DİŞ HEKİMLİĞİ TARİHİ DERS NOTLARI DERSİN KONUSU Diş hekimliği tarihi dersi’nin konusu; diş hekimliği mesleğinin günümüzün modern uygulamalarına ulaşana kadar farklı coğrafyalarda ve farklı uygarlıklarda izlemiş olduğu gelişim sürecinin incelenmesi ve değerlendirilmesidir. DERSİN AMACI Diş hekimliği tarihi dersi’nin amacı; dişhekimliği mesleğinin insanoğlunun varoluş tarihi boyunca farklı zamanlarda, farklı mekanlarda ve farklı uygarlıklarda uygulanış şekillerinin incelenmesi yolu ile, modern Türk ve dünya dişhekimliği uygulamaları, sorunları ve geleceği hakkında kapsamlı ve geniş ufuklu bir değerlendirme olanağı sağlanmasıdır. DERSİN KAYNAKLARI Diş hekimliği tarihi dersi’nin akışı içerisinde ders notlarına ek olarak aşağıdaki kaynak kitaplardan yararlanılması salık verilir. 1. Yüksel Noras. Diş Hekimliği Tarihi. Hacettepe Üniv. Yayınları No: B10 Ankara, 1973 2. Ahmet Efeoğlu. Dişhekimliği Tarihi. İstanbul Üniv. Yayınları, İstanbul, 1992 3. Nuri Muğan. Türk Diş Hekimliği Tarihi. İstanbul Üniv. Yayınları No:3831, İstanbul, 1994 4. Ahmet Efeoğlu, Ayşegül Demirhan Erdemir, Öztan Öncel. Başlangıçtan Günümüze Diş Hekimliği. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2000 5. İlter Uzel. Anadolu Uygarlıklarında Diş Hekimliği. Yeni Adana Ofset Ltd. Şti, Adana, 2000 6. Curt Proskauer, Fritz Witt. Pictorial History of Dentistry. Verlag M. Du Mont Schauberg, Köln, 1962 7. Malvin E. Ring. Dentistry An Illustrated History. The CV Mosby Comp, St Louis, 1985 WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 2 W 1 X PALEOSTOMATOLOJİ ve DENTAL ANTROPOLOJİ Diş hekimliği’nin özgün bir meslek olarak yapılanmaya başlaması 18.yy ikinci yarısından itibaren başlamış olmakla birlikte, çok daha eski çağlardan beri insanoğlu’nun ağız, diş ve çevre dokularının hastalıkları bulunduğuna ve bunların tedavisi ile uğraşıldığına dair deliller bulunmaktadır. Eski çağlardan kalma insan ve hayvan kalıntılarındaki hastalık belirtileri ile ilgilenen bilim dalı, “paleopatoloji” adı ile bilinir. Bu bağlamda, kalıntıların ağız, diş ve çevre dokuları açılarından incelenmesi, insan dişi kalıntıları üzerindeki hastalık belirtilerinin değerlendirilmesi konularındaki çalışmalar, “paleostomatoloji” biliminin kapsamı içindedir (1). Eski çağlardan kalma insan kalıntıları, paleontoloji bilim dalının olduğu kadar antropoloji biliminin de ilgi alanı içindedir. Özellikle dişler; insan topluluklarının genetik yakınlıkları ya da farklılıkları, aralarındaki ilişkiler ve büyük göçler hakkında değerli bilgiler kazandırırlar (2,3). Dişlerin tarih bilimleri açısından böylesi değerli oluşunun sebebi, kemikten daha dayanıklı olması ve çağlar boyu bozulmadan toprak altında kalabilmeleridir (2). Antropolojinin dişleri inceleyen bu dalı, “dental antropoloji” olarak bilinir. Dental antropoloji diş buluntularının biçimi, ölçüsü, durumu, genetik özellikleri, farklılıkları, işlevi ve konumunu inceleyerek sonuç çıkarır (4‐6). Örneğin, Bilgin ve ark. (7) tarafından incelenmiş olan Erzurum yerleşkesi diş örneklerinin, 9000 yıl daha eskiye tarihlenen ve Özbek (8) tarafından incelenmiş olan Çayönü yerleşkesi diş örneklerinden daha küçük oldukları saptanmıştır (7,8). Benzer şekilde, her ikisi de Geç Bizans dönemine tarihlenen Aslantepe ve İznik yerleşkelerine ait diş buluntularının aynı büyüklüğe sahip oldukları, kafatası ölçüm kriterlerinin de aynı oldukları saptanmıştır (9‐11). Çürük: Günümüz bilgilerinin ışığında, en eski diş hastalığının çürük olduğu kabul edilmektedir. Diş çürüğü, insandan önceki buluntularda bile saptanmıştır. 6 milyon yıl öncesinde yaşamış sürüngenlerin, hatta 12 milyon yıl önce yaşamış balıkların dişlerinde bile “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 3 çürüğe rastlandığı bilinmektedir (12,13). “Ferrier”, MÖ 8. bine tarihlenen 2000 insan dişinde çürük oranını %3 olarak bildirmiştir. “Mummery” ise, İngiltere’de bulunan aynı döneme ait 68 kafatasının inceleyerek çürük oranını %2,94 olarak bildirmiştir (12). “Magitot”, Fransa’da bulunan benzerlerinin %1‐1,2’sinde çürük saptadıklarını bildirmişlerdir (13). Bas‐Moulin mağaralarında ve Rodezya’nın kuzeyindeki bir mağarada bulunan neolitik döneme ait insan dişlerinde de az sayıda çürük saptandığı “Weinberger” tarafından aktarılmıştır (14). Sandallı ve ark. (15), Hitit çağı insan kalıntılarında yalnız bir adet çürük dişe rastlandığını bildirmişlerdir. Neolitik döneme ait Çayönü buluntularında çalışan Özbek (8), inceledikleri 874 dişin 49’unda (% 5.6) çürük saptamışlardır. Erzurumda keşfedilen yakın çağ’a ait insan buluntularını inceleyen Bilgin ve ark (7); 62 erişkin iskeletinin 16’sında (% 25.8) çürük diş saptamışlardır. Toplam 297 sürekli dişin 44’ünün (%14,8) çürük olduğu görülmüştür. Paleolitik çağda çürük diş sayısının düşük olmasının sebebi, insanların avcılık ve toplayıcılıkla beslenmeleri ile açıklanmaktadır. Mezolitik çağda az da olsa artış gösteren diş çürüğü, neolitik çağda insanların tarım ve yoğun karbonhidrat beslenmesine geçmeleri ile birlikte artış göstermiştir (16‐18). Bununla birlikte, onbinlerce yıl toprak altında kalmış dişlerde çeşitli hasarlar oluşmuş olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Humus asiditesinin yüksek olduğu yer altı ortamlarda kalan iskeletlerde dişin boyun bölgesindeki sement dokusu üzerinde post‐mortem “ölüm sonrası” yalancı çürükler gelişebilir. Bazı toprak altı canlılarının salgılarının da yalancı çürüğe neden oldukları bilinmektedir (2,17). Günümüzde ise insan dişlerinde çürük sıklığının %98 civarında olduğu bilinmektedir (19). Aşınma: Tarih öncesi insan buluntularının incelenmesinde, çürükten sonraki ikinci önemli dental problemin aşınma olduğu görülmüştür. Aşınma; “çiğneme sırasında dişlerin birbirine sürtünmeleri ve bu arada çiğnenen gıda içindeki sert cisimlerin yol açtığı tahrip sonucu diş minesinin giderek eksilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır (15,19). İki bileşeni vardır. Atrisyon, dişlerin birbirine sürtünmesi ile oluşan aşınmayı, Abrazyon ise yabancı cisimlerin sürtünmesi ile oluşan aşınmayı ifade eder. Önceleri yalnızca, karşıt dişlerin birbirine değen çiğneyici yüzlerinde oluşan aşınma zamanla komşu dişlerin ara yüzlerinde de ortaya çıkar. Genç bireylerdeki ara yüz değim noktaları, yaşlılarda ara yüz değim alanlarına dönüşür. Besinlerin sertliği, kum ve toprak ile karışmış olması ve tahılların taş havanlarda öğütülmüş olması, aşınmanın sebepleri olarak gösterilebilir. Çayönü toplumuna ait ön dişlerin kesici kenar ve ön yüzündeki aşınmalar, bu dişlerin beslenme dışı amaçlar için de kullanılmış olabileceklerini düşündürmüştür (2,8). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 4 Apse: Çürük, aşınma ya da kırık sonucu oluşan pulpa “diş özü” açılmaları, pulpitis’ler “pulpa iltihapları” ve apikal paradontitisler “kök ucu iltihapları”’nın oluşturduğu diş abseleri de, paleostomatolojinin önemli hastalıklarındandır. Apseli diş oranı, Bilgin ve ark. (7) tarafından yakınçağ Erzurum yerleşkesi buluntularında %5.7, Özbek (8) tarafından Çayönü yerleşkesi buluntularında % 30.4 olarak hesaplanmıştır. Apsenin en çok üst 6 numaralı dişlerde görüldüğü saptanmıştır. Dişeti iltihabı: Yaşam boyunca dişler üzerinde birikmiş olan diş taşları, post‐mortem dönemde aynen kalır. Dental antropolojide diş taşları, Brothwell şemasına göre hafif, orta, belirgin ve çok belirgin olarak dört sınıfta değerlendirilir (16). Çoğunlukla diş taşları ile paralel gelişen bir başka hastalık ise periodontitis “dişeti iltihabı”’dir. Çok eski buluntularda bile yaygındır. Dişi tutan çevre kemik dokusunun kaybı ile karakterizedir (20). Erzurum yerleşkesindeki büyük azıların yanak yüzünde hafif oranda diş taşına rastlanmış, dişeti iltihabı oranı %11.6 (%5.3 hafif, %6.3 orta) olarak hesaplanmıştır (7). Çayönü toplumundaki dişeti iltihabı oranı ise % 28.5 olarak bildirilmiştir (8). Hipoplazi: İnsan buluntularında çürük ile karıştırılabilecek bir başka diş hastalığı, hipoplazidir. Mine dokusunun kötü kalitede oluşması şeklinde tanımlanabilir. Mine yüzeyinde çukurlar ya da oluklar şeklinde görünür (21). Sıklığı; Erzurum toplumunda %10, Çayönü toplumunda ise % 8.1 olarak hesaplanmıştır (7,8). MÖ 6. Bine tarihlenen Tepecik (Elazığ) buluntularında ise 478 süt ve sürekli diş incelenmiş, hipoplazi sıklığı süreklü dişlerde %56.4, süt dişlerinde ise %63.6 olarak hesap edilmiştir (22). Hipoplazinin farklı toplumlarda değişen sıklıkta ortaya çıkması, beslenme bozuklukları ve sistemik hastalıklarla ilişki olasılığını düşündürmektedir. Ante‐mortem diş kaybı: Çürük, kırık, diş özü ve dişeti iltihapları ve apseler gibi hastalıklar yüzünden dönemin insanlarının çok fazla ağrı çekmiş olduklarını ve bu zorlamaların insanları tedavi yöntemi keşfetmeye itmiş olduğunu tahmin etmek güç değildir. Bilinen en eski diş tedavisi ise diş çekimi’dir. İnsan buluntularında yaygın olarak gözlenebilen ante‐mortem diş kayıpları, eski insanların kendi dişlerini ya da başkalarının dişlerini çekmiş olabileceklerini göstermektedir. Antemortem diş kaybı yüzdesi Erzurum toplumunda %32, Çayönü Toplumunda ise %25 olarak hesaplanmıştır. En sık olarak kaybedilen dişlerin birinci büyük azılar, en seyrek kaybedilen dişlerin ise köpek dişleri olduğu görülmüştür (7,8). Muğan (14), neolitik dönemde diş tedavisi ile ilgili üç tip uygulama yapılmış olabileceğini tahmin etmektedir. Bunlar; parmakla kavrayarak diş çekmek, ağrıyı kesebileceği “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 5 umulan bazı bitkileri çiğnemek (ya da çiğnetmek) ve çürük diş kovuklarını çakıl taşı ya da boynuz tozu ile doldurmak. Yazarın bu tahminleri oldukça akla yakın gibi görünmekle birlikte, bilimsel kanıtlara dayanmadığından tahminden öteye geçememekte, diş tedavisi uygulamalarına işaret eden en eski buluntular ise günümüzden 5000 yıl öncesine tarihlenmektedir. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 6 W 2 X SÜMER ‐ BABİL ‐ ASUR Günümüz uygarlığının ilk tohumlarının atıldığı, küçük insan topluluklarının avcılık‐ toplayıcılığa dayalı yaşam tarzını terk ederek tarıma dayalı yerleşik köy yaşantısına geçtikleri beş ana merkezden birinin Mezopotamya, ve özellikle de “Bereketli Hilal” olarak bilinen bölge olduğu artık genel olarak kabul edilmektedir (23). Mezopotamya’da “site‐devlet” biçiminde örgütlü ve iyi yapılanmış merkezi yönetimler oluşturmayı başaran ilk kültür Sumer kültürüdür. Bölge daha sonraları sırası ile Babil ve Asur devletleri tarafından işgal edilmiştir. Buluntulardan birbirine kaynaşmış oldukları anlaşılan bu üç kültürün, dişhekimliği uygulamalarının tarihi açısından da aynı başlık altında incelenmesi daha yararlı olacaktır. Ünlü Asur kralı Asurbanipal’in MÖ 700’de başkent Ninova’da yaptırmış olduğu kütüphane, Mezopotamya tarihinin erken dönemlerini de içeren, çivi yazısı ile yazılı 100 bine yakın kil tabletin bir bölümünün günümüze ulaşmasını sağlamıştır. MÖ 1000 yıllarına ait bazı tabletlerde diş çürüğünden ve bu çürüğe neden olduğu düşünülen kurtlardan bahsedilmekte ve bu kurtlardan korunmayı sağlayacak dualar öğretilmektedir (14,24): “Evren Anu tarafından Yeryüzü, evren tarafından Akarsular, yeryüzü tarafından Dereler, akarsular tarafından Bataklıklar, dereler tarafından Ve küçük kurt, bataklıklar tarafından Yaratıldıktan sonra, Küçük kurt ağlaya sızlaya Tanrı Şamaş’ın huzuruna vardı Yaşlı gözlerle dedi ki: “Bana vereceğin besin ne ola? “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 7 İncirle kayısı senin ola. Bunlar ne ki benim için? İncirle kayısı ha! Bırak da hiç olmazsa Dişle dişeti arasına sokulayım Azı dişlerinin içine yerleşeyim.” “Mademki böyle dedin ey küçük kurt, Katretsin seni toprak ana O kudretli eliyle…” “Mayalanmış arpa suyu ile karıştırılmış yağ, bu dizeler üç kere yinelenerek ağrıyan dişin üzerine sürülecek.” Dualar ve sihirler dışında çeşitli hastalıklara iyi gelen 250 kadar bitkisel formül “drog” tarif edilmekte; bunların yenerek, çiğnenerek ya da topikal yol (sürülerek) ile kullanılması tavsiye edilmektedir. Bununla birlikte, diş ağrısı ile ilgili herhangi bir cerrahi uygulamadan söz edilmemektedir. Babil’de astroloji çok gelişmişti. Doğadaki her olayın gökyüzünde yazılı olduğuna ve değiştirilemeyeceğine inanılırdı. Bu “Gökyüzü Kitabı”’nda yaşayan tüm varlıkların günü, geleceği ve kaderi yazılı idi. Doğal olarak hastalık ve sağlık da bu bağlamda değerlendirilirdi. Babil ve Asur’da tıp ve din pratiğinin iç içe olduğu bilinmektedir (14). Bu kültürlerde tıp uygulayan iki kesim bulunmakta idi. Bunlardan birincisi, eğitimli ve yüksek sınıfa ait saray büyücüleri olup, hekimlik ve din adamlığı özelliklerinin ikisini birden taşırlardı. Hastaları, günün belli saatlerinde yaptıkları ve belli sayıda tekrarladıkları büyülerle iyileştirmeye çalışırlardı. İkinci grup uygulayıcı ise; çıraklıktan yetişen, bitkisel droglarla semptomatik tedavi uygulayan, bazı cerrahi uygulamaları yapabilen kişilerdi. Bu hekimlerin uygulamalarını anlatan 26 kil tablet günümüze ulaşmıştır. Bu tabletler, “Büyücü hastanın evine gittiği zaman…” başlığını taşır. Hastalığın tanı ve tedavisini içermektedir. Örneğin, diş gıcırdatan bir hastanın tedavisi şöyledir: “Kırmızı toz ve ardıç meyvesi birlikte ezilir, dişler bu toz ile ovulur.” Aynı hastalığın büyü yolu ile tedavisi ise şöyledir: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 8 “Bir insan kafatası, renkli yün bir örtü ile örtülmüş bir iskemle üzerine konur. Üç gün boyunca sabah ve akşam birer kurban kesilir. Büyü yedi kez tekrarlanır. Hasta, kafatasını yedi ayrı zamanda yedişer kez öper.” İkinci grubun daha başarılı olması nedeni ile zaman içinde yöntemleri yaygınlık kazandı ve büyücüler arasında da yaygınlaştı. Bu tabletlerden birinde, dişler ile ilgili 16 reçete bulunmaktadır. Üç sütun halinde düzenlenmiş olan tabletin birinci sütunu ilaç olarak kullanılacak maddeyi, ikinci sütun endikasyonu, üçüncü sütun ise uygulama şeklini tarif etmektedir (12): Erkek pillu bitkisi Diş ağrısı Dişe uygulayın güneşe Diş kurdu Dişe uygulayın Topraktan çıkarıldıktan sonra gösterilmeyen keçi boynuzu ağacı kökü Topraktan çıkarıldıktan sonra güneşe Hastalıklı diş gösterilmeyen deve dikeni kökü Kasnı otu sakızı (Galbanum) Kurutup toz haline getirin, yağ ile karıştırıp dişe uygulayın Sallanan diş Dişe uygulayın Şap, nane ve aromatik turu Diş temizliği Yemeklerden önce dişleri temizleyin Yine Babil dönemine (MÖ 2250) ait bir başka tablette ise, diş çürüğünün neden olduğu ağrı için bir formül bulunmaktadır. Buna göre; “Banotu (Hyosycamus Niger) tohumları ezilerek toz haline getirilir, mastika ile karıştırılarak macun haline getirilir ve çürük kavitesine yerleştirilir.” Tıp uygulayıcılarının din adamlarından ve tıbbi pratiklerin dini pratiklerden ayrılması ise, “Hammurabi Kanunları”’nda belgelenmiştir. Hekimler ile hastaların karşılıklı sorumlulukları Hammurabi Kanunlarında ayrıntılı olarak tarif edilmektedir. MÖ 2200 yılarına ait olan kanunların yazılı olduğu tabletler 1901 yılında Susa harabelerinde bulunmuştur. 2,25m yükseklikteki bir dikilitaş üzerine çivi yazısı ile yazılı olan bu yasalar 282 paragraf “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 9 içermektedir ve hekimin toplumsal sorumluluklarını tarif eden ilk yasalardır. Örneğin 282. yasa, hastanın ölümüne neden olan ya da apse drenajı sırasında hastayı kör eden hekimin ellerinin kesilmesini öngörür. Buna karşılık olarak cerrahi uygulamanın başarılı olması 10 şekel (1 şekel: 8,4gr) gümüş ile ödüllendirilir. Dişlere verilen önem ise bazı yasalarda açıkça görülmektedir. Örneğin: 196. Eğer kişi kendisi ile aynı sınıftaki bir kişinin gözüne zarar verirse, aynı zarar onun gözüne de verilir. 198. Eğer kişi kendisinden daha aşağı sınıftaki bir kişinin gözüne zarar verirse, 505gr gümüş öder. 200. Eğer kişi kendisi ile aynı sınıftaki bir kişinin dişine zarar verirse, onun da dişi çekilir. 201. Eğer kişi kendisinden daha aşağı sınıftaki bir kişinin dişine zarar verirse 166gr gümüş öder. Yukarıdaki maddelerden, bir dişe bir gözün üçte biri kadar tazminat bedeli saptanmış olması dikkat çekmektedir. Eski Mezopotamya’da tıp uygulayıcıları, ayın uğursuz sayılan 7.,14.,19., ve 21. günleri çalışmazlardı. Diş tedavisi uyguladığı bilinen en eski Mezopotamya hekimi, MÖ 2400’de, Kral Gudea döneminde yaşamış olan “Dio‐Edinmugi”’dir. Günümüzde Louvre müzesinde bulunan bir monogram, bu hekimin diş çekimi yaptığını belgelemektedir. Mühürü ele geçirilmiş olan bir diğer eski Mezopotamya hekimi ise, MÖ 2100 yıllarında yaşamış olan “Urlugaledinna”’dır. Bu dönemde ağız ve diş temizliğine önem verildiği iki ayrı kanıttan anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, altın ve gümüş kürdanlardır. İkincisi ise bir diş macunu formülüdür: “Eğer bir kişinin dişleri sararmışsa akad tuzu, çamsakızı, mısır anasonu ezilerek karıştırılır ve dişler ovulur. Bal, şarap ve yağ karıştırılarak dişler çalkalanır ve gargara yapılır.” WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 10 W 3 X ANTİK MISIR M.Ö. 3000 yılları civarında Nil nehri çevresindeki verimli düzlüklerde ortaya çıkan ve başkenti Memphis olan Mısır İmparatorluğu; merkezi otoriteye sahip, iyi örgütlenmiş ve düzenli bir devlet olarak, en eski yazılı dökümanlara sahiptir. M.Ö. 2780’de yaşamış olduğu tahmin edilen “İmhotep”, bilinen en eski hekimdir. Kendinden sonrakiler tarafından tıp tanrısı olarak Eski Mısır pantheon’una yerleştirilmiştir. Eski krallık döneminde (M.Ö. 2664‐ 2155), tıbbın gelişmiş ve örgütlü bir meslek kolu olduğu bilinmektedir. Giza piramitleri yakınlarındaki kazılarda ortaya çıkarılan hekim mezarlarından, hekimlerin o dönemdeki uygulamaları, çalışma şartları ve sosyal durumları hakkında bilgi sağlanmıştır. “Hekim” sözcüğünün hiyeroglif yazısında yatay bir ok ve bir yağ kavanozu ile gösterildiği ve “sinu” şeklinde telaffuz edildiği; ayrıca hekimler arasında “Baş Hekim, Bölge Hekimi ve Yüksek Hekim” şeklinde bir hiyerarşi bulunduğu öğrenilmiştir (12). Pers’lere ait bazı belgeler ise Eski Mısır’da hekimlerin tıp okullarında yetiştirildiğini belirtmektedir (25). Heredotos, M.Ö. 5. yy Mısırındaki tıp uygulamasını şöyle anlatmaktadır: “Tıp onlar arasında ayrı bölümler halinde uygulanmaktadır. Her hekim bir tek hastalığın tedavisi ile uğraşır. Böylelikle ülke hekimlerle dolup taşar. Göz, diş, baş, barsak ve iç hastalıkların tedavisi ile ayrı hekimler ilgilenir.” Tarif edilen bu uzmanlaşmanın yalnız bu yüzyıla has olduğunu ve daha önceki dönemlerde olmadığını savunan tarihçiler bulunmakla birlikte, yalnız diş ile ilgilenen hekimlerin her zaman mevcut olduğu genel olarak kabul görmektedir. Mısır kültüründe diş sağlığı ile uğraşan hekimler diğer hekimlerden farklı olarak göz ve yatay fildişi ile gösterilir ve sinu adını kullanmazlardı (12). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 11 Diş tedavisinde uzmanlaştığı bilinen ilk hekim “Hesi‐Re”’dir. Bu kişiye ait belgeler, “Kral Zoser” (M.Ö. 2600)’e ait olan “Basamaklı piramit”’te bulunmuştur. Belgeler beş ahşap levhadan ibarettir. Hesi‐Re’nin kabartma resmini ve 13 ünvanını içermektedir. Ünvanlardan bazıları, “Hekimlerin ve Diş Hekimlerinin Şefi”, “Kraliyet Kayıtlarının Yöneticisi” ve “Krallığın Bekçisi”’dir. Eski Mısır uygarlığında ağız ve diş temizliğine özel bir önem verildiği, kahvaltı ile ağız ve diş temizliğinin ayrılmaz bir bütün olarak algılandığı hatta yüksek sınıftan Mısırlıların yalnız saç ve diş bakımı ile uğraşan özel hizmetçileri bulunduğu “Grapow” tarafından bildirilmiştir (12). Yalnız soylu ailelere hizmet eden ve “dişçilik” sanatı ile uğraşan bir meslek kolundan Heredotos’da söz eder. Bu kişilerin, sycamore (Frenk çınarı) ağacından yonttukları yapay dişleri keten iplik ya da altın ve gümüş tellerle boşluğa komşu dişlere bağladıklarını anlatır. Yazılı ve resimli dokümanlarda ağız ve dişler ile ilgili herhangi bir tanımlamaya rastlanmamıştır. Ağız, vücudun “giriş deliği” olarak tanımlanmış, dişler uzun ve sivri resmedilmiş, mandibula ise “çiğneme kemiği” olarak adlandırılmıştır. Bu noktadan hareketle Mısırlıların anatomiye ilgi göstermedikleri düşünülebilir. Mumyalama sanatında bu denli ileri gitmiş olan bir uygarlığın anatomiye böylesine ilgisiz kalmış olması şaşırtıcıdır. Bazı tarihçiler, mumyalama işlemini eğitimsiz cahil zenaatkarların yapması nedeni ile Mısırlıların mumyalama çalışmalarından tıbbi bir bilgi elde edemediklerini savunmaktadır (12). Eski Mısırda MÖ 3. yy’dan sonraki Ptolome’ler döneminde insan diseksiyosu yapılabilmiş ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. Bununla birlikte Eski Mısır hekimleri Mezopotamyalı meslektaşlarından daha ileri düzeyde idiler ve dolaşım sisteminin merkezinin “metu” yani kalp olduğunu biliyorlardı. Hastalıkların tanısı için ise; bakma, elleme, dinleme, dışkı ve idrar kontrolü gibi usuller kullanırlardı. Gıda artıklarının kanda “vedihu” olarak adlandırdıkları bir kalıntıya neden olduğunu ve bunun hastalık yapma potansiyeli bulunduğuna inanırlardı. Tedavi yaklaşımı genel olarak bu riskli vedihu’nun vücuttan atılması esasına dayalı olduğundan; ishal oluşturma, idrar söktürme, lavman, hacamat, terletme, balgam çıkartma, dağlama, friksiyon ve banyo yöntemlerinden yararlanırlardı. Eski Mısır tedavi uygulamaları dinsel, büyüsel ve drog tedavisi olarak üç türdü. Dinsel tedavilerde rüyalardan ve telkinden, büyü tedavisinde büyücülerin özel ritüeller ile hazırladıkları muska ve nazarlıklardan, drog tedavisinde ise, çeşitli bitkisel, hayvansal ve madensel droglardan yararlanılırdı. Bu droglar hastaya infüzyonlar, kaşeler, macunlar, fitil, gargara, tütsü ve pomatlar olarak uygulanırdı “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 12 (25). Antik Mısır uygarlığındaki tıbbi uygulamalar hakkındaki bilgilerimiz, bazı papirus’lerden kaynaklanmaktadır. Ebers Papirusları: 1872’de George Ebers tarafından Thebes’te bulunmuş olup, Leipzig Üniversitesinde korunmaktadır. M.Ö. 3700 ile 1500 arası dönemi içeren 21m boyunda anonim bir eserdir. Genellikle iç hastalıklar ile ilgilidir. Organlara göre bölümlere ayrılmıştır. Hastalıklara ait 700 tedavi yöntemini, çeşitli ilaçların formülü ile kullanım şekillerini tarif eder. Dişeti iltihapları, pulpa iltihapları, diş ağrıları ve aşınmalar gibi diş hastalıkları hakkında da birçok bilgi içermektedir. Tedaviler genellikle yakılar, bitki özleri ve çiğneme tabletleri şeklindedir. Örneğin, dişleri güçlendirmek için aşağıdaki formül önerilmektedir: “Öğütülmüş kayatuzu, aşıboyası ve bal birer ölçü karıştırılır ve karışım dişe basınçla uygulanır.” Diş absesi için önerilen beş ayrı formülden biri ise şöyledir: “İnek sütü, taze hurma ve baklagil tohumu birer ölçü karıştırılarak açık havada bir gece bekletilerek çiğ ile nemlendirilir. Karışım yutulmadan çiğnenip tükürülerek kullanılır.” Hearst Papirusları: Phoebe Hearst tarafından bulunan ve günümüzde California Üniversitesinde korunmakta olan bu papiruslar ilk kez 1905’de Reisner tarafından incelenmiştir. Ebers Papiruslarına benzer şekilde yüzlerce tedavi içermekle birlikte daha geç bir döneme aittir ve önerilen tedaviler Ebers papirusundakilerin benzeridir. Edwin Smith Papirusları: Luxor’da 1862’de Edwin Smith tarafından bulunmuş olan bu papiruslar günümüzde Brooklyn Müzesindedir. 4,68m uzunluğunda olup her iki yüzü de yazılıdır. Kafatası hasarlarından omurga hasarlarına kadar 48 olgu üzerinde travmatik ve cerrahi sorunlar irdelenmektedir. Kısa olgu sunumlarından oluşmaktadır. Her olguda kısa bir başlıktan sonra tanı özetlenmiş, sonuç ise; “tedavi edilebilir bir hastalık”, “tedavi için uğraşılması gereken bir hastalık” ya da “tedavi edilemez bir hastalık” şeklinde ifade edilmiştir. Tarif edilen olgular arasında ağız bölgesi ile ilgili olanlar şunlardır: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 13 Olgu 15. Maksilla (üst çene) ve zigoma (elmacık kemiği) bölgesinde kemik delinmesi. Olgu 16. Maksilla ve zigoma bölgesinde kemik çatlağı. Olgu 17. Maksilla ve zigoma bölgesinde karışık kemik kırığı. Olgu 24. Mandibula (alt çene) kırığı. Olgu 25. Mandibula çıkığı. Olgu 26. Üst dudakta yara. Olgu 27. Çenede yarık şeklinde yara. Anlatılan bilgiler arasında kas, tendon ve ligamentler ile alt çene kasları ve bunların temporal kemiğe bağlanma şekilleri de bulunmaktadır. Olgu 25, yerinden çıkan mandibulanın yerleştirilmesi işlemini şöyle açıklamaktadır: “Başparmağını ağız içine, ramus’un bittiği yere, diğer dört parmağını da ağız dışına hastanın çenesinin altına yerleştir ve çeneyi aşağı ve arkaya doğru it.” Bu uygulama modern tıp’ta hala uygulanmakta olan ve “Hipokrat manevrası” olarak bilinen bir uygulamadır. Eski Yunan hekimlerinin bilgilerinin kaynağını göstermektedir. Papirus’un kırığa yaklaşımı şöyledir: “Çenesi kırık kişiyi muayene ederken kırığı el ile bulun ve parmaklarınızla yerine yerleştirin. Kırık üzerinde açık yara varsa kanama durmaz ve yüksek ateş görülür. Bu hastalık tedavi edilemez.” Edwin Smith papiruslarında dişler ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu üç papirus dışında, “Chester Beatty Koleksiyonu” (MÖ1200), “Berlin Tıbbi Papirusu” (MÖ 1300) ve “Londra Tıbbi Papirusu” (MÖ1350) adı ile bilinen belgeler, medikal bilgi içermekle birlikte dişlerle ilgili değildirler. Eski Mısır uygarlığından kalan tıbbi buluntular yalnız yazılı dokümanlardan ibaret değildir. İnsan kalıntıları da aynı şekilde zengin bilgi kaynağıdır. Anılan dönemde uygulanmış diş tedavileri ile ilgili bilgi veren buluntulardan bazıları şunlardır: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 14 Örnek 1. Giza piramidi yakınlarında Hermann Junker tarafından bulunmuş olan bu parça, M.Ö. 2500’e tarihlenmekte olup, birbirine altın bir tel ile bağlanmış olan 47 ve 48 no’lu dişlerden ibarettir. Aşınma sonucu pulpası (diş özü) açılmış olan 48 no’lu dişin, pulpa hasarı sonucu sekonder gelişen apikal paradontitis (kök ucu iltihabı) nedeni ile mobilite (sallanma)’sinin arttığı tahmin edilebilir. Buluntuyu Weinberger’den aktaran Efeoğlu (12) dişin mobilitesini kök rezorbsiyonu (erimesi)’na bağlamakla birlikte, köklerin rezorbe kökler mi, yoksa apeksifikasyonu (kök oluşumu) tamamlanmamış dişler mi olduğu anlaşılamamaktadır. Sebebi her ne olursa olsun, örnekten anlaşıldığı kadarı ile sallanan bir dişin hareketliliği, sağlıklı olan komşusuna splintlenerek tedavinin gerçekleştirilmiş olduğu kesindir. Dişler üzerinde diş taşı bulunmasına rağmen tel üzerinde taş bulunmaması yazarlar arasında şüphe oluşturmuşsa da, işlemin birey hayatta iken ağız içinde yapılmış olduğu ve tedavi gören dişlerin bir süre bu şekilde kullanılmış olduğu genel olarak kabul görmektedir. Örnek 2. El‐Qatta (Kahirenin kuzeybatısı)’da Farid tarafından bulunmuş olan örnek, birbirine altın tel ile bağlı 11,12 ve 13 no’lu dişlerden oluşmaktadır. 13 no, çift kat tel ile bağlıdır. 11 no arayüz ve labialinde telin sıkıca oturabileceği bir oluk hazırlanmıştır. 12 no üzerinde diş taşı bulunmaktadır. 11 no’daki ucu kopuk olan splint’in, şimdi eksik olan 21 no’lu dişe bağlandığı tahmin edilebilir. Tarif edilen bu iki örneğin her ikisi de IV. ve V. Krallık (MÖ 2614‐2181) dönemine tarihlenmekle birlikte, bir benzerleri daha bulunamamıştır. Aristokrat mumyalarındaki incelemelerde pek çok dental problem saptanmış olmakla birlikte herhangi bir tedavi girişimi belirtisine rastlanmamıştır. Anılan altın splintlerin tıbbi mi yoksa kozmetik gereksinimden mi doğduğu henüz bilinmemektedir. Örnek 3. M.Ö. 2900‐2750’ye tarihlenen erkek mandibulası aşırı ve yaygın aşınma göstermektedir. Birinci büyükazı oklüzalinde pulpa açılmıştır. Mandibulanın bukkal yüzünde ise, birinci büyükazı mezyal kökü hizasında, yaklaşık 2,5mm çaplı ve birbirinden 3mm uzaklıkta iki delik bulunmaktadır. Alveol kemiği kenar kristasının yaklaşık 5mm apikalindeki bu delikler kemik içindeki bir boşluğa ulaşmaktadır. Deliklerin tam yuvarlak ve keskin sınırlı olmaları, patolojik bir süreç sonucu oluşmadıklarını, bir tür delgi ve insan eli ile oluşturulduklarını göstermektedir. Eski Mısırlıların bu tür delgileri çeşitli amaçlar için kullanmakta oldukları da bilinmektedir. Bu abse drenajı uygulamasının başka benzerine rastlanmamıştır. Bu kültürde diş çürüğü çok seyrek olmakla birlikte, aşınma nedeni ile oluşan pulpa açılmaları, iltihabi kök ucu değişiklikleri ve kist’ler sıktır. Diştaşı, çürük ve abse “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 15 sıklığının, aristokrat kesime ait insan buluntularında, yoksul kesimden daha yüksek olduğu dikkat çekmiştir. (12) WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 16 W 4 X FENİKE Mezopotamya ve Mısır kültürlerinin etkisi altındaki bu ara bölgede diş tedavisi ile ilgili ilk buluntu Fenike uygarlığına aittir. Gaillardot tarafından 1862’de Sidon (Sayda, Lübnan)’da bulunmuş olan ve MÖ 4.yy’a tarihlenen piyes, bir kadın üst çene parçasıdır. Çekilmiş olan 21 ve 22 no’lu dişler yerine başka bir bireye ait olan dişler, altın bir tel ile kaninler arası bölgedeki dişlere bağlanmıştır. Böylece hastanın protetik tedavisinin başarı ile gerçekleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır (12). Aynı mezarlıktan ele geçen ikinci buluntu ise, ön altı dişin altın tel ile birbirine bağlanmış olduğu bir mandibuladır. Splint üzerindeki diş taşları, uygulamanın yaşayan bireyde ağız içinde uygulandığını ve bireyin ölümüne kadar geçen sürede kullanıldığını göstermektedir (12). Musevi kutsal kitabı Eski Ahit’te, sağlık ve sanitasyon (vücut temizliği)’la ilgili öneriler bulunmaktadır. Talmud’da bir kamışın ince dilimlere ayrılması ve her bir parçanın ucu dövülüp liflendirilerek diş temizliğinde kullanılması tavsiye edilmiştir. Ayrıca diş güzelliğini öven cümlelere de rastlanabilir. Bunda Mısır ve Babil tıbbının etkisi söz konusu olabilir. Bununla birlikte, göç eden bir kavim olan Museviler, tıp pratiğinin yayılmasını sağlamışlardır (14). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 17 W 5 X HİTİT Önceleri tıp tarihi Grek uygarlığı ile başlatılıyordu. Ancak bugün tıbbın temellerinin, onlardan daha önce Mısır ve Mezopotamya'da atıldığı bilinmektedir. Anadolu topraklarını askeri ve siyasi bir güç altında toplayan ilk toplum ise Hititlerdir. Hititlerin Anadolu'da kurduğu büyük uygarlık içinde, farklı kültürlerin etkileri görülür. Hititler sağlık sahasında da diğer uygarlıklardaki tıbbi gelişmelerden etkilenmişlerdir. Hititler döneminde Anadolu'da gelişen tıbbi faaliyetler ve hekimlik hakkında bilgi veren belgeler henüz yeterli değildir. Ancak eldeki belgeler ışığında, Hititlerde de Mısır ve Mezopotamya'daki gibi gelişmiş tıbbi faaliyetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Hitit tıbbı ve ilaçları hakkındaki bilgilerimiz, Hititlerin merkezi Hattuşa'da (Boğazköy) bulunmuş olan arşivindeki tabletlere dayanmaktadır. Bu arşivde ele geçen tıbbi metinlerin büyük kısmı Akkadcadır, bir kısmı ise Akkadcadan Hititçeye tercüme edilmiştir. Tıp ile ilgili bu tabletlerin başında hastalığın ismi verilir ya da özellikleri belirtilir ve hasta organlar sayılır. Sonra da bunları iyileştirmek için kullanılacak ilaçlar ve bunların hazırlanış şekilleri verilir. Bu ilaçların büyük bir kısmının bitkisel droglardan elde edildiği görülür. Hititlere ait, "anatomi kitabı" niteliğinde bir tablet ele geçmemiş olmakla birlikte, rituellerde geçen ve vücut organlarıyla ilgili olan bazı terimlerden, insan anatomisi hakkındaki bilgi sahibi oldukları anlaşılmıştır. Hititler devrinde Anadolu'da görülen hastalıkların en kötüsü, kitle halinde ölümlere yol açtığı bilinen ve “henkan” denilen hastalıktır. Bu hastalığın veba, kolera veya tifo gibi bir salgın hastalık olduğu sanılmaktadır. Anadolu'da zaman zaman uzun süren kıtlıkların ve salgınların olduğu bilinmektedir. Murşili'nin veba dualarından, vebanın o devirlerde Hatti ülkesini perişan ettiğini anlamak güç değildir. Vebanın ortadan kaldırılabilmesi için hemen her yolun denendiği anlaşılmaktadır. Veba duasından anlaşıldığı kadarıyla Murşili vebanın sebebini babasının döneminde yapılan haksızlık ve kötülüklere bağlar ve babası 1. Şuppiluliuma'nın yaptığı haksızlıklar yüzünden “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 18 tanrıların kızarak, tüm ülkeye böyle büyük bir ceza verdiklerini ifade eder. Hitit toplumunda, hastalıklara sebep olduğu düşünülen faktörlerin başında tanrıların ihmal edilmesi veya onlara karşı işlenen suç ve günahlar, bedeni ve ruhi kirlilik, mağaralar, düdenler ve yer çatlaklarından çıkarak insanları kötü biçimde etkileyen birtakım kötü güçler, ölü ruhlarının huzursuz edilmesi ve kara büyü bulunmaktadır. Tedavi usulleri ise üç grupta incelenebilir. Bunlar, dini tedavi, büyü tedavisi ve droglar kullanılarak yapılan tedavidir. Hastalığın bir tanrı ya da başka bir güç tarafından verildiğine inanılıyorsa, hastalığı tedavi etmenin yolu, hastalık sebebi olduğu düşünülen güçlere yalvarmak, dua etmek ya da kurban sunmaktır. Anadolu yarımadasında bu inanış ve uygulama, Hippocrates’a kadar sürmüştür. Büyü rituelleri, kötülüklerin keçi, koyun, fare, boğa, eşek gibi hayvanlara majik olarak geçirilmesine dayanır. İnsanın hasta olan kısımlarına, hayvanın kesilen uzuvları yerleştirilerek, insandaki hastalığın hayvanın bu organlarına geçeceği düşünülür. Hitit tıbbında büyünün yanısıra droglarla tedavinin de önemli bir yeri vardır. İlaç yapımında kullanılan droglar organik (bitkisel ve hayvansal) ve anorganik (mineraller v.b.) menşelidirler. Bitkiler, insanlar tarafından tedavi amacıyla kullanılan ilk ilaçlardır. İnsanoğlu, zamanla edindiği tecrübeler sonucunda, bitkilerin tedavi edici özellikleri olduğunu keşfetmiştir. Anadolu, iklim ve toprak özellikleri bakımından, üzerinde her tür bitkinin yetiştirilebildiği verimli topraklara sahiptir. Florası zengin olan bir yerde ikamet ettikleri için, Hititlerin de bu bitkilerden ilaç olarak faydalanmış olmaları doğaldır. Hitit tabletlerinde geçen bitkiler arasında, bugün Anadolu'da halen tıbbi amaçla kullanılan “adamotu, banotu, haşhaş, mazı, mersin, meyan kökü, safran” gibi bitkiler de yer alır. Tabletlerde, nebati drogların yanısıra, birtakım hayvansal ve madeni droglar da geçmektedir. İlaç reçetelerinde geçen ilaçların bir kısmını ise dışardan (Mezopotamya ve Mısır'dan) ithal etmişlerdir. Hititçede "hekim" sözcüğünü karşılayan sözcükler yabancı dillerden Hititçeye girmiştir. Sümercede "hekim" anlamına gelen LÚA.ZU ve "falcı, büyücü" anlamlarına gelen AZU kelimesi de Hitit tabletlerinde geçmektedir. Sümercede LÚA.ZU ile LÚAZU farklı iki terimdir. Akkadcadaki karşılıkları da bunu gösterir. LÚA.ZU'nun Akkadca karşılığı ASU, LÚAZU'nun ise BARU'dur. LÚA.ZU "hekim", LÚAZU ise "falcı, kurban bakıcısı, kahin" manasına gelir. Her iki kelimenin de Hititçede kullanılmış olması, Hitit hekimlerinin sadece büyü temelli tedavi uygulamadığını gösterir. Kaynaklarda SALA.ZU'ya da rastlanmıştır. SAL "kadın" anlamına geldiği için, Hititler döneminde kadın hekimlerin de görev yaptığı anlaşılmaktadır. KUB XXX 42 I 8 ve devamındaki satırlarda, Hurrili bir “sala.zu” yani kadın hekim olan “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 19 Azzari'nin, düşman saldırılarına karşı bir sıvı ile ordu komutanını, atları ve savaş arabalarını, ordudaki askerleri ve diğer savaş malzemelerini yağlayarak majik bir şekilde koruduğu anlatılır. Eldeki az sayıda belge, Hitit toplumunda kadın hekimlere de başvurulduğunu, ancak bunların tıbbi müdaheleden çok, majik işlemler uyguladıklarını göstermektedir. Eski yakın doğu'da, bir saray ve tapınağa bağlı olarak çalışan uzman zanaatkarların arasında hekimler de yer almaktaydı. Bu hekimler başka tapınaklar ya da saraylarda da görevlendirilir ve orada bir süre kaldıktan sonra, tekrar eski yerlerine geri dönerlerdi. Metinlerdeki ifadelerde, bu hekimlerin geri dönüşleri ve kalış süreleriyle ilgili sıkı kaideler getirilmiş olmasından, bulundukları ülkeler için çok değerli ve önemli oldukları anlaşılmaktadır. Bu hekimlerin daha ziyade Mısır ve Babil'den Hatti topraklarına gönderildiği bilinmektedir. Hititler bu yabancı hekimlere büyük değer vermişlerdir. Yabancı hekimlerin dışında tabletlerde isimleri geçen Hititli hekimler de bulunmaktadır. Bunlardan “Hutupi ve Akiya”, Hatti ülkesinin en meşhur hekimlerinden olup, saray halkını iyileştirme yetkisine sahiptiler. Hitit hekimlerini, sadece saraydaki hekimlerle sınırlamamak gerekir. Ayrıca Hitit ülkesinde, halkın tedavisiyle meşgul olan pek çok hekim de vardır. Ancak Hitit devlet arşivindeki tabletlerde geçmediği için bu halk hekimlerinin isimleri bilinmemektedir. Hititler hekimleri aralarında usta‐çırak ilişkisi ve iyi yapılandırılmış bir hiyerarşinin bulunduğu; tabletlerde anılan UGULA LÚA.ZU (yönetici hekim, hekimlerin idarecisi), GAL LÚ.MESA.ZU (hekimlerin en büyüğü, şef hekim), LÚA.ZU SAG (başhekim), LÚA.ZU TUR KAB.ZU.ZU (yardımcı‐talebe‐küçük hekim) gibi unvanlardan anlaşılmaktadır. Hititlerde gelişmiş tıbbi tedavi metotları yoktur; ancak tıbbi faaliyetlerin temelinde bulunan araştırıcı zihniyet mevcuttur (26). Boğazköy’de bulunan Hitit tabletleri, diş ile ilgili tedavilerin hukuki ve mali yönü, sözgelimi tedavi ücretleri ile ilgilidir. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 20 W 6 X İON ve GREK Grek kültürü, bilim ve sanatın birçok alanında olduğu gibi tıpta da, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’daki öncellerinin mirası üzerine kuruludur. Eski Ege Uygarlığı M.Ö. 3000 yıllarında, Ege adalarının Akdeniz'in doğu kıyılarında yaşayan ırklar tarafından fethedilmesiyle başladı. Grek’ler, İndo‐Germen’lerin MÖ 2000 ve 700 yılları arasında Balkan yarımadasının güneyine doğru yaptıkları sürekli akınlar ve göçler sırasında ortaya çıkmışlardır. Yerli Giritlileri ve İonia’lıları iterek önce Ege adalarına, sonra da sırası ile Balkan yarımadasının güney ucuna ve Batı Anadolu’ya yayılarak yerleşmiş, Batı Akdeniz ve Doğu Karadeniz’de ticaret kolonileri kurmuşlardır. Helenistik kültürün, Ege denizinin her iki kıyısına egemen olmasından önceki dönemin tıp uygulaması, Homeros tarafından anlatılmaktadır: “Hekim, pek çok yaşama değer bir varlıktır. Yaralardan okları çıkarmada ve açılan bu yaraları bitkisel merhemlerle iyileştirmede eşi yoktur." İlyada’da ise; ok ve ciritlerin çıkarılmasından, bandajlamadan, kompreslerden, kanamayı durdurmadan, yaraları balmumuyla iyileştirme yöntemlerinden, bitkisel özlerle yapılan ilaçlar ve yaralıyı hayata döndürmede yararlanılan şarap ve diğer sıvılardan söz eder. Homeros'un devrinde tıbbın büyüye dayanmadığı, uzmanlar tarafından uygulanan, karşılığında para kazanılan bağımsız bir disiplin olduğu görülmekle birlikte, zaman içinde Grek kültürü üzerindeki doğu etkisi arttı, tıp da ruhanileşti. Homeros'dan sonraki edebi eserler incelendiğinde; büyü, kötü ruhlar, kahinler ve kehanetle ilgili konulara göndermelerle yüklü oldukları görülür. Bu dönemde Grek tanrılarının çoğu şifa verici özellikleriyle anılmaya başlandı. Apollo, Artemis, Athena ve Afrodit'in yanı sıra yer altı tanrıları da hastalıkları tedavi “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 21 edebilmekte veya önleyebilmekteydiler. Aesculapius mezhebi de bu tanrılardan birine tapınmayla gelişmiş olabilir. Çünkü sembolü olan yılan yer altı güçlerinin eski bir simgesidir. Ayrıca yılan, Anadolu'daki Sami kabileleri arasında şifa tanrısının kutsal işareti olarak kabul edilirdi. Yaklaşık MÖ 770 yıllarında, ilk “Aesculapius mabetleri” inşa edildi. Zamanla sayıları 300'ü aştı. Genellikle ormanlara, su kaynaklarına, madensel özelliklere ve harika manzaralara sahip olan güzel topraklar üzerine yapılmış olan bu tapınakların en ünlüleri Epidarius, Knidos, Kos, Atina, Bergama ve Cyrene'dedir (26). Grek kültürünün hastaneleri olan ve Apollon’un oğlu sağlık tanrısı “Aesculapius”’a adanmış bulunan Aesculapius mabetlerinde tedavi yöntemi, Hitit ve Mezopotamya kültürlerindeki gibi dua ve telkin idi. Banyo ve oruç esaslarına dayanırdı. Yıkanıp temizlendikten sonra sunağa yaklaşan ve törenle tövbe eden hastalar en iç bölgeye “abaton” alınırlardı. Burada battaniyelere sarılı olarak koyun postları üzerine uzanır, oruç tutmaktan ve uyku ilaçlarından yorgun düşmüş olarak uyurlardı. Hastalar uyur uyumaz rahipler kutsal yılanlarla birlikte hastalar arasında dolaşırdı. Uyandıklarında her hastanın rüyasını anlatması istenir, bir rahip rüyayı yorumlar ve uygun tedaviye karar verirdi. Hastanın iyileşmemesi durumunda rahipler, hastanın ya kendisine söylenenleri tam olarak yerine getirmediğini ya da tedaviye inancı olmadığını söylerlerdi. Zaman ilerledikçe sorgulayıcı bir düşünce sistemi gelişmesi, doğa ve insanın sorgulanması, ilk filozofların aynı zamanda biyolog ve tabiat bilimci olmalarının etkisi ile tıp uygulayıcıları da dinsel tedavi yöntemlerinden gittikçe uzaklaşmaya başladılar. Zaten rahip olmayanların uyguladıkları tedavi yöntemleri en eski devirlerden beri tapınak sistemiyle beraber uygulanıyordu. MÖ 6. yy’dan itibaren tıp profesyonel bir kimlik kazandı. Yeni eğitim görmüş öğrenciler, okullarının saygınlığı göz önüne alınarak kendilerine verilen çalışma ehliyetini almak için konseye başvururlardı. Pratisyenler para karşılığında hasta kabul edebilir ve bir muayenehane açabilirlerdi. (26). Güney İtalya’daki Croton kasabasında bulunan “Greko‐İtalik Tıp Okulu”, “Pythagoras” (MÖ 580‐489) tarafından kurulmuştur ve bilimsel tıbbın temelini oluştur. Bu okulun öğrencileri, ustalarına bağlı kalacaklarına ve deneyimi olmayanlara özel bilgilerini açıklamayacaklarına yemin ederlerdi. Pythagoras’tan önce tabiatüstü bir örtüyle perdelenmiş olan hastalık kavramı, Pythagoras’ın öğretileri sayesinde bilimin ışığı ile aydınlandı. Greko‐İtalik tıp okulu’nun öğrencilerinden “Alcmaeon”, "Doğa Üzerine” adlı kitabında, hastalıkları doğaüstü güçlere başvurmadan önleme ve iyileştirme yolları önermiştir. Buna “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 22 göre sağlık; sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru, tatlı ve ekşi gibi temel karşıtlıklara dayanmaktaydı. Hastalığın sebebi bu dengelerdeki bozukluklardı. Aynı okuldan “Empedocles” (M.Ö. 500‐430) ise, dünyayı meydana getiren dört element bulunduğuna, insan vücudu da dahil olmak üzere her şeyin kökeninin; toprak, su, ateş ve hava olduğuna, bunlar arasındaki dengenin bozulmasının hastalıklara neden olduğuna inanırdı. Greko‐İtalik okul bu şekilde gelişirken, Kuzey Afrika'da, Cyrene'de, Knidos'ta, Rodos ve Kos’da başka tıp okulları açılmaya başladı. Buralarda öğretim, tanı ve muayeneye dayanmaktadır. Kos okulu’nun kurucusu, İstanköy’lü “Hippocrates” (MÖ 460‐377) tıbbın din’den ayrılmasını sağladı. Hippocrates’in prensipleri, aradan geçen 2500 yıla rağmen günümüzde bile geçerliliğini korumaktadır: 9 Önce, zarar verme. 9 Ağrıyı dindir. 9 Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat kaçıcı, deneyim kararsız, karar zordur. 9 Hekimin görevi nadiren iyileştirmek, çok kere ağrıyı dindirmek, fakat her zaman teselli etmektir. 9 Susan cahil, cahillerin filozofudur (14). Hippocrates’in tıp eğitimi akıl ve deneysel yönteme dayalı idi. Hippocrates ekolüne göre bir hastalık incelendiğinde yalnız semptomların (belirtilerin) ortadan kaldırılması yetmez. Etiyolojisinin (sebebinin) de anlaşılması gerekir. Tedavi buna göre saptanır. Bu ekolde fizyopatoloji vücut sıvılarının “humor” dengesine bağlıdır. “Humoral patoloji” olarak bilinen bu yaklaşım, bedenin dört temel sıvısı bulunduğunu, bu sıvıların kan, balgam sarı safra ve siyah safra olduğunu öngörür. Kan, sıcak ve nemli’dir. Balgam, soğuk ve nemli, sarı safra sıcak ve kuru, kara safra ise soğuk ve kuru’dur. Aynı yy’ın filozof‐hekim’i “Empedocles”, evrenin yapısını oluşturan dört temel element’ten hava’nın vücutta kan şeklinde, su’yun balgam şeklinde, ateş’in sarı safra şeklinde, toprağın ise siyah safra şeklinde bulunduğunu varsaymıştır. Humoral patoloji kavramı tıp dünyasındaki egemenliğini, Rudolf Wirchow’un hücresel patoloji kavramını tanıttığı 1858 yılına kadar sürdürmüştür. Hippocrates’in eserlerinde ağız hastalıkları ayrıca ele alınmayıp, hastalıkların ağızdaki belirtileri olarak düşünülmüştür. Hippocrates’in dişlere en ilginç yaklaşımı, onları günümüzdeki sisteme çok benzer bir şekilde numaralandırmış olmasıdır: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 23 “Ön dişlerden sayıldığında 5. dişin ikişer çift halinde dört kökü vardır. Köklerin uçları sanki komşu dişin köküymüş gibi içe eğiktir. Üçüncü dişte diğerlerine oranla daha sık apse oluşur. Uyku sırasında oraya çıkan koyu burun akıntısı ve ağrının nedeni genellikle bu diştir. Bu dişte çürük oluşabilir ancak 5. dişte çürüme olasılığı daha fazladır. Beşinci dişin ortasında bir, öne yakın kısmında iki çıkıntı bulunur. Yedinci dişin ise kalın sonlanan tek bir kökü vardır.” Hippocrates’in numaralamaya lateral kesicilerden başladığı ve “ön diş” olarak adlandırdığı santral kesicileri numaralamadığı görülmektedir. Yazıda 7 no’lu diş olarak geçen diş 3. büyük azıdır ve Hippocrates’in başka yazılarında “akıl veren diş” olarak anılmaktadır. İnsanın gelişimi ise şöyle anlatılmaktadır: “Gelişim kafatası ve çenelerden başlar. Dişler diğer kemiklerden daha serttir. Dişlerin gelişimi, çocuk daha ana karnında iken başlar. İlk gelişen dişler 7 yaşında iken dökülmeye başlar. Ancak bazı dişler daha erken dökülebilir. Tüm kemikler arasında yalnız çene kemiklerinde damar vardır. Buy nedenle çene kemiklerinde beslenme diğer kemiklerden daha iyidir.” Hippocrates çürüğün oluşumunda iki endojen (huy ve mukus) ve bir de eksojen (beslenme) faktör olduğunu belirtmiş, “diş kurdu” kavramına yer vermemiştir. Hippocrates ekolü tedavi işlemleri kolay ve lokal girişimlerdir. Sallanan dişlerin günümüzün modern davyelerine benzeyen kerpetenler olan “odontagra” ve “rizagra” ile çekilmesi tarif edilmiştir. Sallanmayan dişlerin çekimi uygun görülmez. Bunun yerine mukus’un kurutulması için dağlama önerilir. Dil kenarında inatçı yaraları olan bireylerin kırık dişi olup olmadığının iyice araştırılması önerilir. Bu yaklaşım günümüzde de geçerlidir. Çene kırıkları ve çıkıkları, “Articulatio”, “Eklemler” kitabında anlatılmıştır. Total (tam) ve parsiyel (kısmi) alt çene kırıkları ayrı ayrı değerlendirilir. Kırık parçalar bir araya getirildikten sonra dişlerin birbirine altın tel ile bağlanması tavsiye edilmiştir. Bu uygulama da günümüz uygulamasına paraleldir. Hippocrates, çene ucu kırıklarını anlatırken, burada bir symphis (kaynaşma yeri) olduğu yanılgısına düşmüştür. Bazı tarihçiler bu yanılgıyı insan diseksiyo’su (kadavra açma) “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 24 yapamamış olmasına ve yalnız hayvan kadavralarda çalışmış olmasına bağlamalarına rağmen Hippocrates’in sağlam bir insan mandibulası görmemiş olması olasılığı azdır. “Corpus Hippocraticum” adı ile bilinen Hippocrates külliyatı, çoğu öğrencileri, yardımcıları ve ardılları tarafından yazılmış yüzden fazla kitaptan oluşmaktadır. Meslek ahlakına önem vermiş olan Hipocrates’in andı, küçük değişikliklerle hala geçerlidir. Andın orijinalinin çevirisi, Uzluk’a göre şöyledir: “ Hekim Apollon, Aesculapius, Hygia, Panacea ve bütün tanrı ve tanrıçalar adına and içerim, onları tanık tutarım ki; bu andımı, verdiğim sözü, gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta ustamı babam gibi tanıyacağım. Rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Onun ailesini kardeş bileceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret ya da senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri, başka dersleri evlatlarıma, ustamın çocuklarına, hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir zaman kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi bu hareket tarzını tavsiye bile etmeyeceğim. Bunun gibi, gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz şekilde kullanacağım. Bıçağımı, mesanesinde taş bulunan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi evce girersem gireyim hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkeklerin, kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla ilişkide iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım, kimseye açmayacağım. Binaenaleyh bu andımı yerine getirirsem, verdiğim sözden dönmezsem, bütün hayatım süresince, sanatım için insanlar arasında iyi ad kazanacağım. Yeminimden dönersem bunun zıddına uğrayayım.” (12). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 25 Platon’un öğrencisi olan filozof‐hekim “Aristoteles”’in tıbba önemli katkıları olmuştur. Bu katkılar; zooloji, karşılaştırmalı anatomi, fizyoloji ve stomatoloji alanlarındadır. Fakat Aristo’nun dişler konusundaki gözlemleri yanılgılarla doludur. Erkeklerde kadınlardan daha fazla diş bulunduğu, fazla dişi olanların daha uzun yaşadığı, akıl dişlerinin bazı bireylerde (özellikle kadınlarda) 20 yaşından daha geç (80 yaşına kadar) sürebildiği ve dişlerin ömür boyu uzamaya devam ettiği, bu yanılgılar arasındadır. Bununla birlikte “Mechanica” adlı eserinde, demirden yapılmış odontagra “diş kerpeteni” ve rizagra “kök kerpeteni” kullanılarak dişlerin kolayca çekilişini tarif etmiştir: “Doktorlar dişleri neden yalnızca parmakları ile değil de buna odontagra’nın ağırlığını da ekleyerek kolayca çekerler? Bunun sebebinin, dişin parmaklar arasından odontagra’ya oranla daha kolay kaçması olduğu söylenebilir mi? Demir, dişin üzerinden, uçları yumuşak ve yuvarlak olan parmaklara oranla daha kolay kaçmayıp dişi de daha iyi kavramaz mı? Odontagra iki kaldıraçtan oluşur. Bu iki kaldıraç sayesinde dişi oynatmak daha kolaydır. Fakat bir kere kımıldadıktan sonra parmaklarla çekmek, alet ile çekmekten daha kolaydır.” WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 26 W 7 X ETRÜSK ve ROMA İndo‐Germen akınları MÖ 1000 yıllarında orta ve güney İtalya’yı hedef aldı. Çok kısa bir süre sonra MÖ 800’de Asyalı Etrüskler Toscana’ya, Grekler de Kuzey İtalya ve Sicilya’ya girdiler. Etrüsk’ler daha sonraları kuzeyde Po, güneyde ise Roma’ya kadar yayıldılar. Romalıların özgürlüklerini kazanarak devlet oluşturmaları ise MS500’e rastlar (12). Günümüzde Etrüsk’lere ait herhangi bir tıbbi belge bulunmamaktadır. Bununla birlikte tıpta çok ileri olduklarına dair bazı buluntular söz konusudur. Bir Etrüsk kenti olan Veji’deki sağlık tapınağında, hastalıklarından kurtulmak isteyen kişilerin ya da iyileşmiş olan kişilerin adak olarak tapınağa bıraktıkları tahmin edilen, pişmiş topraktan yapılmış çeşitli organ heykelleri bulunmuştur. Bu toprak heykel‐adak’lar arasında bir diş dizisi de bulunmaktadır. Aeschilus bir şiirinde Etrüsk’leri “Tıp üreten bir kavim” olarak niteler. Mezarlardan çıkarılan insan buluntuları ise, Etrüsk’lerin yalnız genel tıp değil diş tıbbında da ileri olduklarını göstermektedir: Örnek 1. Kaninden birinci büyük azıya uzanan bir sabit protezdir. Birbirine lehimlenmiş dört altın tüpten oluşmaktadır. Birinci ve dördüncü tüpler, dayanak dişler olan 3 ve 6 no’lu dişleri kavramaktadır. 2 ve 3. tüpler ise, şu anda yerinde bulunmayan ara gövdeleri perçin ile tutmaktadır. Örnek 2. MÖ 600’e tarihlenen bu buluntu, çok ince bir işçilik sergilemektedir. Birbirine lehimlenmiş yedi halkadan oluşmaktadır. Halkalar dişetini tahriş etmeyecek şekilde konumlandırılmıştır. Eksik olan 11 ve 21 no’lu dişlerin yerine tek parça dana kemiğinden bir ara gövde perçinlenmiş, iki ayrı diş görüntüsü oluşturabilmek için kemiğin üzerine vertikal bir oluk hazırlanmıştır. Bazı tarihçiler, bu parçanın üretimi sırasında ölçü alındığına ve model hazırlandığına kesin gözü ile bakmaktadırlar. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 27 Örnek 3. 4‐5mm genişliğinde altın şerit dişleri labial ve lingualden sarmaktadır. Diş aralarındaki kısımlar lehim ile birleştirilmiştir. Ara bölmelerle birbirinden ayrılmış olan beş bölümden üçü dayanak dişleri sarmakta, aradaki iki bölmeye ise eksik dişlerin yerine geçen çekilmiş iki insan dişi perçinlenmiştir. Bu “ara gövde”’lerden biri yerinde olmakla birlikte diğeri yoktur. Örnek 4. 31 no’lu dişin eksikliğini tamamlamak üzere hazırlanmış olan sabit protez; 42,41,32 ve 33 no’lu dayanak dişler üzerindeki, birbirine lehim ile birleştirilmiş birer altın halkadan oluşmaktadır. Ara gövde altından hazırlanmıştır. Örnek 5. Uzel (14) tarafından Salihli’de bulunmuş olan bu örnek, dayanak alt lateral kesicilere 4‐5mm genişliğinde altın bantlarla tutturulmuş, insan ya da koyun dişinden ara gövdelerden oluşan eksiksiz bir örnektir. Üzerindeki diş taşı, köprünün bir süre kullanıldığının işaretidir. Yukarıda sayılan örneklerden anlaşıldığı kadarı ile Etrüsk’ler altını döverek ve keserek şekillendirebilecek, lehim ile birleştirebilecek bir kuyumculuk becerisine sahiplerdi. Günümüzde çeşitli müzelerde sergilenmekte olan mücevherleri de hala hayranlık uyandırmaktadır. Etrüsklerin geliştirmiş oldukları kuyumculuk becerisi ve bunun diş tedavisine uyarlanması, kültürel bir kalıt olarak Etrüsklerden Romalılara geçmiştir. Teano’daki bir Roma mezarından çıkarılmış olan ve MÖ 300’e tarihlenen altın sabit protez tamamen Etrüsk tekniğini yansıtır. Romalıların Tıbbi bilgi ve becerilerinin atılım yapmasını sağlayan olay MÖ 146’da Korinthos’u işgal ederek buradaki hekimleri köle olarak memleketlerinde çalıştırmış olmalarıdır. Bu “köle hekim”’ler daha sonra özgürlüklerine kavuşmuş olmalarına rağmen ün kazandıkları Roma topraklarında çalışmayı sürdürmüşlerdir. Bu hekimlere Caesar tarafından Roma geleneklerine aykırı olarak vatandaşlık statüsü de verilmiştir. Grek hekimlerin Roma’da kazandıkları bu ün ve servet, daha sonra pek çok Grek hekimin Roma’ya göçmesine neden olmuştur. Bunlardan en çok tanınan isim, MÖ 124’de Bursa’da doğmuş olan “Asclepiades”’tir. MÖ 91 yılında Roma’ya göç eden bu hekim basit ve akılcı uygulamaları ile ünlüdür. Trakeostomi operasyonunu ilk kez tarif eden hekimdir. Roma’da, hem kamu, hem askeri ve hem de özel hekimlerin çalıştığı, bazılarının ise yalnızca ilaç hazırladığı bilinmektedir. Hekimlerin çalışma yeri ise “Taberna Medicae” olarak bilinirdi. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 28 Birinci yy’da yaşayan Kilikia’lı “Dioscorides”’in Grekçe yazdığı beş ciltlik “De Materia Medica”, daha sonraları Arapça “Kitab‐el Haşayiş” ve Latince’ye de çevrilmiştir. Bu kitapta, cerrahi uygulamalarda uyuşturucu olarak adam otu ve afyon önerilmektedir (25). Dönemin tüm tıbbi bilgileri MS 1. yy’ın ilk yarısında, hekim olup olmadığı kesin olarak saptanamamış olan “Aulus Celsus” tarafından “De Re Medicina” adı altında bir araya getirilmiştir. Bu kitaplardan sekizi günümüze ulaşmayı başarmıştır. Modern tıpta tarif edilen “iltihabın beş kardinal belirtisi”’nden dördü bu kitaplarda yer almaktadır. Bunlar, dolor (ağrı), tumor (şişlik), rubor (kızarıklık), calor (ateş)’dur. Altıncı kitabın 9. bölümünde ise diş ağrısı tarif edilmektedir: “Diş ağrısı en kötü ağrılar arasındadır. Hastalar kesinlikle şarap içmemelidir. Başlangıçta yemek bile yememelidir. Daha sonra yumuşak besinler dikkatlice yenilebilir. Çiğneme esnasında ağrıyan dişi tahriş etmemeye dikkat edilmelidir. Ağrıyan bölgeye sıcak su buharı uygulanmalıdır. Ayrıca selvi ağacından elde edilen bir merhem yanak üzerinden sürüldükten sonra hastanın başı yün ile sarılmalıdır (12).” Celsus’un cerrahi kitabının (7. Cilt) 12. bölümü ise cerrahi girişim gerektiren ağız hastalıkları ile ilgilidir. Bu bölümde dişeti hastalığı nedeni ile sallanan dişlerin çevresindeki dişlerin dağlanması (kızgın demir ile yakılması) tarif edilir. Çürük dişlerin hemen çekiminin zorunlu olmadığı belirtilir. Şifalı bitki ve ilaçlarla ağrının hafifletilmesi tavsiye edilir. Diş ağrısının şiddetli olduğu durumlarda yanağa sıcak lapa uygulaması ve ağız içinde sıcak sıvı tutulması tavsiye edilir. Çekim ise ayrıntılı olarak tarif edilmiştir: “Eğer bir diş ağrıyorsa ve hiçbir ilaç ağrıyı azaltmadığından çekimine karar verildiyse; etrafındaki dişeti kazınarak dişten ayrılması sağlanır. Sonra da diş sallanır. Bu işlem diş tamamen gevşeyene dek sürdürülür. Zira sıkı tutunan bir dişi çekmek çok tehlikelidir. Sonra diş, eğer mümkünse elle, olmuyorsa odontagra yardımı ile çıkarılır. Ama eğer diş çürümüşse, çekmeden önce içindeki oyuk keten tiftiği yada kurşunla düzgünce doldurulmalıdır ki çekerken parçalanmasın. Odontagra düz olarak yukarı çekilir. Aksi halde diş kökü eğilip zorlanırsa dişin tutunduğu ince kemik “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 29 kırılabilir. Bu işlem de tehlikesiz değildir. Özellikle kısa köklü dişlerde. Odontagra, kökü kısa olan dişleri kavrayamaz, o zaman da dişetinin altındaki kemiği yakalar ve kırar. Kemiğin kırıldığı, kanamanın çok miktarda olmasından anlaşılır. Bu durumda ayrılan kemik parçasını bir sonda ile aramak ve Tenaculum ile çıkarmak gerekir.” İyice gevşetilmeden çekilen alt dişlerde çene kırığı, üst dişlerde ise göz hasarı riskinin artacağı belirtilir. Celsus’un eserlerinde ağızın yumuşak doku enfeksiyonları da açıklanmıştır. Apsenin, olgunlaşması beklenmeden hemen açılması tavsiye edilmiştir. “Ubi pus evacuatem, apse her neredeyse boşaltılmalıdır” deyimi, günümüzde de geçerlidir. Diş kırıklarında dil travmasına engel olmak amacı ile keskin kenarların törpülenmesi ve sallanan dişlerin komşu dişlere tel ile bağlanması tavsiye edilmiştir (12). Celsus, Hippocrates’ten farklı olarak alt çeneyi, tek parça olarak tarif eder. Kırık ve çıkık tedavisinde Hippocrates ekolünü izler. Kırık parçaların parmak yardımı ile birleştirilmesinden sonra kırık hattına komşu dişlerin at kuyruğu kılı ile bağlanmasını önerir. Alt çene çıkığında ise Hippocrates’ten daha ileri olarak hekimin parmaklarını keten bezi ile sarmasını ve operasyondan sonra hastanın birkaç gün yumuşak besinlerle beslenip konuşmamasını tavsiye eder. Bununla birlikte bazı önemli yanılgıları da vardır. Örneğin, kalıcı dişlerin, süt dişlerinin kökleri üzerinde geliştiğini, kron boyu ve kök boyu arasında ters orantı bulunduğunu, eğri kronlu dişlerin eğri köklü, düz kronlu dişlerin düz köklü olduğunu zannetmiştir ve pulpa’nın varlığından habersizdir (12). Roma’nın, tıbbi konularda eser vermiş bir başka yazarı ise tarihçi “Plinius” (MS 23‐ 79)’dir. “Historia Naturis‐ Doğa Tarihi” adlı eserinde diş ağrısının sebepleri ve tedavisi konusunu doğaüstü güçlere dayanarak açıklar. Ağız kokusunu önlemek için tuzlu su gargarası tavsiye eder, kürdan olarak akbaba tüyü yerine oklu kirpi tüyü ya da ada tavşanı kemiği tavsiye eder (12). MS 100’de Roma’da cerrahlık yapmış olan Suriyeli “Archigenes”, diş ağrısının sebebinin dişin içinde olduğunu fark etmiş ve kendi tasarladığı bir delgi ile dişi çürüğün ortasından delerek tedavi etmiştir. Bergamalı “Galen” (130‐201); felsefe, matematik ve tıp okumuştur. Bir süre Bergama gladyatör okulu’nun cerahlığını ve Marcus Aurelius’un özel hekimliğini de yapmış olan Galen’in tıbbi bilgi dağarına katkıları büyüktür. Hayvan diseksiyoları yolu ile dolaşım sistemini “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 30 büyük oranda çözmüş, sadece kanın akciğerden sonra kalbe geri döndüğünü fark edememiştir. Bu bilginin kazanılması, 1628’de Harvey tarafından gerçekleştirilmiştir. Galen, dişleri bir tür kemik olarak tanımlamıştır. Onları biçim ve işlevlerine göre sınıflandırmış olmakla birlikte, küçük ve büyük azılar arasındaki farkı sezememiştir. Pulpadaki sinirleri görmüş, dişin hissedebilme becerisini fark etmiş ve ağrıyan dişin Archigenes delgisi ile delinmesinden sonra açılan deliğe ağrı dindirici ilaçlar konulmasını tavsiye etmiştir. Diş çekiminde kerpeten kullanımına taraftar olmayan Galen, dişin kaldıraç ile gevşetilmesinden sonra elle çekilmesini önermiştir (12). Birinci yy’da yaşayan ve Claudius’un özel doktoru olan “Scribonius Largus” ise, diş hastalıklarına ve çürüğe neden olan diş kurdunu uzaklaştırmak için bir tütsü formülü hazırlamıştı. “Hyosycamus Niger –Banotu” tohumlarının maden kömürü ateşinde tütsülenmesi ile çıkan dumanın ağızda tutulması ve ağzın sıcak su ile çalkalanması yolu ile kurtların çıkarılmasını önermişti. Roma’da temizliğe çok önem verildiği bilinmektedir. Diş temizliği için ise, kemik, yumurta kabuğu ya da midye kabuğu yakılır, elde edilen kül bal ile karıştırılarak dişlerin ovulmasında kullanılırdı. Rengi bozuk olan dişler ise, “nitrum” (sodyum ya da potasyum karbonat) külü ile ovulurdu. Bu dönemde, yani 1. yy Roma’sında protez yapımının da ilerlemiş olduğuna dair bazı metinler bulunmaktadır. Bunlar, tıbbi metinler olmayıp, Martillis’in şiirleridir: “Her akşam dişlerini elbiselerin gibi çıkarıyorsun!” “Niçin bunun dişleri siyah, ötekininki kar gibi beyaz? Bununkiler satın alma, ötekininki kendi dişleridir.” “Satın alınmış dişleri ve saçları kullanmaktan çekinmiyorsun Loelio! Fakat gözün için ne yapacaksın? Ondan satmıyorlar ki!” “Agle güzel dişlerle çehresini güzelleştirirdi. Zira fildişinden ve altından yapılmış dişler satın alırdı.” “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 31 Buna benzer edebi delillerin çoğaltılması mümkündür. Tibulle, Propercer, Juvenal, Cicero, Celse ve Ovidius’ta pek çok benzerleri bulunmaktadır. Bununla birlikte Roma’ya protez yapımının Etrüsklerden geçtiğini ve 1. yy’dan çok daha önce Roma’da protez yapıldığını Muğan (14) Brown’dan aktarmaktadır. Buna göre MÖ 45‐60 yıllarında yürürlükte olan Legilus’un XII levha kanunlarının 11. kanununa göre: “Altın diş ile ölü gömülmesi yasaktır.” Horace; Cornetto müzesinde bulunan, MÖ 35 yılından kalma iki örnekten söz eder. Bunların, berberler, kakmacılar ve mücevherciler tarafından, teller, ipek iplikler ve at kılları kullanılarak yapıldığını anlatır. 1. ve 3. yy’lar arasında Roma dişçilik sanatının zirvesinde olduğu, Pompei buluntularından anlaşılmaktadır. Kazılarda diş tedavilerinde kullanılan pek çok alet ele geçmiştir. Çene cerrahisinde frez ve trepan kullanımı bu dönemde “Cornelius Celes” tarafından tarif edilmiştir (14). Roma İmparatorluğunun bölünmesinden sonra, Doğu Roma yani Byzantion, bazı kişisel çabalar dışında tıbbi olarak hiçbir ilerleme göstermedi. “Gregorius” (330‐390)’a göre Bizans’taki en yaygın hastalıklar romatizma, veba, cüzam, akıl ve göz hastalıklarıydı. Veba tanrının cezası, epilepsi ise kutsaldı. Julien’in özel hekimi olan Bergamalı “Oribasius” (325‐403) ise İskenderiye mezunu idi ve tıbba mistisizm karıştırmazdı. Yetmiş ciltlik bir tıp kitabı “Collectio Medicae” yazdı. Tükrük bezlerini ilk kez tarif etti. Kitabında dişhekimliği ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. “Alexander Trallianus” (525‐606), çekilecek dişin çevresindeki dişetinin gülyağı, şap, biber ve mum karışımı ile ovulmasını, dişin parmakla iyice sallandıktan sonra kerpeten ile çıkarılmasını yazmıştır. “Aetius” (6.yy)’un “Tetra Biblion‐ Dört Kitap” adlı eseri ise; K.B.B., göz ve diş hastalıkları ile ilgilidir. Çürük dişlerin “galbanum‐ kasnı otu” sakızı ya da balmumu ile doldurulmasını, olmazsa çekimini yazmış, artı dişlerin çekimini önermiş, diş ve dişeti sinirlerinin üçüncü kafa çiftinden geldiğini fark etmiştir. “Paul d’Egine” (625‐690)’in yedi kitabından cerrahi ile ilgili olanı İslam dünyasında çok ün kazanmış ve Arapçaya çevrilmiştir. “Epitome” adlı kitap, dişeti iltihabı ile tümörü arasındaki farkı anlatır. Diş taşlarının kazıyarak temizlenmesi gerektiğini, son öğünden sonra “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 32 dişlerin mutlaka temizlenmesi gerektiğini ve dişlerin sert cisimleri kırmak için kullanılmaması gerektiğini anlatır. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 33 W 8 X HİNT Hint yarımadasına ilk yerleşimlerin MÖ 4. ve 3. binde olduğu tahmin edilmektedir. Bu ilk yerleşimcilerin esmer tenli oldukları ve MÖ 1500’de gelen beyaz tenli Ari’ler tarafından işgal ve tutsak edildikleri, zamanla bu iki etnisitenin birbiri içinde asimile olduğu genel olarak kabul görmektedir (23). Hint tıbbı kronolojik olarak üç devreye ayrılarak incelenmektedir. Bunlardan birincisi “Vedik dönem”dir. Sanskritçe’nin en eski yazılı belgeleri olan “Veda”’lardan (veda: bilgi) sağlık ile ilgili olan “Ayur Veda” (sağlık bilgisi) belgelerinin esas alındığı, hastalık tanımları ve tedavi planlarının bu temel bilgi üzerine kurulduğu bir tıp uygulamasını içerir. Hint tıbbında vedik dönem MÖ 600’de sona erer. Bu dönemden 10.yy’a kadar süren dönem ise “Brahmanik dönem” olarak bilinir. Hint tıbbının doruğa ulaştığı dönemdir. Bu çağdan sonra Hint tıbbı İslam etkisi altına girmiştir. “İslami dönem”, günümüzün modern tıbbına kadar sürer. Dördüncü yy’a yani vedik döneme ait bazı ilaç tarifleri, betula ağacı kabuğuna yazılı olarak bulunmuştur. Örneğin: Gargara: “Barringtonia ağacı özü (diyare ve katarktta da kullanılır), hardal, Bengal biberi, zencefil, tuz.” Ağız‐burun‐soluk yolu iltihabı: “Asya dikeni üzümü özü, chaba biberi, uzun biber kabuğu; su içinde ezilerek macun haline getirilir, kurutularak pastil yapılır. Ağızda eriterek kullanılır.” Brahmanik dönemde ise cerrahi’nin çok ilerlemiş olduğu bilinmektedir. Katarakt, tonsillektomi, tümör cerrahisi, arter cerrahisi, apse drenajı, kırık ve çıkık cerrahisi yapılabiliyor, cilt dikişleri için karınca başı kullanılıyordu. Bu dönemin en ünlü hekimleri ve “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 34 ekol kurucuları, “Susruta” (MÖ 5.yy) ve “Şaraka” (1.yy)’dır. Susruta, 6 bölümlük “Susruta Samhita” adlı yapıtında cerrahi, anatomi, dahiliye, zehir ve panzehirler, kulak ve göz hastalıklarını anlatarak 760 şifalı bitki ismi sayar ve 100 den fazla cerrahi alet tarif eder. Bu kitapta ağız ve dişlerle ilgili 67 hastalık tarif edilmiştir. Bu hastalıkların önemli bir bölümü, çeşitli mukozaların aftöz ülserleri ile ilgilidir. Bu hastalıkların hacamat, şifalı bitkiler ve bitki özleri, yağ ve bal içeren macunlarla tedavisi tarif edilmiştir. Şaraka ise, Susruta Samhita’nın bir özeti özelliğindedir. Aynı bilgiler Susruta’dan sonra onun ekolünü sürdüren “Vagbhata”’nın 650’de yazmış olduğu “Astangahridaya Samhita” adlı eserinde de anlatılmıştır. Brahmanik dönem Hint tıbbında hastalıklar; nefes, safra ve mukus arasındaki denge ile açıklanmakta ve tedaviler de bu eksende planlanmaktadır. Bu yaklaşımın Eski Grek humoral patoloji konseptine benzerliği, iki kültür arasında etkileşim ve tıbbi bilgi alışverişi olabileceğini işaret etmektedir (12). Dişeti iltihabının tüm şekilleri Susruta tarafından açıklanmış, tedavisi için ise; emetikler (kusturucu), diareikler (müshil), hacamat (kan çıkarma), sülük (Hirudo Medicinalis) uygulaması ya da şifalı bitki özleri, yağ ve bal esaslı macunlar tavsiye edilmiştir. Vagbhata, çürük dişin içini mum ve karamela ile doldurduktan sonra bu dolgunun dişin içinde iken kızgın bir metal alet ile yakılmasını ve kavitenin diş kurdunu öldürecek bitki özleri ile doldurulmasını; bunun faydalı olmadığı durumlarda fistüllerin dağlanmasını ve ilgili dişin çekilmesini önerirken, Susruta üst çenedeki çekimlerden çekinir. Tehlikeli kanamalar, körlük, yüz felci ya da başka zararlar çıkabileceğini belirtir. Yalnız sallanan dişlerin çekimini önerir. Bu çekimlerin, modern davyelere benzeyen özel metal aletlerle yapıldığı da bilinmektedir. Susruta Samhita’da cerrahi için iki tip metal alet tarif edilmektedir. Künt olanları “yantra”, keskin olanları ise “sastra” olarak adlandırılmaktadır. Yüzbir tip yantra bulunmaktadır ve bunlardan biri olan “dantasenka”, diş çekimi için kullanılan özel bir kerpeten’dir. Bu dönemde tedavi amaçlı diş yüzeyi temizliği rutin olarak uygulanmış, bu amaca uygun, eşkenar dörtgen biçimli özel kazıyıcılar kullanılmıştır. Vagbhata dişlerin sürme bozukluklarını çocuk hastalıkları bölümünde incelemiştir. Dişlerdeki sürme bozuklukları ve diş hastalıklarının; yüksek ateş, diyare, bulantı, kusma, öksürük, kramp, göz kapağı püstülü ve yılancık gibi semptom ve hastalıkların sebebi olarak göstermiştir. Tedavi için bal ile karıştırılmış Bengal biberi tozunun ağız içine sürülmesini önermiştir. Ağız ve diş temizliğine önem vermiş, dişlerin her sabah ucu ezilerek liflendirilmiş bir dal parçası ile dişeti incitilmeden temizlenmesini önermiş, dalın uzunluğu ve kalınlığını çok detaylı olarak tarif etmiş, mevsime ve kullanacak kişinin mizacına göre farklı cins ağaç dalları önermiş, bazı dişeti “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 35 hastalıklarında fırçalamanın uygun almadığını belirtmiş, dilin metal aletlerle kazınmasını tavsiye etmiş ve bir de diş macunu formülü vermiştir. Macun; bal, yağ, Bengal biberi tozu, tarçın, zencefil ve tuz’dan oluşmaktadır. Dişlerin fırçalanmasından sonra ise fındık yaprağı, kafurun, kakule ve başka bitkilerden elde edilen bir karışım ile ya da anason, dereotu ve mirra’nın beyaz şaraptaki solüsyonu ile gargara yapılması tavsiye edilmiştir (12,25,27). İslami dönem Hint tıbbı’nın en önemli eseri “Ebu Reyhan Biruni” (973‐1048)’nin yazdığı “Kitab‐al Saydala” adlı kitaptır. Biruni, Sultan Mahmud Gaznevi’nin saray hekimidir. Eseri ise farmakolojik ağırlıklıdır. Hint tıbbı hakkında şu notu düşmüştür: “Hintlilerde Hipokrat’ın tıbbi doktrinleri gibi kesin kurallar vardır. Hekimler bunlra son derece sadık kalırlar. Kendilerinden yenilik katmazlar. Hintliler, doğuda ilim heyecanını duymuş tek millettir. Fakat metodları bizimkilere uymadığı gibi, din, dil ve gelenek farklerı nedeni ile batıya etkileri azdır.” WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 36 W 9 X ÇİN Yasaları, bilgi dağarı ve gelenekleri ile Çin kültürü yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Cenazenin saygıdeğer ve kutsal olduğu bu kültürde diseksiyo yapılmamış olmakla birlikte, gerek genel gerekse diş tıbbı açısından diğer kültürlerden geri kalmadığı bilinir. Antik Çin tıbbının bilinen ilk ismi “Shenn‐Nung”’dur. MÖ 3217’de yazmış olduğu “Pen Tsau‐Tsiu” adlı farmakopede; afyon, ravent, akonit, kroton, demir, arsenik ve kükürt’ün tıbbi kullanımı tarif edilmiş; bitkisel ilaçların etkisi ise, bikrinin rengine ve şekline göre tarif edilmiştir. Diş hastalıklarına iyi gelen droglar; nar, ravent ve arsenik olarak belirtilmiştir. Antik Çin tıbbı hakkında sahip olduğumuz bilgilerin ikinci kaynağı ise “Wang Shu Ho”’dur. Bu eser 1313’de İlhanlı (İran Moğolları) Han’larından Gazan Mahmud Han’ın aynı zamanda hekim olan veziri “Reşidüddin Hamedani” tarafından Çince’den Farsça’ya “Tansıkname‐i İlhani” adı ile çevrilmiştir. Antik Çin’de hastalıklar, diğer antik uygarlıklarda olduğu gibi humoral patoloji ile açıklanmıştır. “Yin” ve “Yang” adlı eril ve dişil ilkeler, tüm evreni yönettikleri gibi insan bedeni üzerinde de etkindi ve aralarındaki dengenin bozulması hastalıklara sebep oluyordu. Tanıda dile önem verilmiş, dil üzerinde 37 ayrı bölge tanımlanmış ve çeşitli hastalıklarda bu bölgelerde gözlemlenebilecek değişiklikler kaydedilmiştir. Tarih ile efsanenin karıştığı zamanların ünlü hükümdarı “Huang‐Ti” “Sarı İmparator”’a atfedilen “Nei Ching” yani “Tıp Yasası”; nar kökü, bıldırcın otu, ginseng, moxa, ravent kökü, yer fesleğeni, kükürt, bazı hayvan organları ve hayvan salgı ya da dışkılarının tedavi amaçlı kullanılışını tarif eder. Bu eserde ayrıca biri diş, diğeri ise dişeti hastalıkları ile ilgili iki bölüm bulunmaktadır. Bu bölümlerde diş ağrısına beyaz diş kurdunun neden olduğu yazılmış, çürük için yarasa organları, diş beyazlatma için öğütülmüş yarasa dışkısı önerilmiş, dokuz tip diş ağrısı tarif edilmiş, tedavi için gargaralar, masaj ve sarımsak hapı önerilmiştir: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 37 “Kızartılmış sarımsak dişler arasında ezilir, yaban turpu tohumu ile karıştırılır, insan sütü ile macun haline getirilir, hap yapılır ve hap ağrıyan dişin ters tarafındaki burun ya da kulak deliğine sokulur.” Nei Ching ağız hastalıklarını yangısal, yumuşak doku ve çürük olarak üçe ayırır. Ağız hastalıklarının vücudun sıcak/soğuk dengesinin bozulmasından ileri geldiği, yangısal hastalıkların ise dişlerin sallanmasına neden olduğu belirtilir. Dişler iskelet sisteminin devamı gibi düşünüldüğünden, kemiğe iyi gelen her şeyin dişe de iyi geleceği varsayılarak, diş hastalıklarının tedavisinde geyik boynuzu önerilmiştir. Çürüğe neden olan küçük beyaz kurt için önerilen formül ise şöyledir: “Eşit miktarda arsenik ve houongtan karıştırılır. Sulandırılarak hap haline getirilir. Hap, ağrıyan diş üzerine konur ve hasta uymaya bırakılır.” Apsenin tarifi ise şöyledir: “Dişetinin belli bir noktasında zaman zaman ortaya çıkan apse komşu dişe ağrı verir. İçinden boşalan iltihap beyazdır.” İkinci ve 3. yy’larda Çin’in iki ünlü hekimi “Hua‐Tu” ve “Chang‐Chung‐King” idi. Splenektomi ve laparotomi operasyonlarını esrar uygulaması altında yapan Hua‐Tu, anestezi’nin öncüsü kabul edilir. Chang‐Chung‐King ise, “Hummalar” adlı kitabında hummanın soğuk su ile tadavisini tarif etmiştir. Yine aynı dönemde çürük tedavisi, pulpa nekrozu ve ağrı giderici olarak arsenik kullanmışlardır. Çürük kavitelerinin doldurulması için “Su‐Kung”’un “Materia Medica”’sında “Gümüş Hamuru” önerilmiş, Ming Sülalesi döneminde (12.yy) “Liu Went’ai” ve “Li Shihchen”’in materia medica’larında amalgam tarif edilmiş, amalgamın oranları Liu Went’ai tarafından “100 ölçü civa, 45 ölçü gümüş ve 900 ölçü kalay” olarak verilmiştir. Yazar, bu maddelerin demir bir kapta karıştırılmalarını ve dişlerdeki çürük boşluklarının elde edilen hamur ile doldurulmasını yazar. On üçüncü yy’da Çin tıbbı 13 dala ayrılmıştır ve bu dallardan biri diş hekimliğidir. Tedavide, yukarıda örnekleri verilen ilaçlar dışında akupunktur ve masaj da uygulanmıştır. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 38 Masaj uygulamalarını, kör masajcıların yaptığı bilinmektedir. Bedenin eril ve dişil enerjileri olan yin ve yang sirkülasyonundaki bozuklukları düzenleyerek iyileştirme amacı güden akupunktur ise, bedenin çeşitli noktalarına bazı iğnelerin batırılması yolu ile uygulanmaktadır. Erken dönemlerde taş, kemik ve bambu iğneler kullanılmış olmakla birlikte daha sonraları altın, gümüş, bakır ya da demir iğneler kullanılmıştır. Modern akupunktur uygulamaları ise paslanmaz çelik iğneler ile yapılmaktadır. Bedende, diş ağrılarının geçirilmesi için 26, dişeti ağrıları için ise 6 nokta bulunmaktadır (25). Eski Çin tıbbında eksik dişlerin yapay gereçler ile tamamlanmasına ilişkin bir bilgi bulunmamakla birlikte, dişlerin kozmetik amaçla altın kaplandığı, “Marco Polo” (1254‐1324) tarafından ünlü seyahatname’sinde bildirilmiştir: “Kadın ve erkekler, dişlerinin şekillerine büyük bir incelikle uydurulan ince altın plaklarla dişleri kaplama geleneğine sahiptirler. Bu kaplamalar hareketsizdir.” Besin kalıntıları gibi dış eklentilerin uzaklaştırılması ve dişlere temiz bir görünüm kazandırılmasına önem verildiği, kürdan ve diş fırçası gibi buluntulardan anlaşılmaktadır. Günümüzün modern diş fırçalarına benzeyen ilk fırçalar 15. yy’da Çin’de kullanılmaya başlanmıştır. Altın, gümüş ve bronz gibi metallerden hazırlanmış ve kürdan da içeren; her biri bir sanat eseri değerinde pek çok tuvalet takımı ele geçmiştir. Ağız cerrahisinin Çin’deki geçmişinin çok eski olduğu, yarık dudakların Ch’in Sülalesi (MÖ 255‐206) döneminde cerrahi yol ile onarılabildiği, Çinli cerrahların birçok ağız ve boğaz hastalığını iyileştirebildikleri, tonsiller apse ve dudak tümörü ameliyatı yapabildikleri bilinmektedir. Ağız ameliyatlarında kullanılan aletlerin çizimleri, “Chao Wentsin” (1784‐ 1826)’in cerrahi kitabında bulunmaktadır. İmparator “Kien Lung” ise 1774’de, tıbbi ve cerrahi bilgileri ansiklopedik olarak bir araya toplatarak “Tıbbın Altın Aynası” adlı 40 ciltlik bir eser oluşturdu. İngiliz şirketi “Doğu Hint Kumpanyası”’nın hekimlerinden “Thomas R. Colledge”’in 1827’de Macao’da kurduğu göz hastanesi ve 1835’de Kanton’da kurulmasına yardımcı olduğu hastane, Çinli gençlere batı tıbbını öğreterek modern tıbbın Çin’de yerleşmesini sağladı. Çin’in ilk modern diş hekimliği okulu ise 1918’de tıp fakültesinin bir bölümü olarak “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 39 açıldı. Bölüm ertesi yıl fakülte’ye dönüştü. Bununla birlikte Çin’in her yerinde diş çeken ve geleneksel diş tedavileri uygulayan kişilerin eskiden beri bulunduğu da bilinmektedir (25). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 40 W 10 X JAPON Japon ve Kore kültürlerinin uzun yüzyıllar boyu Çin kültürü etkisi altında kaldığı genel olarak kabul görmekle birlikte, Japon Tıbbının özgün karakter kazanması 8. yy’da gerçekleşmiştir. 6.yy’da Budist rahiplerin Çin’den getirdiği tıp kitapları ile birlikte Japon tıbbı atılım yaptı. Ucu ezilerek liflendirilmiş ağaç dallarından oluşan ilk diş fırçaları da bu dönemde ve yine Budist rahipler tarafından Japonya’ya getirildi. Japonların bu fırçalarla her gün sabah duası öncesinde dişlerini ve dillerini fırçaladıkları bilinmektedir. Japon tıbbı’nın kurucusu olarak, 10. yy’da “Ishinho” adlı kitabı yazmış olan “Yasiyori Tambano” kabul edilir. Ishinho, ağız, dudak ve diş hastalıkları ile bunların tedavisini anlatmaktadır. Aynı aileden “Fuyuyori Tambano”, Kamakuro sülalesinden “İmparator Hanazono”’nun ağrıyan çürük dişini çekmesi ile ünlüdür. Oğlu “Kaneyasu” ise ilk atanmış diş hekimidir. Tambano ailesinin nesilleri aşan tıbbi deneyimi, 1531’de “Chikaya’nın Diş Sırları” adı altında kitaplaştırılmıştır. Eski Japon saraylarında çalışan bu gibi dişhekimlerinin tıp hekimleri ile eşit görüldükleri bilinmektedir. Toplum kurallarının derlendiği 17 ciltlik bir yasa kitabı olan “Taiho Ritsuryo”’nun “Ishitsuryo” adlı cildi tıp uygulaması hakkındadır. Buna göre eski Japon tıbbı iç hastalıklar, cerrahi, cocuk tıbbı ve kulak‐göz‐ağız tıbbı gibi uzmanlık alanlarına ayrılmıştır. Diş hekimliği ile ilgili tedaviler, kulak‐göz‐ağız tıbbı uzmanlığı içinde değerlendirilmiştir. On yedinci ve 18.yy Japonya’sında diş ağrısı, akupunktur, dağlama ve bitki tütsüleri ile tedavi edilir, sonuç alınamazsa diş çekilirdi. Özel eğitimli Japon dişçilerin yalnız parmak kullanarak diş çektikleri bilinmektedir. Bunlar, hastanın başını ağzı açık kalmaya zorlayacak şekilde kavrar, baş ve işaret parmakları ile dişi çekerlerdi. Bu beceriyi kazanmak için aldıkları eğitimde ise, tahtaya çakılmış yine tahtadan tıkaçları tahtayı oynatmadan el ile çıkarırlar, her denemede tıkacın sıkılığını arttırırlardı. Bu çalışmalara katılan öğrencilerin, usta nezaretinde “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 41 sınandıkları ve ancak başarılı olanların “diş çekme beratı” alarak çalışma izni kazandıkları da bilinmektedir. Bu dişçilerden bir bölümünün ise protez yapımında ustalık kazandıkları bilinmektedir. Bu dönmeden kalma, bazı ahşap protezler bulunmuştur. Altıncı yy’dan 19.yy’a kadar kullanılmış olan bu protezler tek parça kiraz ya da kayısı tahtasından oyulurdu. Azı dişleri bölgesine çiğneme işlevini etkinleştirmek için iri başlı çiviler, ön bölgeye ise estetik için çakmak taşı ya da sedef parçaları çakılırdı. Altıncı yy’dan 19. yy’a kadar kullanılmış olan bu protezlerden 120 kadarı günümüze ulaşmıştır. Japonya’da fırça ve kürdan kullanımı, Kugawa Şogunluğu (17.yy) döneminde yaygınlaşmıştır. “Koyoji” adı ile bilinen diş fırçaları, ucu ezilerek liflendirilmiş söğüt dalından hazırlanırdı. Kadınların, sadakatlerinin bir sembolü olarak dişlerini siyaha boyama geleneği nedeni ile, kadınlar için daha yumuşak fırçalar tercih edilirdi. Bu fırçalar, su ile nemlendirilerek ve misk ve tuz karışımı eşliğinde kullanılırdı. Bu karışım ise pazarda satılırdı. Bu dönemde Şogun’un saray dişçisi ise “Gentai Kaneyasu” idi. Japon tıbbının modern dönemi 19.yy’dan itibaren başlar. Bu dönemde batı kökenli tıp ve dişhekimliği kitapları büyük bir hızla, ardı ardına Japonca’ya çevrildi. ABD’li dişhekimi “W.C. Eastlake” 1860’da Yokohama’da Japonya’nın ilk modern muayenehanesini açtı ve Japon dişhekimliğine önemli katkıları oldu. Japonya’da yetişen ilk modern Japon Dişhekimi “Shika” ise 1875’de mezun olan “DT Einosuke Obata” oldu (25). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 42 W 11 X COLOMBUS ÖNCESİ AMERİKA Kral Philippe ve Kral Carlos adına yeni ülkeler keşfetmek, buraların zenginliklerine kral adına el koymak ve (vahşi yerlileri Hıristiyanlığın ışığı ile aydınlatmak!...) üzere batıya yelken açan ve kendilerini “Conquistador‐Fatih” olarak adlandıran İspanyol yağmacılar Amerika’ya ulaştıklarında onları üç köklü kültür karşıladı. Bunlar; kuzeyden güneye doğru Meksika’da Aztekler, Yucatan’da Maya’lar ve Peru dağlarında İnka’lar idi. Bu kültürler hakkında sahip olduğumuz bilgiler daha çok İspanyol ve Portekizli yağmacıların yazılı kayıtlarına dayanmaktadır. Çünkü, renkli ipler üzerindeki renkli düğümlerden oluşan Maya düğüm yazısı ve Maya hiyeroglif’lerinin önemli bir bölümü, Piskopos Diego de Landa’nın emri ile ve şeytana ait oldukları gerekçesi ile yok edilmiştir. Geriye kalabilen az sayıda eser ise henüz tam olarak çözümlenememiştir (24). Yalnızca Aztek piktogram (resimyazı)’ları kısmen çözümlenebilmiştir. Aztek tıbbı hakkındaki bilgilerin esas kaynağı, 1547‐1577’de bölgede bulunan İspanyol din adamı “Fray Bernardino de Sahagun”’un yazmış bulunduğu “Historia General de las Coses de Nueva Espana” adlı kitabıdır. Yazar bu kitapta ağız ve diş hastalıklarının tedavisinden de söz etmiş, dişlerin isimlerini Nahuatl diline çevirmiş, kırık ve eksik dişlerden, diş taşı birikiminden ve çürükten sözetmiştir. AZTEK’LER: Aztek tıbbı, Eski Mısır ve Mezopotamya gibi dini özellik taşırdı. Hastalık ve sağlık tanrılarına inanılan bu uygarlıkta hastalığın kökeni olarak “günah”, tedavi yaklaşımı ise “itiraf”’tı. İtirafın yanı sıra tedavide büyü ve muska’ların önemi de büyüktü. Diğer tedavi yöntemleri ise tütsüleme, banyo, kan çıkarma ve diet idi. Tanı astrolojik verilere dayanırdı. Bununla birlikte, bitkisel drog uygulamalarının da gelişmiş olduğu, tıbbi bitkilerin yetiştirildiği geniş bahçelerin bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca Aztekler cerrahide de ilerlemişlerdi. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 43 Yaraların dikilmesi için saç kullanıyor, yara eski ise kenarları kesildikten ya da dağlandıktan sonra saç ile dikiyor ve üzerini bitkisel bir toz ile örtüyorlardı (25). Azteklerde, uygulamacı hekimlerin yanı sıra falcılar, cerrahlar, eczacılar ve dişçiler gibi uzmanların da bulunduğu, bunlar arasında kadın hekimlerin de bulunduğu, bilgilerimiz arasındadır (25). Azteklerin dişleri üzerindeki gıda kalıntılarını temizledikleri ve dişlerini temiz tutmaya gayret ettikleri, diş ağrısına diş kurdunun neden olduğunu düşündükleri, ağrının tedavisi için başta acı kırmızı biber ve tütün olmak üzere çeşitli bitkiler be tohumlar çiğnedikleri de bilinmektedir. Çürük dişlerin doldurulması için ise salyangoz kabuğu, deniz tuzu ve “tlalcacaoatl” bitkisi tozlarının karışımı kullanılmıştır (24). Aztekler ile ilgili kayıtlar arasında çekim ile ilgili tek kayıt Sahagun’a aittir. Bu kayda göre; terebentin içinde ezilen bir kurt, ağrıyan dişin olduğu yerde yanağa sürülür. Aynı anda, çürük dişin içine bir parça tuz yerleştirilir, dişin üzeri ısıtılmış acı biber ile örtülür. Dişeti kesilerek yaraya tlalcacaoatl yerleştirilir. Enfeksiyon ve ağrı geçmezse diş çekilir (24). Aztekler dişlerini kozmetik amaçlarla kırmızı ya da mor’a boyar, bu iş için böceklerden elde ettikleri boyaları kullanırlardı. Ayrıca, bazı eski Afrika ve Güneydoğu Asya kültürlerinde de görülen “mutilasyon” geleneği, Azteklerde de vardı. Mutilasyon, organların şeklini doğal anatomisinin dışına çıkacak şekilde değiştirmek olarak tanımlanabilir. Estetik, dini ve kültürel bir altyapıya sahip olabilir. Buluntular, Azteklerde diş mutilasyonu geleneğinin MÖ 2.yy’a dek uzandığını göstermektedir. “Javier Romero”, 51 ayrı tip diş mutilasyonu gözlemiş ve bunları üç gruba ayırmıştır: a. Kesici kenar aşındırmaları b. Labial yüz aşındırmaları ve inley’ler c. Kombine mutilasyonlar Bu uygulamalar sırasında pulpa’ya zarar verilmemiş olması, uygulamacıların diş anatomisi hakkında bilgi sahibi olduklarını göstermektedir. Altından ya da yeşim yada firuze gibi doğal taşlardan hazırlanan inleyler ise, bir tür simanla yapıştırıldığından, çevrelerinde çürük bulunmamaktadır. MAYA’LAR: Her bakımdan yetkin ve iyi örgütlenmiş bir toplum yapısı sergileyen Maya kültürü, MÖ 2500 civarında başlar ve 16.yy’da Avrupalı çapulcuların eli ile sona erer. Maya “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 44 tıbbı folklorik tıp ve cerrahiye dayandırılmıştır. Diş tedavileri ise hem hekimler hem din adamları tarafından uygulanmıştır. Diş ve çevre dokularının apseleri bitkisel droglarla yapılmış, diş temizliği için ise bal/kül karışımı kullanılmıştır. Diş mutilasyonu Maya kültüründe de geçerlidir. Genellikle üçgen form (testere dişi gibi) tercih edilmiştir. Uygulamayı yaşlı kadın uzmanların aşındırıcı taşlar kullanarak yaptıkları, anestezik olarak koka yaprağı çiğnettikleri bilinmektedir. Firuze, yeşim ve hematit’ten yapılan inleylerin yapıştırılmasında ise bir tür siman kullandıkları (%63.5 Ca, %30.4 P, %0.035 Al, %1,51 Si, %2.8 Fe, %1.5 Mg, %0.005 Mn, çok az Cu ve Sr) ve bu yöntemi Azteklere de öğretmiş oldukları bilinmektedir. Honduras’ın Ulua vadisindeki Playa de los Muertos bölgesindeki kazılarda 1931’de W. Popenoe ve eşi tarafından bulunan bir insan alt çenesi, MÖ 600’de Maya’ların implantoloji ile uğraştığını göstermektedir. Buluntunun eksik üç kesici dişi, deniz kabuklarından yontularak elde edilmiş üç alloplastik implant ile tamamlanmıştır. Osseointegrasyonun tamamlanmış olmasından, işlemin birey yaşarken yapılmış olduğu görülmektedir (24). İNKA’LAR: Bugünün Peru topraklarında ve And dağlarında yaşamış bulunan İnka kültürü, “Francisco Pizarro” yönetimindeki “fatihler” tarafından yok edilmiştir. İnka kültürü hakkındaki bilgilerimizin önemli bir bölümü, kendisi de İnka kökenli olan tarihçi “Sebastian Garcilaso de la Vega”’nın eserlerinden gelmektedir. İnka kültürü Mezopotamya kültürü ile benzeştir. Hastalıkların nedeni tanrılar ve cinlerdir. Tedavide itiraf, cin çıkarma ve drog uygulaması yapılır. Drog tedavisinde en çok tercih edilenler koka ve peru balsamı idi. “Myroxylon Pereirae” ağacının reçinesi olan Peru balsamı, diş eti hastalığının tedavisinde kullanılırdı. Bitkinin kökü; kabuğu sıyrılana dek ısıtılır, tamamen değil ama ortasına kadar ikiye yarılır ve henüz çok sıcakken dişin üzerine yerleştirilip burada soğumaya bırakılırdı. Hastalıklı dişeti böylece yanar ve yeni epitelizasyon başlardı. İnka’lar amputasyon, trepanasyon, tümör eksizyonu yapabiliyor ve dikiş olarak karınca başı kullanıyorlardı. Diş kurdu kavramına sahip olmayan İnka’lar dişin çürümesinden gök kuşağını sorumlu tutarlar, dişlerini gökkuşağına göstermez, elleri ile kapatırlardı. Çürük tedavisini ise, yanmakta olan bir çubuk kullanarak dağlama yolu ile yaparlardı. Dağlamaya yardımcı olarak, çeşitli bitkisel droglar ile sülfür ve arsenik, ağrı kesici olarak ise koka yaprakları “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 45 kullanmışlardır. Diş çekimi için İnka’ların hastaya koka yaprağı çiğnettikleri, bir tahta parçası ile dişin kolesine vurarak sallanır hale getirdikleri, sonra da dişi elle çıkardıkları bilinmektedir. Günümüz Venezuela’sının kimi bölgelerinde de halen görülmekte olduğu gibi İnka’lar puberte döneminde; yalnızca “nashumbi meyvesi” ve “piyu yaprakları” çiğneyerek dişlerini siyaha boyarlardı. 4‐7 ay kadar dayanan bu boyanın dişleri çürük ve ağrıdan koruduğuna inanılırdı. Boya kaybolduğunda işlem tekrarlanırdı. İnka’ların diş süsleme yaptıklarına dair tek bulgu M.H. Saville tarafından 20.yy başlarında bulunmuştur. Bu altın inleylerin en önemli özelliği yuvarlak köşeli olmalarıdır (25). KUZEY AMERİKA KABİLELERİ: Amerika kıtasının orta ve güneyinde, yukarıda anılan kültürler yaşarken, kıtanın kuzey yarısında tarımsal ekonomiye dayalı merkezi ve örgütlü bir uygarlık aşamasına henüz gelememiş olan insan toplulukları yaşamaktaydı. Kolomb öncesi Kuzey Amerika’da egemen olan “şaman inanışı”, hastalık ve sağlık konularında da etkilerini göstermekteydi. Kabilesinin hem din adamı hem de hekimi olan şaman, hastanın yanında trans’a geçer, hastalık ruhları ile bağlantı kurar, şarkı söyleyip dans ederek ve davul çalarak hastayı salmaları için onlara yalvarırdı. Sonra da ellerini hastanın üzerinde dolaştırır, tükrük ile ıslatır, en çok ağrıyan yerde durur, burayı kuvvetle emerek hastalığı dışarı çeker alırdı. Bu dönme Kuzey Amerika yerlilerinin diş sağlığının Avrupa kökenli göçmenlerden çok daha iyi olduğu bilinmektedir. Fransız gezgin “Michel de Montaigne” 18. yy’ın sonlarında şöyle yazmıştır: “Deneyimlerim bana, aralarında hasta beden görmenin çok nadir olduğunu söyler. Daha da ötesi beni, dişsiz birini görmediklerine inandırmışlardır.” Kolonialist doktor “Benjamin Rush” ise şöyle yazmıştır: “Görünüşe göre, yabancıların dişlerinde ağrı ve hastalık vardır.” “Weston Price”, 1930’da Yukon yerlilerini muayene ettiğinde 2464 dişin 4’ünde çürük bulmuştur (%0,16). Bu yerlilerle komşuluk eden Kolonialistlerde ise bu oran %40 olarak ölçülmüştür. Beslenme alışkanlıkları dişleri çürükten korumuş olmakla birlikte aşırı “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 46 aşındırarak diş ağrısına sebep olmuştur. Ek olarak tütün kullanımının da bu yerlilerin diş sağlığına olumsuz etki yaptığı bilinir. Aşındırıcı etki, çiğnenen tütün yaprağının konsistansını arttırmak için kullanılan kabuklar ve kum’un etkisi ile oluşur. Quaker Botanist “William Bartram”, Kuzey Amerika yerlilerinin diş ağrısı için, diş temizleme yada nefesi ferahlatma için çeşitli sakızlar, reçineler ve kökler kullandıklarını yazmıştır. Bu sakızlardan “Sylphium” yine Bartram tarafından tarif edilmiştir. Sylphium, damla şeklinde kurutularak kullanılan, amber renginde, hoş kokulu ve hafifçe acı bir sakızdır. Cherokee yerlileri dişleri temizlemek ve nefesi ferahlatmak için kullanırlar. Koruyucu tedbirlerin işe yaramadığı çürük dişlerde çekimden önce tüm yollar denenir. Çürüğün içine kızgın demir sokulur, iyi geleceği ümit edilen her türlü tohum, yaprak, kök ya da ot dişin içine bastırılır. Bunlar arasında biri, ağrı azaltıcı etkisi kanıtlanmış olan dikenli dişbudak ağacı “Zantoxsylum Americanum”, Pennsylvania’ya yerleşen Alman kökenli göçmenler tarafından bölgenin yerlilerinden öğrenilmiş ve “Dişağrısı Ağacı” adı ile uzun süre kullanılmıştır. Ağacın kökünün kabuğu ısıtılıp ağrıyan dişin üzerine konarak kullanılır. Cherokee yerlileri arasında yaygın olan majikal reçetelerden birine göre ise, yaşam boyu diş sorunu çekmek istemeyen biri, bir yeşil yılan yakalamalı, boynundan ve kuyruğundan kavrayarak yatay tutmalı ve alt‐üst diş dizileri arasından yedi kez geçirdikten sonra yılanı serbest bırakıp kaçmasını sağlamalıdır. Bu işlemden sonra dört gün tuz içeren hiçbir şey yememesi de gerekir (24). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 47 W 12 X ORTA ÇAĞ (İSLAM) İslam dini 7. yy’da Arap yarımadasında ortaya çıktı. Erken dönem İslam toplumunun genelde sağlık, özelde ise ağız ve diş sağlığı konusundaki eğilimlerini İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in görüş ve düşünceleri şekillendirdi. Hz.Muhammed’in sağlık, temizlik ve bedenin korunması ile ilgili hadislerine bazı örnekler aşağıdaki gibidir: “Çok yeyip içenin kalbi yorulur.” “Yol yürüyünüz ki sağlık bulasınız.” “Yemek kabınızı köpek yalarsa onu yedi kez yıkayınız.” “Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktır.” “Ellerinde et ve yağ kokusu olduğu halde yatan bir adam, hastalığa uğrarsa kendinden başkasını suçlamasın.” İslam’a göre, dişler sarardığında, ağız tadı değiştiğinde, yataktan kalkıldığında, duadan önce ve abdestten önce ağzın çalkalanması ve dişlerin misvak ile temizlenmesi gerekir. Ağız temizliği ile ilgili Hadis‐i şerifler ise şunlardır: “Dişlerinizi temizleyiniz. Bu temizlik sizi imana çağırır. İman ise sahibi ile beraber cennettedir.” “Misvak ile ağız ve dişlerinizi temizlemek ölümden başka her derde çaredir.” “Ümmetime zor gelmeyecek olsa idi, her abdest vaktinde misvak ile ağız ve dişlerini temizlemelerini emrederdim.” “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 48 Misvak, “Salvadora Persica Linne” bitkisinin kurutulmuş gövde, dal ve kök parçalarından elde edilir. Dikensiz küçük bir ağaç olan bu bitkinin çiçekleri dört parçalı, meyvesi ise küçük bir kiraz şeklindedir. Bitki Kuzey Afrika, İran ve Hindistan’da yetişmektedir. Parmak kalınlığında, 10‐12cm uzunluğunda, gümüşi esmer renkli çubuklar halinde kullanılır. Bu diş temizleme çubukları yalnızca salvadora’dan değil, aralarında zeytin, sinameki ve şeftali’nin de bulunduğu 17 ağaçtan daha yapılabilmektedir. Arapçada daha çok “sivak” şeklinde geçer. Çoğulu ise “suvuk”’tur. Kur’an‐ı Kerim’de adı geçmemekle birlikte, yukarıdaki örneklerden de görülebileceği gibi hadislerde sıkça anılır. Hz. Muhammed’e ait olan biri salvadora diğeri sinamekiden iki misvak, Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Dairesinde korunmaktadır. Çubuğun bir ucunun kabuğu 1cm kadar soyulduktan sonra bu uç 24 saat suda bırakılarak yumuşatılır. Hafifçe dövülerek liflendirildikten sonra kullanıma hazır hale gelir. Hz. Muhammed’in Uhud savaşında iki dişini kaybetmesi üzerine tüm dişlerini çektiren “Üveis”, İslamda dişçilerin piri kabul edilir (25). “Ebu Nuaym Hafız İsfahani”’nin “Tıbb‐ı Nebevi” adı ile de bilinen “Kitab al‐Şifa fi ahadis al‐Mustafa” adlı eseri, tıp uygulamasına dinsel bir yorum getirme ve Hz. Muhammed’i tıbbi bir başvuru kaynağı olarak görmesine rağmen, dönemin tıp uygulamalarını göstermesi açısınan önemlidir. Eserin 10. Faslı “hilal eyleme” ve “misvak tutma”’yı tarif eder. Eser, misvak’a verilen önem hakkında Hz. Muhammed’in amcaoğlu “İbn‐i Abbas”’ın şu cümlesini aktarır: “Peygamber misvak kullanmayı daima emir buyurdu. O derece ki, bu hususta bir ayet inzal buyurulur da farz olur diye korkardım.” Bu dönemdeki protez uygulandığı da eserin “Abdulah Eb‐i Vefa”’dan aktardığı şu cümleden anlaşılmaktadır: “Bir dişim çıkmıştı. Peygamber, altından diş yaptır buyurdu.” Yine “Afrece Bin Esad”’dan aktarılan bir cümleye göre, yalnız diş değil yüz protezleri de yapılabilmekte idi: “Beni Küllap gazasında bir kılıç darbesi ile burnumu düşürdüler. Gümüşten burun yaptırdım. Cerahatlanma devam etti, koktu. Peygambere müracaat ettim; altından burun yaptır buyurdu.” (25) “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 49 Şam merkezli Emevi halifeleri döneminde tüm orta doğu, Kuzey Afrika ve İspanyanın güney kesimi Arap‐İslam kültürünün etkisi altına girmişti. Sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Bağdat merkezli Abbasi halifeleri, eğitim, bilim ve tıbba çok büyük değer verdiler ve İslam bilim ortamının atılım yapmasını sağladılar. Halife Harun el‐Reşid, tüm valilerine, bilimsel eserlerin çevirisini yapan araştırmacılara destek sağlamaları emrini verdi. Kendisi de pek çok çevirmeni destekledi. Döneminde, Grekçe, Latince, Asurca ve Hintçe pek çok eser Arapçaya çevrildi. Dönemin bilim dili Arapça idi. Arap olmayan Pers, İspanyol, Musevi gibi araştırmacılar bile eserlerini Arapça yazıyorlardı. Aristo, Galen ve Plinius’un eserlerini Arapça’ya çevirdiler. Avrupanın ilk tıp fakülteleri olan Salerno ve Montpellier, bu metinleri kullanarak eğitime başladı. Antik Grek başta olmak üzere, eski uygarlıklara ait tıbbi bilgilerin İslam tıbbına aktarılması, yoğun çeviri çalışmaları sayesinde oldu. Bilimsel çevirilerin önemli bir bölümü “Nasturiler ve Cond‐i Şapur ekolü” tarafından yapılmıştır. “Rahip Nastorius”, “İskenderiyeli Arius”’un gnostik görüşlerini savunduğu için aforoz edilince orta doğuya yerleşti ve görüşlerini yayarak Nasturilik mezhebini kurdu. Öğrencileri ise 6.yy’da İran’da Cond‐i Şapur ekolünü kurdular. Bu ekolün, İslam tıbbının gelişiminde önemli hizmetleri olmuştur: 1. Antik tıp kitaplarının Arapça ve Süryanice’ye çevrilmesi. 2. Hastane kavramının oluşması. 3. Antik Mısır ve Grek kültürleri ile İran, Hind ve Çin gibi doğu kültürleri arasında ilişki kurulması. Cond‐i Şapur çevirmenlerinin başında “Corci bin Buhtiyeşu” ve torunu “Cebrail bin Buhtiyeşu, Yuhanna İbn Masaveyh, El Kındi, Huneyn bin İshak ve Sabit bin Kura” sayılmalıdır. Çeviri çalışmalarına Müslüman Araplar, Hıristiyan Nasturiler, Harranlı Süryaniler ve Saabiler katkıda bulundular. Böylece, çok‐kültürlü etkileşime dayalı bir sentez oluştu (25). Tüm bu gelişmelere rağmen, İslam’ın ölü insan bedenine verdiği kutsallık nedeni ile diseksiyo yapılamadı ve anatomi bilgisi hiç ilerlemedi. Müslüman hekimler enerjilerini bitkilerin tedavi edici etkilerine ve kimyaya yönettiler. Arap dünyasında eczacılık, tıptan ayrı bir meslek haline geldi. Haçlı seferleri boyunca, alkol, alkali, imbik ve iksir gibi pek çok Arapça sözcük, Avrupa dillerine geçti (24). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 50 “Ali İbn‐i Sahl Rabban at‐Tabari” (9.yy Taberistan), yazdığı “Firdevs al Hikme‐ Bilgeliğin Cenneti” adlı eserinin 5 sayfalık bölümünde ağız ve diş hastalıkları ile ağız kokusunu incelemiştir. Ağız kokusunun sebepleri; mide mayalanması, dişeti iltihabı, diş taşı, çürük ve gıda kalıntıları olarak açıklanmaktadır. Gargara ve diştozu formülleri önerilmekte, çürüklerin eğelenmesi ve ağrıyan dişin kızgın yağ ile dağlanması tavsiye edilmektedir (24,25). “Ebu Yusuf Ya’kub İbni İshak al‐Kındi” (800‐870)’nin “Materia Medica”’sında geçen diş ağrısı reçetesi şöyledir: 31gr susam yağı 0,5 dirhem tuz 2 danig şeytantersi (Asafetida) 2 danig Hind Kasnı. Toz haline getirilen karışım susam yağında eritilir, kurutulur ve dişe uygulanır. Dirhem, 3,125 gr, danig ise 0,55gr’dır. Karışımdaki asafetida spazmolitik ve trankilizan olduğundan diş ağrısını azaltabilir. Aynı eserde ağız yaraları ve yumuşak dişeti için önerilen formül şöyledir: 3 dirhem kırmızı gül 1,5 dirhem nişasta 1,5 dirhem tebeşir tozu 1,5 dirhem safran 1,5 dirhem gül tohumu 4,5 dirhem Hint sümbülü 4,5 danig mazı Toz haline getirilerek dişetine uygulanır. Mazı’nın kurutucu, nişastanın ise yumuşatıcı etkisi vardır. Al‐Kındi’nin diş parlatma tozu reçetesi ise şöyledir: 1 kısım yakılmış dağ keçisi boynuzu tozu 1 kısım mürekkep balığı kemiği tozu 1 kısım mür ağacı tozu Dişler bu toz ile bir parça ipek kullanılarak ovulur (25). Dişhekimliği alanında çalışma yapmış bir diğer yazar “Ebu Bekir Muhammed İbn‐i Zekeriya al‐Razi” (854‐932, Rey, Türkistan)’dir. Avrupa’da “Rhazes” adı ile tanınmıştır. Rey ve Adudi (Bağdat) “Bimarhane”’lerinde başhekimlik yapmıştır. Koyun barsağının dikiş malzemesi “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 51 olarak kullanılması, yaraların alkolle temizlenmesi, ateşin soğutularak düşürülmesi (Brand yöntemi) gibi pek çok tıbbi yeniliğin öncüsü olan Razi’nin 184 kitabından en büyüğü olan “Kitab al‐Havi‐ Kapsamlı Kitap”, eski ve yeni tüm tıbbi bilgiyi bir araya toplar. Bu kitabın dişler ile ilgili yaklaşımları aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 9 Diş çekiminin sadece tedavi işlemlerinin başarısız kaldığı durumlarda uygulanması. 9 Çürüklerin sakız, boraks ve şap’tan oluşan bir dolgu ile doldurulması. 9 Diş temizliği için misvak yanında macun (Balla karıştırılmış geyik boynuzu külü, sakız, tuz, şap ve mürrüsafi) kullanılması. 9 Rengi bozuk ya da çok kirli dişlerin temizlenmesi için özel macun ( Zeravend, yengeç ve midye külü, balla birlikte yakılmış tuz, soda, boraks, ardıç tütsüsü, sünger taşı, cam ve zımpara tozu, pelin ve yabani keklik külü) kullanılması. 9 Tatlı ve ekşi besinler ile kabuklu yemişlerden kaçınılması. 9 Diş çıkarmasını kolaylaştırmak için bebeğin dişetine masaj yapılması. Razi, Hipokratın humoral patolojisinin izleyicisidir ve diş ağrısının nedenini, mukusun kökte birikmesi ile açıklar. Dişlerle ilgili olan “al‐Fakhir” adlı eseri; dişler, diş ağrısı, çürük dişler, diş zayıflığı, dişetinin cerahatlenmesi, dişeti kanaması ve ağız kokusu bölümlerinden oluşur: “Diş ağrılarında, dişetinde şişlik olabilir veya olmayabilir. Şişlik iltihap nedeniyledir. Belirtileri; kızarıklık, şişlik ve soğuk su ile rahatlamadır. Tedavisi kan alma ve bir gün sirkeli soğuk su, bir gün gül suyu ve kafuru’yu ağızda tutmaktır. İki‐üç gün sonra ağrı devam ediyorsa her 66 dirheminde 2 dirhem sakız bulunan gül yağı ağızda tutulmalıdır. Dişetinde şiş olmayan diş ağrılarının sebebi soğuk ve koyu humorlardır. Tedavisi, dişin dibine katran‐biber karışımı uygulamaktır.” Razi ayrıca, diş ağrısı için gül suyunda eritilmiş afyon önererek analjezik kullanımını başlatmıştır. “Kitab al‐Mansuri” adlı eseri ise, İslam tıbbında dişlerin morfolojisi ve işlevlerinin irdeleyen ilk yapıttır (24,25). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 52 Kısaca “Ali Abbas” adı ile bilinen “Ali ibn’l‐Abbas al‐Mecusi” (930‐994, İran)’ın, batı dünyasında “Royal Book” adı ile bilinen “Kamil al‐Sınaat al‐Tıbbiyye” adlı eserinde, artı dişlerin çekilmesini, çürüklerin yapışkanotu, nişadır ve afyon ile doldurulup üzerinin mum ile kapatılmasını önermiştir. Ağrıyan dişin koruyucu tüplü koterizasyonunu ise şöyle açıklar: “Mercanköşk ve yabani sedefotu zeytinyağı içinde ezilerek yumuşatılır. Ateşte kaynatılır. Hastanın ağzı açtırılır ve ağrıyan diş bulunur. Çürük maddeler temizlenir. Demir ya da pirinç tüpün ucu çürüğün içine yerleştirilir. İki uzun demir iğne ateşte kızdırılır. İğnelerden biri kaynamış zeytinyağına daldırılır ve çürük dişe ulaşana kadar tüpün içine sokulur. Soğuyana kadar orada bırakılır. Soğuduktan sonra çıkarılıp yeniden ateşe tutulur. Bu sırada aynı işlem diğer iğne ile tekrarlanır. Üç‐dört tekrardan sonra ağrı geçer. Geçmezse diş çekilmelidir.” Ali Abbas’ın ağrı giderici dolgu maddesi formülü ise şöyledir (24,25): “Bir miktar arsenik toz hale gelene kadar ezilir, ayıfındığı ve kasnı otu ile hamur hale getirildikten sonra çürük dişin içine yerleştirilir. Avrupa’da “Albucasis” adı ile ünlenmiş olan “Ebül Kasım Kalaf ibn‐i Abbas al‐ Zehravi” (936‐1013, Kurtuba, İspanya), tıp eğitimini Kurtuba’da almıştır. Avrupa’da “The Method” adı ile bilinen “Al‐Tasrif fit Tıb” adlı eseri, bir tıp ve cerrahi ansiklopedisidir. Eser, koterizasyon, operasyon, kırıklar ve çıkıklar şeklinde bölümlere ayırmıştır. Yüzlerce cerrahi el aletinin tarif edildiği böümü, Latinceye “De Chirurgia” adı ile çevrilmiştir. Dişeti tümörlerinin çıkarılmasını ve diş taşlarının temizlenmesini tarif etmiş, bu iş için geliştirdiği 14 el aletinden oluşan “micred” adlı takımın çizimlerini vermiştir. “Dişlerin kazınması hakkında” adlı paragraf, aşağıdaki gibidir: “Hasta hekimin önüne oturur ve başını onun kucağına dayar. Hekim dişler üzerindeki tüm kumsu‐kabuksu maddeleri kazıyıp çıkarmalıdır. Eğer tüm eklentiler ilk kazımada çıkarsa sorun yoktur. Ancak tümü kaybolmazsa aynı işlem ertesi günlerde de, amaca ulaşıncaya kadar tekrarlanmalıdır. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 53 Azı dişleri farklı şekillerde birçok kazıyıcıya gerek gösterir. Dişlerin iç yüzleri, dış yüzleri ve diş araları hep ayrı aletlere ihtiyaç gösterirler.” Zehravi’ye göre diş, “kaybedildiğinde mükemmelen yerine konması mümkün olmayan çok değerli bir organdır”. Al‐Tasrif’te diş çekimi şöyle tarif edilmiştir: “Ağrıyan dişin hangisi olduğu kesin olarak saptandıktan sonra, çevresindeki dişeti bir bıçak yardımı ile dişten ayrılır. Daha sonra, parmaklar ya da küçük bir kerpeten yardımı ile dikkatlice sallanır. Diş yerinden oynadıktan sonra daha güçlü bir kerpeten ile kavranır. Hastanın başı hekimin dizleri arasına sıkıştırılır. Diş doğrusal yönde çekilir. Dişin içinde boşluk ya da çürük varsa bir bez parçası ile doldurulması gerekir. Bez boşluğa ince uçlu bir aletle sıkıca yerleştirilir. Böylece, kerpetenle tutunca diş kırılmaz. Yazarın sıklıkla şahit olduğu; yukarıdaki kuralları dikkate almayan, bu nedenle hastaların zarar görmesine neden olan, dişi kıran, diş yuvasının içinde kırık diş parçası bırakan, dişle beraber kemikten de bir parçayı kırıp çıkaran düşüncesiz ve sersem berberler gibi davranmaktan kaçınmak gerekir. Çekimden sonra hasta ağzını şap veya tuzlu sirke ile çalkalamalıdır. Kanama varsa, ki genellikle vardır, bir miktar karaboya (demir sülfat) ezilir ve çekim yerine doldurulur. Faydası olmazsa dağlanır.” Epulis (iyi huylu dişeti tümörü) cerrahisini ise şu şekilde tarif eder: “Bir kanca ya da kerpetenle tut ve kökünden kes. Apse ya da kanın akıp gitmesine izin ver.” Zehravi’nin al‐Tasrif’indeki ağız ve diş sağlığı hakkındaki diğer bazı yaklaşımları şöyledir (24,25): 9 Sallanan dişlerin sağlam komşularına altın tel ile bağlanması. 9 Kaza sonucu yuvasından çıkan dişlerin yerine yerleştirilip komşu dişlere altın tel ile bağlanarak tedavisi “replantasyon”. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 54 9 Sığır kemiğinden yontularak elde edilen yapay dişlerin komşu dişlere altın tel ile bağlanması yolu ile diş eksikliğinin giderilmesi. 9 Dizi dışına çıkmış dişlerin çekilmesi. 9 Uzamış dişlerin, çürük ya da kırık kenarlarının törpülenmesi. Büyük İslam doktorlarından bir diğeri ise, Türk asıllı “Ebu‐Ali al‐Huseyn ibn‐i Sina” (980‐1037)’dır. Avrupa tıbbında “Avicenna” adı ile ve “doktorların prensi” lakabı ile tanınır. Tıp konusundaki en ünlü eseri olan “Al‐Kanun””The Canon”, tüm zamanların en çok bilinen ve en büyük etki bırakan tıp kitabıdır. Beş cilt olan al‐kanun’un birinci cildi “külliyat”, genel tıp konularından, ikinci cilt “müfredat” basit droglardan, üçüncü cilt “mualecat” çeşitli hastalıklardan, dördüncü cilt “hummiyat”, ateşli hastalıklardan söz ederken beşinci cilt “mürekkebat”, bir farmakope özelliğindedir. Bununla birlikte İbn‐i Sina’nın dişlerin özellikleri ve diş tedavisi konusunda yazdıklarının çok azı yenidir. Dişlerin sayı, tür ve morfolojilerini tarif etmiş, 20 yaş dişlerinin sürmeme olasılığından söz etmiştir. Diş temizliğinin önemini vurgulayarak öncellerinin diş temizleme macunu reçetelerini tekrarlamıştır. Diş hastalıklarının nedenlerini humoral patoloji ile, çürüğü ise diş kurdu ile açıklamıştır. Dişlerdeki renk değişikliği, İbn‐i Sina’ya göre tanı koydurucudur. Sarı lekeler sarı safranın, beyaz lekeler balgamın, kırmızı lekeler kanın, siyah lekeler ise siyah safranın ağrıya neden olduğunu gösterir. Tedavide de yine Hippocrates gibi kan alma ve müshil ile barsak boşaltma uygulanır. Zararlı maddeleri atmak ve ilaçların derinlere işlemesini sağlamak için dişin delgi ile delinmesi tavsiye edilir: “Hardal tohumu taneleri zonklayıcı ağrılara iyi gelir. Sıcak yağ ile dağlanmalıdır. Bundan önce diş delgi ile delinirse daha derinlere işlemesi sağlanır. Bu tedaviler fayda vermezse narkotik ilaçlar kullanılabilir. Ancak bunlar yutulmamalıdır. Bu narkotikler, banotu, şeytantersi, kasnıotu ve adamotu’ndan elde edilebilir ve yara lapası şeklinde dişin üzerine konur.” İbn‐i Sina’nın diş dolgusu olarak denediği ve önerdiği maddeler; servi otu, sakız, mürrüsafi ve styrax, diş ağrısı için ise kurt sütü ve arsenik’tir. Arseniğin yağda kaynatılıp çürüğün içine damlatılarak kullanılmasını önermiştir. Çekim ise İbn‐i Sina için son çaredir: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 55 “Öncelikle ağrının dişten mi dişetinden mi geldiği anlaşılmalıdır. Sıkı tutunan dişler bir seferde çekilmemelidir. Çünkü çene kırıkları, göz ağrıları ve yüksek ateş oluşabilir. Önce dişeti kazınmalı ve çürütücü ilaçlarla diş gevşetilmelidir. Bu çürütücü ilaç, yapışkanotu ile öğütülmüş dut ağacı kökünün kabuğu keskin sirke ile güneşte karıştırılıp bal kıvamına getirilir. Bu karışım günde bir kez dişin köküne uygulanır. Bundan başka, yapışkanotu güneşte dört gün sirke ile ıslatılır. Elde edilen sıvı dişin çiğneyici yüzüne damlatılır. Birkaç saat burada kalması için üzeri mum ile örtülür. Daha sonra diş çekilir.” İbn‐i Sina’nın çene kırıklarının tedavisi hakkında yazdıkları, en ilerici önermeleri sayılabilir. Buna göre, kırık parçaların tam yerine oturup oturmadığını kontrol etmenin yolu, dişlerin kapanışına bakmaktır. Kapanış tamam ise, kırığa komşu dişler altın tel ile bağlanarak kırık hattı sabitleştirilmeli, baş ve çeneyi kuşatan bir kumaş bandaj ile çene desteklenmeli, gerekiyorsa bandajın üzerinden altın tel sıkıca sarılarak bandaj güçlendirilmelidir. Günümüz cerrahlarının uygulamakta oldukları yöntem de yaklaşık olarak budur (24,25). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 56 W 13 X ORTA ÇAĞ (AVRUPA) Orta çağ Avrupa’sında tıp uygulamasının manastır keşişlerinin dini ve dogmatik çalışmaları ile sınırlı kaldığı ye yüzyıllar boyunca gerilediği söylenebilir. Orta çağ manastırlarının tamamında bir dispanser, bu dispanserde hastaların yatabileceği odalar ve bir de eczane bulunurdu. Manastır bahçelerinde şifalı bitkiler için özel bölümler bulunurdu. Bununla birlikte iyileştirme yöntemleri dini idi. “Manastır tıbbı”’na göre hastalıklar insanların günahlarına karşı verilmiş tanrısal cezalar olduğundan ya da bir takım kötü büyüler sonucu ortaya çıktığından, tedavide keşiş‐doktorlar yardımı ile yapılan dua ve tövbe yöntemleri uygulanırdı. Tanı için en sık kullanılan yöntem “üroskopi” idi. Pek çok hekim için hastanın kendisini muayene etmek yerine idrarını muayene etmek yeterli idi. Aynı dönemdeki İslam bimarhaneleri’nin laik ve pozitivist tıp uygulamalarına karşın bu dispanserlerde eğitim dinsel dogmaların etkisi altında idi. Diş kurdu, koyun yağı ile karıştırılan banotu ve pırasa tohumu tütsüsü ile uzaklaştırılırdı. Diş ağrısı için ise adamotu “mandragora officinalis” kullanılırdı. Bu karanlık dönemde diş çekiminden de olabildiğince kaçınıldığı, yalnızca çok gevşemiş olanların çekildiği, çekilemeyenlerin çürük kavitesine kuvvetli asitler “aqua fortis” “derişik nitrik asit ‐ kezzap” damlatılarak diş kurdu’nun öldürüldüğü bilinmektedir. “Hildegard” (1098‐1179, Bingen), “Fizik” adlı kitabında bitkiler ve minerallerin iyileştirici özelliklerine değinmişti. Diş ağrısı için önerdiği pek çok reçete arasında; aloe‐vera (sarısabır) ve myrrha (mür) tütsüsü ve pelinotu lapası da vardı. Gevşek dişlerin tedavisi için ise kemik tozu ve yakılmış tuz karışımı önermiş, apselerin dişeti delinerek boşaltılmasını tavsiye etmişti. Bu çağda yaygın olan bir diğer diş ağrısı reçetesi ise; banotu ve kuşkonmaz’ın sirkede kaynatılıp dişe damlatılması şeklinde idi (25). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 57 Onuncu ve 15. yy’lar arasındaki dönemde gerçekleşen haçlı seferleri sırasında Avrupa, doğu’nun kültürü ile birlikte tıbbını da tanımak şansı buldu. Çeviri çalışmalarının tekrar hız kazanması ile pek çok Arapça eser Latince ve batı dillerine çevrildi (25). Sekizinci yy’dan 13. yy’a kadarki dönemde Salerno, Montpellier, Milano, Padua, Paris, Siena ve Napoli’de kurulan tıp fakültelerinde; müslüman hekimlerinin eserlerine, Grekçe’den ve Latince’den Arapça’ya çevrilmiş olan eserlere dayalı bir tıp eğitimi verilmeye başlandı (24,25). Bu okullarda diseksiyo yapılmıyordu. Yalnızca Bologna Üniversitesinin Hukuk Fakültesinde, adli delillerin belirlenmesine yönelik diseksiyo yapıldığı bilinmektedir (24). On ikinci yy’da papalığın arka arkaya yayınladığı “Clermont” (1130) ve “Rheims” (1131) deklerasyonları ile, keşişlerin manastır dışında hekimlik yapmaları ve son olarak “Tours” (1163) deklerasyonu ile de, cerrahlık yapmaları yasaklandı (24,25). Kilise mensuplarının hekimlik yapmalarının yasaklanmasından sonra bunların boşluğu; cerrahi işlerde keşişlere yardımcılık etmiş olan berberler tarafından dolduruldu. Berberler, özellikle 1092’den beri manastırların müdavimi idiler. Rahip ve keşişlerin sakallarını düzeltir, saçlarını keser ve bunlara dini kurallara uygun bir görünüm verirlerdi. Mesleğin ismi bile bu etkinlikten geliyordu “Barbi‐Tonsoribus”. Zamanla etkinlik alanlarını genişlettiler. Apse açma, kan çıkarma, kupa çekme ve pomat yapma gibi görevler yanı sıra diş de çekerlerdi. İçinde hem berberleri, hem de cerrahları barındıran bu meslek erbabının ilk örgütlenmesi Fransa’da oldu. 1210 yılında Paris’te “Berberler Loncası” kuruldu. Loncanın iki tür üyesi vardı. “Cerrahlar” ya da diğer adı ile “Uzun giysili cerrahlar”, daha eğitimli ve üstünlerdi. “Berberler”, diğer adı ile “Berber‐Cerrahlar” ya da “Kısa giysili cerrahlar” ise, diğerleri tarafından sınanmadan ve berat almadan yalnız çalışma yapamıyorlardı (24). Dönemin ünlü cerrahları, deneyimlerini kayda geçirmiş ve kitaplar yazmışlardır. “Salerno’lu Roger” ve “Parma’lı Roland”, Hippocrates’ten beri süregelen görüşleri tekrar etmişler; zorunluluk olmadıkça diş çekiminden kaçınılmasını tavsiye etmişler, kırık ve çıkık’ları dil altından kan çıkararak, diş ağrısını ise droglar ile tedavi etmişlerdi. Montpellier’de çalışan İngiliz hekim “Bernard de Gordon”’un 1285’de yazdığı, pek çok kopyası günümüze ulaşmayı başarmış bulunan “Lilium Medicinae” adlı eserde diş hastalıklarının iç ve dış nedenleri anlatılmıştır. Dış nedenler olarak soğuk ve sıcak besinleri ard arda almak, sert besinler almak ve ağız bakımının ihmal edilmesi; iç nedenler olarak ise baştan ağız içine akan sıvılar, mide asidi ve kusma gibi faktörleri gösterilmiştir. “Gaddesden’lı John” ise 14. yüzyılda “Rosa Anglica” adlı kitabında, diş çekmek için kullandığı bir aleti tarif etti: “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 58 “Bir demir parçası al, ucunu ez ve genişlet, iyice keskinleştir. Dişin dibine bastır ve böylece diş yerinden çıkacaktır (24).” Orta çağın en kalıcı izler bırakan cerrahı ise “Guy de Chauliac” (1300‐1368)’tır. Toulouse ve Bologna’da tıp eğitimi almış olmasına rağmen cerrahiyi tercih etmiş; Montpellier’deki “Kutsal Ruh Hastanesi”’nin anatomisti ve Güzel Philippe’in cerrahı “Henri de Mondeville”’in yanında yetişmiştir. Ünlü eseri “Inventorium Chirurgicalis Medicinae”, bilinen kısa adı ile “Grande Chirurgie”’de, çürükler, aşınmalar ve diş gevşemeleri üzerinde duruldu ve diş hastalıklarının cerrahisi ile uğraşan kişiler için, berberler ya da cerrahlardan farklı olarak “Dentatores” sözcüğü kullanıldı. Dentator’ların kullandığı aletlerin listesini ise; ustura, demir kazıyıcı, düz ve eğri spatula, tek ve çift kollu kaldıraç, forseps, sond, bisturi, kanül ve delici olarak vererek berberlerden farklı olduklarını belirtti. Çürüklerin şarap, nane ve biber gargarasından sonra mastik, mür ve kafuru ile doldurulmasını önerdi. Çekim için pelikan’ı ve nasıl kullanılacağını tarif etti. Operasyon öncesinde ağrı kesici olarak afyon, banotu, adamotu ve sarmaşık önerdi. Bu otların özü ile ıslatılmış süngerlerin güneşte kurutularak hazırda tutulmasını; gerektiğinde ıslatılıp hasta uyuyana kadar burun deliğinde tutulmasını önerdi. Hastanın uyandırılması için ise sirkeli sünger koklatılabileceğini yada burun deliğine sedefotu sıvısı yada rezene damlatılabileceğini yazdı. Eksik dişlerin yerine dana kemiğinden yontulmuş yapay dişlerin ya da insan dişlerinin tellerle komşu dişlere bağlanabileceğini belirtti (24,25). Bu örneklerden de görülebileceği gibi, Chauliac’ın fikirleri özgün olmayıp, İslam çevirilerine dayanmaktadır. Onu izleyen cerrahlardan “Pietro d’Argelata”, “Chirurgia” adlı eserinde genellikle hocasının görüşlerini tekrarladı. Bologna Üniversitesi profesörlerinden “Giovanni Arcolani” (?‐1458) ise, “Chirurgia Practica” adlı kitabında, diş tedavilerine daha fazla yer verdi. Dolgu maddesi olarak altın kullanılmasını, dolgunun yapışması için ise kavitenin asitlenmesini tavsiye etti. Papa Julius II’nin özel hekimliğini yapmış olan “Giovanni da Vigo”’da aynı işlemi “Practica capiosa in arte chirurgia” adlı eserinde şöyle tarif etti: “Çürük, büyük dişlerde, onları kemiren keskin ve şeytani sıvıların kötülüğü yüzünden ortaya çıkar. Onu, uygun aletlerle kazıyıp uzaklaştırabilir, kalan boşluğu altın yapraklarla doldurabilirsin.” “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 59 Vigo’nun çekim hakkındaki görüşleri de dikkat çekicidir: “Tüm çabalar başarısız olduğunda, dişi çekmek için mahir bir işlem uygulamalıyız. Bu işlem için bir uzman gerekir. Bu nedenle cerrahlar bu işlemi berberler ve yersiz yurtsuz diş‐çeker’lerin elinden almalıdır.” Floransa’lı “Nicolo Nicoli Falcucci” (?‐1412), “Sermones Medicinales” adlı eserinin 7 bölümünden birini ağız ve diş sağlığına ayırmıştır. Bu bölümde dişlerin anatomisi, embriyolojisi, tanı ve tedavi, çekim ve epulis ameliyatları, sallanan dişlerin ligatüre edilmesi, sığır kemiğinden yontulan yapay dişlerin yada kadavradan alınan doğal dişlerin protez yapımında kullanılışı ve kadavradan alınan dişlerin hastalara implante edilişi anlatılmıştır. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 60 W 14 X YENİÇAĞ Yeniçağdaki Avrupa aydınlanması rönesans ve reform hareketleri ile başlar. Eski Grek ve Latin eserlerinin Araplar kanalı ile Avrupa’ya yeniden kazandırılması ve buna ek olarak Konstantinopolis’in Türkler tarafından ele geçirilmesi ile birlikte batıya kaçan Bizans’lı araştırmacılar ve bunların yanlarında getirdikleri antik el yazmaları sayesinde rönesans ve reform hareketi tüm Avrupa’ya zincirleme bir etki ile yayıldı. Rönesans ve reform hareketlerinin getirdiği aydınlanma, etkilerini tıp alanında da gösterdi. Platon, Hippocrates ve Galen ekolleri Avrupa çapında egemenlik kazandı. Sayılamayacak kadar çok alanda çalışmalarda bulunmuş ve eserler vermiş olan sıra dışı deha “Leonardo da Vinci” (1452‐1519), insan bedenini incelemeye önceleri sadece sanatsal bir merak ile incelemeye başladı ise de, ilgisi zamanla tıbbi bir içerik kazandı. Tıbbi gözlemleri hakkında 60’dan fazla not defteri tuttu ve bunları 700’den fazla resim ile süsledi. Maksiller ve frontal sinüsleri tarif etti. Dişleri, kökleri ve boş alveol’leri resimledi. Diş köklerinin farklarını tanımladı: “Her biri iki köklü dört küçük azı vardır. Bu köklerden bir çenenin iç tarafında, diğeri dış tarafındadır. Daha sonra tek köklü iki köpek dişi vardır. Ön bölgede ise kesme görevi gören dört diş bulunur. Alt çenede de üstteki gibi 16 diş bulunur. Bunlardan büyük azılar iki köklüdür. Diğer dişler üstteki gibidir.” Papa’nın kontrolü altında olmayan ve diseksiyo çalışılabilen nadir tıp fakültelerinden biri olan Padua’da, Galenist “Jacques de Bois‐ Jacobus Sylvius” ‘un öğrencisi olarak yetişen “Andreas Vesalius” (1514‐1564) , Galenist’lerin pek çok anatomik bilgi hatalarını düzettiği “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 61 “De Humani Corporis Fabrica”, “İnsan bedeninin işleyişi” adlı eserini yayımladı. Bu eserde, diş dizilerini Vinci’ye benzer şekilde detaylı olarak tarif etti. Ek olarak, üçüncü büyük azıların sıklıkla gömük kalabileceğini belirtti. Dişlerin kapanış ilişkilerini ilk kez tanımladı. Bununla birlikte yanılgıları da bulunmaktaydı. Sürekli dişlerin, süt dişlerinin kökleri üzerinde geliştiğini yazdı. Kitabının sağladığı ün onu İspanya kralı V. Charles ve oğlu II. Philipp’in özel hekimliğine getirdi (24,25). Vesalius’un üniversite’den ayrılmasından sonra derslerini asistanı “Matteo Realdus Columbo” (1516‐1559) üstlendi. “De re Anatomica”, “Anatomi hakkında” adlı eserinde, dişlerin tek sıra halinde dizilmekle birlikte bazen ikili hatta üçlü sıralar oluşturabileceklerini belirtti. İlk kez fetus kadavraları üzerinde çalışarak diş germlerinin doğum öncesinde oluştuklarını saptadı (24,25). “Gabriello Fallopio” (1523‐1562), fetus ve çocuk kadavraları üzerindeki çalışmalarını anlattığı “Observationes anatomicae”, “Anatomi gözlemleri” adlı kitabı ile, alt çene kemiği konusundaki tartışmalara son verdi: “Üzerinde diseksiyo yaptığım bir yaşını geçmemiş tüm kadavralarda alt çene kemiği ortada bir kıkırdak kitlesi ile birleşen iki ayrı kemikten oluşmuştu. Yedi yaşından sonra ölen bireylerde ise alt çene kemiği tek parçadır.” Fallopius’un diğer bulguları ise, günümüzde kendi adı ile anılmakta olan fallop tüpleri ile iç kulağın yarım daire kanallarıdır. Tamamen diş anatomi, embriyoloji ve histolojisini inceleyen ilk kitap olan “Libellus Dentibus”, “Diş kitapçığı”, Vesalius’un öğrencilerinden “Bartolommeo Eustachio” (?‐1574) tarafından yazılmıştır. Diş morfolojisi, histolojisi, fizyolojisi, kanlanması, innervasyonu, dişlerin görevleri ve görev‐biçim ilişkisi konularındaki dönemin tüm bilgisi otuz bölüm halinde anlatılmıştır. Yazarın kendi çizimleri ile süslediği “Tabulae anatomicae”, “Anatomi atlası” ise, 162 yıl boyunca papalık kütüphanesinde gizlendikten sonra ancak 1714’de yayımlanabilmiştir (24,25). Padua üniversitesinin yetiştirdiği bir diğer profesör olan “Girolamo Fabrizi Acquapendente” (1513‐1619) “Opera Chirurgia”, “Cerrahi işlem” adlı eserinde; dişeti hipertrofilerinin (büyümelerinin) koterizasyonundan sonra bal ile örtülmesini, abse “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 62 deranajında doğrusal kesi yerine dairesel kesi yapılarak dişetinden parça çıkarılmasını anlatmış; çene kilitlenmelerinin sebeplerini irdelemiş, Ağzını açamayan hastaların burun yolu ile beslenmesini yani, nazo‐gastrik sonda yöntemini tarif etmiştir. Kitabın bir bölümü diş tedavisine aittir. Diş temizliği, diş taşlarının çıkarılması ve çürük tedavisi anlatılır. Çürüklerin sülfürik asit gibi güçlü asitlerle yada kızgın demir ile dağlanması, altın yaprak ile doldurulması anlatılır ve çekim için “pelikan” adlı alet tarif edilir. Acquapendente, kesicilerin çekimi için “rostrum”, kökler için ise “rostrum corvinum” adlı aletleri tavsiye etmiştir (24). “Philippus Aureolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim” (1493‐1541), Celsus, Galen ve İbn‐i Sina’nın temsil ettiği tüm geleneksel tıp öğretisini bir kenara iterek deney ve gözleme dayalı akılcı bir tıp ekolü oluşturdu. Ağdalı ve felsefi bir anlatım yerine gündelik sokak lisanını tercih ettiği eserlerinde “Paracelsus” takma adını kullandı. Babasının hekim olarak görev yaptığı Carinthia‐Willach maden bölgesinde simya’ya merak sardı. İnsan bedenini, işlev ve bozukluklarını hep simya ile açıkladı. Çeşitli maden ve minerallerin organizma üzerindeki etkilerini inceledi (24,25). Diş tedavisi uygulayan meslek erbabının yeniçağ İngiltere’sindeki örgütlenmesi iki ayrı çatı altında idi. “Usta Cerrahlar Loncası” 1368’de, “Londra Berberler Birliği” 1462’de kurulmuştu. 1535’de VIII. Henry’nin manastırları kapatması ile açıkta kalan cerrah‐keşişlerin katılımı ile Usta cerrahlar loncası üyeleri sayıca arttı ve tıbbi bilgi birikimi zenginleşti. Tudor döneminin ünlü cerrahı “William Clowes”, diş çekimi işinin berberlere yasaklanmasının bayraktarlığını yaptı. Berberler ve cerrahların savaşı, VIII. Henry tarafından kurulup berat verilen “Kraliyet Berber‐Cerrahlar Birliği”’nin kuruluşu ile sona erdi. Kuruluş beyannamesine göre cerrahların saç kesmesi ve berberlerin ise cerrahi uygulaması yasaklandı. Diş çekme, hacamat ve kupa çekme için ise, her iki tarafa da izin verildi (24). “Walter Hermann Ryff” (1500‐1562), “Gross chirurgey oder vollkommene wundtartzney”, “Travma tıbbında büyük cerrahi” adlı eserinde birçok cerrahi aletin ve periodontal küretin çizimlerini verdi. Bir sonraki eserlerinin göz ve diş hastalıkları hakkında olacağı haberini de vermekle birlikte, planladığı bu eserleri yazamadı (24). “Ambroise Pare” (1509‐1590), Paris’te berber‐cerrah çırağı olarak başladığı mesleğinde hızla yükseldi. “Hotel Dieu” hastanesinde askeri cerrah olarak çalıştığı yıllarda deneyim kazandı. Dağlama usullerini bir kenara bırakarak dikiş, bandaj ve ağrı kesici merhemler ile çalıştı. Merhemini yumurta akı, gül yağı ve terebentin ile hazırladı. Cerrahların kadavra eğitimi görmelerinin zorunluluğunu savundu. Diş çekiminde aşırı kuvvetten “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 63 kaçınılması gerektiğini öngördü. “Dix livres de la chirurgie”, “Cerrahinin on kitabı” adlı kitabında, Etrüsklerden o çağa kadar hiçbir gelişmenin kaydedilememiş olduğu protez alanında ilk gelişmeyi, obturatör protezini tarif etti: “Damağın bir kısmı travma ya da sifilitik bir ülser ile harap olmuş olabilir. Bu durumda hasta konuşmakta ve derdini anlatmakta güçlük çeker. Bu defekti onarmak için bulduğumuz çözüm, damaktaki delikten biraz daha geniş olan bir aygıtın defekte uygulanmasından ibarettir. Bu aygıt altın veya gümüşten yapılır. Yaklaşık olarak bir metal para kalınlığındadır ve üzerine bir sünger parçası takılabilecek şekildedir. Aygıt deliğe sokulduğunda sünger ortamdaki nemi emerek şişecek ve yerinde sıkıca duracaktır. Bu yolla sözcüklerin daha iyi telaffuzu sağlanabilir.” Pare bu kitapta ayrıca, diş çekiminde kullandığı “lancet, poussoire, pelikan ve daviet”’ler ile sivri ve keskin diş kenar ve köşelerini eğelediği eğe’lerin ve fildişinden oyulup komşu dişlere altın tel ile bağlanan protezlerin çizimlerini verdi (24). Pare’nin öğrencilerinden “Jacques Guillermeau” (1550‐1613), diş temizliği için asite batırılmış küçük çubukların kullanılmasını yazmış, protezlerin yapımında çabuk sararan fildişi yerine başka bir malzeme önermişti (25): “Yapay dişler; beyaz taneli mum, zeytin ağacı reçinesi, sakız ve çok ince öğütülmüş mercan ve inci karışımı ile kolay ve çabuk hazırlanabilir. Bu karışım çürük dişlerin doldurulmasında da kullanılabilir.” Yalnızca diş hekimliği uygulamalarını içeren ilk kitap; “Atzney buchlein under allerlei krankeyten und gebrechen der tzeen”, “Dişlerin bütün hastalıkları ve tedavisi hakkında tıp kitapçığı” adlı, yazarı bilinmeyen 44 sayfalık Almanca bir kitaptır. İlk sayfası çalışma pozisyonunu gösterir. Antik eserlerdeki benzerlerinden farklı olarak hasta koltukta oturur, hekim arkasında ve ayaktadır. İlk bölüm anatomiye, ikinci bölüm çürüğe ayrılmıştır. Çürükten korunma için yemekten sonra ağzın çalkalanması, sert kabuklu, sıcak, koyu kıvamlı ve yapışkan gıdalardan kaçınılması ve sirkeli suda kaynatılmış kurbağa gargarası önerilmiştir. Artzney Buchlein’da çürük tedavisinin üç yolu vardır. Müshil, büyü ve çürüğün kesici bir alet “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 64 ile kazınması. Dolgu için ise altın yaprak önerilmektedir. Diş kurtlarının uzaklaştırılması için öneri şöyledir: “Diş kurtları için banotu, soğan ve pırasa tohumları birlikte sirkede kaynatılır. Bununla ağız çalkalanır. Ya da, bu üç tohum keçi böbreği yağı ile karıştırılarak fasulye tanesi şekline getirilir, sıcak kömürde tütsülenerek dumanı bir huni yardımı ile çürüğün içine ulaştırılır. Bu duman dişteki kurtları öldürür.” Çürük ile şekerin ilişkisini ilk sezen araştırmacı ise “Pieter Foreest”’tir. Yazar, “Observationes et curationes medicinales”, “Tıbbi gözlemler ve tedaviler” kitabının dişhekimliği ile ilgili 14. cildinde bu şüphesini anlatmaktadır. Alman “Johannes Stockerus”, dolgu maddesi olarak amalgam’ı fark eden ilk Avrupalıdır: “Çürük diş, altın bir tüpün içinden geçirilen altın bir çubuk ile ağrısı geçene kadar dağlanır. Bir miktar vitriol güçlü bir asit içinde eritilir, içine yeterince cıva eklenerek, amalgama dönüşene kadar kaynatılır. Elde edilen amalgam dişteki oyuğa yerleştirilir. Amalgam bir kaya gibi sertleşerek yuvasına sıkıca tutunacaktır.” Yeniçağ Avrupa’sında eksik dişlerin tamamlanması ile ilgili olarak Pare ve öğrencisi Guillermeau’nun eserleri dışında yazılı kaynak bulunmamakla birlikte, çok sayıda bireyin protez kullandığı bellidir. İspanyol hekim “Francisco Martinez” (1518‐1588), doğal dişlere tel ile bağlanan yapay dişlerin dayanak dişlere zarar verdiğini yazmıştır. “Jacob Horst” (1537‐1600); “De aureo dente maxillari puerisilesii”, “Silezyalı’nın üst altın dişi” adlı kitabında, tanrısal bir mucize olarak panayırlarda halka para karşılığı gösterilen altın dişli bir çocuğun öyküsünü anlatır. Söz konusu dişin altın bir “ful kron” olduğu ve muhtemelen bir kuyumcu tarafından yapıldığı tahmin edilebilir (24,25). On yedinci yüzyıl Avrupa tıp okullarında eğitim hala Grek, Latin ve Arap eserlerine dayanıyordu. Tanıda “üroskopi” yöntemi öneminin zirvesindeydi. Gerek tanı, gerekse tedavide astroloji ve simya’ya çok fazla değer veriliyordu. Bu nedenle, çeşitli “sihirli iksirler” “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 65 ve geviş getiren hayvanların işkembesinden elde edilen bazı katı cisimler gibi “muska”’ların ardı arkası kesilmiyordu. “Fielding H. Garrison” bu çağın hekimlerini şöyle tarif eder (24): “On yedinci yüzyılda hekimler; kırmızı topukları, uzun cüppeleri, büyük perukları, kare şapkaları ve şatafatlı davranışları ile çalışmak ve hastaya bakmak yerine Latincelerine geçit töreni yaptırarak attıkları ve cahilliklerini örtmekten başka işe yaramayan uzun teknik tiradları ile toplumdan yalıtılmış, ukala, züppeler haline gelmişlerdi.” 1618’de yayımlanan “London Pharmacopeia”, “Londra Farmakopesi”; çeşitli hayvansal droglarla dolu idi. Her tür hayvanın kanı, yağı, safrası, iliği, kemiği, dişi, boynuzu, cinsel organı, ibiği, kılı, tüyü, kabuğu, ağı, ipeği ve insan teri, tükrüğü, plasentası; hatta idam edilmiş suçluların kafatası bile, iyileştirici olarak kullanılıyordu (24). Böyle bir ortamda ilerleme, laboratuar tekniklerindeki gelişmelerle sağlandı. Bilimsel çalışmalarda kullanılabilecek ilk mikroskop “Anton van Leeuwenhoek” (1632‐1723) tarafından geliştirildi. Leeuvenhoek, diş dokusunun çok ince burucuklardan oluştuğunu fark etti. 1696’da dentin dokusunun resmini yayımladı. Tükrükte ve diş üzerindeki birikintide çok küçük mikroskobik canlılar bulunduğunu gördü ve bunları “animalcula” olarak adlandırdı. “William Harvey” (1578‐1657), “De Motu Cordis”, “Kalbin hareketi” adlı kitabında kan dolaşımını neredeyse tamamen açıkladı. Harvey’in anlayamadığı tek ayrıntı olan kanın arterlerden venlere geçişi, “Marcello Malpighi” (1628‐1694)’nin mikroanatomi çalışmaları ile aydınlandı. Malpighi ayrıca, adlandıramasa da mine ve dentinin yapılarının farklı olduğunu fark etti. Onları ağaçların kabuk ve iliklerine benzetti. “Nathanael Highmore” (1613‐1685), maksiller sinüslerin Da Vinci’den sonra en ayrıntılı tarifini yaptı ve ondan sonra bu sinüsler “Highmore boşluğu” olarak bilindi. Parotis bezi “Nicolaus Stenonius” (1638‐1686) tarafından keşfedildi ve bu salgılığın ağız içine açıldığı kanal onun adı ile “Stenon kanalı” olarak adlandırıldı. “Giovanni Alfoso Borelli” (1608‐1679), kas mekaniği’ni konu alan “De motu animalium”, “Hayvanların hareketi” adlı eserinde, çiğneme kaslarının gücü üzerine ölçümlerini yayımladı (24,25). Dönemin, doktora ve uzmanlık tezi gibi akademik çalışmaları dişhekimliği uygulamalarına yer vermiş olsa da, bunlar genellikle antik eserleri aşamadılar. Wittenberg ve Prag profesörlerinden “Johann Jesenius” (1566‐1621)’in “Institutiones Chirurgicae”, “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 66 İmparatorun özel doktoru “Johann Stephan Strobelberger” (1593‐1630)’in “De dentium podagra” ve Alman hekim “Christian Franz Paulini” (1643‐1712)’nin “Heilzame dreck apotheke”, “İyileştiren dışkı eczanesi” adlı eserleri bunlara örnek olarak verilebilir. Gündelik meslek uygulamaları ise yüzyıllardır olduğu gibi; berberler, diş‐çeker’ler, pazarcılar ve cerrahlar tarafından yürütüldü. Bu dönemde akademisyenlerden çok cerrahların daha akılcı ve uygulamaya dönük eserler verdikleri görülür. Bern belediyesi hekimi “Hilden’li Wilhelm Fabry” (1560‐1634)’nin notları, “Observationes et curationes”, “Gözlemler ve tedaviler” adı ile yayımlanmıştır. Bu kitapta çekim, epulis ameliyatları, yarık damaklar ve yarık damak protezleri, trigeminal nevralji konuları incelenmektedir. “Dupont” 1633’de “Remedes Contre le mal des dents”, “Diş ağrısına karşı ilaçlar” adlı kitabında çekilen dişlerin reimplantasyonunun mümkün olduğunu ve bu alandaki başarılarını anlattı. Ulm belediyesi hekimi “Johannes Scultetus” (1595‐1645), “Armamentarium Chirurgicum”, “Cerrahi aletler” adlı kitabında, diş tedavisinde kullanılan bazı aletlerin çizimlerini vermiştir. “Matthaus Gottfried Purmann” (1648‐1711), “Grosser und gantz neugewundener lorbeer‐krantz oder wund‐artzney”, “Büyük ve yeni yara tıbbı derlemesi” adlı kitabında, protezler için önce balmumundan bir örnek hazırladığını, asıl protezi sığır kemiği yada fildişinden bu örneğe bakarak yonttuğunu ve bu protezi komşu dişlere gümüş tellerle bağladığını anlatmıştır. “Antonius Nuck” (1650‐1692), “Operationes et experimenta Chirurgica”, “Cerrahi işlemler ve deneyimler” kitabında, gebelerde diş çekiminin tehlikelerine ve çocuklarda kanin çekiminden sonra göz bozuklukları oluşabileceğine dikkat çekmiştir. “Charles Allen”’ın 1685’de yayımlanan “The operator for the teeth”, “Diş operatörü” kitabı yalnız dişlerle ilgili ilk İngilizce kitaptır. Yazar, insandan insana diş transplantasyonuna karşıdır. Bunun yerine, koyun, keçi, köpek yada maymundan transplantasyon önermiştir. Dentin dokusunu ise; mineden yumuşak, kemikten sert ve daha koyu renkli olarak tarif etmiştir. Yazar, diş çekiminde kullandığı “pelikan” adlı aleti çizimi ile birlikte ilk kez tarif eden kişidir. Muayene aynasını kullanan ilk hekim olan “Kornelius Solingen” (1641‐1687); altın, gümüş ve kurşun dolgular kaviteye tam oturmadığı için dolgulu dişlerin çürümeye devam ettiğini öne sürerek, dolgu maddesi olarak sakız ve terebentin karışımını önermiştir (24,25). Onyedinci yüzyılda berberler müşterilerine çok çeşitli hizmetler vermekle birlikte en çok diş çekimi ustalıkları ile ün kazanıyorlardı. Bunlara Almanyada “Zahnbrecher”, “Diş‐ kıran”, İtalyada “Cavadenti”, “Diş‐oyan”, Fransada “Arracheur des Dents”, “Diş‐kapan”, İngilterede ise “Operator for the teeth”, “Diş operatörü” adı veriliyordu (25). Bu dönemde, “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 67 çürük dişin içinden çıkardığı kurtları rapor eden pek çok hekim olmuştur. Kopenhag üniversitesinden “Profesör Jacobaen” ve “Philip Salmuth” bunlar arasında sayılabilir. Bu dönemde protez uygulandığına dair bulgular da bulunmaktadır. Avignon Doğa Tarihi Müzesinde bulunan ve 17.yy’a tarihlenen kemik bir köprü buna en güzel örnektir. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 68 W 15 X YAKINÇAĞ On sekizinci yüzyıl, bilimsel gelişmelere ek olarak, diş tedavisi uygulayıcılarının yetki ve ünvan’larının yasal tanımı konusunda da önemli gelişmelere sahne oldu. Bu çağda Avrupanın kültürel ve toplumsal liderliği Fransa’da idi. Uzun önlüklü cerrahlar 1533’den beri küçümsendikleri Paris tıp fakültesine kabul edilmiyor ve “College de St Come”’da eğitiliyorlardı. Bununla birlikte cerrahlar, doktorların davranışlarını taklit ederek ve lonca bayrağındaki üç berber tası sembolünü üç merhem kavanozu ile değiştirerek, Paris Tıp Fakültesi dekanlığı ve doktorların tepkilerini çektiler. 1725’de ise “College de St. Come”’un uzun önlüklü cerrahları, doktorlardan bağımsızlıklarını ilan ederek, cerrahi işlem yapabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeleri sağlamak üzere lobiciliğe başladılar. Daha 1699’da Fransa Parlamentosu, gözlükçüler ve kırıkçılar gibi diş uzmanlarının “Experts pour les dents”’da, cerrahlar komitesinin denetimi altında Paris ve çevresinde sanat icra etmesine berat vermişti. Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer yasalar hızla çıkmış olmasına rağmen yeterli yaptırım sağlanamadığından tüm Avrupa’yı “şarlatanlar” kapladı. Gezici olarak sanat icra eden bu kişiler, kent ya da köy meydanına masa ve iskemlelerini bir şemsiye altına yerleştiriyor ve burada hasta kabul ediyorlardı. Her birinin kendi bayrağı vardı. Genellikle ilgi çekici, hatta komik giysiler giyiyorlardı. Uygulamalar bir gösteri havası içinde ve meraklıların gözleri önünde sürüyordu. Çevrede dolaşan kiralanmış davulcular, müzisyenler, palyaçolar ve jonglörler, halkın ilgisini çekerek meydana topluyordu. Çekim, apse açma, hacamat, kırık dişleri törpüleme, diş taşı temizleme gibi işlemler uyguluyorlar, bu arada her derde deva sihirli iksirler satmayı da ihmal etmiyorlardı. Diş hekimliği’nin bağımsız bir meslek haline gelmesi, “Pierre Fauchard” (1678‐1761) sayesinde gerçekleşti. Ünlü eseri iki ciltlik “Le chirurgien dentiste, ou, traite des dents”, “Cerrah‐dişçi ya da dişlerin tedavisi”’in ilk cildi 38, ikinci cildi 26 bölüm olup toplam 919 “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 69 sayfadır ve yazarın kendinden önceki döneme ait derleyebildiği tüm bilgileri kapsar. Fauchard diş kurdu teorisine karşı çıktı. Çürüğü humoral patoloji ile açıklayarak Hippocrates’i izledi. Dentinogenezis imperfekta hastalığını tanımladı ancak etiolojisini raşitizme bağladı. Aynı tür bir yanılgı ile periodontitis’i tarif etti, tedavide diş taşı temizliği ve genel ağız temizliğinin önemine değindi ancak bu hastalığın etiolojisini de skorbüt’e bağladı. Diş ağrıları için dağlama uyguladı. Çürük kavitelerini metal alet ile kazıdı ve kurşun yada kalay ile doldurdu. Altın dolguyu gereksiz bir lüks olarak değerlendirdi. Dişlerin sıralanma bozukluklarının ipek iplikler, altın ya da gümüşten delikli metal şeritler ile düzeltilebileceğini yazarak ortodontinin düşünsel temellerini attı. Transplantasyon ve reimplantasyon çalışmalarını tarif ederek bu dişlerin altın ligatürler ile komşu dişlere splintlenmesinin önemini vurguladı. Çekimlerde Pare’nin aletlerine ek olarak “punch” denilen kurşun çekiçler kullandı. Bu usul meslekdaşları tarafından fazla travmatik bulunarak eleştirildi. Protezlerin yapımında insan, fil ve denizaygırı dişleri ile suaygırı kemiği kullandı. Çok dişli protezlerde yapay dişlerin lingualine altın bir bant perçinleyerek dayanıklılığı arttırdı. Mil’li kronları tarif etti ve tutuculuk için kendir lifi kullandı. Protezlerin tutuculuğunu sağlamak için çelik yaylar kullandı. Fauchard’ın çalışmaları çağdaşı meslekdaşlarının ufkunu genişletti ve pek çok hekimin çeşitli kitaplar yazmasına sebep oldu. “Claude Mouton” (?‐1786), “Essay odontotechnie” adlı kitabında diş hekimini “ağız mimarı” olarak tanımladı. İnsan dişinden hazırlanan mil’li kronları ısrarla tavsiye etti. Bölümlü hareketli protezler için altın kroşe’yi ve altın kron’u ilk kez önerdi. Estetik sakıncalara karşı altın kronun labial yüzünün emaye ile kaplanabileceğini vurguladı. Etienne Bourdet” (1722‐1789); “Recherche et observations sur toutet les parties de l’art du dentiste” adlı kitabında, dişeti hastalığının etiyolojisini yine humoral patoloji ile açıkladı. Tedavi için diş yüzeyinin kazınmasını, dişetinin kanatılmasını, diş ile dişeti arasındaki cep’in dağlanmasını, bunların yeterli olmadığı durumlarda dişetinden bir parçanın kesilerek çıkarılmasını tavsiye ederek dişeti cerrahisinin temellerini attı. Çapraşık dişlerin düzeltilmesinde önemli katkıları oldu. Çekim aletlerini geliştirdi. Üst 20 yaş dişleri için özel bir pelikan geliştirdi. Bourdet’nin protez bilimine katkıları da önemlidir. Fauchard ve Mouton gibi o da mil’li kronların mükemmelliğine inanıyordu. Aşırı kemik kaybı olan bölgelerde, Purmann’ın tarif ettiği şekilde imal edilen altın kaide plakları üzerine kökü kısaltılmış insan dişleri yerleştirirdi. “Botot”’un 1770’de yayımlanan “Observations sur la supuration des gengives”, “Dişeti apseleşmesi üzerine gözlemler” adlı makalesi, dişeti hastalıkları üzerine ilk yayın olarak kabul edilmektedir. Botot bu makalede dişeti hastalıklarını; dişetinin “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 70 apseleşmesi, alveol kenarının apseleşmesi ve kemiğin apseleşmesi olarak üçe ayırır ve hastalıktan skorbütün sorumlu olduğunu savunur. Dönemin önemli araştırmacılarından bir diğeri “John Hunter” (1728‐1793)’dır. “Natural history of the human teeth”, “İnsan dişlerinin doğal tarihi” adlı eserinde kanin dişi “cuspidati” küçükazıları ise “bicuspidati” olarak adlandırdı. Mine prizmalarının resmini çizmeyi başardı. Dişeti hastalıklarını ayrıntılı olarak tarif etti. O sıralarda çok popüler olan insandan insana diş transplantasyonunu destekledi. Üzerine devamlı basınç uygulanan bir dişin çenenin istenilen yerine yavaş yavaş itilebileceği kuralını ortaya attı. İnsandan insana diş transplantasyonunda hastalık bulaşma riskine ilk kez “Benjamin Bell” (1749‐1806) dikkat çekti. Hasta kişilerden diş alınmamasını, alınan dişin ılık suda yıkanıp bezle silinmesini önerdi. Büyük Friedrich’in özel doktoru “Philipp Pfaff” (1711‐ 1766), dişhekimliğine pek çok katkılarda bulunmuş olmakla birlikte katkılarının en önemlisi ölçü almayı ve model elde etmeyi icat etmiş olmasıdır: “Sıcak su ile yumuşatılan balmumu, çenenin izi çıkarıldıktan sonra sonra soğuk su ile sertleştirilir. Çok ince toz halinde öğütülmüş alçı, su ile karıştırılır ve badem yağı ile yalıtılmış olan ölçünün içine bir kaşık yardımı ile dökülür ve sertleşmesi beklenir. Ölçünün ağızdan çıkarken bozulmasını önlemek için çenenin sağ ve sol tarafının ölçüleri ayrı ayrı alınıp ağızda birleştirilir” Pfaff, “Abhandlung von den zahnen des menschlichen körpers und deren krankheiten”, “İnsan bedeninin dişleri, onların hastalıkları ve tedavileri” adlı kitabında ayrıca, dişli bireylerin ölçü sırasında mumu ısırması gerektiğini, bu şekilde diş dizilerinin karşılıklı ilişkilerinin de saptanabileceğini de belirtmiştir (24,25). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 71 W 16 X MODERN DİŞ HEKİMLİĞİ On dokuzuncu yüzyılda endüstrileşme ve kentleşme, gerek insan topluluklarının yaşam tarzını, gerekse sağlık da dahil olmak üzere tüm bilimsel çalışmaları etkileyen en önemli faktörler haline geldi. Endüstri devrimi nedeni ile fabrikalarda çalışmak üzere kentlerde yoğunlaşan insan kitleleri, enfeksiyon hastalıklarının artmasına neden oldular ve kitlesel salgınların ortaya çıkmasına neden oldular. Giderek daha büyük hastaneler gerekir hale geldi. Tıbbi çalışmalar ağırlıklı olarak enfeksiyon hastalıklarına yöneldi. “Louis Pasteur” (1822‐1895), fermantasyon üzerinde çalışarak önce “pastörizasyon” işlemini, daha sonra da kuduz aşısını keşfetti. “Fraenkel” difteri, “Widal ve Wright” tifo, “Haffkine” kolera ve veba aşılarını buldular. “Robert Koch”(1843‐1910) tüberküloz basili ve kolera vibrionu’nu tanımladı. Viyana üniversitesi doğum kliniği hekimlerinden “Ignaz P. Semmelweiss” (1818‐ 1865), çapraz enfeksiyonu tarif etti ve muayene öncesinde doktorların ellerini klor solüsyonu ile yıkamalarını sağlayarak lohusa ölümlerini büyük oranda azalttı. “Joseph Lister” (1827‐ 1912), yara temizliği yani “asepsi”’ye önem verdi. Açık kırık yaralarını korumak için “Jules Lemaire” tarafından tarif edilmiş bir “antiseptik” madde olan “karbolik asit”’i kullandı. Asepsi ve antisepsi kavramlarının cerrahi’de kabullenilmesi ve gerek cerrahi aletlere, gerekse yaraya, operasyon alanına ve cerrahın ellerine karbolik asit püskültülmesi şeklinde günlük uygulama içine girmesi ise 1880’i buldu. 1890 yılında “William Steward Halsted” (1852‐1922) lastik eldiveni icat etti. 1895’de ise “Wilhelm Konrad Roentgen” (1845‐1922) X ışınlarını tanımladı. X ışınları kısa sürede önce tanı, ardından da tedavi amacı ile kullanılmaya başlandı. Tanısal görüntüleme olanağının ortaya çıkması, mikrobiolojik bilginin artması, asepsi ve antisepsi’deki gelişmeler ve eldiven kullanımı sayesinde cerrahlar giderek daha cesur operasyonlar için güç kazandılar (25). “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 72 On dokuzuncu yüzyıl, diş hekimliği alanında da önemli gelişmelere sahne oldu. Bilgi birikiminin artması ve teknolojik gelişmelere paralel olarak; geçen yüzyılda Fauchard sayesinde tıptan ayrı ve bağımsız bir mesleğe dönüşmüş olan diş hekimliği mesleğinde de uzmanlık alanları ortaya çıkmaya başladı. Cerrahi: Yüzyılın hemen başında, 1802’de “Jacques Rene Duval” (1758‐1854), “Des accidents de l’extraction des dents”, “Diş çekimlerinde kazalar” adlı kitabında, çekimlerde ortaya çıkabilecek komplikasyonları özetledikten sonra, iyi yetişmiş hekimin çekimden korkmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu kitap, diş çeken hekimin iki bin yıllık kabusunun sona erdiğinin işareti sayılabilir. Bu yüzyılda çekim için kullanılmış olan aletler; “pelikan, anahtar, elevatör ve davye”’dir. Bunlara ek olarak, “Serre” tarafından tarif edilmiş olan “vida” ve “de la Fons” tarafından tarif edilmiş olan anahtar‐davye karışımı bir alet de sayılabilir. Davyelerde Pare döneminden sonraki en önemli değişiklik, “John Tomes”’un 1841’de diş anatomisine uygun davyeleri, 1859’da ise köklerin çıkarılması için düz ve açılı elevatörleri geliştirmesi oldu. Çekim ve diğer ağız içi operasyonların başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için araç‐gereç’lerin geliştirilmesinin yanında, anestezi de gerekli idi. Operasyonlarda narkotizan olarak, “Valerius Cordus” tarafından 1540’da bulunmuş olan “Eter” kullanılmaktaydı. Eterin diş çekiminde ilk kullanılışı ise, 1842’de olmuştur. New York’ta kimyager “William E. Clarke” eter ile ıslatılmış bir havluyu hastanın yüzüne yerleştirmiş, Dişhekimi “Elijah Pope” ise dişi ağrısız bir şekilde çekmiştir. Bilinçli sedasyon sağlayan ve “Gülme gazı” olarak da bilinen “azot protoksit‐ N2O” kimyager “Joseph Priestley” tarafından 1776’da keşfedilmiştir. 1844’de, tıp fakültesi öğrencisi “Gardner Quincy Colton”’un düzenlediği bir gülme gazı partisine katılan Dişhekimi “Horace Wells”, konuklardan birinin yaralanmasına rağmen ağrı duymadığını fark etmiş; ertesi gün Dişhekimi “John M. Riggs”, Colton ve bir başka kişiyi de tanık olarak muayenesine davet etmiştir. Colton’un getirdiği gazı soluyan Wells, üst azı dişini Riggs’e ağrısız olarak çektirmiştir. Wells’in dramatik ölümünden sonra Colton ağrısız diş çekimi ile ün kazanmış, ancak hekim olmadığı için eleştirilince çalışmalarını kurduğu bir enstitü çatısı altında sürdürmüştür. Bu enstitüde azot prooksit anestezisi yaptığı hastaların diş çekimleri, Dişhekimi olan yardımcıları tarafından yapılmıştır. Dişhekimi “William T.G. Morton” ise, kimyager arkadaşı “Charles T. Jackson” ile birlikte, içinde eter ile ıslatılmış süngerler bulunan “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 73 bir cam balondan ibaret bir anestezi cihazı geliştirmiştir. Bu cihazın tanıtımından sadece iki gün sonra, aynı tür bir cihazı avrupada ilk kez kullanarak diş çeken kişi ise “James Robinson”’dur. Jinekolog “James Young Simpson”’un 1847’de kullanmaya başladığı “kloroform”, ölüm olaylarının artması üzerine dişhekimliği pratiğinde sakıncalı bulunmuştur. “Etil Klorid”’in soğutucu etkisinden yararlanan ilk hekim ise 1888’de “Camile Redard”’dır. İlk olarak 17. yy’da kullanılmaya başlayan “şırınga”’lar, insandan insana kan transfüzyonunda kullanılmakta idi. Enjeksiyon miktarının ayarlanabildiği “vidalı şırınga” 1853’de cerrah “Charles Gabriel Pravaz” tarafından tarif edilmiş, bunların üretimini yapan Alman “Luer” ise geliştirerek vidasız, pistonlu “Luer şırıngası”’nı icat etmiştir. Şırınga ile lokal anestezi 1845’de İrlandalı “Francis Rynd” ve 1853’de İskoçyalı “Alexander Wood” tarafından “morfin” kullanılarak yapılmıştır. Ancak, santral sinir sistemi üzerine etkileri ve sakıncaları fark edildikten sonra ve uzun tartışmalar sonucu dişhekimleri morfin’i terk etmişlerdir. “Geodic” tarafından ekstre edilmiş olan “koka yaprağı alkaloid”’i, 1860’da Alman kimyager “Albert Niemann” tarafından saflaştırılmış ve “kokain” olarak adlandırılmıştır. 1884’de maddenin anestezik etkisini ilk fark eden ve kullanan hekim, oftalmolog “Carl Koller”’dir. Aynı yıl Diş hekimi “J. Morgan Howe” çürük kavitelerine damlatarak, Dişhekimi “John Carmichael” abse drenajında yüzeye damlatarak, Dişhekimi “Charles Nash” ise, dolgu öncesi infraorbital anestezi için kullanmışlardır. Başlangıçta büyük heyecanla karşılanan kokain; “Hallsted” gibi kendi üzerinde deneyler yapan hekimlerin bağımlılık riskini fark etmelerinden sonra terk edilmiştir. Bağımlılık yapmayan ve daha az toksik olan “Prokain” 1905 yılında “Alfred Einhorn ve Richard Willstatter” tarafından sentezlenmiş ve “Novocain” adı ile piyasaya sürülmüştür. Sayılan gelişmeler sayesinde ağız cerrahisi atılım yapmış; özellikle “Garretson ve Hullihen”’in kitapları ile ayrı bir bilim dalı haline gelmiştir. 19. yy’ın son ve 20. yy’ın ilk çeyrekleri arasında; kök ucu rezeksiyonu “John Nutting Farrar” tarafından, kist ameliyatları “Carl Partsch” tarafından tarif edilmiş, diş organının oluşumu “Emile Magitot” tarafından, kistlerin oluşumu “Louis Charles Malassez” tarafından, yüz kemiklerinin zayıf ve güçlü bölgeleri ile kırık hatları “René Le Fort” tarafından tarif edilmiştir (25). Diş hastalıkları ve tedavisi: 19.yy’ın ilk yarısında, dişlerin çürük ya da kırık kenarları törpüleniyor, ağrı için dağlama uygulanıyor ve çürükler dolduruluyordu. “Jean Baptiste Gariot”, yalnız ağrısız dişlerin kurşun, gümüş ya da altın yapraklar ezilerek doldurulmasını, “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 74 “Joseph Fox”, ön dişler doldurulamayacağından ara yüzlerin törpülenmesini, “C.F. Maury”, kurşunun dişi renklendirdiği için dolgu maddesi olarak kullanılmamasını önermiş ve “ayna, sond ve tirnerf” gibi bazı aletleri tarif etmiştir. “Ekskavatör”, 1841’de “Joachim Lefoulon” tarafından kullanılmıştır. Gümüş tozu ve cıva karışımından oluşan “gümüş macunu”, “Auguste Onesime Taveau” tarafından tekrar gündeme getirilmiş, Lefoulon tarafından “amalgam” olarak adlandırılmış ancak dişhekimlerini “amalgam dolgu taraftarları” ve “altın dolgu taraftarları” olarak ikiye bölmüştür. Kavite hazırlama şekilleri ise, “Greene Verdiman Black” tarafından tarif edilmiştir. Black ve “Adolph Witzel”’in çalışmaları amalgamın dünya çapında kabul edilmesini sağlamıştır. Bilinen ilk siman, kimyager “Charles Sylvester Rosting” tarafından tarif edilen “çinko‐oksifosfat simanı”’dır. “Silikat siman”’lar, 20. yy başlarında ortaya çıkmıştır. İlk örnekleri “Thomas Fletcher”’in “Şeffaf siman”’ı ile “Paul Steenbock”’un “yapay diş minesi” adlı simanıdır. İlk porselen dolgu “Edward Maynard” tarafından 1857’de yapılmıştır. Pulpa ve kök kanallarının tevdisinde arsenik kullanılması, aynı dönemde “John Roach Spooner” tarafından tavsiye edilmiş, ilk kanal dolgusu ise “Edward Hudson” tarafından altın yaprak kullanılarak yapılmıştır. Açık pulpa yüzeylerinin kalsiyum hidroksitile örtülemesi ise 1930’a rastlar. Pulpa’nın akılcı bir yöntemle boşaltılması ve “antiseptik amputasyon tekniği”, “Adolph Witzel”’e aittir. Yüzyılın sonuna doğru “Miller” tarafından çeşitli kanal dolgu maddeleri önerilmiş, endodonti’nin modern çağı 1943’te başlamış, bir bilim dalı olarak kabul edilmesi ise 1963’de olmuştur. Çürük profilaksisinde flor kullanımı daha 1843’de “Desirabode” tarafından önerilmiştir. Bundan sonraki yüz yıl boyunca “Erhardt, Browne, Denniger” gibi araştırmacılar, flor kullanımının önemini vurgulamışlar, “Miller” iyi bir ağız hijyenine ek olarak dezenfektan kullanımı önermiş, 20. yy başlarında ise “Röse ve Dean”’in çalışmaları sonucu içme suyunun florlanmasına ve flor tableti kullanılmasına başlanmıştır (25). Periodontoloji: Baltimore’da çalışan “Leonard Koecker” 1821’de dişeti hastalıklarını ve diş taşı’nı tarif etti. Diş taşlarının temizlenmesi gerektiğini ve dişlerin günde iki kez macun ile fırçalanmasını tavsiye etti. “Robert Ficinus” 1847’de, dişeti hastalığının sorumlusu olarak Leeuwenhoek’un “animalcula”’sını gösterdi. Bu canlıların diş ile dişeti arasına girerek taş oluşturduklarını ve dişi gevşettiklerini öngördü. 1851’de “Joseph Linderer” yangısal olan “marginal periodontitis” ile olmayan “periodontozis”’i birbirinden ayırdı. Diş taşı temizliği ve “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 75 kök yüzeyi düzleştirmesinin yeterli olduğunu düşünüyor, dişeti ameliyatına karşı çıkıyordu. “Emile Magitot” 1880’de dişeti hastalığını sistemik hastalıklara bağladı. “Alfonse Toirac” dişeti hastalığını “piorrhea‐piyore” olarak adlandırdı. 1896’da, ilk oral mikrobiolog olarak da bilinen “W.D. Miller”, piyorenin sistemik bozukluklar, diş taşı ve bakterilerin ortak etkileri sonucu oluştuğunu yazdı. 1905’de “William J. Younger”, o sıralarda “piyore” olarak bilinen dişeti hastalığının bakteriyel enfeksiyon sonucu ortaya çıktığını tahmin etti ancak özel bir basil izole edemedi. Younger, dişeti çekilmesini “serbest otojen greft” ile tedavi eden ilk hekim olarak bilinir. Çalışmalarını 1902’de yayımlayan “N.N. Znamensky”, dişeti hastalığının patolojisini açıklayan yazardır. İltihaplı dişetinin hücrelerini, çok çekirdekli hücreleri ve kemik lakünalarını tarif etmiştir. İlk kez 1912’de “Pickerill” tarafından kullanılan “gingivektomi operasyonu”, “Salomon Robicsek” tarafından “Yarımay biçimli devam eden gingivektomi operasyonu”, olarak geliştirildi. “Flap operasyonu ve tersine eğimli kesi” ise “Leonard Widman” tarafından 1916’da tarif edildi. Periodontoloji, 1947 yılında Amerikan Dişhekimleri Birliği tarafından bağımsız bir uzmanlık alanı olarak tanındı (25). Protez: St Germain’de çalışan eczacı “Alexis Duchateau” 1774 yılında, kullandığı protezin bozulması ve kötü kokması üzerine, Paris yakınlarındaki bir porselen fabrikasına başvurarak kendisine tamamen porselenden alt‐üst tam protezler yaptırdı. Bu buluşunu 1776’da cerrahi akademisinin toplantısında bildirdi ise de ilgi görmedi. Tekniği kendisinden öğrenmeyi başaran Parisli Dişhekimi “Nicholas Dubois de Chemant” kendi tanımı ile “çürümez ve kokmaz” protez tekniğini, “A dissertion on artificial teeth” adı ile 1788’de Paris’te, 1797’de ise Londra’da yayımladı ve büyük ün kazandı. Porselen protezin patentini alarak zengin oldu. Yöntemde ilk geliştirmeyi “Joseph Dubois Foucou” yaptı. Fırınlama ısılarını değiştirdi ve karışıma renklendirici metal oksitler ekledi. “Guiseppangelo Fonzi” ise 1880 yılında, arkasında kramponlar “fonzi kramponları” bulunan porselen dişleri tek tek üretti ve bu dişleri 28’lik takımlar halinde kullanıma sundu. Bu protezler yeterli tutuculuğa sahip olmadıklarından, sağ ve sol tarafta birer adet yay aracılığı ile kullanılıyordu. 1784’de Philadelphia’ya yerleşen Fransız asıllı “Jacques Gardette” ise, yayları olmadan yerinde durabilen üst tam protezi ilk kez imal ederek, tam protezin tutuculuğuna etki eden faktörlere dikkat çekti. Porselen takım dişlerin A.B.D.’deki kitlesel üretimini “Samuel Wesley Stockton” başlattı. Kuzeni “Samuel Stockton White” ise “S.S. White Co.” Şirketini kurdu. Aynı üretimi “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 76 İngilterede başlatan “Claudius Ash” ise “Ash & Sons Co.” Şirketinin kurucusu oldu. Kroşe tutuculu protezler 1820’de “Delabarre” tarafından tarif edildi. Porselen takımların seri üretimine rağmen kaide plakları hala kemikten oyularak elde ediliyordu. Eduard Blume (1836) bu işlemi şöyle tarif etmiştir: “Kemik parçası önce törpü ile kabaca şekillendirilir. Çini mürekkebi ile boyanmış model üzerine yerleştirilir. Kemiğin boyanan kısımları yine törpülenir. Bu işleme, kemik parçası modele tam oturana kadar devam edilir.” Bu kemik kaidelerin çürümesi ve kokması, alternatif arayışlarını gündeme getirdi. Altın, platin ve teneke kaideler, bağa ve suaygırı dişi sonuç vermedi. 1851’de “Charles Goodyear” kauçuk reçinesini kükürt ile ısıtarak sertleştirmeyi başardı “vulkanizasyon”. Bu yolla elde edilen “ebonit”, kaide plağı olarak hızla yayıldı. “Mufla” ortaya çıktı. Ölçü konusunda Pfaff’tan sonraki ilk önemli ilerleme Delabarre’ın 1820’de teneke ya da gümüşten “ölçü kaşığı”’nı kullanmasıdır. 1857’de ise “Charles Stent” farklı balmumlarını karıştırarak “stenç”’i bulmuştur. “Ölçü alçısı” 1840’dan itibaren kullanılmaya başlamış; “fonksiyonel ölçü” kavramı ilk kez 1864’de “Johann Joseph Schrott” tarafından ortaya atılmıştır. Pfaff’ın oklüzyonun önemine dikkat çekmesinden sonra “Gariot” 1805’te “alçı oklüdatör”’ü tarif etmiştir. 1840 yılında “oklüzör”’ü bulan ve patentini alan hekim ise “James Cameron”’dur. Yalnız açma‐kapama hareketini taklit etmekle yetinmeyip çenenin hareketlerini üç boyutlu olarak tekrarlayabilen “artikülatör”’ün bulucusu ise 1864 yılında “William Gibson Arlington Bonwill”’dir. “Graff Ferdinand von Spee” ise 1890’da kendi adı ile bilinen oklüzyon eğrisini tarif etmiştir. Protez bilim dalının temel ilkeleri 20. yy başında tamamen belirlenmiş oldu. Sonraki tüm gelişmeler teknolojiye paralel olarak gerçekleşti. “Kayıp mum tekniği ile döküm”, 1904’te “Arthur Ollendorf” tarafından tarif edildi. “William Henry Taggart”’ın 1907’de patentini aldığı “döküm makinesı” ise tacari fayasko ile sonuçlandı. Günümüzde hala kullanılmakta olan “santrifüj döküm sistemi” ise, Taggart’tan hemen sonra “A.W. Jameson” tarafından tanımlandı. “Gustav Tammann” 1911’de “Cr‐Co‐Ni” alaşımını buldu. 1920’de “Walter Bauer” “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 77 tarafından bulunan ama ne işe yarayacağı o anda kestirilemeyen “polimetil metakrilat”, 1930’dan itibaren kaide plağı materyali olarak patentlendirildi ve ebonit’in yerine geçti (25). Ortodonti: 19. yy’ın başlarında “Joseph Fox” süt dişi çekim hatalarının kalıcı dişlerde çapraşıklığa neden olabildiğini fark etti. Çapraz kapanış’ı düzetmek için fildişi ısırma bloğu içeren altın yada gümüş “vestibül ark” kullandı. Dişleri ipek ipliklerle yerine doğru çekti. “Bant sistemi”’ni ilk kez 1815’te “Delabarre” kullandı. “Maloklüzyonlar” ilk kez “Marjolin” tarafından sınıflandırıldı. Dişleri itmek yada çekmek için “yay” kullanan ilk araştırmacı, 1840’da “Christopher Star Brewster”’dır. Bir yıl sonra “J.M. Alexis Schange”, aynı amaç için “vida” kullanmıştır. Dişlerin kapanış ilişkileri 1842’de “Georg Carabelli” tarafından daha ayrıntılı olarak sınıflandırılmıştır. Yazarın “tuberculus anomalous” olarak adlandırdığı tüberkül günümüzde kendi adı ile bilinmektedir. Diş hareketi için “lastik halka” kullanımı, 1852’de “Elishe Gustavus Tucker” tarafından gerçekleştirilmiştir. Üst çene genişletmesi için kullanılan “coffin zembereği” 1871’de “Walter Haris Coffin” tarafından geliştirilmiştir. Ortodontik tedavinin fizyolojisi ve patolojisi, 1888 ve 1897’de yayımlanan iki ciltlik kitap ile “John Nutting Farrar” tarafından ortaya konmuştur. 1899 yılında ortodontinin bilimsel temellerini atan ve onu ayrı bir bilim adalı haline getiren kişi ise “Edward Hartley Angle”’dır (25). Teknik Donanımdaki Gelişmeler: Koltuk: Yüzyıllar boyunca yerde oturarak yada yatarak yapılan diş tedavilerinden sonra 18. yy.’da ev tipi kolçaklı yada kolçaksız koltuklar ve iskemleler yaygınlaşmış, 19. yy’da ise sallanır koltuklar tercih edilmiştir. Diş tedavisine özgü ilk koltuk 1790’da “Josiah Flagg” tarafından yapılmıştır. Başlığı sabittir ve iki adet malzeme çekmecesi vardır. Ayarlanabilen ilk koltuk 1832’de “James Snell” tarafından yapılmıştır. 1860’da seri üretime başlayan S.S. White, 1871’de ilk metal koltuğu piyasaya sunmuştur (24,25). Döner aletler: “Johann Jacob Sere” 1803’deki kitabında, başparmak ve işaret parmağı arasında döndürülerek kullanılan bir alet ile, apseli dişin pulpasının delinebileceğini belirtmiş olmakla birlikte bu aletin Archigenes’in yayından daha ileri olmadığı açıktır. 1790’da “pedallı tur”’u bulan hekim ise “John Greenwood”’dur. “James Beall Morrison”’un 1871’de patent aldığı pedallı tur ise dakikada 2000 devir yapabilmekte idi. Pedallı tur’ların bulunması ile birlikte “piec a main ve angle‐droit yani, piyasemen ve angıldruva”, ortaya çıktı. Bu “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 78 dönemde, dönme hareketinin kanatlı türbinlerden elde edilmesine dayanan ve basınçlı havanın yerdeki körüğe basarak elde edildiği bazı aletler de denenmiştir. 19.yy.’da altın dolgular, ince altın yaprakların kavite içinde ezilmesi ile elde edildiğinden, pedallı turlara takılarak çalışan “pnömatik çekiç”’ler de yaygın olarak kullanılmış, daha sonra elektrikle çalışan modelleri de ortaya çıkmıştır. Enerji kaynağı olarak elektrik motoru kullanan turlar ise ilk kez 1872’de “John Green” tarafından kullanılmıştır. Bu motor doğrudan piyasemene bağlı olduğundan çok da kullanışlı değildi. Daha sonraları, 1883’de “Griscome”, motor ile piyasemen arasına esnek bir şaft “spiral kol” yerleştirerek, cihazı daha kullanışlı hale getirmiştir. İlk hava türbini olan ve günümüzde hala kullanılmakta olan “airrotor”, 1946’da “John Victor Borden” tarafından icat edilmiştir. Buna rakip olabilecek cihazlar olan ve “Ivar Norlen”’in 1948’de çıkan “dentalair”’i, “Robert Nelsen”’in 1949’da çıkan “su türbini”, aynı yıl S.S. White’ın piyasaya sürdüğü “aluminyum oksit püskürten cihaz”’ı, airrotor karşısında tutunamamıştır. Diştaşı temizleyen “ultrasonik cavitron”, 1955 yılında S.S. White tarafından, “mikromotor” ise 1965’de “Kerr&Siemens” tarafından piyasaya çıkarılmıştır (24,25). Diş fırçası: Diş fırçası’nın tarihsel prototiplerinden sonra ilk modern diş fırçası 1789’da “William Addis” tarafından kemik bir çubuk ve domuz kıllarından yapıldı. 1796’da Boston’da, 1840’dan sonra ise Fransa, Almanya ve Japonya’da seri üretim başladı. 1888’den itibaren naylon kıllar domuz kılının yerini aldı. 1930’dan sonra ise önce selüloz asetat, daha sonra da plastik saplar kullanılmaya başlandı (24,25). WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 79 W 17 X TÜRK DİŞ HEKİMLİĞİ Türk diş hekimliği tarihi ile ilgili bilgiler, İslam öncesi, ortaçağ, yeniçağ, yakınçağ ve modern dönemlere ayrılarak incelenebilir. İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE TÜRK DİŞ HEKİMLİĞİ Diş tıbbı ile ilgili olarak Türkler ile ilişkilendirilebilecek en eski buluntu, M.Ö. 4. yy’dan kalma som altından bir İskit vazosudur (28). Üzerinde bir İskit savaşçısının diş tedavisi sergilenmektedir. İskitler birçok tarihçi tarafından prototürk uygarlıklar arasında sayılmaktadır. Ayrıca, çeşitli orta asya Türk topluluklarında ağız sağlığına önem verilmiş olduğu, diş ovma, bitkisel fırçalarla fırçalama, ağız yıkama, kürdan kullanma, diş taşı temizleme, diş ağrısı için çeşitli droglar kullanma ve bu drogları metal kutularda saklama geleneğinin olduğu belirtilmektedir (25). ORTA ÇAĞDA TÜRK DİŞ HEKİMLİĞİ İçinde diş sağlığı ve tedavisi ile ilgili bölümler içeren en eski Türkçe eser, 1902‐1914 yılları arasındaki bir kazıda Doğu Türkistanın Turfan bölgesinde “Le Coq” tarafından bulunmuştur. 8. ve 12. yy.’lar arasına tarihlenen ve Hakaniye Türkçesi (Uygur lehçesi) ile yazılmış olan eserden, Uygurların çeşitli hayvansal (safra, idrar, kuş etleri, yılan derisi), bitkisel (soğan, sarımsak, turp, çeşitli otlar) ve madensel drogları ustalıkla hazırlayıp kullandıkları, yaralara nişadır ve küflü peynir sürdükleri ve diş kurduna inandıkları anlaşılmaktadır. Diş ağrısının tedavisi aşağıdaki gibidir (25): “Kurt bir kişinin dişini yediğinde dişin kovuğuna eğir otu (acorus calamus) koymalıdır. Diş iyileşecektir. Eğer dişte ağrı varsa; şeker, amonyak ve misk “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 80 karıştırılarak dişin üzerine koymalıdır. Ya da qari ağacının kabuğu yakılıp, külleri balla karıştırılıp dişin üzerine koymalıdır” Uygurlardan kalma folklorik tıp uygulamalarının önemli bir bölümü günümüzde dahi Anadolu’da yaşamaktadır. Tolunoğulları, Karahanlılar, Samanoğulları, Gazneliler ve Harzemşahlar gibi erken dönem müslüman Türk devletlerinde hekimlerin yüksek bir sosyal statüye sahip oldukları ve usta‐çırak ilişkisi ile yetiştikleri; diş çekimlerinin ise berberler ve cerrahlar tarafından yapıldığı bilinmektedir. Tolunoğulları’nın kurucusu “Ahmet İbn Tolun”’un Kahirede 876’da yaptırdığı cami, yanında darüşşifa, eczane ve hamam da içeriyordu. 13. yy’a kadar kullanılmış olan bu külliye zengin bir vakıf desteğine sahipti. Karahanlıların vezirlerinden “Yusuf Has Hacib” tarafından 1070’de yazılmış olan “Kutadgu Bilik ‐Mutluluk Bilgisi” adlı eserde, sosyal sınıflar arasında iki tür hekimden söz edilmiş, otakçıların pozitif tedavilerden yararlandıkları, efsuncuların ise majikal ve dini tedaviler uyguladıkları belirtilmiştir. Türk‐İslam tıbbını, dolayısı ile ortaçağ tıbbını zirveye taşıyan isim ise İbni Sina’dır. Daha sonraki dönemlerde, gerek Selçuklu gerekse erken Osmanlı darüşşifalarında diş tedavileri cerrahlar tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte çalışmaları arasında diş tıbbına da yer ayırmış olan bazı hekimler bulunmaktadır: “Hacı Paşa ‐ Celadeddin Hızır Hoca” (1335‐1424): Mansuriye Darüşşifası (Mısır) Reisületibba (başhekim)’sıdır. Kitapları arasında “Müntehab‐al Şifa” Anadoluda yazılmış ilk Türkçe tıp kitabıdır. 62 bab’dan ikisi ağız kokusu ve diş ağrısı hakkındadır. Diş ağrısı için önerilen formül, şarapta kaynatılmış haşhaş tohumudur. “İshak bin Murad Geredevi”: 1390’da yazdığı “Edviye‐i müfrede” adlı kitabının bir bölümünde diş hastalıkları ve bazı drog formülleri bulumaktadır. “Ahmedi” (1334‐1413): Kütahyada doğan ve Mısırda tıp eğitimi alan bu şair‐hekim; Yıldırım Bayezid, Emir Süleyman ve Çelebi Mehmet’in özel hekimliklerini yapmıştır. 10.000 beyitlik manzum eseri “Tarvih‐ül Ervah”’ta, dil hastalıkları, ağız kokusu, diş ağrısı ve tükrük hakkında dört bab bulunmaktadır (25). Selçuklu İmparatorluğu döneminde Anadolu topraklarındaki tıp uygulaması çok ileri bir düzeye ulaştı. Selçuklu hastanelerinin en önemlileri aşağıdaki gibidir (14): “Gevher Nesibe Darüşşifası”: Kayseri’de 1205’de kurulmuştur. “I.Keykavus Darüşşifası”: Sivas’ta 1217’de kurulmuştur. “Turan Melik Darüşşifası”: Divriği’de Mengüçler tarafından 1223’de kurulmuştur. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 81 “Alaaddin Keykubad Darüşşifası”: Konya’da 1236’da kurulmuştur. “Atabey Ferruh Darşşifası”: Çankırı’da 1235’de kurulmuştur. “Ali Pervane Darüşşifaları”: Kastamonu’da 1272’de, Tokat’ta 1275’de kurulmuştur. “Emiuddin Darüşşifaları”: Konya Aksaray, Akşehir ve Mardin’de kurulmuştur. “Amber Abdullah Darüşşifaları”: Erzurum, Erzincan, Sivas ve Amasya’da kurulmuştur. Tüm bu hastanelerden Selçuklu yöneticilerinin tıbba özel bir önem vermiş oldukları, bazılarının tek bir hastane ile bile yetinmedikleri görülmektedir. Bu hastanelerin çoğunda tıp eğitimi de verildiği bilinmektedir. Gevher Nesibe hastanesinin tıp öğrencileri için yatılı bir bölümü dahi bulunmaktadır. Selçuklu ordusunun 40 deveden oluşan bir sahra hastanesine sahip olduğu da bilgilerimiz arasındadır. Bununla birlikte Selçuklu İmparatorluğunun sağlık konusundaki kazanımları hastaneler ile sınırlı değildir. Bu dönemde kaplıcalara önem verildiği, kaplıca tesisleri ve hamamlar kurulduğu, tuvalet ve kanalizasyon mimarisi geliştirildiği de bilinmektedir (14). YENİ ÇAĞDA TÜRK DİŞ HEKİMLİĞİ İstanbul’u fethedildiği 15.yy ile başlayan dönemde, Osmanlı tıbbına “darüşşifa”’lar damgasını vurmuştur. Sosyal devlet ve toplumsal dayanışmanın en güzel örnekleri olan bu hastaneler, çeşitli vakıfların himayesinde çalışırlar ve kamu sağlığı hizmeti sunarlardı. Bunların bazıları fetihten çok önce hizmete sunulmuştur: Bursa Yıldırım Darüşşifası: Yıldırım Bayezid Külliyesinin bir parçasıdır. Osmanlının Anadoludaki ilk hastanesidir. 1399’da açılmıştır. Bir Reisületibba (başhekim) yönetimindeki bir tabib‐i sani, bir tabib, bir cerrah, bir kehhal (göz hekimi), bir şerbetçiyan yanı sıra katip, vekilharç, kileci, aşçı, ekmekçi, kayyum ve çamaşırcı gibi çalışanları bulunmaktadır. Edirne Cüzzamhanesi: Avrupanın ilk cüzzamhanesi olan bu kurum, 15.yy’ın ilk yarısında II. Murad tarafından kurulmuştur. İstanbul Fatih Darüşşifası: Fetihten hemen sonra yapımına başlanan Külliye, 16 medrese, dinlenme yeri, aşevi, hamam, ilkokul, kütüphaneler ve bir de darüşşifadan oluşmaktaydı. 70 yataklı hastane Avrupanın en büyüğü idi. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 82 Edirne II. Bayezid Darüşşifası: 1484’de yapımına başlanan bu kurum akıl hastalıkları konusunda uzmandı. Darüşşifalar ve kamu hizmeti dönemi olan 15.yy’da çeviri çalışmaları ile öne çıkan bir çok hekimden söz edilebilir: “Ahmed Dai – Ahmed bin İbrahim bin Mehmed”: Germiyanlıdır. II. Murad’ın veziri Timurtaş Paşazade Umur Bey’in siparişi üzerine “Ebu Nuaym Hafız İsfahani”’nin “Tıbb‐ı Nebevi” adı ile de bilinen “Kitab al‐Şifa fi ahadis al‐Mustafa” adlı eserini Türkçeye çevirmiştir (25). “Tokatlı Mustafa”: Sultan III. Mustafa döneminde, Hekimbaşı Mehmed Refi Efendi’nin siparişi üzerine İbn‐i Sina’nın ünlü Kanun’unu “Tebhizül Mahtun” adı ile Türkçeye çevirmiştir. “İbn‐i Şerif”: XVyy’da Umur Bey’in siparişi üzerine yazdığı “Yadigar” adlı eserinde; diş aşınması “yinirse”, diş sallanması “deprenirse” ve dişeti çekilmesi konularını irdelemekte; dişleri ağartan ya da ağız kokusunu gideren diş tozları ile diş ağrısı için de afyon önermektedir. “Akşemseddin”: Şam’da doğmuş, eğitimini Amasyada almıştır. II. Murad döneminde Osmanlı sarayına alınmış ve Fatih’in hocalığını yapmıştır. En önemli kitabı olan “Maidet‐ül Hayat”’ta, mikrop ve bulaşma düşüncesinin öncülüğünü yapmıştır: “Cümle marazların sur’eti nevi’yesi itibariyle, nebat ve hayvanlarda olduğu gibi, tohumları ve asılları vardır.” Akşemseddin’in diş ve dişeti hastalıklarını tedavi ederken “mai kibrit‐i şerif” yani sulandırılmış sülfürik asit kullandığı da bilinmektedir. “Şerefeddin Sabuncuoğlu”: Amasyalı olan bu hekim‐cerrah, 1386‐1470 yılları arasında yaşamıştır. Tıp eğitimini Amasya Darüşşifasında hocası “Burhaneddin Ahmed”’den almış, aynı hastanede 14 yıl çalışmış, hekim olmasına rağmen çalışmalarında cerrahi uygulamalarına ağırlık vermiştir. En önemli eseri “Kitab‐ı Cerrahiyet al‐Haniye”’dir. Ünver, kitabın adını “Kitab ül‐Cerrahiye‐i İlhaniye” şeklinde okumakta ve eserin Amasya Darüşşifasını yaptırmış olan İlhanlılar’a ithaf edilmiş olabileceğini düşünmektedir. Eser, Zehravi’nin Kitab al‐Tasrif fit Tıb adlı eserinin cerrahiye ait olan son üç bölümünün çevirisi üzerine Sabuncuoğlunun kendi yazdığı üç cerrahi bölümün ilavesinden oluşmaktadır. Kitap, ameliyat minyatürleri ve insan serimleri içermesi açısından da önemlidir. İslam dini açısından insan resmedilmesi yasaklanmış olmakla birlikte, gerek kitap gerekse yazar Fatih Sultan Mehmed Han’ın himayesindedir. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 83 Üç bab’dan oluşmuş olan eserin 2. bab’ı 98 bahis içerir. Bu bahislerden ağız‐diş sağlığı ile ilgili olanlar şunlardır: Dağlamalar: Dudak yarığı, ağız nasırı, dişeti gevşemesi, diş ağrısı Eksizyonlar: Dudak tümörü, ranula, dişeti büyümesi, kemik yada kök kalıntıları Diş çekimi Diş taşı kazınması Çene kırık ve çıkıkları Sabuncuoğlunun tıbbi yaklaşımı, dönemin egemen tıp görüşü olan İslam ekolüne paraleldir. Zorunlu olmadıkça çekim önerilmez. Çekim öncesinde diş ve dişeti birbirinden ayrılır. Kök çekimi gerektiğinde, yağa batırılmış bir pamuk birkaç gün kökün üzerinde bekletilerek gevşetilir. Kök görünmüyorsa dişeti kesilerek üzeri açılır. Sallanan dişler altın tel ile bağlanır. Diş ağrısı çeşitli droglar ile geçirilir. Örneğin, akırkarha (anthemis pyrethrum, koyungözü, bir tür kasımpatı), mevzec (bit otu) ve zencefil karıştırılarak dövülür ve toz ağrıyan dişin dibine sürülür. Bu formülde anthemis pyrethrum’un ağrı kesici etkisi bilinmektedir. “İbrahim bin Abdullah”: Eseri “Ala’im‐i Cerrahin”’de, kanamalı dişetleri için şu formülü önermektedir: “Şap, sumak, gülnar, habbı az ya da varak‐ı az ve zeruvert birlikte kaynatılır, suyu ile gargara yapılır, dişlerin dibine gülyağı sürülür.” Formül içeriğinin önemli bir bölümü astrinjan (sıkılaştırıcı) ve hemostatik (kan durdurucu)’tir. Osmanlı İmparatorluğunun her konuda olduğu gibi sağlık konusunda da altın çağı 16.yy’dır. Bu yüzyılda da, yeni sağlık kuruluşları yapımı devam etmiştir: Karacaahmet Cüzzamhanesi: Miskinler Tekkesi olarak da bilinir. Yavuz Sultan Selim tarafından 1514’de yaptırılmıştır. Bulaşıcı hastalık taşıyan tüm hastaların toplumdan izole edildiği bir kurumdu. 1810’da II Mahmud, 1843’de Abdülmecid tarafından yeniden yaptırılmış, 1935’de hastaların Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin Cüzzam Pavyonuna taşınması ile devre dışı kalmıştır. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 84 Manisa Hafsa Sultan Bimarhanesi: 1539’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan külliyenin bir parçasıdır. İlk hekimi “Merkez Muslihiddin Efendi”’dir. Haseki Darüşşifası: 1550’de Kanuni Sultan Süleyman tarafından eşi Hürrem Sultan adına yaptırılan külliyenin bir parçasıdır. 1884’e kadar eksiksiz bir hastane hizmeti vermiştir. Bugünkü modern şeklini 1894 sonrası tadilatlar ile almıştır. Süleymaniye Darüşşifası: 1555’de Kanuni’nin kendi adına yaptırdığı külliyenin bir bölümüdür. 1865’de kolera tecrithanesi olarak, cumhuriyet sonrasında ise askeri matbaa olarak kullanılmıştır. Toptaşı (Atikvalide) Bimarhanesi: 1583’de II. Selim’in eşi Nurbanu Sultan tarafından Üsküdarda yaptırılmış olan külliyenin bir parçasıdır. Zamanla tamamen akıl hastalarına ayrılmış, 19.yy’da “Dr Monceri” tarafından modernize edilerek çağdaş tedavi yöntemlerine geçilmiştir. Bu yüzyılın iz bırakan hekimlerinden bazıları ise şunlardır: “Nidai” (1520‐1566): Ankaralı ve asıl adı Şaban olup Nidai, şiirlerinde kullandığı mahlasıdır. Kırım Hanı Sahip Giray’ın hocasıdır. Elçi olarak İstanbulda bulunduğu sırada Han’a şikayet edilerek hapse attırılmış, yedi yıllık mahkumiyeti sırasında tıp bilgisini kazanmıştır. Hapis yaşamı sonrasında Konya Valisi Şehzade Selim’in özel hekimliğini yapmıştı. Şehade Selim tahta geçince, onunla birlikte İstanbul’a gerek sarayın hassa hekimleri arasında yer almıştır. Gerek sağlık, gerekse sağlık dışı alanlarda çok sayıda eser vermiştir. Bunlar arasında ağız ve diş sağlığı ile ilgili bölümler içeren tek eseri “Menafi‐ün Nas”’tır. Ondördüncü bab’da, diş ağrısı, nevazil, diş kurdunun çıkarılması, çekim, çene kırık ve çıkıkları incelenmiştir. Çekilecek dişin gevşetilmesi için kırk gün saf sirkede yumuşatılmış “Udülkahır”’ın diş üzerine konulması önerilmiştir. Temizlik için dişlerin şap külü ve bez ile ovulması önerilmiştir. Nevazil tedavisi için çok yağlı çıranın doğranıp ezilmesi ve ağzı hamurlanmış bir kapta sirke içinde kaynatılması, elde edilen sıvı ile ağzın sabah akşam çalkalanması önerilmiştir. Diş ağrısı için formül ise şöyledir: “Kişniş tohumu döğüb sirke ile kaynadasun, dişi ağrıyan kişi ağzına alub mazmaza ede, derhal sakin ola. Diğer, ağzına ıssı su ile ağrısı ziyade olursa kişniş ve akırkarha ve biraz kafur cümle sahk edüb alilin dişleri dibine süre, şifa bula. Harbak ki ona karaca ot derler, eğer çürümüş kök üzere koyalar, yara çeküb ala. Ağzı kokan turunç kabı, sünbül, darçın, kakule, karanfil ve mastika birer dirhem hep beraber bir denk misk’i gülab’la eze, beş dirhem “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 85 zamk’ı Arabi ile ıslata ve mezkür eczayı döğüp karıştıra, kurs ide, gece yatarken ağızda tuta.” “Ahmedi”: Bir diğer şair‐hekim olan Ahmedi’nin “Mecmautüttıp” adlı eserinde, diş ağrısı hakkındaki bölüm şöyledir: “Kişinin dişleri sızlarsa cana Deve eyle bu resme eyliye ihya İlan kavını sirke içre ıslat Ağızda mazmaza kıl ki bula rahat.” “Risale‐i Kaysuni Zade” adlı eserdeki diş ağrısı ilacı ise şöyledir: “Deva‐yı Derdi Dendan (Diş derdinin ilacı): Dişin ağrısına mevzek (yaban üzümü) ey yar Tarçını ıslatıp penbe (pamuk)ye sar Dişin üstüne ko rahat ola Ya katrana ya bezire bula Sonra ko dişe sakin ola Şol dişe ki çürüye kökü kala Hazbeki (zehirli ve kusturucu bir ot) ko üste çeküp ala” “Ali bin Osman”: Askeri cerrahtır. “Kitab‐ı Mualecat” adlı eserini halkı bilgilendirmek üzere yazmıştır. İçinde diş ve ağız ağrıları için çeşitli ilaç tarifleri bulunmaktadır. “Musa bin Hamun” (1490‐1554): Granada’da doğmuştur. İspanya’nın ünlü bir hekim ailesine mensuptur. Musevilerin İspanyadan göçü sırasında İstanbula gelmiş, eğitimini hem babasından hem de Fatih Darüşşifasından almış, saray hekimliğine kadar yükselmiştir. Fatih Darüşşifasından hocası olan “Ahi Çelebi”’nin etkisi ile yazmış olduğu eserinde ağız sağlığı, diş anatomisi, diş ve dişeti ağrıları hakkında geniş bilgi bulunmaktadır. Yazara göre diş ağrısı, dişetinden sülük yardımı ile ya da dil altından, çene altından ve enseden kötü kan’ın alınması yolu ile geçirilir. Dişeti hastalığına, gül suyu, mersin suyu, Gülnar suyu, semizotu ve meşe palmutunun kaynamış suyu ile gargara tavsiye eder. Dişeti kanıyorsa, birer dirhem şap, tuz ve turunç kökü ile iki dirhem gül kurusu sirke ile karıştırılıp gargara yapılmalıdır. Musa bin Hamun, diş temizliği için nar, zeytin ve çam dalları ve gül suyu gargarası tavsiye eder. Dolgu “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 86 maddesi olarak, zaç yağı (derişik sülfürik asit, vitriol, karaboya) ile karıştırılmış ham amber kullanmıştır. Yazarın kullandığı bir diğer dolgu maddesi ise, ikişer dirhem afyon, akırkarha ve kına’nın kakule ile dövülüp bal ile karıştırılması ile elde edilir. Musa bin Hamun’un sallanan dişler hakkındaki görüşleri şöyledir: “Dişler şu beş sebepten oynar: Bir şey dokunması yada düşme sonucu bir vuruşa uğraması. Bağlanmış yada perkişmiş olan sinirlerin nevazil yada yaşlılıktan gevşemesi. Diş sağlam olduğu halde bulunduğu yerin oyulup yenmesi ve bollaşması. Dişlerin kuruması ve küçülmesi. Mesela ihtiyarlarda, çünkü ihtiyarların tüm azası kuruyup eksilip çekilmiştir. Yaşlılarla aç kimselerin azasına kuruluk ve eksiklik gelir, çünkü azasının beslenmesine lazım olan yemek azalmıştır. Dişlerin arasında, perkişmelerine sebep olan etler eski hali gibi bitip büyüyemez, dişlerin aralığı boş kalır çünkü, sıkışması ve perkişmesi kalmamıştır.” Sallanan dişlerin sabitleştirilmesi için iyi beslenme ve 2 dirhem şap, 1 dirhem bakır, zambak kökü ve selvi kabuğunun dövülüp gül yağı ile yoğurulması ile elde edilen bir yakı tavsiye edilmiştir. Musa bin Hamun’un diş çekimi hakkındaki görüşleri ise şöyledir: “Şimdiye kadar zikredilen ilaçlar dişin ağrısına fayda vermezse çekilmesi caiz olur. Ağrıya sebep olan dişetleri ya da dişin sinirleri ise, onun çekilmesi zararlıdır. Bu gibi dişlerin çekilmesi için bazı çekici koparıcı ilaçlar ile önceden dişin üzerine yakı yapmak gerekir. Bu yakı, dişetlerini neşterle çizip, üzerine çekici ilacı yapıştırmakla olur. Bunun ilacı şöyle yapılır: beşer dirhem dut ağacı kabuğu ve akırkarha, sirke ile dövülüp bal kıvamına gelinceye kadar güneşte kızdırılır ve sonradan ağrıyan dişin kökü üzerine bununla yakı yapılır. Bu yakı günde üç kez değiştirilir. Ya da akırkarha sirke içinde dövülüp yağ içinde kırk gün saklandıktan sonra sızılı olan yerlere sürülür ve iki üç saat tutulur.” On yedinci yüzyılda, Osmanlı tıbbı üzerinde batı etkileri görülmeye başlamıştır. Rönesans ve reform sonrası atılım yapmış olan batı tıbbının önemli eserleri, Latince bilen “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 87 hekimler tarafından çevrilmeye başlanmıştır. Farmakoloji ve biyokimya’ya ağırlık verilmiş, yenidünya kaynaklı altın otu ve kınakına gibi bazı droglar Osmanlı ülkesinde de tanınır olmuştur. Bu yüzyılı en önemli tıp kuruluşu, Sultan I. Ahmed tarafından 1617’de yaptırılan külliyenin bir parçası olan “Sultanahmed Darüşşifası”’dır. Günümüzde, yerinde başka yapılar bulunmaktadır. Bu çağda da, el yazması eserlerinde diş sağlığı konusuna değinen ünlü hekimler olmuştur: “Salih bin Nasrullah”(?‐1699): İbni Sellum olarak da tanınır. Önceleri Katolik iken sonradan islamı seçmiştir. Önce din eğitimi, sonra Halep Darüşşifa’sında tıp eğitimi aldı. Halep Valisi İbşir Paşa’nın ziyareti sırasında İstanbul’a geldi ve hassa hekimi oldu. Fatih Darüşşifası hekimbaşılığı, Meke ve İstanbul Kadılığı, Anadolu Kazaskerliği görevlerinde bulundu. En önemli tıbbi eserleri şunlardır: “Gayetü’l Beyan fi Tedbir‐i Bedeni’l İnsan”: IV Mehmed’in emri ile 1665’de yazılmıştır. Çeşitli hastalıklar ve tedavide kullanılan drogların ve çeşitli Galenik preparatların yanı sıra diş hastalıkları ve tedavileri ile ilgili bilgi içermektedir: “Turunç safrayı keser. Kabuğunu dişin üstüne koysalar ağrısını teskin eder. Çörek otu bal şerbetiyle kaynadup içmekle, buhur etmekle ve mazmaza etmekle diş sızısını teskin eder. Sumak su ile mazmaza etmekle ağrıyı giderir, sirke ile mazmaza etmekle dişeti kanamasını durdurur. Kuru gül ağız yarasına sürülse iyidir. Mazu, sirkeyle pişirilip sahk edilip diş diplerine sürseler dipleri muhkem eyler, oynamış dişi pekiştirir. Diş ağrısına ikişer dirhem ban tohumu ve haşhaş tohumu sirke ve suyla kaynadup mazmaza edeler. Sekiz dirhem udülkahir ve dörder dirhem kızılbehmen ve ban tohumu, ikişer dirhem şap ve kesira döğüb sirke ile yoğura, kurslar yapa, sirke içinde ezerek ağrıyan dişe koyalar. Ağız kokusu için, üçer dirhem karanfil, cevz‐i bevva, elli dirhem gül ve birer dirhem kakule, gül ve tarçın sahk edip (dövüp), gül suyu ile hal edib hap yapalar ve birini ağza alalar.” “Zeynelabidin bin Halil” (?‐1646): Fatih Darüşşifası hekimbaşılarındandır. IV Murad için yazdığı “Şifa al‐Fu’ad li Hazret‐i Sultan Murad” adlı kitabı ile bilinir. Turunç kabuğunun diş ağrısına, kerevizin soğuktan olan diş ağrısına iyi geldiği, karanfil ve maydanozun ağız kokusunu giderdiği gibi bilgiler içermektedir. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 88 TÜRKİYEDE MODERN DİŞ HEKİMLİĞİ On sekizinci yüzyıl, Osmanlı’nın her alanda olduğu gibi sağlık alanında durduğu hatta gerilediği bir dönemdir. Evliya Çelebi, bu yüzyılın İstanbulundaki “Esnaf‐ı Cerrahan”’ı şöyle tarif etmektedir (29): “Esnaf‐ı cerrahan; dekâkin 400, neferât 700, pir’leri Ebu Ubeyd Kassab’dır. Selmân‐ı Pak belin bağladı. Kabri Lahsa’da medfundur. Bu ta’ife pür‐silâh olup taht‐ı revanlar üzre dükkanlarının dişin çıkaracak kelpedân ve mengâne ve küsküler ve destaver ve minşar ve malga ve eğe ve dahi niçe bin elvan alât‐ı cerrahân ile karhanelerin zeyd idüp bazı ademlerin kolların ve başların ve ayakların timar eder şekilde ubur iderler.” Tarif edilen bu esnafın lonca düzeninde örgütlendikleri, kavuklarına özel bir nişane taktıkları, çıraklıktan yetiştikleri ve ustalarından berat aldıktan sonra bağımsız çalışabildikleri bilinmektedir. III. Selim’in ıslahat hareketi kapsamında kurulan askeri hastaneler, bu dönemde açılan az sayıdaki sağlık kuruluşuna örnektir. On dokuzuncu yüzyıl ise tüm tıp dallarının ve bu arada diş hekimliğinin de disiplin altına alındığı ve kurumsallaşmaya başladığı bir dönemdir. Türk tıbbının çağdaşlaşması ve batılılaşması bu dönemde de hızla sürmüştür. Çağdaş tıp eğitimi, 1827’de II. Mahmud’un kurduğu “Tıphane ve Cerrahhane‐i Amire” ile başlamıştır. Haydarpaşa (1845), Gümüşsuyu (1846) ve Gülhane (1898) gibi Askeri Hastanelerin açılışı hızla devam etmiştir. Dönemin önemli sivil hastaneleri ise; Vakıf Gureba (1845), Zeynep Kamil (1862) ve Şişli Çocuk (1899) Hastaneleridir. Bu hastanelerin hiçbirinin kadrosunda diş hekimi bulunmamaktadır. Bununla birlikte; Topkapı, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarının hastane ve eczanelerinde kadrolu bazı dişçilerin bulunduğu da gösterilmiştir. “Mabeyn Erkan‐ı Sıhhiyesi Defteri”’künyesinde kayıtlı bu dişçilerden “Dişçi Hayık Efendi” 1885’de, “Serdişçi Mösyö Heiden” ve “Dişçi Jean Bari Efendi” 1895’de, “Dişçi David Hayon Efendi” 1900’de, “Dişçi Halit Şazi Bey” 1907’de, “Dişçi Mihran bin Haçatur Efendi” 1909’da ve “Sohtezade Hüseyin Talat Bey” ise 1912’de atanmışlardır. Bu hassa dişçileri hastalarını “eczahane‐i humayun”’da tedavi ederlerdi (14,25). Diş hekimliği mesleğinin bu dönemdeki uygulayıcılarının eğitimi çok çeşitli idi (14,25,30,31): “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 89 1. Cerrahlar, tıp eğitimi almazlardı. Bir bölümü “Cerrahhane‐i Amire”’de üç yıllık cerrahlık eğitimi almış, bir bölümü ise “tımarcı” (hastabakıcı)’lıktan yetişmişlerdi. Küçük cerrahi müdahaleler yanında dişçilik de yaparlardı. Bazılarının yalnızca dişçilik yaptıkları da bilinmektedir. 2. Diş hekimlerinin yanında çalışarak mesleği çıraklık yolu ile öğrenen kişiler, basit bir uygulama sınavından geçerek “permi” yani izin belgesi alırlardı. 3. Tıp eğitimi almış hekimlerden bir bölümü yalnızca dişçilik yaparlardı. 4. Yabancı ülkelerde diş hekimliği eğitimi almış olan diş hekimleri görece en küçük grubu oluşturuyordu ve çoğu da hassa hekimi olarak görev yapıyorlardı. Türkiye’deki ilk diş hekimliği okulu ise 1908’de kuruldu. Türk Diş Hekimliği eğitimi Uzel (30,31) tarafından dört evreye ayrılarak tarif edilmektedir: 1. Okulun kurulduğu 1908 öncesi. 2. Kuruluş’tan Dr. Kantorowicz’in gelişine kadarki dönem (1908‐1934). 3. Dr. Kantorowicz dönemi (1934‐1948). 4. Dr. Kantorowicz sonrası. Bütün batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de, diş hekimliği eğitiminin oluşumu ve gelişimi tıp ve cerrahi eğitiminden ayrı düşünülemez. Bu nedenle, aşağıdaki satırlarda aynı yol izlenecek ve Türk Diş Hekimliği eğitimi, tıp ve cerrahi eğitimi paralelinde incelenecektir. Türk Diş Hekimliği eğitimini kurumsallaşmaya götüren gelişmeler aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Fatih Sultan Mehmet tarafından 1470’de kurulan külliye bünyesindeki darüşşifa, Osmanlı İmparatorluğunun ilk tıp okulu sayılabilir. Çünkü vakfın kuruluş defteri olan “vakfiye”’sinde, darüşşifa’da tıp öğrencileri için odalar bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca Evliya Çelebi’de, darüşşifa’da bir “dersiâm” yani idareci öğretmen bulunduğunu yazmıştır. Ayrıca, Fatihin özel kütüphanesinden külliyeye bağışladığı yüzlerce kitap arasında çeşitli tıp kitapları bulunduğu da kaydedilmiştir. Fatih Darüşşifası ile başlayan ve 1555’de Süleymaniye Darüşşifası ile güçlenen bu dönem, Türk tıp eğitiminde “Medrese Dönemi” olarak bilinir (12,25). Tıp eğitiminin modernizasyonunu amaçlayan III. Selim 1805’de, taassup karşısında cesareti kırıldığından, yalnızca Rum öğrencileri kabul eden bir tıbbiyeyi Kuruçeşme’de açmayı başardı. II Mahmut ise 1827’de, “Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi”’nin tavsiyesi ile ve yeni “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 90 kurulan “Asakir‐i Mansure‐i Muhamediye” ordusuna tabip yetiştirmek üzere “Tıphane ve Cerrahhane‐i Amire”’yi kurdu. Bu okul ile başlayan dönem, Türk tıp eğitiminde “Askeri Tıbbiye Dönemi” olarak bilinir. Şehzadebaşındaki Tulumbacıbaşı konağının üst katta tıphane, alt kata ise cerrahhane ders görüyordu. Tıphanenin eğitim süresi beş, cerrahhaneninki ise üç yıldı. Okullara giriş ve sınıf geçme sınavsızdı. Hocaların olumlu kanaatini kazanan öğrenciler üst sınıfa alınırdı. Sonraları bina yetersiz kaldığında önce cerrahhane Değirmenkapı’daki “hastalar odası” denen yere, sonra da tıphane, Gülhane’deki “Kırmızı Kışla”’da denilen “Otlukçu Kışlası”’na taşındı. 1836’da iki okul bu binada tekrar birleştirildi. Eğitim dili tıphanede İtalyanca, cerrahhanede ise Türkçe idi. Okul iki yıl sonra, bugünkü Galatasaray Lisesi’nin binalarına taşınarak “Mekteb‐i Fünun‐u Tıbbiye‐i Şahane” adını aldı. Okul, Viyana’dan getirilen “Muallim‐i Evvel Dr. C.A. Bernard”’ın yönetimine teslim edildi. Eğitim dili Fransızca oldu. Yabancı dili yetersiz kalan tıbbiyeliler cerrahlar sınıfına ayrıldılar. 1839’da ise “eczacılar sınıfı” kuruldu. Bu sınıfların oluşturulması, müfredat ve programlarının belirlenmesi ve eğitimin modernizasyonundaki katkıları nedeni ile Dr. Bernard Türkiye’de modern tıp eğitiminin kurucusu olarak görülmektedir. Avrupa’nın çeşitli tıp fakülteleri ile ilişkiler ve Dışa açılma çabaları sonucunda ise Tıbbiye‐i Şahane 1847 yılında Avrupa ülkeleri tarafından “Tıp Fakültesi” olarak tanındı. 1849’daki büyük Galatasaray yangını sonrasında tıbbiye‐i şahane önce Halıcıoğlundaki I. Topçu Kışlası’na, 1865’deki kolera salgını sırasında bu binanın hastaneye dönüştürülmesi üzerine Hasköy’deki Gergeroğlu Konağı’na, ertesi yıl ise Sirkeci’deki Demirkapı Kışlası’na taşınır. Sivil Tıbbiye, yani “Mekteb‐i Tıbbiye‐i Mülkiye”, 1867 yılında bu binanın bir odasında Türkçe tedrisata başlar. Galatasaray’daki eski bina artık onarılmış olduğundan Tıbbiye‐i Şahane 1874’de Demirkapı’dan Galatasaray’a taşınırlar. Ancak 1876’da bu binada “Mekteb‐i Sultani” açılınca Demirkapı Kışlasına geri dönmek zorunda kalırlar. Bu sırada yenilik hareketleri devam ediyordu. “Darülkelp Tedavihanesi – Kuduz Müessesesi” 1887’de, “Telkihhane ‐ Çiçek Aşısı Enstitüsü” 1888’de, “Göz ve Nisaiye Klinikleri” 1892’de açılır. Aynı yıl, hekim ve cerrah sınıfları birleştirilir.1893 kolera salgını sırasında bakteriyoloji dersi müfredata ilave edilir, “Bakteriyolojihane” kurulur ve Louis Pasteur’ün önerisi ile öğrencilerinden “Dr. Maurice Nicolle”’ün yönetimine verilir. 1870’de tıbbiye‐i şahanede dersler Türkçe verilmeye başlanır. 1903‐1904 ders yılında ise II. Abdülhamit tarafından Haydarpaşa’da yaptırılan binasına taşınır (12,25). Mekteb‐i Tıbbiye‐i Mülkiye’nin 1867’deki kuruluşu, Türk tıp eğitiminde “Sivil Tıbbiye Dönemi” olarak bilinmektedir. Okulun en önemli özelliği, eğitim dilinin Türkçe oluşudur. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 91 Sirkeci’deki Demirkapı Kışlasında eğitim yapan Tıbbiye‐i Şahane’nin bir odasında açılan okul, daha sonra Kadırga’daki Menemenli Mustafa Paşa Konağı’na taşınmıştır. Bu okula 1908’de Maarif Nezareti tarafından fakülte statüsü kazandırılmıştır (12,25). Artık her ikisi de fakülte statüsündeki askeri ve mülki tıbbiyeler 1909’da Haydarpaşa’daki binada birleştirilerek Tıp Fakültesi adını aldılar. Böylece başlayan dönem, Türk tıp eğitiminde “Fakülte Dönemi” olarak bilinir. Öğretim üyeleri Haydarpaşa binasını kent merkezinden uzak bulduklarından 1933 Üniversite Reformu sırasında Tıp Fakültesinin çeşitli bölüm ve klinikleri kent içine (Beyazıt, Gureba, Haseki, Cerrahpaşa, Bakırköy, Şişli vb.) dağıtıldı (12,25). Türkiye’de modern diş hekimliği eğitiminin tam anlamı ile başlaması ise, Tıbbiye‐i Mülkiye’nin kuruluşu ile yaşıttır. Sivil Tıp Fakültesinin kuruluşundan hemen sonra, 22.11. 1908’de, Maarif Nazırı “Emrullah Efendi”’nin isteği üzerine Eczacı ve Dişçi Mektepleri’nin bütçeleri Tıp Fakültesinden ayrı düzenlenmiş, bu yeni okulun adı “Darülfünun‐u Osmani Tıp Fakültesi Eczacı ve Dişçi ve Kabile ve Hastabakıcı Mektepleri” olarak belirlenmiş ve Tıp Fakültesinden boşalacak Kadırga’daki ahşap konak bu yeni okula tahsis edilmişti. Bu okulun kuruluşunu sağlayan kişiler; Tıp Fakültesi ilk dekanı “Cemil Paşa (Topuzlu)”, Maarif Nazırı “Emrullah Efendi” ve Tıbbiye‐i Şahane “cerrahi‐i sagir”(küçük cerrahi) muallimlerinden “Halit Şazi Bey (Kösemihal)”’dir (12,14,25,30,31). Cemil Topuzlu Paşa okul müdürlüğüne “Mustafa Münif (Karaolçun) Paşa”’yı atamıştır. Okulun kuruluşu oldukça güç olmuştur. Bina ve kadro eksiklikleri yüzünden eğitime ancak ertesi yıl başlanabilmiş, tıp fakültesi hocalarının şiddetli direnişi ile karşılaşılmıştır. Hocalar, dişçi mektebine para harcamak yerine kendi maaşlarının 2000 kuruştan 3000 kuruşa yükseltilmesini talep ederek tıp fakültesi bütçesinin müzakeresini geciktirmişlerdir. Eylül 1909’da tıbbiye‐i şahane ve tıbbiye‐i mülkiye’nin birleştirilmesi sonrasında, yeni Tıp Fakültesi ile Eczacı Mektebinin hocalarının seçimi her iki okulun hocalarından oluşan bir komisyon tarafından yapılmış, dişçi mektebi hocalarının seçimi için ise Tıp Fakültesi Muallimler Meclis’nin oluşması beklenmiştir. “Mazhar Paşa (Hüsnü Dural)”, “Orhan Abdi”, Tevfik Recep”, “Halit Şazi” ve “Tevfik Vacit”’ten oluşan meclis Halit Şazi Bey’i “Dişçi Mektebi Tedrisat Direktörlüğü”’ne ve “Emraz‐ı Mütenevviali Esnan Muallimliği”’ne atamış; muallimliklere ise “Ananyan”, “Terziyan”, “David Hanon”, “Sami Günzberg”, “Sürenyan” ve “Hüseyin Softazade”’yi aday göstermiştir. Dişçi Mektebi Muallimler Meclisi ilk toplantısını, “Halit Şazi “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 92 Bey” başkanlığında ve “Hüseyin Talat Bey” ile “Terziyan” ve “Manok Leon Efendi”’lerin katılımı ile 28.10.1909’da yapmıştır. Bu toplantıda yapılan ders dağılımı aşağıdaki gibidir: Halit Şazi : Emraz ve Seririyat‐ı Mütenevviai Esnan (Diş Hastalıkları ve Kliniği) Terziyan : Ameliyat‐ı Sinniye Tatbikat ve Nazariyatı (Diş Tedavisi Kuram ve Uygulaması) Manok Leon : Teşrih (Anatomi), Fizyoloji ve Ensac (Histoloji) Hüseyin Talat : Müfredat‐ı Tıp, Fenni Tedavi‐i Esnan (Diş Tedavisi Farmakolojisi), İptal‐i His (Anestezi) ve Hıfzıssıhha (Halk Sağlığı) Fizik, kimya, nebatat ve hayvanat dersleri, Eczacı Mektebi hocaları tarafından verilmekte idi. Daha sonra, Tasni‐i Esnan (Protez) derslerine “Hristo Yuvanidis” atanmıştır. Okul, birinci dünya savaşı sırasında bir buçuk yıl kapalı kalmış, 1916’da tekrar açılmıştır. Bu sırada yabancı uyruklu hocaların İstanbul’dan ayrılmaları üzerine eğitim kadrosu iki hocaya kadar düşmüş, bir ara Halit Şazi Bey altı dersi birden vermek zorunda kalmıştır. Halit Şazi Bey’in 1921’deki ölümü sonrasında ders programında bazı değişiklikler yapılmıştır (30,31). Dönemin protez hocası “Halil Salih”’in 1922’de yazdığı “Ameli Tasni‐i Esnan” adlı 51 sayfalık eseri, Musa bin Hamun’un kitabından sonra, yalnız diş hekimliği ile ilgili ilk Türkçe kitaptır. Kadırga’daki binanın bakımsızlıktan kullanılamaz hale gelmesi üzerine Eczacı ve Dişçi Mektepleri 1916’da Beyazıt’a, bugünkü Beyazıt Devlet Kütüphanesi binasına taşınmış, zemin katın tamamı Dişçi Mektebine tahsis edilmiştir. Müdürlüğe, Prof. Dr. Server Hilmi Büyükaksoy atanmıştır. Mustafa Münif Paşa gibi, o da diş hekimi değildir. Okulun diş hekimliği eğitimi almış olan ilk müdürü; İsviçre’de tıp, Fransa’da diş hekimliği okumuş olan ve Lozan’da çalıştığı sırada Profesörlük verilerek İstanbul’a davet edilmiş olan Prof. Dr. Kazım Esat Devrim idi (30,31). 1925’de okulun adı “Diş Tababeti Mektebi”, mezunların ünvanı ise “Diş Tabibi” olarak değiştirilmiş, 1926’da giriş sınavı yerine yalnız lise mezunları kabul edilmeye başlanmış, 1928’de bahçede bir rontgen servisi kurulmuş, aynı yıl çıkan “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz‐ı İcrasına Dair Kanun”’un 30. maddesi uyarınca mesleği uygulama yetkisi yalnızca bu okulun mezunlarına verilmişti (14,25). Cumhuriyetin ilanı ile birlikte tüm kurumlarda başlatılan reform çalışmalarından Darülfünun’da payını almış, 1931 yılında Cenevre Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji hocalarından “Dr Albert Malche”, Darülfünun’un modern bir üniversiteye dönüştürülebilmesi “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 93 için gereken reform hakkında bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Malche’nin hükümete sunduğu rapor uyarınca 31 Mayıs 1933’de Darülfünun kapatılmış, yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Ancak, Batı Avrupa ülkelerinden öğretim üyesi getirilemediği için üniversite reformu yarım kalmıştır. Aynı yıl Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesi ile Musevi asıllı bilim adamları için yaşam güçleşmiş, bunların çoğu korkutularak kaçırılmış ya da Almanya dışına sürülmüşlerdir. Bu bilim adamlarının sözcüsü durumundaki “Dr Schwartz”, Ankara’da Maarif Vekili “Reşit Galip” ile görüşerek, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan bilim adamlarının İstanbul Üniversitesinde görevlendirilmelerini önermiştir. “Albert Einstein”’ın M. Kemal Atatürk’e yazdığı rica mektubunun da kararın alınmasında etkili olduğu bilinmektedir. 6 Temmuz 1933’de 30 Alman pofesörün İstanbul Üniversitesinde sözleşmeli olarak çalıştırılmasına dair karar alınmıştır. Bu Alman profesörlerden biri, “Prof. Dr. Alfred Kantorowicz (1880‐1962)”’dir. Dr. Kantorowicz Berlin’de önce diş hekimliği sonra da tıp eğitimi almış, diş hekimliği doktora derecesini aldıktan sonra çeşitli hastanelerde dahiliye ve enfeksiyon hastalıkları bölümlerinde asistanlık yapmış, cerrahi ihtisasını aldıktan sonra diş hekimliği fakültesinde önce asistan sonra doçent olmuş, birinci dünya savaşında cerrah olarak hizmet etmiş, savaştan sonra Bonn Okul Çocukları Kliniği Yöneticiliğini yapmış, 1918’de profesörlüğe, 1923’de ordinaryüs profesörlüğe yükseltilmiş, 1933’de Nazi Hükümeti tarafından Bonn Üniversitesindeki görevinden çıkarılmış, aynı yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksek Okulundaki görevine başlamıştır (14,25). Bu sırada, üniversite reformu kapsamında okulun eğitim süresi de iki yıldan dört yıla çıkarılmıştır (30,31) Dr. Kantorowicz ilk yılında yalnız protez derslerini vermiş, ikinci yıl tedrisat direktörlüğüne atanmıştır. Konservatif diş hekimliğini cerrahiden ayırmış, çene‐yüz cerrahisini tıp fakültesinden ayırarak diş hekimliğine almıştır. 1950 yılına kadar görev yaptığı İ.Ü. Diş Hekimliği Y.O.’nun gelişimine büyük katkılarda bulunmuş, okulun yönetim mekanizması ve müfredatını ABD’deki okullara benzetmeye çalışmıştır. Doktora eğitiminin başlatılması, tekniker, hijyenist ve diş hekimliği hemşiresi okullarının kuruluşu için girişimde bulunmuştur. Kitapları: “Repetitorium”, “Diş tababetinde preklinik laboratorium bilgisi” ve “Diş tababeti şirürjisi”’dir. Dr. Kantorowicz’in yüksek okuldaki idari görevi 1946’da sona ermiş, bu yıl kendisinin yerine Tıp Fakültesinin Adli Tıp hocalarından “Prof.Dr. Hikmet Yalgın” müdür olarak atanmıştır. 1948 yılında İ.Ü. Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Y.O.’nun müfredatı aşağıdaki gibidir: Diş Hekimliği Öncesi (1 yıl): Fizik, kimya, anatomi, manipülasyon. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 94 Klinik Öncesi (1 yıl): Histoloji, embriyoloji, fizyoloji, biokimya, mikrobioloji, maddeler bilgisi, fantomda protez, fantomda diş ameliyeleri, diş hastalıkları. Klinik (2 yıl): I. Grup: Hijyen ve epidemiyoloji, patolojik anatomi, farmakoloji, genel şirürji, ortodonsi, protez, genel patoloji. II. Grup: Diş hastalıkları ve kliniği, diş hastalıkları cerrahisi, ortodonsi, protez, deontoloji, diş hekimliği tarihi, dahiliye, genel cerrahi, KBB Bu yıl Tıp Fakültesi meclisi,, yüksek okulun profesörler kurulu’nun önerisi üzerine dört yeni bağımsız kürsü oluşturmuştur. Bu kürsüler ve ilk başkanları şöyledir: “Diş hastalıkları tedavisi‐ Prof.Dr. Suat İsmail Gürkan (Prof.Dr. Kazım Esat Devrim’e vekaleten)”, “Diş cerrahisi‐ Prof.Dr. Alfred Kantorowicz”, “Protez‐ Prof.Dr. Rüştü Önol” ve “Ortodonti‐ Prof.Dr. Alfred Kantorowicz (Vekaleten)”’. Yüksek Okulun diş hekimliği doktora diploması vermesi kararı da aynı yıl alınmıştır. “Çocuk dişleri servisi” 1949’da, “Periodontoloji servisi” 1956’da kurulmuştur. 1953’de ise “ortodonti” ve “Mektep Çocukları Diş Hekimliği” ihtisas dalı olarak kabul edilmiştir. İ.Ü. Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksek Okulu’nun Prof. Dr. Alfred Kantorowicz ve Prof. Dr.Hikmet Yalgın’dan sonraki müdürleri; “Prof.Dr. Pertev Ata (1955‐ 57)”, “Prof.Dr. Suat İsmail Gürkan (1957‐59)”, “Prof. Dr. Şevket Tagay (1960‐62)” ve “Prof.Dr. Lem’i Belger (1962‐64)”’dir. 11 Temmuz 1964’de yüksek okul, tıp fakültesinden ayrılarak idari ve mali özerkliğe kavuşmuş, “İ.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi” adını almış, eğitim süresi 5 yıl olarak düzenlenmiş, dekanlığa Prof. Dr Suat İsmail Gürkan atanmıştır. Günümüzde kullanmakta olduğu binasına 1970’de taşınmış olan fakültenin “periodontoloji”, “pedodonti” ve “diş hekimliğinde maddeler bilgisi ve metalurji” kürsüleri 1975 yılında kurulmuş, “diş hastalıkları” ve “konservatif diş tedavisi” kürsüleri ise 1976’da birleştirilmiştir. Günümüzde geçerli olan “ana bilim dalları” ise, 6 kasım 1981 tarih ve 1547 sayılı “Yüksek Öğretim Kanunu” ile belirlenmiştir. Türkiye’nin diğer diş hekimliği fakülteleri, kurulduğu kentler, kuruluş yılları ve kurucu dekanları ise aşağıdaki gibidir: 1. İstanbul 9 Darülfünun‐u Osmani Tıp Fakültesi Eczacı ve Dişçi ve Kabile ve Hastabakıcı Mektepleri (1908, Halit Şazi Kösemihal) 9 İstanbul Üniv. Tıp Fak. Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1933, Prof. Dr. Alfred Kantorowicz) 9 İstanbul Üniv. Diş Hekimliği Fakültesi (1964, Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan) “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 95 2. Ankara 9 Ankara Üniv. Hacettepe Tıp Fak. Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1963, Prof. Dr. Erdem Yarkut) 9 Hacettepe Üniv. Diş Hekimliği Fakültesi (1971, Prof. Dr. Erdem Yarkut) 3. Ankara 9 Ankara Üniv. Tıp Fak. Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1963, Prof. Dr. Cihat Borçbakan) 9 Ankara Üniv. Diş Hekimliği Fakültesi (1973, Prof. Dr. Cihat Borçbakan) 4. İstanbul 9 Özel İstanbul Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1962, Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan) 9 İİTİA Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1971, Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan) 9 İİTİA Diş Hekimliği Fakültesi (1979, Prof. Dr. İlhan Çuhadaroğlu) 9 Marmara Üniv. Diş Hekimliği Fakültesi (1982, Prof. Dr. İlhan Çuhadaroğlu 5. İzmir 9 Efes Özel Diş Hekimliği Okulu (1968) 9 Yakındoğu Üniversitesi Özel Dişhekimliği Okulu (1968, Prof. Dr. Fazıl Noyan) 9 Özel İzmir Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1969, Prof. Dr. Muhittin Erel) 9 Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1969, Prof. Dr. İsmail Ulutaş) Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nin günümüze kadar görev yapmış olan dekanları ise aşağıdaki gibidir (33): Prof. Dr. İsmail Uutaş 1969‐73 Prof. Dr. Saim Falakalı 1973‐75 Prof. Dr. Nahide Altan 1975‐78 Prof. Dr. Oğuz Manas 1978‐80 Prof. Dr. Nazmi Ertürk 1980‐82 “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 96 Prof. Dr. Turan Cengiz 1982‐85 Prof. Dr. Berran Öztürk 1985‐94 Prof. Dr. Haluk Baylas 1994‐00 Prof. Dr. Selda Ertürk 2000‐04 Prof. Dr. Serhat Çınarcık 2004‐09 6. Ankara 9 Başkent Özel Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1968, Süleyman Kara) 9 Ankara Diş Hekimliği Özel Yüksek Okulu (1968, Ziver Berkman) 9 AİTİA Diş Hekimliği Yüksek Okulu (1972, Mustafa Güley) 9 Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1982, Prof. Dr. Köksal Baloş) 7. Erzurum 9 Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1971, Dr. Tali Uras) 8. Diyarbakır 9 Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1976) 9. Konya 9 Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1987) 10. Samsun 9 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1992, Prof. Dr. Arslan Akgünlü) 11. Adana 9 Çukurova Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1993) 12. Sivas 9 Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1995) 13. Isparta “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 97 9 Süleyman Demirel Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1995,Prof. Dr. Şenol Tüzüm) 14. İstanbul 9 Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1996) 15. Ankara 9 Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (1999) 16. Kayseri 9 Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2001, Prof. Dr. Bülent Kesim) 17. Trabzon 9 Karadeniz Teknik Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2003, Prof. Dr. İftihar Köksal) 18. Kırıkkale 9 Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2002, Prof. Dr. Sevim Orkun) 19. Lefkoşa‐ KKTC 9 Yakın Doğu Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2007, Prof. Dr. Ersan Ersoy) 20. Zonguldak 9 Karaelmas Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2008) 21. Eskişehir 9 Osmangazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2008) 22. Kocaeli 9 Kocaeli Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2008) “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 98 23. Gaziantep 9 Gaziantep Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (2008) Türkiye’nin ilk Diş Hekimliği Fakültesi 1908’de İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olmakla birlikte; bu tarihten daha önce yabancılar tarafından kurulmuş olan “Merkezi Türkiye Koleji – Central Turkey College at Aintab, Vilayat of Aleppo, Turkey in Asia”’nde diş hekimliği eğitimi verildiği bilinmektedir. Bu okul, Robert Kolej ve Beyrut Protestan Kolejinden sonra Osmanlı İmparatorluğu topraklarında kurulmuş üçüncü yabancı yüksek okuldur. Kuruluşuna 1870 yılında Urfada yapılan Kilikya Ermeni Protestan Birliği’nin yıllık toplantısında karar verilmiş; Massachusetts Eyalet Meclisinin 1874’de çıkardığı kanunla resmen kurulmuştur. Babıali’nin resmi izni ise 1878’de alınmıştır. Okul arazisi “Kethüdazade Taha Göğüş Efendi” tarafından bağışlanmış, misyoner “Tillman C. Trowbridge”’in Avrupa ve Amerikadan topladığı 15.000 USD ile yerli halktan topladığı 5.000 USD ile finanse edilmiştir. Kolej, hazırlık, bilimler ve tıp bölümlerinden oluşmakta idi. Eczacılık ve diş hekimliği eğitimleri, tıp bölümünde verilmekte idi. Eğitim yoğun bir dinsel atmosfer içinde, dualar ve ilahiler eşliğinde veriliyor, öğrenciler YMCA “Young Men’s Christian Association”’nın haftalık ve aylık toplantılarına toplu halde katılıyordu. 1877’de başlayan tıp eğitimi 1899’a kadar sürdü. Bu yıl okulun tıp bölümü ekonomik nedenlerle önce Halep’e, oaradan da Beyrut’a taşındı. Bu süre içinde okuldan 29 diş hekimi mezun olduğu bilinmektedir. Birinci dünya savaşı sırasında Ermenilerin devlet karşıtı etkinliklerine katılıp desteklediği için geri kalan bölümler 1915’de resmen kapatıldı. Savaş sonunda Antep önce İngiliz, sonra da Fransız işgali yaşadı. Kolej binaları işgal sırasında Fransız karargahı olarak kullanıldı. Hastane Türk yaralıları kabul etmedi. Savaş sonrasında 1921’de tekrar canlanmaya çalışan okul 1924’de son olarak kapandı (1,14). TÜRK DİŞ HEKİMLİĞİNİN MESLEKİ ÖRGÜTLENMESİ Türk Diş Hekimliğinin ilk mesleki örgütü, 1912’de Halit Şazi Bey tarafından kurulmuş ve iki yıl sonra hükümet tarafından tescil edilmiş olan “Darülfünun‐u Osmani Tıp Fakültesi Dişçilik Şubesi Mezunin ve Talebe Cemiyeti”’dir. Dernek, birinci dünya savaşı sırasında tüm üyeleri silah altına alınana kadar çalışmalarını sürdürmüştür. “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 99 1922’de Hüseyin Talat başkanlığında kurulan “Müslüman Diş Tabipleri Mezunin ve Talebe Cemiyeti”, Türk Diş Hekimliğinin ilk periyodik yayını olan “Diş Tabipleri Cemiyeti Mecmuası”’nı çıkarmış, 1925’de adı “Türk Diş Tabipleri Cemiyeti” olarak değiştirilmiştir. Bu cemiyet tarafından ilk olarak 1932’de toplanan “Ulusal Diş Hekimliği Kongresi”, günümüzde artık gelenekselleşmiş bulunmaktadır. Türk Diş Hekimleri 1953’den itibaren “Türk Tabipleri Birliği” çatısı altına alınmış, ancak bu idari değişiklik diş hekimliğinin gelişimini yavaşlatmıştır. Uzun süren çalışmalar sonucu 1984’de “Türk Diş Hekimleri Birliği” ve buna bağlı olarak çalışan “Diş Hekimleri Odaları” kurulmuştur. TDB’nin ilk başkanı, “Prof. Dr. Yılmaz Bilgin”’dir. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 100 W 18 X DİŞ HEKİMLİĞİ MESLEĞİNDE KADINLAR Diş hekimliği mesleğinin kurumsal yapılanmasından çok daha önceki dönemlerden beri, bazı kadınların cerrahi uyguladıklarına dair bilgiler ve bulgular bulunmaktadır. Parma’lı Roland’ın Chirurgia adlı eserindeki iki resimden biri, hastanın başına bandaj uygulayan ve yardımcı ile bir kadın cerrahı, diğeri ise, elinde kerpeten tutan bir kadın hekimi resmetmektedir (24). Ortaçağ Avrupasında cerrahlık mesleğinin koruyucu azizesi olarak kabul gören St. Apollonia’nın yaptığı diş çekimlerine ait pek çok sanat eseri bulunmaktadır. Yinede bu örnekler az sayıdadır ve modern diş hekimliğinin oluşmaya başladığı 19. YY’da diş hekimliği hala erkek egemen bir meslektir. On dokuzuncu yüzyılda kurulan ilk diş hekimliği okullarının sayısının çok az olması, giriş için temel eğitim diplomasının zorunlu olması ve dönemin kadınlarının temel eğitimden yoksun olmaları sebebi ile bu kullarda okumak isteyen kadın adaylara engel oluşturmuştur. Örnek olarak 1873’de Avrupa’da sadece Cenevre ve Zürih Üniversiteleri diş hekimliği eğitimi için kız öğrenci kabul ediyorlardı. Üstelik erkeklere temel eğitim veren 407 okula karşılık kızların yalnız bir okulu bulunmaktaydı (34). Elde bulunan belgelere göre, ilk kadın diş hekimi Connecticut’lı Emeline Jones (Roberts)’dır. 1854’de 17 yaşında iken diş hekimi Daniel Albion Jones ile evlenmiş, mesleğe ilgi duymuş, eşinin klinik çalışmalarına yardımcı olmuş ve onun kitaplarını okuyarak kuramsal bilgisini zenginleştirmiştir. 1864’de eşinin ölümü üzerine devir aldığı kliniği 60 yıl boyunca tek başına yönetmiştir. 1893’de ise diplomalı olmamasına rağmen Connecticut State Dental Association üyeliğine kabul edilmiştir (34). Diş hekimliği diploması sahibi ilk kadın ise Lucie Beaman Hobbs’dur. 1833’de New York’ta doğan Hobbs, onaltı yaşında öğretmen okulundan öğretmen okulundan mezun olmuş ve Michigan’ın küçük bir kasabasında işe başlamıştır. O sırada yeni kurulmakta olan Ohio College of Dental Surgery’ye başvurduğunda ise, dekanın sempatisine rağmen “kadınların “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 101 öğrenciliğe kabul edilmedikleri” yanıtını almıştır. Bunun üzerine Cincinnati’deki bütün diş hekimlerinin kapısını çalıp kendisini çıraklığa kabul etmelerini rica etmiştir. Teklifi kabul eden yeni mezun genç diş hekimi Samuel Wardle, Hobbs’u yetiştirmiş, 1861’de Cincinnati’de kendi kliniğini kurmasına yardım etmiştir. Kısa süre sonra kliniğini Iowa’ya taşıyan Hobbs mesleki başarısını hızla yükseltmiş, halkın ve meslekdaşlarının da sevgi ve güvenini kazanmıştır. Öyle ki, American Dental Association (ADA)’ın Iowa delegasyonu, Hobbs bir diş hekimliği okuluna kabul edilmezse birlikten çekileceklerini bildirmişlerdir. Baskılara direnemeyen dekan Hobbs’u 1865’de erkeklerle eşit haklara sahip bir öğrenci olarak OCDS’ye kabul etmiş ve Hobbs 1866’da dünyanın DDS derecesine sahip ilk kadını olarak mezun olmuştur. Bir yıl sonraki ADA toplantısına ise delege olarak katıldı. Erkek meslekdaşlarının bir bölümünden tepki gördü. George T. Baker, kadınların mesleğe girişinden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdiği makalesinde, ADA’da kadınların yetki almalarına engel olacak bir tüzük değişikliği önerdi. Öneri benimsenmedi (34). Henriette Hirschfield ise, Pennsylvania College of Dental Surgery’e kayıt olabilmek için çok uğraşmış ve sonunda başarmıştı. Anatomi profesörünün, kadın olduğu için onu sınıfına kabul etmemesine rağmen engelleri sabırla aştı. İlk mezun grubu arasında yer aldı. Almanya’ya giderek Berlin’in ilk kadın diş hekimi oldu. Berlinliler Dr Hischfield’ı kadın olduğu, erkek giysileri giymediği ve sigara içmediği için uzun süre yadırgadılar. Ama o, Avrupalı pek çok kadının diş hekimliği mesleğine katılmasına önayak oldu (34). Avrupa fakültelerinden mezun olan bu kadın hekimlerin bazıları, 19. Yy’ın sonlarına doğru, çalışmak için İstanbul’u seçtiler, aralarında İstanbul’lu olanlar da vardı. “Diş Tabibesi” ünvanını kullanıyorlardı. Beyoğlu’nda DT Matmazel Hornik, Pangaltı’da DT Matmazel Hekimyan, bunlardandı. Muayenehanesi Meserret Han’da bulunan DT Matmazel Flora Valency ise, İstanbul’da okumuştu. 1903 yılında, Mekteb‐i Fünun‐u Tıbbiye‐i Şahane Dişçilik Şubesi’nin 245 numaralı “icazetname”’sini alarak mezun olmuştu. Dişçi Mavro Efendi ile birlikte, darülaceze’nin fahri dişçiliğini yaptı. Beşiktaş’taki DT Madam Phérice, Vahdeddin ve Reşat Haremlerinin diş tedavileri için haftada iki gün saraya giderdi (34). Diş hekimliğini eşinden öğrenen Hacer Hanım ise, eşinin ölümü üzerine Antalya’dan baba yurdu Isparta’ya döner. Ancak diploması olmadığından muayenahane açamaz. Üç çocuğunu babasına emanet edip İstanbul’a gider ve 1930’da Isparta’ya dönerek muayenehanesini açar. Diploma alıp almadığı bilinmemektedir. Bir olasılıkla, 1928 yılında “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 102 yürürlüğe giren “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarz‐ı İcraına Dair Kanun”’un 32. Maddesi uyarınca permi, yani çalışma ruhsatı almıştır (34). Birinci Dünya Savaşının hemen ardından 1918’de Meclis‐i Vükela, Kadınların da erkekler gibi tababet, dişçilik ve eczacılık yapmalarına izin vermiştir. Fakat Tıp Fakültesi hocalarının karşı çıkması yüzünden hanımların bu okullara girişi çok da kolay olmamıştır. Tıp Fakültesine ilk kayıt 1922’de, diş şubesine ise 1923’de gerçekleşebilmiştir. Diş şubesinin ilk kız öğrencileri, 1923‐24 ders yılında Ayşe Şadiye (No:235), Grasila (no:257) ve Azra Hatice (No:264) hanımlardır. 1929’a kadar bunlara; Fatma Nurhayat (No:297), Melahat (No:301), Talat (No:303), Mahmure (No:321), Aliye Behire (No:354), Hatice (No:356), Hatice Güzin (No:359), Sare Ulviye (No:360), Ayşe Meliha (No:394) ve Samiye Beyazıt (No:416) hanımlar katılmışlardır. Bu yıllarda Balkan ülkelerinde diş hekimliği okulu bulunmadığından, buralardan, özellikle de Bulgaristan’dan gelen öğrencilerin katılımı ile kız öğrencilerin sayısı giderek arttı. Yabancı uyruklu ilk kız öğrenci Grasila (No. 257) hanımın ardından gelenler Yaranohi (No:379), Hermete Takohi (No:405) ve Katerina Vasil (No:409) hanımlardı. 1932’de 19 Türk, 56 yabancı uyruklu kız öğrenci kayıtlı idi. 1939’a kadar toplam 111 kız öğrenci diploma aldı (34,35). İlk Türk Diş Tabibesi Ayşe Şadiye Yusuf, 300/505 numaralı diplomasını 5 Temmuz 1927’de aldı. İstanbul 1902 doğumludur. Kuleli Askeri İdadisi Muallimlerinden Binb. Yusuf Bey’in kızıdır. Kadıköy İttihad‐ı Terakki Mektebinde, Bezm‐i Alem Lisesinde, Çamlıca Leyli İnas Mektebi Sultanisinde ve Kız Muallim mektebinde okudu. El becerisinin çok iyi olduğu, “bilhassa diş çekiminde müstesna bir kabiliyeti olduğu” söylenir. Kadıköy Altıyolağzında Söğütlüçeşme Caddesinde yaşadı. Sınıf arkadaşı Muhittin Güvendiren ile evlendi. Şadiye ve Muhittin Güvendiren 1935’de mukaveleli olarak Kabil’e giderek, Afganistan’ın ilk diş hekimliği okulunu kurdular (32). İ.Ü. Tıp Fak. Diş Hekimliği Y.O. 1957 mezunu DT Necla Timuçin, doktora (PhD) derecesi sahibi ilk Türk diş tabibesidir. Bu doktora aynı zamanda, Türkiyenin ilk cerrahi doktorasıdır. Dr. Necla Timuçin 1968’de doçent olarak, Diş Hekimliği Fakültesinin ilk hanım öğretim üyesi olmuştur (1,34). Diş Hekimliği mesleğininin ilk kadın dekanı ise, 1975’de E.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Dekanlığını yapan Prof. Dr. Nahide Altan’dır. Bununla birlikte Altan’ın eğitiminde diş hekimliği bulunmamaktadır. Veterinerlik ve tıp eğitimi almış, mikrobioloji ve halk sağlığı doktoraları yapmış, veterinerlik doçenti olmuş ve E.Ü. Tıp Fak.’nin Mikrobioloji ve İntan Hastalıkları Kürsüsü’nü kurmuştur (33,34). Türk diş hekimliği fakültelerinin meslekten “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 103 yetişmiş ilk kadın yöneticisi, 1985‐94 yılları arasında E.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi’nin dekanlığını yapmış olan Prof. Dr. Berran Öztürk’tür. Türk Dişhekimleri Birliği’nin ilk kadın başkanı ise Eser Cilasun’dur. WX “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 104 KAYNAKLAR 1. Uzel İ. Anadolu Uygarlıklarında Diş Hekimliği. Yeni Adana Ofset, Adana, 2000 2. Özbek M. Orta Doğu tarih öncesi toplumlarında dişlerin antropolojij yönden incelenmesi. Doçentlik Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1980 3. Harris EF. Oral Tori in the Ticuna Indians, Columbia. Dental Anthropology 1993;7:12 4. Scott GR, Turner II CG. Dental Anthropology. Ann Rev Anthropol 1988;17:99‐126 5. Waweman G, Levy G. Crown variations in the human dentition. J Am Dent Assoc 1974;89:139‐53 6. Yaşar ZF, Erol AS. Minnetpınarı insanlarının ağız ve diş sağlığı. 24. Arkeometri Sonuçları Toplantısı. 26‐30 Mayıs 2009, Ankara (193‐208) 7. Bilgin T, Sülün T, Özbek M, Beyli M. Yakınçağ Anadolu insanlarında dişlerin biyometrik ve patolojik açıdan analizi. İÜ Diş Hek Fak Derg 1994;28:169‐79 8. Özbek M. Çayönü insanlarında diş ve dişeti hastalıkları. V. Araştırma Sonuçları Toplantısı II. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara, 1987 9. Alpagut B. İnsan Yüzünün Evrimi Açısından Aslantepe (Geç Roma dönemi) Yüz İskeletlerinin Biyometrik İncelemesi. Doçentlik Tezi, Ankara, 1981 10. Erdal YS. İznik Geç Bizans Dönemi İskeletlerinin Paleo‐Antropolojik Açıdan İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1991 11. Bilgin T, Sülün T, Özbek M, Beyli M. Yakınçağ Anadolu insanlarında yüz iskeletlerinin biyometrik incelemesi. İst Üniv Diş Hek Fak Derg 1995;29:57‐64 12. Efeoğlu A. Dişhekimliği Tarihi. Yüce Reklam Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, 1992 13. Noras Y. Diş Hekimliği Tarihi. Hacettepe Üniversitesi Yayınları B10, Ankara, 1973 14. Muğan N. Türk Diş Hekimliği Tarihi. İstanbul Üniversitesi Yayınları No:3831, İstanbul, 1994 15. Sandallı P, Tuncer Ö, Yılmaz S, Onan U, Meriç H, Tanatar EG, Arsebük G. Hitit çağında ve zamanımızdan beş yz yıl önce yaşamış Anadolu insanlarının diş ve periodontal sağlıklarının incelenmesi. Periodontoloji Derg 1980;5:91 “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 105 16. Brothwell DR. Digging up bones. British Museum of Natural History. Oxford University Press, London, 1981 17. Hillson S. Teeth. Cambridge University Press, Cambridge, 1986 18. Smith P, Bar‐Yosef O’Sillen A. Archeological and skeletal evidence for dietary change during the late pleistocene early holocene in the levant. (Cohen M, Armeigos G, Eds. Paleopathology at the origins of agriculture) Academic Press, Orlando, 1984 19. Cengiz T. Endodonti. Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları No:1, 1980 20. Clarke N. Periodontitis in dry skulls. Dent Antropol 1993;7:1‐4 21. Hildebold CF, Molnor S. Measurements and description of periodontal disease in anthropological studies. (Kelley MA, Larsen CS Eds. Advances in Dental Anthropology. Willey‐Liss Inc, NY, 1991) 22. Bilgin B, Sevim A, Aktören O, Bilgin T, Sülün T, Güleç E, Beyli M. Elazığ‐Tepecik ortaçağ toplumunda mine hipoplazisi. İst Üniv Diş Hek Fak Derg 2000;34:98‐104 23. Diamond J. Tüfek Mikrop ve Çelik 24. Ring ME. Dentistry An Illustrated History. The CV Mosby Comp, St Louis, 1985 25. Efeoğlu A, Erdemir A, Öncel Ö. Başlangıçtan Günümüze Diş Hekimliği. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2000 26. http://open‐site.org/international 27. Bilinen en eski diş macunu formülü. Dişhekimi Derg. 2006;2:68‐9 28. Proskauer C, Witt FH. Pictorial history of dentistry. Verlag M.DuMont Schauberg, Köln, 1962 29. Gökyay O.Ş. Evliya Çelebi Seyyahatnamesi. 1995, İstanbul 30. Uzel İ. Atatürk çağ ve Türk diş hekimliği. Atatürk Devri Sağlık Politikası Kongresi. 6‐9 Kasım 2007, İzmir 31. Uzel İ. Yüzüncü Yılında Türk Diş Hekimliği Eğitimi’nin Eleştirisi. Çukurova Üniversitesi Basımevi, 2009, Adana 32. Coşar ÖS. Dişçi mektebinden Afganistan’a. TDBD 2008;106:94 33. Bilgehan H, Ertaş E, Akşit B. Kuruluşundan Günümüze Ege Üniversitesi. Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 2005 34. Yıldırım N. Dünyada ve Türkiye’de Diş Hekimliği mesleğinde kadınlar. Toplumsal Tarih 2008;171:58‐63 “Diş Hekimliği Tarihi” Prof. Dr. H. Serdar Çötert E.Ü. Diş Hekimliği Fak. Protetik Diş Ted. A.D. Bornova 2009 106 35. İstanbul Darülfünunu Talebe Ucurat Kaydına Mahsus Defter. Dişçi Diploma Kayıt Defteri I, II, III WX