EKONOMİK BÜTÜNLEŞME VE AVRUPA BİRLİĞİ 8. HAFTA DERS NOTU: Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorileri Geleneksel dış ticaret teorisine göre dış ticaretin temel nedeni, ülkeler arasındaki teknolojik farklılıklardan (Ricardo Modeli) veya ülkeler arasındaki faktör donanımları farklılıklarından (Heckscher-Ohlin Teoremi) kaynaklanan karşılaştırmalı üstünlüklerdir. Dolayısıyla geleneksel dış ticaret teorisine göre faktör donanımları veya teknolojik açıdan benzer ülkeler arasında ticaret hacminin büyük olmaması gerekir. Ancak günümüzde dünya ticaretinin yarısının faktör donanımları veya teknolojik açıdan benzer olan gelişmiş ülkeler arasında yapıldığı gözlenmektedir. Geleneksel teoriye göre ülkelerin göreli olarak daha fazla sahip oldukları üretim faktörlerini içeren malları ihraç etmeleri gerekmektedir. Ancak gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret yapısı incelendiğinde aynı endüstriye ait homojen veya benzer malların iki yönlü ticaretinin yani hem ithalatının hem de ihracatının yapıldığı görülmektedir. Bu olgu endüstri içi ticarettir. Endüstri içi ticaret olgusu, geleneksel teorinin öngörüleri ile çelişmektedir (Akkoyunlu, 1996; 72-73). Son yıllarda dünya ticareti, benzer faktör donanımına sahip ülkeler arasında ve benzer ürünlerle yapılan endüstri içi ticaret şeklinde olmaktadır. Endüstri içi ticaret, belirli bir sanayi dalı kapsamında yer alan birbirinden farklılaştırılmış yapıdaki ürünlerin karşılıklı olarak hem ihraç hem de ithal edilmesidir ve sermaye/emek oranı benzer olan ülkeler arasında endüstri içi ticaret yüksek düzeydedir (Küçükahmetoğlu, 2005: 67). Endüstriler arası ticaret, farklı endüstrilerin ürettiği birbirinden tamamen farklı ürünlerin ticaretini ifade ederken, endüstri içi ticaret aynı endüstrinin veya geniş ürün grubunun farklılaştırılmış ticaretine işaret etmekte ve karşılaştırmalı üstünlüklere göre yapılmaktadır. Belirli bir üründe iki yönlü ticaretin ortaya çıkması endüstri içi ticaretin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Paul Krugman’ın öncülüğünü yaptığı Yeni Dış Ticaret Teorisi ise ticaretin sadece karşılaştırmalı üstünlüğe dayanmayı gerektirmediğini söylemektedir. Bu nedenle Yeni Dış Ticaret Teorisi endüstri içi ticaretin büyük bir bölümünün ve bu nedenle gelişmiş ülkeler arasındaki ticaretin çoğunun monopolcü rekabet piyasalarında faaliyet gösteren firmalar tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre Yeni Dış Ticaret Teorisi, benzer faktör donanımlarına sahip ülkeler arasındaki ticareti açıklamak için eksik rekabet ve ölçek ekonomilerine dayanmaktadır. Bu ticaret, endüstri içi ticaret şeklini almıştır (Vatansever Deviren, 2004: 109). 1 Yeni dış ticaret teorileri 1970’li yılların sonunda ortaya çıkmıştır. Tam rekabet ve ölçeğe göre sabit getiri varsayımları terk edilerek, eksik rekabet piyasaları ve ölçeğe göre artan getiri analize katılmıştır. Yeni dış ticaret teorilerinin incelenmesinde karşılaşılan temel güçlük, teorinin temellerinin çok sayıda alternatif yaklaşımları içeren eksik rekabet piyasa modellerine dayanması nedeniyle genel ve tek bir dış ticaret teorisinin olmamasıdır. Bu durumda seçilen eksik rekabet piyasa modeline göre elde edilen sonuçlar değişmektedir. Bu koşullar altında yapılacak en doğru şey, eksik rekabet dış ticaret teorilerini özel modeller çerçevesinde sınıflandırmaktır. Bu durumda monopolcü rekabet ve oligopolistik dış ticaret teorileri şeklinde bir ayrım yapılabilir (Akkoyunlu, 1996; 73). 1970’li yılların sonuna kadar açık bir şekilde ifade edilmemekle beraber, daha öncesinde de ölçek ekonomileri ve rekabetçi olmayan davranış biçimlerinin dış ticaret içerisindeki yerini inceleyen çalışmalar bulunmaktadır. Ölçek ekonomikleri ve eksik rekabet teorilerinin dış ticaret bağlamında incelenmesinin tarihsel kökenleri klasik iktisatçılara kadar gitmektedir. Klasik iktisadın dış ticaret teorisi alanında temel konusu olan ticaretten elde edilen kazanç ve refah etkileri çerçevesinde, Marshall ölçek ekonomilerinin dış ticaret hadleri üzerindeki etkilerini incelemiştir. Marshall’a göre, ölçeğe göre artan getirinin olduğu durumda bir ülkenin ithalat talebinin artması, ithalat yapılan ülkede üretimin artmasına ve ölçek ekonomileri nedeniyle maliyetin düşmesine neden olacağı için, ithalat yapan ülkenin dış ticaret hadlerinde iyileşme yaratarak refah artışına neden olabilir. Ölçek ekonomileri ve dış ticaretten elde edilen kazanç arasındaki ilişki konusunda ise Graham (1923) aksi görüşü savunmuştur. Graham’a göre artan getiri durumunda dış ticaret, kaynak dağılımını ölçeğe göre artan getirili endüstrilerden azalan getirili endüstrilere yönelttiği durumda, toplam üretimde düşmeye ve dolayısıyla ülke refahında azalmaya neden olacaktır (Akkoyunlu, 1996; 73-74). Ohlin (1933), ölçek ekonomilerinin dış ticaretin belirleyicilerinden biri olduğunu belirtmiştir. Ohlin’e göre ölçeğe göre artan getiri, büyük ölçekli üretim birimlerinin ve dolayısıyla uluslararası uzmanlaşma ve imalat sanayindeki dış ticaretin açıklaması olabilir. 1960’lı yıllar ve 1970’li yılların ilk yarısında, benzer faktör donanımları ve teknolojiye sahip gelişmiş ülkeler arasında endüstri içi ticaretin önemine işaret eden önemli ampirik çalışmalar yapılmıştır. Balassa (1966) ve Grubel ve Lloyd (1975) gelişmiş ülkeler arasındaki ticaretin önemli ölçüde endüstri içi ticaret olduğunu saptamış, Balassa (1967) ise, Savaş sonrası dünya ticaretinde meydana gelen değişmelerin ölçek ekonomikleri ve 2 eksik rekabet teorileri olmadan açıklanamayacağını belirtmiştir. Burada sorulması gereken soru, neden ölçek ekonomilerine dayanan dış ticaret teorilerinin ortaya çıkmasının 1970’li yılların sonuna kadar geciktiğidir. Bu sorunun yanıtı, büyük ölçüde ölçeğe göre artan getiri varsayımı altında, piyasa yapısının matematiksel olarak formüle edilmesinde karşılaşılan güçlükler nedeniyle test edilebilir bir modelin ortaya konmasındaki zorluklardır (Akkoyunlu, 1996; 74). Yeni dış ticaret teorilerine göre ekonomik entegrasyonun üç önemli etkisi vardır: 1. Yer seçimi etkisi: Ekonomik entegrasyonun endüstriyel faaliyetler ve ülkenin gelir düzeyi üzerindeki etkisini gösterir. Neoklasiklere göre ekonomiler karşılaştırmalı üstünlüklere sahip oldukları alanlarda uzmanlaşırlarsa ekonomik faaliyetlerin ülkeler arasında farklılaşmasına sebep olmakla birlikte, faktör fiyatlarının eşitlenmesi teorisi, serbest ticaret sonucunda faktör fiyatlarının eşitleneceğini öngörmektedir. Alternatif olarak Baldwin (1994), “Yeni Yer Seçimi Teorisi” olarak adlandırılan yeni yaklaşımı geliştirmiştir. Bu yaklaşıma göre entegrasyonun, başlangıç aşamasında ekonomik faaliyetlerin bir bölgede kümelenmesine neden olarak ülkelerin sanayi yapısı ve gelirleri arasında farklılaşmaya neden olacağı, ancak entegrasyon sürecinin tamamlanması ile birlikte bu farklılıkların ortadan kalkacağı ve nihai olarak faktör fiyatlarının ülkeler arasında eşitleneceğidir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 94). 1.1. Firma Yer Seçimi Teorisi: Ölçeğe göre artan getiri ve eksik rekabet koşulları altında entegrasyonun başlangıç aşamalarında, yığılma güçleri olmasa dahi, küçük ülkede endüstriyel üretim ve gelirin olumsuz olarak etkileneceğini, ancak ileri aşamalarda küçük ülkenin endüstriyel üretim ve gelir cinsinden kazancının artacağı yapılan çalışmalarda görülmüştür. Bu sonuç entegrasyonun başlangıç aşamalarında görülen birbirine zıt iki etkinin yaratacağı etkiye göre değişmektedir. Venables (1994), birincisi, çevre ülkedeki firmaların dış ticarete daha bağımlı olması nedeniyle ticaret maliyetlerindeki azalmanın getireceği ihracat artışının küçük ülkeye sağladığı kazançtır. İkincisi, merkez ülkedeki firma sayısı, çevre ülkedeki firma sayısından daha fazla olduğu için ticaret maliyetlerinin azalması sonucu çevre ülkenin iç piyasasında merkez ülkenin firmalarının nüfusu artmaktadır. Entegrasyonun başlangıç aşamalarında ikinci etki birinci etkiye göre daha baskın olduğu için çevre ülkenin firmalarının satışlarında azalma gözlenmektedir. Entegrasyonun ileri aşamalarında ise birinci etki baskın olmakta, çevre ülkelerde ticaret maliyetlerinin azalması ile firmaların satışları arasında daha sonra artan bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır. Sonuçta, küçük ülkeler ekonomik entegrasyonun tamamlanmadığı 3 durumda entegrasyondan olumsuz etkilenmektedir. Entegrasyonun tamamlandığı durumda ise endüstriye giriş çıkış yoksa küçük ülkelerdeki firmaların satışlarında azalmalar gözlenmekte; endüstriye giriş ve çıkışların serbest ve maliyetlerin sabit olduğu durumda firmalar büyük ülkede kümelenmekte ve küçük ülkelerde üretim azalmaktadır. Ama maliyetlerin endojen olduğu durumda, küçük ülkede ücretlerde azalma görülmektedir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 95). 1.2. Ekonomik Entegrasyon ve Sanayi Yığılması: Geleneksel ekonomi teorisi firmaların belli bir bölgede yoğunlaşması olasılığını dışlamaktadır. Myrdal (1957), Kaldor (1972) ve Arthur (1990) geri iletim bilgilerinden bahsetmişlerdir. Buna göre ölçeğe göre artan getiri ve monopollü rekabet piyasası varsayımları altında pozitif bağlantılar ve yığılma güçlerine bağlı olarak ekonomik entegrasyon sonucunda ülkelerin sanayi yapısı ve gelirleri arasında farklılıklar oluşabileceğine dikkat çekmişlerdir. Krugman’a göre pozitif talep bağlantılarına sebep olabilecek faktör iş gücü göçüdür. Faini, Rivera-Batiz, Venables ise pozitif arz bağlantılarına sebep olabilecek girdi-çıktı bağlantılarına dikkat çekmişlerdir. Krugman’a göre hangi ülkede yığılmanın gerçekleşeceği başlangıç koşullarına bağlıdır. Ekonomik entegrasyonun küçük ve büyük ülke arasında gerçekleşmesi analizin temel sonuçları itibariyle bir farklılık yaratmamakta ama bu durumda yığılma büyük ülkede gerçekleşmektedir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 96-97). 2. Kaynak Dağılımı Etkisi: Yeni Dış Ticaret Teorisine göre ticaretin serbestleşmesinin kaynak dağılımı ile ilgili dört önemli etkisi vardır (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 96-101). 2.1. Artan Mal Çeşitliliği Etkisi: Dış ticaret sonucu piyasa büyüklüğünün artması daha fazla mal çeşidinin piyasada bulunmasını sağlamaktadır. Bu durum tüketicinin refahını arttırmaktadır. Endüstri içi ticaretin nihai mallardan çok ara mallarında gerçekleştiğini gören Either (1982) ve Helpman (1985)’a göre serbest ticaret sonucu tüketiciler için mal çeşitliliğinin artması refah arttırıcı etkisinin yanı sıra ara mallar çeşitliliğinin artması da refah artışının bir başka kaynağı olmaktadır. 2.2. Rekabet Yanlısı Etki: Dış ticaretin serbestleşmesi sonucu ithalatın artması, yabancı üreticilerden gelen rekabeti arttıracağı için, yurt içinde üretim yapan üreticilerin piyasa gücünü azaltarak fiyat-maliyet marjının düşmesine neden olmaktadır. Bu da refahı arttırıcı bir etki doğurmaktadır. 2.3. Yeniden Yapılanma Etkisi: Eksik rekabet ve ölçek ekonomileri durumunda dış ticaretin serbestleştirilmesi sonucu rekabetin artması ve karların düşmesi bazı firmaların 4 piyasadan çekilmelerine ve kalan firmaların daha büyük ölçüde üretim yapmalarına neden olmaktadır. Böylece endüstri içinde kaynakların daha rasyonel dağılımı sağladığı için kaynak dağılımında etkinliği arttırmaktadır. 2.4. Piyasa Bütünleşmesi Etkisi: Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorisi bölünmüş ulusal piyasaların tek bir pazar haline gelerek bütünleşmesinin refah üzerindeki etkileri üzerinde durmaktadır. Çünkü tarife dışı engeller nedeniyle birlik içinde tek pazarın sağlanamamasının ekonomik maliyetleri olmaktadır. Yapılan çalışmalar asıl refah artışının tek pazara geçilmesi ile sağlanacağını göstermektedir. Çünkü bu durumda firmaların fiyat farklılaştırması yapma imkanları kalmamaktadır. 3. Büyüme Etkisi: Büyüme etkisi incelenmeden önce iktisadi büyüme olgusuna değinilecektir. İktisadî Büyüme Olgusu Tanım ve Açıklama Ülke ekonomileri için en önemli kavramlardan biri olan iktisadî büyüme, dar anlamda, bir ekonominin üretken kapasitesindeki artış olarak tanımlanabilir. Bir başka deyiş ile iktisadî büyüme, “ulusal ekonominin temel verilerinde (işgücü, doğal kaynaklar, teçhizat) fert başına bir yıldan öbürüne daha yüksek bir reel gelir sağlayacak şekildeki artışlar” olarak da ifade edilebilir (Ülgener, 1976: 409). Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iktisadî büyüme çok tartışılan kavramlardan biri olmasına rağmen kavram, iktisadî kalkınma kavramı ile sık sık karıştırılmaktadır. Kalkınma, bir toplumun ekonomik, sosyal, politik, kültürel, teknolojik alanlarında arzu edilen her türlü değişim ve gelişimin gerçekleştirilmesidir. Kalkınmanın gerçekleştirilmesi gereken bir hedef olduğu günümüzde pek çok az gelişmiş ülke tarafından fark edilmiş ve bu ülkeler kaynaklarını bu amaç doğrultusunda kullanma eğilimine yönelmişlerdir. Bu bağlamda az gelişmiş ülkelerin yapması gereken istikrarlı büyüme oranlarının sürdürülmesi ile birlikte kalkınmayı gerçekleştirmektir. Oysa gelişmiş ülkeler açısından önem arz eden konu iktisadî kalkınmanın sürdürülmesidir. Çünkü bu ülkeler, genelde, iktisadî büyüme sorunlarını çoktan çözmüşlerdir. Büyüme Teorileri’nin Evrimi Neoklasik Büyüme Teorisi Keynesyen Büyüme Modelleri’nin eksikliklerini gören Neoklasikler, özellikle Solow (1956) ve Swan (1956), büyüme teorilerine yeni bir bakış açısı getirmişlerdir. Neoklasikler, Harrod-Domar Modelleri’nin istikrarsız bir büyümeye yol açması dolayısı ile 5 bu modelleri eleştirmişlerdir. Getirilen eleştirilerden ilki, modelin sabit bir sermaye-hasıla oranıyla çalışması; ikincisi ise monater faktörlerin yatırım-tasarruf tutarsızlığına yol açarak tam istihdamın sağlanamamasıdır. Bu varsayımların değiştirilmesi ile istikrarlı büyüme modelleri kurmak mümkün olabilmektedir (Hiç, 1988: 131). Bu bağlamda NBT’nin varsayımları aşağıdaki gibi sıralanmıştır: -Ölçeğe göre sabit getiri söz konusudur, -Sermayenin marjinal verimliliği azalmaktadır, -Ekonomide üretilen tek bir mal vardır, -Faktörler arası ikame olanaklıdır, -İşgücü sabit bir hızla büyümektedir, -Ekonomik hayatta devlete sınırlı bir rol verilmektedir. NBT’nin yukarıda sayılan varsayımları çerçevesinde Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonu yardımıyla durağan durum büyüme oranının sıfır olduğu sonucuna varılmakta, bir başka deyiş ile hükümet politikalarının uzun dönemli iktisadî büyüme üzerindeki etkisi oldukça zayıf kalmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 8) . Durağan durum dikkate alındığında NBT’nin iki öngörüsü bulunmaktadır: Bu teoride tasarruf oranı ile kişi başına gelir arasında doğru orantı söz konusudur. Yani nispî olarak daha çok tasarruf eden bir ülke daha az tasarruf edene oranla durağan halde daha sermaye yoğun ve daha zengin olacaktır. Fakat tasarruf oranı ne olursa olsun teknolojik gelişme hızı aynı olan iki ülkenin durağan hal büyüme hızları birbirine eşit olacaktır (Yülek, 1997: 5). Ayrıca NBT’de azalan verimler yasası geçerli olduğu için iktisadî büyümeyi belirleyen temel unsurlar, dışsal kabul edilmelerine rağmen, teknolojideki gelişmeler ve nüfus artış hızıdır. NBT’nin ikinci öngörüsü “yakınsama hipotezi”(convergence hypothesis) nin geçerli olacağı ve ülkeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kalkacağıdır. Ülkeler arası gelişmişlik farkları, ülkelerin faktör donanımlarının farklı olması ve sermayenin marjinal verimliliğinin azalması dolayısı ile ortaya çıkmaktadır. Yakınsama hipotezine göre zengin (gelişmiş) ülkelerden sermayenin getirisinin yüksek olduğu fakir (az gelişmiş) ülkelere doğru bir sermaye akışı söz konusudur. Ayrıca sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir ülkede teknoloji de dışsal ve sabitken faiz hadlerinin düşeceği ve fakir ülkelerin zengin ülkelerden daha hızlı büyüyüp onları önünde sonunda yakalayacağı öngörülmektedir. Ancak Neoklasikler’in yakınsama hipotezi ile ilgili öngörüleri -özellikle teknolojinin sabit 6 ve dışsal kabul edilmesi- dünya gerçekleri ile örtüşmemiştir. Yakınsama, kısmî olarak sadece benzer kurumsal yapı ve koşullara sahip ülkeler için söz konusudur. Tüm bu sayılan gelişmeler ve koşullar İBT ve Modelleri’nin oluşturulması için bir zemin yaratmıştır. NBT, yaptığı tam istihdam varsayımı dolayısı ile de eleştirilmiştir. Çünkü bu varsayım da gerçek hayata uymamaktadır. Gerçek hayatta eksik istihdam söz konusudur ve bu da modeldeki fonksiyonel ilişkilerin tutarsız sonuçlar vermesine neden olmaktadır. NBT’nin öngörüleri yukarıda sayılan nedenlerle ampirik çalışmalara uygun değildir. Neoklasik modelin ampirik testi ile elde edilen sonuçlar olgusal gözlemlere uygun gibi görülse de bunu NBT’nin açıklayıcı ya da öngörücü özelliklerine bağlamak pek mümkün değildir (Tezel, 2003: 212). Tüm bu olumsuzluklara rağmen Neoklasik Büyüme Modeli’nin kullanılmasının nedeni ise modelin bir denklemler sistemi halinde ve açıkça kurulabilmesi ve bu sistemin kolayca işletilebilmesidir (Tezel, 2003: 213). İktisadî büyüme üzerine son yıllarda yapılan çalışmalar, artık Neoklasik büyüme modellerinin büyümeyi açıklamada yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır. Büyüme literatüründe Endojen veya Yeni Büyüme Teorisi olarak da adlandırılan İçsel Büyüme Teorisi (İBT), 1980’li yılların ortalarında bu eksikliği giderecek yeni bir yaklaşım olarak doğmuştur. İlk olarak Paul M. Romer (1986) ile başlayan bu alandaki çalışmalar, Robert E. Lucas (1988) ve Robert J. Barro (1990)’nun katkılarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Aslında İBT’nin temelleri Adam Smith (1776)’e kadar dayanmaktadır. Smith, İBT’de özellikle üzerinde durulan işbölümü ve uzmanlaşmaya ilk değinen iktisatçıdır. Smith’e göre işbölümündeki artışa bağlı olarak emeğin prodüktivitesinde artış meydana gelmektedir. İşbölümü ve uzmanlaşma sonucu işçilerin beceri ve üretkenliğinin artması, iş değişiminden kaynaklanan zaman kayıplarını da önlemektedir (Smith, 1997: 109-121). Daha sonra Alfred Marshall, İBT’de üzerinde durulan dışsal ekonomiler kavramlarını geliştirmiştir. Dışsallık, bir ekonomik faaliyetin bunu gerçekleştiren ekonomik birim dışındakileri olumlu veya olumsuz etkilemesidir. Dışsallıkların varlığı durumunda optimal kaynak dağılımı ve maksimum sosyal yarar sağlanamadığı için tam rekabet varsayımından vazgeçmek gerekmektedir. İBT’de de bu yapılmıştır. Böyle bir ekonomide dışsallık, sosyal / özel maliyet ile sosyal / özel fayda arasındaki fark olarak ortaya çıkmakta ve bu da devletin ekonomiye müdahalesini haklı göstermektedir (Demir, 7 2002: 27). İBT’ye göre bir ekonomide dışsallıklar varsa artık azalan verimler değil artan verimler söz konusu olmaktadır. Joseph Schumpeter (1926) ise İBT’de de üzerinde durulan icat, yenilik, yaratıcı yıkıcılık ve yenilikçi girişimci kavramlarını literatüre kazandırmıştır. Schumpeter’e göre ekonominin asıl itici gücü, ortaya çıkan yeni teknolojik gelişmeler ve girişimcilerin bu teknolojileri kullanma becerileridir. İBT, teknolojik ilerlemenin genellikle olumlu etkiler doğuracağını belirtmiş ve bunu “taşma etkileri” olarak nitelendirmiştir. Niteliksel büyüme süreci sonucunda ekonomide ortaya çıkan bu olumlu etkiler, hem olumsuz etkileri azaltır hem de yeniliklerin etkin olduğu yüksek bir büyüme oranı ile reel hasılanın artmasını sağlar (Kibritçioğlu, 1998: 4). İBT’de yenilik ve teknoloji fikirlerinden oldukça yararlanılmıştır. Schumpeter’e göre yenilik, diğer piyasa ya da piyasaları olumlu veya olumsuz etkiler. Bir yenilik dolayısıyla piyasaların daralıp yok olmasına “yaratıcı yok ediş”; piyasaların gelişmesine ise “yaratıcı birikim” denir. Teknolojik yenilikler, daima yeni piyasa ya da piyasalar ortaya çıkarır. Böylece bir dizi yenilik başlamış olur. Schumpeter, ayrıca yeniliklerin ortaya çıkarılmasında firma içi araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) imkanlarının da önemine değinmiştir (Oğuztürk, 2003: 258-259). 1962 yılında “yaparak öğrenme” (learning by doing) düşüncesiyle iktisadî büyüme teorisine önemli bir katkı yapan Arrow’a göre yaparak öğrenme kavramı içsel bir parametredir. Arrow, bazı sektörlerde zaman ilerledikçe maliyetlerin düştüğünü, kalitenin yükseldiğini ve üretimin hızlandığını gözlemlemiş ve bu gelişmelerin yaparak öğrenme sayesinde gerçekleştiği sonucuna varmıştır. Arrow’un yaklaşımına Levari (1966) ve Sheshinski (1967) de katkı yapmıştır. İçsel Büyüme Teorisi İktisadî büyümenin açıklanabilmesi için gerekli olan, fakat NBT’ce ihmal edilen değişkenlerin modele alınmasına katkı sağlayan İBT, ekonomik büyüme analizlerine yeni bir boyut getirmiştir. İBT’nin ortaya çıkışının temel gerekçesi Keynesyen ve Neoklasik Büyüme Modelleri’nin eksiklikleri olmuştur. İBT, teori ile pratik arasındaki bağı kurabilmek için teknolojik gelişme, insan sermayesi, işbölümü ve uzmanlaşma, ölçek ekonomileri, dışsallıklar ve yayılma etkilerini içselleştirmiştir. İBT’de büyümenin sürdürülebilmesi ise teknolojik yenilikler, altyapı yatırımları ve insan sermayesi gibi kaynaklarla açıklanmıştır. 8 İBT’de sermaye kavramı, bilgi ve insan sermayesini de içine alacak şekilde genişletilmiştir. İçsel Büyüme Teorisyenleri, Neoklasikler’in azalan verimler varsayımının aksine sermayenin artan getirisi olduğunu, sermaye birikiminin sonsuza kadar sürebileceğini ve sermaye başına gelirde artış meydana gelebileceğini varsaymışlardır. İBT, gerçek hayatta Neoklasikler’in tam rekabet piyasasının değil eksik rekabet piyasasının var olduğunu ve yeniliklerin gerçekleşebilmesi için de monopolistik piyasaların gerekli olduğunu vurgulamıştır. Çünkü tam rekabet piyasasının varlığı durumunda tüm firmalar, fiyat kabul edicidir ve yapılan Ar-Ge çalışmaları maliyetleri arttırdığı için firmalar bu faaliyetlerde bulunmak istemezler. Ar-Ge faaliyetlerinin olmadığı bir ülkede de teknolojik gelişme ve dolayısıyla iktisadî büyüme gerçekleşememektedir. Monopolistik piyasada ise yeniliğin sağladığı monopol kârı firmaları daha fazla yenilik yapmaya yöneltir bu da iktisadî büyümeye yansır. Neoklasik teoride teknolojik gelişme dışsal olarak kabul edilmiş ve gelişmenin kendiliğinden sağlanacağı varsayılmıştır. İBT’de ise teknolojik gelişme, içsel bir faktör olarak modele dahil edilmiştir. Modele dahil edilmesinin nedeni ise teknolojik gelişmenin sağlanabilmesi için bazı yatırımların yapılmasının gerekli olması ve bunun iktisadî kararlardan etkilenmesidir. NBT’de uzun dönemde ülkelerin kişi başına düşen millî gelir düzeylerinin birbirine yaklaşacağı ve bu sayede ülkeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kalkacağı öngörülmüştür. Buna yakınsama hipotezi; gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeleri yakalaması esnasında geçen süreye de “yakalama süreci” denmiştir. İBT, Neoklasik Teori’nin iddia ettiği yakınsama hipotezinin belli koşullar altında ve belli ülkeler için kısmî olarak gerçekleşeceğini iddia etmektedir. Yakınsamayı sağlamak bir yana, eğer az gelişmiş ülkeler gerekli politika önlemlerini alamazlarsa, gelişmiş ülkeler ile aralarında olan fark daha da artacaktır. Son dönemlerde yapılan ampirik çalışmalar da bu görüşü destekler niteliktedir. Bu durumu önlemek için gelişmekte olan ülkeler aradaki farkı kapatabilecek ve mukayeseli üstünlüklerini ortaya çıkaracak politikalar gütmelidirler. Gelişmekte olan ülkeler iktisadî büyümelerini hızlandırabilmek için gelişmiş ülkelerden teknoloji transfer etme yolunu da seçebilirler. Böylece hem buluşların risk ve maliyetlerine katlanmamış olurlar hem de o buluşu ortaya koyan ülkeden daha çok kazanç elde edebilirler (Ateş, 1998: 126). Çünkü bu ülkeler açısından önemli olan iktisadî büyümeyi sağlayabilecek tutarlı bir politikanın seçilmesidir. 9 İBT ilk kez Paul M. Romer’in 1986’da yayımladığı “Increasing Returns and Long Run Growth” adlı makalesiyle ortaya çıkmıştır. Romer, “Eğer sermayenizi bilgi ve beceriler ile birleştirirseniz azalan verimler yasası etkisini kaybeder.” (Romer, 1986: 10021037) diyerek son derece önemli bir konuya vurgu yapmıştır. Romer’in bu görüşünün temelinde yatırım ve üretim sürecinde sadece fizikî ürünün değil; aynı zamanda yeni üretim bilgisinin de ortaya çıktığı şeklindeki düşüncesi yatmaktadır (Berber, 2003: 59). Modelde bilgi, ayrı bir üretim faktörü olarak kabul edilmiştir. “Bilgi, öğrenme, gözlem ve araştırma yoluyla elde edilen gerçek; insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan zihnî üründür” (Dura ve Atik, 2002: 134). Yeni bilgi edinebilmek sistemli çalışmayı gerektirdiğinden bilgiden yararlanma bir maliyet içerir. Bir firmanın da rekabet üstünlüğü kazanıp bu üstünlüğünü koruyabilmesi, yeni bilgiye ulaşmasına bağlıdır. Bilgi toplumuna geçiş ile birlikte bilgi, her şeyi kuşatmıştır. Bilgiden bağımsız hiçbir girdi yoktur. Bilgi birikimi yüksek işçiler daha verimli, bilgi birikimi yüksek Ar-Ge çalışanları daha yenilikçidir. Bilgi, diğer üretim faktörlerini hem ikame edici hem de tamamlayıcı bir özellik taşır (Erkan, 1998: 124). Romer’in modelinde ekonomik faaliyetler, iki sektörde yapılmaktadır: İmalât sektörü ve Ar-Ge sektörü. İmalat sektöründe yatırım ve tüketim malları üretilirken Ar-Ge sektöründe büyümenin devamını sağlayan yeni fikirler üretilmektedir. Bir firmanın Ar-Ge organizasyonundaki iyileşmeler, bilgi sermayesinin de getiri oranını yükseltmektedir. Romer’e göre bilgi, iki biçimde ele alınmaktadır. Bunlardan ilki firmaya özgü bilgilerdir, diğeri ise toplumun genel bilgi seviyesidir. Toplumun genel bilgi seviyesi tüm firmaların bilgi seviyeleri toplamına eşittir. Eğer bir firma bilgi seviyesini arttırırsa toplumun genel bilgi seviyesi de artar. Bilgi ve teknolojik gelişmeler tüm ekonomik birimler üzerinde olumlu etki yaratarak “taşma etkileri”ni ortaya çıkarır. İktisadî büyüme sürecinde kamu altyapı yatırımlarının önemine ve bu bağlamda devletin değişen rolüne değinen Robert J. Barro olmuştur. Barro’nun modelinde kamu sektörünce sağlanan mal ve hizmetlerin üretim faktörlerinden biri olduğu varsayılmıştır. Kamusal mallar yarattıkları pozitif dışsallıklar, insan sermayesinin üretilmesi ve geliştirilmesinde taşıdıkları önem ve yol açtıkları artan getiri dolayısı ile içsel büyümenin önemli bir etmeni olarak kabul edilmiştir. Barro’nun geliştirdiği modelin amacı, devletin (veya kamu sektörünün) iktisadî büyümeyi etkileyebildiğini ortaya koymaktır. Modelin temel varsayımı, devlet harcamalarının özel sermayenin verimliliğini arttırdığıdır. Bu varsayım, devletin 10 ekonomide aktif bir politika izlemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Devletin büyümeyi hızlandırmada uygulayabileceği en iyi politika, piyasaların istikrarlı işlemesini sağlamak, firmaların devletin uzun dönemli politikalarını benimsemelerini sağlayacak istikrarlı bir ekonomik ve politik ortam oluşturmak, fiziksel, çevresel ve sosyal altyapıyı düzenlemek ve geliştirmek olacaktır (Ateş, 1998: 84). Bu doğrultuda, kamu harcamalarının gelişme potansiyeli çok yüksek olan ve büyümeye en çok katkı yapacağı vurgulanan eğitim, sağlık, Ar-Ge, finans gibi alanlara yöneltilmesi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu ülkelerin geri kalmışlığının nedeni günümüzde, sermaye açığından ziyade bilgi açığıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devletin yenilik ve teknolojik ilerlemeleri destekleyen, bilginin önemini ortaya çıkaran aktif politikalar izlemesi ve stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. Büyüme etkisi, ekonomik entegrasyonun fiziki sermaye, insan sermayesi ve bilgi sermayesi üzerindeki etkilerini gösterir. Geleneksel ekonomik entegrasyon teorileri, ekonomik birliklerin büyüme etkisinin önemini vurgulamakla birlikte ampirik olarak ölçülmesinde karşılaşılan güçlükler nedeniyle büyüme etkisi ikinci planda kalmıştır. Büyüme etkisi dinamik analizi gerektirmektedir. Geleneksel gümrük birliği teorisi ise statiktir. Uzun dönemli büyümenin belirleyicileri içsel hale getirildiği için içsel büyüme teorisi olarak adlandırılmaktadır (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 102). Dış ticaret ile uzun dönemli ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin içsel büyüme teorisi yardımı ile formel olarak ifade edilebilmesi, bir grup ülke arasında ticaretin serbestleştirilmesi anlamına gelen bölgesel ekonomik entegrasyonun büyüme üzerine olan etkilerinin incelenebilmesi için önemli bir olanak sağlamaktadır. Bölgesel ekonomik entegrasyonun orta dönemli ve uzun dönemli büyüme etkisi olabilmektedir. Orta dönemli etki: Uyarılmış sermaye birikimidir. Sermaye birikimi arttıkça sermayenin getirisi azaldığı için büyüme etkisi geçicidir. Orta dönemli büyüme etkisinin büyüklüğü, başlangıçtaki statik etkiden kaynaklanan üretim artışının büyüklüğüne ve sermayenin marjinal getirisinin hangi hızla düştüğünü belirleyen ölçek ekonomilerine bağlı olarak değişmektedir. Uzun dönemli etki: Sermaye birikiminin uzun dönemde kalıcı olarak artması nedeniyle, büyüme oranında meydana gelen kalıcı artıştır. Sürekli ve kalıcı bir büyüme vardır. Baldwin ve Venables (1995), sermayenin tam akışkan olduğu bölgesel ekonomik entegrasyonun sermaye birikimi ve üretim üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Bölgesel ekonomik birliğe üye ülkelerde sermaye talebi ve sermayenin getirisi artmakta, birlik dışı ülkelerde sermayenin getirisi düşmektedir. Sermayenin getirisinin artması 11 nedeniyle sermayenin birlik üyelere kayması, ekonomik birliklerin yatırım sapması etkisidir (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 103). Bölgesel ekonomik entegrasyonun etkileri (Akkoyunlu-Wigley, 2005: 104-106): -Kaynak dağılımında etkinliği arttırır, -Sermayenin tam akışkan olması durumunda yatırım sapmasına yol açarak yabacı sermaye artışına yol açar. -Bölgesel ekonomik entegrasyon sonucu ara mallarında ticaretin serbestleşmesi, ara mallar çeşitliliğini arttırarak nihai malın üretiminin artmasına neden olmaktadır. Üye ülkeler arasında ara mallar ticaretinin artmasına sebep olarak, nihai malda üretim sürecinde uzmanlaşmaya ve verimlilik artışına neden olur. -Üretim buluşları modelinde dış ticaretin serbestleştirilmesi veya bölgesel ekonomik entegrasyon, firmaların Ar-Ge yatırımlarından elde edilen getirinin artmasına neden olarak teknolojik gelişme ve ekonomik büyümeyi hızlandırır. -Ekonomik entegrasyon piyasa büyüklüğünü arttırarak ölçek ekonomilerinden yararlanılmasını sağlar. -Ekonomik entegrasyon teknik bilginin uluslararası yayılma hızını arttırarak teknik bilgi stoklarını arttırır. -Ekonomik entegrasyon rekabeti arttırır. a) Rekabetin artması yurt içi firmaları disipline ederek buluş yapma hızlarını arttırır. Büyümeyi olumlu etkiler. b) Buluşları gerçekleştiren firmalar arasında rekabetin artması, buluşları olumsuz yönde etkileyen tekelci yapının ortadan kalkmasını sağlayarak teknolojik gelişmeyi hızlandırır. Ama dış ticaretin serbestleşmesi bazı firmaların piyasadan çekilmesine, kalanların ise daha büyük ölçekte üretim yapmasına neden olabilir. Bu, yoğunlaşma oranının artmasıdır. -Ölçeğe göre artan getir ve eksik rekabet koşulları altında, entegrasyonun ileri aşamalarında küçük ülkede endüstriyel üretim ve gelir cinsinden kazanç artar. -Firmaların belli bir bölgede yoğunlaşması firmalar açısından maliyet avantajına yol açarak büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratabilir. 12 KAYNAKLAR Akkoyunlu, Arzu (1996). “Yeni Dış Ticaret Teorileri”. Ekonomik Yaklaşım. Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü. Cilt 7. Akkoyunlu-Wigley, Arzu (2005). “Yeni Ekonomik Entegrasyon Teorisi”. Osman Küçükahmetoğlu, Hamza Çeştepe ve Şevket Tüylüoğlu (eds) içerisinde. Ekonomik Entegrasyon (Küresel ve Bölgesel Yaklaşım). Ankara: Ekin Yayınevi. Ateş, Sanlı (1988). “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamiklerinin Analizi”. Çukurova Üniversitesi. Adana: Sosyal Bilimler Enstitüsü. İktisat Anabilim Dalı. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Berber, Metin (Ağustos 2003). “Türkiye’de Özel ve Kamu Sektörü Yatırım Harcamaları-Ekonomik Büyüme İlişkisi”. İktisat,İşletme ve Finans Dergisi. Sayı: 209.ss.58-70. Demir, Osman (2002). “Durgun Durum Büyümeden İçsel Büyümeye”. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt:3,Sayı:1. Dura, Cihan ve Hayret, Atik (Mart 2002). Bilgi Toplumu: Bilgi Ekonomisi ve Türkiye. İstanbul: Literatür Yayıncılık. No:72. Erkan, Hüsnü (1998). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme. 4.Baskı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Yayın No:326. Hiç, Mükerrem (1988). Büyüme ve Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Menteş Kitabevi. Kibritçioğlu, Aykut (Ocak - Aralık 1998). “İktisadî Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde Beşerî Sermayenin Yeri”. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. Cilt:53.No:1-4.ss.207-230. Küçükahmetoğlu, Osman (2005). “Reel Entegrasyon Teorisi”. Osman Küçükahmetoğlu, Hamza Çeştepe ve Şevket Tüylüoğlu (eds) içerisinde. Ekonomik Entegrasyon (Küresel ve Bölgesel Yaklaşım). Ankara: Ekin Yayınevi. Oğuztürk, Bekir Sami (2003). “Yenilik Kavramı ve Teorik Temelleri”. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt:8. Sayı:2. Isparta. 253-273. Romer, Paul. M. (October 1986). “Increasing Returns and Long Rung Run Growth”. Journal of Politicial Economy. 94:5.ss.1002-1037. Smith, Adam (1997). The Wealth of Nations(Books I-III). Penguin Books. 13 Tezel, Yahya Sezai (2003). İktisadî Büyüme. Ankara: İmaj Kitabevi. TÜSİAD (2005). Türkiye’de Büyüme Perspektifleri Makroekonomik Çerçeve Dinamikler/Strateji. TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi. No:1. Ülgener, Sabri F. (1976). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme . Gözden Geçirilmiş 5. Baskı. İstanbul: Der Yayınları. No:2. Vatansever Deviren, Nursen (2004). “Türkiye ile Avrupa Birliği Ülkeleri Arasında Sınai Ürünleri Endüstri-içi Ticareti”. İktisat İşletme ve Finans Dergisi. Eylül. 107-127. Yülek, Murat A. (Nisan 1997). “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine”. Ankara: Hazine Dergisi. Sayı : 6. ss.1-15. 14