T.C. MALİYE BAKANLIĞI AVRUPA BİRLİĞİ VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİ VE TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASINA UYUMU AVRUPA BİRLİĞİ UZMANLIĞI YETERLİK TEZİ Hazırlayan YONCA SAKA Ankara 20. 05. 2010 DOĞRULUK BEYANI Avrupa Birliği Uzmanlığı Yeterlik Sınavı çerçevesinde sunduğum bu çalışmayı, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yol ve yardıma başvurmaksızın yazdığımı, yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her seferin gönderme yaparak yararlandığımı belirtir, bunu onurumla doğrularım. 20 / 05 / 2010 Yonca SAKA i ÖZGEÇMİŞ Yonca SAKA, 1978 yılında Trabzon’da doğdu. İlköğrenimini Ankara Özel Arı Koleji’nde, orta ve lise öğrenimini Ankara Gazi Anadolu Lisesi’nde tamamladı. 1997 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden 2002 yılında mezun oldu. 2007 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı’na kayıt oldu, bir sene söz konusu programa devam ettikten sonra Chevening Bursu ile yüksek lisans eğitimi için Londra’ya gitti. 2008 yılında kayıt olduğu “The London School of Economics, Politics and Government in the European Union” yüksek lisans programından 2009 yılında mezun oldu. 2005 yılında Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi’nde uzman yardımcısı olarak başladığı görevini halen sürdürmektedir. Çalışma konuları, sosyal politika ve dış ilişkilerdir. İyi derecede İngilizce ve temel seviyede Fransızca bilmektedir. ii İÇİNDEKİLER DOĞRULUK BEYANI .......................................................................................... İ ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................... İİ İÇİNDEKİLER .................................................................................................. İİİ KISALTMALAR ..................................................................................................V TABLO LİSTESİ ..................................................................................................V GİRİŞ ..................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM................................................................................................ 3 REFAH DEVLETİ MODELLERİ VE SOSYAL POLİTİKA UYGULAMALARI .............................................................................................. 3 1.1. REFAH DEVLETİ KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI .................. 5 1.2. AVRUPA REFAH DEVLETİ MODELLERİ SINIFLANDIRMASI VE GENEL ÖZELLİKLERİ ............................................................................ 8 İKİNCİ BÖLÜM ................................................................................................. 15 AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİ, KAYNAKLARI VE YÖNTEMİ ...................................................................... 15 2.1. AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİ ...... 16 2.1.1. Safha 1: 1974 Sosyal Eylem Planı ................................................ 19 2.1.2. Safha 2: Avrupa Tek Senedi......................................................... 21 2.1.3. Safha 3: Çalışanların Temel Sosyal Haklarına İlişkin Topluluk Şartı ve Eylem Planı .................................................................................... 26 2.1.4 Safha 4: Maastricht Antlaşması ve ekli Sosyal Politika Protokolü 29 2.1.5 Safha 5: Amsterdam Antlaşması ve Sosyal Bolum ........................ 32 2.1.6 Safha 6: Nice Antlaşması ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı. 35 2.1.7 Safha 7: Lizbon Antlaşması ve AB Sosyal Politikasının Bugünü . 42 2.1.8 AB Sosyal Politikasının Diğer Uluslararası Kaynakları ............... 45 iii 2.2. BİR SOSYAL POLİTİKA ARACI OLARAK AÇIK KOORDİNASYON YÖNTEMİ ................................................................... 48 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ............................................................................................ 53 TÜRKİYE’NİN SOSYAL POLİTİKA TARİHİ ........................................... 53 3.1. CUMHURİYETİN İLK YILLARI ................................................ 54 3.2. İKİ DÜNYA SAVAŞI: 1930-1960 DÖNEMİ ............................... 56 3.3. 1961 ANAYASASI DÖNEMİ ......................................................... 57 3.4. 1980 SONRASI ................................................................................. 58 3.5. 1990’LAR VE AKTÖR DEVLET MODELİ................................ 59 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ....................................................................................... 61 TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKALARINA UYUMU ............................................................................................................... 61 4.1. SOSYAL POLİTİKA VE İSTİHDAM FASLI MÜZAKERE SÜRECİ 62 4.2. İLERLEME RAPORLARINDA SOSYAL POLİTİKA UYUMU 73 4.2.1. Sendikal Haklar ................................................................................. 74 4.2.2. Çocuk İşçiliği ...................................................................................... 78 4.2.3. Kadın Erkek Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele ............................. 83 4.2.4. Engelli Hakları ................................................................................... 88 4.2.5. Sosyal Koruma ................................................................................... 91 4.2.6. Sosyal Diyalog .................................................................................... 96 4.2.7. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği ................................................................ 99 4.3. AB SOSYAL POLİTİKASINA UYUMDA SON GELİŞMELER.. 102 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ................................................................... 105 KAYNAKÇA ..................................................................................................... 111 iv KISALTMALAR AAET Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu AB Avrupa Birliği ABAD Avrupa Birliği Adalet Divanı AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AİHS Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AİS Avrupa İstihdam Stratejisi AKY Açık Koordinasyon Yöntemi ASF Avrupa Sosyal Fonu AT Avrupa Topluluğu ATS Avrupa Tek Senedi BM Birleşmiş Milletler CEEP Avrupa Kamu İşletmeleri Birliği ESK Ekonomik ve Sosyal Konsey ETUC Avrupa Sendikalar Konfederasyonu GSMH Gayri-Safi Milli Hasıla ILO Uluslararası Çalışma Örgütü IMF Uluslararası Para Fonu IPA Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı İŞKUR Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumu OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü SEP Sosyal Eylem Planı SPP Sosyal Politika Protokolü TCK Türk Ceza Kanunu TŞ Topluluk Şartı TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu UNICE Avrupa Sanayi ve İşveren Konfederasyonları Birliği v TABLO LİSTESİ Tablo 1 Esping-Andersen’in Refah Rejimleri Sınıflandırması……7 Tablo 2 Açık Koordinasyon Yönteminin Kullanıldığı Politika Alanları…………………………………………………………………………36 vi GİRİŞ Sosyal politika kavramının, Avrupa Birliği’nden bahsederken akla gelen ilk kavram olmadığı şüphesizdir. Avrupa Birliği, temelde ekonomik kaygılar üzerine inşa edilen, üye devletler arasında ekonomik bir birliği amaçlayan bir oluşumdur. Ancak Birliğin bütünleşme sürecinde ekonomik kaygılar kadar siyasal ve sosyal kaygılar da gündeme gelmiş, söz konusu kaygılar çerçevesinde ekonomik olduğu kadar siyasal ve sosyal bir birlik de olma yönünde de adım atılmıştır. Çalışmamızda, bir Avrupa sosyal politikası oluşturma yönünde atılan söz konusu adımlar incelenecek, Avrupa Birliği sosyal politikasının ana hatları ortaya konduktan sonra Türkiye’nin sosyal politika tarihine dair kısa bir özet sunulacak ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sosyal politikasına uyum süreci, İlerleme Raporları çerçevesinde incelenecektir. Çalışmanın “Refah Devleti Modelleri ve Sosyal Politika Uygulamaları” başlıklı ilk bölümünde, refah devleti kavramı ve Avrupa sosyal modeline esas teşkil eden refah devleti modelleri sınıflandırması ele alınacaktır. Söz konusu sınıflandırma, bir Avrupa sosyal modelinin mümkün olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmasına imkan verecektir. Çalışmanın “Avrupa Birliği Sosyal Politikasının Gelişimi, Kaynakları ve Yöntemi” başlıklı ikinci bölümünde, Avrupa sosyal politikasının gelişimi, yedi safhadan oluşan bir kronoloji ile verilecek, Avrupa Birliği sosyal politikasının oluşumunda Birlik mevzuatına ek olarak imza atılan ve taraf olunan uluslararası antlaşma ve sözleşmelere yer verilecek ve son olarak Birliğin sosyal politika oluşturmada yaygın olarak kullandığı “Açık Koordinasyon Yöntemi” ile ilgili bilgi verilecektir. Çalışmanın “Türkiye’nin Sosyal Politika Tarihi” başlıklı üçüncü bölümünde, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sosyal politikaların ve politika uygulamalarının kısa bir özeti verilecek, sunulan kısa özet ile modern Türkiye’de sosyal politika uygulamalarının şekillenmesinde etkili olan unsurlar ortaya konacaktır. Çalışmanın “Türkiye’nin Avrupa Birliği Sosyal Politikalarına Uyumu” başlıklı dördüncü bölümünde, Sosyal Politika ve İstihdam faslındaki müzakere sürecine ilişkin bilgi verilecek, takip eden ikinci alt başlıkta ise Komisyon’un İlerleme Raporlarında yer alan ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sosyal politikasına uyumu konusundaki görüşlerini yansıtan değerlendirmelerine yer verilecektir. Dördüncü başlığın son alt başlığında ise, Avrupa Birliği sosyal politikasına uyumda gelinen son noktaya ilişkin Komisyon değerlendirmeleri, alt komite toplantı tutanakları ve sunumlarından yola çıkılarak ortaya konacaktır. Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise, Avrupa Birliği’nde bir ortak sosyal politikadan bahsedilip bahsedilemeyeceği, söz konusu politika alanında Türkiye’nin uyum derecesi ve Avrupa Birliği sosyal politikasına tam uyum için gereken koşullar ortaya konacaktır. 2 BİRİNCİ BÖLÜM REFAH DEVLETİ MODELLERİ VE SOSYAL POLİTİKA UYGULAMALARI Sosyal politika, esas olarak sosyal hizmetlerin temini ve vatandaşlarının refahlarının sağlanması amacıyla ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte gelişen bir sosyal bilimler disiplinidir. Sosyal politika terimi hem bir akademik disiplin olarak sosyal politikaya, hem de bu alanda yapılan sosyal politikalara işaret etmektedir. Bir sosyal bilimler disiplini olarak sosyal politika, insan refahını artırmak ve sürdürmek amacıyla sosyal bilimler alanda yapılan tüm çalışmaları kapsamaktadır. Bir politika aracı olarak ise, devletlerin vatandaşlarının refahını sağlamak amacıyla vatandaşlar arasındaki kaynak dağılımını düzenlemeye yönelik olarak gerçekleştirdiği müdahaleleridir. Geniş anlamıyla modern sosyal politika: Varlığını ve gelişimini insan hakları ve demokrasi kavramlarına borçlu olan ve devlet eliyle yürütülen, Demokratik bir sistemde devletin toplumsal sınıflar ve çıkarlar arasında uzlaşma sağlamasına yönelik, Devletin toplumsal eşitlik ve adalet sağlama yükümlülüğünden doğan, 3 Toplumun çeşitli kesimlerine ve çeşitli sosyal sorunlara yönelik sosyal vatandaşlık, sosyal eşitlik ve sosyal adalet anlayışı ile bütünleşen, Politikalar bütünüdür1. Yaygın olarak kullanılmakla beraber sosyal politika için yapılan tanımlar açık ve net olmaktan uzaktır. Bu çerçevesi belirsiz tanım netleştirmek için hani konuların sosyal politika alanda değerlendirilebileceğine dair örnekler vermek yerinde olacaktır. Sosyal politika alanına giren belli başlı konular, çeşitli kaynaklarda farklılık göstermekle beraber genel olarak şöyle sıralanabilir: gelir desteği ve vergilendirme, istihdam, eğitim, kişisel sosyal hizmetler, sosyal güvenlik, sosyal diyalog, yaşlı ve çocuk hizmetleri, çevre politikaları, suç ve adalet politikaları, sağlık, ikamet, etnik ayrımcılık ve cinsiyet eşitliği2. Çalışmanın ilk bölümünde, Avrupa sosyal politikalarının şekillenmesinde ve Avrupa sosyal modelinin oluşumunda referans noktası teşkil eden refah devleti kavramının ortaya çıkışı, ikinci olarak da Avrupa refah devleti modelleri sınıflandırması ve refah devletlerinin genel özellikleri incelenecektir. 1 Meryem Koray, Sosyal Politika, İmge Yayınları, Ankara, 2005, s. 27. John Baldock, Nick Manning, Sarah Vickerstaff, Social Policy, Oxford University Press, Oxford, 2003, s. 26. 2 4 1.1. REFAH DEVLETİ KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI “Dünya tarihinde devrim niteliğindeki anlar, eski sistemi yamamakla değil, devrimle gerçekleşir.” Beveridge Raporu, 1942. Refah devleti, kaynakların vatandaşların faydası için etkin bir şekilde dağıtıldığı kurumsal yapılanmaların toplamına işaret eden bir kavramdır. Refah devletlerinde devlet, piyasa güçlerini vatandaşların refahını sağlamak amacıyla yönlendirerek iradi müdahalelerde bulunur. Bu müdahalelerin genel amacı, vatandaşlara ve ailelere minimum düzeyde gelir garanti etmek, vatandaşları işsizlik, hastalık gibi sosyal risklerle karşı karşıya getirmemek, yaşlılara, çocuklara ve risk grubundaki diğer kesimlere sağlanacak hizmetlerle toplumsal refahı sağlamak olarak özetlenebilir3. Modern anlamda refah devleti kavramı ikinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan ekonomik ve sosyal çöküntü tablosunun iyileştirilmesi amacıyla uygulamaya konulan sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, konut edindirme, istihdam gibi alanlarda devlet müdahalesinin ve desteğinin uygulanmaya başlanması ile ortaya çıkmıştır. Modern refah devleti kavramının ve sosyal politika uygulamalarının geleceğinin şekillenmesinde önemli bir köşe taşı olan Beveridge Raporu 1942 tarihinde yayımlandığında, sosyal politikanın ele alınış şekli ve devlet politikaları arasındaki önceliğinin önemli ölçüde değişeceği henüz bilinmemekteydi. Hindistan doğumlu İngiliz ekonomist ve sosyal reformist William Henry Beveridge’in başkanı olduğu İngiltere Sosyal Güvenlik ve İlişkili Hizmetler 3 M. Koray, 2005, s. 84. 5 Komitesi’nde yayımlanan “Sosyal Güvenlik ve İlişkili Hizmetler Raporu 4”, yayımlandığı 1942 yılından bu yana kısaca Beveridge Raporu olarak anılmaktadır. Söz konusu raporun ana amacı, savaş sonrası oluşturulacak olan modern toplumun en önemli sorunu olan yoksulluğu sistematik ve kapsamlı bir plan dâhilinde çözmektir. Rapor, sağlık, koruyucu önlemler, ilaç tedavisi, aile hekimliği, yaşlı ve çocuk bakımı, çocuk refahı gibi günümüzde halen tartışılan ve önemini korumaya devam eden başlıkları da içeren kapsamlı bir rapor olup, İngiliz vatandaşlarının sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında refahını sağlamayı amaçlamaktadır. Raporun ana ilkeleri ise: Genellik, Sosyal yardımlarda birlik, Yönetimde birlik, Ferdi sorumluluk ve devlet katkısı, Primlerde birlik ve zorunlu ödeme, Sosyal güvenlik sisteminin tam istihdam ve ulusal sağlık politikalarıyla desteklenmesi ve Aile yardımları başlıklarında sınıflandırılabilir5. Genellik ilkesi, sosyal yardımlarda ve sosyal güvenlikte vatandaşlık, sunulacak hizmetlerden faydalanmak için gerekli ve yeterli şart sayılmış, vatandaşların tamamının söz konusu sistem içinde yer alması amaçlanmıştır. 4 Social Insurance and Allied Services Report, http://www.sochealth.co.uk/history/beveridge.htm (11.03.2010) 5 Dr. Muzaffer KOÇ, Sosyal Güvenlik ve Beveridge Raporu, Mali Çözüm, İSMMMO Yayın Organı, Haziran-Temmuz 2006, Sayı 76, http://archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/76MaliCozum/5muzafferkoc.pdf 6 Sosyal yardımlarda birlik ilkesi ise, geliri ne olursa olsun minimum bir yaşam standardı sağlanması için vatandaşların her birine devlet bütçesinden sosyal yardım yapılması öngörülmüştür. Yönetimde birlik ilkesinin gereği olarak da, dağınık halde buluna sosyal yardım sisteminin tek çatı altında toplanarak devlet eliyle tek elden yürütülmesi, böylece sosyal yardımlarda ve sosyal güvenlikte etkinlik, verimlilik ve standartlaşmanın sağlanması hedeflenmiştir. Ferdi sorumluluk ve devlet katkısı ilkesinde sosyal güvenliğin devlet ve vatandaş eliyle birlikte sağlanacak katkılarla yürütülmesi, ödenen primler karşılığında da devletin vatandaşların sosyal refahını garanti altına alması öngörülmüştür. Primlerde birlik ve zorunlu ödeme ilkesi ile, bütün sigorta kolları için aynı miktarda ve maktu prim alınması gereğine işaret edilmiştir. Sosyal güvenlik sisteminin tam istihdam ve ulusal sağlık politikalarıyla desteklenmesi ilkesi ise, sosyal güvenlik sisteminin verimli ve etkin bir şekilde uygulanabilmesi için diğer önemli sosyal politika araçları olan istihdam ve sağlık politikalarıyla beraber ele alınması, birbirini destekler şekilde kurgulanması ve uygulanması gereğini vurgulamaktadır. Aile yardımları ilkesi ise, vatandaşların ekonomik refah seviyelerindeki farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan Raporda, aile biriminin asgari yaşam standardının altına düşmemesi için gereken yardımlar ele alınmıştır. Bu ilke çerçevesinde, doğum, analık ve çocuk yardımları, evlenme gibi alanlara ilişkin düzenlemeler yapılması öngörülmektedir. 7 Yukarıda temel hatlarıyla ifade ettiğimiz Beveridge Raporu, modern anlamda sosyal güvenlik ve daha geniş anlamı ile bir sosyal politika belgesi olup, savaş sonrası dönemde diğer ülkelere yol gösterici bir belge niteliğinde olmuştur. Ancak raporun öngördüğü planın uygulanması için İkinci Dünya Savaşının bitmesini ve İşçi Partisi Hükümeti’nin Ağustos 1945 yılında iktidara gelmesi ile birlikte politik ortamın elverişli hale gelmesini beklemek gerekmiştir. 1948 yılı itibariyle Raporun birçok tavsiyesi uygulanmış, bunlardan en önemlisi olarak da kapsamlı ve devlet destekli sağlık hizmetlerinin halen en verimlisi olarak adlandırılan Britanya Ulusal Sağlık Sistemi (British National Health System (NHS)) kurumuştur6. Sosyal güvenlik sisteminde atılan bu büyük adım, refah devletlerinin ortaya çıkışından bu yana aradan geçen 50 yıldan fazla sürede varılan nokta açısından önemsiz görülebilir. Ancak söz konusu Rapor, modern sosyal güvenlik sisteminin temel taşlarından birini oluşturmuş, diğer ülkelere yol gösterici bir belge olmuş ve en önemlisi sosyal güvenlik ve sosyal politika uygulamaları olmaksızın bir ulusun yeniden inşasının ve toplumsal refahın sağlanamayacağının kanıtı olmuştur. İzleyen bölümde, anılan sürede yavaş yavaş şekillenen refah devleti modelleri ve bu modellerin sosyal politika uygulamalarıyla bağlantıları incelenecek, devletleri, sosyal politika uygulamalarını esas alarak sınıflandıran refah devleti modellerinden yola çıkıp Avrupa Birliği sosyal politikalarına giriş yapılacaktır. 1.2. AVRUPA REFAH DEVLETİ MODELLERİ SINIFLANDIRMASI VE GENEL ÖZELLİKLERİ Sosyal politikanın bir ana bilim dalı olarak ortaya çıkmasına öncü olan ve refah devletlerine ait sınıflandırmayı sosyal bilimler literatürüne kazandıran isim 6 Encyclopedia od Public Health, http://www.answers.com/topic/william-beveridge, (11.03.2010) 8 Britanya’lı eğitimci ve sosyal araştırmacı Richard Titmuss’dur. Titmuss, Sosyal Politika isimli eserinde7 refah devleti modellerini üçe ayırmıştır. Bu ayrıma göre refah devletleri, “kalıntı refah modeli8”, “endüstriyel başarı–performans modeli9”, “kurumsal–yeniden bölüşümcü model10” olarak sınıflandırılmaktadır. Anılan bu üç refah devleti modeli, devletlerin sosyal düzenlemelerindeki farklı uygulamalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu sınıflandırmaya göre, kalıntı refah devleti modellerinde sosyal hizmetler, düşkün durumdaki vatandaşlar için bir güvenlik ağı teşkil etmektedir. Bu ağ, piyasalar ve aile kurumu vatandaşları sosyal risklere karşı korumakta yetersiz kaldıkları zaman devreye girerek, refah devleti sisteminin devamlılığını sağlamak üzere şekillendirilmiştir. Endüstriyel başarı-performans modelinde ise, sosyal hizmetler devlet dışı aktörler tarafından başarı, iş performansı ve verimlilik esaslarına göre belirlenir. Kurumsal-yeniden bölüşümcü modelde ise sosyal hizmetler evrensel tabanda tahsis edilmiş ve sosyal refah toplumun tümüne yayılmış bir kurumsallığa sahiptir. Bu modelde sosyal hizmetlerden yararlanmak için vatandaş olmak yeterli olup, hizmetler, ihtiyaç sahibi oldukları sürece tüm vatandaşlara devlet eliyle sağlanır. Refah devleti modelleri ilk olarak Titmuss’un sınıflandırmasıyla literatüre girmekle beraber, yaygın olarak Esping-Andersen’in sınıflandırmasıyla kategorize 7 Brian Abel-Smith, Kay Titmuss (Eds.), Social Policy. An Introduction, London 1974, s.28. Residual Welfare Model 9 Industrial Achievement–Performance Model 10 Institutional Re-distributive Model 8 9 edilmektedir11. Esping-Andersen, refah devleti modelleri sınıflandırmasını Titmuss’un sınıflandırmasının üstüne inşa etmekle beraber, sınıflandırmasını daha geniş kapsamlı tutmuş, istihdam piyasalarına uyarladığı sınıflandırmasında ulusal refah rejimlerini ve birbirleriyle ilişki ve farklılıklarını açıklamaya çalışmıştır. Esping-Andersen, refah devleti modellerini sınıflandırdığı ve sosyal politika literatüründe sıkça referans gösterilen “Three Worlds of Welfare Capitalism – Refah Kapitalizminin Üç Dünyası” isimli çalışmasında12, refah devleti rejimlerini liberal (Anglo-Sakson) refah rejimleri, muhafazakâr (Kıta Avrupası) refah rejimleri ve sosyal demokratik (İskandinav) refah rejimleri olarak sınıflandırmıştır. Söz konusu sınıflandırmada esas alınan unsur, sosyal politikaların hedef kitlesi ve anılan rejimlerde refah devletinin devamını sağlayan toplum kesimleridir. Bu sınıflandırmada refah devleti, vatandaşı piyasa ilişkilerine girmeden kendini yeniden üretebilme konusunda özgürleştirdiği ölçüde (decommodification) sınıflandırılmaktadır. ABD, Avustralya ve İngiltere gibi ülkeler liberal refah rejimleri, İsveç, Norveç ve Danimarka sosyal demokrat refah rejimleri ve Fransa, Belçika ve Almanya ise muhafazakâr refah rejimleri olarak kategorize edilmektedir. Anglo-Sakson modeli olarak sınıflandırılan ve İngiltere, Amerika gibi ülkeleri kapsayan tipte refah devleti küçüktür, evrensel birkaç sistem sunsa da sosyal güvenlik için özel sektöre büyük oranda yer açmaktadır. İskandinav ülkeleri olan İsveç, Norveç, Danimarka tarafından uygulanan modelde sosyal demokrasi güçlüdür, gelirden doğrudan alınan vergiler yüksektir, 11 Gosta Esping-Andersen, “Toplumsal Riskler ve Refah Devletleri”, Sosyal Politika Yazıları, (Der. Ayşe Buğra, Çağlar Keyder), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 33-54. 12 Gosta Esping-Andersen, Three Worlds of Welfare Capitalism, Princeton University Press, New Jersey, 1990. 10 devlet harcamaları cömert ve kadınların ailevi sorumluluklarını karşılayıp işgücüne sevk edecek kadar kapsamlıdır. Kıta Avrupası modeli bu ikisinin karışımı olarak görülmektedir. Bu modelde, sosyal politika harcamaları, vatandaşların ödedikleri primlerle yapılmakta, aile, bir sosyal politika kurumu olarak varlığını halen devam ettirmektedir. Esping-Andersen’in refah rejimleri sınıflandırmasına daha sonra İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi refah devletleri için Güney Avrupa modeli de eklenmiştir13. Güney Avrupa modeli, refah rejimleri tartışmasına geç dahil olmakla birlikte, Avrupa Birliği’ni oluşturan üye devletlerden önemli bir kısmının içerisine dahil edilebileceği bir sınıflandırmayı teşkil etmektedir. Özellikle son genişleme dalgası ile Birliğe üye olan on iki ülkenin tamamı, Akdeniz modeli içine dahil edilmektedir. Bu modelin ayırt edici özelliği, devlet tarafından vatandaşlarına nakdi gelir desteği sağlanması, sağlık sisteminde evrensel bir yaklaşımın sergilenmesi, kamu kurumlarının partizan baskılara ve manipülasyonlara açık olması ve nakdi yardımlarda patronaj ilişkilerinin kuvvetli olmasıdır14. Esping-Andersen’in sınıflandırmasının olumlu ve bütünleyici yanları olduğu kadar eleştirilen özellikleri de mevcuttur. Söz konusu sınıflandırma, kadının toplumlardaki ve dolayısıyla refah rejimlerindeki konumunu göz ardı etmesi, kapitalist üretim modelini tek ve en geçerli model olarak benimsemesi, devlet dışı aktörlerin katkılarını göz ardı etmesi ve kendine has özellikleri olan Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerin sınıflandırma dışı bırakılması 13 Maurizio Ferrera, “Sosyal Avrupa’da Güney Avrupa Refah Modeli”, Sosyal Politika Yazıları, (Der. Ayşe Buğra, Çağlar Keyder), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 195-230. 14 A.g.e. s. 218. 11 açısından eleştirilmektedir15. Ancak öne sürülen eleştirilere rağmen EspingAndersen’in sınıflandırması, refah devleti rejimlerine ilişkin genel ve özet bir tanım yapmakta olup, refah devletlerine ilişkin yapılmış halen en kapsamlı ve analitik sınıflandırma olma özelliğini korumaktadır. Söz konusu sınıflandırmaya ilişkin özet tablo, refah rejimlerinin ana özelliklerini sunması bakımından faydalı olacaktır: Refah Rejimleri Liberal Muhafazakâr Sosyal Demokrat Değerler İş odaklı Sınıf ve statü Eşitlik, evrensellik performansı temelli haklar ve yüksek standartlar Araçlar Medyan testleri Devlet destekli Devlet desteği özel sigorta finansmanlı destek Amaçlar Piyasaları Sivil toplumu Tam istihdam ve güçlendirmek güçlendirmek istihdam-refah barışını sağlamak, Ülke Örnekleri Amerika, Kanada, Avusturya, İskandinav Avustralya, Fransa, Almanya, ülkeleri Birleşik Krallık İtalya Tablo 1: Esping-Andersen’in refah rejimleri sınıflandırması Ulusal refah rejimleri, eşitlik kavramı hakkında değişik kavrayışlara, eşitlikçi çözümlere sahip olup, neyin eşitlendiği konusunda da farklılaşmaktadırlar. İskandinav demokratlar kaynakların eşitlenmesi, toplumsal sermayenin düzenlenmesini hedeflemekteyken, liberal ve Anglo-Sakson refah devletleri ise dezavantajlı grupları himayesi altına almak amacındadır. Bubun yanı sıra, aynı sınıflandırmaya tabi tutulan devletlerdeki refah uygulamaları farklılık 15 A.g.e. s. 196. 12 gösterebilmekte, ortak paydalar yanında farklılaşmış uygulamalara sıkça rastlanmaktadır. Genel bir şemsiye altında sosyal devlet harcamaları olarak adlandırılabilen eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi unsurlara tahsis edilen farklı miktarlar, her bir devletin önceliğine ve politik kararlarına göre şekillenmekte, sonuç olarak toplamda aynı miktar sosyal refah harcaması yapan ülkelerde refah rejimleri farklılaşabilmektedir. Bir diğer nokta ise, aynı refah rejimi içerisinde değerlendirilen ülkelerde ise, sosyal refah harcamalarının devlet bütçesinde kapladığı büyüklüğün değişebilmesidir. Örneğin, Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin toplam sosyal koruma harcama miktarı 2005 yılı itibariyle AB-27 bütçesinin %27,3’lük bir kısmını oluşturmakla birlikte16, bu oranlar üye devletlere göre değişiklik göstermektedir. En yüksek sosyal koruma harcamaları miktarı %32 ile İsveç tarafından, en düşün oran ise %12,5 ile Estonya tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak Esping-Andersen tarafından aynı refah rejimi sınıflandırmasında incelenen İtalya ve Almanya’nın sosyal koruma harcamaları yine aynı yıl itibariyle sırasıyla %26,4 ve %29,4 olarak gerçekleştirilmiştir. AB27 ortalamasına göre ortalamanın yukarısında kalan Almanya ile aşağısında kalan İtalya arasında refah rejimleri uygulamaları bakımından farklılıklar mevcuttur ve söz konusu farklılıklar ülkelerin sosyo-ekonomik özellikleri tarafından belirlenebilmektedir. Ülkelerin kendilerine has geleneklerinin belirlediği özelliklerinin, refah rejimlerini farklılaştırabilmesine rağmen, refah devletlerinin ortak bir paydası mevcuttur. Ulusal refah devletlerinin ortak paydası, mevcut sosyal devlet modelinin sosyal politikalar vasıtasıyla sürdürülmesidir. İzleyen alt bölümde anılan bu ortak paydanın AB sosyal politikasını nasıl yönlendirdiği konusuna giriş yapılarak Avrupa Birliği Sosyal Politikasının gelişimi ve söz konusu gelişim 16 European Social Statistics, Social Protection Expenditure and Receipts, Data 1997-2005, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-DC-08-001/EN/KS-DC-08-001-EN.PDF (15.03.2010). 13 sürecinde Birliğin benimsediği yöntem olan açık koordinasyon yöntemi incelenecektir. 14 İKİNCİ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİ, KAYNAKLARI VE YÖNTEMİ “Eşitlik arzusu, kimsenin hiçbir şeyden sorumlu olmadığı bir refah anlayışına dönüşmemelidir.” Jacques Delors Avrupa Birliği Üye devletleri arasındaki Avrupa Bütünleşmesi, ekonomik rasyonellere dayana bir bütünleşme surecidir. Malların, hizmetlerin, sermayenin ve işgücünün serbest dolaşımına dayalı bir Avrupa tek pazarı yaratma düşüncesi Avrupa Birliği’nin 1950'lerden bu yana devam eden serüveninin ana belirleyici etmeni olagelmiş ve 1999 yılında ortak para biriminin kullanımına geçiş de tek pazar düşüncesinin çimentosunu oluşturmuştur. Ortaya çıkışı itibariye ekonomik sebeplere dayana Avrupa Birliği fikri, yaklaşık atmış yıllık serüveninde sadece bir ekonomik birlik olarak kalmanın ötesine geçmiş, ekonomi politikalarının olduğu kadar sosyal politikalarda da belli ölçüde uzlaşmaya varılan bir noktaya gelmiştir. Ekonomik bütünleşmeye ilave olarak, sosyal politika alanında gerçekleştirilecek bir bütünleşme ekonomik bütünleşmenin de sağlıklı ve etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez bir bileşendir. Çalışmamızın, söz konusu argümanımızı destekleyecek veriler ve örnekler içerecek bu bölümünde AB sosyal politikasının gelişimi ortaya konacak, yaklaşık altmış yıllık bir süreye karşılık gelen bu süreçte AB sosyal politikasının oluşumuna zemin hazırlayan ve yedi safhadan oluşan gelişim süreci incelenecek, son olarak da AB sosyal politikasının oluşumunda ağırlıklı olarak kullanılan açık koordinasyon yöntemine ilişkin bilgi verilecektir. 15 2.1. AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİ Avrupa bütünleşmesi fikrinin sosyal değil, ekonomik bir temele dayalı olarak başladığını ve sürecin ilk otuz yıllık kısmının ekonomik öncelikler çerçevesinde şekillendiğini ileri sürmek, gelinen noktadan baktığımızda yanlış olmayacaktır. Birleşik Avrupa düşüncesinin Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Almanya, Fransa ve İtalya tarafından ortaya atıldığı 1950’li yıllar, ikinci dünya savaş yaralarını sarmaya çalışan ulus devletlerin bireysel olarak sosyal politikalara ağırlık vermeye başladıkları yıllardır. Öte yandan Birleşik Avrupa fikrinin doğuşunda da izlerine rastlanabilecek sosyal kaygılar, bütünleşme sürecinin ilerleyen aşamalarında ikincil kalmış, bütünleşme süreci ekonomik rasyoneller ile birlikte yürümüştür. Sonuçta ortaya çıkan tabloda Avrupa’nın bütünleşme sürecine ekonomik kaygılar damgasını vurmuş ve süreç, ekonomik bir temele dayalı olarak başlamış ve şekillenmiştir. Bir Avrupa sosyal politikasından bahsedebileceğimiz 1970’li yıllara gelmeden önce, 1970 öncesi dönemde bir AET ortak sosyal politikasından bahsetmenin mümkün olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Avrupa bütünleşmesini getiren süreçte ilk adım, 1951 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’dur (AKÇT). AKÇT’yi 1957 yılında kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) takip etmiştir. AET’yi kuran Roma Antlaşması, liberal yaklaşımlı bir antlaşma olup, ulaşılacak olan başarılı bir ekonomik bütünleşmenin, sosyal bütünleşme ile sonuçlanacağı fikrini yansıtmaktadır. Roma Antlaşması üye ülkeleri, Avrupa’yı bölen engellerin ortadan kaldırılması için ülkelerin sosyal ilerlemelerini sağlamakla yükümlü tutmuştur17. Ancak bu açık uçlu hüküm, farklı politikacılar tarafından farklı yorumlara tabi tutulmuş, kimi bu yükümlülüğün ancak piyasalara serbestlik getirilerek, kimi ise yerli üretimi ve istihdamı korumakla mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Sonuç olarak Topluluk sosyal politikasına ilişkin iki ana 17 Treaty Establishing the European Community, http://www.hri.org/docs/Rome57/, (09.02.2010). 16 eğilim ortaya çıkmıştır; ilki sosyal yükümlülük ve harcamaların minimum düzeyde tutularak ekonomiye daha az yüklenilmesini, bu sayede genel refah düzeyinin kendiliğinden artacağını savunan neo-liberal yaklaşım, ikincisi ise, uygulanacak farklı sosyal koruma düzeylerinin eşit olmayan rekabetçi durumlar yaratacağını ve sosyal politikanın sosyal refah için vazgeçilmez olduğunu savunan sosyal refah devleti yanlısı yaklaşımdır18. Bu iki görüşten neo-liberal görüşün baskın çıkması sonucu, Roma Antlaşması sosyal politika süreçlerini üye ülkelerin inisiyatiflerine bırakmış, Topluluk açısından ortak bir sosyal politika oluşumunu da ekonomik bütünleşme ile birlikte kendiliğinden gelişecek bir alan olarak değerlendirmiştir. Roma Antlaşması’nda sosyal politikaya ilişkin hükümler, Antlaşmanın “Sosyal Hükümler” bölümü altında düzenlenmiş olup, daha çok iş hayatı ve istihdama yönelik şu hükümleri içermektedir19: Sosyal güvenlik haklarının transfer edilebilir olması hükmünü de kapsamak üzere işçilerin serbest dolaşımının sağlanması (48. 49. ve 51.maddeler) Genç işçilerin değişiminin teşvik edilmesi (50. madde) Serbest yerleşme hakkı (52. ve 58. maddeler) Sosyal konularda üye ülkeler arasında yakın işbirliği sağlanması(117. ve 118. maddeler) Kadın ve erkek ücretlerinin eşitlenmesi (119. madde) Çalışanlara ücretli izin hakkının tanınması (120. madde) İşçilerin istihdamını ve coğrafi ve profesyonel mobilitelerini sağlamak üzere Avrupa Sosyal Fonu’nun kurulması (123-127. maddeler) 18 Mustafa Aykaç, “Avrupa Birliği Sosyal Politikası”, (Der.Mustafa Aykaç ve Zeki Parlak), Tüm Yönleriyle Türkiye-AB İlişkileri, İstanbul, Elif Kitabevi, 2002, s.481. 19 Prof. Dr. Şerife Turan Özşuca, Avrupa Birliği Sosyal Politikası, http://ab.calisma.gov.tr/dnn/Docs/anktra/Ozsuca_sunum.pdf, (06.02.2010) 17 Mesleki eğitimde ortak bir politika oluşturulması için genel ilkeler belirlenmesi (128. madde) Roma Antlaşmasının sosyal politikaya ilişkin yukarıda sıralanan maddelerinden yola çıkarak, Antlaşmanın sosyal politikaya yönelik hükümlerini çok geniş tuttuğu, bununla birlikte hükümlerin ağırlıklı olarak çalışma yaşamına yönelik olması sebebiyle uygulanacak sosyal politikaların ekonomik bütünleşmeye destek ve yardımcı olması arzusunda olunduğu söylenebilir. Roma Antlaşmasının sosyal politikaya ilişkin maddelerinin yanı sıra, Avrupa Sosyal Fonu (ASF), Birliğin, üye devletlerde istihdamı ve ekonomik ve sosyal uyumu sağlamayı amaçlayan ana mali enstrümanıdır. ASF’nin toplam harcama düzeyi, AB bütçesinin yaklaşık %10’unu oluşturmaktadır20. ASF’nin temel amacı, Birlik içinde daha iyi ve daha çok istihdam olanakları yaratmak ve bu amaca yönelik olarak, milli, yerel ve bölgesel ortak finansman ile istihdamı, iş kalitesini ve istihdam piyasalarının kapsayıcılığını artırmaya yönelik projelerin finansmanını sağlamaktır. ASF, 1957 Roma Antlaşması ile kurulmuş olup, yapısal fonların en eskisidir. Kurulduğu tarihte İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa içinde ortaya çıkan işçilerin göçü konularına odaklanan Fon, ilerleyen yıllarda genç ve nitelikli olmayan işgücünün işsizliği konularını odak noktası olarak almıştır. 2007-2013 fonlama döneminde ise, toplum içinde dezavantajlı kesimlerin, kadınlar, gençler, 20 Employment, Social Affairs and Equal Opportunities, http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=108&langId=en (18.03.2010) 18 yaşlılar, göçmenler ve engelliler, istihdamına yönelik hedefler belirlenmiştir21. Aynı dönemde hedeflenenler içerisinde, işyerinde yeniliğin teşvik edilmesi, hayat boyu öğrenim ve çalışanların mobilitesi gibi konular da bulunmaktadır. AB için bir ortak sosyal politikanın şekillenmeye başladığı yıllar, 1970’li yıllardır. Çalışmamızın takip eden alt bölümünde, Avrupa sosyal politikasının oluşumunu beş ana safhaya dayandırarak ilerleyecek ve söz konusu safhaların gelişimi takip edilerek sosyal politikanın dönüşümü ortaya koymaya çalışılacaktır. 2.1.1. Safha 1: 1974 Sosyal Eylem Planı Sosyal bilimler literatüründeki ortak kanıya göre, bir eylem, gerçekleştirildiği andaki şartların kaçınılmaz bir sonucudur. 1970’li yıllar da, o dönemde cereyan eden bir takım ekonomik ve sosyal olayların neticesinde sosyal politika alanında da öncü gelişmelere sahne olan yllar olagelmiştir. Ortak pazarın tam istihdama ve sosyal ilerlemeye yol açmadığının görüldüğü 22 erken 1970 dönemi, eşlik eden çalışan sınıf eylemleriyle ve artan endüstriyel gerilimlerle23 birlikte yeni ve daha müdahaleci bir sosyal politika anlayışını gerektirmekteydi. 1974 tarihli Sosyal Eylem Planı24’nın (SEP) arka planında, 1972 tarihli Topluluk Paris Zirvesi bulunmaktadır. Zirve’nin sonuç bildirgesinde, ekonomik birlik oluşturmada sosyal politikaların ekonomi politikaları kadar etkili olduğu ifade edilmiş ve böylece ortak ve bağımsız bir Avrupa sosyal politikası oluşmaya 21 Europa, EU, http://europa.eu/legislation_summaries/agriculture/general_framework/g24231_en.htm, (06.02.2010). 22 Stephan Leibfried, Paul Pierson, European Social Policy: Between Fragmentation and Integration, Brookings Institution, 1995, s. 46. 23 Aziz Çelik, “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı Ve Türkiye’nin Uyum Süreci1”, Sendikal Notlar, Sayı 24, 2004, s. 3. http://www.kristalis.org.tr/aa_dokuman/absosyalpolitikasi1.pdf. (01.02.2010). 24 The 1974 Social Action Plan 19 başlamıştır25. Konseyin26 bu değerlendirmesine cevaben Topluluğun yasa koyucu organı olan Komisyon27 1974 yılında bir Sosyal Eylem Planı28 kabul etmiştir. SEP, işyerinde sağlık ve güvenlik tedbirlerine, minimum ücretlere, çalışma saatlerine, sözleşmeli personel istihdamına, istihdamda kadın-erkek eşitliğine, toplu işten çıkarmalara ilişkin hükümler içermektedir. Topluluk müktesebatının onaylanmasından sorumlu organ olan Bakanlar Konseyi29 ise yayımladığı ilke kararı çerçevesinde SEP’e destek verdiklerini, ancak tüm sosyal problemlere yeknesak çözümler uygulanamayacağını, katmanlı yetki ilkesine 30 itimat edilmesi gereğini ortaya koymuştur. Ancak SEP’in yukarıda bahsedilen hükümleri çerçevesinde çıkarılması gereken direktiflerin birçoğu oybirliği koşulu31 ve Britanya hükümetinin vetosu sebebiyle çıkarılamamış, Planın sonucu olarak 75/129 sayılı Toplu İşten Çıkarmalara İlişkin Direktif ve 77/187 sayılı İşletmelerin Devri Halinde Çalışanların Korunmasına ilişkin Direktif yürürlüğe girmiştir. Avrupa sosyal politikası alanının ilk safhası olarak değerlendirdiğimiz SEP sonucunda, Plan üzerinde görüş birliği olmasına rağmen Planın gereklerinin yerine getirilememiş olmasındaki en önemli faktör, çalışmamızın ileriki aşamalarında da göreceğimiz üzere sosyal politika alanının hemen her aşamasında veto hakkını kullanan Britanya Hükümeti’nin Birlik sosyal politikasına yaklaşımıdır. Başarısızlığın bir diğer nedeni ise, 1970’li yılların sonlarına doğru dünya ekonomisinde ortaya çıkan yavaşlama ve sosyal hareketlerdeki zayıflama 25 A. Çelik, 2004, s. 9. The European Council 27 The European Commission 28 Council Resolution of 21 January 1974 Concerning A Social Action Programme, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01):EN:HTML. (11.03.2010). 29 The European Council of Ministers 30 Principle of subsidiarity 31 Bir direktifin kabul edilebilmesi için Topluluk üyesi bütün devletlerin varması gereken uzlaşma yöntemidir. 26 20 olarak ifade edilebilir32. Sosyal politikanın bu ilk oluşum aşamasından sonra izlediği seyir, ekonomi politikalarının sosyal politikalar üzerinde önceliğinin tahsis edildiği bir süreç olmuştur. 2.1.2. Safha 2: Avrupa Tek Senedi 1980’li yıllar, ekonomi politikalarında Keynezyen, korumacı, yaklaşımın terk edilip yerini minimum devlet müdahalesine ve serbest piyasa koşullarıyla şekillenen bir ekonomi modeline bıraktığı yıllardır. 1983-84 yılları itibariyle bütün üye devletler milli korumacı ekonomi stratejilerini bir kenara bırakarak daha liberal ve açık ekonomi politikaları benimsemeye başlamışlardır33. Bu çerçevede, sosyal politikalarda da hem ulus devlet ölçeğinde, hem de uluslar üstü yapılarda dönüşüm başlamış, devlet sosyal politika alanının tek aktörü olmaktan çıkarak rolünü, çalışanların ve sosyal tarafların işbirliğine dayalı yeni bir sosyal politika kavramına bırakmıştır. Bu yeni sistem, sosyal uzlaşmazlıklarda devlet müdahalesinin hem koruma hem de önleme alanlarında azalması ve sosyal uyuşmazlıklarda devlet dışı mekanizmaların devreye girmesini öngörmektedir. Şekillenen bu yeni sosyal politika çerçevesinin yanı sıra, önce Yunanistan’ın (1981), ardından da İspanya ve Portekiz’in (1986) Topluluğa üye olması ile Topluluk içindeki nispeten homojen olan sosyal ve ekonomik yapı bozulmuş, ortaya çıkan bu yeni durumu sürdürülebilir kılmak için sosyal politika alanında adımlar atılması gereği ortaya çıkmıştır. Özetle; bir yandan Keynezyen ekonomi politikalarının terk edilmeye ve devletin sosyal politika alanından çekilmesi yönünde adımlar atılmaya başlandığı 32 33 A. Çelik, 2004, s. 4. Robert Geyer, “Exploring European Social Policy”, Polity Press, Cambrige, 2000, s. 41. 21 bir durum, öte yandan da iki genişleme dalgası ile ortaya çıkan sosyal damping34 korkusunu yenmeye çalışan müdahaleci bir Avrupa sosyal politikasının gerekliliği, ekonomik ve sosyal şartların belirlediği bu yeni dönemin iki çatışan argümanı olmuştur. Söz konusu iki yaklaşım, AB politik yapılarında da kendisini göstermekte, 1979 yılında işbaşına gelen muhafazakâr Margaret Thatcher hükümeti Topluluk sosyal politikasına mesafeli yaklaşırken, 1981’de Fransa Cumhurbaşkanı seçilen sosyalist François Mitterrand, bir Avrupa Sosyal Alanı yaratılması fikrini savunmaktaydı35. Bu iki çatışan görüşün galibi, yine bir Franzıs Sosyalist Parti geleneğinden gelen Jacques Delors’un 1985 yılında Komisyon’un sekizinci başkanı olmasıyla, bir Avrupa Sosyal Alanı yaratılması yönündeki ikinci eğilim olmuştur. 1985-1994 yılları arasında Komisyon başkanlığı görevini yürüten Delors, Avrupa sosyal politikasına karşı Britanya şüpheciliğini ve direncini ortadan kaldırmak amacıyla, sosyal tarafların katılımlarıyla güçlendirilecek bir sosyal diyalog fikrini savunmaktaydı. Sosyal diyalog, oluşturulacak bir Avrupa sosyal modelinde ilgili tüm tarafların sürece dahil edilerek, tüm tarafların üzerinde uzlaştığı bir model oluşturma gayesini içermekte, günümüz sosyal politika belgelerinde ve Komisyon-Türkiye ilişkilerinde de önemli bir yer tutmaktadır. Sosyal diyalog fikrini ortaya atan Delors Komisyonu, bu fikrin uygulamaya konması amacıyla Val Duchesse toplantıları adıyla anılan toplantılar dizisi organize etmiş, anılan toplantılara ETUC(Avrupa Sendikalar Konfederasyonu), UNICE (Avrupa Sanayi ve İşverenler Konfederasyonları Birliği), CEEP (Avrupa Kamu İşletmeleri Birliği) gibi sosyal tarafların katılımları sağlanmıştır. 1985-1995 yılları arasında gerçekleştirilen Val Duchesse toplantılarının sonucunda 21 ortak karar ve 34 Bir ülkenin daha düşük işgücü maliyetleri vasıtasıyla diğer ülkelere karşı rekabet gücünü artırarak, istihdam yaratıcı yatırımı kendine çekmesidir. 35 A. Çelik, 2004, s. 4. 22 deklarasyona imza atılmış, iki anahtar anlaşma metninde (Avrupa Tek Senedi ve Topluluk Sosyal Şartı) uzlaşılmış ve yedi üst düzey zirve gerçekleştirilmiştir36. 1986 yılında üye devletlerce imzalanan ve 1 Ocak 1987 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (ATS), Roma Antlaşması’na değişiklikler getirmiş ve malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını içeren serbest pazar doğrultusunda bir katalizör görevi üstlenmiştir37. ATS, özellikle iç pazara yinelik alanlara ilişkin olmak üzere Avrupa Konseyinin karar alma yöntemlerinden biri olarak nitelikli çoğunluk oylaması38 (qualified majority voting) yönteminin etkili olduğu alanlar genişletilmiştir. Oybirliği yönteminden nitelikli çoğunluk yöntemine doğru atılan adımlarda, oybirliği kuralının AT’nin karar almasını hemen hemen imkânsız hale getirmesinin etkisi büyüktür39. Özellikle İngiltere gibi euro-skeptik ülkelerin karar alma mekanizmalarında veto hakkını sıklıkla kullanması ve karar alma süreçlerini bloke etmesinin önüne geçmek için uygulamaya konulan ve ATS ile de genişletilen nitelikli çoğunluk yönteminde, oybirliğinden farklı olarak her üye ülkenin karar alma süreçlerinde ağırlıklı oy hakkı bulunmaktadır. ATS ile birlikte nitelikli çoğunluk oylaması tek pazarın gerçekleştirilmesi için gereken kararların büyük bölümü için genişletilmekle beraber, sosyal politika alanlarını kapsayacak konularda genişletilmemiştir. Nitelikli çoğunluk oylamasının sosyal politika alanında genişletilmesi hususunda kaydedilen tek gelişme, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile genel çalışma şartları konusunda nitelikli çoğunluk oylamasına geçilmesidir40. Bu durumun sebebi de, Britanya hükümetinin bu konudaki süre giden şüpheci yaklaşımları olarak ifade edilebilir. 36 Eurofound, http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/valduchesse.htm, (11.03.2010). 37 Marc H. Klein, “The Single European Act and Social Dumping: a New Appeal for Multinational Collective Bargaining”, http://www.law.upenn.edu/journals/jil/articles/volume12/issue3/Klein12U.Pa.J.Int'lBus.L.411(199 1).pdf, (02.02.2010). 38 Nitelikli çoğunluk yönteminde, oybirliğinden farklı olarak her üye ülkenin karar alma süreçlerinde ağırlıklı oy hakkı bulunmaktadır. 39 Desmond Dinan, Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 192. 40 A. Çelik, 2004. S. 5. 23 Sosyal politikalar alanında ATS ile kaydedilen gelişmelerden biri de, imzacı devletlerin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (1951) ve Avrupa Sosyal Şartı (1961) tarafından güvence altına alınmış olan hakların korunması ve geliştirilmesi amacıyla birlikte çalışacaklarını ifade etmeleri olmuştur41. ATS’nin getirdiği bir diğer yenilik, “karşılıklı tanıma” ve “katmanlı yetki” kavramlarını Avrupa bütünleşmesinin yeni stratejisi olarak kabul etmesidir42. 1980 öncesinde bütünleşme sürecinin, üye ülkelerin teknik, endüstriyel, istihdam, üretim ve sosyal standartlarının, “uyumlaştırma” stratejisi ile sürdürülmesi söz konusuydu. ATS ile getirilen karşılıklı tanıma stratejisi ile politika oluşturmanın külfeti AT’den üye devletlere aktarılmıştır. Üye devletlerin uymaları gereken standartlar önceden koymak yerine, standartların, üye devletlerin her birinin uygulamalarının rekabet etmesi ile ortaya çıkması hedeflenmiştir. Dolayısıyla, minimum uzlaşma zemininde ortaya çıkan standartlara uymamanın üye devletler açısından getireceği riskler yine kendilerince karşılanacaktır. Uyumlaştırma stratejisinden karşılıklı tanıma stratejisine geçiş, sosyal politika açısından da önemli gelişmelere zemin oluşturmuştur; uyumlaştırmanın beraberinde getirdiği üye ülkelerin birbirlerinin standartlarını kabul etme zorunluluğu karşılıklı tanıma ile hafifletilmiş, sosyal damping korkusu ile üye ülkeler kendi uygun standartlarını oluşturmak zorunda kalmışlardır. ATS ile katmanlı yetki stratejisinin bütünleşmenin bir diğer stratejisi olarak benimsenmesi ile de, politikaların devletler düzeyinde yapılamaması durumunda AT düzeyinde politika oluşturulmasına imkân verilmiştir. Katmanlı yetki ilkesi ile, sosyal politika alanında artık üye devletlerin politika geliştirememeleri veya geliştirdikleri politikaların karşılıklı tanıma ilkesi ile 41 42 A.g.e, s. 6. R. Geyer, 2000, s. 43. 24 uyumlu olmaması durumunda AT’nin sosyal politika düzenlemelerini kabul etme zorunlulukları doğmuştur43. Karşılıklı tanıma ve katmanlı yetki ilkesi ile birlikte AT ve sosyal politika arasındaki bağlar güçlendirilmiş, AT ve üye devletler arasında sosyal politika alanında bir işbirliği zorunlu hale getirilmiştir. AET’nin sosyal politika alanında getirdiği bir diğer düzenleme, sosyal diyalogun güçlendirilmesi konusunda olmuştur. AET ile Roma Antlaşması’nın 118. Maddesine ek olarak 118a ve 118b maddeleri yürürlüğe girmiş, anılan maddelerle Topluluğa, çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması için hukuki yetki, işçi ve işverenler arasındaki sosyal diyalogun geliştirilmesi görevi verilmiş ve bu alanlarda nitelikli çoğunluk oylamasının yolu açılmıştır44. Sosyal diyalog süreci Komisyon tarafından 1985 yılında başlatılmakla beraber, 118b madde ile Komisyon, sosyal diyalogun geliştirilmesinden resmi olarak sorumlu organ kılınmıştır. AET ile sosyal politika alanında yapılan düzenlemelerle birlikte, Roma Antlaşmasına hakim olan ekonomik tezin birincilliği kırılmış, sosyal politikalar olmaksızın bir ekonomik bütünleşmenin sağlanamayacağı fikri geçerlilik kazanmaya başlamıştır. İlaveten, nitelikli çoğunluk oylaması yönteminin sınırlı da olsa bazı sosyal politika alanlarında geçerli karar alma yöntemi olarak belirlenmesi ile birlikte, sosyal politika alanında karar alma süreci kolaylaştırılmıştır. Ayrıca, karşılıklı tanıma ve katmanlı yetki ilkesinin bütünleşme stratejisi olarak kabul edilmesi ile birlikte, sosyal politika, üye devletler ve Topluluk arasındaki bağlar kuvvetlendirilmiştir. Son olarak, AET ile sosyal diyalogun güçlendirilmesi ile birlikte, sosyal politika alanında paydaşların 43 44 A.g.e. s. 44. A. Çelik, 2004, s. 5. 25 katılımları sağlanmaya başlanmış, söz konusu sosyal diyalog süreci, “Çalışanların Temel Sosyal Haklarına İlişkin Topluluk Şartı”nın hazırlanmasına giden yolu hazırlamıştır. 2.1.3. Safha 3: Çalışanların Temel Sosyal Haklarına İlişkin Topluluk Şartı ve Eylem Planı Delors Komisyonu 1988 yılında, sosyal politika alanındaki çalışmalarına devam ederek, sosyal hakların asgari platformunu tespit etmek ve bu alandaki çalışmalara ara vermeden hız kazandırmak amacıyla yeni bir süreç başlatmıştır. Söz konusu dönemde iç pazardaki bütünleşme süreci hız kazandığı ve bütünleşmenin getireceği olumsuzlukların önüne geçmek için işçilerin sosyal güvencelerinde asgari bir müşterek sağlanması şart olmuştur. Bu alanda herhangi bir düzenlemenin bulunmaması, özellikle Birliğe yeni üye olan veya nüfus açısından daha avantajlı durumda bulunup işgücü arzı daha yüksek olan ülkelerin iç pazarda ciddi rekabet gücü oluşturarak sosyal damping riski ortaya çıkması ile sonuçlanacaktır. Ayrıca, rekabet beraberinde işçi ücretlerinin ve sosyal güvenlik standartlarının kabul edilemeyecek ölçülerde düşmesine sebep olma riski getirmektedir. Bu ekonomik çerçevede, asgari ücret, sosyal güvenlik düzenlemeleri, işçi sağlığı ve güvenliği konularında ortak düzenlemeler yapılmasını zorunlu kılmıştır45. Ekonomik ve Sosyal Komite’nin 1988 yılında hazırladığı içeriğe göre şekillenen Topluluk Şartı (TŞ), 1989 Strasbourg Zirvesi’nde müzakere edilmesi sırasında taraflar arasında derin tartışmalar ve fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Delors başkanlığındaki Topluluğun sosyal korumacı rolünün gerekliliğini ve devamlılığını savunan Euro-Korporatist koalisyon ve minimum koruma taraftarı olan serbest piyasacı Euro-Liberalist koalisyon46 arasındaki mücadelede kazanan 45 A. Çelik, 2004, s. 6. 46 A.g.e, s. 6. 26 taraf, 11 üye ülkenin Şartı imzalamasıyla korumacı koalisyon olmuştur. Ancak serbest piyasacı koalisyonun önde gelen temsilcisi İngiltere, Şartı imzalamamış, sosyal alanlarda yapılacak düzenlemelere karşıt tavrını korumaya devam etmiştir. Topluluk Şartı, içerdiği düzenlemeler kadar Şartın gereklerini yerine getirmek üzere hazırlanan Eylem Planı’nın Şartın üye ülkelerce kabulünden önce onaylanması ile de bir yeniliğe işaret etmektedir. TŞ, 9 Aralık 1989 tarihinde 11 üye ülke tarafından imzalanmış, Eylem Planı ise Komisyon tarafından 29 Kasım 1989 tarihinde yayımlanmıştır47. Bu durum, yasal açıdan bağlayıcı olmasa dahi, TŞ’nin gereklerinin yerine getirilmesi konusunda Komisyon’un ortaya koyduğu kararlılığın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. TŞ, temel olarak Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinden, Avrupa Sosyal Şartı’ndan etkilenerek hazırlanan geniş kapsamlı bir niyet belgesidir. Avrupa’nın sosyal boyutunun ve geniş ölçekte de bir Avrupa sosyal devletinin gelecekte izleyeceği seyre ilişkin bir genel çerçeve oluşturmaktadır. Şartın önsözünde, “sosyal ve ekonomik boyutun birlikte dengeli bir şekilde geliştirilmesinin önemi48”ne vurgu yapılmıştır. TŞ’nin yer verdiği on iki temel hak, aşağıdaki gibi sıralanabilir49: 1.Serbest dolaşım hakkı: Çalışanların serbest dolaşımları sırasında mesleki eğitim, sosyal güvenlik ve yerleşim haklarını kullanabilmelerine dair maddedir. 2.İstihdam ve ücret hakkı: Topluluk vatandaşlarının istihdam ve adil ücret haklarına ilişkin maddedir. 47 Bob Hepple, “The Implementation of the Community Charter of Fundamental Social Rights”, The Modern Law Review, Sayı 53/5, s. 644. 48 Community Charter of the Fundamental Social Rights of Workers, http://www.aedh.eu/plugins/fckeditor/userfiles/file/Conventions%20internationales/Community_C harter_of_the_Fundamental_Social_Rights_of_Workers.pdf, 11.01.2010. 49 A. Çelik, 2004, s.6-7. 27 3.Yaşama ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi hakkı: Topluluk çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesine dair, sözleşmelerin, çalışma saatlerinin, toplu işten çıkarmaların ve iflaslasın düzenlenmesini öngören maddedir. 4.Sosyal korunma hakkı: Topluluk vatandaşlarının sosyal güvenlik ve asgari ücret konularında koruma haklarını içeren maddedir. 5.Örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı: İşçilerin ve işverenlerin istedikleri meslek örgütlerine ve sendikalara üye olma ve grev haklarını içeren maddedir. 6.Mesleki eğitim hakkı: Çalışanların is yaşamları boyunca mesleki eğitimlerini sürdürme hakkını, sürekli ve kalıcı eğitimlere katılma hakkını düzenleyen maddedir. 7.Erkek ve kadınlara eşit muamele hakkı: Eşit ise eşit ücret hakkini ve meslek, sosyal koruma, eğitim, mesleki eğitim, kariyer fırsatlarına erişimde eşit imkânlara sahip olma hakkini düzenleyen maddedir. 8.Bilgilendirme, danışma ve yönetime katılma hakkı: Şirketlerin, çalışanların ve ilgili kesimlerin üye ülke düzenleyici kurumlarıyla birlikte çalışması ve diyalog geliştirmesine dair maddedir. 9.İşçi sağlığı ve iş güvenliği hakkı: Çalışanların yeterli is güvenliği ve sağlığı tedbirleriyle korunma hakkini ifade eden maddedir. 10.Çocukların ve gençlerin korunma hakkı: Minimum çalışma yaşının 16 olarak belirlenmesine, bu yaşın üstündeki çalışanların adil bir ücret hakkına sahip olmasına ve iki yılda bir mesleki eğitim almalarına ilişkin maddedir. 28 11.Yaşlı hakları: Yaşlıların makul bir yasam seviyesini garanti edecek bir maaşla hayatlarına devam etmesine ilişkin maddedir. 12.Engelli hakları: Engellilerin çalışma yaşamına entegre edilmelerine yönelik eğitim, rehabilitasyon, ulaşım, barınma ve erişim haklarına ilişkin maddedir. TS'nin yukarıda sıralanan maddelerine baktığımıza, Avrupa sosyal politikası alanında o tarihe kadar yapılan düzenlemelerin en kapsamlı belgesi ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Ekonomik önceliklerden sıyrılmış ve sosyal alana ilişkin gerekliliklerin sıralandığı belgenin en zayıf yönünü, üye devletler için bağlayıcı bir belge olmaması oluşturmaktadır. Avrupa Parlamentosu Şartın Topluluk hukukunun bir parçası olması, dolayısıyla bağlayıcı bir nitelik kazanması yönünde görüş bildirdiyse de, bu görüş kabul görmemiş ve Parlamento onayı olmaksızın on bir devlet başkanının imzası ile bir formel deklarasyon olarak kabul edilmiştir. Bunun yani sıra İngiltere’nin belgeyi imzalamamış olması, bu alanda gerçekleştirilecek bir bütünleşme fikrinin halen daha zor olduğunu gözler önüne serse de, ilerleyen gelişmelerle de tanık olacağımız gibi TS, sosyal diyalogun ve sosyal diyalog yöntemi olan acık koordinasyon yönteminin geliştirilmesinde önemli bir köşe taşı niteliğindedir. 2.1.4 Safha 4: Maastricht Antlaşması ve ekli Sosyal Politika Protokolü Avrupa Birliği’ni kuran Maastricht Antlaşması veya resmi adıyla Avrupa Birliği Antlaşması50, 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girerek AB'de ekonomik ve parasal birliğin yanı sıra siyasal birliğin de hedeflendiğini ortaya koymuştur. 50 The Maastricht Treaty, http://www.eurotreaties.com/maastrichtec.pdf, (26.01.2010). 29 Maastricht Antlaşması’nın müzakereleri surecindeki hükümetlerarasi konferanslarda Komisyon, sosyal politika alanını genişletmekten ve nitelikli çoğunluk oylaması yöntemini sosyal politika alanlarına yaymaktan yana tavır takınmıştır51. Ancak İngiltere hükümeti, sosyal politika alanında bir bütünleşmeye yönelik olumsuz tavrını, TS’ dan sonra Maastricht Antlaşması müzakerelerinde de devam ettirmiş ve Antlaşmaya konacak sosyal hükümlere ve nitelikli çoğunluk oylamasının sosyal politika alanları için genişletilmesine karşı çıkmıştır. İngiltere'nin görüşmeleri kilitleyen tavrına karşın çözüm, Antlaşmadan ayrıca düzenlenecek bir Sosyal Politika Protokolü’nün52 (SPP) üye ülkelerin imzalarına açılması ve Maastricht Antlaşmasına eklenmesi olarak ortaya konmuştur. Maastricht Antlaşmasına ekli SPP, daha önce oybirliği gerektiren beş alanda nitelikli çoğunluk oylamasını getirmiş, ayrıca sosyal politika alanında antlaşmaların geçerliliğini pekiştirmiştir53. Nitelikli çoğunluk oylamasının bundan böyle geçerli olacağı beş alan; Çalışanların sağlığını ve güvenliğini sağlamaya yönelik olarak çalışma ortamının iyileştirilmesi, Çalışma şartları, Çalışanların bilgilenme ve danışma hakları, Cinsiyet eşitliği, İstihdam piyasalarından dışlanan çalışanların piyasalara tekrar entegre edilmesi olarak sıralanmaktadır54. 51 John T. Addisson, “In the Beginning, There Was Social Policy: Developments in Social Policy in the European Union from 1972 through 2008”, The Rimini Center for Economic Analysis, January 2009, s.5, http://www.rcfea.org/pr2009/pr01_09.pdf, (02.02.2010). 52 Eurofund, Protocol on Social Policy, http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/socialpolicyprotoc ol.htm, (02.02.2010). 53 J. Addison, 2009, s.1. 54 Eurofund, Protocol on Social Policy 30 Ancak sosyal güvenlik, işten çıkarmaya yönelik koruma önlemleri, örgütlenme özgürlüğü, üye ülkelerde yerleşik üçüncü ülke vatandaşlarının istihdam koşulları ve emek yoğun araçların desteklenmesi için finansal katkı konularında oybirliği ilkesi geçerliliğini devam ettirmiştir. Ücret, grev ve lokavt konuları ise Birliğin düzenleme yetkisinin olmadığı alanlar olarak kalmıştır55. SPP'yi imzalamayarak kabul etmeyen İngiltere ve imzalayan diğer Birlik üyesi on bir üye ülke, sosyal politika alanında ikili bir yapı ortaya çıkarmışlardır. Bu ikili yapı daha sonra, Mayıs 1997 yılında, İngiltere’de İşçi Partisi'nin iktidara gelmesi ve SPP hükümlerini içeren Amsterdam Antlaşması’nı onaylamasıyla ortadan kalkmış olsa da56, aradan gecen beş yıllık zamanda Protokol’ün gereklerinin yerine getirilmesi sinirli olmuştur. Kaydedilen gelişmelerden en önemlisi, kuruluştan bu yana çoğu serbest dolaşım ve işçi sağlığı alanında olmak üzere yirmi civarında direktif çıkarılmışken, Maastricht ve SPP sonrası kırka yakin direktif çıkarılmasıdır57. Bu direktiflerden önemli addettiklerimiz; 93/104 sayılı çalışma suresinin düzenlenmesine dair direktif 94/33 sayılı genç isçilerin korunmasına dair direktif 94/45 sayılı Avrupa İşyeri Konseylerinin kurulmasına dair direktif 96/34 sayılı ebeveyn izni direktifi 97/81 sayılı kısmi zamanlı çalışma direktifi olarak sıralanabilir. Bu direktiflerden özellikle Avrupa İşyeri Konseylerinin kurulmasına dair direktif, sosyal politika oluşturma surecinde Maastricht ve SPP surecinden sonra etkinliğini giderek artıracak olan sosyal diyalog ve açık koordinasyon yöntemi konularını ilgilendiren yönüyle önemli sayılabilir. 55 A. Celik, 2004, s.8 56 A.g.e, s.8 57 A.g.e. s.9 31 2.1.5 Safha 5: Amsterdam Antlaşması ve Sosyal Bolum 1997 yılında imzalanıp Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması’nın sosyal politika alanında getirdiği en önemli değişiklikler; SPP'nun Maastricht Antlaşması’na ekli olmaktan çıkarıp Amsterdam Antlaşması’nın bünyesine dahil etmesi, dolayısıyla Protokolün bağlayıcılığı olan bir metin haline getirmesi, ayrıca istihdam ile ilgili bir bolumun Antlaşmaya eklenmesidir. 1997 yılında İşçi Partisi Hükümeti’nin iktidara gelmesi ile birlikte sosyal politikalara yönelik tavrı değişmeye başlayan İngiltere, SPP'yi imzalayacağına dair niyetini ortaya koymuştur. Bu yeni durumda SPP'yi bağlayıcı bir metin ve AT hukukunun bir parçası haline getirmek isteyen Komisyon, SPP maddelerini İngiltere’yi de kapsayacak şekilde genişletmek için çalışmalara başlamış, söz konusu uyarlama ve genişletme sureci Mayıs 1999 tarihinde SPP'nun Amsterdam Antlaşması’nın bünyesine dahil edilmesiyle son bulmuştur. Böylece SPP ayrı bir antlaşma olarak yürürlükten kalkmış, SPP hükümleri Amsterdam Antlaşması’nın hükümleri haline gelmiştir. Amsterdam Antlaşması ile sosyal politika alanında getirilen bir diğer önemli değişiklik de, istihdam başlıklı bir bolumun (125-130. maddeler) Antlaşmaya eklenmesidir. Söz konusu bolum ile Topluluk, üye devletlerin, yüksek seviyeli istihdamı temel amaç olarak belirlemiş, ayrıca nitelikli, eğitimli ve uyumlu işgücünü güçlendirerek ekonomik değişimlere uygun hale getirmek üzere gerekli stratejileri koordineli bir şekilde oluşturmaları konusunda yönlendirme amacını ortaya koymuştur58. Söz konusu amaç doğrultusunda ülkelere yardımcı olmak ve kaydedilen gelişmeleri takip etmek amacıyla Konsey, üye ülkelerin istihdam durumlarını yıllık olarak gözden geçirmeye donuk, Komisyon ile ortak bir yıllık rapor hazırlamayı öngörmüştür. 58 J. Addison, 2009, s.9. 32 İstihdam alanındaki hedeflerin somut eyleme dönüştürülmesi amacıyla 1997 yılının Kasım ayı sonunda Birliğin ilk istihdam zirvesi olan Lüksemburg İstihdam Zirvesi toplanmış ve Avrupa İstihdam Stratejisi kabul edilmiştir. Avrupa İstihdam Stratejisi (AİS), üye devletlerin AB düzeyinde uygulayacakları istihdam politikalarına yön vermek ve üye devletler arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla uygulamaya koyduğu stratejidir. Amsterdam Antlaşması’nın istihdama ilişkin hükümleri çerçevesinde, Lüksemburg Avrupa Konseyi Kasım 1997 yılında AİS sürecini başlatmıştır. Lizbon Zirvesi’de, devlet ve hükümet başkanları, istihdam politikalarının koordinasyonunun işbirliği ve yakınlaşma süreciyle gerçekleşeceği hususunda anlaşmaya varmışlar ve bu sürecin ana hedefini, istihdamın sürekli olarak önemli ölçüde artırılması (2010 yılı itibariyle %70’e çıkartılması) ve işsizlikle etkin bir şekilde mücadele edilmesi olarak belirlemişlerdir. Haziran 1998 tarihinde Cardiff zirvesi düzenlenmiş, Haziran 1999 tarihinde yapılan Köln Zirvesi’nde Avrupa İstihdam Paktı kabul edilmiş, birbirini takip eden bu Zirveler ile, istihdam alanında Birliğin en önemli strateji belgesi olan Lizbon Stratejisinin oluşturulacağı 2000 Lizbon Zirvesi'ne giden yolda hazırlıklar yapılmaya başlanmıştır. Mart 2000 tarihli Lizbon Avrupa Konseyinde ise, işsizliği düşürmek için üye ülkelere çağrı yapılırken, 2010 yılı itibariyle kadınlar için %60 ve toplamda da %70 oranında istihdam öngörmüş, tam istihdam Birliğin amacı olarak ilan edilmiştir. Birliğin yeni stratejik hedefi 'dünyanın, sürdürülebilir büyümeye ehil, daha fazla ve daha iyi istihdam koşullarına ve sosyal uyuma sahip, bilgiye dayanan en rekabetçi ve dinamik ekonomisi olma olarak açıklanmıştır59. Anılan amaca ulaşmak için kullanılacak araçlardan biri olarak da sosyal politikalara işaret edilmiş ve açık koordinasyon yöntemi, kullanılacak yöntem olarak belirlenmiştir. 59 Europa Glossary, Lisbon Strategy, http://europa.eu/scadplus/glossary/lisbon_strategy_en.htm, (17.02.2010). 33 Aralık 2000 tarihli Nice Avrupa Konseyi’nde de, sosyal politika alanında istihdamda kaliteye vurgu yapılmış, hem iş kalitesinin hem de istihdam piyasalarının kalitesinin artırılması yönünde çağrı yapmıştır. Ekim 2000 tarihli Stockholm zirvesi ve Mart 2002 tarihli Barcelona zirvesi ile de Birliğin istihdam politikalarının oluşturulmasına yönelik cabalar devam etmiş, tam istihdam, daha çok ve daha iyi işler konusunda çalışmalar yapılması gereği vurgulanmıştır.60. Mart 2002 tarihli Barselona Avrupa Konseyi ile 2003 yılında, AİS süreci başlangıcından beri geçen beş yılın bir değerlendirmesi yapılmış, değerlendirme sonucunda istihdam yaratma, uzun dönemli işsizliği azaltma, düşük gelir seviyelerinde vergilendirmeyi azaltma, hayat boyu öğrenme sürecini geliştirme ve fırsat eşitliği konularında ilerleme kaydedildiği vurgulanmış61, ancak üye devletler arası işbirliğinin halen geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 2005 yılında, AİS ve Lizbon Stratejisi hususunda bir değerlendirme daha yapılmış, üye ülkelerin ve Birliğin yapısal ekonomik zorluklarını, küreselleşmenin şartlarını ve demografik değişiklikleri dikkate almak gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Yeni bir unsur olarak, daha güçlü ve sürdürülebilir büyümeye ve Birlik içinde makroekonomik, mikroekonomik ve istihdam politikalarının tam bütünleşmenin sağlanması ile tam istihdamın gerçekleştirilebileceğine vurgu yapılmıştır. İleride ayrıntılı olarak ele alacağımız açık koordinasyon yöntemine sıkça değinmemizin sebebi, kronolojik anlatımızda da takip edilebileceği üzere, Birliğin bir ortak sosyal politika ve sosyal Avrupa modeli oluşturmada söz konusu yöntemin kullanım alanının giderek yaygınlaşmasıdır. 60 A. Celik, 2004, s.9. 61 European Employment Observatory, European Employment Strategy, http://www.euemployment-observatory.net/en/ees/, (17.02.2010). 34 2.1.6 Safha 6: Nice Antlaşması ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı AB vatandaşlarının temel haklarını ve AB’nin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını hukuki bir statüye kavuşturmak amacıyla 1999 Köln Zirvesi ile hazırlıklarına başlanan62 Temel Haklar Şartı63, 13-14 Ekim 2000’de Fransa’nın Biarritz kentinde gerçekleştirilen AB devlet ve hükümet başkanları zirvesinde kabul görmüş ve 7-8 Aralık 2000 tarihli Nice Zirvesi’nde onaylanmıştır. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, söz konusu tarihe kadar Birlik açısından bir haklar ve sosyal politika çerçevesi oluşturan Topluluk Antlaşmaları, Sosyal Şartlar, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının yeniden teyit edildiği bir belge niteliğindedir. Şart ile Avrupa Birliği’nin ortak değerleri olarak kabul edilen temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik bir taahhütte bulunulmuştur. Şartın “Başlangıç” bölümünde64 Birliğin insan haklarına saygılı, özgürlük, eşitlik ve dayanışmanın bölünmez ve evrensel değerleri ve demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulduğu ifade edilmektedir. Söz konusu değerlerin korunması yanında Avrupa halklarının kültür ve gelenek farklılıklarına, üye devletlerin milli kimliklerine saygı gösterildiği ifade edilen başlangıç bölümünde ayrıca ortak bir AB vatandaşlığının da hedeflendiği belirtilmektedir. AB Temel Haklar Şartı, saygınlık, özgürlük, eşitlik, dayanışma, vatandaş hakları, adalet ve genel hükümler olmak üzere yedi bölümden oluşmaktadır. Bu 62 A. Füsun Arsava, “Avrupa Temel Haklar Şartı”2005, s. 1, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/16/5/445.pdf, (18.02.2010). 63 Official Journal of the European Communities, “The Charter of Fundamental Rights of the European Union, (2000/C 364/01)”, http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf, (18.02.2010). 64 Devlet Planlama Teşkilatı, Avrupa Birliği ile İlişkiler Genel Müdürlüğü, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, 2001, http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf, (18.02.2010). 35 bölümler içerisinde, AB Temel Haklar Şartı ile getirilen ve özellikle sosyal politika alanı ile ilgili olan hükümler aşağıda sıralanmaktadır65: Madde 12: Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü: Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu, herkesin kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da içerir. Birlik düzeyindeki siyasi partiler, Birliğin vatandaşlarının siyasi iradesinin ifade edilmesine katkıda bulunurlar. Madde 23: Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik, istihdam, çalışma ve ücret dahil olmak üzere bütün alanlarda sağlanmalıdır. Eşitlik ilkesi, yeterli şekilde temsil edilmeyen cinsin lehine belirli avantajlar sağlanmasını öngören önlemlerin sürdürülmesini veya benimsenmesini engellemez. Madde 27: İşçilerin işletme içinde bilgi alma ve danışma hakkı 65 DİSK, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=372, (18.02.2010). 36 Topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen durumlar ve koşullarda işçiler veya temsilcilerine, uygun düzeylerde zamanında bilgi verilmeli ve danışmalarda bulunulmalıdır. Madde 28: Toplu sözleşme görüşmeleri yapma ve eylem hakkı İşçiler ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dahil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak eylem yapma hakkına sahiptir. Madde 29: İşe yerleştirme hizmetlerinden yararlanma hakkı Herkes, işe yerleştirme hizmetinden ücretsiz olarak yararlanma hakkına sahiptir. Madde 30. - Haksız işten çıkarmaya karşı koruma Her işçi, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre haksız işten çıkarmaya karşı korunma hakkına sahiptir. 37 Madde 31. - Adil ve hakkaniyete uygun çalışma koşulları Her işçi, kendi sağlığı, emniyeti ve onuruna saygı gösteren çalışma koşullarından yararlanma hakkına sahiptir. Her işçi, azami çalışma saatlerinin sınırlandırılması, günlük ve haftalık dinlenme dönemleri ve yıllık ücretli izin hakkına sahiptir. Madde 32. - Çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanması ve çalışan gençlerin korunması Çocuk işçi çalıştırılması yasaktır. Gençler için daha elverişli olabilecek kurallar saklı kalmak üzere ve sınırlı istisnalar dışında istihdam edilmek için asgari yaş sınırı, zorunlu eğitimin tamamlanması için belirlenen asgari yaştan daha düşük olamaz. İşe alınan gençler, yaşlarına uygun çalışma koşullarında çalıştırılmalı ve ekonomik sömürüye ve emniyetlerine, sağlıklarına veya fiziksel, ruhsal, ahlaki veya sosyal gelişimlerine zarar verme olasılığı bulunan veya eğitimlerini engelleyebilecek her türlü işe karşı korunmalıdır. Madde 33. - Aile ve meslek yaşamı Aile, yasal, ekonomik ve sosyal korumadan yararlanmalıdır. Aile ve meslek yaşamının bağdaştırılması için herkes, doğumla bağlantılı bir nedenle işten çıkarmaya karşı korunma hakkına ve bir çocuğun 38 doğumu veya evlat edinilmesinden sonra ücretli doğum ve ebeveynlik izni alma hakkına sahiptir. Madde 34. - Sosyal güvenlik ve sosyal yardım Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre doğum, hastalık, iş kazaları, bakıma muhtaç olma veya yaşlılık gibi durumlarda ve işten çıkarılma durumunda koruma sağlayan sosyal güvenlik yardımları ve sosyal hizmetlerden yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir. Avrupa Birliği'nde yasal olarak ikamet eden ve dolaşan herkes, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre sosyal güvenlik yardımları ve sosyal avantajlardan yararlanma hakkına sahiptir. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele için yeterli imkanlara sahip olmayan herkes için uygun bir yaşam sağlamak amacıyla sosyal ve konut yardımından yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. AB Temel Haklar Şartı’nın sosyal politikaya ilişkin yukarıdaki maddelerinden de anlaşılacağı üzere Şart, şimdiye kadar AB Antlaşmalarında, taraf olunan uluslar arası sözleşmelerde ve antlaşmalarda ve AB üyesi ülkelerin geleneklerinde yer almış olan sosyal politikaya dair ilkesel düzenlemelerin tamamını kapsayan bir niyet belgesidir. 39 AB Temel Haklar Şartı, kabul edildiği 2000 yılında Avrupa Birliği Anayasal Antlaşma66’sının ikinci bölümünün tamamını oluşturmaktaydı67. Ancak Anayasal Antlaşma’nın yürürlüğe girememesi sebebiyle Şartın AB hukukunun bir parçası olma durumu askıya alınmıştır. Takip eden süreçte, Anayasal Antlaşma’nın yerine üye devletlerce kabul edilip yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’nda da Şarta yer verilmiştir. Ancak bu sefer, Şartın tamamı Lizbon Antlaşması’nın içerisine alınmamış, “Birlik, Antlaşmalar ile aynı yasal değere sahip olan 7 Aralık 2000 tarihli Temel Haklar Şartına konu olan haklar, özgürlükler ve kuralları kabul etmektedir” diyerek Şartın hukuki niteliğini ve keza bağlayıcılığını ifade etmiştir. Dolayısı ile Şart, Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Aralık 2009 tarihinde bu yana üye ülkeler için bağlayıcı olup, hükümleri de diğer AB antlaşma hükümleri ile aynı değerdedir. Ancak Lizbon Antlaşmasının imzalamasına giden süreçte gerçekleştirilen müzakereler sırasında İngiltere ve Polonya, AB Temel Haklar Şartının kendi ülkelerinde uygulanmasına ilişkin bir protokol68 hazırlamış, söz konusu protokol Ekim 2009 tarihinde Çek Cumhuriyetini de içerecek şekilde genişletilmiştir. Söz konusu protokol, iki temel madde içermektedir. Bu maddelerden ilki, İngiltere ve Polonya yerel mahkemelerinin ve de Birlik mahkemelerinin kanunları, düzenlemeleri, idari hükümleri ve pratikteki hareketlerinin Şart ile uyumsuz olduğuna dair maddedir(Madde 1(1)). İkinci madde ise (Madde 1(2)), Şartın ekonomik ve sosyal hakları düzenleyen dördüncü başlığının mahkemeye taşınabilir haklar oluşturmadığını ifade etmektedir. 66 Open Europe, “A Guide to the Constitutional Treaty”, February 2008, http://www.openeurope.org.uk/research/guide.pdf, (18.02.2010). 67 J, Addison, 2009, s. 18. 68 Protocol on the Application of the Charter of Fundamental Rights of the European Union to Poland and to the United Kingdom, http://www.europeanfoundation.org/docs/Tuesday%205%20February%202008/PROTOCOL%20o n%20charter.mht, (19.02.2010) 40 Anılan protokole imza atan İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti için Şartın bağlayıcı olup olmadığına yönelik iki farklı görüş mevcuttur. Bu görüşlerden ilki, Jirásek tarafından ifade edildiği üzere69, Şartın İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti için birer opt-out niteliğinde olup herhangi bir bağlayıcılık ifade etmediğini savunan görüş, diğeri ise, Pernice’nin dile getirdiği 70, protokolün çok sınırlı etkiye sahip, ya da hiçbir etkisi olmayan yoruma açık bir belge olduğu yönündeki görüştür. Bu iki görüşten hangisinin uygulamada geçerli olduğuna dair bir sonuca varabilmek için, kanımızca 2009 yılı sonrası AB Temel Haklar Şartı ve Şarta uygun olmayan uygulamalar hakkında ABAD nezdinde açılan davalar ve bu davaların neticesinde oluşan ABAD içtihatlarının incelenmesi gerekmekte, ancak söz konusu inceleme, çalışmamız alanı dışında kalmaktadır. Nice Avrupa Konseyi’nin sosyal politika alanında ortaya koyduğu bir diğer gelişme, toplumdaki dezavantajlı grupları (işsizler, eğitimsizler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, evsizler, engelliler vs.) topluma yeniden entegre etmeyi amaçlayan sosyal içerme kavramının ilk defa bir politik hedef olarak benimsenmesidir71. Bu çerçevede, üyelikten önce tüm aday ülkelerden bir Ortak İçerme Belgesi72 hazırlayarak aday ülkenin sosyal içerme konusunda yol haritasını çıkarması beklenmektedir73. Ortak İçerme Belgesi, aday ülke ve Komisyon tarafından ortaklaşa hazırlanır ve bu alanda katılım öncesi mali yardımlarda öncelikli alanları belirlemede stratejik bir belgedir. Avrupa sosyal dışlanma stratejisine dahil olabilmek için her aday ülkenin ve Türkiye’nin hazırlaması gereken Belge’nin, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile ilgili temel belge olması 69 Jan Jırásek, “Application of the Charter of Fundamental Rights of The EU in the United Kingdom and Poland According to The Lisbon Treaty”, 2008, http://www.law.muni.cz/edicni/sborniky/cofola2008/files/pdf/evropa/jirasek_jan.pdf, (19.02.2010). 70 Pernice, “The Treaty of Lisbon and Fundamental Rights”, 2008, http://www.judicialstudies.unr.edu/JS_Summer09/JSP_Week_1/Pernice%20Fundamental%20Rig hts.pdf, (19.02.2010). 71 Nice European Council Presidency Conclusions, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00400r1.%20ann.en0.htm, (20.02.2010). 72 Joint Inclusion Memorandum 73 Employment, Social Affairs and Equal Opportunities, http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html, (20.02.2010). 41 öngörülmektedir. Ancak Türkiye, 3 Aralık 2004 tarihinde çalışmalarına başlanan Belge hazırlama sürecini henüz sonlandırmamış olup, bu sebeple de ilerideki bölümlerde ayrıntılı ele alacağımız gibi ilerleme raporları ve sosyal politika komite toplantılarında sık sık eleştirilmektedir. 2.1.7 Safha 7: Lizbon Antlaşması ve AB Sosyal Politikasının Bugünü Kuruluşundan 2000’li yıllara kadar ekonomik birliğin yanı sıra siyasi ve sosyal bütünleşme yolunda da önemli ilerlemeler kaydeden AB, 27 üyeli bir Birlik olma yolundaki genişlemelerle birlikte yeni hukuki düzenlemelere ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyacın başlıca sebepleri, karar alma süreçlerinde yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulması, son genişleme dalgası ile birlikte ortaya çıkan farklı ekonomik, siyasal ve kültürel yapıların bütünlüğünün sağlanması ve iklim değişikliği, demografik dönüşümler, enerji güvenliği ve terörizmle mücadele gibi küresel zorluklarla da başa çıkabilme ihtiyacıdır. Söz konusu ihtiyaçlar çerçevesinde 2004 yılında gündeme gelen Avrupa Anayasal Antlaşması74’nın, 2005 yılında Hollanda ve Fransa’da gerçekleştirilen referandumlar sonucunda reddedilmesi sonrasında iki yıllık bir gözden geçirme sürecine girilmiştir. Anılan sürecin sonunda Anayasal Antlaşmada öngörülen Birlik sembolleri, marşı, bayrağı gibi ulus devlet niteliklerini andıran unsurların Antlaşmadan çıkarılması ile yeni bir düzenlemeye gidilerek Lizbon Antlaşması75 hazırlanmıştır. Lizbon Antlaşması’nın 2008 yılında İrlanda referandumu sonucunda reddedilmesi ile yeni bir tıkanıklık sürecine girilmiş, süreç, İrlanda’nın yeni bir referandumla Antlaşmayı 2 Ekim 2009 tarihinde onaylaması ile aşılmıştır. Lizbon Antlaşması, 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girmiş ve aşağıda sıralanan önemli temel değişiklikleri beraberinde getirmiştir76: 74 Treaty Establishing a Constitution for Europe The Treaty of Lisbon (diğer adı ile Reform Treaty) 76 İktisadi Kalkınma Vakfı Değerlendirme Notu, 2009, http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/lizbon_antlasmasi.pdf, (22.02.2010). 75 42 “Avrupa Topluluğu” ve “Topluluk” ifadeleri “Birlik” ile değiştirilerek Avrupa Birliği’ne tüzel kişilik kazandırılması, Üye ülkeler tarafından oy birliğiyle 2,5 yıllık süre için bir AB Konseyi Başkanı’nın atanmasının yanı sıra, altı aylık dönem başkanlığı sisteminin, üç ülkenin 18 aylık bir başkanlık takımı oluşturması ile değiştirilmesi, Dış politikada etkililiğin artırılması amacıyla “AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi” makamının oluşturulması ve Yüksek Temsilcinin, AB Dışişleri Bakanlar Konseyi’ne de başkanlık etmesi, Avrupa Komisyonu’nun üye sayısının 2009 yılından itibaren Üye Devlet sayısının üçte ikisi olmasının öngörülmesi, Ulusal parlamentoların, Komisyon tarafından halihazırda gayrı-resmi olarak yapılan bilgilendirmenin, sekiz hafta içinde Antlasma’da belirlenen kurum tarafından yapılması şartı ile karar alma süreçlerine yakınlaştırılması, Olağan yasama usulü olarak tanımlanan ortak karar alma usulünün kapsamının genişletilmesi ile Avrupa Parlamentosu’nun rolünün güçlendirilmesi ve AP’ye aynı zamanda Komisyon başkanını seçme yetkisinin tanınması, AB Bakanlar Konseyi kararlarında, 2014 yılından itibaren “çifte çoğunluk” şartının aranması. Bu çerçevede, AB kararlarında üye ülkelerin %55’inin oyu ve AB’nin toplam nüfusunun %65’ine sahip ülkelerinin oyunun gerekliliğini şart koşulması, Antlaşmanın imzalanmasından bir gün önce Strazburg’da kabul edilecek Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın, bazı Üye Devletler (İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti) hariç, diğer Üye Devletler için hukuki bağlayıcılık kazanması, 43 Güçlendirilmiş işbirliğinin (üye devletlerin, AB çerçevesinde, diğer üyeler dahil olmasalar da gruplar halinde hareket edebilmeleri ilkesi) hayata geçirilmesiyle, grup üyelerinin diğer AB Üye Devletleri’ni davet etmeden nitelikli çoğunluk ile karar alabilmesi ve bu modelin dış politikaya ilişkin tüm alanlarda uygulanabilir olması. Yukarıda sıralanan temel yeniliklerden de anlaşılacağı üzere Birlik, Lizbon Antlaşması ile üye ülke parlamentolarının ve vatandaşlarının katılımları ile daha demokratik ve şeffaf bir Birlik oluşturulmasını, oylama kurallarının etkinliğinin artırılarak bürokrasinin azaltılmasını, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını ve Birliğin küresel alanda daha etkin bir aktör olmasını amaçlamaktadır. Peki bu amaçlar doğrultusunda Birliğin önemli bir aracı olan sosyal politikalara ilişkin Lizbon Antlaşması ile getirilen yenilikler nelerdir? Lizbon Antlaşması ile birlikte, Temel Haklar Şartı Birliğin hukuki çerçevesini oluşturan düzenlemelerden biri haline gelmiştir. Lizbon Antlaşması, Şartın getirdiği hakların, üye devletlerce ve Birlik organlarınca garanti altına alınması gereken bağlayıcı yasal bir güç olduğunu ifade etmektedir. Lizbon Antlaşması ayrıca Birliğe, tam istihdam ve sosyal ilerleme, sosyal dışlanma ve ayrımcılıkla ile mücadele, adaletin sağlanması, yoksulluğun azaltılması gibi alanlarda yeni görevler atfetmektedir. İstihdam ile ilgili olarak Antlaşma, istihdamı artırma, yeterli sosyal korumanın sağlanması, eğitim seviyesinin artırılması, insan sağlığının korunması konularında ilerleme sağlanması gerekliliğini ifade etmektedir. Lizbon Antlaşması ayrıca, sosyal tarafların ve sosyal diyalogun önemine vurgu yaparak, sosyal diyalog konusunda daha geniş katılımlı bir modeli teşvik etmektedir. Lizbon Antlaşması çerçevesinde, karar almada nitelikli çoğunluk oylaması yöntemi, 44 Çalışanların sağlık ve güvenlik hususlarında çalışma şartlarını iyileştirme, Çalışanların bilgilendirilmesi ve çalışanlara danışılması, İstihdam piyasalarından dışlananların piyasalara tekrar dahil edilmesi, İstihdam piyasalarına giriş ve çalışma koşulları bakımından kadın erkek eşitliğinin sağlanması, Sosyal dışlanma ile mücadele ve sosyal koruma sistemlerinin modernizasyonu konularını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ayrıca Antlaşma ile Konseyin, İş akitleri feshedilen çalışanların korunmasına yönelik olarak üye devletler arasındaki işbirliğinin artırılmasını amaçlayan önlemlerin alınması, Çalışanların ve işverenlerin çıkarlarını gözetmek üzere toplu temsil ve savunma haklarının geliştirilmesi, Birlik içerisinde yasal olarak çalışan üçüncü ülke vatandaşlarının istihdam koşullarının belirlenmesi konularında nitelikli çoğunluk oylamasına karar verme yetkisi belirtilmiştir. Lizbon Antlaşması ile Avrupa sosyal politikası alanında getirilen yeniliklerin genel değerlendirmesi, Antlaşmanın Avrupa sosyal modelini geliştirecek bir yapıya zemin hazırlar nitelikte olduğu ve sosyal politikaların öneminin bir kez daha teyit edilmesine katkıda bulunduğu yönündedir. Bu çerçevede, sosyal politika oluşturma metotlarının izleyeceği yol da, Antlaşmada öngörüldüğü üzere daha katılımcı ve ortaklaştırıcı bir yöntem olan açık koordinasyon yöntemine yaklaşmaktadır. 2.1.8 AB Sosyal Politikasının Diğer Uluslararası Kaynakları 45 AB sosyal politikası, AB tarihindeki antlaşmaların yanı sıra, büyük ölçüde uluslar arası antlaşmalar ve kurallar çerçevesinde şekillenmiştir. Uluslararası sosyal hukukun kendisinin de Avrupa kıtasında geçmişten bu yana yürütülen sosyal mücadelelerin sonucu olduğundan yola çıkarak, uluslararası sosyal hukuka atıfta bulunmadan incelenecek bir AB sosyal politikası, hukuki yönden eksik bir inceleme ortaya koyacaktır. Genelde insan haklarının ekonomik ve sosyal boyutunun, özelde de sosyal politikaların ortaya çıkması ve korunması, uzun bir tarihsel süreç ve çeşitli uluslararası örgütlerin çabaları sonucu mümkün olmuştur77. Sosyal haklar, Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Avrupa Konseyi tarafından ortaya konan ve kabul edilen düzenlemelerle geliştirilmiş ve koruma altına alınmıştır. 1986 tarihli Avrupa Tek Senedi’nin başlangıç bölümünde insan hakları ve demokrasiye bağlılık vurgulanmakta, üye devletlerin bu husustaki sorumlulukları ifade edilmekte ve Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ve Avrupa Sosyal Şartı’na atıfta bulunularak söz konusu sözleşme ve şart, Topluluk hukukunun bir parçası haline getirilmektedir. Benzer şekilde 1991 tarihli Maastricht Antlaşması ve 1997 tarihli Amsterdam Antlaşması da AİHS’ye atıfta bulunmaktadır78. AB Antlaşmalarında yer alan söz konusu atıflarla kendini doğrudan Avrupa Konseyi Sözleşmeleri ile bağlı kılmıştır. Bu nedenle sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev haklarına ilişkin değerlendirmeler ILO sözleşmeleri, AİHS ve Avrupa Sosyal Şartı göz önüne alınarak yapılmalıdır. Öte yandan aday ülkelerin üyelikleri için ön şart niteliği taşıyan Kopenhag Zirvesi kararları da açıkça Avrupa Konseyi Sözleşmelerine atıfta bulunmaktadır. Aday ülkelerle ilgili Komisyonun 77 Aziz Çelik, “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı ve Türkiye’nin Uyum Süreci2”, Sendikal Notlar, Mart 2005, s. 3. http://www.kristalis.org.tr/aa_dokuman/AB%20Sosyal%20Politikasi%202.pdf, (17.01.2010). 78 Burak Tangör, “Avrupa Birliği’nde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, G.Ü.İ.İ.B.F Dergisi, 1/2001, s. 237, http://dergi.iibf.gazi.edu.tr/dergi_v1/3/1/15.pdf, (17.02.2010). 46 hazırladığı ilerleme raporlarının ekinde çok sayıda BM ve Avrupa Konseyi Sözleşmesinin aday ülkelerce onay durumunu gösterir çizelge yer almaktadır. Bunlardan bir kısmı doğrudan sosyal haklarla ilgilidir: Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Hakkında Uluslararası Sözleşme79, Avrupa Sosyal Şartı, 1977 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Hakkında Uluslararası Sözleşmenin 7. maddesi80, 8. maddesi81 ve 9. maddesi82. AB’nin kendi antlaşma metinleri dışında sosyal haklara ilişkin olarak atıfta bulunup kabul ettiği uluslararası antlaşma ve sözleşmeler, AB hukukunun birer parçası haline gelmiş ve Birlik sosyal politikalarının oluşumunda ve uygulanmasında önemli birer belge niteliği kazanmışlardır. Dolayısıyla, AB sosyal politikasını Birlik antlaşmaları hükümleri ile sınırlandırmamak, geniş bir yorumla uluslararası antlaşma ve sözleşmeleri de birer sosyal politika unsuru olarak değerlendirmek gerekmektedir. Uluslararası sözleşme ve antlaşmaların da sosyal politika oluşturulmada ve uygulanmasında birer bağlayıcı kaynak olması durumu, Türkiye’nin AB sosyal politikasına uyumunda uyum sağlaması gereken hukuki düzenlemelerin alanını genişletmiş, sadece mevzuat uyumunun ”Sosyal Politika ve İstihdam” faslında uyumun sağlanması için yeterli olmaması sonucunu doğurmuştur. Çalışmamızın ikinci bölümünün ikinci kısmında, AB sosyal politikalarının gelişimi sürecinde kronolojik anlatıya paralel olarak kabul gören ve uygulanan “Açık Koordinasyon Yöntemi” inceleyecek, söz konusu yöntemin zorlukları ve avantajları çerçevesinde AB sosyal politikasının ilerleyen dönemlerde 79 International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights Madde, adil ücret, kadın ve erkekler arasında eşit işe eşit ücret, işçi sağlığı, fırsat eşitliği, dinlenme-izin hakları ve çalışma süreleri hakkındadır. 81 Madde, sendika kurmak, sendikaya üye olmak ve sendikaların faaliyetlerini özgürce sürdürmeleri ve grev hakkı üzerinedir. 82 Madde, sosyal güvenlik hakkını düzenlemektedir. 80 47 karşılaşacağı zorluklar ve kaydedebileceği gelişmelere ilişkin bir öngörüde bulunulacaktır. BİR SOSYAL POLİTİKA ARACI OLARAK AÇIK 2.2. KOORDİNASYON YÖNTEMİ AB bütünleşmesi sürecinin başından itibaren sürece damgasını vuran iki tür yaklaşımdan bahsedilmektedir. Bu yaklaşımlardan ilki, literatürde Andrew Moravcsik’in temsil ettiği hükümetler-arasıcılık yaklaşımı, diğeri ise Altiero Spinelli ile özdeşleştirilen federalist yaklaşımdır. Söz konusu yaklaşımlardan hükümetler-arasıcılık yaklaşımı, Birliğin bütünleşme sürecinde karar alma yetkisinin ve inisiyatifin ağırlıklı olarak ulus devletlerin yetkisinde olması gerekliliği, bütünleşme sürecinin hükümetler-arası konferanslarda pazarlık sonucu alınan kararların, bu kararlarla sınırlı şekilde Birlik organlarına yetki devri ile yürüyeceğini savunmaktadır. Federalist yaklaşım ise, Birliğin ulus devletlerden bağımsız karar alma organları olması gerekliliğine ve supranasyonel özellikteki bir Birliğin Bütünleşmeyi getireceğine vurgu yapmaktadır. Federalist yaklaşımda, üye devletlerin egemenlik hakları sınırlı olup, ortaya çıkan yeni bir yapıya yetki devri söz konusudur. Kuruluşundan bu yana bu iki yaklaşım arasındaki tartışmalar devam etmekle birlikte, Birlik Antlaşmaları ve birincil bütünleşme alanı olan ekonomik bütünleşme söz konusu olduğunda federalist nitelikler gösteren Birliğin, hükümetler-arası konferanslarda ve yeni ve sosyal politika gibi ikincil politika alanlarında hükümetler-arası bir özellik gösterdiğini söylemek mümkündür. Anılan iki yaklaşım uzun yıllar Birlik politikalarının oluşumunda etkili olmuş, ancak dinamik bir nitelik taşıyan bütünleşme sürecinde karşılaşılan sorunlarla başa çıkmakta tek başlarına ve de birlikte yeterli olamamışlardır. Bu durumun sebebi, yüksek içsizlik oranları, düşük istihdam katılımı, sosyal refah harcamalarının ulusal bütçelerde büyük kalemler tutması, etkin olmayan kamu 48 hizmetleri ve nitelikli işgücünden yoksunluk ile mücadele etmek durumunda kalan Birliğin, söz konusu sosyal alanlarda yeni ve etkin stratejiler geliştirmesi ihtiyacıdır83. Üye ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarındaki farklılıklar ve refah gelenekleri ve karşı karşıya oldukları problemlerin farklılığı, Birlik düzeyinde ortak bir sosyal politika oluşturmanın zorluğunun temel sebebidir ve bu sebep, sosyal politikalarda uyumlaştırılması ortaklaşmadan zorunluluğunu daha çok, beraberinde üye ülke politikalarının getirmiştir. Politikaların uyumlaştırılması ise, Topluluk metodu olarak adlandırılan ve Birliğin belirlediği standartlar çerçevesinde ortaklaşmanın öngörüldüğü modelden farklı bir modelin uygulamaya konmasını gerektirmiştir. Bu sebeplerle, özellikle sosyal politika ve istihdam alanlarında açık koordinasyon yöntemi, 1990’lı yılların sonlarında gündeme gelmiş ve o tarihten bu yana Birlik sosyal politikasının uyumlaştırılmasında kullanılan en önemli araç olmuştur. Açık koordinasyon yöntemi84 (AKY), supranasyonel özellikler de taşıyan ancak temelde hükümetler-arası olan bir işbirliği yöntemidir85. AKY, sosyal politika alanında değişim yaratmak amacını temelde üye ülkelerin gönüllü işbirliğine, bağlayıcı olmayan amaçlara ve rehberlere dayandıran, ülke deneyimlerinden yola çıkarak en iyi uygulamalara ulaşmayı hedefleyen bir yöntemdir. 1990’lı yıllar boyunca AKY’nin özelliklerini taşıyan birçok politika sürecinden geçilmekle beraber, yöntem ilk defa 23-24 Mart 2000 tarihli Lizbon Avrupa Konseyi ile resmiyet kazanmıştır86. Lizbon Konseyinden bu yana AKY, 83 David M. Trubek, Louise G. Trubek, “Hard and Soft Law in the Construction of Social Europe: the Role of the Open Method of Co-ordination”, 2005, s. 345, http://www.law.wisc.edu/ils/wisgar/hardandsoftlaw.pdf, (17.02.2010). 84 The Open Method of Coordination 85 Kerstin Jacobsson, “Soft regulation and the Subtle Transformation of States : the case of EU employment policy”, 2004, s. 4. http://www.govecor.org/data/20020716144803_SCORERAPPORT_2002.pdf, (19.02.2010) 86 Caludio Radaelli, “The Open Method of Coordination: A New Governance Architecture for the European Union?”, 2003, s. 14. http://eucenter.wisc.edu/OMC/Papers/radaelli.pdf, (19.02.2010) 49 Avrupa İstihdam Stratejisi, sosyal içerme, emeklilik, çocuk bakımı, eğitim, kültür ve araştırma, istihdam gibi alanlarda uygulama imkanı bulmuştur. Lizbon Konseyi sonuç bildirgesinde, AKY, “en iyi uygulamaları yaygınlaştırmak ve AB’nin temel hedefleri için daha fazla uyum yakalamak87” için uygulanacak bir yöntem olarak tanıtılmıştır88. Üye ülkeler AKY’yi, kendi politikalarını geliştirmek ve aralarında koordinasyonu sağlamak için kullanacaklar ve güçlü bir politik kararlılık ve sonuç-odaklı bir yaklaşımla Birlik içinde de amaçlanan uyuma ulaşılacaktır. Bir politika alanında AKY uygulama sürecine dair işleyiş şu şekilde ifade edilebilir89: Bir politika alanında hedeflenen amaca ulaşmak için spesifik bir zaman aralığının da belirtildiği kısa, orta ve uzun vadeli rehberler hazırlanması, Uygun olduğu taktirde dünya uygulamasındaki en iyi uygulama örneklerine dair niteliksel ve niceliksel indikatörler ve kriterler belirlenerek bu kriterlerin Birlik amaçlarına uygulanabilecek şekilde revize edilmesi, Söz konusu rehberlerin ulusal ve bölgesel politikalara uygulanabilmesini teminen spesifik hedefler belirlenmesi, Birlikte öğrenme sürecinin tamamlanması için periyodik olarak izleme, değerlendirme ve gözden geçirme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi. Yukarıda ifade edilen aşamalar çerçevesinde, ilk olarak Bakanlar Konseyi kapsamlı politika hedefleri konusunda uzlaşmaya varmaktadırlar. İkinci olarak, 87 Lisbon European Council 23 and 24 March 2000 Presidency Conclusions, http://www.europarl.europa.eu/summits/lis1_en.htm, (19.02.2010) 88 C, Radaelli, 2003, s. 15. 89 Lisbon European Council 23 and 24 March 2000 Presidency Conclusions, http://www.europarl.europa.eu/summits/lis1_en.htm, (19.02.2010) 50 üye ülkeler ulusal ve bölgesel mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmaktadırlar. Üçüncü olarak ise, en iyi uygulamaları belirlemek amacıyla ortak kriterler ve indikatörler belirlenmektedir ve son olarak, sonuçlar izlenmekte ve değerlendirilmektedir. Ancak söz konusu süreç, politika alanlarına göre farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin bazı alanlarda daha uzun raporlama süreleri söz konusu olabilmekte iken, üye devletler nezdinde alınan kararlar daha zorlayıcı veya daha yumuşak olabilmektedir. Bu durum, AKY’nın karakteri ile bağdaşmakla beraber, ileride değineceğimiz zorlukları da beraberinde getirmektedir. Bahse konu işleyiş çerçevesinde AKY, rehberlerden, en iyi uygulama kurallarından, kriterlerden, indikatörlerden ve ulusal politika uygulamalarından faydalanmaktadır. Politika yapma sürecinde AKY’nin kullanıldığı alanlar, Tablo 2’de gösterilmektedir. Tablo 2: AKY’nin kullanıldığı politika alanları Genel 29 İstihdam 29 Sosyal İçerme 9 Makro-ekonomik politikalar 5 Göç 1 Eğitim 1 Avrupa Araştırma Alanı 1 Çevre Politikası 1 Vergilendirme 1 Kaynak: Radaelli, Claudio, 2003. Yukarıdaki tablo göstermektedir ki, AKY, ağırlıklı olarak istihdam politikalarında ve stratejilerinde uygulanmaktadır. Avrupa İstihdam Stratejisi 51 kapsamında uygulanmaya başlanan ve Lizbon zirvesi ile genel bir çerçeveye oturtulan AKY’nin yoğunlukla istihdam alanında kullanılmasının sebebi, Lizbon zirvesinde ağırlıklı olarak istihdam hedeflerinin belirlenmesi ve söz konusu hedeflere ulaşmada etkili bir yol olarak AKY’ye vurgu yapılmasıdır. Ayrıca tüm üye ülkelerin takvimlerinde yer alan rekabetçi birer devlet haline gelinmesi ve Avrupa Birliği genelinde de 2010 yılı itibariyle dünyanın en rekabetçi ekonomisi olma hedefi, bu alanda AKY’ye ağırlık verilmesinin altyapısını oluşturmaktadır. AKY’nin genelde Birlik politikaları, özelde de sosyal politikalar hususlarında başarı sağlayıp sağlamayacağı konusu tartışmalıdır. AKY karşıtı görüş, AKY’nin Birlik kararlarının bağlayıcılığını temin eden birincil ve ikincil hukuk kaynaklarının dışında kalarak herhangi bir bağlayıcı niteliğe sahip olmamasının Birlik açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini ya da uyumlaştırma çabalarının sonuçsuz kalabileceğini savunmaktadır. Bu görüşe göre üye devletler, mevcut politikalarını değiştirmeden revize edip Birlik amaçlarıyla uyumlu gösterme çabasından başka bir şey değildir90. AKY taraftarı görüş ise, AKY’nin, politika oluşturma sürecine sivil toplumun, sosyal tarafların, yerel ve bölgesel aktörlerin katılımıyla Birlik içerisinde demokratik katılımı ve hesap verebilirliği kuvvetlendiren bir araç olduğunu savunmaktadırlar91. AKY’nin üye ülkeler için bağlayıcı olmamasının olası negatif sonuçları hakkındaki eleştirilere ise, söz konusu geniş katılım sebebiyle üye ülkelerin devletlerinin diğer aktörlerden bağımsız bir şekilde hareket edemeyeceği ve sosyal diyalogun, bağlayıcılığın bir teminatı olacağı argümanlarıyla cevap vermektedirler. AKY hakkında ileri sürülen bu çok farklı iki yaklaşım göstermektedir ki, AKY, “tanımlanamayan politik bir obje92” olarak değerlendirilmekte, bu değerlendirme, yöntemin daha açık bir şekilde tanımlanabilmesi için Birlik 90 Jonathan Zeitlin, “Introduction: The Open Method of Coordination in Question”, 2005, s. 5, http://eucenter.wisc.edu/OMC/Papers/EUC/JZPP/introduction.pdf, (18.02.2010). 91 A.g.e, s. 6. 92 A.g.e. s. 6. 52 politikaları çerçevesinde ortaya koyduğu sonuçlara yönelmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’NİN SOSYAL POLİTİKA TARİHİ 53 “Devletimizin imkânlarını, vatandaşlığımızın icaplarını esirgemememiz lazımdır” Meclis Tutanakları, 1976. Türkiye’de sosyal politika kavramının gelişimi, modern Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ele alındığında, ekonomik kalkınma hedefinde olan genç Cumhuriyet için sınırlı kaynaklarla yürütülebilecek, ancak savaş sonrası dönemde artan yoksulluğu kontrol altına alabilmek için de göz ardı edilemeyecek bir olgudur. İlerleyen dönemlerde ise endüstrileşme dönemini batılı ülkelere nazaran geç ve yavaş bir şekilde tamamlayan Türkiye, devlet dışı aktörlerin zayıflığı, ailenin sosyal devletin gereklerini yerine getirmeye katkısı ve Avrupa Birliği sürecinin görece geç başlaması sebepleriyle Avrupa Birliği sosyal politikasında halen uyum sorunları yaşamaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, Türkiye’nin sosyal politika tarihine dair kısa bir özet sunulacak, ekonomik ve siyasal hayatın şekillendirdiği Türkiye sosyal politika deneyiminin Avrupa Birliği müzakerelerine varan süreçte kat ettiği yol gözden geçirilecektir. 3.1. CUMHURİYETİN İLK YILLARI Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal politika uygulamaları da, ekonomi politikalarına uygun olarak az da olsa gelişme göstermiştir93. Ancak yeni kurulan bir ülke için genel ve kapsayıcı çalışma yasaları çıkarmak yerine bölgesel kapsamda ve belli konularda yasalar çıkarılmıştır. Bu yasalar: Cumhuriyet öncesi çıkarılan 1909 tarihli ve işçilerin kamu hizmetleri dışında sendika kurabileceklerini ifade eden “Tatil’i Eşgali Kanunu”, 93 M.Koray, 2005, s. 158. 54 Cumhuriyetin işçileri korumaya yönelik ilk yasası olan 1921 tarihli ve 151 sayılı “Ereğli Havzası Maden İşçilerinin Hukukuna Müteadir Kanun”, 1925 tarihli ve işçilere hafta tatili öngören “Hafta Tatili Kanunu”, 1926 tarihli ve işçilere işverenler ile umumu mukavele yapma hakkını içeren “Medeni ve Borçlar Kanunu”, 1930 tarihli kadın ve çocuk işçilerin çalışma koşullarını ve işçi sağlığını korumaya yönelik “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” olarak sıralanabilir. Genel olarak sosyal politika ile, özelde de işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili düzenlemelere yer veren kanunların yukarıda sayılanlarla sınırlı olmasının sebepleri, ülke ekonomisinin henüz tarıma dayalı olması ve sanayileşmenin henüz yeterli seviyede bulunmaması, sanayileşme sürecinin henüz başında olan Cumhuriyet toplumunda bir işçi sınıfının mevcut bulunmaması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında liberal ekonomi politikalarının izleneceğine dair planlar ve liberal ekonomide sosyal politika yapmanın öncelikler arasında bulunmamasıdır94. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de endüstrileşme ve ekonomik büyüme öncelikli bir hedef mevcut olup, söz konusu hedef, beş yıllık ekonomik planlarla desteklenmiştir. Bu dönemde planlı ekonominin önündeki en büyük engel, sermaye yetersizliğidir. Dolayısıyla, yetersiz özel teşebbüsü ikame edecek devlet sermayesi, devlet eliyle gerçekleştirilecek bir ekonominin finansmanını sağlamıştır. Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce 17 Şubat- 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi toplanmış, Kongreye tüm illerden gelen işçi, işveren ve meslek temsilcileri katılmışlardır. Her ne kadar özel girişimciliğe zemin hazırlama yaklaşımı Kongreye hakim olsa da, özel sermayenin yeteri 94 A.g.e, s. 159. 55 derecede gelişmemiş olması sebebiyle liberal kalkınma, yerini devletçi kalkınmaya bırakmak zorunda kalmıştır. 3.2. İKİ DÜNYA SAVAŞI: 1930-1960 DÖNEMİ Özel girişimciliğe dayalı sanayileşme politikasının mevcut şartlar altında başarısızlığının kabul edilmeye ve devlet eliyle planlı ekonomiye geçişin başladığı 1930’lu yıllar, liberal politikalardan uzaklaşılan yıllar olmuştur. Devletçilik uygulamaları, 1933 tarihli Ekonomi Planı ile başlamış, Plan, 1934 yılında uygulamaya konmuştur. 1930- 1961 döneminde uygulanan devletçi ekonomi politikalarına paralel olarak; Türkiye, 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne üye olmuş, üyeliği çerçevesinde otomatik olarak Uluslararası Çalışma Örgütü”ne de üyeliği sağlanmıştır. Söz konusu üyelikle birlikte bazı yükümlülükler üstlenen Türkiye, 1939 tarihli ve 3008 sayılı “İş Kanunu” kabul etmiştir. Planlı ve devletçi ekonomi politikası ve otoriter tek partili rejim çerçevesinde şekillenen Kanun, işçi-işveren ilişkileri bakımından da aynı özellikleri içermekteydi. Sendika kurma hak ve özgürlüğünden bahsedilmeyen Kanunda, bir “İşçi Sigorta İdaresi” kurularak işgücü piyasasının devlet tarafından düzenlenmesi öngörülmüştür. 1938 tarihli “Cemiyetler Kanunu” kabul edilmiş, söz konusu Kanun ile toplumsal sınıf esasına göre sendika kurulamayacağı hükme bağlanmış ve işçilerin sendika kurmaları yasaklanmıştır. 1945 tarihinde, 3008 sayılı İş Kanunu’nun uygulanması ve çalışma yaşamıyla ilgili düzenlemelerin yapılması için Çalışma Bakanlığı kurulmuştur. 1946 tarihinde, İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştur. 1946 tarihinde, 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu’nun toplum esasına göre dernek kurma yasağı kaldırılmıştır. 56 20 Şubat 1947 tarihli ve 5018 sayılı “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” çıkarılmıştır. Söz konusu kanun çerçevesinde, sendikaların siyasetle uğraşmaları ve grev yasaklanmıştır. Bu Kanun çerçevesinde işçilere tanınan haklar; işçi sendikalarının üyelerine sosyal ve hukuki yardımlarda bulunabilmeleri, iş uyuşmazlıklarında hakem kurullarına görüş bildirebilmeleri ve ücret artışı için toplu iş uyuşmazlıkları çıkarabilmeleridir. 1930-1961 döneminde sosyal politikalara ilişkin getirilen yeniliklerin çok kısıtlı, içeriğinin de çalışma yaşamıyla sınırlı olmasının sebepleri, tek partili otoriter devlet yapısı özelliklerinin ekonominin ve sosyal hayatın tüm bileşenlerinde kendini göstermesi, halen etkili ve bilinçli bir çalışan kesimin oluşmamış olması95, devletin önceliğinin ekonomik kalkınma ve sanayileşme olması sebebiyle çalışma yaşamı dışında herhangi bir sosyal politika alanında bir düzenlemeye gitmesinin söz konusu olmaması şeklinde özetlenebilir. Ancak izleyen dönemde 1961 anayasası ile başlayan sosyal politika yapma süreci, 1982 anayasası ile kuvvetlenmiştir. 3.3. 1961 ANAYASASI DÖNEMİ 9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edilen 1961 Anayasası, Türk sosyal politika tarihinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. 1961 Anayasası’nca benimsenen sosyal devlet ve sosyal adalet anlayışının sonucu olarak çalışma hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı 95 A.g.e, s. 165. 57 anayasal güvenceye sahip olmuştur. Anılan döneme kadar sosyal güvenlik ve ilk dereceli eğitim gibi konularla sınırlı olan sosyal politika alanı, devletin çalışma yaşamında gerekli sosyal, ekonomik ve mali önlemleri alması gerekliliği96, çalışanların sendika, toplu sözleşme, grev haklarının düzenlenmesi97 gibi alanlarla genişlemiştir. Anayasa gereğince ayrıca Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmış ve 1963 yılında uygulamaya konmuştur. Planın temel ilkeleri arasında; iktisadi kalkınmaya paralel olarak sosyal adaletin gerçekleştirilmesi, sosyal sigorta uygulamalarının gelirin yeniden ve adil olarak dağılımında önemli bir mekanizma olarak yer alması, özellikle primler aracılığıyla biriken fonların yatırım kaynakları olarak kullanılabilmesi gibi konular esas alınmıştır98. 1961 yılından bu yana dokuz kalkınma planı hazırlanmış ve uygulanmış olmasına rağmen, gerek dönemim sosyal haklara önem veren şartları, gerekse yeni Anayasa’nın sosyal niteliği gereği ilk Kalkınma Planı, sosyal politika açısından en kapsamlı olanıdır99. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ana hedefleri; %7 dolaylarında bir kalkınma hızının gerçekleştirilmesi, hızla artan işgücüne istihdam olanakları sağlanması, dış ödemeler dengesine ulaşılması ve bu hedeflerin adalet ilkelerine uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi100. Söz konusu hedeflere ulaşılmakta önemli kat edilse de, takip eden dönemdeki 12 Eylül askeri müdahalesi, 1982 Anayasası ve liberal ekonomiye geçiş, Türk sosyal politika tarihindeki olumsuz izleriyle bir başka dönüm noktasını teşkil etmektedir. 3.4. 1980 SONRASI 96 T.C. 1961 Anayasası, md: 43. http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm, (11.03.2010). T.C. 1961 Anayasası, md: 47. http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm. (11.03.2010). 98 Ahmet Apan, “Türkiye’de Kalkınma Planları ve Sosyal Güvenlik Reformu”, 2007, http://ahmetapan.blogcu.com/turkiye-de-kalkinma-planlari-ve-sosyal-guvenlik-reformu1/2520500, (12.03.2010). 99 Cahit Talas, Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara, 1992, s. 151. 100 M. Koray, 2005, s. 165-166. 97 58 24 Ocak 1980 Kararları olarak bilinen ve Türkiye ekonomisinin uluslararası piyasaya açılmasının altyapısını düzenleyen kararlar, ekonomide olduğu kadar sosyal alanda da değişikliklere sebep olmuş, sosyal harcamaların miktarının daraldığı bu yeni dönem, 1960’ların tersine ekonomiye öncelik veren bir dönem olma özelliği göstermiştir. Liberal politikanın esaslarını oluşturan 1980 kararlarına ilaveten, 12 Eylül 198 askeri darbesi ve darbe hükümetinin hazırladığı 1982 Anayasası, sosyal alanda dönüşümlerin hızlandığı bir sürece girilmesinin zeminini oluşturmuştur. 1982 Anayasası, birey hak ve özgürlükleri açısından oldukça kısıtlayıcı hükümler içeren bir metindir: dernek, vakıf ve sendikaların siyasal faaliyette bulunmalarını yasaklamış, birbirleriyle işbirliği yapmalarını zorlaştıran hükümler getirmiş, sendikalaşmayı zorlaştırmış ve grev kısıtlamaları ye yasakları getirmiştir101. Liberal devlet anlayışının egemen olduğu bu dönemde, devlet, sosyal denge ve sosyal uzlaşmayı sağlayıcı rolünden uzaklaşmış, dönemim Başbakanı Saim Bülend Ulusu, sosyal devletin öldüğünden söz ederek anılan dönemin sosyal devlet anlayışını gözler önüne sermiştir102. 3.5. 1990’LAR VE AKTÖR DEVLET MODELİ 1990’lar, Türkiye ekonomisinde ve politikalarında değişikliklerin baş gösterdiği, ulusal olduğu kadar uluslararası aktörlerin de sahneye girdiği bir döneme işaret etmektedir. Bu aktörlerden en önemlisi, Uluslararası Para Fonu103 (IMF) ve Avrupa Birliği’dir. Her iki aktörün de Türkiye ile ilişkileri bu dönemden daha eskiye dayansa da, gerek Türkiye’nin AB’ye aday ülke statüsünü kazanması, gerekse 1990’lı yılların sonundaki ekonomik krizler sebebiyle IMF ile ilişkilerin yoğunlaşması, bu dönemi hem ekonomi politikaları, hem de sosyal politikalar bakımından önceki dönemlerden ayırmaktadır. 101 M.Koray, 2005, s. 166. A.g.e, s: 167. 103 International Monetary Fund (IMF) 102 59 2001 ekonomik krizi, zor durumdaki bireylere enformel nitelikli ilişkiler, aile ve hemşerilik bağları ya da devlet-toplum ilişkilerinin kapsayıcılığı çerçevesinde sosyal koruma imkanını ortadan kaldırır nitelikteydi104. Kriz sebebiyle ülkenin sosyal güvenlik sisteminin inkar edilemez yapısal sorunları da ortaya çıktı ve IMF’nin Türkiye’ye önerdiği politikaların içinde sosyal güvenlik reformu öne çıkmaya başladı. Dolayısıyla, ekonomik krizin sosyal alandaki faturası, devletin kapsayıcı bir sosyal devlet olmaktan çıkıp, yoksulluğu ve sosyal politikaları “sosyal içerme” kavramı çerçevesinde tartışır bir yapıya kavuşması olmuştur. Sosyal içerme, yaşlılık, hastalık, işsizlik, engellilik gibi sebeplerle toplumdan dışlanma tehlikesiyle ve yoksullukla karşı karşıya olan vatandaşların, devlet müdahalesiyle topluma kazandırılmaları olarak ifade edilmektedir105. Sosyal politikaların ve sosyal bir devlet olmanın sosyal içerme kavramı çerçevesinde tartışılması, devletin, tüm vatandaşları kapsayan bir sosyal model geliştirmekten öte, sadece muhtaç durumda olan ve toplumdan dışlanma ve ciddi yoksulluk riskiyle karşı karşıya bulunan vatandaşları için bir güvenlik ağı oluşturmasını ifade eder. Yani devlet, toplum ağından aşağı düşenleri yakalar ve onları yeniden topluma kazandırır. Anılan sosyal politika uygulamaları, Türkiye’nin 1999 tarihinde Helsinki Zirvesi ile aday üye statüsü kazanması esnasında, AB içinde de benzer şekilde seyretmekte idi. Sosyal içerme, AB sosyal politikalarının da ana hedefi olmuştur. Birlik, aday ülkelerin sosyal içerme ve yoksullukla mücadele stratejilerini açıklayan “ortak içerme belgesi1 hazırlamalarını şart koşmuş, bu amaçla 2004 yılında söz konusu belgenin hazırlanmasına başlanılmıştır. Hem IMF, hem de AB’nin Türkiye siyasetini, ekonomisini ve politikalarını etkileyen bir dönem olan 1990’lar ve 2000’ler, sosyal içerme konusunun sosyal 104 Ayşe Buğra, Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 220. 105 A.g.e, s. 220. 60 politika literatüründe tartışılmasına başlanan yıllar olmuştur. Bu dönemin ve yeni sosyal politika stratejisinin sonuçları henüz tam ve kesin olmamakla birlikte, bu yeni dönem, sosyal politika tartışmalarında devlet-vatandaş ilişkisinin dönüşümünü beraberinde getiren bir dönem olma özelliğindedir: hak temelli bir yaklaşımdan ihtiyaç temelli bir yaklaşıma geçiş, sosyal devletin küçülmesi, sivil toplum kuruluşlarının sosyal politika alanında giderek artan rolü, sosyal harcamaların bütçe içindeki payının azalması ve devletin söz konusu alanda projeci kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve özel kesim gibi bir aktör olarak yer alması106, devlet-toplum ilişkilerini dönüştüren unsurlardır. Bu dönüşümün nasıl bir seyir izleyeceği ise, Türkiye-AB müzakere sürecinde şekillenecek, 19. Fasıl olan “Sosyal Politika ve İstihdam” faslındaki müzakerelerin sonucu, ilerleyen dönemdeki sosyal politika yaklaşımlarını da belirleyecektir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKALARINA UYUMU “Hali hazırda çerçevesi belirsiz olan Avrupa Birliği sosyal politikası, Türkiye’nin katılımıyla bu belirsiz çerçevesini de kaybedecektir.” 106 A.g.e, s. 224. 61 Nick Manning, “Avrupa Sosyal Politikası’nın Dönüşümü” konferansı, Ankara. Türkiye’nin sosyal politika tecrübesine dair kısa bir özet bilgiyi takiben, dördüncü bölümde Türkiye-AB müzakere sürecinin 19. Faslı olan “Sosyal Politika ve İstihdam” faslına ilişkin bilgi verilecek, sırasıyla müzakere sürecinin içeriği ve İlerleme Raporlarında sosyal politika uyumu ele alınacak, anılan fasılda gelinen son nokta, Sosyal Politika ve İstihdam Alt Komite Toplantılarından yola çıkılarak değerlendirilecektir. 4.1. SOSYAL POLİTİKA VE İSTİHDAM FASLI MÜZAKERE SÜRECİ Türkiye-AB müzakere sürecinde müzakere edilmesi öngörülen 35 fasıldan biri olan 19 numaralı “Sosyal Politika ve İstihdam” faslı müzakereleri, 8-10 Şubat 2006 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Tanıtıcı Tarama Toplantısı ile başlamıştır. Müzakere sürecinin 19. Faslı olan Sosyal Politika ve İstihdam faslında Koordinatör Bakanlık olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı belirlenmiş, koordinatör bakanlık dışında tanıtıcı ve ayrıntılı tarama toplantılarına Türkiye İş Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, DPT Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Personel Başkanlığı, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Denizcilik Müsteşarlığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği gibi çok sayıda kamu kurumu katılmıştır. 62 Tanıtıcı Tarama Toplantısı, AB Komisyonu İstihdam, Sosyal İşler ve Fırsat Eşitliği Genel Müdürlüğü107 uzmanlarının AB sosyal politika ve istihdam mevzuatına ilişkin sunumlarından oluşmaktadır. Söz konusu mevzuat çerçevesinde İş Hukuku, İş Sağlığı ve Güvenliği, İstihdam Politikası, Sosyal İçerme, Avrupa Sosyal Fonu, Topluluk Programları, Sosyal Diyalog, Kayıt Dışı İstihdam, Ayrımcılıkla Mücadele ve Fırsat Eşitliği başlıklarındaki AB mevzuatı ve uygulamaları hakkında Türk tarafına bilgi verilmiştir108. Tanıtıcı Tarama Toplantılarını müteakip, 20-22 Mart 2006 tarihlerinde Brüksel’de, sosyal politika ve istihdam faslına ilişkin Türk mevzuatı hakkında detaylı bilgilerin Komisyon yetkililerine aktarıldığı Ayrıntılı Tarama Toplantıları gerçekleştirilmiştir. Söz konusu toplantılarda, İş Sağlığı ve Güvenliği, Engelli Kimseler, İş Hukuku, Sosyal Diyalog, Sosyal Koruma, Sosyal İçerme, Ayrımcılıkla Mücadele ve Fırsat Eşitliği konularında sunumlar yapılmış109, anılan alanlardaki Türk mevzuatı hakkında Komisyon yetkililerine bilgi verilmiştir. Tanıtıcı ve Ayrıntılı Tarama Toplantıları sonrasında Komisyon, 6 Eylül 2006 tarihinde Sosyal Politika ve İstihdam faslına ilişkin olarak hazırladığı “Tarama Sonu Raporu110”nu yayımlayarak Türk tarafına iletmiştir. Söz konusu Raporun ana başlıkları; İş Hukuku, İş Sağlığı ve Güvenliği, Sosyal Diyalog, İstihdam Politikası, Avrupa Sosyal Fonu ve Sosyal İçerme, Sosyal Koruma, Ayrımcılıkla Mücadele, Fırsat Eşitliği, AB Müktesebatının Uyumlaştırılması ve Türkiye’nin Uygulama Kapasitesi şeklindedir. Komisyon yetkililerinin Türk 107 DG Employment, Social Affairs and Equal Opportunities. ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Tanıtıcı Tarama Toplantıları, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=164&l=1, (20.03.2010). 109 ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Ayrıntılı Tarama Toplantıları, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=165&l=1, (20.03.2010). 110 ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Tarama Sonu Raporu, http://www.abgs.gov.tr/files/tarama/tarama_files/19/screening_report_19_tr_internet_en.pdf, (20.03.2010). 108 63 mevzuatında belirledikleri eksiklikler ve uyum sağlanması beklenen alanlar111 başlıklar halinde incelendiğinde, söz konusu faslın tarama sürecinin başlangıcındaki durumu ortaya çıkmaktadır: İş Hukuku: İş Kanununun uygulama alanının kamu sektörü, 50 veya daha az işçi çalıştıran tarım işletmeleri, 3 veya daha az işçi çalıştıran esnaf işyerleri gibi bazı sektörleri ve kişileri kapsamadığı ifade edilmektedir. Kanunda, gündüz ve gece çalışma süreleri tanımları yapılmış olmasına rağmen (Devlet Memurları Kanunu hariç olmak üzere) gece işçisi, vardiya çalışması, vardiya işçisi, gezici işçi, kıyı çalışması ve yeterli dinlenme tanımları yapılmamıştır. Denizcilik sektöründe çalışanlar ve karayolu taşımacılığında çalışanlar için kanunlarda değişiklik yapılması gerekmektedir. Hava iş kolunda ve demiryollarında çalışanların çalışma sürelerine ilişkin kanun bazında bir düzenleme bulunmadığı ifade edilmektedir. Havacılık sektöründe çalışanlar için bir yasal düzenleme taslağının bulunduğu ve söz konusu taslağın ilgili AB direktifi ile uyumlu olduğu belirtilmektedir. Bir yıl veya daha uzun süreli hizmet akitlerinin yazılı yapılmasının zorunlu olduğu, bununla birlikte iş sözleşmesinin belirli bir şekle tabi olmadığı ifade edilmektedir. İş Kanunu tam ve kısmi süreli iş sözleşmelerine ilişkin hususları düzenlemektedir. AB Müktesebatına uygun olarak belirli süreli 111 A.g.r, s. 1-14. 64 iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. AB Müktesebatına uygun olarak 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları yasaktır. Ancak, çocuğun çalıştırılması, onun okula devamı ve profesyonel eğitim alması gibi hususlarda engelleme getirmemektedir. İşverenin ödeme aczine düşmesi hususunda AB müktesebatının gereklerine uygun olarak ücret garanti fonunun kurulmasına ilişkin düzenleme 2004 Ekim ayında yayınlanmıştır. Fon, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü (İŞKUR) tarafından yönetilmektedir. İş Sağlığı ve Güvenliği: Bu alanda kazalar ve meslek hastalıklarında son yıllarda düşüş gözlenmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Aralık 2003 tarihinde bu yana İş Sağlığı ve Güvenliği konularında AB müktesebatına uyum sağlamak için çeşitli kanunlarda uyumlaştırmaya gitmiştir. Ancak uyumlaştırılması hedeflenen ve AB iş sağlığı ve güvenliği direktifleriyle uyumlu olan kanun tasarısı, yasal sebeplerle kanunlaşamamıştır. Yeni tasarı, harılanma aşamasındadır. İş Sağlığı ve Güvenliği alanında AB müktesebatı ile uyum derecesi oldukça iyi seviyededir. Ancak bu alandaki düzenlemelerin kamu sektörünü de kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir. Müktesebatın uygulanması, bilgilendirme, farkındalık yaratma ve eğitim alanlarındaki çabalarla desteklenmelidir. 65 İş Teftiş Kurulu’nun kapasitesinin, coğrafik olarak kapsadığı alanında genişletilmesi ve uygulama süreçlerine sosyal tarafların da dahil edilmesi suretiyle genişletilmesi gerekmektedir. Sosyal Diyalog: Özel sektörde, toplu pazarlık ve grev konuları, 1980’li yılların başında çıkarılmış olan ve 2001 yılında küçük değişiklikliler yapılan iki Kanunla düzenlenmektedir. Bu kanunlarda; bir sendikanın işletme düzeyinde toplu sözleşme imzalamaya yetkili olması için iki temel koşul söz konusudur. Bunlar; işletmedeki işçilerin en az %50’sini ve ülke çapında ilgili iş kolundaki işçilerin en az %10’nu temsil etmektir. Ayrıca, yürürlükteki mevzuat, işçilerin sendikalara üye olması için hantal bir süreç öngörmektedir. Kamu sektöründe, 2004 tarihinde değiştirilen 2001 tarihli Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, bazı kamu görevlilerinin sendikalara üye olmasını engellemekte ve toplu pazarlık ve grev hakkına ilişkin önemli sınırlamalar getirmektedir. Örneğin,grev kararının uygulanması, milli çıkar ve kamu sağlığı sebepleriyle iki ay ve hükümet kararıyla da daha uzun bir sure için ertelenebilmektedir. Türkiye, 87 numaralı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalılaşma Hakkının Korunması ve 98 numaralı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkına ilişkin ILO sözleşmelerini imzalamış ve onaylamıştır. Ancak, ulusal mevzuat, henüz bu sözleşmelerle tam anlamıyla uyumlaştırılmamıştır. Türkiye, Avrupa Sosyal Şartının 5. maddesini (örgütlenme özgürlüğü) ve 6. maddesini( grev hakkını da içeren toplu pazarlık hakkı) kabul etmemiştir. 66 Türkiye, gözden geçirilen Avrupa Sosyal Şartını 2004 Ekim’de imzalamıştır, fakat henüz onaylamamıştır. Üçlü sosyal diyalog hususunda, Ekonomik ve Sosyal Konsey, 2001 yılının Nisan ayında kurulmuştur. Ekonomik ve Sosyal Konsey, 15 tanesi hükümet temsilcisi olmak üzere, toplam 39 üyeye sahiptir. Konseyin başkanlığı, Başbakan tarafından yapılmaktadır. Konsey’de bulunan sivil toplum temsilcilerinin sayılarının artırılması, hükümet temsilcilerinin sayılarının azaltılması ile Konsey yapısının yeniden şekillendirilmesine yönelik bir Kanun tasarısı mevcuttur. Bir diğer üçlü yapı, 1945 yılında kurulan ve çalışma hayatına ilişkin konuları ele almak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının girişimi ile toplanan Çalışma Meclisi’dir. İkili sosyal diyalog hususunda ise, 1960’lı yıllardan bu yana toplu pazarlık ve toplu sözleşme yapılmaktadır. Ancak toplu sözleşmelerin kapsama aldığı iş gücü yüzdesi oldukça düşüktür. Özel işletmelerin pek çoğunda, sınırlı sosyal diyalog söz konusudur ya da hiç yoktur. İstihdam Politikası: 2004 yılına kıyasla 2005 yılında, işsizlik % 10.3 e gerilerken istihdam oranında küçük bir artış (%43.4) söz konusudur. İşgücüne katılım oranı % 48,3 e yükselmiştir ancak kadınların işgücüne katılımı % 26,9 oranıyla OECD ülkeleri içinde en düşükler arasındadır. İşgücü piyasasında, düşük eğitimli kadınların tarımda, ücretsiz işlerde ve kayıt dışı faaliyetlerde toplanmasıyla kısmen kent/kır ayırımı ile çakışan 67 güçlü bir cinsiyet ayrımı vardır. Dezavantajlı gruplar arasında olan genç nüfus ve yaşlı nüfusun işgücüne katılımı düşük seviyelerdedir. 2005 yılında genç işsizlik oranı % 19,3 iken toplam istihdam içerisinde 50 yaş üzeri kişilerin payı % 9,1 düzeyinde gerçekleşmiştir. Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), Türkiye’de istihdam politikasının geliştirilmesi ve uygulanmasına katkıda bulunmaktan sorumlu başlıca kuruluştur. Aktif iş piyasası önlemleri ile ilgili olarak, İŞKUR işgücünün istihdam edilebilirliğini arttırmak için çeşitli projeler yürütmektedir. Aktif İş Piyasası Programları Projesi (2003-2006) çerçevesinde, 20 il ofisi binası modernleştirilmiş ve İŞKUR hizmetlerini daha etkin ve verimli hale getirmek için sekiz ilde pilot ofis projeleri gerçekleştirilmiştir. Ancak İŞKUR’un kurumsal kapasitesinin geliştirilmesi ve bu alandaki faaliyetlerine devam etmesi gerekmektedir. Kayıt dışı istihdam oranı 2005 yılında % 50,1 olarak gerçekleşmiş ve bu oranın yüksekliğinin sebepleri; yüksek işsizlik oranı, tarımsal istihdam oranının yüksekliği, KOBİ’lerdeki yüksek istihdam seviyesi, işgücünün düşük öğrenim ve eğitim seviyesi, yasaların uygulanmasındaki yetersizlik, ilgili kamu kuruluşları arasında koordinasyon eksikliği, etkin denetimin yetersizliği, çalışanların sosyal güvenlik hakları ve yükümlülükleri konusunda bilinçli olmamaları olarak ifade edilebilir. Kayıt dışı istihdam ile mücadelede daha etkin stratejiler izlenmeli ve söz konusu oranın düşürülmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Avrupa Sosyal Fonu: Türk makamları, Avrupa Sosyal Fonunun gelecekteki yönetimine hazırlık yapılması amacıyla IPA 4. Bileşeninin (İnsan Kaynaklarının Gelişimi) yönetimi ve uygulanması ile ilgili yapılar hakkında Komisyonla ortaklaşa 68 bir düşünceyi harekete geçirmiştir. Avrupa Komisyonu IPA uygulama yönetmeliğini yayınladıktan sonra, Türk uygulama yapılarına ilişkin resmi bir kararın kısa bir sürede kabul edilmesi beklenmektedir. Sosyal İçerme: 2004 yılı itibariyle Türkiye’de yoksulluk oranı % 25.6’dır. Yoksulluğun azaltılmasında sosyal koruma sisteminin ve sosyal harcamaların etkisi oldukça sınırlı kalmaktadır. Sonuç olarak, tüm sosyal harcama ve transferlerden sonraki yoksulluk oranı, AB ortalaması olan % 15’in oldukça üzerindedir. Yoksulluk, kırsal alanlarda kentlerden daha yüksektir. Bu oran, 15 yaş altı çocuklarda, mevsimlik/geçici olarak çalışanlarda, işsizlerde, gecekonduda bilmeyenlerde ve kalabalık yaşayanlarda, okuma hanelerde yaşayanlarda en yazma yüksek oranlardadır. Ulusal düzeyde bir sosyal içerme stratejisi bulunmamaktadır. Sosyal içermeye ilişkin idari yapılar oldukça dağınıktır ve faaliyetlerin koordinasyonu yetersizdir. Sosyal içermeye yönelik olarak Türkiye’nin stratejisini oluşturacak olan Ortak İçerme Belgesi hazırlıklarının 2007 yılı sonuna kadar tamamlanması gerekmektedir. Sosyal Koruma: 2005 yılı itibariyle Türkiye’nin sosyal güvenlik açığı GSYİH’nin % 4.81’ine ulaşmıştır ve bu oran OECD ülkeleri arasındaki en yüksek orandır. Bu derece büyük olan açığın temel nedeni, erken emekliliktir. 2006 yılında, asgari emeklilik yaşı sadece 47’dir ve emeklilerin % 60’ı 60 yaşın altındadır. 69 2006 yılı Nisan ayında Türk sosyal güvenlik sisteminin tamamının revize edilmesi amacıyla bir sosyal güvenlik reformu kanunu kabul edilmiştir. Finansal istikrarsızlık, geniş bir enformel sektör, idari kapasitenin yeterli olmaması hususlarında iyileştirmeye gidilmelidir. Emeklilik, sağlık ve genel anlamıyla sosyal güvenlik sistemleri gözden geçirilmelidir. Bu çerçevede, idari kapasitenin de güçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrımcılıkla Mücadele: Türkiye, ayrımcılığın her türüyle mücadelede ayrı bir kanun yürürlüğe koymamış olmakla birlikte birçok kanunda ayrımcılıkla mücadeleye ilişkin hükümler yer almaktadır. 2003 tarihli Türk İş Kanununda ayrımcılıkla mücadele edilmesine ilişkin hükümler yer almakta, Kanunun 5. maddesi, ırk ve din esasına dayanılarak yapılan ayrımcılığa karşı koruma getirmektedir. Yaş veya cinsel yönelim esasına dayanılarak yapılan ayrımcılık bakımından hiç bir özel koruma bulunmamaktadır. Engellilere yönelik olarak İş Kanununda herhangi bir hüküm yer almamakla birlikte, 2005 yılında kabul edilmiş olan Engelliler Kanununda bazı ayrımcılık karşıtı hükümler yer almaktadır. Anayasa’nın genel hükümlerinden ayrı olarak ırk veya etnik köken esasında ayrımcılığı yasaklayan hiç bir özel yasal önlem mevcut değildir. 2005 yılı Haziran ayında yürürlüğe giren Ceza Kanunu dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, din ve benzeri nedenlere dayanarak kişinin ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen şahıslar için ceza öngörmüştür. 70 Türk mevzuatı ayrımcılıkla mücadele konusundaki Ab mevzuatı ile kısmen uyumludur. ayrımcılığa ilişkin Ancak istatiksel bir “Eşitlik verilerin Kurumu”nun oluşturulması kurulması, ve kamu farkındalığının artırılması gerekmektedir. Fırsat Eşitliği: Türkiye, müktesebatta öngörülen şekilde kadın ve erkekler için eşit işe eşit ücret ilkesinin hukuk tarafından garanti altına alındığını ifade etmiştir. Bununla birlikte Türkiye’de özel sektörde cinsiyete bağlı ücret farklılığı, % 12 olarak hesaplanmaktadır. İstihdam giriş, mesleki eğitim, meslekte ilerleme ve çalışma koşulları konusunda, Türk mevzuatında doğrudan ve dolaylı ayrımcılık, taciz ve cinse taciz için herhangi bir tanım bulunmamaktadır. Fırsat eşitliğini sağlamaya yönelik olarak bağımsız bir “Eşitlik Kurumu”nun kurulması gerekmektedir. AB Müktesebatının Uyumlaştırılması ve Türkiye’nin Uygulama Kapasitesi: Genel olarak Türkiye, sosyal politika ve istihdam alanındaki mevzuatın uyumlaştırılmasında tatmin edici bir düzeydedir. Müktesebatın tam olarak uyumlaştırılabilmesi için mevzuatın tümünün uyumlaştırılması ve sendikal hakların tamamıyla tesisi edilmesi gerekmektedir. İş Kanunu’nun kapsamının ve iş sağlığı ve güvenliği hükümlerinin, kamu sektörü çalışanlarını da içerecek şekilde genişletilmesi gerekmektedir. 71 Çocuk istihdamı ile mücadele devam etmeli, ayrımcılıkla mücadele ve fırsat eşitliği konularındaki çalışmalar da sürdürülmelidir. Kayıt dışı istihdam, sosyal politika ve istihdam faslında uyumlaştırmanın tamamlanması ve müktesebat uyumundan beklenen sonucun alınması için bir öncelik teşkil etmektedir. Ekonomik ve sosyal hayatın her alanında toplumsal cinsiyet eşitliği geliştirilmelidir. Son olarak, bahse konu tüm alanlarda idari kapasitenin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. 19 numaralı “Sosyal Politika ve İstihdam” başlıklı müzakere faslında tanıtıcı ve ayrıntılı tarama toplantılar sonrasında Komisyon tarafından yayımlanan Tarama Sonu Raporu, anılan başlığa ilişkin genel bir çerçeve çizmekte, mevzuat uyumu konusunda Türkiye’nin ilerleme kaydetmesi gereken alanları ifade etmektedir. Tarama sonu raporunda yer alan eleştirilerden de öngörülebileceği üzere, Avrupa Birliği ile katılım müzakereleri çerçevesinde Almanya Dönem Başkanlığı, 19 Ocak 2007 tarihli mektubu ile Sosyal Politika ve İstihdam faslına ilişkin iki adet açılış kriterini onaylamıştır. Kriterler sırasıyla; Sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO sözleşmeleri ile uyumlu olmasının sağlanması ve Kayıt dışı istihdamın bir analizi de dahil olmak üzere bu fasıl kapsamındaki AB müktesebatının aşamalı olarak tüm çalışanları 72 kapsayacak şekilde iç hukuka aktarılmasını içeren bir eylem planı hazırlanmasıdır. Çalışmanın takip eden bölümünde, sosyal politika ve istihdam konusunda kaydedilen gelişmeleri ortaya koymak ve mevzuat uyumu konusunda varılan noktanın değerlendirmesini yapabilmek amacıyla 1998-2009 döneminde Komisyon tarafından yayımlanan 12 İlerleme Raporu taranacak, Raporların “Sosyal Politika ve İstihdam” başlığında ortaya koyduğu gelişmeler yıllar itibariyle ve ilerleme raporlarındaki başlıklar altında incelenecektir. Çalışmanın son bölümünde ise, söz konusu açılış kriterleri ile ilgili olarak kaydedilen gelişmeler, 10 Mart 2010 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen “AB-Türkiye 7 No.lu Bölgesel Gelişme, İstihdam ve Sosyal Politika 9. Tur Toplantısı” toplantı tutanakları çerçevesinde değerlendirilecektir. 4.2. İLERLEME RAPORLARINDA SOSYAL POLİTİKA UYUMU Avrupa Komisyonu, 1998 yılından beri her bir aday ülkenin birliğe katılım yönünde kaydettiği ilerlemeye ilişkin düzenli raporlar yayımlamaktadır. İlerleme raporu, AB’ye aday ülkelerin üyelik yolunda kaydettikleri gelişmeleri ve geri kaldıkları alanları belgeleyen, yıllık olarak Avrupa Komisyonunca yayımlanan ve aday ülkelerin ilerleme yolundaki karnelerini ortaya koyan bir belgedir. Raporun yıllık yayımlanması, aday ülkenin durumunun yıllar bazında karşılaştırılmasına ve kaydedilen gelişmelerin incelenmesine imkan vermektedir. İlerleme Raporu, siyasi kriterler, ekonomik kriterler ve üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme yeteneğinden oluşan üç bölüm halinde yayımlanmaktadır. Komisyon, 2010 itibariyle 1998-2009 dönemine ilişkin 12 İlerleme Raporu yayımlamıştır. Çalışmanın bu bölümünde, bugüne kadar yayımlanan 12 İlerleme Raporu’nda, “Sosyal Politika ve İstihdam” başlığı altında yer alan gelişmeler ve 73 Türkiye’nin AB üyeliği yolunda 12 yıllık zaman zarfında sosyal politika alanında gerçekleştirdiği reformlar incelenecektir. Komisyonun yayımladığı ilerleme raporlarında ekonomik, siyasal ve sosyal konulardaki gelişmelere ve değerlendirmelere de yer verilmektedir. Ancak bu çalışmada yalnızca, Sosyal Politika ve İstihdam başlığı altındaki ilerlemeler ve söz konusu alanla ilgili sıklıkla atıf yapılan ve sorun alanı olarak tanımlanan alanlardaki ilerlemelere yer verilecektir. Söz konusu alanlardan başlıcaları şunlardır: sosyal diyalog ve sendikal haklar, sosyal koruma (sosyal güvenlik, işsizlik sigortası vb), çocuk işçiliği, kadın erkek eşitliği, ayrımcılıkla mücadele, işçi sağlığı ve iş güvenliği, engelli hakları. Çalışmada önce, raporlar aracılığıyla her bir başlık için Avrupa Komisyonu’nun durum tespitlerine, söz konusu alanda Türkiye’nin kaydettiği ilerlemelere yer verilecektir. Daha sonra ise her bir başlığa ilişkin kısa değerlendirmeler yapılacaktır. 4.2.1. Sendikal Haklar Sendikal haklar başlığı, Komisyonun Türkiye’ye en çok eleştiride bulunduğu başlıklardan birisini teşkil etmektedir. Avrupa Komisyonu, Türkiye’de polis ve askeri personel hariç işçilerin serbestçe örgütlenme ve sendika kurma hakkına sahip bulunduğunu tespit etmektedir. Buna karşılık Komisyona göre, grev hakkı çeşitli kısıtlamalara ve karmaşık prosedürlere tabiidir. 1995 tarihli Anayasa değişiklikleri ve 1997 yılında Sendikalar Yasasında yapılan değişiklikleri olumlu ilerlemeler olarak değerlendiren Avrupa Komisyonu, bu değişikliklerle sendikaların siyasi faaliyetlerde bulunmasına engel olan kısıtlamaların kaldırıldığına ve devlet memurlarının sendika hakkına kavuştuğuna işaret etmektedir. Ancak Komisyon, 74 memur sendikalarının grev ve toplu pazarlık hakkının bulunmadığını da kaydetmektedir. Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’de sosyal diyalog mekanizmasına ve sendikal haklara ilişkin tespit ettiği sorun alanları şunlardır: Öncelikle sendikalar, örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkına ilişkin konularda kısıtlamalara tabidirler112. Kamu sektörü dışında, örgütlenme ve toplu pazarlık özgürlüğü ile ilgili güçlükler kanunlarda ve uygulamada devam etmektedir113. Bu kapsamda sendikal aktivistlere yönelik tacizler söz konusudur114. Gemi inşa sektöründe sendikal haklar ihlal edilmektedir115. Sendikal özgürlüklerle ilgili bir başka sorun alanı da serbest bölgelerdir. Serbest bölgelerde sendikal haklar kısıtlanmakta; bu bölgelerde iş hukuku mevzuatının büyük bölümü uygulanmamakta ve işçilerin örgütlenme kısıtlanmaktadır 116 ve toplu sözleşme hakkı yasaklarla . Mevzuatta, çalışanların sendika üyeliğine ilişkin (noter kanalıyla kayıt olma gibi) ağır işlemlere yer verilmesi sendika hakkını zedelemektedir117. Grev hakkı açısından da benzer bir durum söz konusudur. Komisyonun tespitine göre, Türkiye’de grev hakkı çeşitli kısıtlamalara ve karmaşık 112 2002: 32; 2005: 39; 2006: 18 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2000, s. 38, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2000.pdf, (16.03.2010). 114 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 1999, s. 39, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _1999.pdf, (16.03.2010). 115 İlerleme Raporu, 2000, s. 38. 116 A.g.r, s. 29. 117 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2005, s. 39, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2005.pdf, (16.03.2010). 113 75 prosedürlere tabidir118. Öte yandan memur statüsünde çalışan kamu görevlileri toplu sözleşme ve grev hakkından yoksundurlar119. Komisyona göre, iş düzeyinde toplu sözleşme yapabilmek için gerekli olan %10 temsil koşulu sendikal faaliyetlerin yürütülmesine engel teşkil etmektedir120. Tüm bu kısıtlamaların sonucu olarak toplu sözleşmelerin kapsadığı işgücü oranı çok düşük bir düzeyde olup %15’in altında olduğu tahmin edilmektedir. Komisyon, Türkiye’nin sendika özgürlüğü ve grev hakkı konusunda ILO standartlarını gerisinde bulunduğunu belirtmekte ve Türkiye’nin Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. (örgütlenme hakkı) ve 6. (grev hakkı da dahil olmak üzere toplu pazarlık hakkı) maddesini kabul etmediğini işaret etmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin Avrupa Gözden Geçirilmiş Sosyal Şartı’nı Ekim 2004’te imzalamış olmasına rağmen onaylamadığı, Komisyonun raporlarında vurgulanmaktadır. İlerlemeler: On iki yıllık süreçte sendikal haklara ilişkin Avrupa Komisyonu’nca tespit edilen ilerlemeler şunlardır: 118 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 1998, s. 15, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _1998.pdf, (16.03.2010), Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2004, s. 98, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2004.pdf, (16.03.2010). 119 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2002, s. 32, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2002.pdf, (16.03.2010). 120 İlerleme Raporu, 2000, s. 38, Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2001, s. 29, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2001.pdf, (16.03.2010), İlerleme Raporu, 2002, s. 32, 82, Türkiye Düzenli İlerleme Raporu, 2003, s. 84, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap _2003.pdf, (16.03.2010), İlerleme Raporu, 2004, s. 98. 76 1998-2000 İlerleme Raporlarında bu alanda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. 2001 T.C. Anayasası’nın sendika hakkını yalnızca işçi statüsünde çalışanlara tanıyan 51 maddesi tadil edilerek sendika hakkı tüm çalışanlara tanınmıştır. Aynı Anayasa değişikliği ile sendika yöneticisi olmak için gerekli olan en az on yıl çalışmış olma şartı da kaldırılmıştır. 12 Temmuz 2001 tarihinde Kamu çalışanları Sendikaları Yasası yürürlüğe girdi. Yasa, toplu pazarlık ve grev hakkını içermediği gibi polis memuru, hakim, savcı gibi kamu görevlileri kategorilerini sendika hakkından mahrum bırakmaktadır. 2002 Türkiye, serbest bölgelerdeki grev, lokavt ve toplu pazarlığa ilişkin on yıllık yasak koyan hükmü değişmemiştir. 2005 Yapılan düzenleme ile sendika aidatlarına devlet katkısı sağlandı Ayrıca çıkarılan yeni Ceza Yasası’nın ilgili hükmü, sendikalara üyelik veya sendikal etkinliklere katılım konusunda kuvvet kullanan ya da başkalarını tehdit edenler için hapis cezası öngörmektedir. Yasa, sendikal etkinliklerin yasadışı engellenmesi durumunda da hapis cezası getirmektedir. 2006 Sendikaların yönetici organlarına seçilebilmek için en az 10 yıl çalışmış olma zorunluluğu kaldırılmıştır. 2007 İki taraflı sosyal diyalog alanında bazı sektörlerde bir miktar ilerleme kaydedilmiştir. 2008 Üçlü sosyal diyalog toplantıları, rapor döneminde daha sık gerçekleşmiştir. Bazı sektörlerde ikili sosyal diyaloga ilişkin ilerlemeler mevcuttur. 2009 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” ilan edilmesi ümit verici bir adımdır. 77 Değerlendirme: Sendika özgürlüğü, toplu sözleşme ve grev hakkına ilişkin Türkiye’nin son on iki yılda ciddi bir ilerleme göstermediği görülmektedir. Komisyon’un ilerleme raporlarında yıllardır yer verdiği eleştiriler 2009 raporunda da tekrarlanmaktadır. On ikinci İlerleme Raporu (2009), sendikal hakların tam olarak kullanımı üzerindeki kısıtlamaların devam ettiğini, Türkiye'nin özellikle sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkına ilişkin ILO sözleşmelerinin tam olarak uygulanması konusunda yetersiz kaldığını ve sektörler üstü, sektörel ve şirket düzeyinde sosyal diyalogun zayıf olduğunu, toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısının halen düşük olduğunu, üçlü sosyal diyalog mekanizmalarının halen zayıf olduğunu belirtmekte ve Türkiye’nin sendikal haklar alanında henüz yeterli derecede hazırlıklı olmadığını ifade etmektedir. 4.2.2. Çocuk İşçiliği Uluslararası Çalışma Örgütü121 (ILO) verileri günümüzde milyonlarca çocuğun fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal, duygusal ve kültürel gelişimlerine zarar veren ve ulusal yasalarla uluslararası standartlara uygun olmayan koşullarda çalıştığını göstermektedir122. Kesin bir sayı söylemek mümkün olmasa da, yapılan tahminlere göre bugün tüm dünyada 250 milyon kadar çocuk, yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden ve temel özgürlüklerden yoksun biçimde çalışmaktadır123. Yapılan çalışmalar önemli bir insan hakları sorunu olan çocuk işçiliğinin ülkemizde de kaygı verici düzeyde yaygın olduğunu göstermektedir. Avrupa Komisyonu da, çeşitli ilerleme raporlarında tekrar tekrar bu gerçeğin altını çizmektedir. Komisyon’a göre, çocuk işçiliği konusunda ciddi bir çaba gösteriliyor olmasına rağmen Türkiye’de çocuk emeği kullanımı kaygı verici 121 International Labour Organization (ILO) ILO Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/about/ilo_cisc.htm, (07.01.2010). 123 ILO Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/areas/child.htm , (07.01.2010). 122 78 derecede yaygındır ve bu konuda atlan adımlara rağmen yaygınlığını halen sürdürmektedir124. Çocuk işçiliğine ilişkin 2002 yılı verileri olgunun vahametini göstermek açısından çarpıcıdır. 2002 yılı itibariyle Türkiye’de 893 bin çocuğun çalıştığı tahmin edilmektedir. Gerçek sayının daha yüksek olduğu tahmin edilmesine rağmen tek başına bu sayı bile Türkiye’deki toplam işgücünün yaklaşık %4’üne tekabül etmektedir125. ILO katkısıyla TÜİK tarafından gerçekleştirilen Nisan 2007 Çocuk İşgücü Anketi’nde ise Türkiye genelinde 6-17 yaş grubu arasında bulunan 16.264.000 çocuğun içerisinde ekonomik faaliyette bulunanların oranını %5.9 (958.000 kişi) olduğu tahmin edilmektedir126. Ekonomik faaliyetlere katılan çocuk sayısında yaşanan azalmayla 1999’da %10,2 olan bu oran 2006 yılında önemli oranda düşüş kaydetmiş olsa da çocuk işçiliği Türkiye açısından önemli bir sorun olarak varlığını korumaktadır127. Çocuk işçiliği konusunda Avrupa Komisyonu, Türkiye’de çocuk hakları ve çocuk emeği açısından yasa ve yönetmeliklerin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olmakla birlikte, bunların icrasının arzu edilir durumda olmadığını vurgulamaktadır128. Öyle ki, Türkiye, çocuk çalışma yaşını 1971 yılından itibaren 12’den 15’e yükseltmiş olmasına rağmen, yaşları 15’in altında bulunan çok sayıda çocuk halen küçük işletmelerde ve tarım sektöründe istihdam edilmektedir129. Bu bağlamda, çocuk haklarıyla ilgili olarak mevcut durum, Türkiye tarafından 1989 yılında onaylanan Avrupa Sosyal Şartı’nın 7. (çocukların ve gençlerin korunması) ve 17. (anaların ve çocukların sosyal ve ekonomik yönden korunması) maddeleriyle uyumlu değildir130. İlerlemeler: 124 İlerleme Raporu, 1999, s. 39; İlerleme Raporu, 2000, s.15-37. İlerleme Raporu, 2002, s. 48. 126 ILO Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/about/ilo_cisc.htm, (07.01.2010). 127 İlerleme Raporu, 2007, s.53. 128 İlerleme Raporu, 2000, s. 15. 129 İlerleme Raporu, 2003, s. 33. 130 İlerleme Raporu, 2003, s. 33. 125 79 2001 Türkiye 26 Ocak 2001’de Çocuk Emeğinin En Kötü Şekillerinin Tasfiyesi hakkındaki 182 sayılı ILO sözleşmesini ve 18 Ocak 2001’de de çocuk haklarının kullanımı üzerine Avrupa Sözleşmesi’ni onaylamıştır. 13 Nisan 2001’de kabul edilen yasayla Emniyet Genel Müdürlüğü, Çocuk Bürosu kurmuştur. Bu birim, çocuk haklarının kullanılması üzerine Avrupa Sözleşmesi’nden doğan görevleri yerine getirmekle sorumludur. 2002 Türkiye, çocuk satışı ve çocuk pornografisi ile ilgili Çocuk Hakları Konvansiyonu’nun ihtiyari protokolünü onaylamıştır. 2003 Çocuk işçiliğine ilişkin reform çabaları hızlanmıştır. 2004 Çalışan gençlerin korunmasına ilişkin müktesebatın iç hukuka aktarılmasını amaçlayan çocuk ve genç işçilerin istihdamına ilişkin yönetmelik Nisan 2004’te yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik farklı iş tipleri için asgari çalışma yaşlarını, çalışma alanlarını ve koşullarını, işverenin ve devletin sorumluluklarını tanımlamaktadır. Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği 2004’te yürürlüğe girmiştir. Çalışan Çocuklar Bölümü’nün kurumsal ve idari kapasitesi güçlendirilmiştir. 2005 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu “Şartlı nakit desteği” programı, başlatmıştır. Program, hedef ailelere çocuklarını okula göndermeleri şartıyla teşvik ve tazminat sağlamaktadır. 2005 yılı Temmuz ayında kabul edilen Çocuğun Korunması Kanunu, sorunlu, adli tahkikat altında bulunan veya hüküm giymiş çocukların haklarını ve esenliklerini korumayı amaçlamaktadır. 2006 Herhangi bir ilerleme mevcut değildir. 2007 Ulusal Çocuk İşçi Araştırması, ekonomik faaliyetlere katılan çocuk sayısında bir azalma olduğunu ortaya çıkarmıştır (1999’da %10,3 80 iken 2006’da %5,9). 2008 Herhangi bir ilerleme mevcut değildir. 2009 Herhangi bir ilerleme mevcut değildir. Değerlendirme: Türkiye, çocuk işçiliğinin azaltılması ve en kötü biçimlerinin ortadan kaldırılması hususunda önemli ilerlemeler kaydetmiş olmakla birlikte, çocuk işgücü kullanımının hala yaygın olduğu bir ülkedir. TÜİK’in 2006 yılına ilişkin tahminlerine göre yaklaşık bir milyon çocuk hala çeşitli sektörlerde istihdam edilmektedir. TÜİK verilerine göre Türkiye’de çocuk işçiliği 1994 yılından 2006 yılına kadar yaklaşık %58 azalmıştır. Bu kuşkusuz büyük bir ilerlemedir. Ancak, çocuk işçiliği alanındaki bu ilerlemenin arkasında Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin etkisiyle bu alanda gösterilen çabalardan daha farklı unsurlar aramak gerekir. Değişimin temel dinamiğini kavramak açısından çocuk işçiliği kompozisyonuna bakmak gerekmektedir. Bu alanda TUİK verileri ışığında şunları söylemek mümkündür: Öncelikle 1994-1999 arası dönemde çocuk işçiliği ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde, tarım sektöründe, ücretsiz aile işçiliği biçiminde yaygındır. Ancak yıllar içinde kırsal kesimde çocuk işgücü istihdamı hızlı bir şekilde azalarak 502 bine gerilemiş ve neredeyse kentsel çocuk işçiliğine eşit bir hale gelmiştir. Aynı gelişmeye paralel olarak tarım sektöründe çocuk işçi sayısı 19942006 döneminde %74 gerilemiştir. Aynı referans döneminde tarım dışı sektörlerdeki çocuk işçiliğindeki gerileme ise yalnızca %29’da kalmıştır. Çocuk işçilerin istihdamdaki konumları da yukarıdaki gelişmelerle uyumlu bir değişim seyri izlemektedir. Ücretsiz aile işçisi olarak istihdam edilen çocukların toplam çocuk işgücü içindeki payı 1994 yılında %69 iken bu oran 1999 ve 2006 yıllarında sırasıyla önce %60’a, sonra da %43’e gerilemiştir. Ücretli ve 81 yevmiyeli çocuk işçiliğinde ise tam tersi bir eğilim gözlenmektedir. Sanayi ve hizmetler sektöründe de çocuk işçiliği yavaş da olsa azalıyor olmasına rağmen, ücretli ve yevmiyeli çocuk işçiliğinin toplam çocuk işçiliği içindeki payı 1994 yılında %28 iken, bu oran 1999’da %37’e, 2006 yılında ise %53’e çıkmıştır. Çocuk işçiliğine ilişkin bu gelişmeler, Türkiye’de çocuk işçiliğinin gerilemesinin arkasındaki esas dinamiğin tarım sektörünün içinde bulunduğu tasfiye süreci olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin 1980 sonrası dünya ekonomisi ile neo-liberal politikalar eksenli bütünleşme girişimleri tarım sektöründe hızlı bir çözülme yaşanmasına yol açmaktadır. Nitekim yalnızca 20042007 yılları arasında tarımsal istihdam bir milyon kişi azalmıştır131. Çocuk işçiliğindeki gerileme ise esas olarak, çocuk işgücünün yaygın olduğu tarım sektöründeki bu çözülüşün sonucu olarak ortaya çıkmış görünmektedir. 19942006 yılları arasında tarım sektöründeki çocuk işgücünün 1 milyon 100 binin üzerinde azalması bunu teyit eder niteliktedir. Öte yandan hükümetler tarafından gerek AB gerek Birleşmiş Milletler ve gerekse ILO gibi kurumlarla işbirliği halinde çocuk işçiliğini önleme amaçlı sürdürülen programlar ağırlıklı olarak kentsel bölgelere yönelik programlardan oluşmaktadır. Türkiye’nin çocuk işçiliğini önlemede gösterdiği üstün başarı, bu tür programların bir sonucu olsaydı, çocuk işçiliğinin esas olarak kentsel bölgelerde sanayi ve hizmetler sektöründe azalması gerekirdi. Oysa bu bölge ve sektörlerde de bu konuda ilerlemeler olmakla birlikte bunlar tarım sektöründeki gerilemenin yanında yavaş ve marjinal kalmaktadır. Hatta ticaret sektöründe çocuk işçiliği 1994-2006 döneminde %30’luk bir artış göstermiştir132. 131 TUİK, “Yaş grubu, cinsiyet ve sektöre göre ekonomik faaliyetlerde çalışan çocuklar “, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=482&tb_id=5, (12.02.2010). 132 A.g.ç. 82 Özetle, Türkiye’nin çocuk işçiliğinin azaltılmasındaki başarı AB perspektifinde gerçekleştirdiği reformlardan ziyade, uyguladığı ekonomik yeniden yapılanma politikalarının bir sonucudur. Avrupa Komisyonu, ekonomi politikaları konusunda, IMF’yi referans kabul edip IMF önerilerini temel kriter aldığı ve desteklediği için bu “başarı” dolaylı olarak AB’nin başarısı okunabilir. Ancak, bu ekonomik dönüşümün uzun vadede kentsel yerlerde çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasına yol açma ihtimalinin yüksek olduğu da unutulmamalıdır. 4.2.3. Kadın Erkek Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele Kadın erkek eşitliği, AB’nin ortak değerlerinden birisini oluşturmakta olup, temel bir insan hakkı ve AB’nin büyüme, istihdam ve sosyal uyum alanlarındaki amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli bir unsurdur. Kadın erkek eşitliğine dair problemler devam etmekle birlikte Birlik, eşit muamele mevzuatı, cinsiyet anaakımlaştırması stratejisi133 ve kadına yönelik pozitif ayrımcılık konularındaki hükümler ve uygulamalar sayesinde bu yolda önemli ilerlemeler kaydetmiştir134. 21. 05. 2004 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun135 ile Anayasaya eklenen “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü ile kadın erkek eşitliği konusunda önemli bir Anayasal değişikliğe imza atılmıştır. Ancak Anayasa değişikliklerinin hayata geçmesi, spesifik kanunlarda olduğu gibi doğrudan gerçekleşmediğinden, Anayasanın bu hükmünü hayata geçirecek kanun değişikliklerinin de yapılması gerekmektedir. Özellikle siyasette, devlet kadrolarında, iş hayatında, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, her alanda kadın erkek eşitliğinin önünü açacak uygulamalardır. 133 Cinsiyet eşitliğinin tüm politika alanlarında gözetilmesi stratejisidir. AB İstihdam, Sosyal İşler ve Fırsat Eşitliği Genel Müdürlüğü, http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=418,( 22.03.2010). 135 TBMM, http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5170.html, (22.03.2010). 134 83 Ayrımcılık, iki kişi ya da durum arasında farklılık bulunmamasına rağmen farklı uygulamalara gitmek, ya da farklı durumlar bulunmasına rağmen mevcut farklılıkları göz ardı ederek benzer şekilde davranmak136 olarak tarif edilebilir. Ayrımcılığın her alanda önlenmesi, AB hukukunun genel ilkelerinden birini oluşturmakta, AB Temel Haklar Şartı’nın 21(1) maddesi, “Cinsiyet, ırk, renk, etnik ve sosyal köken, genetik özellikler, dil, din ya da inanç, siyasi ya da herhangi bir başka görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, mülkiyet, doğum, özürlülük, yaş ya da cinsel yönelim gibi temellere dayanan her türlü ayrımcılık yasaktır137” demektedir. Ayrımcılığın her türüne, özelde de cinsiyete dayalı ayrımcılığa ilişkin AB mevzuatı gayet kapsamlı olup, ayrımcılıkla mücadele, ilerleme raporlarında Türkiye’ye yönelik eleştirilerin yoğunlaştığı bir başlığı oluşturmaktadır. İlerlemeler 1998 TBMM Ocak 1998’de eşlerin birbirlerine kötü davranmasını yasaklayan bir yasa çıkarmıştır. Ayrıca, Medeni Kanun Tasarısı Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmiştir. 1999 Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne koymuş olduğu çekinceleri 1999’da kaldırmıştır. 2000 Bir ilerleme kaydedilmemiştir. 2001 Kadın ve erkek eşitliğini gerçekleştirmek amacıyla Anayasa’nın 41. ve 66. maddeleri tadil edilmiştir. Anayasa’nın 41. maddesi ailelerin temeli olarak, eşler arasında eşitlik ilkesini yerleştirme amacını taşımaktadır. 66. madde ise anne ve babanın yabancı olması halinde 136 Avrupa Komisyonu, Ayrımcılıkla Mücadele Eğitim El Kitabı, Eylül 2005, ec.europa.eu/social/BlobServlet?docId=95&langId=tr, (22.03.2010). 137 A.g.e. s: 13. 84 cinsiyete göre ayrımcılığa son vermiştir. 2002 Türkiye, Nisan 2002’de her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair 1969 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni onaylamıştır. Türkiye ayrıca, Ağustos 2002’de Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin İhtiyari Protokolünü de onaylamıştır. Yeni Medeni Kanun Ocak 2002’de yürürlüğe girmiştir. Kadın memurların işyerinde pantolon giymesini yasaklayan 1982 tarihli yönetmelik, 3 Ocak 2002’de değiştirilmiştir. Hemşirelik okullarında öğrencilerin bakirelik testlerine tabi tutulmasına olanak tanıyan yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. 2002’de kabul edilen İş Güvencesi Yasası’nda, iş akitlerinin cinsiyet, ırk, medeni hal, ailevi yükümlülükler, hamilelik, din, siyasi görüş, etnik köken ve sosyal sınıf ile ilgili nedenlerden dolayı feshedilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmiştir. 2003 Cinsiyet eşitliğine ilişkin olarak, “namus cinayetleri” ile ilgili sorunları gidermek üzere Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) değişiklikler yapılmıştır. Namus cinayetlerinde ceza indirimi öngören TCK’nın ilgili maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bununla birlikte ağır tahrik altında işlenen suçlara ilişkin 51. maddenin daha genel nitelikteki hükümlerinin halen geleneksel anlamda namus nedeniyle işlenmiş suçlarda uygulanma imkanı mevcuttur. TCK’nın ilgili maddesi değiştirilerek evlilik dışı doğan çocuğun “şeref kurtarmak” saikiyle öldürülmesi halinde verilen ceza kaldırılmıştır. Yeni İş Kanunu, iş ilişkilerinde ırk, etnik köken, din ve ideoloji sebepleri yanında cinsiyete dayalı olarak da ayrım yapılmaksızın eşit 85 davranma ilkesine yer vermektedir. Bununla birlikte mevzuat, istihdamda ayrımcılığın etkili bir şekilde önlenmesine henüz teminat altına almamaktadır. Kadın erkek arasında muamele eşitliğine ilişkin olarak yeni İş Kanunu, ispat yükümlülüğü, eşit ücret ve istihdamda eşit muamele konularındaki direktiflerle kısmen uyumlu bazı hükümler getirmiştir. 2002’de hükümette ilk kez kadın sorunları ile ilgili bir bakanlığa yer verilmiştir. 2004 Mayıs 2004’te Anayasa’da insan haklarıyla ilgili konularda değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler kadın erkek eşitliğinin güçlendirilmesini de içermektedir. 2004’te kabul edilen Ceza Kanunu da özellikle kadın hakları, ayrımcılık gibi konularda olumlu etkiler yapacak maddeler içermektedir. Ayrımcılıkla mücadele konusundaki ilerleme 1999’dan beri sınırlıdır. Bununla birlikte, yeni Ceza Kanunu’na göre, cinsiyet, etnik köken, ırk, din, medeni hal, siyasi görüş, felsefi inanç ve sendika üyeliği dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle ayrımcılık suç sayılmaktadır. Ancak Komisyona göre, 2004 yılı içerisinde ayrımcılıkla mücadele konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Başbakanlık, kamu görevlilerinin işe alınmasında kadın erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla Ocak 2004’te bir genelge yayınlanmıştır. Gebe ve emziren kadınlar ile gece postalarında çalışan kadınların çalışma koşullarına ilişkin yönetmelikle kabul edilmiştir. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Kurulu Yasası, Kasım 2004’te yürürlüğe girmiştir. 2005 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 2005’te BM Nüfus 86 Fonu ile işbirliği halinde kadına yönelik şiddete karşı ülke çapında bir bilinçlendirme kampanyası başlatmıştır. Ayrıca, Kadının Statüsü Danışma Kurulu’nun kurulmasına dair bir yönetmelik yayınlanmıştır. Buna rağmen Avrupa Komisyonu’na göre, hem kadın erkek eşitliği hem de ayrımcılıkla mücadele konusunda 2005 yılında bir ilerleme kaydedilmemiştir. 2006 Fırsat eşitliği alanında ve de ayrımcılıkla mücadele konusunda somut bir ilerleme gerçekleşmemiştir. 2007 Ayrımcılıkla mücadele ve fırsat eşitliği alanında kısıtlı bir gelişme gözlenmiştir. Türkiye İş Kurumu tarafından işe alımlarda cinsiyet ayrımını yasaklayan bir genelge yayımlanmıştır. Erkeklerin hemşire olmasına izin verilmiştir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün kurumsal kapasitesi güçlendirilmiştir. 2008 Kadınların istihdamını artırmak için İş Kanununda ve diğer bazı kanunlarda değişiklik yapan “İstihdam Paketi” kabul edilmiştir. 2009 Parlamentoda Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Kadın sivil toplum örgütleri yerel seçimlere kadınların katılımının artırılması hedefiyle Avrupa Kadın Lobisi’nin yürüttüğü “50/50 Cinsiyet Eşitliği Yoksa Modern Avrupa Demokrasisi de Yok” kampanyası ile eşzamanlı olarak “50/50 Eşitlik” kampanyasını uygulamıştır. Kamu hizmetinde çalışanlara ve sağlık personeline yönelik bilinçlendirme kampanyaları ve cinsiyet hassasiyeti eğitim programları devam etmiştir. 87 Nisan 2009’da Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığı arasında kadınlara yönelik şiddet konusunda yargı mensuplarının eğitilmesine ilişkin protokol imzalanmıştır. Yapılan bir yasa değişikliği ile iş akdiyle çalışan kamu çalışanlarına, memurlarla aynı düzeyde 16 haftalık ücretli analık izni ve ilaveten analık izni sonunda başvuruları halinde aynı göreve dönebilme hakkı verilmiştir. Değerlendirme: Türkiye, kadın erkek eşitliği, fırsat eşitliği ve ayrımcılıkla mücadele başlıkları altında özellikle 2002-2004 yılları arasında Anayasa, Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve İş Kanunu’nda yaptığı değişikliklerle önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Büyük ölçüde, kadın erkek eşitliğinin sağlanmasını ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını amaçlayan mevzuat değişiklikleri şeklinde ortaya çıkan bu ilerlemeler yasaların uygulanmasında hala sıkıntılıdır. Bu nedenle söz konusu alanlar hala sorunlu olarak varlıklarını korumaktadırlar. 4.2.4. Engelli Hakları Türkiye’de engellilere yönelik ulusal bir program bulunmamaktadır. Engelliler konusunda aralarında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Sağlık, Eğitim, Çalışma Bakanlıkları ve İş-Kur’un bulunduğu birçok kurum yetkilidir. Türk İş Hukuku’nda özel ve kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların en az %3’ünün engellilerden oluşması gerektiği hükmü yer aldığı halde, söz konusu hükmün uygulanmasında sorunlar yaşanmaktadır. Etkin uygulama ve yaptırımlar açısından gerekmektedir 138 138 idari kapasitenin genel anlamda iyileştirilmesi . Engellilerin durumuyla ilgili yapılması gereken çok çalışma İlerleme Raporu, 2000, s. 38, 88 bulunmaktadır139. Komisyon ilerleme raporlarında özellikle Özürlüler İdaresi Başkanlığının idari kapasitesinin güçlendirilmesine özel önem vermektedir140. Türkiye, Avrupa Sosyal Şartı’nın engellilerin haklarına ilişkin 15. maddesini henüz kabul etmemiştir141. İlerlemeler: 2002 Engellilerin sosyal ve eğitimine yönelik hakları alanında gelişme kaydedilmemiş ve mevzuat gereği gibi uygulanmamıştır. 2003 Yeni İş Kanunu 50’den fazla işçi çalıştıran işverenlere engelli kişiler istihdam etme zorunluluğu getirmektedir. 2004 Resmi kaynaklara göre, geçen yıldan bu yana işe alınan engelli kişilerin sayısında önemli bir artış olmuştur. 2005 Temmuz 2005’te engelli kişilere ilişkin yeni bir Engelliler Yasası kabul edilmiştir. Yasa, farklı türlerdeki engelliliğin sınıflandırılması için rehber ilkeler sağlamakta ve bakım hizmetleri, rehabilitasyon, erken teşhis, istihdam ve engellilerim eğitimine ilişkin hükümler içermektedir. Yasa (Yeni Türk Ceza Yasası çerçevesinde) engellilere karşı ayrımcılıkla mücadele ihtiyacını vurgulamakta ve engellilik temelinde ayrımı suç olarak tanımlamaktadır. Yasa, ayrıca, işverenlere ve kamu kurumlarına işyerinde gerekli fiziksel düzenlemeleri yapma zorunluluğu getirmektedir. 2006 Engelli kişilerin istihdamı için bir eylem planı hazırlanmış ve İlerleme Raporu, 2001, s. 68. 139 İlerleme Raporu, 2003, s. 85. 140 İlerleme Raporu, 2002, s. 83, İlerleme Raporu, 2003, s. 85. 141 İlerleme Raporu, 2004, s. 39. 89 Engelliler Yasası ile ilgili olarak birkaç uygulama yönetmeliği çıkartılmıştır. 2007 Engellilerin, eğitim, sağlık, sosyal ve kamu hizmetlerime erişimleri konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Özellikle kamu binalarına erişimdeki fiziki engeller devam etmektedir. Zihinsel sağlık alanında, insan ve hasta hakları ışığında, hastanelerde elektrokonvulsif tedavinin kullanımının düzenlenmesi konusunda bir hükümet tüzüğü yayımlanmıştır. 2008 Zihin sağlığına ilişkin olarak tıbbi standartlar ve hasta haklarına saygı çerçevesinde hastanelerde uygulanan elektrokonvulsif tedavi konusunda ilerleme kaydedilmiştir. Engellilerin bakım hizmetleri için ayrılan kaynaklarda artış yapılmıştır. Engelli kimselerim istihdamlarının teşvik edilmesi amacıyla sosyal güvenlik primleri Hazine tarafından ödenecektir. 2009 Engellilerin sorunlarına çözüm bulunması amacıyla kamu tarafından finanse edilen çeşitli projelerin uygulanmasına başlanmıştır. Aralık ayında BM Engelliler Sözleşmesi onaylanmıştır. Değerlendirme: Engelli kişilerin durumuna ilişkin tespitlere ve engelli haklarına ilişkin ilerlemelere 2000 yılı ilerleme raporuyla yer verilmeye başlanılmıştır. Raporlarda genel olarak engellilere ilişkin ulusal bir programın yokluğu ve bu alanda farklı kurumların yetki alanına girdiğinin altı çizilmektedir. Raporlar çerçevesinden değerlendirilirse, Türkiye engelli kişilerin hakları konusunda ciddi bir ilerleme kaydetmemiştir. 2003 ve 2004 İlerleme Raporları’nda yeni İş Kanunu’nun 50 ve daha fazla işçi istihdam eden kuruluşlara %3 oranında engelli işçi istihdamını 90 zorunlu kıldığına ya da buna ilişkin yönetmelikler çıkarıldığına vurgu yapılmakta ve bu bir ilerleme olarak sunulmaktadır. Oysa 2003 yılında ilga edilen 1475 sayılı İş Yasası’nın “çalıştırma zorunluluğu”nu düzenleyen 25. maddesinde de 50 ve daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde %3 oranında engelli kişinin istihdam edilmesi zorunluluğuna yer verilmekteydi. Aynı yasa, 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerine ayrıca %3 oranında eski hükümlüyü çalıştırma zorunluluğunu öngörmekteydi. 2003 yılında kabul edilen 4857 sayılı yeni İş Yasası ise, “çalıştırma zorunluluğunu” düzenlediği 30. maddesi ile 50 ve daha fazla işçi çalıştıran iş yerlerine engelli, eski hükümlü ve terör mağdurlarını çalıştırma zorunluluğu getirmiştir. Bu kapsamda çalıştırılacak işçilerin toplam oranının %6 olacağını belirleyen yasa, engelliler için belirlenecek oranın, toplam oranın (%6) yarısından az (%3) olamayacağını içermektedir. İki yasa arasında esasa ilişkin önemli bir fark yer almamakla birlikte, 4857 sayılı Yasa, işverenlerin “çalıştırma zorunluluğu”ndan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirirken daha az eski hükümlü veya terör mağduru istihdam ederek %3’ten daha fazla engelli çalıştırabilmelerine olanak tanımaktadır142. Bu bağlamda, yeni yasanın engellilerin istihdamını düzenleyen maddesi bir ilerleme niteliğine haiz değildir ve engellilerin işgücü piyasasındaki konumlarının iyileşmesine katkısının da, eğer olacaksa, marjinal bir düzeyde kalması beklenilmelidir. 4.2.5. Sosyal Koruma Komisyon, mevcut bilgilere dayanılarak, Türkiye’nin sosyal güvenlik mevzuatının Topluluk müktesebatına uyum derecesini saptamanın zor olduğunu ifade etmektedir143. Sosyal güvenlik harcamalarının, Türkiye’nin GSMH’sına oranının %7 gibi düşük bir düzeyde kaldığına işaret eden Komisyon, bu düşük rakamın sebebi olarak da sosyal güvenlik harcamalarının vergi gelirleri yerine işçi ve işverenden alınan primlerle karşılanmasını görmektedir. Sosyal güvenlik 142 1475 ve 4857 sayılı yasaların çalıştırma zorunluluğuna ilişkin düzenlemeleri için bkz. Sarper Süzek, İş ve Sosyal Güvenlik Yasaları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 2003, s.33-34 ve Sarper Süzek, İş Yasaları/ Sosyal Güvenlik Yasaları, Beta Basım Yayım,2004, s.44-46. 143 İlerleme Raporu, 1998, s. 38. 91 kuruluşlarının çoğunun finansman açığı içinde bulunduğunun ve devletin bu açığı kapatmaya mecbur kalmadığının altını çizen Komisyon, sistemin kapsamlı bir reforma tabi tutulmasını talep etmekte ve bu yöndeki çabaları desteklemektedir144. Komisyonun tespitine göre, sosyal güvenlik sisteminin başlıca sorunları, genel makroekonomik dengesizliklerden kaynaklanan mali istikrarsızlık, kayıt dışı sektörün varlığı ve idari yapı ve yönetim problemleridir145. Ayrıca, emeklilik sisteminde prim ödeyenlerin sayısı nispeten düşüktür, cömert hükümler ve artan hayat beklentisi nedeniyle harcamalar ise nispeten yüksektir146. Öte yandan Komisyon, Türkiye’de işsizliğin önemli bir ekonomik problem olmasına rağmen, işsizlik sigortası ve işsizlik yardımı sisteminin mevcut olmadığına dikkat çekmekteydi147. Ancak 1999 yılında kabul edilen ve emeklilik sistemini yeniden yapılandıran sosyal güvenlik reformu yasası, Türkiye’de ilk kez, 2000 yılında uygulamaya konulacak bir işsizlik sigortası sistemi de getirmiştir. İlerlemeler: 1999 Meclis, kamu maliyesi üzerinde halen ağır bir yük oluşturan emeklilik sisteminde reform öngören bir yasa çıkarmıştır. Yeni yasa emekli olma yaşını kadınlarda 58’e, erkeklerde 60’a çıkarmaktadır. Asgari prim ödeme süresi 5000 günden 7000 güne çıkarılmıştır. Yeni sistem emekliliğine en fazla 2 yıl kalmış çalışanları etkilemezken, diğer çalışanlar için 10 yıllık basamaklı bir geçiş öngörülmüştür. 144 İlerleme Raporu, 2000, s. 37. İlerleme Raporu, 2001, s. 67. 145 İlerleme Raporu, 2002, s. 82. 146 İlerleme Raporu, 1999, s. 21. 147 İlerleme Raporu, 1998, s. 15. İlerleme Raporu, 1999, s. 39. 92 1999 yılında kabul edilen ve emeklilik sistemini yeniden yapılandıran sosyal güvenlik reformu yasası, Türkiye’de ilk kez, 2000 yılında uygulamaya konulacak bir işsizlik sigortası sistemi de getirmiştir. 2000 İşsizlik sigortası sistemi devreye sokulmuştur. 2000 yazında çıkarılan bir KHK ile İŞKUR, soysal taraflarla işbirliği yaparak, il düzeyinde aktif işgücü piyasası politikaları geliştirmeye başlamıştır, ancak yeterli mali kaynağa sahip değildir. 2001 Özel emekliliğe imkan veren, böylelikle zorunlu emeklilik sistemini tamamlayan bir kanun çıkarılmıştır. Ancak, büyük önem taşıyan vergi muafiyeti konusuna yer verilmemiştir ve bu programın çekiciliğini azaltmaktadır. 2002 İşsizlik sigortası uygulamaya geçirilmiş ve işsizlik yardımları ilk kez ödenmiştir. Sistem işini kaybeden işsizleri kapsamaktadır. Ortaya çıkan gelir kaybı, ödenmiş primlerle orantılı olarak karşılanmaktadır. Sosyal güvenlik sistemi, dört sosyal güvenlik kurumunun tek çatı altında bütünleşmeyi ve uyumlaştırmayı amaçlayan idari bir reform sürecinden geçmektedir. İŞ-Kur, eski mahkûmların işgücü piyasasına katılımının kolaylaştırılmasına yönelik bir program başlatmıştır. 2003 Sosyal koruma alanında herhangi bir gelişme kaydedilmemiştir. 2004 Devlet memurlarının doğum iznini 16 haftaya çıkaran bir yönetmelik yayımlanmıştır. Sosyal koruma alanında, Sosyal Sigortalar Kanunu’na Haziran 2004’de getirilen bir değişiklik, asgari prim katkısının daima asgari ücret bazında hesaplanmasını öngörmektedir. Yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti verilmesine ilişkin yasanın kapsamını genişleten değişiklik Temmuz 2004’te kabul edilmiştir. 93 2005 Sosyal güvenlik sistemini reform çabasıyla ve sosyal güvenlik kurumlarını tek çerçeve içerisinde bir araya getirmek maksadıyla, Ocak 2005’te sosyal güvenlik kurumlarına ait tüm hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devreden bir kanun kabul edilmiştir. Şubat 2005’te, sosyal güvenlik sisteminden yararlananların tamamına tüm eczanelerden ilaç alabilme hakkı tanınmıştır. 2006 Sosyal koruma alanında, Meclis, Türk sosyal güvenlik sisteminin bütünüyle elden geçirilmesini teminen, Mayıs ve Haziran 2006 aylarında sosyal güvenlik reformuna ilişkin yasama faaliyetinde bulunmuştur. Böylece basitleştirilmiş, bürokrasisi azaltılmış, herkes için hakların ve sorumlulukların eşit olduğu, 18 yaşın altındaki tüm çocuklara ücretsiz sağlık hizmeti sağlanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmuştur. Reformun amacı sosyal güvenlik sisteminin uzun vadede mali istikrarını sağlamak ve en yoksullara yardımı düzenlemektir. 2007 Sosyal koruma alanında fazla ilerleme kaydedilmemiştir. Sosyal güvenlik reformunun uygulanması 2008 yılına ertelenmiştir. Sosyal yardım almak için gereken prosedürün basitleştirilmesi amacıyla “tek noktadan hizmet”i öngören bir Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu, ilave personel almıştır ve teknik altyapısını güçlendirmiştir. 2008 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Söz konusu kanun 18 yaşın altındaki herkesi genel sağlık sigortası kapsamına almaktadır. Genel sağlık sigortası Türkiye’de bir yıldan uzun süredir ikamet eden ve kendi ülkelerinde sigortalı olmayan yabancıları da kapsamaktadır. Kanuna göre, genel sağlık sigortası primini karşılayamayacak durumda olanların primleri Hazine tarafından karşılanacaktır. 94 Mayıs ayında çıkarılan İstihdam Paketi’nin bir parçası olarak, engellilerin istihdamının teşvik edilmesi için bu kişilerin sosyal güvenlik primleri Hazine tarafından karşılanacaktır. Sosyal Güvenlik Kurumu, dezavantajlı bireylere tek durak hizmet sağlamak üzere yerelleşmiş hizmet kapasitesini güçlendirmektedir. 2009 Sosyal yardım ve prim dışı ödemelerle ilgili kanun tasarısı mevcuttur fakat halen kabul edilmemiştir. Değerlendirme: Türkiye, sosyal koruma alanında hemen her yıl ilerlemeler kaydetmiştir. Bu alanda işsizlik sigortası ve soysal güvenlik reformu Avrupa Birliği üyelik sürecinin çalışanlara sağladığı kazanımlar olarak görünmektedir. İşsizlik sigortası, AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’de sosyal politikanın AB standartlarına uyumlaştırılmasının ya da sosyal işlerde müktesabat uyumunun bir kazanımı olduğu kadar, çalışanların AB’nin de desteklediği sosyal güvenlik reformlarına karşı geliştirdikleri tepki ve eylemliliklerin ürünüdür. Şöyle ki, işsizlik sigortalarına ilişkin tartışmaların uzun bir tarihsel arka planı olsa da, işsizlik sigortasının yasalaşması esas olarak 1999 sosyal güvenlik reformu ile gerçekleşmiştir. Bu noktada işsizlik sigortası sisteminin kurulmasında iki unsur rol oynamıştır: Bunlardan birincisi, çalışanların isteği ve baskısı, ikincisi ise, faiz dışı fazlayı gerçekleştirmeyi temel hedeflerinden biri olarak belirleyen hükümetin bu amacına ulaşmak için ihtiyaç duyduğu ucuza borçlanmasına olanak sağlayacak bir fon yaratma isteğidir. İşsizliğe karşı bir sosyal koruma unsuru olan bu sigorta 95 fonunun gerek yararlanma koşullarının ağırlığı ve gerekse ödeneklerin miktar ve süresi göz önüne alındığında asıl amacın yeni bir kamusal kaynak yaratılması olduğu görülmektedir. Öte yandan sosyal güvenlik reformu doğrultusunda sosyal güvenlik sistemine yapılan müdahaleler sosyal koruma açısından olumlu ilerlemeler olarak değerlendirmek zordur. sigortalarından sağlanan koşullarını zorlaştırmayı Reformlar karşılıkları genel olarak, azaltmayı, içermektedir. emeklilik sigortalardan Reformlar, sağlık ve ve sağlık yararlanma emeklilik sistemlerinin özelleştirilerek hizmet sunumunun özel kuruluşlarına devrini temel almaktadır. 4.2.6. Sosyal Diyalog Avrupa Komisyonu, Türkiye’de muhtelif işçi ve işveren kuruluşları var olmakla birlikte bunlar arasında etkin bir sosyal diyalog mekanizmasının bulunmadığına dikkat çekmektedir. Genel kabul gören anlayışa göre sosyal diyalog, işçi, işveren ve hükümet arasındaki sorunların ikili ve/veya üçlü ilişkiler veya yapılanmalar aracılığıyla çözüme kavuşturulma çabasıdır. Bu çerçevede, bir toplu iş sözleşmesi de, Ekonomik ve Sosyal Konsey de sosyal diyalog biçimleri veya araçlarıdır. Komisyon, Türkiye’de sosyal diyalog mekanizmalarının etkisiz kaldığını, Ekonomik ve Sosyal Konseyin148 (ESK) sosyal politikaların 148 ESK, Başbakanın başkanlığında, Başbakan yardımcıları, Devlet Planlama Teşkilâtından sorumlu Devlet Bakanı, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı, Dış Ticaret Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanı, Devlet Personel Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanı, Maliye Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Sanayi ve Ticaret Bakanı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı, Gümrük Müsteşarı, Devlet Personel Başkanı ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunu temsil eden üçer temsilciden ve Başbakan tarafından belirlenecek diğer Hükümet temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile kamu görevlilerinden oluşur. 96 oluşturulmasında yetersiz olduğu, toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin sayısının halen düşük olduğu yönündeki değerlendirmelerini ifade etmektedir. Komisyonun Türkiye’de sosyal diyalogun durumuna ilişkin tespitleri şu şekilde özetlenebilir: 1995 yılında hükümetçe kurulan Ekonomik ve Sosyal Konsey, 1997’de işlemeye başlamakla birlikte yasal kısıtlamalar nedeniyle (toplu pazarlık ve sözleşme sistemi olmaması) kamu sektörü konfederasyonları çerçevesinde sosyal diyalog yoktur149. Sendikal faaliyetleri kısıtlayıcı hükümler mevcudiyetini korumaktadır. Üstelik hem işverenler hem de resmi makamlar tarafından sendika aktivistlerinin yaygın şekilde taciz edildiğine ilişkin haberler söz konusudur150. 2001’de kuruluş kanunu çıkarılan Ekonomik ve Sosyal Konsey’de hükümetin ağırlıklı rolü nedeniyle, konsey özerk üçlü bir diyalog için uygun bir zemin oluşturmamaktadır151. Özerk sosyal diyalog konusunda, toplu pazarlığın ve diyalogun alanını ciddi biçimde sınırlayan işyeri düzeyinde toplu sözleşme imzalanmasına ilişkin kısıtlamalar varlığını sürdürmektedir. Toplu sözleşmelerin kapsadığı işgücü oranı çok düşük olup, %15’in altında olduğu tahmin edilmektedir. Özel işletmelerin çoğunda sosyal diyalog yoktur152. İlerlemeler: 2001 Kamu görevlilerinin sendikal haklarını düzenleyen bir kanun çıktı. Ancak kanun örgütlenme özgürlüğüne önemli kısıtlamalar getiren bir hüküm içermektedir. Sosyal diyalog için bir zemin oluşturan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kuruluşu hakkında bir kanun çıkmıştır. 149 İlerleme Raporu, 1998, s. 38. İlerleme Raporu, 1999, s. 39. 150 İlerleme Raporu, 1999, s. 39. 151 İlerleme Raporu, 2001, s. 66. 152 İlerleme Raporu, 2002, s. 82. 97 2002 Ağustos 2002’de gerçekleştirdiği reformlar çerçevesinde, serbest bölgelerdeki grev, lokavt ve toplu pazarlığa ilişkin on yıllık yasak koyan hükmü kaldırmıştır. Ekonomik Ve Sosyal Konsey henüz toplanmamıştır. 2003 Yeni İş Yasası, sosyal konular ve istihdam alanında mevzuat hazırlamak üzere, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde işçi ve işveren temsilcilerini de içeren daimi üçlü yapıların oluşturulmasını öngörmektedir. Ekonomik ve Sosyal Konsey ilk toplantısını gerçekleştirmiştir. 2004 Üçlü Danışma Kurulu’nun çalışma esas ve usullerini düzenleyen yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Hükümet, işçi sendikaları, işveren sendikaları ve kamu görevlileri sendika temsilcilerinden oluşan Kurul ilk toplantısını yapmıştır. Üyelik prosedürlerini kolaylaştırmak amacıyla Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır. 2005 Üçlü danışma Kurulu ikinci kez toplanmıştır. Bir diğer üçlü organ olan Emek Platformu ise 12 yıl aradan sonra Eylül 2004’te yeniden toplanmıştır. 2006 Önemli bir ilerleme kaydedilememiştir. 2007 Sendikaların yönetici organlarına seçilebilmek için en az 10 yıl çalışmış olma zorunluluğu kaldırılmıştır. 2008 Üçlü sosyal diyalog toplantıları rapor döneminde daha sık gerçekleşmiştir. Bazı sektörlerde ikili sosyal diyaloga ilişkin ilerleme mevcut olmakla birlikte, her düzeyde özerk ve ikili sosyal diyalog yapısının kurulması önem taşımaktadır. 98 28 yıl sonra 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabulü 2009 ümit verici bir adım olmuştur. Değerlendirme: Sosyal Diyalog alanında önemli bir ilerleme kaydedilmemiş, mevcut ve sosyal diyalogdan yoksun yapı sürdürülmeye devam edilmiştir. 4.2.7. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Mesleki sağlık ve güvenlik konusuyla ilgilenen kurumlar mevcuttur; Çalışma Teftiş Heyeti ve ona bağlı gruplar; Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dairesi, Yakın ve Orta Doğu İşçi Eğitim Merkezi ve Sosyal Sigortalar Kurumunun Meslek Hastalıkları Hastaneleri153. İşçi sağlığı ve güvenliği alanında, Türkiye müktesebata uyum sağlamalı ve uygulamalıdır. Mevzuatı yürütmek ve uygulamak için gerekli idari kapasite güçlendirilmelidir154. İlerlemeler: 1998-2000 İşçi sağlığı ve güvenliği alanında yeni bir uyumlaştırma gerçekleştirilmemiştir. 2001 Gemilerde daha iyi tıbbi hizmet verilmesi için gerekli asgari sağlık ve güvenlik koşullarına ilişkin mevzuat Kasım 2001’de çıkarılmıştır. 153 154 İlerleme Raporu, 2000, s. 39. İlerleme Raporu, 2001, s. 67. 99 İşçi Sağlığı ve Güvenliği biriminin statüsü güçlendirilmiştir. 2002 İşçi Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, sektörel düzeydeki sosyal tarafların da kapsandığı özerk iş sağlığı ve güvenliği konseyleri kurmak amacıyla bir reform süreci başlatmıştır. 2003-2004 Yeni İş Kanunu, 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması amacıyla hekim ve mühendislerin istihdam edilmesini ve sağlık birimleri kurulmasını zorunlu kılmaktadır. İlgili müktesebatın iç hukuka aktarılmasını amaçlayan bir dizi yönetmelik çıkartılmıştır. Çerçeve direktifin iç hukuka aktarılmasını amaçlayan bir yönetmelik Aralık 2003’de yürürlüğe girmiştir. Ancak Danıştay Ağustos 2004’te Çerçeve yönergeyi aktaran yönetmeliği askıya almıştır. Çerçeve direktifin aktarımına ilişkin yeni mevzuat hala kabul edilmemiştir. Titreşim, gürültü, güvenlik ve sağlık işaretleri, ekranlı araçlarla çalışma, yapı işleri, kimyasal maddeler, patlayıcı atmosferler, biyolojik etkenler, kansorojen ve mutajen maddeler, asbest, elle taşıma işleri, kişisel koruyucu donanımlarının kullanımı, işyeri, sondajla maden çıkarılan işletmeler, yer altı ve yerüstü madenleri ve iş ekipmanlarının kullanımı alanlarındaki ilave düzenlemeler Aralık 2003, Şubat 2004 ve Haziran 2004’te kabul edilmiştir. Balıkçı teknelerinde çalışmaya ilişkin AT yönergesi iç hukuka aktarılmıştır. Ayrıca, Ekim 2004’te külfetli ve tehlikeli işler hakkındaki yönetmelikle, kadınların anacak belli koşullarda bu tür işlerde çalışmalarına izin veren bir değişiklik yapılmıştır. Belirli ve belirsiz süreli istihdamda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin yönetmelik Mayıs 2004’te yayımlanmıştır. 2005 Türkiye müktesebata iyi derecede uyum sağlamış ve mevcut mevzuatın uygulanmasına yönelik çabalar güçlendirilmiştir. 100 Balıkçı teknelerinde çalışmaya ilişkin AT yönergesinin aktarılması amacıyla 2004 yılının kasım ayında uygulamaya yönelik bir yönetmelik kabul edilmiştir. 2004 yılının Ekim ayında külfetli ve tehlikeli işler hakkındaki yönetmelikte, kadınların ancak belirli koşullarda bu tür işlerde çalışmalarına izin veren bir değişiklik yapılmıştır. Ancak Danıştay, 2004 Ağustos ayında iş sağlığı ve iş güvenliği alanındaki Çerçeve yönergenin aktarılan yönetmeliğini askıya almış, böylece iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili diğer yönetmelikler yürürlükte kalmakla birlikte, bu mevzuatın tam olarak uygulanmasına engel olunmuştur. 2006 Kamu kurumları, sosyal ortaklar ve ilgili kuruluşlardan oluşan danışma organı niteliğindeki Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi, iş sağlığı ve iş güvenliği alanında ulusal bir politika benimsemiştir. Rapor döneminde, iş sağlığı ve iş güvenliği alanındaki mevzuatın yürürlüğe konması ve uygulanmasına yönelik faaliyetler sürmüştür. 2007 Müktesebata uyum konusunda iyi bir noktada bulunulmasına rağmen eksikliklerin giderilmesi yönünde herhangi bir ilerleme sağlanmamıştır. 2008 İş Kanunu’nda ilgili mesleki eğitimleri almamış işçilerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasına yönelik değişiklik yapılmıştır. Kimyasal ajanlarla ilgili önlemler hakkındaki yönetmelikte değişiklik yapılmış, yönetmelik Mart 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İş Teftiş Kurulu tarafından teftiş uygulamalarının uyumlaştırılmasına başlanmış ve kapasitesi geliştirilmiştir. 2009 Eğitim ve farkındalığın artırılmasına yönelik çalışmalar sayesinde 101 mevzuata ilişkin uzmanlık artmıştır. Değerlendirme: Komisyon’un tespitine göre, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında Türkiye müktesebata iyi derecede uyum sağlamış ve mevcut mevzuatın uygulanmasına yönelik çabalar güçlendirilmiştir155. 4.3. AB SOSYAL POLİTİKASINA UYUMDA SON GELİŞMELER “Sosyal Politika ve İstihdam Faslı”nda açılış kriterleri, önceki bölümde de belirtildiği üzere, sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO sözleşmeleri ile uyumlu olmasının sağlanması ve kayıt dışı istihdamın bir analizi de dahil olmak üzere bu fasıl kapsamındaki AB müktesebatının aşamalı olarak tüm çalışanları kapsayacak şekilde iç hukuka aktarılmasını içeren bir eylem planı hazırlanmasıdır. Bu çerçevede, Türk tarafı yetkilileri ve AB Komisyonu arasında alt komite ve çalışma grubu toplantıları gerçekleştirilmiştir. Söz konusu toplantılardan sonuncusu, 10 Mart 2010 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen AB-Türkiye 7 No.lu Bölgesel Gelişme, İstihdam ve Sosyal Politika 9. Tur Toplantısıdır. Anılan toplantı tutanakları ve toplantı sunumları, Türkiye’nin AB sosyal politikasına uyumu konusunda gelinen son noktayı ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, Komisyon’un alt başlıklar halinde sosyal politika ve istihdam faslına ilişkin kaydedilen gelişmeleri değerlendirdiği toplantı, sosyal politika ve istihdam faslında uyumun son halini yansıtması bakımından yol gösterici olacaktır. 155 İlerleme Raporu, 2005, s. 111. İlerleme Raporu, 2007, s. 54. 102 Söz konusu toplantının “Sosyal Politika ve İstihdam” faslına ilişkin bölümü, sosyal koruma ve sosyal içerme, istihdam, sosyal diyalog, iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, kadın ve erkeklere eşit muamele ve ayrımcılıkla mücadele olmak üzere yedi başlıkta gerçekleştirilmiştir. “Sosyal Politika ve İstihdam” bölümüne ilişkin alt komite toplantısının toplantı tutanağında yola çıkılarak Türk tarafının anılan faslın kriterlerinin yerine getirilmesi amacıyla Komisyon yetkilileri; Türkiye’de Ortak İçerme Belgesi’nin bir an önce hazırlanmasının gereğine vurgu yapmış, için siyasi düzeyde atanmış bir muhatap olmasının önemine vurgu yapmıştır. Çocuk yoksulluğu konusuna dikkati çekmiş, Türkiye’nin aday ülkeler arasında çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ülke olduğunu belirmiştir. Kayıt dışı istihdamın Türkiye’de çok yüksek olduğuna değinmiş; asgari gelir, çalışanların yoksulluğu, gelir güvensizliği ve tarım alanındaki istihdam konularının birlikte ele alınması gerektiğine vurgu yapmış; Türkiye’de yapılan reformlarda sosyal içerme konularına da yer verilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Kayıt dışı istihdam konusuna faslın açılış kriterlerinden biri olması dolayısıyla özellikle büyük önem atfettiklerini belirtmiş, Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Eylem Planı çerçevesinde ulusal bir istihdam stratejisi oluşturulmasının gereğine vurgu yapılmıştır. 103 Sosyal diyalog ve sendikal haklar alanının faslın müzakerelere açılmasına yönelik kriter oluşturması çerçevesindeki önemi ifade edilmiş, sendikalara ilişkin ILO sözleşmeleri ile uyumlu mevzuatın bir an önce onaylanması gereği ifade edilmiştir. İş Hukuku alanında, iş müfettişlerinin sayılarının artırılması ve kapasitelerinin geliştirilmesine vurgu yapılmıştır. İş sağlığı ve güvenliği konusunda ise, Lizbon Anlaşması uyarınca işyerinde sağlık ve güvenlik içinde çalışmanın temel insan hakkı olarak görüldüğü ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Türk tarafının iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çerçeve direktifinin Türk mevzuatıyla uyumlaştırılmasının gereği vurgulanmıştır. Kadın erkek eşitliği alanında, TBMM’de kurulan Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun çalışmalarının artırılması gereğine vurgu yapılmıştır. Doğumdan sonraki ebeveyn iznine ilişkin olarak mevzuatın uyumlaştırılması gereği ifade edilmiştir156. Ayrımcılıkla mücadele alanında Komisyon, yaş, din, cinsel yönelim ve engellilik temelinde ayrımcılıkla mücadeleye yönelik bir öneriden bahsetmiş, öneri ile Komisyonun bu dört alan temelinde istihdam hariç diğer alanlardaki (sosyal güvenlik, sağlık, eğitim hizmetlerine erişim vb.) ayrımcılıkla mücadele etmeyi amaçladığı belirtilmiştir. 156 Söz konusu direktif uyarınca doğum izni 6 aydan 8 aya uzatılmış, babalara da 1 ay izin alma zorunluluğu getirilmiştir. 104 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Bu çalışmada, Avrupa bütünleşmesinin altmış yıllık serüveninde bir Avrupa sosyal politikası oluşturma yönünde atılan adımlar incelenmiş, Avrupa Birliği sosyal politikasının ana hatları ortaya konulmuş ve Türkiye’nin sosyal politika tarihine dair kısa bir özet sunulmuştur. Çalışmanın, Türkiye’nin Avrupa Birliği sosyal politikasına uyum sürecinin incelendiği son bölümünde ise, sosyal politika alanındaki uyum İlerleme Raporları çerçevesinde incelenmiştir. Çalışmanın “Refah Devleti Modelleri ve Sosyal Politika Uygulamaları” başlıklı ilk bölümünde, refah devleti kavramı ve Avrupa sosyal modeline esas teşkil eden refah devleti modelleri sınıflandırması ele alınmıştır. Söz konusu sınıflandırma, bir Avrupa sosyal modelinin mümkün olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmasına imkan sağlamıştır. 105 Çalışmanın “Avrupa Birliği Sosyal Politikasının Gelişimi, Kaynakları ve Yöntemi” başlıklı ikinci bölümünde, Avrupa sosyal politikasının gelişimi, yedi safhadan oluşan bir kronoloji ile verilmiş, Avrupa Birliği sosyal politikasının oluşumunda Birlik mevzuatına ek olarak imza atılan ve taraf olunan uluslararası antlaşma ve sözleşmelere de yer verilen bu bölümde son olarak Birliğin sosyal politika oluşturmada yaygın olarak kullandığı “Açık Koordinasyon Yöntemi” ile ilgili bilgi verilmiştir. Çalışmanın “Türkiye’nin Sosyal Politika Tarihi” başlıklı üçüncü bölümünde, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sosyal politikaların ve politika uygulamalarının kısa bir özeti verilmiş, sunulan kısa özet ile modern Türkiye’de sosyal politika uygulamalarının şekillenmesinde etkili olan unsurlar ortaya konmaya çalışılmıştır. Çalışmanın “Türkiye’nin Avrupa Birliği Sosyal Politikalarına Uyumu” başlıklı dördüncü bölümünde, Sosyal Politika ve İstihdam faslındaki müzakere sürecine ilişkin bilgi verilmiş, takip eden ikinci alt başlıkta ise Komisyon’un İlerleme Raporlarında yer alan ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sosyal politikasına uyumu konusundaki görüşlerini yansıtan değerlendirmelerine yer verilmiştir. Dördüncü başlığın son alt başlığında ise, Avrupa Birliği sosyal politikasına uyumda gelinen son noktaya ilişkin Komisyon değerlendirmeleri, alt komite toplantı tutanakları ve sunumlarından yola çıkılarak ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, ekonomik rasyoneller çerçevesinde başlayan bir Avrupa bütünleşmesinin, aradan geçen yaklaşık altmış yıllık serüveninde ekonomik birlik yanında kısmi bir sosyal bütünleşme ile de sonuçlandığı ileri sürülmektedir. Söz konusu sosyal bütünleşme kısmi niteliklidir, çünkü Birliğe üye olan devletlerin sosyal yapıları ve sosyal politika gelenekleri birbirlerinden önemli ölçüde farklıdır. Bu farklılık, refah devletleri rejimlerinin incelendiği birinci bölümde, refah devleti olarak adlandırılan ancak her biri birbirinden farklı sosyal politika 106 uygulamalarını içeren rejimler analizinde ele alınmıştır. Birliği oluşturan 27 üye ülke, sosyal politika uygulamaları bakımından farklı refah rejimleri altında sınıflandırılmakta, bu farklılık, ortak bir Birlik sosyal politikası oluşturulması sürecinde zorluklara sebep olmaktadır. Örnek vermek gerekirse, sosyal demokratik refah rejimi olarak adlandırılan modelde yer alan İskandinav ülkeleri, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yönündeki Birlik politikalarına uyumda diğer üye ülkelerden çok ileri durumdadır. Birliğe son genişleme ile üye olan on iki ülkenin ise kadın-erkek eşitliği konusunda aynı performansı göstermelerini beklemek doğru olmayacaktır; anılan ülkeler farklı bir sosyal politika geçmişine sahiptirler ve farklı refah rejimi altında (Kıta Avrupası modeli) sınıflandırılmaktadırlar. Ailenin bir sosyal politika sağlama ve sürdürmek kurumu olarak etkinliğini halen devam ettirdiği bu modelde, kadın-erkek eşitliğine yönelik eşitlikçi politika uygulamalarının yerleştirilmesi, kadının aile içinde ve genelde de toplumda bir sosyal politika sağlayıcısı olması sebebiyle daha zorlu bir sürece işaret etmektedir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’ni oluşturan yirmi yedi ülkenin sosyal politika gelenekleri birbirlerinden önemli ölçüde farklıdır. Bu farklılık, Birlik çapında ortak bir sosyal politika oluşturulmasını zorlaştırmakta, sosyal politikalarda ortaklık, minimum standartlar üzerinden oluşturulmaktadır. İlaveten, Birliğin politika yapma süreçlerinde kullandığı ana yöntem olan Topluluk Metodu, sosyal politika alanında kullanılmamakta, bu alanda ağırlıklı olarak açık koordinasyon yöntemi tercih edilmektedir. Açık koordinasyon yöntemi, minimum standartlar oluşturmada ve uygulamalarda kısmi yeknesaklığı sağlamada Topluluk yöntemine göre daha olumlu sonuçlar vermekler beraber, üye ülkeler açısından Topluluk yöntemi ile oluşturulmuş mevzuatın teşkil ettiği ölçüde bağlayıcılık teşkil edememektedir. Bu noktada açık koordinasyon yöntemi ile sosyal politika oluşturulmasında en önemli etken, üye devletlerin bu alandaki taahhütlerine uymalarıdır. Avrupa Birliği tarafından açık koordinasyon yöntemi ile oluşturulmaya çalışılan ortak bir Avrupa sosyal politikası sürecinin üye devletlerin bu alandaki 107 kararlılıkları ile mümkün olabileceği gerçeğinin bir diğer tamamlayıcısı, uluslararası sözleşmelerdir. Birleşmiş Milletler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı’nın başlıcalarını oluşturduğu uluslararası sözleşmeler, Birlik mevzuatında atıfta bulunulan, güvence altına alınan ve Birlik hukukunun bir parçası haline gelmiş bulunan kapsayıcı sosyal politika belgeleridir. Söz konusu belgeler, hem Birlik açısından sosyal politika mevzuatının bir parçası olup, hem de üye ülkeler bakımından korunması gereken sosyal haklara ilişkin birer çerçeve belgesi niteliğindedir. Bu özellikleri sebebiyle uluslararası sözleşmeler, Birlik sosyal politikasının bir parçasıdır. Bu çerçevede, ortak bir Avrupa Birliği sosyal politikasından bahsetmek, Birlik sosyal politikasının geldiği noktada mümkün iken, bu ortaklık, Birlik düzeyinde oluşturulacak sosyal politikalara genel bir çerçeve çizen, minimum standartlar belirleyen ve bu standartlara uygun politikaların uygulanmasını üye devletlerin inisiyatifine bırakan, uluslararası sözleşmelerle tanınan sosyal haklarla desteklenen bir ortaklıktır. Birlik düzeyinde sosyal politikalarda tam ortaklaşmanın sağlanması ise, üye devletlerin söz konusu alanda Birliğin supranasyonel yetkisini tanıması ve kabul etmesi, tam bütünleşme için gereken politik kararlılığı göstermesi ile mümkün olabilecektir. Türkiye’de sosyal politikanın oluşumunu ve gelişimini değerlendirebilmek için, Türkiye’deki ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeleri incelemek ve bu gelişmelerle bağlantısı olabilecek aktörleri değerlendirme içine dahil etmek gerekmektedir. Modern Türkiye’nin kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık doksan yıllık sürede, siyasal alandaki istikrarsızlıklar, ekonomik alandaki krizler ve sosyal alandaki dönüşümlerle (kırsal toplumdan kent toplumuna geçiş, hızlı nüfus artışı ve yoksulluk) birlikte yürümüştür. Dolayısıyla, Türkiye, kuruluşundan bu yana, aile kurumunun ve hemşerilik ilişkilerinin sosyal yapı içerisinde güçlü yer tuttuğu, yardımlaşma ve dayanışma ağlarının kuvvetli olduğu kendine özgü bir sosyal 108 niteliğe sahip olagelmiştir. Türkiye’nin toplumunun ekonomik ve sosyal gelişmeye Avrupa devletlerinden daha geç başlaması ve toplumsal ilişkiler içerisinde söz konusu gelişmeyi sürdürecek ve hatta hızlandıracak sivil toplumun görece zayıf kalması, Türkiye’deki sosyal politika süreçlerinin Avrupa devletleri ile aynı paralelde seyretmemesi sonucunu doğurmuştur. Ancak Avrupa Birliği’ne üyelik ve müzakere sürecinin başlangıcı, Türkiye açısından hem ekonomik, hem de siyasal ve sosyal alanda birçok yeniliği beraberinde getirmiş, Avrupa Birliği ile gümrük birliğinin sağlanması ve Maastricht ekonomik kriterlerinin sağlanması ekonomik gelişmeyi, üyelik sürecinde uyulması gereken Kopenag siyasi kriterleri istikrarlı bir siyasal ortamın sağlanmasını ve son olarak müzakere sürecinde sosyal politika ve istihdam başlığında mevzuat uyumu da sosyal politika alanında ilerlemeyi beraberinde getirmiştir. Çalışmanın son bölümünde Türkiye’nin Avrupa Birliği sosyal politikası ile uyumu, Komisyon’un yayımladığı ve müzakere sürecinde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine düzenli olarak ayna tutan İlerleme Raporları çerçevesinde incelenmiş olup, söz konusu uyumun bazı sosyal politika alanlarında daha ileri olmakla birlikte, genel olarak sınırlı kaldığı görülmektedir. “Sosyal Politika ve İstihdam” faslında Avrupa Birliği ile mevzuat uyumunun sağlanması ve faslın müzakerelere açılması için öncelikle faslın açılış kriterleri olan sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO sözleşmeleri ile uyumunun sağlanması ve kayıt dışı istihdamın bir analizi de dahil olmak üzere bu fasıl kapsamındaki AB müktesebatının aşamalı olarak tüm çalışanları kapsayacak şekilde iç hukuka aktarılmasını içeren bir eylem planı hazırlanması kriterlerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Söz konusu açılış kriterleri ve ilerleme raporlarında her yıl vurgulanan hususlar göstermektedir ki, sosyal politika uyumu, sadece Türk mevzuatının AB mevzuatı ile uyumlaştırılması ile değil, daha geniş bir yorumla ele alınmalıdır. Türkiye’nin Avrupa Birliği uyum sürecinde sosyal politika alanına uyumunun çok yavaş olduğu söylenebilir. Bu durum, Türkiye’ye 109 özgü tarihsel ve toplumsal koşulların yanı sıra, bireysel haklar konusunda adım atılmasına ve uyum sağlanabilmesine rağmen aynı uyumun toplumsal haklar söz konusu olduğunda sağlanamamasının bir sonucudur. Öte yandan Birlik sosyal politikasına uyum sorunu, Birlik antlaşma ve mevzuatının yanı sıra Kopenag siyasi kriterleri ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Lizbon Antlaşması, Birliğin “insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlık üyesi kişilerin hakları dahil insan haklarına saygı temelinde kurulduğunu” ifade etmekte, sosyal politika uyumunun sadece ve dar anlamıyla mevzuat uyumundan ibaret olmadığını ileri süren savımızı destekler şekilde temel sosyal hakların güvence altına alınmasının gereğine vurgu yapmaktadır. Bu çerçevede, sosyal politika alanında Birlik politikalarına uyum sağlamak, ancak Birliğin geleneksel insan haklarından biri olarak nitelediği sosyal haklara saygı duymak ve bu alanda gereken politik kararlılığı, sosyal diyalog çerçevesinde politika alandaki diğer paydaşlarla birlikte sergilemekle mümkün olacaktır. 110 KAYNAKÇA Kitap, makale ve raporlar: Abel-Smith, Brian ve Titmuss, Kay (Eds.) (1974), Social Policy. An Introduction, London. Addisson, John T. (January 2009), “In the Beginning, There Was Social Policy: Developments in Social Policy in the European Union from 1972 through 2008”, The Rimini Center for Economic Analysis, http://www.rcfea.org/pr2009/pr01_09.pdf (02.02.2010) 111 Apan, Ahmet (2007), “Türkiye’de Kalkınma Planları ve Sosyal Güvenlik Reformu”, http://ahmetapan.blogcu.com/turkiye-de-kalkinma-planlari-ve-sosyalguvenlik-reformu-1/2520500 (12.03.2010) Arsava, A.Füsun (2005), “Avrupa Temel Haklar Şartı” http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/16/5/445.pdf (18.02.2010) Avrupa Komisyonu (Eylül 2005), Ayrımcılıkla Mücadele Eğitim El Kitabı, http://ec.europa.eu/social/BlobServlet?docId=95&langId=tr (22.03.2010) Aykaç, Mustafa (2002), “Avrupa Birliği Sosyal Politikası”, (Der. Mustafa Aykaç ve Zeki Parlak), Tüm Yönleriyle Türkiye-AB İlişkileri, Elif Kitabevi, İstanbul. Baldock, John, Manning, Nick, ve Vickerstaff, Sarah (2003), Social Policy, Oxford University Press, Oxford. Buğra, Ayşe (2008), Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İletişim Yayınları, İstanbul. Çelik, Aziz (2004), “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı Ve Türkiye’nin Uyum Süreci-1”, Sendikal Notlar, Sayı: 24, s. 1-22. http://www.kristalis.org.tr/aa_dokuman/absosyalpolitikasi1.pdf. (01.02.2010) Çelik, Aziz (2005), “Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Gelişimi, Kapsamı ve Türkiye’nin Uyum Süreci-2”, Sendikal Notlar, Sayı: 25, s. 1-19. 112 http://www.kristalis.org.tr/aa_dokuman/AB%20Sosyal%20Politikasi%202.pdf (17.01.2010) Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği ile İlişkiler Genel Müdürlüğü (2001), “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı” http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf (18.02.2010) Dinan, Desmond (2005), Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Kitap Yayınevi, İstanbul. DİSK, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=372 (18.02.2010) Esping-Andersen, Gosta (1990), Three Worlds of Welfare Capitalism, Princeton University Press, New Jersey. Esping-Andersen, Gosta (2006), “Toplumsal Riskler ve Refah Devletleri”, (Der. Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder), Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları, İstanbul. Ferrera, Maurizio (2006), “Sosyal Avrupa’da Güney Avrupa Refah Modeli”, (Der. Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder), Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları, İstanbul. Geyer, Robert (2000), “Exploring European Social Policy”, Polity Press, Cambridge. 113 Hepple, Bob (1990), “The Implementation of the Community Charter of Fundamental Social Rights”, The Modern Law Review, Sayı 53/5, s. 643-654. İktisadi Kalkınma Vakfı Değerlendirme Notu (2009), http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/lizbon_antlasmasi.pdf (22.02.2010) Jacobsson, Kerstin (2004), “Soft regulation and the Subtle Transformation of States : the case of EU employment policy”, http://www.govecor.org/data/20020716144803_SCORERAPPORT_2002.pdf (19.02.2010) Jırásek, Jan (2008), “Application of the Charter of Fundamental Rights of The EU in the United Kingdom and Poland According to The Lisbon Treaty”, http://www.law.muni.cz/edicni/sborniky/cofola2008/files/pdf/evropa/jirasek_jan.p df (19.02.2010) Klein, Marc H.,“The Single European Act and Social Dumping: a New Appeal for Multinational Collective Bargaining”, http://www.law.upenn.edu/journals/jil/articles/volume12/issue3/Klein12U.Pa.J.Int 'lBus.L.411(1991).pdf (02.02.2010) Koç, Dr. Muzaffer (2006), “Sosyal Güvenlik ve Beveridge Raporu”, Mali Çözüm, İSMMMO Yayın Organı, Sayı: 76, http://archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/76MaliCozum/5muzafferkoc.pdf Koray, Meryem (2005), Sosyal Politika, İmge Yayınları, Ankara. 114 Leibfried, Stephan ve Pierson, Paul (1995), European Social Policy: Between Fragmentation and Integration, Brookings Institution. Özşuca, Prof. Dr. Şerife T., “Avrupa Birliği Sosyal Politikası”, http://ab.calisma.gov.tr/dnn/Docs/anktra/Ozsuca_sunum.pdf (06.02.2010) Pernice (2008), “The Treaty of Lisbon and Fundamental Rights”, http://www.judicialstudies.unr.edu/JS_Summer09/JSP_Week_1/Pernice%20Fund amental%20Rights.pdf (19.02.2010) Radaelli, Caludio (2003), “The Open Method of Coordination: A New Governance Architecture for the European Union?”, http://eucenter.wisc.edu/OMC/Papers/radaelli.pdf, (19.02.2010) Sarper Süzek (2003), İş ve Sosyal Güvenlik Yasaları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara. Sarper Süzek (2004), İş Yasaları/ Sosyal Güvenlik Yasaları, Beta Basım Yayım, Ankara. Social Insurance and Allied Services Report, http://www.sochealth.co.uk/history/beveridge.htm (11.03.2010) 115 Talas, Cahit (1992), Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara. Tangör, Burak (2001) “Avrupa Birliği’nde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, G.Ü.İ.İ.B.F Dergisi, http://dergi.iibf.gazi.edu.tr/dergi_v1/3/1/15.pdf (17.02.2010) Zeitlin, Jonathan (2005), “Introduction: The Open Method of Coordination in Question”, http://eucenter.wisc.edu/OMC/Papers/EUC/JZPP/introduction.pdf (18.02.2010) Trubek, David M. ve Trubek, Louise G. (2005), “Hard and Soft Law in the Construction of Social Europe: the Role of the Open Method of Co-ordination”, http://www.law.wisc.edu/ils/wisgar/hardandsoftlaw.pdf (17.02.2010) Toplantı, Seminer ve Konferanslar: ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Ayrıntılı Tarama Toplantıları, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=165&l=1, (20.03.2010) ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Tanıtıcı Tarama Toplantıları, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=164&l=1 (20.03.2010) 116 ABGS, Sosyal Politika ve İstihdam Faslı Tarama Sonu Raporu, http://www.abgs.gov.tr/files/tarama/tarama_files/19/screening_report_19_tr_inter net_en.pdf (20.03.2010) AB İstihdam, Sosyal İşler ve Fırsat Eşitliği Genel Müdürlüğü, http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=418 (22.03.2010) Hukuki Metinler: Community Charter of the Fundamental Social Rights of Workers, http://www.aedh.eu/plugins/fckeditor/userfiles/file/Conventions%20internationale s/Community_Charter_of_the_Fundamental_Social_Rights_of_Workers.pdf (11.01.2010) Council Resolution of 21 January 1974 Concerning A Social Action Programme, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01) :EN:HTML. (11.03.2010) Eurofund, Protocol on Social Policy, http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/so cialpolicyprotocol.htm (02.02.2010) Official Journal of the European Communities, “The Charter of Fundamental Rights of the European Union, (2000/C 364/01)”, http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf (18.02.2010) 117 Protocol on the Application of the Charter of Fundamental Rights of the European Union to Poland and to the United Kingdom, http://www.europeanfoundation.org/docs/Tuesday%205%20February%202008/P ROTOCOL%20on%20charter.mht (19.02.2010) T.C. 1961 Anayasası, md: 43., http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm (11.03.2010) T.C. 1961 Anayasası, md: 47., http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm (11.03.2010) The Maastricht Treaty, http://www.eurotreaties.com/maastrichtec.pdf (26.01.2010) Treaty Establishing the European Community, http://www.hri.org/docs/Rome57/ (09.02.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (1998), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_1998.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (1999), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_1999.pdf (16.03.2010) 118 Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2000), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2000.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2001), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2001.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2002), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2002.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2003), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2003.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2004), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2004.pdf (16.03.2010) Türkiye Düzenli İlerleme Raporu (2005), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2005.pdf (16.03.2010) Elektronik Kaynaklar: 119 European Commission, Employment, Social Affairs and Equal Opportunities, http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=108&langId=en (18.03.2010) European Commission, Employment, Social Affairs and Equal Opportunities, http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html (20.02.2010) Encyclopedia of Public Health, http://www.answers.com/topic/william-beveridge (11.03.2010) Eurofound, http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/va lduchesse.htm (11.03.2010) Europa, EU, http://europa.eu/legislation_summaries/agriculture/general_framework/g24231_en .htm (06.02.2010) Europa Glossary, Lisbon Strategy, http://europa.eu/scadplus/glossary/lisbon_strategy_en.htm (17.02.2010) European Employment Observatory, European Employment Strategy, http://www.eu-employment-observatory.net/en/ees/ (17.02.2010) 120 European Social Statistics, Social Protection Expenditure and Receipts, Data 1997-2005, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-DC-08-001/EN/KS-DC08-001-EN.PDF (15.03.2010) ILO Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/about/ilo_cisc.htm (07.01.2010) ILO Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/areas/child.htm (07.01.2010) Lisbon European Council 23 and 24 March 2000 Presidency Conclusions, http://www.europarl.europa.eu/summits/lis1_en.htm (19.02.2010) Nice European Council Presidency Conclusions, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00400r1.%20ann.en0.htm (20.02.2010) Open Europe (February 2008), “A Guide to the Constitutional Treaty”, http://www.openeurope.org.uk/research/guide.pdf (18.02.2010) TBMM, http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5170.html (22.03.2010) 121 TUİK, “Yaş Grubu, Cinsiyet ve Sektöre Göre Ekonomik Faaliyetlerde Çalışan Çocuklar”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=482&tb_id=5 (12.02.2010) 122