Boşaltım Sistemi ve Ozmoregülasyon Boşaltım Sistemi Tüm hayvansal organizmalar metabolizma sonucu vücutlarında oluşan toksik maddeleri uzaklaştırarak homeostasiyi dengede tutmak zorundadır. Vücutta oluşan metabolik atıkların uzaklaştırılması olayına boşaltım adı verilir. Ayrıca hayvansal organizmalar atıkları vücutlarından uzaklaştırırken diğer taraftan da vücuttaki su ve elektrolit dengenin ayarlanması da gerekir ki bu dengeleme olayına ozmoregülasyon adı verilir. Bütün hayvansal organizmalarda suya bağımlı yaşama zorunluluğu vardır. Çünkü: Hücre sitoplazmasında su vardır. İntersistiyal sıvıda su vardır. Kan veya hemolenfin yapısında su bulunur. Vücuttaki metabolik olaylar sonucunda atıklar meydana gelir. Vücutta protein ve nükleik asitlerin metabolize edilmesiyle azot açığa çıkar. Bu azotlu ürünler canlı için toksik olan NH3'a dönüşür. Bazı organizmalar amonyağı daha az toksik olan üreye dönüştürüler. Bazı organizmalar ise ise üreyi daha da az toksik olan ürik asite dönüştürür. Bu toksik ürünleri toksite bakımından karşılaştırdığımızda en toksik olanı amonyak, en az toksik olanı ise ürik asittir. Fakat NH3 oluşturmak için en az enerji gerekirken, ürik asit oluşturmak için en fazla enerji sarfiyatı gerekir. Bütün hayvanlar su ve çözünmüş madde konsantrasyonunu ayarlamak için yaşam ortamı ve yaşam şekline bağlı bir takım mekanizmalara sahiptir. Ozmoregülasyon ve boşaltım sistemleri canlının yaşam ortamına ve fizyolojik koşullarına göre değişiklik gösterir. Bazı hayvanlar deniz, bazıları tatlı su ve bazıları da karasal ekosistemlerde yaşarlar. Bütün hayvanlar vücutlarındaki su seviyesini dengede tutmak, hücre ve dokularındaki çözünmüş madde konsantrasyonunu ayarlamak zorundadır. Hayvanlardaki su düzenleme stratejileri bulundukları çevreye göre değişim gösterir. Tatlı sularda yaşayan hayvanların vücut sıvılarının çözünmüş madde konsantrasyonu tatlı suya göre 2-3 kat daha konsantre olabilir. Deniz ortamında yaşayan hayvanların vücut sıvıları ise deniz suyuna göre daha az konsantre durumdadır. Bazı organizmalar ozmoregülasyon yapmak zorunda değildir. Bu canlılara ozmokonformır canlılar denir. Bunların vücutlarındaki çözünmüş madde konsantrasyonu ile deniz suyunun çözünmüş madde konsantrasyonu birbiri ile izotoniktir. Karada yaşayan hayvanlarda su kaybetme tehlikesi vardır. Bu yüzden kurak bölgelerde yaşayan hayvanların yaşam tarzı ve vücut yapısı ona göre değişim gösterir. Örneğin kurbağaların derileri sürekli nemli olmak zorunda olduğu için suya bağımlı yaşar. Sürüngenlerin su kaybını engellemek üzere vücut yüzeyi pullarla örtülmüştür. Böceklerin vücutları su geçirmeyen exoiskelete sahiptir ve boşaltım ürünlerini katı bir şekilde atmak suretiyle vücutlarında suyu tutarlar. Hayvansal organizmalar su düzenleme stretejisi ne olursa olsun çözünmüş madde konsantrasyonunu düzenlemek zorundadır. Ozmoregülasyon sağlamak için metabolik enerji harcamaya gereksinim vardır. Çoğu yaşamda metabolik enerjinin yaklaşık %5'i ozmoregülasyon için harcanır. Ozmoregülasyonu zor olan ortamlarda daha fazla enerji sarfiyatı gerekir ve böyle organizmaların yüksek toleransa sahip olması gerekir. Ozmokonformır canlılar ise daha az enerjiye gereksinim duyar. Çözünmüş madde konsantrasyonunun ayarlanmasında aktif taşıma prosesleri çok yaygın kullanılır. Deniz suyunda yaşayan organizmaların vücutları deniz suyuna göre hipotonik olduğu için vücutlarından su kaybetme tehlikesi vardır. Bu canlıların dehidre olma tehlikesi olduğu için bol miktarda su içerler. Örneğin deniz kemikli balıkları bolca su içer ve su ile birlikte vücuduna tuz da girer. Bu canlının suyu kaybetmemesi ve tuzu uzaklaştırması zorunludur. Bu yüzden derişik ve az miktarda idrar çıkarırlar ve ayrıca vücutlarında tuzları dışarıya pompalayan yapılar mevcuttur. Bu hayvanlar yedikleri besinlerden de tuz aldıkları gibi vücutlarına difüzyonla da tuz girer. Bu tuzun fazlasını solungaç ve derilerindeki hücrelerden pompalayarak uzaklaştırırlar. Tatlı su kemikli balıkları ise içindeki tatlı suya göre hiperozmotik bir vücuda sahiptir. Bu yüzden vücuduna ozmozla sürekli su girme tehlikesi vardır. Difüzyonla da sürekli tuz kaybeder. Bu durumu dengelemek için seyreltik idrar çıkararak bolca su atarlar. Bu sırada vücutlarında tuzu korumak zorundadırlar. Bu yüzden solungaçlarında Cl- pompalayan hücreler vardır. Na iyonları da pasif olarak Cl iyonlarını takip eder. Ayrıca besinlerle birlikte de tuz alınır. Şekil: Deniz kemikli balıklarında Şekil: Tatlısu kemikli balıklarında ozmoregülasyon ozmoregülasyon Denizde yaşayan çoğu omurgasız hayvan ozmokonformırdır. Yani vücutları su ile izoozmotiktir. Etraflarını çeviren deniz suyu ile dinamik bir denge oluştururlar. Denizde yaşayan ozmoregülatör hayvanlar difüzyon gradiyenti yüzünden sürekli tuz alırlar. Bu tuzu tekrar suya pompalamak için metabolik enerji sarfederler. Bunun için özel taşıyıcı proteinlere sahiptirler. Böbrekleri ise kalsiyum, magnezyum ve sülfatların fazlasını filtre ederek idrarla uzaklaştırır. Solungaçlarda bulunan Cl - hücreleri aktif olarak Cl akümüle ederler ve neticede Na+ ve Cl+ brlikte uzaklaştırılır. Tatlı suda yaşayan hayvanların hepsi ozmregülatör organizmalardır. Bunlar sürekli su alırlar ve bolca seyreltik idrar çıkarmak zorundadırlar. Tatlı su ozmoregülatör hayvanları, sitoplazmalarındaki çözünmüş madde konsantrasyonunu deniz ozmoregülatörlerine göre daha az düzeyde tutmak zorundadırlar. Böylece çözünmüş madde gradiyentini azaltırlar ve su alımını sınırlarlar. Su ayıları adı verilen tardigradlar aşırı dehidrasyon sırasında dormansi duruma girerek bu periyodu geçirebilirler. Bu dormant durumda yıllarca kalabilirler ve tekrar sulu ortama gelindiğinde aktif duruma geçerler. Tatlı su hayvanlarının bolca idrar çıkarmaları vücuttaki tuzun azalmasına neden olur. İdrar seyreltik olmasına rağmen hala tuz içerir. Solungaçlarda bulunan hücreler aktif taşıma ile tuzu geri alırlar ve ayrıca yedikleri besinden de su ihtiyacını karşılarlar. Anhidrobiyoz nedir: Tardigrada gibi omurgasızlar suyun azaldığı dönemde dormant duruma geçerek uzun süre bu şekilde yaşayabilirler ve su tekrar geldiğinde normal şekline döner. Ozmokonformer nedir? Vüdut konsantrasyonu ile yaşadıkları ortam konstantrasyonu aynı olan canlılardır. Karada yaşayanların evoporosyonla su kaybetme tehlikesi vardır. Vücut pulla kaplı, çölde yaşayanlarda gece faaliyet gösteriyorlar. Su kaybı, deri, idrar, solunum sırasında dışkıyla su kaybederler. Dengede tutmak için su içerek, yiyeceklerle, metabolizma sonucu su oluşturarak (dehidrasyon sentezi ile) sağlar. Long tentacle anemone - osmoconformer Sponge - an osmoconformer By skuensting By Albert Kok at nl.wikipedia [Public domain], from Wikimedia Commons http://biobook.nerinxhs.org/bb/systems/excretion.htm Kanguru faresi idrarı iyice konsantre eder, dışkıyla ve evoporosyonla su kaybeder. Suyu büyük oranda metabolizma sonucu oluşan sudan karşılar. Dışarıdan çok az su alır. Deniz kuşları denizden tuzlu su alır. Gagaların kaide kısmındaki tuz bezleri ile fazla tuzu dışarı atar. Süngerlerde özelleşmiş boşaltım sistemi yoktur. Porlardan giren su oskulum boşluğuna girer Oskulum boşluğunu çevreleyen hücre katmanına yerleşmiş Collar hücreleri (koanositler) vardır. Oluşan boşaltım atıklarını oskulum boşluğundan uzaklaştırır. Kollar hücreler yardımıyla 10 cm uzunluğunda bir sünger günde 100 litre su uzaklaştırabilir. Hydra ve meduz gibi Knitlilerde ise Özelleşmiş bir sistem yoktur. Gastrodermiste biriken boşaltım ürünleri gastrodermde yerleşmiş kamçılı hücreler yardımıyla ağız açıklığından dışarı verilir. Ağızda bulunan tentaküller bu atık suyu uzaklaştırırken taze suyun vücuda getirilmesini sağlar. Vücut yüzeyleri ince olduğu için vücut yüzeyinden difüzyonla madde alışverişi gerçekleşebilir. Ağızları aynı zamanda anüs olarak görev yapar. Plathelmintes: Bu organizmalarda boşaltım için protonefridiumlar gelişmiştir. Bu sistem vücudun her tarafına yayılmıştır. Protonefridiumun bir ucunda alev hücresi bulunur. Bu hücreler interstisiumda bulunan boşaltım atıklarını protonefridiumun içinde doğru alır. Daha sonra boşaltım ürünleri protonefridiumun tübüllerine ve oradadn da nefridiopor denen açıklıklarla dışarı verilir. Şekil: protonefridium. Toprak solucanında boşaltım organı olarak metanefridyum bulunur. Her bir segmentte 1 çift metanefridium vardır. Nefridyumun yapısında nefrostom ve buna bağlı tübüller ve en son kısımda ise nefridiyopor adıverilen bir açıklık vardır. Nefrostomun etrafında siller bulunur ve bu siller interstisial sıvıdaki boşaltım atıklarını toplar. Daha sonra bu filtrat tübül içerisinde ilerlerken tübüllerin etrafındaki peritübüller kılcallar filtrattaki yararlı maddelerin geri emilmesini sağlar. Böylece idrarın bileşimi ayarlanır ve atıklar nefridiyopordan dışarı atılır. Şekil: Toprak solucanındaki metanefridiumların yapısı Boşaltım olayı seçici bir olaydır. Faydalılar vücutta emilir, gereksizler atılır, idrarın bileşimi ayarlanır. Malpigi tübülleri: Böcekelr ve diğer kararsal eklembacaklılarda boşaltım organı olarafk malpighi tübülleri gelişmiştir. Bu tübüllerin bir ucu kapalıdır ve homosöl içine dağılmışlardır. Hemolenfte bulunan boşaltım ürünleri malpighi tübüllerine filtre olurlar. Azotlu atıklar ürik asit kristalleri halinde malpghi tübüllerine geçer. Ürik asiti uzaklaştırmak için fazla su gerekmediği için bu atıklar yarı katı halde malpighi tübüllerine geçer. Bu tübüllerdin diğer ucu sindirim kanalına açılır. Böylece malpighi tübülleri boşaltım ürünlerini sindirim kanalına iletir. Sindirim kanalaındaki sndrim atıklarıyla birlikte boşaltım ürünleri rektuma doğru ilerler. Rektumda buluna verektal pad adı verieln yapılar. Bu padler reabsorbsiyon ile boşaltım ürünlerini iyice konsantre hale getirir. Böylec eboşaltım ürünleri anüs yoluyla vücuttan uzaklaştırılmış olur. Şekil: Böceklerde malpighi tübülleri ile boşaltım. Azotlu boşaltım atıkları. Boşaltım sonucu protein ve nükleik asitlerin metabolize edilmesi sonucu amonyak, üre ve ürik asit oluşur. Amonyağı uzaklaştırmak için bol su gerekir. Ayrıca amonyak toksik olduğu için vücutta biriktirilemez boşaltım ürünlerini amonyak şeklinde atan organizmalar genelde suda yaşarlar ve bol su ile amonyağı uzaklaştırırlar. Suda yaşayanlar boşaltım ürünlerini amonyak (kemikli balık) şeklinde atarlar. Kuşlar sürüngenler ve böcekler boşaltım ürünlerini ürik asit kristalleri şeklinde uzaklaştırılar. Çünkü ürik asit suda fazla çözünmediği için uzaklaştırmak için fazla su kaybedilmez. Ayrıca bu hayvanlar suyu korumak zorundadırlar. Sürüngenlerin su kaybının azalması için vücutları pullarla kaplıdır. Ayrıca yumurta içerisinde embriyolojik gelişimini tamamlayan hayvanlar için ürik asit kristalleri şeklinde uzaklaştırmak çok önemlidir. Diğer karasal memeliler boşaltım ürünlerini üreye dönüştürüler. Bu üre vücutta belli bir müddet biriktirilebilir. Boşaltımla uzaklaştırılması için bir miktar su kullanılır. İnsan ve diğer karasal mememlilerde boşaltım ürünleri üre şeklinde uzaklaştırılır. Kuşlar, kara salyangozları, sürüngenler ve böcekler su kaybetmemek için ürik asit oluştururlar. Aquatik türler bol miktarda amonyak atarlar. Kolayca difüzyonla atarlar. Balıklar amonyağı amonyum iyonları şeklinde solungaç epitelinden dışarı atarlar. Bu olay Sodyum amonyum kotransportu ile sağlanır. Üre amonyaktan 100 bin kat daha az zehirlidir karaciğerde amonyak CO 2 ile birleşerek üreye dönüştürülür. Ürik asit: daha az toksik, suda çözünmez. Yarı katı kristaller şeklinde daha fazla enerji gerektirir. Oluşturmak için. Kuş yumurtası içinde embriyo gelişirken boşaltım ürünü oluşur. Bu ürik asit şeklinde allantoyis içinde biriktirirler. Böylece embriyo zarar görmez. Şekil: Azotlu boşaltım ürünleri. Kabuklu yumurtalar sıvıyı atamaz fakat gazları dışarı atabilirler. Memelilerde Boşaltım Sistemi Bir çift böbrek vardır: Böbrek İdrar yapan organdır. Kanı süzer. Suyun, iyonların fazlasını süzer. Azotlu atıkları uzaklaştırır (üre, ürk asit, kreatinin). pH'ı, tansiyonu, su-tuz dengesini sağlar. Böbrekler retroperitonal olarak bulunur. Vücut boşluğunun arka duvarına gömülüdür. Lateral yüzleri konvex, medial yüzleri konkavdır. Bu konkav bölgeden kan damarları girer çıkar ve buraya hilum renalis denir. Böbreğin üstünde adrenal bezler bulunur. Frontal kesitte bakıldığında; Korteks, medulla ve pelvis olmak üzere üç kısım vardır. Korteks kısmında sayıları 1 milyonu bulan nefron denen üniteler vardır. İdrar bu üniteler tarafından oluşturulur. Medulla bölgesinde malpighi piramitleri yer alır. Bu piramitlerin içinden nefronların toplama kanalları geçer ve bu piranitler bu kanallar yüzünden tabakalaşmış biçimde görülür. . Pramitlerin arasından korteksten medullaya doğru uzanan kan damarları ve sinirler geçer. Bu geçit bölgelerine collum renalis denir. Böbrek giren böbrek arteri daha küçük kollara ayrılır ve en nihayetinde glomerulus kılcallarını ve hemen arkasından peritübüler kılcalları ve vazo rektayı oluştururlar. Böylece nefron tübülleriyle birlikte bu kılcalalr idrarı oluştururlar. Kan böbrekteki toplar damrlarla tekrar alt ana toplar damrına geri gelir. Nefronda oluşan idrer önce toplama kanallarına oradanda pelvis renalise akar. Pelvisten üreterle mesaneye oradan da üretra ile vücuttan dışarı atılır. İdrar çıkarma refleksinin merkezi ponsta yer alır. Mesane dolduğu zaman mesane duvarındaki gerim reseptörleri duyu sinyalleriyle ponsu uyarır. Bu merkezler bir taraftan sempatik lifler aracılığıyla mesanenin idrarrı depolamasını sağlarken diğer taraftan parasempatik lifler iç üretra sifinkterinin gevşemesini sağlar. Daha sonra somatik yolla dış üretra sifinkteri istemli olarak gevşer ve mesanedeki idrar üretra aracılığla dışarı atılır. İnsanda Boşaltım Sistemi İnsanda boşaltım sistemi bir çift böbrek, mesane ve uretradan meydana gelmiştir. İdrar böbreklerde üretilir ve üreterler yardımıyla idrar kesesine gönderilir. İdrar burada depo edilir. Üretra yoluyla da vücuttan atılır. Böbreğin Dış Yapısı Böbrekler fasulye şeklinde organlardır. Retroperitonal olarak yerleşmişlerdir ve etraflarında adipoz dokudan yapılmış bir kapsül bulunur. Her bir böbreğin üzerinde adrenal bez adı verilen endokrin bez yer alır. Kan damarları ve üreterin böbreğe girip çıktığı yere hilus adı verilir. Böbrek atar damarı abdominal aorttan ayrılarak böbreğe girer ve burada gittikçe daralan arter dallarını meydana getirir ve en sonunda glomerulus kılcallarına kadar dallanır. Glomerulus kılcallarından sonra peritübüler kılcallar ve vaso rekta yer alır. Vazo rekta tarafından toplnana kan ise gittikçe genişleyen toplar damarlarla toplanır ve renal ven denen böbrek toplar damarıyla vena cova inferiora ulaşır. Böbreğin İç Yapısı Böbreğin iç yapısını frontal kesitte incelediğimiz zaman korteks, medulla ve pelvis adı verilen 3 bölgeden oluştuğunu görürüz. 1) Renal Korteks: Böbreğin en dış tabakasıdır. Nefron adı verilen idrarın oluumunu sağlayan birimlerin büyük bir kısmı burada yerleşmiştir. Her bir böbrekte 1 milyon tane nefron bulunur. 2 çeşit nefron vardır. Cortikal Nefron: Tamamen kortekste yerleşmiştir. Juxta Medullar Nefron: Hem korteks hem de medullaya doğru yerleşmiş olan nefronlardır. 2) Renal Medulla: Böbreğin 2. tabakasıdır. Burada üçgen şeklinde piramitler yer alır. Bu piramitlere malpighi piramitleri denir. Bu piramitler içerisinden paralel olarak dizilmiş toplama kanalları geçtiği için tabakalı bir görünüm arz eder. Bu toplama kanalları nefronda oluşan idrarın pelvise akmasını sağlarlar. Bu piramitlerin arasında ise collum renalis denen bölgeler vardır. Bu kollum denen bölgede kortekse giden ve gelen kan damarları ile sinirler yer alır. Böbreğin frontal kesitteki en alt tabakası ise pelvis renalisdir. Renal pelvis renal sinuslarda yer alır ve piramidlerden gelen idrarın üretere iletilmesini sağlar. İdrar üreter aracılığıyla mesaneye akar. Nefron böbreğin yapısal ve fonksiyonel birimleridir. Nefron özelleşmiş tübüller ve bu tübüllerle sıkı bir ilişki halinde olan kılcal damar ağından meydana gelmiştir. Böbrek atardamarıyla böbreğe giren kan segmental arterlere oradan lobar arterlere daha sonra interlobar arterlere, oradan arcuate arterlere ve en sonunda glomerulusun afferent arteriolüne ve glomerulusa ulaşır. Burada kan interlobar venlere oradan daha büyük venlere ulaşır ve en sonunda renal venle böbrekten ayrılarak alt ana toplar damarına geçer. Nefronun Bölümleri Glomerulusu dışardan çeviren kapsüle Bowman kapsülü adı verilir. Su ve çözünmüş maddeler, glomerulusdan Bowman kapsülünün boşluğuna oradan da proksimal kıvrımlı tüpe geçer ve filtrat adını alır. Proksimal tübülde çeşitli kıvrımları geçtikten sonra filtrat Henle kulpunun inen koluna ulaşır. Buradan henle kulpunun ince inen koluyla medullaya doğru inen filtrat daha sonra henlenin kalın çıkan koluyla tekrar kortekse doğru çıkar. Henleden sonra bu filtrat distal kıvrımlı tübüle oradan da kortikal toplama kanalına ulaşır. Bu kanal medullaya uzanır, medullar toplama kanalına filtrarı iletir. Medulla toplama kanalları filtratı pramitlerin içinden geçirerek böbreğin pelvisine boşaltırlar. Bowman Kapsülünün Hücresel Özellikleri Geniş bir afferent arteriol ve dar bir efferent arteriolden oluşan glomerulus şişmiş bir balon içerisine geçmiş bir yumruk görünümündedir. Bu glomerulus ile etrafını saran kapsülden oluşan yapıya renal korpüskül denir. Glomeular kapsülün visceral tabakası podosit denen özelleşmiş hücrelerden yapılmıştır. Bu podositler geçirgen bir yapıya sahip olan kılcalların etrafında yer alır. Kapsülün visceral ve pariyetal tabakaları arasındaki boşluğa kapsüler boşluk denir. Glomerulus kılcallarından süzülen filtrat bu boşluk da yer alır. Boyuna kesitte baktığımız zaman glomerulus kılcallarının endoteli delikli bir yapıya sahiptir (fenestrasyon). Böylece kandaki su ve çözünmüş maddelerin geçişine izin verir. Delikli bazal membran kapiller endotelinin etrafını sarar. Bazal membranın atrafında ise podositler bulunur ve bu hücreler bacak şeklinde uzanmış çıkıntılara sahiptir. Daha sonra bu bacak şeklindeki yapılar pedisellere dönüşür. Komşu bölgelerdeki pediseller gevşek şekilde birbirine geçerek filtrasyon silitlerini oluşturur. Böylece süzülen maddeler önce fenestrasyon denen deliklerde geçer, sonra bazal membranı geçer arkasından filtrasyon silitlerini geçerek kapsül boşluğuna ulaşır. Kapiller endotel (fenestrasyon), bazal membran ve podositlerden meydana gelen yapıya filtrasyon membranı denir. Bu filtrasyon membranı küçük moleküllerin geçişine izin verirken kan hücreleri ve büyük proteinlerin geçişini engeller. Proksimal Kıvrımlı Tübülün Hücreleri Proksimal tübülün hücreleri basit küboidal hücrelerdir. Bu hücrelerin lümene bakan kısmında çok sayıda mikrovillus bulunduğu için fırça kenarı şeklinde görünür. Bu mikrovillusler lüminal membran (lümene bakan membranın) yüzeyinin genişlemesini ve böylelikle etkili bir geri emilimin gerçekleşmesini sağlar. Bu hücreler arasındaki sıkı bağlantı bölgeleri suyun geçmesine izin verirken tübül lümeninden intertisiyal boşluğa geçmesine izin vermezler. Bu hücrelerin bazolateral membranları (yani intertisiuma bakan membranları) maddelerin aktif ve pasif geçişini sağlayan çok sayıda integral transporter protein içerir. Bu proteinler intertisium ile intraselluler bölge arasında madde alışverişini sağlarlar. Bu hücrelerin bazolateral membranlarına yakın yerde çok sayıda mitokondri bulunurç aktif taşıma işlemi için gerekli ATP bu mitokondrilerden sağlanır. Bu membranların temel özelliği suya ve çok sayıda çözünmüş maddeye karşı geçirgen olmasıdır. Bu yüzden burada çok miktarda absorbsiyon gerçekleşir. İnen Henle Kulpunun (İnce Kol) Hücreleri İnen henle kulpunun hücreleri basit yassı epitel şeklindedir. Bu hücrelerde mikrovillüslerin oluşturduğu brush border yoktur. Yüzey alanı küçülmüştür. İnen henlenin hücreleri suya karşı geçirgendir. Nispeten az sayıda transport protein vardır. Bu hücrelerin en belirgin özelliği suya karşı geçirgen, çözünmüş maddelere karşı geçirgen olmayışıdır. Çıkan Henlenin Kalın Kolundaki ve Distal Kıvrımlı Tübüldeki Hücreler Henlenin çıkan kalın kolunun lümenindeki hücrelerle distal tübülün girişindeki hücreler birbirine benzer şekildedir. Bunlar kübik hücrelerden oluşmuşlardır. Fakat bu hücreler proksimal kıvrımlı tübülün hücrelerinden yapısal olarak farklılık gösterirler. Örneğin buradaki hücreler az sayıda ve daha küçük mikrovillüslere sahiptir. Bu hücrelerin luminal membranı glikoproteinle kaplanmış haldedir. Böylece hücreler arasında daha sıkı bağlantı bölgeleri mevcuttur. Bu yüzden suyun geri emilimi engellenir . Bu bölgedeki hücrelerin bazolateral membranları proksimal kıvrımlı tübülün bazolateral membranına benzer. Burada da çok sayıda integral protein ve mitokondri bulunur. Böylece pasif ve aktif taşıma işlemleri gerçekleştirilir. Bu bölgedeki hücrelerin başlıca özellikleri çözünmüş maddelere özellikle de NaCl'e karşı geçirgen fakat suya karşı geçirgen olmamalarıdır. Juxtaglomerular Aparat Henlenin çıkan kulpunun distal tübüle geçtiği bu tübül afferent ve efferent arteriol ile bir araya gelirler. Arteriol duvarındaki hücrelerle henlenin çıkan kolundaki hücrelerin birbirine temas ettiği yerde luxtaglomerular aparat denen gözlemleyici (monitör) bir yapı oluşur. Arteriolün modifiye olmuş düz kas hücrelerine luxtaglomerular hücre veya SG hücre denir. Bu hücreler baroreseptör olarak görev yapar ve arterioldeki kan basıncının değişip değişmediğini algılar. Çıkan henlenin arteriolle birleştiği yerdek, hücreler macula densa hücrelerini oluşturur. Bu hücreler ise fitratın ozmolaritesindeki değişiklikleri algılar. Distal Kıvrımlı Tübülün Son Kısmı ile Kortikal Toplama Kanalındaki Hücreler Distal kıvrımlı tübülün son kısmındaki ve kortikal toplama kanalındaki hücreler yapısal ve fonksiyonel olarak 2 gruba ayrılırlar. Bunlar prinsipl hücreler ve interkalar hücrelerdir. 1- Principal Hücreler: Daha fazla sayıdaki principal hücre az sayıda mikrovillus ve bazolateral katlantıya sahiptir. Bu özelleşmiş hücreler, hücrelerin suya ve çözünmüş maddelere karşı geçirgenliğini düzenleyen hormonlara cevap verirler (özellikle de sodyum ve potasyum iyonlarına karşı). Bu principal hücrelerin temel özelliği bunların suya ve çözünmüş maddelere karşı geçirgenliğinin fizyolojik olarak hormonlar tarafından düzenlenmesidir. 2- İnterkalar Hücreler: Vücudun asitliği arttığı zaman bu hücreler H+ iyonlarını idrara salgılar ve vücudun asit-baz dengesini ayarlar. Medullar Toplama Kanalının Hücreleri Buradaki principal hücreler şekil olarak küboidal hücrelerdir. Bunların luminal ve bazolateral membranları nispeten düzdür ve bu hücrelerde az sayıda mitekondri yer alır. Bu hücrelerin su ve üreye karşı geçirgenliği hormonal olarak düzenlenir. Bu bölgedeki hücrelerin temel özelliği filtrattaki su ve ürenin emiliminin hormonel olarak düzenlenmesidir. Şekil: Nefronun yapısı ve hücresel özellikleri Glomerular Filtrasyon Böbrek nefronlarında idrar üretimi şu 3 fizyolojik olayla gerçekleşir. 1- Filtrasyon 2- Reabsorbsiyon 3- Sekresyon İdrar oluşum süreci filtrasyonla başlar. Kan basıncı yardımıyla kanda bulunan çözünmüş maddeler ve su glomerulusdan kapsüler boşluğa geçer. Bu filtrat tübüllerden geçerken kanın bileşimi ve homeostasizin sağlanması için gerekli maddeler peritübüler kapillerde bulunan kana doğru geri emilir (reabsorbsiyon). Ayrıca bazı çözünmüş maddeler peritübüler kapillerdeki kandan uzaklaştırılır ve tübül hücreleri tarafından kana salgılanır. Böylelikle kanın bileşimi hassas bir şekilde ayarlanır. Filtrasyon Olayı: Filtrasyon olayı çay ya da başka içeceklerin süzüntü ile oluşturulmasına benzetilebilir. Süzek içindeki çayın üzerinden su geçirdiğimiz zaman çayın posasından ayrılan küçük moleküller ağırlığa sahip maddeler su ile birlikte hazneye dolar. Glomerulus içerisindeki kan da tıpkı bu süzekteki olayda olduğu gibi kan basıncı ile bowman kapsülüne süzülür. Yalnız bu sırada kandaki hücreler ve iri yapılı proteinler damar içerisinde kalırken amino asit ve glikoz gibi organik besinler, kreatinin, üre ve ürik asit gibi azotlu atıklar, kanda bulunan Na, Cl, K gibi elektrolitler ile su filtrat haline dönüşerek kapsüler boşluğa geçer. Kanın süzüldüğü yapıya filtrasyon membranı adı verilir ve bu membran glomerular epiteldeki elek şeklindeki yapılar (fenestrasyon), bazal membran ve podosit denen hücrelerin pedisellerinden oluşan filtrasyon slitlerinden oluşur (Şekil). Kandaki maddelerin filtrasyon membranından geçişi sadece geçen maddelerin molekül büyüklüğüne değil aynı zamanda elektriksel özelliklerine de bağlıdır. Böylece glomerular filtrasyon glomerular hidrostatik basınç tarafından oluşturulan bir kitle akım hareketidir. Normalde filtrasyon membranından kan hücreleri ve büyük yapılı proteinler geçemez. Eğer bu filtrasyon membranı bir şekilde hasar görürse büyük proteinlerde filtrata sızar. Eğer filtrasyon membranı çok daha fazla hasar görürse kan hücreleri de sızabilir. Neticede proteinler idrarla kaybedilir. Örneğin kandaki albumin proteini kanın ozmotik basıncını ayarlamakla görevlidir. Eğer filtratla albumin kaybı artarsa plazmadaki sıvı kandan dokulara geçer ve ödem meydana gelir. Neticede dolaşım volümü azalır ve kişide şok gelişir. Ayrıca pıhtılaşma ile ilgili proteinler filtratla kaybedilirse kontrolsüz kanamalar gelişir. Eğer kan proteinlerinde globulinler filtrata kaybedilirse kişi enfeksiyonlara karşı hassas hale gelir. Glomerular Filtrat: Glomerulus kılcallarından kapsüler boşluğa geçen sıvıya glomerular filtrat adı verilir. Bu glomerular filtrat içerisindeki maddelerin konsantrasyonları plazmadaki konsantrasyona benzerlik gösterir. Glomerular filtratı analiz ettiğimiz zaman içinde şu maddelerin olduğunu görürüz. Şekil: Filtrasyon sırasında glomerulus kılcalındaki kanın kapsüle doğru süzülmesi Filtrasyon membrandaki hasardan dolayı idrarda protein görülmesi olayına proteinüri, kan hücrelerinin görülmesi olayına ise hematouri denir. Glomerulusdaki filtrasyonu etkileyen kuvvetler şunlardır. 1. Glomerulus kılcallarındaki kanın hidrostatik basıncı - Glomerulus kılcallarındaki kanın basıncı ortalama 60 mmHg dır. Bu olağan dışı yüksek kan basıncı kısa ve geniş çaplı arteriolden kaynaklanır. Böylece arterioldeki bu yüksek basınç kanı glomerulus kılcalına taşır. Glomerulustan ayrılan küçük çaplı efferent arteriol ise kanın akışını sınırlayarak bu basıncın 60 mmHg düzeyinde kalmasını sağlar. Fakat bu hidrostatik basınç 2 tane zıt basıncı yenmek zorundadır. Ancak böylece glomerulusdaki kan kapsüler boşluğa süzülerek filtrat oluşturabilir. 2. Kapsüler hidrostatik basınç - Bowman kapsülüne süzülmüş olan bu filtrat hidrostatik basınca ters yönde bir kapsüler hidrostatik basınç oluşturur. Bu kapsüler hidrostatik basınç ortalama 15 mmHgdır. 3. Glomerulus kılcallarındaki kanın ozmotik basıncı - Glomerular hidrostatik basınca karşı direnen ikinci bir basınç glomerulus kılcallarında bulunan kanın ozmotik basıncıdır. Glomerular hidrostatik basınca karşı direnen ikinci bir basınç glomerulus kılcallarında bulunan kanın ozmotik basıncıdır. Hatırlanacağı gibi kanda kan proteinleri mevcuttur. Filtrat oluşurken bu proteinler daha konsantre hale gelir. Bu proteinler yüzünden glomerulustaki kanın filtratın ozmolaritesinden daha yüksektir. Böylece ozmotik basıncı ya da diğer bir deyişle filtrattaki sıvıyı tekrar geri çekme gücü ortalama 28 mmHg değerindedir. Bu üç basıncın etkileşimi sonucunda net filtrasyon basıncı şı şekilde hesaplanır. Net filtrasyon = 60 mmHg - (15 mmHg + basıncı 28 mmHg) = 17 mmHg Glomerular Filtrasyon Hızı (GFR) Her iki böbrekteki renal korpüsküller tarafından bir dakikada oluşturulan toplam filtrat miktarına glomerular filtrasyon hızı denir. Normal fonksiyon gösteren böbreklerde 17 mmHg değerindeki net filtrasyon basıncı ile dakikada 125 ml filtrat oluşturur. Bu miktar 24 saatte 180 litreye ulaşır. Bununla birlikte insan böbreği reabsorbsiyon işlemiyle bu filtratın %99 unu geri emer. GFR net filtrasyon basıncı ile doğru orantılıdır. Daha önce bahsettiğimiz üç basınçtan birinde meydana gelebilecek bir dalgalanma GFR'yi etkiler. GFR miktarında meydana gelebilecek uzun süreli değişiklikler normalden fazla ya da normalden daha az su ve çözünmüş maddenin idrarla uzaklaşmasına neden olacaktır. Glomerular Filtrasyon Hızının Otoregülasyonu Normal koşullarda sistemik kan basıncı 120 mmHg'dır. Bu durumda afferent arteriolün çapı normal değerindedir. Bu koşullar (120 mmHg basınç ve normal afferent arteriol çapı) glomerular filtrasyon hızının dakikada 125 ml olmasını sağlar. Normal günlük aktiviteler sırasında kan basıncı dalgalanma gösterdiği zaman böbreklerin otoregülasyon mekanizması afferent arteriolün çapını değiştirerek glomerular filtrasyon hızının nispeten sabit kalmasını sağlar. Orta seviyeli bir egzersiz sırasında sistemik kan basıncı 140 mmHg değerine ulaşır. Eğer afferent arteriol normal çapını korursa glomerular hidrostatik basınçta meydana gelen % 17 lik bir artış benzer şekilde GFR artışına da sebep olur ve GFR değeri dakikada 146 ml ye ulaşır. Eğer durum böyle devam ederse bu artış kısa sürede ciddi bir dehidrasyona sebep olur. Bu aşırı sıvı kaybını önlemek için otoregülasyon mekanizması devreye girer ve afferent arteriolün çapını daraltır ve böylece glomerular kan akışı da azalmış olur. Glomerular hidrostatik basınç ve GFR normal değerine döner. Sistemik kan basıncı artmış olmasına ve egzersiz devam etmesine rağmen glomerular filtrasyon hızı ve glomerular hidrostatik basınç normal sistemik kan basıncını 120 mmHg ya düşürür. Afferent arteriol normal glomerular hidrostatik basınç ve GFR değerini korumak için genişler. Dinlenme sırasında ise sistemik kan basıncı 100 mmHg ya düşebilir. Eğer afferent arteriolün çapı normal değerinde kalırsa glomerulus kılcallarındaki kan akışı azaltılır. Bu durum glomerulus hidrostatik basınç ve GFR değerinde azalmaya neden olur. Glomerular hidrostatik basınç ve GFR nin azalması ise filtrasyonun zayıf olmasına neden olur ve gerekli süzme işlemi gerçekleşmez. Bu durumu engellemek için afferent arteriol genişler ve böylece kan akışı ve glomerular hidrostatik basınç artar. Otoregülasyon GFR değerinin normalleşmesini sağlar. Şekil: Glomerular filtrasyon hızı (GFR) . GFR’de meydana gelen uzun süreli değişimler su ve çözünmüş maddenin atılım miktarını değiştirir. (© 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings) GFR Regülasyon Mekanizmaları - Miyojenik Mekanizma Nefronlar üzerinde gerçekleşen işlemlerin otoregülasyon kontrolünü sağlayan mekanizmalardan bir tanesi gerilmeye bağlı olarak damar duvarındaki kasların kasılmasıdır. Bu durum afferent arteriol çapının kan basıncındaki değişime cevap vermesini sağlar. Bir arterioldeki kan basıncı arttığı zaman damarın duvarları otomatik olarak daralır ve arteriol boyunca kan akışı yavaşlar. Düşük kan baıncı bu refleksif daralmayı azaltır. Dolayısıyla arteriol genişler ve kan akışı artar. Renal otoregülasyondaki bu mekanizmaya miyojenik mekanizma adı verilir. Arteriol duvarının gerilmesi refleksif bir damar daralmasına neden olur. Basınç devam ettiği sürece damar daralmış olarak kalır. Damar duvarına yapılan basınç azaltıldığı zaman damar genişler. Bu yüzden kan basıncındaki değişimler arteriolün genişleyip daralmasını ve dolayısıyla glomerular kan akışını doğrudan etkiler. GFR Regülasyon Mekanizmaları - Tubuloglomerular Mekanizma İkinci düzenleme mekanizması ise juxtaglomerular aparatta yer alan macula densa hücrelerinin filtratın ozmolaritesine veya çıkan henlenin uç kısmındaki filtrat akışına karşı duyarlılığıdır. Tübüldeki Yüksek Ozmolarite ve Yüksek Hızda Filtrat Akışı Çıkan henle kulpunun terminal (uç) kısmında sodyum ve klor iyonu konsantrasyonunun ve filtrat akış hızının normalden daha yüksek olması geri emilimin yani reabsorbsiyonun azaldığını gösterir. Bu durum GFR hızının artmasından dolayı tübüllerde yüksek hızda filtrat akışından kaynaklanır. Distal tübüldeki bu yüksek ozmolarite maküla densa hücrelerinin vazokonstriktör kimyasallar salgılamasına neden olur. Bu kimyasal ajanlar ise afferent arteriolün daralmasını sağlar. Sonuçta GFR düşer, filtat akışı yavaşlar ve böylece tübüllerin sodyum ve klor iyonlarının geri emilimi artar. GFR hızı yüksek ↓ Tübüldeki filtrat akışı artar ↓ Tübüldeki iyonların geri emilimi azalır ↓ Tübüldeki ozmolarite yükselir ↓ Maküla densa hücreleri vazokonstriktör madde salar ↓ Afferent arteriol daralır ↓ GFR azalır ↓ Filtratın akış hızı azalır ↓ İyonların tübüllerden geri emilimi artar ↓ Tübüldeki filtratın ozmolaritesi düşer Tübüldeki Filtrat Akış Hızının ve Filtratın Ozmolaritesinin Düşük Olması Henlenin çıkan kolunun ucunda filtrat akış hızının yavaşlaması ve Na ile Cl iyon seviyesinin azalması da maküla densa hücreleri tarafından algılanır. Bu durum genelde düşük kan basıncı ve düşük GFR yüzünden filtrat akışının yavaşlamasından kaynaklanır. Bu maküla densa hücreleri cevap olarak şu iki etkiyi başlatırlar. 1. Macüla densa vazo konstriktör madde salgısını azaltır. Bu durum arteriolün genişlemesine ve kan akış hızının artmasına, glomerular hidrostatik basıncın yükselmesine ve GFR artışına neden olur. 2. Macula densa hücreleri juxtaglomerular hücrelere sinyal gönderir ve renin enziminin kana verilmesini sağlar. GFR düşerse ↓ Tübülde filtrat akışı hızı azalır ↓ İyonların tübülden geri emilimi artar ↓ Tübüldeki filtratın ozmolaritesi azalır ↓ Maküla densa vazokonstriktör madde salımını azaltır ↓ Afferent arteriol genişler ↓ GFR artar ↓ Filtrat akış hızı artar ↓ Reabsorbsiyon (iyonların geri emilimi) azalır ↓ Tübüler ozmolarite yükselir Kan Basıncı Çok Düşerse Arteriol kan basıncı 80 mmHg nın altına düşerse Jukstaglomerular (Jg) hücreler bu duruma doğrudan duyarlılık gösterir ve cevap olarak renin enzimi salgılar. Reninin GFR Düzenlenmesine Etkisi Renin kana verildikten sonra Angiotensin- II hormonunun seviyesini arttırmak üzere bir dizi reaksiyonu başlatır. Böbreklerde Angiotensin II nin artışı efferent arteriolün daralmasına neden olur. Bu durum glomerulusdan kanın çıkışını yavaşlatır. Böylece glomerular hidrostatik basınç yükselir ve glomerular filtrasyon hızı normale döner. Angiostenin II aynı zamanda Aldesteron hormonun salınmasını uyarır. Bu da sodyumun geri emilimini artırır. GFR Regülasyon Mekanizmaları / Sempatik Sinirin Kontrolü Sempatik sinir sistemi ekstrinsik (dış kaynaklı) düzenleme mekanizmasıyla böbrekteki bütün damarları innerve eder. Sempatik sinirler normal günlük aktiviteler sırasında minimal etkiye sahiptirler. Fakat aşırı stres ve kan kaybı sırasında sempatik sinir sistemi böbreğin otoregülasyon sistemini baskı altında tutar. Sempatik aktivitenin artışı bütün böbrek damarlarının yoğun bir şekilde daralmasına neden olur. Bunun sonucunda şu iki olay gerçekleşir. 1) Böbreklerin aktivitesi geçici olarak azaltılır ya da kan hayati organlara yönlendirmek için askıya alınır. 2) GFR nin düşmesi sıvı kaybını azaltır. Bu durum diğer hayati organların fonksiyon görebilmesi için kan volümü ve kan basıncının yüksek tutulması sağlanır. Bu durumda böbrek fonksiyonu neredeyse durma noktasına gelir. Filtrasyonun azalması daha fazla süremez. Çünkü kanda atık ürünler ve metabolik dengesizlikler meydana gelir. Otoregülasyon mekanizması bu akut böbrek yetmezliğinin üstesinden gelemez. Bu durumda hastaya intravenöz olarak sıvı (serum) verilirse kan volümü artar. Kan volümünün artışıyla kan basıncında tedrici bir artış olur. Böylece sempatik aktivite azalır ve böbrek fonksiyonu düzenlenmiş olur. Filtrasyondan Sonraki İlk İşlemler Filtrat oluşumundan hemen sonra yani filtrasyonun hemen arkasından nefronun proksimal tübülü kanın volümüne ve komposizyonunu korumak için süzülen maddelerin ve suyun büyük bir kısmının geri emilimini (reabsorbsiypm) başlatır. Ayrıca bu tübüller kandaki bazı maddeleri filtrata doğru salgılar ve kanın komposizyonunu ayarlar. Reabsorbsiyon (Vücut İçin Değerli Maddelerin Tutulması ve Geri Emilimi) Filtrasyon sırasında kandaki zararlı maddelerle birlikte vücut için gerekli maddelerin tekrar kana geri emilmesi gerekir aksi takdirede homeostasis bozulur. Bu maddelerin tekrar kana geçebilmesi için maddelerin tübül duvarındaki bariyerleri geçebilmesi gerekir. Geri emilim için 2 yol vardır. 1) Transsellüler Yol: Hücrenin lüminal yüzünden bazolateral yüzüne doğru hücre boyunca madde geçişi demektir. 2) Parasellüler Yol: Hücrelerin yanlarındaki sıkı bağlantı bölgesinden maddelerin emilim yoluna denir. Şekil: Proksimal tübülden geri emilim şekilleri: Trnassellüler yolda membranın luminal yüzünden emilen maddeler inrasellüler ortama (hücre içine), oradan da bazolateral membrandan interstisiuma geçer. Na, Glikoz, amino asit gibi maddelerin geri emilimi genelde bu şekilde olur. Su ise genellikle hücrelerin arasındaki sıkı bağlantı bölgelerinden paarsellüler olarak emilir. © 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings Çözünmüş maddelerin çoğu transellüler yolu kullanır. Bu maddeler ya difüzyonla ya da hücrenin luminal ve bazolateral mambranları boyunca aktif taşımayla intertisiyal boşluğa oradan da peritübüler kapilerlere geçerler. İkinci yol ise parasellüler yoldur. Parasellüler bölgelerdeki sıkı bağlantı bölgeleri bazı yerlerde geçirgen bazı yerlerde geçirgen değildir. Reabsorbsiyon Sırasında Membranın Aktivitesi Bazolateral membrandan sodyumun intersiyuma geçmesi intrasellüler (hücre içi) ortamda sodyum konsantrasyonunun azalmasına neden olur. Böylece luminal membrandan daha fazla sodyum intrasellüler ortama geçer. Sodyum iyonlarının interstisyuma taşınmasının iki önemli sonucu vardır. 1) İnterstisiyal ozmolarite artar. Bu durum suyun luminal membrandan emilimine neden olur. 2) Hücre içinde Na konsantrasyonunun azalması luminal membran boyunca yeni sodyum iyonlarının reabsorbsiyonla geri emilimine neden olur. Bu durum daha fazla sodyum iyonunun aktif olarak taşınmasına ve döngünün tekrarlanmasına neden olur. Ayrıca sodyum iyonlarının taşınması nefrondaki bir çok maddenin geri emilimini de mümkün kılar. Proksimal Tübülün Bazolateral Membranı Böbrek tübülleri her bir bölgede özelleşmiş hücrelerden meydana gelmiştir. Yani proksimal tübülülden toplama kanalına kadar filtrasyon, reabsorbsiyon ve sekresyon işlerini yapabilmek için tübülün farklı bölümlerinde farklı hücreler oluşmuştur. Proksimal tübülde vücut için değerli olan maddelerin büyük bir kısmı geri emilir. Tübüler hücrelerin bazolateral membranlarını inceleyelim. Proksimal tübüldeki filtratın içindeki maddelerin geri emilmesi direkt ya da dolaylı olarak sodyum iyonlarının aktif transportuna bağlıdır. Bunun için bazolateral membranda Na-K ATPaz pompaları yerleşmiştir. Böylece ATP harcanarak hücre içerisindeki Na hücre dışındaki interstisiyuma interstisiyumdaki K iyonları ise hücre içerisine geçer. Bu olay sırasında ATP harcanır. Sodyum potasyum pompası nefronun çoğu bölgesindeki bazolateral membranda bulunur. Proksimal tübülün bazolateral membranındaki sodyum potasyum pompası hücre içerisindeki Na u hücre dışına pompalayarak hücre içi sodyum miktarını azaltırken hücre dışındaki interstisyumun derişik hale gelmesi sağlanır. Bu artan ozmolarite tübülden suyun geri emilmesini sağlar ve interstisiyal ozmolariteyi tekrar azaltır ve buradaki su ve iyonlar pasif olarak peritübüler kapilerdeki kana geçer ve oradan da vücuda geri döner. Bazolateral Membrandaki Difüzyon Bazolateral membranda Na-K ATPaz pompasına ilaveten 2 tane daha transmembran protein bulunur. Bu proteinlerden bir tanesi potasyum iyon kanalıdır ve bu kanal içine alınan potasyumun tekrar interstisiyuma geçmesini sağlar. Glikoz taşıyan transporter protein ise sadece glukoza bağlanır ve bazolateral membrandan kolaylaştırılmış difüzyonla interstisiyuma verilir. Glikoz hücre içine ya da hücre dışına konsantrasyon gradiyentine bağlı olarak taşınır. Bu tübüler hücrelerde glukoz konsantrasyonu yüksek olduğu için kolaylaştırılmış difüzyonla intersitisyuma geçer. Yine bazolateral membranda bulunan K iyon kanallarının K u tekrar intersitisyuma vermesi hem hücre içinde K birikmesini engeller ve hem de kanda K azalmasını önler. Böylece vücudun potasyum dengesi de korunmuş olur. Proksimal Tübülün Luminal Membranının Aktivitesi Tübüler hücrelerinin luminal membranında birçok transport proteini yer alır. Bunlar Na kanalları, Na/H zıt transport proteinleri ve Na-glukoz kotrasnport taşıyıcı proteinleridir. Bütün bu kanal ve taşıyıcı moleküllerin aktiviteleri bazolateral membrandaki Na-K ATPaz pompasının aktivitesine bağlıdır. Sodyum Kanalları: Bazolateral membrandaki Na-K ATPaz pompası ile tübüler hücelerdeki Na konsantrasyonu azaltılır. Tübül lümenindeki Na konsantrasyonu yüksek olduğu için tübüldeki Na iyonları böylece hücreye geçer. Bu iyonlar lüminal membrandaki Na kanalları yardımıyla difüzyonla geçer. Bazolateral membrandaki Na-K pompası bu iyonları tekrar intersitisyuma pompalar. Böylece hücre içinde tekrar Na konsantrasyonu azalır ve tübül lümeninden tekrar sodyum iyonları Na kanallarıyla hücreye geçer. Na-H Zıt Taşıyıcı Proteinleri Bu antiport molekülü Na u hücreye taşırken H iyonlarını tübüldeki filtrata taşır. Bu taşıma tübüldeki Na konsantrasyonunun hücredeki Na konsantrasyonundan yüksek olmasına bağlı olarak gerçekleşir. Bu da bir sekonder aktif taşıma örneğidir ve bazolateral membrandaki primer aktif taşımanın (NaK pompası) sonucu olarak gerçekleşir. Bu hidrojen iyonlarının filtrata salgılanması da asit baz dengesinin ayarlanmasını sağlar. Böylece fazla hidrojen filtrata salgılanmış olur. Sodyum / Glukoz Cotransport Molekülü Bu transport proteini glukoz ve sodyumu aynı yönde birlikte taşır (symport). Burada glukozun geri emilimi Na un konsantrasyon gradiyenti yönünde çok yoğun tübül ortamdan az yoğun intrasellüler ortama geçmesine bağlıdır. Bu da bir sekonder aktif taşıma örneğidir. Böylece hücreye sekonder aktif taşımayla interstisytuma kolaylaştırılmış difüzyonla geçer. emilen glukoz hücreden Transport Maximum Ne Demektir (Tm) ? Aktif olarak emilen çözünmüş maddelerin çoğunun miktarı bu spesifik maddeye özgü olan transport protein miktarıyla sınırlıdır. Bu limite transport maksimum denir. Eğer filtrat içerisindek, geri emilen madde miktarı transport maksimumu geçerse bu maddenin fazlası geri emilime uğramadan tübül içinde ilerleyerek idrarla birlikte dışarı atılır. Örneğin glukoz molekülü vücudun normal fonksiyon görmesi için hayati önem taşır. Bununla birlikte hiperrglisemi durumunda şeker hastalarında kan glikoz konsantrasyonunun normalden fazla olması demektir. Bu durumda kanda normalden fazla miktarda glikoz birikir. Bu durumda luminal membrandaki kotransport molekülü sayısı bu anormal derecedeki yüksek glikozun hepsinin geri emilmesi için yeterli olmaz. Böylece trasnport maksimum değeri aşılır ve glikozun fazlası idrara geçer. Proksimal Tübülün Parasellüler Yolu Proksimal tübüldeki 2. rebsorbsiyon yolu ise hücrelerin yan taraflarındaki parasellüler yoldur. Lateral bölgedeki hücrelerarası sıvının ozmolaritesi Na-K ATPaz pompası yüzünden yükselir. Böylece parasellüler yoldan lümendeki su hücrelerarası sıvı (interstisyum) ya geçer. Bu su geçişi sırasında sodyum, klor ve potasyum iyonları da pasif olarak suyu takip eder. Böylece bol miktarda K ve Cl iyonları da emilmiş olur. Dikkat edecek olursak bu parasellüler yoldan suyun hücrelerarası boşluğa geçmesi interstisyumun ozmolaritesini azaltır ve tübüldeki filtrat ile interstisyumun ozmolaritesi dengelenir. Buraya kadar proksimal tübüldeki reabsorbsiyon olayını incelemiş olduk. Böylece vücut için faydalı olan maddeler geri emilmiş olur. Filtratın yaklaşık %65 i proksimal tübülden geri emilir. Ayrıca bu geri emilimin sırasında glukoz, amino asit ve filtrata geçmiş olan küçük proteinlerin %100 ü geri emilir. Henlenin İnen İnce Kolundan Geri Emilimi Proksimal tübülden henlenin inen ince koluna geçiş yerinden itibaren henle kulpu medullaya doğru iniş yapar ve buradaki tübül hücreleri ise küboidal hücrelerden yassı hücrelere doğru değişir. Proksimal tübülde olduğu gibi bu hücreler suya karşı geçirgendir ve ozmotik kuvvetlere bağlı olarak su geri emilir. Medullanın intertisiyumundaki gittikçe artan ozmolarite yüzünden su filtrattan çıkarak geri emilir. Henlenin inen kolunda Na, Cl ve diğer çözünmüş maddelerin geri emilimi durur. Çünkü bu yassılaşmış hücrelerde transport proteini bulunmaz. Bu yüzden Su molekülleri geri emilirken çözünmüş maddeler filtratın yapısında kalır. Bu yüzden filtrat henle kulpunun tabanına doğru inerken iyice konsantre edilir. Henlenin Çıkan Kolu ve Distal Tübülün İlk Bölümünde Geri Emilim Olayı Medullaya doğru inmiş olan henle kulpu bir yerden sonra U borusu şeklinde dönerek yukarı kortekse doğru çıkar. Bu henle kulpu kortekse doğru çıkarken ince koldaki tek katlı yassı epitel çıkan kalın kolda ve distal tübülün ilk kısımlarında kübik epitele değişir. Bu kalın koldan yukarı doğru olan kısımda hücreler arası sıkı bağlantı bölgeleri tübüldeki suyun geri emilimine engel olur. Ayıca lüminal membranı kuşatmış olan glikoprotein tabakası su emilimini engeller. Bu bölgedeki lüminal membrana baktığımızda buradaki hücrelerde fırça kenarı (brush border) şeklinde görünümün kaybolduğunu görürüz. Oysa proksimal tübülün lüminal membranı çok sayıda mikrovillüs içerdiği için fırça kenarı görünümündedir. Bu görünüm çıkan henle ve distal tübülde kaybolur. Fakat bununla birlikte bu bölgelerdeki hücrelerin lüminal membranında az sayıda da olsa kısa mikrovillus bulunur. Bu mikrovillüslerin yapısında ise bir çok iyon kanalı ve sekonder aktif taşıma yapan taşıyıcı protein yer alır. Buradaki lüminal membranda bulunan sekonder aktif taşıma molekülü proksimal tübüldeki Na/glukoz kotransportu yapan taşıyıcıdan farklıdır. Bunun yerine henlenin çıkan kolundaki lüminal membranda bulunan kotransporter proteinler 1 potasyum ve 2 tane Cl iyonu taşırlar. Fakat proksimal tübüldeki Na/glikoz kotransportunda olduğu gibi bu trasnporter moleküllerde de taşımaya neden olan faktör Na iyonlarının konsantrasyon gradiyenti yönünde geçişidir. Potasyumun hücre içine alınması hücrenin K konsantrasyonunun artışına neden olmaz. Çünkü potasyum iyonları hem luminal ve hem de bazolateral membrandan hücreyi terkeder. Henle Kulpunun Çıkan Kolu ve Distal Tübülün İlk Bölümünde Reabsorbsiyon: Bazolateral Membranda Meydana Gelen Olaylar Henlenin çıkan kolundaki hücrelerin bazolateral membranı proksimal tübüldeki gibi Na-K ATPaz iyon pompaları ve K kanallarına sahiptir. Bu pompalar sodyum iyon konsantrasyon gradiyenti üreterek lüminal membran boyunca diğer maddelerin geri emilmesini sağlarlar. Klor kanalları Cl iyonlarının lüminal membrandan girişini sağlar. Daha sonra bu Cl iyonları Na iyonlarını takip ederek hücre dışına çıkarlar. İnterstisiyal sıvının ozmolaritesinin artmasına filtrattan emilen Na, Cl ve K iyonları neden olur. Çıkan kolun suya geçirgen olmayışı filtrat ve interstisiyal sıvıda denge oluşumuna engel olur. Henlenin çıkan kolundaki hücreler interstisyum ve tübüldeki filtrat arasıda 200 mOsm fark oluşmasına neden olur. Neticede çıkan henlede suyun dışarı çıkışının engellenmesi ve tuzların filtrattan interstisyuma geri emilmesi sonucu iki etki ortaya çıkar. 1- Tübülün çıkan kolunda filtrat gittikçe seyreltik hale gelir. 2- Dolayısıyla henlenin altından kortekse kadar çıkan kolun her noktasındaki filtratın ozmolaritesi interstisyumdaki ozmolaritesen 200 miliozmol daha azdır. Bu medullar ozmotik gradiyent derinlerde fazla iken kortekse çıktıkça azalır. Henle Kulpundaki Zıt Akım Sistemi Bu sisteme zıt akım prensibi denmesinin sebebi filtratın inen kolda aşağı yönde çıkan kolda ise yukarı doğru akmasıdır. İnen ve çıkan koldaki bu zıt akım tübülün tabanında 1200 mOsm'lük bir ozmolarite sağlarken kortekse yakın bölgede 300 mOsm'e düşer. Henlenin tabanı ile kortekse yakın kısmı arasındaki bu gradiyent idrarın konsantre hale gelmesi için çok önemlidir. Çıkan Kol Henlenin çıkan kolu NaCl'u aktif olarak interstisyuma pompalarken interstisyumun konsantrasyonunu artırır. Aynı zamanda suyun dışarı çıkmasını engeller. Tübül içindeki sıvı yukarı çıkarken tuzlar sürekli dışarı pompalandığı için en yüksek konsantrasyon henlenin tabanındaki sıvıda görülür. İnen Kol İnen kolda suyun dışarı çıkması tuzların içeride kalması çıkan kol için derişik bir NaCl solüsyonunun oluşmasını sağlar. İnen koldan aşağı akarken filtrat suyunu kaybeder, çünkü çıkan kol interstisyuma tuz pompaladığı için interstisyumu derişik hale getirir. Bu derişik konsantrastyondaki interstisyum ise inen koldan suyum emilimini artırır. Aşağı inen kolda suyunu kaybeden filtrat normal vücut sıvılarına göre 4 kat daha konsantredir. Bu durumu sodyum kaybeden tuz gölüne benzetebiliriz. Buharlaşma ile gölden su kaybedilirken tuz derişimi artar. Henlenin tabanında konsantre hale gelen filtrat çıkan kol için derişik bir çözelti oluşturur. Böylece bu tuz çıkan koldan pompalanarak interstisyumun hiperozmotik hale getirilmesinde kullanılır. Bu iki kolun birlikte işbirliği yapmasıyla korteksteki 300 mOsm olan çözünmüş madde konsantrasyonu medullada 4 kat daha yüksek bir ozmolariteye sahip olur. Bu iki kolun birlikte aktivitesine zıt akım sistemi denir. Bu mekanizma çıkan koldaki luminal sıvıyı yaklaşık 100 mOsm sevşyesşne kadar seyreltilebilir. Böylece tuzlar uzaklaştırılırken su içeride kalır. Böylece interstisyum ile luminal sıvı arasında 200 mOsm lük bir fark oluşturulur. Vasa Rekta (Zıt Akım Exchanger Sistemi) Acaba medullanın interstisyumundaki tuzlar neden kan tarafından alınıp uzaklaştırılamaz? Medulladaki hücreler uygun şekilde çalışabilmek için besinlere ihtiyaç duyar. Böylece vazo rekta bu hücrelerin ihtiyacı olan besinleri hücrelere sağlar. Fakat normal kılcallarda kan akışıyla medullanın interstisyumundaki çözünmüş tuzlar kana emilir. Bu durum ozmotik gradiyenti azaltır. Bu sorundan kaçınmak için vazo rektanın kılcalları da bir kulp oluşturur ve zıt akım exchanger sistemi olarak görev yapar. Vazo rektanın inen kolu medulla hücrelerinde oksijen ve glikoz desteği sağlarken NaCl ve suyun karşılıklı olarak değiş tokuşuna da imkan sağlar. Bu değiş tokuş (exchange) mekanizması şöyle çalışır. 1- Vazo rekta kolunun inen kısmı ozmolaritesi gittikçe artan medullaya doğru iner. 2- Bu bölgedeki ozmolarite artışı yüzünden kandaki su difüzyonla interstisyuma geçer. 3- Aynı zamanda interstisyumda yüksek konsantrasyonda bulunan sodyum ve Cl iyonları vazo rektadaki kana difüzyonla geçer. 4- Eğer bu kan medullada kalsaydı ozmotik gradiyent yüzünden sodyum ve Cl iyonlarını kaybederdi. Fakat vazo rekta yukarı doğru yönünü değiştirerek bu koşulların tersine dönmesini sağlar. 5- Vazo rektanın çıkan kolundan geçen kan ozmolaritesi gittikçe azalan bölgeden yukarı çıkar. Böylece kan suyu tekrar geri emer ve tuzu da interstisyuma tekrar verir. Bu durumun net sonucu olarak vazo rektanın inen kolu medulladaki hücrelere ihtiyaç duyduğu besinleri getirir. Fakat medulladaki tuzları alıp götüremez. Aksi takdirde medulladaki tuzları alıp götürseydi medullanın interstisyumu iyice seyreltik hale gelir ve filtrattaki suyun fazlasını geri emilemezdi. İşte bu zıt akımla aşağı inen vazo rekta difüzyonla tuzları toplarken çıkan koldan tuzu interstisyuma geri verir ve interstisyum ozmolaritesi yüksek tutulmuş olur. Şekil : Vasa rektada kanın zıt akımı (© 2005 by Pearson Education Inc., publishing as Benjamin Cummings) Filtrasyondan Sonraki Son İşlemler Filtrat üzerindeki en son işlemler distal tübülün son kısmı ile toplama kanalında doğrudan, fizyolojik kontrol altında gerçekleşir. Bu bölgede (son distal tübül ve toplama kanalında) vücudun ihtiyacına göre vücutta tutulması ve atık maddelerin idrara verilmesi için zarın permabilitesi ve hücresel aktivitesi değişir. Bu bölümde şu 3 husus anlaşılması gerekir. 1- Aldesteron hormonun Na emilimi ve K salgılanmasındaki rolünün anlaşılması gerekir. 2- ADH'un idrarın konsantre hale getirilmesindeki rolünün anlaşılması gerekir. 3- Medullar ozmotik gradiyentin (hiperozmotik medullar interstisyum) idrarı konsantre hale getirmedeki rolünün anlaşılması gerekir. Distal tübülün son kısmında geri emilim ve sekresyon işlemleri nispeten sabit bir şekilde devam eder. Çünkü buradaki membranın geçirgenliği sabit bir şekildedir. Fakat toplama kanalından aşağı inerken hormon seviyesi ve fizyolojik koşulların değişmesinden dolayı membran geçirgenliği değişir. Bu değişkenlik yüzünden kana dönen sıvı ve çözünmüş madde bileşimi en uygun biçimde ayarlanır. Filtratın Son Distal Tübül ve Kortikal Toplama Kanalında İşlenmesi Son distal tübül ve kortikal toplama kanallarında tübül lümenini çevreleyen 2 çeşit epitel hücresi vardır. Bunlar 1- İnterkalar hücreler 2- Temel (Principal) hücrelerdir 1- İnterkalar hücreler - H iyonlarını filtrata salgılayarak kanın pH sını ayarlar. Bu sırada görev alan ATPaz pompaları bunun için ATP harcar. 2- Temel hücreler hücreler ise K salgılanması ile Na ve suyun geri emilimini hormonal olarak düzenler. Aldesteron Hormonunun Rolü Son distal tübül (SDT) ve kortikol toplama kanalı (KTK) nın temel hücreleri adrenal korteksten salgılanan aldesteron ve arka hipofizden salınan ADH varlığında sodyum iyonları ve suya karşı geçirgen olurlar. Aldosteron hormonu emilmesi gereken sodyum miktarını çok mükemmel biçimde ayarlar. Kandaki Na ve K miktarı dengeli olursa aldosteron düzeyi düşer. Bunun sonucu olarak bazolateral bölgedeki Na-K ATP az pompası ve luminal membrandaki K kanalı sayısı azalır. Bu yüzden sodyum emilimi ve sodyum salgılanması azalır. Aldosteron seviyesi arttığı zaman hem sodyum geri emilimi hemde sodyum salgılanması artar. Bunun sonucu olarak bazolateral membrandaki Na K ATPaz pompası sayısı ve luminal membrandaki sodyum potasyum taşıyan kanal sayısıda artar. Dikkat edersek bazolateral membranda K kanalı bulunmaz. NaK ATPaz pompası bulunur. Bu pompa sodyumun interstisiyuma gönderirken potasyum hücre içine alır. Bu potasyum K kanallarının olmaması yüzünden tekrar interstisiyuma geçemez. Bu potasyum yolları luminal membranda bulunan K kanallarıyla tübüler lümene salgılanır. Şayet ADH hormonun uyarısı olmazsa su molekülleri emilen Na iyonlarını takip edemez. Antidiüretik Hormonun Rolü Çoğu normal koşullarda ADH ile Aldosteron hormonu artşı birlikte olur. Bu yüzden de sodyum geri emilimi ile suyun geri emilimi birlikte olur. Aslında ikisi de birbirinden bağımsız olaylardır. Bu hücreler sadece aldosteronla uyarıldığında suya karşı hala geçirgen değildir. ADH prinsipal hücrelerini uyardığı zaman luminal membrandaki su kanalları açılır ve luminal membran suya karşı geçirgen hale gelir. İnterstisyumun ozmolaritesi azaldığı zaman su molekülleri difüze olarak membranın her iki tarafta dengeye ulaşır. Dehidrasyon (Susuzluk) ve Durumlarında Neler Olur? Overhidrasyon (Aşırı Su Varlığı) Dehidrasyon: Sıcak günlerde vücuttan terleme ile su ve tuz kaybettiğimiz zaman cevap olarak aldesteron ve ADH birlikte salgılanır ve böylece filtrattan su ve tuz geri emilimi artırılır. Dolayısıyla medullar toplama kanalına gelen filtrat volümü azalır ve dolayısıyla idrar volümü azalır. Overhidrasyon (Vücutta suyun bol olması): Su, soda ve diğer içecekler aşırı tüketildiğinde ADH ve aldesteron salgısı azaltılır. Sonuçta luminal membranın suya ve tuza geçirgenliği azaltılır. Geri emilim azalır. Böylece medullar toplama kanalına geçen filtrat (hacmi) volümü ve dolayısıyla idrar volümü artar. Diüretik maddeler içildiğinde de idrar volümü artar. Eğer bol miktarda vücuda sıvı alırsak vücuttaki ekstrasellüler sıvıdaki ve kandaki Na derişimi seyreltik hale gelir ve böylece ADH salgısı azalır. Sonuç: Nefronda filtrasyon, reabsorbsiyon ve sekresyon gibi fizyolojik olaylar neticesinde meydana gelen filtrat toplama kanalından pelvise doğru akarken idrar (urin) adını alır. Pelvisten üreter adı verilen kanalla mesanenin üzerindeki deliklerden mesaneye girer ve burada depolanır. Mesanede biriken idrar, idrar çıkarma refleksi dediğimiz refleksle üretra yoluyla vücuttan atılır. Mesanenin çıkışında iki tane sifinkter bulunur bunlardan bir tanesi iç sifinkterdir. Buranın gevşemesi istemsiz olur. Dış sifinkter ise somatik sistem tarafından kontrol edilir ve istemli çalışır. Böylece mesanedeki idrar üretra aracılığıyla vücuttan uzaklaştırılır. http://classes.midlandstech.edu/carterp/Courses/bio211/chap25/chap25.htm Şekil: İnsanda boşaltım sistemi Şekil: İdrar çıkarma refleksi