Kübra Sümerli - Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

advertisement
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
ECZACILIK FAKÜLTESİ
DİYABET TEDAVİSİ GÖREN HASTALARIN HASTALIK
VE TEDAVİLERİ HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Hazırlayan
Kübra SÜMERLİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
Eczacılık Fakültesi
Bitirme Ödevi
Mayıs 2012
KAYSERİ
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
ECZACILIK FAKÜLTESİ
DİYABET TEDAVİSİ GÖREN HASTALARIN HASTALIK
VE TEDAVİLERİ HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Hazırlayan
Kübra SÜMERLİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
Eczacılık Fakültesi
Bitirme Ödevi
Mayıs 2012
KAYSERİ
i BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK
Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kurallar ve davranışların gerektirdiği gibi, bu
çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.
Kübra SÜMERLİ
ii “Diyabet Tedavisi Gören Hastaların Hastalık Ve Tedavileri Hakkındaki Bilgi
Düzeylerinin Değerlendirilmesi” adlı Bitirme Ödevi Erciyes Üniversitesi Lisansüstü
Tez Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ne uygun olarak hazırlanmış ve Eczacılık
Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalında Bitirme Ödevi olarak kabul edilmiştir.
Tezi Hazırlayan
Danışman
Kübra SÜMERLİ
Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
ONAY:
Bu tezin kabulü Eczacılık Fakültesi Dekanlığı’nın
………....… tarih ve
…………..…… sayılı kararı ile onaylanmıştır.
………. /……../ ………
Prof. Dr. Müberra KOŞAR
Dekan
iii TEŞEKKÜR
Bu tezin hazırlanmasında bana destek olan ve hiçbir zaman yardımlarını esirgemeyen
danışmanım Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN’a,
Anket çalışmalarımda yardımcı olan arkadaşlarıma,
Hayatım boyunca maddi ve manevi desteğini esirgemeyen Aileme
Ayrıca tezin hazırlanmasında her aşamada fikir ve yönlendirmeleriyle katkı sağlayan
sevgili Annem’e
Sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Kübra SÜMERLİ
iv DİYABET TEDAVİSİ GÖREN HASTALARIN HASTALIK VE TEDAVİLERİ
HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kübra SÜMERLİ
Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi
Farmakoloji Anabilim Dalı
Bitirme Ödevi, Mayıs 2012
Danışman: Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
ÖZET
Diabetes Mellitus (DM), insülinin fonksiyonel yetmezliğine veya insülin direncine bağlı
olarak gelişen, olası komplikasyonları nedeniyle organ ve işlev kayıplarına yol açabilen
kronik metabolik bir hastalıktır. Bir yandan yüksek morbidite ve mortalite hızı, diğer
yandan yüksek tedavi harcamaları ve iş gücü kaybı nedeni ile hem hastaya hem de
topluma sosyoekonomik yük getirmesinden dolayı diyabet önemli bir sağlık sorunudur.
Diyabet, hemen hemen tüm ırk ve yaş gruplarında ortaya çıkar. Diyabetli hastalarda,
ciddi diyet uygulamaları, komplikasyonların varlığı, obezite, oral ilaçların yada
insülinin kullanımının zorluğu ve yaşın ilerlemesi diyabetiklerde yaşam kalitesinin
azalmasına neden olmaktadır. Bu çalışma 2011 Ekim-Aralık aylarında diyabet tedavisi
gören 30 hastaya, anket uygulanarak, hastalık ve tedavileri hakkındaki bilgi
düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirildi.
Çalışmada 17 kadın, 13 erkek hastaya 23 soruluk anket uygulandı. Ankette hastalara
sosyodemografik özellikleri, diyabetin tipi, genetik yatkınlık, açlık kan şekeri, HbA1C
değerleri, yaşadıkları semptom ve komplikasyonlar gibi hastalık bilgileri ile uygulanan
tedavi yöntemi ve kullanılan ilaçlar hakkında sorular soruldu. Hastaların tedaviden
memnuniyet durumları değerlendirildi. Sonuçlar, sayı olarak ve yüzde cinsinden ifade
edilerek değerlendirildi.
Sonuç olarak elde edilen veriler bu konuda daha önce yapılmış çalışmalarla benzerlik
göstermiş olup, diyabetin tedavi başarısı ile ilgili hala bir takım eksikliklerin olduğunu
ve bu açığın kapatılmasında eczacıların hizmet verme kalitesinin artırılması gerekliliğini
gösterdi.
Anahtar kelimeler: Diabetes mellitus, Tedavi bilgisi, Hastalık bilgisi, İlaç bilgisi
v EVALUATION OF THE KNOWLEDGE LEVELS OF PATIENTS BEING
TREATED FOR DIABETES ABOUT THEIR DISEASES AND TREATMENTS
Kübra SÜMERLİ
Erciyes University, Faculty of Pharmacy
Department of Pharmacology
Graduation Project, June 2012
Advisor: Yrd. Doç. Dr. M. Betül AYCAN
ABSTRACT
Diabetes Mellitus (DM) is a chronic metabolic disease that can cause organ or function
losses because of the complications that can develop due to insulin functional
inadequacy or insulin resistance. When it is considered that high mortality and high
morbidity impulse combines with high treatment costs and high rate of workforce loss;
diabetes mellitus is a major socioeconomic problem. Diabetes is almost seen in all age
groups and races. As there are
situations such as serious diet applications,
complications occurrence, obesity, and difficulty of using oral drugs or insulin and
aging in the patients that have diabetes, these situations decrease the life quality of the
diabetes. This study is performed to investigate the knowledge levels of 30 patients
being treated for diabetes about their disease and treatment between October-December
2012.
In this study, 17 female, 13 male patients conducted the survey including 23 questions.
In this survey, to evaluate about disease knowledge, sociodemografic features, type of
diabetes, genetic tendency, fasting blood glucose, HbA1C levels, symptoms and
complications were analysed. Then about the treatment, the way of treatment, the
medications used and the gladness of the patients from their treatments were evaluated.
The results were then expressed as a percentage and number.
As a result, the data obtained were similar to the previous results, revealing that in
diabetes there is still lack of treatment and to improve the treatment success pharmacists
should be made to increase their serving quality.
Key words: Diabetes mellitus, Treatment knowledge, Disaese knowledge, Medication
knowledge
vi İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK .................................................................................. i
KABUL VE ONAY ......................................................................................................... ii
TEŞEKKÜR ...................................................................................................................iii
ÖZET............................................................................................................................... iv
ABSTRACT ..................................................................................................................... v
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................. vi
KISALTMALAR .........................................................................................................viii
TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ ........................................................................................ x
1. GİRİŞ VE AMAÇ ....................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER .................................................................................................... 3
2.1. DİYABETİN TANIMI, TARİHÇESİ, ÖNEMİ ..................................................... 3
2.2. DİYABETİN EPİDEMİYOLOJİSİ ....................................................................... 5
2.3. DİYABETİN SINIFLANDIRILMASI .................................................................. 6
2.4. DİYABETİN TANISI .......................................................................................... 10
2.5. TİP 1 VE TİP 2 DİABETİN KLİNİK ÖZELLİKLERİ ....................................... 13
2.5.1. Tip 1 DM ................................................................................................... 13
2.5.2. Tip 2 DM ................................................................................................... 13
2.6. DİABETES MELLİTUS’UN KOMPLİKASYONLARI .................................... 15
2.6.1. Akut Komplikasyonlar .............................................................................. 16
2.6.1.1. Diabetik Ketoasidozis (DKA) ....................................................... 16 2.6.1.2. Hiperosmolar Nonketotik Diabetik Koma (HNKDK) .................. 17 2.6.1.3. Laktik Asidoz Koması .................................................................. 17 2.6.1.4. Hipoglisemi ................................................................................... 19 2.6.2. Kronik Komplikasyonlar ........................................................................... 21
2.6.2.1. Mikrovasküler Komplikasyonlar .................................................. 21 2.6.2.2. Makrovasküler Komplikasyonlar ................................................. 23 vii 2.7. TİP 1 VE TİP 2 DİABETTE KULLANILAN TEDAVİ YÖNTEMLERİ .......... 26
2.7.1. Tedavinin Amaç Ve Hedefleri .................................................................. 27
2.7.2. Yaşam Tarzı Değişikliği Ve Non-Farmakolojik Tedavi ........................... 28
2.7.2.1. Eğitim............................................................................................ 29 2.7.2.2. Tıbbi Beslenme Tedavisi (TBT) ................................................... 30 2.7.2.3. Egzersiz ......................................................................................... 33 2.7.3. Farmakolojik Tedavi ................................................................................. 34
2.7.3.1. İnsülin ........................................................................................... 34 2.7.3.2. Oral Antidiyabetik İlaçlar ............................................................. 38 3. GEREÇ VE YÖNTEM ............................................................................................. 43
4. BULGULAR .............................................................................................................. 45
5. TARTIŞMA VE SONUÇ.......................................................................................... 56
6. KAYNAKLAR .......................................................................................................... 63
EKLER ........................................................................................................................... 72
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 76
viii KISALTMALAR
DM
: Diabetes Mellitus
IDF
: Uluslar Arası Diabet Federasyonu
WHO
: Dünya Sağlık Örgütü
ADA
: Amerikan Diyabet Derneği
TURDEP
: Türkiye Diabet Epidemiyoloji Çalışması
NHANES
: National Health and Nutrition Examination Survey
OGTT
: Oral Glukoz Tolerans Testi
NIDDM
: İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet
IDDM
: İnsüline Bağımlı Diyabet
GDM
: Gestasyonel Diabetes Mellitus
IGF
: Bozulmuş Açlık Glukozu
BGT
: Bozulmuş Glukoz Toleransı
AKŞ
: Açlık Kan Şekeri
DCCT
: Diabetes Control And Complications Trial
DKA
: Diabetik Ketoasidoz
HNKDK
: Hiperosmolar Nonketodik Diabetik Koma
LA
: Laktik Asidoz
DR
: Diabetik Retinopati
DN
: Diabetik Nefropati
GFH
: Glomerüler Filtrasyon Hızı
SDBY
: Son Dönem Böbrek Yetmezliği
KKY
: Konjestij Kalp Yetmezliği
HT
: Hipertansiyon
KC
: Karaciğer
ix KH
: Karbonhidrat
LDL
: Düşük Dansiteli Lipoprotein
HDL
: Yüksek Dansiteli Lipoprotein
OAD
: Oral Antidiyabetik
ARI
: Aldoz Redüktaz İnhibitörleri
GLP-1
: Glukagon Benzeri Peptid-1
DPP-4
: Dipeptidil Peptidaz-4
KVH
: Kardiyovasküler Hastalık
MI
: Miyokard İnfarktüsü
TBT
: Tıbbi Beslenme Tedavisi
x TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ
Tablo 2.1. WHO Kriterlerine Göre Erişkinlerde OGTT Düzeyleri................................ 12
Tablo 2.2. National Diabetes Data Group (NDDG) Kriterlerine Göre OGTT
Yorumu ........................................................................................................................... 12
Tablo 2.3. Tip I ve Tip II Diyabetin Özellikleri ............................................................. 14
Tablo 2.4. Diyabetin Mikroanjiopatik ve Makroanjiopatik Kronik
Komplikasyomları ........................................................................................................... 18
Tablo 2.5. Wagner Ülser Klasifikasyon Sistemi ............................................................ 25
Tablo 2.6. Hedeflenen Biyokimyasal Kan Değerleri ..................................................... 28
Tablo 2.7. İnsülin Preparatlarının Etki Sürelerine Göre Sınıflandırılması Ve Bazı
Özellikleri........................................................................................................................ 36
Şekil 4.1. Hastaların Cinsiyete Göre Dağılımı .............................................................. 45
Şekil 4.2. Hastaların Yaşa Göre Dağılımı..................................................................... 46
Şekil 4.3. Hastaların Yaşa Göre Tip 1 Ve Tip 2 Diyabet Dağılımları .......................... 46
Şekil 4.4. Hastaların Beden Kitle İndekslerine Göre Dağılımları ................................ 47
Şekil 4.5. Hastaların Tanı Konduktan Sonra Geçen Sürelere Göre Dağılımı............... 47
Şekil 4.6. Hastaların Hastalıkları İle İlgili Bilgi Düzeyleri Açısından Diyabet Türüne
Göre Değerlendirilmesi ................................................................................................... 48
Şekil 4.7. Ailede Diyabet Öyküsüne Göre Hastaların Dağılımı ................................... 48
Şekil 4.8. Hastaların Düzenli Doktor Kontrolüne Gidip Gitmedikleri Açısından
Değerlendirilmesi ............................................................................................................ 49
Şekil 4.9. Hastaların Evde Düzenli Kan Şekeri Takibi Yapıp Yapmadıkları Açısından
Değerlendirilmesi ............................................................................................................ 49
Şekil 4.10. Açlık Kan Şekeri Değerlendirmesi ............................................................... 50
Şekil 4.11. Hastaların HbA1C Yüzdeleri........................................................................ 50
xi Şekil 4.12. Hastaların Sigara İçme Durumları Açısından Değerlendirilmesi ................. 51
Şekil 4.13. Hastaların Diyabete Eşlik Eden Kronik Hastalıkları Açısından
Değerlendirilmesi ............................................................................................................ 51
Şekil 4.14. Hastaların Diyabet İle İlgili Sıklıkla Yaşadıkları Semptomlarla İlgili
Değerlendirme ................................................................................................................. 52
Şekil 4.15. Hastalara Uygulanan Tıbbi Tedavilere Göre Hastaların Sınıflandırılması... 52
Şekil 4.16. Uygulanan Non-Farmakolojik Tedavi Yöntemlerine Göre Hastaların
Sınıflandırılması .............................................................................................................. 53
Şekil 4.17. Hastaların Hastalıkla İlgili Yaşadıkları Komplikasyonların
Değerlendirilmesi .......................................................................................................... 53
Şekil 4.18. Hastaların Komplikasyonlarla İlgili Rutin Kontrole Gidip Gitmediklerinin
Değerlendirilmesi ............................................................................................................ 54
Şekil 4.19. Hastalık Ve Tedavi Açısından Eczacı Tarafından Bilgilendirilme
Tercihlerinin Değerlendirilmesi ...................................................................................... 54
Şekil 4.20. Hastaların Tedaviden Memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi .......... 55
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Diabetes mellitus (DM) tüm populasyonlarda ve yaş gruplarında yaygın olarak görülen,
insülin eksikliği ya da insüline karşı direnç nedeniyle oluşan ve hiperglisemi ile
karakterize bir metabolizma hastalığıdır. Bir yandan yüksek morbidite ve mortalite hızı,
diğer yandan yüksek tedavi harcamaları ve iş gücü kaybı nedeni ile hem hastaya hem de
topluma büyük yük getirmesinden dolayı diyabet önemli bir sağlık sorunudur.
Diabetes mellitus, bütün toplumlarda ve ırklarda görülen bir hastalıktır. Dünyada ve
ülkemizde yaygınlığı giderek artan diyabet hastalığının prevalansı; yaş, ırk, beslenme
alışkanlıkları ve diyabet ile ilgili pozitif aile öyküsünün varlığı gibi faktörlere bağlı
olarak toplum gruplarında farklılık göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün
tahminlerine göre Dünya diyabetik hasta nüfusu halen 200 milyon civarındadır ve bu
sayının 2025 yılında 300 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. Hastalık bazı etnik
gruplar dışında her kıtada, hemen tüm toplumlarda görülmektedir. Türkiye Diyabet
Epidemiyoloji Araştırması (TURDEP) ile 2002 yılında 20 yaş üzeri toplam 24788 kişi
üzerinde yapılan diyabet taramasının sonuçlarına göre DM prevalansı %7,2
bulunmuştur. Ayrıca daha önce DM tanısı alanların %4,88, tarama ile tanı konanlar
%2,32, bozulmuş glikoz toleransının da % 6,7 oranında olduğu bulunmuştur. Ancak bir
toplumda bilinen diyabetik kadar, bilinmeyen diyabetik bulunduğu da düşünülerek bu
oranların daha yüksek olabileceği tahmin edilmektedir.
Diabetes Mellitus Tip 1 diyabet ve Tip 2 diyabet olarak sınıflandırılır. Tip 1 diyabet,
pankreasta bulunan beta hücrelerinin otoimmün bir süreç sonunda harabiyeti ile gelişir.
Bu hastalar genellikle ömür boyu insülin kullanmalıdırlar. Tip 1 DM genellikle 40 yaşın
altındakilerde görülmektedir. Tip 2 diyabet ise sıklıkla erişkinlerde ve obez kişilerde
görülmektedir. Bu hastalarda insülin salgılanmasındaki bozukluk ya da dokulardaki
insülin reseptörlerindeki rezistans sonucunda glikoz metabolizması bozulmaktadır.
2 Diyabetin akut komplikasyonları ciddi olsalar da, bu hastalardaki morbidite ve
mortalitenin
çoğundan
komplikasyonları
hastalığın
sorumludur.
uzun
dönemdeki
Diyabetin
mikro
makrovasküler
ve
makrovasküler
komplikasyonları,
aterosklerozla oluşan kardiyovasküler değişikliklerin aynısı olup, hiperglisemi
varlığında daha ivmelenmiş ve erken olarak ortaya çıkarlar. Mikrovasküler
komplikasyonlar ise, diyabete özgü değişiklikler olup, organsal hasar, sinir sistemi,
böbrek ve retinada daha belirgin olarak mevcut olduğundan, sırasıyla; diyabetik
nöropati, nefropati ve retinopati olarak adlandırılır.
Diyabet tedavisinde amaç; hastanın semptomlarını gidermek veya azaltmak,
komplikasyonları önlemek ve yaşam kalitesini artırmaktır. Bu amaca ulaşmak için genel
tedavi yaklaşımı; hastanın eğitimi, egzersiz ve fiziksel aktivite, diyet ve farmakolojik
tedavi şeklindedir. Farmakolojik tedaviyi, oral antidiyabetik ajanlar ve insülin oluşturur.
Yapılan gözlemlerde Kayseri’de birçok diyabet hastasının bulunduğu ve bu hastaların
tedavilerinden istenen sonucun alınamadığının anlaşılması üzerine diyabet tedavisi
gören hastalara sosyodemografik özelliklerinin, hastalık ve tedavi bilgilerinin ve diyabet
bakımının sorulduğu 23 soruluk bir anket uygulanmıştır
Bu çalışmada temel olarak diyabet tedavisi gören 30 diyabet hastası ile yüzyüze
görüşülüp, hastalık ve tedavileri hakkındaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
3 2. GENEL BİLGİLER
2.1. DİYABETİN TANIMI, TARİHÇESİ, ÖNEMİ
TANIMI
Diabetes mellitus (DM) insülin salgılanması, taşınması ve depolanmasındaki defektler
nedeniyle karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki bozukluk sonucu oluşan,
hiperglisemiyle karakterize kronik bir metabolizma hastalığıdır (1).
Pankreas insülin sekresyonunun mutlak ve rölatif yetersizliği,
insülin yetersizliği,
insülinin etkisizliği veya insülin molekülündeki yapısal bozukluklar sonucunda oluşan
bu hastalık, etyolojisi, genetik ve klinik tablosu ile heterojen özelliktedir ve bir
sendromdur (2).
Diabetes mellitusun uzun dönem etkileri arasında özellikle gözler, böbrekler, kalp ve
kan damarları olmak üzere birçok organda yetmezlik ve disfonksiyon sayılabilir.
Diyabette poliüri, polifaji, susuzluk, görmede bulanıklık, kilo kaybı gibi karakteristik
semptomlar ve daha ağır olarak ketoasidoz veya non-ketodik hiperosmolar koma
gelişebilir. Etkili tedavinin gerçekleşmediği durumlarda ise baygınlık, koma hatta ölüme
bile yol açabilir. Çoğu zaman semptomlar şiddetli olmamakla beraber,bazen de hiç
olmayabilir. Bu nedenle patolojik fonksiyon bozukluklarına neden olan hiperglisemi
tanı öncesi uzun süre mevcut olabilir.
Ayrıca çeşitli patolojik süreçler diyabetin gelişimine katkıda bulunabilir. Bu süreçlere
pankreas beta hücrelerinin harabiyeti sonucu oluşan insülin eksikliği veya insüline
direnç gelişimi örnek verilebilir (1).
TARİHÇESİ
Yunanca dia+betes ve mellitus kelimelerinden türeyen ve “tatlı idrar yapma” anlamına
gelen diyabet, insanlığın ilk dönemlerinden itibaren tarihte yerini almıştır. Milattan önce
4 1500 de Mısır Ebers Papiruslarında fazla idrar yapılan, idrar yoluyla şeker kaybedilen
bir hastalık olarak tanımlanmış, Milattan 200 yıl sonra Cappodocia’lı Areateus hastalığa
Diabetes ismini vermiştir.
1860’da Langerhans’ın pankreas adacıklarını, 1875’de Claud-Bernard’ın diyabetin
nöro-hormonal
mekanizmasını,
1889’da
V.
Mering
ve
Minkowski’nin
pankreotektomiyle diyabet oluşumunu ortaya koyarak şeker hastalığının merkez
organını tanımlamalarından sonra 1922’de Best ve Banting pankreas ekstresi, insülin ve
hastalığının tedavisine yeni boyutlar getirmişlerdir. 2000 yıl önce Areateus tarafından
tarif edildiğinden beri tanı, tarif, etyoloji ve tedavisinde devamlı değişiklikler
gözlenmiştir (3).
1926 yılında Frank bugünkü oral antidiyabetiklerin atası Synthalini buldu. 1942’de
Laubaiter, sülfonamidlerin hipoglisemik etkisini bulduktan sonra Sülfonilüre türevleri
tıp dünyasına girmiştir. 1946-1950 yıllarında çeşitli uzun etkili insülinler bulunmuştur.
1973’ de Nova ve Leo firmaları antikor oluşturmayan ileri derecede saf insülini
geliştirmişler, bu günümüzde kullanılan DNA teknolojisiyle yapılmış olan insülinlere
öncülük etmiştir (4).
ÖNEMİ
Günümüzde, diabetes mellitus ve onunla aynı risk faktörlerini paylaşan bulaşıcı
olmayan, kronik hastalıklar önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Her yıl dünyada 8
ile 14 milyon insan diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve kronik solunum
yolu hastalıkları gibi diğer kronik karmaşık hastalıklar nedeniyle kaybedilmektedir.
Birçok ülkede ölüme neden olan hastalıklar içinde diyabet beşinci sırada yer almaktadır.
Yetişkin diyabetlilerde, diyabetli olmayan yaşıtlarına kıyasla kardiyovasküler olay riski
2-4 kat daha yüksektir. Tüm dünyada böbrek replasman tedavisi uygulanan olgular ile
65 yaş altı körlük ve travma dışı amputasyon olgularının en yaygın nedeni diyabettir.
Komplikasyonların bireye ve topluma getirdiği maliyet çok fazladır. Çeşitli ülkelerde
toplam sağlık hizmeti harcamalarının %3-12’sini diyabet giderleri oluşturmaktadır (5).
5 Bir yandan yüksek morbidite ve mortalite hızı, diğer yandan yüksek tedavi harcamaları
ve iş gücü kaybı nedeni ile hem hastaya hem de topluma büyük yük getirmesinden ötürü
diyabet önemli bir sağlık sorunudur (6).
Diyabet, yaşam süresini beş ile on yıl arasında kısaltmaktadır. Pek çok ülkede yapılan
çalışmalar (Da Qing, DPP, DPS), diyabetin yalnızca sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri
ile %44-58 oranında risk azalması sağlanarak önlenebileceğini veya en kötümser
tahminle geciktirilebileceğini göstermiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization: DSÖ), Uluslararası Diyabet
Federasyonu (International Diabetes Federation: IDF) ve diyabet ile ilgili diğer
kuruluşlar diyabet ve komplikasyonlarının önlenmesi, diyabetli insanlara daha iyi sağlık
olanaklarının sunulması, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve erken ölümlerin
azaltılabilmesi için üye ülkeler ve sivil toplum örgütleri ile birlikte yoğun çaba
harcamaktadırlar.
Öte yandan, Türkiye Diyabet Epidemiyoloji Çalışması (TURDEP-I) ve Amerikan
Ulusal Sağlık ve Beslenme Çalışması-III (National Health and Nutrition Examination
Survey-III (NHANES-III); diyabetli bireylerin %30-50’sinin henüz tanı konulmamış
vakalar olduklarını göstermektedir.
Diyabetin kişiye ve topluma yükünü azaltmak için hastalığın olabildiğince erken
dönemde tanınması ve uygun şekilde tedavi edilmesi şarttır (5).
2.2. DİYABETİN EPİDEMİYOLOJİSİ
Son 20 yılda tüm dünyada DM prevalansı dramatik olarak artmıştır. DM artışının yakın
gelecekte de devam edeceği tahmin edilmektedir. Örneğin 1976-1994 yılları arasında
ABD’ de erişkinlerde DM prevalansı %8,9’dan %12,3’e çıkmıştır. Bu rakamlar tanısı
konmuş ve henüz tanı almamış vakalarıda içermektedir (7). Benzer şekilde IGF
(bozulmuş açlık glukozu) oranlarıda giderek artmaktadır. Hem Tip 1 hem de Tip 2
diyabet sıklığı dünya çapında artmakla birlikte, obezite ve aktivite azlığına bağlı olarak
yakın gelecekte Tip 2 diyabet sıklığında daha fazla bir artış beklenmektedir (8).
Diyabet prevalansı ve insidansı toplumlarda her geçen gün artmaktadır. Çeşitli ülke ve
toplumlarda diyabet epidemiyolojisi, bilhassa Tip 2 insidans ve prevalansı değişiklik
6 göstermektedir. Bu durum etnik gruplarda genetik ve çevre faktörlerinin derecesi ve
etkenliğinin ayrı oluşundan, sosyal ve ekonomik düzeyin değişik olmasından ve
kullanılan araştırma metodlarının farklılığından kaynaklanmaktadır (3).
Grönland ve Alaska Eskimolarında DM prevalansı çok düşüktür ve saptanan olguların
çoğu Tip 2‘dir. Buna karşılık Amerika’da yaşayan Pime Kızılderililerinde prevalans
%55’in üstündedir ve dünya üzerindeki en yüksek diyabet prevalansı bu ırktadır (9). Tip
1 DM insidansı en yüksek İskandinavya’dadır, Pasifik kıyılarında ise çok daha
düşüktür. Kuzey Avrupa ve ABD’de Tip 1 DM görülme sıklığı ara değerdedir (10).
Ülkemizde en geniş kapsamlı diyabet epidemiyolojisi çalışması, TURDEP grubu
tarafından,
1997-1998
yılları
arasında
Sağlık
Bakanlığı’nın,
Türk
İstatistik
Enstitüsü’nün ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın sonuçlarına göre diyabet prevalansı % 7,2 olarak bulunmuştur. Çalışmada
pre-diyabet prevalansı ise % 6,7 olarak saptanmıştır. Her iki durumun da kadın
popülasyonda erkeklere oranla daha fazla olduğu ve şehirlerde, kırsal kesime oranla
daha sık görüldüğü rapor edilmiştir (11).
Tüm diyabetlilerin % 80’ den fazlası Tip 2 diyabet olup ülkemizde Tip 2 diyabet sıklığı
% 2,5-6 civarındadır. Dünyada endüstrileşmekte olan tüm ülkelerde Tip 2 diyabet
sıklığı gitgide artmaktadır (12).
Ülkemizde de 2,6 milyon civarında diyabet hastası vardır ve önümüzdeki 15-20 yıl
içinde, bu sayının daha da artacağı ve halen IGT aşamasında olan 1,8 milyon kişinin en
az üçte birinin de bu sayıya ekleneceği tahmin edilmektedir (11).
2.3. DİYABETİN SINIFLANDIRILMASI
Eskiden yapılan klinik sınıflandırmada hastalığın başlama yaşı değerlendirilmiş ve
gençlerde görülene “genç tip=juvenil tip”, erişkinlerde görülene “erişkin tip=adul tip”
DM adı verilmiştir.
Daha sonra terapötik sınıflandırma geliştirilmiş ve insülin bağımlı=insulin dependent
(IDDM) ve insülin bağımsız=insulin independent DM (NIDDM) terimleri kullanılmaya
başlanmıştır (2).
7 Ancak 1995‘te Amerikan Diyabet Derneği ADA, diabetes mellitusun tanı ve
sınıflandırmasını yeniden gözden geçirmek amacıyla bir komisyon toplamış ve
hastalığın etyopatogenezi hakkında elde edilen bilgiler ışığında yeni sınıflandırma 1997
yılında ADA’nın yayın organı Diabetes Care dergisinde yayınlanmıştır. Bu yeni
sınıflandırma;
1) TİP 1 DM
a) İMMUN ARACILI
b) İDİYOPATİK
2) TİP 2 DM
3) DİĞER SPESİFİK TİPLER
a) B HÜCRE GENETİK DEFEKTLERİ
i) Kromozom 12, HNF-1a (Mody 3)
ii) Kromozom 7, Glukokinaz (Mody 2)
iii) Kromozom 20, HNF-4a (Mody 1)
iv) Kromozom 13, İnsülin Promotor Faktör-1 (IPF;Mody 4)
v) Kromozom 17, HNF-1b (Mody 5)
vi) Kromozom 2, Neurod1 (Mody 6)
vii) Mitokondrial DNA
b) İNSÜLİN ETKİ MEKANİZMASINDA GENETİK DEFEKTLER
i) Tip A İnsülin Direnci
ii) Leprechaunism
iii) Rabson-Mendenhall Sendromu
iv) Lipoatrofik Diyabet
8 v) Diğer
c) EKZOKRİN PANKREAS HASTALIKLARI
i) Pankreatit
ii) Travma/Pankreotektomi
iii) Neoplazi
iv) Kistik Fibroz
v) Hemokromatoz
vi) Fibrokalküloz Pankreotopati
d) ENDOKRİNOPATİLER
i) Akromegali
ii) Cushing Sendromu
iii) Glukagonoma
iv) Hipertroidizm
v) Somatostatinoma
vi) Aldosteronoma
e) İLAÇ VEYA KİNYASAL MADDEYE BAĞLI DM
Vacor, Pentamidin, Nikotinik Asit, Glukokortikoidler, Troid Hormonu,
Diazoksid, B-Adrenerjik Agonistler, Tiazidler, Fenitoin, Alfa-,interferon,
Proteaz İnhibitörleri, Klozapin, B-Blokörler
f) ENFEKSİYONLAR
Konjenital Rubella, Sitomegalovirus, Coxsackie
9 g) İMMUN MEKANİZMAYA BAĞLI NADİR FORMLAR
i) Stiff-Man Sendromu
ii) Anti İnsülin Reseptör Antikorları
iii) Diğer F-İnfeksiyonlar(CMV, konjenital rubella)
h) DİYABETLE İLİŞKİSİ OLABİLEN GENETİK SENDROMLAR
i)
Down Sendromu
ii)
Klinefelter Sendromu
iii) Turner Sendromu
iv) Wolfram Sendromu
v)
Friedrich Ataksisi
vi) Huntington Koresi
vii) Laurence-Moon-Biedl Sendromu
viii) Myotonik Distrofi
ix) Porfiri
x)
Prader-Willi Sendromu
4) GESTASYONEL DM (GDM) (13)
DM yeni sınıflaması önceki sınıflamalardan 2 noktada ayrılır. İlk olarak, insüline
bağımlı diabetes mellitus (IDDM) ve insüline bağımlı olmayan diabetes mellitus
(NIDDM) terimleri artık kullanılmamaktadır. Çünkü Tip 2 diyabetiklerin de birçoğunda
glisemi kontrolü için eninde sonunda insülin kullanımının gerekliliği karışıklıklara yol
açmaktaydı. İkinci farklılık ise, yeni sınıflama sisteminde yaşın artık bir kriter olarak
kullanılmamasıdır. Tip 1 DM daha sık olarak 30 yaş altında görülmekle birlikte
otoimmun beta hücre yıkımı her yaşta gelişebilir (8).
10 2.4. DİYABETİN TANISI
Diabetes mellitus tanısı anamnez, fizik muayene ve çeşitli koşullar altında serum veya
plazma glukoz yoğunluklarının ölçülmesiyle olur. Kan şekerini değerlendirmede
hastanın yaşı ve kan örneği alma yeri önemlidir. Çünkü yaşla glukoz toleransı
azalmaktadır. Ayrıca kapiller kanı veya venöz plazmada kan şekeri ölçümleri venöz tam
kan örneklerinden yaklaşık 20 mg/dl daha yüksektir (14).
Diyabet tanısı hipergliseminin saptanması ile konur. Hiperglisemi açlıkta, toklukta veya
her iki durumda saptanır.
Açlık kan şekerine 8-14 saatlik bir açlığın sonunda bakılır. Şeker tam kanda bakılmış
ise 60-110 mg/dl, venöz plazma veya serumda bakılmış ise 70-120 mg/dl saptanır.
Bunlar normal değerlerdir. Yemeğin ilk lokmasını yuttuktan tam 2 saat sonra bakılan
kan şekerine ise tokluk kan şekeri denir ve bunun da normal üst değeri 140 mg/dl’dir
(15).
Amerikan Diyabet Derneğinin 2005 yılında yayınladığı makaleye göre; Diyabet tanı
kriterleri şöyledir:
1) Diyabetin klasik belirtilerinin varlığı durumunda, rastgele yapılan kan şekeri
ölçümünün 200 mg/dl olması. Rastgele ile kastedilen; son yenilen yemeğin
zamanına bakılmaksızın gün içi herhangi bir zamanda ölçümün yapılmasıdır.
Diyabetin klasik belirtileri poliüri, polidipsi ve beklenmeyen kilo kaybını
içermektedir.
Yada,
2) Açlık kan şekeri (AKŞ) 126 mg/dl olması. Açlık; en az son 8 saattir kalori alımının
olmamasıdır.
Yada,
3) Bir OGTT esnasında plazma glukoz düzeyi 200 mg/dl ise test WHO’nun tanımını
yaptığı biçimde 75 g anhidröz şekerin çözünmüş şeklinin içilmesi ile yapılır (16).
11 Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT)
Endikasyonları

Tarama testinde açlık kan şekerinin 115 mg/dl ve üzerinde ya da postprandiyal kan
şekerinin (120. dakika) 140 mg/dl ve üstünde bulunması.

Gestasyonel diyabeti belirlemek veya reddetmek.

Şişmanlık ve/veya özellikle ağırlıklı ailesel diyabet hikayesi olanlar.

Otozominal dominant (MODY) tipi diyabet hikayesi olanlar.

Açıklanamayan nöropati, retinopati, ateroskleroz, koroner arter hastalığı, periferik
vasküler hastalıklar (özellikle 50 yaşın altında olanlarda).

Operasyon, stres, travma, infarktüs, serebral vasküler olaylar, kortikesteroid
kullanımı, gebelik esnasında anormal glukoz değerleri veya glukozüri görülenlerde,
bu olaylar geçtikten sonra test yapılmalıdır.

Metabolik sendrom X düşünülen kişilerde.

Reaktif hipoglisemi düşünülen kişilerde (bu kişilerde OGTT süresi daha uzun
tutulur) (17).
Ogtt Yapılması Ve Değerlendirilmesi

Kişi testten önceki 3 gün boyunca 150-200 g karbonhidrat tüketmelidir.

3. Günün akşamından sonra 12 saatlik bir açlığı takiben sabah test yapılmalıdır. (18)

Stres, enfeksiyon, akut kalp hastalığı vb OGTT’yi etkileyebilecek sorun olup
olmamasına dikkat edilir. Diüretik, oral kontraseptifler, tiroksin, difenilhidantoin,
nikotinik asit, beta blokör vb ilaç kullananlar testten bir hafta öncesinde ilaca ara
vermelidir (14).

Testin başlangıcında 0. dakikada kan alınır. 300 ml suda çözünmüş 75 g glukoz
birkaç dakika içinde hastaya içirilir.(Gebelerde 100 g glukoz kullanılır.)

2 saat süreyle 30 dakikada bir kan alınır ve kan glukozu ölçülür (18).
12 Tablo 2.1. WHO kriterlerine göre erişkinlerde OGTT düzeyleri (3)
Kan
glukuz NGT(Normal
IGT
(Bozulmuş
DM (Diabetik)
düzeyi(mg/dl)
Glukoz Toleransı)
glukoz toleransı)
Açlık
<110
<140
>140
120 dk
<140
140-199
>200
Tablo 2.2. National Diabetes Data Group (NDDG) kriterlerine göre OGTT yorumu (19)
Kan glukoz düzeyi NGT
(normal IGT
(bozulmuş DM
(venöz plazma mg/dl)
glukoz toleransı)
glukoz toleransı)
(diyabetik)
Açlık
≤115
<140
≥140
30., 60., 90., dk en az <200
≥200
≥200
140-200
≥200
bir değer
120. dk
<140
Glikolize Hemoglobin Ölçümleri
Glikohemoglobin, glukoz ile hemoglobinin her iki beta zincirlerinin birleşmesiyle
ortaya çıkan bir ketoamin reaksiyonudur. Hemoglobinin glikolizasyonu kan glukoz
yoğunluğu ile yakından ilişkilidir. HbA1C fraksiyonu kan glukozu uzun süre yüksek
olan diyabetlilerde yükselir ve metabolik kontrol ile orantılıdır. Bu reaksiyon reversibl
değildir. Glikolize hemoglobinlerin yarı ömrü, dolaşımdaki eritrositlerin yarı ömrü ile
yakından ilişkilidir. Bundan dolayı HbA1C, önceki 8-12 haftadaki kan glukoz
durumunu yansıtır; bu da diyabetin kronik kontrolünde yardımcı bir metod olarak kabul
edilir (14).
13 2.5. TİP 1 VE TİP 2 DİABETİN KLİNİK ÖZELLİKLERİ
2.5.1. Tip 1 DM
Tip 1 DM özellikle çocukluk ve adölesan çağında sık görülen ciddi hastalıklardan
biridir. Pankreas beta hücrelerinin zedelenmesi veya total kaybı sonucu oluşur ve
fizyopatolojisi doğrudan doğruya insülin eksikliği ile ilişkilidir. Genetik yatkınlık
zemininde başlayan otoimmun hasar, beta hücrelerinin tamamına yakınının harabiyete
uğramasıyla sonuçlanır (20).
Hastalık genellikle gençlik çağında başlar. (bu nedenle eski adı Juvenil diabetes
mellitus), ancak her yaşta ortaya çıkabilir. Hastaların hayatta kalabilmeleri günlük
insülin kullanımına bağlıdır. (bu nedenle eski adı İnsüline Bağlı Diabetes Mellitus veya
IDMM) (18).
Çocukluk yaş grubunda diyabet tanısı semptomların akut başlaması nedeniyle kolaylıkla
konabilmektedir. Bazen başlangıç bulguları hafif olup aile tarafından fark edilmeyebilir.
Bazı ülkelerde ve belirli durumlarda diyabetin klinik bulguları daha yavaş bir başlangıç
gösterebilir ve bu durum tanıda güçlüklere neden olabilmektedir (21).
Patogenez bu hastalığa genetik yatkınlıkla başlar. Ve bazı çevresel faktörler bu süreci
başlatır. Viral infeksiyonlar tetikleyici mekanizmalardan biridir. Çevresel faktörlerin
gerekli olduğunun en iyi kanıtı tek yumurta ikizleridir. Birinde diyabet olduğunda
diğerinde de gelişme riski % 50’den daha azdır (22).
2.5.2. Tip 2 DM
Tip 2 diyabetin klinik belirtileri çoğunlukla 40 yaş üzerinde ortaya çıksa da ve vücut
ağırlığı ile ilişkili olsa da, genetik faktörlerin patofizyolojide önemli rol oynadığı
görülmektedir. Bu, farklı sosyal çevrelerde büyütülseler bile, ikizlerden birinde Tip 2
diyabet görüldüğünde diğerinde de ileriki yıllarda klinik olarak belirgin Tip 2 diyabet
gelişme riskinin çok yüksek olduğu anlamına gelir (23).
Bu hastalık insülin direncine yol açan obezite, hareketsizlik, yüksek yağ içerikli ve/veya
yüksek kalorili diyet gibi çevresel faktörler ile genetik faktörlerin birbirleriyle etkileşimi
sonucu ortaya çıkan polijenik bir hastalıktır (18).
14 Tip 2 diyabet aşağıdaki sıra ile gelişen hastalığın farklı evlerini temsil eden 3
patofizyolojik fenomen ile karakterizedir. Bunlar:

İnsülin duyarlılığında azalma veya insülin direnci

Göreceli insülin yetersizliği ile birlikte pankreas beta-hücrelerinin fonksiyon
bozukluğu

Karaciğerde glukoz üretiminde artış (24).
Tip 2 diyabetin diğer karakteristik özellikleri insüline bağımsız olabilmesi ve uzun süre
semptomsuz kalabilmesidir. Asemptomatik dönemde genel olarak tanı konamamaktadır.
Ateşli hastalıklar, infeksiyonlar yada hiperglisemik hiperosmolar tablolar tanıyı
çabuklaştırmaktadır (25).
Tip 2 diabetes mellituslu bireylerin uzun dönem izlemlerinde, insülin sekresyonu, açlık
sırasında ve oral glukoz yada yemeklere cevap olarak normalden yüksektir. Bu erken
safhada kan glukoz seviyeleri hafifçe normalden yüksektir. Hastalık ilerledikçe açlık
glukozu yada postpandiyal 2. saatteki glukoz seviyeleri ile insülin sekresyonu artar.
Ancak artmış olan insülin seviyesi yüksek glukoz için yeterli değildir (18).
Tablo 2.3. Tip I ve Tip II Diyabetin Özellikleri (26)
Özellikler
IDDM(Tip I)
NIDDM (TipII)
Genetik lokus
Kromozom 6
Belirsiz
Başlangıç Yaşı
<20
>40
Başlangıç
Hızlı
Sinsi
Balayı Periyodu
Var
Yok
Ağırlık
Normal-Zayıf
Obez
Plazma İnsülin
Yok-Düşük
Normal-Yüksek
Prevalansı
%0.5
%2
Adacık hücre ve insülin Sık
antikorları
Yok
15 HLA ilişkisi
Var
Yok
Tedavi
İnsülin
Oral Hipoglisemik
Kronik
Yıllar Sonra
Tanı sırasında olabilir
Ketoasidoz
Hiperozmolar koma
komplikasyonlar
Akut komplikasyon
2.6. DİABETES MELLİTUS’UN KOMPLİKASYONLARI
Hem diyabet hem de komplikasyonları yalnızca hastayı değil, hasta yakınlarını,
çevresini ve toplumu da sosyal ve ekonomik yönden ilgilendiren sonuçlar
doğurmaktadır. Birçok çalışma, komplikasyonların tanıyı izleyen ilk yıllarda ortaya
çıktığını
veya
tanı
konduğunda
hastaların
komplikasyonlardan
ve
bunların
sonuçlarından etkilenmiş olduklarını göstermektedir (25).
Diabetes Control and Complications Trial (DCCT) çalışmasının sonuçları ve diğer
deneysel çalışmalar iyi bir glikoz kontrolünün diyabetin komplikasyonlarını azaltıcı
etkisinin olduğunu göstermiştir. Diyabetlilerin mortalite ve morbidite artışının asıl
nedeni kardiyovasküler hastalıktır. Tip 2 diyabetlilerin çoğuna eşlik eden obezite,
insülin direnci, hipertansiyon, hiperlipidemi, koagülasyon bozuklukları riskin
artmasında rol oynamaktadır (26).
DM’ un akut metabolik komplikasyonları ve kronik komplikasyonları vardır. Bunlar:
1. Akut komplikasyonlar:
a. Diabetik Ketoasidoz (DKA) Ve Ketoasidoz Koması
b. Hiperosmolar Nonketotik Diabetik Koma (HNKDK)
c. Laktik Asidoz Koması (LA)
d. Hipoglisemi
2. Kronik komplikasyonlar:
a. Mikrovasküler Komplikasyonlar:
16 Retinopati, Nefropati, Nöropati (Simetrik Periferik Nöropati, Mononöropati,
Otonomik Nöropati)
b. Makrovasküler Komplikasyonlar:
Koroner Arter Hastalığı, Serebrovasküler Hastalıklar, Periferik Damar
Hastalıkları, Diabetik Ayak
c. Nonvasküler komplikasyonlar:
Gastroparezi, Seksüel Disfonksiyon, Deri Değişiklikleri (7, 10, 27)
2.6.1. Akut Komplikasyonlar
2.6.1.1. Diabetik Ketoasidozis (DKA)
İnsülinin
ileri
derecede
eksikliği
nedeni
ile
protein,
karbonhidrat
ve
yağ
metabolizmalarının ileri derecede bozulması sonucu oluşan, zamanında tedavi
edilmezse komaya kadar ilerleyerek ölüme neden olabilen akut bir diyabet
komplikasyonudur. Mortalitesi %6-10 civarında olup daha çok çocukluk döneminde
görülür (15).
DKA tablosunun oluşması için tetik çeken bir başka faktörün bulunması gereklidir. En
sık rastlanan nedenler arasında yetersiz insülin, enfeksiyon, ağır stres (fiziksel veya
emosyonel), hipokalemi (diüretiğe bağlı), myokard infarktüsü, travma, serebrovasküler
ataklar, renal yetmezlik ve yetersiz sıvı alımı gösterilebilir (15, 28).
Beyin ödemi diyabetik ketoasidozun en ölümcül olan ve en korkulan, nadir olarak DKA
tablosundaki çocukların %0,2–1’ inde görülen komplikasyonudur. Çok hızlı, hipotonik
ve fazla miktarda sıvı verilerek ozmotik dengenin hızlı değiştirilmesi, fazla bikarbonat
verilmesi ve glikoz düzeyi düşerken serum sodyum düzeyinin yükselmemesi beyin
ödeminin başlıca nedenleridir. Baş ağrısı, davranış değişikliği, üriner inkontinansı, kan
basıncında değişiklik, bradikardi, anizokori, pupilla refleksinin kaybı, papil ödemi
başlıca bulgulardır. Tedavi edilmezse konvülziyon ve herniasyon gelişebilir (29, 30).
DKA tedavisinin gecikmesi çok ciddi sorunlar doğurabilir. Dolayısıyla bilinci yerinde
olmayan veya hiperventilasyon halinde olan her hastada tanıda DKA düşünülmelidir.
17 İntravenöz sıvılarla sıvı replasmanı ve insülin tedavisi yapılır ve elektrolitler yerine
konur. İnsülin tedavisi ile asidoz ve volüm fazlalığının düzeltilmesi serum potasyumunu
düşürür, hipokalemiye neden olur. Bu durumu önlemek için potasyum replasmanı
başlatılır. DKA tedavisinde bikarbonat yüklemesinin faydaları ise hala tartışmalıdır
(15).
2.6.1.2. Hiperosmolar Nonketotik Diabetik Koma (HNKDK)
Hiperosmolar nonketotik diyabet koması, belirgin ketoasidozun yokluğunda şiddetli
hiperglisemi, hiperosmolarite ve dehidratasyon ile karakterizedir. İnsüline bağımsız Tip
2 diabetes mellituslu hastalarda, önceden diyabeti olduğu bilinmeyen yaşlı hastalar veya
sadece diyet ya da diyet ve sülfonilüreler ile tedavi edilen hafif diabetiklerde
hiperosmolarite gelişebilir. Difenilhidantoin kullanımı, hipotermi, akut pankreatit,
tirotoksikoz ve glukokortikoid tedavisini takiben hiperglisemik hiperosmolarite
gelişebilir. Ayrıca akromegali ile birlikte tiazid diüretikleri, diazoksit, propranolol,
simetidin, furasemid, kalsiyum kanal blokerleri ve enkainid kullanımından sonra fazla
miktarda şeker içeren içeceklerin içilmesi ve total paranteral nütrisyondan sonra
bildirilen olgular vardır (31).
Hastada ketoasidozu engelleyecek kadar insülin salgısı mevcuttur bu nedenle keton
düzeyi hiç artmaz ya da çok az yükselir fakat insülin hiperglisemiyi düzeltmeye yeterli
değildir. Eğer hastanın su alımı da düşükse, osmotik diürez sonucu ekstrasellüler sıvı ve
plazma hacmi azalır. İdrar hacminin ve idrarla atılan glikoz miktarının azalması,
hiperglisemi ve hiperosmolaritenin ağırlaşmasına yol açar (31, 32).
Tedavide ilk yaklaşım dehidratasyon ve elektrolit dengesizliği için diyabetik
ketoasidoza benzer şekilde sıvı replasmanı ve hipergliseminin düzeltilmesi için de
insülin tedavisi esastır. Tromboembolik olayların dehidratasyondan dolayı fazla olması
nedeniyle antikoagülan tedavi başlangıcında uygulanır (7, 15).
2.6.1.3. Laktik Asidoz Koması
LA, kanda laktat konsantrasyonunun arttığı durumlarda görülen anyon açıklı bir asidoz
durumudur. Laktik asit tüketimini engelleyen, laktatın pirüvata dönüşümünü yavaşlatan
her olay laktik asidoza yol açabilir.
18 Tedavide prensip, nedenin ortadan kaldırılması olmalıdır. Şok, hipertansiyon,
ketoasidoz, travma, karaciğer yetmezliği, elektrolit denge bozukluğu ve renal
yetersizlikle mücadele edilir. Asidemi ciddi ve pH 7 den düşük ise bu tedbirlerle beraber
acilen bikarbonat tedavisine başlanmalıdır. Bu işlemin yanında yapılacak peritoneal ve
hemodiyaliz tablodan çıkışı kolaylaştırabilecektir (33).
Diabetes mellituslu hastalarda doku ve organlarda biyokimyasal, morfolojik ve
fonksiyonel bir takım değişiklikler meydana gelir. Akut dönemde oluşan metabolik
komplikasyonlar yaşamı tehdit edecek düzeyde hatta fatal olabilir, fakat bugün için asıl
sorun uzun sürede oluşan, küçük ve büyük damarların hastalığıdır. Buna “kronik
vasküler sendrom” da denir. Diyabetin kronik komplikasyonları tutulan sisteme göre
Tablo 2.4.’de sınıflandırılmıştır. Diabetik mikroanjiopatik değişiklikler, diabetik
metabolik bozukluklarla hızlanmış ateroskleroz tablosudur denebilir. Buna karşılık
diabetik mikroanjiopatik değişimler genelde diyabete özgü ve tespit edildiğinde diyabet
varlığını akla getiren patolojik damar bozukluklarıdır (34, 35).
Tablo 2.4. Diyabetin Mikroanjiopatik ve Makroanjiopatik Kronik Komplikasyomları
(4)
Göz
1.Diabetik retinopati (vazoproliferatif ve makülopatik)
2.Vitreus kanaması
3.Rubeozis iritis
4.Glokom
5.Katarakt
6.Oküler kas felci
Böbrek
1.İnterkapiller glomeruloskleroz (Kimmelstiel Wilson)
2.Kronik böbrek yetersizliği
3.Renal papiller nekroz
4.Kronik pyelonefritis
5.Renovasküler hastalıklar ve hipertansiyon
Periferik
sinir
merkezi sinir sistemi
ve 1.Somatik Diabetik nöropati
2.Otonom Diabetik nöropatisi
3.Diabetik inmeler
19 Kardiyovasküler sistem
1.İskemik kalp hastalıkları
2.Diabetik kardiyomiyopati
3.Diabetik periferik arter hastalığı
4.Diabetik arteryal organ beslenme bozukluğu
Deri ve bağ dokusu
1.Necrobiosis lipoidica diabeticorum
2.Xantoma diabeticorum
3.Granuloma annulare
4.Fronkuloz
5.Mikotik infeksiyonlar
Gebelik
1.İri bebek gelişimi insidansında artış
2.Kongenital defekt (bebekte)
3.Gebelikte miad gecikmesi
4.Neonatal hipoglisemi
5.Neonatal ölüm değerlerinde artış
2.6.1.4. Hipoglisemi
Düşük kan şekeri veya düşük kan glukozu olarak adlandırılan hipoglisemi, dolaşımdaki
glukoz seviyesinin normalin altına düşmesi durumudur. İnsülin tedavisinin en sık
görülen yan tesiridir. Tip 1 diyabetlilerde Tip 2 diyabetlilere göre daha sık ortaya çıkar.
Bazen OAD ilaç alanlarda da olur, bu nokta bilinmezse insülin almayan bu tür
hastalarda hipoglisemi komasında kuşkulanılmaz, tedavi yapılmaz ve sonuçta ölüm
oranı artar (36, 37).
Hipogliseminin oluşmasını anlamak için organizmadaki normal glukoz homeostazisi
bilinmelidir. Normal şartlarda glukoz beyin için zorunlu bir yakıttır. Dolaşımdaki
glukoz seviyesi düştüğünde beyin fonksiyon göremez ve hipoglisemi semptomları
oluşur. Beyin glukoz sentezleyemediği için sürekli bir glukoz kaynağına ihtiyaç vardır;
glukoz arteryel kandan kolaylaştırılmış difüzyon ile alınır. Plazma glukoz
konsantrasyonu fizyolojik sınırların altına düştüğünde kandan beyine oksijen taşınması,
beyin enerji metabolizması ve fonksiyonu için yetersiz hale gelir ve hipoglisemiyi
önleyici mekanizmalar devreye girer. Beyin ayrıca keton cisimlerini de enerji kaynağı
olarak kullanabilir. Bu durum, uzun süre aç kalmış kişilerde oldukça düşük kan glukoz
20 seviyelerine rağmen, hipogliseminin bulgu ve belirtilerinin neden oluşmadığını izah
eder (38).
Plazma glukoz düzeyleri besin tüketimi ve aktivite düzeyindeki büyük farklılıklara
rağmen dar sınırlar arasında sürdürülür; genellikle 60-150 mg/dl arasındadır. Normalde
glukozun başlıca kaynağı diyettir. Ancak öğünler arasında veya açlıkta, serum glukoz
düzeyleri başlıca glukoneogenez ve karaciğerde glikojen yıkımı ile sürdürülür.
Genellikle KC glikojen deposu plazma glukoz düzeyinin 8 ile 12 saat sürdürülmesi için
yeterlidir, ancak egzersiz nedeniyle glukoz gereksinimi artmışsa veya glikojen depoları
hastalık veya açlığa bağlı olarak azalmışsa bu süre daha kısa olabilir ve sonuçta
hipoglisemi meydana gelir.
Glukoz düzeyleri hipoglisemi sınırına yaklaştığında ve ulaştığında karşı-düzenleyici
hormon cevapları tipik bir sırayla ortaya çıkar. Glukagon bu cevapların ilki ve en
önemlisidir. Glikojenoliz ve glukoneogenezi uyarır. Glukagon yetersizliğinde
katekolaminler hipoglisemiye akut cevap oluşturmada önemli bir rol üstlenir. Uzayan
hipoglisemilerde ise büyüme hormonu ve kortizol glukoz kullanımını azaltıp, üretimini
destekler (39).
Tanı için hipoglisemi semptomları, düşük kan şekeri (<55 mg/dl) ve semptomlarn
karbonhidrat verilmekle düzelmesi en geçerli ölçüdür. Buna Whipple Triadı adı verilir.
Bununla beraber semptomlar olmasa da gliseminin 55 mg/dl’nin altında olması tanı
koydurucu niteliktedir.
Hipogliseminin semptomlarını iki grupta toplayabiliriz: Adrenerjik ve nöroglikopenik.
Adrenerjik belirtiler arasında anksiyete, sinirlilik, titreme, terleme, açlık hissi, çarpıntı,
irritabilite, solukluk, bulantı, ateş basması, anjina sayılırken; nöroglikopenik belirtiler
baş ağrısı, bulanık görme, paresteziler, güçsüzlük, yorgunluk, konfüzyon, kulak
çınlaması, unutkanlık, koordinasyon bozukluğu, mental bozukluklar, davranış
değişiklikleri, üşüme duyumu, sabah uyanma güçlüğü, senil demans, organik
personalite sendromu, geçici hemipleji, geçici afazi, kas kontraksiyonları ve komadır
(40).
Tedavi veya nüksün engellenmesi için mümkünse altta yatan neden yok edilmelidir.
İnsülin kullanan ve öğün atlayan diyabetik hastalardaki hafif hipoglisemi, kan şekeri
21 normal düzeye çıkana kadar her 30 dakikada bir 12-18 gram oral karbonhidrat alımıyla
tedavi edilebilir. Daha ağır hipoglisemi durumlarında subkutan veya intramusküler
olarak uygulanan 1 mg glukagon tedavi edicidir. Komadaki hastalara ise glukagon
inrtavenöz olarak uygulanabilir (41).
2.6.2. Kronik Komplikasyonlar
2.6.2.1. Mikrovasküler Komplikasyonlar
Diabetik Retinopati (DR): Diyabetik retinopati gözün retina bölümündeki küçük
damarların hastalığıdır. Toplumdaki görme bozukluklarının önemli bir nedenidir. 16-65
yaş arasında görülen körlüklerin %20’sinden sorumludur. Diyabetlilerin yaklaşık
%2’sinde retinopatiye bağlı körlük oluşur. Halen kökten bir tedavisi yoktur ancak bu
istenmeyen sonuç düzenli izleme ve günümüzde yaygın olarak kullanılan lazer tedavisi
ile azaltılmaya çalışılmaktadır. Diyabetin süresi göz komplikasyonları ile direkt
ilişkilidir. Diyabetin başlamasından 20 yıl sonra Tip 1 diyabetli olguların hemen hemen
tümü, Tip 2 diyabetli olguların ise %60’ından fazlasında çeşitli oranlarda retinopati
gelişmektedir (7, 42, 43).
Diyabetik retinopatideki temel patoloji mikrooklüzyon ve damar permeabilitesindeki
bozulmadır. Oklüzyon sonucu retinal hipoksi gelişir. Bunun ardından da geç evrelerde
yeni damar oluşumları izlenir. Permeabilite artışına bağlı olarak da eksuda, hemoraji ve
retina ödemi izlenir (44).
Diabetik retinopati taraması; pubertal başlangıç gösteren DM için hastalık başlangıcından 5
yıl sonra veya 11 yaşından sonra veya puberte başladıktan sonra yılda bir kez yapılmalıdır.
Puberte sonrası DM gelişenlerde ise hastalık başlangıcından 2 yıl sonra ve yılda bir kez
yapılmalıdır (45).
Diabetik retinopatiye karşı en etkin önleyici tedavi yöntemi glisemik kontrolün iyi
yapılmasıdır. Yoğun insülin tedavisi ile retinopati ilerlemesinin yavaşlatıldığı ve proliferatif
retinopati gelişiminin azaldığı gösterilmiştir. Buna karşın ilerlemiş retinopati iyi metabolik
kontrol ile düzeltilemez (46).
Diabetik Nefropati (DN): Diabetik nefropati olarak adlandırılan klinik sendrom persistan
albuminüri, kan basıncında yükselme, glomerül filtrasyon hızında (GFH) progresif azalma
22 ve kardiyovasküler morbidite-mortalitede artış ile karakterizedir (7). Diabetik nefropati
özellikle batı ülkelerinde terminal böbrek yetmezliğinin esas nedenidir. Diabetik
nefropatinin insidansı Tip 1 DM ve Tip 2 DM’da birbirine yakındır. Tip 1 DM’lu
hastaların %30-40’ında DN görülür. Bu hastaların çoğunda hastalığın başlangıcından
itibaren 10 yıl içinde önemli derecede renal hasar saptanmaktadır. Toplumsal verilere
dayanan çalışmalara göre Tip 2 DM’da nefropati prevalansı % 5-10’dur. Bunun nedeni
bu hastaların uzun bir subklinik hiperglisemi yaşamış olmalarıdır. Benzer çalışmalar
diabetik nefropatinin insidansının Tip 2 DM hastalarında 20. yıldan sonra %25-60
olduğunu göstermiştir (47).
DN, artan sayıda hastanın son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) geliştirmesinden
dolayı önemli bir sağlık sorunudur. ABD’de yeni gelişen SDBY’nin %40’ını DN
oluşturmaktadır. Tanım olarak DN, diğer böbrek hastalıkları olmadan, diyabetli bir
hastada sürekli idrar albümin çubuğunun pozitif olması veya günde 300 mg’dan fazla
albümin ekskresyonudur. DN, diyabetin geç bir bulgusu gibi görünmekle beraber,
DN’den önce fizyolojik, patolojik ve klinik belirtiler olur (48).
Diyabetik nefropatinin tedavisi özellikle glisemi kontrolü, mikroalbüminüri ve
hipertansiyon tedavisi, fizyopatolojide yer alan faktörlerin tedavisi ve son dönem
böbrek yetmezliğinin tedavisi aşamalarından oluşur (49).
Diabetik Nöropati: Nöropati periferik ve otonom sinir siteminde oluşan bozukluklardır
ve diyabette hipergliseminin etkisiyle yaygın olarak ortaya çıkar. Diyabetik nöropatinin
görülme sıklığı farklı gruplarda %5 ile %60 arasında değişen oranlarda bildirilmiştir.
Ortalama olarak diyabetlilerin tanı konduğu anda %10’unda nöropati olduğu, tanıdan 20
yıl sonra bu oranın %20’ye çıktığı belirtilmektedir. Diyabetik nöropati hiperglisemi ile
yakın ilişki içindedir. Diyabet kontrolü kötü olanlarda nöropati sıklığı artmaktadır.
Fakat bazı durumlarda iyi diyabet kontrolüne rağmen nöropatinin ortaya çıkması
genetik faktörlerin etkili olduğunu düşündürmektedir (43).
Diabetik ayak sorunlarının etiyolojisindeki en önemli neden nöropatidir. Semptomlar
genellikle ayaklarda başlayıp ellere doğru yayılabilir. Geniş lifler motor güç, pozisyon,
vibrasyon hissini kontrol eder ve klinikte halsizlik, derinden gelen ağrı, hissizlik ve
karıncalanma, kas atrofisi ile kendini belli eder. Tanı vibrasyon hissi, derin tendon
refleksleri ve kantitatif sensoryal testlerde kayıp, elektrofizyolojik anormallikler ve sural
23 biyopside lif kaybı ile kendini gösterir. Ancak esas morbidite ve mortaliteye yol açan
küçük lif tutuluşudur (7).
Primer tedavi kan şekerinin kontrol altında tutulmasıdır. İyi metabolik kontrol ile klinik
nöropati % 60 geriler. Ayrıca tutulan bölgeye göre semptomatik ve destekleyici tedavi
yapılır. Ağrılı diabetik nöropati için asetaminofen ve ibuprofen kullanılabilir (50).
2.6.2.2. Makrovasküler Komplikasyonlar
Makrovasküler Hastalıklar: Günümüzde diabetes mellitusta makrovasküler hastalık
prevalansı artmıştır. Diyabette makrovaskuler hastalık hipertansiyon, aile öyküsü, sigara
içiciliği, hiperlipidemi varlığı sonucu kolaylaşan bir durumdur. Büyük damar
hastalığının yol açtığı kardiyovasküler, serebral ve periferik damar lezyonları en önde
gelen ölüm sebebidir. Büyük damar hastalığı diyabetik hastalarda daha erken başlar ve
daha sık görülür (26, 51).
Diyabet süratlenmiş ateroskleroz için özellikle kadınlarda, risk faktörüdür. Ateroskleroz
riski özellikle kontrolsüz diyabetlilerde fazladır; çünkü ek olarak hiperkolestrolemi ve
hipertrigliseridemileri vardır. Koroner, serebral ve periferik damarlar olaya iştirak
ederler. Artmış insidansda MI, felç ve gangrene rastlanır.
Büyük damarlara ait değişiklikler, diyabetlilerde farklı değildir. Fakat daha erken
yaşlarda başlar ve daha sık görülür. Büyük damar hstalığı ve komplikasyonları 2-3 misli
daha fazladır. Erişkin diyabetlilerin % 65-75‘i kalp veya büyük damar hastalıklarına
bağlı hastalıklardan ölmektedir (14).
Diyabetli olmayanlarda 40 yaşa kadar her iki cinste de ateroskleroz ve
komplikasyonlarının prevalansı düşüktür (%2-5). 40-60 yaşları arasında %35-45‘e
kadar çıkar; 60 yaşından sonra %40-60‘tır. Erkeklerde 5-7 kere daha sıktır.
Diyabetlilerde ise ateroskleroz ve komplikasyonları her yaşta kadınlarda daha fazla
olmak üzere artmıştır. Diyabetlilerde kardiyovasküler sistemin en ağır şekilde tutulumu,
sıklığı, giderek azalmak üzere koroner arter hastalığı, periferik damar hastalığı ve
gangren, beyin infarktı, renal ateroskleroz, intraserebral hemoraji, ateroskleroz
etiyolojili aort anevrizması oluşumu şeklinde görülür (14).
24 Diyabetik kalbin fonksiyonu ve yapısı genellikle anormal olup kalp yetmezliği
gelişimine yatkınlık gösterir. Bu diyabetik kardiyomiyopati varlığı ile açıklanabilir ve
diyabetik hastalarda miyokardiyumda görülen morfolojik değişiklikler nedeniyle KKY
gelişim riskinin fazla olduğu düşünülmektedir. Diyabetik hastalarda sol ventriküler
kitlenin glukoz intoleransı olan hastalara göre daha fazla olduğu saptanmış olup bu
aradaki farkın artmış miyokardiyal fibrozis nedeniyle olduğu gösterilmiştir.
Sol ventrikül disfonksiyonu ve kalp yetmezliği olan diyabetik hastalarda tedavinin
amacı non-diyabetik hastaların tedavi ilkeleriyle aynıdır ve amaç konjesyonu
düzeltmek, hastalığın progresyonunu yavaşlatmak ve yaşam süresini uzatmaktır (7).
Diabetik Ayak: Alt ekstremite ülserleri diyabetin ciddi bir komplikasyonudur. ABD'de
16 milyondan fazla kişide diyabet hastalığı vardır ve bunların % 15'i yaşamlarının bir
noktasında ayak ülserine yakalanmıştır. Alt ekstremite ampütasyonlarının yaklaşık
yarısı diabetes mellitus nedeniyledir. Alt ekstremite kaybı, yaşam kalitesinde azalma,
sağlık masraflarında artma ve eşlik eden başka bir tıbbi soruna daha zemin
hazırladığından dolayı bu kişilerde takip eden 5 yılda ölüm veya yeni bir uzuv kaybı
ihtimali, ampütasyon olmayan kişilere göre daha fazladır (52).
Diyabetin ayaklar üzerinde çeşitli etkileri vardır. Periferik nöropati ayaklarda duyu
azalmasına, otonomik nöropati cilt kuruluğuna, damarlardaki daralma ve tıkanmalar ise
kan akımının azalmasına ve yara iyileşmesinin güçleşmesine neden olur. Bu nedenle
diyabetiklerde ayak bakımı çok önemlidir ve bu konuya yönelik hasta eğitimine diyabet
tanısı konulduktan hemen sonra başlanmalıdır. Ayaklardaki duyu kaybı, dokunma ve
ağrı duyusunun kaybı ile birlikte olabilir. Bu nedenle ciddi yaralanmalar fark
edilmeyebilir ya da fark edildiğinde olay ilerlemiş olabilir. Ayrıca hastalar ağrı
duymadıkları için ayaklardaki yaralanmalar önemsiz görülebilirler. Bu nedenle
diyabetik ayak diyabetli hastaların en sık hastaneye yatış nedenleri arasındadır.
Diyabetli hastaların ayak bakımı konusunda eğitilmesi alt ekstremite problemlerinin
önlenmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle risk altında olan bireylerin erken tanınması
ve tanı konulduktan sonra da yaşam boyu eğitiminin sürdürülmesi oldukça önemlidir.
Çünkü eğitim ile diyabetli hastalarda görülen komplikasyonlar azalacağı gibi yaşam
kalitesi de artacaktır (53).
25 Ayak ülseri veya ampütasyon için risk faktörleri şunlardır: erkek cinsiyet, diyabet
süresinin 10 yıldan uzun olması, periferik nöropati, ayakta yapısal anormallik (kemik
anormallikleri, kallus, kalınlaşmış tırnaklar), periferik vasküler hastalık, sigara ve ülser
veya ampütasyon hikayesi. Ayrıca kötü glisemik kontrol de bir risk faktörüdür:
HbA1c‘deki her %2’lik artış, alt ekstremitede ülser riskini 1,6 kez, alt ekstremite
ampütasyon riskini ise 1,5 kez artırır (10, 54).
Diabetik ayak ülserleri için literatürde birçok sınıflandırma mevcuttur fakat günümüzde
yaygın olarak Wagner ülser klasifikasyon sistemi kullanılmaktadır. Bu sınıflama ülserin
alanı, derinliği ve doku hasarına göre yapılmıştır. Wagner sınıflamasın Tablo 2.5.’de
özetlenmiştir:
Tablo 2.5. Wagner Ülser Klasifikasyon Sistemi (55)
Sınıf 0
Preülser, ayakta açık lezyon yok, sağlam deri
Sınıf 1
Yüzeyel ülser varlığı
Sınıf 2
Tendon ve kemiğe kadar penetre ülser, osteomylit yok
Sınıf 3
Derin ülser ve osteomyelit
Sınıf 4
Belli bir bölgede lokalize gangren
Sınıf 5
Büyük ampütasyon gerektiren geniş gangren
Ayak ülserlerinin ve olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasında ilk hedef
enfeksiyonun tedavisi ve yaranın kapanmasının sağlanmasıdır. Böylece yaranın
genişleme hızı kesilir ve ampütasyon olasılığı azaltılır. Diyabetik ayak tedavisinde
izlenen sıra:

Yara debridamanı

Kallus üzerinde basınçla oluşan tekrarlayan travmaları önlemek için basıyı kaldırma

Yara bakımı

Enfeksiyon tedavisi
26 
İskemi tedavisi

Medikal tedavi

Cerrahi yaklaşım şeklindedir (55, 56).
Diabetik ayak gelişiminde nöropati önemli bir yer tuttuğu için, nöropati komplikasyonu
saptanan hastaların devamlı ayak bakımına dikkat etmeleri gerekir. Bu hastalar her
zaman ayağı rahat ettirecek özel ayakkabılar kullanmalı, ayak travmalarından sakınmalı,
günlük ayak muayenesi yapmalı, oluşan herhangi bir değişikliği sağlık danışmanına
bildirmeli ve ayak bakımı, glisemik kontrolün önemi hakkında eğitilmelidir. Bu sayede
ülserler önlenebilir (57).
2.7. TİP 1 VE TİP 2 DİABETTE KULLANILAN TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Diabetes mellitus dünyada milyonlarca kişiyi etkileyen kronik bir hastalıktır. Son 10 yıl
içerisinde Tip 1 ve Tip 2 diyabetin patofizyolojisinde büyük ilerlemeler olmuş, buna
karşılık tedavide yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde diyabet için tam
bir iyileşmeden bahsedilemez. Özellikle Tip 1 DM‘da immünolojide, moleküler
biyolojide ve immünoterapide belirgin ilerlemeler olduğu için tamamen iyileşme
geleceğe yönelik hedef olmalıdır. Tip 2 DM‘lu hastalarda makrovasküler hastalık
gelişme riski büyük oranda artmıştır. Tedavide sadece glisemi kontrolü yeterli değildir.
Aynı zamanda obezite, glikoz intoleransı, lipit anormallikleri, hipertansiyon (HT) ve
sigara gibi risk faktörlerini de düzeltmeye gayret edilmelidir (14).
Diyabetli hastalar için tedavi planını, farklı ırk ve etnik gruplar arasında değişen diyabet
prevalansı da etkiler. Bu gruplarda birçok diyabetli hastaya iyi bir tedavi
uygulanmasında, sosyo-ekonomik durum, kültürel seviye, dil sorunu, sağlık
alışkanlıkları ve eğitim seviyesi gibi faktörler etkili olur.
Diyabet tanısı konulduktan sonra hemen tedaviye geçilmelidir. Diyabetik ketoasidozu
olan veya belirgin hiperglisemisi ve semptomları olan hastalar bir hastaneye
yatırılmalıdır. İlk tanı esnasında hastaneye yatırılma ihtiyacı esas olarak ketoasidozise
daha yatkın olan Tip 1 DM‘lu hastalarda olurken, Tip 2 DM‘lu hastalar genellikle
poliklinik şartlarında tedavi edilir. Tedavinin başlangıç safhasında ilgili doktor, ayrıntılı
bir hikaye almalı ve uygun labaratuar testleri ile birlikte tam bir fizik muayene
27 yapmalıdır. Doktor, diyetisyen ve hemşireden oluşan sağlık ekibinin tedavi planının
geliştirilip uygulanmasında birlikte hareket etmesinin tedavi başarısında büyük önemi
vardır. Hastaya sadece uygulanacak tedavi yönünden değil, tam bir hasta kişi olarak
yaklaşılmalıdır: açık hikayesi, aldığı tedavi, diğer sağlık sorunları araştırılmalı; hastanın
ailesi, diyet alışkanlıkları, öğün zamanları ve yedikleri gıdaların miktarı ve tipleri
incelenmelidir (58).
2.7.1. Tedavinin Amaç Ve Hedefleri
Uygulanan tedavi modeli diyabetin tipine göre ayarlanmalıdır. Yeni başlayan akut
kontrolsüz Tip 1 DM‘lu veya diyabeti daha önce başlamış, fakat kötü kontrolü olan
hastalarda tedavinin amaçları;

Ketozisin giderilmesi

Hiperglisemiye
bağlı
semptomların
(polidipsi,
poliüri,
kaşıntı,
vajinit,
yorgunluk, görme bozukluğu vb) ortadan kaldırılması

Biyokimyasal kan değerlerinin normale getirilmesi

Kilo kaybının giderilmesi

Kendini iyi hissetme duygusunun yeniden oluşturulması

Yaşam kalitesini korumak ve mortaliteyi azaltmaktır (58, 59).
Hasta arzu ettiği yaşam tarzı içerisinde mümkün olduğunca diyabetini kontrol
altında tutabilmelidir. Bu durumun sağlanması özellikle oynak diyabette çok zordur.
Burada hastaya ve ailesine yapılacak psikososyal destek çok önemlidir.
Çocuklarda normal büyüme ve gelişmenin devam ettirilmesi hedef olmalıdır.
Evlenme ve çocuk sahibi olma diyabetli kadınlar için çok önemlidir. Başarılı bir
hamilelik için gerekli destek sağlanmalıdır (7).
28 Tablo 2.6. Hedeflenen Biyokimyasal Kan Değerleri (59)
Parametre
Hedef Değerler
Başlangıçta
Terapötik
Veya
Tedavi
Değişikliğinde
Kan glukoz değerleri
Preprandial glisemi mg/dl
80-120
<80 / >140
Postprandial glisemi mg/dl
80-140
>140
HbA1c %
<7
>8
LDL mg/dl
≤100
>100 / >130*
HDL mg/dl
>45 (erkek)
55 (kadın)
Trigliserid mg/dl
<200
>200-400
Kan basıncı mm Hg
<130 / 80
>140 / 90
Lipid değerleri
*önceden KVH olması durumu ve önceden KVH olmayan ancak diğer risk faktörlerinin
olduğu durum
2.7.2. Yaşam Tarzı Değişikliği Ve Non-Farmakolojik Tedavi
Diyabet, ömür boyu süren bir hastalıktır. Tedavisi mümkün, ama tam iyilişme söz
konusu değildir. Bu nedenle tedavi ömür boyu sürer. Diyabetin tedavisinde olumlu
yönde uygulanacak yaşam tarzı değişikliğinin yerini tutacak hiçbir ilaç yoktur. Yaşam
tarzı değişiklikleri yalnız kan şekeri üzerine değil diğer tüm risk faktörleri üzerine de
olumlu etki gösterir (60).
Diyabetin önlenmesinde yaşam tarzı değişikliklerinin ve non-farmakolojik tedavinin
sağladığı olumlu sonuçlar şunlardır:
29 
Yaşam tarzı değişikliği diyabet tedavisinin yerleşmiş temel taşlarından birisidir ve
diyabet gelişme riski yüksek olan bireylerde bu yaklaşım hastalığın seyrinin erken
bir noktasındaki başlangıç tedavisi olarak görülebilir.

Her ne kadar diyabet tanısında belli glukoz değerleri tanımlanmışsada, diyabetik
komplikasyon riskinin bu değerlere ulaşmadan önceki prediyabetik evrede başladığı
açıktır. Tedaviye başlamak için, diyabet tanı kriterlerine uygun değerlere ulaşana
kadar beklemek hastalığın doğal seyri içinde geç kalmak anlamına gelmektedir.

Yaşam tarzı ile ilgili olarak alınacak önlemler, başlıca kilo kaybını artırarak ve
insülin duyarlılığını iyileştirerek Tip 2 diyabet gelişiminden sorumlu temel
fizyopatolojik mekanizmaları hedef almaktadır.

Yaşam tarzı değişiklikleri dislipidemi, artmış kan basıncı, obezite, prokoagülan ve
proinflamatuar aktivite de artış gibi hem diyabetin hem de komplikasyonlarının
gelişimi ile ilişkili metabolik bozukluklarda olumlu değişikliklere yol açmaktadır
(61).
2.7.2.1. Eğitim
Eğitim hem Tip 1 hem de Tip 2 diyabet tedavisinin bel kemiğini oluşturur. Diyabet
tanısını takiben hastalar bir diyabet merkezine sevk edilmeli ve glisemi kontrolü
sağlandıktan sonra hekim, hemşire ve beslenme uzmanının vereceği eğitim
programlarına dahil edilmelidir. Eğitim düzenli aralıklarla tekrarlanmalıdır.
Eğitimde
hastaya
basitçe
diyabet
anlatılır.
Hastalığın
sebepleri,
belirtileri,
komplikasyonları hakkında bilgi verilir. Tedavi konusunda, diyet hakkında, yapacağı
egzersizler konusunda bilgiler verilir. Kullanacağı ilaçların dozları, ne zaman alınacağı,
insülinin nasıl ve ne zaman yapılacağına ilişkin bilgiler verilir. Hasta hipoglisemi
konusunda aydınlatılır. Ayak bakımı öğretilir. Hastaya kan şekerini evde kendisinin
ölçmesi öğretilir. Eğitim ayrıca hasta yakınlarına da verilir (62).
30 2.7.2.2. Tıbbi Beslenme Tedavisi (TBT)
Diyabet tedavisinin en önemli öğesi olarak tanımlanan’Diyet tedavisi’ ve’diyet
önerileri’ ifadeleri, 1994 yılı içinde Amerikan Diyetisyenler Birliği (ADA) ve Amerikan
Diyabet Birliği (ADA)’nin ortak yayınları ile değiştirilmiş,’Diyet tedavisi’ yerine ‘Tıbbi
Beslenme Tedavisi (TBT)’ ifadesinin kullanılmasına karar verilmiştir (63).
Diyabetin tedavisinde kişinin kültürel geçmişi, yaşam tarzı ve tercihlerine göre
bireyselleştirilmiş diyet uygulaması çok büyük bir öneme sahiptir. Birçok diyabetik
hastada uygun bir diyet, egzersiz ve kalori ayarıyla, antidiyabetik ilaca ihtiyaç olmadan
metabolik kontrol sağlanabilir. Önerilecek kalori miktarı, hastanın ideal ağırlığı ve
aktivitesi esas alınarak; beceri ve deneyime sahip diyetisyen ve sağlık ekibi üyelerinin
birlikte çalışması ile ayarlanır (64).
Tıbbi beslenme tedavisinde hedefler şunlardır:

Normal kan glukoz ve lipit konsantrasyonları sağlanmalıdır. Mümkün olabilen
fizyolojik seviyelere yakın kan glukoz konsantrasyonları devam ettirilmelidir.
Böylece;
1- Hiperglisemi ve hipoglisemi önlenmelidir.
2- Diyabetin kardiyovasküler, retinal ve nörolojik komplikasyonları önlenmeli
veya geciktirilmelidir.
3- Diyabetli kadınların gebeliklerinin normal olarak sonuçlanmasına katkıda
bulunmalıdır.

Yetişkinde ideal vücut ağırlığı sağlanmalı ve devam ettirilmelidir. Çocuklarda
normal büyüme ve gelişme devam ettirilmelidir.

Hamile kadın, fetüs ve laktasyon için uygun beslenme sağlanmalıdır.

İnsülin kullanan kadınlarda kan glukoz seviyelerindeki dalgalanmaları önlemek için
ana ve ara öğünler zamanında alınmalıdır.
31 
Tip 2 DM’lu obez hastalarda kilo verme sağlanmalı ve fiziksel aktivite de artma ile
birlikte gıda alım ve yeme alışkanlıklarında özel değişiklikler kazandırılmalıdır.

Uygun beslenme ile kişilerin genel olarak sağlığında iyileşme sağlanmalıdır (65).
Karbonhidrat (KH)
Günlük KH miktarı günlük total kalorinin % 50-60’ını teşkil eder. Karbonhidrat alımı
kan şekerinin kontrolünde odak noktadır. Bireyim glikoz ihtiyaçları, ağırlık durumu,
lipid profili ve yeme alışkanlıklarına göre karbonhidrat alımı bireyselleştirilmelidir.
Günümüzde
diyabetli
hastanın
beslenmesinde
karbonhidrat
kısıtlaması
önerilmemektedir. Günlük enerji gereksinmesi, alınan karbonhidrat miktarından çok
alınan enerji miktarı ile ilişkilidir. Karaciğerin protein, yağ ve karbonhidrat gibi değişik
besin öğelerinden glikoz oluşturma özelliği bulunmaktadır. Diyette karbonhidrat alımı
sınırlandığı zaman hastada kan lipid ve kolesterol düzeyleri artmakta ve koroner kalp
hastalığına yatkınlık ortaya çıkmaktadır. Karbonhidratların kompleks karbonhidratlar
olması önerilir (15, 41).
Protein
DM‘lu kişilerde de protein oranı normal kişiye önerilen kadardır. Günlük total kalorinin
%10-20’sini protein oluşturur ancak nefropati durumunda bu oran %10‘a kadar indirilir.
Gebeler ve çocuklarda protein miktarı yüksek tutulur (64).
Yağ
Total yağ günlük kalori ihtiyacının %30’undan azını teşkil etmelidir. Diyabetli
bireylerin aterosklerotik hastalık gelişme riskleri, genel popülasyona göre önemli
derecede yüksektir. İyi kontrol edilmeyen Tip 1 DM’lu bireylerde plazma lipid ve
lipoprotein konsantrasyonları yüksektir ve DM, koroner arter hastalık riskini 3-4 kat
daha arttırmaktadır. Diyabetli bireylerin beslenme programında yağlarla ilgili temel
hedef doymuş yağ ve kolesterolü kısıtlamaktır (65).
Posa (Fiber)
Günde 40 grama kadar verilir. Glisemik ayarı düzenler, aterojenik lipitleri düşürür. Suda
erimeyen posalar gastrointestinal sistemden geçiş zamanını ve fekal kitleyi etkilerken,
32 kan glukoz ve kolesterol üzerine çok hafif etkilere sahiptir. Suda eriyen posalar ise dışkı
miktarı üzerine hafif etkiye sahipken, saf halde yenildiklerinde serum glukoz ve insülin
seviyelerini düşürürler. Kan basıncını düşürürler. Doygunluk hissi sağlar ve kilo
verdirir. Gaz, diyare gibi yan etkileri olabilir (14, 15).
Tuz (sodyum)
Günlük sodyum alımının 3 gramı geçmemesi tavsiye edilmektedir. Ancak nefropati ve
hipertansiyon varlığında <2000 mg/gün olarak kısıtlanmalıdır. Aşırı derecede sodyum
kısıtlaması ise kontrolsüz, sıvı dengesi bozuk veya postural hipotansiyonlu
diyabetiklerde zararlı olabilir (66).
Alkol
Kontrolsüz, şişman, hiperlipidemili diyabetiklerde alkol yasaklanmalıdır. Diyabeti
ayarlı sayılan, komplikasyonları gelişmemiş hastalar bilinçli olmak koşuluyla ölçülü
olarak alkol alabilirler. Alkol yemeklerle birlikte alınmalıdır, aksi halde hipoglisemi
olur (66).
Tatlandırıcılar
Tatlandırıcılar kalori içeren ve içermeyenler olarak 2 gruba ayrılırlar. Kalori içeren
tatlandırıcıların 1 gramı 4 kalori verir. En çok duyulanı fruktozdur. Glukoz ve sukroza
göre kan şekerinde daha az dalgalanmaya neden olduğu için diyette kontrollü bir şekilde
kullanılır. Aspartam, sakkarin, acesulfame K gibi kalori içermeyen tatlandırıcılar yaygın
olarak kullanılır (66).
Vitamin ve minareler
Bunların yeterli miktarda alımı sağlığın iyi şekilde devamı için gereklidir. Diyabetli
veya diyabetli olmayan hastaların vitamin ve mineral ihtiyacı farklı değildir. Bu nedenle
kalori alımı düşük olmadıkça ve birçok gıda kısıtlanmadıkça diyabetlilerde vitamin ve
mineral desteğine gerek yoktur. Ancak yaşlı, hamile veya emziren kadınlar ile sıkı
vejeteryanlarda multivitamin takviyesi yararlı olabilir. Ayrıca diyabette artmış oksidatif
strese karşı multivitaminlere olan ilgi her geçen gün artmaktadır (65).
33 2.7.2.3. Egzersiz
Onlarca yıldır egzersiz de diyabet yönetiminin temel taşlarından kabul edilmiştir.
Yürüyüş, koşma, bisiklete binme gibi egzersiz tipleri maksimal oksijen tüketimini
artırarak kalp atım hızını yavaşlatır ve total yağ kitlesi küçülür. Düzenli egzersiz ömrü
uzatır ve komplikasyonları azaltır. Nondiyabetik gençlerde egzersiz ileride gelişebilecek
Tip 2 DM’u %35-40 azaltır.
Egzersiz sırasında ihtiyaç duyulan enerji önce kas glikojeninden sonra kan glukoz ve
serbest yağ asitlerinden sağlanır. Kas glukoz ihtiyacı artar ancak insülin gereksinimi
artmaz. Artan kas glukoz gereksinimini karşılayabilmek için hepatik glukoz yapımı
artar. Hepatik glukoz yapımı glukojenoliz ve glukoneogenez yoluyla sağlanır. Kişide
enerji alımı gerçekleşmez ancak egzersiz uzar ise 2-3 saat içinde hipoglisemi gelişir.
Hipoglisemi gelişimini önlemek için, kan glukozu egzersiz öncesi ve sonrası ölçülmeli,
anormal bir durum varsa egzersize ara verilmeli, egzersiz öncesi insülin dozu azaltılmalı
ve insülin egzersiz yapılmayacak bir bölgeye uygulanmalı, egzersizin şiddet ve süresine
bağlı olarak egzersiz sonrası 24 saate kadar yiyecek alımı artırılmalıdır (67).
Diyabetli hastalarda düzenli egzersizin birçok faydası vardır. Bunlar:

Kendine özgüven ve iyi hissetme duygusu

Kardiyovasküler risk faktörlerinde iyileşme

Kan basıncının azalması

İdeal kiloya ulaşma ve sürdürme

Plazma lipitlerinin azalması

Kalp performansının yükselmesi

Trombosit agregasyonu

İnsülin duyarlılığında artma

Tip 2 DM hastalarında iyi glisemik kontrol
34 
HDL’de artmadır.
Bunların yanında egzersizin metabolik, vasküler, nörolojik ve kas-iskelet sistemiyle
ilgili bir takım zararları vardır. Bunlar:

Metabolik dekompansasyon
o Hipoglisemi
o Paradoksal hiperglisemi
o Ketozis

Mikrovasküler komplikasyonlar
o Proliferatif retinopati
o Vitreus kanaması

Makrovasküler komplikasyonlar
o Miyokard iskemisi, infarktüs
o Aritmi oluşması

Periferik nöropati

Ayak travması

Ortostotik hipotansiyondur (41).
2.7.3. Farmakolojik Tedavi
2.7.3.1. İnsülin
İnsülin doğrudan veya dolaylı olarak vücuttaki bütün dokuları etkileyen ve glukoz,
aminoasitler ve lipitler gibi besin olarak alınan maddelerin çoğunun hücreler içine alınıp
depo edilmesini sağlayan ve homeostazına katkıda bulunan anti-katabolik ve anabolik
hormondur (37).
35 Tıp tarihinde yalnız birkaç olay insülinin keşfinden daha çarpıcıdır. 1869 yılında Alman
bir tıp öğrencisi, Paul Langerhans, pankreasın 2 farklı tip hücre içerdiğini, bunlardan
birinci grubun sindirim enzimleri salgıladığını, ikinci grup hücrelerin ise ada veya
adacıklar oluşturduğunu rapor etmiştir. 1889 yılında Minkowski ve von Mering
pankreası çıkarılan köpeklerin diyabet benzeri bir sendrom sergilediklerini göstermiştir.
Daha sonraki yıllarda diyabet tedavisinde pankreas ekstreleri kullanılmış ancak hiçbir
çalışma tam olarak olumlu sonuçlanmamış ancak yapılan çalışmalar yıllar sonra takdir
edilmiştir. (68) İnsülinin keşfinden sonra ortopedi cerrahı Frederck Banting ve tıp
öğrencisi Charles Best köpek pankreasından küçük ölçekte insülin üretmeye başladılar,
ancak tedavide kullanılmak üzere büyük ölçekte ticari insülin üretiminde büyük sorunlar
yaşadılar. Sonraları yapılan çalışmalarla insanların ihtiyaçlarını karşılayacak miktarlarda
insülin üretimi mümkün oldu ve 1922 yılında insülin ilaç olarak tedaviye girdi.
Keşfinden bu yana klinisyenler, araştırmacılar ve ilaç şirketleri arasındaki yakın işbirliği
ile insülin ve insülin enjeksiyonu cihazlarına pek çok yenilik getirildi (69).
İnsülin polipeptid yapılı ve yaklaşık 6000 dalton molekül ağırlığında bir hormondur.
Molekül iki amino asit zincirinden oluşur. Kısa olan A zincirinde 21 amino asit, daha
uzun olan B zincirinde 30 amino asit bulunur. Zircirler birbirine iki disülfür (S-S-)
köprüsü ile bağlanır. İnsan insülini yapıca domuz insülinine çok benzer; aralarındaki tek
fark domuz insülininin B zincirinin karboksi ucunda B 30 pozisyonun treonin yerine
alanin rezidüsü içermesidir. Sığır insülini ise bir amino asit rezidüsü bakımından değil,
üç amino asit rezidüsü bakımından insan insülininden farklıdır ve bu nedenle insanda,
domuz insülininden daha fazla alerjeniktir (37).
1980’li yıllarda sentetik insan insulinin üretimine dek, tedavide kullanılan insulinin ana
kaynağı domuz ve sığır olmuştur. 1982 yılında rekombinant DNA (rDNA) teknolojisi
ile saf insan insülini sentezlenmesi insülin tedavisinde önemli bir gelişme sağlanmıştır
(70).
Günümüzde kullanılan insülin tipleri tabloda gösterilmiştir.
36 Tablo 2.7. İnsülin Preparatlarının Etki Sürelerine Göre Sınıflandırılması Ve Bazı
Özellikleri (21)
Tür/ preparat
Etki başlangıcı
Pik etki (saat)
Etki süresi (saat)
1-3
5-7
4-6
12-16
8-10
18-24
lente
8-10
18-24
çinko 7 saat
16-18
32-36
7 saat
8-14
25-36
Kısa etkili insülinler

Nötral
regüler 15-30 dk
insülin

Semilente insülin
30-60 dk
Orta etkili insülinler

NPH
(izofan)
insülin

2-4 saat
2-4 saat
Karma
insülin
Uzun etkili insülinler

Protamin
insülin

Ultralente insülin
Hızlı etkili insülinler

Lispro insülin
10-15 dk
30-60 dk
4-5

Aspart insülin
10-15 dk
45 dk
3-5
37 Kısa Etkili İnsülinler
Nötral Regüler İnsülin: Berrak solüsyon halindedir. Solüsyonun pH‘sı 7‘dir.
Ciltaltından enjekte edilir. İntravenöz verilebilen tek insülin çeşididir. Modifiye insülin
preparatlarıda aynı pH‘da olduğu için, onlarla istenilen her oranda karıştırılabilir. Kısa
etkili analog insülinlere göre fiyatı daha uygundur (37, 71).
Semilente İnsülin: Amorf lente insülin preparatıdır. Solüsyonu bulanıktır. Sadece diğer
lente insülinler ve regüler insülin ile karıştırılabilir (37).
Orta Etkili İnsülinler
NPH (Nötral Protamin Hagedorn İnsülin, İzofan İnsülin): Regüler insülinlerin
yapısı ve kristal büyüklüğü değiştirilerek elde edilen NPH insülinler daha uzun etki
gücüne sahiptir. Gerçekte bir protamin çinko insülin türü olmasına karşın serbest
protamin içermediği için, kısa etkili nötral regüler insülinle kolayca karıştırılabilir. En
sık kullanılan modifiye insülin türüdür.
Karma lente insülin: Lente insülinlerin iki türünün karışımından oluşurlar. NPH ve
lente insülinlerin etkisi kısmen uzun olduğundan tokluk kan şekeri kontrolü için ideal
değildirler. Açlık plazma glukoz ve yemek öncesi plazma glukoz düzeylerinin
düşürülmesinde etkilidirler (58, 72).
Uzun Etkili İnsülinler
Protamin Çinko İnsülin: Oldukça fazla çinko içerir. İçindeki protamin miktarı insülini
nötralize etmek için gerekenin üstündedir. Bu nedenle serbest protamin içerir. Bu
preparat, glukozüriyi 24 saat boyunca ortadan kaldıracak dozda verilirse, genellikle bu
sürenin sonuna doğru belirgin hipoglisemi yapar. Bu nedenle kısa etkili bir insülin
preparatı ile birlikte azaltılmış dozda verilir. Etki süresinin 24 saatin üstünde olması
pratikte sakınca teşkil eder. Bu tür insülin preparatı fazla kullanılmaz (37, 73).
Ultralente İnsülin: En uzun etkili kristal lente insülin süspansiyonudur. İnsülinden
başka bir yabancı protein içermediği için, kombine insülin preparatlarına göre
alerjenliği daha azdır. Semilente ve kısa etki süreli insülinlerle karıştırılabilir (37).
38 İnsülin eksikliği Tip 1 DM‘un özelliğidir ve ketozis gibi durumların önlenebilmesi için
insülin replasmanı önemlidir. Doğru kullanıldığında insülin hiperglisemi gibi klinik
semptomları ortadan kaldırır, diyabetik ketoasidozisi önler, yağsız vücut kitlesi ve
egzersiz kapasitesinin yeniden kazanılmasını sağlar, bazı enfeksiyonların sıklığını
azaltır ve hastanın iyilik halini artırır, fetal ve maternal morbiditeyi azaltır,
mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyonları önler veya geciktirir (74).
Tip 2 DM hastalarının tedavisi genellikle insülin içermez. Diyet, egzersiz, kilo kaybı ve
oral antidiyabetiklerle hipergliseminin kontrolünün sağlanması başlangıçta yeterlidir.
Ancak bunların yetersiz kaldığı durumda insülin tercih edilir (75).
İnsülin tedavisine bağlı komplikasyonlar iki grupta incelenir; birincisi insülinin
farmakolojik etkisine bağlı komplikasyonlar; ikincisi ise insülinin antijenik veya
immunojenik özelliğine bağlı komplikasyonlardır. Farmakolojik komplikasyonlar:
hipoglisemi, hipertrofik lipodistrofi, insülin ödemi, obezite ve kilo alma iken;
immunojenik komplikasyonlar: insülin lipoatrofisi, insülin alerjisi, artralji-artritis-myalji
sendromu ve nokturnal hipoglisemidir (14).
2.7.3.2. Oral Antidiyabetik İlaçlar
İnsülinin diyabet tedavisinde güçlü etkinliğine karşın ağız yolundan alınamaması
önemli bir dezavantaj oluşturmuştur. Bu nedenle oral yoldan etkili olan antidiyabetik
ilaçların bulunması için uzun çalışmalar yapılmıştır. İlk olarak 1920‘de bitkisel kaynaklı
bir alkoloid olan dekametilendiguanid maddesi bulunmuş, ancak belirgin hepatotoksik
etkilerinden dolayı kullanılamamıştır. 1940‘larda tifo tedavisinde kullanılan bir
sülfonamid bileşiğinin hastalarda hipoglisemi oluşturduğu bulunmuştur. Daha sonra
sülfonilüre türevleri ve biguanidler tedaviye girmiş, bunu 1990‘da sülfonilüre benzeri
ilaçlar ve insülin duyarlaştırıcıların keşfi izlemiştir (37).
Oral antidiyabetik ilaçların günümüzde kullanılan sınıflandırması şöyledir:

İnsülin salgılatıcılar
o Sülfonilüreler
o Metglinidler
39 
İnsülin duyarlaştırıcılar
o Biguanidler
o Tiazolidindionlar (glitazonlar)

İnkretin-mimetikler
o Glukagon benzeri peptid-1 (GLP-1) agonistleri
o Dipeptidilpeptidaz-4 (DPP-4) inhibitörleri

Diğer
o Alfa-glukozidaz inhibitörleri
o Aldoz redüktaz inhibitörleri (76)
İnsülin Salgılatıcılar
Sülfonilüreler: Bu grup bileşikler pankreas beta hücrelerinden insülin salgılanmasını
artırarak kan şekerini düşürürler. Beta hücre membranı üzerindeki reseptöre bağlanarak,
ATP‘ye hassas potasyum kanalını kapatırlar. Böylece potasyumun hücre içinden
çıkışını
önleyerek
hücre
membranını
depolarize
ederler.
Hücre
membran
depolarizasyonu sonucu voltaja bağımlı kalsiyum kanallarını açarak ekstrasellüler
kalsiyumun hücre içine girmesi sağlanır. Sonuçta hücre içi kalsiyumda artma olur ve
insülin sekresyonu uyarılır. Ayrıca insülinin hepatik klirensini azaltarak insülin
miktarını artırırlar (14, 68).
Sülfonilüre grubu ilaçlar birinci kuşak sülfonilüreler (tolbutamid, asetoheksamid,
tolazamid, klorpropamid) ve ikinci kuşak sülfonilüreler (glibenklamid, gliburid,
gliklazid, glikuodin, glimepirid) olmak üzere alt gruplara ayrılır.
İkinci kuşak
sülfonilüreler daha olumlu yan etki profilleri ve daha az ilaç etkileşiminden dolayı
birinci kuşak sülfonilürelere göre daha fazla tercih edilmektedir.
Sülfonilüreler tek başlarına veya insülin ya da diğer oral antidiyabetiklerle kombine
edilebilir. Ancak insülin ile kombine edildiğinde endojen insülin üretimi olmalıdır (77).
40 Sülfonilürelerin en önemli yan etkileri hipoglisemi, alerjik reaksiyonlar, karaciğer
toksisitesi, hematolojik bozukluklar, kilo alımı, flushing ve mide-barsak yakınmalarıdır.
Tolbutamid ve asetoheksamid tabletlerinin büyük olması ve günde üç kez verilme
zorunluluğu kullanım yönünden dezavantaj oluşturur. Bu yönden ve ucuz olması
nedeniyle klorpropamid hastalar tarafından daha sık tercih edilmektedir (7, 58).
Metglinidler (Sülfonilüre Benzeri İnsülin Salıvericiler): Bu ilaçlar da sülfonilüreler
gibi beta hücrelerini SUR1 (sülfonilüre reseptörü) reseptörler aracılığıyla etkilerler.
Farmakolojik etki profilleri sülfonilürelere benzer ancak etki süreleri daha kısadır.
Tedavide kullanılan metglinidler, repaglinid ve nateglinid olmak üzere iki türdür (41).
Repaglinid, barsaktan çok çabuk absorbe edilir, bu nedenle etkisi çabuk başlar.
Karaciğerde hızlı bir şekilde inaktif metabolitlerine yıkılır. Bu nedenle böbrek işlevi
azalmış hastalarda doz ayarlaması gerekmez. Diyet ve egzersizle yeterinde kontrol
altına alınamayan hafif Tip 2 diyabet hastalarında bu uygulamalara ek olarak kullanılır.
Sülfonilüreler ile aynı hedef noktayı etkiledikleri için kombinasyonundan sinerji
beklenmez (37, 41).
İnsülin Duyarlaştırıcılar
Biguanidler: Biguanidlerin kullanımda olan tek örneği metformindir. Bu grup ilaçların
insülin sekresyonu üzerine hiçbir etkisi yoktur, antidiyabetik etkilerini başka yollardan
gösterirler. Etki mekanizmaları tam olarak belirlenememişsede çeşitli mekanizmalar
ileri sürülmüştür. Tip 2 diyabetli hastalarda metforminin bazı çalışmalarda endojen
glukoz üretimini inhibe ettiği gösterilmiştir. Bu etkinin insülini potansiyalize etmeleri
sonucu meydana gelmesi olasılığı vardır. Ayrıca periferik dokularda insülinin uyardığı
glukoz atılımını artırırlar (24).
Metformin tedavisi sülfonilürelerin aksine kilo alımıyla ilişkili değildir. Bu sebeple
şişman hastalarda onlar yerine tercih edilir. Diyet ve egzersizle hiperglisemisi kontrol
altına alınamayan hastalarda bu önlemler yanında tek başına yararlı olabilir. Yetersiz
kalırsa kombinasyon tedavisine geçilir (24).
Metformin tedavisinde en sık karşılaşılan yan etki, hafif gastrointestinal bozukluklardır.
Daha seyrek olsa bile laktik asidoz yapabilir. Laktik asidoz oluşanların çoğunda böbrek
41 yetmezliği bulunduğu ve ilacın itrahının azaldığı saptanmıştır. Ayrıca metformini laktik
asidoz eğilimi yaratan durumlarda, gebelerde ve emzirenlerde kontraendikedir (24).
Tiazolidindionlar (Glitazonlar): Klinik kullanıma giren ilk üye troglitazon, ağır KC
nekrozu yaptığı için piyasadan çekilmiştir. Daha güvenli olan rosiglitazon ve
pioglitazon halen kullanılmaktadır. Çeşitli tiazolindionların, insülin rezistansı gelişmiş
durumlarda hedef hücrelerin insüline duyarlılığını artırdıkları ve rezidansı kısmen
kırdıkları
bulunmuştur.
Bu
ilaçların
rezistan
hastalarda
hiperinsülinemiyi,
hiperglisemiyi, lipid düzeylerini ve glikozillenmiş hemoglobin düzeylerini düşürdükleri
saptanmıştır. Biguanidler gibi, sadece antihiperglisemik etki yaparlar, hipoglisemi
yapmazlar. Normal kimselerde insüline duyarlılığı ve onun etkinliğini artıramazlar,
glisemiyi değiştiremezler, insülin salgılanmasını artıramazlar.
Her iki ilaç da vücut ağırlığını artırır, vücutta su tutulması ve ödem yapabilir; kalp
yetmezliği olanlarda kontraendikedirler (37).
İnkretin-mimetikler
Yemek yeme eylemi gastrointestinal sistemden birtakım hormonların salınımına sebep
olur. Bu hormonların pankreastan insülin sekresyonunu stimüle ederek absorbe edilen
glukoz düzeyine çeşitli etkilerinin olduğu ileri sürülmüş ve bu glukoz düşürücü, barsak
kaynaklı faktörleri belirtmek için inkretin terimi kullanılmıştır. İnkretinler insülin
salgılanmasını düzenler ve glukagon salgılanmasını azaltırlar. En baskın inkretin
hormonu glukagon benzeri peptid-1‘dir (78).
Glukagon Benzeri Peptid-1 (GLP-1) Agonistleri: Klinikte kullanılan tek ilaç
eksenatiddir.
Tip
2
diyabetin
kombine
tedavisinde
kullanılır.
Diğer
oral
antidiyabetiklerle kontrol altına alınamayan Tip 2 DM’da insülin glarjin ile kombine
edilebilir. Kilo alımına sebep olan ilaçların aksine vücut ağırlığında ortalama 2-2,5 kg
azalmaya sebep olur. Cilt altına enjeksiyon yoluyla uygulanır. Başlıca yan etkileri
bulantı, kusma ve ishaldir (79, 80).
Dipeptidilpeptidaz-4 (DPP-4) İnhibitörleri: Klinikte kullanılan DPP-4 inhibitörleri,
sitagliptin ve vildagliptindir. Bu grup ilaçlar inkretin hormonlarının yıkımını
engelleyerek, onların etkilerinin güçlenmesini sağlarlar. Uzun süreli uygulama ile Tip 2
42 diyabetli hastalarda glikolize hemoglobin miktarını düşürdükleri, kilo alımını
önledikleri, pankreas beta hücre aktivasyonu sağladıkları ve plazma glukagon miktarını
azalttıkları gösterilmiştir. Gastrointestinal sistemde daha az yan etki oluştururlar (79,
80).
Diğer İlaçlar
Alfa-Glukozidaz İnhibitörleri(AGI): Bu grup içinde akarboz, vogliboz ve miglitol yer
almaktadır. Ülkemizde sadece akorboz bulunur.
Gastrointestinal sistemin Tip 1 ve Tip 2 DM patogenezinde önemli bir rolü olmamasına
rağmen, fizyolojik faaliyetlerindeki değişiklik kan şekeri ve lipitlerin kontrolünü
artırmak
amacıyla
kullanılır.
Alfa
gkukozidaz
inhibitörleri
ince
bağırsaktan
karbonhidrat emilimini geciktirir ve bu sayede tokluk kan şekeri ve insülin düzeylerini
düşürürler.
Aynı
zamanda
akarboz
bazı
gastrointestinal
peptid
hormonların
sekresyonunu azaltır. Uygun dozda malabsorbsiyona neden olmadığından kilo kaybı
yapmaz.
En sık görülen yan etkileri dolgunluk, şişkinlik ve diyaredir. Doz kontrollü bir şekilde
artırılırsa yan etkileri azalır (81, 82).
Aldoz Redüktaz İnhibirörleri (ARI): Tolrestat, sorbinil, alrestatin bu grup ilaçlardan
deneme dönemindekilere örnektir. AR enzimi etkisiyle diyabetlilerde glukozdan
sorbitol oluşumunun artması, poliol yolağı üzerinden hücrelere glukoz girişini artırır.
Bu durum membran permeabilitesini, böbrek, retina ve periferik sinir hücrelerinin
fonksiyonlarını bozar. Söz konusu ilaçlar glukozun sorbitole dönüşmesini inhibe ederek
etki gösterirler (37).
43 3. GEREÇ VE YÖNTEM
Kayseri‘de diabetes mellitus hastalarının kişisel özellikleri ve tedavi sonuçlarının
değerlendirilmesi çalışması gerçekleştirildi. 2011 Ekim-Aralık ayları boyunca yeni
teşhis konmuş ve tedavisi devam etmekte olan, araştırmaya alınma kriterlerine uygun 30
diabetes mellitus hastası ile yüzyüze görüşüldü. Katılımcılara, çalışma ile ilgili bilgi
verildi ve sözel onayları alındı. Bu hastalara sosyodemografik özelliklerinin, hastalık
bilgilerinin ve diyabet bakımının sorulduğu 23 soru içeren bir anket uygulandı (Ek1.).
Uygulanan anketin soru başlıkları şunlardır:

Cinsiyet, yaş

Boy, kilo: Hastaların boy ve ağırlıklarından beden kitle indeksleri (BKİ)
hesaplandı. BKİ‘lerine göre hastalar 3 gruba ayrıldı: Normal (<25 kg/m2), şişman
(25-30 kg/m2), çok şişman (>30 kg/m2)

Diyabet tanısı alalı kaç yıl olduğu

Hangi tip diyabet olduğu

Birinci derece yakınlarında (anne, baba, kardeş) diyabet olup olmadığı

Açlık kan şekeri ve HbA1C yüzdesi

Evde düzenli kan şekeri takibi yapıp yapmadığı

Sigara kullanıp kullanmadığı

Eşlik eden diğer kronik hastalıklar ve kullanılan ilaçlar

Sıklıkla yaşanan belirtiler (polidipsi, poliüri, polifaji, nefes kokusu, yaraların geç
iyileşmesi….)
44 
Uygulanan tıbbi tedavi (insülin, oral antidiyabetik ajan veya insülin+oral
antidiyabetik ajan)

Kan şekerini dengede tutmak için uygulanan non-farmakolojik yöntemler (egzersiz,
diyet, bitkisel destek)

Hastalık boyunca yaşanan komplikasyonlar

Komplikasyonlarla ilgili rutin yaptırılan kontroller

Eczacı tarafından hastalık ve tedavi hakkında bilgilendirilip bilgilendirilmediği

Tedaviden hoşnutluk durumu

Uygulanan tedavinin ne kadar rahat ve pratik olduğu
Elde edilen veriler Excel programına aktarıldı ve çalışma sonuçları sayısal değerler veya
yüzde olarak hesaplandıktan sonra grafiklere aktarıldı.
45 4. BULGULAR
Çalışmaya yaşları 8 ila 78 arasında (ortalama 49,9 ±19,06 yıl) 30 hasta katıldı. Anket
uygulanan araştırma grubunun çeşitli sosyodemografik özellikleri, diyabet hastalığı ve
diyabet kontrolü ile ilgili özellikleri aşağıdaki şekillerde özetlenmiştir.
Hastaların cinsiyete göre dağılımları incelendiğinde rastgelleme yöntemi ile seçilmiş 30
diyabet hastasının 17’si (% 56,66) kadın, 13’ü (% 43,33) erkek olup, cinsiyete göre
dağılımları Şekil 4.1’de belirtilmiştir.
Cinsiyet Durumu
18
16
hasta sayısı
14
12
10
17
8
6
13
kadın
erkek
4
2
0
erkek
kadın
Şekil 4.1. Hastaların Cinsiyete Göre Dağılımı
46 Hastaların yaşa göre dağılımları incelendiğinde %76.66’sı 45 yaş üzerindedir (Şekil
4.2.).
hasta sayısı
Yaş Durumu
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
10
kadın
2
3
2
<25
2
0
25-45
6
5
45-65
>65
erkek
Şekil 4.2. Hastaların Yaşa Göre Dağılımı
45 yaşından küçük hastaların %71,43’ü Tip 1 DM hastası iken, %28,57’si Tip 2
DM’dur (Şekil 4.3.). 45 yaş üzerinde ise Tip 2 DM görülme yüzdesi artmıştır. Bu grupta
hastaların %17,39’u Tip 1 DM, %82,66’sı Tip 2 DM’dur (Şekil 4.3).
Yaşa Göre Tip 1 ve Tip 2 Diyabet Dağılımları
18
16
hasta sayısı
14
12
10
13
tip 2 DM
8
tip 1 DM
6
4
1
2
4
0
<25
5
1
1
3
25‐45
45‐65
1
>65
Şekil 4.3. Hastaların Yaşa Göre Tip 1 Ve Tip 2 Diyabet Dağılımları
47 BKİ’ne göre hastalar 3 gruba ayrılmıştır. Buna göre hastaların %26,66’sı normal,
%46,66’sı şişman ve %26.66’sı çok şişman (obez) dır (Şekil 4.4). Tip 2 diyabetlilerin
%25’i, Tip 1 diyabetlilerin %11,11’i obezdir.
BKİ Durumu
16
14
hasta sayısı
12
6
10
kadın
8
6
5
4
2
8
3
2
0
<25 kg/m2
erkek
6
25-30 kg/m2
>30 kg/m2
Şekil 4.4. Hastaların Beden Kitle İndekslerine Göre Dağılımları
Ankete katılan hastaların %60’ında 7 yıldan uzun süredir diyabet varken, %6,66’sına
yeni tanı konmuştur (Şekil 4.5).
DM Geçmişi
16
14
hasta sayısı
12
10
8
8
kadın
5
erkek
6
4
2
0
1
1
yeni tanı konmuş
5
6
3
1
≤7 yıl
7-15 yıl
≥15 yıl
Şekil 4.5. Hastaların Tanı Konduktan Sonra Geçen Sürelere Göre Dağılımı
48 Ankete katılan hastalardan %3,33’ü diyabetinin tipini bilmezken, %66,66’sı Tip 2 DM,
%30’u da Tip 1 DM’dur. (Şekil 4.6.) Sınırlı sayıda hastaya ulaşılabildiği için, hastalar
arasında gestasyonel diyabetli kimse yoktur. Kadınların %29,41’i, erkeklerin %30,76’sı
Tip 1 diyabetlidir. Buna göre kadınlarda ve erkeklerde Tip 1 ve Tip 2 DM dağılımı
birbirine yakındır (Şekil 4.6.).
DM Tipi
25
hasta sayısı
20
15
11
kadın
10
erkek
5
5
9
4
0
tip 1
tip 2
gestasyonel diyabet
1
bilinmiyor
Şekil 4.6. Hastaların Hastalıkları İle İlgili Bilgi Düzeyleri Açısından Diyabet Türüne
Göre Değerlendirilmesi
Görüşülen hastaların %60’ının birinci dereceden ailesinde DM hastası vardır (Şekil
4.7.).
%26,66’sının
ise
hem
ebeveynlerinde
hem
de
kardeşlerinde
diyabet
bulunmaktadır.
hasta sayısı
Ailede DM Öyküsü
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
11
kadın
6
8
var
5
yok
Şekil 4.7. Ailede Diyabet Öyküsüne Göre Hastaların Dağılımı
erkek
49 Hastaların %63,3’ü düzenli doktor kontrolüne gitmektedir. Erkeklerin düzenli kontrol
alışkanlığı kadınlara göre daha fazladır (Şekil 4.8.). Buradan DM’lu hastaların kontrole
gitmenin gerekliliğini bildikleri ve çoğunun rutin kontrollere gittiği sonucu çıkmaktadır.
Düzenli Doktor Kontrolü
20
18
hasta sayısı
16
14
10
12
kadın
10
8
7
erkek
6
9
4
2
4
0
evet
hayır
Şekil 4.8. Hastaların Düzenli Doktor Kontrolüne Gidip Gitmedikleri Açısından
Değerlendirilmesi
Evde düzenli kan şekeri takibi yaptığını belirtenlerin oranı %76,66’dır. Bu ölçümlerin
bazıları günde birkaç kez, bazıları haftada birkaç kezdir. Kadınlar erkeklere göre daha
düzenli kan şekeri takibi yapmaktadır (Şekil 4.9.).
Evde Düzenli Kan Şekeri
Takibi Durumu
25
hasta sayısı
20
15
14
kadın
10
5
erkek
9
3
4
0
evet
hayır
Şekil 4.9. Hastaların Evde Düzenli Kan Şekeri Takibi Yapıp Yapmadıkları Açısından
Değerlendirilmesi
50 Diyabet hastalarının %16,66’sının açlık kan şekeri üst sınırdayken, %83,33’ünün
yüksektir.
Açlık Kan Şekeri
30
hasta sayısı
25
20
14
kadın
15
erkek
10
5
0
11
3
2
0
normal
üst sınırda
yüksek
Şekil 4.10. Açlık Kan Şekeri Değerlendirmesi
HbA1C yüzdesi metabolik kontrolün göstergesidir. Buna göre hastaların %50’sinin
metabolik
kontrolü
kötü,
%33,33’ünün
sınırda,
%6,66’sının
iyi
olarak
değerlendirilmiştir. Kadınların %5,88’inin, erkeklerin %7,69’unun metabolik kontrolü
iyidir. %6,66’sının ise HbA1C değerleriyle ilgili fikri yoktur (Şekil 4.11.).
HbA1C Yüzdesi
16
14
hasta sayısı
12
10
3
8
12
kadın
erkek
6
4
2
0
7
1
1
normal
üst sınırda
3
1
2
kontrolden çıkmış
fikri olmayan
Şekil 4.11. Hastaların HbA1C yüzdeleri
51 Ankete katılan diyabetlilerin %20’si sigara kullanmakta, %80’i ise kullanmamaktadır
(Şekil 4.12).
Sigara İçme Durumu
30
hasta sayısı
25
20
16
15
kadın
erkek
10
1
5
8
5
0
evet
hayır
Şekil 4.12. Hastaların Sigara İçme Durumları Açısından Değerlendirilmesi
Ankete katılanların %50’sinde eşlik eden herhangi bir kronik hastalık bulunmazken
kalan %50’sinde bir veya daha fazla kronik hastalık mevcuttur. Eşlik eden kronik
hastalıklar sık rastlanma sırasına göre, hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter
hastalığı, astım ve anemidir (Şekil 4.13.).
Eşlik Eden Kronik
Hastalıklar
30
hasta sayısı
25
20
1
2
3
15
7
10
5
15
12
anemi
astım
koroner arter
hastalığı
hiperlipidemi
hipertansiyon
0
kronik hastalığı kronik hastalığı
olmayanlar
olanlar
Şekil 4.13. Hastaların Diyabete Eşlik Eden Kronik Hastalıkları Açsından
Değerlendirilmesi
52 Diyabetin semptomlarından polidipsi hastaların %60’ında, poliüri %43,33’ünde, polifaji
%46,66’sında, nefes kokusu %26,66’sında ve yaraların geç iyileşmesi %33,33’ünde
görülür (Şekil 4.14.).
hasta sayısı
Sıklıkla Yaşanan Belirtiler
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
9
7
7
kadın
5
erkek
5
9
6
polidipsi
poliüri
7
3
polijaji
6
5
1
nefes kokusuyaraların geç
iyileşmesi
diğer
Şekil 4.14. Hastaların Diyabet İle İlgili Sıklıkla Yaşadıkları Semptomlarla İlgili
Değerlendirme
Tedavide hastaların %43,33’ü insülin, %26,66’sı oral antidiyabetik, %30’u ise insülin+
oral antidiyabetik kombinasyonu kullanmaktadır. Tip 1 diyabetlilerin %88,88’i sadece
insülin kullanırken Tip 2 diyabetlilerin %35’i sadece OAD, %40’ı ise insülin+ OAD
kombinasyonu kullanmaktadır. Tip 2 diyabette sadece insülinle tedavi oranı %25’dir.
Buna göre Tip 1 diyabette insülin,, Tip 2 diyabette ise oral antidiyabetik kullanımı daha
yaygındır (Şekil 4.15.).
Uygulanan Tıbbi Tedavi
14
hasta sayısı
12
10
8
10
1
6
4
2
kadın
6
erkek
7
3
3
0
insülin
oral antidiyabetik
insülin + OAD
Şekil 4.15. Hastalara Uygulanan Tıbbi Tedavilere Göre Hastaların Sınıflandırılması
53 Kan şekerini dengede tutmak için hastaların %53,33’ü diyet, %23,33’ü egzersiz
yaptığını bildirmiştir. %6,66’lık kesim ise bitkisel destek almaktadır (Şekil 4.16.).
Uygulanan Non-farmakolojik Tedavi
Yöntemleri
hasta sayısı
20
15
9
10
kadın
erkek
3
5
7
4
0
diyet
2
egzersiz
bitkisel destek
Şekil 4.16. Uygulanan Non-Farmakolojik Tedavi Yöntemlerine Göre Hastaların
Sınıflandırılması
Ankete katılanlarda hastaların %26,66’sı retinopati, %30’u nöropati, %6,66’sı nefropati,
%3,33’ü diabetik ayak, %16,66’sı KAH, %63,33’ü ani hiperglisemi, %26,66’sı
lipodistrofi, %13,3’ü koma (ketoasidoz koması, hiperosmolar nonketodik diabetik
koma, laktik asidoz koması) gibi komplikasyonlarla sıklıkla karşılaştığını belirtmiştir
(Şekil 4.17.).
hasta sayısı
Sıklıkla Karşılaşılan Komplikasyonlar
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
12
6
8
2
1
2
0
1
0
2
3
7
6
2
kadın
2
2
0
1
Şekil 4.17. Hastaların Hastalıkla İlgili Yaşadıkları Komplikasyonların
Değerlendirilmesi
erkek
54 Hastaların %73,33’ü komplikasyonlarla ilgili rutin kontrollerini yaptırırken, % 26,66’sı
hiçbir kontrolünü yaptırmamaktadır. Yapılan kontroller arasında sırayla göz, böbrek,
kalp-damar ve nöroloji muayeneleri sayılabilir (Şekil 4.18.).
Komplikasyonlar İle İlgili Yapılan Rutin
Kontroller
hasta sayısı
20
15
9
kadın
10
5
5
8
erkek
6
8
5
3
0
göz
böbrek
2
0
diğer
kalp-damar
2
hiçbiri
Şekil 4.18. Hastaların Komplikasyonlarla İlgili Rutin Kontrole Gidip Gitmediklerinin
Değerlendirilmesi
Diyabet hastalarının %53,33’ü eczacısı tarafından hastalık ve tedavi hakkında
bilgilendirildiğini, %46,66’sı ise bilgilendirilmediğini ifade etmiştir (Şekil 4.19.).
Hastalık Ve Tedavi
Hakkında Eczacı
Tarafından Bilgilendirilme
18
16
hasta sayısı
14
12
10
9
8
8
erkek
6
4
2
kadın
7
6
evet
hayır
0
Şekil 4.19. Hastalık Ve Tedavi Açısından Eczacı Tarafından Bilgilendirilme
Tercihlerinin Değerlendirilmesi
55 Diyabet tedavisi gören hastaların %46,66’sı tedaviden çok memnunken, yine aynı
oranda kişi orta derecede memnundur. %6,66’lık kesim ise tedavisinden hiç memnun
değildir (Şekil 4.20).
Tedaviden Memnuniyet Durumu
16
14
hasta sayısı
12
10
6
9
8
kadın
6
erkek
4
8
5
2
2
0
çok
orta
az
hiç
Şekil 4.20. Hastaların Tedaviden Memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi
5. TARTIŞMA VE SONUÇ
Diyabet, Türkiye’de prevalansı oldukça yüksek olan kronik metabolik bir hastalıktır.
Diyabetin uzun yıllar süren ve komplikasyonları fazla olan bir hastalık olması nedeniyle
hem hastalık hakkında hem de tedavileri hakkında hastaların doğru ve etkin bir şekilde
bilgilendirilmesi tedavinin başarısı açısından önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda
Kayseri’de yaşayan 30 diyabet hastası üzerinde hastalıkları ve tedavileri ile ilgili bilgi
düzeylerini
değerlendirmek
üzere
gerçekleştirdiğimiz
anket
sonuçları
değerlendirilmiştir. Ayrıca çalışma sonucunda, hastaların eczacılardan hastalık ve
tedavileri ile ilgili aldıkları danışmanlık hizmetlerinin kalitesinin artırılmasına yönelik
öneriler oluşturmak da hedeflenmiştir.
Yaşları 8-78 arasında değişen 17’si (% 56,66) kadın, 13’ü (% 43,33) erkek 30 diyabet
hastası üzerinde gerçekleştirilen anket değerlendirmesi sonuçlarına göre hastaların yaşa
göre dağılımları incelendiğinde %76,66’sının 45 yaş üzerinde olduğu belirlenmiştir. 45
yaşından küçük hastaların %71,43’ü Tip 1 DM hastası iken, %28,57’si Tip 2 DM’dur.
45 yaş üzeri hastaların ise %17,39’u Tip 1 DM, %82,66’sı Tip 2 DM’dur. Hamit
Acemoğlu ve ark. tarafından Tip 2 diabetes mellituslu hastaların sağlık hizmetlerinden
yararlanma düzeylerinin araştırıldığı çalışmaya göre Tip 2 DM hastalarının %67,6’sı 50
yaş ve üzerindedir ve bu değerler bizim çalışmamıza paraleldir (83). Bu sonuçlar 45
yaş üzerinde Tip 2 DM görülme yüzdesinin arttığını göstermiştir.
Ankete katılan hastaların %60’ında 7 yıldan uzun süredir diyabet varken, %6,66’sına
yeni tanı konmuştur. Eyüp Karahan ve ark. tarafından yapılan çalışmada ise hastaların
%63’ü 10 yıldan fazla süredir diyabet hastasıdır (84).
Tip 2 diyabet hastalarında kilo artışı hastalığın kaçınılmaz sonuçlarından birisidir.
Anket sonucu yapılan değerlendirmede BKİ’ne göre hastalar 3 gruba ayrılmıştır. Buna
göre hastaların %26,66’sı normal, %46,66’sı şişman ve %26.66’sı çok şişman (obez)dır.
Bu durum eczacıların diyabet hastalarına danışmanlık hizmeti verirken yaşam tarzı ile
57 ilgili düzenlemeler hususunda da bilgi vermeleri gerektiğini göstermektedir. Çünkü
hastaların çoğunun şişman sınırının üzerinde olması tedaviyi güçleştiren önemli
faktörlerden biridir. Rıza Çıtıl ve ark. tarafından yapılan diyabetik hastalarda tıbbi ve
sosyal faktörlerin yaşam kalitesine etkisinin araştırıldığı çalışmada hastaların BKİ’lerine
bakıldığında % 13,6’sının normal, % 40,5’inin şişman ve % 45,9’unun obez olduğu
görülmüştür. Diyabetli bireylerde obezitenin genel popülasyona göre daha yüksek
olduğu bilinmektedir (85). Türkiye’de ve değişik bölgelerde yapılmış olan çalışmalarda
da diyabet prevalansının obezite ile arttığı saptanmış ve en yüksek DM prevalansına
obez grupta ulaşıldığı bildirilmiştir (86).
Hastaların hastalıkları ile ilgili bilgi düzeyleri değerlendirildiğinde ankete katılan
hastalardan %3,33’ü diyabetinin tipini bilmezken, %66,66’sı Tip 2 DM, %30’u da Tip 1
DM hastası olduğunu bilmektedirler. Acıbadem Kadıköy Hastanesi tarafından yapılan
çalışmada diyabetlilerin %86,36’sı Tip 2 DM, % 13,63’ü Tip 1 DM’dur (87). Hastalık
türünün hasta veya hasta yakını tarafından bilinmesi tedavinin doğru uygulanabilmesi
ve takibi açısından önem taşımaktadır. O nedenle yapılan değerlendirmede hastaların
sadece %3,33’ünün hastalığının tipi hakkında bilgi sahibi olmaması bu konuda
toplumun bilinçlenmeye başladığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Anket uygulanan hastaların %86’sında ailesel diyabet öyküsü olması Türk toplumunda
diyabet görülme sıklığının fazla olmasını destekleyen bir bulgudur. Diyabetli bireylerin
birinci derece akrabalarında diyabet görülme oranının oldukça yüksek olduğu, diyabetli
anne ve babanın çocuklarında diyabet olma olasılığının %75’e kadar yükselebildiği
belirtilmektedir Rıza Çıtıl ve ark. tarafından yapılan çalışmaya katılan hastaların
%54,8’i ailesinde diyabet olduğunu belirtmiştir (85). Kuzey İtalya’da yapılan bir
çalışmada diyabetli kişilerin %33’ünde ailesel diyabet öyküsü saptanmıştır (88).
Hastaların yakınlarında ailesel diyabet olması hastaların hastalık ve tedavi hakkındaki
bilgi düzeylerinin artışını etkilemiş olabilir.
‘Hastaların hastalıkları ve tedavileri ile ilgili bilgi düzeyleri; düzenli doktor kontrolüne
gidip gitmedikleri ve düzenli kan şekeri takipleri vb unsurlarla da paralellik
göstermelidir’ düşüncesi ile hazırlanan anket sorusunun cevapları incelendiğinde
hastaların %63,3’ünün düzenli doktor kontrolüne gittiği sonucuna varılmıştır. Hatta
erkeklerin düzenli kontrol alışkanlığının kadınlara göre daha fazla olduğu görülmüştür.
58 Mehtap Göç tarafından yapılan çalışmada hastaların %15,5’i diyabetle ilgili olarak
kontrole gitmediğini söylerken, %28,2’si her ay, %41,8’i üç ayda bir ve %14,5’i yılda
bir kontrole gitmektedir. Buradan diyabetli hastaların kontrole gitmenin gerekliliğini
bildikleri sonucu çıkmaktadır (89).
Ayrıca evde düzenli kan şekeri takibi yaptığını belirtenlerin oranı %76,66’dır. Bu
ölçümlerin bazıları günde birkaç kez, bazıları haftada birkaç kezdir. Kadınlar erkeklere
göre daha düzenli kan şekeri takibi yapmaktadır. Diyabet tedavisinde istenilen hedeflere
ulaşılabilmesinde ve hipogliseminin önlenmesinde, evde kan şekeri ölçümü tedavinin
önemli bir parçasıdır. Tüm diyabetli bireylerin şeker ölçme cihazına sahip olması ve
gerektiğinde kan şekerlerini ölçebilmeleri; hiç olmazsa, insülin kullanan hastaların evde
kan şekeri ölçümüne önem vermeleri gereklidir. Rıza Çıtıl ve ark. tarafından yapılan
çalışmada evde düzenli kan şekeri ölçümü yapanların oranı %33,3, yapmayanların oranı
ise %66,7’dir (85). Hamit Acemoğlu tarafından yapılan çalışmada ise hastaların %18’i
evde kan şekerini ölçtüğünü bildirmiştir (83). Bu oranların bizim çalışmamızla
paralellik göstermemesinin nedenleri arasında bizim çalıştığımız hasta sayısının daha
kısıtlı olması ve çoğunluğunu ev hanımlarının oluşturması sayılabilir
Hastaların düzenli kontrollerinin bir parçası olarak kan şekeri düzeyleri ve HbA1C
düzeyleri incelendiğinde %16,66’sının açlık kan şekeri üst sınırdayken, %83,33’ünün
yüksek bulunmuştur. Mehtap Göç tarafından yapılan çalışmada ankete katılan hastaların
%42,7’sinin
AKŞ düzeyleri normalken, %57,3’ünün yüksektir (89). Tedavi
görmelerine, düzenli doktor kontrolü ve kan şekeri kontrolü yapmalarına rağmen tedavi
başarılarının düşük olması seçilen tedavi yönteminin doğruluğu ile ilgili şüphe
uyandırmaktadır. Eczacıların diyabet hastalarına danışmanlık hizmeti verirken tedavi
başarısını hasta-eczacı ve doktor üçgeninde bilgi akışı sağlayarak daha başarılı hale
getirmeye çalışması gerekmektedir.
HbA1C yüzdesi metabolik kontrolün göstergesidir. Buna göre hastaların %50’sinin
metabolik
kontrolü
kötü,
%33,33’ünün
sınırda,
%6,66’sının
iyi
olarak
değerlendirilmiştir. Bu sonuçlar kan şekeri düzeyleri ile ilgili varılan sonuçları
desteklemektedir. Yusuf Öztürk ve ark. tarafından yapılan çalışmada hastaların
%45,9’unun metabolik kontrolü kötü, %29,3’ünün sınırda ve %24,8’inin iyidir (90).
Mehtap Göç tarafından yapılan çalışmada ise hastaların %2,7’si HbA1C düzeyi
59 hakkında bilgi sahibi değilken, %15,5’inin normal seviyede, %80,8’inin ise yüksektir
(89). Hem kan şekeri düzeyleri hem de HbA1C düzeyleri dikkate alındığında hastaların
tedavilerinin çok da başarılı olmadığı sonucuna varılabilir.
Hastaların tedavilerinin başarılı olabilmesi için yaşam tarzlarını düzeltmeye yönelik
gösterecekleri çaba da önem arz etmektedir. Bu amaçla hastaların diğer kronik
hastalıkları da davet edebilecek ve diyabet kontrolünü zorlaştıracak unsurlardan biri
olan sigara içme durumları incelendiğinde ankete katılan diyabetlilerin %20’si sigara
kullandığı, %80’i ise kullanmadığı görülmüştür. Levent Özdemir ve ark. tarafından
yapılan çalışmada bizim çalışmamıza benzer şekilde sigara içenlerin oranı %15,32,
içmeyenlerin oranı %83,6 bulunmuştur (91). Bu oranlar hastaların sağlıklı yaşama
verdikleri önemin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Hastalar diğer kronik hastalıkları açısından değerlendirildiğinde ankete katılanların
%50’sinde eşlik eden herhangi bir kronik hastalık bulunmazken kalan %50’sinde bir
veya daha fazla kronik hastalık mevcuttur. Eşlik eden kronik hastalıklar sık rastlanma
sırasına göre, hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter hastalığı, astım ve anemidir.
Mehtap Göç tarafından yapılan çalışmada diyabet hastalarında, diyabete ek olarak en
çok hipertansiyon, kalp hastalığı, guatr ve damar hastalığı mevcuttur (89). Hastaların
yarı yarıya başka bir kronik hastalığa sahip olması tedavi başarısını etkileyecek bir diğer
önemli faktördür. Çünkü bu hastalıklar için polifarmasi uygulamak zorunda kalan
hastalar açısından ilaç etkileşimleri de önem kazanmaktadır. Eczacıların kullanılan
ilaçları ilaç etkileşimleri açısından değerlendirmesi ve doktorlarla işbirliği içinde
çalışması hastaların tedavi başarılarını önemli derecede artıracaktır.
Hastaların diyabetle ilgili semptomları değerlendirildiğinde hastaların %60’ında
polidipsi, %43,33’ünde poliüri, %46,66’sında polifaji, %26,66’sında nefes kokusu ve
%33,33’ünde yaraların geç iyileşmesi görüldü. Gülsen Güneş ve ark. tarafından 40 yaş
üzeri diyabetlilerle çalışılan bir araştırmada en fazla görülen semptomun poliüri, en az
rastlanan semptomun ise polifaji olduğu görülmüştür (92). Bu da yüksek seyreden kan
şekeri düzeyleri ile ve tedavi başarılarının düşük olması ile paralellik gösteren bir
sonuçtur.
Tedavi başarılarının düşük olması nedeniyle hastalara uygulanan antidiyabetik tedavi
rejimleri incelendiğinde hastaların %43,33’ü insülin, %26,66’sı oral antidiyabetik
60 (OAD), %30’u ise insülin+oral antidiyabetik kombinasyonu kullanmaktadır. Tip 1
diyabetlilerin %88,88’i sadece insülin kullanırken Tip 2 diyabetlilerin %35’i sadece
OAD, %40’ı ise insülin+OAD kombinasyonu kullanmaktadır. Tip 2 diyabette sadece
insülinle tedavi oranı %25’dir. Buna göre Tip 1 diyabette insülin,, Tip 2 diyabette ise
oral antidiyabetik kullanımı daha yaygındır. Yusuf Öztürk ve ark. tarafından yapılan
Kayseri il merkezinde bir sağlık ocağına başvuran diyabetik hastalarda metabolik
kontrol durumu ve eşlik eden faktörlerin araştırıldığı çalışmada hastaların %11,2’si
sadece insülin, %63.6’sı sadece OAD ve %12,3’ü insülin+OAD kombinasyonu
kullanmaktadır. %7,8’lik kesim ise tedavi almamaktadır (90). Sonuçların farklı
çıkmasının sebebi bizim kısıtlı sayıda hasta ile çalışmamız olabilir.
Mehtap Göç
tarafından yapılan çalışmada ise bizim çalışmamıza daha yakın sonuçlar elde edilmiştir.
Hastaların %62,7’si insülin kullanırken %37,3’ünün OAD kullandığı tespit edilmiştir
(89).
Hastaların yaşam tarzına dikkat edip etmedikleri ve non-farmakolojik tedaviler
uygulayıp uygulamadıkları dikkate alındığında %53,33’ü diyet uyguladığını, %23,33’ü
egzersiz yaptığını bildirmiştir. %6,66’lık kesim ise bitkisel destek almaktadır. TURDEP
2 sonuçlarına göre diyabet hastalarının %9’u tedavi almamakta, %33.2’si diyet
uygulamakta, %1’i bitkisel destek almakta, %83.3’ü OAD kullanırken %14,7’si insülin
kullanmaktadır (93). Yusuf Öztürk ve ark. tarafından yapılan çalışmada bireylerin
%56,5’i diyabet nedeniyle diyet yaptığını belirtmiştir. Yunanistan’da yapılan çalışmada,
diyabet nedeniyle diyet yaptığını belirtenlerin oranı ise %74,9’dur (90). Eczacıların
hastalara vereceği danışmanlık hizmetinde diyete ve egzersize ağırlık vermelerini
sağlamaları gerekmektedir. Diyabetli kişilerin tedavisinde medikal tedavinin yanı sıra,
oldukça önemli olan beslenme ile ilgili hedeflere ulaşabilmesi, ancak bir diyabet
ekibinin kontrolü ve bu ekibin vereceği eğitimle olanaklıdır.
Diyabet hastalık semptomlarının yanı sıra komplikasyonları da çok olan kronik bir
hastalıktır. O nedenle hastaların yaşadıkları komplikasyonların önlenmesi de tedavide
önemli bir yere sahiptir. Bu amaçla yapılan değerlendirmelerde ankete katılanlarda
hastaların %26,66’sı retinopati, %30’u nöropati, %6,66’sı nefropati, %3,33’ü diabetik
ayak, %16,66’sı KAH, %63,33’ü ani hiperglisemi, %26,66’sı lipodistrofi, %13,3’ü
koma (ketoasidoz koması, hiperosmolar nonketodik diabetik koma, laktik asidoz
koması) gibi komplikasyonlarla sıklıkla karşılaştığını belirtmiştir. Bu oranlar hastaların
61 özellikle de ani hiperglisemik koma gibi hayatlarını tehdit edebilecek komplikasyonlarla
sıklıkla
karşılaştıklarını
göstermiştir.
Hatta
komplikasyonlar
cinsiyete
göre
değerlendirildiğinde kadınlarda hemen hemen bütün komplikasyonların daha fazla
görüldüğü söylenebilir. Mehtap Göç tarafından yapılan çalışmada hastaların %86,4’ü
göz, %85,5’i böbrek, %64,5’i sinirlerle ilgili komplikasyon yaşadığını bildirmiştir (89).
Bu nedenle eczacıların diyabet hastalarını komplikasyonlar ve bu komplikasyonlarla
karşılaşmaları
durumunda
alacakları
önlemler
hususunda
bilgilendirmeleri
gerekmektedir. Bu komplikasyonlar ve alınacak önlemlerle ilgili Türk Diyabet Vakfının
ücretsiz olarak sağladığı broşürler ve bilgilendirme kitapçıkları hastalara temin edilerek,
eczacıların iyi farmasötik bakım uygulamalarını eczanelerinde de sürdürmeleri
sağlanabilir.
Hastaların düzenli doktor kontrolleri sırasında komplikasyonları ile ilgili olarak da
belirli periyotlarda göz, böbrek, kalp-damar ve nöroloji muayeneleri yaptırmaları
gerekmektedir. Bu amaçla gerçekleştirilen değerlendirmede hastaların %73,33’ü
komplikasyonlarla ilgili rutin kontrollerini yaptırırken, % 26,66’sı hiçbir kontrolünü
yaptırmadığı görülmüştür. Yaklaşık %30’luk bu kesimin de komplikasyonlarla ilgili
rutin kontrollerin önemi hakkında bilgilendirilmesi ve kontrollere yönlendirilmesi
eczacının üstlenmesi gereken bir diğer sorumluluktur. Yusuf Öztürk ve ark. tarafından
yapılan çalışmaya göre diyabet hastalarının %53,1’i düzenli doktor kontrollerine devam
ederken %46,9’luk kesim doktor kontrollerini yaptırmamaktadır (90).
Hastaların tedavilerinden memnuniyet dereceleri değerlendirildiğinde diyabet tedavisi
gören hastaların %46,66’sı tedaviden çok memnunken, yine aynı oranda kişi orta
derecede memnundur. %6,66’lık kesim ise tedavisinden hiç memnun değildir.
Diyabet hastalarına hem tedavileri hem rutin kontrolleri hem de komplikasyon takibi ile
ilgili mutlaka bilgilendirme yapmak gerekmektedir. Bu açıdan hastaların hastalık ve
tedavileri ile ilgili eczacılarından danışmanlık hizmeti alıp almadıkları sorgulandığında
%53,33’ü eczacısı tarafından hastalık ve tedavi hakkında bilgilendirildiğini, %46,66’sı
ise bilgilendirilmediğini ifade etmiştir. Bu sonuçlar ise eczacıların hastaları yeterince
bilgilendirmedikleri veya hasta bilgilendirmesine gereken önemi vermediklerini
yansıtmaktadır. O nedenle eczacıların meslek örgütleri tarafından düzenlenebilecek
bilgilendirme toplantıları ile mesleklerinde farmasötik bakıma verdikleri önemi
62 artırmaları sağlanmalıdır. Diyabette sadece hasta değil, hastaların yakınları da
bilgilendirilmelidir. Buna yönelik sağlık personeli, hasta ve halk için eğitim materyalleri
hazırlanmalı. Yeni diyabet teşhisi konmuş hastanın yakınlarına ücretsiz eğitim materyali
verilmelidir.
6. KAYNAKLAR
1. Who Consultation. Definition, Diagnosis And Classification Of Diabetes Mellitus
And Its Complications. Part 1: Diagnosis And Classification Of Diabetes Mellitus.
Who, Report No: 99.2, Geneva, 1999: 2.
2. Erdoğan G. Koloğlu Endokrinoloji: Temel ve Klinik. (2. Baskı), Mn Medikal,
İstanbul, 2005: 342-343.
3. Bağrıaçık N. Diabetes Mellitus: Tanımı, Tarihçesi, Sınıflaması ve Sıklığı, İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Diabetes
Mellitus Sempozyumu, S: 9-18, 18-19 Aralık 1997, İstanbul.
4. Yenigün M. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Yenigün M. (Edt) Nobel Tıp Kitap.
Ltd, İstanbul, 2001; 3-315.
5. T.C. Sağlık Bakanlığı. Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı Eylem Planı
(2011-2014), Anıl Matbaası, Ankara, 2011; 1-2.
6. Kaplan Ö, Oral Antidiyabetik İlaç Kullanan Tip 2 Diyabetli Hastalarda Bireysel
Kan Şekeri Takibinin Metabolik Kontrole Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Gaziantep, 2009: 9.
7. Özata M, Yönem A. Endokrinoloji Matabolizma Ve Diabet, (1. Baskı), İstanbul
Medikal Yayıncılık, İstanbul, 2006; 275-426.
8. Jameson Jl, Harrison Endokrinoloji, Abdullah Bereket (Çev. Ed.), Nobel Tıp,
İstanbul, 2009: 284-285.
9. Warron Jh, Rich Ss., Krolewski As. Epidemiology And Genetics Of Diabetes
Mellitus İn Diabetes Mellitus, Kahn Cr, Weir Gc (Edt) Lea Febiger,
Phyledelphia,1994; 201-205.
10. Powers Ac. Diabetes Mellitus, In: Harrison İç Hastalıkları Prensipleri, Cilt 2, Araz
M, Nobel Tıp Kitabevleri, Mcgraw-Hill Comp. Inc. İstanbul, 2004; 2109-2137.
11. Satman I, Yilmaz T, Sengül A Et Al: Population-Based Study Of Diabetes And
Risk Characteristics İn Turkey: Results Of The Turkish Diabetes Epidemiology
Study (Turdep) Diabetes Care. 2002; 25: 1551-1556.
12. Bagrıaçık N. Tanı, Komplikasyonlara Yaklaşım, Tedavi Konsensus El Kitabı. Novo
Nordisk Diyabet Servisi Yayınları, İstanbul, 1997.
13. American Diabetes Association Position Statement, Diagnosis And Classification
Of Diabetes Mellitus, Diabetes Care 2006; 29 (Suppl 1): 43-48.
14. Koloğlu S, Arslan M, Gedik O Ve Ark. Pankreas, In: Endokrinoloji Temel Ve
Klinik (1. Baskı), Koloğlu S, Medikal Network & Nobel, Ankara, 1996; 359-529.
15. Kabalak T, Yılmaz C, Tüzün M. Endokrinoloji El Kitabı (3. Baskı), İzmir Güven
Kitabevi, İzmir, 2004; 609- 661.
16. American Diabetes Association Position Statement. Standards Of Medical Care İn
Diabetes. Diabetes Care, 2005; 28 (Suppl 1): 4-36.
17. World Health Organization, International Diabetes Federation, Definition And
Diagnosis Of Diabetes Mellitus And İntermediate Hyperglycaemia: Report Of A
Who/ Idf Consultation, Who-Idf, Geneva, Switzerland, 2006; 1-50.
18. Skyler Js, Brink Js, Fass B Ve Ark. Diabetes Mellitus, In: Endokrinoloji Ve
Metabolizma El Kitabı (3. Baskı), Lavin N, Aral Y (Çev. Ed.), Güneş Kitabevi,
Ankara, 2006; 575-688.
19. Modan M, Harris Mı, Halkin H. Evaluation Of Who And Nddg Criteria For
İmpaired Glucose Tolerance. Diabetes 1989; 38(12):1630-1635.
20. Bardin Cw. Endokrinoloji Ve Metabolizmada Tedavi, Satman İ, Bilimsel Ve
Teknik Yayınları Çeviri Vakfı, İstanbul, 1998: 363.
21. Abacı A, Böber E, Büyükgebiz A, Tip 1 Diyabet, Güncel Pediatri, 2007; 5:1-10.
65 22. Karasu Ç, Arı N. Enerji Metabolizmasının Regülasyonu: Pankresın Rolü,
Gastroenteropankreatik Hormanlar, Yağ Dokusu Hormonları, Nöropeptidler,
Diabetes Mellitus, Antidiyabetik İlaçlar, Diyabet/Diyabezite Tedavisinde Yeni
Ajanlar Ve Potansiyel Hedefler. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2005; 1(35):1-61.
23. Medici F, Hawa M, Ianari A, Pyke Da, Leslie Rdg, Concordance Rate For Type Iı
Diabetes Mellitus In Monozygotic Twins: Actuarial Analysis. Diabetologia
1999; 42:146-150.
24. Goldstein Bj, Wieland Dm. Tip 2 Diyabet (1. Baskı), Akman Ac (Çev. Ed.), And
Yayıncılık, İstanbul, 2004; 13-101.
25. Küçükarslan A., Tip Iı Diyabetli Hastalarda Aerobik Ve Dirençşi Egzersizlerden
Oluşan Egzersiz Eğitimi Programının Metabolik Kontrol,Depresyon Ve Yaşam
Kalitesi Üzerine Etkisi. Ankara, 2007, S:1.
26. Ersöz Dd. Kistik Fibrozisde Endokrinolojik Komplikasyonlar, Türk Toraks Dergisi
2011; 12(2):107-114.
27. Özdoğan E, Tip 2 Diyabet Hastalarında Kan Lipid Düzeylerinin Hba1c Ve Obezite
İle İlişkisi, Uzmanlık Tezi, İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Aile Hekinliği
Koordinatörlüğü, İstanbul, 2007: 16.
28. Hatun Ş, Çizmecioğlu F, Çalıkoğlu As. Çocukluk Çağında Diyabetik Ketoasidoz ve
Tedavisi. Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Dergisi 2006; 49: 50-59.
29. Rosenbloom A, Silverstein J: Diabetes İn The Child And Adolescent. In: Pediatric
Endocrinology. 4th Edition. Lifshitz F, Ed. Marcel Dekker New York, 2004; (25–
27): 611–651.
30. Behrman Re, Kliegman Rm, Jenson Hb. Nelson Textbook Of Pediatrics 16.Ed.
Philadelphia 2000; 25(6); 1767–1792.
31. Taşan E. Hiperosmolar Nonketotik Diabet Koması,, İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Diabetes Mellitus
Sempozyumu, S: 123-129, 18-19 Aralık 1997, İstanbul.
66 32. Candan İ, Erdoğan G. Klinik Bilimlere Giriş 6: Endokrinoloji Ve Metabolizma
Hastalıkları (3. Baskı), Antıp A.Ş. Yayınları, Ankara: 235-252.
33. Aral Y. Tip 2 Diabetes Mellitus Akut Komplikasyonları ve Tedavisi, In: Türk
Diabet Yıllığı 1999-2000, Türk Diyabet Vakfı, Türk Diyabet Cemiyeti, S: 201-218.
34. Yenigün M. Mikro Ve Makroanjiopatiler, In: Kardiyovasküler Diabet, Yenigün M
(Edt), İ.Ü Basımevi, İstanbul, 1999; 150-222.
35. Yenigün M., Diabetes Mellitusun Geç Komplikasyonları, In: Her Yönüyle Diabetes
Mellitus (2. Baskı) Yenigün M (Edt), Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 1995: 546-584.
36. U.S Department Of Health And Human Services, National Instıtues Of Health,
National Instıtue Of Diabetes And Digestive And Kidney Diseases, Hypoglycemia,
Report No: 09-3926, 2008; 1-12.
37. Kayaalp O, Gürlek A. İnsülin, Oral Ve Diğer Antidiyabetik İlaçlar Ve Glukagon,
In: Tıbbi Farmakoloji (11. Baskı), Cilt 2, Kayaalp O (Edt), Hacettepe-Taş, Ankara,
2005; 1039-1078
38. Cryer Pe, Davis Sn, Shamoon H. Hypoglycemia İn Diabetes, Diabetes Care, 2003;
26:1902–1912
39. Cryer Pe. Hipoglisemi, In: Harrison İç Hastalıkları Prensipleri, Cilt 2, Araz M,
Erbağ B, Nobel Tıp Kitabevleri, Mcgraw-Hill Comp. Inc. İstanbul, 2004; 21382143.
40. Korugan Ü. Hipoglisemi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli
Tıp Eğitimi Etkinlikleri Diabetes Mellitus Sempozyumu, S: 101-110, 18-19 Aralık
1997, İstanbul
41. Poretsky L. Principles Of Diabetes Mellitus (2th Edition), Springer, New York,
2010; 281-748.
42. Karaçorlu M. Diabetik Retinopati, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Diabetes Mellitus Sempozyumu, S: 61-67, 18-19
Aralık 1997, İstanbul.
67 43. Özcan Ş. Kronik Komplikasyonlar, In: Diyabet Hemşireliği Temel Bilgiler, Editör:
Erdoğan S. Yüce Reklam, Yayım, Dağıtım Aş. İstanbul: 2002; 141-155.
44. Pickup Jc, Williams G. Chronic Complication Of Diabetes, Blackwell Scientific
Publication, Oxford, 1994; 45-98.
45. Jackson Rl, Holland E, Chatmain Id, Guthrie D, Hewett Je. Growth And Maturation
Of Children With İnsulin-Dependent Diabetes Mellitus. Diabetes Care 1998; 1: 96107.
46. Güler E, Gönç N, Korkmaz A. Diabetin Kronik Komplikasyonlarının
Etiyopatagenezi; Retinopati, Nöropati. Katkı Pediatri Dergisi 1997; 18:92-107.
47. İlicin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S. İç Hastalıkları (2. Baskı), Güneş
Kitabevi, Ankara, 2003; 2311-2331.
48. Kurt M, Atmaca A, Gürlek A. Diyabetik Nefropati:Hacettepe Tıp Dergisi 2004;
35:12-17.
49. Skyler Js. Dcct: The Study That Forever Changed The Nature Of Treatment Of
Type 1. Diabetes. British Journal Of Diabetes And Vascular Disease 2004; 4:29-32.
50. Pincelli Aı, Grispigni C, Parafioriti A, Involvement Of The Musculotendinous
Apparatus İn Flexion Contractures Of Limited Joint Mobility Of The Diabetic
Hand. Diabetes Care 1997; 20:1493–1495.
51. Andereali Te, Bennett Jc, Carpenter Ccj, Plum F. Cecil Essentials Of Medicine (4th
Edition), Tuzcu M (Çev. Ed.), Çevik Matbaası, İstanbul, 2000: 533- 551.
52. Margolis Dj, Allen-Taylor L, Hofstad O And Berlin Ja: Diabetic Neuropathic Foot
Ulcers: The Association Of Wound Size, Wound Duration And Wound Grade On
Healing. Diabetes Care 2002; 25: 1835-1839.
53. Bölükbaş N, Paydaş M, Bostan Ö. Diyabetli Hastaların Ayak Bakımı İle İgili
Davranışlarının Ve Mevcut Ayak Durumlarının Saptanması. Fırat Sağlık Hizmetleri
Dergisi, 2006; 1(2):82-91.
68 54. Katsilambros N, Tentolouris N, Tsapogas P, Dounis E. Who İs The Patient At Risk
For Foot Ulceration In: Atlas Of The Diabetic Foot, John Wiley, Chichester, 2003;
1-22.
55. Frykberg Rg, Armstrong Dg, Giurini J, Edwards A, Et Al. Diabetic Foot Disorders.
A Clinical Practice Guideline. For The American College Of Foot And Ankle
Surgeons And The American College Of Foot And Ankle Orthopedics And
Medicine. J Foot Ankle Surg. 2000; Suppl:1-60
56. Jeffcoate Wj, Harding Kg: Diabetic Foot Ulcers. Lancet 2003; 361:1545-1551.
57. Lipsky Ba, Berendt Ar, Deery Hg, Et Al, Idsa Guidelines: Diagnosis And
Treatment Of Diabetic Foot İnfections, Clin Infect Dis 2004; 39:885-910.
58. Kahn Cr, Weir Gc, King Gl, Moses Ac, Smith Rj, Jacobson Am, Joslin’s Diabetes
Mellitus (14th Edition) 2005; 587-711.
59. Simó R, Hernández C, Treatment Of Diabetes Mellitus: General Goals, And
Clinical Practice Management, Rev Esp Cardiol. 2002 Aug; 55(8):845-60
60. Diabtürk,http://Www.Diyabet.Gov.Tr/İndex.Php?Lang=Tr&Page=34 (15.04.2012).
61. Wylie-Rosett J, Herman Wh, Goldberg Rb. Lifestyle İntervention To Prevent
Diabetes: İntensive And Cost Effective.Current Opinion İn
Lipidology. 2006;
17:37-44.
62. Türkiye Endokrinoloji Ve Metabolizma Derneği Diabetes Mellitus Çalışma Grubu,
Temd Diabetes Mellitus Ve Komplikasyonlarının Tanı, Tedavi Ve İzlem Kılavuzu2009 (4. Baskı), Beyt Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın Ve Tanıtım Ltd. Şti,
İstanbul, 2009: 36-37
63. Pastors Jg, Warshaw H, Daly A, Franz M, Kulkarni K: The Evidence For The
Effectiveness Of Medical Nutrition Therapy İn Diabetes Management. Diabetes
Care, 2002; 25:608–613.
69 64. Buse Jb, Polonsky Ks, Burant Cf, Type 2 Diabetes Mellitus, In: Williams Textbook
Of Endocrinology (11th Edition), Kronenberg Hm, Melmed S, Polonsky Ks, Larsen
Pr, Saundes Elsevier, Philadelphia, 2008; 1329-1391.
65. Franz Mj, Bantle Jp, Beebe Ca Et Al. Evidence-Based Nutrition Principles And
Recommendations For The Treatment And Prevention Of Diabetes And Related
Complications (Technical Review). Diabetes Care 2002; 25:148–198.
66. Aksakal N, Tip 2 Diabetes Mellitusta Diyet Tedavisi, İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Diabetes Mellitus
Sempozyumu, S: 87-91, 18-19 Aralık 1997, İstanbul.
67. Sigal
Rj,
Kenny
Gp,
Wasserman
Dh,
Castaneda-Sceppa
C:
Physical
Activity/Exercise And Type 2 Diabetes. Diabetes Care 2004; 27: 2518–2539.
68. Brunton Ll, Blumenthal D, Parker Kl, Insulin, Oral Hypoglycemic Agents And The
Pharmacology Of Endocrine Pancreas, In: Goodman And Gilman’s The
Pharmacological Basis Of Therapeutics, Mcgraw-Hill, New York 2008: 1039–
1060.
69. Fisher M. Insulin Therapy: Current Views And New Options, Diabetes Voice 2001;
46: (4):20-22.
70. Salman S, Yılmaz M.T. İnsulin Tedavisi Ve Tedavi Protokolleri, In: Diabetes
Mellitus’ Un Modern Tedavisi (2. Baskı.), Yılmaz M.T, Bahçeci M, Büyükbeşe
M.A (Editörler), Özlem Grafik Matbaacılık, İstanbul, 2004; 8–20.
71. Karakoç A, Konca C, Diabetes Mellitus’ta İnsülin Tedavisi; Mised 2010; 23–
24:14-18.
72. Deckert, T. Intermediate-Acting İnsulin Preparations: Nph And Lente İnsulins.
Diabetes Care 1980; 3: 623-26.
73. Rios L, Ward C, Feline Diabetes Mellitus: Diagnosis, Treatment, And Monitoring,
Compend Contin Educ Vet. 2008 Dec; 30(12):626-639.
70 74. The Diabetes Control And Complication Trial Research Group. The Effect Of
İntensive Treatment Of Diabetes On The Development And Progression Of LongTerm Complication İn İnsulin-Dependent Diabetes Mellitus. N Engl J Med 1993;
329:977–986.
75. Yki-Jarvinen H, Kauppila M, Kujansuu E, Et Al. Comparison Of İnsulin Regimens
İn Patients With Non-İnsulin-Dependent Diabetes Mellitus. N Engl J Med 1992;
327:1426–1433.
76. Ayvaz G, Kan E, Tip 2 Diabetes Mellitus Tedavisinde Oral Antidiyabetik İlaçlar,
Tip 2 Diabetes Mellitus Tedavisi, Mised 2010; 23-34:8-13.
77. Federal Bureau Of Prisons, Clinical Practise Guidelines, Management Of Diabetes,
2010: 8.
78. Lavernia F, Targeting The Pathophysiology Of Type 2 Diabetes: A Focus On
İncretin Therapy, J Fam Pract. 2009 Feb; 58 (Suppl 2):2-5.
79. Granell Ra, The Physiologic Effect Of İncretin Hormenes, Adv Stud Med. 2006;
6(7a): 581-585.
80. Drucker, D. J. The Biology Of İncretin Hormones. Cell Metab. 2006 Mar;3(3):15365. Review.
81. Floris Al, Peter Ll, Reiner Pa, Eloy Hl, Guy Er, Chrisvan W: Α-Glucosidase
İnhibitors For Patients With Type 2 Diabetes. Diabetes Care 2005, 28:166-175.
82. Lebovitz He, Alpha-Glucosidase İnhibitors As Agents İn The Treatment Of
Diabetes. Diabetes Rev 1998; 6:132–145
83. Acemoğlu H, Ertem M, Bahçeci M, Tuzcu A. Tip 2 Diyabetes Mellituslu Hastaların
Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Düzeyleri. The Eurasian Journal Of Medicine.
2006; 38: 89-95.
84. Karahan E, Ozkara E, Öner FK, Saatçi AO. Hba1c Awareness İn Turkish Diabetic
Population At A Tertiary Setting. Turkiye Klinikleri J Med Sci. 2009; 29:927-31.
71 85. Çıtıl R, Günay O, Elmalı F, Öztürk Y, Diyabetik Hastalarda Tıbbi Ve Sosyal
Faktörlerin Yaşam Kalitesine Etkisi. Erciyes Tıp Dergisi, 2010; 32(4):253-264.
86. Maral I, Aksakal N, Baykan Z Ve Ark. Ankara’nın Gölbaşı İlçesi Kırsal Alanında
On Beş Yaş Ve Üzeri Kişilerde Diabetes Mellitus Prevalansı ve Risk Faktörleri,
Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri Dergisi, 2001; 21(5):363-368.
87. Acıbadem Kadıköy Hastanesi, Diyabet Söyleşisine Katılan Bireylerin Eğitim Alma
Durumu İle Diyabet Komplikasyonu Varlığının Araştırılması, S:1-4, 22-25 Ekim
2008, Nevşehir.
88. Bruno G, Bargero G, Vuolo A, Pisu E, Papano G. A Population-Based Prevalence
Survey Of Known Diabetes Mellitus İn Northern Italy Based Upon Multiple
İndependent Sources Of Ascertainment. Diabetologia 1992; 35(9): 851-6.
89. Göç M, Diabetes Mellituslu Hastalarda, Hastalığın Süresi, Hastaların Öğrenim
Düzeyi, Diyabetik Ayakla İlgili Eğitim Alma Durumu, Metabolik Değerlerin,
Diyabetik Ayak Gelişim Riski Ve Diyabetik Ayakdan Koruyucu Davranış
Medelleri Geliştirmeye Etkileri, Uzmanlık Tezi, TC Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa
Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, 2008; 1-126.
90. Çıtıl R, Öztürk Y, Günay O. Kayseri İl Merkezinde Bir Sağlık Ocağına Başvuran
Diyabetik Hastalarda Metabolik Kontrol Durumu Ve Eşlik Eden Faktörler. Erciyes
Tıp Dergisi. 2010; 32(2): 111-122.
91. Özdemir L, Topcu S, Nadir I, et al. The Prevalence of Diabetes and Impaired
Glucose Tolerance in Sivas, Central Anatolia, Turkey. Diabetes Care 2005; 28:
795-798.
92. Güneş G, Pehlivan E. Yeşilyurt İlçesi 40 Yaş Ve Üzeri Nüfusta Diabetes Mellitus
Prevalansı, Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1997; 4(4):380-386.
93. Satman İ, TURDEP-2 Çalışma Grubu. Türkiye Diyabet Prevalansı Çalışmaları:
TURDEP-1 Ve TURDEP-2, 47. Ulusal Diyabet Kongresi, S: 1-51, 11-15 Mayıs
2011, Antalya.
72
2 EKL
E LE
ER
R
EK--1
Ank
A ket Form
mu
1..Cinnsiyett
Errkeek
K dın
Kad
2..Yaaş…
……
……
……………
…..
3..Kilo…
……
……
……
……
……....
< 5 kg
<25
g/m
m2
4..Beeden
n kitle
k e inndek
ksi
5..Diyeb
betiikm
misiinizz?
252 30 kg
g/m2
Ev
vet
Hay
H yır
6..Kaaç yıld
d yabeetik
ksinniz??..................................
y dır diy
7..Haang
gi tip diya
d abeetsin
niz?
T 1
Tip
T 2
Tip
Gesstassyonnell diyyeb
G
bet
Hanngi türr olduğğun
H
nu bilm
b miy
yoru
um
m
d eceeden
n ailen
a nizzde diyyabbet has
m?
8..Birrincci dere
h stassı vvar mı?
Evvet, birr veeyaa heer ik
ki ebe
e evey
yniim diy
yabet has
h stassıdırr
Tiip 1
Tip
Tp2
Emin değ
Em
ğiliim
Evvet, birr veeyaa daahaa fazzla kaardeeşim
m diya
d abeet hastasıdır.
Tiip 1
Tip
T 2
Em
min
n deeğillim
m
>30
> 0 kg
g/m
m2
73 Hayır
9.Düzenli doktor kontrolüne gidiyor musunuz?
Evet
Hayır
10.Evde düzenli kan şekeri takibi yapıyor musunuz?Yapıyorsanız günde kaç kere?
Evet …………………….
Hayır
11.Açlık kan şekeriniz
Normal (65-90 mg/dl)
Üst sınırda (91-110)
Yüksek (111 ve üzeri)
12. HbA1C yüzdeniz…
Normal (%5,7 den az)
Yüksek (%5,7-6,9)
Kontrolden çıkmış (%7’den çok)
13.Sigara kullanıyor musunuz?
Evet
Hayır
14.Herhangi bir kronik hastalığınız var mı? Var ise nedir ve bu hastalık için
kullandığınız ilaçlar neler?
Evet ………………………………………..
15.Hangi tür belirtileri sıklıkla yaşıyorsunuz?
Çok su içme (polidipsi)
Çok idrar yapma (poliüri)
Çok yeme (polifaji)
Nefes kokusu
Yaraların geç iyileşmesi
Diğer…………………………….
Hayır
74 16.Ne tür bir tıbbi tedavi uyguluyorsunuz?
Oral antidiyabetik
İnsülin
Oral antidiyabetik + insülin
Tıbbi tedavi almıyorum
17.Hangi tür oral antidiyabetik/insülin i kullanıyorsunuz?kullanma şekliniz ve dozunuz
nasıl?
…………………………………………………………
18.Kan şekerinizi dengede tutmak için ilaç dışında neler yapıyorsunuz?
Egzersiz
Diyet
Bitkisel destek
Diğer………………………..
19.Hastalığınız boyunca diyabetin hangi komplikasyonlarını yaşadınız?
Koma
Hiperglisemi
Lipodistrofi
İnsülin alerjisi
Diyabetik ayak
Koroner arter hastalığı
Retinopati
Nöropati
Nefropati
Diğer………………
20.Diyabet komplikasyonları ile ilgili rutin olarak hangi kontrolleri yaptırıyorsunuz?
Göz
Böbrek
Kalp ve damar
Diğer………………….
Hiçbiri
21.Eczacınız tarafından hastalığınız ve tedaviniz hakkında bilgilendiriliyor musunuz?
Evet
Hayır
22.Şimdiki tedavinizden ne kadar hoşnutsunuz?
Çok
Orta
Az
Hiç
75 23.Son zamanlarda tedavinin ne kadar rahat ve pratik olduğunu düşünüyorsunuz?
Çok
Orta
Az
Hiç
76 ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Ad, Soyadı
: Kübra SÜMERLİ
Uyruğu
: Türkiye (TC)
Doğum Tarihi ve Yeri
: 13 Haziran 1990, Kayseri
Medeni Durumu
: Bekar
E mail
: ksumerli@hotmail.com Yazışma Adresi
: Erciyesevler mah. Billur cad. Beyazburç ap. No: 107/24
Kocasinan / KAYSERİ
Tel
: 0555 552 86 53 EĞİTİM
Derece
Kurum
Lisans
E.Ü. Eczacılık Fakültesi
2012
Lise
Kayseri Fen Lisesi
2007
İlköğretim
TED Kayseri Koleji Özel İ.Ö.O.
2004
YABANCI DİL
İngilizce
Mezuniyet Tarihi
Download