlem dengesizlikleri, sadece reel döviz kurlan ve göreli büyüme hızlarındaki değişimle açıklanamaz·. gözükmektedir. Ve sonuç olarak küreselleşme savına rağmen uluslararası kaynak hareketleri önündeki engellerin hala güçlü olması yüzünden, faiz ve gelir değişimleri yoluyla yurtiçi yatırırnftasarruf dengesinin sağlanamadığı görüşü hemen reddedilecek gibi değildir. sında VI- SONUÇ Üretimin uluslararasılaşması ve iki savaş arası döneme göre, içsel olan sermaye piyasalarının varlığı, çoğu kez dünya ekonomisindeki küreselleşmenin belirtileri kabul edilmektedir. Ancak küreselleşmeyi, dışa açık piyasalar düzeyinde ele almak ciddi analiz kısıtları da doğurabilecektir. bağlantıları artmış Herşeyden önce, bölgeselleşme ve kutuplaşma olgusunun uluslararası sisteme entegrasyonu içeren bir küreselleşme çerçevesine, hangi ölçüde uyacağı bir soru olarak belirmektedir. İkinci olarak küreselleşme ile ima edilen yeni uluslararası iş­ bölümünün, azgelişmiş ülkelerde dünya kapitalizmine eklemlerren ulusal ekonomiler mi yoksa sektörlere mi yol açacağı, sonuçta yurtiçi gelir dağılımındaki dengesizliklerin ne ölçüde değişeceği belirsiz kalmaktadır. Kaldı ki, Neo-klasik endüstrilerarası uzmanıaşma yaklaşırnma getirilen eleştiriler, yeni işbölümü hiyerarşisi içinde ortaya çıkan endüstri-içi ve firma-içi uzmanlaşmanın, bu ülkelerin faktör donatırnma ve faktör kullanım hedeflerine uygunluğu konusunda karamsar gözükmektedir. Ekonomik Yaklaşım ı 15 Üçüncü olarak, üretimin uluslararasılaşınası, aksak rekabet piyasalarını yaygınlaştırdığı ölçüde serbest ve korumacı ticaret politikalarına göre küresel ekonomideki kaynak dağılıını etkinsizliğinin, kıyaslanınası önem kazanabilir. · Son olarak, "küreselleşme" kavramının, sanayileşmiş ülkelerin makro ekonomi politikalarını eşgüdüınleıne çabalarına ne ölçüde uyduğu bir başka sorgulama alanını oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, büyük ekonomilerdeki dengesizliklerin, piyasalara içsel, politikalara dışsal ya da piyasalara dışsal-politikalara içsel değişkenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığının araştırılması, politikaların, bir sonuç mu ya da neden mi olduğu sorusuna da ışık tutmak gerekebilir. Küreselleşme retoriği içinde, AT'ın başarılı bir başlangıç noktası gibi gösterilmesi de bir yanılsama olabilir. Standart bir model olarak, Topluluk her ne kadar Maastricht Anlaşmasına kadar etkin ve tüınleşik bir ticaret bloğuna doğru büyük ilerleme gösterse de, 1990'lar boyunca merkezkaç güçlerin artan baskısına maruz kalacağı da ortaya çıkmıştır. Avrupa' da politik egemenlik kaybolınakta, istihdam düzeyi düşmekte ve kı­ tanın ortak hedefi entegrasyon karşıtı güçlerce sorgulanır hale gelmektedir. Sorun, Avrupa ulus devletlerinin, iktisat politikalarında etkinliğin azalmasına karşın, Topluluk, ulusal ve bölgesel düzeyde güç ve çıkar dengesinin sağlanaınaınasındadır. İktisadi küreselleşme, söylemi ile yaratılau. refah ve etkinlik bek- lentisinin, artan çelişkilerle bir düş kırıklığına dönüşmemesini dileriz. Levent SANİN 116 KAYNAKÇA Bosworth, Barry P. 1993. Saving and Invetment inA Global Economy, Washington: The Brookings Institution. Casson, Mark. 1992. "Internalizatıon Theory and Beyond", ed. Peter J. Buckley, New Directions in International Business (1992), Worcester; Edward Elgar Pub, 4-27. Dunning, John. 1991. Explaining International Production, London: Harper Collins Academic Pub . ........... 1992. "The Political Economy of International Production", ed. Peter J. Buckley, New Directions in International Business (1992), Worcester: Edward Elgar Pub, 88-106. Gray, H.Peter. 1992. "The Interface Between The Theari es of International Trade and Production" ed. Peter J. Buckley ve Mark Casson. Multinational Enterprises in the World Economy: Essays in Honour of John Dunning, (1992). Worcester: Edward Elgar Pub, 41-53. Hirst, Paul ve Graham e Thompson 1992. "The Problem of Globalization: International Economic Relations. National Economic Management and the Formatian of Trading Blocs", Economy and Society, vol.2 no. 4:357-396. Lloyd, Peter J. 1992. "Regionalization and World Trade", OECD Economic Studies. no. 18:357-396. Montgomery, John D. 1991. "Market Segınentation and 1992: Toward a Theoı·y of Trade in Financial Services", ed. T.D Willett, C. Wihlborg ve M. Fratianni, Financial Regulation and Monetary Arrangements After 1992. Amsterdaın : NorthHolland: 173-\99. Sachs, Jeffrey D. ve Warwick J. McKıbbın 1991. Global Linkages: Macro-economic Interdependence and Cooperation in the World Economy. W aslıington: The Brookings Institution. Singer, Hans W. ve Javeda A. Ansari. 1989. Rich and Poor Couries: Consequences of International Disorder. London: Unwin Hyman. Sınidt, Marc de ve Egbert Wever, 1990 "Firıns: Strategy and Changing Enviroınent", ed. Marc de Smidt ve Egbert Wever, The Corporate Firm ina Changing World Economy, London: Routledge Press: 1-20. Ekonomik Yaklaşım 117 Smith Roy C. ve Ing o W alter. ı 992. "Reconfiguration of Global Financi al Markets in the l990's", ed.J.Peter J.Bucley, New Directions In International Business (1992), Worcester: Edward Elgar pub. 52-7 ı. Tharakan, P.K.M. 1979. "Multinational Coınpanies and a New International Division of Labour: A Survey of Alternative Views", European Centre for Study and Information on Multinational Corporations (ECSIM) Sempozyunıu, The International Division of Labour and Muliınational Companies (ı 981 ), H anıp­ shire: Gower Pub. Com. 47-132. Wallace, lain. 1990. The Global Economic System, London:Unwin Hynıan.