DEMOKRASİ VE İNSAN DOĞASI Yrd. Doç. Dr. Fatma Ülkü Selçuk Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi Tarihin farklı dönemlerinde oy verme ve yönetme konusunda yetki sınırlaması olmuştur. Bu sınırlama, sınıfsal farklılıklardan kaynaklanabileceği gibi, cinsiyet farklılığından veya etnik farklılıklardan da kaynaklanabilmiştir. Ayrıca, akıl sahibi olma, siyasetle uğraşacak yeterli boş zamanı olma, temel eğitim almış olma gibi ölçütlerin de gündeme getirildiği görülmüştür. Günümüzde ayrıntılarda farklılıklar görülse de (örneğin hükümlülüğe, askerliğe dair düzenlemeler kısıtlamalar getirebilmektedir) pek çok ülkede reşit, kendi kararını verebilecek ehliyete sahip yurttaşlar, seçme hakkına sahiptir. Bu yazıda, seçme, oy verme, seçilme ve yönetme haklarına dair ehliyet konusu, kişilik bozuklukları çerçevesinde tartışılacaktır. Zira günümüzde, kişilik bozuklukları, akıl hastalığı statüsünde sayılmayıp bu bozukluklardan muzdarip olanlar genelde cezai ehliyeti haiz bireyler olarak değerlendirilir. Halbuki, yönetim konumlarında bulunan insanlar, başkalarının kaderini etkileyecek kararlar vermektedir. Bu kararlar, yaşamsal öneme de sahip olabilmektedir. Yönetim konumlarına çokça meyil edebilen narsistik, histriyonik, anti-sosyal kişilik bozukluğu taşıyan kişilerin aldıkları kararların diğer insanları etkileme biçimini, toplumsal barış açısından göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Empati yokluğu veya çok sınırlı empati sahibi olan bazı B grubu kişilik bozukluklarından muzdarip olan kişilerin yerinin, demokrasi modelleri bakımından yeniden değerlendirilmesinde fayda görünmektedir. Bu yazı, psikoloji ve siyaset bilimi alanlarında çalışanların daha çok işbirliği yaparak siyaset, özellikle de demokrasi kuramlarını gözden geçirmesi ve öneriler geliştirmesine yönelik bir çağrı niteliğindedir. Psikologlar arasında, kişilik bozukluklarının tanı kriterlerine, aralarında kategorik ayrımlar olup olmadığına dair tartışmalar vardır. Bu konudaki tartışmalara bu yazıda yer vermiyorum. Bu yazıda sadece bazı kişilik bozukluklarının (ki bir kişide birden fazla kişilik bozukluğu özellikleri olabilmektedir) yönetim konumları ve yetkiler bağlamında yeniden ele alınmasında fayda olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Aynı zamanda nispeten bağımsız akıl yürütme konusunda ciddi zaafları olanların (örneğin bağımlı kişilik bozukluğundan muzdarip olanların) konumunun demokrasi modeli açısından değerlendirilmesi gerektiğini gündeme getirmek istiyorum. Bu yazıda yer alan bazı noktalara, daha önce bir makalemde değinmiştim.1 Burada, bu noktaların bazılarını tekrar ederek devam edeceğim. İngiltere‟de şirketlerin tepe yöneticilerine (CEO‟lara) dair yapılan bir araştırmada CEO‟ların; “sathi cazibe, samimiyetsizlik, benmerkezcilik, manüpülatiflik” açısından histriyonik özellikler gösterdikleri ortaya koyulmuştur. “Büyüklenmecilik, empati yokluğu, sömürgenlik, serbestlik açısından” narsisistik; “mükemmeliyetçilik, işe aşırı adanmışlık, katılık, inatçılık ve diktatoryal eğilimler” açısından ise kompulsif özellikler gösterdikleri anlaşılmıştır. Ayrıca, CEO‟ların histriyonik özellikleri, kişilik bozukluğu – akıl hastalığı tanısı alan grupla karşılaştırıldığında, daha yüksek çıkmıştır. Duygulanıma dair psikopatlık özellikleri ile narsisizm ve kompulsiflik özellikleri açısından da CEO‟lar ve kişilik bozukluğu – akıl hastalığı tanısı alan grup yakın değerler sergilemiştir.2 1 Selçuk, F.Ü. (2014), “Bireysel ve Toplumsal Bozukluklardan Yolsuzluk Yoluna”, Birikim, Sayı 298, s. 73-82. Board, B.J. ve Fritzon K. (2005), “Disordered Personalities at Work”, Psychology, Crime & Law, 11(1), s. 1732. 2 Bu araştırma, insanlığın haline dair önemli ipuçları barındırmaktadır. Yine de, kişilik bozuklukları ile üretim ilişkileri ve siyasi rejimler arasında birebir belirlenim ilişkisi yoktur. İleri narsisistlerin yönetim kademelerinde bulunabilmeleri, tek bir üretim tarzına veya siyasi rejime has değildir. Biyografi incelemelerine dayalı kişilik analizi bulgularına yer veren bir araştırmada, Adolph Hitler, Joseph Stalin, Mao Zedong, Fidel Castro, Saddam Hüseyin, George Lincoln Rockwell, Alexander Hamilton, John McCain, George W. Bush, Jimmy Carter, John. F. Kennedy, Benjamin Netanyahu gibi liderler, narsisistik kişilik bozukluğuna örnek olarak gösterilmektedir. Bu araştırmada, kitlelerin narsisistik liderlerin peşinden neden sürüklendiğine dair görüşlere de yer verilmiştir.3 Bu bulguların değerlendirilmesinde fayda vardır. İktidarın (gücün), topluma nispeten eşit bir şekilde yayıldığı ve kitlelerin liderlerin peşinde sürüklenmediği durumlar, nadirdir. Roy F. Baumeister ve Kathleen D. Vohs‟un, „Narcissism as Addiction to Esteem‟ başlıklı makalesindeki narsisizm ve madde bağımlılığı benzetmesi, siyasi görüşten bağımsız, liderler arasında sıklıkla rastlanabilen narsisistik ruh halini anlamamıza yardımcı olur. İleri narsisistler, tutkuyla beğeni/onay/güç peşinde koşarlar. Uyuşturucu bağımlısının bağımlı olduğu nesneye yönelik tutkusu gibi. Daha sonra mevcut doza tolerans geliştirirler, elde ettikleriyle yetinemezler (içlerinde hissettikleri boşluk dolmaz), tatmin olamazlar ve daha fazlasının peşinde koşarlar. Uyuşturucu bağımlıları gibi. Uyuşturucu bağımlılarında, bağımlı oldukları nesne kesilir veya azalırsa uzaklaşım söz konusu olur. Huzursuzluk, kaygı, titreme, terleme, uykusuzluk gibi belirtiler görülür. Doymaz bir övgü ve beğeni ihtiyacı içindeki ileri narsisistler de eleştiri, ilgisizlik, saygısızlık olarak algıladıkları hallerle karşılaştıklarında öfke patlamaları, saldırganlık gösterebilirler.4 İleri narsisistlerin en azından bir tipinin gizli özgüvenlerinin nispeten düşük, açık özgüvenlerinin nispeten yüksek olduğu, çokça özgüven dalgalanması yaşadıkları bilinmektedir.5 Beğeni arayışının yaşamlarının hayli merkezinde olduğu ileri narsisistlerin ve heyecan ve güç arayışının yaşamlarının hayli merkezinde olduğu psikopatların bir kısmı oldukça başarılıdır ve devletlerde, şirketlerde ve diğer oluşumlarda kontrol sahibidir. Her iki grubun da duygusal empati kurma yetisi düşüktür. Psikopatlarınsa vicdanı hiç yoktur. Psikopati Kontrol Listesini geliştiren Robert D. Hare‟in kitabının ana başlığını „Vicdansızlar‟ olarak seçmesi, bu hale tercümandır. Hare, toplumda ve özellikle de adalet sisteminde psikopat/sosyopatlara yönelik yeterli düzeyde farkındalık olmamasından şikayetçidir.6 Yale Üniversitesi‟nde ders veren Profesör Bloom‟un da belirttiği gibi psikologlar, daha ziyade başarısız olan psikopatları incelemektedir. Bunların bir kısmı hapistedir. Başarılı olanlarsa aramızdadır ve bir kısmı dünyayı yönetenler arasında yer almaktadır.7 Hal bu iken, demokrasi kuramı ile uğraşan sosyal bilimcilerin ve düşünürlerin, kişilik bozuklukları konusunu göz önünde bulundurarak çalışmalar yürütmesinde fayda vardır. Üstelik kendi başına karar vermekte zorlanan, ancak başka birisinin onayı ile karar verebilen kişilik yapısındaki insanların varlığı da seçme hakkı açısından değerlendirilmelidir. Toplu vicdan kapanmasının yaşandığı toplumsal haller olduğu bilinmektedir. Yine de bunun haricinde de vicdani yönü az gelişmiş kişilerin varlığının seçme/seçilme hakkı ve yönetim 3 Rosenthal, S.A. ve Pittinsky, T. L. (2006), “Narcissistic Leadership”, The Leadership Quareterly, 17(6), s. 617633. 4 Baumeister, R.F. ve Vohs, K.D. (2001), “Narcissism as Addiction to Self-Esteem”, Psychological Inquiry, 12(4), s. 206-210. 5 Zeigler-Hill, V. (2006), “Discrepancies Between Implicit and Explicit Self-Esteem: Implications for Narcissism and Self-Esteem Instability”, Journal of Personality, 74(1), s. 119-144. 6 Hare, R.D., Vicdansızlar: Anti-sosyal Kişilik Bozukluğu. HYB Yayıncılık, Ankara. 7 What Happens When Things Go Wrong: Mental Ilness, Part II, Erişim tarihi: 15 Ocak 2014, https://www.youtube.com/watch?v=4wtl3q87Rn8#t=3285 konumları açısından değerlendirilmesinde fayda vardır. Her insan, içinde, insaf ve insafsızlık potansiyeli barındırır. Sinir ve ruh bilim alanındaki araştırma bulgularının nispeten makro konulara odaklanan sosyal bilim dallarına entegre edilmesi önemlidir. Disiplinlerarası çalışmaların, cana saygının esas olduğu ve insanların insan gibi yaşayabileceği bir dünya inşasında katkısı büyük olacaktır.