Bilimsel İnceleme… YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Türkçemiz’de Yazı, Mâna Ve Rûhumuz ProfΩ. Dr. Mustafa TEMİZ 29.06.2016 Algılama Ve Bilinç Mânaların beyinde belirmesine algılama (idrak) denir. Elmalılı Hamdi Yazır’a göre, algılamanın ilk derecesi, şuur da denen, bilinçtir. Bilinç ya da şuur dalgınlıktan uzak olmak demektir. Bilinç, sözü edilen şeyin, düşünen kimsenin fikrine (düşüncesine) ilk varış derecesidir. Mantık Mânalar sonunda beliren, maksat veyâ hüküm ile iş ve vâsıta ya da delil arasındaki tutarlılığa ya da uygunluğa mantık denmektedir. Bu çerçevede beyindeki mantık biriminin uyguladığı, bir takım kurallar vardır. Daha doğrusu bugün, kabaca beyinde olduğunu zannettiğimiz, bu mantıkî kurallar aslında, Evren’de ve çevremizde meydana gelen, olaylardan aklın derlediği uygunluklar olarak anlaşılabilir. Sobada ilk defâ elini yakan bir bebek, ikicisinde kızgın bir sobaya elini uzatmaz. Çünkü böyle bir durumda kafasını kullanarak, aklını işleterek elini uzatmaz. Başka bir ifâdeyle çocuk, maksat veyâ hüküm ile iş arasında, elinin önceden yanmasıyla, bir tecrübe kazanmıştır. Bu nedenle çocuk bilir ki, kızgın bir sobaya elini uzattığında bir acı duyacaktır. Bu davranışa göre, artık o ‘bir mantık kuralı’ olarak, hayâtında kızgın olan bir şeyin yakacağını, acı vereceğini bilir. Çocuğun eli yanmadan, bilgisinde böyle bir kural yokken, elinin ilk defâ yanmasıyla, kendi bilgisinde hayâtı boyunca değişmeyen ve kuvvetlenen, bir kural doğmuş olur. Eğer bu çocuk akılsız olsaydı, karşılaştığı kızgın sobalara yaklaşmaması konusunda fasını işletecek, bir özelliğe sâhip olmasaydı, kızgın sobaya her dokunuşunda elini yakacak ve canı yanacaktı. Demek ki, ilk kez çocuğun kızgın sobaya elini uzatıp dokunması ve sonunda duyduğu acının bir elem olarak beyinde bir mânaya dönüşmesi arasındaki ilişki, daha sonra bir mantık kuralı olarak bir tutarlılık, bir uygunluk olarak görülmektedir. Ω . Dosyalarda sayfa sonlarındaki pdf, html uzantılı ve diğer adresler tıklandığında, internetteki bu ilgili yazılara ânında ulaşı- labilir. Yazar, particilik taassubunu reddeder, Türkiye Gemisi’nin batmamasının garantisinin, İslâmî istikâmet doğrultusundaki çalışmalarda olduğuna inanır ve bu nedenle İslâmî istikâmeti benimseyenlerin tarafındadır. Yazar hakkında daha fazla bilgilenmek isteyenler, aşağıdaki internet adresini tıklayabilirler: http://mtemiz.com/bilim/BHB%20GEÇTİ%20(Yalnızca%20çocuksuz%2031.07.2015).pdf 1 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bilimsel İnceleme… Delil mâhiyetinde eser ve belge bulan, bir bilim adamı, bunları incelerken, beyninde bir takım mânalar doğar. Ayrıca, bilim adamının beyninde incelediği, olaylara âit bir takım mânalar da bulunabilir. Bu bilim adamı aklını çalıştırarak, incelediği bâzı olaylarla deliller arasında bir ilişki görebilir. Bunlar da tanıma göre bir mantıktır. İşte, bu yüzden, “Mânalar sonunda beliren, maksat veyâ hüküm ile iş ve vâsıta ya da delil arasındaki tutarlılığa ya da uygunluğa mantık denir” diyoruz, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tanımına göre… İnsanda gelişen diğer mantık kuralları, benzer şekilde meydana gelmektedir. Hayatta hep gerçeklerle yüzleşerek oluşan mantık kuralları, hemen hemen kişiden kişiye pek değişmez. İnsanların, gerçeklere vâkıf oldukları oranda, mantıkları da doğruya yakın ve benzer olur. Demek oluyor ki, aklın çalıştırılması sırasında mantık kuralları mânalara uygulanarak, mânalar arasında yapılan, zihnî muamelelerden, doğru ve yanlışlar tespit edilir. Elde edilen sonuç, temelde ya doğru ya da yanlış olarak yorumlanır. “Bu işlemler, bir bilginin insan beyninde meydana gelmesinin zihnî cereyan tarzınıdır.” diyebiliriz. Gerçeklerin Bildirmesinde Dil ve Yazının Önemi Bilgilerin insanlara ulaştırılmasında, yâni bildirim de denilen, tebliğ işlerinde (gerçeklerin bildirmesinde) işlemlerinde dil ve yazı kullanılır1. Dilin esâsı, sesler, kelimeler ve mânalardır. Yazı ise, dilin harf denilen, ses sembollerinin, göze hitâbeden ve kâğıt üzerine akseden, bir nevî dilin dili ya da dilin resimleridirler. Yazının temeli ise onun hat ve şekilleridir. Dil ve yazı, ilmin ve pratik ilerlemelerin bildiriminde, esas iki önemli vâsıtayı meydana getirmektedirler. Her milletin dil ve sembollerini gösteren ve bunlarla ilgili dil özelliklerini içeren alfâbeleri vardır. Dil denildiğinde, bu bakımdan genel anlamda, yazı ve alfabe de akla gelebilir. İnsanların maddî donanımlarının genel olarak benzer olmalarına rağmen, dil ve alfâbelerinin faklı oluşu, basit bir şey olmayıp, Allah’ın (CC) yüce varlığının bir delîlidir ya da işâretidir. Dilin ürettiği ses ve kelimeler beyinde, bunlara uygun olan mânaları doğurur. Bir dilin alfâbesi, sağlam ve düzenli; telaffuzu ve lehçesi açık ve ince; çekim, türetim ve birleşme kuralları sağlam ve ilmî olmalıdır. Böyle bir dilin ilgili olduğu yönleri ve anlatımı ne kadar geniş, derin ve tabiî; imlâsı ne kadar sâbit ve düzgün ise, o dil o ölçüde mükemmel ve olgun bir dildir. Çünkü bu her bakımdan mükemmellik, beyinde beliren algıların da aynı derecede mükemmel olmasına, dolayısıyla sağlam fikirlerin doğmasına yol açar. Bu sebeplerden dolayıdır ki, kelimenin (dilin) resmi olan yazının şekli, telaffuzu ve mânası arasında çok sağlam bir ilişki bulunur. Telaffuz Kaypaklığı İngilizce kelimelerdeki telaffuz kaypaklığını, Türkçe kelimelerin telaffuzunda göremezsiniz! 1 Hamdi Yazır, E. M. Aynı eser, Sayfa 151. 2 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bilimsel İnceleme… Burada yeri gelmişken şunu da belirtmekte fayda vardır ki, Arapça dilinin zenginliğine karşı, Türkçe olan dilimiz, bilgisayar lisânı için en uygun bir dili oluşturur. Basit bir örnek verelim: Almanca’daki ‘bosch’ kelimesini bilgisayar diline çevirmek için, bilgisayarın elektronik devrelerinde 5 tâne sesi işlemek gerekiyorken, bunun kulağa gelen ses bakımından, Türkçe karşılığı olan ‘boş’ kelimesi için, görüldüğü gibi, bilgisayarda 3 âdet sesin işlenmesi yetmektedir. Sonra meselâ, İngilizce kelimelerdeki telaffuz düzensizliğini, Türkçe kelimelerin telaffuzunda göremezsiniz. İngilizce’deki telaffuz düzensizliğine karşı, Türkçe’de yazının şekli, telaffuzu ve mânası arasında çok mükemmel bir uyum vardır. Türkçe’de yazının şekli, telaffuzu ve mânası arasındaki ilişkiye de hemen bir örnek verilebilir. Türkçe’yi öğrenmek isteyen, bir yabancı, meselâ bir tîcâret malı hakkındaki, ‘Satış fiyatı-Alış fiyatı’ farkını öğrenmek için, bilindiği gibi ‘KÂR’ kelimesini öğrenmek zorundadır. Öğrenildiğinde bu kelime telaffuz, mâna ve yazının şekliyle birlikte beyinde, diyelim, adreslere kaydedilir. Ama inceltme işâreti kalkarsa, işâretsiz (şapkasız) yeni sembolde teleffuz da farklı olduğu için, ‘Satış fiyatı-Alış fiyatı’ farkınını belirten anlam kaybolur. O zaman geriye kalan ‘KAR’ kelimesi, Türkçe’de kışın gökyüzünden yağan bir yağışın, karın adı olur. Bu da yine telaffuz, mâna ve şekliyle, diyelim, beyindeki ayrı adreslere yerleşirler. Diğer bütün kelimelerin telaffuz, mâna ve yazılış şekilleri benzer biçimde incelenebilir. Bir kimse herhangi bir zamanda kulağıyla bir kelimenin telaffuzunu duyduğunda, hemen telaffuz-mâna-şekil ilişkisinin beyindeki kayıtlarından dolayı, bu kimse, kelimenin bu telaffuzundan, mâna ve/veyâ şekil bilgisine (yazılışına) kolayca geçebilir. Demek oluyor ki, kelimelerin telaffuz, mâna ve şekilleri arasındaki ilişkiler, ne kadar açık ve belli ise, o kişinin dili, anlayış ve kavrayışı o kadar sağlam bir dil demektir. Şunu da söyleyebiliriz: Kişinin söylediği kelimelerin telaffuz, mâna ve şekil ilişkilerinde bâzı belirsizlikler varsa, o kişinin dili, anlayış ve kavrayışı zayıf demektir. Bunu, daha açık olarak, ‘KÂR’ kelime-sinden inceltme işâretini kaldırarak, izah etmek mümkündür: Günümüzde inceltme işâretleri kaldırıldığı için, insanlardaki beyin karmaşası hâlâ sürüp gitmektedir. Bir yabancı, meselâ günümüzde olduğu gibi, ‘Satış fiyatı-Alış fiyatı’ farkının, yanlış biçimde ‘KAR’ kelimesi ile ifâde edildiğini öğrenmiş olsun. Şimdi bu yabancı, kışın yağan bembeyaz ‘kar’a da KAR dendiğini öğrenmiş ise, bu kişinin, KAR’la, ‘Satış fiyatı-Alış fiyatı’ farkını belirten anlam ile ilişki kuramadığı için, kafasının ne kadar karışacağını bir düşününüz! Belki bu yabancı, KAR ile ticâret konuları arasında bir anlam ilişkisi bulmak için, günlerce uğraşacaktır ama boşuna! Çünkü telaffuzlarına uygun olarak, ‘KÂR’ ile KAR, karışmaması için, mâna ve şekil bakımından, beyinde iki ayrı adrese yerleşmek zorundadır. İnceltme işâreti terk edildiğinden, bu yapılamayınca kişi, Satış fiyatı-Alış fiyatı farkını düşündüğünde de, beyindeki adresten aklına ‘KAR’ şekli ve mânası gelmekte, kış turizminde kış sporu yapmak için dağa çıktığında kışın gökyüzünden yağan, bembeyaz şeyle karşılaştığında da, yine beynindeki adresten aklına ‘KAR’ şekli ve mânası gelmektedir. 3 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bilimsel İnceleme… Görüyorsunuz, verilen bu örnek, Türkçe’de yazının şekli, telaffuzu ve mânası arasında mevcut olan, bu uyum ve ilişkinin aslâ vaz geçilemeyeceğini göstermektedir. İnceltme işâreti kalkmış olsa, yazının şekli ile telaffuz ve mânası arasındaki köprü yıkılır, beyinde sağlıklı bir mâna beliremez, kafa karışıklığı doğar. Dil, dil olmaktan çıkar, sonunda insanların anlaşmaları güçleşeceğinden ya da birbirlerini yanlış anlamaları çoğalacağından, toplum huzursuzluğa doğru sürüklenir. Onun için, birlik ve berâberliğin ilk şartlarından bir tânesi, dilin ve yazının bozulmasına engel olmaktır. İnceltme işâretinin kaldırılmasıyla bu gün, bizler bu sıkıntılarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu bocalamalardan, ana dili Türkçe olan bizler, biraz uğraşarak kurtulabiliyoruz. İşin içinden çıksak bile bu yakıştırmalar, şekil, mâna ve anlam arasındaki birlik bozulduğu için, dilimizin mükemmelliği ve olgunluğu bir yara almakta ve dolayısıyla beynimizi disiplinsizliğe ve kaypaklığa alıştırmaktadır. Bugün Yeryüzü’nün her tarafında, Türkçe’nin zor olduğundan bahsedilmektedir. Fakat onu ilk başta kendimizin zorlaştırarak, bir ‘aşûreye’ çevirdiğimizin farkında bile olamıyoruz! Bu yüzden fikirlerimiz bozulduğu gibi, birbirimizi doğru dürüst anlayamamız yüzünden, ilişkilerimiz, işlerimiz de bozulmuştur. Bir memlekette, dilin ve terminolojinin mükemmelleşmesi oranında, fikir ayrılıkları azalacak, insanlar, birbirlerini aynı oranda daha kolay anlayacaklar ve böylece birlik ve berâberlik daha kolay sağlanacaktır. Her milletin alfabesinde seslerin ya da bunların sembollerinin, pratik olarak, tek tek anlamları olmamasına rağmen, ayrı ve dağınık durumlarından bir bütün hâlinde meydana getirdikleri kelimelerin, beyinde, milletten millete göre, farklı birer mâna kazanmaları, öyle basit bir şey olmayıp, bu, Allah’ın (CC) varlığının bir delîlini meydana getirmektedir. Meselâ, ‘türk’ kelimesi, Türk Milleti’nin beyinlerinde bizim Milletimizi gösterirken, bir İngiliz’in beyninde hindiyi anlatmaktadır. Bu örnek de kelimelerin şekil, ses ve anlamları arasında ne derece bir ilişkinin varlığını da göstermiyor mu? İslâm’ın Şuuru İslâm’da, şuursuzluk ve sarhoşlukla bağdaştırılamaz. ‘İlim, bilim veyâ bilme’, dil ya da yazı ile anılan şeyin beyinde mâna kazanmasıdır. Mânanın kazanılmasının bir takım mertebeleri vardır. Bunun birinci mertebesi, şuur yâni bilinçtir. Başka bir ifâdeyle, şuurla anılan şey, beyinde ilk defâ bir mânaya kavuşur. Onun için, İslâm dininde şuurlu olmanın önemi büyüktür. İslâm şuursuzluk ve sarhoşlukla aslâ bağdaştırılamaz. Anılan şey, hâsıl olan mânanın tamâmında noksansız olarak belirdiği zaman, tasavvur doğar. Tasavvur, anılan şeyin zihinde şekillenmesi ve göz önüne getirilmesidir. Tasavvur, genel olarak rûha nakşedilir ki, buna, ezber ya da hıfz denir. Beyinle ilişkili çalışan ve makâmı kalpte olan, rûhun kazandığı ezber, şimdiki bilgiler çerçevesinde anlaşıldığına göre, elektrokimyasal olarak beyindeki nöron hücrelerinde saklanır. Bu, verinin (datanın) bilgisayarda hardiske (hâfızaya) saklanmasına benzer. Rûhun, beyinden alarak ezberi tekrar geri döndürmesi işlemine, hatırlama denmektedir. Hatırlamanın, rûhun Mutlak Gerçek’liğe dö4 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bilimsel İnceleme… nüş yüzü olan, vicdândaki (duygudaki) teşekkülü ‘zikr’i oluşturur2. Bu, bir bilgisayardaki datanın, bellekten alınarak anabelleğe konması, bir kitaplıkta raftaki kitabı alıp masa üzerine konmasına benzer. Yâni zikir de, bilgisayardaki datanın, bellekten alınarak ana-belleğe konması gibi bir işlemdir. Dikkat edilrse bu işlemlerde ruhun rolü çok büyüktür. İnsan ilimde ilerledikçe, şuur ya da uyanıklılık ve tasavvur artar, aynı oranda gaflet azalır. Gafleti az olan ise, az hatâ yapar. Hatâsı az olan bir hayat, insanı Cennet’e yaklaştırır. İslâm’ın, şuursuzluk ve sarhoşlukla, aslâ bağdaşmamasının sebebi budur. Demek ki, Cennet’i kazanmanın yolu, şuurlu, tasavvurlu ve vicdanlı bir ilimden geçmektedir. Tecellî Konusu ‘Tecellîlerin’ araştırılması konusu, 21. yüz yılın ilim adamlarının araştırma konularını meydana getirecektir. Bugünkü sosyal ve insanî sancılar, bunun ipuçlarını zâten vermeye başlamış bulunmaktadır… Algı Veyâ İdrak Mânalar, ne okunur, ne yazılır. Bunlar, beyindeki kimyevî ve fizikî olaylar sonunda ruhta oluşan, algılar ya da idraklerdir. Algıların maddî cephesi kimyevî ve fizikî olaylar oldukları hâlde, kendileri, ruhla ilişkili olduğundan, mânevîdir. Yâni, ölü bir insanın beyninde bu maddî olaylar meydana gelse bile, bunları algılayacak bir şey yoktur. O zaman bu olaylar, sâdece kimyevî ve fizikî olaylar olarak kalırlar ve bunları ancak üçüncü şahıslar isterlerse ölçebilirler. Ama onlar, kimyevî ve fizikî olayların mânevî yönüne vâkıf olamazlar. Bütün bu görüşlerden anlaşılmaktadır ki, konuşmalardaki mânaları ancak insanın rûhu algılayabilmekte ve işlemektedir. Mânalar ruhta, bunların sesleri beyinde işlenir. Okunan ve yazılanlar, bu mâna ve algıların seslere dönüştürülmesiyle elde edilen, dilin sembolleridirler. Yâni, ruhta beliren ruhî mânalarla, konuşulan dildeki kelimelerin sesleri ve şekilleri farklıdır. Meselâ, insandaki donanımlar aynı olduğu için, meydana gelen kimyevî ve fizikî olaylar benzer olduklarından, böyle bir olay, bir İngiliz ile bir Japon’unun ruhlarında, genel olarak aynı mânayı belirtir. Hâlbuki bu olayın seslere çevrilmesi istendiğinde, mânalara âit kelimelerin şekilleri (sembolleri-harfleri) İngilizce ve Japonca’da farklı farklı olacak, sonuçlar, dış dünyâya faklı dillerde yansıyacaktır. Bununla berâber, mânalarla kelimelerin ses ve şekilleri arasında, rûhun ayırdedebildiği, ihmal edilemeyecek ilişkiler vardır. Yukarıda da îzah edildiği gibi, sağlam ve güzel denilebilen fikir ve mânaların telaffuz şekilleriyle, seslerin (yazının) şekilleri arasındaki ilişki; ilim, fen ve özellikle psikoloji açısından, kapsamlı olarak incelenmelidir. O zaman görülecektir ki, mükemmel, sağlam ve güzel denilebilen, bu fikir ve mânaların telaffuz şekilleriyle, seslerin (yazının) şekilleri arasında öyle derin bir bağlantı ve kenetlenme vardır ki, dil denilen o telaffuzlar kaldırılırsa, fikir ve mânalardaki sağlamlık ve mükemmellikten eser kalmaz. 2 Hamdi Yazır, E. M. Aynı eser, Sayfa 203. 5 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bilimsel İnceleme… Bu bakımdan, seslerin, şekil, imlâ ve telaffuzların beyinde doğan mânalarla kenetlenmesinde, bu seslerin, ağız içinde çıktıkları yerlere (mahreçlere) bağlı olan, şiddet, ihfa ve frekans (kalın ve ince ses) gibi özelliklerinin önemi büyüktür. Dillerin mükemmelliklerinin, ‘KAR’ ve ‘KÂR’da olduğu gibi, telaffuz şekillerine, telaffuz şekillerinin, ‘KAR’ ve ‘KÂR’ın görünüşlerinde olduğu gibi, seslerin şekillerine bağlı olmaları, ruhla ruh dışı ya da özetle maddî ve mânevî olguların arasındaki ara yüzeyleri ilgilendiren, araştırma konularını meydana getirmektedir. Ruhlarda doğan mânaların her birinin bütün insanların beyinlerinde aynı kimyevî ve fizikî işlemlerle meydana gelmelerine rağmen, bunların değişik seslerle ifâdelerinden doğan çeşitli dillerin ortaya çıkması, yine Allah’ın (CC) düşündürücü başka bir tecellîsidir. Allah’ın (CC) insanlardaki bu tecellilerinin meydana gelişlerinin ve mâna-madde ara yüzeylerindeki dönüşüm mekanizmalarının araştırılmaları, 21. yüz yılın ilim adamlarının araştırma konularını meydana getirmektedir. Sonuç Tam dünyâlaşarak rûha inanmayıp, onu TIP alanından uzaklaştıran3, Batı teknolojisi, bu robotlaşmaktan kolay kolay vazgeçmeyeceğini, günümüzdeki tıbbî bâzı gelişme karşısındaki engellemelerinden anlaşılsa bile, 21. yüzyıl insanının, eninde sonunda, tabiatında gizli bulunan, ruhsal vicdanının nüksederek, doğal durumuna geri dönme mücâdelesi vereceğini umuyorum. 3 Temiz, M., Batı Tıbbı’nın Tıkanıklığı, Alındığı İnternet Elektronik Adresi, http://mtemiz.com/bilim/BATI%20TIBBI’NIN%20TIKANIKLIĞI.pdf YA DA http://mtemiz.com/bilim/BATI%20TIBBI’NIN%20TIKANIKLIĞI.docx, En Son Erişim Târihi: 29.06.2016. 6 YÜZ YILIMIZIN ARAŞTIRMA KONULARI Prof. Dr. Mustafa TEMİZ