EKONOMİK BÜTÜNLEŞME VE AVRUPA BİRLİĞİ 8. HAFTA DERS

advertisement
EKONOMİK BÜTÜNLEŞME VE AVRUPA BİRLİĞİ 8. HAFTA DERS
NOTU: Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorileri
Geleneksel dış ticaret teorisine göre dış ticaretin temel nedeni, ülkeler arasındaki
teknolojik farklılıklardan (Ricardo Modeli) veya ülkeler arasındaki faktör donanımları
farklılıklarından (Heckscher-Ohlin Teoremi) kaynaklanan karşılaştırmalı üstünlüklerdir.
Dolayısıyla geleneksel dış ticaret teorisine göre faktör donanımları veya teknolojik açıdan
benzer ülkeler arasında ticaret hacminin büyük olmaması gerekir. Ancak günümüzde
dünya ticaretinin yarısının faktör donanımları veya teknolojik açıdan benzer olan gelişmiş
ülkeler arasında yapıldığı gözlenmektedir. Geleneksel teoriye göre ülkelerin göreli olarak
daha fazla sahip oldukları üretim faktörlerini içeren malları ihraç etmeleri gerekmektedir.
Ancak gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret yapısı incelendiğinde aynı endüstriye ait homojen
veya benzer malların iki yönlü ticaretinin yani hem ithalatının hem de ihracatının yapıldığı
görülmektedir. Bu olgu endüstri içi ticarettir. Endüstri içi ticaret olgusu, geleneksel teorinin
öngörüleri ile çelişmektedir (Akkoyunlu, 1996; 72-73).
Son yıllarda dünya ticareti, benzer faktör donanımına sahip ülkeler arasında ve
benzer ürünlerle yapılan endüstri içi ticaret şeklinde olmaktadır. Endüstri içi ticaret, belirli
bir sanayi dalı kapsamında yer alan birbirinden farklılaştırılmış yapıdaki ürünlerin
karşılıklı olarak hem ihraç hem de ithal edilmesidir ve sermaye/emek oranı benzer olan
ülkeler arasında endüstri içi ticaret yüksek düzeydedir (Küçükahmetoğlu, 2005: 67).
Endüstriler arası ticaret, farklı endüstrilerin ürettiği birbirinden tamamen farklı
ürünlerin ticaretini ifade ederken, endüstri içi ticaret aynı endüstrinin veya geniş ürün
grubunun farklılaştırılmış ticaretine işaret etmekte ve karşılaştırmalı üstünlüklere göre
yapılmaktadır. Belirli bir üründe iki yönlü ticaretin ortaya çıkması endüstri içi ticaretin
ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Paul Krugman’ın öncülüğünü yaptığı Yeni Dış Ticaret Teorisi ise ticaretin sadece
karşılaştırmalı üstünlüğe dayanmayı gerektirmediğini söylemektedir. Bu nedenle Yeni Dış
Ticaret Teorisi endüstri içi ticaretin büyük bir bölümünün ve bu nedenle gelişmiş ülkeler
arasındaki ticaretin çoğunun monopolcü rekabet piyasalarında faaliyet gösteren firmalar
tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre Yeni Dış Ticaret Teorisi,
benzer faktör donanımlarına sahip ülkeler arasındaki ticareti açıklamak için eksik rekabet
ve ölçek ekonomilerine dayanmaktadır. Bu ticaret, endüstri içi ticaret şeklini almıştır
(Vatansever Deviren, 2004: 109).
1
Yeni dış ticaret teorileri 1970’li yılların sonunda ortaya çıkmıştır. Tam rekabet ve
ölçeğe göre sabit getiri varsayımları terk edilerek, eksik rekabet piyasaları ve ölçeğe göre
artan getiri analize katılmıştır.
Yeni dış ticaret teorilerinin incelenmesinde karşılaşılan temel güçlük, teorinin
temellerinin çok sayıda alternatif yaklaşımları içeren eksik rekabet piyasa modellerine
dayanması nedeniyle genel ve tek bir dış ticaret teorisinin olmamasıdır. Bu durumda
seçilen eksik rekabet piyasa modeline göre elde edilen sonuçlar değişmektedir. Bu koşullar
altında yapılacak en doğru şey, eksik rekabet dış ticaret teorilerini özel modeller
çerçevesinde sınıflandırmaktır. Bu durumda monopolcü rekabet ve oligopolistik dış ticaret
teorileri şeklinde bir ayrım yapılabilir (Akkoyunlu, 1996; 73).
1970’li yılların sonuna kadar açık bir şekilde ifade edilmemekle beraber, daha
öncesinde de ölçek ekonomileri ve rekabetçi olmayan davranış biçimlerinin dış ticaret
içerisindeki yerini inceleyen çalışmalar bulunmaktadır. Ölçek ekonomikleri ve eksik
rekabet teorilerinin dış ticaret bağlamında incelenmesinin tarihsel kökenleri klasik
iktisatçılara kadar gitmektedir. Klasik iktisadın dış ticaret teorisi alanında temel konusu
olan ticaretten elde edilen kazanç ve refah etkileri çerçevesinde, Marshall ölçek
ekonomilerinin dış ticaret hadleri üzerindeki etkilerini incelemiştir. Marshall’a göre, ölçeğe
göre artan getirinin olduğu durumda bir ülkenin ithalat talebinin artması, ithalat yapılan
ülkede üretimin artmasına ve ölçek ekonomileri nedeniyle maliyetin düşmesine neden
olacağı için, ithalat yapan ülkenin dış ticaret hadlerinde iyileşme yaratarak refah artışına
neden olabilir. Ölçek ekonomileri ve dış ticaretten elde edilen kazanç arasındaki ilişki
konusunda ise Graham (1923) aksi görüşü savunmuştur. Graham’a göre artan getiri
durumunda dış ticaret, kaynak dağılımını ölçeğe göre artan getirili endüstrilerden azalan
getirili endüstrilere yönelttiği durumda, toplam üretimde düşmeye ve dolayısıyla ülke
refahında azalmaya neden olacaktır (Akkoyunlu, 1996; 73-74).
Ohlin (1933), ölçek ekonomilerinin dış ticaretin belirleyicilerinden biri olduğunu
belirtmiştir. Ohlin’e göre ölçeğe göre artan getiri, büyük ölçekli üretim birimlerinin ve
dolayısıyla uluslararası uzmanlaşma ve imalat sanayindeki dış ticaretin açıklaması olabilir.
1960’lı yıllar ve 1970’li yılların ilk yarısında, benzer faktör donanımları ve teknolojiye
sahip gelişmiş ülkeler arasında endüstri içi ticaretin önemine işaret eden önemli ampirik
çalışmalar yapılmıştır. Balassa (1966) ve Grubel ve Lloyd (1975) gelişmiş ülkeler
arasındaki ticaretin önemli ölçüde endüstri içi ticaret olduğunu saptamış, Balassa (1967)
ise, Savaş sonrası dünya ticaretinde meydana gelen değişmelerin ölçek ekonomikleri ve
2
eksik rekabet teorileri olmadan açıklanamayacağını belirtmiştir. Burada sorulması gereken
soru, neden ölçek ekonomilerine dayanan dış ticaret teorilerinin ortaya çıkmasının 1970’li
yılların sonuna kadar geciktiğidir. Bu sorunun yanıtı, büyük ölçüde ölçeğe göre artan getiri
varsayımı altında, piyasa yapısının matematiksel olarak formüle edilmesinde karşılaşılan
güçlükler nedeniyle test edilebilir bir modelin ortaya konmasındaki zorluklardır
(Akkoyunlu, 1996; 74).
Yeni dış ticaret teorilerine göre ekonomik entegrasyonun üç önemli etkisi vardır:
1. Yer seçimi etkisi: Ekonomik entegrasyonun endüstriyel faaliyetler ve ülkenin
gelir düzeyi üzerindeki etkisini gösterir. Neoklasiklere göre ekonomiler karşılaştırmalı
üstünlüklere sahip oldukları alanlarda uzmanlaşırlarsa ekonomik faaliyetlerin ülkeler
arasında farklılaşmasına sebep olmakla birlikte, faktör fiyatlarının eşitlenmesi teorisi,
serbest ticaret sonucunda faktör fiyatlarının eşitleneceğini öngörmektedir. Alternatif olarak
Baldwin (1994), “Yeni Yer Seçimi Teorisi” olarak adlandırılan yeni yaklaşımı
geliştirmiştir. Bu yaklaşıma göre entegrasyonun, başlangıç aşamasında ekonomik
faaliyetlerin bir bölgede kümelenmesine neden olarak ülkelerin sanayi yapısı ve gelirleri
arasında farklılaşmaya neden olacağı, ancak entegrasyon sürecinin tamamlanması ile
birlikte bu farklılıkların ortadan kalkacağı ve nihai olarak faktör fiyatlarının ülkeler
arasında eşitleneceğidir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 94).
1.1. Firma Yer Seçimi Teorisi: Ölçeğe göre artan getiri ve eksik rekabet koşulları
altında entegrasyonun başlangıç aşamalarında, yığılma güçleri olmasa dahi, küçük ülkede
endüstriyel üretim ve gelirin olumsuz olarak etkileneceğini, ancak ileri aşamalarda küçük
ülkenin endüstriyel üretim ve gelir cinsinden kazancının artacağı yapılan çalışmalarda
görülmüştür. Bu sonuç entegrasyonun başlangıç aşamalarında görülen birbirine zıt iki
etkinin yaratacağı etkiye göre değişmektedir. Venables (1994), birincisi, çevre ülkedeki
firmaların dış ticarete daha bağımlı olması nedeniyle ticaret maliyetlerindeki azalmanın
getireceği ihracat artışının küçük ülkeye sağladığı kazançtır. İkincisi, merkez ülkedeki
firma sayısı, çevre ülkedeki firma sayısından daha fazla olduğu için ticaret maliyetlerinin
azalması sonucu çevre ülkenin iç piyasasında merkez ülkenin firmalarının nüfusu
artmaktadır. Entegrasyonun başlangıç aşamalarında ikinci etki birinci etkiye göre daha
baskın olduğu için çevre ülkenin firmalarının satışlarında azalma gözlenmektedir.
Entegrasyonun ileri aşamalarında ise birinci etki baskın olmakta, çevre ülkelerde ticaret
maliyetlerinin azalması ile firmaların satışları arasında daha sonra artan bir ilişki olduğu
sonucuna varılmıştır. Sonuçta, küçük ülkeler ekonomik entegrasyonun tamamlanmadığı
3
durumda entegrasyondan olumsuz etkilenmektedir. Entegrasyonun tamamlandığı durumda
ise endüstriye giriş çıkış yoksa küçük ülkelerdeki firmaların satışlarında azalmalar
gözlenmekte; endüstriye giriş ve çıkışların serbest ve maliyetlerin sabit olduğu durumda
firmalar büyük ülkede kümelenmekte ve küçük ülkelerde üretim azalmaktadır. Ama
maliyetlerin endojen olduğu durumda, küçük ülkede ücretlerde azalma görülmektedir
(Akkoyunlu-Wigley, 2005: 95).
1.2. Ekonomik Entegrasyon ve Sanayi Yığılması: Geleneksel ekonomi teorisi
firmaların belli bir bölgede yoğunlaşması olasılığını dışlamaktadır. Myrdal (1957), Kaldor
(1972) ve Arthur (1990) geri iletim bilgilerinden bahsetmişlerdir. Buna göre ölçeğe göre
artan getiri ve monopollü rekabet piyasası varsayımları altında pozitif bağlantılar ve
yığılma güçlerine bağlı olarak ekonomik entegrasyon sonucunda ülkelerin sanayi yapısı ve
gelirleri arasında farklılıklar oluşabileceğine dikkat çekmişlerdir. Krugman’a göre pozitif
talep bağlantılarına sebep olabilecek faktör iş gücü göçüdür. Faini, Rivera-Batiz, Venables
ise pozitif arz bağlantılarına sebep olabilecek girdi-çıktı bağlantılarına dikkat çekmişlerdir.
Krugman’a göre hangi ülkede yığılmanın gerçekleşeceği başlangıç koşullarına bağlıdır.
Ekonomik entegrasyonun küçük ve büyük ülke arasında gerçekleşmesi analizin temel
sonuçları itibariyle bir farklılık yaratmamakta ama bu durumda yığılma büyük ülkede
gerçekleşmektedir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 96-97).
2. Kaynak Dağılımı Etkisi: Yeni Dış Ticaret Teorisine göre ticaretin
serbestleşmesinin kaynak dağılımı ile ilgili dört önemli etkisi vardır (Akkoyunlu-Wigley,
2005: 96-101).
2.1. Artan Mal Çeşitliliği Etkisi: Dış ticaret sonucu piyasa büyüklüğünün artması
daha fazla mal çeşidinin piyasada bulunmasını sağlamaktadır. Bu durum tüketicinin
refahını arttırmaktadır. Endüstri içi ticaretin nihai mallardan çok ara mallarında
gerçekleştiğini gören Either (1982) ve Helpman (1985)’a göre serbest ticaret sonucu
tüketiciler için mal çeşitliliğinin artması refah arttırıcı etkisinin yanı sıra ara mallar
çeşitliliğinin artması da refah artışının bir başka kaynağı olmaktadır.
2.2. Rekabet Yanlısı Etki: Dış ticaretin serbestleşmesi sonucu ithalatın artması,
yabancı üreticilerden gelen rekabeti arttıracağı için, yurt içinde üretim yapan üreticilerin
piyasa gücünü azaltarak fiyat-maliyet marjının düşmesine neden olmaktadır. Bu da refahı
arttırıcı bir etki doğurmaktadır.
2.3. Yeniden Yapılanma Etkisi: Eksik rekabet ve ölçek ekonomileri durumunda dış
ticaretin serbestleştirilmesi sonucu rekabetin artması ve karların düşmesi bazı firmaların
4
piyasadan çekilmelerine ve kalan firmaların daha büyük ölçüde üretim yapmalarına neden
olmaktadır. Böylece endüstri içinde kaynakların daha rasyonel dağılımı sağladığı için
kaynak dağılımında etkinliği arttırmaktadır.
2.4. Piyasa Bütünleşmesi Etkisi: Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorisi bölünmüş
ulusal piyasaların tek bir pazar haline gelerek bütünleşmesinin refah üzerindeki etkileri
üzerinde durmaktadır. Çünkü tarife dışı engeller nedeniyle birlik içinde tek pazarın
sağlanamamasının ekonomik maliyetleri olmaktadır. Yapılan çalışmalar asıl refah artışının
tek pazara geçilmesi ile sağlanacağını göstermektedir. Çünkü bu durumda firmaların fiyat
farklılaştırması yapma imkanları kalmamaktadır.
3. Büyüme Etkisi: Büyüme etkisi incelenmeden önce iktisadi büyüme olgusuna
değinilecektir.
İktisadî Büyüme Olgusu
Tanım ve Açıklama
Ülke ekonomileri için en önemli kavramlardan biri olan iktisadî büyüme, dar
anlamda, bir ekonominin üretken kapasitesindeki artış olarak tanımlanabilir. Bir başka
deyiş ile iktisadî büyüme, “ulusal ekonominin temel verilerinde (işgücü, doğal kaynaklar,
teçhizat) fert başına bir yıldan öbürüne daha yüksek bir reel gelir sağlayacak şekildeki
artışlar” olarak da ifade edilebilir (Ülgener, 1976: 409).
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iktisadî büyüme çok tartışılan
kavramlardan biri olmasına rağmen kavram, iktisadî kalkınma kavramı ile sık sık
karıştırılmaktadır. Kalkınma, bir toplumun ekonomik, sosyal, politik, kültürel, teknolojik
alanlarında arzu edilen her türlü değişim ve gelişimin gerçekleştirilmesidir. Kalkınmanın
gerçekleştirilmesi gereken bir hedef olduğu günümüzde pek çok az gelişmiş ülke
tarafından fark edilmiş ve bu ülkeler kaynaklarını bu amaç doğrultusunda kullanma
eğilimine yönelmişlerdir. Bu bağlamda az gelişmiş ülkelerin yapması gereken istikrarlı
büyüme oranlarının sürdürülmesi ile birlikte kalkınmayı gerçekleştirmektir. Oysa gelişmiş
ülkeler açısından önem arz eden konu iktisadî kalkınmanın sürdürülmesidir. Çünkü bu
ülkeler, genelde, iktisadî büyüme sorunlarını çoktan çözmüşlerdir.
Büyüme Teorileri’nin Evrimi
Neoklasik Büyüme Teorisi
Keynesyen Büyüme Modelleri’nin eksikliklerini gören Neoklasikler, özellikle
Solow (1956) ve Swan (1956),
büyüme teorilerine yeni bir bakış açısı getirmişlerdir.
Neoklasikler, Harrod-Domar Modelleri’nin istikrarsız bir büyümeye yol açması dolayısı ile
5
bu modelleri eleştirmişlerdir. Getirilen eleştirilerden ilki, modelin sabit bir sermaye-hasıla
oranıyla çalışması; ikincisi ise monater faktörlerin yatırım-tasarruf tutarsızlığına yol açarak
tam istihdamın sağlanamamasıdır. Bu varsayımların değiştirilmesi ile istikrarlı büyüme
modelleri kurmak mümkün olabilmektedir (Hiç, 1988: 131). Bu bağlamda NBT’nin
varsayımları aşağıdaki gibi sıralanmıştır:
-Ölçeğe göre sabit getiri söz konusudur,
-Sermayenin marjinal verimliliği azalmaktadır,
-Ekonomide üretilen tek bir mal vardır,
-Faktörler arası ikame olanaklıdır,
-İşgücü sabit bir hızla büyümektedir,
-Ekonomik hayatta devlete sınırlı bir rol verilmektedir.
NBT’nin yukarıda sayılan varsayımları çerçevesinde Cobb-Douglas tipi üretim
fonksiyonu yardımıyla durağan durum büyüme oranının sıfır olduğu sonucuna varılmakta,
bir başka deyiş ile hükümet politikalarının uzun dönemli iktisadî büyüme üzerindeki etkisi
oldukça zayıf kalmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 8) .
Durağan durum dikkate alındığında NBT’nin iki öngörüsü bulunmaktadır: Bu
teoride tasarruf oranı ile kişi başına gelir arasında doğru orantı söz konusudur. Yani nispî
olarak daha çok tasarruf eden bir ülke daha az tasarruf edene oranla durağan halde daha
sermaye yoğun ve daha zengin olacaktır. Fakat tasarruf oranı ne olursa olsun teknolojik
gelişme hızı aynı olan iki ülkenin durağan hal büyüme hızları birbirine eşit olacaktır
(Yülek, 1997: 5).
Ayrıca NBT’de azalan verimler yasası geçerli olduğu için iktisadî büyümeyi
belirleyen temel unsurlar, dışsal kabul edilmelerine rağmen, teknolojideki gelişmeler ve
nüfus artış hızıdır.
NBT’nin ikinci öngörüsü “yakınsama hipotezi”(convergence hypothesis) nin
geçerli olacağı ve ülkeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kalkacağıdır. Ülkeler arası
gelişmişlik farkları, ülkelerin faktör donanımlarının farklı olması ve sermayenin marjinal
verimliliğinin azalması dolayısı ile ortaya çıkmaktadır. Yakınsama hipotezine göre zengin
(gelişmiş) ülkelerden sermayenin getirisinin yüksek olduğu fakir (az gelişmiş) ülkelere
doğru bir sermaye akışı söz konusudur. Ayrıca sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir
ülkede teknoloji de dışsal ve sabitken faiz hadlerinin düşeceği ve fakir ülkelerin zengin
ülkelerden daha hızlı büyüyüp onları önünde sonunda yakalayacağı öngörülmektedir.
Ancak Neoklasikler’in yakınsama hipotezi ile ilgili öngörüleri -özellikle teknolojinin sabit
6
ve dışsal kabul edilmesi- dünya gerçekleri ile örtüşmemiştir. Yakınsama, kısmî olarak
sadece benzer kurumsal yapı ve koşullara sahip ülkeler için söz konusudur. Tüm bu sayılan
gelişmeler ve koşullar İBT ve Modelleri’nin oluşturulması için bir zemin yaratmıştır.
NBT, yaptığı tam istihdam varsayımı dolayısı ile de eleştirilmiştir. Çünkü bu
varsayım da gerçek hayata uymamaktadır. Gerçek hayatta eksik istihdam söz konusudur ve
bu da modeldeki fonksiyonel ilişkilerin tutarsız sonuçlar vermesine neden olmaktadır.
NBT’nin öngörüleri yukarıda sayılan nedenlerle ampirik çalışmalara uygun
değildir. Neoklasik modelin ampirik testi ile elde edilen sonuçlar olgusal gözlemlere uygun
gibi görülse de bunu NBT’nin açıklayıcı ya da öngörücü özelliklerine bağlamak pek
mümkün değildir (Tezel, 2003: 212).
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Neoklasik Büyüme Modeli’nin kullanılmasının
nedeni ise modelin bir denklemler sistemi halinde ve açıkça kurulabilmesi ve bu sistemin
kolayca işletilebilmesidir (Tezel, 2003: 213).
İktisadî büyüme üzerine son yıllarda yapılan çalışmalar, artık Neoklasik büyüme
modellerinin büyümeyi açıklamada yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır. Büyüme
literatüründe Endojen veya Yeni Büyüme Teorisi olarak da adlandırılan İçsel Büyüme
Teorisi (İBT), 1980’li yılların ortalarında bu eksikliği giderecek yeni bir yaklaşım olarak
doğmuştur.
İlk olarak Paul M. Romer (1986) ile başlayan bu alandaki çalışmalar, Robert E.
Lucas (1988) ve Robert J. Barro (1990)’nun katkılarıyla farklı bir boyut kazanmıştır.
Aslında İBT’nin temelleri Adam Smith (1776)’e kadar dayanmaktadır. Smith,
İBT’de özellikle üzerinde durulan işbölümü ve uzmanlaşmaya ilk değinen iktisatçıdır.
Smith’e göre işbölümündeki artışa bağlı olarak emeğin prodüktivitesinde artış meydana
gelmektedir. İşbölümü ve uzmanlaşma sonucu işçilerin beceri ve üretkenliğinin artması, iş
değişiminden kaynaklanan zaman kayıplarını da önlemektedir (Smith, 1997: 109-121).
Daha sonra Alfred Marshall, İBT’de üzerinde durulan dışsal ekonomiler
kavramlarını geliştirmiştir. Dışsallık, bir ekonomik faaliyetin bunu gerçekleştiren
ekonomik birim dışındakileri olumlu veya olumsuz etkilemesidir. Dışsallıkların varlığı
durumunda optimal kaynak dağılımı ve maksimum sosyal yarar sağlanamadığı için tam
rekabet varsayımından vazgeçmek gerekmektedir. İBT’de de bu yapılmıştır. Böyle bir
ekonomide dışsallık, sosyal / özel maliyet ile sosyal / özel fayda arasındaki fark olarak
ortaya çıkmakta ve bu da devletin ekonomiye müdahalesini haklı göstermektedir (Demir,
7
2002: 27). İBT’ye göre bir ekonomide dışsallıklar varsa artık azalan verimler değil artan
verimler söz konusu olmaktadır.
Joseph Schumpeter (1926) ise İBT’de de üzerinde durulan icat, yenilik, yaratıcı
yıkıcılık ve yenilikçi girişimci kavramlarını literatüre kazandırmıştır. Schumpeter’e göre
ekonominin asıl itici gücü, ortaya çıkan yeni teknolojik gelişmeler ve girişimcilerin bu
teknolojileri kullanma becerileridir. İBT, teknolojik ilerlemenin genellikle olumlu etkiler
doğuracağını belirtmiş ve bunu “taşma etkileri” olarak nitelendirmiştir. Niteliksel büyüme
süreci sonucunda ekonomide ortaya çıkan bu olumlu etkiler, hem olumsuz etkileri azaltır
hem de yeniliklerin etkin olduğu yüksek bir büyüme oranı ile reel hasılanın artmasını
sağlar (Kibritçioğlu, 1998: 4).
İBT’de yenilik ve teknoloji fikirlerinden oldukça yararlanılmıştır. Schumpeter’e
göre yenilik, diğer piyasa ya da piyasaları olumlu veya olumsuz etkiler. Bir yenilik
dolayısıyla piyasaların daralıp yok olmasına “yaratıcı yok ediş”; piyasaların gelişmesine
ise “yaratıcı birikim” denir. Teknolojik yenilikler, daima yeni piyasa ya da piyasalar ortaya
çıkarır. Böylece bir dizi yenilik başlamış olur. Schumpeter, ayrıca yeniliklerin ortaya
çıkarılmasında firma içi araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) imkanlarının da önemine
değinmiştir (Oğuztürk, 2003: 258-259).
1962 yılında “yaparak öğrenme” (learning by doing) düşüncesiyle iktisadî büyüme
teorisine önemli bir katkı yapan Arrow’a göre yaparak öğrenme kavramı içsel bir
parametredir. Arrow, bazı sektörlerde zaman ilerledikçe maliyetlerin düştüğünü, kalitenin
yükseldiğini ve üretimin hızlandığını gözlemlemiş ve bu gelişmelerin yaparak öğrenme
sayesinde gerçekleştiği sonucuna varmıştır. Arrow’un yaklaşımına Levari (1966) ve
Sheshinski (1967) de katkı yapmıştır.
İçsel Büyüme Teorisi
İktisadî büyümenin açıklanabilmesi için gerekli olan, fakat NBT’ce ihmal edilen
değişkenlerin modele alınmasına katkı sağlayan İBT, ekonomik büyüme analizlerine yeni
bir boyut getirmiştir. İBT’nin ortaya çıkışının temel gerekçesi Keynesyen ve Neoklasik
Büyüme Modelleri’nin eksiklikleri olmuştur.
İBT, teori ile pratik arasındaki bağı kurabilmek için teknolojik gelişme, insan
sermayesi, işbölümü ve uzmanlaşma, ölçek ekonomileri, dışsallıklar ve yayılma etkilerini
içselleştirmiştir. İBT’de büyümenin sürdürülebilmesi ise teknolojik yenilikler, altyapı
yatırımları ve insan sermayesi gibi kaynaklarla açıklanmıştır.
8
İBT’de sermaye kavramı, bilgi ve insan sermayesini de içine alacak şekilde
genişletilmiştir. İçsel Büyüme Teorisyenleri, Neoklasikler’in azalan verimler varsayımının
aksine sermayenin artan getirisi olduğunu, sermaye birikiminin sonsuza kadar
sürebileceğini ve sermaye başına gelirde artış meydana gelebileceğini varsaymışlardır.
İBT, gerçek hayatta Neoklasikler’in tam rekabet piyasasının değil eksik rekabet
piyasasının var olduğunu ve yeniliklerin gerçekleşebilmesi için de monopolistik
piyasaların gerekli olduğunu vurgulamıştır. Çünkü tam rekabet piyasasının varlığı
durumunda tüm firmalar, fiyat kabul edicidir ve yapılan Ar-Ge çalışmaları maliyetleri
arttırdığı için firmalar bu faaliyetlerde bulunmak istemezler. Ar-Ge faaliyetlerinin olmadığı
bir ülkede de teknolojik gelişme ve dolayısıyla iktisadî büyüme gerçekleşememektedir.
Monopolistik piyasada ise yeniliğin sağladığı monopol kârı firmaları daha fazla yenilik
yapmaya yöneltir bu da iktisadî büyümeye yansır.
Neoklasik teoride teknolojik gelişme dışsal olarak kabul edilmiş ve gelişmenin
kendiliğinden sağlanacağı varsayılmıştır. İBT’de ise teknolojik gelişme, içsel bir faktör
olarak modele dahil edilmiştir. Modele dahil edilmesinin nedeni ise teknolojik gelişmenin
sağlanabilmesi için bazı yatırımların yapılmasının gerekli olması ve bunun iktisadî
kararlardan etkilenmesidir.
NBT’de uzun dönemde ülkelerin kişi başına düşen millî gelir düzeylerinin birbirine
yaklaşacağı ve bu sayede ülkeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kalkacağı
öngörülmüştür. Buna yakınsama hipotezi; gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeleri
yakalaması esnasında geçen süreye de “yakalama süreci” denmiştir. İBT, Neoklasik
Teori’nin iddia ettiği yakınsama hipotezinin belli koşullar altında ve belli ülkeler için kısmî
olarak gerçekleşeceğini iddia etmektedir. Yakınsamayı sağlamak bir yana, eğer az gelişmiş
ülkeler gerekli politika önlemlerini alamazlarsa, gelişmiş ülkeler ile aralarında olan fark
daha da artacaktır. Son dönemlerde yapılan ampirik çalışmalar da bu görüşü destekler
niteliktedir. Bu durumu önlemek için gelişmekte olan ülkeler aradaki farkı kapatabilecek
ve mukayeseli üstünlüklerini ortaya çıkaracak politikalar gütmelidirler.
Gelişmekte olan ülkeler iktisadî büyümelerini hızlandırabilmek için gelişmiş
ülkelerden teknoloji transfer etme yolunu da seçebilirler. Böylece hem buluşların risk ve
maliyetlerine katlanmamış olurlar hem de o buluşu ortaya koyan ülkeden daha çok kazanç
elde edebilirler (Ateş, 1998: 126). Çünkü bu ülkeler açısından önemli olan iktisadî
büyümeyi sağlayabilecek tutarlı bir politikanın seçilmesidir.
9
İBT ilk kez Paul M. Romer’in 1986’da yayımladığı “Increasing Returns and Long
Run Growth”
adlı makalesiyle ortaya çıkmıştır. Romer, “Eğer sermayenizi bilgi ve
beceriler ile birleştirirseniz azalan verimler yasası etkisini kaybeder.” (Romer, 1986: 10021037) diyerek son derece önemli bir konuya vurgu yapmıştır. Romer’in bu görüşünün
temelinde yatırım ve üretim sürecinde sadece fizikî ürünün değil; aynı zamanda yeni
üretim bilgisinin de ortaya çıktığı şeklindeki düşüncesi yatmaktadır (Berber, 2003: 59).
Modelde bilgi, ayrı bir üretim faktörü olarak kabul edilmiştir. “Bilgi, öğrenme, gözlem ve
araştırma yoluyla elde edilen gerçek; insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan zihnî
üründür” (Dura ve Atik, 2002: 134). Yeni bilgi edinebilmek sistemli çalışmayı
gerektirdiğinden bilgiden yararlanma bir maliyet içerir. Bir firmanın da rekabet üstünlüğü
kazanıp bu üstünlüğünü koruyabilmesi, yeni bilgiye ulaşmasına bağlıdır. Bilgi toplumuna
geçiş ile birlikte bilgi, her şeyi kuşatmıştır. Bilgiden bağımsız hiçbir girdi yoktur. Bilgi
birikimi yüksek işçiler daha verimli, bilgi birikimi yüksek Ar-Ge çalışanları daha
yenilikçidir. Bilgi, diğer üretim faktörlerini hem ikame edici hem de tamamlayıcı bir
özellik taşır (Erkan, 1998: 124).
Romer’in modelinde ekonomik faaliyetler, iki sektörde yapılmaktadır: İmalât
sektörü ve Ar-Ge sektörü. İmalat sektöründe yatırım ve tüketim malları üretilirken Ar-Ge
sektöründe büyümenin devamını sağlayan yeni fikirler üretilmektedir. Bir firmanın Ar-Ge
organizasyonundaki iyileşmeler, bilgi sermayesinin de getiri oranını yükseltmektedir.
Romer’e göre bilgi, iki biçimde ele alınmaktadır. Bunlardan ilki firmaya özgü
bilgilerdir, diğeri ise toplumun genel bilgi seviyesidir. Toplumun genel bilgi seviyesi tüm
firmaların bilgi seviyeleri toplamına eşittir. Eğer bir firma bilgi seviyesini arttırırsa
toplumun genel bilgi seviyesi de artar. Bilgi ve teknolojik gelişmeler tüm ekonomik
birimler üzerinde olumlu etki yaratarak “taşma etkileri”ni ortaya çıkarır.
İktisadî büyüme sürecinde kamu altyapı yatırımlarının önemine ve bu bağlamda
devletin değişen rolüne değinen Robert J. Barro olmuştur. Barro’nun modelinde kamu
sektörünce sağlanan mal ve hizmetlerin üretim faktörlerinden biri olduğu varsayılmıştır.
Kamusal mallar yarattıkları pozitif dışsallıklar, insan sermayesinin üretilmesi ve
geliştirilmesinde taşıdıkları önem ve yol açtıkları artan getiri dolayısı ile içsel büyümenin
önemli bir etmeni olarak kabul edilmiştir.
Barro’nun geliştirdiği modelin amacı, devletin (veya kamu sektörünün) iktisadî
büyümeyi
etkileyebildiğini ortaya koymaktır. Modelin temel varsayımı, devlet
harcamalarının özel sermayenin verimliliğini arttırdığıdır. Bu varsayım,
devletin
10
ekonomide aktif bir politika izlemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Devletin büyümeyi
hızlandırmada uygulayabileceği en iyi politika, piyasaların istikrarlı işlemesini sağlamak,
firmaların devletin uzun dönemli politikalarını benimsemelerini sağlayacak istikrarlı bir
ekonomik ve politik ortam oluşturmak, fiziksel, çevresel ve sosyal altyapıyı düzenlemek ve
geliştirmek olacaktır (Ateş, 1998: 84). Bu doğrultuda, kamu harcamalarının gelişme
potansiyeli çok yüksek olan ve büyümeye en çok katkı yapacağı vurgulanan eğitim, sağlık,
Ar-Ge, finans gibi alanlara yöneltilmesi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından
büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu ülkelerin geri kalmışlığının nedeni günümüzde,
sermaye açığından ziyade bilgi açığıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devletin
yenilik ve teknolojik ilerlemeleri destekleyen, bilginin önemini ortaya çıkaran aktif
politikalar izlemesi ve stratejiler geliştirmesi gerekmektedir.
Büyüme etkisi, ekonomik entegrasyonun fiziki sermaye, insan sermayesi ve bilgi
sermayesi üzerindeki etkilerini gösterir. Geleneksel ekonomik entegrasyon teorileri,
ekonomik birliklerin büyüme etkisinin önemini vurgulamakla birlikte ampirik olarak
ölçülmesinde karşılaşılan güçlükler nedeniyle büyüme etkisi ikinci planda kalmıştır.
Büyüme etkisi dinamik analizi gerektirmektedir. Geleneksel gümrük birliği teorisi ise
statiktir. Uzun dönemli büyümenin belirleyicileri içsel hale getirildiği için içsel büyüme
teorisi olarak adlandırılmaktadır (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 102).
Dış ticaret ile uzun dönemli ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin içsel büyüme
teorisi yardımı ile formel olarak ifade edilebilmesi, bir grup ülke arasında ticaretin
serbestleştirilmesi anlamına gelen bölgesel ekonomik entegrasyonun büyüme üzerine olan
etkilerinin incelenebilmesi için önemli bir olanak sağlamaktadır.
Bölgesel ekonomik entegrasyonun orta dönemli ve uzun dönemli büyüme etkisi
olabilmektedir. Orta dönemli etki: Uyarılmış sermaye birikimidir. Sermaye birikimi
arttıkça sermayenin getirisi azaldığı için büyüme etkisi geçicidir. Orta dönemli büyüme
etkisinin büyüklüğü, başlangıçtaki statik etkiden kaynaklanan üretim artışının büyüklüğüne
ve sermayenin marjinal getirisinin hangi hızla düştüğünü belirleyen ölçek ekonomilerine
bağlı olarak değişmektedir. Uzun dönemli etki: Sermaye birikiminin uzun dönemde kalıcı
olarak artması nedeniyle, büyüme oranında meydana gelen kalıcı artıştır. Sürekli ve kalıcı
bir büyüme vardır. Baldwin ve Venables (1995), sermayenin tam akışkan olduğu bölgesel
ekonomik entegrasyonun sermaye birikimi ve üretim üzerindeki etkisini incelemişlerdir.
Bölgesel ekonomik birliğe üye ülkelerde sermaye talebi ve sermayenin getirisi artmakta,
birlik dışı ülkelerde sermayenin getirisi düşmektedir. Sermayenin getirisinin artması
11
nedeniyle sermayenin birlik üyelere kayması, ekonomik birliklerin yatırım sapması
etkisidir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 103).
Bölgesel ekonomik entegrasyonun etkileri (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 104-106):
-Kaynak dağılımında etkinliği arttırır,
-Sermayenin tam akışkan olması durumunda yatırım sapmasına yol açarak yabacı
sermaye artışına yol açar.
-Bölgesel ekonomik entegrasyon sonucu ara mallarında ticaretin serbestleşmesi, ara
mallar çeşitliliğini arttırarak nihai malın üretiminin artmasına neden olmaktadır. Üye
ülkeler arasında ara mallar ticaretinin artmasına sebep olarak, nihai malda üretim sürecinde
uzmanlaşmaya ve verimlilik artışına neden olur.
-Üretim buluşları modelinde dış ticaretin serbestleştirilmesi veya bölgesel
ekonomik entegrasyon, firmaların Ar-Ge yatırımlarından elde edilen getirinin artmasına
neden olarak teknolojik gelişme ve ekonomik büyümeyi hızlandırır.
-Ekonomik entegrasyon piyasa büyüklüğünü arttırarak ölçek ekonomilerinden
yararlanılmasını sağlar.
-Ekonomik entegrasyon teknik bilginin uluslararası yayılma hızını arttırarak teknik
bilgi stoklarını arttırır.
-Ekonomik entegrasyon rekabeti arttırır. a) Rekabetin artması yurt içi firmaları
disipline ederek buluş yapma hızlarını arttırır. Büyümeyi olumlu etkiler. b) Buluşları
gerçekleştiren firmalar arasında rekabetin artması, buluşları olumsuz yönde etkileyen
tekelci yapının ortadan kalkmasını sağlayarak teknolojik gelişmeyi hızlandırır. Ama dış
ticaretin serbestleşmesi bazı firmaların piyasadan çekilmesine, kalanların ise daha büyük
ölçekte üretim yapmasına neden olabilir. Bu, yoğunlaşma oranının artmasıdır.
-Ölçeğe göre artan getir ve eksik rekabet koşulları altında, entegrasyonun ileri
aşamalarında küçük ülkede endüstriyel üretim ve gelir cinsinden kazanç artar.
-Firmaların belli bir bölgede yoğunlaşması firmalar açısından maliyet avantajına
yol açarak büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratabilir.
12
KAYNAKLAR
Akkoyunlu, Arzu (1996). “Yeni Dış Ticaret Teorileri”. Ekonomik Yaklaşım. Gazi
Üniversitesi İktisat Bölümü. Cilt 7.
Akkoyunlu-Wigley, Arzu (2005). “Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorisi”. Osman
Küçükahmetoğlu, Hamza Çeştepe ve Şevket Tüylüoğlu (eds) içerisinde. Ekonomik
Entegrasyon (Küresel ve Bölgesel Yaklaşım). Ankara: Ekin Yayınevi.
Ateş, Sanlı (1988). “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin
Büyüme Dinamiklerinin Analizi”. Çukurova Üniversitesi. Adana: Sosyal Bilimler
Enstitüsü. İktisat Anabilim Dalı. Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Berber, Metin (Ağustos 2003). “Türkiye’de Özel ve Kamu Sektörü Yatırım
Harcamaları-Ekonomik Büyüme İlişkisi”. İktisat,İşletme ve Finans Dergisi. Sayı:
209.ss.58-70.
Demir, Osman (2002). “Durgun Durum Büyümeden İçsel Büyümeye”. Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi
Dergisi. Cilt:3,Sayı:1.
Dura, Cihan ve Hayret, Atik (Mart 2002). Bilgi Toplumu: Bilgi Ekonomisi ve
Türkiye. İstanbul: Literatür Yayıncılık. No:72.
Erkan, Hüsnü (1998). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme. 4.Baskı Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları. Yayın No:326.
Hiç, Mükerrem (1988). Büyüme ve Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Menteş Kitabevi.
Kibritçioğlu, Aykut (Ocak - Aralık 1998). “İktisadî Büyümenin Belirleyicileri ve
Yeni Büyüme Modellerinde Beşerî Sermayenin Yeri”. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi. Cilt:53.No:1-4.ss.207-230.
Küçükahmetoğlu,
Osman
(2005).
“Reel
Entegrasyon
Teorisi”.
Osman
Küçükahmetoğlu, Hamza Çeştepe ve Şevket Tüylüoğlu (eds) içerisinde. Ekonomik
Entegrasyon (Küresel ve Bölgesel Yaklaşım). Ankara: Ekin Yayınevi.
Oğuztürk, Bekir Sami (2003). “Yenilik Kavramı ve Teorik Temelleri”. Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt:8. Sayı:2. Isparta.
253-273.
Romer, Paul. M. (October 1986). “Increasing Returns and Long Rung Run
Growth”. Journal of Politicial Economy. 94:5.ss.1002-1037.
Smith, Adam (1997). The Wealth of Nations(Books I-III). Penguin Books.
13
Tezel, Yahya Sezai (2003). İktisadî Büyüme. Ankara: İmaj Kitabevi.
TÜSİAD (2005). Türkiye’de Büyüme Perspektifleri Makroekonomik Çerçeve
Dinamikler/Strateji. TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi. No:1.
Ülgener, Sabri F. (1976). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme . Gözden
Geçirilmiş 5. Baskı. İstanbul: Der Yayınları. No:2.
Vatansever Deviren, Nursen (2004). “Türkiye ile Avrupa Birliği Ülkeleri Arasında
Sınai Ürünleri Endüstri-içi Ticareti”. İktisat İşletme ve Finans Dergisi. Eylül. 107-127.
Yülek, Murat A. (Nisan 1997). “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler
ve Kamu Politikaları Üzerine”. Ankara: Hazine Dergisi. Sayı : 6. ss.1-15.
14
Download