KUŞATILMIŞ ÇOCUKDÜNYASI Çocuk Yüzlü Bir Devrim K o n u ş a n : E yü p C a n Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, şirin bir çocuk varmış. Çok haylaz olduğu için mi şirinmiş, afacan olduğu için mi? Hıımmmm!.. İçimdeki çocuk çok sevindi bu soruyu duyunca... Çocuksu şemsiyem de hemen açılıverdi. Desenize çocuksu bir şöleni birlikte yaşayacağız... Haylaz mıydım, afacan mı? Aslında... Haylaz değildim. Ama afacan bir çocuktum, bunu da büyüyünce anladım tabi. Ve ilginçtir üç yaşımdan bu yana yaşadıklarımı kolayca hatırlayabiliyorum. İçimdeki çocuğun en büyük şansı ve zenginliği de budur herhalde... Üç yaşında yaptıklarınızı mı hatırlıyorsunuz yani? Elbette... Ama çocukluğumu doyasıya yaşadığımı söyleyemem. Erken büyümek zorundaydık. Minyatür yetişkindik, küçük adamlardık. Hayat kitabını okumayı küçük yaşta öğrenmemiz gerekiyordu. Bir köy çocuğu için bu çok anlamlıydı. Peki çocukluğunuzda size masal anlatan biri var mıydı? Pek yoktu, çok az masal dinledik, öyle masal anlatan biri de yoktu çevremizde. En büyük armağanım rüyâlarımdı. Sanki hiç uyumazdım. Kimseler bilmezdi bunu. Rüyâlarımı anlatmaktan çekinirdim. Rüyâlar yüzüme yansırdı. Rüyâ gibi bir çocuktum. Hiç büyüyemeyeceğim endişesine kapıldı mı bu rüya çocuk? Çocukluk düşle gerçeğin yanyana yürüdüğü bir çağdır. Büyüyemeyeceğim diye bir korkum olmadı, ama büyüyünce nelerin olacağına pek aldırmazdım. Çok gemilerim olacaktı, kuş bayraklı gemiler. Şimdi büyümüşsünüz. Gemileriniz oldu mu? Büyüdüm, ama bu hayâl yarıda kaldı. Henüz gemilerime de kavuşamadım... Bu yüzden mi masal gemilerine sarıldınız? Belki de... Masallar gerçek hayatın sihirli aynalarıdır. İçinizdeki çocuğu ne zaman keşfettiniz? Bir ara çocukluktan uzaklaşıyormuşum hissine kapılmıştım. On yıl kadar sürdü. Oğlum doğunca ben de onunla yeniden doğduğumu farkettim. Çocukluğumla aramızdaki mesafeler bundan sonra kısaldı. Gerçek bir keşifti bu. İçimdeki çocuğa dönüşüm müthiş bir çoğalmaydı, haz veren bir yolculuktu. İçimdeki çocuğa kavuşunca iki mutluluğu birarada yaşadım. Artık çocukluğum elimden tutacak, üçüncü gözüm olacaktı. Ve hiç yalnızlık çekmeyecektim. İçinizdeki çocuğa dönmekle kalmamış, bir de çocukların “masalcı amcası” oluvermişsiniz... Masal arkadaşı, hayâldeki arkadaş dersen daha çok sevinirim. Peki... Artık çocuklara “bir varmış bir yokmuş...” diye başlayan masallar niye anlatılmıyor? 1 Masalların yerini çizgi filmlerin aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Masal anlatıcıları birer birer Kafdağı’nın ardına çekildiler... Eski dünyanın eğlencesi, masallardı. Oysa modern dünya, bu geçmiş zaman şarkılarını dinlemek istemiyor. Medya devrimi sözlü kültürü köklerinden sarstı. Masal dinleyicisiyle yaşar. Klasik masal yüzyılın ortalarından bu yana kaynağına çekildikçe yerini yeni türlere bıraktı. Sinema ve televizyonu mu kast ediyorsunuz? Evet, sinema ve televizyon masalın konumunu alabildiğine etkiledi. Sinema ve televizyon masallardaki hayâlleri sündürdü ve masalı var eden hayâli yok etti. Titrek sesiyle yüreklerimizi kıpır kıpır eden ninelerimizin masalları, hayal dünyamızı harekete geçirirdi... Oysa sinemada seyredilen masal, gerçek bir hikâyeye dönüşmek zorunda. Sinema dili ile klasik masal zenginliğine ulaşmak mümkün değil mi? Hayır... Sinema dilinin klasik masal zenginliğine ulaşması, dinleyiciyle masal arasındaki çoğalmayı sağlaması hiçbir zaman mümkün olamaz. Masal dinleyen masal seyredene dönüştükçe de, her geçen gün masal dinleyenlerin sayısı azalacaktır. Buna rağmen masalın ikinci dönüşünü yapacağı bir dönemin eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Yani masalın yeniden doğuşu... Nasıl olacak bu? Klasik masalın dirilişini gerçekleştireceği bir dünya var önümüzde. Modern dünya, insanlığın mutluluğunu çaldı. Teknoloji patlamasıyla tüketilmek istenen; insandır! Dünya krizine iki üç yüzyılda gelindi ama insanlığın kendine dönüşünün daha hızlı olacağı bir dünya seziyorum. Dönüş sırasında, insanlığın birikimi olan birçok kültür formlarının yenilenmesi gündeme gelecek. Sözlü kültür içinde, masallar da yenilenecek. Klasik masalın dönüşüyle masal, aynı zamanda dinleyicisine de kavuşacak. Bu yönüyle masal anlatma dönemini şimdiden başlatmalıyız. Yani masalla barışmayı, masalla yaşamayı yeniden öğrenmeye başlamalıyız. Çocuklara bunu nasıl anlatabiliriz? İyi masalları onlara sunarak... Bunun için de evden uzaklaşan masalı, çocukluğun ilk cenneti olan evin içine geri getirmeliyiz. Çocuk ruhunu besleyen masal edebiyatından faydalanma yolları üzerinde düşünmeliyiz. Çocukluk çağlarının düzeyine uygun olarak masala kapılarımızı aralamalıyız. Önce çocuklara masal okuyarak işe başlayabiliriz. Anneler, babalar masallarla evlerini çocuksu şöleni yaşayacakları mekânlara dönüştürebilirler ve kendi içlerindeki çocuğu da böylece yeniden keşfe çıkmış olurlar... Masal anlatıcının geri dönüşü sayılmaz bu. Böylece, çocukların masal okumaya yönelişini de hızlandırabilir. Masalın önemi böylece anlaşılabiliriz. Çizgi film seyretme kolaylığından uzaklaşıldıkça masal çocuğun ilgi odağı olur. Masallarla büyüyen çocuk hayâlin kanatlarında dünyasını zenginleştirir. Hayâl okulu’nun öğrencisi olur böylece. Masallar sadece çocukların işi mi? Masallar yalnızca çocuklar içindir diye düşünmek yanlış bir görüş. Masallar her yaştan insan içindir. Masalları yaşa göre ayırmak yapaydır. Masallardan uzaklaşıldıkça masalları çocuk işi gören anlayış da yaygınlaşıyor. Bu ‘çoluk-çocuk işi’ lafı da çok saçma... Masalı hafife almak da diyebilirsiniz buna. Hayır!.. Hayır!.. Masal insan bütününün sanatıdır. Ve masalın yaşı yoktur. Bir masal yalnızca çocuk okur için yazılsa bile bu masalı yediden yetmişe herkes okuyabilmeli. Klasik masalın başarısı da burada. Avrupa’da bir dönem cin ve peri masalları yasaklanmış. Neden böyle bir müdahalede bulunulmuş? Masalı hayalî varlıklardan soyutlayarak algılama, rasyonalizmle başlamıştır. Temeliyse pozitivizme dayanıyor. Faydacı eğitim anlayışlarının sonucu yalnızca peri ve cin masalları değil, bütünüyle klasik masal çocuktan uzaklaştırılmış. Bunun yerine fabl türünde masallar öne geçmiş, masalın akla uygun hale getirilmiş örnekleri öne çıkarılmış. Çocukların hayâl kurma melekesini körelten bu katı gerçekçilik savunmasının bilim adına yapılıyor olması da bir başka açmaz. Çocukların hayâl ülkesi peri masallarıdır. “Pozitif bilimin onaylamadığı 2 hiçbir masal günümüzde geçerliliğini koruyamaz” görüşüne rağmen çocukların en çok ilgi gösterdiği cin ve peri masallarıdır. Bu gerçek üzerinde iyi düşünmek lazım... Bilim anlayışı neden onaylamıyor masalı? Çünkü masalın çıkış yolu bilim değil sezgidir. Sezginin de dayandığı tek bir temel vardır ki o da hayâldir. Cin ve peri masallarına konan yasak, bilimi tabulaştıran faydacı gerçekçiliktir. Ve onaylanır hiçbir tarafı yoktur. Masalı yasaklama düşüncesi Batı merkezli bir çıkış noktasını gösteriyor. Ancak bu yaklaşım dünyayı etkilemiştir. Yani diyor ki bu görüş, çocuğun hayâldeki arkadaşıyla arasına kalın duvarlar örelim. Prof. Bettelheim, cin ve peri masallarının işlevlerini sürdürdüğünü ve çocukların bu masallara ihtiyacı olduğunu savunmakta ısrarlı. Çocuğa içten ulaşmanın en etkili türü olan masalların, Andre Maurois’un dediği gibi, masalın hiçbir zaman modası geçmez. Cin ve peri masallarının yasaklanmasından yana olanlar, endüstriyel peri masallarını, klasik masala karşı öneriyorlar. ‘Kurulan yeni dünyada eskiye ait değerler yok sayılmadıkça “ilerleme” mümkün değildir’ görüşü, sanayi devrimi ideolojisine de uygun düşüyor. Klasik masalın yerine teknolojinin ürettiği endüstriyel peri masallarının çocuklara sunulmasını öneren Politik Çocuk Kitabı’nı okurken şunu düşündüm: Eski dünyayla yeni dünyanın savaşı her alanda sürüyor. Buna rağmen dünya çocuklarının en çok sevdiği masallar yasak damgası yemiş klasik masallardır. Bizde de masallara bu tür yasaklar getirilmiş mi? Masallara karşı takınılan bu olumsuz tavır, pozitivist felsefenin yaygınlaşmasına paralellik gösteriyor. Bizdeki yasakçı tutum 1930’lardan bu yana sözkonusu. Hattâ masallardan padişah, sultan, şehzade gibi tiplerin ve cin-peri gibi varlıkların çıkarılması istenir. Bu tür masalların çocukları avutup uyuttuğu görüşü savunulur. Masalların avutma ve uyku için olmadığını anlatmak da bize düşüyor. “Ağustos Böceği ile Karınca” gibi birçok fablın yazarı da La Fontaine, bizim çocukluğumuzun masalcısı... Fakat bu tür masalların anlaşılması zor değil mi? Dünya çocuklarının masalcısı demek daha doğru. Fablleri çocuklar için yazılmadığı halde, dünya çocuk edebiyatının tahtına oturmuş bir masalcı La Fontaine. Dünyanın en yaman masal yazıcısı ona göre Aisopos. Buna göre La Fontaine en yaman masal şairi. Çocuk edebiyatı kültürü içinde önemli bir yeri var. Ama La Fontaine Okuma Kılavuzu olmadan fabllerindeki düşünceyi anlamak çocuklar için adeta imkânsız. Belki bu masal şiirleri okuyan çocuklar bunları birer fantezi gibi algılıyorlar. Bu doğru olabilir. Ancak bu fabllerin çözümlenmesi ve düşünce arka plânlarının da eleştirel bir bakışla bu kılavuzda belirtilmesi lâzım. Karıncaya mı, kargaya mı haksızlık ettiğini çocuk anlayamaz. Birçok dünya çocuk klasiğindeki temel değerlerin de bu açılardan çözümlenmeye ihtiyacı var. Çocukluk evrelerine uygun olarak okunması gereken değerlendirilmeli? kitap ve yayınlar nasıl Çocuk klasikleri dünyada egemen bir edebiyat tekeli oluşturmuş durumda. Çocuk edebiyatı kültürünü de bu kitaplardan yola çıkarak anlayabiliriz. Biz, sözlü kültürü yaşamayı sürdürürken, Batı, çocuklar için bir edebiyat rönesansını gerçekleştirdi. Dünyada oluşan çocuk edebiyatı bu oluşumdan etkilenmesi kaçınılmazdı. Çocuk edebiyatını çocuk duyarlığının kalbi kabul ediyorum. Çocuğu tanımayla başlayan, çocuğu yakalayan değil de çocuğa yakalanan bir edebiyat. En belirgin yanı çocuksu oluşu ve çocuksu şöleni yansıtması. Okul öncesinden başlayan bir edebiyat serüveni. Edebiyatın ne anlama geldiğini bilmeyen çocuğa, düzeyine uygun edebiyatın, çizgi ve resmin sunulması. Oyun çağı çocuğuna çocuksu anaforların açılması. Çocuğu hafife almayan bir yazarlık biçiminin iyi örnekleriyle çocuğu buluşturma. Çocuğu, edebiyatın ve sanatın kulvarına çekme başarısı gösteren ve daima çıtanın üstünde, nitelikli örneklerle çocuğu donatan çok sesli bir edebiyat sofrası. Aslında iyi edebiyatın okuru her yaştan insandır. İyi edebiyat ve iyi kitap, çocuk edebiyatının özeti de bu zaten. Çocuklar için hikâye, şiir, masal, sesli ve görüntülü çalışmalarınız var. Bu çalışmalarınızla hem çocukları hem de büyükleri “çocuksu bir şölene” davet ediyorsunuz. Nedir bu çocuksu şölen? 3 Her şey... Yaşamanın tadı, zevki. Saflık, sadelik, temizlik, güzellik, özgürlük. Çocuklar, çocuksu şöleni yaşarsa, mutlu bir çocukluk, onlara güzel bir gelecek hazırlar. Yetişkinler çocuksu şölenden uzaklaşmazsa hayata gülümseyerek bakmayı başarırlar. Çocuksu şölen her şeyiyle çocuk demek. Düşüncesi, acıları, sevinçleri, oyunları, oyuncakları, rüyaları, masalları, hakları, yırtık pantalonu, tozlu ayakkabısı, hukuku, eğitimi, sağlığı, beslenmesiyle, kendisine verilen değerle, sanatı, kültürü, edebiyatıyla, çepeçevre bir çocukluk. Dünya bu çocuksu tarafını kaybettiği için savaş korkusundan hiçbir zaman uzaklaşamıyor. Dünyayı yeniden kurmak için çocuğu başlangıç kabul ederek yürümeyi bunun için ısrarla savunuyoruz. Davete icabet ne ölçüde gerçekleşiyor? Adı konmamış bir çocuk politikası var ülkemizde. Ülke yönetiminde çocuk önceliği henüz öne çıkmış sayılmaz. Dünyada da çocukluk tüketilmek tehlikesiyle karşı karşıya. Sanıldığının aksine çocuğu çocukluktan uzaklaştıran olumsuzluklar çok fazla. Çocuk acıları çoğaldıkça çocuğun özneleşeceği yerde nesneleşmesi hızlanıyor. Çağımızdaki çocuk paradigmasının esası çocukların yetişkinlerden farklı olduğu gerçeğine dayanıyor. Eğitimi ve büyütülmesinden biz yetişkinler sorumluyuz. Çocuklara karşı sorumsuz davrandığımızı söylesem yetişkinlere haksızlık mı etmiş olurum? Haksız sayılmazsınız!.. ‘İcat edilmiş çocukluk, keşfedilmiş çocukluk ve tüketilmiş çocukluk’tan sözetmekle neyi amaçlıyorsunuz? Fransız sosyal bilimci Philippe Ariés, çocukluğun icat edilmiş bir kavram olduğunu ileri sürmüştü. Plump’un işaret ettiği çocukluk düşüncesi de son 40 yılda Avrupa icadı kabul ediliyor. Dünün sürekli değişen çocukluğundan günümüzün değiştiren çocuğuna nasıl geçildi? Çocukluk tarihi aynasına baktığımızda bunu öğrenebiliriz. Çocuk sosyolojisi çocukluğu tanımanın, çocuğa verilen değerin merkez üssü durumunda. Çocukluğun keşfine çıkmalıyız düşüncesini bu yaklaşımın sonucu olarak ifade ediyoruz. Çocuğu, yaradılışına uygun olarak tanımayla başlar bu. Ve çocuksu şölene dönüşene kadar sürer. Kanaatimce, dünyada bu şölen yaşanmıyor, çocukluk tüketiliyor. Yani çocukluk tüketiliyor, çocuklar çocukluğu yaşayamıyor. Bir de “bilim şemsiyesi” yerine “çocuksu şemsiye” önermeniz var. İkisi arasındaki fark nedir? Birini diğerine tercih etmek değil amacımız. Bilim var olanla ilgilenir. Öncelikle sosyal bilimlerin koordineli çalışmasını öneriyoruz. Bir türlü gerçekleşmediğinden de zaman zaman yakınıyoruz. Bilimsellik adına, Batı’da gelişen yaklaşımlarla ve terminolojiyle her şeyi tanımlamanın doğru olmadığını ileri sürüyoruz. Bilimi dışlamak değil bu. Bilim de çocuk gibi evrenseldir. Ancak bilimsellik adına, “Siz çocuklarınızı bizim gibi yetiştireceksiniz” dayatmasını kabul edemeyiz. Bu bizi tek bir medeniyet anlayışına götürür ki buna köklü itirazımız var. Çocuğa ulaşmada felsefî, pedagojik bakıştan ziyade sanatçı bakışının daha kalıcı ve kuşatıcı olduğunu farkediş, çocuk merkezli duyarlığın kalbidir. Çocuk ırmağının çocukluk denizine sanat ve edebiyatla ulaşması daha görkemli, güzel ve hoş bir şey. Popüler kültürün de yer yer çocuksu olana yaslanmaya çalıştığını görüyoruz. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Popüler kültür, çocuğu bir meta, bir oyuncak, müthiş bir tüketici olarak kullanıyor. Bu sebeple çocuk, çağımızda tüketiliyor. Acı çeken çocuk imajı çok güçlü ve giderek yaygınlaşıyor. Çocuklar yalnızca açlıktan, savaşlar sonucu ölmüyor. Yalnızlaşan bir çocukluk olgusu tüketim toplumlarının trajedisine dönüşmüş durumda. Kapitalizmin yükselen değerlerinin en büyük kurbanı, bu yüzden çocuklar olmuştur. Çağdaş çocuk hakları ihlâllerinin arenasındayız. Çocuklar kadar bu hakların da korunması gerekiyor. Günde otuz beş bin çocuğun öldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Çocukluğu çalınanların sayısı birkaç kat daha fazla. İçimizdeki çocuğun sesini dinleyerek ve çocuktan yola çıkarak, yeni bir dünya kurmayı öneriyoruz insanlığa. Nasıl başlayacak bu çocuksu yolculuk, çıkış noktası ne olacak? Çıkış yolunun adresi belli: Çocuk. Önce çocuğu tanıma kılavuzuna ihtiyacımız var. Çocuk bilgisinin keşfi de diyebilirsiniz buna. Çocukluk tarihi ve sosyolojisi, dün bize nasıl bir 4 çocukluğun yaşandığını öğretir. Çocuk düşüncesinin evrimi prizma görevini yerine getirebilir. Çocukluk serüvenini medeniyetlerin bakış açılarıyla daha kuşatıcı bir alana çekebiliriz. Medeniyetin çocuk bilgisini ve eğitim fikrini hareket noktası yaparak, yeni bir çocuk okumasına yönelmek gerekir önce. Mekân olarak evi, çocukluğun ızdırap kaynağı olma durumundan kurtarmak ilk işimiz olmalıdır. Toplumun yenilenişinde çocuğu cazibe merkezi durumuna getirmenin psikolojik, sosyolojik, hukukî, ekonomik, sosyal ve kültürel zeminini oluşturmadıkça bu düşünce de ütopya gibi anlaşılabilir. Yani bir çocuk politikası mı öneriyorsunuz? Politika kelimesini günlük anlayıştan uzak tutacak bir çocuk politikası oluşturmamız gerekir. Yok mu böyle bir politika? Var ama adı yok. Ödünç kavramlarla, tercüme literatürle çocuğa ulaşılamayacağı gibi, evrensellik adına sunulan çocuk ideolojisinin tüketicisi olmaktan da kurtulmak mümkün olmaz. Yaşadığımız dünya krizinin belirleyicisi çağımızın sanal çocuk politikasıdır. Tüketilen bir çocukluktan söz ederken bu çocuk ideolojisine de gönderme yapmak istemiştim. Bunun için, çözümsüzlüğe, kaosa karşı yeni bir çocuk bildirisi’ne ihtiyaç duyuyoruz. Bunun tam karşılığı çocuk politikası’dır. Bir tür yenilenme bilinci de diyebilirsiniz buna. Yenilenmenin adresiyse medeniyettir. Pazar Konuşmaları, Zaman, 22.1.1995 5