akut serebrovasküler hastalıklar ve tiroid fonksiyon bozuklukları ilişkisi

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
II. Nöroloji Kliniği
Şef Doç.Dr.Hülya Tireli
AKUT SEREBROVASKÜLER
HASTALIKLAR VE TİROİD FONKSİYON
BOZUKLUKLARI İLİŞKİSİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. Banu YILDIRIM
İSTANBUL-2008
ÖNSÖZ:
Nöroloji uzmanlık eğitim sürem boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlanma
olanağına sahip olduğum, bilimselliğini ve girişimciliğini örnek aldığım, yanında
yetişmiş olmaktan gurur duyduğum, her türlü konuda yardım ve desteğini hissettiğim
çok değerli hocam ve klinik şefim Doç.Dr. Hülya Tireli’ye,
Nöroloji eğitimime katkıları olan şef yardımcımız Dr.Cihat Örken ve 1.Nöroloji klinik
şef yardımcısı Dr.Handan Mısırlı’ya,
Rotasyonlarım sırasında değerli mesleki bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım 3.
Dahiliye klinik şefi Dr.Refik Demirtunç’a, Psikiyatri klinik şefi Dr. Mecit Çalışkan’a,
Marmara Üniversitesi Çocuk Nörolojisi ABD başkanı Prof. Dr. Yüksel Yılmaz’a,
Tez danışmanım Dr. Figen Varlıbaş’a,
Birlikte çalışmaktan büyük keyif duyduğum uzman ve asistan arkadaşlarıma,
Kliniğimiz hemşire ve personeline,
Tüm eğitimim boyunca her zaman yanımda olan ve her türlü kararımda beni
destekleyen anne ve babama,
Sevgili oğullarım Ali ve Ömer’e sonsuz teşekkürler…
Dr. Banu Yıldırım
İstanbul, 2008
İÇİNDEKİLER:
GİRİŞ VE AMAÇ............................................................................1
GENEL BİLGİLER.........................................................................2
1. SEREBROVASKÜLER HASTALIKLAR.............................................2
2. TİROİD BEZİ VE TİROİD HORMONLARI........................................19
GEREÇ VE YÖNTEM..................................................................40
BULGULAR..................................................................................44
TARTIŞMA...................................................................................55
SONUÇLAR..................................................................................64
ÖZET.............................................................................................66
KAYNAKLAR..............................................................................68
GİRİŞ VE AMAÇ:
Serebrovasküler hastalıklar (SVH) tüm dünyada koroner kalp hastalıkları ve
kanserden sonra ölüm nedeni olarak üçüncü sırada, özürlülük ve sakatlık nedeni
olarak birinci sırada yer almaktadır.
Özellikle akut dönemde mortalite riskinin yüksek olması, hayatta kalan hastaların
önemli bir kısmında ise ağır fonksiyon kaybına neden olarak uzun süre yardım ve
bakım gerektirmesi nedeniyle iyi tanınması gereken bir hastalıktır.
İnme (stroke), SVH’yı takibederek ortaya çıkan bir klinik durumu, ani bir nörolojik
yetersizliği ifade eder ve lezyonun patolojisine göre iskemik ve hemorajik olarak
iki alt gruba ayrılır. Tüm inmelerin %60-80’ini iskemik infarktlar, %10-15’ini
intraserebral hemorajiler ve %3-10’unu subaraknoid kanamalar oluşturmaktadır.
Hastalığın oluşumunu kolaylaştıran, birbirinden bağımsız çok sayıda risk faktörü
bilinmektedir. Hipertansiyon (HT), kalp hastalığı (KH), atrial fibrilasyon (AF),
diyabetes mellitus (DM), hiperlipidemi kesinleşmiş risk faktörlerinden bir kaçıdır.
Tiroid fonksiyon bozuklukları ve serebrovasküler hastalıkları arasında ise
kesinleşmemiş
ilişkiler
sunulmaya
başlanmıştır.
Belirgin
hipertiroidide
kardiyoembolik inme doğrudan tirotoksik AF ile ilişkilendirilmiş olup, subklinik
hipertiroidide de AF insidansı artmaktadır. Belirgin hipotiroidinin özellikle HT,
hiperlipidemi ve hiperhomosisteinemi olmak üzere ateroskleroz risk faktörleri
ilişkili olduğuna dair yetersiz deliller mevcuttur. Subklinik hipotiroidide bu ilişkinin
kesinliği daha azdır.
Bu çalışmada hipertiroidi, hipotiroidi, subklinik hipertiroidi ve subklinik hipotiroidi
olmak üzere tiroid fonksiyon bozuklukları ile serebrovaskuler hastalıklar, inme
altgrupları ve risk faktörleri arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
1
GENEL BİLGİLER:
1. SEREBROVASKÜLER HASTALIKLAR
Serebrovaskuler hastalıklar (SVH), beynin bir ya da birden fazla kan damarının
katıldığı patolojik süreçler sonucu oluşan, ani başlangıçlı fokal veya global
nörolojik semptomlar olarak tanımlanır (8).
İnme, spesifik olarak SVH’ ya bağlı olarak gelişen, ani yerleşimli fokal nörolojik
bir sendromu ifade eder. SVH ise, kan damarlarını ilgilendiren patolojik bir süreç
sonucu beyinde oluşan tüm bozuklukları anlatmaktadır. Patolojik sürecin geniş
bir anlamı olup, lümenin emboli veya trombüsle tıkanması, bir damarın rüptürü,
damar duvarının permeabilite değişikliği, viskozite artışı veya kan içerisindeki
diğer değişiklikler sonucu oluşabilir (1).
Erişkin dönemin nörolojik hastalıkları arasında SVH, en sık ve en önemli hastalık
grubunu oluşturur. Genel olarak hastanede yatan nörolojik hastaların en az yarısı
bu tiptedir. Batı toplumlarındaki epidemiyolojik veriler, her yıl toplumların
%0,2’sinin inme geçirdiğini göstermektedir. Vakaların üçte biri bir yıl içerisinde
ölmekte ve bu oran inmeyi üçüncü ana ölüm nedeni yapmaktadır. Vakaların üçte
birinde inmeden dolayı değişik derecede sekeller kalmakta ve bu oran da inmeyi,
en fazla sakatlığa ve bağımlılığa yol açan hastalık kategorisine sokmaktadır
(1,3,6).
Son yıllarda başta HT olmak üzere düzeltilebilir risk faktörlerinin kontrol altına
alınması, görüntüleme yöntemleri ile erken dönemde doğru tanı konulması, inme
ünitelerinin sayısının artması ve yeni tedavi olanaklarının kullanımı sayesinde
SVH’ya bağlı ölüm oranında azalma olduğu bildirilmektedir(1).
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tanımlamasına göre inme; vasküler nedenler
dışında görünür bir neden olmaksızın, beyin kan akımının bozulması sonucunda
fokal veya global serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla
yerleşmesi ve bu bulguların 24 saat veya daha uzun sürmesi ile karakterize klinik
bir sendromdur. Bu tanımlamaya göre subaraknoid hemoraji (SAK) inmeye dahil
2
edilirken, subdural hematom, travma, enfeksiyon, tümör gibi nedenlere bağlı
infarkt veya kanama, serebral iskemiye bağlı geçici ataklar (GİA) tanımlama dışı
bırakılmıştır (2,3).
İnme epidemiyolojisi araştırılırken coğrafya, toplumların yaş, cinsiyet, ırk gibi
kendine ait özellikleri önemlidir. Epidemiyolojik araştırmalarda, hastalığın ne
oranda ölüme yol açtığı, insidans ve prevalansı ile inme tiplerinin frekansının
değerlendirilmesi gerekmektedir.
SVH’nın epidemiyolojisini incelemede en geçerli verilerden biri insidans olup,
belirli bir zaman periyodunda bir toplumda ortaya çıkan yeni inme olgularını ifade
etmektedir. Malmgren ve arkadaşları (1987), insidans çalışmalarında ideal
kriterleri “İnmenin tanımı iyi yapılmalı, GİA dışlanmalı, popülasyonda sınırlama
yapılmaksızın incelenmeli, incelemenin kayıtları iyi tutulmalı, ilk atak olmalı,
yaşlara göre insidans incelenmeli” şeklinde belirtilmiştir. Yapılan araştırmalarda
yaşlara göre 55–64 yaş arasında yıllık inme insidansı binde 1.7–3.6, 64–74 yaş
arasında binde 4.8–8.9,
75 yaş üzerinde binde 13.5–17.9 gibi değerlerde
verilmiştir. Kırkbeş yaşından önce inme insidansını tahmin etmek zordur, çünkü
tüm inmelerin %3-5’ini oluşturmaktadır. Nen-cini ve arkadaşları (1988) 15–45 yaş
arası inme insidansını yüzbinde 10 olarak bildirmişlerdir. Kadınlarda 55–64 yaş
arası inme insidansı erkeklere göre 2–3 kat daha azdır. 85 yaşa doğru bu fark
azalmaktadır (4) .
İnme prevalansı, belirli bir zamanda bir popülasyondaki eski ve yeni olgu
sayısının risk altındaki nüfusa bölünmesi ile elde edilen orandır. Bu oran yaşla
birlikte artmaktadır. Batı ülkelerinde inme prevalansı binde 8, Japonya’da binde
20’dir. Ülkemizde ise sağlıklı veriler yoktur (9).
Epidemiyolojik çalışmalar son 10 yılda özellikle kadınlarda belirgin olmak üzere
inmeden dolayı ölüm oranının düştüğünü göstermektedir (3). Bunun nedeni
olasılıkla sağaltım yöntemlerinin ve bakım koşullarının gelişmesidir (4). Akut
inmeli hastalarda yaş, prognozu belirleyen önemli bir faktördür. Ancak yaş
dışında eşlik eden risk faktörleri ve tekrarlayan inmeler prognozu etkileyen diğer
etmenlerdir. Tüm bunlara rağmen, inmenin seyrinde altta yatan patolojinin doğası
prognozu belirleyen en önemli faktördür. Ancak, acil servise gelen hastanın
3
etyolojisi ne olursa olsun, ilk dönemde inme ünitesinde izlenmeli, daha sonra
etyolojik araştırmalara yönelinmelidir. İnme sebebinin belirlenmesi ikincil
korumada önem kazanmaktadır.
Akut iskemik inmeli hastalarda ilk dönem için yapılacak tedavinin amacı,
mortalite, morbidite ve özürlülük oranını azaltmaktır (10,11).
SEREBRAL DOLAŞIM:
Beyin vücut ağırlığının %2’sini oluşturduğu halde metabolik olarak vücuttaki en
aktif organlardan biridir. Bu aktiviteyi sağlayabilmek için de zengin bir kan
akımına ihtiyaç duyar.
Beynin arteriel kan akımı, kökenlerini arkus aortadan alan başlıca dört arteriel
trunkustan sağlanır. Bu arterler beynin ön kısmında karotis sistemi ve arka
kısmında
vertebrobaziller
sistemi
oluştururlar.
Sağda
aortadan
ayrılan
brakiosefalik arter ana karotid ve subklavian arter dallarını verir. Solda ana
karotid ve subklavian arter direk olarak aortadan köken alır. Boyunda subklavian
arterlerin ilk dalı olarak ayrılan vertebral arterler posterior serebral sirkülasyonu
oluştururken, ana karotid arterden eksternal karotid arter ile birlikte ayrılan
internal karotid arter anterior serebral sirkülasyonu oluşturur. İnternal karotidlerin
dalları bazal ganglionlar, frontal ve parietal lobların tümü, temporal lobların lateral
kısımları ve internal kapsülün büyük bir kısmının kanını sağlarken, vertebral
arterlerin dalları ise, beynin alt-arka yarısında bulunan beyin sapı, orta beyin,
oksipital loblar, temporal lobların alt kısmı ve talamusun büyük bölümünün kanını
sağlarlar. Her majör arterin sulama alanı belirlidir ve bu alanlar arasında sınır
bölgeleri (watershed area) vardır.
Karotid ve vertebrobaziller sistem arasında gelişen anastomozlar sayesinde
özellikle bir arterde stenoz ya da oklüzyon gelişmesi durumunda, kanın beynin
tüm bölgelerine eşit dağılımı sağlanır. İlk bağlantı eksternal karotid arterle
vertebral arterler arasında, ikincisi orbital düzeyde, eksternal karotid ve internal
karotid arterler arasında oluşmakta, üçüncüsü ise, Willis poligonunu da içeren
grup olup, iki karotid sistemi bağlayan anterior kominikan arter ve vertebrobaziller
4
sistemle karotid sistemleri bağlayan posterior kominikan arterden meydana
gelmektedir.
Beynin arterlerinin seyri süperfisiyal ve penetrandır. Süperfisiyal olanlar
subaraknoid aralıkta seyreden internal karotid ve vertebrobaziller sistem ve
dallarıdır. Bu arterlerin otonomik afferentleri vardır ve penetran arterler için
gerekli perfüzyonu sağlarlar. Penetran arterioller korteks ve beyaz cevherde
vertikal ve horizontal seyrederek bölgesel otoregülasyonu sağlarlar. Bunların
önemli bir nöral desteği yoktur. Birbirleriyle bağlantıları da oldukça sınırlıdır. “End
arterler” de denilen bu küçük damarların tıkanması halinde sonuç iskemi ya da
infarkttır.
Normal serebral vasküler anatominin bilinmesi, serebrovasküler hastalıkların
lokalizasyonunu anlamak açısından çok önemlidir (2,13,33).
İNME FİZYOPATOLOJİSİ:
Erişkinlerde kardiyak outputun yaklaşık olarak beşte bir kadarı beyne gider.
Dakikada 1000 ml. civarında olan bu kanın 800 ml.’si karotis sistemiyle, geri
kalanı ise vertebrobaziller sistemle taşınır. Böylece akciğerler tarafından abzorbe
edilen oksijenin %20’si beyin tarafından kullanılır (13). Bir dakikada 100 gr. beyin
dokusuna gelen kan miktarına bölgesel serebral kan akımı (BSKA) denir. BSKA,
bölgesel serebral perfüzyon basıncının (BSPB), bölgesel serebral vasküler
rezistansa (BSVR) oranıyla belirlenir. Normalde BSPB, serebral arteriel basınçla
venöz basınç arasındaki farktan (arteriel basınç- venöz basınç) elde edilir.
Genelde venöz basınç düşük olduğundan ihmal edilir ve BSPB sistemik arteriel
basınca yaklaşık bir değerdir. Normal koşullarda BSPB sabit olup, BSKA’daki
değişiklikler BSVR’deki değişimlere bağlıdır.
Serebral vasküler resistansı (SVR) belirleyen serebral arterlerin yarıçaplarının
değişmesi birçok faktörle meydana gelir. Bunlardan potasyum ve hidrojen
iyonları, güçlü kimyasal vazodilatasyon yaparken, parsiyel arteriyel karbondioksit
basınç (PaCO2) artışı vazodilatasyona, düşmesi vazokonstriksiyona yol açar.
Diğer bir güçlü serebral vasküler rezistans belirleyicisi de arteriyel oksijen
5
içeriğidir. Parsiyel arteriyel oksijen basıncındaki (PaO2) değişiklikler veya
hematokrit oynamaları, oksijen taşınımı sabit kalacak şekilde serebral vasküler
rezistansta kompansatuvar değişikliklere neden olurlar(4).
Sistemik arteriel basıncın, herhangi bir nedenle belli bir düzeye kadar düşmesi
düz
kaslar
üzerine
bir
etkiyle
vazodilatasyona,
yükselmesi
ise
vazokonstrüksiyona neden olmaktadır. Bu olay serebral otoregülasyon olarak
adlandırılır. Serebral otoregülasyon ortalama arteriel basıncın 70-160 mmHg
arasındaki
değişikliklerinde
işler,
bu
limitleri
aşan
hipotansiyon
ve
hipertansiyonda ise yetersiz kalır (12,15).
Serebral kan akım hızı gri maddede (70–80 ml/100gr beyin dokusu/dk), beyaz
maddeden (30 ml/100 gr/dk) daha yüksek olup normal şartlarda ortalama 50–55
ml/100 gr/dk düzeyindeki serebral kan akımı, hassas bir regülasyonla sabit
olarak tutulur. Kan akımı 20 ml/100gr/dk üzerinde olduğu sürece beyin
metabolizması ve fonksiyonlarında bir değişiklik olması beklenmez. Ancak bu
düzeyde kortikal nöronal fonksiyonlar etkilenir ve EEG’de yavaşlama görülür. Bu
düzeyin altına düştüğünde, beynin elektriksel aktivitesi yetersiz kalır ve nörolojik
semptomlar ortaya çıkmaya başlar. 15 ml/100 gr/dk altında geri dönüşümsüz
beyin hasarı oluşur (12,15).
Serebral infarkt temel olarak iki patolojik süreçten oluşur:
1- Vasküler tıkanmaya sekonder olarak beyin dokusunun oksijen ve
glikozdan mahrum kalması.
2- Enerji üreten süreçlerin çökmesi nedeniyle gelişen ve sonunda hücre
membranının parçalanmasına yol açan bir dizi hücresel metabolizma değişikliği.
Vasküler Faktörler:
İskemik inmenin merkezinde infarkt bölgesi bulunur. Hücre içindeki ve dışındaki
su birikimine bağlı olarak nekrotik doku hızla şişer.
Gelişen ödemin nedeni
oksijen eksikliğidir. İskeminin sonuçları, yani fonksiyonel ve reversibl mi yoksa
yapısal ve irreversibl mi olacağı iskeminin derecesi ve süresine b ağlıdır(1).
Arterin tıkanmasına bağlı önce sitotoksik ödem, sonra vazojenik ödem (iskemik
beyin ödemi) oluşur. Sitotoksik ödem akut iskemiden dakikalar ve saatler sonra
6
gelişir ve reversibl olabilir. İsskemik ödem inmeden 24–72 saat sonra gelişir ve
giderek artar ve beş gün dolayında maksimuma ulaşır(15).
Beyin kan akımının tamamen durması, saniyeler içinde nöronal elektriksel
aktivitenin kesilmesine ve birkaç dakika içinde enerji durumunun ve kan
homeostazının bozulmasına yol açar. Böylece yüksek enerjili fosfatlar tükenir ve
membran iyon pompası iflas eder. Potasyum hücre dışına, sodyum, klor,
kalsiyum ve su hücre içine girerek membran depolarizasyonu oluşur. ATP ve
fosfokreatinin kaybı, sodyum-potasyum transport sisteminin iflası reversibl olduğu
için irreversibl yıkım oluşmayabilir. ATP kaybını beyin hücreleri bir saat kadar
tolere edebilir. Oksijen yokluğu nedeniyle laktat ve hidrojen iyonları birikmeye
başlar. Hidrojen iyonları demire bağlı serbest radikal oluşumunu başlatır ve
astroglial zedelenmeyi artırır.
İskemik nöronda kalsiyumun hücre içine girmesi zedelenmeyi artırır. Kalsiyum
fosfolipazı aktive ederek membrana bağlı gliserofosfolipidlerin serbest yağ
asitlerine hidrolizine ve sonuçta diğer membran lipidlerinin serbest radikal
peroksidasyonuna
neden
olur.
Ayrıca
kalsiyum,
proteaz
enzimlerinin
aktivasyonuna neden olarak proteinlerin lizisine ve nitrik oksit sentetazın
aktivasyonuyla serbest radikallerin çıkmasına neden olur(1,15,16).
İskemi sonrası ürünlerden biri olan ve hasarlı endotelden salınan endotelin, güçlü
bir vazokonstriktör maddedir. Platelet aktivatör faktör (PAF), endotelden veya
trombositlerden salınabilir, direkt nörotoksik etkiyle vazokonstriksiyon yapar (15).
Metabolik Faktörler:
Krebs siklüsünün glikolitik ara ürünlerinden gelişen eksitatör nörotransmitterler,
özellikle glutamat ve aspartatın rolleri ilgi odağı haline gelmiştir. İnvivo ve invitro
çalışmalar, glutamata bağlı membran kanallarının hücre zedelenmesinden direkt
sorumlu olduğunu göstermiştir. İskemide glutamat salınımı fazlalaşmakta,
glutamat nöronları uyarararak sodyum ve kalsiyumun hücre içine geçişine neden
olmaktadır. Bunun sonucunda nörotoksik etkisiyle iskemik hasarı artırmaktadır
(1,15).
7
Günümüzdeki
glutamat
reseptörünün
blokajı
yoluyla
infarkt
genişliğini
sınırlamaya yönelik tedavi girişimleri, özellikle iskemik koşullarda açılarak nöron
ölümüyle sonlanan bir dizi hücresel olayı tetikleyen NMDA (N-metil D-aspartat)
reseptörlerini hedef almaktadır. Glutamat veya NMDA bu etkilerini ya direkt
nörotoksik etkiyle ya da hipoksi- aglisemi zedelenmesiyle yapmaktadırlar (15).
Serebral Reperfüzyon Hasarı:
Global veya fokal serebral iskemi sonrası parenkimal dokunun hasarı, iskemi
sırasındaki kan miktarına ve iskeminin süresine bağlıdır. İskemiye uğrayan doku,
belirli bir süre sonra reperfüze olduğunda, dokular normal fonksiyonlarına
dönebilir. Ancak, hasarlanmış dokuyla kan karşı karşıya geldiğinde yeni hasarlar
veya infarkt gelişebilir. Kan akımı normalleşmesi sırasında oluşan hasarlanmaya,
reperfüzyon hasarı denir. Hasar, oksiradikal ve lipid peroksidasyonu ürünleri ile
gelişebilir (1,15,16).
Akut iskemik olaylarda, infarktın geliştiği ağır iskemik çekirdeği çevreleyen
kollateral dolaşımın sağladığı, rezidüel serebral kan akımı nedeniyle akut hücre
nekrozunun görülmediği bir alan vardır. Nöronların elektriksel olarak sessiz
olduğu,
ancak yapısal bütünlüğün korunduğu bu bölge penumbra olarak
adlandırılır.
Beyin
kan
akımı
tekrar
sağlandığında
potansiyel
olarak
kurtarılabileceği öne sürülmektedir (12,63).
İNME SINIFLANDIRMASI:
İnme etyolojisine göre ilk sınıflandırmalar genellikle lezyonun patolojisine göre
yapılmış ve tüm inmeler iskemik ve hemorajik olmak üzere iki ana gruba
ayrılmıştır.
Daha
sonraki
çalışmalarda
ileri
nöroradyolojik,
kardiyolojik,
hematolojik ve biyokimyasal tetkiklerin kullanılmasıyla lezyonun patolojisiyle
birlikte, lokalizasyonu ve oluş mekanizması göz önüne alınarak sınıflandırmalar
yapılmıştır. Buna göre inme sınıflaması şöyledir:
8
A. İnme tipine göre
B. Mekanizmalarına göre
C. Klinik gidişe göre
D. Arter alanına göre
E. Klinik kategorilerine göre
A.İnme Tipine Göre:
1) İskemik inme
2) Hemorajik inme
Tüm inmelerin % 80-85’i serebral infarkt, arter tıkanması , %10-15’i intraserebral
hemoraji, %6-8’i ise subaraknoid kanama sonucu oluşmaktadır.
Arterial veya venöz kanın, ani olarak beyin dokusu içine geçişi ile ortaya çıkan
klinik tabloya intraserebral hemoraji adı verilir. İskemik inmelerden daha az
görülmekte, ancak majör dizabilite ve ölüm oranı iskemik inme ve SAK’tan daha
yüksek seyretmektedir. Klinik tablo, hematomun kitlesi ve lokalizasyonu ile
yakından ilişkilidir. ICH gelişen hastaların %35-52’si ilk bir ay içinde ölmekte ve
bu ölümlerin yaklaşık yarısı ilk iki gün içinde gerçekleşmektedir. Bu hastalarda
nörolojik kötüleşme nedenleri arasında özellikle serebral ödem ve hematomda
genişleme yer almaktadır. Spontan ICH’nin monofazik bir olay olduğunu ve
yeniden aktif kanamanın olmadığını iddia eden çalışmaların yanı sıra, özellikle
erken dönemde yapılan kontrol BT’lerinde hematom genişlemesini gösteren
çalışmalar da vardır ( 4,14,17).
Yaş ve HT en önemli nedenleridir. Erkeklerde kadınlara oranla daha sık görülür.
Siyahlarda görülme insidansı beyazlara oranla daha yüksektir. Serebral amiloid
anjiopati, yaşlılardaki lober ICH oluşumunu artıran bir nedendir. Vasküler
malformasyonlar, rüptüre anevrizma, koagülasyon bozuklukları, antikoagülan ve
trombolitik ajanların kullanımı, serebral infarkt ve tümör içine kanama, madde
kötüye kullanımı diğer nedenlerdir.
ICH’yol açan nedenler;
anatomik,
hemodinamik, hemostatik ve diğer nedenler olarak dört ana kategoriye ayrılabilir
9
(Tablo 1) ve anatomik olarak yerleşim yerlerine göre görülme sıklıkları
değişkendir (Tablo 2).
Tablo 1: İntraserebral Hemoraji Nedenleri:
1.Anatomik faktörler:
Serebral kan damarlarının malformasyonu ve değişiklikleri
Küçük damarların lipohiyalinozisi veya mikroanevrizması
Serebral ve dural AVM
Amiloid anjiopati
Sakküler anevrizmalar
İntrakranial venöz trombozlar
Mikroanjiomlar
Septik arteritis ve mikotik anevrizmalar
Moyamoya sendromu
Arteriel diseksiyonlar
Karotikokavernoz fistüller
2. Hemodinamik faktörler:
Arteriel HT
Migren
3. Hemostatik nedenler:
Antikoagülan veya antitrombosit ilaç kullanımı
Hemofili
Lösemi ve trombositopeni
4. Diğer nedenler:
İntraserebral tümörler
Alkol, amfetamin, kokain ve diğer sempatomimetik kullanımı
Vaskülit
10
Tablo 2: İntraserebral Hemorajilerin Yerleşimleri ve Sıklıkları
Kanama lokalizasyonu
Görülme yüzdesi
Bazal ganglion: putamen, lentiküler nükleus, kapsüla
interna ve globus pallidus
%50
Talamus
%15
Pons
%10–15
Serebellum
%10
Lober (serebral beyaz madde)
%10–20
B. Mekanizmalarına Göre:
1) Trombotik infarkt
2) Embolik infarkt
3) Hemodinamik infarkt
Trombotik infarkt, genellikle bir aterosklerotik plak üzerine bir tromboz
eklendiğinde gelişir. Embolik infarkt, bir emboli ile arterin tıkanması neticesinde,
distalinde kan akımı yeterli olmadığında meydana gelir. Hemodinamik infarkt ise,
en sık olarak beynin bir bölümünün kanını sağlayan, proksimal arterin tıkanma ya
da ağır stenozunda ve global serebral perfüzyonun kritik düzeyde azalmasında,
kompansatuar kolleteral kan akımının yetersiz olduğunda oluşmaktadır (15).
C. Klinik Gidişe Göre:
1) Tamamlanmış inme
2) İlerleyen inme
11
D. Arter Alanına Göre:
1) Total anterior sirkülasyon infarktları (TACI)
2) Parsiyel anterior sirkülasyon infaktlerı (PACI)
3) Laküner infarktler (LACI)
4) Posterior sirkülasyon infarktları (POCI)
Bamford ve arkadaşları 1991 yılında, klinik bulguları ön planda tutarak bir
sınıflandırma yapmışlardır.
TACI; yüksek kortikal fonksiyon bozukluğu (disfazi, diskalkuli, vizospasyal
bozukluk gb.), homonim hemianopsi ve motor-duyusal defisit bulgularının bir
arada olmasıdır.
PACI; üç TACI komponentinden ikisi veya tek başına yüksek kortikal fonksiyon
bozukluğu veya sınırlı kontraleteral motor/duyusal defisitin varlığını içerir.
LACI; pür motor inme, pür duyusal inme, ataksik hemiparezi ve dizartri-beceriksiz
el sendromu bu grupta yer alır.
POCI; Wallenberg sendromu, serebellar infarkt, sınırlı beyin sapı tutulumu, geniş
beyin sapı tutulumu, baziller tepe sendromları, iyi tanımlanamayan posterior
sirkülasyon sendromları bu grupta yer alır.
Bu sınıflamaya göre BT ve MR normalken bile olgular klinik olarak
değerlendirilebilmektedir. Ancak bu sınıflandırmada potansiyel etyolojiye yer
verilmemiştir (5).
E. Klinik Kategorilerine Göre:
1) Geniş arter aterosklerozu (tromboz veya emboli)
2) Kardiyoembolizm
3) Küçük damar oklüzyonu (lakün)
4) Diğer belirlenen etyolojiler
5) Sebebi belirlenemeyenler
12
1993 yılında yayınlanan TOAST “Trial of Org 10172 in Acute İnme Treatment”
çalışmasında kullanılan bu sınıflandırma, klinik bulguların yanı sıra etyolojiye de
yer verdiğinden günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır(1,2,38).
1.Geniş arter aterosklerozu: Tüm iskemik inmelerin %50’si geniş arter
aterosklerozuna bağlıdır. Bu durum özellikle ekstrakranyal ve daha nadir olarak
intrakranyal damarlarda ve bunların bifurkasyon bölgelerinde, yıllar içerisinde
gelişen aterom plaklarının stabilizasyonlarının bozulmasıyla gelişen trombozlara
bağlı olarak meydana gelir. Ortaya çıkan aterotrombotik lezyon, damarın stenozu
veya oklüzyonuna yol açtığı gibi, hemodinamik mekanizmalarla, daha distal sınır
bölgelerinde (watershed area) infaktlara da yol açabilir. Yine aterotrombotik
lezyondan kopan trombosit, kolesterol gibi bazı parçaların arterden artere
embolizm mekanizması ile distal arterleri tıkaması mümkündür.
Bilgiisayarlı beyin tomografisi (BT) ve kranyal manyetik rezonans görüntüleme
(MRG)’ de bir arter alanına veya dalına uyan, 1.5 cm’den büyük infarktlar,
hemodinamik mekanizmaya bağlı olanlarda ise sınır bölge infarktları göze çarpar.
2.Kardiyoembolizm: Tüm iskemik inmelerin %15-20’sini oluşturur. Gençlerde bu
oran %35’lere çıkmaktadır. Arteriyel oklüzyonun sebebi, kalpten kaynaklanan
embolilerdir. Başlıca klinik bulgular, ani gelişen, bazen bilinç bozukluğunun eşlik
ettiği inmelerdir. BT veya MR’de, bir arter alanına uyan geniş kortikal infarktlar
görülmekle birlikte, değişik vasküler alanlarda birden fazla lezyonun varlığı veya
sistemik embolizm ayırıcı tanıda yol göstericidir. Emboliye yol açan kalp
hastalıkları, “yüksek riskli” ve “düşük riskli” olmak üzere alt gruplara ayrılmıştır
(Tablo 3).
13
Tablo 3: Kardiyoembolizm açısından düşük ve yüksek risk oluşturan
durumlar
Yüksek Riskli Durumlar
Düşük Riskli Durumlar
Mekanik protez kapak
Miyokard infarktüsü (MI) (<6 ay)
Valvüler atriyal fibrilasyon (AF)
Sol ventriküler anevrizma
Non-valvüler AF
Sol ventriküler hipokinezi
Miyokard infarktüsü (<4 hf)
Mitral stenoz
Sol ventriküler akinezi
Mitral anulus kalsifikasyonu
Enfektif endokardit
Biyoprotez kapak
Hasta sinüs sendromu
Konjestif kalp yetmezliği
Dilate kardiyomiyopati
Atriyal septal defekt
Sol ventriküler trombus
Atriyal septal anevrizma
Sol atriyal trombus
Patent foramen ovale
Sol atriyal miksoma
Mitral valv prolapsusu
Atriyal flutter
3.Küçük damar oklüzyonu (laküner infarktlar): Genellikle hipertansiyon veya
diyabeti olan yaşlı hastalarda ortaya çıkan bu inme tipi, tüm iskemik inmelerin
%25’ini oluşturur. Büyük serebral arterlerin, küçük penetran terminal dallarının
oklüzyonu sonucunda oluşurlar. Artmış arteriyel basınç, küçük penetran arter
duvarında yavaş ilerleyen bir hasara yol açmaktadır. Bu arteriopatiye
“lipohiyalinozis” adı verilir.
4. Diğer belirlenen etyolojiler: Bu grupta Santral Sinir Sistemi (SSS)’nin primer
ve sekonder vaskülitleri, CADASIL ve serebral amiloid anjiopati gibi nadir küçük
damar hastalıkları, konjenital damar hastalıkları, mitokondriyal hastalıklar, travma
14
ve diseksiyon ile kan hastalıkları yer alır. Tüm iskemik inmelerin %5’inden azını
oluşturur.
5.Sebebi belirlenemeyenler: Ayrıntılı tetkiklere rağmen etyolojisi bulunamayan
serebral infarktlarla, yeterli tetkik edilemeyen vakalar bu grupta yer alır. Ayrıca
yapılan tetkiklerde birden fazla etyolojik faktör bulunan vakalar da bu grupta
değerlendirilir.
İNMEDE RİSK FAKTÖRLERİ:
Diyet, yaşam tarzı, alışkanlıklar, değişen sosyoekonomik faktörler ve çevresel
koşullar inme insidansının toplumlar arasındaki farklılığını açıklamaktadır.
Homeostatik sistemdeki bozukluklar da en az çevresel faktörler kadar önemlidir
(10). İnme risk faktörleri aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir:
1.Değiştirilemeyen Risk Faktörleri:
a)Yaş: Yaş ilerledikçe inme riskinin arttığı bilinmektedir. 55 yaşından sonraki her
dekatta bu risk iki kat artmaktadır.
b)Cins: İnme erkeklerde, kadınlara göre daha fazla görülmekle birlikte,
kadınlarda inme nedenli ölüm hızı daha yüksektir.
c)Irk: Zencilerde, Çinlilerde ve Japonlarda inme insidansı, beyazlara göre daha
yüksektir.
d) Aile öyküsü: Benzer yaşam tarzları, beslenme alışkanlıkları yanı sıra bazı
herediter özellikler aile öyküsünün risk faktörü oluşunda rol oynayabilir.
Monozigot ikizlerde inme riski, dizigot ikizlere göre daha yüksektir. Ancak son
zamanlarda yapılan çalışmaların sonucunda ortaya çıkan bulgular, inmenin
genetik temeli olmakla birlikte, tek bir “inme geni” nin sorumlu olmadığını,
çevresel faktörlerle ilişkinin önemli olduğunu göstermiştir (4,10).
15
2. Değiştirilebilir Risk Faktörleri:
I. Kesinleşmiş Risk Faktörleri:
a) Hipertansiyon: HT, toplumda prevalansı en yüksek olan, hem serebral infarkt,
hem de intraserebral hemoraji için en önemli risk faktörüdür. Bir bireyde sistolik
ve/veya diyastolik kan basıncının yüksekliği, hemorajik, tromboembolik, laküner
ve GİA riskinin de artması ile birliktedir (18,19,20). Kan basıncı hem birincil, hem
de tekrarlayan inmelerde rol oynar. Kan basıncı düşürülmesi ise, özellikle birincil
inme gelişme riskini azaltmaktadır (21).
b)Diabetes mellitus (DM), hiperinsülinemi ve glukoz intoleransı: Çeşitli
çalışmalarda diyabetin, iskemik inme riskini 2-6 kat arttırdığı gösterilmiştir.
Hemorajik inme riskinde ise değişiklik görülmemiştir. Ciddi kan şekeri kontrolü ile
izlenen hastaların, mikrovasküler komplikasyonlarında azalma gözlenirken, inme
riskinde bir düşme görülmemiştir (22,23).
c) Kalp Hastalıkları (KH): İskemik inmelerin %20’si kardiak embolizme bağlıdır.
Gençlerde, kriptojenik inmelerin %40’ında potansiyel kardiak emboli kaynağı
mevcuttur. Gençlerdeki en önemli embolijenik kalp hastalıkları, AF ile birlikte ya
da yalnız olarak görülen mitral stenoz, kapak replasmanı, infektif endokardit, tek
başına veya interseptal anevrizma ile birlikte olan patent foramen ovale, kardiak
tümörler,
mitral
regürjitasyon,
mitral
valv
prolapsusu
ve
dilate
kardiyomiyopatilerdir. Orta yaş ve üzerinde ise, en sık görülen kardioemboli
sebebi MI’dır. MI’dan sonra inme gelişme riski ilk iki hafta içerisinde yüksek olup,
ileri yaş ve ventriküler disfonksiyon riski artırmaktadır. İleri yaşta ise en sık
kardiyojenik emboli riski taşıyan hastalık nonvalvüler AF (NVAF)’dir. Bu
hastalığın görülme sıklığı yaşla birlikte artmaktadır (24).
d) Hiperlipidemi: Total kolesterol ve düşük dansiteli lipoprotein (LDL) yüksekliği
ateroskleroz ile ilişkilidir. Yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeyinin düşük
oluşu koroner kalp hastalıkları ile ilişkiliyken, SVH ile ilişkisi çok açık değildir.
Honolulu Heart Program çalışmasında, kolesterol düzeyindeki artışın, hem
koroner arter hastalığı, hem de tromboembolik inme riskini artırdığı gösterilmiştir.
16
Ekstrakraniyal Doppler USG kullanılarak yapılan çalışmalarda da, kolesterol
seviyesi ile karotis intima- media kalınlığının paralellik gösterdiği saptanmıştır
(4,15).
e) Sigara: Tüm inmeler için oldukça önemli bir risk faktörü olup, yapılan
çalışmalarda iskemik inme için relatif riski %1.8- 6 olarak bulunmuştur. Risk,
sigaranın bırakılmasından 5 yıl sonra içmeyenlerin düzeyine inmektedir. Sigara
dumanına maruz kalanlarda da risk %1.2 bulunmuştur (4).
f) Asemptomatik karotis stenozu: %50’den fazla asemptomatik karotis
stenozu, 65 yaş üzeri erkeklerde %7-10, kadınlarda %5-7’dir. Çeşitli çalışmalarda
ipsilateral inme riski, %1-2 olarak bulunmuştur. Stabil darlıklara göre, hızla
progresyon gösteren darlıklarda risk daha yüksektir.
g) Orak hücreli anemi: Bu hastalarda 20 yaşına kadar inme prevalansı %11’dir.
Sık kan transfüzyonu uygulananlarda ise, riskin %1’lere düştüğü saptanmıştır.
II. Kesinleşmemiş Risk Faktörleri:
a) Alkol kullanımı: Kronik alkol kullanımı tüm inmeler için risk faktörüdür. Alkol,
HT, hiperkoagülabilite ve kardiyak aritmilerde artışa yol açar. Sürekli ve fazla
miktar alkol alımı, anevrizmal ve nonanevrizmal intraserebral kanamalarda 3 kat
artışa yol açmaktadır (4).
b) Obezite: Obezite, tüm yaş gruplarında ve her iki cinste, kardiovasküler
hastalıklar, HT ve DM için risk faktörüdür. 47-55 yaşları arasında, 7402 sağlıklı
kişinin 28 yıl boyunca izlendiği bir çalışmada, orta yaşa, vücut kitle indeksindeki
artışın, iskemik inme için bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir.
c) Beslenme alışkanlıkları: Diyetteki yağ miktarı, çeşidi ve balık tüketimi ile
koroner arter hastalıkları arasında ilişki bulunmakla birlikte, inme ile ilişikileri
halen çelişkilidir (4).
d) Fiziksel inaktivite: Çeşitli çalışmalarda düzenli düzenli fiziksel egzersizin
inme riskini azalltığına dair veriler mevcuttur. Bu azalma, obezite, HT,
hiperlipidemi gibi diğer risk faktörlerinin azaltması yanı sıra, plazma fibrinojen
17
düzeyinin azalması ve plazma tPAve HDL kolesterol düzeyinin artışına bağlı
olabilir (4).
e) Hiperhomosisteinemi: Homosistein düzeyi yüksekliğinin aterosklerotik ve
tromboembolik olaylar için modifiye edilebilir ve bağımsız bir risk faktörü olduğu
gösterilmiştir. Boysen ve arkadaşlarının 2003’ te yayınlanan bir çalışmasında,
1039 hastanın 15 aylık takibinde, total homosistein ile rekürrens arasında anlamlı
bir ilişki bulunmuştur (4).
f) İlaç kullanımı ve bağımlılığı: Amfetamin, kokain ve eroin gibi bağımlılık yapan
maddelerin hem hemorajik, hem de iskemik inmeye yol açtığı bilinmektedir. Bu
maddelerin etkinliği multifaktöriyel olup, ani kan basıncı yükselmesi, vaskülit ve
hematolojik bozukluğa yol açmaları önde gelen inme nedenleridir (4).
g) Hormon tedavisi: Oral kontraseptiflerin inme riski, içeriklerindeki estradiol ile
ilişkilidir. Estradiol trombositler ve koagülasyon faktörlerini etkileyerek tromboza
eğilimi artırmaktadır. 50 mikrogramdan fazla estradiol içeren ilk jenerasyon
ilaçlarda bu risk yüksektir. Son zamanlarda kullanılan kombine ve düşük
estradiollü ilaçlar riski hafif artırmaktadır (25).
h) Hiperkoagülabilite: Hiperkoagülabiliteye yol açan trombofililer (protein C ve S
eksikliği, faktör V Leiden mutasyonu gibi) öncelikle venöz trombozlara yol
açmakla birlikte, iskemik inmelere de neden olabilir.Özellikle çocuklar ve genç
erişkinlerde tekrarlayıcı inmelere neden olan bir diğer hastalık, antifosfolipid
antikor sendromudur (1).
I) İnflamasyon: İntersellüler adezyon moleküllerinin aterosklerozlu bölgede,
endotel tarafından eksprese edilmesi ve endarterektomi preparatlarında aktive T
lenfositleri
ve
destabilizasyonu
makrofajların
ve
bulunması,
semptomların
akut
ortaya
inflamatuar
çıkışını
cevabın
plak
kolaylaştırdığını
düşündürmektedir (4).
j) Migren: Migren spesifik bir nörovasküler disfonksiyonel hastalıktır ve özellikle
migrenli genç bayanlarda iskemik inme sıklığının arttığı tesbit edilmiştir. Bu da
migrenin iskemik inme için bir risk olma olasılığını akla getirmiştir. Yapılan
çalışmalarda özellikle auralı migren ile inme arasında ilişki olduğu saptanmıştır
(26).
18
2. TİROİD BEZİ VE TİROİD HORMONLARI
Tiroid bezini ilk tanımlayan ikinci yüzyılda Galen olmuştur. Beze tiroid adını veren
ise 1656 yılında bez üzerine ilk monografı yazan Thomas Wharton’ dur.
Tiroid bezi boynun alt kısmında, trakeanın anterior yüzünde, larinksin hemen
aşağısında, tiroid ön grup kaslarının arkasına yerleşmiştir. İstmus ile birbirine
bağlanan sağ ve sol loplardan oluşur ve erişkindeki ağırlığı 15–20 gram kadardır.
Büyüklüğünün belirlenmesi tiroid fonksiyonlarının değerlendirilmesinde önem
taşır (27,46).
Tiroid bezi, superior ve inferior tiroid arterlerinin oluşturduğu zengin bir damar
ağına sahiptir. Bezin mikroskobik görüntüsü, zengin bir bağ doku ile bu dokunun
içine yerleşmiş sferik foliküllerden oluşmaktadır. Foliküler yapı çoğunlukla kübik
epitel hücrelerinden oluşur. Bu hücrelerin boyu, metabolik aktivite ile değişir,
metabolik aktivite arttıkça arttıkça boyları da uzayarak prizmatik görünüm
kazanır.
Foliküllerin içi temelde tiroglobulin moleküllerinin oluşturduğu aköz
protein yapıda kolloidle doludur. Foliküller arasında ise nöroektodermal orjinli,
ana fonksiyonu kalsitonin üretimi olan C hücreleri yer alır (46).
Tiroid Hormonlarının Sentezi ve Salgı Mekanizması:
Tiroid hormonları tirozin amino asitine iyot bağlanması ile oluşurlar. Bezin en
fazla sentezlenen hormonu tiroksin (T4), en etkin hormonu ise triiyodotironin (T3)
dir. Tiroksinin etkinliği çok şüpheli bulunmakta ve birçok araştırıcıya göre T3’ün
ön maddesi olarak görülmektedir. Tiroid bezinin salgıladığı başlıca tiroid hormonu
T4’tür. Plazma total T3’ünün sadece %20’si tiroid bezi tarafından salgılanmakta
olup, geri kalan %80’lik kısım ise periferde T4’ün deiyodinizasyonu sonucu
oluşur.
Organizmaya gereken miktarda tiroid hormonunun yapımı, uygun miktarda dış
kaynaklı iyodun bulunmasına bağlıdır. Plazmadaki T3 ve T4’ün büyük bir kısmı
proteinlere bağlı olarak dolaşırlar. Daha küçük bir kısım ise serbest durumdadır.
Hücre içine girip biyoaktivite gösteren yalnızca serbest fraksiyonlardır. Tiroid
19
stimulan hormon (TSH) ile karşılıklı birbirini ayarlama da yine bu serbest
hormonlar tarafından gerçekleştirilir.
Vücutta metabolik olayların sürekliliği için, tiroid hormonlarının kontrollü olarak
devamlı salgılanması gerekir. Kontrol mekanizması öncelikle hipotalamushipofiz-tiroid aksından geçer. Bezin içsel otokontrol sistemi, bezdeki organik
iyodun konsantrasyonu ile regüle edilir. Bunun dışında limbik sistem aracılı
hipotalamik uyarılar, hipofiz bezindeki nörohumoral değişimler, atmosferik ısı
değişimleri gibi çevresel faktörler ve tiroid hormonlarının salgılanmasında etken
pek çok faktör sıralanabilir (27).
Tiroid hormonları dolaşımda 3 çeşit ‘’taşıyıcı protein’’ ile taşınırlar.
1. Tiroksin bağlayan globulin (TBG); plazmada en düşük konsantrasyonda
bulunmasına karşın T3 ve T4’e afinitesinin yüksek olması nedeniyle dolaşımdaki
hormonların %70’ini taşır.
2. Tiroksin bağlayan prealbumin (TBPA); bugün
“Transthyretin’’ olarak
isimlendirilen protein plazmada orta derecede konsantrasyonda bulunur. T4’e
ilgisi T3’e oranla daha yüksek olduğundan, dolaşımdaki T4’ün %20’sini taşırken
T3’ü hemen hiç bağlamaz.
3. Albümin: T4ve T3 için düşük afiniteye sahip olmasına rağmen plazma
konsantrasyonunun yüksek olması nedeniyle T4’ün %10’u ve T3’ün %30’unu
taşır.
Tiroid bezinin hormon sentezlemesi, depolaması ve salgılaması hipotalamushipofiz-tiroid bezi ekseni içinde sıkı kontrol altındadır. Tetikleme olayı,
hipotalamusun tirotropin serbestleştirici hormon (TRH) sentezi ile başlar. TRH, bir
tripeptitdir.
Hipotalamusun
supraoptik
ve
supraventriküler
bölgesindeki
‘’nükleusların’’ nöronları tarafından sentez edilir ve hipotalamus dışı beyin,
medulla spinalis, hipofiz ve diğer vücut dokularında olasılıkla nörotransmitter
olarak bulunur. TRH salgılandıktan sonra önce hipotalamusta depolanır, sonra
portal sisteme katılarak adenohipofizde TRH reseptörlerini uyarır. Hipofiz
hücrelerinin salgıladıkları TSH dolaşım yolu ile tiroid bezine ulaştığında endokrin
bez aktive olur, tiroidin iyodu tutması artar, iyodür taşınması hızlanır ve tiroid
hormonlarının sentez ve salgısı artar. TSH tiroid hormon salgısını düzenleyen
20
başlıca etmendir. TRH, TSH’ın salgılanması üzerine dozla ilgili dolaysız bir etki
yapar.
Özetle hipotalamus-hipofiz-tiroid ekseninde sırasıyla TRH-TSH-T4-T3 hormonları
salgılanır. Bu noktadan itibaren hormonların (-) feed back etkisi başlar. Tiroid
hormonları hipofiz bezini etkiler, TSH sentez ve salgısının azalmasıyla TRH da
azalır. Ancak T3, T4 hormonlarının hipotalamik düzeyde baskılayıcı etkisi
mekanizma olarak kesinleşmemiştir (27,28, 46,62).
Tiroid Hormonlarının Fizyolojik ve Biyolojik Etkileri:
1-Hücresel düzeyde etkileri:
Tiroid hormonları tüm vücut hücrelerini etkileyen, hücrelerde yapısal proteinlerin,
enzim proteinlerinin ve taşıyıcı proteinlerin artmasını sağlayan hormonlardır.
Hormonların etkisiyle vücudun her hücresinde işlevsel aktivite artar, metabolizma
hızlanır. Tiroid hormonlarına özgün reseptörler hücre içinde her noktada
bulunabilir. Plazma membranında, mitokondrilerde ve nükleusda hormon
reseptörleri saptanmıştır. Nükleusda çoğunlukla T3 hormonuna özgün reseptörler
bulunur, uyarılmaları gen transkripsiyonunu etkiler. Sonuç olarak hücrede protein
sentezi artar.
Mitokondriler üzerinde tiroid hormonlarının etkisi, özgün reseptörler aracılığıyla
olur. Reseptöler mitokondrinin dış yüzünde ve iç membranında bulunur, T3’e
afinitesi yüksektir. Reseptörlerin T3 ile uyarılması ile RNA sentezi hızlanır,
organelde protein sentezi artar. Mitokondri RNA’sının yönlendirdiği protein
sentezinde oksidatif solunum zincirinde görevli enzimler sentezlenir.Böylece ATP
yapımı artar, O2 tüketimi hızlanır, ısı oluşumu artar.
Tiroid hormonları, hücre membranındaki reseptörlerle de etkileşerek protein
kinazları aktive ederler. Ek olarak tiroid hormonlarının etkisiyle metabolizma
hızlanır, hücrenin glukoz, aminoasit gibi yapıtaşlarına gereksinimi artar
ve
membran reseptörleriyle etkileşim vasıtasıyla transport proteinlerin yapımı artar.
Hemen tüm hücrelerin membranlarında bulunan Na-K ATPaz’ın sentezi tiroid
hormonlarının kontrolü altındadır. Ca-ATP’az yine hücre membranında bulunan
21
ve hücreden Ca’u uzaklaştıran bir enzimdir. Ca’un hücre içinde artması
fonksiyonel aktiviteyi artırır. Tiroid hormonları bir yandan metabolizmayı
artırırken, diğer taraftan Ca’u hücreden uzaklaştırarak metabolik dengenin
kurulmasını sağlar.
Hücrelerde oksidatif stres, oksijen radikalleri ve antioksidan savunma ürünlerinin
etkisi altındadır. Tiroid hormonları bu ürünlerin dengeli oluşmasını sağlayarak,
hücreleri oksidatif strese karşı korur.
2- Büyüme Üzerine Etkileri:
Tiroid hormonları fetal, neonatal ve çocukluk dönemlerinde büyüme için, erişkin
dönemde organların yenilenmesi ve sağlıklı kalabilmesi için mutlaka gereklidir.
Fetal dönemde hormon eksikliğinde ciddi nöronal defektler gelişir. Çocukluk
döneminde eksikliğinde kemiklerin erken kapanması ve cücelik, fazlalığında ise
aşırı büyüme görülmektedir. Dengeli bir büyüme ve olgunlaşma uygun protein
yapımını gerektirir. Tiroid hormonları, hücre büyümesi ve farklılaşmasında
gerekli, özgün proteinlerin yapımını hızlandırır. Çoğunlukla büyüme faktörleri
adıyla tanımlanan insüline benzer özellikler gösteren faktörleri mRNA düzeyinde
etkiler. Tiroid hormonlarına bağlı olarak regüle edilen genlerle büyüme hormonu
(GH), TSH, karaciğer büyüme faktörleri gibi yapıların sentezi sağlanır. Bu
nedenle vücut gelişimi ve büyümesinden birinci derecede sorumlu hormon, tiroid
hormonudur.
Karbonhidratları, hem sentez hem yıkım yönünden etkiler. Glukozun hücrelere
girişini artırırken, hücre içinde glikoliz olayını hızlandırmakta, glukoneogenezi
artırarak kan glukozunu düzenleyici etki yapmaktadır.
Yağların
sentezi,
mobilizasyonu,
karaciğerde
depolanması,
kolesterole
dönüştürülüp vücuttan atılması tiroid hormonlarıyla kolaylaşır. Net etkisi serum
trigliserit düzeyini düşürmektir.
Flavin mononükleotid sentezi, karotenin A vitaminine dönüşmesi gibi, B12,
tiamin, riboflavin ve C vitamini kullanılması gibi pek çok vitaminin yapımı,
aktivitesi, kullanımı ve klirensi tiroid hormonları ile artırılır.
22
3- Sistemler üzerine etkileri:
Kardiyovasküler sistem üzerine etkileri öncelikle sempatik sinir sistemini aktive
etmesiyle ilgilidir. Fizyolojik koşullarda, kalpte ileti hızının artmasını, miyokardın
kasılma gücünün kuvvetlenmesini, izometrik gerimin artışı ile kalbin atım
hacminin artmasını sağlar. Periferik damarlarda dilatasyona, sistolik basıncın
artmasına, diastolik basıncın düşmesine neden olur (35).
Solunum sisteminde soluk alma frekansının arttığı, solunumun derinleştiği
gözlenir.
İskelet
sisteminde,
kasların
gelişimi,
metabolizması
ve
işlerliği
tiroid
hormonlarının hem anabolik hem de katabolik etkisiyle düzenlenmektedir. Kas
dokusu içinde, kapiller zenginliği artırarak oksijenlenmeyi kolaylaştırır.
Kemik ve mineral metabolizmasının regülasyonunda tiroid hormonlarının önemli
rolü vardır. Tiroid hormonları kemik hücrelerini direk uyararak kemik dönüşümünü
artırır (37).
Tiroid hormonları tüm steroid hormonların kullanımını artırır, salgılanmasını
düzenler. Sex steroidleriyle ilişkisi, hipotiroidili hastalarda; libido azlığı, impotans,
menoraji, polimenore, amenore gibi bulgularla izlenmektedir.
Merkezi
sinir sisteminin gelişimi ve organizasyonu tiroid hormonlarıyla sıkı ilişki içindedir.
Tiroksin etkisiyle, nöron farklılaşması, akson büyümesi, sinaptogenez ve
miyelinizasyon gelişir. Tiroksin, beyindeki bazı gelişimsel olayların hızını ayarlar
ve gelişimsel zamanlamaları denetler (27,46).
Tiroid Bozukluklarının Laboratuvar Değerlendirilmesi:
Tiroid fonksiyon testleri: Tiroid hastalıklarının tanı, tedavi ve izlenmesinde en
önemli testler, TSH, serbest T3(ST3), serbest T4(ST4) bugün en sık kullanılan
testlerdir. Tiroid fonksiyon testleri içinde hipotalamo-hipofiz-tiroid ekseni üzerine
en önemli bilgileri TSH testi verir.
23
→ TSH ölçümü: tiroid fonksiyonlarının temel testidir. Hipotiroidi kadar
tirotoksikozun tanısında da kullanılmaktadır ve hipotiroidinin primer ve santral
nedenlerinin ayırımında yararlıdır.
→ TRH uyarı testi: Testin amacı, TRH hormonu ile dışarıdan uyararak TSH’ın
salgılanma yeteneğini ve tiroid hormonları ya da diğer etmenler ile baskılanma
derecesini saptamaktır.
→ Total ve serbest T4: Serum total T4 ölçümü yalnız hormon miktarını değil
serumdaki hormon bağlayan proteinlerin düzeyini de yansıtır. Bu nedenle
proteinlere bağlanma oranını gösteren bir test (serum tiroksin indeksi) ile birlikte
değerlendirilmesi gerekir. Hipotiroidide T3 ölçümü tanı koydurucu olmadığından
T4 değerleri ölçümü gereklidir ve hipotiroidide T4 düzeyi azalır. Tirotoksikozun
başlangıç döneminde bazen total T4 normal iken ST4 yüksek bulunabilir.
Günümüzde ST4 ve TSH’ın birlikte ölçülmesi tiroid hastalıklarının tanısında
başlangıç testleridir.
→Total ve serbest T3:
TSH’ın düşük T4’ün normal olduğu hastalarda T3
toksikozu ile subklinik tirotoksikozun ayırımında, antitiroid tedavi sırasında T4’ü
normal, T3’ü yüksek olan hastaları saptamada, T3/T4 oranının saptanmasında,
nüksün erken belirlenmesinde, aktif hormon aşırılığını saptamada kullanılan bir
testtir. T3’ün düşük olması hipotiroidinin tanısı için yeterli değildir.
İzotopik incelemeler: Tiroid hormon-bağlanma oranı yada T3-Resin Uptake’i,
Tiroid sintigrafisi, Perklorat ile kovma testi, T3 supresyon testi, Tiroid bezinin
radyoiyodu yakalama testi (RAIU), plazmadaki proteine bağlı radyoiyod oranı
(PBI–131)
Görüntüleme
yöntemleri:
Ultrasonografi,
Tomografi
ve/veya
Manyetik
Rezonans
İnce iğne aspirasyon biyopsisi: Malign lezyonların saptanmasında % 98.9
oranında başarılıdır.
24
İmmunolojik
testler:
Bunlar;
tiroglobülin
otoantikoru,
tiroid
peroksidaz
otoantikoru, TSH reseptör otoantikoru, T3 ve T4’e karşı antikorlar, TSH’a karşı
antikorlar ve orbital antijenlere karşı antikorlardır (27,34).
TİROİD HASTALIKLARI
HİPERTİROİDİZM:
Hipertiroidizm-Tirotoksikoz: Hipertiroidizm; değişik nedenlere bağlı olarak
tiroid hormonlarının kandaki konsantrasyonlarının artması anlamında kullanılır.
Tirotoksikoz; ST4, ST3 veya her ikisinin olmak üzere tiroid hormonlarının
serumdaki konsantrasyonları arttığı zaman oluşan kliniğe ait hipermetabolizma
ve hiperaktivite sendromunu ifade eder.
Hipertiroidizme neden olan hastalıklar tiroid bezi kaynaklı olabiceği gibi, hipofiz
ya da hipofiz dışı nedenlerle de meydana gelebilir (Tablo 4.)
Subklinik hipertiroidizm: TSH düzeyinin düşük olmasına karşılık, serum T3 ve
T4 düzeylerinin normal sınırlar içinde olması ile karakterize durumdur. Nedenleri
hipertiroidizm nedenleri ile aynıdır. En sık neden ise dışarıdan alınan tiroid
hormonudur. Endojen subklinik hipertiroidi sıklığı ancak %0,6–1.1 arasındadır.
Endojen subklinik hipertiroidi nedenleri arasında, yeterince tedavi adilmemiş
hipertiroidi, erken dönem Graves, iyota bağlı hipertiroidi, soliter otonom adenoma
ve tiroidit sayılabilir. Subklinik hipertiroidi olgularında semptomlar olmayabilir
veya ılımlı düzeyde olabilir (29,30,34).
25
Tablo 4: Hipertiroidi Nedenleri
Toksik diffüz guatr(Graves hastalığı)
Toksik nodüler guatr
Toksik adenom
Toksik multinodüler guatr
Tiroidit
Subakut granülomatöz
Subakut lenfositik
İlaç alımına bağlı tiroiditler
İyot ve iyot içeren ilaçlara bağlı
Tirotoksikozis faktisya
Tirotoksikozis medikamentoza
Tiroid karsinomu
Tirotiropin (TSH) salgılayan hipofiz tümörü
Toksik struma ovari (Ektopik hipertiroidizm)
Trofoblastik tümörler
Koriokarsinom
Hidatiform mol
Testislerin embriyonal hücreli karsinomu
Hipertiroidizmin Klinik Özellikleri:
Hipertiroidizm, tiroid bezinin sık ve önemli bir hastalığıdır. En sık neden olan
Graves hastalığında görülen semptom ve bulguların sıklığı ve şiddeti hastadan
hastaya farklılıklar gösterir. Bunu belirleyen hastanın yaşı ve bir ya da daha fazla
sistemde bunların artmasına ya da azalmasına neden olacak olan ve zaten var
olan işlevsel bozukluklardır. Semptomların derecesi hipertiroidinin şiddetine ve
süresine bağlıdır.
26
Tablo 5: Toksik diffüz guatrlı hastalarda bulunan semptom ve bulgular.
Semptomlar:
Bulgular:
Sinirlilik
Guatr
Aşırı terleme
Taşikardi
Sıcağa tahammülsüzlük
Cilt değişiklikleri
Aşırı hareketlilik
Tremor
Yorgunluk
Tiroidde üfürüm
Çarpıntı
Göz bulguları
Dispne
Kalp yetmezliği
Güçsüzlük
Atrial fibrilasyon
İştah artması
Splenomegali
Diyare
Jinekomasti
Kilo kaybı ve kilo alamama
Palmar eritem
Menstrüel bozukluklar
Pretibial miksödem
Hipertiroidizmdeki Nörolojik Komplikasyonlar:
Kortikospinal trakt disfonksiyonu: Bu hastalarda genellikle progressif
güçsüzlük ve idrar/gaita inkontinansı olur. Tiroid hormonunun santral sinir
sistemindeki nörotransmitterler üzerindeki olası etkisi nedeni ile özellikle alt
ekstremitelerde spastisite, hiperrefleksi, patolojik refleksler vardır. Tedavi
edilmeyen hipertiroidizmde motor nöron hastalığına benzer klinik tablolar
bildirilmiştir. Tedavi ile geriler.
Nöbet:
Tirotoksikozda nadiren generalize veya fokal nöbetler olabilir. Kan
tiroksin seviyesindeki artışın nöbet eşiğini düşürdüğü gösterilmiştir.
27
Hareket bozuklukları: Koreoatetoz seyrek olarak hipertiroidiye eşlik edebilir.
Genellikle ellerde olan bazen başı da etkileyen tremor görülür.
Oküler lezyonlar: Üst göz kapağında çekilme, göz kapağı ve konjoktivada
ödem, hiperemi, propitoz, ekstraoküler kas parezisi, optik sinire bası olabilir.
Mental ve psikiyatrik bozukluklar: Ajitasyon ve konfüzyon bulgularının hakim
olduğu tirotoksik ensefalopati tablosuna tiroid fırtınası da denir. Tedavi edilmeyen
hipertiroidide ajitasyon, deliryum, huzursuzluk, hiperkinezi, apati, letarji, progresif
demans
ve
depresyonun
eşlik
edebildiği
mental
durum
bozukluklarına
rastlanabilmektedir (31,57).
Hipertiroid Nöropati: Hipotiroidi hastalarının %75’inde, hipertiroidi hastalarının
ise %67’sinde nöromusküler semptomlar görülmektedir. Ancak hipertiroidide
nöropati seyrek görülür. Özellikle alt ekstremitelerde hakim şiddetli polinöropati
vakaları bildirilmiştir. Mononöropatiler nadir olsa da, özellikle KTS olmak üzere,
peroneal ve fasiyal paralizi, meralgia parestetika tanımlanmıştır (32, 59).
Hipertiroid Miyopati: Hipertiroidizmde özellikle proksimal miyopati görülür. Kas
güçsüzlüğü, ağrı ve sertlik tirotoksikozun sık semptomlarıdır.
proksimal kasları tutan, yavaş progresif bir tablodur.
Genellikle
Miyopatinin şiddeti, tiroid
hormon seviyesi ve disfonksiyonu ile ilişkili değildir. Kas tutulumu oldukça
nonspesifiktir ve hipertiroidizmin diğer belirtileri olmaması tanıda geç kalınmasına
neden olur (31).
Periyodik Paralizi:
Hipertiroidizme sekonder olarak hipokalemik periyodik
paralizi de görülmektedir. Ataklar genellikle alt ekstremite proksimalinde
belirgindir. Patolojinin Na, K ve Ca kanallarındaki disfonksiyona bağlı olarak
ekstrasellüler alandan intrasellüler alana K geçişine bağlı olduğu kabul
edilmektedir (31,58).
Miyastenia Gravis: Miyastenia Gravis’li hastaların yaklaşık %5’inde hipertiroidi
vardır ve semptomların %75’i miyasteniden önce veya beraberinde ortaya çıkar.
28
Hipertiroidizm ve SVH:
Akut serebral iskemi, tiroid bezinin birçok hastalığına bağlı olarak tanımlanmıştır.
Hipertiroidizm ve ilişkili olduğu inme nedeni olan hastalıklar şu şekilde
sıralanabilir:
1. AF ve kardioembolik inme
2. Hiperkoagülabilite
a. Serebral venöz tromboz
b. Kardiyak aritmi olmaksızın gelişen iskemik inme
3. Antifosfolipid sendromu
4. Serebral vaskülit
5. Moyamoya
6. Vasküler kompresyon
AF ve Kardioembolik İnme:
Tiroid hormonlarının kalp ve vasküler sistem üzerinde kardiyak outputu artırmak
ve vasküler direnci düşürmek yoluyla inotropik, kronotropik ve lusitropik etkileri
vardır. Bu etkiler daha az derecede olmakla birlikte subklinik hipertiroidizmde de
izlenmektedir.
AF, hipertiroidi hastalarında sıkça görülmekte ve bazen başlangıç semptomu
olarak gelişebilmektedir. Bu konudaki çeşitli çalışmalar göstermektedir ki,
hipertiroidi hastalarında %10–15 arası bir prevalansa sahip AF, erkeklerde
kadınlara oranla daha sık izlenmektedir (36).Prevalans, yaşla doğru orantılı
olarak artmaktadır. Genel popülasyonda yapılan bir karşılaştırmada prevalans 60
yaş altında <%1 iken, 80 yaş üzerine >%8 bulunmuştur. Tirotoksikozun klinik
tanısı özellikle yaşlı bireylerde çok belirgin olmayabilir ve AF bu hastalarda
dominant bir veri olabilir. Yakın zamanda AF atağı geçiren hastaların çoğunda,
TSH düzeyindeki anormallik sık rastlanan bir durum olmasına rağmen, yeni
başlangıçlı AF’lerin %1’inden azı hipertiroidizm nedeniyle oluşmaktadır. Bu
nedenle AF geçirmiş hastalara uygulanan rutin TSH taraması, klinik olarak tiroid
hastalığı tanımlanmayan kişilere de uygulanmalıdır. Aksi takdirde AF, subklinik
tiroid hastalığının ilk belirtisi olacaktır.
29
Hipertiroidili hastalarda AF çoğunlukla akut başlar ve kendiliğinden sinüs ritmine
döner. Ritmin spontan olarak düzelmesi, 60 yaş altı ve daha önceden kalp
hastalığı olmayan, kısa süreli hipertiroidizm yaşayan bireylerde, ötiroid durumun
geri kazanılmasıyla 6 hafta içinde beklenen bir durumdur. Eğer ötiroid duruma
dönülmesinin ardından 3–4 ay geçmişse, spontan düzelme beklenmez.
AF’si olan hipertiroidi hastalarına antikoagülan tedavi verilip verilmemesi çelişkili
bir
durumdur.
Her
hastada
kanama
riski,
sistemik
emboli
riskiyle
karşılaştırılmalıdır. Bazı yazarların epidemiyolojik bilgiler doğrultusunda, tirotoksik
AF’li hastalarda tromboemboli oluşma oranının, nontirotoksik nonvalvüler AF’ye
göre daha fazla olduğu savunmalarına karşın, genel görüş diğer nedenlerle
oluşan AF ile tirotoksik AF arasında fark olmadığı yönündedir(29,35,36,39) .
Hiperkoagülabilite:
Oldukça geniş kapsamlı bir çalışmada hipertiroidizmdeki hiperkoagülabilite
vakaları iki ana grupta toplanmıştır (39).
1.Serebral venöz tromboz (SVT):
SVT’nin yıllık insidansı binde 4 olup
mortalitesi %5–30 civarındadır. Herediter trombofili, oral kontraseptifler, gebelik,
puerperium gibi çeşitli nedenlerin yanı sıra, vakaların %25’inin nedeni halen
bilinmemektedir (40). Tirotoksikoz ile SVT ilişkisi 1913’te Kaliebe ve 1927’de
Doyle
tarafından
tanımlanmıştır.
Verberne
ve
arkadaşları
tirotoksikozda
prokoagülan etkinin artmasının SVT oluşumunu kolaylaştırdığını ileri sürerken,
diğer otörler, guatrda hemodinamik faktörler, dehidratasyon, venöz akım
yavaşlamasının SVT ile ilişkili olabileceğini ileri sürmüşlerdir (39).
2.Kardiyak aritmi olmaksızın gelişen iskemik inme:
Kardiyak aritmisi
olmayan tirotoksik hastalardan sadece 7 vakada akut iskemi tanımlanmıştır. Bu
vakalarda paroksismal AF ve vaskülit de tesbit edilmemiştir.
30
Antifosfolipid Sendromu:
Yapılan bir çalışmada Graves hastalığı ile APS birlikteliği bulunan 3 vaka tesbit
edilmiştir. Buna karşılık, primer APS olan hastalarda, tiroid otoantikorlarının
arttığı saptanmıştır. Bu durum ko-insidental olabileceği gibi APS’nin varlığı
otoimmun tiroid hastalıklarına genetik yatkınlığın artmış olması ile açıklanabilir ya
da antikardiyolipin antikorları, tiroid reseptör sitümülan antikorları gibi rol
oynayabilir (39).
Serebral Vaskülit:
Dev hücreli (temporal) arterit, orta ve büyük damarları etkileyen kronik bir
vaskülittir. Kranial iskemik komplikasyonlar bu hastalarda en korkulan bulgulardır.
Hastaların %15’inde vizüel kayıp, %3-4’ünde ise inme görülmektedir. İskemik
hasar, karotid ve vertebral arterde intimal proliferasyon sonucu gelişen okluziv
vaskülopati veya aort diseksiyonu sonucu gelişebilir. Retrospektif olarak yapılan
98 ve 100 hastalık iki seride Dev hücreli arteriti olan hastalarda, hipertiroidizm
prevalansı, kontrollere göre altı kat artmış bulundu. Literatürde, hipertiroidizm ve
Takayasu arteriti birlikteliği 2 hastada saptanmıştır (39).
Moyamoya:
Moyamoya hastalığı, internal karotid arterlerin distal segmentlerinin yavaş
progressif bilateral stenoz veya oklüzyonu ve buna sekonder gelişen anormal
kollateral vaskülarite ile karakterize nadir bir serebrovasküler hastalıktır.Jüvenil
grupta ağırlıklı
olarak tekrarlayan GİA ve infarktlarla karakterize iken erişkin
grupta bu hastalığa bağlı intrakranial kanama daha sık olarak görülür. Literatürde
Graves hastalaığı ve moyamoya birlikteliği olan vakalar bildirilmiştir. Ancak
aralarındaki ilişkinin patogenezi açık değildir (41,56).
Vasküler Kompresyon:
Guatr, venöz staza neden olarak ya da karotid arterlere bası yoluyla serebral kan
akımının azalmasına yol açabilir. Literatürde büyük bir guatrı olup, direk
brakiosefalik damarlara bası sonucu sağ temporoparietal infarkt gelişen 1 vaka
31
bildirilmiştir. Bu vakanın iskemiye neden olacak diğer risk faktörlerinin olmadığı
tesbit edilmiştir (39).
HİPOTİROİDİZM
Hipotiroidizm: Tiroid hormonu yapımının azalması veya bu hormona karşı doku
düzeyinde direnç gelişmesi sonucu ortaya çıkan ve tiroid bezinin en sık görülen
hastalığı hipotiroidizimdir.
Hipotiroidizmin en sık nedeni, bezin hormon yapımını ve salgılamasını azaltan
primer hipotiroididir. Hipofiz veya hipotalamus kaynaklı olursa sekonder veya
santral hipotiroidi olarak adlandırılır ve son iki durum daha seyrek izlenir
(Tablo:6).
Primer ve sekonder ayrımını yapmada, azalan tiroid hormon düzeyine karşılık
TSH düzeyindeki logaritmik artış bir belirteçtir (42). Primer hipotiroidinin tanısı
için zorunlu olan test TSH ölçümüdür. Primer hipotiroidide ST4 azalır, TSH artar.
Sekonder hipotiroidide ve tiroid bezi dışı hastalıklarda ise ST4 düşük, TSH
normal veya düşük olur.
Subklinik Hipotiroidizm: Serum TSH düzeyinin yükselmiş olmasına karşın, ST4
ve ST3 düzeylerinin normal sınırlarda olması ile karakterizedir. Toplumda
prevalansı %4–10, bazı kaynaklarda %5–15 olarak raporlanmıştır. Özellikle 60
yaş üzerindeki bayanlarda risk artmaktadır (34,39,43,44,45).
32
Tablo 6: Hipotiroidizm Nedenleri
Primer hipotiroidizm
Hashimoto tiroiditi
Hipertiroidizmde tedavi amacı ile iyot uygulanması
Boyun bölgesine eksternal ışınlama
İyot eksikliği veya fazlalığı
Bazı ilaçlar
Kalıtsal tiroid hormonu yapım bozuklukları
Tiroid glandının doğumsal gelişme bozuklukları
Merkezi (santral) hipotiroidizm
Sekonder hipotiroidizm ( hipofiz hastalıkları)
Tersiyer hipotiroidizm (hipotamus hastalıkları)
Genelleşmiş tiroid hormonu direnci
Hipotiroidizmin klinik özellikleri:
Vücuttaki tüm dokular tiroid hormonu eksikliğinden etkilenir. Hipotiroidi enerji
metabolizmalarını etkiler ve metabolik proçesin yavaşlamasına neden olur. Orta
derecede hipotiroidizmli hastalarda enerji azalması, üşüme, beden ve zihin
fonksiyonlarında azalma, bazen hafif yüz ve bacak şişmeleri ve kilo alma en sık
semptomlardır.
Miksödem
de
denilen
belirgin
hipotiroidizmde,
ciltte
mukopolisakkarit birikimi sonucu yüzde, göz kapaklarında belirgin şişme, dilde
büyüme, ekstremitelerde gode bırakmayan ödem izlenir. İlave olarak kabızlık,
durgunluk, uyuklama hali, soğuk intoleransı, ciltte ve saçlarda kuruma ve
kalınlaşma, kilo alma, sesin kalınlaşması, bradikardi gibi semptom ve bulgular
saptanır. İleri olgularda perikard ve plevrada sıvı birikmesi, letarji ve koma
görülebilir. Diğer karakteristik, ancak nonspesifik bulguları, serum kolesterol ve
33
kreatin kinaz düzeyinin artmasıdır. Perikardiyal efüzyon ve gode bırakmayan
ödem
(miksödem),
uzun
süre
hipotiroidi
etkisinde
kalmış
hastalarda
izlenir(34,35,46).
Hipotiroidizmdeki Nörolojik Komplikasyonlar:
Hipotiroidiye bağlı nörolojik bozuklar oldukça iyi bilinmektedir. Literatürde tiroid
disfonksiyonuna bağlı nöromuskuler bozuklukların prevalansı %20–80 arasında
belirtilmektedir. Mental ve lökomotor hareketlerde yavaşlama, miyopati, mono ve
polinöropatiler, serebellar ataksi, uyku apnesi, nadir olarak kraniyal sinir
tutulumu, senkop ve epileptik nöbetler de görülebilir.
Santral Sinir Sistemi ile İlgili Komplikasyonlar:
Kretinizm: Mental retardasyon, piramidal ve ekstramidal sistemde disfonksiyon
vardır. Nöronal migrasyondaki düzensizlik sonucu oluşur.
Ensefalopati ve psikiyatrik değişiklikler: Hipotiroidide psikomotor yavaşlama,
uyuklama, letarji, dikkat ve konsantrasyon bozukluğu gibi birçok nöropsikiyatrik
semptom görülebilir. Hipotiroidizmde %3–5 oranında da psikoz görülebilir. Tedavi
ile kognitif fonksiyonlar düzelir, fakat psikotik bulgular kötüleşebilir.
Uyku bozukluları: Hipotiroidizmde hem obstrüktüf hem de santral tip uyku
apnesi görülebilir.
Ataksi: Replasman tedavisi ile düzelebilen yürüme bozukluğu ve inkoordinasyon
gibi ataksik bulgular görülür.
Hareket bozukluğu: Nadir olarak hemikoreoatetoz görülebilmektedir.
Kraniyal sinir tutulumu: Primer tiroid yetersizliğinde hipofiz genişlemekte ve
optik kiyazmaya bası yaparak replasman tedavisi ile düzelen vizüel alan
defektine yol açabilmektedir. Hipotiroidizmde sıklıkla III. kraniyal sinir tutulumu ve
sensoriyel işitme kaybı da görülebilir.
Periferik Sinir Sistemi ile İlgili Komplikasyonlar: Hipotiroidizmde miyopati
(proksimal kas güçsüzlüğü), mononöropati ve sensorimotor aksonal ancak
34
miyelin etkileniminin de olabildiği polinöropatiler görülebilir. En sık görülen
mononöropati karpal tünel sendromudur (%7–92). Nöromuskuler semptom ve
bulguların şiddeti, hormon yetersizliğinin süresi ve derecesi ile ilişkilidir.
Polinöropati %20–70 ve miyopati %35–88 oranında görülür (31,34,60,61).
Hipotiroidizm ve SVH:
Hipertiroidizm ve ilişkili olduğu inme nedeni olan hastalıklar şu şekilde
sıralanabilir:
1. Ateroskleroz
2. Kardiyovasküler Risk Faktörleri
3. Lipidler:
4. Hipertansiyon
5. Sigara
6. Endotelyal disfonksiyon
7. Homosistein
8. CRP, İnsülin direnci ve koagülasyon anormallikleri
Ateroskleroz:
İlk olarak 1878 yılında Greenfield 58 yaşında mixödemli bir kadının otopsisi
sırasında yaygın ateroskleroza rastladı. 1883 yılında Kocher, aterosklerozun
genelde tiroid bezinin çıkarılmasından sonra artan bir biçimde oluştuğunu
gösteren çalışmalar yaptı. O günden bu yana, birçok çalışmada hipotiroidi ile
ateroskleoz hep ilişkilendirilmiştir (47). Koroner arter aterosklerozu, yaş ve
cinsiyete bağlı olarak kıyaslandığında hipotiroidi hastalarında kontrollere oranla
iki kat daha fazla görülmekte ve tiroid hormonu tedavisi ile ilerlemesinin önüne
geçilebilmektedir. Diğer arterlerde ateroskleroz sıklığı konusunda daha az
çalışma yapılmıştır. Arterlerin erken dönem yapısal ve fonksiyonel tahribatları,
musküler arterleri elastik arterlerden daha çok etkiler. Artmış TSH düzeyi kadınlar
için periferal arteriel hastalıkların gelişimi açısından risk faktörü olarak
35
değerlendirilmektedir. Belirgin ve subklinik hipotiroidizm hastalarında, tiroid
hormonu replasman tedavisi karotid intima-media kalınlığını azaltmıştır (48).
Ötiroid hastalarda da tiroid hormonları ve ateroskleroz arasında bir bağlantı
olduğu öne sürülmüştür. Bu konuda yapılan bir çalışmada erkek ötiroidik
hiperlipidemili hastalarda, karotid aterosklerotik lezyonlar incelendiğinde, düşük
ST4 seviyesinin ateroskleroz açısından bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir(49).
100 hastada yapılan anjiografik bir çalışmada ise, normal değerler içindeki tiroid
hormonu varyasyonları hastaları, koroner aterosklerozun oluşumu ve gelişimi
açısından etkileyebilmektedir.
Kardiyovasküler Risk Faktörleri:
Hipotiroidi hastalarında artmış kardiyovasküler morbidite, yükselmiş LDL seviyesi
ve diyastolik hipertansiyon ile ilişkilendirilmiştir. Belirgin hipotiroidi ve bazı
subklinik
hipotiroidili
hastalarda
ateroskleroz
için
risk
faktörleri
olan
hiperhomosisteinemi ve endotelyal disfonksiyon arasında önemli bir ilişki
saptanmıştır.
Lipidler:
Yağların oluşumu ve taşınması tiroid hastalıkları esnasında sekteye uğrar.
Belirgin hipotiroidi, hiperkolesterolemi ile karakterizedir. Hiperkolesterolemili
hastaların %4–14’ ünde hipotiroidi saptanmıştır. (50). Hipotiroidide LDL kolesterol
ve apolipoprotein B düzeyi artmıştır, çünkü LDL’nin karaciğerdeki reseptör sayısı
azalmış ve buna bağlı olarak da LDL klerensi düşmüştür. HDL düzeyleri normal
hatta şiddetli hipotiroidide artmış bulunabilir. Çünkü tiroid hormonları tarafından
regüle edilen kolesterol-ester transfer protein ve karaciğer lipazının aktivitesi
azalmıştır. Lipoprotein düzeylerindeki değişiklikler ST4 düzeyi değişiklikleriyle
koreledir. TSH düzeyini baskılayan dozlarda uygulanan tiroksin tedavisi ile lipid
profili de düzelmektedir.
Subklinik hipotiroidizmle ise serum lipid düzeyleri değişkenlik göstermektedir. Bir
kısım hastada serum total kolesterol ve LDL düzeyleri ötiroid hastalara göre
36
yüksek bulunmuştur. Ancak bir kısım hastada serum kolesterol düzeyleri ötiroid
kontrollere göre daha düşük izlenmiştir.
Sonuç olarak belirgin hipotiroidi, özellikle LDL olmak üzere lipidler üzerinde açık
bir etkiye sahipken, tiroid hormonlarının hafif düzeydeki yetersizliğinin etkisi daha
sınırlıdır.
Hipertansiyon:
Belirgin hipotiroidi özellikle diyastolik değerleri olmak üzere
kan basıncını
etkileyebilir. 169 belirgin hipotiroidili kadını içeren bir çalışmada, ötiroid
kontrollere göre hipertansiyon prevalansı 3 kat artmış bulundu. Ötiroid olup kan
basıncı normal olan hastaların hipotiroidizmle sonuçlanan tiroidektomi sonrası
diyastolik kan basıncında yükselme saptandı (51). Subklinik hipotiroidizmle
hipertansiyon konusunda yapılmış çalışmalar ise sınırlıdır. Luboshitzky ve
arkadaşlarının yaptığı iki küçük çalışmada, subklinik hipotiroidizmli kadınlarda
ötiroid kontrollere göre diyastolik kan basıncı daha yüksek bulunmuştur.
Hipotiroidizmdeki geri dönüşümlü sistolik ve diyastolik hipertansiyondaki
potansiyel mekanizma, periferik vasküler dirençte ve arteriel sertlikte artmayı
içerir. Vazokonstrüksiyon, vasküler düz kaslar üzerinde vazodilatatör T3 etkisinin
olmayışı ya da dolaşımdaki yüksek noradrenalin düzeyi ve β-adrenerjik reseptör
sayısında azalma nedeniyle gelişebilir.
Hipotiroidili hipertansif hastaların yarısından fazlası düşük plazma renin aktivitesi
gösterir. Hipotiroidizmde anjiotensin düzeyleri ve atrial natriüretik faktörde
düşüklük saptanmıştır. Yine plazma vazopressin düzeyleri bir miktar artmakta ve
replasman tedavisi ile düzelmektedir.
Sigara:
Sigara ile hipotiroidizm arasında sinerjistik etkiler rapor edilmiştir. Belirgin
hipotiroidili sigara içenlerde, sigara içmeyenlerle karşılaştırıldığında total ve LDL
kolesterol düzeyleri artmış, kreatin kinaz konsantrasyonları yüksek bulunmuştur.
Bu durum, tiroid hormonlarının hedef dokudaki etkisinin sigaraya bağlı olarak
bozulması nedeniyle olabilir (52).
37
Endotelyal disfonksiyon:
Endotelyal disfonksiyon, aterosklerotik oluşumun erken bulgusudur ve oluşum
için başlangıç anahtarı olabilir. Bu durum vasküler hastalıklarla hipotiroidizm
ilişkisini açıklayabilir. Bu hastalarda aynı zamanda hiperlipidemi de olması
bozukluğun hipotiroidiye bağlanmasını zorlaştırır. Son zamanlarda yapılan iki
çalışmada tiroid replasman tedavisi ile endotelyal fonksiyonlarda düzelme
görülmüştür. Bir çalışmada düzelme, kan basıncı, serum lipidleri, homosistein
düzeyleri ve yüksek- sensitif C- reaktif protein düzeyinde değişiklik olmaksızın
saptanmıştır.
Homosistein:
Homosistein, kardiovasküler hastalık için, prematür ateroskleroz ve venöz
trombozdan bağımsız bir risk faktörüdür. Plazma homosistein konsantrasyonu,
genetik, nutrisyonel ve edinsel faktörler tarafından kontrol edilmektedir (53).
Tiroid hormonları gen ekspresyon ve homosistein metabolizmasında yer alan
çeşitli enzimlerin modülasyonu yoluyla homosistein düzeyini etkiler. Bir kısım
çalışmalarda, hipotiroidizmde homosistein konsantrasyonunun artması, folik asit
düzeyinde veya renal fonksiyonlardaki değişmelerle açıklanmıştır (55). Belirgin
hipotiroidizmden farklı olarak, subklinik hipotiroidizmin hiperhomosisteinemi ile
ilişkisi gösterilememiştir.
CRP, İnsülin direnci ve koagülasyon anormallikleri:
CRP, bir kısım akut veya kronik hastalıkta konsantrasyonu artan bir akut faz
proteinidir.
Belirgin
ve
subklinik
hipotiroid
hastalarda
kontrollerle
karşılaştırıldığında, CRP düzeyinin kandaki seviyesi artmıştır. Buna karşılık
subklinik hipotiroidi hastalarında tiroksin tedavisi ile CRP seviyesi düşme
göstermez.
İnsülin direnci veya metabolik sendrom, diyabeti olmayan bireylerde bile
kardiyovasküler hastalık için bağımsız bir risk faktörüdür. Hipotiroidi, insülin
direncine neden olmuyor gibi görünse de TSH düzeyi yüksek saptanan insülin
38
dirençli bireylerde, insülin duyarlı bireylere göre LDL düzeyi daha yüksek
saptanmıştır (54).
Hipotiroidizm, prokoagülan ve antikoagülan yetmezliğe neden olabilir. Orta
düzeyde hipotiroidizmli hastalarda von Willebrand faktör düzeyleri ve fibrinolitik
aktivite düşerken, şiddetli hipotiroidizmi olanlarda fibrinolitik aktivite artmaktadır.
Tiroid hastalıklarıyla, özellikle serebral küçük damar hastalığı (ak madde
lezyonları) olmak üzere serebral anevrizma ve SAK arasında da ilişki olabileceği
düşünülmektedir. Ancak bu konuda yapılmış çalışmalar henüz yeterli düzeyde
değildir (39).
39
GEREÇ VE YÖNTEM:
Hasta seçimi:
Çalışma, 2004 Eylül ve 2007 Eylül tarihleri arasında Haydarpaşa Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi II. Nöroloji Kliniği’nde, akut inme nedeniyle izlenen 1061
hastanın retrospektif olarak incelenmesi ile yapıldı.
Çalışmaya alınan hastalar:
1.Akut iskemik inme hastaları
2.Akut hemorajik inme hastaları
Çalışmaya alınmayan hastalar:
1. Vaskülitller
2. Sinüs trombozları
3. Subaraknoid kanamalar
4. Subdural ve epidural hematomlar
5. Maligniteye bağlı kanamalar
Yöntem:
Çalışmaya alınan hastaların dosyaları taranarak, hastaların anamnez bilgileri
incelendi. Özgeçmişinde HT, hiperlipidemi, DM, MI, koroner kalp hastalığı, ritim
bozukluğu, tiroid fonksiyon bozukluğu olup olmadığı ve bu hastalıklarla ilgili
tedavi alıp almadığı kaydedildi.
Başvuru anındaki sistemik ve nörolojik muayene bilgileri değerlendirildi.
Hastaneye ilk kabulünde ölçülen sistolik ve diyastolik tansiyon (TA), kan şekeri
(KŞ) değerleri ve ritim bozukluğu açısından elektrokardiyografi (EKG) bilgileri
kaydedildi.
Klinikte yatış esnasında saptanan kan lipid değerleri (HDL, VLDL, LDL, trigliserit
ve total kolesterol) ve tiroid fonksiyon testleri (TFT) sonuçları kaydedildi.
40
TFT’ye Beckman Coulter Access Immunoassay System Unicel DX1-800
cihazında, chemiluminescent immunoassay yöntemi ile bakıldı. Bu yönteme göre
normal değer aralıkları:
Serbest T3 (ST3):
2.3–3.9 pg/ml
Serbest T4 (ST4):
0.58–1.64 ng/dl
Sensitif TSH (STSH): 0.34–5.60 mıu/ml
Bu değerlere göre TFB aşağıdaki şekilde düşünüldü:
Hipotiroidizm: ST3 < 2.3 pg/ml
ST4 < 0.58 ng/dl
STSH > 5.60 mıu/ml
Subklinik hipotiroidizm: ST3 = 2.3–3.9 pg/ml
ST4 = 0.58–1.64 ng/dl
STSH > 5.60 mıu/ml
Hipertiroidizm: ST3 > 3.9pg/ml
ST4 > 1.64 ng/dl
STSH < 0.34 mıu/ml
Subklinik hipertiroidizm: ST3 = 2.3–3.9 pg/ml
ST4 = 0.58–1.64 ng/dl
STSH < 0.34 mıu/ml
Hastaneye ilk başvuru sırasında yapılan bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) ile
ve gerekli görülen hastalarda kontrol amacıyla tekrarlanan kranial görüntüleme
(BBT veya magnetik rezonans görüntüleme (MRG)) bilgileri, nörolojik muayene
bulguları ile birlikte değerlendirilerek hastalar inme tipi açısından iskemik SVH ve
hemorajik SVH olarak belirlendi.
41
İskemik inme hastalarının etyolojiye yönelik çekilen ekokardiyografi ve karotisvertebral arter doppler sonuçları kaydedilerek iskemik inme riski oluşturma
olasılığı yönünden gruplandırıldı.
Etyolojik nedenlerle birlikte ele alınan iskemik inme hastaları TOAST (Trial of Org
10172 in Acute İnme Treatment ) kriterlerine uygun olarak sınıflandırıldı:
1. Kardioembolik inme
2. Büyük damar hastalığı
3. Küçük damar hastalığı
4. Diğer nedenlar
5. Nedeni belirlenemeyenler:
a) Yapılan tüm tetkiklere rağmen etyoloji hakkında karar verilemeyenler
b) Tetkikleri tamamlanamamış olanlar (yatış süresi, exitus olması vb.
nedenlerle)
c) Birkaç risk faktörü birarada olup, birden fazla etyolojik neden olma
olasılığı olan hastalar.
Arter alanı ve lezyon boyutuna göre vakalar; total anterior sirkülasyon infarktları
(TACI), parsiyel anterior sirkülasyon infarktları (PACI), laküner infarktlar (LACI)
ve posterior sirkülasyon infarktları (POCI) şeklinde gruplandırıldı.
Görüntüleme
sonucunda
intraserebral
hemoraji
saptanan
vakalar
lokalizasyonuna göre gruplandırıldı:
a. Bazal ganglion
b. Talamus
c. Serebral hemisferler
d. Serebellum
e. Beyin sapı
Çalışmamızda, bu sonuçlara göre tüm hastaların yaş, cinsiyet, inme tipi, iskemik
inme alt grupları, iskemik inme risk faktörleri (HT, kardiyak hastalıklar özellikle
42
AF), kan lipid değerleri ve ateroskleroz) ve akut dönem mortalite oranları (ilk 4
hafta içinde gerçekleşen ölümler) ile TFB arasındaki ilişki araştırıldı.
İstatistiksel Değerlendirme:
Çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapıldı. Verilerin
değerlendirilmesinde
tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart
sapma) yanı sıra, gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi, nitel
verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanıldı. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05
düzeyinde değerlendirildi.
43
BULGULAR:
Çalışmada 40–85 yaşları arası 1061 vaka retrospektif olarak incelendi. Bu
vakaların 244’ü tiroid fonksiyon testleri olmadığı için değerlendirmeye alınmadı.
Değerlendirmeye alınan 817 vakanın 397’si erkek 420’si kadın idi. Vakalar tiroid
fonksiyon bozukluklarına göre, tiroid fonksiyon testleri normal olanlar, hipotiroidi,
subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi şeklinde gruplandırıldı.
Gruplar yaş, cinsiyet, iskemik ve hemorajik olmak üzere inme tipleri, iskemik
inme risk faktörleri (HT, KH, AF, serum lipid değerleri gibi) ile karşılaştırıldı.
Tiroid fonksiyon teslerine göre normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi
ve subklinik hipertiroidi gruplarının yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark gözlenmedi. (p=0,061). Cinsiyet dağılımları arasında ise hipertiroidi
grubunda kadın hasta oranının (%62,9) anlamlı olarak fazla olduğu görüldü
(p=0,02.) (Tablo 7, grafik 1,2).
Normal,
hipotiroidi,
subklinik
hipotiroidi,
hipertiroidi,
subklinik
hipertiroidi
gruplarının iskemi ve hemoraji dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulundu (p=0,005). Subklinik hipotiroidi grubunda tüm hastaların (%100)
iskemi olduğu görüldü. Hemoraji grubunun hipotiroidi ile birlikteliği en sık izlendi
(%41) (Tablo 7, grafik 3).
44
Tablo 7: Hastaların tiroid fonksiyon testleri ile birlikte, yaş, cinsiyet ve inme
tipine göre dağılımı
Yaş
Erkek
Cinsiyet
Kadın
Iskemik
İnme Tipi
Hemorajik
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroid
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
67,66±12,07
70,41±13,49
69±8,94
70,66±9,88
68,25±14,02
266
55,8%
98
46,0%
5
41,7%
23
37,1%
28
52,8%
χ²:11,6
211
44,2%
115
54,0%
7
58,3%
39
62,9%
25
47,2%
p=0,02
429
89,9%
172
80,8%
12
100,0%
55
88,7%
49
92,5%
χ²:14,6
48
10,1%
41
19,2%
0
0,0%
7
11,3%
4
7,5%
p=0,005
p=0,061
Yaş
71
70
69
68
67
66
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Grafik 1: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarının yaşlara göre dağılımı.
45
Erkek
Kadın
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Grafik 2: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarının cinsiyete göre dağılımı.
Iskemi Gr.
Hemoraji Gr.
100%
80%
60%
40%
20%
0%
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Grafik 3: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarının inme tipine göre dağılımı
46
Akut hemorajik inme grubunda TFB görülme oranı, akut iskemik inme grubuna
göre anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (p=0,03) (Tablo 8, grafik 4).
Tablo 8: Tiroid fonksiyon testleri normal olan ve olmayan hastaların inme
tipine göre dağılımı
TFT normal hasta sayısı
Akut iskemik inme
Akut hemorajik inme
TFT bozuk hasta sayısı
429
%59.8
288
%40.2
48
%48
52
%52
p değeri
p=0,03
TFT normal hasta
TFT bozuk hasta
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Akut iskemik inme
Akut hemorajik inme
Grafik 4: Tiroid fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan hastaların inme tipine göre
dağılımı
47
Normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi
gruplarının akut dönem sağ kalım dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmuştur (p=0,0001). Hipotiroidi grubunda kaybın (%24,4) değeri ile en
fazla olduğu gözlenmiştir (Tablo 9, grafik 5).
Tablo 9: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre hastaların akut dönem
sağ kalım ve ölüm oranlarına göre dağılımı
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroid
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Yaşıyor
Yaşam
428
89,7%
161
75,6%
10
83,3%
54
87,1%
47
88,7%
χ²:24,5
49
10,3%
52
24,4%
2
16,7%
8
12,9%
6
11,3%
p=0,0001
Ex
Yaşıyor
Ex
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Grafik 5: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre hastaların akut dönem
sağ kalım ve ölüm oranlarına göre dağılımı
48
Normal,
hipotiroidi,
subklinik
hipotiroidi,
hipertiroidi,
subklinik
hipertiroidi
gruplarının sistolik tansiyon arteriyel (STA) (p=0,43), diyastolik tansiyon arteriyel
(DTA) (p=0,383), HDL (p=0,871), VLDL ( p=0,146), LDL (p=0,274), trigliserit
(TRG) (p=0,299), total kolesterol (KLS) (p=0,065), geliş kan şekeri (KŞ)
(p=0,824) ortalamaları arasında anlamlı fark gözlenmemiştir (Tablo 10, grafik 6).
Tablo 10: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre hastaların tansiyon,
serum lipid değerleri ve geliş kan şekerlerine göre dağılımı
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroid
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
F
p
STA
154,78±31,97
153,15±29,9
144,17±31,18
159,03±30,93
150,38±35,79
0,96
0,431
DTA
90,58±17,12
89,23±17,07
82,5±15,45
89,52±14,76
87,92±15,85
1,05
0,383
HDL
42,45±10,93
42,72±12,47
43,83±11,98
41,08±12,82
42,9±10,91
0,31
0,871
VLDL
25,8±13,69
24,4±13,32
26±17,63
23,25±12,24
21,43±9,97
1,71
0,146
LDL
128±37,88
123,48±40,65
132,08±41,58
119,29±37,58
121,2±28,98
1,28
0,274
TRG
135,03±85,89
126,39±79,28
129,92±87,59
122,53±80,58
112,71±64,7
1,23
0,299
KLS
197,71±46,57
192,36±49,93
201,92±63,74
183,16±49,07
186,48±34,96
2,22
0,065
KŞ
149,11±75,36
146,33±65,86
149,25±62,81
158,9±78,05
151,96±69,74
0,38
0,824
Normal
Hipotiroidi
Subklinik Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik Hipertiroidi
250
200
150
100
50
0
STA
DTA
HDL
VLDL
LDL
TRG
KLS
Geliş KŞ
Grafik 6: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre hastaların tansiyon,
serum lipid değerleri ve geliş kan şekerlerine göre dağılımı
49
Normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi
gruplarının HT (p=0,805) , DM (p=0,535), lipid tedavi (p=0,975), MI (p=0,857) ve
Kalp hastalığı (p=0,194) öyküsü dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark gözlenmemiştir (Tablo 11, grafik 7).
Normal,
hipotiroidi,
subklinik
hipotiroidi,
hipertiroidi,
subklinik
hipertiroidi
gruplarının ritim tedavisi dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
gözlenmiştir (p=0,004). Subklinik hipotiroidi (%33,3) ve hipertiroidi (%35,5)
gruplarında ritim tedavi öyküsünün anlamlı olarak yüksek olduğu gözlenmiştir
(Tablo 11, grafik 7).
Normal,
hipotiroidi,
subklinik
hipotiroidi,
hipertiroidi,
subklinik
hipertiroidi
gruplarının AF varlığı dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
gözlenmiştir (p=0,033). Normal grupta AF varlığının (%23,9) düşük olduğu
gözlenmiştir. İstatiksel olarak anlamlı bulunmasa da hipertiroidi grubunda
(%40,3) diğer gruplara göre AF birlikteliği daha fazla bulunmuştur(Tablo 11,
grafik 7).
Tablo 11: Hastalarda HT, DM, MI, KH ve AF varlığının tiroid fonksiyon
testleri sonuçlarına göre dağılımı
Normal
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroid
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
Yok
163
34,2%
73
34,3%
3
25,0%
17
27,4%
17
32,1%
χ²:1,62
Var
314
65,8%
140
65,7%
9
75,0%
45
72,6%
36
67,9%
p=0,805
Yok
345
72,3%
166
77,9%
9
75,0%
43
69,4%
40
75,5%
χ²:3,13
Var
132
27,7%
47
22,1%
3
25,0%
19
30,6%
13
24,5%
p=0,535
Yok
443
92,9%
195
91,5%
11
91,7%
58
93,5%
49
92,5%
χ²:0,484
Var
34
7,1%
18
8,5%
1
8,3%
4
6,5%
4
7,5%
p=0,975
Yok
474
99,4%
207
97,2%
11
91,7%
59
95,2%
53
100,0%
χ²:27,9
Var
3
0,6%
6
2,8%
1
8,3%
0,0%
p=0,0001
RITIM_ Yok
TD
Var
385
80,7%
150
70,4%
8
66,7%
40
64,5%
43
81,1%
χ²:15,3
92
19,3%
63
29,6%
4
33,3%
22
35,5%
10
18,9%
p=0,004
Yok
455
95,4%
205
96,2%
11
91,7%
58
93,5%
50
94,3%
χ²:1,32
HT
DM
LIPID_
TD
tiroid td
MI
KALP_
HST
AF
0,0%
Var
22
4,6%
8
3,8%
1
8,3%
4
6,5%
3
5,7%
p=0,857
Yok
354
74,2%
143
67,1%
8
66,7%
39
62,9%
37
69,8%
χ²:6,06
Var
123
25,8%
70
32,9%
4
33,3%
23
37,1%
16
30,2%
p=0,194
Yok
363
76,1%
148
69,5%
8
66,7%
37
59,7%
35
66,0%
χ²:10,4
Var
114
23,9%
65
30,5%
4
33,3%
25
40,3%
18
34,0%
p=0,033
50
Normal
Hipotiroidi
Subklinik Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik Hipertiroidi
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
HT
DM
LIPID TD
Tiroid TD
RITIM_TD
MI
KALP_HST
AF
Grafik 7: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre hastalarda HT, DM, MI,
KH ve AF varlığı dağılımı
Normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi
gruplarının G1 ( LACI)(p=0,319), G2 ( PACI)(p=0,21), G3 (TACI)(p=0,334),
G4 (POCI)(p=0,229) varlığı dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
gözlenmemiştir (Tablo 12, grafik 8).
Normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi
gruplarının G5 (geçici iskemik atak) varlığı dağılımları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark
gözlenmiştir
(p=0,022).
Hipertiroidİ
ve subklinik hipertirodİ
gruplarında G5 varlığı gözlenmemiştir (Tablo 12, grafik 8).
51
Tablo 12: İskemik lezyon lokalizasyonu ve büyüklüğünün tiroid fonksiyon
bozukluğu sonuçlarına göre dağılımı
Normal
Yok
G1
Var
Yok
G2
Var
Yok
G3
Var
Yok
G4
Var
Yok
G5
Var
Hipotiroidi
414
86,8%
182
85,4%
63
13,2%
31
14,6%
290
60,8%
148
69,5%
187
39,2%
65
382
80,1%
95
Subklinik
Hipotiroid
Subklinik
Hipertiroidi
100,0%
51
82,3%
49
92,5%
χ²:4,7
0,0%
11
17,7%
4
7,5%
p=0,319
6
50,0%
39
62,9%
32
60,4%
χ²:5,86
30,5%
6
50,0%
23
37,1%
21
39,6%
p=0,21
156
73,2%
9
75,0%
46
74,2%
42
79,2%
χ²:4,57
19,9%
57
26,8%
3
25,0%
16
25,8%
11
20,8%
p=0,334
377
79,0%
161
75,6%
11
91,7%
50
80,6%
36
67,9%
χ²:5,62
100
21,0%
52
24,4%
1
8,3%
12
19,4%
17
32,1%
p=0,229
459
96,2%
207
97,2%
10
83,3%
62
100,0%
53
100,0%
χ²:11,4
18
3,8%
6
2,8%
2
16,7%
0,0%
p=0,022
Normal
Hipertiroidi
12
Hipertiroidi
Hipotiroidi
Subklinik Hipertiroidi
0,0%
Subklinik Hipotiroidi
50%
40%
30%
20%
10%
0%
G1
G2
G3
G4
G5
Grafik 8: İskemik lezyon lokalizasyonu ve büyüklüğünün tiroid fonksiyon
bozukluğu sonuçlarına göre dağılımı
52
Normal, hipotiroidi, subklinik hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipertiroidi
gruplarının kardiyoembolik (KE) (p=0,24), büyük damar (BD)(p=0,089), küçük
damar (KD)(p=0,262), diğer nedenler (DN)(p=0,756), sebebi bilinmeyenler
(SB)(p=0,073), yeterli tetkik yapılamamış olanlar (YTY)(p=0,177) ve KE-BD
arasında karar verilememiş olanlar (KV)(p=0,079) varlığı dağılımları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (Tablo 13, grafik 9).
Tablo 13: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre iskemik inme etyolojik
nedenlerinin dağılımı
Normal
Yok
KE
Var
Yok
BD
Var
Yok
KD
Var
Yok
DN
Var
Yok
SB
Var
Yok
YTY
Var
Hipotiroidi
Subklinik
Hipotiroid
Hipertiroidi
Subklinik
Hipertiroidi
288
67,1%
105
61,0%
9
75,0%
31
56,4%
28
57,1%
χ²:5,49
141
32,9%
67
39,0%
3
25,0%
24
43,6%
21
42,9%
p=0,24
359
83,7%
157
91,3%
9
75,0%
49
89,1%
40
81,6%
χ²:8,05
70
16,3%
15
8,7%
3
25,0%
6
10,9%
9
18,4%
p=0,089
351
81,8%
143
83,1%
11
91,7%
45
81,8%
46
93,9%
χ²:5,25
78
18,2%
29
16,9%
1
8,3%
10
18,2%
3
6,1%
p=0,262
418
97,4%
169
98,3%
12
100,0%
54
98,2%
49
100,0%
χ²:1,89
11
2,6%
3
1,7%
0,0%
1
1,8%
0,0%
p=0,756
427
99,5%
169
98,3%
11
91,7%
54
98,2%
48
98,0%
χ²:8,54
2
0,5%
3
1,7%
1
8,3%
1
1,8%
1
2,0%
p=0,073
341
79,5%
125
72,7%
9
75,0%
48
87,3%
39
79,6%
χ²:6,3
88
20,5%
47
27,3%
3
25,0%
7
12,7%
10
20,4%
p=0,177
53
Normal
Hipotiroidi
Subklinik Hipotiroidi
Hipertiroidi
Subklinik Hipertiroidi
45%
40%
35%
30%
25%
20%
15%
10%
5%
0%
KE
BD
KD
DN
SB
YTY
KV
Grafik 9: Tiroid fonksiyon testleri sonuçlarına göre iskemik inme etyolojik
nedenlerinin dağılımı
54
TARTIŞMA:
İnme, tüm dünyada hem ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alması, hem
de yaşayan hastalarda uzun vadede ciddi dizabilite nedeni olması yönüyle
önemli bir sağlık problemidir (3). Epidemiyolojik verilerle inme ve inme alt tipleri
için birçok risk faktörü belirlenmiştir. Yaş, cinsiyet, ırk ve aile öyküsü
değiştirilemeyen risk faktörleri arasında yer alırken, HT, DM, KH, hiperlipidemi,
obezite, hiperkoagülabilite, hemostatik faktörler ve beslenme alışkanlıkları
değiştirilebilir risk faktörleri arasındadır (1,4,64,65).
Akut
serebral
iskemi
farklı tiroid
hastalıklarında
(subklinik
ve
belirgin
hipotiroidizm, subklinik ve belirgin hipertiroidizm) tanımlanmış ve iskemik inme
alt grupları ile tiroid hastalıkları ilişkisi incelenmiştir (39). Literatürde, tiroid
hastalıkları
ile
akut
hemorajik
inme
ilişkisini
inceleyen
bir
çalışmaya
rastlanmamıştır. Bu çalışmada, inme tipleri, iskemik inme alt grupları ve iskemik
inme risk faktörleri ile tiroid fonksiyon bozuklukları ilişkisi incelenmiştir.
İnme, her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Ancak ilerleyen yaşla birlikte inme
insidansı, mortalite ve morbidite oranları da artış göstermektedir. İleri yaş hem
kadınlarda, hem de erkeklerde inme için en önemli risk faktörüdür. İnmenin
yaşam boyu prevalansı, erkeklerde daha yüksek bulunmasına rağmen, inme
olgularına kadınlarda relatif olarak daha sık rastlanmaktadır. Bu durum
kadınların yaşam sürelerinin daha uzun olması ile açıklanmıştır. Çünkü inme
temelde ileri yaş hastalığıdır(3,10, 66). Yaşla tiroid hastalıkları da artmaktadır.
Sawin ve arkadaşları, 60 yaş üzerinde 344 sağlıklı insan üzerinde yaptıkları
araştırmada, 22 kişide (%5,9) serum tirotiropin (TSH) düzeyini belirgin yüksek
bulmuşlardır. Bu 22 kişiden 10’unda serum tiroksin (T4) ve serbest T4 (ST4)
düzeyleri düşük bulunmuştur. Ancak sadece 1 hastada serum triiodotreonin (T3)
ve serbest T3 (ST3) düzeyi düşük bulunmuştur. Serum TSH düzeyi daha hafif
oranda yüksek saptanan bireylerin (%14,4) ise serum T4 ya da ST4
düzeylerinde düşüklük izlenmemiştir (67). Sawin ve arkadaşlarının daha sonra
yaptıkları diğer bir çalışmada, TFB kadınlarda (%5,9) erkeklerden (%2,3) daha
yüksek oranda bildirilmiştir (68). Cappola ve arkadaşları yaptıkları çalışmanın
55
sonucunda,
subklinik tiroid fonksiyon bozukluklarının kadınlarda erkeklere
oranla daha fazla görüldüğünü bulmuşlardır (69). Bizim yaptığımız çalışmada,
tiroid fonksiyon bozukluğu (TFB) görülme riski açısından yaş (40-85) grupları
arasında anlamlı bir farklılık izlenmemiştir. Ancak kadın hasta grubunda
hipertiroidi görülme insidansının diğer gruplara göre daha yüksek olduğu
saptanmıştır (Tablo:7).
Literatürde farklı tiroid hastalıklarıyla akut serebral iskemi arasındaki ilişkiye dair
yayınlar mevcuttur. Ancak akut hemorajik inme ile tiroid hastalıkları arasındaki
ilişki genellikle SAK ya da tümör metastazı sonrası gelişen hemorajiler
niteliğinde tanımlanmıştır. Parenkim hemorajisi ve tiroid fonksiyon bozukluğu
konusunda bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Bizim çalışmamızda 142 akut
hemorajik inme hastasının yatış dosyası incelenmiş, hastaların yaş, cinsiyet ve
diğer çalışma bilgileri kaydedilmiştir. Bu hastalardan 42’sine ait tiroid fonksiyon
testleri (TFT) bulunamadığı için bu hastalar değerlendirme dışı bırakılmıştır. Ve
kalan 100 hastanın 52’sinde (%52) TFB saptanmıştır. Bu oran iskemik inme
grubunda %40.2’dir. Akut hemorajik inme grubunda TFB olan 52 hastanın 41’ini
hipotiroidi oluştururken, subklinik hipotiroidili hastalarda akut hemorajik inme
gözlenmemiştir. Ancak toplam subklinik hipotiroidili hasta sayısının (12) az
olması nedeniyle bu konuda bir iddiada bulunmak pek kolay değildir. Hipertiroidi
ve subklinik hipertiroidi hastalarında da hemoraji görülme olasılığı düşük
bulunmuştur (Tablo:7,8).
Alevizaki ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, hipotiroidizmin akut inmede hem
klinik prezentasyon, hem de prognoz üzerinde olumlu etkileri olduğu sonucuna
varılmıştır. Bunun nedeni olarak hipotiroidi hastalarında, akut stres durumunda
artan adrenerjik stumulusa karşı sensitivitenin azalmış olması gösterilmiştir
(10).Bizim çalışmamızda inmenin akut dönem mortalite üzerine etkisi, ilk 4 hafta
içinde ölen hastaların kaydedilmesi sonucu belirlenmiştir. Toplam 921 akut
iskemik inme hastasının 169’u ( %18,3) ilk 4 hafta içinde, bunların da 123’ü
(%72,7) ilk 7 gün içinde ölmüştür. Akut hemorajik inmeli toplam 142 hastanın
39’u (%27,4) akut dönemde ve bu hastaların da 29’u (%74,3) ilk 7 gün içinde
ölmüştür. TFB açısından değerlendirilen toplam 817 hastanın 117’si (%14,3)
56
akut dönemde kaybedilmiştir. Ölen hastaların 68’inde (%58) TFB bulunmuş ve
bu 68 hastanın büyük bir kısmında (52 hasta) hipotiroidi saptanmıştır. Bu durum
hipotiroidinin akut inmede mortalite riskini artırıyor olabileceği sonucunu
doğurmaktadır. Akut hemorajik inmeli hastaların büyük bir kısmında hipotiroidi
izlenmesi ve yine ölüm oranının hipotirodili hastalarda yüksek olması,
hipotiroidinin hemoraji görülme oranını artırdığı ve akut inmede prognozu kötü
yönde etkilediğini düşündürmüştür (Tablo:9).
Kan basıncı yüksekliği inmede hem birincil, hem de tekrarlayan vakalarda önemli
bir risk faktörüdür. Hipertansiyon, hemorajik inmede ve iskemik inmenin tüm alt
gruplarında (GİA, laküner inme, aterosklerotik inme, embolik inme) saptanan bir
risk faktörüdür (20,21,65). Tiroid hormonlarının kalp ve vasküler sistem üzerinde
çeşitli etkileri vardır (35). Hipertiroidizmin kardiyovasküler sistem üzerine, sinüs
taşikardisi, sistolik hipertansiyon, ventriküler sistolik ve diyastolik fonksiyon
değişiklikleri, periferik vasküler direnç değişiklikleri ve ritim bozukluğu özellikle de
AF’ye eğilimin artması gibi çeşitli etkileri vardır ve hipertiroidizme bağlı birçok
klinik semptom, tiroid hormonlarının kardiyovasküler sistemi etkilemesi nedeniyle
gelişmektedir (70). Tiroid hormonu, direk olarak miyokardiyal inotropiyi ve kalp
hızını artırmaktadır. T3, periferik sirkülasyonun rezistan arteriyollerini dilate
ederek, periferik vasküler direnci (PVD) düşürmekte ve kardiyak outputu
artırmaktadır. Hipertiroidi hastalarında, PVD’te %50’den daha fazla düşme
olmaktadır (71). Vazodilatasyon, T3’ün vasküler düz kas hücreleri üzerine direk
etkisi ile gerçekleşmektedir. Tiroid hormonu, periferik O2 kullanımını ve substrat
tüketimini arttırarak indirek olarak da kardiyak kontraktiliteyi artırmaktadır.
PVD’nin düşmesine sekonder, Renin salınımı artmakta,
angiotensin-aldosteron
yolu devreye girmekte, renal sodyum geri emilimini artırmak suretiyle plazma
volümünde artış görülmektedir. Tiroid hormonu eritropoietin salınımını da
sitümüle eder. Bu iki etkinin sonucu olarak kan volümü ve preloadı artırır,
sonuçta kardiyak output artar(35). Hipertiroidide daha çok sistolik kan basıncı
yükselir, diyastolik basıncın etkilenimi sık görülen bir durum değildir. HT oluşum
nedeni ise, kardiyak outputun artması ve PVD’in düşmesidir (73). Bisgard’ın
yaptığı çalışmada, hipertiroidili 351 hastanın %8’inde esansiyel HT (sistolik kan
57
basıncı> 170 mmHg) ve %25’inde sistolik basınç fizyolojik sınırın üzerinde (>150
mmHg) bulunmuştur. Bu çalışmanın sonucunda hipertiroidi tedavisi alan
hipertansif hastalar iki grup oluşturmuştur. Birinci grupta, sabit ya da fikse
esansiyel HT hastalarında kan basıncı hipertiroidizmin tedavisi ile değişme
göstermez. İkici grupta ise, latent ya da labil esansiyel HT hipertiroidinin tedavisi
sonrası belirgin düşme gösterir veya normal seviyeye iner. Ve bu seviyede aylar
veya yıllar süresince devam eder (72). Hipotiroidi hastalarında ötiroid kontrol
grubuna oranla HT’a sık rastlanmaktadır. Çoğu hastada tiroid yetmezliğinin
tedavisi tek başına kan basıncını düşürebilir. Hemodinamik mekanizma, kardiyak
outputun azalması ve buna sekonder olarak PVD’teki artmadır (73). Bu etki
özellikle diyastolik tansiyon üzerinde belirgindir. Streeten ve arkadaşlarının
yaptığı çalışmada, 40 hipotiroidik hastanın 16’sında (%40) diyastolik kan basıncı
90 mmHg’nin üzerinde bulunmuştur. Bu hastalar tiroid replasman tedavisi
verilerek ötiroid duruma getirildiklerinde, 16 hastanın 9’unda diyastolik basınç 90
mmHg’nin altına düşmüştür (74). Kotsis ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise
hipotiroidi hastalarında, 24 saatlik sistolik kan basıncı gönüllülere oranla belirgin
yüksek bulunmuştur. Diyastolik kan basıncında ise iki grup arasında bir fark
gözlenmemiştir (75).Walsh ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 105 kişilik
subklinik hipotiroidili grup ile 1859 kişilik ötiroid grup karşılaştırıldığında
hipotiroidinin HT ile ilişkisi olmadığı sonucuna varılmıştır. Aynı çalışmada, 35
subklinik hipertiroidi hastasında ötiroid gruba göre kan basıncı yüksek
saptanmıştır (76). Bizim çalışmamızda hastaların ilk başvuru anında ölçülen
ortalama sistolik ve diyastolik tansiyon değerleri açısından TFB olan gruplar ve
ötiroid kontroller arasında anlamlı fark saptanmamıştır (tablo:10) Yine gruplar
arasında özgeçmişinde HT varlığı yönünden farklılık izlenmemiştir (Tablo:11).
Kalp hastalıkları iskemik SVH için önemli bir nedendir ve birkaç yolla inmeye yol
açabilir. Birincisi, kalp kapaklarında ve endokardiyumda mevcut trombüsün
serebral emboliye yol açması, diğeri ise ritim bozukluğu veya yetmezliğe bağlı
olarak serebral perfüzyonun bozulmasıdır. Akut serebral emboliye neden olan
kalp hastalıları ise çeşitlilik göstermektedir. Ancak bütün kardiyak nedenler eşit
derecede
embolijenik
değildir.
TOAST
çalışmasında
kalp
hastalıkları
58
kardiyoembolik inme yönünden düşük ve yüksek riskli olarak tanımlanmıştır
(Tablo:3). Koroner arter hastalığı ve Mİ inme için önde gelen risk faktörleridir.
Akut MI sonrası gelişen inme önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Akut
MI’yı izleyen ilk bir ay içerisinde inme insidansının %1–3.2 olduğu bildirilmiştir.
Geniş anterior MI’lar daha sık olarak inmeye neden olur. Genellikle sol
ventriküler akinetik segment veya anevrizma içinde oluşan trombus emboliye yol
açar (4). Hipertiroidik hastalarda kardiyak semptomlar sıktır. Aşırı tiroid
hormonuna bağlı olarak çarpıntı, egzersiz kapasitesinde bozulma, genişlemiş
nabız basıncı gelişir. Hipertiroidili pek çok hastada kardiyak output yüksektir ve
egzersize cevap subnormaldir, bunun nedeni, kalp hızındaki maksimal artıştaki
yetersizlik veya düşük vasküler rezistans olabilir. Nadiren şiddetli ve uzun süren
hipertiroidizmde düşük kardiyak output, düşük kardiyak kontraktilite ve kalp
yetmezliğinin belirtileri ortaya çıkar (35).
Ve bazı hastalarda konjestif kalp
yetmezliği ve anjina pektoris gelişebilir (46). Subklinik hipertiroidizm kardiyak
disfonksiyona daha az oranda neden olur (80). Biondi ve arkadaşları iatrojenik
subklinik hipertiroidili 20 hastalık bir çalışmada, kontrol grubuna göre atriyal
prematür atımların daha fazla olduğunu ve ortalama kalp hızının %20 artmış
olduğunu tesbit etmişlerdir. Ekokardiyografide 20 hastanın 6’sında sol ventrikül
hipertrofisi saptamışlardır (81). Başka bir çalışmada ise en az 5 yıl süreyle TSH
supressif dozlarda L-tiroksin tedavisi alan ve egzersiz dispnesi şikayeti olan
iatrojenik subklinik hipertiroidili hastalarda azalmış egzersiz toleransı, diyastolik
disfonksiyon ve egzersiz sırasında bozulmuş sistolik fonksiyon tesbit edilmiştir
(82). Endojen subklinik hipertiroidizmin kardiyak etkileri daha az bilinmektedir.
Bu konuda yapılmış 23 kişilik bir çalışmada özellikle septal ve posterior duvar
kalınlığında artmaya bağlı olarak sol ventrikül kütlesinde artış, dinlenme anındaki
sistolik fonksiyonda artma ve diyastolik fonksiyonun doppler parametrelerinde
bozulma tesbit edilmiştir (83). Hipotiroidizmde en sık bulgular bradikardi, nabız
basıncında daralma, prekordiyal muayenede zayıflamış aktivitedir. Bradikardi,
ventriküler dolumda ve kardiyak kontraktilitede azalma kardiyak outputta
düşmeye neden olur. Sistemik vasküler rezistans %50 oranında artar, diyastolik
relaksasyon ve doluş yavaşlar. Bununla birlikte kalp yetmezliği nadirdir. Çünkü
59
kardiyak output genellikle periferik oksijen ihtiyacının azalmasına bağlı olarak
yeterli kalır. Perikardiyal effüzyon ve gode bırakmayan ödem (mixödem) şiddetli
ve uzamış hipotiroidizmde gözlenir.
Hem semptomatik, hem de subklinik
hipotiroidizm prematür koroner arter hastalığı için risk faktörü olabilir.
Hipotiroidizmde ateroskleroz ve KAH artmaktadır. Bunun hiperkolesterolemi ve
hipertansiyonla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ancak şaşırtıcı bir şekilde
hipotiroidik hastalar miyokard infarktüsü ve angina için düşük insidans taşırlar.
Bu
durum,
kalbin
metabolik
ihtiyaçlarının
ve
trombosit
adhezyonunun
azalmasından kaynaklanabilir (35). Cappola ve arkadaşlarının 3233 kişilik 65
yaş üstü bireylerde yaptıkları çalışmada subklinik hipertiroidi, hipotiroidi ve
subklinik hipotiroidi gruplar ile ötiroid grup arasında koroner arter hastalığı,
serebrovasküler hastalık, kardiyovasküler hastalıklar ve mortalite arasında bir
fark bulunamamıştır (69). Elisabeth Hak ve arkadaşları tarafından Hollanda’da
yapılan bir çalışmada ise 1149 hipotiroidisi olan postmenapozal kadında MI
öyküsü ve aortik kalsifikasyona daha sık rastlanılmıştır (84). Bizim çalışmamızda
hipertiroidili ve subklinik hipertiroidili hasta grubunda istatiksel olarak anlamlı
olmasa da MI görülme riskinin daha yüksek olduğu saptandı. Subklinik
hipotiroidili grupta MI görülme oranı en yüksek (%8) çıksa bile, hasta sayısının
(12) az olması nedeniyle MI saptanan 1 vaka oranın en yüksek olmasına yol
açmıştır. Hasta sayısının az olması ve sadece 1 vakada MI görülmesi nedeniyle
değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı düşünülmüştür. Çalışmamızda her türlü
TFB’de ötiroid gruba göre kalp hastalığı insidansı istatiksel olarak anlamlı
olmasa da yüksek saptandı. Burada KH ile birlikteliği en yüksek olan grup ise
hipertiroidik hastalardı (Tablo:11).
AF genel popülasyonda görülen en sık kronik ritim bozukluğudur. AF’ye bağlı
gelişen en sık komplikasyon ise inmedir. İskemik inmelerin %15’i AF’ye bağlı
emboli sonucu gelişmektedir (77). AF gelişimine zemin hazırlayan risk faktörleri,
ileri yaş, DM, HT, konjestif kalp yetmezliği, romatizmal ve romatizmal olmayan
kapak hastalığı ve MI’dır. Romatizmal olmayan AF için ekokardiyografik risk
faktörleri; sol atrium genişlemesi, sol ventrikül duvar kalınlığının artması ve sol
ventrikül fraksiyonel kısalığındaki azalmadır (24). Hipertirodide kalp hızındaki
60
artış, hem sempatik tonustaki artışa hem de parasempatik tonustaki azalmaya
bağlıdır. Kalp hızı istirahatte ve uykuda 90/dk üzerindedir. Hipertiroidizmdeki en
yaygın ritim bozukluğu, sinüs taşikardisidir ve sıklıkla aritmiyle birliktedir. Atriyal
prematür kontraksiyonlar, paroksismal atriyal taşikardi, atriyal flatter, AF, uzamış
PR intervalleri, ST segment elevasyonu ve kısalmış QT intervalleri bulunabilir.
AF, hipertiroidi hastalarında klinik olarak en önemli ritim bozukluğudur ve
hastalar ilk kez AF semptomları ile prezente olabilir. Atriyal fibrilasyon
hipertiroidizmli hastaların %10-15’inde görülebilir ve erkeklerde görülme olasılığı
kadınlara oranla daha yüksektir.
Tirotoksik AF’ye bağlı inme ve sistemik
embolizmin sıklığı hala tartışma konusudur. Staffurth ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada, tirotoksikoz ve AF birlikteliği olan 262 hastanın 21’inde 26 arteriyel
embolizm saptamışlardır ve bunlardan 17’si serebral, kalan 9’u ise diğer
arterlerde izlenmiştir (78). Petersen ve Hansen’in çalışmasında, tedavi almayan
610 tirotoksikozlu hastanın 91’inde (%14,9) AF saptanmıştır. Bu çalışmada, yaş,
cinsiyet ve AF bağımsız değişkenler olarak ele alınmış, inme için risk olma
olasılıkları araştırılmıştır. Çalışmanın sonucunda yaş tek başına önemli bir risk
faktörü olarak saptanmış, ancak cinsiyet ve AF ‘nin bağımsız risk olma olasılığı
düşük bulunmuştur (79). Subklinik hipertiroidizmde de AF insidansı artmıştır.
Tenerz ve arkadaşlarının yaptığı, subklinik tirotiksikozu olan 65 yaş üzeri 40
kişiyi kapsayan çalışmada hastaların %28’inde AF saptanmıştır. Kontrol
grubunda ise oran %10 düzeyinde bulunmuştur. Framingham Heart Study
çalışmasında ise, 60 yaş üzeri hastalar 10 yıl süre ile takip edilmişlerdir. AF
gelişme oranı TSH düzeyi ile ilişkili olarak farklılık göstererek serum TSH
konsantrasyonu <0,1mu/l olanlarda %28, 0,1–0,4 mu/l olanlarda %16, serum
TSH düzeyi normal sınırlarda olanlarda %11 olarak bulunmuştur. Auer ve
arkadaşları, serum TSH düzeyi <0.4 mu/l iken, ST3 ve ST4 düzeylerinin normal
olmasının, TSH düzeyi normal olan kontrollerle karşılaştırıldığında, AF için risk
oluşturduğunu bildirmişlerdir. Subklinik hipertiroidizmde AF gelişme riskini
%12,7, belirgin hipertiroidizmde %13,8 olarak bildirmişlerdir (80). Bizim
çalışmamızda AF insidansı hipertiroidi hastalarında yüksek saptanırken,
subklinik hipertiroidi ile diğer gruplar arasında belirgin fark bulunmamıştır (Tablo
61
11). Ancak hastaların takibi ile AF görülme insidansının değişebileceği de diğer
bir olasılıktır. Ve yine gruplar arasında, KE nedene bağlı inme görülme oranında
istatistiksel farklılık saptanmamıştır. Bununla beraber hipertiroidi ve subklinik
hipertiroidi gruplarıyla KE inme arasındaki ilişkinin daha yüksek olduğu
görülmüştür (Tablo 13).
Serum kolesterol düzeyi ile aterosklerotik damar hastalığı arasında sürekli ve
kuvvetli bir ilişki olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Ateroskleroz inmenin en
sık izlenen tromboembolik formunda primer rol oynar (85). Aterosklerotik plaklar,
kandaki lipoproteinlerden meydana gelen kolesterol ve kolesterol esterlerinden
zengindir. Deney hayvanlarında, kolesterolden zengin diyetle ateroskleroz
meydana getirilebilmektedir. LDL kolesterolden en zengin lipoproteindir.
VLDL’den zengin hiperlipidemide de risk artmaktadır. HDL ile ilişki ise ters
orantılıdır. HDL kolesterolün 35 mg/dl altında olması ateroskleroz gelişmesi için
bağımsız bir risk faktörüdür. Hipertiroidizm ise LDL turnoverini artırarak total LDL
düzeyini azaltır, HDL düzeyi değişmez ya da azalır. Hipotiroidi hastalarında
lipoproteinlerin oluşumu ve taşınması oldukça ciddi bir şekilde bozulur.
Hipotiroidizm hiperkolesterolemi ile karakterizedir ve LDL ile apoprotein B
düzeylerinde artış görülür. Çünkü bu hastalarda, karaciğerde LDL reseptörlerinin
azalmasına bağlı olarak, fraksiyonel LDL klirensi azalmıştır. HDL düzeyleri
normaldir ya da şiddetli hipotiroidizmde belki yükselmiş olabilir. Bu hastalarda,
tiroid hormon regülasyonunu sağlayan enzimler olan hepatik lipaz ve kolesterol
ester transfer protein aktivitesi azalmıştır. Subklinik hipotiroidizm ise, normal ya
da orta derecede yükselmiş total kolesterol düzeyleri, LDL düzeyinde artış ve
HDL düzeyinde azalma ile karakterizedir (86).Kanaya ve arkadaşlarının
yaptıkları çalışmada TSH düzeyi yüksek saptanan hastalarda kolesterol düzeyi
artmış, TSH düzeyi düşük saptanan hastalarda kolesterol düzeyinin azalmış
olduğu saptanmıştır (87). Monzani ve arkadaşlarının çalışmasında 45 subklinik
hipotiroidili hasta karotid arter intima-media kalınlığı (İMK) ve lipoprotein profili
açısından 6 ay süreyle takip edilmiştir. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında total
ve LDL kolesterol düzeylerinin anlamlı olarak yüksek, İMK’nın da artmış olduğu
görülmüştür. L-tiroksin replasman tedavisi sonrası total ve LDL kolesterol
62
düzeyleri ve İMK azalmıştır (88). Hollanda da yapılan 1149 postmenapozal
kadını içeren çalışmada subklinik hipotiroidizmin MI ve aortik ateroskleroz için
güçlü bir risk faktörü olduğu sonucuna varılmıştır (84). Bizim çalışmamızda
serum lipid değerlerinde, TFB olan gruplarla ötiroid gruplar arasında anlamlı
farklılık saptanmamıştır (Tablo:10).
Geçici iskemik atak, vasküler sistemlerden birisinin iskemisine bağlı olarak
meydana gelen ve 24 saatten kısa süren fokal beyin disfonksiyonudur.
Patogenezinde
tromboz,
embolizm,
nonaterosklerotik
damar
patolojileri,
hematolojik bozukluklar, vazospazm ve hemodinamik faktörlerin rol oynadığı
düşünülür. Geçici iskemik atak olgularında karotis arter stenoz ya da oklüzyonu
%31-%78.6
oranında
görülür.
Alevizaki
ve
arkadaşlarının
çalışmasında
hipotiroidili hastalarda GİA insidansının daha yüksek olduğu saptanmıştır (10).
Bizim çalışmamızda GİA insidansı hipotiroidi grubunda ötiroid kontrollere göre
daha düşük izlenirken, subklinik hipotiroidi hastalarında yüksek olduğu
görülmüştür (tablo 12). Yine toplam subklinik hipotiroidi hasta sayısının düşük
olması (12) ve GİA sadece 2 hastada görülmesi nedeniyle bu konuda yorum
yapmanın doğru olmayacağını düşünüyoruz. Hipertiroidili hastalarda ise GİA
izlenmemiştir.
Sonuç olarak akut iskemik ve hemorajik tüm inme hastalarında tiroid
fonksiyonlarının kontrol edilmesi gerektiği gibi HT, KH gibi sistemik belirgin bir
hastalığı olan ya da belli belirsiz sistemik şikayetleri mevcut tüm hastaların da
TFT’ne bakılmalıdır. Saptanan TFB’nin tedavisi inme gelişimini önlemede ve
prognozu iyileştirmede önemli bir yere sahiptir.
63
SONUÇLAR:
Farklı yaş grupları (40–85) arasında TFB görülme olasılığı açısından anlamlı fark
izlenmemiştir (p=0.061).
Kadın hasta grubunda hipertiroidi görülme olasılığı erkek hasta grubuna oranla
anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (p=0.02).
Akut hemorajik inmeli hasta grubunda, akut iskemik inmeli hasta grubuna oranla
TFB görülme olasılığı anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (p=0.03).
Akut hemorajik inmeli hastalarda hipotiroidi görülme olasılığı diğer gruplara göre
anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (p=0.005).
İskemik ve hemorajik hasta gruplarının her ikisinde de akut dönem (ilk 4 hafta)
kayıplarının yaklaşık %75’i ilk 7 gün içinde gerçekleşmiştir. Akut dönem mortalite
hipotiroidili hastalarda diğer gruplar ve kontrollere göre anlamlı olarak yüksek
bulunmuştur (p=0,0001).
Hasta grupları ve ötiroid kontroller arasında ortalama sistolik kan basınçları
açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır (0.431).
Gruplar arasında ve ötiroid kontrollere kıyaslandığında ortalama diyastolik kan
basınçları açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır (0.383).
Hasta gruplarında ve ötiroid kontrollerde HT öyküsü açısından anlamlı farklılık
saptanmamıştır (0.805).
Hasta grupları ve ötiroid kontroller arasında MI görülme insidansında anlamlı
farklılık saptanmamıştır (0.857). Ancak hipertiroidi ve subklinik hipertiroidi hasta
gruplarında MI görülme olasılığının ötiroid kontroller ve diğer gruplara göre daha
yüksek olduğu saptanmıştır.
Hasta grupları ve ötiroid kontroller arasında kalp hastalığı görülme insidansı
açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0.194). Ancak TFB olan tüm
gruplarda ötiroid kontrollere göre KH’nın daha fazla görüldüğü saptandı. Kalp
hastalığı ile birlikteliği en yüksek grubun ise hipertiroidili hasta grubu olduğu
izlendi.
64
AF görülme olasılığının tüm gruplarda ötiroid kontrollere göre anlamlı olarak
yüksek olduğu saptandı (p=0.033). Gruplar arasında AF ile birlikteliği en yüksek
olanların hipertiroidili hasta grubu olduğu görülmüştür.
Kardiyoembolik nedenle geliştiği düşünülen akut iskemik inme görülme olasılığı
açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır (p=0.24). Ancak
hipertiroidi ve subklinik hipertiroidi hasta grupları ile KE nedenli inme birlikteliği
daha yüksek bulunmuştur.
Hasta grupları ve ötiroid kontroller arasında ortalama serum lipid değerleri (HDL:
p=0.871) ( VLDL: p=0.146) (LDL: p=0.274) (total kolesterol: p=0.065) (trigliserit:
p=0.299) açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır.
Hasta grupları ve ötiroid kontroller arasında ateroskleroz neticesinde gelişen
büyük damar hastalığına bağlı inme görülme insidansında anlamlı farklılık
saptanmamıştır (0.089).
Hipertiroidi ve subklinik hipertiroidi hasta gruplarında GİA’ya rastlanmamıştır
(0.022).
65
ÖZET:
Akut serebrovasküler hastalık, ölüm nedenleri arasında ciddi bir yerde olması ve
hayatta kalan vakalarda ağır dizbiliteye yol açması nedeniyle önde gelen bir
sağlık problemidir.
SVH’ın kişi ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerinin
azaltılması için bu hastalığa neden olan risk faktörleri iyi tanınmalı ve bunlara
yönelik önlemler alınmalıdır.
Tiroid bezinin farklı birçok hastalığı ile SVH risk faktörleri arasında ilişkiyi
araştıran ve olumlu sonuçlar bildiren çalışmalar mevcuttur.
Bu araştırmalar
genellikle iskemik SVH ile tiroid fonksiyon bozuklukları konusundadır. Bu
çalışmada amaç, TFB ile akut iskemik ve hemorajik inme ve inme risk faktörleri
arasındaki ilişkiyi incelemek, tiroid hastalıklarının inmede akut dönem mortalite
üzerine etkisini araştırmaktır.
Çalışmada, 2004 Eylül ve 2007 Eylül Tarihleri arasında Haydarpaşa Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi II. Nöroloji Kliniği’nde akut inme nedeniyle izlenen
1061 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Çalışmaya alınan hastaların yaş, cinsiyet, anamnez ve özgeçmiş bilgileri
incelendi. HT, hiperlipidemi, DM, MI, koroner kalp hastalığı, ritim bozukluğu, TFB
kaydedildi. Başvuru anındaki muayene bulguları, TA, KŞ, EKG sonuçları, yatışı
esnasında bakılan kan lipid ve tiroid fonksiyon testleri değerleri kaydedildi. Klinik
ve görüntüleme sonuçları birlikte değerlendirilerek inme tipi, lezyon büyüklüğü ve
yerine karar verilerek etyolojik faktörlerle birlikte hastalar TOAST kriterlerine göre
sınıflandırıldı.
Tiroid fonksiyon bozukluğu görülme oranı akut hemorajik inmede akut iskemik
inmeye göre daha yüksek bulundu. Klasik bilgiyle uyumlu olarak en sık görülen
TFB hipotiroidi idi. Yaş grupları arasında anlamlı fark saptanmazken, kadın hasta
grubunda TFB’ye daha sık rastlandı. Akut dönem mortalite oranı hipotiroidili
hasta grubunda daha yüksek bulundu. Başvuru anındaki sistolik ve diyastolik TA
değerleri ve HT öyküsü açısından anlamlı fark saptanmadı. MI öyküsünün
hipertiroidili ve subklinik hipertiroidili hastalarda istatiksel olarak anlamlı olmasa
da daha yüksek olduğu görüldü. Kalp hastalığının tüm TFB gruplarında ötiroid
66
kontrollere göre anlamlı olmasa da daha yüksek olduğu izlendi. AF görülme
insidansı TFB gruplarında, ötiroid kontrollere göre anlamlı olarak yüksek bulundu.
Atriyal fibrilasyonun en sık hipertiroidili hastalarla birlikteliği olduğu görüldü.
Kardiyoembolik nedenli akut iskemik inmeler gruplar arasında anlamlı farlılık
olmasa da en sık hipertiroidi ve subklinik hipertiroidili hastalarda izlendi. Hasta
grupları arasında kan lipid değerleri ve tromboembolik (büyük damar hastalığına
bağlı) nedenli inmeler arasında fark saptanmadı.
Bu bilgiler ışığında özellikle HT, KH, AF gibi bilinen risk faktörlerinin yanı sıra belli
belirsiz sistemik şikayetlerle de hastaneye başvuran tüm hastaların TFB
açısından araştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle subklinik hipertiroidi ve
subklinik hipotiroidi bazı olgularda ciddi klinik belirti göstermeyebilir, bu durum bu
incelemelerin önemini arttırmaktadır. Saptanan TFB tedavisinin akut inme
prevalansını azaltacağı ve prognozunu iyileştireceği kanaatindeyiz.
67
KAYNAKLAR:
1. Adams RD, Victor M, Ropper HA, Brown HB. Principles Of Neurology. 8th ed.
USA Mc Graw Hill Co. 2006; 34:660-746.
2. Ralph L Pathogenesis, classification and epidemiology of cerebrovascular disease.
Rowland PL. Merrit’s Neurology. Tenth Edition 2000;35:217-274.
3. Bonita R, Epidemiology of Stroke. Lancet 1992; 239:342-344.
4. Balkan S. Serebrovasküler Hastalıklar. Güneş Kitabevi, 2005.
5. Bamford J, Sandercock P, Dennis M, Burn J, Warlow C. Classification and natural
history of clinical subtypes of cerebral infarction. Lancet 1991;337: 1521-1526.
6. Hankey GJ, Stroke. How large a public health problem and how can the
neurologist help? Arch Neurol 1999;56: 748-75.
7. Greenberg MS. Handbook of Neurosurgery, 3th ed.USA, 1994.
8. Sacco RL. Vascular disease. In; Rowland L(ed). Merritt’s Textbook of Neurology.
9th ed. Williams and Wilkins, New York. 1995. Ch 33:227-242.
9. Kumral E, Kumral K. İnme Risk Faktörleri. Nöropsikiyatri Arşivi, 1985: 28;55-8.
10. Bradley WG, Daroff BR, Fenichel GM, Marsden CD. Neurology in Clinical Practice.
The Neurological Disorders. Third Edition. Vascular Diseases of The Nervous
System 2000;1125-1126.
11. Idredavik B, Bakke F, Solberg R, Rokseth R, Haehim LL, Holme I. Benefit of a
stroke unit: Randomized Controlled Trial. Stroke 1991;22:1026-1031.
12. Garcia JH, Yoshida Y, Chen H, Li Y, Zhang ZG, Lian J, Chen S, Chop M.
Progression from ischaemic injury to infarct following middle cerebral artery
occlusion in the rat. Am J Pathol. 1993 February; 142(2): 623–635.
13. Afifi A.K, Bergman R.A. Cerebral Circulation. Functional Neuroanatomy. Second
Edition.27:348-367.
14. Broderick JP, Adams HP, Barsan W, Feinberg W,Feldmann E, Grotta J, Kase C,
Krieger D, Mayberg M, Tilley B, Zabramski JM, Zuccarello M. Guidelines for the
Management of Spontaneous Intracerebral Hemorrhagie. Stroke. 1999;30:905915.
15. Kumral E, Kumral K. Santral Sinir Sisteminin Damarsal Hastalıkları. Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları No:72, Yücesahil 4-446.
16. Gilroy J. Cerebrovascular Disease. In; Basic Neurology. 3rd. Edition. USA: Mc
Graw Hill Co, 2000;ch:225-277.
68
17. Çelik Y, Balcı K, Utku U, Varol G. İntraserebral hematom genişlemesini etkileyen
olası faktörler. Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi 2002, 8:2;95-99
18. Canhao P, Falcao F, Pinho Em T.Ferro H, Ferro J. Vascular risk factors for
perimesencephalic
nonaneurysmal
subarachnoid
hemorrhagie.
J
Neurol
1999:Jun:246:492-496.
19. Chamorro A, Saiz A, Vila N, Ascaso C, Blanc R, Alday M, Pujol J. Contribution of
arterial blood pressure to the clinical expression of lacunar infarction. Stroke 1996:
Mar:27:388-392.
20. Davis BR, Vogt T, Frost PH, Burlando A, Cohen J, Wilson A, Brass LM, Frishman
W, Price T, Stamler J. Risk factors for stroke and type of stroke in persons with
isolated systolic hypertension. Stroke:1998:Jul:29:1333-1340.
21. Progress Management Committee. Blood pressure lowering for he secondary
prevention of stroke: rationale and design for progress. J Hypertens Suppl
1996:Dec:14:S39-46.
22. Burchfield CM, Curb JD, Rodriguez BL et al. Glucose intolerance and 22 year
stroke incidence, The Honolulu Heart Program. Stroke 1994; 25:951-957
23. UK Prospective Diabetes Study Group: tight blood pressure control and risk of
macrovascular and microvascular complications in type 2 diabetes: UKPDS 38.
BMJ 1998;317:703-713.
24. Benjamin EJ, Wolf PA, D'Agostino RB, Silbershatz H, Kannel WB, Levy D. Impact
of atrial fibrillation on the risk of death: the Framingham Heart Study. Circulation.
1998 Sep 8;98(10):946-52.
25. Gillum LA, Mamidupidi SK,
Johnson SC. Ischaemic stroke risk with oral
contraceptives, a metaanalysis. JAMA 2000;284:72-78
26. Kurth T, Gaziano JM, Cook NR, Logroscino G, Diener HC, Buring JE. Migraine and
risk of cardiovascular disease in women. JAMA. 2006 Jul 19;296(3):283-91
27. Ata M.E. Tiroid hastalıkları ve nöropsikiyatrik açılımları. S:1-60, Melisa matbaacılık,
İstanbul, 1999.
28. Surks M.I, Sievert R. Drugs and thyroid function. The New England J Med,
Dec.21:1688-1693, 1995.
29. Cooper D.S. Approach to the Patient with Subclinical Hyperthyroidism. J Clin
Endocrinol Metab 92: 3-9, 2007
30. Shrier
DK,
Burman
D.K.
Subclinical
hyperthyroidism:
Contraversies
in
Management. American Family Physician 2002; 65(3):431-8
69
31. Tonner D.R. Schlechte J.A. Neurological complications of thyroid and parathyroid
disease. Med Clin North Am. 77: 251-263, 1993.
32. Klein I, Ojamaa K.
Tiroid (neuro)myopathy. The
Lancet, Commentary,
356:614,2000.
33. Campbell WW. Dejong’s The Neurologic Examination. Lippincott Williams and
Wilkins. 6th ed.2008;585-596.
34. Braverman LE, Utiger RD. The Thyroid. A Fundomental and Clinical Text. Werner
and Ingber’s. 9th ed. 2005;22:453-456.
35. Klein I, Ojamaa K. Thyroid hormone and the cardiovascular system. N Engl J
Med.2001;344:501-509.
36. Peterson P. Thromboembolic complications in atrial fibrillation: Stroke. 1990; 21:413.
37. Pantazi H, Papapetrou PD. Changes in parameters of bone and mineral
metabolism during therapy for hyperthyroidism. J Clin Endocrinol Metab. 2000
Mar;85(3):1099-106.
38. Adams HP Jr, Bendixen BH, Kappelle LJ, Biller J, Love BB, Gordon DL, Marsh EE
3rd. Classification of subtype of acute ischemic stroke. Definitions for use in a
multicenter clinical trial. TOAST. Trial of Org 10172 in Acute Stroke Treatment.
Stroke. 1993 Jan;24(1):35-41
39. Squizzato A, Gerdes V.E.A, Brandjes D.P.M, Büller H.R, Stam J. Thyroid Diseases
and Cerebrovascular Diseases. Stroke.2005; 36:2302-2310.
40. Stam J. Cerebral venous and sinus thrombosis: incidence and causes . Adv
Neurol. 2003;92:225-232.
41. Kushima K, Satoh Y, Ban Y, Taniyama M, Ito K, Sugita K. Graves’ thyrotoxicosis
and moyamoya disease. Can J Neurol Sci.1991;18:140-142.
42. Topliss DJ, Eastman CJ. Diagnosis and management of hyperthyroidism and
hypothyroidism. MJA 2004;180:186-193.
43. Wilson S, Parle JV, Roberts LM, Roalfe AK, Hobbs FDR, Clark P, Sheppard MC,
Gammage MD, Pattison HM, Franklyn JA. Prevalence of Subclinical Thyroid
Dysfunction and Its Relation to Socioeconomic Deprivation in the Elderly: A
Community-
Based
Cross-Sectional
Survey.
J
Clin
Endocrinol
Metab,2006;91(12):4809-4816.
70
44. Çoban E, Yazıcıoğlu G, Özdoğan M. Platelet activation in subject with subclinical
hypothyroidism. Med Sci Monit, 2007;13 (4):CR211-214.
45. Robert LM, Pattison H, Roalfe A, Franklyn J, Wilson S, Hobbs FDR, Parle JV.Is
Subclinical Thyroid Dysfunction in the Elderly Associated with Depression or
Cognitive Dysfunction? Ann Intern Med,2006;145:573-581.
46. Ünal G. Tiroid Hastalıkları. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, Birinci baskı,
2000; 3:28-64.
47. Cappola AR, Ladenson PW. Hypothyroidism and atherosclerosis. J Clin Endocrinol
Metab. 2003;2438-44.
48. Monzani F, Caraccio N, Kozakova M, Dardano A, Vittone F, Virdis A,
Taddei
S, Palombo C and Ferrannini E. Effect of Levothyroxine Replacement on Lipid
Profile and Intima-Media Thickness in Subclinical Hypothyroidism: A Double-Blind,
Placebo- Controlled Study. J Clin Endocrinol Metab, 2004; Vol. 89, No. 5 20992106
49. Bruckert E, Giral P, Chadarevian R, Turpin G. Low free-thyroxine levels are a risk
factor for subclinical atherosclerosis in euthyroid hyperlipidemic patients. J
Cardiovasc Risk. 1999 Oct;6(5):327-3
50. Diekman T, Lansberg PJ, Kastelein JJ, Wiersinga WM. Prevalence and correction
of hypothyroidism in a large cohort of patients referred for dyslipidemia. Arch Intern
Med. 1995 Jul 24;155(14):1490-5.
51. Fommei E, Iervasi G. The role of thyroid hormone in blood pressure homeostasis:
evidence from short-term hypothyroidism in humans.J Clin Endocrinol Metab. 2002
May;87(5):1996-2000.
52. Müller B, Zulewski H, Huber P, Ratcliffe JG, Staub JJ.Impaired action of thyroid
hormone associated with smoking in women with hypothyroidism.
N Engl J Med.
1995 Oct 12;333(15):964-9.
53. Welch GN, Loscalzo J. Homocysteine and atherothrombosis.N Engl J Med. 1998
Apr 9;338(15):1042-50.
54. Bakker SJ, ter Maaten JC, Popp-Snijders C, Slaets JP, Heine RJ, Gans RO. The
relationship between thyrotropin and low density lipoprotein cholesterol is modified
by insulin sensitivity in healthy euthyroid subjects. J Clin Endocrinol Metab. 2001
Mar;86(3):1206-11.
55. Barbe F, Klein M, Chango A, Fremont S, Gerard P, Weryha G, Gueant JL, Nicolas
JP. Homocysteine, folate, vitamin B12, and transcobalamins in patients undergoing
71
successive hypo- and hyperthyroid states. J Clin Endocrinol Metab. 2001
Apr;86(4):1845-6.
56. Hsu SW, Chaloupka JC, Fattal D.Rapidly progressive fatal bihemispheric infarction
secondary to Moyamoya syndrome in association with Graves thyrotoxicosis.AJNR
Am J Neuroradiol. 2006 Mar;27(3):643-7.
57. Abend W.K, Tyler H.R. Thyroid disease and the nervous system. Ed: Aminof J.M.
Neurology and General Medicine. 18:333-347, Churchill Livingstone, New York,
1995.
58. Kelley D.E. Gharib H. Kennedy F.P. Ralph J.D. McManis P.G.Thyrotoxic periodic
paralysis. Report of cases and review of electromyographic findings. Arch Intern
Med. 149:2597-2600, 1989 .
59. Feibel J.H. Campa J.F. Thyrotoxic neuropathy (Basedow's paraplegia), J Neurol
Neurosurg Psychiatry. 39:491-497, 1976.
60. Chi Lin C., Tsan K.W.,.Chen P.J. The relationship between sleep apnea syndrome
and hypothyroidism. Chest. 102:1663-1667, 1992.
61. Rao S.N. Katiyar B.C., Nair K.R.P., Mısra S. Neuromuscular status in
hyothyroidism. Acta Neurol Scand. 61:167-177, 1980.
62. Tietgens S.T. Leinung M.C. Thyroid strom. Med Clin North Am. 79.169-183, 1995.
63. Heiss WD. Experimental evidence of ischemic thresholds and functional recovery.
Stroke. 1992 Nov;23(11):1668-72.
64. Folsom AR, Rosamond WD, Shahar E, Cooper LS, Aleksic N, Nieto FJ,
Rasmussen ML, Wu KK. Prospective study of markers of hemostatic function with
risk of ischemic stroke. The Atherosclerosis Risk in Communities (ARIC) Study
Investigators. Circulation. 1999 Aug 17;100(7):736-42.
65. Ohira T, Shahar E, Chambless LE, Rosamond WD, Mosley TH Jr, Folsom AR.
Risk factors for ischemic stroke subtypes: the Atherosclerosis Risk in Communities
study. Stroke. 2006 Oct;37(10):2493-8.
66. Broderick J, Brott T, Kothari R, Miller R, Khoury J, Pancioli A, Gebel J, Mills D,
Minneci L, Shukla R. The Greater Cincinnati/Northern Kentucky Stroke Study:
preliminary first-ever and total incidence rates of stroke among blacks. Stroke.
1998 Feb;29(2):415-21.
72
67. Sawin CT, Chopra D, Azizi F, Mannix JE, Bacharach P. The aging thyroid.
Increased prevalence of elevated serum thyrotropin levels in the elderly. JAMA.
1979 Jul 20;242(3):247-50.
68. Sawin CT, Castelli WP, Hershman JM, McNamara P, Bacharach P. The aging
thyroid. Thyroid deficiency in the Framingham Study. Arch Intern Med. 1985
Aug;145(8):1386-8.
69. Cappola AR, Fried LP, Arnold AM, Danese MD, Kuller LH, Burke GL, Tracy RP,
Ladenson PW. Thyroid status, cardiovascular risk, and mortality in older adults.
JAMA. 2006 Mar 1;295(9):1033-41.
70. Osman F, Franklyn JA, Holder RL, Sheppard MC, Gammage MD. Cardiovascular
manifestations of hyperthyroidism before and after antithyroid therapy: a matched
case-control study. J Am Coll Cardiol. 2007 Jan 2;49(1):71-81. Epub 2006 Dec 13.
71. Faber J, Wiinberg N, Schifter S, Mehlsen J. Haemodynamic changes following
treatment of subclinical and overt hyperthyroidism. Eur J Endocrinol. 2001
Oct;145(4):391-6.
72. Bisgard JD. The Relation Of Hyperthyroidism to Hypertension. Ann Surg. 1942
Jan;115(1):42-6.
73. Saito I, Saruta T. Hypertension in thyroid disorders. Endocrinol Metab Clin North
Am. 1994 Jun;23(2):379-86.
74. Streeten DH, Anderson GH Jr, Howland T, Chiang R, Smulyan H. Effects of thyroid
function
on
blood
pressure.
Recognition
of
hypothyroid
hypertension.
Hypertension. 1988 Jan;11(1):78-83.
75. Kotsis V, Alevizaki M, Stabouli S, Pitiriga V, Rizos Z, Sion M, Zakopoulos N.
Hypertension and hypothyroidism: results from an ambulatory blood pressure
monitoring study. J Hypertens. 2007 May;25(5):993-9.
76. Walsh JP, Bremner AP, Bulsara MK, O'Leary P, Leedman PJ, Feddema P,
Michelangeli V. Subclinical thyroid dysfunction and blood pressure: a communitybased study. Clin Endocrinol (Oxf). 2006 Oct;65(4):486-91.
77. Sherman DG. Stroke Prevention in Atrial Fibrillation. Pharmalogical Rate Versus
Rhythm Control. Stroke. 2007;38(part 2):615-617.
73
78. Staffurth JS, Gibberd MC, Fui SN. Arterial embolism in thyrotoxicosis with atrial
fibrillation. Br Med J. 1977 Sep 10;2(6088):688-90.
79. Petersen P, Hansen JM. Stroke in thyrotoxicosis with atrial fibrillation. Stroke.1988
Jan;19(1):15-8.
80. Hoogendoorn EH, den Heijer M, van Dijk AP, Hermus AR. Subclinical
hyperthyroidism: to treat or not to treat? Postgrad Med J. 2004 Jul;80(945):394-8.
81. Biondi B, Fazio S, Carella C, Amato G, Cittadini A, Lupoli G, Sacca L, Bellastella A,
Lombardi G. Cardiac effects of long term thyrotropin-suppressive therapy with
levothyroxine. J Clin Endocrinol Metab. 1993 Aug;77(2):334-8.
82. Biondi B, Fazio S, Cuocolo A, Sabatini D, Nicolai E, Lombardi G, Salvatore M,
Sacca L. Impaired cardiac reserve and exercise capacity in patients receiving longterm thyrotropin suppressive therapy with levothyroxine. J Clin Endocrinol Metab.
1996 Dec;81(12):4224-8.
83. Biondi B, Palmieri EA, Fazio S, Cosco C, Nocera M, Sacca L, Filetti S, Lombardi
G, Perticone F. Endogenous subclinical hyperthyroidism affects quality of life and
cardiac morphology and function in young and middle-aged patients. J Clin
Endocrinol Metab. 2000 Dec;85(12):4701-5.
84. Hak AE, Pols HA, Visser TJ, Drexhage HA, Hofman A, Witteman JC. Subclinical
hypothyroidism is an independent risk factor for atherosclerosis and myocardial
infarction in elderly women: the Rotterdam Study. Ann Intern Med. 2000 Feb
15;132(4):270-8.
85. Benfante R, Yano K, Hwang LJ, Curb JD, Kagan A, Ross W. Elevated serum
cholesterol is a risk factor for both coronary heart disease and thromboembolic
stroke in Hawaiian Japanese men. Implications of shared risk. Stroke. 1994
Apr;25(4):814-20.
86. Duntas LH.Thyroid disease and lipids. Thyroid. 2002 Apr;12(4):287-93.
87. Kanaya AM, Harris F, Volpato S, Perez-Stable EJ, Harris T, Bauer DC. Association
between thyroid dysfunction and total cholesterol level in an older biracial
population: the health, aging and body composition study. Arch Intern Med. 2002
Apr 8;162(7):773-9.
74
88. Monzani F, Caraccio N, Kozakowa M, Dardano A, Vittone F, Virdis A, Taddei S,
Palombo C, Ferrannini E. Effect of levothyroxine replacement on lipid profile and
intima-media thickness in subclinical hypothyroidism: a double-blind, placebocontrolled study. J Clin Endocrinol Metab. 2004 May;89(5):2099-106.
75
Download