Bu Sayımızda Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu ............................................................ 2 Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ /Genel Başkan Makarios’un İhaneti ............................................................................... 4 E. Tümgeneral Ali Fikret ATUN 15 Mayıs Tarihinde Başlatılan Federal Devlet Müzakerelerinde “Bize Her şey 21 Aralık Darbe Faciasını” Hatırlatıyor ............................. 12 E.Alb. İsmail TANSU Bir Kahramanı Anlatabilmenin Zorluğu .................................................. 14 Yakan CUMALIOĞLU Gelenek Sürdürülmektedir ..................................................................... 16 Asrın Projesi .......................................................................................... 18 Hasan İKİZER İsmail TANSU ........................................................................................ 19 Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Genel Merkezi Kuruluş : 24.01.1987 KTKD Adına Sahibi Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Düzeltmen Hasan İKİZER Abone ve Dağıtım Gülendam ÖZER Yönetim Yeri 52’nci Yıl 52’nci Hafta Asırlık Bir Çınarı Yitirdik ...................................... 21 Kanlı Noel ve Bugünün Kıbrıs’ı ............................................................. 23 Fikret GÖKÇE Kıbrıs Türk Kültür Derneği 7 Gaziden 7 Anı...................................................................................... 27 Necati YALÇIN Genel Merkezi Halk Sokak 17/2 Yenişehir 06420 Denktaş ................................................................................................. 30 Atilla ÇİLİNGİR Atatürk Dönemi Anavatan-Kıbrıs İlişkileri ve Günümüze Etkileri ..............35 8 Ağustos 2008 Erenköy… KKTC’den İzlenimler................................... 48 Hüseyin LAPTALI KKTC’nin Tanınması ve Uluslararası Hukuk ........................................... 50 Metin FAHRİOĞLU Esenboğa Havalimanında Kaybettiğim Emanet ......................................55 Kemal ALTINKAYA Minik Adacığın Büyük Direnişçileri .........................................................59 Rauf ÖZHUN İsmail Tansu’dan artık Kıbrıs hakkında Uyarı Yazıları gelmeyecek .......... 62 Mehmet Arif Demirer Ankara - TÜRKİYE Tel: 0312 434 14 12 Belgegeçer: 0312 433 11 39 e-posta: kibristkd@gmail.com web: www.kibristkd.org.tr facebook.com/kibristkd ŞUBELER İstanbul Tel: 0212 222 36 42 İzmir Tel: 0 232 421 13 40 Mersin Tel: 0 324 233 36 58 Antalya Tel: 0 242 248 25 00 İsmail Tansu’dan Artık Kıbrıs İle İlgili Uyarı Yazıları Gelmeyecek ............63 İpek Böceği Kozasının Büyüsü ..............................................................66 Bediha SAĞCAN YEREL SÜRELİ YAYIN GRAFİK TASARIM Yeri Doldurulamaz Bir Değeri Kaybettik .................................................68 KTKD Basın Açıklaması Kayıhan Ajans Ltd. Şti. www.kayihanajans.com Etkinlikerimiz .........................................................................................69 Özyurt Matbaacılık İnş. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti. Zübeyde Hanım Mah Büyük Sanayi 1.Cad Süzgün Sk. No: 7 İskitler / Altındağ - ANKARA Telefon :+90 312 384 15 36 • Fax :+90 312 384 15 37 E-Mail : ozyurt@ozyurtmatbaacilik.com www.ozyurtmatbaacilik.com * Dergimizde yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir * Dergimizin adı verilmek kaydıyla yazı ve haberlerden alıntı yapılabilir BASIM YERİ Basım Tarihi : Ocak 2016 www.kibristkd.org.tr 1 KIBRIS MEKTUBU Ahmet Zeki BULUNÇ Genel Başkan “ASLINDA HİÇ KİMSE UYUMUYORDU” 2 Rum-Yunan ikilisinin Yunan Genelkurmayı’nın örgütlediği EOKA terör örgütünün ENOSİS’i gerçekleştirmek için başlattığı silahlı mücadele ve Türk halkına karşı gerçekleştirdiği saldırılar Türk halkında etkili savunma yapacak bir örgütlenme ihtiyacını ve zorunluluğunu yaratmıştır. Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Kıbrıs Türk halkının Kıbrıslı Rumların Yunanistan desteği ile başlattığı ENOSİS mücadelesini önlemek ve EOKA’nın terör saldırılarına karşı oluşturduğu savunma çabalarının bir ürünüdür. TMT, Kıbrıs’ta Türk kimliğini ve varlığını koruma içgüdüsünden kaynaklanan ve tamamen savunma amaçlı bir örgüttür. EOKA terör eylemlerini 1956 yılı Ocak ayından itibaren Türk halkına yönlendirdi. EOKA’ya karşı etkin bir mücadele yürütmek amacıyla Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) Başkanı Rauf Denktaş, T.C. Başkonsolosluğu'nda memur Kemal Tanrısevdi ve KTKF Genel Sekreteri Dr. Burhan Nalbantoğlu ile birlikte Kasım 1957'de TMT'yi kurdu. Rauf Denktaş kurulan örgütün Türkiye'nin yardım ve desteği o1madan başarılı olamayacağı görüşünden hareketle 1958 Ocak ayında Dr. Fazıl Küçük ile Türkiye’ye giderek TMT'nin Türkiye tarafından askeri olarak örgütlendirilmesi ve silahlandırılması için yardım istedi. Türkiye 1958 yılının Nisan ayından itibaren Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak 1953 yılında kurulmuş olan Seferberlik Tetkik Kurulu vasıtasıyla TMT'yi yeniden yapılandırma çalışmalarını başlattı. Bu çalışmaları yürütme görevi Sabri Yirmibeşoğlu sorumluluğunda, 1953 yılında kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu’na verildi. İsmail Tansu albay bir röportajında “1958 yılında Kıbrıs’ta TMT’yi kurmak görevi bize Ek Görev olarak verilmişti. Bu görevin bize verilmesini Fatin Rüştü ZORLU önermiş, Menderes de kabul etmişti. Fikir ZORLU’dan çıkmıştı. ZORLU, EOKA’ya karşı Ada’da bir Türk Mukavemet Teşkilatı’nın OCAK-ARALIK 2015 gerekliliğine inanmıştı” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Ankara’da TMT ile ilgili çalışmaları yürütmek üzere Albay İsmail Tansu görevlendirildi. Rauf Denktaş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi'nin ilk nüvelerini oluşturduğu TMT, Yarbay Rıza Vuruşkan'ın 1 Ağustos 1958 tarihinde Kıbrıs’a TMT'nin ilk Bayraktarı olarak yönetimi eline alması sonrasında hızla örgütlenme ve silahlanma aşamalarına ulaşarak profesyonel bir yapı kazandı. TMT üyelerinin Türkiye'de askeri eğitim görmeleri ve göremeyenlerin bu eğitimleri Kıbrıs'ta almaları ile teşkilat silah ve teçhizat imkânına kavuşmuşturuldu. Rahmetli Albay İsmail Tansu’nun Kıbrıs’a silah ve teçhizat gönderilmesinde, TMT mensuplarının Türkiye’de eğitilmelerinde çok büyük bir payı vardır. Merhum Kore Gazisi Albay İsmail Tansu, Kıbrıs Türk Halkının Varoluş Mücadelesi’nin zafere ulaştırılmasının bir Kahramanıdır. Rum-Yunan ikilisinin kurduğu terör örgütü EOKA’ya karşı Kıbrıs'ta 1958 yılında bir savunma örgütü olarak kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurucu simgelerinden bir isimdir. TMT’nin görünmez kahramanı, Türk Milletinin Milli Davası Kıbrıs’ın zafere ulaştırılmasında, Kıbrıs Türk halkının özgürlük, bağımsızlık ve varlık mücadelesinde belirleyici en temel unsurlarından biri olan, TMT’nin örgütlenmesinde, Mücahitlerin eğitimininde, yetiştirilmesinde, mücadelenin silahlı gücünün oluşturulmasında unutulmaz hizmetleri, özverili katkıları bulunan iyi insan, milli davamızı yaşamının sonuna kadar savunan, kritik siyasal süreçlerde sağlıklı, tutarlı ve geleceği işaret eden görüşleri, fikirleri ve yazılarıyla ilerlemiş yaşına rağmen yılmadan, yorulmadan savunmuştur. Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin yayın organı Kıbrıs Mektubu dergisindeki değerli yazılarıyla Milli Kıbrıs davasına sadece bir asker olarak değil aynı zamanda bir yazar, bir düşün insanı olarak da değerli katkılar yapmıştır. KIBRIS MEKTUBU Albayımız İsmail Tansu, Kıbrıs Türk halkının gönüldeki yerini ve Kıbrıs Türk halkının mücadele tarihinde onurlu, şerefli unutulmazları arasındaki yerini almıştır. Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs Türk halkına karşı 21 Aralık 1963 tarihinde başlattığı "KANLI NOEL" soykırımının 52 yılını yeniden hatırladığımız günlerde, TMT’nin Rum-Yunan saldırılarına karşı ortaya koyduğu direnç ve mukavemet, kaybettiğimiz Albay İsmail Tansu’nun Kıbrıs Türk halkı, milli davamız ve Türkiye’nin stratejik ulusal çıkarları için önemi ve değeri, günümüzde sürdürülen müzakere sürecinde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Kıbrıs Türk halkının varlığı, güvenliği, bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna yaşamı boyunca mücadele eden Kahraman İsmail Tansu unutulmayacak eseri ile sonsuza kadar yaşayacaktır. Tansu albayımız, bugün de “ASLINDA HİÇ KİMSE UYUMUYOR.” Kıbrıs Türk Halkı kurulmaya çalışılan tuzaklara düşmeyecek; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, ege menliğine, özgürlük ve bağımsızlığına daima sahip çıkacaktır. 3 Fikret Gökçe'nin Objektifinden www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Ali Fikret ATUN ( E ) Tümgeneral MAKARİOS’UN İHANETİ Arpa ekenin, buğday biçmeye hakkı yoktur. Ne ekersen onu biçersin Türk Ata Sözü 4 Makarios, Baf’ın (Kıbrıs) Panaya köyünde bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi.(1913). Asıl adı Mihail Muskos idi. Din eğitimine 13 yaşında Cikko Manastırı’nda (Kıbrıs) başladı. Lefkoşa’da Pangibrion Cimnasyumu’nda burslu olarak okudu. Buradan mezun olduktan sonra din eğitimine, burslu olarak Atina İlahiyat Fakültesi ile Boston (ABD) İlahiyat Fakültesi’nde devam etti. Kıbrıs’a döndüğünde Kitium Metropolitliği’ne seçildi. (1948) toplumunun hem dini ve hem de siyasi lideri olmuş; böylece, Kıbrıs Rumları’nın sosyal yaşamı ve siyasi geleceği üzerinde söz söyleme hakkına sahip en yetkili kişi konumuna gelmişti. ENOSİS’e sevdalı Makarios, Başpiskoposluğa seçildiği gün, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacağına dair aşağıdaki yazılı yemini etmiştir: “Milli bağısızlığım için çalışacağıma ve Kıbrıs’ın anavatan Yunanistan’a ilhak edilmesine ilişkin politikamızdan asla vazgeçmeyeceğime kutsal kitap üzerine yemin ederim.”1 Makarios, Başpiskopos olurken ettiği ENOSİS yeminine hayatı boyunca sadık kalmış; bu yemin O’nun adada başlattığı ve bugün hâlâ devam eden ENOSİS savaşı ile politikasının temelini oluşturmuştur. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi de, adı geçen savaşta en ön safta yerini almış ve yaşamsal rol oynamıştır. Kıbrıs’ta, Rumlar’ın 1950 yılında yaptığı plebisitin (halk oylaması) ardından Kıbrıs Rum toplumu onu Makarios III adı ile Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu’na seçti. (20 Ekim1950) O tarihten itibaren Makarios, Kıbrıs Rum OCAK-ARALIK 2015 Kıbrıs Rum toplumunun lideri konumuna gelişi ile Makarios’un ENOSİS tutkusu daha da artmış ve adayı Yunanistan’a bağlama gayretleri hız kazanmıştı. Makarios, bir taraftan Yunanistan’da hükümet ve devlet yetkilileri ile gizli görüşmeler yapıp, Kıbrıs’ta başlatacağı ENOSİS savaşını nasıl gerçekleştireceği arayışına girerken; bir taraftan da, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası kurumlar ile adanın sahibi İngiltere nezdinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi için başvurularını yoğunlaştırmıştı. Yunanlılar, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlı isyana başladıkları 1821'den beri topraklarına kattığı Mora, Te- KIBRIS MEKTUBU salya, Makedonya, Ege Adaları, Girit, Batı Trakya ve on İki Adalar’da “Türkler’e karşı bitmeyen bir savaş vermeyi ve buralarda yaşayan Türkler’in varlıklarını sona erdirmeyi” ENOSİS mücadelelerinin değişmeyen bir ilkesi haline getirmişler ve ilhak ettikleri topraklarda yaşayan yüz binlerce Türk’ü yok etmişlerdir. Yunanistan ile Kıbrıs Rumları, kiliselerinde papazları, okullarında öğretmenleri vasıtasıyla söz konusu ilkeyi ve “en iyi Türk ölü Türk’tür” zihniyetini Rum-Yunan gençlerinin dimağlarına yerleştirerek günümüze kadar taşımışlardır. Bugün, Kıbrıs Türk halkı, Türk düşmanı bu fanatik zihniyetin tehdidi altındadır. Çarlık Rusya, İngiltere ve Fransa’nın himaye ve destekleri ile Mora, Eğriboz yarımadaları ve Siklat adaları üzerinde 1829 -1830 yıllarında egemen bir devlet olarak kurulan Yunanistan, yine, anılan devletlerin himayesinde ve destekleri ile Osmanlı Devleti’nin en zayıf zamanlarından yararlanarak, ondan devamlı toprak almıştır. Son olarak, İkinci Dünya Harbi’nin sonunda, harbin galip devletleri, İtalya’nın işgalinde bulunan ve Uşi Antlaşması ile Türkiye’nin hükümranlığına bırakılması gereken On İki Ada’yı Yunanistan’a vermişlerdi. Böylece, Yunanistan egemen bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı 1829 -1830 tarihinden 1947 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’ndan aldığı topraklarla, ülkesinin yüzölçümünü 117 senede (1830 - 1947) 47000 kilometre kareden, 132000 kilometre kareye çıkarmıştır. Hiç şüphe yok ki, bu durum zamanın Yunan Devlet adamlarını büyük ölçüde yüreklendirmiş ve Batılı Büyük Devletler’in desteği ile Kıbrıs’ı ilhak etmenin zamanı geldiği düşüncesine kapılmalarına yol açmıştır. Bunun üzerine Yunanistan, Kıbrıs Rumları’nın dini ve toplum lideri Başpiskopos Makarios ile 1950 -1955 yılları arasında bir dizi gizli görüşmeler yaparak adada yasa dışı EOKA2 yeraltı teşkilatını kurmuş ve Kıbrıs’ta silahlı ENOSİS savaşını başlatmıştı. Bu savaşın temel hedeflerinden biri, “İngilizleri Kıbrıs’tan atmak”; diğeri, ENOSİS’in karşısında en büyük engel olarak gördükleri “Türkler’in’ adadaki varlıklarına son vermekti.” (E) Yarbay George Grivas’ın komutasında kurulan EOKA yeraltı teşkilatı, planlandığı şekilde 1Nisan1955 günü adada kanlı eylemlerine başlamış, böylece, Kıbrıs soru- nu, o tarihten itibaren, silahlı bir boyut kazanmıştı. Onur Öymen, “Çıkış Yolu” adlı kitabında (S:391) EOKA’nın arkasında Yunanistan vardı. Yani bir NATO üyesi ülke, bir diğer NATO üyesi ülkeye karşı Kıbrıs üzerinden dolaylı bir mücadele veriyordu.” diyerek, dikkatleri Yunanistan’nın Kıbrıs’ta devlet sorumluluğu ile bağdaşmayan hareketi üzerine çekiyordu. Makarios’un, Yunanistan’ın himayesinde, İngilizleri Kıbrıs’tan atmak ve adadaki Türk varlığına son vermek üzere başlattığı silahlı ENOSİS savaşı, Kıbrıs’ı çok kısa bir zaman içerisinde Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arsında çok ciddi bir sorun haline getirmiş; Doğu Akdeniz’de mevcut istikrarı, ayni zamanda Lozan Antlaşması ile kurulan Türk-Yunan dengesini bozmuştu. Bunun yanı sıra, Rumlar’ın silahlı saldırılarına maruz kalan, can ve mal güvenlikleri tehlikeye giren Kıbrıs Türk halkının, Rumlar’a olan güvenleri sarsılmış, Türk ve Rum toplumları arasında ciddi bir güven bunalımı yaşanmaya başlanmış, 450 yıla yakın bir zamandan beri iyi ilişkiler içinde, dostça birlikte yaşayan iki toplumun huzurları kaçmış, adada anarşi, terör, tedhiş ve korku kol gezmeye başlamıştı. En önemlisi, Yunanistan ile Makarios’un Kıbrıs’ta ortaklaşa yarattıkları bu trajik durumun bir sonucu olarak, Türk ve Rum toplumları birbirlerine düşman olmuşlar ve iki toplum arasında gözle görülür bir ayrışma başlamıştı. Hiç şüphesiz, Kıbrıs Türk halkı, karşı karşıya bulundukları bu tehdit karşısında, dedelerinden kendilerine miras olarak intikal eden ve üzerinde 400 yılı aşkın bir zamandan beri yaşadıkları ve vatan bildikleri bu toprakların, tarihleri ile birlikte yok olmasına razı olamazdı. Bu nedenle, Kıbrıs Türkleri sahibi oldukları topraklar üzerinde başı dik, hür ve özgür olarak yaşayabilmek için Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurarak, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta başlattıkları ENOSİS savaşına karşı, var güçleri ile örgütlü bir direniş başlatmışlardı. Özetle diyebiliriz ki, Makarios, Kıbrıs’ta “Pandora’nın Kutusu”nun3 kapağını açmış ve bütün kötülükleri Kıbrıs’a saçmıştı. Bir başka deyişle cini şişesinden çıkarmış ve aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen bugün hâlâ cini şişesine koymak mümkün olamamıştır. www.kibristkd.org.tr 5 KIBRIS MEKTUBU 6 Adada, bir iç savaş görüntüsü arz eden ve 1959 yılına kadar devam eden bu tehlikeli durum Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk toplumunun temsilcisi Dr.Fazıl Küçük ve Kıbrıs Rum toplumunun temsilcisi Makarios tarafından Londra Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, Kıbrıs’ta Türkler ile Rumlar’ın eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak 16Ağustos 1960 da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş; adada yeniden bir huzur ve güven ortamı tesis edilmişti. Türk ve Rum toplumlarının ayrı, ayrı yaptıkları seçimlerle Cumhur- başkanlığı’na Makarios ve Cumhurbaşkan Yardımcılığına da Dr. Fazıl Küçük getirilmişti. O günden itibaren Kıbrıs’ta yaşayan bütün vatandaşların geleceği; ortak çıkar anlayışı ve egemenlik paylaşımı esas alınarak kurulan bağımsız, bağlantısız, egemen Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin güvencesi ve Anayasası’nın garantisi altında idi. Makarios, ülkeyi bu esaslar çerçevesinde yöneteceğine ve Kıbrıs’ta barışı ve istikrarı sağlayacağına dair irade beyanında bulunmuş; Londra Antlaşması ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nı bu esaslar çerçevesinde imzalamıştı. Kıbrıs’ta cumhuriyet ilan edildikten sonra ülkenin egemenliğini korumak ve güvenliğini sağlamak; ülkede yaşayan vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermek; Kıbrıs’ta adil ve barışçı bir düzen kurmak; anayasayı vatandaşlar arasında hiç bir ayrım gözetmeden uygulamak, yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin temel görevlerinin başında geliyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin asli unsurları olan Türk ve Rum toplumları, devletin kendilerine sağlayacağı güvence, vereceği her türlü hizmet, yaratacağı fırsat eşitliği ve imkânlar ile adada canından, malından, geleceğinden emin olarak bir arada, barış, huzur, güven ve refah içinde istikrarlı bir yaşam süreceklerdi. Bütün bunları ve kurulan devletin çatısı altında, Türkler ile Rumlar’ın, bir arada dostça yaşamalarını ancak bilgili, becerikli, cesur, ön yargılardan uzak, dürüst ve güçlü bir cumhurbaşkanı sağlayabilirdi. Halbuki, Makarios, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, adeta, ENOSİS krizleri geçiriyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ENOSİS’e giden yolda bir atlama taşı olarak görüyordu. Bu nedenle, Makarios’un şeytani zekâsı, Kıbrıs CumhuOCAK-ARALIK 2015 riyeti Anayasası’nın kendisine yüklediği sorumlulukları, adada büyük fedakârlıklarla kurulan devletin değerini, Türk ve Rum toplumları arasında bin bir emekle tesis edilen barış ve istikrarı, NATO içinde iki müttefik ülke olarak yer alan Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğun, Kıbrıs meselesi yüzünden bozulan ilişkilerinin gelişip güçlenmeye başladığını, en önemlisi Kıbrıs’ın geleceğini görmesine engel olmuştu. O’nu, ne temel insan hak ve özgürlükleri, ne devletin temel değerleri, ne Kıbrıs’ı hiç bir ayrım yapmadan hakça idare edeceğine ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na saygılı olacağına dair ettiği yemin ilgilendiriyordu. Londra Antlaşması ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nı imzalamakla ettiği ENOSİS yeminine ve Helen milletine ihanet etmenin suçluluk telaşına kapılan Makarios, cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs’ı yönetmek yerine, silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmek ve adada yaşayan Türkleri ortadan kaldırmak için “Akritas Planı’nı”4 hazırlıyordu. O, artık ENOSİS’ten başka bir şey göremez olmuştu. Kıbrıs’ta egemen bir devletin kurulması ile Kıbrıs Türk halkını kümese kapatılmış tavuk gibi gören Makarios, onlara her istediğini yaptırabileceğini zannediyordu. Kendini hem savcı, hem de hâkim yerine koyarak, uluslararası antlaşmalarla Kıbrıs Türk halkına verilen hakların fazla olduğuna karar vermiş; Türkler’e verilen hakları ellerinden alıp, içinde Türkler’in yaşamadığı bir Kıbrıs yaratmak için kolları sıvamış; kurulan cumhuriyeti bir devlet adamı gibi ve bir cumhurbaşkanına yakışan bir ciddiyet ve sorumlulukla değil, bir çete reisi gibi ve EOKA’nın köhnemiş mantığı ile idare etmeğe kalkışıyor; adada bombanın pimini çekmeye hazırlanıyordu. Yunanistan’nın her türlü desteğini arkasına alan Makarios, Rumlar’ın silahlı bir saldırısı karşısında, Kıbrıs Türkleri’nin uzun süre dayanamayacaklarına; onları. Türkiye müdahale edinceye kadar çok kısa bir süre içerisinde korkutup sindireceğine ve yıldırıp adadan kaçıracağına; Kıbrıs’ta kalanlara boyun eğdireceğine ve Rumları adada egemen kılacağına inanıyordu. Ayrıca, Kıbrıs’ta Türkler’e karşı başlatacağı silahlı bir saldırı karşısında Türkiye’nin Garanti Antlaşması’na dayalı olarak yapacağı askeri bir KIBRIS MEKTUBU müdahaleyi Batılı Büyük Devletler’in engelleyeceklerini; hatta, geçmişte Osmanlı Devleti’nden toprak alırken yardımlarına mazhar olduğu bu devletlerin, şimdi de Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına yardım edeceklerine kesin gözü ile bakıyordu. Bütün bunların yanı sıra Makarios, Yunan Devlet adamları ile yapmış olduğu gizli anlaşmalar gereği, Yunanistan’nın, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapması muhtemel bir çıkarmaya karşı Kıbrıs’a asker göndererek adayı savunacağından emin bulunuyordu. Burada dikkatlerinizi, Londra Antlaşması ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları’na imza koyan Makarios’un, taraf ülkelerden İngiltere ve Yunanistan ile anlaşarak Türkiye’ye ve Kıbrıs Türk halkına karşı birlikte kurdukları tuzak ve oynamak istedikleri Bizans oyunu üzerine çekmek istiyorum. Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın onüç maddesini değiştirmek istediğini zamanın İngiltere Sömürgeler Bakanı ile görüşmüş ve ondan icazet almıştı. Yunanistan, Makarios ile birlikte hareket ediyor ve Kıbrıs’ı topraklarına katmak için mücadele veriyordu. Anılan üçlü, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmaları ortadan kaldırıp adaya yeni bir siyasi statü kazandırmak arayışı içine girmişlerdi. Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının, İngiltere, Yunanistan ve Makarios’un kendilerini arkalarından hançerlemeye çalıştıklarından haberleri yoktu. Ahde vefa göstermeyerek Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini kalleşçe arkalarından vuran Makarios ile Yunanistan ve İngiltere’nin sinsice ve kurnazca oynadıkları bu Bizans oyunu, Kıbrıs meselesinin başlangıcı olup, sorunun en can alıcı noktasını ve özünü teşkil etmektedir. Türkiye, yaşadığı 1960 ihtilalinin yaralarını sarmaya çalıştığı bir sırada, Kıbrıs’ta ENOSİS hazırlıklarını tamamlayan Makarios, Türkler’in adadaki varlığını sona erdirmeyi ve Kıbrıs’ı Rum hegemonyası altına almayı hedef alan “Akritas Planını”, 1963’te uygulamaya koymuş; Rumlar’ın eline silah vererek, Türkleri öldürmeleri için seferber etmiş ve Kıbrıs’ta, tamamen hukuk dışı, haksız ve mantıksız bir savaşı resmen başlatmıştı. Kıbrıs Türk halkını silah zoru ile teslim olmaya mecbur bırakacağına inanan Makarios, cumhurbaşkanlığı makamı ile asla bağdaşmayan işlere kalkışmış, Lefkoşa Türk bölgesine karşı başlattığı taarruzları kısa zamanda diğer Türk köylerine ve kasabalardaki Türk bölgelerine de yayarak 103 Türk köyünü yakmış, yıkmış, mallarını çalmış, talan etmiş; buralarda yaşayan Türkler’in bir kısmını öldürmüş; canını kurtaran 25000 Türk (adada yaşayan Türk nüfusun1/4ü) daha güvenli Türk bölgelerine göç etmiştir. Böylece, devletin başı olan Makarios, Türkleri, ada genelinde irili, ufaklı kantonlara hapsederek dünya ile olan her türlü bağlantılarını kesip, dünyadan tecrit etmiştir. Bu harekâtla eş zamanlı olarak Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti Parlamentosu’nda bulunan Türk bakanları ve devlet dairelerinde bulunan Türk memurları, ölümle tehdit ederek, görev yerlerine gitmelerini engellemiş; bu şekilde Türkleri ortağı oldukları devletin yasama, yürütme ve yargı organlarından silah zoru ile atarak devleti gasp etmiştir. Makarios, silah zoru ile gasp ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin yetkilerini, Kıbrıs Türkleri’ni ortadan kaldırmak ve adada kurduğu hukuk dışı yönetime boyun eğdirmek için kullanmaya başlamıştı. Kıbrıs’ta artık, Türk ve Rum toplumlarını bir bütün olarak kucaklayacak; onların hak ve menfaatlerini korumaya dönük hizmetler verecek bir ortak devlet kalmamıştı. Siyasi, idari, ekonomik ve sosyal bütün hakları ellerinden alınan; bütün milli ve manevi geğerleri ayaklar altına alınan Kıbrıs Türk halkı, devletin sağladığı güvenceden ve her türlü devlet hizmetinden tamamen yoksun kalmış ve ayni zamanda Rum-Yunan ikilisinin soykırım tehdidi ile karşı karşıya bulunuyordu. Bu durumda, Kıbrıs Türkleri’nin, Rumlar’ın gasp ettikleri devletle hiçbir ilişkileri kalmamıştı. Tamamiyle Rumların denetimine geçen Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti Kıbrıs Türk halkına artık hizmet vermiyor, güvenliklerini sağlamıyor ve onları temsil etmiyordu. Adada yaşayan ve vatandaşlık bağı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bağlı olan iki toplum arasında ırk, dil, din ve mezhep ayrımı yapmadan onların can güvenliklerini, mal güvenliklerini, birlik ve bütünlüklerini sağlamak; ayni zamanda Kıbrıs’ta kamu düzenini, asayişi ve adaleti tesis etmek; bir hukuk devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nde suçluwww.kibristkd.org.tr 7 KIBRIS MEKTUBU 8 ları takip edip, yakalamak ve adalete teslim etmek; yargılayıp cezalandırmak devlet olmanın bir gereği ve devletin başı olan Cumhurbaşkanı Makarios’un en başta gelen görevi idi. Ne yazık ki, devleti yönetecek bilgiye, beceriye, yeteneklere, deneyime ve iradeye sahip olmayan; yaşamı boyunca gözleri ENOSİS’ten başka bir şey görmeyen Makarios, Cumhurbaşkanlığı makamının bu temel görevlerini yerine getirmek şöyle dursun, Kıbrıs’ta, Rum eşkıyaları ile haydutlarının başına geçmiş; adayı hükümranlığı altına almış; Türkler’e silahlı saldırılar düzenliyor ve devlete vatandaşlık bağı ile bağlı masum Türk vatandaşlarını, kanun, nizam, insan hakları demeden; çocuk, kadın, erkek kız, yaşlı, genç ayrımı yapmadan öldürüyor; köylerini, evlerini yıkıyor, yakıyor, mallarını çalıyor, yağma ve talan ediyordu. Kıbrıs’ta siyasi emellerini gerçekleştirmek için şiddeti, anarşi ve terörü bir vasıta kılarak, Türkler’e karşı izlediği korku salma ve ayrımcı politikası ile Makarios, adada uluslararası antlaşmalarla kurulan siyasi düzeni, barış ve istikrarı açıkça ortadan kaldırmış; Rum ve Türk toplumlarını gözle görülür bir şekilde kanlı bir savaşa sürüklemiş ve adayı Türkler için yaşanmaz hale getirmişti. Kıbrıs Türk halkı, Sayın Rauf R. Denktaş’ın deyimi ile “ya mezara girecek; ya adayı terk edecek veya Hıristiyan olacaktı”. halkın güvenliğini ve adaleti sağlamakta acze düşerse o zaman toplum kendi düzenini kendisi kurar. Bu değişmez bir kuraldır. Dört yüz elli yıla yakın bir zamandan beri, Kıbrıs’ta üzerinde yaşadıkları vatan topraklarında canından, malından ve geleceğinden emin olarak insanca yaşama olanağı kalmamış; adaletten, insan temel hak ve özgürlüklerinden tamamen ve hem de insafsızca mahrum edilen Kıbrıs Türk halkının bu şartlar altında iki seçeneği vardı: Yunan devlet adamları ile Kıbrıs Rum halkı, Makarios’un çok büyük bir yanlış içinde olduğunu bildikleri halde yine de onun peşine takılmışlar, Kıbrısı sonu belli olmayan karanlık bir geleceğe götürüyorlardı. Makarios adeta Yunan devlet adamlarının burnuna tasma takmış onları dilediği gibi oynatıyordu. 1. Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni silah zoru ile gasp eden Rumlar’ın egemenliği altına girip, yok olmak; Böylece, Yunan siyasi ve askeri liderleri, Makarios’un kurnazlığına ve şeytani düşüncelerine alet olmuşlar; uluslararası diplomasi ve hukukla asla bağdaşmayan; dünya devletleri indinde Yunanistan’ı küçük düşürecek bir politika izleyip, Kıbrıs’ı sonu belli olmayan bir felakete doğru sürüklüyorlardı. Bunun yanı sıra, Akdeniz’de Türk- Yunan dengesinin Yunanistan lehine bozulmaya başlamış; bu bölgedeki barışı tehdit eden ve tehlikeye sokan bir boyut kazanmıştı. 2. Kıbrıs Türk halkı olarak, can ve mal güvenliklerini sağlamak, ayni zamanda, Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırılarına karşı silahlı mücadele vermek üzere kendi ayrı devletlerini kurarak, bu devletin güvencesi altında hür, özgür ve refah içinde yaşayıp, adadaki varlıklarını sonsuza kadar devam ettirmek. Bir ülkede mevcut olan devlet, kamu düzenini, asayişi, OCAK-ARALIK 2015 Bu durumda, Rumlar’ın boyunduruğu altına girmenin yok olmakla eş anlam taşıdığını çok iyi bilen Kıbrıs Türkü, Rumlar’ın kölesi olmaktansa ölmeyi yeğlemiş; bir taraftan Geçici Türk Yönetimi’ni kurup kendi kendini yönetmeye başlarken, bir taraftan da 1958 yılında kurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) kutsal çatısı altında erkeği, kadını, genci, ihtiyari, çocuğu ile bir araya gelerek Rum-Yunan ikilisinin taarruzlarına karşı, bütün yokluklara rağmen, köylerini ve kasabalardaki Türk bölgelerini, kahramanca savunmaya başlamışlardı. Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla ele geçirmesine paralel olarak Yunanistan, adaya değişik zamanlarda, gizlice ve yasa dışı yollardan bir tümenden fazla asker çıkarmış; Makarios’un kurduğu Rum Milli Muhafız Ordusu’na (RMMO) silah, mühimmat, askeri araç, gereç, teçhizat vermiş; Yunanistan’dan gönderdiği subay, astsubay ve kilit personelle RMMO ‘nu eğitip yapılandırmış ve Kıbrıs’ı fiilen işgal etmişti. Bu şekilde Kıbrıs’ın denetimini eline geçiren Yunanistan, artık, adayı ilhak etmeye hazırlanıyordu... Yunanistan’nın desteğini arkasına alarak Kıbrıs’ta Türk- KIBRIS MEKTUBU lere karşı bir soykırım başlatan Makarios, İnsan Hakları Evrensel Beyannemesi’ni çiğneyerek Allah’ın insanlara bahşettiği en doğal yaşama hakkını Türklerin elinden alıyor ve onları acımadan diri, diri kitle mezarlara gömüyordu. Hiç şüphe yok ki, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta yarattıkları bu trajik durum, siyasi bir skandal ve insanlığa karşı işlenmiş en ağır bir soykırım suçu idi. Kıbrıs’ta bu gelişmeler yaşanırken; Makarios ve Yunan devlet adamları Allah’a ve insanlığa karşı bu en ağır suçları işlerken, insan hakları havarisi kesilen ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği (AB) Makarios’a ve onun suç ortağı Yunanistan’a “dur !.” demiyorlar, Türk halkına reva görülen bunca vahşete seyirci kalıyorlardı. Büyük devletler bu kadarla da kalmıyorlar, Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarına dayalı olarak Kıbrıs’a yapacağı askeri müdahaleyi engelliyorlar; ona siyasi baskı, hatta şantaj yapıyorlardı. Türkiye’nin, Londra-Zürih ve Garanti-İttifak Antlaşmaları ile ada üzerinde elde ettiği hakları unutan bahse konu devletler açıkça Rum-Yunan yanlısı bir tutum takınmışlardı. Batılı Büyük Devletler’in Kıbrıs’ta Rum-Yunan ikilisinin yarattıkları trajik duruma ve Türkiye’ye karşı oynadıkları oyuna ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni korsanca ele geçirmelerine seyirci kalmaları Rum-Yunan ikilisini büyük ölçüde cesaretlendiriyor ve adada başlattıkları ENOSİS savaşını şiddetlendiriyordu. Görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs’ta başlattığı ENOSİS savaşı ve Türk halkına karşı uyguladığı etnik arındırma ile 400 yılı aşkın bir zamandan beri adada Rumlarla iyi ilişkiler içinde,dostça ve huzur içinde bir yaşam süren Türkler ile Rumlar’ın arasına kin, nefret ve düşmanlık tohumları ekmiş; onları birbirlerine düşman ederek silahlı çatışmaya sürüklemiş; Londra-Zürih Antlaşmaları ile adada kurulan huzur ve barış ortamı ile iki toplum arasındaki güveni tamamen ortadan kaldırmış; 1955 -1959 yılarında iki toplum arasında baş gösteren ayrışmayı, 1963 -1974 zaman dilimi içerisinde daha da derinleştirmiş; Türk ve Rum toplumlarının birbirlerinden siyasi, sosyal, ekonomik ve fiziki olarak ayrılmalarını kaçınılmaz hale getirmiş; sonunda, adada yaşayan Türk ve Rum toplumları bir daha bir araya gelemeyecek şekilde siyasi ve coğrafi olarak birbirlerinden tamamen ayrılmışlardır. Makarios’un Başpiskoposluğa seçildiği günden itibaren izlediği hak, hukuk tanımaz yanlış ve kısır politikası ile sorumsuz hareketlerinin bir sonucu olarak, Kıbrıs’ta Zürih-Londra Antlaşmaları ile kurulan siyasi düzen ortadan kalkmış, onun yerine iki ayrı bölgede, “de facto” iki ayrı egemen devlet kurulmuştur. Bunlardan biri KKTC Devleti ve diğeri GKRY dir. Kıbrıs Rumları’nın, 1963 -1974 döneminde silah zoru ile gasp ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti unvanını ve devlet yönetimini Kıbrıs Türkleri’nin adadaki varlıklarını ortadan kaldırmak için kullanmaları sonucu, Kıbrıs Türkleri “hymatlos”, yani vatansız konumuna düşmüşlerdi. Bu nedenle Kıbrıs Türk halkının kendi devletini kurması, adadaki varlığını devam ettirmesi açısından yaşamsal haktı ve ayni zamanda çok büyük bir önem taşıyordu. Kıbrıs Türk halkının kurduğu egemen KKTC Devleti’nin meşruiyeti işte bu hakta ve on beş yıl boyunca (1955 -1959;1963 -1974) Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırılarına karşı yılmadan ve kahramanca verdikleri özgürlük ve var oluş mücadelesinde saklıdır. Bugün, artık Kıbrıs’ta, ne Türkler’in Rumlara, ne de Rumlar’ın Türklere güveni kalmıştır. Aralarında aşılması imkânsız gibi görünen bu güven bunalımı devam ederken; adada hâlâ Rum-Yunan ikilisi ENOSİS savaşını sürdürürken; Türk ve Rum toplumları arasında ortak amaç birliği, ortak hedef ve ortak bir gelecek yaratma düşüncesi yokken, iki toplumu birleştirme ve onlara “Birleşik Kıbrıs” çözümünü dayatma çabaları nafile bir gayrettir. Eğer, kişi, kurum veya kuruluşlar, bir kaynak, zaman ve emek harcar da bir sonuca varamıyorsa faaliyet tuzağı içine girerler. Bu noktadan hareketle denilebilir ki, Kıbrıs sorununa çözüm arayışları, halihazırda, bir faaliyet tuzağı içine girmiştir., Adada bir asırdan daha fazla bir zamandan beri yaşanmış olaylar ve bugünkü mevcut gerçekler dikkate alınmadan Kıbrıs sorununa çözüm bulmak mümkün değildir.. Geçmişi unutun, birbirinizden nefret etmeyin demek kolaydır. Amma, Rumlar’ın on beş sene (1955 -1959;1960 -1974) Türklere yaptıkları mezalimi, soykırımı, yıkımı unutmak o kadar kolay mıdır? Birbirinizwww.kibristkd.org.tr 9 KIBRIS MEKTUBU den nefret etmeyin. yeniden bir araya gelerek Kıbrısı birleştirin ve “Birleşik Kıbrıs’ta” dostça, kardeşçe yaşayın” sözleri; Rumlar’ın, Kıbrıs’ta Türkleri yeniden öldürmelerini istemekle eş anlam taşımaz mı? Kıbrıs Türkü bunu anlayamayacak kadar saf mıdır? Bugün Rum-Yunan ikilisi, Makarios’un çarpık zihniyetine ve yüz yılların gerisinde kalmış modası geçmiş Megali İdea ideolojisine takılmışlar; Kıbrıs’ta hâlâ EOSİS’i gerçekleştirmek için başlattıkları savaşı devam ettiriyorlar. Söylediklerim bir varsayım değil, geçeğin ta kendisidir. 10 Kıbrıs’ta Türk halkına silah zoru ile boyun eğdiremeyeceğini anlayan Rum-Yunan ikilisi başlangıçta adada silahlı güce dayalı olarak sürdürdükleri ENOSİS savaşının yöntem ve stratejisinde köklü bir değişiklik yapmış; adayı Yunanistan’a ilhak etmek için Türkiye’yi siyasi manevralarla ve Batılı Büyük Devletler’i kullanarak baskı altına almaya; ona şantaj yapmaya ve entrika çevirmeye; Kıbrıs Türkleri’ni ekonomik ambargolarla; yıkıcı propagandalarla ve psikolojik harekâtla çökertmeye ağırlık vermişlerdir. Böylece, Kıbrıs’taki ENOSİS savaşını uzun bir zamana yayarak kazanmayı planlamaktadırlar. Rum-Yunan ikilisi, Kıbrıs’ta, bir taraftan Türkiye ile Kıbrıs Türk halkına karşı “Düşük Şiddette Çatışma” (DŞÇ)5 harekâtını sürdürürken, bir taraftan da, bahse konu harekâtın bir sonuca ulaşabilmesini sağlamak üzere ihtiyaç duyduğu zamanı kazanmaya çalışmakta ve toplumlar arası müzakereleri bir vasıta olarak kullanmaktadır. Türkiye ile Kıbrıs Türkleri, Rum-Yunan ikilisinin, Batılı Büyük Devletler’in desteğinde, Kıbrıs’ta ustalıkla sürdürdükleri DŞÇ harekâtını hafife almamalı; onlara karşı birlik ve beraberlik içinde, örgütlü ve etkili bir şekilde var oluş mücadelelerini yılmadan ve yorulmadan sürdürmelidirler. Hiç şüphe yok ki bu mücadelenin nihai hedefi, Kıbrıs Türkleri’nin adada insanca, hür ve özgür olarak, güven içinde, huzur ve refah dolu korkusuz bir yaşam sürmelerini sağlamak; şehitler vererek kurulan KKTC Devleti’ni yaşatıp, dünyaya tanıtmaktır. Unutmayalım ki, Yunanlılar egemen bir devlet olarak tarih sahnesine çıktıkları günden beri (1829 -1830) bir gücü, OCAK-ARALIK 2015 diğer bir güce karşı oynamakta mahirdirler. Şimdi, AB’yi Türkiye’ye ve Kıbrıs Türkleri’ne karşı oynayarak Kıbrıs’ta emellerine ulaşmayı hedeflemektedirler. Sonuç Yaşamak, insanoğluna ve bütün canlılara Allah tarafından bahşedilmiş en doğal ve en değerli bir haktır. Üç semavi dine ait olan kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kuran, üçü de “çalmayı, yalan söylemeyi, öldürmeyi” en büyük günah saymışlar ve inananlarına bu gibi davranışlarda bulunmayı kesinlikle yasaklamışlardı. Başpiskopos Makarios, her şeyden önce bir din adamı olarak, dindaşlarına İncili öğreteceğine; ayrım yapmadan insanlara doğru yolu göstereceğine ve Allah’a hizmet edeceğine, henüz daha Başpiskopos olduğu gün, Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri ortadan kaldırıp, adayı Yunanistan’a ilhak edeceğine dair yemin etmişti. Daha sonra, Yunanistan ile birlikte EOKA yeraltı teşkilatını kurarak Kıbrıs Türkleri’ne karşı silahlı taarruzlar başlatmış ve masum insanları öldürmeye başlamıştı. Her şeyden önce Makarios’un bu hareketi Hıristiyanlığa ve insanlığa yapılmış en büyük ihanetti. Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Türk halkının eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, 21 Aralık 1963'te gasp etmiş ve adada yaşayan Türkleri etnik arındırmaya tabi tutması üzerine Türk ve Rum toplumları birbirlerinden siyasi, ekonomik, sosyal ve coğrafi olarak ayrılmışlar; adada, kendi egemen devletlerini kurmuşlardır. Görüldüğü üzere, bugün karşımızda kangren olmuş bir vaziyette duran Kıbrıs sorunu, Makarios’un, devletin başı olarak,1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni, idare edememesinden, anılan devleti kuran Türk ve Rum toplumlarını barış içinde, bir arada yaşatmayı becerememesinden; uluslararası hukuku ve hukuk ahlakını hiçe sayarak planlı ve kasıtlı olarak iki toplumu birbirlerine düşman edip bir iç harbe sürüklemesinden; Yunanistan’nın, Makarios ile işbirliği yaparak adayı kaba kuvvetle topraklarına katmak ve yayılmacılığını Doğu Akdeniz’e taşımak istemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, bugüne KIBRIS MEKTUBU kadar Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarının yaşadıkları bütün acıların, dökülen kanların, katledilen Türkler’in yegâne ve tek sorumlusu Kıbrıs’ı felakete sürükleyen Makarios ile Yunanistan’dır. Makarios’un liderliğinde, Rumlar’ın Kıbrıs Türkleri’ne karşı giriştikleri soykırım; Türk köylerinde ve kasabalardaki Türk bölgelerinde yarattıkları vahşet tarihe kara bir leke olarak geçecektir. Kıbrıs Türk halkı, Rum-Yunan ikilisinin kendilerine reva gördükleri katliamı ve on beş yıl yaptıkları mezalimi asla unutmayacak; onları hiçbir zaman affetmeyecektir. Hiç kimse böyle bir davranışı Türkler’den beklememelidir. Hiç bir sebep, Kıbrıs’ta, Rumlar’ın, Türkler’e karşı giriştikleri katliamı haklı gösteremez. Makarios, Kıbrıs’ta işlediği cinayetlerini ve on beş yıl boyunca (1955 -1959;1963 -1974) Türkler’e yaptığı kötülükleri hiç bir mazeretin arkasına saklayamaz ve Türklere yaptığı fenalıklarını haklı gösterecek bir gerekçe ortaya koyamaz. Özetle, Makarios ve o dönemin Yunan devlet adamları insanlığa karşı işlenebilecek en büyük suçu, “soykırım suçunu” işlemişlerdir. Bu nedenle, hepsi de birer harp suçlusu olup, uluslararası mahkemelerde yargılanmaları gerekmektedir. Yunanlılar ile Kıbrıs Rumları bir eşkıya ile bir halk kahramanı arasında ayrım yapmazlar. Onun için Rum-Yunan ikilisi Makarios’u, (E.) Yarbay George Grivas’ı ( daha sonra (E) Korgeneral), insan kasabı ile maruf Nikos Samson’u, EOKA’nın üst düzey yöneticilerinden Polikarpos Yorgacis’, Glafkos Klerides’i, Tasos Papadobulos’u kahraman sayarlar. Halbuki onlar Kıbrıs’ta Türklere karşı girişilen soykırımın birinci dereceden sorumluları olup; en büyük insanlık suçunu işlemiş birer katildirler. Bu nedenle, Makarios’u büyük bir devlet adamı, bir kahraman olarak görmek ve göstermek Kıbrıs’ta yaşananları ve tarihi inkâr etmek olur. Makarios, insanlıktan nasibini almamış, devlet adamlığı niteliklerinden tamamen yoksun; Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs Türkleri’ne ihanet etmiş; kurnaz, sahtekâr, yalancı, kalleş, riyakâr, Türk düşmanı, eli kanlı bir katil; haydutlar çetesinin reisinden başka biri olamaz. silahlı saldırılarına karşı savaşmış ve onların boyunduruğu altına girmeyerek kendi egemen devletlerini kurmuştur. Canlarını vererek ve kanlarını akıtarak kurdukları KKTC Devleti, Kıbrıs Türkleri’nin en değerli ortak varlığı ve adadaki varlıklarının devamının yegâne güvencesidir. Bugün, KKTC Devlet’i, halen, Kıbrıs üzerinde karanlık emeller besleyen güçlerin yıkıcı propagandasının; sinsi, örtülü, yıkıcı, bölücü faaliyetlerinin tehdidi altındadır. Söz konusu güçler tarafından satın alınmış, kendini bilmez bazı kişiler, kurumlar ve kuruluşlar, Kıbrıs Türkü’nü adada yaşananların sorumlusu olarak gösterme gafletine düşmüşlerdir. Hiç şüphe yok ki bu hareket Kıbrıs Türkü’ne ve onun şanlı tarihine yapılmış en büyük hakarettir.. Kıbrıs Türk halkı, birlik beraberlik içinde ve örgütlü bir biçimde, iç ve dış düşmanlarına karşı, planlı olarak özgürlük ve var oluş mücadelesini, en etkili bir şekilde sürdürmek; KKTC Devleti’ni koruyup, yaşatmak ve dünyaya tanıtmakla yükümlüdür. Bu, onların en başta gelen ve en öncelikli vatan vazifesidir. Dip Notları (1) Cyprus Problem: Why No Solution; 1997; Public Relations Department Of The TRNC Ministry Of Foreign Affairs And Defence Nicosia. P:8 (2) EOKA: Kıbrıs’ta Yunanistan’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek amacı ile kurduğu yasa dışı bir yeraltı örgütüdür. Rumca, “Ellenikos Organismos Kybriagon Agoniston” kelimelerinin baş harflerinin bir araya gelmesi ile oluşan bir kısaltma olup, “Kıbrıs Rum Milli Mücadele Teşkilatı” anlamına gelir. (3) Pandora: İnsanlara Tanrı Zeus tarafından gönderilen güzel kadın Pandora’nın Kutusu: Pandora’ya Tanrı Zeus tarafından verilen, içi her türlü kötülükle dolu bir kutu. Pandora, kendisine verilen bu kutuyu açtığında bütün kötülükler dünyaya dağılmış ve kutuda sadece ümit kalmış diye rivayet edilir. (4) Akritas Planı: Politik, ekonomik ve askeri eylemlerle Kıbrıs’ta Türkleri imhayı ve silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmeyi öngören; Rum-Yunan ikilisinin elbirliği ile hazırladığı bir ihanet planıdır. (5) Düşük Şiddette Çatışma (DŞÇ): Bir ülkenin güvenliğini ve refahını tehdit eden politik ve ekonomik vasıtalar ile şiddeti bir araç olarak kullanarak parlamenter demokratik düzeni ortadan kaldırmaya veya işlemez hale getirmeye yönelik faaliyetlerin tamamına denir. (The British Police And Terrorism, FEC Gregorm Ünivercity Of Southamton) Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs’ta, on beş yıl boyunca, Rumlar’ın www.kibristkd.org.tr 11 KIBRIS MEKTUBU İsmail TANSU ( E ) Albay 15 MAYIS TARİHİNDE BAŞLATILAN FEDERAL DEVLET MÜZAKERLERİNDE “BİZE HER ŞEY 21 ARALIK DARBE FACİASINI HATIRLATIYOR!” 12 2015 yılına gelindiğinde ülkemizdeki iktidarı, siyasi partileri ve bütün vatandaşları 07 Haziran’da yapılacak Genel Milletvekili Seçimleri’nin heyecanı sarmıştı. Bu heyecan günler, haftalar, aylar geçtikçe git gide arttı. Seçim yaklaştıkça seçim propagandaları ve tartışmaları siyasi savaş haline dönüştü. Sonuçta; millet hiçbir partiye tek başına iktidar olma gücünü vermedi. Muhalefet partileri, seçimlerden güçlenerek çıktı. Ardında da; koalisyon hükümeti kurulması çalışmaları ve tartışmalarına başlandı. Kıbrıs Davası sürecinin beşinci dönemini Rum Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in açıklaması ile ve de Türk Cumhurbaşkanı AKINCI’nın o açıklamaya uyarak 15 Mayıs’ta başlanan müzakereler devam etmektedir. İki Lider bu müzakerelere şevk ve heyecanla anlaşma sağlamak umuduyla müzakere masasına oturdular. Ara sıra da, Lefkoşe’nin Rum kesiminde birlikte dolaşıp kahve içtiler. Öğrendiğimize göre; Limasol şehrinde hemşehri olan iki lider dostlar ve ortak ideolojiye sahiptiler. Öte yandan Kuzey Kıbrıs’ta da Cumhurbaşkanlığı seçim hazırlıkları ve propagandaları sürdürülmekte ve sonucu da merakla beklenmekteydi. Seçimden kısa bir süre önce beklenmedik sürpriz bir olay oldu. 1974 yılında çözümlenmiş olan Kıbrıs Sorunu’nun yeniden çözümlenmesi müzakereleri, yeniden taraflar arasında yapılacak müzakerelerle çözümlenmesine karar verildiği halde Rum Yönetimi kırk yıl boyunca müzakerelerden kaçmıştı. 21 Mayıs günü CNN Televizyonunu’nun Lefkoşe Temsilcisi, Anastasiadis ile bir röportaj yaptı. Sorularına cevaplar da aldı ve onları ertesi gün 22 Haziran günü CNN Televizyonunda yayınlandı. Anastasiadis verdiği kısa yanıtlarda ilginç konulara değindi. Bunlardan en önemlileri Kıbrıs’ın iki federal çatı altında birleşmeleri ve AB Üyesi olan Güney Kıbrıs Devleti ile Kuzey Kıbrıs’ın barış içinde yaşamaları gerektiğini işaret etti. Bu arada Güney Kıbrıs ile Kuzey Kıbrıs arasındaki sınır düzeltmeleri ile toprak anlaşmazlığının giderilmesi gerektiğini söyledi. Şimdi birden bire ve ilk defa Kıbrıs Rum Lideri Anastasiadis bir açıklama yaparak, Türk tarafını müzakerelere davet edip Kıbrıs’ta müşterek federal bir devlet kurulmasını teklif etti. Bu teklif bütün tarafları memnun etti ve olumlu karşılandı. Ardından bunun gerçekleştirilmesi yolunda temaslar ve görüşmeler yapılmaya başlandı. Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı seçimi yapılıp; seçimi 7 aday arasından bir parti Lideri Mustafa AKINCI ikinci turda büyük bir farkla seçimi kazandı. KIBRIS DAVASI’NIN ALTMIŞ YILLIK SÜRESİNİN BEŞİNCİ DÖNEMİ YAŞANIYOR. UMUDUMUZ; ALTINCI DÖNEMİ BAŞLATACAK YENİ KOALİSYON HÜKÜMETİ’NDE. OCAK-ARALIK 2015 Keza; Maraş Turistik Bölgesi’nin Rum vatandaşlarına açılması konusunda önem verdiğini ve bu meselede bir anlaşmaya varılmasını istedi. Son olarak da ısrarla üzerinde durduğu meselede Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ın garantörlüğünden vazgeçmesini ve bir Avrupa Birliği üyesinde yabancı askerlerin bulundurulmasının doğru olmayacağına işaretle “Türk askerlerini Kıbrıs’tan geri çekilmesi gerekir” dedi. Başlanılan müzakerelerde mutlaka bir anlaşmaya varılması gereken bu saydıklarının en önemli meseleler olarak gördüğünü ifade eden Anastasiadis, bu meseleleri AKINCI ile birlikte halletmeye çalışacaklarını ve umutlu KIBRIS MEKTUBU olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanları Sayın Anastasiadis ile Sayın Akıncı’nın samimi diyolog ve barışcılık ideolojisi çerçevesinde başlatıkları çözüm müzakerelerini izlerken “Bize her şey 21 Aralık 1963 darbesini ve Noel Günü yapılan katliamları hatırlatıyor.” Hatırladıklarımdan en önemlisini, burada sırası gelmişken paylaşmak istiyorum: İngiltere’nin, hazırlayıp kabul ettirdiği bir planla 1960 yılında kurulmuş olan Türk Rum Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türk kanadına, O devletin Başkanı tarafından yapılmış olan 21 Aralık 1963 günü yapılan darbedir. O darbe Kıbrıs’taki Türk varlığına son vermek ve ENOSİS’i ilan etmek için yapılmıştı. Bu ihanet karşısında Garantör devletler olarak İngiltere ve Yunanistan sessiz kalmış, Rum Liderini özgür bırakmış ve yapılan faciaları seyrettiler. ABD Hükümeti de, Türkiye’nin müdahelesini önlemiştir. Rum Lideri Papaz Makarios’un EOKA katillerini de harekete geçirerek, Türk halkını toplu katliamlarla ortadan kaldırmaya başlamışlardı. Kıbrıs Türk Milli Kurtuluş ve İstiklal Savaşı’nın başlamasına sebep olan bu faciayı unutturabilir mi; soruyorum? Kıbrıs Milli Davamızın 60 yıl sonra bugün getirilmiş olan noktada bizlerin düşünce, görüş ve inançlarımızın ne olduğuna gelince; açık konuşuyorum hükümetlerimizin kırk yıldır hedefine ulaştırmış milli politikayı terk ederek ve Batı emperyalizminin istekleri doğrultusunda, çözümlenmiş olan Kıbrıs Sorununun yeniden çözümlenmesi rezaletine ŞİDDETLE KARŞIYIZ. Bizler; Bugün hayatta olmayan merhum devlet erkânı ve zamanın komutanlarının örgütlenmesini lüzumlu gördükleri Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) Gizli Yeraltı Örgütü’nü kuran Türk Subaylarıyız. Bizler; O Örgütün Mücahitlerini eğiten, silahlandıran ve komuta eden gönüllü Türk Subaylarıyız. Onların ve şehit arkadaşlarının yakınları olan kişileriz. Bizler; katledilen Kıbrıs Sivil Şehitlerin ve Kıbrıs’taki Türk Askeri Birliği’nin, Tabip Binbaşı’nın, EOKA Katilleri tarafından evi basılarak kurşuna dizilen eşi ve üç çocuğunun acısını yüreklerimizde hissedenleriz. Bizler; 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’na katılmış olan Komutan, Subay ve Mehmetçikler ile onların yakınlarıyız. Bizler; Kıbrıs’ta doğan Türkiye’nin Yavruvatanı KKTC devleti ve halkının güvenliğini sağlamak için 40 yıl boyunca Kıbrıs’a gidip dönen Türk Askerleri’nin yakınlarıyız. Ve nihayet bizler, Yavruvatan Kuzey Kıbrıs’ın, Rum Yönetimi ile birleştirilmesini çok tehlikeli gören ve Yavruvatanı bugünkü fiili sıfatları ile parlak geleceğine doğru ilerlemesi gerektiği inancında olanlardanız. Bir Bilginimiz “Hatadan Dönmek Fazilettir.” demiş. 1974 yılında, Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin bir Yavruvatanı olarak doğan Türk Devleti batı emperyalizminin tehdidi altındadır. Fakat; maalesef zamanın T.C. Hükümetleri bu tehlikeyi görememiş ve o batı emperyalizminin yıkıcı önerisini kabul etmek gafletine düşmüştür. O yıldan bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün Türk Hükümetleri de; Kıbrıs Sorunu’nun yeniden çözümlenmesini öngören önergeye sımsıkı sarılmışlardır; Yavruvatan’ın sıfatının değişeceğini görmezden gelmişlerdir. Hatadan dönmenin fazilet olduğu düşüncesi ile iktidara gelip giden her hükümetin, bunun bilincine varacakları düşüncesiyle o utandırıcı politikayı terk edeceğine ve Yavruvatanı emperyalizmin kara pençesinden kurtaracağına umutlandırmıştı. Şimdilerde, bu tatlı hayalin gerçek olmasını beklemekteyiz. Kurulacak Kolalisyon Hükümeti’nin göreve başlamasından sonra eğer bizleri hayal kırıklığına uğratmazlarsa; bizler de artık rahat bir nefes alıp köşemize çekileceğiz. Aksine; hayal kırıklığına uğramamız halinde de bazılarının sandığı gibi “gölgemize çekilmiş Emekli bir Subay olarak kalmayacak” yavruvatanın, İstiklal ve Cumhuriyeti’ni muhafaza ederek yaşaması ve parlak geleceğine doğru ilerlemesi için mücadelemize devam edecek ve seslerimizi duyurmaya çalışacağız. Değerli dava Arkadaşlarım; TMT Gaizisi, Mücahitleri ile vatansever Kıbrıslı kardeşlerime saygı ve sevgilerimi sunarım. www.kibristkd.org.tr 13 KIBRIS MEKTUBU Yakan CUMALIOĞLU Kıbrıs Milli Koordinasyon Komitesi Başkanı BİR KAHRAMANI ANLATABİLMENİN ZORLUĞU Bazı insanlar vardır yaşarken ölüdürler, varlıkları ile yoklukları arasında bir fark yoktur. Genelde böyleleri için ha ölmüş ha yaşamış ne fark eder derler. Bunlar,yaşadıkları o kısa zaman içinde, yaşamın ne anlama geldiğini idrak edememiş;yalnız kendi çıkarlarını düşünerek zevk-ü sefa içinde hayatlarını sürdüren birtakım yaratıklardır. Değil vatanına, milletine, bayrağına; kendi yakın çevresine bile hayrı dokunmamış başkalarının sırtından çıkarlarıuğruna yaşayan asalaklardır. 14 Böyleleri ile çıkar ilişkisi içindeki çevre; yaşarken “O” tiplere yakın durmayı, onlarla olan yakınlıklarının kendilerine getirecekleri menfaatleridüşünen kişilerdir. İşleri bittiğinde başka bir kapıya yanaşma alışkanlıklarını sürdürürler. Bu bakımdan bu yaratıklar yaşarken ölüdürler. Sonra hatırlanmazlar ve anılmazlar. En büyük idealleri çıkarlarını sürdürmek siyasette ve yönetimde hâkim olmaktır. Zaman zaman muvaffak da olurlar; ama tahribatı büyük olmakla beraber bu kısa sürer. Çünkü bu tiplere karşılık, bazı insanlar vardır ki onların yüzü suyu hürmetine bu devlet yapısı yıkılmaz dimdik ayakta durur. Bu insanlar öldükten sonra da yaşarlar!.. Eserlerini topluma mal edip; mütevazı yaşantıları ile başarıda en büyük pay kendilerinin olduğu halde övünüp kendilerine hisse çıkarmadan köşelerinde sessizce dururlar. Bu eserler ve yapılanlarla milletçe övünülür, yapanlar tanınmasa bile yâd edilip, şükranla anılırlar. Bazılarının isimleri bilinir, bazıları bilinmez ama onlarmallarının zekâtınıvermekten kaçınıp günü birlik yaşam sürdürenlerin aksine verecekleri en büyük zenginliği; canlarını, bu millet için, bu vatan için, bu bayrak için feda eden kahramanlardır. OCAK-ARALIK 2015 “Kutsal TÜRK Devletine” hizmeti ibadetlerin en büyüğü olarak gören kahramanlardır çoğunluğu. Ve bugün bu kutsal devlet her şeye rağmen çökmüyorsa, bu bayrak dalgalanmaya devam ediyorsa, bu ezanlar susmuyorsa bu i simsiz kahramanların sayesindedir. Bu değerli insanlar hayatta kaldıkları müddetçe üretmek,faydalı olmak, çevrelerine ışık tutmak için yaşarlar. Bu ulvi gaye onları yüceltir. İsimleri bilinmese dahi yaptıkları işler, başarılar millete mal olur ve daima anılırlar. Sessiz sedasız köşelerinde yaşarken de kendi yaptıklarını sahiplenen, kendilerine mal etmeye çalışarak, çevreye hava atma gayretindeki zavallıların düştükleri durumu acı acı tebessümle seyrederler. Çünkü mütevazıdirler, paylaşmacıdırlar, beşeri insan münasebetlerinde zafiyetleri bilmektedirler ve bu sahtekârlara acıyarak bakarlar. Onlara müdahale etmeye tenezzül dahi etmezler. Ama millet, devlet ve bayrak söz konusu olunca o sessizlik bozulur. O sessiz mütevazı durum değişir, yelesi kabarmış bir aslan gibi kükreyerek gereğini yerine getirir; işi bitince gene sessiz sedasız köşesine dönerler. Allah’ın yarattığı en kıymetli canını feda etmekten kaçınmazlar. Bizler bu isimsiz kahramanlara çok şey borçlu olduğumuzu daima hatırlamalıyız. Bugün bu isimli ve isimsiz kahramanlar resmigeçidinde yerlerini alan, terörle mücadelede, verecek tek zenginliği canı olan ve o canı feda eden, mahrumiyet içinde gecekonduda yaşayan ailenin temel direği şehitlerimiz ile isimleri bilinen ve bilinmeyen o kahramanlardan, bizlerden hiçbir şey beklemedikleri halde hayır ve dualarımızı,şükran duygularımızı esirgememeliyiz.. Sıcak odalarımızda ayaklarımızı uzatmış günlerimizi gecelerimizi sürdürürken bizler için o kutsal görevleri ifa eden yiğit insanları anmak zorundayız. Bu kutsal devletin tarihinde bir de “TÜRK KIBRIS”ın var olma ve yok olma mücadelesi yaşanmıştır. Ne yazık ki KIBRIS MEKTUBU bu mücadele hâlâ sürmektedir. bir çınar… Hasbelkader 1964 yılından itibaren yakından izleme şansına sahip olduğum bu mücadelede yer alan değerli insanları anmadan duramıyorum. Vefat haberini verdiğim Kıbrıs Milli Koordinasyon Komitesi metninde belirtmiş olduğum gibi: O isimli ve isimsiz kahramanlar resmigeçidinde yerini alan rahmetli büyüklerimiz, komutanlarımız, başta STK Başkanı olup TMT’nin kurucusu Gen.Daniş Karabelen; TMT’nin ilk bayraktarı Alb.Rıza Vuruşkan (Ali Conan / 1958-1960); “1963 Kanlı Noel” efsanevi direnişinin lideri bayraktarımız Gen.Kenan ÇOYGUN (Kemal ÇOŞKUN, BOZKURT / 1961-1967); Kur.Alb.Cevat Giray (Mehmet Ereş Bey / 1967-1968); Kur.Alb.Rüştü Kazandağ (Enver Bey / 1968-1970); Gen.Süleyman Eyüboğlu (Cengiz Bey / 1970-1972) ve Gen.Çetin Başar’ı (Orhan Bey / 19741976) bayraklaşan isimler olarak bir daha rahmetle anıyorum. Türklük yolunda ülküdaş olmak, Türklüğe, Türk vatanına hizmet için bayraktar olmak her kula nasip olmaz, değerli komutanlarımız bu mertebeye ulaşabilen nadir kişilerdir. Bir balıkçı köyü olan Tillirga’yı bir mücahit köyü yaparak ismini Erenköy yapan; St.Hilarion Kalesini Türk direnişinin sembolü haline getiren E.Alb.Lütfü Eren (Fırtına Komutan) bu kahramanlar resmi geçidinde unutulabilir mi? Yukarıda isimlerini saydığım rahmetli komutanlarımızdan bazıları sağlıklarında tanımaktan onur ve gurur duyduğum kahramanlardır. Onlar bir sanatkâr, bir heykeltıraş gibi toplumu işlediler, şekillendirdiler, bir direnç abidesi yarattılar. Topluma mücadele azmi, zirvesine ulaşmış mücahit ruhunu aşıladılar ve KKTC’nin temelini attılar. Bu kahramanlar resmi geçidinde yerini alan ve 26.12.2015 tarihinde terk-i diyar eden büyüğüm, komutanımız E.Alb.İsmail Tansu’yu da rahmetle anıyor, şükranla yâd ediyorum. Değerli büyüğümüz, komutanımız İsmail Tansu STK Başkanı General Daniş Karabelen’in yardımcısı olarak, KİP’i (Kıbrıs İstirdat Planı) hazırlayan ve uygulamaya sokan kişidir. O planın sayesinde Kıbrıs Türk varlığı KKTC haline dönmüş ve bugünlere gelebilmiştir. Son nefesini verinceye kadar Kıbrıs davası ile yaşamış, hayat bulmuştur. Kendi büyüttüğü bir çocuğa ihtimamla yaklaşan bir baba gibi her anını Kıbrıs’a adamıştır. Kıbrıs’tan gelen iyi haberle iyi olan, kötü haberlerle dünyası kararan 98 yaşında “Komutanımız mütevazı, hatırşinas, kadir kıymet bilen, bilge kişiliği ile son nefesine kadar Kıbrıs Milli Davasını yakinen takıp eden; araştırıp, soruşturup usulüne uygun ikaz yazıları ile geçmişte yaşananlardan günümüze köprü kuran, sağır kulaklara duyurmak için çırpınan bir Kıbrıs Türk varlığı sevdalısı idi. Kıbrıs Türk varlığı ve mücadelesi O nu hayata bağlayan, canlı kılan tek unsurdu. En son 26 Ekim 2015 tarihli kendisinde buruk bir hayal kırıklığı yaratan endişeleri dile getiren yazısındaki duygular ilerlemiş yaşına rağmen onu hayata bağlayan Kıbrıs Türk varlığının geleceği hakkındaki son ikazları olmuştur.” 28 Ekim 2015 tarihinde kendisini telefonla arayıp sağlığını sıhhatini sormuş ve Cumhuriyet Bayramını kutlamıştım. Bana “- Evlat son yazımı nasıl buldun? sorusuna verdiğim cevaptan oldukça memnun kalarak “- Sizlerin bu ifadelerinizi, cevaplarınızı aldıkça çok mutlu oluyorum, canlanıyorum hâlâ işe yarıyorum diyerek hayata bağlanıyorum; Kıbrıs’tan da arayanlara, arkadaşlarınıza söylüyorum beni hayata bağlıyorsunuz, Allah sizlerden razı olsun vefalı çıktınız.” demişti. Bu son telefon görüşmemiz olmuştu. Tahmin ediyorum ki Kasım 2015 içinde AB görüşmeleri çerçevesinde KKTC ve Garantörlük üzerine çıkan spekülatif haberler onu oldukça üzmüş ve hayata olan bağını kesmeye zorlamıştı. Vefatından 3 gün önce eşi ve oğlu ile yaptığım görüşmede bu ruh halindeki karamsarlığı sezmiştim. Vefatından sonra eşi ve oğlu ile yaptığım telefon görüşmesinde bana söylenen şu sözleri işitince yanılmadığımı anlamış oldum. Rahmetli büyüğümüz TMT hakkında Söz veriyoruz garantörlük sulandırılamaz, Kıbrıs’ta taviz verilemez. TÜRK Mukavemetçileri, Mücahitler ve Kıbrıs TÜRK’ü değerli komutanımız Sayın İsmail TANSU’yu rahmetle anacak, saygıyla yâd edecektir. Rahmetli komutanımız tarihin şerefli sayfasında yerini almıştır. Vatan sağ olsun!... www.kibristkd.org.tr 15 KIBRIS MEKTUBU Hasan İKİZER GELENEK SÜRDÜRÜLMEKTEDiR 16 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları ile Başbakanlarının ilk yurtdışı ziyaretlerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapmaları, ardından Azerbaycan’ı ziyaret etmeleri bir gelenek halini almıştır. Şimdilerde de Başbakan iken Recep Tayip Erdoğan’ın KKTC’yi ziyaretlerinden sonra, Cumhurbaşkanı olarak ilk yurtdışı ziyaretini KKTC’ye yapmasının ardından yeni Başbakan olan Ahmet Davutoğlu da ilk ziyaretini KKTC’ye yaptıktan sonra, Recep Tayip Erdoğan’ın yaptığı gibi ikinci ziyaretini de Azerbaycan’a yapmaları bir geleneğin sürdürülmesi anlamını taşımaktadır. Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Akdeniz’in altından döşenen borularla götürülecek olan su ve elektriğin çok yakın bir zamanda gerçekleşeceği müjdesini veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, ancak Kıbrıs’ta altyapının henüz tamamlanmamış olduğu gerçeğini de belirtmiştir. Kuzey Kıbrıs’ta olduğu gibi Güney Kıbrıs’ta da su ve elektrik sıkıntısı çekildiği, çok uzun bir zamandan beri bilinmektedir. Bu su ve elektrik, Kıbrıs Türk halkına olduğu kadar Kıbrıs Rum halkının gereksinimlerini de karşılayacak kapasitede planlanmıştır. Kıbrıs Türkleri ile Türkiye arasındaki birlik ve beraberliği kuvvetlendireceği gibi ekonomik yönden de yararları tartışılmamaktadır. Güney Kıbrıs Rum kesiminin ekonomisinin bozuk olduğu bir zamanda, ekonomiye yardımcı olması yanında, müzakerelerin de uzun bir süre aksamaması yönünde, iki halk arasında anlaşmaların yararlı olacağı bir gerçektir. Doğal olarak Rum siyasilerinin bu gerçekleri göz önüne alarak hareket etmeleri beklenmektedir. Cumhurbaşkanı ayrıca müzakerelerin uzun bir süre daha devam edemeyeceği gerçeği üzerinde durarak, Kıbrıs Rum halkına da ayrıca bir mesaj vermektedir. İki kesimli OCAK-ARALIK 2015 bir eşitlik üzerinde durmak suretiyle de çözümün gerçekleşmeyeceğinin olası olduğunu belirtmiştir. İki devletin eşitliğine dayanmayan bir çözüme de sıcak bakmadığını ve gelecek önerileri de dikkate almayacağını belirtmektedir. İki halk arasında görüş farklarının olduğu bilinmekle beraber, konfederasyon üzerinde de durulması gerektiğine ayrıca işaret etmektedir. İki devletli çözüm olmadığı takdirde iki ayrı bağımsız devletin düşünülebileceğini ifade etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla, bizim on yıllardan beri üzerinde durmakta olduğumuz, Kıbrıs ve Türkiye gazetelerinde de yazdığımız makalelerde ve yayımladığımız kitaplarda da (Kıbrıs-İki Ulus İki Devlet 2007 Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını Ankara) belirtmiş olduğumuz gerçekler yeni dile getirilmektedir. Ancak Kıbrıs’ta olduğu gibi Türkiye’de de bir kısım siyasi partiler halen birleşik bir Kıbrıs ve federal devlet konusundaki görüşlerinden vazgeçmiş değillerdir. Başbakan Ahmet Davutoğlu da Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan gibi ilk yurtdışı ziyaretini Kıbrıs’a yaptı. Arkasından Azerbaycan ziyaretini gerçekleştirmiştir. Başbakan Davutoğlu da suyun Ada’ya yakında geleceğini, ancak altyapının henüz bitmediğini dile getirdi. Güney Kıbrıs’ta çay içip Kuzey’de barışı gerçekleştirelim önerisinde bulundu. Başbakan Davutoğlu, Yunanistan Başbakanı ile Rum lider Anasatasiadis’e çözümü ertelememeleri gerektiğini belirtti. Birleşmiş Milletler’e de barış çağrısında bulunarak Ada’ya daha fazla ilgi göstermeleri ve ziyaret etmeleri dileğini iletmiştir. Ada’nın Cumhurbaşkanı Dr.Derviş Eroğlu ile birlikte basın toplantısı yapmıştır. KKTC’de İngilizce sorulan soruları aynı dilde yanıtlayarak KKTC Meclis Başkanı Sibel Siber, önceki Başbakan Özkan Yorgancıoğlu ve yardımcısı Serdar Denktaş ile de KIBRIS MEKTUBU görüşmeler yaptı. Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Türkiye, Yunanistan, KKTC ile GKRY’nin aynı masa etrafında birlikte olma dileği karşılık görmemiştir. Bir soruya verdiği yanıtta da barışın sağlanması durumunda da yine ilk ziyaretini Kıbrıs’a yapacağını söylemiştir. Kıbrıs’taki müzakerelerin çok kısa bir zamanda tamamlanması arzusunda bulunmuştur. Akdeniz’e barışın gelmesi için BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi’nin Ada’da daha fazla bulunması gerektiğine değindi. Amerika, İngiltere ve diğer ilgililerin barış için daha fazla çalışmalarda bulunmalarını belirterek, ambargoların bir an önce kaldırılmasını dile getirmiştir. Başbakan olduktan hemen sonra 62. Hükümet Programını TBMM’de okuyan ve güvenoyu alan Prof.Dr.Ahmet Davutoğlu’nun Hükümet Programının 170 ve 171 sayfalarında bir paragraf içinde yer alan Kıbrıs’a ilişkin görüşleri aşağıda verilmiştir. “Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs Türk halkının Uluslararası toplum içerisindeki haklı yerini alabilmesi, hükümetimizin önceliklerinden biridir. KKTC’nin ekonomik altyapısının güçlendirilmesi ve refahının arttırılması için bugüne kadar kararlılıkla attığımız adımlara devam edeceğiz. Kıbrıs sorununun, Ada’daki her iki halkın asli kurucu iradelerini, siyasi eşitliklerini ve Ada’nın ortak sahibi olmalarını temel alan müzakere edilmiş adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması için garantör ülke olarak katkımızı sürdüreceğiz ve Birleşmiş Milletler’in bu yöndeki çabalarını destekleyeceğiz” vurgusu yapılmaktadır. bulunması da önemle üzerinde durulması gereken bir husus olarak dikkat çekmektedir. Bu arada Demirel, Cumhurbaşkanı Dr.Derviş Eroğlu, Meclis Başkanı Sibel Siber, Başbakan Özkan Yorgancıoğlu ve Başbakan yardımcısı Ekonomi, Turizm, Kültür ve Spor Bakanı Serdar Denktaş ile görüşmelerde bulunmuştur. Çok sevdiği Rauf Raif Denktaş’ın kabrini de ziyaret eden Demirel’in Türkiye’ye mutlu ve umutlu döndüğü düşünülmektedir. T.C. Başbakanı Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun 64.Hükümet Programının 139. Sayfasındaki Kıbrıs konulu yeni görüşleri aşağıda verilmiştir. “Kıbrıs’ta müzakere edilmiş bir çözüm ve Kıbrıs Türk Halkının uluslararası toplum içerisindeki haklı yerini alabilmesi, temel önceliklerimizden biridir. KKTC’nin ekonomik altyapısının güçlendirilmesi ve refahının artırılması için bugüne kadar kararlılıkla attığımız adımlara devam edeceğiz. Kıbrıs’ta, her iki halkın asli kurucu iradelerini, siyasi eşitliklerini ve Ada’nın ortak sahibi olmalarını temel alan, müzakere edilmiş, adil ve kalıcı bir çözüm için garantör ülke olarak yapıcı katkımızı sürdüreceğiz ve Birleşmiş Milletlerin bu yöndeki çabalarını destekleyeceğiz.”ifadesini kullanmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan sonra KKTC’ye giden eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de ileri yaşına karşın Kuzey Kıbrıs’a giderek bir takım temaslarda www.kibristkd.org.tr 17 KIBRIS MEKTUBU Kazan Belediyesi ile Başkent Ankara ve Anadolu Konferedasyonunun hazırlamış olduğu " Türk Dünyası Kültür ve Sanat Buluşması"na katılan Kıbrıs Mektubu Dergisi Yazı İşleri Müdürü Hasan İkizer katılarak aşağıda yazılı Asrın Projesi ile ilgili bir sunum yapmıştır. ASRIN PROJESİ 18 Başlık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) su ve elektrik götürme projesinin adı olarak ortaya atılmıştır. Önceleri de balonla su taşıma gündeme gelmiş, ancak yapılan çalışmalar Akdeniz’in çalkantılı, dalgalı ve fırtınalar nedeniyle balonların patlaması sonucunda başarısız olduğu görülmüştür. İsrail’e de Türkiye’den su götürülmesi veya satılması için yapılan tüm görüşmeler başarısız olmuş ve herhangi bir anlaşmaya varılamadığından sonuçsuz kalmıştır. milyon metreküp suyun Akdeniz’e döşenecek borularla Kıbrıs’ın Girne yakınlarında inşa edilecek Geçitköy Barajı’na götürülecektir. Bu suyun 38 milyon metreküpü içme suyu, 37 milyon metreküpü ise Güzelyurt Ovası’nın sulanmasında kullanılacaktır KKTC’de olduğu gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ndeki (GKRY) susuzluğun ve elektrik sıkıntısının çekildiği, uzun zamandan beri bilinmektedir. Uzun süren yaz kuraklığının, içme ve kullanma sularına deniz suyunun karışması ile meydan gelen tuzlanmanın nedeniyle tarımda olduğu gibi içme suyunda da birtakım sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu arada KKTC’de Güzelyalı Pompa İstasyonu, temelden 65 metre yükseklikte 26.5 milyon metreküp hacimli Geçitköy Barajı, 16.40 MW Kurulu gücünde Geçitköy Pompa İstasyonu yapılacaktır. Hem kuzeyin hem de güneyin çektiği su sıkıntılarını gidermek için ortaya atılan ‘Asrın Projesi’ne bu yüzden ben Barış Projesi adını vermeyi daha uygun buldum. Adaya varılacak olan su ve elektriğin Kıbrıs’lı Türklere olduğu kadar Kıbrıs’lı Rumlara da yarar sağlayacağını, eskiden olduğu gibi şimdilerde de birlikte kullanabileceklerini düşünüyorum. KKTC’deki Türkler, GKRY’den elektrik almış oldukları gibi güneydeki Rumlar da gereksinimlerini karşılamak için kuzeyden elektrik satın almış oldukları bilinmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın KKTC’ye su temini için gerçekleştirmekte olduğu projenin 2015 Mart ayında sonuçlanması programlanmış iken, bu kez gerçekleşmenin 20 Temmuz’da sonuçlanması ve açılışının yapılması için gerekeli çalışmaların hızlandırılmasını gidilmiştir. Türkiye’nin Mersin İline bağı Anamur İlçesindeki Dragon Çayı’nın sularını Akdeniz’in 250 metre altından 80 Km uzunluğundaki borularla geçirerek Kıbrıs’a ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bunun içinde Dragon Çayı üzerindegerçekleştirilecek Alaköprü Barajı’ndan 23 Km isale hattı, 80 Km deniz geçişi isale hattı ve 3 Km terfi hattı ile 75 OCAK-ARALIK 2015 KKTC’nin içme-kullanma, sulama ve sanayi suyu temin edilerek 7.300 dekarlık alanda tarımda yüksek gelir artışı sağlanacak, aynı zamanda 2035 yılına kadar Ada’nın su gereksinimi karşılanacaktır. Alaköprü Barajı’nda depolanacak suyun 250 metre derinde 80 Km uzunluğunda dünyada ilk kez uygulanacak deniz geçişi isale hattı ile KKTC’deki Geçitköy Barajı’na ulaştırılacaktır. Bu su arıtıldıktan sonra yarıya yakın bir kısmı içme suyu, geriye kalanı ise tarımda ve Ada halkının gereksinimlerinin karşılanmasında kullanılacaktır. Suyun Ada’da barış, huzur ve yakınlaşmanın sağlanması konusunda etkin olacağı gibi, Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünde uzun bir süredir çözümsüz kalan meselelerin çözümü için de, adaya ulaştırılan suyun her iki halkın yararına olacağı ve büyük bir katkı sağlayacağı ümidiyle sabırla beklemekteyim. Boşuna dememişler su gibi aziz ol diye… KIBRIS MEKTUBU Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Genel Merkezi İSMAİL TANSU 1570’lerde Anavatan’dan gelip, Kıbrıs’ın dört bir yanına yerleşen Kıbrıs Türk halkını teşkil etmiş 307 yıl gibi uzun bir zaman Türk Bayrağı altında hayatlarını bu topraklarda sürünerek değil, onurlu bir şekilde devam ettirmişlerdir. Milli değerler ve heyecanlar, Türk İdaresinde alınan inanç ve bilince karşı 1878 yılında karşılarında yabancı bir bayrağı bulmuşlardır. Kalplerinde gömülü yatan milli heyecanların güç ve kuvvetlerinden bir şey kaybetmemiş, evvelce yaşadıklarını unutmayarak boyunlarına takılan esaret zincirlerini koparmak mücadelesine geçmek için arayışa başlamışlardı. Karşılarında iki kuvvet vardı, İngilizler ve Rumlar. İngiliz ve Rumlar el ele vermiş bir cephe halinde harekete geçmişlerdi. Bunu gören Türkler, anavatanlarından ayrılmış koparılmış olmalarına rağmen hiçbir gücün kendilerini alt edemeyeceğine inanarak, azimle harekete geçtiler. O günlerde Kıbrıs Türk halkı “öncüsüz” kalmıştı. Oysa bu gibi durumlarda bir yol göstericiye şiddetle ihtiyaç vardı. Kıbrıs Türk halkı çok badireler geçirdi. Bütün bu zor süreçte moralini bozmamış, cesaretini koruyarak kadını, erkeği ile birlikte hareket ederek direnişin ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Ölümle sonuçlanan Türk Rum kavgaları başlamıştır. Bu gibi olaylar Nisan 1955’e kadar böylece devam etti. 1 Nisan 1955’de Ada'nın muhtelif yerlerinde, herkesin uykuda olduğu bir sırada, patlatılan bomba ve kullanılan ateşli silahlar, Türk’e karşı bir “ikazdan” başka bir şey değildi. Zaten önceden münferit olarak başlayan olayları çok iyi takip eden Kıbrıs Türk halkı yavaş yavaş kendini koruma ve savunabilmek amacıyla tedbir almaya başlamış ve Ada genelinde küçük küçük savunma grupları oluşturmuştu. Korkulu ve kaygı verici günler yaşıyordu. Evinden, köyünden ve işinden ayrılan Türk’ün geriye sağ salim döneceğini bilmiyordu. Kıbrıs Türk halkı kendini savunmak için oluşturduğu küçük küçük grupları bir örgüt altında birleştirerek daha etkili bir biçimde karşılık vermeye yöneldi ancak istenen başarıyı elde edemedi. 1957’lerdeydik, TMT henüz örgütlenmemiş, arılar kovanlarını bulmamıştı. Kıbrıs Türk Mücadelesinin tavında dövülecek kıvamda bir savunma gücünü kurma çabalarını yürütecek önderler arıyordu. Toroslardan esen yele bel bağlamıştık tümümüz. Ay yıldızı dalgalandıracak rüzgâr gerekti yavru vatanda, kan gerekti toprağa bir kez daha vatanlaşsın diye… Kıbrıs Türk gençleri spor kulüplerinde toplanırdı akşamları. Bazen bir genç uzanıp pencereden ve diğerleri soruyordu. Gelen var mı diye! Evet geliyorlar, Atatürk geliyor, Mareşal Fevzi Çakmak yanında. Atam al Ata binmiş, Mareşalin atı ak, Mehmetlerin süngüleri parlıyor artlarında geliyorlar. Geliyorlar ve işte Liderlerimiz Ankara’dan umutla döndüler çünkü artık yalnız değildik. Liderlerimizin çabaları üzerine Tarihi TMT olayında İsmail Tansu’nun görevi 1957 yılında Genel Kurmay Özel Harp Dairesi’nde görevli iken, TMT’nin kurulmasına izin verilmesi üzerine, Özel Harp Dairesi Başkanı General Daniş Karabelen tarafından, önce TMT’nin kuruluş projesini yürütmesi görevi verildi. İsmail Tansu, Kore Savaşı’na birlikte katıldığı Daniş Karabelen Paşa’nın güvenini ve teveccühünü kazanmış bir subaydı. Yaşadığı toprakları vatan yapmak için uyumayanlar Türk Bayrağı silah ve Kutsal Kitabımız Kuran’a tereddüt duymadan el basarak aşağıdaki andı içerek mücadele saflarına katılarak Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğuşuna kadar görevlerini gururla tamamladılar. www.kibristkd.org.tr 19 KIBRIS MEKTUBU Kıbrıs Türk’ünün Yaşayış Ve Hürriyetine, Canına, Malına Ve Her Türlü Anane Ve Mukaddesatına, Her Nereden Ve Kimden Olursa Olsun. Vaki Olacak Tecavüzlere Karşı Koymak İçin, 20 Ölüm Dahi Olsa Verilen Her Vazifeyi Yapacağım; Bildiğim, Gördüğüm, İşittiğim Ve Bana Emanet Edilen Her Şeyi Canımdan Aziz Bilip, Sonuna Kadar Muhafaza Edeceğim. Gördüklerimi, İşittiklerimi, Hissettiklerimi Ve Bana Emanet Edilenleri Hiç Kimseye İfşa Etmeyeceğim. İfşaatın Bir İhanet Sayılacağını Ve Cezasının Ölüm Olacağını Biliyorum. TMT’nin kuruluşunda İsmail Tansu’nun çok önemli rolü olmuştu. Daniş Karabelen Paşa’dan aldığı emirden sonra Kıbrıs’ta görev yapacak subayları tespitte çok başarılı olmuştu. Bu çabaları devam ederken Anamur’dan aldığı bir haber üzerine, Dr. Burhan Nalbantoğlu ile birlikte gittikleri Anamur’da, Kıbrıs Erenköy’den gönüllü olarak silah almak için gelen Vehbi Mahmut, Asaf Elmas ve Cevdet Remzi’nin sorgularını yapmış ve TMT’nin giriş andını bu arkadaşlara imzalatarak silah ikmalleri de böylece başlamış oldu. 27 Mayıs 1960 Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbesi dolayısıyla TMT için bazı tereddütler ortaya çıkınca İsmail Tansu’nun Alpaslan Türkeş’le görüşmesi sonucunda konunun anlaşılması üzerine TMT yeniden ele alınarak gereğine göre hareket edildi. İsmail Tansu ömrünün son gününe kadar büyük emekler vererek yetiştirdiği TMT örgütü saflarında görev yapanlarla, devamlı irtibat halinde bulunmuş ve her safhasında görüşlerini iletmeyi görevinin icabı saymıştır. Yukarıda Sıralanan Hususları Harfiyen Tatbik Başta TMT mensupları, Mücahitler ve Kıbrıs Türk halkı tarafından İsmail Tansu daima minnet ve saygı ile yad edilecektir. Edeceğime Ruhu şad olsun. Şerefim, Namusum Ve Bütün Mukaddesatım Üzerine Söz Verir Ant İçerim OCAK-ARALIK 2015 KIBRIS MEKTUBU Fikret GÖKÇE Gazi - Makina Mühendisi 52 nci YIL, 52 nci HAFTA, ASIRLIK BİR ÇINARI YİTİRDİK… 52 yıl önce bugünlerde EOKA denilen Rum terör örgütü Kıbrıs’ta saldırıya geçmiş, 103 köyü basarak 364 Kıbrıs Türkünü katletmişlerdi. 2015 yılının 52 nci haftası içinde ise Kıbrıs davamızın simge isimlerinden Kore ve Kıbrıs Gazisi (E) Albay İsmail Lütfü TANSU’YU ebediyete uğurladık. 1963 yılının son günlerinde Megalo-İdea hayalleri yeniden alevlenen Rumlar, Akritas olarak bilinen Türkleri yok etme planıyla Enosis’i gerçekleştirip adayı Yunanistan’a bağlamayı umut ediyorlardı. Bu katliam sırasında insanlık Tam 307 yıl Türk egemenliğinde kalan adada yaşayan soydaşlarımızın Rum tehdidiyle karşı karşıya olmasından endişe duyan dönemin hükümeti, 1958 yılının Temmuz ayından başlayarak bir dizi önlemler almaya başladı ve ilk olarak Ankara’da Seferberlik Tetkik Heyeti adıyla bir teşkilat kurdu. 1952-53 yılında Kore’de savaşan Tugayımızın komutan yardımcısı Tümgeneral Daniş KARABELEN bu teşkilatın başına getirildi. Karabelen Paşa, Kore’de birlikte savaştığı İsmail Lütfü TANSU’yu Başkan Yardımcısı olarak atadı.. Aynı zamanda Fikret Gökçe'nin Objektifinden teşkilatın Lojistik Şube Müdürlüğünü de üstlenen Tansu, çok gizli yürütülen çalışmalar dışı yöntemlerle ve acımasızca şehit ettikleri soydaşları- sonucu adada Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) kumızın yanı sıra, 1960 yılında Kıbrıs’ta konuşlanan Alayı- rulmasında büyük hizmetlerde bulundu. mızın doktoru Tabip Binbaşı Nihat İLHAN’ın eşi Mürüvvet Ankara’daki merkezde 19 subay ve 3 astsubay görev yaHanım ile Murat, Kudsi ve Hakan isimli çocuklarını evleripıyordu. Kıbrıs’ta ise Yarbay Rıza VURUŞKAN liderliğinnin banyosunda alçakça kurşunlayarak şehit ettiler. www.kibristkd.org.tr 21 KIBRIS MEKTUBU de ilk giden 5 kişilik gruba 1960 yılından sonra 6 subay daha katıldı. Bunlara ilave olarak 12 yedek subay, öğretmen, din görevlisi, müfettiş vb. sahte kimliklerle gizlice adaya çıkarıldı ve bu kadro ile ilk günlerden başlayarak TMT’nin çekirdeği oluşturuldu.. Bu yedek subaylardan biri de Tansu Albayın Safranbolu’daki akrabalarından Merhum Cemal ÜNSAL’dı. Türklerin yaşadığı bölgelerde hemen harekete geçen bu kadro, mücahitleri örgütlemeye ve eğitmeye başladı. Kendi yaptıkları basit silahların yanı sıra Türkiye’den gizlice getirilen silahlarla donatılan mücahitler, 1974 Barış Harekatı’na kadar tam 11 yıl Rum saldırılarına kahramanca göğüs gererek, varlıklarını ve namuslarını dirençle korudular. 22 Albay İsmail Lütfü TANSU 1917 yılında Safranbolu’da doğmuş, Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra Kara Harp Okulu’na girmiş ve 1939 yılında mezun olarak teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılmıştı. 2. Dünya Savaşı’nda Trakya Bölgesinde, 1945-1950 yılları arasında Artvin’de sınır bölük komutanlığı yapmıştı. 1951 yılında altı aylık bir kurs için Almanya’ya gönderilen Albay Tansu, 1952 yılında 3. Tugay bünyesinde Kore Savaşı’na katılmıştı. Kore ve Kıbrıs Gazisi olan Albay Tansu, 1958 yılında Irak’ta gerçekleşen ihtilal sırasında Genelkurmayın görevlendirmesiyle Kral Faysal, Veliaht Prens Abdülillah ve Başbakan Nuri Sait Paşa’nın kurtarılmaları için yapılan hava operasyonuna da katılmıştı. Bir ziyaretimizde memleketini çok özlediğini belirten komutanımızla uygun bir zamanda Safranbolu’ya gidebileceğimizi konuşmuş, hatta Karabük’te uydudan yayın yapan BRTV televizyonunda hemşehrileriyle bir söyleşi programı planlamıştık. Nasip olmadı. 2015 yılının 52 nci haftasında, 28 Aralık Pazartesi günü Ankara Gaziler Kabristanı’nda ebediyete uğurladığımız Kahraman Komutanımız İsmail Lütfü TANSU’yu rahmetle, saygıyla ve minnetle anıyoruz. Nurlar ve ışıklar içinde OCAK-ARALIK 2015 yatsın, mekânı cennet olsun. KIBRIS MEKTUBU Kanlı Noelin 52. yıldönümü nedeniyle 22 Aralık 2015 tarihinde TESUD ile KKTD ortaklaşa düzenlediği "Kanlı Noelin 52. Yılında Kıbrıs Uyuşmazlığı" konulu panelde Fikret Gökçe'nin Sunumu KANLI NOEL VE BUGÜNÜN KIBRIS'I Sayın Başkan, Değerli Konuklar, MARIOS MATSAKİS’i tanıyorsunuz değil mi ? Tanıyor olmalısınız. KKTC’de Akıncılar köyü yakınlarındaki nöbet kulübesinden bayrağımızı çalan, 2006 yılında Atatürk Havalimanı’nda Rum Kesimi bayrağı açan, Rum Diko Partisi'nin Avrupa Parlamentosu’ndaki temsilcisi Marios Matsakis’i eminim çoğunuz hatırlıyorsunuz. 2008 Kasım ayında TSK’nın hesap ve harcamalarını incelemek amacıyla AB heyetiyle birlikte ülkemize gelen bu küstah Rum’u biz devletin en üst yetkilileriyle görüştürüp, TBMM’de ağırlıyor, baş tacı ediyor ve bunu da sineye çekiyorken, büyük dava adamı Merhum Denktaş’ı “git kendi ülkende konuş” diye kovuyorduk.. Ne oldu bize ? Ne oldu onurumuz, gururumuz, dik duruşumuz? Konuşmama başlarken 52 yıl önce yaşanan kanlı olayları ve bugünün Kıbrısını ele alacağımız bu toplantının düzenlenmesinde başta TESUD ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği olmak üzere emeği geçenlere teşekkür ediyor, 103 Türk köyü basılarak katledilen 364 soydaşımızı, Barış Harekatı’nda şehit olan Mehmetçik ve Mücahitlerimizi, gazilerimizi, Kıbrıs davamızın önderleri Dr. Fazıl KÜÇÜK ile Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif DENKTAŞ’ı rahmetle anıyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün sizlere iki selam getirdim. İlki Zonguldak’ta okul arkadaşım Şeniz ÖZÇEP’ten. Şimdi Kdz. Ereğli’de yaşıyor. Dün akşam telefonla görüştüm. Kanlı Noel’de çocuklarıyla birlikte evinin banyosunda katledilen Mürüvvet Hanım Şeniz’in teyzesiydi. Şeniz, oğluna masum yeğenlerinden Kudsi’nin, kızına da teyzesi Mürüvvet Hanımın adlarını vermişti. Nihat İLHAN Paşa, Tabip Ütğm. olarak bizim okuduğumuz Çelikel Lisesi’nin altında bulunan birliğe atanmış ve o mahallenin kızı Mürüvvet Hanımla Zonguldak’ta evlenmişti. Bir toplantıda İlhan Paşayla bunlar konuşmuş ve uygun bir zamanda birlikte Zonguldak’a giderek bu konuda düzenlenecek bir etkinliğe katılmayı planlamıştık. 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların Türklere karşı adanın her tarafında başlattıkları saldırılarda çok sayıda savunmasız insan, kadın ve çocuk vahşice katledildi. Bu katliamların en dehşet verici olanı, 24 Aralık 1963 gecesi Kumsal Mahallesi No: 2, Mürüvvet İlhan Sokak’taki evde yaşandı. Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Dr. Nihat İLHAN’ın ailesi ikamet etmekteydi. O gece Dr. Nihat İLHAN görevde olduğundan, evde bayan Mürüvvet İLHAN , çocukları Murat, Kudsi ve Hakan, ev sahibi Hasan Yusuf GUDUM, eşi Feride Hasan GUDUM ve bazı komşuları bulunmaktaydı. Gece olunca, evin, Kanlı Dere yönünden kurşun yağmuruna tutulmasıyla birlikte bayan İlhan ile üç çocuğu banyonun küvetine, diğerleri küvetin çevresine ve banyonun yanındaki tuvalete sığınmak zorunda kalmışlardı. Evi kurşun yağmuruna tutan caniler, bir süre sonra sokak kapısını kırarak eve girmiş ve banyo odasını makineli tüfekleriyle tarayarak banyonun küvetine sığınan bayan Mürüvvet İlhan’ı, üç çocuğuyla birlikte acımasızca katlederek şehit etmişlerdi. İkinci selam ise; 1958 yılında zamanın hükümetinin talimatıyla kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın efsane komutanlarından Albay İsmail L. TANSU’nun, bu kuruluş sırasında gizlice ve sahte kimliklerle Kıbrıs’a gönderilen 12 yedek subaydan biri olan Safranbolu’daki kuzeni Merhum Cemal ÜNSAL’ın çocuklarından geliyor. Bir süre önce Büyükelçi Sayın BULUNÇ ile TANSU Albay’ı evinde ziyaret ettiğimizde memleketi Safranbolu’yu çok özlediğini ifade etmesi üzerine birlikte gidebileceğimizi konuşmuştuk. Geçen hafta hem Kanlı Noel’in, hem de davanın liderleri Dr. Küçük ile Denktaş’ın anılacağı bugünlerde uydudan yayın yapan Karabük BRT Televizyonu yetkilileriyle konuşmuş, Tansu Albay’ın da katılacağı bir program konusunda anlaşmıştık. www.kibristkd.org.tr 23 KIBRIS MEKTUBU Değerli Konuklar, bu arada TESUD’a özel bir teşekkürüm daha var. Ergenekon, Balyoz vb. gibi isimlerle adlandırılan, Şanlı Ordumuza karşı kurulan hain kumpaslar sırasında tam 132 kez SESSİZ ÇIĞLIK ve VARDİYA BİZDE eylemlerinde bizleri bir araya getiren, tepki ve haykırışlarımızı bıkmadan usanmadan örgütleyen başta Sayın Erdoğan KARAKUŞ Paşam olmak üzere tüm yönetici ve komutanlarımıza teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum. Ama bu eylemlere hiç katılmayan, mensubu olduğum T. Muharip Gaziler Derneği’ne ilişkin üzüntülerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Başta Dz.Yb.Ali TATAR olmak üzere, iftiralarla, yalancı tanıklar ve düzmece iddialarla kurulan bu kumpas sırasında yaşamlarını yitiren değerli komutanlarımızı ve diğer mağdurları da huzurunuzda saygı ve rahmetle anıyorum. 24 Yunanlılar 2000 yılından beri milli günlerini Beyaz Saray’da kutluyor. Bu törenlerde yapılan konuşmalardan öğreniyoruz ki: 400 yıl Osmanlı yönetimi içinde yaşayan Yunanlıları 1821’de isyan ettikleri zaman Amerikalılar desteklemiş. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının 185’nci yıldönümü olan 21 Mart 2006 tarihinde Başkan Bush: “Modern Yunanistan’ın kurucuları 1821’de özgürlüklerini ilan ettiklerinde ABD’nin güçlü desteğini buldu. ABD Başkanları bağımsızlığı destekledi. Genç Amerikalılar Yunan ordusunda gönüllü oldu. Birçok Amerikalı, Yunanlılara mali destek sağladı” demiş. Kime karşı ? Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani ile Rum Ortodoks Kilisesi ABD Temsilcisi Demetrios’un da konuşma yaptıkları törende Bush ayrıca, eski başkanlar John Adams, Thomas Jefferson ve James Madison’un da Yunanistan’ın bağımsızlık savaşına destek verdiğini anlatmış. Biliyorsunuz, emperyalizm ve Rumlar Kıbrıs Türk Halkını aldatıp karanlık bir geleceğe, yok oluşa imza atmalarını sağlamak için çeşitli tuzaklar kurmaktadır. Bu tuzaklarda çok kullanılan bir yöntem de toplumlar arası ilişkiler kurarak sözüm ona karşılıklı güven sağlama adına yapılmaktadır. STÖ'lere ve çeşitli benzer kurumlara Annan Planı’nda olduğu gibi emperyalizmin kanlı paraları akmaktadır. Uzun yıllardır sahte Sosyalist CTP ile Leninist AKEL ortak stratejiler belirleyerek Kıbrıs Türklerini karanlık bir yok olu- OCAK-ARALIK 2015 şa sürükleyecek "FEDERASYON" politikaları ile KKTC'nin tasfiyesini ortaklaşa savunuyorlar. Şu sıralar müzakereler devam ederken yeni bir ortaklık stratejisinden söz ediliyor. TMT’nin devamı olduğunu varsayan UBP ile EOKA’cılardan oluşan Rum SİSİ Partisi yeni bir ortaklık platformu oluşturmuşlar. Ne diyelim, emperyalizmin ve Rumun hiç değişmeyen amaçlarının gizlendiği bu sahte yaklaşımların altında yatan gerçeği görmeyenlere ve geçmişte yaşananları unutanlara iki çift sözümüz var… Biraz sonra petrol konusuna değinirken Erasmus diye bir Alman casusundan söz edeceğiz. Şimdi öğrenci değişimi bu isimle anılıyor. Şimdi sizlere bu durumlara nasıl gelindiğini açıklamaya çalışacağım. 20-25 yıl kadar önce iki taraftan da Türk ve Rum çocukları yirmişerli gruplar halinde ABD’nin Vermont eyaletinde bir yaz okuluna götürülüyor, birlikte oyun ve eğlencelere, gezilere, kamplara katılıyorlar. Bir Türk ve bir Rum çocuğu aynı odalarda kalıyor, ceplerine de 157’şer dolar konuluyor. Böylece birlikte yaşamaya alıştırılıyor ve kaynaştırılıyor. Buraya kadar güzel… Ama her etkinliğin sonunda bizimkilere “siz Kıbrıslısınız, Türkiye’yi unutun” telkini de yapılıyor. Bu anlattıklarımızı Mümtaz Hoca, 6 Kasım 2004 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “BEYİN YIKAMA” başlığıyla dile getirmişti. Şimdi acaba diyorum geçmişi inkâr eden, Rumlarla birleşme sevdalısı olan bugünün STÖ ve siyasi parti yöneticileri bu çocuklar mı yoksa ? Bir yandan bu ilişkiler Rumların istediği gibi gelişiyorken, arkasındaki emperyalist destek yetmezmiş gibi, bu aşamada GKRY’nin bir yandan da silahlanma için büyük bir çaba harcadığını görmezden gelemeyiz. Satın alınan F-16 Blok 52 ve Mirage uçakları ile havadan karaya atılan Fransız yapımı 250 Km. menzilli Sclap füzeleri ve Rusya’dan aldığı 41 adet T-80 U tankı ile helikopterler için GKRY büyük paralar harcıyor. Değerli Konuklar, Şu anda Doğu Akdeniz’de 12 ülkenin elliye yakın savaş gemisi bulunuyor. 7 Aralık 1941’de Japonlar Pearl Harbor’a saldırdıklarında bu askeri üsteki deniz gücü de neredeyse bu kadardı. Yıllardır ortadoğu’da bir mücadele devam ediyor. Petrol için yapılan bu kavgada insanlar birbirini boğazlıyor, bölgeyi bir kan deryasına dönüştü- KIBRIS MEKTUBU rüyor. Bu kavganın geçmişi 1890 yılına kadar uzanıyor. Amsterdam’da bir banka memuru olan Yahudi Deterding, kurnazlığı ve zekâsıyla bölgedeki petrol imtiyazlarını elde ediyor. Bu doğal enerji kaynağına sahip olmak için ABD’nin, İngiltere’nin. Rusya ve Almanya’nın mücadelesini fırsat olarak değerlendiren Deterding elindeki avantajları Amerikan Standart Oil ve Royal Dutch (Shell) şirketleri lehine kullanıyor. Bu paylaşımın dışında kalan Almanlar ise Romanya Kral'ının germen asıllı olmasından da yararlanarak birinin adı Erasmus olan üç petrol casusuyla bu ülkenin petrolü üzerinde söz sahibi oluyor. Bu kavga Raif KARADAĞ’ın 1979 yılında yayınlanan Petrol Fırtınası adlı kitabında geniş olarak anlatılıyor. Esasen Kıbrıs adası ve çevresindeki petrol ve doğalgaz varlığıyla ilgili çabalar 50 yıldır sürdürülüyor. 1960-1974 yılları arasında bir ABD petrol şirketinin Geçitkale havaalanının güneyinde bir kuyu açtığı, açık denizde de bir petrol kuyusunun bulunduğu ve 1974 Barış Harekâtı sırasında Geçitkale’deki kuyunun betonlandığı, denizdeki kulenin ise; sökülüp götürüldüğü biliniyor. Bu arada 2000 yılında, sondaj konusunda çok deneyimli bir uzmanın yaptığı araştırmalar sonucunda, İskenderun Körfezi, Mersin ve Kıbrıs arasındaki bölgede zengin doğalgaz ve petrol yatakları olduğunu belirterek çeşitli şirketlere başvurduğu ve sonunda büyük bir ABD şirketini araştırma yapmak konusunda ikna ettiğini kaynaklar yazıyor. Yine aynı kaynaklarda, bu şirketin Türkiye’de TPAO ile kurduğu konsorsiyum ile 1600 Km.lik hat boyunca üç ayrı noktada sondajlar yaparak 40 milyon dolar harcadığı anlatılıyor. Birden ne olduysa, projeye gereken finansı sağlamak için ortak bulmak gerektiğini bildiren şirket sondajları durduruyor ve kayboluyor. TPAO 2004 yılında şirketin peşine düşüyor, ama yazılarına yanıt bile alamıyor. Gerçek şu ki; 2000 yılının başlarından itibaren Rum ve Yunan ikilisi bu konuda çalışmalara başlamış ve Mısır ile kıta sahanlığı sınırlandırma girişimleriyle birlikte AB Bölgesel Danışma Konseyi adına İspanyol Sevilla Üniversitesi’nin hazırladığı deniz alanları sınırlarını belirleyen haritayla Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den silme çabalarına kalkışmıştı. 2001 yılı Haziran ayında Mısır ile GKRY arasında başlayan görüşmelerden sonra Kahire’deki Rum Büyükelçi; “Hükümetimizin, İsrail, Mısır, Suriye ve Lübnan arasında bulunan geniş petrol havzalarına dair ciddi tespitleri var” demişti. GKRY bu savını güçlendirmek amacıyla 2002 yılında bir Norveç şirketine de bölgede araştırma yaptırmıştı. 24 Nisan 2004’te oylanan Annan Planı’na “hayır” diyen Rum tarafının buna karşın bir hafta sonra AB’ye tam üye yapılması hadi gözümüzü açmadı diyelim. Elin oğlu Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan’la Amman’da 2002 yılı Nisan ayında petrol rezerviyle ilgili görüşmelere başladığında, 2003 yılında petrol arama yataklarının paylaşımı konusunda (Münhasır Ekonomik Bölge) Mısır’la anlaşma yaptığında, 2006 yılında Norveç’te Petroleum Geo-Services (PGS) adlı şirketle petrol rezervlerinin araştırılması, bu araştırma sonuçlarının değerlendirilmesi ve bir sonuç raporu sunulması konusunda Fransız Devlet Petrol Enstitüsü (IFP)’nin yan kuruluşu Beicip-Franlap ile anlaşmalar imzaladığında biz neredeydik ? Biz neredeydik, GKRY Parlamentosu 26 Ocak 2007’de çıkardığı bir yasa ile Mısır ve Lübnan’la yaptığı anlaşmalara göre belirlediği ve sözde sınırlandırdığı alanda 13 adet petrol/doğalgaz arama ruhsat sahası ilan ettiğinde biz ne yapıyorduk ? Değerli Konuklar, konuşmamı bitirirken üç anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hazırlığımızı tamamlamış 21 Temmuz akşamı Alayımızdan ayrılıyorduk. İçindeki yolcuları indirilerek otogardan gönderilen çeşitli firmalara ait 14 otobüs ve 17 tırla nizamiyeden çıkarken dışarıda büyük bir kalabalık gördük. Ben Pamukkale Turizme ait olan birinci otobüste Alay Komutanımız Merhum P.Kd.Alb. Nezih SİRAL’ın arkasında oturuyordum. Ne istiyorlarmış bir sor bakalım deyince otobüsten indim ve kalabalığı selamladım. Genç, yaşlı, kadın erkek onlarca kişinin önünde bir yaşlı amca bana yöneldi ve elinde özenle katlanmış şanlı bayrağımızı uzattı. Öperek aldım. Bayrağın sağ alt köşesinde altın sırma ile “Çubuk İlçesi” yazıyordu. Yaşlı amca; “Nereye gittiğinizi biliyoruz evlat, gazanız mübarek, ordumuz muzaffer olsun, bu bayrağı Kıbrıs dağlarına dikmeden dönmeyin buralara” dedi. www.kibristkd.org.tr 25 KIBRIS MEKTUBU 26 Konvoyumuz Konya yoluna doğru ilerliyorken şimdiki öğretmen evinin alt tarafında sağ yanımızda siyah bir Renault belirdi. İçindeki bir subay elleriyle durmamızı işaret ediyordu. Konvoyumuz durduktan sonra aşağı indim. O araçtan inen orta boylu sportmen bünyeli bir tuğgeneral; “Asteğmen bütün araç şoförlerini topla, çevremde bir daire oluştursunlar” dedi. Dediğini yaptık. Şoförlere hitaben, “herkes adını soyadını, aracının plakasını ve firma ismini söylesin” dedi. Bizim otobüsün kaptanı Hacı, “Paşam ne yapacaksın sen bu bilgileri almakla” diye sorunca tuğgeneral, “şimdi sizlere makbuzla 500 er lira vereceğim, gittiğiniz yerde beşeryüz lira daha verilecek” dedi. Bizim Hacı’nın “Ne için bu para” sorusunu Tuğgeneral; “Askerimizi taşıyorsunuz, bu hizmetinizin karşılığı” diye yanıtlayınca, Hacı birden diklendi ve “bunlar Türk askeri değil mi, biz de Türk değil miyiz, almıyoruz” diye haykırdı ve arkasından bütün şoförler aynı şekilde, yüksek sesle bu duyguyu paylaştılar. O sportmen paşa esas duruşa geçti ve bir şey söyleyemeden dimdik bir duruşla hepsini selamlarken gözlerinden akan yaşları göstermemek için hemen arabasına bindi ve uzaklaştı. “SEVGİLERİMLE” yazılı sigaralar göndermişti. Mehmet’in yanına giderek O’nun sigarasını verdim. Askerlerimi yirmi kadar mevziye yerleştirmiştim. Gece 01.00 sularında mevzileri tekrar dolaşmaya çıktım. Mehmet, mevzisinin üstünde oturmuş, elindeki çelik tabaktaki üzümleri yiyor, bir yandan da yerdeki transistorlü radyodan haber dinliyordu. Bana da ikram etti ve birden “Abi ikinci harekat olacak mı” diye sordu. Üzerinde bir durgunluk vardı. Aldığımız emri söyleyemedim. “Buraya gelirken Annemi, Babamı göremedim, ellerini öpemedim” dedi. Tanyeri ağarırken taarruzumuz başladı. Öğleye doğru Kanlı Dere yakınına gelmiştik. Düşmanın havan ateşleri sıklaşmıştı. Bir grup havan mermisi yakınımıza düştü. Mehmet benim 20 metre kadar sol tarafımdaydı. Birden çavuşlardan birinin “komutanım, asteğmenim yaralandı” diyerek bağırdığını duydum. Döndüm baktım, Mehmet’in çelik başlığı düşmüş bağdaş kurmuş vaziyette oturuyordu. “Mehmet geliyorum, kendini bırakma” diye bağırdım ve sürünerek yanına gittim. Yanağından ve göğsünün sağ tarafından kan fışkırıyordu. Yatar vaziyette üstüme alarak geriye, bir tümseğin arkasına çektim. “Abi beni al” O’nun son sözleri oldu. Son olarak Atğm. Mehmet ÖZEL’i anlatacağım sizlere. Birinci Harekât’tan çıkmıştık. Cenevre’de barış görüşmeleri devam ediyor, bir yandan da Türkiye’den takviye birlikler geliyordu. O dönemlerde yedek subayların eğitimi altı aydı. Durum dikkate alınarak bu eğitim dört ayda bitirilmiş ve adaylar asteğmen rütbesi alarak birliklerine gönderilmişti. Mehmet’de bunlardan biriydi. Bizim bölüğe atanmıştı. Benim takıma verildi. Babayiğit, boylu poslu bir Adana delikanlısıydı. Hukukçuydu. Hemen kaynaşmış, dost olmuştuk. Bana ağabey diyordu. 13 Ağustos günü akşam üzeri Alay Komutanımız bütün bölük komutanlarını Hamitköy sırtlarında karargâh olarak belirlediği bir ağacın olduğu yere çağırdı. Bölük Komutanım Ütğm. Burhan ÖZGÜR benim de kendisiyle birlikte olmamı istedi. Alay Komutanımız taarruz emri aldığını, gün ışırken uçaklarımızın saldırısından sonra taarruz edeceğimizi bildirdi. Saatlerimizi kendi saatine göre ayarlattı. Bölüğümüze döndük. Cumhurbaşkanı Fahri Sabit KORUTÜRK, içinde ellişer sigara bulunan ve altın yaldızla T.Muharip Gaziler Derneği Genel Sekreter Yardımcısıydım. 6 Mayıs 2008 tarihinde Mücahitler Derneği Başkanı Vural TÜRKMEN telefonla aradıktan sonra bir yazı gönderdi. Bir Mehmetçik heykeli istiyordu. Lefkoşa’ya dikeceklerdi. Yardımcı olacağımı bildirdim. Araştırdım, bunun için 15 bin TL. gerekiyordu. T. Maden İşçileri Sendikası’nın Genel Sekreteri yeğenim yardımcı oldu. Heykeli yaptırdım ve Hv. Plt. Tümg. Ziya Cemal KADIOĞLU’nun sağladığı C-160 uçağıyla KKTC’ye gönderdim. Vural TÜRKMEN’e ulaşamıyordum. Heykel ortada kaldı. İsimlerini anmadan geçemeyeceğim, Zehra Bilge ERAY ve Mürüde SEVİCER’in büyük çabalarıyla Mehmetçik Heykeli Gönendere’ye dikildi. Açılışını Merhum Denktaş’ın yaptığı ve resmi tören alanı ilan edilen Mehmetçik heykeli, şimdi Şehidimiz Mehmet ÖZEL’in yerine orada nöbet tutarken Rumlara inat, işgalci TSK defolsun diyenlere inat ilelebet ben burada olacağım diye tüm dünyaya sesleniyor. OCAK-ARALIK 2015 Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. KIBRIS MEKTUBU Dr. Necati YALÇIN 7 GAZİDEN 7 ANI Bu köşemizde yedi Gazi konuğumuz var. Onların Kıbrıs Barış Harekatı sırasında yaşadıkları ve hiç akıllarından çıkmayan anılrından birer tanesini sizlerle paylaşacağız. Kısacık yedi anı size neler düşündürmeyecek ki? Düşman mevzilerinde geri viteste giden Reo’lardaki 900 komando ‘Dar bir yolun iki yakasının düşman askerleri tarafından tutulduğunu ve bu yolda geri geri gittiğinizi’ düşünebiliyor musunuz? ‘Köylüleri, kaçmanın kızgınlığıyla ağaçlara bağlamanın’ veya ‘uçaksavar kullanırken yatakta olmanın konforunu aramanın’ nedenini belki de hiç anlayamayacaksınız! Pusuya düşen bir birliğin kendisini pusuya ‘ – Çocuklar şu anda Rum mevzilerinin içindeyiz. Paniğe kapılmayın. Sakın kıpırdamayın! Hiçbir şey olmayacak!’ der.Bu sakin tonlama ve net emir çok işe yarayacaktır. Askerler hiç kıpırdamazlar. Dar yolda geri giden araçlarda kıpırdamadan duran askerler, bir kaç metre ötelerinde yolun iki kenarında mevzilenmiş ve kendileri gibi kıpırda- düşürenlere aynı kaderi yaşatmalarının’ veya ‘mermilerini, kullandığı silahın namlusunu ısıtıp eğecek kadar çok kullandıktan sonra, dört katına çıkarmasının’ nasıl olabileceğini ilk ağızdan dinleyeceksiniz. ‘Girneli Arif’ ile savaşın unuttuğumuz kahramanlarına en azından bir selam göndereceksiniz. İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz anılarını paylaştığımız Gazilerimizin isimlerini yazalım; Hayati Alptekin, Kadir Çoğun, Bayazıt Uygun, Ali Ergül, Kemal Orhan, Mustafa Menteşe ve Hüseyin Dünki. ‘ – Gerekirse bugün de Vatan için yola düşmekten geri kalmayız’ diyen tüm gazilerimize yürekten selamlar... Komutan aracın kapısı açar. Alçak sesle, sert ama sakin bir şekilde; madan duran düşman askerleriyle göz göze gelirler. Her biri araç geri giderken kaybettiği göz temasını bir gerideki düşman askeriyle tekrar sağlamaktadır. Olay iki harekât arasında ateşkes imzalandığında yaşanmıştır. Araçta veya yol kenarında bulunan askerlere uzun saatlermiş gibi gelen o dakikalarda Türk askerleri düşman mevzilerinin tam ortasında kalmıştır. Yol öylesine dardır ki araçların döndürülmesi düşünülemez. Çözüm olarak Reo’lar geri vitese takılır ve geri gidilir. Onlarca araçta toplam 900 komando vardır. Kıbrıs Barış www.kibristkd.org.tr 27 KIBRIS MEKTUBU Harekâtı’nda bir daha yaşanması bu zor durumda komutanın sakinliği, kimsenin burnu kanamadan durumun atlatılmasını sağlayacaktır. Zeytin ağaçlarına bağlanan köylüler ‘ – Sakın siz Rum köylülerine böyle şeyler yapmayın!’ diye uyaracaktır. Tehlike kalmamıştır artık. Sabah toparlanmanın ardından askerler tepeye çıkar. Bu sırada bir mücahit kayanın üzerinde Rumca şarkı söylemeye başlar. Şarkıyı duyan ve yavaş yavaş toparlanan Rumlar, Türk askerinin de onlar gibi çekildiğini düşünürler. Tedbirsizlik sırası onlardadır. Akarsuya doğru yaklaşmaya başlarlar. Onlar geldikçe Mehmetçik geri gider. Bir tarafın hiç haberi olmadan gerçekleşen bu etkileşim bir süre daha devam eder. Tüm grup dereye alındığında bu kez pusuya düşenler değişecektir... Yataklı uçaksavar 16 bin mermiyi 64 bine çıkarmak İlk gün Kanlıköy civarında dinlenen birlik, çevreyi incelemeye koyulur. Bu sırada yamaçta bir uçaksavar bulurlar. Mevzi bir mağara gibi oyulmuştur. Oyulan yere bir de yatak atıldığını fark ederler. Yatakla uçaksavar arasında bir ip vardır. İp makinanın tetiğine bağlı, şerit mermi makinanın ağzındadır. Uçaksavar başındaki askerin yatağından kalkmadan yerden ateş açabilmesi için bu tertibatın kurulmuş olduğu şaşkınlıkla anlaşılacaktır. Soydaşlarını zulümden kurtarmak için ilerleyen Mehmetçik, yer yer sert direnişle karşılaşsa da ilerlemesini sürdürmektedir. Ele geçirilen mevzilerde çekilme sırasında Rumların beraberinde götüremedikleri hatırı sayılır malzemeden hep söz edilmektedir. Bu anı tam da bu konuda. Türk askeri köye iyice yaklaştığında Rum Milli Muhafız Ordusu mevzilerini terk ederek kaçmaya başlamıştır. Türk askerleri köye girdiklerinde evler de boştur. Çok geçmeden yaşlı-genç, kimi çıplak olarak, tüm sivil Türklerin zeytin ağaçlarına bağlandığını görürler. Bağlarını çözer, hepsini kurtarırlar. Komutanları, görmese belki de aklına hiç gelmeyecek böyle bir konuda askerlerini; 28 gecenin ilerleyen saatlerine dek sürer. Dokuz saat kadar sonra Rumlar ateşi keserler. Bir süre sonra Rumların bir kaç nöbetçi bırakıp, hakim tepeleri terk ettikleri anlaşılacaktır. Bırakın uçaksavar başında yatmayı, harekat boyunca yatak aramayan Mehmetçiğin bu manzara karşısında çok şaşırmış olmasına hiç şaşırmamak gerek! Uçaksavarın ağzındaki ateşe hazır şerit merminin dışında ayrıca iki kutu makinalı mermisi ve beş adet de el bombası bulunanlar arasındadır. Cephanenin toplanmasına fırsat bulunamamış ama uçaksavarın kullanılamaması için bir parçası alınmıştır. Pusuya düşmek ve düşürmek Hava kararmak üzeredir. Askerler bir tepeyi aldıktan sonra komutanlarını kızdıracak bir tedbirsizlik yaparak aşağıdaki akarsudan su içmeye inerler. Bu olay tabur komutanını çok kızdıracaktır ama artık geç kalınmıştır. Tabur yoğun bir ateş altında kalır. Herkes saklanabileceği bir yer bulur ve ateşe başlar. Kimse kafasını kaldıramaz. Çatışma OCAK-ARALIK 2015 Gazimiz uçaksavar kullanmaktadır. Kendisine uçaksavarla birlikte 16 bin mermi teslim edilir. Bırakılanlar bulundukça kullanılan uçaksavar mermilerinin Rumların kullandıklarıyla aynı olduğu görülür! Birinci Harekâtı’nın son gününe gelindiğinde Gazimizin uçaksavarının namlusu ateş etmekten ısınmış ve eğilmiştir. Buna rağmen harekât sonunda gazimizin teslim ettiği mermi sayısı kayıtlara, tam dört kat artmış olarak, 64 bin olarak geçecektir! Yakıt Denizci Gazimizin anlattığına göre bir gemimiz Dom Oteli’n yakınlarındadır. Yakıt almak istenmektedir ama dalgalar yüzünden bir türlü kıyıya yaklaşılamamaktadır. Gemideki bahriyelilere her gün ekmek getiren Arif adında Girneli bir çocuk vardır. Arif uzaktan geminin zor durumda olduğunu görür. Tereddüt etmeden beline bir ip bağlar ve denize atlar. Gemiyi tek başına kıyıya bağlamayı başarır. O günün yakıtı onun sayesinde alınmıştır. KIBRIS MEKTUBU Bir düşününce Barış Harekatı’nın başarısında unuttuğumuz nice üniformasız Arifler olduğunu anlamak hiç de güç olmasa gerek... O yüzden bugün internetten Kurucu Cumhurbaşkanı’nın kendi ağzından dinleyebileceğiniz şair Mustafa Kayabek’in dizeleri yürekten okuması boşuna değildir; 10 yaşında tutulan dilek 1964: Gazimiz ilkokul 4. sınıftadır. Cengiz Topel’in adını haberlerde duyduğunda çok heyecanlanır. Annesine ‘İnşallah bir gün komando olur Kıbrıs’a giderim’ der. Benim iki bayrağım var 1974: Komandolar, Kıbrıs Harekâtı’nın ilk günü, iki yerde Ada’ya ayak basarlar; Girne’de belki de Ada’nın en küçük kumsallarından birinde ve Ada’nın en büyük ovasında. O sabah Ada’ya ayak basan tüm komandolar heyecandan gece uyuyamadıklarını söyleyeceklerdir. Heyecandan uyuyamayan ve ovaya paraşütle atlayan komandolar arasında gazimiz de bulunmaktadır. Kalbi heyecandan deli gibi çarparken, çarparcasına Mesarya ovasına indiğinde gazimizin çocukluk dileği de gerçekleşmiştir. Kim bilir kaç komandonun, kaç zamandır soydaşlarının yardımına koşmak hayallerini süslemiştir? İkisinin de bağrında Komandolar ilk gün toplanma noktalarında bir araya gelerek hedeflere doğru ilerlemeye başlarlar. Tek kurşun atmamışlardır. Soydaşlarına bir an önce ulaşmaya çalışırlar. Adada ilk unutamadıkları görüntü, karşılarına çıkan bir ağaçta, uzuvları kesilerek ayaklarından asılmış şekilde buldukları üç Türk askeri olur. Ne tür düşmanla karşı karşıya olduklarını anlamada zorluk çekerler ama adada yaşayan Türklerin kimlerle birlikte yaşamaya çalıştığı konusu aydınlanmaya başlamıştır. Gazimiz, harekât boyunca adaya geldiğine, barışın hâkim olduğunu gördüğüne hep çok sevinecektir. Biri ana, birisi kız Benim iki bayrağım var Namusumdur ayla yıldız Biri damarlarımda kan Biri alnımda aktır Benim iki bayrağım var Birisi gönül yarası Biri tükenmeyen aşktır... 29 Not: Söyleşiler Türk Barış Kuvvetleri Gaziler Derneği, Gazimağusa Şubesi’nde gerçekleştirilmiştir Gazimizin dileği tutku olur. Artık vatanı burasıdır. www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Atilla ÇİLİNGİR Kıbrıs Gazisi DENKTAŞ... Ebediyete intikalinin 3’ncü yıldönümünde; O büyük “Özgürlük Savaşçısı”nın, Devlet Adamının, Türk Milletinden aldığı güç ve Kıbrıs Türk’üne olan sarsılmaz inancıyla vermiş olduğu mücadele sonucunda, ata yadigârı “O, gazi topraklarda”, kan çanağından bir devlet çıkardığı gerçeğinin altını çizerek. Onu; minnet ve hasret duygularıyla anıyorum. Mekânı cennet olsun. Vatan ona minnettardır. 30 O;“Toros Dağlarının” yüceliğine, “Karkot Deresinin” özgürce akışına sevdalıydı. Son nefesine kadar Kıbrıs Türk Halkının özgürce yaşamı ve bağımsızlığı için direndi, mücadele verdi ve sonunda kan çanağından bir devlet çıkardı. Yaşamının hiçbir döneminde Anavatan Türkiye’den, Türk Milletinden ve Mehmetçikten asla vazgeçmedi… Rauf Raif Denktaş. Adı; ‘Türk Dünyası Tarihine’ altın harflerle yazılan bir devlet adamı, halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını dirençle savunan bir özgürlük savaşçısı, KKTC Devletinin Kurucu Cumhurbaşkanı. İyi bir hukukçu, şair, yazar, fotoğraf sanatçısı, iyi bir eş ve baba, duygusal kişiliğini doğaya, doğanın içinde ki tüm dostlara yansıtan bir kişi. Yukarıda sıralamaya çalıştığım bu kadar çok niteliği bir arada toplayan, 88 yıllık ömrü boyunca, Türk Milletinin ve onun ayrılmaz parçası Kıbrıs Türk Halkı için gerçekleştirdiği başarılarıyla; adını tarih sayfalarına, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk’ünün başarıları için çarpan yüreklerimize kazıyan bir lider, Denktaş. Ata yadigârı Kıbrıs adasının son Bayraktarı… OCAK-ARALIK 2015 Mücadele yıllarında, Rumların neden olduğu kan ve ateş bulutlarının sarmaladığı toplumuna umut veren, Türk Milletine olan inancıyla, Mehmetçiğe olan güveniyle, Rum’a asla ve hiçbir dönemde diz çökmeyen direnişçilerin lideri; ‘Toros’… Ömrünün neredeyse tamamını Kıbrıs Türk Halkının adada ki var oluş mücadelesine adamış, ‘Özgürlük Savaşçısı’ Denktaş’ın, ebediyete intikalinin 3’ncü yıldönümü bugün… 40 yıl önce Kıbrıs’ta: Kıbrıs Türk Halkının Rumlar tarafından topyekûn imha edilmesini, adanın Yunanistan’a bağlanmasını, Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesinin bozulmasını önlemek adına; 20 Temmuz 1974 tarihinde garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale kararı alan dönemin T.C Hükümetinin, bu savaşa gönderdiği TSK Birlikleri içerisinde Bölük Komutanı olarak görev alan ben; rahmetli Denktaş’ı o yıldan beri tanıyordum. Ama o büyük devlet ve dava adamını, ‘İnsan Denktaş’ı’ iyice tanımam, ona daha yakın olmam; kendisinin Cumhurbaşkanlığı görevindeyken 1994 yılında, bana ait savaş anılarımı toplatarak Lefkoşa’da bastırdığı, ‘’Özgürlük Nefesi’’ adının verildiği kitabım vesilesiyle olmuştu. Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmasıyla başlayacak, aynı davayı savunmak için yemin eden ‘İki Kıbrıs Gazisi ’ olarak, bu yakınlığımız son nefesine kadar devam edecekti. Sanki aramızda özel bir iletişim kurulmuştu. Her yazdığım makaleyi, Türkiye’den çalışma ofisine göndererek, o büyük insanın yorumuna arz ediyor; Kıbrıs konusuyla ilgili güncel ve tarihe ışık tutacak değerli görüşlerini alıyordum. KIBRIS MEKTUBU Öylesine nazik, öylesine öğretici ve öylesine bilgi doluydu ki, onun yanında geçen zamana unutamayacağım anılar sığdırarak, böylesine tarihe mal olmuş bir devlet adamının çok yakınında bulunabildiğim için kendimi çok şanslı addediyorum. Kıbrıs konusunda kendisinden öğrendiğim doğruları, Kıbrıs Milli Davamıza damgasını vuran olayları, tarihe yazan ve tarihe mal olmuş bir ‘Türk Büyüğünden’ dinlediğim için, can liderimle birlikte geçirdiğim yılları, bu süreçten bana kalan anıları, ömrümün en önemli, en değerli kazanımı olarak görüyorum. Unutulmasın ki, Kıbrıs adası elimizden kayıp gitmemiş, hâlâ üzerinde ay yıldızlı bayraklarımız şan ve şerefle dalgalanıyorsa; Kıbrıs Türk Halkı adada özgür ve bağımsız bir devlet olgusu içinde yaşayabiliyor ise; Bu milli ve ulvi değerleri, Öncelikle bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden şehitlerimize, 50’li yıllardan son nefeslerine kadar, Kıbrıs’taki tarihsel ve hukuki kazanımlarımız için yılmadan çalışan, çabalayan; tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen, daima anavatanları Türkiye’ye ve Türk Milletine güvenen Kıbrıs Davasının simge isimleri Dr. Fazıl Küçük , Rauf Raif Denktaş ve dava arkadaşlarına; Ve tabii ki, bu uzun süreçte Kıbrıs Konusunu Türk Ulusunun vazgeçilmez en önemli sorunu olarak gören, bu konuyu milli menfaatlerimize uygun bir şekilde her platformda yılmadan savunan siyasetçilerimize borçluyuz. Denktaş’ın vefatı; o tarihte beni öylesine etkilemişti ki, sanki öz babamı kaybetmiştim. Çünkü özellikle kendisiyle aktif siyaset hayatını bıraktıktan sonra aramızda çok önemli bir güven, sıkı bir dostluk bağı oluşmuştu. Değerli Cumhurbaşkanımın etrafında çok insan vardı. Kimileri dava arkadaşları, kimileri onun adından istifade ile bir takım talep peşinde olan siyasetçiler, kimileri onun engin deneyim ve bilgilerini öğrenmek isteyenler, kimileri sanat çevresinden, kimileri dış dünyadan, kimileri gaze- teci ve yazar ama en çok da gençler… Can liderim Denktaş; özellikle gençleri çevresinde gördüğünde gözleri parlar, adeta onlarla gençleşirdi. Yanına gelen herkese istedikleri konuda yardım etmeye çalışır, hiç kimseyi geri çevirmezdi. O öncelikle mükemmel bir insan ve hayatını savunduğu davasına adamış büyük bir liderdi. Ve mükemmel bir aile reisi, sevgi dolu bir eş, davası uğruna çocuklarına yeterince zaman ayıramadığının hüznünü, acısını kalbinde hisseden, son nefesine kadar bu hüznü taşıyan çok iyi bir baba… (Ki, bu özelliğinin en yakın ve canlı tanığı olmuş, 27 Aralık 1985 tarihinde bir trafik kazasında(bu kazanın oluş şekli üzerine çok yorum yapılmış, kanıtlanamayan pek çok şey ortaya atılmıştır…) kaybettiği büyük oğlu Sevgili Raif Denktaş’ı; kaza sonrasında Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Hastanesine getirdiklerinde; o dönemde adada ki görevim nedeniyle, Sn. Denktaş’ın, Değerli Eşi Aydın Hanımın bir anne ve baba olarak çaresizliklerini o büyük acılarını, onlarla birlikte yaşamıştım. Kısacası Sn. Denktaş; insan olabilmenin tüm üstün niteliklerini kendisinde toplamış değerli bir faniydi. Cumhurbaşkanlığı görevini bırakıp da, aktif siyaset arenasından çekildikten sonra, herkes onun bir kenara çekilip, emeklilik dönemi yaşayacağını sanmıştı! Ama o; sevdalısı olduğu ata yadigârı o topraklarda bir devlet kurmuş, Kıbrıs adasının yakın tarihini yazmış, halkının özgürce yaşam hakkı için inançla direnmiş, mücadele etmiş, bu uğurda ölmek pahasına yola çıkmış bir dava adamıydı. Ona göre yapılacak daha çok şey vardı… 17 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevini bıraktıktan sonra, kendisine tahsis edilen birkaç kişilik çalışma arkadaşıyla birlikte Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde başlayacağı yeni çalışma süreciyle birlikte; bilge kişiliğinden taşan tarihsel doğruları; öncelikle kendi halkıyla, sonrasında ise; Türk Milletiyle paylaşmaya devam edecekti. www.kibristkd.org.tr 31 KIBRIS MEKTUBU Sn. Denktaş, o süreçte belki de ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle görüş ayrılığına düşmüştü! Bunun hüznünü ve hayal kırıklığını daima hissetti. O ki, Anavatan Türkiyesiz hiçbir şeyin başarılamayacağını tarihin akışıyla gören, yaşayan, bu gerçeği çok iyi bilen, Kıbrıs konusunda ardında bıraktığı yarım asrı aşkın aktif siyaset sürecini, Türkiye’deki hükümetlerle uyum içinde geçiren bir lider olarak; 32 Özellikle AB müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte, ortaya çıkan Annan planına karşı çıkması, bu süreçte KKTC’de yaşananlar, ( Bk. ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka, KKTC’nin 2002-2005 Ver Kurtul Belgeseli’’ isimli kitabım.) Kıbrıs konusunda yıllardan beri vermiş olduğu mücadelenin, savunduğu ilkelerin ve kendi siyasi tercihlerinin, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi görüşü ve tercihleriyle örtüşmediğini görmüş. Kıbrıs konusunda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle uyumsuzluk yaşandığı görüntüsünü vermemek adına; Gerek kendisinden sonra Kıbrıs konusuna çözüm üretebilecek yeni siyasetçilerin önünü açmak için, gerekse, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu müzakere sürecinde elini kolaylaştırmak için aktif siyaseti bırakma kararı almıştı. Rahmetli can Liderim Denktaş, her zaman olduğu gibi tam zamanında tören alanına geldi. Törene katılan birlikleri denetlerken gözlerindeki bakışlar; Beşparmak Dağlarında efsaneleşen Mücahit Denktaş’ın 1963, 1964 direniş yıllarındaki kadar, 1974’te Mehmetçikle kucaklaştığı 20 Temmuz günündeki gibi kararlı ve dinçti. Yıllar boyunca, Mücahitleriyle birlikte omuz, omuza mücadele veren; ‘Saint- Hillarion’un’ zirvesinden Anavatan Türkiye’ye, Torosların mor lacivert görüntülerine özlemle bakan o gözler; ‘’Cumhurbaşkanlığı görevim bitti ama daha henüz bu topraklara, ‘Bu Gazi Topraklar’ uğruna hayatlarını feda eden Şehitlerimize olan borcum bitmedi der gibi pırıl, pırıldı… Gözlerini her kapayıp, açışında bu dava uğruna vermiş olduğu mücadele; sanki bir film şeridi gibi bakışlarının önünden geçer gibiydi… Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı; gerektiğinde uğruna ölmek için ant içtiği, huzurlarında ‘Mücadele ve Cumhurbaşkanlığı’ yemini ettiği ‘Ay Yıldızlı, Al Sancaklarımızı’. İşte bu özellik, bir devlet adamında olması gereken en önemli nitelikti. Bu nitelik, Sn. Denktaş’ta fazlasıyla vardı. Törene katılan birlikleri son kez denetledi. Mehmetçiğin, Mücahit’in hançeresini yırtarcasına söylediği ‘Sağol’ sesini son kez işitti… Bu niteliklerinden birisini anlatan küçük bir anıyı, siz değerli okurla paylaşmak isterim: Ve sonrasında şeref tribününde yerini aldığında; gözleri dalgın ve hüzün bulutlarıyla kaplanmıştı. Kolay değildi, bu devleti ne mücadeleler sonrasında kurmuş, bir evlat titizliğiyle büyütmüş, ardında kalan o uzun mücadele yıllarına, koskocaman bir ömür, türlü acılar ve zorluklar sığdırmıştı. O büyük liderin kendisinden sonra seçilen 2’nci KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a görevini teslim etmeden önce, KKTC Devletinin 21’nci kuruluş yıl dönümünde, 15 Kasım 2004 tarihinde Lefkoşa’daki tören alanında; Cumhurbaşkanı olarak son kez Halkına, Türk Milletine, Rum tarafına ve tüm dünyaya seslendiği son törendi… Bu törende yapmış olduğu konuşmasında; Kıbrıs Türk Halkına, Türkiye’ye, Rum tarafına ve dünyaya seslenerek çok önemli mesajlar vermişti. Benim de tören alanında bulunduğum o gün; OCAK-ARALIK 2015 Ama sonunda başarmıştı. İşte Devlet, İşte Millet. Tam karşısında duruyor, onu bir kez daha minnet ve şükran duygularıyla selamlıyorlardı. Can liderim Denktaş; KKTC’nin 21’nci kuruluş yıldönümünde vatandaşlarının karşısına son kez Cumhurbaş- KIBRIS MEKTUBU kanı olarak çıktığında, ben de oradaydım. Tam iki koltuk arkasında… Törende yapmış olduğu konuşma; aslında halkına, devletine veda, tarih sayfalarına düşülen not niteliğindeydi. Konuşmasını sonlandırırken; ‘halkı ve doğup büyüdüğü topraklar için yaptığı her şeyi helal etti. Halkından da helallik aldı…’ Bu duygu yoğunluklu konuşmasıyla halkını Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı, veda etti… Konuşmasını sonlandırıp, yerine oturduğunda; güneş gözlüğünün ardına sakladığı gözlerinden akan iki damla yaşı kaç göz fark etmişti bilemem? Ama onun ne kadar duygusal bir kişiliği olduğunu bilen yüreğim; yaşamı acılarla yoğrulan Can Liderimin yüreğinden kopup, gözlerini nemlendiren o iki damla yaşı fark etmişti… olarak, tecrübelerini paylaşmak adına AB sürecinde Annan planına karşı, sonrasında ise; 2008 yılından itibaren taraflar arasında yeniden başlayan Kıbrıs Müzakerelerinde yapılan yanlışları Türkiye’de Türk Milletine, adada kendi halkına anlatmak için her platformu kullandı. Asla pes etmedi o bir direnişçiydi. O; müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında tüm kurumlarıyla yaşayan son Türk Devletinin hem kurucusu, hem de savunucusuydu. O nedenledir ki, köşesine çekilip, emekli hayatı yaşamayı tercih etmedi. KKTC devletinin yaşamsal gerçeklerini halkına ve özellikle Türk Milletine anlatmaya devam etti. Ama günü geldi Anavatanım dediği Türkiye’yi yönetenlerden: ‘Kıbrıs davası Denktaş’ın şahsi davası değildir.’, ‘Artık Kıbrıs konusunda tavizler vermenin zamanı gelmiştir.’ Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü. Sayın Denktaş; Cumhurbaşkanlığı görevini teslim ettikten sonra köşesine çekilip, birilerinin istediği, umut ettiği gibi sessiz, sedasız bir emeklilik süreci yaşamadı. Hele, hele ‘Git sen kendi ülkende konuş! Davanı git kendi halkına anlat…’ söylemini işittiğinde yüreği paramparça oldu, kırıldı ama yanıt dahi vermedi. Çünkü o anavatanına ve yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı. Aktif siyaseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde kendisini ziyaret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek adına sorduğum sorulara, vermiş olduğu bilgi dolu yanıtlarında: Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına ‘evet’ demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye’ye yapılan yanlışları anlatmaya devam etti. ‘’Kıbrıs Milli Davamızın’’ doğrularını, bu konuda milletçe elde etmiş olduğumuz hukuki kazanımlarımızı, hem adada, hem de Türkiye’de yine millete anlatmaya devam edeceğini ifade etmiş; özellikle siyasilerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağını, bu yanlışların nedenlerini yine Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkıyla paylaşacağını, çözüm adına ortaya konulan ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında tek egemenlik, tek devlet, tek kimlik konusunun adada ki, Türklerin sonu olacağının altını kalın harflerle çizmişti. Annan planı döneminde ‘Kıbrıs’ı verelim kurtulalım.’ Diyenlere: o günlerde, öylesine bir yanıt verdi ki! Sn. Denktaş; bu söylediklerini son nefesine kadar uyguladı. Kıbrıs konusuna damgasını vurmuş bir devlet adamı Aşağıdaki o yanıt, ömrünü bu davaya adayan bir lidere, bir devlet adamına yakışır nitelikteydi: ‘Ben vermem. Verecekse Türkiye versin! Bu şerefsizlikse anlıma yazın…’’ Rahmetli Denktaş ile ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı çizildi. Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok kitaplar yazılacaktır… www.kibristkd.org.tr 33 KIBRIS MEKTUBU Vefatından bugüne, 3 yıl geçmesine rağmen; hâlâ ona layık bir anıt mezar yapılmamış olsa da? O Büyük İnsan; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kıbrıs Türkünün devleti, her şeyi Türk Milletinin ve Kıbrıs Türk Halkının gönlünde anıtlaşan liderlik vasıfları ve tarihe mal olmuş başarılarıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin küçük kardeşi Doğduğu toprakların ‘o yasemin kokulu gecelerini asla unutmayan’,‘Karkot Deresinin’ özgürce akan sularının yoğurduğu çocukluk ve gençlik anılarıyla coşan, 1954’te başladı Kıbrıs Türk'ünün öyküsü Doğa ve doğa canlıları âşıklısı, Ancak, 3 yıl sürebildi ne yazık ki! Hayatı boyunca gönlünü yakan hürriyet ve bağımsızlık ateşini; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten, Anavatanı Türkiye’den, ‘Torosların’ ardından doğan güneşin ışıltısından alan, 34 KKTC Ve en nihayetinde Anadolu’dan, Mehmetçikten gelen özgürlük nefesini; Beşparmak Dağlarında soluyan bir direnişçi, büyük bir lider, Kıbrıs adasında son Türk Devletini kuran, Türk Dünyasının büyük bir kahramanı, ‘Baba Türk Denktaş’ olarak anılacaktır… KKTC, dünyada 7 Türk devletinden biri. 1960’ta kuruldu Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlar, Türklere tahammül edemedi. Kıbrıslı Rumların amacı ENOSİS’ti Yani Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktı EOKA’cı Rumlar Ada’da çok zulüm yaptı Türkler, 1974 Barış Harekâtı’yla kurtuldu. 13 Şubat 1975’te ‘Federe Devlet’ oldu Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. Federe Devlet’in ilk cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a nasip oldu bu başarı. 15 Kasım 1983’te kuruldu Cumhuriyet. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Rauf Denktaş ilk cumhurbaşkanı 15 Kasım, Kıbrıs Türk'ünün bayramı. 32 yıldır özgür ve huzurlu Kıbrıs Türk'ü. Arkasında Türkiye Cumhuriyeti’yle güçlü. Damarlarında akan asil kanla gururlu “Kıbrıs Türk'üyüm!”diyene ne mutlu. Vedat SADİOĞLU – Eğitmen Yazar OCAK-ARALIK 2015 KIBRIS MEKTUBU Hüseyin LAPTALI ATATÜRK DÖNEMİ ANAVATAN – KIBRIS İLİŞKİLERİ ve GÜNÜMÜZE ETKİLERİ 1914’de 1.inci Dünya savaşı başlar, Osmanlılar Almanlar yanında savaşa katılır. Karşı taraf itilaf devletleri yani İngiltere, Fransa ve Rusya’dır. Osmanlı artık İngilizlerin düşmanıdır. Bu durumdan cesaretle, 1878’de Kıbrıs’ı Osmanlıdan kiralamış bulunan İngilizler adayı ilhak ettiklerini 5 Kasım 1914 günü ilan ederler. Ada’nın İngiltere’ye mutlak olarak bağlanması ise, 1923 Lozan Antlaşması ile olur. Lozan Antlaşmasını n Kıbrıs’la ilgili 16, 20, 21’inci maddeleri şöyledir. «Madde 16: Türkiye, işbu Antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği iş bu Antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir. Bu toprakların ve adaların geleceği (kaderi), ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir. İşbu Antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte Kıbrıs adasında yerleşmiş olup da, bu tarihte yerel kanunun öngördüğü şartlar içinde yapılmış başvurma üzerine İngiliz uyrukluğunu edinmiş bulunan ya da edinmekte olan Türk Uyrukları da bu yü ozan Antlaşmasının yukarıda verilen 16., 20., 21. maddelerine göre Türk Hükümeti, İngiliz Hükümeti tarafından 5 Kasım 1914’te ilan edilen tek taraflı olarak Kıbrıs ilhakını tanımış oluyordu. Bu halde Türkiye’nin Kıbrıs ile olan ilişiği resmen sona eriyor, Kıbrıs bir İngiliz Kraliyet mülkü oluyordu. İşbu maddenin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında, komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez. Lozan antlaşması sonrası Kıbrıs Meselesi Türkiye’nin devamlı kanayan yarası olmuştur. Lozan Anlaşmasına göre isteyen Türkler İngiliz idaresinde kalacak, istemeyenler ise Anadolu’ya göç edeceklerdi. Bu antlaşma gereği, 20 binden fazla Türk adayı terk ederek Anadolu’ya göçer. Göçenler, bilhassa Akdeniz sahillerine yerleştirilirler. Bu gün Antalya Kepez üstü Yeniköy yerleşim merkezi, o günkü Kıbrıs göçmenleri tarafından kurulmuştur. Benzeri köyler Anadolu’da ve bilhassa Akdeniz bölgesinde tahmin edilenlerden de fazladır. «Madde 20: Türkiye İngiliz Hükümetlerince 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen, Kıbrıs’ın İngiltere’ye katılışını tanıdığını bildirir. Bizim konumuz muhaceret değil, Lozan Antlaşmasından sonra Anavatan ile tam anlamı ile bağlantıları kopan Kıbrıs Türkleri kendi yalnızlığını yaşarken, bu şartlarda dahi; «Madde 21: 5 Kasım 1914 tarihinden Kıbrıs adasında yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, yerel kanunun saptadığı şartlar içinde, İngiliz uyrukluğunu edinecekler ve bu kimseler Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, işbu Antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçme yetenekleri “İstiklal Savaşında ve Atatürk Devrinde neler yapmışlardır” sorusuna cevap aramaktır. olacaktır. Bu durumda seçme hakkını (0ption) kullandıkları tarihi izleyecek oniki ay içinde Kıbrıs adsından ayrılmaları zorunlu olacaktır. » Bu arayış şu üç başlık altında incelenirse, daha kolay bir neticeye varabileceğimizi umut ederim. 1.Kıbrıs Türkleri İstiklal savaşına katkıda bulunmuşlar mıdır? 2.Kıbrıslı Türklerin Atatürk Türkiye’sine, Atatürk İlke ve İnkılaplarına karşı bakış ve tavırları nasıl olmuştur. www.kibristkd.org.tr 35 KIBRIS MEKTUBU 3.Atatürk, Kıbrıs Türkleri ile ilgilenmiş midir? A) KIBRIS TÜRKLERİNİN İSTİKLAL SAVAŞINA KATKILARI… 1878’de Ada’nın İngilizlere kiralanmasından sonra Kıbrıslı Türklerin artık iki düşmanı vardır. Rumlar ve İngilizler… Bu yüzden; Kıbrıslı Türkler “bir gün Anavatan gelecek bizleri kurtaracak” ümidinin gücünde, Ada’daki yaşamlarını en ağır şartlar altında şehitler vererek, kan ve gözyaşı baskısında dahi sürdürmüşlerdir. Kıbrıs’ta yaşanan acı olaylar zihinlerde büyük ve çok derin izler bırakmıştır. Ada’daki acı yaşam öyküleri ise, zaman zaman Anavatan insanını dahi daima derin derin düşündürmüştür. Bu şartlar altında Kıbrıs’tan Anavatan’a ferdi göçler hemen hemen hiç durmamıştır. Bu bakımdan; 36 İstiklal savaşı başlarken Kıbrıs’taki nüfus durumuna göz atmakta fayda vardır. 1921 nüfus sayımına göre Kıbrıs’ın toplam nüfusu 300 bin 715 kişidir. Bunun 51 bin 339’u Türk, geri kalan 249 bin 339 kişisi ise Rumlardan oluşuyordu. Bu şartlar altında; 1878 den beri İngiliz- Rum kıskacında kendi yalnızlığını yaşayan, Antalya’nın bir mahallesi kadar nüfusa sahip Kıbrıs Türk’ünün İstiklal Savaşına katkıları ne olabilirdi yahut ne olmuştur? Şunu açıkça ve Atalarımla gurur duyarak söyleyebilirim ki onların, yani 51 bin Kıbrıs Türk’ünün İstiklal savaşına katkıları boylarından çok büyük olmuştur. Zaten Türk milletinin yedi düvelin desteğindeki Yunan’a, Batı Anadolu’da verdiği kurtuluş savaşı efsanelerle doludur. dahi onlara, Vahşi Batı içinde kaybolan, kendini Neo-Nazi benzerlerine feda ederek, intihar eden Akıncılarımız olarak bakmamız gerekir. Kıbrıs Türk’ünün Atatürk dönemine ve bilhassa İstiklal savaşına olan katkıları tüm Anadolu halkına paralel 19 Mayıs 1919 da başlar. Prof. Dr. Ata Atun anlatıyor: Ada 1878'de İngiliz idaresine geçmesine rağmen Kıbrıslı Türklerin Anadolu ile bağları hiç kopmamış, tam tersine daha güçlenmiş. Bu bağın gücü özellikle Kurtuluş Savaşında tam olarak ortaya çıkmış. Kıbrıs'taki yerel Türk gazetelerinin teşvik ve kampanyaları sonucunda, adadaki «İngiliz Sömürge Hükümetine» rağmen adanın her köşesinde Anavatan Türkiye'ye yardım seferberliği başlatılmış ve birçok gönüllü Kıbrıs Türkü de Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Anadolu'ya gitmiş. Kıbrıslı Türkler, İstanbul'u dahi işgal eden İngiliz işgalindeki Ada topraklarında yaşamlarını sürdürmelerine rağmen, her tür cezayı göze alarak Anadolu’daki Türk halkına yardım için canla başla çalışmışlardır. Ulusal Kurtuluş Savaşının başlaması ile birlikte Kıbrıs'ta tüm Türk kurum, kuruluş ve kulüpleri bir araya gelerek "Muhacirini İslamiye'ye Yardım Cemiyeti" adlı bir üst kuruluş meydana getirmişler ve bu kuruluş vasıtası ile yardım kampanyaları düzenlemeye başlamışlar. 1920 ile 1922 yılı arasında Yunan zulmüne uğrayan Türk halkına ve bu zulme kahramanca karşı koyan Kuvayı Milliye'ye yardım için gönüllü gençler ve bilhassa kadınlar tarafından 22 civarında piyes ve müsamere düzenlenmiş. Hem de sahne yokken, para yokken, savaş yılları devam ederken... Türk milletinin Anavatan’dan uzak insanlarının, Anavatana olan son katkıları, son fedakarlıkları şahadet mertebesinde noktalanır. Oynanan oyunlardan, düzenlenen açık artırmalardan ve toplanan bağışlardan elde edilen 600 Sterlin "Muhacirin-i İslamiye Cemiyeti" kanalı ile Anadolu'ya, Atatürk'e gönderilmiş. Bu gün mesela AB’de yaşayan 3 milyon ırktaşımız ne kadar “Almancı” olarak anılsalar, hatta Almanlaşsalar Bu işe çok bozulan İngiliz Sömürge Yönetimi Hürriyet ve OCAK-ARALIK 2015 KIBRIS MEKTUBU Terakki Kulübü'nün 25 Mart 1920'de verdiği müsamerenin hasılatı olan 320 sterlinin 270 sterlinden oluşan ilk partisinin Anadolu'ya gönderilmesini yasaklayınca, para bir Kıbrıslı Türk'ün cebinde Londra'daki Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) aracılığı ile gönderilebilmiş. Kıbrıs Türk'ü, İstiklal Savaşını sadece bağış toplayarak, para göndererek ve gazetelerde yazılar yazarak desteklemedi: Anavatanın kendisine ihtiyaç duyduğunu hissettiği her alanda yardıma, Anayurdun en mahrum bölgelerinde göreve koştu. Kıbrıs Türk'ü bununla da kalmadı. Bir yandan İngilizlerin amansız baskısı altında maddi yardım kampanyaları örgütlerken, bir yandan da bizzat İstiklal Savaşına katıldı. İstiklal savaşına katılan isimsiz kahramanlarımız yanında kariyeri yüksek subaylarımız da vardı. Ve savaşta büyük yararlıklar göstermişlerdir. Bu iddiamı birkaç örnekle kanıtlamak isterim. Piyade Alay Kumandanı Şadi Bey’in mektubu… 16 Nisan 1931 tarihli Kıbrıs’ta yayınlanan Söz gazetesinin birinci sayfasındaki manşette “Piyade Alay Kumandanı Şadi Bey” tarafından gönderilen mektup yer almıştır. Mektupta; “Kıbrıslı Bir Türk Çocuğu Hizmeti İle Anavatanı Memnun etti.” başlığı altında, Mülazim (Teğmen) Mehmet Tahir bey için şöyle deniyordu. Anavatan’a çok kıymetli şahsiyetler yetiştiren Kıbrıs Türk gençlerine bir ibret dersi ve şeref hissesi kazandırabilmek için bizzat şahidi bulunduğum bir kahramanlığı anlatacağım. Anadolu Türk’ünün kalbinden ebediyen silinmeyen ve toprağının her zerresinde özlem ve güçlü hasret Kıbrıs’ın yetiştirdiği gençlerden, bölüğümde takım kumandanı bulunan Mülazim (Teğmen) Mehmet Tahir Bey’le, harekâtta geçen arkadaşlığımda, onda gördüğüm yüksek karakter, cesaret, itaat hassasiyet, en felaketli anlarda dahi onda bulunan duruma uyan atılganlık ve soğukkanlılığının meftunu (hayranı) oldum. Pek mühim bir mevkide bulunan bir tepeyi, kumandasın- da bulunan kendisi gibi kahraman bir avuç Türk askeri ile uzun müddet müdafaa eden kahraman Tahir’in şahidi bulunduğum fedakarlık ve vatanperverliğini söylemeden geçmek ve güzel Kıbrıs’ımızın gururla göğsünü süsleyecek metanet ve fedakarlığından vatanperver Kıbrıslıları hissedar ve nasiplendirmeyi, kendim için bir görev bildim. Yüksek selam ve hürmetlerimle bu gibi yeşerecek filizlerin ifadeden aciz kaldığım şu ulvi ve yüksek meziyetleri kendileri için bir yoldaş olarak kabul ile yükselişlerini temenni etsem bilmem makbul ve istenilen olur mu? Arz ettiğim çarpışmada, tepeyi iki makineli tüfekle ve 15 neferle Mülazim Tahir Bey müdafaa etmiştir. Tahir Bey 15 gün hiç bir yerden yardım görmeksizin düşmana karşı durmuş ve ben de dahil olduğum halde bütün amirlerinin ve arkadaşlarının teveccühünü kazanmıştır. Kim bilir güzel Kıbrıs’ımızda ne kadar böyle gençler saklıdır? Hürmet ve selamlarımın kabulünü rica eder ve böyle bir subaya sahip olduklarından dolayı bütün Kıbrıslı kardeşlerimi tebrik ederim. Dr. Binbaşı Osman Necmi Bey “Türkiye’nin Askeri Tıp Fakültesi mezunlarından kıymetli hemşerimiz Dr. Binbaşı Osman Necmi Bey, iki aylık mezun iken Refikası Hanımefendi ile birlikte Lefkoşa’ya teşrif etmişlerdir. Dr. Osman Necmi beyefendi, 1914 mezunudur ve 1. Dümya harbi devam ettiği müddetçe orduya iltihak ederek, muhtelif cephelerde Anavatan’a hizmet etmek suretiyle Kıbrıs gençliğinin yüzünü ağartan bir gençtir. Osman Bey sonradan İstiklal harbine de iştirak etmiş, Sakarya harbinde bulunmuş ve İstiklal savaşının kazanılması uğruna gösterdiği azimli hizmetlerine mükafat olarak 1921 senesinde kahraman göğsünü şerefli İstikal Madalyasıyla süslemiştir. Binbaşı Doktorumuz, Kürtlerin isyan harekatını durdurmaya memur olan orduda bulunmuş ve Ağrı dağı’nın tarama görevini pek yakından takip etmiştir. www.kibristkd.org.tr 37 KIBRIS MEKTUBU Kıbrıs bu genç yavrusunu bağrına basmakla büyük bir haz ve gurur hissettiğini iftiharla ilan edebilir. Osman Necmi ve muhterem refikası hanıma hürmetlerimizi beyan ederken, gazasını tebrik eder ve umum Kıbrıs Türklüğü namına kendilerine minnet ve şükranlarımızı takdim eyleriz" Fatih Güvendiren Bey; “Fatih Bey 1878 senesinde Kıbrıs’ta doğmuştur. Yorgancıbaşı Şükrü Efendinin oğludur. İlk ve orta tahsilini Kıbrıs’ta yaptıktan sonra Kamil Paşa’nın sadrazamlığı zamanında yüksek tahsil için memleket çocukları arasında açılan müsabakayı kazanarak İstanbul’a gelmiş ve Mülkiye Mektebinde yüksek tahsilini tamamlamıştır. 38 1898’de Rodos maiyet memurluğu ile devlet hizmetine girmiş ve sırasıyla birçok kaymakamlıklarda, mutasarrıflıklarda, Kastamonu ve Bursa valilikleri ile Şura-yı Devlet azalığında bulunduktan sonra. 1933 senesinde Trabzon ve müteakip intihapta Bursa mebusluğuna seçilmiş, 1946 senesine kadar Büyük Millet Meclisi’nde Bursa Mebusu olarak çalışmıştır. Fatih Bey’in Milli Mücadele esnasında Eskişehir mutasarrıfı olarak büyük hizmetleri görülmüş ve beyaz şeritli istiklal madalyası ile taltif olunmuştur. Cumhuriyet devrinde Atatürk tarafından içtimai sahada girişilen birçok inkılapların başarılmasında Kastamonu ve Bursa valisi sıfatıyla mühim rolü olmuştur. Fatih bey Atatürk’ün devamlı teveccüh itimadına mazhar olmuş ve Atatürk tarafından kendisine “Güvendiren” soyadı verilmiştir. *** Anlatmaya, söylemeye gerek yok… Bu gün Türkiye Cumhuriyeti devlet kademelerinde ve sivil yaşamın her müessesinde fevkalade başarılı olarak görevini yürüten Kıbrıslı Türkler mevcut olup, örnekleri fevkalade çoğaltmak mümkündür. Kıbrıs Türkleri bağımsızlığına düşkün olup, her aşamada Anadolu halkı ile hep birlikte hareket etmişlerdir. Kıbrıs OCAK-ARALIK 2015 Türk Halkını Türklüğe olan inancıyla bağımsızlık ruhunun varlığı, İngiliz yönetiminin yapmış olduğu baskılara karşın Anadolu Kurtuluş Savaşına yaptığı katkıları ve bizzat savaşta bulunmaları yanında, doğrudan sömürge idaresine karşı verdiği mücadeleyi küçümseyemeyiz. İngiliz idaresinde, Ada’da artık Türklerin iki düşmanı var” demiştik. 1 Nisan 1955’den 1974 Mutlu Barış harekâtına kadar geçen yıllar boyunca Ada Türklerinin Rumlara karşı verdiği “Varoluş Mücadelesi” takdire şayandır. Kıbrıs’ta Türklüğün “Varoluş Mücadelesinde” görev alan kahraman Kıbrıslı Türkleri, 20 temmuz 1974 yılında Ada’ya çıkarma yapan kahraman Mehmetçikleri ve Türk İstiklal savaşına katılan tüm kahramanları saygı ile anar, bu uğurda verdiğimiz tüm şehitlerimize Tanrı’dan rahmet dilerim. Ruhları şad olsun… Onlar bir gün Türkiye gelecek bizi kurtaracak, düşüncesi ile şehit oldular. B) KIBRIS TÜRKLERİNİN ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNE BAKIŞLARI… Lozan Antlaşması ile çifte düşman karşısında kendi yalnızlığını yaşayan Kıbrıs Türkleri Lozan’dan sonra da Türkiye’ye olan sevgilerini, “Türkiye bir gün gelecek bizi kurtaracak,” şeklinde özetledikleri devasa umutlarını ile hep moral bulmuşlardır. Her cefaya, verilen şehitlere, dökülen kan ve gözyaşına rağmen bu devasa umut, 1974 Mutlu Barış Harekâtına kadar sürmüştür. Genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile başlatılan Atatürk İlke ve İnkılapları hiçbir zorlamaya gerek kalmadan, anında Ada’da uygulamaya konulmuştur. Benim için bunun an açık kanıtı ise şöyle tecelli etmiştir. Henüz 5 yaşında iken yeni Alfabe’yi annemden öğreniyordum. O günlerde Türkiye nüfusunun istisnasız ben diyeyim yüzde 80’i sen ise deki yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyordu, ama öğreneceklerdi. Atatürk ilke ve devrimlerinin hedefi buydu. Anadolu İhtilalinin, Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Ak- KIBRIS MEKTUBU deniz’dir, ileri” sözleri ile 9 Eylül 1922’de düşmanı İzmir’den denize dökerek noktalanması, Kıbrıs’ta da gelecek korkularını gidermiş, Kıbrıs Türk Toplumuna da moral ve güven vermişti. Artık arkalarında özgür, bağımsız, kendini Dünyaya kabul ettirmiş bir anavatanları vardı. 1930 senesi ortalarından itibaren adadaki tüm Türkler, Arap harflerini terk ederek yeni Latin Harfleriyle Türk diline sahip çıkmayı geride bırakmışlardır. Bu gün Türkiye’nin doğu güneydoğu gibi bölgelerinde, bu sahipliliğin tam anlamı ile başarıldığı söylenemez. Artık asıl hedef büyük Türkiye’nin yaratılması idi. Yeni hamleler yapılacak, güçlü ilkeler doğrultusunda geliştirilecek devrimlerle modern Türkiye yaratılacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin medeni milletler seviyesine yükselmeyi şiar edinmiş bağımsız ve güçlü ulusal devlet yapısı yolunda ilerleyişi, Kıbrıslı Türkleri de cesaretlendiriyor, onlar da anında Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkıyorlardı. 2. Dil Devrimi… Kıbrıslı Türkler tarafından, Atatürk’e duyulan büyük sevgi ve içtenlikle birlikte derhal uygulanan İlke ve inkılapların bazıları şöyledir. (1) 1. Harf Devrimi… 1928 senesi Mayıs ayında kurulan Dil Komisyonu ile Arap Harflerinden Latin harflerine geçiş başlatıldı. 1 Kasım 1928’de ise Türk Harflerinin kabul edilmesi hakkındaki kanun yürürlüğe girdi. Ankara’da bütün bunlar olurken Kıbrıs Lefkoşa’da yayınlanan zamanın en yüksek tirajlı “Söz Gazetesi” eski Türkçe olan başlığını 4 Ekim 1928 de zaten Türkçeleştirmişti. Gazete bir süre hem Türkçe hem de Osmanlıca olarak yayınına devam etmişse de 1 Ocak 1929’da tamamen yeni harflere göre yayınlanmaya başladı. Bu arada Kıbrıs Türk Öğretmenler Cemiyeti yönetim kurulu 23 Ağustos 1928 tarihinde aldığı bir kararla Latin Harflerinin Kıbrıs’ta da uygulanmasını derhal kabul etti. İngiliz idaresi ise 3 Ocak 1929 tarihinde imtihanların yeni Türk harfleri ile yapılmasına izin vermek zorunda kaldı. Tabiidir ki İngiliz idaresi keyfinden değil zorda kaldığı için bu kabulleri yapıyordu. Bu meyanda Türkiye’den gönderilen Alfabe’lerin temini için halk isim listeleri yapıyor, açılan kurslarda kuyruklar oluşuyordu.(1) Harf inkılabını anında ve mırıldanmaksızın kabul eden Kıbrıs Türkleri, Dil inkılabını ise gönülden ve derhal benimsemişler, üretilen yeni sözcükleri, deyimleri izlemeye koyulmuşlardır. “Türk Dil Encümeni’nin” ürettiği, Türkçe kelimeler bilhassa Ulus gazetesinde (Ankara) yayınlandıkça Kıbrıs basınında da anında kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda “Ses Gazetesi” öncülüğünü sürdürmüş, CHP’nin altı okunu amblem yapmıştır. O günlerde kullanılan “Meclis” yerine “Kamutay”, İktidar yerine “Erk”, Bakanlık yerine “Çevirgenlik” gibi kelimelere bu gün ancak bulmacalarda rastlanmaktadır. Kıbrıs’ta yayınlanan Söz gazetesi ise Öz Türkçe kelimeleri makale ve haberlerinde kullanmış, arka sayfasında da öğretici sözlük yayınlamıştır. (1) Dil konusunda Türkiye’de yapılan etkinlikler, Kıbrıs’ta da açıklayıcı, öğretici olarak anında yayınlanıyordu. 3. Laiklik… Bence Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerin en büyüğü Laikliktir. Laiklik, Kıbrıs Türkleri tarafından en çok benimsenen devrim olmuştur. 3 mart 1924 de Halifeliğin, “Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması, “Tevhidi Tedrisat” yani “Eğitimin Birleştirilmesi Kanunu” kabul edilerek, medreseler Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış ve anında kapatılmıştır. 30 kasım 1925 de, Tekke ve Zaviyeler (Tarikat mensuplarının barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer ile şahıs görüşünü kabul ettiren anlayış kurumları) kapanmış, tarikatlar yasaklanmış, şeyhlik, babalık, dervişlik, müritlik, www.kibristkd.org.tr 39 KIBRIS MEKTUBU seyitlikler vs. uygulamalarına ve onların unvanlarının kullanılmasına son verilmiştir. 1926 yılında ise Medeni kanun kabul edilmiştir. Şeriyye Mahkemelerine yani uygulamada din kurallarını kullanan ve fakat Medeni kanunda yeri bulunmayan mahkemelere de son verilmiştir. Böylece Türkiye’de laik Cumhuriyet rejiminin kabullenmesi ve kökleşmesi sağlanmıştır. Bütün bunlar olurken Kıbrıs Türkleri de 1928’de din işlerini, “Evkaf (Vakıflar) yönetimi adı altındaki Kıbrıs Müftülüğüne bağlamışlardır. Kıbrıs Müftülüğünün yaptığı ilk icraat ise Türkiye’deki gibi Ezan’ın Türkçe okutulmasıdır. 40 İlk icraatta Ezan önce Arapça, ardından da Türkçe olarak minare şerefelerinden arka arkaya okundu. Namazdan önce cami içnde okunan ezan ise Türkçe olarak icra edilirdi. Yüce Atatürk ezan Türkçe okunsun diye diktatör tavırla meseleyi ele almamıştır. Sadece okunanın anlaşılmasını istemiştir. İkinci icraat olarak Lefkoşa’daki Mevlevi Tekkesi kapatılmış, müze haline getirilmiştir. Nakşibendi Tarikat Şeyhleri tarafından planlanarak 1931 yılında Asteğmen Kubilay’ın İzmir Menemen’de katledilmesi olayı, Divan-ı Harp mahkemelerinde ve sebep olanlara gereken cezası verilmiştir. Olay Kıbrıs’ta ise şiddetle kınanmıştır. Kıbrıs’ta devrimlerin uygulanması İngiliz idaresi tarafından kulak arkası ediliyordu. Dini işlerin o tarihlerde geçerli sosyal ve politik uğraşlardan ayrılması, dinde reform yapılması, Şeriyye Mahkemelerinin kaldırılması, Medeni Kanunun çıkarılıp, Miras Hukukunun kadın erkek eşitliğinde sağlanması konuları, İngilizlere karşı yapılan çetin mücadeleler sonucu elde edilmiştir. 4. Soyadı Kanunu… 1934 yılına kadar Türkiye’de “soyadı” kullanılmıyordu. OCAK-ARALIK 2015 Bu halde nüfus kayıtları sağlıklı olmayıp, karmakarışıktı. Bu yüzden ticari, iktisadi vs. ilişkiler büyük zorluklara gebe kalıyordu. 1934 yılında kabul edilen “Soyadı Kanunu” ile her vatandaş, esas adından gayrı soyadı alması zorunlu oldu. Şimdilerde kişileri ayırt etmek için soyadı da yetmez oldu. Artık 11 haneli T.C. Kimlik numaraları kullanılmaktadır. Nüfuzumuz arttıkça T.C. kimlik numaralarının daha da çok haneli olacağını söylemek kehanet olmasa gerek… Sosyal alanda paye ifade eden “ağa”, “hacı hafız efendi”, “hoca”, “bey”,”hanım”, hanımefendi”, “paşa” gibi soy adlar yasaklandı. Genel ahlaka aykırı kelimeler, soyadı olarak kullanılmayacaktı.(1) Kıbrıs Türk Toplumunda Atatürk’ün çıkardığı Soyadı Kanunu ferdi olarak hemen uygulamakta yoğun ilgi göstermişlerse de, İngiliz Sömürge idaresi bu konuda yasal zorunluluk koymadığı için Tüm Kıbrıs Türk halkının soyadı uygulamaları, 1974 Harekâtından sonra ve bilhassa 1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra düzene girebilmiştir. Şahsen benim; İngiliz idaresindeki kayıtlara göre ismim “Hüseyin Hasan Molla Hüseyin Onbaşı” idi. Burada Hasan baba ismi, Molla Hüseyin baba tarafından dede ismi, Onbaşı ise baba tarafından lakabım idi. Bu lakap, Molla Hüseyin dedemin Çanakkale savaşında sağ kalıp da yükselebildiği rütbesinden kaynaklanıyordu. Bu kadar uzun isimden maksat, düzgün tutulmayan nüfus kayıtlarında karışıklığın önlemesini sağlamak içindi. Bu kayıt şekli Osmanlı idaresinden kalma idi. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulunca ismim, Hüseyin Hasan olarak kısalmıştır. 13 Nisan 1974’de Türk nüfusuna kaydolurken ilgili nüfus memurunun Hasan kelimesini soy ismi olarak kabul edemem uyarısı ile LAPTALI soyadını almışımdır. Zaten dostlarım ve arkadaşlarım ismimin “Hüseyin” olduğunu bilmezlerdi ve pratikte bana “LAPTALI” diye ses- KIBRIS MEKTUBU lenirlerdi. 5. Kılık Kıyafet devrimi… 1925 yılına kadar Türkiye’de halkın giyim şekli fesli, külahlı, şalvarlı erkekler ile peçeli ve esas kara çarşaflı kadınlar idi. Belli bir milli veya medeni kıyafet yoktu. Fevkalade yadırganacak karmaşık bir giyim tarzı vardı. 23 Ağustos 1925’de Kastamonu’da Yüce Atatürk şık giyimi ve başındaki şapkası ile halkın önüne çıkıp “Buna şapka denir” deyince kılık kıyafet devrimi de, laik ve uygar Türkiye’nin ufuklarına girecekti. Kıbrıs Türk’ü Atatürk Türkiye’sinde gerçekleşen her yeniliğe ve devrime çok çabuk ve hızla ayak uydurmuştur. Atatürk’ün Kastamonu’da şapka giymesi, Kıbrıs Türkleri arasında da geniş ilgi uyandırmıştır. Kıbrıs’ta önce aydınlar arsında sonra da Kıbrıs Türk Toplumunun her kesiminde benimsenmiştir. Gelgelelim: Sivil insanların birer birer şapka giymesinden sonra, İngiliz Sömürge Yönetimi, memurların şapka giymesini engellemek için bir genelge çıkarmışsa da, zaman içinde şapka giyilmesini kabul etmek zorunda kalmıştır. Kıbrıs Türk gazeteleri şapka giyilmesi konusunda halkı teşvik etmek için yayınlar yapmışlardır.(4) Kıbrıs Türk kadınlarını çarşafı çıkarmaları da şapka ile birlikte olmuştur. Ses gazetesi “Utanıyoruz Hanımlar” başlıklı yazısında “kadınların milyonlarca hemcinsleri gibi çarşafları atarak kocaları veya kardeşleri ile eğlence yerlerine medeni bir tarzda gelmeleri gerektiğini” teşvik etmiştir.(1) Kendimi tanımaya başladığım 1945-46 yıllarında Lapta köyünde kara çarşaflı kadın görmedim. Çarşafı ilk atanlardan biri de muhterem annem (şerife Ahmet Dolmacı) olmuştur. Muhterem babamı ise şalvarlı olarak hiç göremedim. Onlarla gurur duyuyorum. C) ATATÜRK’ÜN KIBRIS’LA OLAN İLGİLERİ… Libya’da, Yemen’de, Ortadoğu’da, Balkanlarda ve de Çanakkale’de savaş üstüne savaş yaşayan, İstiklal Savaşın- dan sonra (Ben İstiklal Savaşına Anadolu İhtilali deyimini daha çok yakıştırıyorum. Yorgun ve bitkin çıkan Türk Ulusunun bütün dikkati Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirilme yönünde idi. Lozan Antlaşması ile İngilizler Kıbrıs’ın mutlak sahibi olunca Doğu Akdeniz’de denge kurulmuş sanılıyordu. Ancak bu denge Kıbrıslı Türklerin varlığının, milli kimliğinin ve milli kültürlerinin korunmasına bağlıydı. Bu zorunluluktan dolayı ada Türkleri sahipsiz ve ilgisiz bırakılmamalıydı. Üstelik, 1800’lerin başından beri genişlemesini sürdüren Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması yönünde Ada’da İngiliz idaresine karşı katliamlar, isyanlar dahil her türlü eyleme başvuruyorlardı. Ada’nın stratejik öneminden dolayı ise İngilizler, Rum isteklerine karşı çıkıyor, gerektiğinde Türkleri ileri sürerek Ada nüfusunun yalnız Rumlardan oluşmadığını hatırlatıyorlardı. Bu durumda Türkler Rumların affedilmez hedefi halinde idi. Bu yüzden Lozan Antlaşması ile Doğu Akdeniz’de kurulan denge her an bozulabilirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1930’lu yıllarda Antalya Bölgesinde konusu; “muhtemel bir düşman kuvvetinin bölgeyi işgal ettiği” varsayımına dayanan tatbikatta, Atatürk’ün subaylara söylediği şu sözler çok anlamlıdır. “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir.” Ada’da meydana gelen 1931 Rum isyanlarından sonra Ankara’ya gelen ve kurulacak olan mukavemet hareketi için yardım isteyen bir Kıbrıs Türk heyetine Atatürk’ün o günlerin zor ekonomik koşulları altında büyük maddi yardımda bulunması, Kıbrıs’a verdiği bu anlamlı düşüncenin göstergesidir. Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti için olan büyük önemi Atatürk tarafından daima önemsenmiş ve bu önem zaman zaman Büyük Önder tarafından açıkça vurgulanmıştır. Bu bakımdan Atatürk döneminde o günlerin tüm imkansızlıklarına, maddi sorunlarına ve ulaşım zorluklarına karşın geliştirilen kültürel ve sportif ilişkilerle Kıbrıs Türkleri www.kibristkd.org.tr 41 KIBRIS MEKTUBU arasında milli bilinci geliştirebilmiştir. Bu bilinçlendirme “Bir gün Türkiye gelecek bizi kurtaracak” umut gücüne güç katıyordu. Kıbrıslı Türk gençlerin eğitimi için özel burslar verilmiş, Türk basınına örtülü ödenekten destek yapılmış, onca önemli ülke varken yeni Türkiye’nin o yokluk ve fakirlik günlerinde İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta derhal bir konsolosluk açılmıştır. Buna benzer Kıbrıs’la ilgili faaliyetler planlı Atatürk’ün Kıbrıs politikalarının parçaları idi. Atatürk hasta durumunda 20 Haziran 1938’de Hamidiye isimli askeri gemi ile Kıbrıs’a ilk Türk ordu mensupları ziyaretinin gerçekleşmesini teşvik etmiştir.(2) Nitekim binlerce kişi Mağusa Limanı’na gelen Hamidiye’yi karşılamış ve gözyaşları içinde muhteşem bir merasim yapılmıştı. Hamidiye denizcilerine Türk Halkı’nın yaptığı karşılama ve jestler görülmeye değerdi. 42 Misafirler özel arabalarla Lefkoşa’daki “Kardeş Ocağı” binasına götürülerek ağırlanmış ve unutulmaz duygulu anlar yaşanmıştı. İlk kez bir Türk askeri gemisi Hamidiye’nin Atatürk tarafından Kıbrıs’a gönderilmesi, oldukça anlamlı ve iyi düşünülmüş bir politikanın sonucuydu. İngiliz vali dahi bu coşkuya uzak duramamış ve konuklara görkemli yemek vermiştir. Konuklara ayrıca Kardeş Ocağı, Türk Spor Kulübü, Mağusa Belediyesi, Mağusa Türk Ocağı’nda da Hamidiye’deki misafirlere yemekler verilmiştir. Gel gör ki; Hamidiye Ada’dan ayrılır ayrılmaz, Türkiye’den “Anavatan”, Atatürk’ten “Atatürk’ümüz diye bahseden Söz ve Ses gazetelerine İngiliz vali tarafından sansür konmuştur. Atatürk, Kıbrıs Türklerinin Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvay-ı Milliye’ye yardım etmek için yaptıkları yoğun faaliyetlerden, Kıbrıs Türk Basınında Kurtuluş Savaşı ve kendisi lehinde yayınlanan yazı ve yorumlardan haberdardı. Nitekim, Kıbrıs Türklerinin Kurtuluş Savaşı boyunca ortaya konan milli tavrından memnuniyetini bir mektupla Söz OCAK-ARALIK 2015 gazetesine bildirmiştir. (4) Lozan antlaşması çerçevesinde Türkiye’ye gelen Kıbrıslı Türklerin iskanları ile de bizzat ilgilenmiştir. 29 Ekim 1925 Cumhuriyet Bayramının Konsolos Arif Bey’in (‘) öncülüğünde kutlanması ise muhteşem olmuştu. Kutlamalarda, geliş ve gidişlerde İstiklal Marşı çalınıyordu. Tiyatroya teşriflerinde de herkes huşu içinde ayağa kalkıp Asaf bey’in locasına dönerek selam veriyor, “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, Yaşasın Kemal Paşa” nidaları ile yer gök inliyordu. Lefkoşa’ya gelemeyenler, Ada’nın diğer kasabalarında ve birçok köylerinde dahi imkân ölçüsünde kutlama törenleri yapıyorlardı. “Atatürk Dönemi” olarak tanımladığımız 1919-1938 döneminde yayınlanan Kıbrıs Türk gazeteleri izlendiği zaman bu konuda birçok kültür ve spor ekibinin adaya geldiği, etkinlikler düzenlediği, bu ziyaretlerle etkinliklerin Kıbrıs Türkleri arasında büyük milli heyecan ve coşku yarattığı görülmektedir. Görüldüğü gibi, Atatürk döneminde Türkiye Kıbrıs’a ve Kıbrıs Türklerine ilgisiz, hele Kıbrıs’tan habersiz hiç değildi. Her şeyin anlamında Atatürk’ten sorulduğu Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kıbrıs Türklerine yönelik bu etkinlikler, yeni Türkiye’nin adaya yönelik milli bir politikası olduğunun kanıtıdır. Bütün bu çabalar Kemalist ve milliyetçi bir basınla milliyetçi aydınlar yetiştirmeye yönelik idi. Bu çabaları yakından izleyen İngiliz yönetimi ise rahatsızlığını belli ediyor ve Türk Konsolosu'nun geri çekilmesini istemeye kadar işi ileri götürüyordu. 1928 yılında adada görevli olan İngiliz vali Storrs, İngiliz Sömürgeler Bakanlığına gönderdiği raporda bu konuda şöyle diyordu: "1928'de ikinci kez konsolos olarak atanmasından sonra (ilk dönem 1925-1927) dikkatini ve faaliyetlerini buradaki Türk vatandaşlarıyla ilgilenmeye ayıracağına, daha çok yerli Müslüman ahalinin Ankara'daki siyasetle canlı şe- KIBRIS MEKTUBU kilde ilgilenmelerini cesaretlendirmeye ve onların içinde Türk Ulusal Bilincini uyandırmaya yöneltmiştir. Bu yöndeki faaliyetlerinin, resmi görevini aştığı ve ihlal ettiğine ilişkin kanıtlar elde etme olanağı bulunmamaktadır ama, Kıbrıs İslam basınında Türk Propagandası niteliğinde yazılar çıkmakta oluşu, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı gününün aktif şekilde adanın çeşitli yerlerinde kutlanması, Asaf bey'in konsolos olarak atanmasından sonra başlamıştır ve bu etkinlikler kanımca onun kişisel etkisiyle olmaktadır." Storrs raporunda Türk Konsolos'un ilk görev döneminde sadece Türkiye'ye göç etmek isteyen Türklere yardımcı olurken, ikinci görev döneminde Türk Milliyetçiliği Propagandası yapmaya başladığını, kendisinin ise önde gelen Türkleri toplayıp bu konuda uyardığını belirtmekte ve adada başlayan İngiliz aleyhtarlığından Türk Konsolosunun sorumlu olduğunu yazmaktaydı.(6) Nitekim Vali Storrs'un bu şikayeti üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı Ankara'daki Büyükelçisine talimat vererek Türk hükümetinin protesto edilmesini istiyordu. 17 Kasım 1930'da ise görev süresi dolan Asaf Bey adadan ayrılarak yerine Celal Bey gönderilir. Elçi değişmekle Atatürk Türkiye’sinin Kıbrıs politikasında değişen hiçbir şey yoktur. Kısaca; Yeni Türk Cumhuriyeti'nin temsilcisi olan Türk Konsolosunun faaliyetlerinde mutlaka Dışişleri Bakanlığı ile Hükümetinin bilgi ve onayı olduğu düşünülürse, Konsolos Asaf Bey'in bireysel bir tavırla değil, aldığı talimatlar ve yetkiler çerçevesinde hareket ettiği ve Atatürk Türkiye’sinin Kıbrıs Türklerine yönelik politikasını yürüttüğü ortaya çıkmaktadır. Bu da bize Atatürk'ün Kıbrıs ve Kıbrıs Türklerine yönelik politikası ve ilgisi hakkında önemli bilgiler aktarmaktadır.” Atatürk Kıbrıs’tan Göçü Durduruyor… Atatürk'ün Kıbrıs'a verdiği önemin bir diğer kanıtı da, Lozan Antlaşması'ndan sonra hızlanan adadan Türkiye'ye göçü durdurmasıdır. Belli ki Atatürk, Türkiye'nin güvenliği ve Doğu Akdeniz'in kontrolü açısından Kıbrıs gibi stratejik bir adadan Türk nüfusun yok olmasını uzun vadeli politikalar çerçevesinde sakıncalı görmekteydi. Nitekim bu yasak 1974 Türk Barış Harekatı'na kadar sürmüş ve adadan Türkiye'ye göç etmek isteyen Kıbrıslı Türklere sürekli ikamet izni verilmemiştir. Lozan Antlaşması neticesi, Kıbrıslı Türkler kendilerine tanınan tercih hakkını kullanarak Türk uyruğunda kalmayı ve Anadolu’ya göçmeyi tercih ettiler. Göç, büyük heves ve heyecanla oldu ancak bu gidişle Kıbrıs, Türklerden arınmış olacaktı. Atatürk, Kırıkkale Milletvekili ve Himaye-i Etfal Cemiyeti (Sonradan Çocuk Esirgeme Kurumu) Başkanı Fuat Umay ile Gazeteci ve Siirt Mebusu Mahmut Bey’i göç’ün durdurulması için Kıbrıs’a gönderir. Ve göç, böylece bir süre için durmuş olur. Buna rağmen; Türkiye'ye göç etmiş bulunan 20 bin kadar Kıbrıslı Türkün de huzur ve refah için, rahat bir yaşama kavuşmaları yönünde, o günün koşullarında tüm imkânlar zorlanmıştır. Bu çerçevede özellikle Kıbrıs'a yakın olan Türkiye'nin Güney sahillerinde onlara ev ve arazi verilerek iskan edilmişlerdir. Bugün Antalya, Alanya, Anamur, Mersin ve Adana bölgelerinde yüzbinleri bulan Kıbrıslı Türk yaşamaktadır. Atatürk'ün Kıbrıs'tan Türkiye'ye göçü durdurmasına ilişkin yazılı herhangi bir belge yoktur. Fakat yasak kararı yaşanmış bir olgu olarak ortadadır. Nitekim, İnşaat Mühendisi olarak Türkiye’de iş hayatına atıldığım 1966 yılından sonra Türk uyruğunda olmamak bana meslek hayatımda çok zorluklar çıkarıyordu.T.C.’de oturma izni almanın ise çok kısıtlı şartları vardı. Şöyle ki; Bir müteahhidin ancak bir şantiyesinde çalışabiliyordum. Bu durumda yalnız benim değil Türkiye’de çalışmak zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin iş yapma güç ve kapasiteleri atıl kalıyordu. Dört sene gibi uzun süre Türk uyruğuna geçmek için şahsi uğraş verdim, fakat mümkün olmadı. Öyle ki, dağlara ünlesem dağlar bana müspet cevap verecekti. Bu arada Erenköy cephesi komutanım Albay Rıza Vuruşwww.kibristkd.org.tr 43 KIBRIS MEKTUBU kan Ankara’ya Kıbrıs Türkleri Temsilcisi olarak atanınca, ofislerimiz yan yana olduğundan sık sık yanına gider, konuşur, dertlerimi anlatırdım. Komutanım, Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş ile çok yakın mücadele arkadaşı idi. 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuşlardı. Sayın Denktaş 1 Ağustos 1964 akşamı Albay Rıza Vuruşkan ile Erenköy’e beraber çıkmışlar, Erenköy Savaşı boyunca korkunç günler yaşamışlardı. Komutan Akıncı (Albay Rıza Vuruşkan) ile Erenköy’de onun S3 harekât Şube Başkanı olarak birbuçuk sene çok yakın mesaimiz olmuştu. Albay Rıza Vuruşkan bir gün bana; -Gel sana bir iyilik yapayım, demez mi? -Hayırdır Komutanım, dedim. 44 -Şimdi sana bir mektup vereceğim. Bu mektubu Denktaş’a götüreceksin. O da sana bir mektup verecek, o mektubu da götürüp 4.üncü şubeye vereceksin. O zaman seni Türk uyruğuna alacaklar, demesin mi? Nitekim öyle oldu. Albay’ımın mektubunu Denktaş’a götürdüm. Denktaş benim Türk Uyruğuna geçmek istememe çok bozuldu. Ancak Albayımın ricasını kıramıyordu. El yazısı ile cevap mektubu yazarak, yüzüme de fena bakarak bana verdi. Ben 4 sene uğraştan sonra 13 Nisan 1974’de Türk uyruğuna geçmiş oldum. Nur içinde yatsınlar. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs'ta aydın, eğitimli, milliyetçi ve Kemalist bir kuşak yetiştirmek için iki yol denedi. Birinci yol adaya en değerli öğretmenlerini göndererek milli bilince sahip bir kuşak yaratmak; ikinci yol ise Türkiye'de okumak isteyen her Kıbrıslı Türk gencine diledikleri Türkiye üniversitede eğitim olanağı sağlamaktı. Çünkü Kıbrıs’a eğitimli insanlar da gerekiyordu. Nitekim; Atatürk Türkiye’sinin Kıbrıs Türk gençlerine sahip çıkması sonucu kısa sürede o günün koşullarına göre çok sayıda genç, girilmesi en zor olan tıp, hukuk ve mühendislik OCAK-ARALIK 2015 fakültelerine kolaylıkla kayıt yaptırabilmişlerdir. Nitekim; 1958 yılında Lefkoşa Lisesini bitirince köyümde yapıcı ustası Orhan Usta’nın yanında çıraklığa başlamıştım. Orhan Usta’nın çırağı Hüseyin Usta olarak geleceğimi kurtaracaktım. 1958 yazında hiç beklemediğim ve aklımda fikrimde olmayan Lefkoşa’daki Evkaf (Vakıflar) idaresinden bir çağrı aldım. Çağrıya uyduğumda 5 arkadaş öğretmen olmak üzere İstanbul’a gönderileceğimizi öğrendim.Yine Evkaf’ın verdiği uçak biletleri ve 100’er TL para ile 5 arkadaş yollara düştük. Gidiş o gidiş, yaşam biçimim yeni ufuklara açılıyordu. Kıbrıs Türk Kültür Derneği… 1932 yılında Kıbrıslı gençler İstanbul’da Atatürk’ün de hamisi olduğu “Kıbrıslı Türk Talebe Birliği” (KTTB) adı altında bir dernek kurmuşlardır. Söz konusu dernek, bu gün çatısı altında bulunduğumuz Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin (KTKD) prototipi olmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra ve II.Dünya Savaşı karmaşasında KTTB kapanmış, tekrar açılmış vs. II. Dünya Savaşı sonrası 16 şubat 1946’da İstanbul’da Prof. Dr. Derviş Manizade ve arkadaşlarının uğraşları sonucu, “Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti” kurulur. Cemiyetin Milli Eğitim Bakanlığı ile temasları sonucu Türkiye’den Kıbrıs Okullarına çok değerli öğretmenler gönderilir. Bir kısım Kıbrıslı öğrenciler ise Türkiye’de öğretmen ve sanat okullarına gönderilir. Ayrıca söz konusu dernek 1948 yılında 48 öğretmen, milletvekili ve bazı gazetecileri Kıbrıs’a götürerek, Türkiye basınında Kıbrıs davamızın tanıtılması konusuna yönelik birçok yazıların çıkmasına öncülük etmiştir. İlgi duyan yazarlar arsında Hasene Ilgaz, Rakım Çalapala ve İffet Halim Oruz olmuştur. Hasene Ilgaz daha sonra “Kıbrıs Notları” adlı kitap yayınlamıştır. Nihayet 1948 yılında Ankara’da yukarıda bahsettiğim bu günkü Kıbrıs Türk Kültür derneği (KTKD) kurulur. Ankara’daki “KTKD” ile İstanbul’daki “Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti’nin” birleştirilmesi 6 Temmuz 1954’de mümkün olabilmiştir. 1964 yılında Türkiye’deki talebelerin Erenköy’e gönderilmesi olayında KTKD önderlik yapmış, söz konusu 548 KIBRIS MEKTUBU talebenin Erenköy’den dönüşünden sonra Türkiye’deki okullarına ve yerlerine yerleşmelerine, yurtlar temin ederek yardımcı olmuştur. KTKD bu gün Kıbrıs Türk’ünün bir Kuva-i Milliye derneği olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında; Atatürk döneminde Kıbrıs’ta yayınlanan “Hakikat Gazetesi”, 1933 yılında sadece İstanbul Darülfünun’da (üniversitede) 65 Kıbrıslı öğrencinin bulunduğunu yazmaktaydı. Büyük Atatürk’ün yarattığı bu imkân sonucu Cumhuriyet üniversitelerinde burslu olarak okuyan Kıbrıslı gençlerin kimisi mecburi Doğu hizmeti, kimisi de Türkiye’ye yerleşmeye karar verdikleri için Anadolu’nun değişik bölgelerinde istihdam edilmekteydiler. Atatürk devrinde Kıbrıs’ta tek Türk Lisesi vardı. Nitekim; Atatürk devri hükümetleri, Kıbrıs Türk Lisesini, Türkiye liseleri ile denk tutmuş ve Kıbrıs Türk Lisesi mezunlarını yabancılara uygulanan giriş sınavlarına tabi tutmayarak, doğrudan istedikleri üniversitelere girmelerine imkân tanımıştı. İkinci Dünya savaşının zor şartları Kıbrıslı Türk talebeleri Türkiye üniversitelerine girişini durdurdu. İkinci Dünya Savaşı sonunda 4 yıllık lise mezunları Kıbrıs’ta birikip kaldığı için, Türkiye’ye toplu halde talebe gidişleri başladı. İkinci Dünya Savaşının Kıbrıs ile Türkiye arasında yarattığı kopukluk, Kıbrıs sorununu ve Kıbrıs’ın durumunu unutulur hale getirdi. Hemen hemen hiç kimse, Kıbrıs ile ilgilenmez oldu. 1950 yılında CHP Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak “Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz yoktur. İngiltere hükümeti Kıbrıs adasını bir başka devlete terk etmeyecektir,” demiştir. Aynı görüşü demokrat Partili selefi Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü de tekrarlamıştır. “… Savaş bittikten sonra Türkiye yolu açıldı. Ve ben yüksek tahsil için Türkiye’ye gittim. O zaman 3-4 yıllık lise mezunları birikip kaldığı için Türkiye’ye toplu halde gidiş olmuştu. Türkiye’ye gittiğimizde savaş yılları nedeniyle, meydana gelen kopukluk, orada da Kıbrıs sorununun ve Kıbrıs’ın durumunun bilinmediğini, hiç kimsenin de Kıbrıs ile ilgilenmediğini gördük. Bu boşluğu doldurabilmek ve Türkiye’de Kıbrıs’ı tanıtmak için bir örgütlenme faaliyetine giriştik. Amaç, Kıbrıs’ı tanıtmak ve Kıbrıs sorununun ne olduğunu Türkiye kamuoyu ve hükümetine benimsetmek idi. O zaman Türkiye tek partili sistem içinde idi ve Denekler Yasası mahalli esaslara göre bir dernek kurulmasına müsaade etmiyordu. Bu nedenle, “Kıbrıs Okullarından Yetişenler cemiyeti’ni” kurduk(İstanbul Şubat 1946). Bizden bir kuşak öncesi Türkiye’ye gelmiş olan arkadaşları da ziyaret ederek onlardan da yardım ve destek aldık. Tegi Bey, Dr. Derviş Manizade vs… 45 Netice; Yüce Atatürk’ün zamanımıza uzayıp gelen öngörülerinin neticesinde, bu gün KKTC’deki saygıdeğer münevver insanların yüzde 90’nını Türkiye Yüksek Okullarından yetişenler teşkil edecekti. Prof. Dr. Derviş Manizade, merhum Behçet Kemal Çağlar’a, “Türkiye’nin Milli Şairi” olarak hitap edermiş. Çağlar ise her seferinde Manizade’ye “Türkiye’nin milli şairi Özker Yaşın’dır” diye cevap verirmiş. Bu bakımdan Kıbrıs Türk’ünün Atatürk sevdasını çok güzel anlatan Özker Yaşın’a ait “Kıbrıs’ta Atatürk” şiirini bu metnin sonuç bildirisi yapmaktan onur duyacağım. Şimdilerde Atatürk’ü yok saymak isteyenlere nispet olsun. (5) Hüseyin LAPTALI Bu boşluğu doldurabilmek için, Türkiye’de Kıbrıs'ı tanıtacak bir örgütlenme faaliyetine girişildi. Bu nedenle, yukarıda anlattığım gibi “Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti” kuruldu. Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti’nin kuruluşunu sonradan Kıbrıs Türk Liderleri arasında hürmetle anılan ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde de bakanlık yapan Sayın Osman Örek şu sözlerle anlatır. www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Bir dağ köyünde Kıbrıs'ın KIBRIS’TA ATATÜRK Bir dağ köyünde Kıbrıs'ın "Ben Atatürk'ü görmedim ama Düşmanı dökünce denize Baktım Atatürk'ün resmi O öyle yerleşti ki aklıma Yeni bir vatan yaratmanın Kahvenin duvarında Ne zaman gözlerimi yumsam Gerçekleşeceğini anlat devrimlerle. Baktım Atatürk'ün resmi. Sanırım Atatürk karşımda." Bir Kıbrıslı Türk'ün Göğsündeki rozette Söz aldı mücahit Süleyman: Yavruyu kurtarmak kaldı bize. "Bu kim" dedim köylüye: "Rumlar köye saldırdıkları zaman İyiye Doğruya Güzele yürüyün "Memleketi kurtaran, Kurşun sıktık üç gün üç gece Ve kavuşmak için özgürlüğe Eşsiz kahraman" dedi. Ve bitti cephanemiz. Savaşın gerektiği gün Aklıma geldi Atatürk'ün sözleri Budur beklediği bizden Atatürk'ün..." (5) Lefkoşa Girne Kapısı'nda Sonuna kadar dövüşeceğim dedim Baktım Atatürk'ün heykeli Bıçağımı süngü yapıp bekledim." Öylesine aydınlık öylesine görkemli 46 "Anavatan kurtuldu çocuklar de "Bu kim" dedim bir yavruya Çoban Halil gülümsedi "Gündüz eden gecemi, "Atatürk" dedi, "gökteki yıldızlarda Ölümsüz babam" dedi. Mavi mavi bakar geceleri Özker YAŞIN Kıbrıs Türk’ünün ender şairlerinden Tut ki üşüdüm ovada Bir mücahit Beşparmak dağlarında Isıtır beni Atatürk'ün gözleri..." Nöbet tutuyordu alaca karanlıkta Bir resim çıktı cebindeki cüzdandan Köy ilkokulunda Kaynaklar: Baktım Atatürk'ün resmi Dalıp gitmişti öğretmen, 1.T.C. Başbakanlık, Atatürk Kültür ve Tarih Yük- "Bu kim" dedim delikanlıya, Kıbrıs'ın bu dağ köyünde sek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi’nin 64- "Korumak' için emanetini Gencecik bir Türk öğretmeni... 65-66 Atatürk İlke ve İnkılaplarının Kıbrıs’a ve Hayatımı vereceğim adam" dedi. Baktı duvarda Atatürk'ün resmi Kıbrıs Türklerine yansımaları. Sibel AKGÜN… Atatürk gülümseyip dile geldi: Bir köy kahvesinde Kıbrıs'ın 2.Sabahattin İsmail-Ergin Birinci, Atatürk Döne- "Aydınlık bakışlı öğretmenim minde Türkiye Kıbrıs İlişkileri… Tören yaptık On Kasım günü Girdin mi sınıftan içeri Bir köy kahvesinde Kıbrıs'ın Unutma hatırla beni, Saygı duruşuna kalktık Atatürk'e Öğrencilerine beni hatırlat. Ahmet'ler, Hasan'lar, Hüseyin'lerle. "Özgürlükle güzel hayat 3.A.C. Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, 1996 İstanbul 4.“Söz, “Ses” gazeteleri, Muhtelif (1928-1932) 5.65 Yıl Boyunca Kıbrıs, Yazdıklarım-Söyledik- Bir köy kahvesinde Kıbrıs'ın Mutlu yaşamak özgürlükte mümkün. Ata'nın sesini dinledik radyoda De ki öğrencilerine: Çocuklar Yayınları 9 Bir kara gün 6.A. Gazioğlu, İngiliz yönetiminde Kıbrıs… Bir ses yayıldı dalga dalga Kulak verdik "Yurttaşlarım" diyen sese Ahmet'ler, Hasan'lar, Hüseyin'lerle. Ali Ağa: "Hey oğul" dedi, Düşmanlar girmişti Anavatana. "19 Mayısla başla hikâyemize, Ama sakın bitirme hikâyeyi OCAK-ARALIK 2015 lerim. Prof. Dr. Derviş Manizade, KTKD İst. Şb. KIBRIS MEKTUBU 47 GİRNE KAPISI GİRNE KAPISI ve ATATÜRK HEYKELİ Kurtuluş Savaşını coşkulu yazıları ile destekleyen SÖZ Gazetesi sahibi öğretmen Mehmet Remzi Okan eşi ve çocukları Kurtuluş Savaşını desteklemek için açılan kampanyaya yarış atını satarak katılan Kıbrıslı Türk www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Hüseyin LAPTALI 8 AĞUSTOS 2008 ERENKÖY KKTC'den İZLENİMLER 7 Ağustos Perşembe saat 7.30 KKTC semalarındaydım. Uçağın penceresinden gördüğüm manzara korkunçtu. 8 bin metre yükseklikten Kıbrıs'ın halini hiç böyle seyretmemiştim. Çöl. Yeşilada, sarı ada olmuştu. Kanlıdere ovası sapsarı kumsal, kum denizi.içinde yer yer köyler. Çok seyrek yerleşim birimcikleri, vahalar. Kumların menevişlenen sıcaklığı sanki yüzüme vuruyordu. Doğrusu çok üzüldüm. Bu konuyu sonra anlatacağım. 48 Havaalanında 3 numaralı birader karşıladı. Lefkoşa'da 4 numaralı biraderde konaklayacaktım. 7 kardeştik. Akşama kadar vakit geçiverdi. 8 Ağustos sabah saat 05.00. Lefkoşa'da Girne kapısında idik. Erenköy Mücahitler Derneği’nin temin ettiği midibüsler doldukça yola revan oluyordu. Buluşma yeri Yedidalga köyü. Erenköy, KKTC ana bölgesinden ayrıdır ve karayolu ile 20 km. kadar Rum Pirgo Köyünden geçilerek gidilebiliyor.Bundan sonra Birleşmiş Milletletler Barış Gücü (BMBG) denetiminde ve refakatinde Pirgo Rum köyünü Rumların kontrolünde geçerek Erenköy'e varacaktık. Rumlar her sene binbir naz, eda ve tehditle bu yoldan geçişe son anda izin veriyorlar. İllaki egemenliklerini Kuzey'e yaymak için bir taviz koparmak istiyorlar. Bu sene de Güzelyurt tarafındaki Ay Mama Kilisesinde ayin yapmak için Yeşilırmak köyü üzerinden geçiş istiyorlar. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) (Rumlara göre Kıbrıs Cumhuriyeti) Türkler için Rum tarafına geçiş prensipleri şöyle: KKTC kimliği olanlar geçebilir ancak; KKTC kimliği olsa da Türkiye doğumlu ise geçemez. T.C. kimliği olanlar hiç geçemez. Bu şahıslar KKTC'de varolan ve fakat GKRY tarafından kontrol edilemeyen Kuzey kapılardan Ada'ya kaçak giriş yapmışlardır. Kaçaktırlar. Hesaba bak hizaya gel. Bütün dertleri KKTC'nin GKRY'ye ait olduğuna kanıt yaratmak. OCAK-ARALIK 2015 Yoklamalar ince ince ve tekrar tekrar yapıldı. Konvoy üç saat bekletildi. Pirgo köyünde Rumlar, sözde sessiz protesto yaptılar. Ellerinde sadece Yunan bayrakları vardı. ENOSİS'ten yani Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakından hâlâ vazgeçmemişlerdi. 1821 Megali İdea (Büyük ebedi yemin) nere, 2008 AB medeniyet ölçüleri nere!.. Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar mıydı yoksa, emperyalizmin son şekli miydi? Pes doğrusu... Ne sevdaymış ama!.. Erenköy şehitliğindeki anma törenine saat 10.15 de yetişebildik. Gemi ile, askeri vasıtalarla, helikopterle gelenler tören için bekliyorlardı. Tören alanında Erenköy mücahitleri arkadaşlarım beklediğimden de azınlıktaydı. Üzüldüm. Bir taraftan da "Üzülmene gerek yok aslanım," diye geçti içimden. Tören alanı bu sene 1500 kişiyi geçkin insanla dolmuştu. Gençler yerlerimizi dolduruyordu. Bu son derece gurur verici bir şeydi. İlk konuşmacı ben oldum. Şiir okuyacaktım. CENGİZ TOPEL'İN KADERİ, ERENKÖY SAVAŞLARININ ÖZETİDİR. Geldiler ve kurtulduk. Kim geldi? Türk uçakları, kuzey yıldızları geldi. Göklerin hışmı, Tanrı’nın adaleti sanki. Cengiz Topel isimli yıldız kaydı göklerden, Düşmanın korkusu oldu, Anadolu'mun ruhu, Dillerde kaldı, bedenlere işledi, efsane oldu. İsmi göklere yazıldı, tarihte altın sayfa buldu. Artık Rum'un radyolarından, şu karşı mevzilerinden, KIBRIS MEKTUBU Bekledim de gelmedin, Türk uçakları, kuzey yıldızları geldi. Gözyaşımı silmedin, (*) Göklerin hışmı, Tanrı'nın adaleti sanki Şarkıları, duyulmaz oldu. Cengiz Topel isimli yıldız kaydı göklerden, Çünkü semalarda dolaşan başka şarkılar vardı, Düşmanın korkusu oldu, Anadolu'mun ruhu, Bu kadar yürekten çağırma beni, Dillerde kaldı, bedenlere işledi, efsane oldu. Bir gece ansızın gelebilirim, İsmi göklere yazıldı, tarihte altın sayfa buldu. Kıbrıs Türk'ünün vefası bundandır Anadolu'ma, Artık Rum'un radyolarından, şu karşı mevzilerinden, Bu vefanın borcu sonsuzdur, sonsuz kalacak. Bekledim de gelmedin, Not: (*) Rumlar, bu şarkıyı radyolarında hep çalarlar, karşı mevzilerinde hep söylerler, mücahidin Anavatan umutları ile hep alay ederlerdi. CENGİZ TOPEL'İN KADERİ, ERENKÖY SAVAŞLARININ ÖZETİDİR... -Sayın Hv. Binbaşım Emin Kurt; Bana "Cengiz Topel'i anlat," dediniz. -İşte böyle. 8 Ağustos 1964, Ö.S. saat 16.30. Cenk tepesine tırmanırken, Son çağrım şu oldu, Gel kardeşim saldıralım. Ve gönlüm son ümitle doldu, Belki de ölümü öldürürüm. Aldığım son cevap, ümit doluydu. Belki de ölümü öldürürüz. Son durum şöyle oldu. Ölü, ölümü, öldürdü. Komutan Akıncı’nın Ankara'ya son telsizi de aynıydı. Mert bir şair gibi, sanki son veda... "Gelirseniz kurtuluruz, Gelmezseniz vatan sağ olsun." O da taktı miğferini başına, Yürüdü tepeye, cepheye vardı, Savaşacak, savaşacak, savaşacaktı. Onun da vardı tek kurşunu saklı, O öğretmişti bizlere bu aklı, Ben gibi, arkadaşlarım gibi, Son son beynine sıkacaktı, Kararlıydı ve asla, teslim olmayacaktı. Gözyaşımı silmedin, (*) Şarkıları, duyulmaz oldu. Çünkü semalarda dolaşan başka şarkılar vardı, Bu kadar yürekten çağırma beni, Bir gece ansızın gelebilirim, Bu son şarkıydı haykırdığımız artık kefereye, Düşmana dur diyen, bize güç katan, Cepheyi bırakıp kaçan Rum'un korkusu Bizleri koruyan Anadolu'mun ruhu, 49 Uçağı vuruldu, kendi atladı. Düşman sardı etrafını, yılmadı, korkmadı, vermedi silahını. Kader bu, artık vakit çok geç, Kapana düşen ceylan gibi sekercesine. Yaralandı, esir gitti Topel'im. Rum'dan ona işkence ve resmen cinayet, Direnerek şehit oldu aslanım. Türk milletinin vefa dolu gönlü vardı, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin her yanına gömdü onu, Ruhu şad olsun, mekânı cennet olsun. Bu ruh şimdilerde yaşıyor, ebediyen de yaşayacak, Erenköy savaşlarının özetidir bu, Ada’da barış, her zaman her zaman olacak, Türk askeri Ada'dan asla ayrılmayacak, Kıbrıs Türk'ünün vefası bundandır Anadolu'ma, Bu vefanın borcu sonsuzdur, sonsuz kalacak. H. LAPTALI (*) Rumlar, bu şarkıyı radyolarında hep çalarlar, karşı mevzilerinde hep söylerler, mücahidin Anavatan umutları ile hep alay ederlerdi. Geldiler ve kurtulduk. Kim geldi? www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Metin FAHRİOĞLU KKTC’NİN TANINMASI VE ULUSLARARASI HUKUK 1950’li yıllarda Kıbrıs sorunu uluslararası barışı tehdit eden bir konu olup ada’da T ürklerin ve Rumların yaşaması dolayısıyle de İngilizlerin yanında Türkiye ve Yunanistan’ı da ilgilendiriyordu. 1959-1960 Zürih ve Londra Antlaşmalarını konuya taraf olan İngiltere , Yunanistan ve Türkiye’nin yanında Kıbrıs Türk Toplumu ve Kıbrıs Rum Toplumu liderleri de imzalamıştır. 50 Garanti Antlaşmalarının 2. maddesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, bir devlet ile siyasi ve ekonomik Birliğe girmesi yasaklanırken bir başka devlete katılmasını ve Taksim’i de yasaklamıştır. 1959 Zürih ve Londra antlaşmalarının ardından Garanti Antlaşmalarıyle uluslararası uzlaşının bir sonucu olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı kabul edildi. 1960 Antlaşması bir yanda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çıkarlarını korurken öte yandan da garantör devletlerin uluslararası çıkarlarını uzlaştıran ve dengelerin korunduğu bir anlaşmadır. Devletler hukukunda ; “Toprağı bütün egemen bir devletin, bir Self-Determinasyon hakkının kullanılmasıyle parçalanması” teşvik edilmemektedir. Ancak Kıbrıs’ta durum farklıdır. Kıbrıs, sorununa taraf olan İngiltere , Türkiye ve Yunanistan’ın yanında , Kıbrıs Türk Toplumu ve Rum Toplumu liderleri tarafından da imzalanan 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarıyle öngörülen koşullarla Kıbrıs, uluslararası camiaya iki uluslu bir devlet olarak katılmıştır. Rum Toplumu Kanlı-Noel saldırılarıyle birlikte Kıbrıs Türk Halkını ve onun temsilcilerini Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden ve hükümetinden zorla dışlamış ; yapılan bu anlaşmalara ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sına ters olarak yeni bir ulusal devlet yaratma girişiminde bulunmuştur. OCAK-ARALIK 2015 A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim üyesi Prof.Dr. A. Füsun ARSAVA , “Kıbrıs Sorununun Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı bildirisinde : “ Rum toplumu ulusal devlet yaratma girişimine başlamış, genel iradenin hakim toplum olarak Rumlar tarafından belirleneceğini ve Türk Toplumunun en fazlasından azınlık olarak mütalaa edilebileceğini iddia etmiştir. Birleştirici bir unsur olan birlikte belirleme hakkının terkedilmesi, çoğunluk prensibinin benimsenmesi , iki uluslu bir devletin ulusal bir devlete dönüştürülmesi sonucunu doğurur” demektedir. Yine Prof.Dr. A.Füsun ARSAVA , “Kıbrıs Türk Toplumunun anayasada öngörülen anlaşmalarla teminat altına alınan birlikte belirleme hakkından soyutlanması , onların bir Federal devlet oluşturulması beklentisiyle self-determinasyon hakkına istinaden önce bir Kıbrıs Türk Federe Devlet’inin ilanına arkasından 1983’de bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti’nin ilanına zemin hazırlamıştır” diyor. Yine Sn. ARSAVA, “Self-determinasyon hakkı egemen ve bağımsız bir devleti parçalamak için kullanılamaz. Ancak BM, Genel Kurulunun 1970 tarih ve 2625 (XXV) sayılı kararında belirtildiği gibi insan haklarına saygılı , genel iradede tüm halkın hakça temsilini temin eden bir devleti yıkmak veya parçalamak için kullanılamayan bu hak , bu ilkeleri çiğneyen otoriteye karşı rahatlıkla kullanılabilir” diyor. (Kaynak:dergiler.ankara. edu.tr/42/476/5492.pdf) Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da; “KKTC’nin tanınmaması” için diğer devletlere yapılan çağrıdır. Herhangi bir devlet , yeni kurulan bir devleti tanıma veya tanımama konusunda iradesini serbest kullanabilmelidir. BM Güvenlik Konseyi’nin , 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı “KKTC’nin tanınmaması” yönündeki kararı bir baskı unsuru olmakta ve egemenlikten doğan serbest irade kullanma hakkını kısıtlamaktadır. KIBRIS MEKTUBU Bu konuda Hukukçu Ergin ULUNAY’ın ortaya koyduğu hukuki yorumunda:“Bilindiği gibi 19 Şubat 1959 tarihli Londra Anlaşmasını Kıbrıs Türk Toplumu , Türkiye, İngiltere , Yunanistan ve Kıbrıs Rum Toplumu imzalamıştır. Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumunun 1960 Anayasası altında ortaklık statüsü vardır. Dolayısıyle Kıbrıs Türk toplumu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan iki halktan birisidir. Nitekim BM Genel Kurulunun 3212 sayılı ve 1 Kasım 1974 tarihli kararının 3. Maddesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasal sisteminde Kıbrıs Türk toplumunun ve Kıbrıs Rum Toplumunun var olduğu belirtilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki iki halk olduğunu BM Genel Kurulu tanımıştır. Bu nedenle Kıbrıs Türk Toplumu , devletlerarası hukukun öngördüğü , her halka tanınan “Self-determinasyon hakkına sahiptir” diyor. Yine Hukukçu sn Ergin ULUNAY “BM Yasasına Uygun Olarak Devletler Arasındaki Dostane İlişkiler ve İşbirliği ile ilgili Devletler Hukuku Prensiplerini belirleyen 1970 tarihli BM Genel Kurulunun Deklerasyonu” da “Halkların eşitlik ve self-determinasyon haklarını tanımıştır”. Bu deklerasyona göre : “Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptirler. Bu self-determinasyon hakkı ile halklar hiçbir dış müdahaleye uğramaksızın , politik statülerini serbestçe belirlemek hakkına ve serbestçe izlemek hakkına sahiptirler” diyor.( Kaynak:http//.trncpio.org) 15 Kasım 1983’de Kıbrıs Türk Halkı Devletlerarası Hukuk normları ışığında self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsızlığını ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, KKTC’nin ilanını geçersiz sayan kararıyle uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmiştir. Sonuç olarak ; “Uluslararası Hukuk Uzmanları KKTC vardır diyor ve diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına bakılmaksızın devletlerarası hukuk ve uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak işlem görme hakkına sahiptir.” Ne acıdır ki bugüne kadar devletimizi anavatanımız Türkiye’den başka tanıyan olmamıştır. Acaba tüm suç onlarda mı ? Ne zaman tanınma isteyeceğiz? Biz istemezsek, biz ısrarcı olmazsak ve de biz görüşme masasında oturmaya devam edecek olursak bizi kimse tanımaz !.. Bize düşen görev anavatanımız Türkiye ile işbirliği içinde hareket ederek KKTC’nin tanınmasını istemek için bir an önce yola çıkmaktır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını sağlamak; devletimizi yaşatmak ve yüceltmek en büyük görevimizdir… KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN TANINMASI GÜNDEME GELEBİLİR Anastasiadis, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi başkanlığına aday olurken kendini batmış bir ekonomi ve iflas etmiş bir borsanın beklediğini biliyordu. Öte yandan Rumların ekonomik çöküntüden kurtulmak için bel bağladıkları doğalgaz olayı vardır ki bu da beklentilerin aksine başlarına dert olabilir. Rumların hayalinde yer alan senaryoda Kıbrıslı Türklere doğalgazdan pay vermek için kendi istedikleri çözüm şeklini empoze etmek vardır. Ancak doğalgazın , Rumların istekleri dışında Türkiye üzerinden taşınması da söz konusudur. Böyle olunca da düşünceler hayalde kalabilir. Doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasına Rumlar hayır diyecek durumda değildirler.Üstüne üstlük Rumlar gelinen aşamada egemenliklerini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu arada yarım asırdan beri devam eden Kıbrıs sorunu ile ilgili görüşmeler de yeniden başlayabilir. Kıbrıs sorununa çözüm bulma şansı her dönemde vardır!.. Yeter ki ; Rum tarafındaki siyasi çevreler ada’da iki eşit halkın bulunduğunu, bu iki halkın arasında azınlık-çoğunluk ilişkisi olmadığını kabul edecek olgunluğa erişsinler. Kıbrıs’taki gerçekler görülmelidir. Kıbrıs’ta iki eşit egemen devletin varlığı kabul edilmeden görüşmelere başlamanın zaten bir anlamı yoktur.Aksi halde Annan Planı referandumu sonrasında yaptığımız hataya dönmüş oluruz. Kıbrıs Türk halkının bir yarım asır daha görüşme masasında zaman geçirmeye tahammülü yoktur. BM’nin Kıbrıs’taki gerçekleri görme zamanı gelmiştir. Annan planı döneminde aktif rol oynayan İngiltere’nin Dışişleri eski Bakanları’ndan Jack Straw yakın geçmişwww.kibristkd.org.tr 51 KIBRIS MEKTUBU te Samanyolu TV ve Zaman gazetesine verdiği demeçte AB’nin Rumlara karşı sertleşme vaktinin geldiğini vurgularken net bir şekilde “KKTC tanınabilir,bu konuda Sirbistan’dan ayrılan Kosova iyi bir örnektir” demiştir. Kıbrıs konusunda özeleştiri yaparken de straw , “çözüme ulaşmadan Rum kesimini üyelik yolu açan süreç için de , “hepimizin müdahil olduğu büyük bir hataydı” ifadelerini kullandı. Bugüne kadar büyük devletler hep Rum-Yunan ikilisinin yanında yer alırken Kıbrıs Türk'lerine haksızlık yapmışlardır. 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ve bu karara atıfta bulunularak alınan kararlar Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmasını bugüne kadar engellemiş ve engellemeye devam etmektedir. 52 Öte yandan 1990’da GKRY’nin AB’ye müracaatının kabulü ve gündeme alınması ilerleyen tarihlerde AB’ye üyelik başvurularının değerlendirilmesi ve 1 Mayıs 2004 itibariyle de AB’ye Kıbrıs Cumhuriyeti olarak alınmaları , Kıbrıs’ta “meşru hükümet” olarak kabul görülmeleri Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önemli bir nedeni olmuştur. İngiltere, ABD, Rusya, BM ve AB’nin artık Kıbrıs Türk halkına reva gördükleri haksızlıklara son vermeleri zamanı gelmiştir. 186 sayılı karar yarım asırlık süreçte tüm barış ve uzlaşı yollarını tıkamıştır. Bu karar sonrası bu karara atıfta bulunularak alınan 541(1983), ve 550(1984) kararları diğer BM kararlarıyle birlikte yeniden gözden geçirilme zamanı gelmiştir. Kıbrıs’ta kalıcı barış ancak güvenliğin sağlanması ve egemen iki devletin varlığının kabul edilmesiyle gerçekleşebilir. Temennimiz, öncelikle ambargoların ve izolasyonların en kısa sürede kaldırılması ve KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiada hak ettiği yeri alması için anavatanımızın desteğinde çalışmaların bir an önce başlamasıdır….. OCAK-ARALIK 2015 KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN TANINMA TALEBİ GÜNDEME GELMELİDİR 4 MART 1964 tarih ve 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararları ile Kıbrıs’ın “meşru hükümet”i olarak kabul edilen Rum Yönetimi gelinen aşamada BM ve AB tarafından tanınmaya devam ederken yarım asırdan beri Kıbrıs Türk halkı ambargolar altında yaşamaya mahkum edilmektedir. Öte yandan Rum Yönetimi Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye Cumhuriyetinin Rum Yönetimine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyetini tanıması ve limanlarını sözüm ona Kıbrıs Cumhuriyeti’ne açmasını istemektedir. 1968 yılından beri BM parametreleri çerçevesinde devam eden görüşmelerden umutlar kesilmiştir. Rumlar, Kıbrıs’ta “meşru hükümet” olarak tanındıktan sonra “zaman kazanmak” için görüşme masasında oturmaya devam ederken AB , ikiye bölünmüş bir adayı bütün kabul ederek Güney Kıbrıs Rum Yönetimini AB’ye kabul etmekle Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünde önemli bir rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. GKRY’yi, “Kıbrıs” olarak AB’ye üye yapanlar Kıbrıs sorununun çözümünü engellemektedirler. Kıbrıs Türk halkının beklentisi her iki tarafa da eşit muamele yapılmasıdır. BM ve AB’nin Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs’ta “meşru hükümet” olarak tanıması Kıbrıs Türk halkına karşı yapılan büyük bir haksızlıktır. Rum-Yunan ikilisinin ; BM veya AB normları çerçevesinde kurulmasını düşledikleri çözümde KKTC’ye yer yoktur. Büyük mücadeleler vererek ve bedeller ödeyerek bugünlere gelmiş olan Kıbrıs Türk halkı, self-determinasyon hakkını kullanarak KKTC’yi ilan etmiştir. Rum-Yunan ikilisi KKTC’yi kabullenemezken İngiltere, ABD ve Rusya’nın etkisinde kalan BM ve Yunanistan’ın etkisinde kalan AB , KKTC’nin bir Ulus-Devlet olarak doğuşunu kabullenemediler. Kıbrıs’taki gerçekler ve Kıbrıs Türk halkının varlığı ve hakları görmezden gelindiği sürece Kıbrıs’ta kalıcı bir barış ve çözüm sağlanamaz. KIBRIS MEKTUBU Kıbrıs Türk halkı 30 yıldan fazla egemen bir devlete sahiptir. KKTC’nin varlığı Kıbrıs’ta barışın teminatıdır. Ancak unutmayalım ki görüşme masasında oturmaya devam ettiğimiz sürece , bizi kimse tanımaz. Bize düşen görev, öncelikle anavatanımız Türkiye ile birlikte hareket ederek tanınma istemek için yola çıkmaktır. Buna önce kendimiz inanmalıyız.KKTC’ye önce kendimiz sahip çıkacağız. KKTC’nin uluslararası hukuk altında tanınma hakkımız olduğunu devamlı surette dile getirmeliyiz. Uluslararası Hukuk alanında KKTC’nin neden tanınması gerektiğini yabancı diplomatlara belgelerimizle anlatmamız gerekmektedir. BM’nin KKTC’nin tanınmasını engellerken aldığı kararın Uluslararası Hukuk’a aykırı olduğu izah edilmedilidir. Kıbrıs Türk halkı , Self – Determinasyon hakkını kullanarak KKTC’yi kurmuştur. Ama ne yazık ki bugüne kadar KKTC’yi anavatanımız Türkiye’den başka tanıyan olmamıştır. Dünya , Kıbrıs Türk halkının iradesine ve self-determinasyon hakkına saygı göstermemektedir. Hak ve adaletin savunucusu durumunda olması gereken BM, aksine KKTC’nin tanınmaması için kararlar üretmektedir. Ne zaman tanınma isteyeceğiz? Biz istemezsek , biz israrcı olmazsak KKTC kimsenin umurunda değildir!.. Kıbrıs Türk halkı ve Kıbrıs Rum halkı 1960 yılında kurulan eşit ortaklık ve egemenliğe dayalı devlet yapısı içinde en etkin teminata ve düzenlemelere rağmen arzu edilen barışa ve huzura kavuşamadı ve bugünlere gelindi. Geçmişte yaşanan tecrübeler varken şimdilerde bize egemenliği olmayan , iki kesimlilik vaad edilmekte ve azınlık hakları verilmek istenmektedir. Hiç kimsenin bize geçmişi yeniden yaşatma hakkı yoktur… Yeni Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis de geçmişteki Rum liderlerinden farklı değil!.. Anastasiadis de Kıbrıs sorunu 1974’de başladı diyor ve Kıbrıs’ta çözümü sözüm ona “işgal ordularının ve yerleşiklerin çekilmesi” olarak görüyor. Yine Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis, anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantisine karşı çıkarak Kıbrıs’taki mevcut 1960 garantörlük sistemi, “ başka bir çağda farklı koşullarda oluşmuştu” diyerek , “ Kıbrıs’ın BM ve AB üyelikleri , Kıbrıs için yeterlidir” diyor. Diğer yandan , Yunanistan Cumhurbaşlanı Karalos Papulyas , “Kıbrıs’ta bir tek Türk askeri kalmamalı” diyor. Yine, Yunan Başbakanı “Kıbrıs konusunda BM kararları geçerlidir ve zemin olarak kabul edilmelidir” diyerek , iki devletli çözümü aklınızdan çıkarınız demek istiyordu. Rumlara göre “Adil ve kalıcı çözüm” , Kıbrıs’ta, “meşru hükümet” olarak görülmeleridir. Rum tarafı, görüşmeler sırasında , AB üyeliği sıfatının arkasına sığındığı sürece çözüm ve anlaşma konusunda ümitlenmeyelim . Hem zaten çözüm, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış harekâtıyla gerçekleşmiş ve KKTC’nin ilanıyla da perçinleşmiştir. Geriye kalan sadece anlaşmadır.Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tüm Kıbrıs üzerindeki iddiasını sürdürdükçe , “meşru hükümet” olduklarını iddia ettikçe Kıbrıs sorunu çözümlenemez. Rumlar , AB normları çerçevesinde Enosis’e kavuşmak isterken Kıbrıs Türk halkı, KKTC’nin yaşatılmasını ve egemen varlığının devamını istemektedir. Kıbırıs Türk halkının kurduğu egemen KKTC devletinin uluslararası Hukuka göre tanınma hakkı vardır. Kıbrıs Türk'ünün görüşme masasında daha fazla zaman kaybetmesine tahammülü yoktur. Çözüm ancak Kıbrıs’taki gerçeklerin kabulü ile mümkündür. KKTC’nin tanınma talebi anavatanımız Türkiye ile işbirliği içerisinde mutlaka gündeme getirilmelidir.... KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ TANINMALI GÖRÜŞMELER İKİ DEVLET ARASINDA YAPILMALI Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yeni Başkanı Anastasiadis ve hükümetinin görüşme masasına oturmaya niyeti yok görünüyor. Kıbrıs sorunu ile ilgili görüşmelere taktik icabı katılan Rum tarafı Hristofyas döneminde olduğu gibi görüşmelere başlamadan takvime hayır diyor. Fileleftheros Gazetesi’nin;Downer, Anastasiadis’e “Deswww.kibristkd.org.tr 53 KIBRIS MEKTUBU tek ve Anlayış gösterdi” başlıklı haberine göre Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis,geçen hafta görüşme yaptığı BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanın şu anda Troyka ile müzakerelere odaklandığı için Kıbrıs sorununa efor harcayamayacağını söyleyerek “Eylül’de buyurun” demiştir. Anastasidis, Kıbrıs Rum tarafının , talep ettiği çözümün taslağını yeniden belirlemek ve yeni Ulusal Konsey’i yürürlüğe koymak için zamana ihtiyacı olduğunu söylerken ; iki tarafın yeniden müzakere yörüngesine girmesi için daha kat edilmesi gereken çok yol olduğunu söylemiştir. Anastasiadis ,şimdi de başka telden çalıyor. Rum basınına göre Anastasiadis hükümeti, “Yunanistan, Türkiye ve AB’nin sürece katılımını tercih ediyor”. 54 Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, Kıbrıs sorununda yeni bir yöntem tercih etmekte olduğunu yazan Fileleftheros gazetesi, Rum Dışişleri eski Bakanı Yoannis Kasulidis’in Türkiye’de yayınlanan Milliyet gazetesine verdiği demeçte , yeni hükümetin Kıbrıs sorununda atılacak adımlarla ilgili niyetlerinin sinyalini verdiğini , bununla birlikte , önümüzdeki aylarda Ankara’ya yönelik açılımlar ilan ettiğini kaydetmiştir. Politis Gazetesi ise , Kasulidis’in demecinde anlattıklarına dayanarak , Anastasiadis hükümetinin , ya olumlu bir sonuç çıkması ya da Türkiye’nin uluslararası toplumun gözünde zor durumda kalması amacıyla ; çözümün topunu Türkiye’nin sahasına atmaya istekli olduğu yorumunda bulunmuştur. Kasulidis’in tam da bu sebepten dolayı , Anastasiadis hükümeti’nin kurmak istediği müzakere sürecine , AB ve Türkiye’nin de katılması gerektiğine işaret ettiğini yazan gazete , Türk tarafının ise iki devlet çözümü değil, federasyon çözümü istediği konusunda taahütte bulunması gerektiğine işaret edildiğini kaydetmiştir. Diplomatik kaynaklara atfen ayni kaynaklar; “ Maraş’ın açılıp Kıbrıslı Rumlar'a iade edilmesi, Türk Deniz ve hava limanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti’ne açılması ve işgal bölgelerine doğrudan uçuşlar ve ticaretin başlamasına ilişkin adımlar da dahil olmak üzere , eski önerilerin yeniden ileri götürülmeye çalışıldığını” söylemişlerdir. OCAK-ARALIK 2015 Büyük güçler, Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk halkına 1960 anlaşmalarından daha sağlam ve Kıbrıs Türk halkına daha güvenli bir gelecek vaad etmemektedirler. Büyük güçler yarım asırdan beri Kıbrıs Türk halkına haksızlık yapmaktadırlar. Kıbrıs Türk halkına 50 yıldan beri reva görülenler bizi bu yönde düşünmeye sevketmektedir. Rum tarafı , Kıbrıs sorununun 1963’de Kıbrıs Cumhuriyeti iki halkın eşit ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Enosis amaçlı olarak yıkılmasından kaynaklandığını kabul etmelidirler. Rumlar , Kıbrıs Türk halkının en az kendileri kadar hak sahibi olduğunu ve Kıbrıs Türk' ünün ayrı bir halk ve millet olduğunu kabul etmelidirler. Hugo Gobbi ve Perez De Cuellar bu konuda geç de olsa gerçekleri görerek “ Kıbrıs’ta BM’nin iki halktan tek halk ve iki milletten tek millet yaratmak siyaseti gerçekçi değildir ve bu siyaset iflas etmiştir” demişlerdir. Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm ve barış yıllardır reva görülen adaletsizliğin üzerine kurulamaz. Yarım asırdan beri BM’in, Rum Yönetimini Kıbrıs’ta , “meşru hükümet” olarak tanıması ve ilerleyen yıllarda alınan benzeri BM kararlarıyla da Kıbrıs Rum'larını koruyan BM ve ona destek veren AB Kıbrıs sorunun çözümsüz kalmasında başrolü oynamışlardır. Kıbrıs Türk halkı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni her ne pahasına olursa olsun yaşatmak azminde ve kararındadır. Rumlarla görüşme masasında bir elli yıl daha geçirmeye tahammülümüz yoktur. Rumlarla geçmişte belirlenen BM parametreleri çerçevesinde görüşme masasına oturmamız hata olacaktır. Tıpkı Annan Planı sonrası yapıldığı gibi !.. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti egemen bir devlettir. Güneyde de egemen bir devlet vardır. Görüşmelerin iki devlet arasında yapılması gerekmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmadan görüşme masasına otumamız yapılan hataların tekrarı olacaktır.... KIBRIS MEKTUBU Kemal ALTINKAYA ESENBOĞA HAVA LİMANINDA KAYBETTİĞİM EMANET Sene 1963 Eylül ayının 28’i yaş, 23. A.Ü Fen Fakültesi Kimya Yüksek Mühendisliği bölümünde öğrenciyim.1958–1959 ders yılında başladığım bu bölüm 5 yıllık. Henüz mezun olamadığım için bugün tahsilime devam etmek üzere Lefkoşa Hava Limanından THY ile Ankara’ya uçuyorum. Kıbrıs’ta bu yıllarda, ilkokul meselesi çoktan halledilmiş olduğundan, hemen hemen tüm çocuklar ilkokul mezunu. Ortaokul ve de lise ve dengi okullara baktığımızda; kasabalarda ortaokullar mevcut. Lise ve dengi Lefkoşa’da, erkekler için Lefkoşa Türk Lisesi, kızlar için Viktorya Kız Lisesi, ayrıca İngilizce eğitim veren, English High School ve Larnaka’da, American Academy okulları mevcut. Mamafih ortaokul sonrası evden uzak olan bu okullarda çocuklarını okutabilmek, ekonomik olarak her babayiğidin harcı değildi. 1938 doğumluların orta üçe başladıkları 1952–1953 ders yılında mevcut ortaokulların her yıl bir derslik daha ilave edilerek liseye kavuşturulmalarına Türk Cemaati ileri gelenleri karar verdi. Böylece biz Mağusa kazası öğrencilerinin, Kutup Osman Efendi Türbesinde yerleşik eğitim gördüğümüz Mağusa ortaokulu 1953–1954 yılında “Mağusa Namık Kemal Lisesi” olarak büyümeye başladı. Hatıralarım beni yanıltmıyorsa, bu kararın arifesinde veya hemen sonrasında. T.C. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel Kıbrıs’a gelerek okulumuzu ve bizleri ziyaret etti. O günden sonra ihtiyaç duyulan öğretmen eksikleri, Türkiye’den gönderilerek tamamlanmaya başladı. Bu hareketin neticesi olarak 1955–1956 ders yılı; Kıbrıs’ta Türk çocuklarının kitle halinde lise ve dengi okullardan mezun vermeye başladığı yıldır. Bu patlamadan bir yıl önce yani 1954–1955 ders yılında, lise ve dengi okullardan mezun olan mütevazı sayıdaki Türk gencinin bir kısmı memur olarak, devlet dairelerinde istihdam imkânı bulurken, bir kısmı da ilkokullara öğretmen yetiştiren “Öğretmen Koleji’ne” girdiler. Kıbrıs Türklüğünün o devirde öncelikli ihtiyaç duyduğu ortaokul-lise öğretmeni Ziraat-Hukuk-Veteriner-Tıp-Siyasal-Ekonomi-Muhasebe ve diğer alanlarda çok büyük boşluklar vardı. Fakat ailelerin, o tarihlerde bu mezunları üniversitelere gönderecek maddi olanakları çok çok kısıtlı idi. İşte tam bu noktada devreye Türkiye’de Ankara ve İstanbul’da Türk Bürokrasisinde tepelere kadar tırmanmış Kıbrıs kökenlilerin kurduğu dernek “Kıbrıs Türk Kültür Derneği” devreye giriyor ve Türkiye Devletinin örtülü maddi desteği ile bu gençlere burs vererek onları Kıbrıs’ta ihtiyaç duyulan alanlar için Fakültelere yerleştiriyor. Bu, herhalde ileriyi gören, görünmez eller tarafından tam da zamanında hazırlanıp devreye sokulan müthiş isabetli bir proje. Çünkü bildiğiniz gibi malum aşamalardan sonra Rumlarla beraber ve yüzde yetmişe otuz ortak olarak kurmuş olduğumuz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 15 Ağustos 1960’ta fiilen hayata geçişinin arifesinde ilk mezunlarını vermeye başlayan bir proje. Ben 1957–1958 ders yılında Mağusa Namık Kemal Lisesi’nden bu projenin üçüncü adımını yakaladım derken, heyhat, burs verme projesinin bir prensibine takıldım. Her aileden sadece bir çocuğuna burs veriliyor. Ben ailenin ikinci çocuğu ve birinci çocuk 1956’da birinci adımda Ankara Ziraat Fakültesi’ne girerek bu şansı kullanmış. Baba 1956 Şubatı’nda vefat etmiş. Bu nedenle belki burs alabilirim diye, 5 yıllık ve de zor, o nedenle pek tercih edilmeyen bir bölümü seçmişim. “Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Yüksek Kimya Mühendisliği ” ama nafile. İş başa düştü hem çalış hem kazan, hem de oku. Tatillerde Mağusa Limanı’nda Tahmil Tahliye işçisi olarak çalış, ayrıca her yaz 15–20 arkadaşla birlikte hiç unutamadıwww.kibristkd.org.tr 55 KIBRIS MEKTUBU ğım rahmetli Polis Çavuşu Hasan İskeleli ağabeyimiz yönetiminde hazırladığımız bir tiyatro oyununu sahneye koyarak, Mağusalıların alıştıkları ve bekledikleri bir sosyal faaliyetin devamını sağlarken bir yandan da üniversite tahsili için gerekli parayı kazan. 56 İşte yazımın başlangıcında bahis ettiğim gibi tahsilimin altıncı yılı için Türkiye’ye, Ankara’ya uçmak üzere Lefkoşa Hava Alanındayım. Bir baba yanıma yaklaştı. Bana sorduğu birkaç soru ile benim de üniversite öğrencisi olduğumu ve Ankara’ya gitmekte olduğuma kanaat getirdikten sonra, Ankara’ya tahsile göndereceği on sekiz yaşındaki lise mezunu oğlu, Mehmet Ali Hacı Şevki’yi, kendisine bu yolculukta yardımcı olmam için bana emanet etti. Baba oğlunu bana emanet etti, etti de ben onu Esenboğa Havalimanı Terminalinde kaybettim. Ara, tara hiçbir yerde yok. Genç Mehmet Ali Hacı Şevki kayıplara karıştı. Biz 1963 yılının 28 Eylül’ünde Lefkoşa-Ankara yolculuğunda bu anlattığımı hakikaten yaşadık ama bunun gerisi var. Üç ay sonra aynı yıl 1963 21 Aralık’ta Rumlar, Türklere saldırılara başladılar ve 70/30 Rum/Türk ortaklığı olarak kurulmuş olan cumhuriyetin üçüncü yaşını dahi doldurmasına müsaade etmeden, hükümeti ve devleti gasp ettiler. Bildiğiniz gibi Türkler hükümetten ve devletten dışlandılar ve bütün Kıbrıs Türk Halkı küçük küçük gettolara hapsedildi. Türkiye fakir fukara kaynıyor. Biz, Türkiye’deki üniversite öğrencileri perişan… Ailelerimizden haber alamıyoruz ne yapacağımızı bilemiyoruz. Pasaport kayıtlarıma göre, ben; birçok öğrencinin yaptığı gibi 1 Şubat 1964’te Kıbrıs’a geri döndüm. Kıbrıs’ta memurlar işe gitmiyor. Tüm Türkler, bulundukları yerlerde mahalle sınırlarında evlerde, sokaklarda geceleri, çaktım almazlar, av tüfekleri ve sopalarla nöbet tutuyorlar. Günler geceler bu minval üzerine akıyor ama hiçbir müspet veya menfi gelişme, değişme emaresi görülmüyor. Bu sebeple, tekrar 16 Nisan 1964’te Mağusa Limanından vapur ile ayrıldım. Tahsilimi bıraktığım yerden devam ettirmek üzere Türkiye’ye döndüm. Döndüm dönmesine ama dönüşümün OCAK-ARALIK 2015 arifesinde, Mağusada çarşı meydanında mahallemizin “Baykal Mahallesi” TMT sorumlularından bankacı Erdoğan ağabeyimle bu hususu konuşurken, ağzından, o gün hiçbir mana veremediğim ‘git git de yarın başka taraftan gelirsin’ diyen kelimeler döküldü. Bu kelimeleri ben duydum duymasına da; anlayamadım, bir mana veremedim ve unuttum. O günler Türkiye’de topu topu beş adet üniversite var. İkisi Ankara’da, ikisi İstanbul’da, biri de İzmir’de. Bu beş üniversitede o günler tahminen yaklaşık, bin adet Kıbrıslı üniversite öğrencisi var. Bunların yaklaşık 250 tanesi kız ve 750 tanesi erkek. Bu 750 erkek öğrencinin 450 tanesi, on beş-yirmi günlük hızlandırılmış, nazari ve fiili, askeri eğitimden sonra; manga düzeninde, silahlandırılmış olarak ve partiler halinde Anamur sahillerinden Kıbrıs’ta Erenköy sahiline, gece karanlığında çıkarılıyoruz. Ben bu operasyonun seksen kişilik beşinci partisinde on dokuzuncu sırada kayıtlı ‘Kemal Altınkaya’ 23.05.1964 tarihinde koyu karanlık bir gecede, iki hücumbottan birinde, sonra bir balıkçı kayığında, oradan da birilerinin omzunda Erenköy sahiline ayakbastım. Sonra bizi götürdükleri Erenköy camiinin zemininde sırtımda taşıdığım battaniyeme sarılarak sızdım. Otuz-otuz beş gün kadar Erenköy’de kaldıktan sonra, komutanımız tarafından Manga Komutanlığına terfi ettirildim ve Selçuklu köyüne bağlı Yüksek Tepede, Mehmet Savarona’dan mangasını teslim almak üzere görevlendirildim. Yola üç kişi olarak çıktık Şinasi Mustafa; mangası ile Yüksek Tepede görevli. Bir müddet önce orada Rumlarla giriştikleri küçük bir çatışmada poposundan vurulmuş. Tedavi için Erenköy’e gelmiş, iyileşmiş mangasına geri dönüyor. İkinci Salahi Ahmet; henüz on sekiz yaşında Tıbbiye Talebesi. Ak pak yüzlü, çakı gibi bir delikanlı. Selçukludaki arkadaşları ziyarete gidiyor… İleride belki sırf Salahi’yi anlatan bir yazı yazabilirim. Ve ben… Tam teçhizatlı üç mücahit, derin vadilerden geçerek ve de adı üstünde “Yüksek Tepe” birçok tepeye tırmanarak üç dört saatlik bir yürüyüşten sonra, kan ter içinde önce Selçuklu Köyüne sonra da Yüksek Tepedeki mevzilerimize varıyoruz. Bu koca tepede üç manga görev yapıyor. KIBRIS MEKTUBU Bir hafta burada görev yaptıktan sonra, hatırımda kaldığı kadarıyla, sırf Mağusalılardan oluşan, Eşber Serakıncı’nın mangası ile yer değiştirdik. Onlar Yüksek Tepeye tırmanarak yol alırken, biz de Bozdağ köyüne iniyoruz. Bozdağ vadi içinde bir köy. İki tarafı yüksek tepelerden oluşan bir vadi ile deniz kenarındaki Türk köyü olan Mansura’ya ulaşır. Mansura’da, sırtımızı denize verip kuzey güney istikametindeki vadimize baktığımızda; sağ tarafta Mansura Köyünün sırtında Mosfili Tepesi ve Mosfili Köyü (Rum köyü), sol tarafta ise Mali Tepesi bulunuyor. Bu tepeyi Mansura Köyüne bağlı üç manga tutuyor.”35 silahlı mücahit”. 1 Ağustos 1964’te 62 kişiden oluşan dokuzuncu gurup Erenköy’e geldi. Bu gurupla beraber efsanevi komutanımız Sn. Rıza Vuruşkan ve de Sn. Rauf Denktaş Bey’de vardı. Sn. Komutanımızın gelişiyle birlikte çok hızlı bir şekilde başıbozuk mangalar düzeninden, Manga-Takım-Bölük düzenine geçtik. Haberleşme sistemimiz elden geçti. Her köyde merkezi yönetim için muhkem yerler yapıldı. Bu komuta merkezlerinin Erenköy’deki komuta merkezi ile haberleşme sistemi tamamlandı. Böylece 5-6 Ağustos’ta başlayan 1964 Erenköy savaşına, başıbozuk mangalar düzenini terk etmiş Manga-Takım-Bölük düzeniyle daha organize bir şekilde girdik. Bozdağ köyünde köyün doğusundaki tepeleri bir takım. Batısındaki tepeleri ikinci takım, giriş ve çıkışındaki vadilerle köy içini bana bağlı üçüncü takım tutuyordu. 25 kilometre karelik; iki tanesi sahilde biri vadi içinde, diğer ikisi de tepe üstlerinde konumlu beş adet Türk köyü; ayrıca tam ortamızdaki konumda tepe üstüne oturmuş Mosfili isminde küçük bir Rum köyünden oluşan; çok arızalı ve ormanlık bir bölgede, eli silahlı yaklaşık 700 Türk’e karşılık 15000 kişilik bir Rum ordusu ile savaşa tutuştuk. İlk düşen 35 kişinin koruduğu ama 350 civarında Rum komandonun saldırdığı Mali Tepesi oldu. Böylece bir tarafta Mosfili Rum Köyü, diğer tarafta Mali tepesi elden gidince bizim köy Bozdağ, Mansura köyü ve denizle irtibatımız koptu. Savaş bütün hızıyla, bütün gün devam etti. Hal böyle olunca köyü boşaltmaya karar verdik. Gecenin karanlığında öncelikle Birleşmiş Milletler askerleri yardımı ile, çoluk çocuk, kadın ve ihtiyarları emniyete aldırırken, bizler de bütün silah ve ağırlıklarımızla önce tepeleri boşaltarak sonra vadi içinden avcı kolunda yürüyerek ilk Mansura köyüne vardık. Vakit gece yarısını geçmiş, iki iki-buçuk, silahlar patlamaya devam ediyor. Mansura’ya varışta tam 99 adet eli silahlı adam saydım. O ana kadar bizim köyden hiç kayıp yok. Burada bir miktar soluklandıktan sonra yürüyüşe devam ederek Erenköy’e doğru yol aldık. Şafak sökmezden önce, bugünkü şehitliğin bulunduğu yerde komutanımız üsteğmen ‘Cenk’ kod adlı Ali Atun bizleri karşıladı. “ Bozdağ gurubu yeni hattınız Rüzgarlı Tepe, haydii göreyim sizi aslanlarım komutuyla “ bu tepeye tırmanmaya başladık. Bu Rüzgârlı Tepe sadece Erenköy’e çıkarma yapılacak olan gecelerde, Mosfili Rum Köyüne karşı emniyet için tutulan bir tepe idi. İşte genelde nöbet tutulmayan, boş olan bu tepeye süratle tırmanarak yeni savaş hattımıza yerleşmeye başladık. Başladık ama şafak sökerken hattı balaya kadar ulaşan öncülerimizden; bir bubi tuzağına; bir şehit, bir de yaralı verdik. Tuzak bir taşın altına, pimi çekilerek yerleştirilmiş, saniyesiz bir el bombası idi. Mücahidimiz hattı balada yatar vaziyette Mosfili Rum köyündeki düşmanı gözlerken karnı altında kalan ve kendisini rahatsız eden taşı çekerken patlayan bomba ‘Ali Fevait’i şehit ederken diğer bir mücahitimiz ‘Hüseyin Angolemli’yi de elinden yaraladı. Savaş o gün hiç durmamacasına bütün cephelerde bütün şiddetiyle devam etti. Şehidimizi şehit düştüğü yerden ancak gece karanlığı çöktükten sonra alabildik. Savaşın içinde, 9 Ağustos gecesi bir çıkarma daha yapılacağı haberi yayıldı. Bu habere çok sevindik. Çünkü Türk Ordusunun adaya çıkacağını ve bizi takviye ederek, bizlere bir miktar uyuma ve istirahat etme imkânı sağlayacağını düşünüyorduk. Hâlbuki bu onuncu çıkarma gurubunda çıka çıka son geriye kalmış 40 üniversite öğrencisi mücahit ve bol miktarda cephane ve yiyecek konserveler geldi. Ve o gece Sn. Denktaş ve de harp muhabiri rahmetli Ömer Sami Coşar’ın savaş içinde çektiği www.kibristkd.org.tr 57 KIBRIS MEKTUBU fotoğraf bobinleri ve haberleri, geri dönen hücumbotlarla Türkiye’ye ulaştı. Savaşın bu en civcivli ve nerede ise göğüs göğse girişilecek noktaya geldiği safhada Türk Ordusunu beklerken 40 mücahidin daha gelişi ve cephane içinde tepkisiz top ve mermilerinin de oluşu; tüm cephedeki mücahitlerin tümünde yarattığı şok moral çöküntüsünü; hemen espri olarak uyarladığımız “40 Topçu Subayı geldi” sloganı ile hafifletmeyi becerdik. Netice itibarıyla Rum Ordusu yoğun ve ağır bir bombardımanla bizleri ezerek ve de İzmir’in rövanşını almak üzere bizleri denize dökmeye hazırlanırken tam da son dakikalarda uçaklarımız gelerek iki günlük bombardımandan sonra savaşı lehimize döndürdü ve ateşkesi sağladı. 58 Ateşkes oldu. Rahatladık, nefes almaya başladık ama bütün cephe boyunca 24 saat kesintisiz silahların emniyeti açık nöbet tutmaya devam ediyoruz. Derken karargâhımıza yıldırım düşmüş gibi bir haber ulaştı. Nöbet değişimi sırasında, bir arkadaşımızın bastığı taşın altında pimi çekilmiş bir el bombası yatıyor. Olduğu yerde kımıldamamacasına durdurulmuş. Derhal arkadaşlar fırladılar, oraya vardılar. Fevzi Çakmak ile Tansu Yeşilada el bombasına pim takarak emniyetli hale getirilen bombayı ve taşa basan genci getirdiler. Bir de ne göreyim, bana Lefkoşa Hava Limanında emanet edilip de benim Esenboğa Hava Limanında kaybettiğim Mehmetali Hacı Şevki önümde duruyor. Ona gel buraya diyerek, sıkı sıkı sarıldım, alnından öptüm. Onu, bir daha kaybetmemek, gözümün önünde ve koltuğumun altında olması için Bölüğümüzün “4. Bölüğün” yazıcısı yaptım. Bu savaşta Bölüğümüde şehit düşen arkadaşımızın adını da ölümsüzleştirmek için tüm bölük arkadaşlarımızın kararı ile Tepemize verdik. O günden sonra 4. Bölüğün tepesi “Rüzgârlı” yerine “Fevait Tepe” olarak değişmiş oldu. 5–6 sene önce 8 Ağustos savaşı ve şehitlerini anma törenine katılmak amacıyla Erenköy’ü ziyaret ettiğimde bütün tepelerin isimlerinin değiştirilmiş olduğunu, derin bir üzüntü içinde öğrendim. O tepenin adı, “Anomamilo- Rüzgârlı Tepe”. Biz o tepede çarpışanlar, hepimiz o OCAK-ARALIK 2015 tepeye Ali Fevait’in adını layık gördük onun ismini verdik. Bugün bu yazımı okuyacak olanlara ve yetkililere tüm 4. Bölük Mücahitleri adına bilgi ve gereği için; Selamlarımla. KEMAL ALTINKAYA “KAYA REİS” NOT : GRIVAS EOKA yeraltı örgütünün kurucusu ve yöneticisi kıbrıs doğumlu bir rum. Yunanistan’ da yunan ordusunda görevli. I.Dünya Savaşı sonrası Anadolu’ya çıkan yunan ordusunda görev almış ve komutan Trikopis’in mahiyetinde Sakarya cephesine kadar gelmiş ama sonra İzmir’den denize dökülenlerin arasında yeralmıştır. İzmir’ de denize dökülenlerinin rövanşını Erenköy’de bizi denize dökerek almak istemiş ve radyolardan tüm kıbrıs rumlarının bizim denize dökülüşümüzü görmeleri için Erenköy sahillerine çağırmış. Ama Anavatan’dan gelen uçakların sayesinde biz kurtulduk , Grıvas’ın denize dökülmemizi seyretmek için çağırdığı kıbrıs rumları bombardımandan telef olurken Grivas’ ta sukutu hayale uğramıştır. KIBRIS MEKTUBU Rauf ÖZHUN MİNİK ADACIĞIN BÜYÜK DİRENİŞÇİLERİ Ezelden beri hür yaşamış olan Türkler, 1040 Dandanakan Savaşı’ndan sonra Doğu’dan Batı’ya yönelmişlerdir. 1878 yılında kaderlerine terk edilen Kıbrıs Türkleri kan ağlamaya başlamışlardı. Kıbrıs’ın Kurutepe Köyünden olup da esaret devri başlamadan önce askerlikten köylerine dönen Süleyman Yanekin, Hasan Onbaşı, Laz Hüseyin, Yusuf Sipahi ile o dönemin köy muhtarı Hüseyin Kusella milli anlayışla örgütlenerek İngilizlere karşı direnmeye başlamışlardı. Daha sonraki yıllarda Rumlar, Türklerin yaşama hakkını ellerinden almak isteyince adanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Yeşilırmak Bölgesindeki Türkler de büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ten ilham alarak kadını ,erkeği, genci ve yaşlısıyla ortak bir amacı gerçekleştirmek için omuz omuza tek bir yumruk halinde çalışmalara başlamışlardı. Ateşin ilk kıvılcımı 21 Aralık 1963 tarihinde alevlenmeye hazır duruma gelinceye kadar yöre halkı, içinden çıkan öz evlatlarının çalışmalarıyla örgütlenmişlerdi. Bu arada Erenköy Bölgesi yiğit balıkçılarının koskoca dalgalarla boğuşarak zifiri karanlıktan istifade ederek Türkiye’mizden Yeşilırmak kıyılarına getirdikleri savaş malzemelerini Lefkoşa’ya ulaştırmışlardır. Rumların katliamlara başlaması üzerine onlara geçit vermemek için Yeşilırmak bölgesinde 20 Tepe üzerinde inşa ettikleri beton mevzilerde: Yaz-Kış, Gece-gündüz, soğuk-sıcak, yağmur-çamur demeden herhangi bir yılgınlık ve bıkkınlık göstermeden bir avuç insan, topraklarını, bayraklarını, namuslarını ve şereflerini korumaya başlamışlardı. Bu arada Yeşilırmak bölgesinin kuzeyinde yer alan Yeşilırmak Adacığı (Kayalığı) veya orijinal adı Petra Tu Limnidi olan Minik Adacığı koruma altına almışlardı. Çünkü, Adacığın stratejik önemi çok büyüktü. Bunu milli mücadelemizde, Kıbrıs davamız için lâzım olan savaş malzemelerinin getirilmesinde ve teslim alınmasında bir nirengi noktası olarak kullanmışlardı. Bu minik adacığı eğer Rumlara kaptırmış olsaydık; Yeşilırmak bölgemizde ve adanın diğer birçok Türk bölgelerinde kim bilir daha ne kadar vahim katliamlarla karşılaşmış olacaktık!!! Bu minik adacığın büyük direnişçileri, bölge Rum çocuklarına üzerine çıkmalarına izin vermeyen Türk çocuklarıdır. Bu minik adacığın büyük direnişçileri yazımın başında arz ettiğim gibi kahraman Kurutepe’liler, Günebakan’lılar, Yağmuralan’lılar, Süleymaniye’liler ve Yeşilırmak’lılardır. Bu minik adacığın büyük direnişçileri kahraman Türk Ordusunun cesur pilotlarıdır. Cengiz Topel’lerdir. Bu minik adacığın büyük direnişçileri İngiltere ve Türkiye’de öğrenimlerini ve iş yerlerini terk edip milli Kıbrıs Davasına katkıda bulunmak amacıyla Kıbrıs’ın Erenköy Bölgesine çıkıp oradan Yeşilırmak Bölgesine geçen Kıbrıs kökenli Türk gençleridir. Düşmana bir karış toprak vermemiş Türk’ün namus ve şerefini korumuş, Türk’ün bayrağını en yüksek noktalara dalgalandırmış Yeşilırmak ve yöre halkının yaşadığı bu cennet vatan parçasının son günlerde Rumlara terk edilewww.kibristkd.org.tr 59 KIBRIS MEKTUBU ceğine dair elden ele dolaştırılan bir harita var. Gelirlerse gelirler.. Başımızın üzerinde yerleri vardır. Onca kan, emek, gözyaşı ile savunduğumuz ve Rumlara kaptırmadığımız bu güzelim toprakların Rumlara verilmesi kimin gönlü razı olur? Ama, Kimin malını kime veriyorlar? Ve bunun karşılığında ne alıyorlar? Gerçekten bunu anlamakta ve anlatmada zorlanıyoruz. Birçok vatandaşlarımız tavizin bir safsata, sonu gelmez bir hata olduğunu, Rumların kopardıkları her tavizi heybelerine attıklarını ve 1955 yıllarında terör örgütü EOKA faaliyete geçerken ne düşünüyorlarsa bugün de aynısını düşündüklerini bilmiyorlar gibi geliyor bana. 60 Bugün küresel haritacıların devreye girmesiyle Kıbrıs Türkleri, sonucu görmediği bir oyunla karşı karşıyadır. Bu ayak oyunlarını bozmak için Yeşilırmak bölge halkı, Türk toprakları içerisinde olan Katolik Kormacit Köyü’ne tanınan statükonun bir benzerinin Rum parça devletine bırakılması öngörülen Yeşilırmak bölgesi Türk halkına da tanınmasını arzulamakta olduğunu ilân etmişler. Değerli dostlar, Bugün Türk milletinin başında dolaşan kara bulutlardan birçok vatandaşlarımız hipnotize edilmiş gibi hiç ama hiç farkında değillerdir. Günümüzde Türkiyemiz dışında kalmış ırkdaşlarımızdan söz açan ırkçı, dindaşlarımızdan söz açanı gerici, topraklarımızdan söz açanı Turancı diye damgalar ve hiçbir şey yapmazsak Kıbrıs elden gidebilir. Kıbrıs, aldatıldığımız için değil, aldandığımız için elden gidebilir. Kıbrıs, Kıbrıs’lı Türk’ünün şehit vermek istememesinden değil, göç vere vere tükenmesi yüzünden elden gidebilir. Değerli dostlar, Bizim yolumuz Atatürk’ümüzün çizdiği yoldur. Bu yoldan gitmeye devam edeceğiz. “Vatan, millet, bayrak ve Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demeye devam edeceğiz. Yolumuza kim çıkarsa “Arkadaş gel yanımıza birlikte hareket edelim” deriz. OCAK-ARALIK 2015 Gelmezler ve bizim milli duygularımızı yok etmeye çalışırlarsa onlara: “Önümüzden çekilin” deriz . Çekilmezlerse onları elimizin tersi ile bir kenara iter, bizler yolumuza devam ederiz.. Savaş zamanlarında Rum’a bir karış toprak vermeyen Yeşilırmak’ı masa başında Rum’a teslim etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü inanıyorum ki: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerinde titreyen minik adacığın büyük direnişçileri ile Türk milletinin şafak yüzlü mert evlâtları buna asla müsaade etmeyeceklerdir. Ancak, Buna rağmen bizim de birey olarak yapmamız gereken bazı şeyler vardır diye düşünüyorum. Nedir bunlar? •Yan gelip yatmayacağız •Uyanık olacağız •Küresel güçlerin ve emperyalistlerin oyunları na gelmeyeceğiz. “İş başa düştü” Dost da, düşman da bilmeli ki onca kan boş yere akmadı Şehitlerimiz bu vatanı bize düşmanlara verelim diye bırakmadı” Unutmayalım ki: Vatan namustur. Namusumuzu kayıp edersek insan olmaktan çıkarız. Vatanımız varsa bir kez ölürüz. Yoksa her zaman zaten ölüyüz. Bu nedenle kararlılıkla mücadele eden sivil bir toplum örgütüne veya bir partiye gidip üye olacağız. Bilinçli bir şekilde sabır ve inatla çalışmaya başlayacağız. Yapılacak bir referandum da “Artık yes be annemi geç” bu kez “Hayır de be kurban” diyecek ve hep birlikte “HAYIR diyeceğiz. Yeşilırmak’ın 5 Eylül direniş ve bütünleşme “Gurur Gü- KIBRIS MEKTUBU nünün” 40. Yıldönümünde bu topraklar için şehit düşen kahramanlarımızın manevi huzurlarında saygıyla eğyorum. Kalbim, bu direnişin yiğit gazileri için büyük bir minnet ve şükran hissiyle doludur… Ayrıca zor koşullara rağmen büyük bir azim, sebat, sabır, dayanma ve dayanıklılık göstererek Rum-Yunan ikilisine boyun eğmeyen Minik Adacığın Büyük Direnişçilerinden ölenlere Tanrı’dan rahmet diliyorum. Hayatta olanlara da şükran ve saygılarımı iletiyorum. Bütün Yeşilırmak’lıların, Günebakan’lıların, Yamğuralan’lıların, Süleymaniye’lilerin ve Kurutepe’lilerin onur günü kutlu olsun. Allah, Devletimize ve milletimize zeval vermesin – Kut versin. Yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, Ne mutlu Türk’üm diyene! 61 www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Mehmet Arif Demirer İSMAİL TANSU’DAN ARTIK KIBRIS HAKKINDA UYARI YAZILARI GELMEYECEK 26 Aralık günü İsmail Tansu 98 yaşında, “Benden bu kadar” diyerek aramızdan ayrıldı. Kıbrıs’ta TMT Örgütünü kuran Seferberlik Tetkik Kurulu subaylarındandı. Kore Gazisi idi. Son yıllarda, ilerlemiş yaşına rağmen Kıbrıs’taki gelişmeler karşısında ilgilileri uyaran yazılar yazar, faks ile gönderirdi. Son yazsının tarihi 26.11.2015. Son sözleri: “Dava arkadaşlarım, TMT Gazisi, Mücahitleri ile Kıbrıslı kardeşlerime saygı ve sevgilerimi sunarım” 4 Aralık 2008 günü Kanal 24 kendisi ile evinde bir söyleşi yapmıştı. Önemli bölümleri: 62 “Seferberlik Tetkik Kurulu 1953 yılında kuruldu. Görevi, Sovyetler Türkiye’yi işgal ederse neler yapılmalıdır? Nasıl bir hazırlık yapılmalıdır? Bu amaçla devamlı eğitim yapıldı, hem muvazzaf subaylar hem de yedek subaylarla. Amerikan yetkilileri ile bu konuda işbirliği içinde idik. Son derece gizli bir çalışma idi. Ankara’da Dağ Okulu’nda çalışıyorduk. 1958 yılında Kıbrıs’ta T.M.T.’yi kurmak görevi bize Ek Görev olarak verilmişti. Bu görevin bize verilmesini Fatin Rüştü ZORLU önermiş, Menderes de kabul etmişti. Fikir ZORLU’dan çıkmıştı. ZORLU, EOKA’ya karşı Ada’da bir Türk Mukavemet Teşkilatı’nın gerekliğine inanmıştı.” Kanal 24’ün sorusu: “6/7 Eylül Olaylarının da Seferberlik Tetkik Kurulu tarafından tertiplendiği söyleniyor. Hatta gazeteci Fatih Güllapoğulu, Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun kendisine, ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı’ dediğini yazmış. Bu konuda ne dersiniz?” İsmail Tansu: “Ben Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli idim. Eğer böyle bir görev bize verilmiş olsa mutlaka haberim olurdu. Bu olaylarla uzaktan yakından kesinlikle bir ilişkimiz olmamıştır. Sabri Yirmibeşoğlu’nun böyle bir açıklama yapmış olmasını asla kabul etmiyorum. O tarihte bize böyle bir görev verilmiş değildir. OCAK-ARALIK 2015 1955 yılında İstanbul’da bir temsilcimiz dahi yoktu. Ayrıca kendisi o tarihte bizimle çalışmıyordu. Böyle bir görev verilmiş olsa bile bilemezdi çünkü bu tür görevler gizlidir. Yemin dahi edebilirim. Böyle bir şey yapmadık. Hükümet de yapmadı. Bu olayları Seferberlik Tetkik Kurulu’na yüklemek, TSK’ya ihanettir.” (Hatırlatma: 2008 yılında Ergenekon sürecini yaşıyorduk) Kanal 24’ün sorusu: “Sizce Seferberlik Tetkik Kurulu’na neden böyle bir suç yöneltiliyor?” İsmail Tansu: “Amaç Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmaktır. Yemin ile ifade ettim. Artık siz değerlendirin. Bugünlerde de Ergenekon’u bulaştırmak istiyorlar. Bir daha açık bir şekilde söylüyorum. Hiçbir resmi kuruluş 6 Eylül 1955 Olayları için emir veremez. Vermemiştir… Seferberlik Tetkik Kurulu ile Derin Devlet kavramlarını ilişkilendirmeye çalışılmasının temel amacı Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmaktır.” İsmail Tansu daha sonra konu ile ilgili şu yazılı açıklamayı da göndermiştir: 1960 yılının şubat ayında… Adnan Menderes’e iki buçuk saat süren çok detaylı briefingvermiştik… Menderes şöyle konuşmuştu: “Soğuk Savaş gittikçe kızışıyor… Yunanistan’la aramızda nahoş bir olay çıkmasın istiyoruz. Sizin Kıbrıs’ta T.M.T.’ye koyduğunuz yasaklar ve uyguladığınız prensipler çok yerinde… Hatırlayacaksınız. 6 Eylül olaylarını kimler tertipledi ise çok büyük yanlış yapmışlardır…” İsmail Tansu’yu beynimdeki Zorlu-Denktaş odasına yerleştirdim. Allah rahmet eylesin. NOT: Yukarıda tırnak içinde verilen bölümler Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği’nde yayımlanmıştı KIBRIS MEKTUBU İSMAİL TANSU’DAN ARTIK KIBRIS İLE İLGİLİ UYARI YAZILARI GELMEYECEK Sayın İsmail Tansu çok takdir ettiğim, şerefli ve çalışkan bir kişidir. 27 Mayıs’tan sonra albay rütbesiyle TSK’dan emekli olmuştur. 1953 yılında Kore’de birlikte görev yaptığı General DanişKarabelen ve birkaç subay ile birlikte Seferberlik Tetkik Kurulu’nun kurucuları arasında idi. 1958 yılında Kıbrıs’ta T.M.T’nin kurucularındandır. ‘Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’ başlıklı önemli bir kitabı vardır. 4 Aralık 2008 günü Sayın İsmail Tansu Kanal 24’e şunları anlattı: İSMAİL TANSU uzun yaşamının son günlerine kadar 2 – 3 sayfalık “Yavruvatan Kuzey Kıbrıs” hakkında uyarı yazıları gelirdi (oğlunun bürosundan, faksla) En son gelenin başlığı: YAVRUVATAN KUZEY KIBRIS’I ANAVATAN’DAN KOPARIP GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ İLE BİRLEŞTİRİLMESİNE İZİN VERİLMESİ EĞER BİR ANAYASA SUÇU DEĞİLSE, NEDİR?” (Tarih: 26 Kasım 2015, 98 yaşında vefatından tam 30 gün önce) İsmail Tansu, 4 Aralık 2008’de evinde Kanal 24 ile bir söyleşi yapmıştı. Daha sonra kısaltılıp kuşa çevrilerek yayımlandığı için söyleşinin tamamının Kanal 24’den aldığım CD’sinden Seferberlik Tetkik Kurulu hakkında söylediklerini 2009 yılında yayımladığım Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği başlıklı kitabımda EK – 7 olarak vermiştim: EK – 7 KANAL 24’ÜN 4 ARALIK 2008 GÜNÜ SAYIN İSMAİL TANSU İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİDE 6 EYLÜL 1955 OLAYLARI İLE SEFERBERLİK TETKİK KURULU ARASINDA İLİŞKİ OLUP OLMADIĞI KONUSU “Seferberlik Tetkik Kurulu 1953 yılında kuruldu. Görevi, Sovyetler Türkiye’yi işgal ederse neler yapılmalıdır? Nasıl bir hazırlık yapılmalıdır? Bu amaçla devamlı eğitim yapıldı, hem muvazzaf subaylar hem de yedek subaylarla. Amerikan yetkilileri ile bu konuda işbirliği içinde idik. Son derece gizli bir çalışma idi. Ankara’da Dağ Okulu’nda çalışıyorduk. 1958 yılında Kıbrıs’ta T.M.T.’yi kurmak görevi bize Ek Görev olarak verilmişti. Bu görevin bize verilmesini Fatin Rüştü ZORLU önermiş, Menderes de kabul etmişti. Fikir ZORLU’dan çıkmıştı. ZORLU, EOKA’ya karşı Ada’da bir Türk Mukavemet Teşkilatı’nın gerekliğine inanmıştı.” Kanal 24’ün sorusu: “6/7 Eylül Olaylarının da Seferberlik Tetkik Kurulu tarafından tertiplendiği söyleniyor. Hatta gazeteci Fatih Güllapoğulu, Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun kendisine, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı”dediğini yazmış. Bu konuda ne dersiniz?” İsmail Tansu: “Ben Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli idim. Eğer böyle bir görev bize verilmiş olsa mutlaka haberim olurdu. Bu olaylarla uzaktan yakından kesinlikle bir ilişkimiz olmamıştır. Sabri Yirmibeşoğlu’nun böyle bir açıklama yapmış olmasını asla kabul etmiyorum. O tarihte bize www.kibristkd.org.tr 63 KIBRIS MEKTUBU böyle bir görev verilmiş değildir. 1955 yılında İstanbul’da bir temsilcimiz dahi yoktu. Ayrıca kendisi o tarihte bizimle çalışmıyordu. Böyle bir görev verilmiş olsa bile bilemezdi çünkü bu tür görevler gizlidir. Yemin dahi edebilirim. Böyle bir şey yapmadık. Hükümet de yapmadı. Bu olayları Seferberlik Tetkik Kurulu’na yüklemek, TSK’ya ihanettir.” Kanal 24’ün sorusu: “Sizce Seferberlik Tetkik Kurulu’na neden böyle bir suç yöneltiliyor?” İsmail Tansu: “Amaç Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmaktır. Yemin ile ifade ettim. Artık siz değerlendirin. Bugünlerde de Ergenekon’u bulaştırmak istiyorlar. Bir daha açık bir şekilde söylüyorum. Hiçbir resmi kuruluş 6 Eylül 1955 Olayları için emir veremez. Vermemiştir.” 64 “Garip bir üsteğmen” “Yirmibeşoğlu göz kamaştıran bir kariyere sahip... “50'lerin başında Çankırı Gerilla Okulu'nda, "Turancılık davası"ndan beraat ettikten sonra gönderildiği ABD'den yeni dönen "gerilla öğretmeni" Yüzbaşı Alparslan Türkeş'in "çok sevdiği öğrencisi" oldu. “1955'te 6-7 Eylül olayları sırasında Özel Harp Dairesi'nin atası sayılan Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevliydi. “Gazeteci Fatih Güllapoğlu'na ("Tanksız Topsuz Harekat", Tekin Y. 1991) söylediği şu sözler hiç unutulmadı: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Kanal 24’ün sorusu: NOT: “Selanik’te patlatılan bomba da sizce spontane(kendiliğinden oluşmuş) bir olay mıydı? Bir de neden hep Derin devlet ile Seferberlik Tetkik Kurulu ilişkilendiriliyor?” Ben 30 Ekim 1994 günü Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nu İstanbul’da Çiftehavuzlar’daki evinde ziyaret ettim. Kendisine Güllapoğlu’na yukarıdaki gibi bir açıklama yapıp yapmadığını sordum. Cevabını da 1995 tarihli kitabımın 377 inci sayfasında yayımladım: İsmail Tansu: “Benim öyle bir bilgim yok. Ama Seferberlik Tetkik Kurulu’nun Selanik’teki bomba ile de bir ilişkisi olmamıştır. “Seferberlik Tetkik Kurulu ile Derin Devlet kavramlarını ilişkilendirmeye çalışılmasının temel amacı Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmaktır.” İsmail Tansu konu ile ilgili şu yazılı açıklamayı da göndermiştir: “1960 yılının şubat ayında… Adnan Menderes’e iki buçuk saat süren çok detaylı briefingvermiştik…Menderes şöyle konuşmuştu: “Soğuk Savaş gittikçe kızışıyor… Yunanistan’la aramızda nahoş bir olay çıkmasın istiyoruz. Sizin Kıbrıs’ta T.M.T.’ye koyduğunuz yasaklar ve uyguıladığınız prensipler çok yerinde… Hatırlayacaksınız. 6 Eylül olaylarını kimler tertipledi ise çok büyük yanlış yapmışlardır…” 1 2 Sayın İsmail Tansu’nu açıklamaları ile Can Dündar’ın 8 Ocak 2006 tarihinde Milliyet’te yazdıklarını alt alta koyarken Yorum dahi yapmaya gerek görmüyorum: Tanksız Topsuz Harekat’ (Tekin Yayınevi, 1991) adlı kitapta Bugün 76 ! Bu konudaki cehaletimde değişiklik olmadı ! OCAK-ARALIK 2015 “6/7 Eylül’de Özel Harp Dairesi kurulmamıştı bile. Ayrıca ben o gazeteciye kesinlikle böyle bir şey söylemedim. Çünkü gerçek değil.” Bu açıklamadan sonra Fatih Güllapoğlu’nu Frankfurt’taki bürosunda aradım. Sordum. Sayın Güllapoğlu bana orgeneralin açıklamasının gerçek ve Emin Çölaşan’ın da tanık olduğunu söyledi. Bunun üzerine Sayın Çölaşan’a yazılı olarak sordum cevap vermedi. Sözlü olarak olayın tanığı olmadığını söyledi. Bunu da adı geçen kitabımın 383 üncü sayfasında yayımladım. İnsanlar neden yalan söyler ve yalan yazarlar, bu yaşa (69) 2 geldim bir türlü öğrenemedim… *** KIBRIS MEKTUBU İsmail Tansu’nun TMT ile ilgili çok önemli bir kitabı vardır: Aslıda Hiç Kimse Uyumuyordu. Bu kitabında Zorlu hakkında yazdıkları ile Denktaş Beyin Zorlu ile ilgili kitabıma gönderdiği mektubunda yazdıkları arasındaki çarpıcı benzerliği not ederek kitabımın Girişinde bir tablo halinde koymuştum. Aşağıda o tabloyu veriyorum: YORUM: İSMAİL TANSU ile DENKTAŞ Bey, ZORLU ile aynı tarihlerde tanışmışlar. ZORLU Gerçeği’ni en doğru yazmışlar: “Konuşurken Türkiye’nin gücünü temsil eden adam” İKİ GÖRÜŞ – TEK GERÇEK: ZORLU GERÇEĞİ Albay İsmail TANSU – ‘Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’ 2002 “ZORLU hakkında daima, “O, TMT Meş’alesini ilk tutuşturan bir devlet adamı idi” demişimdir. “Çünkü T.M.T’yi ilk öneren ve önerisini kabul ettiren idi. Emri aldığımızın haftasında (1) bizleri ilk kabulü sırasındaki konuşmalarından sonra, 65 “ONUN ŞAHSINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN GÜCÜNÜ VE KUVVETİNİ ARKAMIZDA HİSSETMİŞ OLMANIN HEYECANINI DUYMUŞTUK. “Hükümetin diğer bakanlıklarında karşılaştığımız problemleri çözen, yolumuzu açan, çabalarımızı günü gününe izleyen ve destekleyen O idi. ZORLU, bir Türk Mukavemet Teşkilatı olmaksızın, Kıbrıs meselesinin halledilemeyeceğini idrak eden ilk Türk Devlet Adamı idi…” (1) Sn. Tansu’ya tarihi sordum. Cevabı: Ocak 1958 KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. DENKTAŞ – 19.12.2008 Rahmetli Fatin Rüştü ZORLU Beyle ilk karşılaşmam, 1958 Ocak ayında Ankara’da, Dr. Küçük’le birlikte ziyaretine gittiğimizde oldu. Adı gibi özü de, sözü de ZORLU Atatürkçü bir diplomat ve devlet adamı ile karşı karşıya olduğumu ilk anda anlamıştım. O’nu, sonra BM’de Genel Kurula ve Güvenlik Konseyi’ne hitap ederken izledim. “KONUŞAN, KİŞİ DEĞİL, TÜRKİYE’YDİ SANKİ, HEM DE ATATÜRK’ÜN EGEMENLİKTEN TAVİZ VERMEYEN TÜRKİYE’Sİ.” www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU Bediha SAĞCAN E.Öğretmen İPEK BÖCEĞİ KOZASININ BÜYÜSÜ İpek Böceği Kozası El sanatları işi ile 2007 yılında Kıbrıs Türk İşlemeleri Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı aynı zamanda bana bu el sanatlarını öğreten öğretmenim Dervişe ÇELİKER vasıtasıyla tanıştım. Küçük bir kozadan bir sanat eseri yaratmak fikri beni o kadar mutlu etti ki, bu el işi sanatını beraberimde gittiğim her yere götürmeye ve herkesle bu mutluluğu paylaşmaya karar verdim. 66 Bir dut ağacının dallarında, bir ipekböceği ve onun harıl harıl çalışmasıyla oluşan, hammaddesi dut ağacı yaprağı olan dünyanın en kaliteli kumaşının ipeğin hikayesi çok enteresandır. Anadolu’da dut ağacı ve ipekböceğinin ortaya çıkışına değin birçok söylence anlatılmaktadır. İşin efsane ve mitoloji boyutunu geçip baktığımızda ipek böceğinin keşfiyle alakalı, İ.Ö. 2600 yıllarında Çin imparatoru Hoangiti zamanında, saray bahçesinde yaprak yerken görülen tırtılların incelenmesi ile gerçekleştiğine dair, yazılı kaynakların mevcut olduğu görülmektedir. İpek ticaretinin ve ipek böceğiyle alakalı tüm el sanatlarının dışarı çıkmasının bir dönem yasak olduğu, Çinlilerin bu ulusal sanatını dünyaya, Türklerin yaydığı söylenmektedir. O kadar ki takvimler 1501 yılını gösterdiğinde Bursa’ya gelen Floransalı Maringhi, Bursa’daki ipek kumaşlarının Çin de bile bulunmadığını yazmaktadır. İpek, ipekböceği larvalarının koza örmek için salgıladıkları, parlak ve çok ince bir teldir. Bu teller bir araya getirilerek ipek iplikleri elde edilir. İpek, kolay boyanabilen, yumuşak ve dayanıklı bir ip olması nedeniyle tarih boyunca çok kıymetli bir dokuma hammaddesi olmuştur. Türkiye’de ipekböceği yetiştiriciliği; çok fazla yatırım gerektirmeyen ve küçük ölçekte yapılan, ipekböceğinin tek besin kaynağı olan dut yaprağının sağlanmasıyla başlayan ve kozadan ipek ipliğine işleninceye kadar süren yardımcı bir tarımsal faaliyet olarak sürdürülmektedir. Tüm aile fertlerinin emeklerinin değerlendirilmesinde,kırsal alanda gizli işsizliğin önlenmesi ve tarımsal gelirin daha dengeli dağılmasında önemli derecede etkiye sahiptir. OCAK-ARALIK 2015 İpekböceği yetiştiriciliğinde, 35 - 40 günlük çok kısa bir üretim döneminden sonra, kutu başına 26-30 kg arasında yaş koza elde edilebilmektedir. Üretimle ilgili aşamalar; dut ağacının yetiştirilmesi, ipekböceği tohumu ve yaş koza üretimi, kozadan iplik çekilmesidir. Türkiye’de üretilen ham ipeğin tamamına yakını ipek halı dokumacılığında bir bölümü de giyim kuşam, ev eşyaları, nakış-dikiş, ameliyat ipliği olmak üzere iç piyasada tüketilmektedir. İpekböcekçiliği sektöründe yaş koza üretiminden ipek halı pazarlamasına kadar ki üretim işlemlerinde yaklaşık 500.000 kişiye istihdam olanağı sağlanmaktadır. Ayrıca aynı üretim aşamaları esnasında yaş kozanın ipek halıya dönüştürülmesi sonucu yaklaşık 14 misli katma değer yaratılmaktadır. Kıbrıs’ta ise ipek böcekçiliği çok eski tarihlere dayanır. Kıbrıs, Osmanlı yönetimine geçtiğinde 2.Sultan Selim Han, 21 Eylül 1572 tarihli fermanında, Kıbrıs’a Kazaz, yani “ipekçiler”in gönderilmesini buyurmuş, bu ferman üzerine, Kıbrıs’a ipekçiler gelmiştir. Tabii ki, Kıbrıs’ta ipekçilik daha önce de yapılmaktadır. Bununla beraber, o dönemden günümüze kadar, adaya yerleşen Türkler de ipek böcekçiliği ve koza sanatıyla uğraşmaya başlamıştır. Kıbrıs’ta üretilen ipek ipliği ve kozalarının çok kaliteli oluşu, renginin sarı, sert ve ağır olması nedeniyle, dikiş ipliği olarak kullanıldığı da görülmüştür. İpek kozalarının ise parlak ve sağlam yapılı olmaları nedeni ile az miktarda da olsa 18. yüzyılda Fransa, İtalya ve İngiltere’ye ihraç edildiği söylenmektedir. Bu amaçla, Baf Kasabasında, küçük ipek atölyeleri, Yeroşibu köyünde de ipek fabrikası kurulmuştur. Ekonomik getirisi nedeni ile 1950-60’lı yıllara kadar ipek böceği, tüm ada genelinde beslenmiş. Besleyen aileler, iyi gelir elde etmişlerdir. Öyle ki 12 hasır ipek böceği besleyen bir üreticinin, bir büyük baş hayvan gelirine eş değer gelir elde ettiği belirtilmektedir. KIBRIS MEKTUBU Tarih boyunca insanların ipekböceği yetiştirdikleri ve bu böceğin ürettiği ipekten yararlandıkları ve çeşitli amaç için kullandıkları, hele Türkiye’de 500 bin civarında insanın bu çalışmalarla aile ekonomilerine katkıda bulunmaları düşünülürse, insanların eğitilip bu çalışmalar içerisinde yer almalarını sağlamak hiç şüphesiz çok önemlidir. Kıbrıs’ta gelişerek devam eden ancak ülkemizde münferit alanlarda yapılabilen İpek Kozası El Sanatlarının ülkemizde gelişimini sağlayarak öğrenilen bu sanatı izciler vasıtasıyla gelecek kuşaklara ulaştırabilmeyi, kendilerine ve ailelerine ekonomik katkı sağlamalarını ve bir meslek sahibi olmalarını görev sayarak, Eğitimci İzci Lideri olarak bu işe başladım. 14.Mayıs. 2011 - 30 .Haziran.2011 tarihleri arasında MEB Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğünce hazırlanıp yayınlanan modüler programa göre; Gazi Mesleki Eğitim Merkezi Müdürlüğünde – Ankara İl İzci Kurulu Başkanlığı koordinesi, Yenimahalle İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü onayı ile 120 saatlik El sanatları Teknolojisi İpek Koza İşleri Kursu açtım. İzci liderleri ve isteklilerin katıldığı kurs sonunda 22 kişi belge almaya hak kazandı.Bu arada bu çalışmaları hazırladığım Tez kitabımda detaylandırdım. Hazırlanan bu kitapta kozanın nasıl kesileceği, ne şekilde kullanılabileceği, çiçek tanzimi yapma tekniklerini, doğadan yararlanılarak çiçekler yapabilmeyi ve yapılan bu çiçeklerle tablolar oluşturabilmeyi, kişinin görüş açısına göre çeşitli yerlerde kullanabilmeyi, bu işi en kolay yoldan nasıl öğrenebileceklerini açıklayıcı bilgilerle kişilerin başvurabileceği bir kaynak olmasını sağlamak istedim. Amacım insanları üretken hale getirmek, bu yolla geçimlerini sağlamak ve mutlu olmalarına destek olmaktır. yılında iki kurs daha açtım.Yıl sonunda ürünleri sergiledik. Serginin açılışını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Büyükelçisi Mustafa Lakadamyalı ve eşi, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Dr. Ahmet Zeki Bulunç yapmışlardır. Sergiye çok sayıda davetli katılmış olup eserler katılımcıların beğenisine sunulmuştur. Kursiyerlerden konuşma yapan Şükran Ercan, “Kurslara katılanların zevkle ve heyecanla kestikleri kozaları çiçeklere dönüştürmeleri onları çok mutlu ettiğini yaptıkları tabloların evlerini güzelleştirdiklerini ,onlara her bakışta dinlendiklerini ifade etti. 29 Ağustos 2014 – 7 Eylül 2014 tarihleri arasında Etimesgut Belediyesi’nin düzenlediği 11. Uluslararası Anadolu Günleri Kültür ve Sanat Festivali’nde Kıbrıs Türk Kültür Derneği standında İpek Kozası El Sanatlarından yapılmış olan tablo ve diğer ürünler katılımcıların beğenisine sunulmuştur. Lesley’inde dediği gibi ” Bu dünya bir örümceğin bile yatıp uyumayı göze alamadığı, yıldızlara ağ örmek gerekse bile, bu uğurda ölümü göze alabileceği bir yerdir.” Böyle bir dünyada insanların yapabilecekleri pek çok iş vardır . 2012 Yılında Hayatboyu Eğitim Genel müdürlüğünce İpek Kozası El Ürünleri Modüler Programı olarak yeniden düzenlenen program onaylanarak Genel Müdürlüğün sitesinde yayınlanmıştır. Ankara Çankaya Halk Eğitimi Merkezi’ne bağlı olarak Kıbrıs Türk Kültür Derneği’inde Ekim 2012 ayı içerisinde kurs açtım. 2013-2014 Öğretim www.kibristkd.org.tr 67 KIBRIS MEKTUBU YERİ DOLDURULAMAZ BİR DEĞERİ KAYBETTİK 68 Kıbrıs Türk Halkının varoluş Mücadelesinin Kahramanlarından unutulmaz Albayımız İsmail TANSU’yu kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Rum-Yunan ikilisinin kurduğu terör örgütü EOKA’ya karşı Kıbrıs'ta 1958 yılında bir savunma örgütü olarak kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın (TMT) kurucularından simge isim Emekli Albay İsmail TANSU'yu kaybettik. TMT’nin görünmez kahramanı, Türk Milletinin Milli Davası Kıbrıs’ın zafere ulaştırılmasında, Kıbrıs Türk halkının özgürlük, bağımsızlık ve varlık mücadelesinde belirleyici en temel unsurlarından biri olan TMT’nin örgütlenmesinde, Mücahitlerin eğitiminde, yetiştirilmesinde, mücadelenin silahlı gücünün oluşturulmasında unutulmaz hizmetleri, özverili katkıları olan iyi insan, milli davamızı yaşamının sonuna kadar savunan, kritik siyasal süreçlerde sağlıklı, tutarlı ve geleceği işaret eden görüşleri, fikirleri ve yazılarıyla ilerlemiş yaşına rağmen yılmadan, yorulmadan savunan Albayımız İsmail TANSU, Kıbrıs Türk halkının gönüldeki yerini ve Kıbrıs Türk halkının mücadele tarihinde onurlu, şerefli unutulmazlar arasındaki yerini almıştır. Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs Türk halkına karşı 21 Aralık 1963 tarihinde başlattığı "KANLI NOEL” soykırımının 52 yılını yeniden hatırladığımız bu günlerde, TMT’nin Rum-Yunan saldırılarına karşı ortaya koyduğu direnç ve mukavemet, kaybettiğimiz İsmail TANSU Albayımızın Kıbrıs Türk halkı ve milli davamız için önemi ve değeri çok daha iyi anlaşılmaktadır. Kıbrıs Türk halkının varlığı, güvenliği, bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna yaşamı boyunca mücadele eden Kahraman Komutanımızı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Muhterem değerli eşine, çocuklarına ve tüm ailesiyle birlikte sevenlerine, TMT mensuplarına ve Kıbrıs Türk halkına başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun, nurlar içinde yatsın. KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ YÖNETİM KURULU OCAK-ARALIK 2015 KIBRIS MEKTUBU ETKİNLİKLERİMİZ OCAK 2015 10 Ocak 2015 KTKD İstanbul Şubesi ve T.Muharip Gaziler Derneği İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş ve diğer Devlet Büyükleri ve Şube Başkanları için düzenlenen Anma toplantısına Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki Bulunç katılmıştır. 15 Ocak 2015 Lefke Avrupa Üniversitesi tarafından düzenlenen “Rauf Raif Denktaş’ın Yaşamından Kesitler” Fotoğraf Sergisi ve Panele Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki Bulunç katılmıştır. 19 Ocak 2015 Gazeteciler Cemiyeti ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği işbirliği ile Gazeteciler Cemiyeti Lokali’nde vefatının 3. Yıldönümü nedeniyle Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ı anma toplantısı düzenlenmiş VE KTKD Genel Başkanı bir konferans vermiştir. KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ı 69 anıyoruz Gazeteciler Cemiyeti ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği işbirliğiyle 19 Ocak 2015, 14:00 -16:00 arası Gazeteciler Cemiyeti Lokali Üsküp Caddesi (Çevre Sokak) No:35, Çankaya, Ankara 28 Ocak 2015 Gönül Dostları TSM Korosu’nun düzenlediği 2015’e Merhaba Konseri’ne Sosyal İşlerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi İlmiye İmer katılmıştır. ŞUBAT 2015 10 Şubat 2015 Türkiye Ormancılar Derneği’nde düzenlenen “Kıbrıs’ın Dünü Bugünü” konulu konferansa Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ konuşmacı olarak katılmıştır. www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU 11 Şubat 2015 KKTC Cumhurbaşkanlığı himayelerinde Kıbrıs Türk Ortopedik Özürlüler Derneği ile KKTC Çağdaş Müzik Derneği işbirliğinde Büyükşehir Belediyesi Gençlik Parkı Kültür Merkezi Binası Necip Fazıl Salonu’nda “Şarkılar Bizi Söyler” Konseri düzenlenmiştir. Yönetim Kurulu Üyelerimiz ve Üyelerimiz katılmıştır. 14 Şubat 2015 Kıbrıs Evi Lokali’nde üyelerimize çaylı sohbet toplantısı düzenlenmiştir. MART 2015 70 03 Mart 2015 TMMOB Orman Mühendisleri Odası ile Derneğimizin ortaklaşa düzenlediği “Kıbrıs Meselesi” konulu Konferans düzenlemiştir. Dernek Genel Başkanı Dr. Ahmet Zeki Bulunç konuşmacı olarak katılmıştır. 08 Mart 2015 Dünya Kadınlar günü nedeniyle Amasra’ya günübirlik Kültür Gezisi düzenlendi. 11 Mart 2015 Kıbrıs’lı sanatçıların katıldığı “Bir Savaş Nasıl Hatırlanmalıdır?” konulu resim sergisine Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki Bulunç katıldı. 19 Mart 2015 Çankaya Üniversitesi’nin düzenlediği IV. Türk Dünyası Nevruz Şenliği’ne KKTC Büyükelçiliği ile katılarak stand açıldı. 21-22 Mart 2015 Aktivist Düşünce Topluluğu’nun Dernek Toplantı Salonunda yapılan fotoğraf Sergisine Genel Sekreter Fuat Ekinci katıldı. 26 Mart 2015 Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği “Kıbrıs Uyuşmazlığı” Paneli’ne Emekli Büyükelçi KKTC Cumhurbaşkanlığı Diplomasi Özel Danışmanı ve Sözcüsü Osman ERTUĞ, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü Prof.Dr. Sadi ÇAYCI ve Emekli Büyükelçi Başkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Derneğimiz Genel Başkanı Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ katıldı. OCAK-ARALIK 2015 KIBRIS MEKTUBU MAYIS 2015 14 Mayıs 2015 Demokrat Eğitimciler Sendikası ve Kemalist Atılım Birliği tarafından Derneğimiz Toplantı Salonunda düzenlenen “14 Mayıs 1950 Atatürk Devrimleri’nin Demokrasi Zeferidir” konulu toplantısına Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki Bulunç katılarak o dönemde Dışişleri Bakanı olan merhum Fatin Rüştü Zorlu’nun Kıbrıs’a yaptığı katkıları anlatmıştır. TEMMUZ 2015 20 Temmuz 2015 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 41. Yıldönümü nedeniyle KKTC Büyükelçiliği’nin Anıtkabir’de düzenlediği törene katılım gerçekleştirildi. Muharip Gaziler Derneği’nin Ulus Atatürk Anıtı’nda düzenlediği törene Genel Başkan Yardımcısı Rabia Balkanlı katılarak Derneğimiz adına çelenk koymuştur. Etkinliğe Dernek üyelerimiz de katılmıştır. 71 23 Temmuz 2015 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın 41. Yıl Dönümü münasebetiyle T.Emekli Subaylar Derneği ve Derneğimizin ortaklaşa düzenledikleri “Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın Siyasal, Stratejik Sonuçları ve Kıbrıs Uyuşmazlığına Etkileri” Konulu Panel yapıldı. EYLÜL 2015 05 Eylül 2015 Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof.Dr. Metin Feyzioğlu’nun 2015-2016 Adli Yıl açılış töreni 81 ilin Baro Başkanlarının ve Uluslararası Baro Birliklerinin temsilcilerinin de katılmış olduğu açılış töreni Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı Balgat-Ankara’da yapılmıştır. Sonucunda Anıtkabir ziyaret edilmiştir.Barolar Birliği’nin açılışına Kıbrıs Mektubu Dergisi Yazı İşleri Müdürü Hasan İkizer katılmıştır. www.kibristkd.org.tr KIBRIS MEKTUBU EKİM 2015 06 Ekim 2015 Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde Yurtdışı Kıbrıs Türkleri Birlik Platformu’nun “Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşların Cumhuriyet Meclisi’nde Temsiliyetleri için Çözüm Önerisi” konulu Çalıştay’a Genel Başkan Dr. Ahmet Zeki Bulunç katıldı. 07 Ekim 2015 Lefkoşa Belediyesi ve Kıbrıs Türk Ortopedik Özürlüler Derneği’nin ortaklaşa çalışmasıyla düzenlenen ve KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın himayelerinde Yenimahalle Belediyesi 50. Yıl Dört Mevsim Tiyatro Salonu’nda sahnelenen “Tekerlek İzleri” oyununa Sosyal İşlerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyemiz İlmiye İmer ve üyelerimiz katılmıştır. KASIM 2015 17 Kasım 2015 KKTC’nin 32. Kuruluş yıldönümü nedeniyle Kavaklı 10 Koleji’nde Genel Başkan Dr. Ahmet ZekiBulunç konferans verdi. KKTC'nin kuruluş yıl dönümüne rastlayan hafta (16-20 Kasım 2015), Ankara'da bulunan K 10 Koleji'nde Kıbrıs haftası olarak kutlandı. 72 Etkinliklerin bir gününde; Erman Öğretmen'in Kıbrıs şarkıları, öğrenciler Kıbrıs şiirleri okurken, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç ve KKTC Büyükelçisi Fazıl Can Korkut birer konuşma yaptılar. Hafta boyunca Prof. Dr. Ulvi Keser'in Kıbrıs konulu filateli sergisi okulun giriş salonunda sergilendi. Haftanın son günündeyse Prof. Keser, öğrencilere sergi hakkında bilgi verdi. KKTC'nin her kuruluş yıl dönümünde KKTC ve Türkiye'de benzer etkinliklerle anılması ve kutlanması dileklerimizle.. ARALIK 2015 22 Aralık 2015 Kanlı Noel’in 52. Yılı nedeniyle Derneğimiz ile Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin ortaklaşa “Kanlı Noel’in 52. Yılında Kıbrıs Uyuşmazlığı” konulu Panel düzenlendi. Panele konuşmacı olarak Derneğimiz Genel Başkanı Dr. Ahmet Zeki Bulunç katılmıştır. OCAK-ARALIK 2015