Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı Çayı r Çimen Sok. Emlak Kredi Blokları A2, D: 10 34330 Levent – İstanbul T el: (0212) 283 78 16 (PBX) Faks: (0212) 281 11 32 www.tema.org.tr KURAKLIK ETKİLERİNİN AZALTILMASINDA KURAĞA DAYANIKLI BİTKİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK KOŞULLARDA YETİŞTİRME TEKNİĞİ ANKARA 2001 Bağı ş: T . İş Bankası Levent Şb. 804352 Ziraat Bankası Levent Şb. 1576812-5002 Çelenk Bağı şı : Ziraat Bankası Levent Şb. 1572926-5001 Üyelik: T . İş Bankası Levent Şb. 821591 Fidan Dikimi: T . İş Bankası Levent Şb. 822350 Meşe Ekimi : Ziraat Bankası Levent Şb. 1576822-5001 SUNUŞ: TEMA Vakfı tarafından düzenlenen KURAKLIK ET KİLERİNİN AZALTILMASINDA KURAĞA DAYANIKLI BİT Kİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK KOŞULLARDA YETİŞT İRME T EKNİĞİ konulu toplu tartışma, iklim değişkliğinin dünya gündemini kapsadığı günümüzde, ülkemiz özelinde kimi çözümlemelere katkıda bulunabilmesi anlamında önem kazanmıştır. “ Kuraklık ve Tarım” konulu bir tartışmada, ekolojik olanak ve koşullarımızdan en uygun biçimde yararlanmak ve toprağımızı koruyarak verimli kılmak amaçları bağlamında, “ en uygun bitkisel üretim deseni ve uygun yetiştirme tekniği” gibi iki temel eksen kapsamında değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Toprağın öncelikle korunmasını, ıslah edilip geliştirilmesini ve verimli kullanılmasını temel ilke ve görev amacı edinen TEMA açısından, başta tarım olmak üzere toprakla ilişkili her sektör, toprağı kullanan her süreç ve toprakla doğrudan ve dolaylı ilişkili her şey Vakfın ilgi ve sorumluluk kapsamındadır. O açıdan, önemli bölümü yağışa bağlı kuru tarım alanlarında gerçekleştirilmekte olan bir bitkisel üretim sürecinde, “kurağa dayanıklılık amaçlı ıslah ve yetiştirme teknikle ri” gibi son derece önemli olan bu konu, T EMA açısından üzerine gidilmesi gereken bir önemli çözüm yolu olarak değerlendirilmiştir. TEMA toprağı koruyarak verimli kılmaya yönelik çalışma ve etkinliklerini; önce veri ve bilgi toplamak, verileri anlamlı kılarak bilgiye dönüştürmek ve doğru bilgilenmek, sağlanmış bilgileri değerlendirerek durumu doğru saptamak ve sorunları doğru tanımlamak, neden-sonuç analitik yaklaşımıyla rasyonel-uygulanabilir-gerçekçi çözüm senaryo, strateji ve politikalarını tartışarak oluşturmak, oluşan görüşler doğrultusunda hükümetler ve sorumlulara çözümleyici projeksiyonlar önermek, bu konuda ilgili ortamlarda görüşler açıklamak, çözümleyici yasa, tüzük, yönetmelik taslakları hazırlayarak yasalaşmalarına çaba göstermek, sürdürülen yasa düzenleme çalışmalarına katılmak, örnek nitelikli çözümleyici tarımsal-kırsal projeleri tasarlayarak uygulamak ve tüm bunları kamuoyuna yansıtmak gibi, etkinliklerle yerine getirmeye çalışmakta ve bu yollarla “toprağın korunmasını” bir toplumsal tale p haline getirme ye çaba göstermektedir. Özetlenmeye çalışılan bu etkinlikler kapsamında, doğru bilgi e dinmek ve T EMA misyonunu doğru bilgiye dayalı doğrultularda yönlendirmek hususu, son derece önemlidir. Bir bilgilenme, aydınlanma ve bilgi yönlendiriciliğinde tavır belirleme ortamı olarak gördüğümüz bu toplu tartışmanın, kuraklık koşullarında rasyonel tarım amaçlarına önemli katkılar sağlayabileceğini düşünüyoruz. Toplu tartışmaya bilgi-birikim -deneyim ve emekleriyle katkıda bulunan bilim insanları ve uzmanlarımıza şükran duygularımızı sunarız. Çalıştayın tasarımı ve yayına dönüştürülmesi sürecinde son derece önemli katkılar sağlayan Doç.Dr.Sayın Ersoy YILDIRIM’a ayrıca teşekkürü borç biliriz. TEMA VAKFI 1 İÇİNDEKİLER İklim Değişikliği, Kuraklık, Çölleşme Süreçleri ve Tarıma Etkileri Dr. M urat Türkeş, 4 Kurak Arazilerde Tarımsal Su Yönetimi Prof. Dr. Kâzım TÜLÜCÜ, 35 Tarımsal Üretimin, Düzensiz Yağış Koşulları Ve Azalan Su Kaynaklarına Karşın Sürdürülebilirliği Prof.Dr. Cevat KIRDA, 45 Kuraklığa Dayanıklı Bitki Çeşit Islahı Dr. Hasan EKİZ, 54 Kuraklığa Karşı M era Yönetim Sistemlerinin Geliştirilmesi Dr. Lütfü T AHT ACIOĞLU, 60 Orta Anadolu’da Kuraklık Şartlarında Yetiştirme Stratejileri M uzaffer AVCI, 74 Değerlendirme 98 Sonuç: M ahir GÜRBÜZ 124 2 KATILIM CI LİSTESİ ADI SOYADI 1 Hayrettin KARACA 2 A.Nihat GÖKYİĞİT 3 Ümit Y. GÜRSES 4 M ahir GÜRBÜZ 5 Av. Süleyman ÇETİN 6 Faruk YILM AZ 7 Turgut ÇELİKKOL 8 M ustafa UZBİÇER 9 Abdurrahman AYDIN 10 Temel URAZ 11 Güner AÇIKSÖZ 12 Naki SELM ANPAKOĞLU 13 M ustafa BAHDIR 14 Celal ERGÜN 15 Dr. Lütfü BAŞ 16 M . Ali ÜNAL 17 Selahattin M ERM ER 18 Fevzi TOPAL 19 Dr. Süleyman KARADAN 20 Dr. Vehbi EZER 21 M uzaffer SÜREK 22 Dr. M urat TÜRKEŞ 23 Prof. Dr. Kazım TÜLÜCÜ 24 Prof. Dr. Cevat KIRDA 25 Prof. Dr. İlhami ÜNVER 26 Prof. Dr. Süleyman KODAL 27 Doç. Dr. Y. Ersoy YILDIRIM 28 Yrd.Doç.Dr.İlhami BAYRAM İN 29 Doç. Dr. Orhan DOĞAN 30 Doç. Dr. Hasan EKİZ 31 Dr. Lütfü TAHTACIOĞLU 32 Dr. M esut KESER 33 Cemal ÇEKİÇ 34 M uzaffer AVCI 35 Sultan ERGUN 36 Ayhan ELÇİ 37 Yaşar KULOĞLU Ekrem BİLGİÇ 38 ADRES TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TEM A TKB-TİGEM TKB-TAGEM TKB-TÜGEM TKB-TAGEM TKB-TAGEM TKB-TAGEM Devlet M eteoroloji İşleri Genel M üdürlüğü Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Köy Hizmetleri Ankara Araştırma Enstitüsü Bahri Dağdaş Milletlerarası Kışlık Hububat Araştırma Merkezi Doğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Tarla Bitkileri M erkez Araştırma Enstitüsü Tarla Bitkileri M erkez Araştırma Enstitüsü Türkiye Tohumculuk Enstitüsü Derneği Su-Yapı M ühendislik A.Ş. TKB Teftiş Kurulu 3 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, KURAKLI K, ÇÖLLEŞME SÜREÇLERİ VE TARIMA ETKİLERİ Dr. MURAT TÜRKEŞ, İklimbilimci Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara Ö ZET Fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, arazi kullanımı değişiklikleri, çimento üretimi ve sanayi süreçleri sonucunda atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimleri, sanayi devriminden beri hızla artmaktadır. Bu ise, doğal sera etkisini kuvvetlendirerek, şehirleşmenin de katkısıyla, dünyanın yüzey sıcaklıklarının artmasına neden olmaktadır. Küresel yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşerek, hemen her yıl bir önceki yıla göre daha sıcak olmak üzere, küresel sıcaklık rekorları kırmıştır. Yüksek sıcaklık rekorunun en sonuncusu 1998 yılında kırılmıştır. 1998, hem küresel ortalama hem de kuzey ve güney yarımkürelerin ortalamaları açısından, 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olmuştur. Sonuç, küresel ortalama hava sıcaklıklarının geçen yüzyılda 0.4 ile 0.8 C° arasında (0.6 ± 0.2 C°) artmış oluşudur. Bu ısınma, geçen 1,000 yılın herhangi bir dönemindeki artıştan daha büyük ve dikkat çekicidir. Küresel iklimdeki gözlenen ısınmanın yanı sıra, en gelişmiş iklim modelleri, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında 1990-2100 dönemi için 1.4 ile 5.8 C° arasında bir artış olacağını öngörmektedir. Küresel sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak da, hidrolojik döngünün değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyo-ekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli değişikliklerin oluşacağı beklenmektedir. Bu çalışma, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2001 yılında tamamlanan 3. Değerlendirme Raporu’nun küresel iklim sisteminde gözlenen değişimler ve iklim değişikliğinin etkileri konularındaki değerlendirmeleri ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde gerçekleştirdiğimiz iklim değişikliği ve değişebilirliği, kuraklık ve çölleşme konulu çalışmaların sonuçlarından yararlanarak hazırlanmıştır. Genel çerçevesini, geçmişteki iklim değişiklikleri, iklim değişikliğinin nedenleri, sera etkisi, dünyada ve Türkiye’de gözlenen iklimsel değişimler, iklim öngörüleri ve iklim değişikliğinin özellikle doğal ekosistemler, su kaynakları ve tarımsal üretkenlik üzerindeki etkileri, Türkiye’de kuraklık ve çölleşme ile sera gazı emisyonlarının (salımlarının) azaltılmasına ilişkin genel politikalar ve değerlendirmeler oluşturmaktadır. Türkiye’de çölleşmeye eğilimli olabilecek alanlar, yıllık ve mevsimlik yağışların ve yıllık kuraklık (aridite) indisinin ortalama koşulları ve bunlara ilişkin dizilerdeki uzun süreli değişimler dikkate alınarak, yağış klimatolojisi ve iklimsel değişebilirlik açısından değerlendirilmiştir. Anahtar Ke limeler: İklim değişikliği; Sera etkisi; İklim öngörüleri; İklim değişikliğinin etkileri; Kuraklık ve Çölleşme; İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü. 1. GİRİŞ Çok genel bir yaklaşımla, iklim değişikliği, “ Nedeni ne olursa olsun iklim koşullarındaki büyük ölçekli (küresel) ve önemli yerel etkileri bulunan, uzun süreli ve yavaş gelişen değişiklikler” biçiminde tanımlanabilir (T ürkeş, 1997). İklimdeki değişiklikler, buzul ve buzularası çağlar arasında, dünyanın çeşitli bölgelerinde ortalama sıcaklıklarda oluşan büyük değişiklikler şeklinde ortaya çıktığı gibi, yağış de ğişimlerini de içermektedir. Bugünkü bilgilerimize göre, Yerküre’in 4.5 milyar yıllık çok uzun jeolojik tarihi boyunca iklim sisteminde milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm zaman ölçeklerinde doğal etmenler ve süreçlerle birçok değişiklik olmuştur. Jeolojik devirlerdeki iklim değişiklikleri, özellikle buzul hareketleri ve deniz seviyesindeki değişimler yoluyla yalnızca dünya coğrafyasını değiştirmekle kalmamış, ekolojik sistemlerde de kalıcı değişiklikler oluşturmuştur. 4 İklimdeki değişikliklere ilişkin bilimsel kanıtlar, jeoloji, jeomorfoloji, paleocoğrafya, paleontoloji ve paleoklimatoloji araştırmaları ile elde edilmektedir. Örneğin, günümüzden yaklaşık 140-165 milyon yıl önce, II. jeolojik Zamanın (Mesozoik) Kretase döneminde, küresel iklimin bugüne göre 10-15 C° daha sıcak ve atmosferdeki karbondioksit (CO2 ) birikiminin 4-8 kat daha yüksek olduğu bilinmektedir. Etkileri jeomorfolojik ve klimatolojik olarak en iyi bilinen en son ve en önemli doğal iklim değişiklikleri ise, yaklaşık 2.5 milyon yıl sürmüş olan 4. Zamandaki (Kuvaterner) buzul ve buzul arası dönemlerde oluşmuştur. 4. Zamana, insanın ortaya çıktığı zaman olduğu için, Antropozoik adı da verilmektedir. 4. Zamanın günümüzden yaklaşık 12,000–100,000 yıl önce hüküm süren son buzul çağında (Würm), Yerküre’nin ortalama sıcaklığı bugüne göre 5 C° daha soğuktu. Öte yandan iklim sistemi, yaklaşık 10,000 yıldan beri içinde bulunulduğu kabul edilen Holosen buzul arası döneminde, önceki buzul çağlarına göre daha az değişkenlik göstermiştir. Son araştırma sonuçlarına göre, küresel ortalama sıcaklıkların geçen 10,000 yıldaki herhangi bir yüzyılda 1C°’den daha fazla değişmiş olması olası görülmemektedir. Bu dönemde, atmosferdeki CO2 birikimi yaklaşık 280 ±10 ppm dolayında değişen bir dalgalanma göstermiştir. Ancak 19. yüzyılın ortalarından (sanayi devriminden) beri, iklimdeki doğal değişebilirliğe ek olarak, ilk kez insan etkinliklerinin de iklimi etkilediği yeni bir döneme girilmiştir. Özellikle fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaşma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleri sonucunda, atmosferdeki sera gazı birikimleri hızla artış göstermiştir. Bu yüzden, günümüzde iklim değişikliği, sera gazı birikimlerini arttıran insan etkinlikleri dikkate alınarak da tanımlanabilmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nde (İDÇS), “ Karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlanmıştır. 2. KÜRESEL ISINMAYA NEDEN O LAN ETMENLER 2.1. Doğal Sera Etkisi Yeryüzündeki tüm yaşam biçimleri için vazgeçilmez bir ortam olan atmosfer, birçok gazın karışımından oluşmaktadır. Atmosferi oluşturan ana gazlar, azot (% 78.08), oksijen (% 20.95) ve argondur (0.93). Daha küçük bir tutara sahip olmakla birlikte, dördüncü önemli gaz karbondioksittir (% 0.03). Atmosferdeki birikimleri çok az olan çok sayıdaki öteki gazlar ise, atmosferin kalan bölümünü oluşturur. İklim sistemi için önemli olan doğal etmenlerin başında sera etkisi gelmektedir. Bitki seraları kısa dalgalı güneş ışınımlarını geçirmekte, buna karşılık uzun dalgalı yer (termik) ışınımının büyük bölümünün kaçmasına engel olmaktadır. Sera içinde tutulan termik ışınım seranın ısınmasını sağlayarak, hassas ya da ticari değeri bulunan bitkiler için uygun bir yetişme ortamı oluşturmaktadır. Atmosfer de benzer bir davranış sergilemektedir. Sera etkisi sadeleştirilerek açıklanabilir: Bulutsuz ve açık bir havada, kısa dalgalı güneş ışınımının önemli bir bölümü atmosferi geçerek yeryüzüne ulaşır ve orada emilir. Ancak, Yerküre’nin sıcak yüzeyinden salınan uzun dalgalı yer ışınımının bir bölümü, uzaya kaçmadan önce atmosferin yukarı seviyelerinde bulunan çok sayıdaki ışınımsal olarak etkin eser gazlar (sera gazları) tarafından emilir ve sonra tekrar salınır. Doğal sera gazlarının en önemlileri, başta en büyük katkıyı sağlayan su buharı (H2 O) olmak üzere, karbondioksit (CO2), metan (CH4 ), diazotmonoksit (N2 O) ve troposfer ile stratosferde (troposferin üzerindeki atmosfer bölümü) bulunan ozon (O3 ) gazlarıdır. Yerküre’nin sıcaklık dengesinin kuruluşundaki en önemli süreç olan doğal sera etkisinin oluşumu da, atmosferin kısa dalgalı güneş ışınımını geçirme, buna karşılık uzun dalgalı yer ışınımını emme ya da tutma eğiliminde olmasına bağlıdır. Güneş ışınımının net girdisi (235 Wm -2), kızılötesi yer ışınımının net çıktısı ile dengelenmelidir. Gelen güneş ışınımının (342 Wm -2) yaklaşık üçte biri (107 Wm -2) yüzeyden, atmosferdeki aerosol’lerden (uçucu parçacıklardan) ve bulut tepelerinden yansıyarak 5 Şekil 1. Sera etkisinin şematik gösterimi (T ürkeş, 2000a). uzaya geri döner. Gelen net güneş ışınımının ise, yaklaşık üçte ikisi (168 Wm -2 ) yüzey ve üçte biri (67 Wm -2) atmosferce emilir. Giden kızıl ötesi ışınımın önemli bir bölümü sera gazlarınca ve bulutlarca emilir. Yeryüzü, sera etkisi sayesinde, bu sürecin bulunmadığı ortam koşullarına göre yaklaşık 33 C° daha sıcak olur. Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç se ra e tkisi olarak adlandırılmaktadır (Şekil 1). Ortalama koşullarda, Yerküre/atmosfer sistemine giren kısa dalgalı güneş enerjisi ile ger i salınan uzun dalgalı yer ışınımı dengededir. Güneş ışınımı ile yer ışınımı arasındaki bu dengeyi ya da enerjinin atmosferdeki ve atmosfer ile kara ve deniz arasındaki dağılışını de ğiştiren herhangi bir etmen, iklimi de etkileyebilir. Yerküre/atmosfer sisteminin enerji dengesindeki herhangi bir değişiklik ışınımsal zorlama olarak adlandırılmaktadır. 2.2. Kuvvetlenmiş Se ra Etkisi Atmosferdeki antropojen (insan kaynaklı) sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden beri gözlenen artış sürmektedir (Çizelge 1). Özellikle atmosferdeki birikimi ve yaşam süresi dikkate alındığında, bu sera gazları arasında CO2 öne çıkmaktadır. Bu yüzden, Mauna Loa (Hawaii) Gözlemevi’ndeki atmosferik karbondioksit izleme programı, küresel ısınma çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. 1958 yılından beri yapılmakta olan Mauna Loa ölçümleri, Yerküre atmosferindeki CO2 birikiminin hızlı bir biçimde arttığını göstermektedir (Şekil 2). Küresel ölçümler, öteki sera gazlarının çoğunun atmosferik birikimlerinin arttığını göstermektedir (Çizelge 1). Sera gazı birikimlerindeki bu artışlar, Yerküre’nin uzun dalgalı ışınım yoluyla soğuma etkinliğini zayıflatarak, onu daha fazla ısıtma eğilimindeki bir pozitif ışınımsal zorlamanın oluşmasını sağlamaktadır. Yerküre/atmosfer ortak sisteminin enerji dengesine yapılan bu pozitif katkı, kuvve tlenmiş se ra e tkisi olarak adlandırılır. Bu ise, Yerküre atmosferindeki doğal sera gazları (H2 O, CO2, CH4 , N2 O ve O3 ) yardımıyla yüz milyonlarca yıldan beri çalışmakta olan bir etkinin, bir başka sözle doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi anlamını taşımaktadır. Kuvvetlenen sera etkisinden kaynaklanan bir küresel ısınmanın büyüklüğü, her sera gazının birikimindeki artışın boyutuna, bu gazların ışınımsal özelliklerine, atmosferik yaşam sürelerine ve atmosferdeki varlıkları sürmekte olan öteki sera gazlarının birikimlerine bağlıdır. 6 CO 2 birikimi (ppmv) 38 0 Mau na Lo a, Haw aii 371.2 37 0 36 0 35 0 34 0 33 0 32 0 31 0 195 8 19 63 1968 197 3 1 978 1983 198 8 1 993 1998 Yıl Şekil 2. 1958-1999 döneminde Mauna Loa (Hawaii) Gözlemevi’nde ölçülen aylık ortalama atmosferik CO2 birikimindeki değişimler (Keeling ve Whorf (2000)’un aylık ham verilerinden yararlanarak çizilmiştir). Nisan 1999 ortalaması 371.2 ppmv’dir. Yıllararası değişimlere ve mevsimlik döngülere ikinci dereceden polinom regresyon eğrisi uydurulmuştur. Çizelge 1. İnsan etkinliklerinden etkilenen önemli sera gazlarına ilişkin özet bilgiler. (IPCC, 2001a’ya ve Mauna Loa’nın aylık CO2 verilerine dayanan kendi hesaplamalarımıza (T ürkeş, 2000b) göre). Sera gazları CO2 CH4 N2 O CFC-11 (atmosferik birikim) (ppmv) (ppbv) (ppbv) (pptv) Sanayi öncesi (1750-1800) ~280 ~700 ~270 0 Günüm üzde (1998) 368 (1) 1745 314 268 Yıllık değişim (birikim/yıl) 1.3 (1) 7.0 (2) 0.8 (2) -1.4 (2) Atmosferik ömrü (yıl) 50-200 (3) 12 114 45 ppmv = hacim olarak milyonda kısım; ppbv = hacim olarak milyarda kısım; pptv = hacim olarak trilyonda kısım. ( 1 ) 1958-1998 dönemindeki Mauna Loa ölçümlerine göre; ( 2 ) 1990-1999 dönemi ölçümlerine göre; ( 3 ) Okyanuslar ve biyosfer gibi yutaklarca ve çeşitli yutak süreçlerince farklı oranlarda emilmesi ve bu süreçlerin karmaşık olması nedeniyle, CO2’nin atmosferik ömrü için tek bir değer verilememektedir. Küresel ısınmaya yol açan sera gazları; esas olarak, fosil yakıtların yakılması (enerji ve çevrim), sanayi (enerji ilişkili; kimyasal süreçler ve çimento üretimi, vb. enerji dışı), ulaştırma, arazi kullanımı değişikliği, katı atık yönetimi ve tarımsal (enerji ilişkili; anız yakma, çeltik üretimi, hayvancılık ve gübreleme vb. enerji dışı) etkinliklerden kaynaklanmaktadır. Geçen 150 yıl içinde, fosil yakıt kullanımı ve çimento üretiminden 265 milyar ton (Gt), arazi kullanım değişikliğinden124 Gt olmak üzere, toplam 389 Gt karbon (C) atmosfere salınmıştır. Bunun 214 Gt'u karasal ekosistemler ve okyanuslar tarafından geri alınmış, atmosferde 175 GtC fazlalığı oluşmuştur. Yapılan hesaplamalara göre, atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazı salımları nedeniyle, küresel karbon dengesi denk kapanmamaktadır. Küresel karbon döngüsünün iki büyük ana bileşenini oluşturan karasal ekosistemlerin (esas olarak ormanları da içerecek biçimde bitki örtüsü ve sulak alanlar) ve okyanusların aldığı ya da uzaklaştırdığı karbon tutarı atmosfere salınan tutardan çıkarıldığında, her yıl insan kaynaklı net 3.2 milyar ton dolayında karbonun atmosferde kaldığı bulunur. İklim değişikliğinin önlenebilmesinin odak noktasını da, her yıl atmosferde kalan yaklaşık 3.2 GtC’luk bu fazla karbonun kontrol edilmesi ve atmosferden uzaklaştırılması oluşturur. 7 2.3. Sülfat Parçacıklarının Küresel İklim Üzerindeki Etkileri Troposferdeki insan kaynaklı aerosoller (uçucu küçük parçacıklar) ve özellikle fosil yakıtların yanmasından çıkan kükürtdioksit (SO2 ) kaynaklı sülfat parçacıkları, Güneş ışınımını yeryüzüne ulaşmadan tutar ve uzaya yansıtır. Uçucu parçacık birikimlerindeki değişiklikler, bulut tutarını ve bulutun yansıtma özelliğini değiştirebilir. Genel olarak, troposferdeki parçacıklarda gözlenen artışlar, iklimi soğutma eğilimindeki bir negatif ışınımsal zorlama oluştururlar. Sera gazlarının yaşam süreleri on yıllardan yüzyıllara değişmekte (Çizelge 1), buna karşılık uçucu parçacıkların yaşam süreleri birkaç gün ile birkaç hafta arasında kalmaktadır. Bu yüzden onların atmosferdeki birikimleri, salımlardaki değişikliklere çok daha hızlı bir biçimde yanıt verebilmektedir. Öte yandan, volkanik etkinlikler sonucunda salınan kül parçacıkları da, yeryüzünün ve troposferin soğumasına neden olabilmektedir. 2.4. Güneş Işınımındaki Değişiklikle r Güneş enerjisindeki doğrudan değişiklikler, oldukça iyi bilinen 11 yıllık döngülerle ve daha uzun süreli de ğişimlerle gerçekleşmektedir. 11 yıllık güneş döngülerindeki değişimlerin katkısının, % 0.1 gibi küçük bir oranda olduğu öngörülmektedir. Yerküre’nin ekseninde on yıllardan bin yıllara değişen bir zaman ölçeğinde gerçekleşen yavaş değişim ise, Güneş ışınımının zamansal (mevsimlik) ve kuşaksal (enlemler boyunca) değişikliklerini yine uzun bir zaman ölçeğinde yönlendirir. Sözü edilen bu değişiklikler, Kuvaterner’deki buzul çağlarında olduğu gibi, Yerküre’nin jeolojik geçmişindeki iklim değişimlerinin oluşmasında ve kontrolünde önemli bir görev üstlenmiştir. 3. TÜRKİYE İKLİMİ, KURAKLIK VE ÇÖ LLEŞME Bu bölümdeki de ğerlendirmeler, temel olarak T ürkeş (1998a, 1999)’e dayanmaktadır. T ürkeş çalışmalarında, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün büyük ve küçük klimatoloji istasyonlarında kaydedilen, aylık toplam yağış (mm) ve aylık ortalama sıcaklık (C°) gözlemlerinden yararlanmıştır. Yağış klimatolojisinde toplam 99, yıllık ve mevsimlik yağış değişimlerinde ise 91 istasyonun yağış verileri; kurak alanların dağılışında toplam 90 ve yıllık Kuraklık İndisi (Kİ) değişimlerinde ise 55 istasyonun yağış ve sıcaklık verileri kullanılmıştır. Bu çalışmada kullanılan yağış ve sıcaklık verilerindeki eksik verilerin tamamlanması, homojenlik (türdeşlik) çözümlemeleri, vb. konulara ilişkin ayrıntılı bilgi, yazarın önceki çalışmalarında (T ürkeş vd., 1996; T ürkeş, 1996) ve bu konun daha geniş olarak ele alındığı çalışmalarında (T ürkeş, 1998a, 1999) verilmiştir. Çölleşmenin ortaya çıkmasında ve/ya da gelişmesinde, biri insan etkinlikleri ile ilişkili antropojen, öteki arid iklim koşullarına sahip araziler ve iklimsel değişimler ile ilişkili doğal olmak üzere, başlıca iki etmen rol oynamaktadır. Ne yazık ki T ürkiye’de, çölleşmeye, yalnızca insan etkinlikleri ve doğal etmenler nedeniyle oluşan arazi degradasyonu (nitelik kaybını içeren, arazi yitirimi) açısından bakılmakta; konunun iklim ve iklim değişikliği boyutu, çoğu kez göz ardı edilmektedir. Doğal olarak, bilimsel açıdan yanlış ve tek boyutlu sayılabilecek bu yaklaşım, Çölleşme Sözleşmesi’ne bakış açısına da yansımaktadır. Bu değerlendirme çalışmasının çerçevesi aşağıda verildiği biçimde belirlenmiştir: (i) (ii) (iii) (iv) Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi’ne ilişkin kısa bir bilgi ile erozyon, kuraklık ve çölleşmeye ilişkin temel kavramları vermek; T ürkiye’nin sinoptik klimatolojisine ve ortalama yağış, yağış değişkenliği ve yağış mevsimselliğini içeren yağış klimatolojisine ilişkin temel bilgileri özetlemek; T ürkiye’nin kurak arazilerini Çölleşme Sözleşmesi’nin temel aldığı kuraklık indisi ile incelemek; ve T ürkiye’nin çölleşmeye eğilimli alanlarını ve çölleşmeye duyarlılığını değerlendirmek. 8 3.1. Birleşmiş Milletle r Çölleşme İle Savaşım Sözleşmesi Bugün yeryüzünde, kurak arazilere sahip yaklaşık 110 ülke potansiyel bir çölleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), çölleşmenin küresel maliyetinin yılda 42 milyar ABD $ olduğunu öngörmektedir. Dünya İzleme Enstitüsü’nün öngörülerine göre, anakaralar her yıl 24 milyar ton verimli üst toprak kaybına uğramaktadır. Ayrıca, karaların yaklaşık % 30’unun, doğal bitki örtüsünün seyrek olduğu kurak arazilerdeki şiddetli degradasyon yüzünden çölleşmeden zarar gördüğü öngörülmektedir (Lean, 1995). Çeşitli hesaplamalara göre, T ürkiye’de erozyonun neden olduğu üst toprak kaybı, yılda yaklaşık 500 milyon1 milyar ton dolayındadır. Çölleşme ile savaşım için ilk uluslararası girişimler, 200,000 insanın ve milyonlarca hayvanın öldüğü 1968-1974 dönemindeki büyük Sahel kuraklığı ve açlığı sona erdiğinde başladı (Lean, 1995). Birleşmiş Milletler (BM), çölleşme konusunu ilk kez bir küresel sosyoekonomik ve çevresel sorun olarak, 1997’de gerçekleştirilen BM Çölleşme Konferansı’nda uluslararası gündeme taşıdı. Çölleşme özellikle Afrika ülkelerinin ısrarı üzerine, Haziran 1992’de Rio’da gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCED) önemli konularından birisi oldu. Rio Doruğuna katılan dünya liderleri, Gündem 21’de, BM Genel Kurulu’ndan Haziran 1994’e kadar yasal bir belge hazırlamakla görevli bir Hükümetlerarası Görüşme Komitesi oluşturmasını istediler. Yaklaşık iki yıl süren çalışmalar sonucunda, “ BM, Şiddetli Kuraklık ve /ya da Çölleşmeden Etkilenen Ülkelerdeki, Özellikle Afrika Ülkelerindeki, Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi”, Haziran 1994’te Pariste kabul edilmiştir. T ürkiye, Aralık 1996’da yürürlüğe giren Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi’ne Mart 1998’de taraf oldu. 3.2. Erozyon, Kuraklık ve Çölleşme T ürkiye’deki kurak ve çölleşmeye eğilimli alanlara geçmeden önce, erozyon, aridite (kurak, çorak koşullar) ve arid (kurak, çorak) alanlar, kuraklık olayı, arazi degradasyonu, çöl ve çölleşme kavramlarının tanımlanması ve birbirlerinden açık bir biçimde ayrılması gerekmektedir. 3.2.1. Toprak erozyonu Toprak erozyonu, özellikle su, rüzgar ve kütle hareketleri gibi çeşitli yönlendirici güçlerce toprağın taşınması hareketi ve kaybıdır. İnsan etkinlikleri açısından, toprak üzerindeki doğal vejetasyon örtüsünün açılması ve sonra bu alanların tarımsal amaçlı kullanımı, toprak erozyonunun ana nedenleridir. Bu uygulama, tarihsel olarak özellikle iklim değişimleri ve ekstrem (uç) hava olayları ile bağlantılı olarak, dünyanın pek çok bölgesinde afet boyutlarındaki toprak kayıpları ile sonuçlanmıştır. Yaklaşık son 40-50 yıllık dönemde, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfus baskısı ve dünyanın bir çok bölgesinde arazi kullanımı ve yönetiminde ortaya çıkan değişiklikler, toprak erozyonunu daha da arttırmıştır. Toprak erozyonunu etkileyen ana etmenler, yağış tutarı, yağış sıklığı, süresi ve şiddeti (yoğunluğu), rüzgar hızı, yönü ve kuvveti, kuvvetli rüzgarların sıklığı, arazi kullanımı ve yönetimi, arazi kullanımı değişikliğinin boyutu ve hızı, topoğrafya ve toprağın özellikleridir. Farklı iklim değişikliği senaryolarını dikkate alan çeşitli iklim modelleri, genel olarak artan yağış şiddetinin ve tutarının, kuvvetlenen rüzgar hızının ve kuvvetli rüzgar olaylarının sıklıklarındaki artışların, özellikle artan kuraklık olayları ile birlikte toprak erozyonunda bir artışa neden olabileceğini göstermektedir (Hoffman ve arkadaşları, 1996). Ancak, erozyon ve çok doğal olarak da çölleşme, aynı zamanda bulundukları coğrafi alana (ortama, bölüme, bölgeye, anakaraya, vb.) özgü özellikler gösterirler ve bölgesel koşulların farklı permutasyonları (birleşimleri) erozyonu arttırabilir ya da azaltabilir. Çeşitli araştırmalar, erozyon riskini, arazi kullanımı ve çevre koşulları ile tarımsal ve çevresel niteliğin bir fonksiyonu (işlevi) olarak kabul etmektedir (Hoffman ve arkadaşları, 1996). Küresel değerlendirmeler, erozyonun, tarımsal ürün üretiminde kullanılan tarım arazilerinin yaklaşık % 33’ünü etkilediğini öngörmektedir. 9 3.2.2. Aridite T ürkeş (1998a, 1999)’e göre, ‘aridite’, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun süreli ve egemen atmosferik dolaşımın ve kontrol düzeneklerinin oluşturduğu klimatolojik kuraklık ya da kurak koşullar olarak tanımlanabilir. Başka sözlerle, aridite, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde, zayıf su varlığı ve/ya da düşük ortalama yağış koşulları ile nitelenen, iklimin sürekli bir özelliğidir. Bu tanımda, iklim değişikliği olasılığı göz ardı edilmektedir. En genel kullanımıyla ‘aridite’nin (uzun süreli kurak koşulların) egemen olduğu arid (kurak) iklim bölgelerinin belirlenmesi amacıyla, çok sayıda kuraklık (nemlilik) ve/ya da yağış etkinliği indisi geliştirilmiştir. Örneğin, Köppen, 1918, 1936; De Martonne, 1926, 1935; T horntwaite, 1931, 1948; Erinç, 1965; Sezer, 1988; vb. (Erinç, 1965; T ürkeş, 1990). Çölleşme Sözleşmesi’nde ise, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli alanlar, “ kutup ve kutupaltı bölgeler dışında olmak üzere, yıllık yağışın potansiyel evapotranspirasyona oranı 0.05-0.65 aralığında kalan alanlar” olarak belirlenmiştir (UNCCD, 1995). 3.2.3. Kuraklık Çölleşme Sözleşmesi’ndeki (UNCCD, 1995) tanımlamalara göre, ‘kuraklık’, yağışın, normal düzeyinin oldukça altında olduğunda ortaya çıkan ve arazi kaynakları üretim sistemlerini olumsuzca etkileyerek ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan, doğal oluşumlu bir olaydır. T ürkeş (1998 ve 1999)’e göre, kuraklık, iklimsel değişimlerin neden olduğu geçici bir özelliktir; kurak ve yarıkurak bölgelerin yanı sıra, orta enlemlerin nemli-denizel iklimleri vb. öteki iklim bölgelerinde de oluşabilir. 3.2.4. Arazi degradasyonu Arazi yitirimi, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli alanlarda doğal yağışlar ile beslenen tarım arazilerinin, çayır ve otlakların, korulukların ve ormanların, çeşitli arazi kullanımlarından ya da insan etkinliklerinden ve yerleşme düzenlerinden kaynaklanan birçok sürecin bileşimi sonucunda biyolojik ya da ekonomik verimliliklerinin azalması ya da kaybı olarak tanımlanmaktadır (UNCCD, 1995). Bu süreçlerden bazıları şunlardır: (i) (ii) (iii) Rüzgarın ve/ya da suyun oluşturduğu toprak erozyonu; Toprağın, fiziksel, kimyasal, biyolojik ya da ekonomik özelliklerinin bozulması; ve Doğal vejetasyonda ortaya çıkan uzun süreli kayıplar. 3.2.5. Çöl Çöller, yıl içinde ve yıllar arasında büyük değişkenlik gösteren çok düşük yağış tutarıyla ve zayıf bitki örtüsüyle tanımlanan, çok kurak karasal ekosistemlerdir. Çöl havası çok kurudur ve gelen kısa dalgalı güneş ışınımı ve giden uzun dalgalı termal (kızılötesi) ışınım çok yoğundur. Yaklaşık 30 C°’ye ulaşabilen büyük günlük sıcaklık değişimleri oluşur ve potansiyel evapotranspirasyon yüksektir. Çöl biyotasındaki yüksek alansal ve zamansal değişkenlik, esas olarak su varlığınca kontrol edilir. Çöllerin birçok tanımı yapılmasına karşın, burada önemli olan, suyun ekosistem süreçlerini kontrol eden ana etmen oluşudur. Yaygın kabul gören bir tanımlama ile, çöl ekosistemleri, yıllık yağış tutarı 100 mm’den az olduğunda, şiddetli kurak olarak sınıflandırılır (Noble ve Gitay, 1996). Gerçek ya da iklimsel çöl, bu çalışmada temel alınan kuraklık indisi (Kİ= Y/PE) dikkate alındığında, iklimsel açıdan Kİ < 0.05 olan çok kurak koşullar ile bağlantılıdır (Bkz. Çizelge 2). Bu sınıflandırmaya göre, T ürkiye’de gerçek (iklimsel) çöl bulunmamaktadır. 10 3.2.6. Çölleşme , doğası, ne denle ri ve şiddeti ‘Çölleşme’, ekonomik ve biyolojik olarak üretken bir arazinin daha az üretken olması sonucunda ortaya çıkan, ekolojik bozulma sürecidir. Çölleşmenin ileri aşamalarında, fiziksel bozulmalar ya da morfoklimatik yeni oluşumlar (örneğin, kırgı bayırlar, kumul alanları, çöller, vb.) da oluşur. Çölleşme, kurak ve yarıkurak alanlardaki uç koşullarda, bir zamanlar kendisine bağlı olan toplumların yaşamlarını eskiden olduğu gibi sürdürmelerini sağlayamayan çöl benzeri bir arazi biçimi oluşturur. Gerçekte, ‘çölleşme’, hem insanın hoyrat arazi kullanımından hem de uzun süreli kuraklıklar gibi olumsuz iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. İnsan etkilerinin ya da iklimsel etmenlerin dünyanın kurak ve yarıkurak arazilerinin çölleşmesinden birinci dereceden sorumlu olduğu konusunda ise, bir anlaşmazlık bulunmaktadır. Bu çalışmaların çoğu, çölleşmenin birçok etmenin karmaşık bir etkileşiminin sonucu olduğunu ve doğrudan nedenlerin, nüfus yoğunluğunun, kültürel geleneklerin, arazi ayrıcalıklarının ve başka sosyoekonomik ve politik etmenlerin bir işlevi olan insan etkinlikleri olduğunu ortaya koymaktadır. İklim ve toprak tipi, çölleşmenin hızını ve şiddetini belirlemede önemli olmasına karşın, çoğunlukla bu etmenler, toprak ve toprağın taşınmasını yönlendiren egemen iklim için arazi kullanımı ve yönetimine uymada dikkate alınmaz. Yoğun (aşırı) hayvancılık, ormansızlaştırma, yakacak odun toplanması ve yoğun tarımsal etkinlik, genellikle sorunun temel doğrudan nedenleri olarak görülmektedir. Çölleşme, Çölleşme Sözleşmesi’nde (UNCCD, 1995), “ iklimsel değişimleri ve insan etkinliklerini de içeren, fiziksel, biyolojik, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik etmenler arasındaki karmaşık etkileşimlerin, kurak, yarıkurak ve kuru-yarınemli alanlarda oluşturduğu arazi degradasyonu” olarak tanımlanmıştır. Buna göre, kutup ve kutupaltı coğrafi kuşakları dışında dünyanın hemen her bölgesinde oluşabilen arazi yitirimi, kurak, yarıkurak ve kuru-yarınemli arazilerde oluştuğunda çölleşme olarak kabul edilmektedir. Çölleşme, düşük toplam yağışa, yetersiz su kaynaklarına, uzun kuru mevsimlere, yinelenen kuraklık olaylarına, gevşek yüzey malzemesine, ince toprak katmanına, seyrek ve aynı zamanda hassas vejetasyon örtüsüne sahip çevresel koşullarda daha sık oluşur ve etkili olur. Uzun süreli ve şiddetli kuraklık gibi iklim ilişkili etmenler, arazinin çölleşmeye eğiliminde ve çölleşme süreçlerinin hızlanmasında bir artışa yol açabilir. Gerçekte, kuraklık ve arazinin yanlış yönetimi, özellikle bir yandan arazi ve su kullanımı, bir yandan da toprak ve egemen iklim arasındaki uyumsuzluğun birleşiminin bir sonucudur. Öte yandan, çölleşmenin, yerel ve küresel iklimi de etkileyebildiği unutulmamalıdır. Gerçek ya da sonradan ortaya çıkan çöllerin oluşabildiği, çok kurak, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli arazilerin kapladığı alan, yeryüzü karalarının % 47’sine karşılık gelmektedir (Hoffman vd., 1996). Çok kurak ile yarınemli arasındaki iklim kuşakları, iklimdeki kuvvetli değişimlere karşı açıktır. Bölgesel yağışdaki kısa süreli dalgalanmalar, kurak ve yarıkurak arazilerin bilinen bir özelliğidir. Bu bölgelerde, yağışın yıldan yıla de ğişkenliği çok yüksektir. Afrika’nın Sahel Bölgesi’ndeki yağış tutarı, 1960’lı yıllardan başlayarak önemli ölçüde azalmıştır. Benzer kurak dönemler son jeolojik çağda ve tarihsel geçmişte de oluşmasına karşın, Sahel’deki bu son kuru dönemin anakarasal ölçekteki bir kuraklığa daha fazla eğilimli olduğu kaydedilmiştir (Hoffman vd., 1996). Belirgin kurak koşullar, özellikle 1970’lerden başlayarak, subtropikal kuşağın ve T ürkiye’yi de içerecek bir biçimde Akdeniz Havzası’nın önemli bir bölümünde de etkili olmuştur (T ürkeş, 1996, 1998b, 2002). Çölleşme iklim değişikliğini şiddetlendirebilir mi? Arazi örtüsündeki, buna bağlı olarak da yüzey albedo’sundaki değişikliklerin, yüzey hava sıcaklığını arttırdığı ve küresel hava sıcaklığını etkilediği kabul edilmektedir (Hoffman vd., 1996). Yüzey toprak nemindeki bir azalmanın, suyu buharlaştırmak için daha az enerji harcanacağı için, havayı ısıtmak için daha fazla enerjinin ortaya çıkma ve kullanılabilme olanağının doğmasına yol açacağı düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar ise, bu etkinin çok zayıf olduğunu belirtmektedir. Öte yandan, birçok araştırmacı da, toprakta karbon birikme potansiyelindeki değişikliklerin ve toprak koşullarındaki olası başka gelişmelerin, diazotmonoksit (N2 O) ve metan (CH4 ) salımları üzerindeki etkileri gibi daha dolaylı bağlantıların 11 kurulabileceğine inanmaktadır. Çölleşmenin küresel ısınma üzerindeki etkisini nicelendirmek kolay değildir. Bu yüz den, kurak bölgelerin sıcaklık ve yağış koşullarındaki değişimler, daha kuvvetli bir veri ve bilgi tabanı geliştirmeye yönelik olarak izlenmelidir. 3.2.7. Kuraklık ve çölleşmenin doğal ekosistemle re ve yağış destekli üretime e tkisi Kuraklık ve çölleşmenin, doğal ekosistemler ve yağış destekli (koşullu) üretim üzerindeki etkisi önemlidir. Bu etkinin doğası ve büyüklüğü, çeşitli göstergeler aracılığıyla gözlenebilir. Kuraklığın doğal ekosistemler üzerindeki etkisi, bitki örtüsü ve canlıkütle üretimi ve besin üretim sistemlerinin bozulmasıyla ölçülür. Kuraklık, bitkilerin sayısını, bitki kütlesini ve yerdeki örtüsünü azaltır. Bu yüzden de, toprağın erozyona karşı korunmasını da zayıflatır. Çölleşmenin etkisi, şiddetli kuraklıklarla birlikte, çok daha derin ve uzun sürelidir. Çölleşen topraklar, yaygın su ve rüzgar erozyonuna açıktır ve bu yüzden zamanla, derinliklerinin ve su ve besin maddelerini tutma becerilerinin büyük bir bölümünü kaybederler. Çok kötü durumlarda, tüm çok yıllık bitkiler yok olur ve toprak yüzeyi büyük ölçekli rüzgar ve su erozyonuna açık olur. Toprak yüzeyi, sürekli vejetasyon örtüsü ile korunma olmaksızın, akan su tarafından aşındırılır; yağmur damlası çarpması ile gözenekleri dolar ve kabuklaşır. Bunun sonucunda da, geçirgenliği giderek azalarak erozyona karşı daha fazla eğilimli ya da açık olur. Toprak yüzeyinin boşluklarını ya da gözeneklerini yitirmesi ve kabuklanması, içsel suyu azaltır ve bunun sonucunda toprak içerisinde kuru bir ortam oluşur. Uzun süreli sıcak ve kurak koşullarda ya da Akdeniz iklim bölgesinde olduğu gibi çok sıcak ve kurak yaz mevsimlerinde oluşan kuvvetli buharlaşma, kabuk oluşumunu ve tuzlanmayı destekleyerek, çölleşme süreçlerini şiddetlendirir. 3.2.8. Çölleşme Sözleşmesi’nde Türkiye’nin ye ri Çölleşme Sözleşmesi’nde amaç, “ uluslararası işbirliği ve düzenlemeleri ile desteklenen her düzeydeki etkin eylemler yoluyla, şiddetli kuraklık ve/ya da çölleşmeden etkilenen ülkelerdeki, özellikle Afrika’daki çölleşme ile savaşmak ve kuraklığın etkilerini en aza indirmek” biçiminde belirtilmiştir (UNCCD, 1995). Bu doğrultuda, etkilenen alanlarda sürdürülebilir kalkınmanın başarılması hedeflenmiştir. Bu amaca ulaşma yolları, eş zamanlı olarak, etkilenen alanlarda arazinin üretkenliğini geliştirme, iyileştirme, koruma, arazinin ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konularında, toplumsal yaşam koşullarını iyileştirecek uzun süreli ve bütüncül stratejileri içerecektir. Sözleşme’de öncelik, çölleşmeden etkilenen Afrika ülkelerine verilmiştir. Özel yükümlülükler, iki madde altında, “Etkilenen Ülke Tarafları” ve “ Gelişmiş Ülke Tarafları” başlıkları altında toplanmıştır. Buradaki ‘etkilenen ülkeler’ terimi, “ arazileri tümüyle ya da kısmen etkilenen alanları içeren ülkeler” anlamına gelmektedir. ‘Etkilenen alanlar’ ise, “çölleşmeden etkilenen ya da çölleşmenin tehdit ettiği, kurak, yarıkurak ve/ya da kuru-yarınemli alanlar” olarak tanımlanmıştır. Sözleşme’nin, Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler ve Kuzey Akdeniz için 4 adet Bölgesel Yür ütme Eki bulunmaktadır. Bölgesel yürütme ekleri, bu bölgelerin özel koşullarını dikkate alarak, etkilenen ülke T arafları’na ya da bölgelere ve onların kalkınma düzeylerine uygun eylem programlarının seçilmesini ve sosyo-ekonomik, coğrafi ve iklimsel etmenlere uyarlanmasına ilişkin elemanları içermektedir. Bunlar, aynı zamanda, Sözleşme’nin uygulanmasını kolaylaştırmaya yaracak programlar olarak düşünülmüştür. 3.2.9. Kuzey Akdeniz çölleşmesi İster Çölleşme Sözleşmesi içinde ister dışında ele alınsın, Akdeniz çölleşmesi iki ayrı coğrafi bölge çerçevesinde değerlendirilmektedir: Güney Akdeniz (Kuzey Afrika) ve Kuzey Akdeniz (Güney Avrupa). T ürkiye, etkilenen ülke T arafları’nın yükümlülükleri açısından, Kuzey Akdeniz için Bölgesel Yürütme Eki’ne bağlıdır. Bölgesel değerlendirmeler, Avrupa’daki kurak arazilerin yaklaşık üçte ikisinin, çölleşmeden orta ve şiddetli derecede etkilendiğini göstermektedir. Sorun, yağışın alansal ve zamansal olarak çok değişken, kurak olaylarının sıkça oluştuğu, toprağın fakir ve hassas, erozyona eğilimli dik yamaçların ve dağlık alanların egemen olduğu, Akdeniz’in kuzey kıyılarında da büyüktür. 12 Kuzey Akdeniz kıyılarında, sıklıkla oluşan doğal ve insan kaynaklı yangınlar, ormanları yok etmekte; su kaynakları sürdürülebilir olmayan yöntemler ile kullanılmakta ve geleneksel tarım sıkıntılar içinde sürdür ülmeye çalışılmaktadır. Kentsel büyüme, sanayi, turizm ve sulama, kıyı kuşağında yoğunlaşarak, sorunun T ürkiye gibi gelişmekte olan kıyı ülkelerinde, 21. yüzyılda daha büyük boyutlara çıkmasına neden olmaktadır. Sözleşme’nin Kuzey Akdeniz İçin Bölgesel Yürütme Eki’ne göre, Kuzey Akdeniz Bölgesi’nin özel koşulları şöyledir: (a) (b) (c) (d) (e) (f) (g) Geniş alanları etkileyen yarıkurak iklim koşulları, mevsimsel kuraklıklar, çok yüksek yağış değişkenliği, ani ve çok şiddetli yağış; Fakir, erozyona ve yüzey kabuğu oluşturmaya eğilimli topraklar; Çok çeşitli arazi şekilleri ve dik yamaçlı, arızalı-çok parçalanmış yeryüzü şekilleri; Sıklıkla oluşan yabansı yangınlar nedeniyle ortaya çıkan geniş orman örtüsü kayıpları; Arazinin terk edilmesi, toprak ve su koruma yapılarının bozulması ile bağlantılı olarak, geleneksel tarımda ortaya çıkan kriz koşulları; Su kaynaklarının, kimyasal kirlenme, tuzlanma ve akiferlerin zayıflaması gibi şiddetli çevresel zararlara yol açan sürdürülebilir olmayan biçimde kullanımı; Kentsel büyüme, sanayi etkinlikleri, turizm ve sulu tarım sonucu, ekonomik etkinliklerin kıyı alanlarında toplanması. 3.3. Türkiye ’nin Sinoptik Klimatolojisi Subtropikal kuşak ana karalarının batısında egemen olan Akdeniz iklimi özelliği gösteren T ürkiye iklimi, Kuzeydoğu Atlantik ve Akdeniz kaynaklı cephesel depresyonların, subtropikal antisiklonların (yüksek basınçların) ve muson alçak basıncının Orta Doğu’ya doğru uzantısını oluşturan Basra alçak basınç alanının mevsimsel yer değiştirmelerinin bir ürünüdür. Kuzeydoğu Atlantik kaynaklı nemli hava akımlarıyla taşınan cephesel orta enlem depresyonları (alçak basınçları), yaz mevsimi dışında yılın önemli bir bölümde T ürkiye’ye kolaylıkla ulaşırlar. Karadeniz Bölgesi kıyı kuşağında daha etkin olmak üzere, T ürkiye’nin yaklaşık 40 °K enleminin kuzeyinde kalan bölümü, atmosferik koşullar uygun olduğunda neredeyse yıl boyunca orta enlem depresyonlarının oluşturduğu yağışlardan yararlanırlar. Kışın polar jet akımının 35 °K enlemine kadar sokulması sonucunda, Akdeniz Havzası’nda oluşan ya da bazı orta enlem depresyonlarının havzaya girdikten sonra derinleşmesi ile gelişen ve kuzey kolu izleyen Akdeniz depresyonları, özellikle kışın, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde bereketli (bazen şiddetli) yağışların oluşmasını sağlarlar. Bu uygun koşullar, polar jet akımının yazın 55-60 °K enlemlerindeki polar cephe kuşağına ve ötesine göçü nedeni ile ortan kalkar. Yaz mevsiminde, Atlantik kaynaklı nemli hava akımlarıyla bağlantılı denizel polar ve Akdeniz hava kütlelerinin yerini, orta-kuzey Afrika ve Arabistan üzerinde etkili olan kuru hava akımlarıyla bağlantılı karasal tropikal hava kütleleri alır. Sinoptik ölçekli hava dolaşımındaki bu değişiklik, T ürkiye’nin Karadeniz Bölgesi ve Kuzeydoğu Anadolu Bölümü dışında kalan yerlerinde, yaz boyunca genellikle uzun süreli kuru ve sıcak iklim koşullarının oluşmasına neden olur. 13 DE Nİ Z KA R A 23 00 EG E DENİZ İ Marmara Denizi Yıllık Ortalama Yağış (mm) A K D EN İ Z Şekil 3. Yıllık ortalama yağış toplamlarının (mm) alansal dağılışı (99 istasyon). DE Nİ Z KA R A E GE DE NİZ İ Marmara Denizi Mevsimsellik İndisi A K D EN İ Z Şekil 4. Yağış mevsimsellik indisinin alansal dağılışı (99 istasyon). DE Nİ Z KA R A EG E DENİZ İ Marmara Denizi Yıllık Yağışın DeğişimKatsayıları (%) A K D EN İ Z Şekil 5. Yıllık toplam yağışlar için değişim katsayılarının (%) alansal dağılışı (99 istasyon). 14 3.4. Türkiye ’nin Yağış Klimatolojisi 3.4.1. Ortalama yağış Kışın Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz kıyı kuşağında 650 mm’den fazla olan ortalama yağış toplamları, karasal İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde 150 mm’nin altındadır. İlkbahar mevsiminde, T ürkiye’nin en yağışlı alanı, 300 mm’nin üzerindeki toplam yağış ile Doğu Karadeniz Bölümü’dür. Yazın, öteki mevsimlerden ayrı olarak, yağış dağılışında tek yönlü bir kuşaklaşma gözlenir. Suriye sınırında 5 mm’nin altına inen yaz toplam yağışı, Doğu Karadeniz Bölümü’nde 450 mm’nin üzerine çıkar. Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölümlerindeki yüksek yaz yağışları, cephesel yağışlara ek olarak, sırası ile, Karadeniz’in kuzeyinden geçen soğuk cephe sonrası kuzeyli hava akımlarının oluşturduğu orografik ve yerel konvektif yağışlar ile yakından ilişkilidir. Sonbahar yağış toplamları da, kışın olduğu gibi, kıyılardan içerilere doğru azalır. Sonbahar’da, T ürkiye’nin en fazla yağış düşen alanı, 250-300 mm’nin üzerindeki bir yağış ile Karadeniz kıyı kuşağı, en yağışlı istasyonu yaklaşık 800 mm yağış toplamı ile Rize’dir. Yıllık ortalama yağış toplamları dikkate alındığında, T ürkiye’nin en yağışlı alanları, birçok istasyonda 1000 mm’nin üzerine çıkan ortalama toplam ile Batı Akdeniz ile Batı ve Doğu Karadeniz bölümleridir. T ürkiye’nin en çok yağış düşen istasyonu, yaklaşık 2300 mm yıllık ortalama ile Rize’dir. Yıllık ortalama yağış, karasal iç bölgelerde ve Doğu Anadolu’nun doğu bölümünde genellikle 500 mm’nin altındadır (Şekil 3). Yıllık ortalama yağışın 400 mm’den az olduğu alanlar, İç Anadolu’da, özellikle Konya bölümünde geniş bir yer tutmaktadır. 3.4.2. Yağış re jimi Kabaca Karadeniz Bölgesi’ne ve Marmara Bölgesi’nin Karadeniz kıyılarına karşılık gelen kuzey kuşağında, her mevsim yağışlı ılıman bölge yağış rejimi; Ege ve Akdeniz bölgelerinde ise, kışları yağışlı yazları kurak subtropikal Akdeniz yağış rejimi egemendir (T ürkeş, 1996, 1998a). İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde, karasal; Güneydoğu’da, karasal Akdeniz; Marmara Bölgesi’nde ve İç Ege-Akdeniz Göller Yöresi’nde geçiş rejimleri görülür. Akdeniz yağış rejiminde, kış yağışlarının yıllık toplam yağışa katkısı, istasyonların çoğunda % 45’in üzerindeyken, yaz yağışlarının katkısı % 5’in altındadır. Karadeniz yağış rejiminde, yaz yağışlarının yıllık toplam içindeki payı, çoğunlukla % 15-20 arasındadır. kış, ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinin katkısı, ilkbaharda biraz az ve sonbaharda daha fazla olmak üzere, genellikle % 25 dolayındadır. İlkbahar yağışları, karasal iç bölgelerinin nerede ise tümünde, yıllık toplamın % 30’dan fazlasını oluşturur. Yazın, yıllık yağışa en yüksek katkı, Kuzeydoğu Anadolu’da yoğunlaşırken, yıllık toplamın % 5’inden daha küçük olan en düşük değer, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde oluşur. T ürkeş (1998b), T ürkiye’nin farklı bölgeleri üzerinde, yağış tutarlarının mevsimler arasındaki zıtlığı, bir mevsimsellik indisi (Mİ) kullanılarak daha nesnel olarak ortaya koymuştur. Mİ, aşağıdaki formülle ile hesaplanır: 12 Mİ = ∑ Y j − Y A j= 1 / Y Y Burada, Y j , j = 1,.....,12’ye kadar aylık ortalama toplam yağış; Y A , aylık ortalama toplam yağışların ortalaması ve Y Y , yıllık ortalama toplam yağıştır. Mİ değerleri 0.55’den büyük olan alanlar, genellikle kışı yağışlı Akdeniz tipi yağış rejimine sahip olan Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde egemendir (Şekil 4). Öte yandan, ilkbahar yağışlarının yıllık yağışa katkısı dikkate alındığında, ki birçok istasyonda % 30 ve % 35 arasında değişmektedir, Güneydoğu Anadolu’daki mevsimselliğin, Ege ve özellikle de Akdeniz Bölgesi’ndekilerden farklı olduğu görülür. Bu bölge, ilkbahar yağışları açısından, daha çok karasal iç bölgelere benzemektedir. 0.35’den küçük Mİ değerleri ise, genellikle Karadeniz Bölgesi ve Kuzey Marmara Bölümü üzerindeki tek tip ya da her mevsim yağışlı yağış rejimine karşılık gelmektedir. Sonuç olarak, Mİ değerlerinin ve mevsimlik yağış oranlarının dağılışları, yağış rejiminin, yağış tutarları eşit olmamakla birlikte Karadeniz kuşağında her mevsim yağışlı; Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise, oldukça mevsimsel olduğunu göstermektedir. 15 3.4.3. Yağış değişkenliği Yağış gözlem dizlerindeki yıldan yıla değişkenliğinin ortalama koşulları, değişim katsayısı (DK, %) ile incelenmiştir. DK, aşağıdaki formül ile hesaplanır: DK = (σ i / Y i ) ⋅ 100 Burada, σi, bir (i) istasyonundaki yıllık (ya da mevsimlik) yağış toplamı dizilerinin standart sapmasını ve Y i , yıllık (ya da mevsimlik) uzun süreli yağış ortalamasını (mm) gösterir. Bu değer, istatistiksel olarak, bir istasyondaki gözlemlerin ortalama yağışın (sıcaklığın, bulutluluğun, nispi nemin, vb.) çevresindeki olası yüzde değişiminin genel bir göstergesidir. Ortalamanın çevresinde göreli olarak fazla bir saçılma göstermeyen değişkenler, daha düşük değişim katsayısına sahiptirler. Tersine, fazla saçılma yüksek yıldan yıla değişkenliğin bir göstergesidir. Yıllık ve mevsimlik yağışlarda yıldan yıla değişkenliğin en düşük olduğu bölge, Karadeniz; en yüksek olduğu bölgeler, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’dur. Kışın T ürkiye’nin batı, güney ve doğu bölgelerinde, DK’lar % 35‘in oldukça üzerinde; Karadeniz’de % 30 dolayındadır. Yaz yağışlarının değişkenliği, Karadeniz Bölgesi’nde % 25 ve % 55 arasında değişirken, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, % 80 ve % 150 arasında çok yüksek değerler göstermektedir. Yıllık yağışlarda değişkenlik, ülkenin genellikle Akdeniz yağış rejiminin egemen olduğu güneyinden, genellikle her mevsim yağışlı Karadeniz kıyı kuşağına doğru gidildikçe azalır (Şekil 5). 3.4.4. Kuraklık indisi Sözleşme’deki tanımlarda, yükümlülük bölgelerinde ve onların özel koşullarında temel alınan Aridite İndisi (Kuraklık İndisi-Kİ), T ürkeş (1998a, 1999)’in çalışmalarında da temel yöntem olarak kabul edilmiştir. UNEP (1993)’e göre, Kİ, Kİ = Y / PE basit eşitliği ile gösterilebilir. Burada, Y, yıllık yağış toplamı (mm) ve PE, yıllık toplam düzeltilmiş potansiyel evapotranspirasyondur (mm). Düzeltilmiş PE değerleri, iklimsel su bütçesini hesaplamak için geliştirilmiş olan WAT BUG programı kullanılarak elde edilmiştir. 1.0’ın altındaki tüm Kİ değerleri, normal (ortalama) iklim koşullarındaki yıllık su açığının varlığını gösterir. Önceki sınıflandırmalar (UNEP, 1993; Hoffman vd., 1996) ve T ürkiye için uygulanan başka nemlilik indisleri (T ürkeş, 1990; Çiçek, 1996) de dikkate alınarak, kurak ve nemli alanları tanımlamak için Çizelge 2’de verilen genel sınıflandırma geliştirilmiştir: Çizelge 2. Çölleşme Sözleşme si’nde temel alınan kuraklık indisine göre, kurak ve nemli arazile rin sınıflandırılması ve çölleşme açısından de ğe rlendirilmesi (Türkeş, 1998a). Y:PE Bölge Değerlendirme Çok kurak Gerçek iklimsel çöller (T ürkiye’de yok) < 0.05 0.05-0.19 Kurak Çölleşmeye açık (T ürkiye’de yok) 0.20-0.49 Yarıkurak Çölleşmeye açık (Konya Ovası ve Iğdır yöresi) 0.50-0.64 Kurak-yarınemli Çölleşmeye açık (Güneydoğu ve iç bölgeler) 0.65-0.79 Yarınemli Çölleşmeye açık (Batıda ve kurak-yarınemlinin çevresinde) 0.80-0.99 Yarınemli Çölleşmeye eğilimli olabilir 1.00-1.99 Nemli Çölleşme yok (Esas olarak Karadeniz Bölgesi’nde) Çok nemli Çölleşme yok (Rize ve Hopa yöresinde) 2.00 < 16 DE Nİ Z K AR A 3. 0 EG E D E N İZ İ Mar mara Deni zi Yıllık Kuraklık İndisi A K D E N İZ Şekil 6. Yıllık kuraklık indisi değerlerinin alansal dağılışı (90 istasyon). Şekil 7. T ürkiye’de vejetasyon formasyonlarının alansal dağılışı (Erinç, 1977). Çizelge 3. Kuraklık indisi değerleri 0.65’ten ve 0.80’den küçük olan istasyonların coğrafi bölgelere göre dağılışı (T ürkeş, 1998a). Kİ < 0.65 Kİ < 0.80 Bölge (istasyon sayısı) Sayısı %’si Sayısı %’si Karadeniz (15) 4 26.6 7 46.7 Marmara (15) 1 6.7 8 53.3 Ege (11) 1 9.1 7 63.6 Akdeniz (15) 6 40.0 8 53.3 Güneydoğu Anadolu (8) 5 62.5 8 100.0 İç Anadolu (12) 9 75.0 10 83.3 Doğu Anadolu (14) 5 35.7 5 35.7 T ürkiye (90) 31 34.4 53 58.9 17 Kİ değerlerinin coğrafi dağılışını gösteren haritada (Şekil 6), Kİ < 1.0 olan değerler, T ürkiye’de yıllık su açığı bulunan alanları göstermektedir. Kİ < 0.80 olan yarıkurak, kurak-yarınemli ve yarınemli iklim koşulları ve Kİ < 0.65 olan yarıkurak ve kurak-yarınemli iklim koşulları, çalışmada kullanılan 90 istasyonun sırası ile yaklaşık % 59’unda ve % 34’ünde egemendir (Çizelge 3). Kurakyarınemli iklim koşulları, karasal İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir bölümü ile Orta ve Doğu Akdeniz’in bir bölümünde, Doğu Anadolu’nun doğusunda ve batısında yayılmaktadır. Yarıkurak ve kurak-yarınemli koşullar, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki istasyonların sırası ile % 75 ve % 62.5’ini kapsamaktadır. Yarıkurak iklim koşullarına sahip araziler, Konya Ovası’nda ve Iğdır yöresinde egemendir. En kurak istasyon 0.3 Kİ değeri ile Iğdır, en nemli istasyon ise Kİ değeri 3.0 olan Rize’dir. T ürkiye’nin İç ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yarıkurak ve kurak-yarınemli arazilerinin karakteristik vejetasyon formasyonları, çoğunlukla step ve ağaçlı step ile fundalık ve bozulmuş kuru ormandan oluşmaktadır (Şekil 7) (Erinç, 1977; Atalay, 1994). Bozulmuş kuru ormanlar ve fundalıklar ile antropojen stepler, Karasal Doğu Anadolu Bölgesi’nin yarıkurak ve kurak-yarınemli bölümlerinin üzerindeki egemen vejetasyon formasyonudur. Arazinin tümüyle bozulması ve iklim değişikliklerinin kurak koşullarda önemli bir artışa ya da yağış tutarlarında ve su kaynaklarında önemli bir azalışa neden olması dışında, bu seyrek vejetasyon örtüleri, arazi yüzeyini koruma ve toprağı tutma gücüne sahiptir. 4. YERKÜRE İKLİMİNDE GÖ ZLENEN DEĞİŞİKLİKLER Yerküre iklim sisteminde küresel ve bölgesel ölçekte değişiklikler gözlenmektedir (T ürkeş, 2000c; IPCC, 2001a; T ürkeş vd., 2001; T ürkeş, 2001a ve 2001b). Bu değişikliklerin bazılarının, insan etkinlikleriyle bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. • Küresel ortalama yüzey sıcaklığı, 20. yüzyılda yaklaşık 0.6 C° (0.6 ± 0.2 C°) artmıştır. Bu değer 1995’te yapılan değerlendirmelerden ve beklentilerden yaklaşık 0.15 C° daha büyüktür. Küresel olarak, 1990’lı yıllar en sıcak on yıldır; 1998 ise, 1861 yılından sonraki aletli gözlem kayıtlarındaki en sıcak yıl olmuştur (Şekil 8). Gece en düşük hava sıcaklıklarında yaklaşık her on yılda 0.2 C° olarak gerçekleşen artış, gündüz en yüksek hava sıcaklıklarındaki artışın yaklaşık iki katıdır. • 20. yüzyılda sıcaklıklarda gözlenen bu ısınma, geçen 1000 yılın herhangi bir dönemindeki artıştan daha büyüktür. • Atmosferin en alt 8 kilometrelik bölümündeki hava sıcaklıkları, geçen 40 yıllık dönemde artmıştır. • Orta enlem ve kutupsal kar örtüsü, kutupsal kara ve deniz buzları ile orta enlemlerin dağ buzulları 20. yüzyılda azalmıştır. • Küresel ortalama deniz seviyesi, 20. yüzyılda yaklaşık 0.1-0.2 m arasında yükselmiş ve okyanusların ısı içerikleri artmıştır. • Yağışlar kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde her on yılda yaklaşık % 0.5 ile % 1 arasında artarken, subtropikal karaların (Akdeniz Havzası’nı da içerir) önemli bir bölümünde her on yılda yaklaşık % 3 azalmıştır. • İnsan etkinliklerinden kaynaklanan sera gazı ve aerosol salımları atmosferin bileşimini değiştirmeyi ve bu nedenle de iklimi etkilemeyi sürdürmektedir. • Sera gazlarının atmosferik birikimleri ve onların ışınımsal zorlaması, insan etkinliklerinin bir sonucu olarak artmaya devam etmiştir. • Antropojen aerosoller kısa ömürlüdür ve çoğunlukla negatif ışınımsal zorlama oluştururlar. • Doğal etmenler, geçen yüzyıl süresince ışınımsal zorlamaya küçük bir katkı yapmıştır. • Modellerin geleceğin iklimini kestirme yeteneğine ilişkin güvenilirliği artmıştır. • Geçen 50 yılda gözlenen ısınmanın önemli bölümünün insan etkinliklerine bağlanabileceği konusunda yeni ve daha kuvvetli kanıt bulunmaktadır. • İnsanoğlu, atmosferin bileşimini değiştirmeyi 21. yüzyılda da sürdürecektir. 18 Küresel - Yıllık ortalama Sıcaklık Değişimi (C°) 0.6 0.4 0.2 0 -0.2 -0.4 -0.6 1860 1880 1900 1920 1940 1960 1980 2000 Yıl Şekil 8. 1961-1990 dönemi ortalamalarından farklara göre hesaplanan küresel yıllık ortalama yüzey sıcaklığı anomalile rinin 1860-2000 dönemindeki değişimle ri. Yıllararası değişimle r, 13 noktalı Binom süzge ci (——) ile düzgünleştirilmiştir (Türkeş, 2001a). Zonguldak ilkbahar minimum (KAD) 5 8 7 6 Sıcaklık ( C°) 6 10 9 9 8 7 6 5 1930 1940 1950 1960 1970 1980 1990 2000 Göztepe ilkbahar minimum (MAR) 1940 1950 1960 8 7 6 5 19 9 0 1930 7 9 8 7 19 7 0 1980 1990 2000 1 9 40 1950 1960 10 9 8 1 99 0 19 8 0 1 9 90 19 3 0 10 9 9 8 1970 1 9 80 1990 2000 19 4 0 1950 Kırşehir ilkbahar minimum (İAN) Sıcaklık ( C°) 5 4 3 2 1 0 1950 1960 1970 Yıl 1 9 80 1 99 0 20 0 0 2000 6 1970 1 9 80 1 99 0 5 2000 1 9 30 1940 1950 19 6 0 1970 1980 1990 2 00 0 Yı l 8 Ankara ilkbahar minimum (İA N) 7 3 2 1 0 -1 -2 6 5 4 3 2 1 1940 1950 1960 1970 1980 1 9 90 2 0 00 1930 1940 1950 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1930 194 0 1 950 1960 197 0 1980 1990 20 00 Yıl 1960 1 9 70 19 8 0 1990 2000 Yı l E lazığ ilkbahar minimum (DAN) 6 1990 7 Yıl 7 1940 1960 6 5 4 1930 Yıl 19 8 0 8 Sivas ilkbahar mi nimum (İA N) 7 1 9 70 9 Sıcaklık ( C°) 10 1960 4 1 9 30 Sıcaklık ( C°) 11 1960 1950 Gaziantep ilkbahar minimum (GAN) 11 Şanlıurf a ilkbahar minimum (GAN) 1950 1940 Yıl 13 12 1 9 40 3 Yıl 12 2000 2 00 0 4 2000 V an i lkbahar minimum (DAN) 6 Sıcaklık ( C°) 1970 14 1930 1980 8 1960 1990 10 Yıl 19 3 0 1970 Sıcaklık ( C°) Sıcaklık ( C°) 11 1980 5 A dana ilkbahar minimum (AK D) 14 13 12 1970 6 Yıl 15 1950 1 9 60 2 19 3 0 13 1 9 40 19 5 0 Uşak ilkbahar minimum (E GE) 8 14 1930 1940 Yı l 6 1960 1 2 00 0 10 İ zmir ilkbahar mi nimum (EGE) Sıcaklık ( C°) 1980 11 Yıl Sıcaklık ( C°) 1970 Sıcaklık ( C°) Sıcaklık ( C°) Sıcaklık ( C°) 9 1950 2 Çanakkale ilkbahar minimum (MAR) 10 1 9 40 3 Yıl 11 19 3 0 4 0 1930 Yıl Sıcaklık ( C°) Bolu ilkbahar minimum (KA D) 11 10 Sıcaklık ( C°) Sıcaklık ( C°) Gi resun ilkbahar minimum (KA D) 11 4 2 0 -2 1 93 0 1940 1950 19 6 0 1970 1980 19 9 0 2000 Yı l Şekil 9. Seçilmiş istasyonların ilkbahar gece en düşük hava sıcaklıklarının 1930-1999 dönemindeki değişimleri. Yatay kesikli çizgi (-----), uzun süreli ortalamayı gösterir. Dizilerdeki uzun süreli eğilimleri ve dalgalanmaları gösterebilmek amacıyla, yıllararası değişimler 11 noktalı Binom süzgeci (——) ile düzgünleştirilmiştir. 19 5. TÜRKİYE İKLİMİNDE GÖ ZLENEN DEĞİŞİKLİKLER 5.1. Türkiye ’de Ge ce Hava Sıcaklıkları Artıyor Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nde 1930-1993 dönemi için yapılan eski (T ürkeş vd., 1996) ve 1929-1999 dönemi için yapılan yeni (T ürkeş vd., 2002) zaman dizisi çözümlemelerine göre, özellikle ilkbahar (Şekil 9) ve yaz mevsimi gece en düşük (minimum) hava sıcaklıkları, T ürkiye’nin pek çok kentinde istatistiksel ve klimatolojik açıdan önemli bir ısınma eğilimi göstermektedir. Gece hava sıcaklıklarındaki belirgin ısınma eğilimlerinin oluşmasında, küresel ısınmanın genel ve uzun süreli etkisine ek olarak, T ürkiye’deki hızlı nüfus artışına ve kentsel alanlara yönelik büyük göçe bağlı yaygın ve hızlı kentleşmenin de etkisi vardır. Yeni çalışmanın bir başka önemli sonucu, daha önce (T ürkeş, 1995; T ürkeş vd., 1995; Kadıoğlu, 1997) yapılan istatistiksel çözümlemelere göre 1990’lı yılların başına kadar bir soğuma eğilimi gösteren T ürkiye’nin ortalama hava sıcaklıklarında da, sonbahar mevsimi dışında kış ve ilkbahar mevsimlerinde daha belirgin olmak üzere bir ısınma eğiliminin başlamış olmasıdır (T ürkeş vd., 2002). Ortalama hava sıcaklıklarında da egemen olmaya başlayan ısınma eğilimi, 1992 yılından sonra özellikle gece hava sıcaklıklarında gözlenen çok belirgin artışın ortalama sıcaklıklara yansımasının doğal bir sonucu olarak kabul edilebilir. 5.2 Türkiye ve Bölgesinde Kış Yağışları Azalıyor Sahel’de ve Subtropikal kuşak yağışlarında 1960’lı yıllarda başlayan ani azalma, 1970’li yıllarla birlikte Doğu Akdeniz Havzası’nda ve T ürkiye’de de etkili olmaya başlamıştır. Yağışlardaki önemli azalma eğilimleri ve kuraklık olayları, kış mevsiminde daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Genellikle 1970’li yılların başı ile 1990’ların başı arasında kalan dönemde egemen olan kurak koşullardan en fazla, Ege, Akdeniz, Marmara ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri etkilenmiştir (T ürkeş, 1998b). Kuraklık olaylarının en şiddetli ve geniş yayılışlı olanları, 1973, 1977, 1989 ve 1990 yıllarında oluşmuştur. Kış yağışlarındaki azalma, özellikle Akdeniz yağış rejimine sahip alanlarda, toprak nemi dengesinde bir bozulmaya ve yeraltı su düzeyinde bir alçalmaya neden olmuş olabilir. Kış ve yıllık yağış dizilerindeki azalma eğilimlerinin yanı sıra, birçok istasyonun yıllık kuraklık indisi (Kİ) değerlerinde, 1960’lardaki nemli ve yarınemli koşullardan 1990’ların başındaki kurak-yarınemli iklim koşullarına doğru bir azalma eğilimi bulunmaktadır (T ürkeş, 1998a, 1999). Kİ dizilerindeki anlamlı azalma eğilimleri, Marmara ve Ege bölgelerindeki istasyonlarda ortaya çıkmaktadır. Nemli koşullardan kurak-yarınemli ya da yarıkurak iklim koşullarına yönelik değişimler, özellikle Ege Bölgesi’nde çok belirgindir. 1994-1998 döneminde ise, Doğu Anadolu Bölgesi dışında T ürkiye’nin büyük bir bölümünde önemli bir yağış azlığı gözlenmemiş ya da meteorolojik kuraklıklar yaşanmamıştır. Bu dönemin hemen ardından 1999-2000 yıllarında ve 2001 yılının ilk üç ayında ise, Karadeniz Bölgesi dışında, T ürkiye’nin büyük bir bölümünde yeniden şiddetli kuraklıklar yaşanmıştır. Şiddetli ve yaygın meteorolojik kuraklıklar, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Ege ve Akdeniz bölgelerinde etkili olmuştur (T ürkeş, 2002). Uzun süreli ortalamaların çok altındaki yağış koşullarına bağlı meteorolojik kuraklıkların bir sonucu olarak, T ürkiye’de tarımsal ve hidrolojik kuraklıklar da ortaya çıkmıştır. Su açığı ve su sıkıntısı, yalnız tarım ve enerji üretimi açısından değil, sulamayı, içme suyunu, öteki hidrolojik sistemleri ve etkinlikleri içeren su kaynakları yönetimi açısından da kritik bir noktaya ulaşmıştır. Nisan-Mayıs 2001’deki bereketli yağışlar ise, son yıllardaki yağış azlığını ve su açığını tümüyle giderememiştir. Genel olarak Doğu Akdeniz Havzası’nın ve T ürkiye’nin yıllık ve özellikle kış yağışlarında gözlenen önemli azalma eğilimleri, bu bölge de egemen olan cephesel orta enlem ve Akdeniz alçak basınçlarının sıklıklarında, özellikle kış mevsiminde, gözlenen azalma ile yüksek basınç koşullarında gözlenen artışlarla bağlantılı olabilir. Öte yandan, özellikle karasal yağış rejimine sahip iç bölgelerdeki bazı istasyonların ilkbahar ve yaz yağışlarında ve yıllık Kİ’lerinde ise bir artış eğilimi, başka sözlerle daha nemli koşullara doğru bir gidiş gözlenmiştir (T ürkeş 1998a, 1998b ve 1999). 20 6. GELECEK YÜZYIL İÇİN Ö NGÖRÜLEN Ö NEMLİ İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİ IPCC İkinci Değerlendirme Raporu’nda (SAR) olduğu gibi, Üçüncü Değerlendirme Raporu’nda (TAR) da temel alınan tüm salım senaryoları ve projeksiyonları, atmosferik karbondioksit birikimlerinin, yüzey sıcaklıklarının ve deniz seviyesinin 21. yüzyıl süresince yükseleceğini; kara ve deniz buzlarının ve buzullarının alansal ve hacimsel olarak azalacağını öngörmektedir (IPCC, 1996; IPCC, 2000; IPCC, 2001a): 6.1. Sıcaklık Öngörüleri • • • • 1990–2100 döneminde, küresel ortalama yüzey sıcaklığının 1.4 ile 5.8 C° arasında artacağı öngörülmektedir; IPCC T AR’da öngörülen sıcaklık artışları, IPCC SAR’da yaklaşık 1.0-3.5 C° olarak öngörülmüş olandan daha büyüktür. TAR’da daha yüksek olan sıcaklık öngörüleri ve daha geniş sıcaklık değişim aralığı, esas olarak T AR senaryolarının SAR’a göre daha düşük SO2 salım öngörülerini temel almasıyla ilişkilidir. Öngörülen ısınma oranı 20. yüzyılda gözlenen değişikliklerden daha büyüktür ve eski iklim verilerine dayanarak, büyük bir olasılıkla bunun en azından son 10,000 yıl boyunca bir benzeri yoktur. Son küresel model benzeştirmelerine dayanarak, neredeyse tüm kara alanları, özellikle soğuk mevsimde yüksek kuzey enlemlerindeki karalar, daha hızlı ısınabilecektir. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı, tüm modellerde küresel ortalamayı % 40’dan daha fazla aşan Kuzey Amerika’nın kuzey bölgelerinde ve Orta Asya’nın kuzeyindeki ısınmadır. Buna karşılık, yazın güney ve güneydoğu Asya’da ve kışın Güney Amerika’daki ısınma küresel ortalama değişiklikten daha azdır. 6.2. Yağış Öngörüle ri • Küresel model benzeştirmelerine dayanarak ve çok sayıda senaryo açısından, küresel ortalama su buharı birikimi ve yağış tutarının 21. yüzyıl süresince artacağı öngörülmektedir. 21. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yağışlar, kışın orta ve yüksek kuzey enlemlerde ve Antarktika’da artmış olabilecektir. Alçak enlemlerdeki kara alanlarında, hem bölgesel artışlar hem de azalışlar beklenmektedir. Ortalama yağış için bir artışın öngörüldüğü pek çok alanda, yıldan yıla yağış değişkenliği daha büyük olabilecektir. 6.3. Yağışlardaki Me vsimlik ve Enlemsel Kaymalar Bazı kurak ve yarı-kurak alanların kuraklaşmasıyla birlikte, yağışlarda mevsimlik ve enlemsel kaymalar olacağı öngörülmektedir: Model hesaplamaları, iklim ısındığında, buharlaşmanın artacağını, küresel ortalama yağış tutarında ve şiddetli yağış olaylarının sıklığında bir artış olacağını göstermektedir. Buna karşılık, bazı alanlarda yağış artışı olurken, başka alanlarda yağış azalışları yaşanacağı, hatta yağışlarda artış olan kara alanlarında artan buharlaşma yüzünden akışlarda ve toprak neminde azalışlar olabileceği öngörülmektedir. Yağışta mevsimlik kaymalar olabileceği de öngörülmektedir. Genel olarak, yağış yüksek enlemlerde yaz ve kış mevsimlerinde artabilecek. Yağışların, kışın, orta enlemler, tropikal Afrika ve Antarktika’da artacağı; yazın ise, güney ve doğu Asya’da artacağı öngörülmektedir. Avustralya, Orta Amerika ve güney Afrika’nın kış yağışlarında sürekli bir azalma bekleniyor. IPCC modellerinde, özel olarak Akdeniz havzası için önemli bir yağış değişikliğinden söz edilmemekle birlikte, Hadley Centre’in iklim modellerine (UKMO/DET R, 1999) ve başka model sonuçlarına göre, özellikle Doğu Akdeniz havzası ve Orta Doğu için, yağışlarda, su kaynaklarında ve akımlarda gelecek yüzyıl için 21 önemli azalmalar beklenmektedir. Yağış projeksiyonları arasındaki model tutarlılıkları, dünyanın birçok bölgesi için göreli olarak zayıftır. 6.4. Kar ve Buz Öngörüle ri • • • • Kuzey yarımküredeki kar örtüsü ve deniz buzu yayılışının daha da azalacağı öngörülmektedir. Buzulların ve buz şapkalarının geniş ölçekli geri çekilmesinin 21. yüzyılda da süreceği beklenmektedir. Antarktika buz kalkanı daha fazla yağış nedeniyle kütle kazanabilirken, akışlardaki artış yağıştan fazla olacağından Grönland buz kalkanı kütle kaybedebilir. Deniz seviyesinin altında kalması yüzünden, Batı Antarktika buz kalkanının kararlılığı konusunda kaygılar bulunmaktadır. 6.5. Deniz Se viyesi Öngörüleri • T AR’da temel alınan tüm senaryolara göre, küresel ortalama deniz seviyesinin, 1990 ve 2100 arasında 0.09 ile 0.88 metre kadar yükseleceği öngörülmektedir. Bu yükselme, esas olarak okyanusların termal genişlemesi ile buzullardan ve buz şapkalarından olan kütle kayıplarıyla bağlantılıdır. 6.6. Ekstrem Hava ve İklim Olaylarının Sıklığına ve Etkisine İlişkin Öngörüle r İklim modelleri, ekstrem (uç) hava olaylarında ve iklim koşullarında; örneğin sıcak günlerin sayısında, sıcak dalgalarında, kuvvetli yağış olaylarında, taşkınlarda, kuraklıklarda, yangınlarda, zararlıların yayılışında, orta enlem yaz mevsimi toprak nemi açığında, tropikal siklonların maksimum rüzgar hızında ve yağış şiddetinde bir artış, buna karşılık soğuk günlerin sayısında ve don olaylarında bir azalış olacağını öngörmektedir. Bunun dışında, El-Niño benzeri koşulların, gelecekte tropikal ve subtropikal kuşakların birçok bölümlerinde taşkınların ve kuraklıkların etkisinde bir artışa yol açabileceği beklenmektedir. Ancak, orta enlem fırtınalarının şiddetinde bir artış olup olmayacağı belirsizliğini korumaktadır. 6.7. Se ra Gazlarının Atmosfe rik Birikimle rine İlişkin Öngörüler T üm IPCC projeksiyonları, iklim değişikliği politikalarının yokluğu durumunda, atmosferik sera gazı birikimlerinin insan etkinlikleri yüzünden gelecek yüzyıl süresince önemli düzeyde artacağını göstermektedir. Birincil olarak, fosil yakıt yanması, ormansızlaştırma ve tarımsal uygulamalar yüzünden, sanayi öncesi dönemin başından bu güne kadar, CO2 yaklaşık % 30, metan iki katından daha fazla ve N2 O yaklaşık % 15 oranında bir artış göstermiştir. Buz sondajı verilerine göre, bu birikimler geçen 420,000 yıllık dönemin herhangi bir zamanından daha yüksektir. Ayrıca, kömür yanmasından kaynaklanan SO2 salımları sonucunda, sülfat aerosollerinin atmosferik birikimleri de dünyanın bazı bölgelerinde artmıştır. Sera gazları atmosferi ısıtma eğiliminde olmasına karşın, sülfat aerosolleri dünyanın bazı bölgelerinde, esas olarak da kuzey yarımkürede atmosferi soğutma eğilimindedir. Sera gazlarının ve sülfat aerosollerinin öncülleri olan SO2 ’nin gelecek salımları, kalkınmanın gidişine ve hükümetlerin iklim değişikliğini önlemek amacıyla, salımları en aza indirme konusunda ciddi ve adil kararlar alıp almamalarına bağlıdır. Salımlar, ekonomik kalkınmanın tipine, büyüme oranına, yeni teknolojilerin pazarlara ulaştırılmasına ve dağıtımına, demografik hareketlere (örneğin nüfusun büyümesine, yaş yapısına ve kırdan kente göçün niceliğine ve niteliğine) ve yönetim yapılarının dünya ölçeğindeki evrimine, ki bu ötekilerin yanı sıra enerjiye ve doğal kaynaklara olan talebi (istemi) etkiler, karşı duyarlıdır. IPCC’nin Emisyon Senaryoları konulu Özel Raporu’ndaki (SRES) tüm senaryolar, atmosferik karbondioksit birikimlerinin ve birçok durumda da öteki sera gazlarının, iklim değişikliği konusunda özel olarak tasarlanan ya da üretilen politikaların yokluğunda, gelecek yüzyılda önemli düzeyde 22 artacağını göstermektedir. Gerçekte SRE S, örneğin fosil yakıtların yanmasından ve arazi kullanımı değişikliğinden (esas olarak tropikal ormansızlaşma) kaynaklanan CO2 salımlarının, 1990 yılında yaklaşık 7.5 milyar ton karbon (GtC) yıl-1 olan ortalama salımlarla karşılaştırıldığında, 2100 yılında yaklaşık 5 ile 35 GtC yıl-1 arasında değişeceğini öngörmüştür. Bu salım aralığı, atmosferik CO2 birikiminin bugünkü (1998) yaklaşık 368 ppm düzeyinden, 2100 yılına kadar yaklaşık 540-970 ppm aralığına yükseleceği anlamını taşımaktadır. Eğer bugünkü karasal biyosferden ve karasal yutakların devamlılığından kaynaklanan iklim geri beslemlerinin büyüklüğündeki belirsizlikler dikkate alınırsa, CO2 ’nin öngörülen birikim aralığı 2100 yılında 490-1260 ppm olacaktır. 6.8. Yeni CO 2 ve SO 2 Salım Projeksiyonları SRE S’in CO2 salımı projeksiyonları 1992’deki projeksiyonlara benzerken, SO2 salımı projeksiyonları 21. yüzyılın ikinci yarısı için önemli düzeyde daha düşüktür. Bu durum, SO2 salımları, atmosferde sülfat aerosollerinin oluşumuna neden olduğu ve aerosoller de sera gazlarının ısınma etkisini kısmen maskeleyerek bir soğuma etkisi yarattığı için, sıcaklık değişikliklerinin gelecek projeksiyonları açısından önemli bir etki oluşturmaktadır. 6.9. İnsanın Ne den Olduğu İklim Değişikliğinin Etki Süre si Sera gazlarının atmosferik birikimleri durdurulduktan sonra da, yüzey sıcaklıklarının bir yüzyıl (ya da daha fazla) ve deniz seviyesinin yüzyıllar boyunca yükselmeyi sürdürmeleri beklenmektedir: • • • • Uzun ömürlü sera gazlarının (örneğin, CO2 , N2O, PFC’ler, SF6 ) salımları, atmosferin bileşimi, ışınımsal zorlama ve iklim üzerinde uzun süreli bir etkiye sahiptir. Örneğin, CO2 salımları oluştuktan birkaç yüzyıl sonra, bu salımların neden olduğu CO2 birikimindeki artışın yaklaşık % 25’i hala atmosferde bulunur. Sera gazı birikimleri bir düzeyde durdurulduktan sonra, küresel ortalama yüzey sıcaklıkları, yüzyılda bir dereceden çok daha küçük bir oranda yükselir. Bu ısınma oranı, 21. yüz yıl için durdurma olmadığı kabul edilerek hesaplanan yüzyılda birkaç derecelik ısınmayla karşılaştırıldığında çok küçüktür. Birikimlerin durdurulma düzeyi alçaldıkça, toplam sıcaklık değişikliği de küçülür. Derin okyanusun iklim değişikliğine uzun zaman ölçeklerinde uyması yüzünden, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışların ve okyanusların termal genişlemesinden kaynaklanan deniz seviyesi yükselmesinin, sera gazı birikimleri durdurulduktan sonra (bugünkü düzeylerinde durdurulsa bile) yüzyıllarca süreceği öngörülmektedir. Buz kalkanları, iklim kararlı olduktan sonraki binlerce yıl boyunca, küresel ısınmaya karşılık vermeyi ve deniz seviyesi yükselmesine katkıda bulunmayı sürdürecektir. İklim modelleri, Grönland üzerindeki yerel ısınmanın küresel ısınmanın 1 ile 3 katı büyüklüğünde olabileceğini göstermektedir. Buz kalkanı modelleri, 3 C°’den daha büyük bir yerel ısınmanın, eğer bu ısınma binlerce yıl sürerse, Grönland buz kalkanının tümüyle erimesine yol açacağını ve bunun da yaklaşık 7 metrelik bir deniz seviyesi yükselmesi ile sonuçlanacağını öngörmektedir. Bin yıl süren 5.5 C°’lik bir yerel ısınma ise, Grönland’ın deniz seviyesi yükselmesine yaklaşık 3 metrelik bir katkısı ile sonuçlanabilir. 7. DOĞAL EKO SİSTEMLER, SU KAYNAKLARI VE TARIMIN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE DUYARLILIĞI IPCC 3. Değerlendirme Raporu’nda, iklim değişikliğinin potansiyel sonuçları ve etkileri, dünyanın farklı bölgelerindeki sosyo-ekonomik sektörler, ekolojik sistemler ve insan sağlığı açısından değerlendirilmiştir (IPCC, 2001b; Watson, 2001). Dahası, iklim değişikliğinin bölge sel projeksiyonlarıyla bağlantılı belirsizlikler yüzünden, IPCC, iklim değişikliğinin bölgesel düzeydeki etkileri için niceliksel kestirimler sağlamak yerine, bu doğal ve sosyal-ekonomik sistemlerin iklimdeki değişikliklere olan duyarlılığını değerlendirmiştir. Çoğu etki çalışmalarında, sistemlerin sıcaklıktaki 23 küçük değişiklikleri, örneğin SRES projeksiyonlarının 5.8 C° olan üst sınırından daha düşük 3-4 C°’lik bir ısınmayı, nasıl yanıtlayacağı ya da karşılayacağı değerlendirilmiştir. 7.1. İklim De ğişiklikle rinin, Su Kaynakları, Tarım, Doğal Ekosistemler ve İnsan Sağlığı Üze rindeki Etkile ri Öngörülen iklim değişiklikleri, su kaynakları, tarım, doğal ekosistemler ve insan sağlığı üzerinde hem olumlu hem de olumsuz etkilere sahiptir. İklimdeki değişiklikler büyüdükçe, olumsuz etkilerin egemenliği de artar. Sosyo-ekonomik sektörler (örneğin, tarım, ormancılık, balıkçılık, su kaynakları ve insan yerleşmeleri, vb.), karasal ve su ekosistemleri ve insanoğlunun gelişimi ve refahı için çok yaşamsal olan insan sağlığı, iklimsel uç olaylardaki (iklim ekstremlerindeki) ve iklimsel değişebilirlikteki değişikliklerde olduğu kadar, iklim değişikliğinin büyüklüğüne ve oranına karşı oldukça duyarlıdır. İklim değişikliğinin, örneğin sıcaklıktaki küçük artışlar için, orta ve yüksek enlemlerde artan tarımsal üretim ve azalan kış ölümleri gibi bazı olumlu sonuçları bulunmasına karşın, etkilerin çoğu, özellikle uç hava olaylarındaki bir artış karşısında olumsuzdur ve pek çok doğal sistem ve çoğu insan, bu değişikliklerden olumsuz olarak etkilenir. Model projeksiyonları, iklim değişikliğinin etkileri açısından özetle aşağıda verilenleri içermektedir: • • • • • • Su açığının bulunduğu birçok alanda, özellikle çoğu tropikal ve subtropikal bölgelerde (Akdeniz havzasını ve T ürkiye’yi de içerir), su varlığında bir azalma; Sıcaklıktaki herhangi bir artış için, çoğu tropikal ve subtropikal bölgelerde (Akdeniz havzasını ve T ürkiye’yi de içerir), tarımsal üretkenlikte bir azalma; Isı stresi ölümlerinde ve salgın hastalıklardan (vector-borne, malarya ve dang-bulaşıcı humma, vb. ve water-borne, kolera, vb.) etkilenen insan sayısında bir artış; Artan kuvvetli yağış olayları ve deniz seviyesi yükselmesi nedeniyle, taşkın riskinde on milyonlarca insanı ilgilendiren yaygın bir artış; Özellikle buzullar, mercan resifleri ve atoller, mangrovlar, polar (kutupsal) ve Alpin sistemler gibi bazı doğal sistemlerde önemli ve çoğu kez geriye dönüşü olmayan ya da onarılmaz hasarlar; Bazı hassas türlerin yok olma ve biyolojik çeşitliliğin kaybolma riskinde bir artış. Etkileri açısından bu kadar çok farklı ve önemli değişiklik öngörüsü, adaptasyonun (uyum), iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirme çabalarını sürdürme ve tamamlama açısından gerekli ve yaşamsal bir strateji olduğunu göstermektedir. 7.2. Gelişmekte Olan Ülkelerin İklim Değişikliğine Duyarlılığı Gelişmekte olan ülkelerin, özellikle en az gelişmiş fakir ülkelerin, iklim değişikliğine duyarlılığı, gelişmiş ülkelere göre daha fazladır. Bunun temel nedeni, bu ülkelerin, iklim değişiklinin etkilerini en aza indirme ve uyum için gerekli olan finansal, teknik ve kurumsal kaynaklardan ve düzenlemelerden yoksun olmalarıdır. “ Gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliğine en fazla duyarlı ülkelerdir” yargısının nedenleri genel olarak aşağıda verilenler olabilir: (i) (ii) (iii) (iv) İnsanın neden olduğu iklim değişikliği, özellikle çevre kirliliği, artan kaynak istemi ve sürdür ülebilir olmayan yönetim uygulamalarından zaten etkilenmekte olan ekolojik ve sosyo-ekonomik sistemler üzerindeki önemli ‘yeni’ ve/ya da ‘ek’ bir strestir; En hassas sistemler, iklim değişikliğine karşı en büyük duyarlılığı olan ve en az uyum gösterenlerdir; Sistemlerin çoğu, hem iklim değişikliğinin büyüklüğüne ve oranına (hızına ve zamanlamasına), hem de özellikle iklim ekstremlerindeki değişikliklere duyarlıdır; Konuyla ilgili var olan çalışmaların kapsamı sınırlı olduğu için, etkilerin pek çoğunu nitelemek kolay değildir; ve 24 (v) Başarılı bir uyum stratejisi, teknolojik ilerlemelere, kurumsal düzenlemelere, finansman bulunmasına ve bilginin karşılıklı değişimine bağlıdır. Uyum kapasitesi azaldıkça, buna koşut olarak duyarlılık da artar. 7.3. Se ra Gazı Salımlarını Az altan İklim Dostu Teknolojik Se çenekler Sera gazı salımlarını azaltacak birçok teknolojik seçenek ve harcamaları düşürmek için birçok olanak bulunmasına karşın, iklim dostu teknolojilerin yaygınlaşmasının önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Konuyla ilgili değerlendirmeler aşağıda verilmiştir: • • • • • • • • • Sera gazlarının atmosferik birikimlerinin durdurulması, salımların tüm bölgelerde azaltılmasını gerektirecektir; Daha düşük sera gazı salımları, enerji kaynaklarının geliştirilmesinde ve üretiminde farklı desenleri dikkate almayı ve enerjinin son kullanımında verimlilikte artış sağlanmasını gerektirir; Bilim ve teknolojideki önemli gelişmeler, geçen 5 yılda ve beklenenden çok daha hızlı bir biçimde gerçekleşti. Bu gelişmeler, rüzgar türbinlerini, hibrid motorlu otomobilleri, yakıt hücresi teknolojisini ve CO2 ’nin yeraltında depolanmasını içerir; Küresel salımlarda günümüz ile 2020 arası için öngörülen artışların yarısı, doğrudan yararlarla (negatif maliyetlerle) azaltılabilecekken, salımların öteki yarısı ton karbon (tC) başına 100 $’dan daha küçük bir harcamayla azaltılabilir; ve Bu azaltmaların gerçekleşmesi, engellerin üstesinden gelmeyi ve politikaların desteklenmesini, artan araştırma ve geliştirme etkinliklerini ve etkili teknoloji transferini kapsar; Salım azaltımlarının bazıları, ‘no regret’ (her koşulda kullanmaya ve uygulanmaya değer) olanaklarla ya da seçeneklerle sıfır ya da negatif maliyetlerle elde edilebilir. ‘Her koşulda uygulanmaya değer’ seçenekler ise aşağıda verilenleri içerir: • Pazar ve kurumsal düzensizliklerin azaltılması; • Yerel ve bölgesel hava kalitesi iyileştirmeleri gibi yardımcı yararlar ve dolaylı katkılar; • Vergi gelirlerinin ya da açık arttırma izinlerinin, geri dönüşüm geliri aracılığıyla var olan dengesiz vergileri azaltmak amacıyla kullanılabilmesi; ve • T üm sektörlerde enerji verimliliği (enerjinin etkili ve yeterli kullanımı) potansiyelinden en yüksek düzeyde yararlanılması, vb. Ormanlar, tarımsal araziler ve öteki karasal ekosistemler, önemli bir karbon tutma ya da emme potansiyeli sunmaktadır. Küresel olarak, bu tutarın gelecek 50 yılda 200 milyar ton karbon (GtC) dolayında olabileceği öngörülmektedir; Salım ticareti olmaksızın, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) Kyoto Protokolü (KP) Ek B taraflarının KP’ne uyma maliyetleri % 0.2-2 arasında değişirken, tam bir Ek B salım ticaretinde maliyetler % 0.1-1 dolayına indirilebilir. Bu hesaplamaları yapan modellerde, yalnız enerji-ilişkili CO2 salımları dikkate alınmıştır. Bu maliyetler, yutakların, T emiz Kalkınma Düzeneğinin (T KD), tüm sera gazlarının, etkili vergi dönüşümünün, yardımcı yararların ve artan teknolojik değişikliklerin kullanımıyla daha da azaltılabilir; ve CO2 birikimini durdurma maliyetleri, durdurmaya başlanılan düzeye ve durdurmanın hedefine (ulaşılmaya çalışılan düzeye) göre değişmektedir. Öte yandan, tarım ve su temini gibi yönetilen sistemler için geçerli uyum seçenekleri, teknolojideki ilerlemeler nedeniyle genellikle artış gösterirken, gelişmekte olan ülkeler bu teknolojilere ve uygun bilgiye ulaşmada zorluk çekmektedir. Bunun dışında, iklim değişikliği uyum stratejilerinin maliyet-etkinliği ve yararı, kültürel, eğitimsel, yönetimsel, kurumsal, yasal ve düzenleyici uygulamalara bağlı olacaktır. Ayrıca, iklim değişikliği kaygısını dikkate alan kaynak kullanımı, kalkınma kararları ve planlarının, düzenli ve zamanlı alt yapı yatırımlarıyla bütünleştirilmesi, uyumu kolaylaştırabilecektir. 25 8. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DO ĞAL EKO SİSTEMLER VE SOSYO-EKO NO MİK SEKTÖ RLER ÜZERİNDEKİ O LASI ETKİLERİ Bu bölümde, iklim değişikliğinin olası etkileri, özellikle doğal ekosistemler, tarım ve su kaynakları dikkate alınarak özetle değerlendirilmiştir (IPCC, 2001b ve Watson, 2001). 8.1. Doğal Ekosistemle r 1) Geçen 30-40 yıllık dönemde, iklimdeki değişiklikler, özellikle yüzey sıcaklıklarındaki artışlar, dünyanın birçok bölgesindeki biyolojik sistemleri etkilemeye başladı. Biyolojik sistemlerin değiştiğini gösteren pek çok örnekten söz edilebilir: Ağaçların ve bitkilerin erken çiçeklenmesi, kuşların erken yumurtlaması, kuzey yarımkürede büyüme mevsiminin uzaması, böcek, bitki ve hayvan topluluklarının kutba ve yükseltisi fazla olan (dağlar, platolar, vb.) yerlere göçü ve mercanlarda giderek artan yok oluşlar, iklimdeki bölgesel değişikliklerle bağlantılıdır. Örneğin, kuş göçü desenleri değişmekte ve kuşlar daha erken yumurtlamaktadır. Kuzey yarımkürede büyüme mevsiminin geçen 40 yıllık dönemde her 10 yılda yaklaşık 1-4 gün uzadığı; bazı bitki, hayvan ve böcek türlerinin kutba ve daha yüksek ortamlara göç ettikleri gözlenmiştir. Biyolojik sistemler kendi davranışlarını değiştirebilecek olan çok sayıda sıkıntıyla karşı karşıya kalırken, birçok durumda bu sistemlerde gözlenen değişikliklerin iklime karşı iyi bilinen biyolojik tepkilerle ya da yanıtlarla uyumlu olduğu da belirtilmelidir. 2) İklim değişikliğinin ekolojik sistemlerin bileşimini ve üretkenliğini bozacağı ve biyolojik çeşitliliği azaltacağı öngörülmektedir. Bazı ekosistemler, iklimdeki değişikliğe çabuk karşılık verirken, bazıları oldukça yavaş yanıt verirler: T ürler, iklimdeki değişikliğe ve bozulan iklimsel rejimlere (örneğin, yağış/buharlaşma ve sıcaklık rejimlerine) farklı düzeyde ve biçimde yanıt vereceğinden, birçok ekosistemin yapısı, bileşimi, üretkenliği ve coğrafi dağılışı bozulacaktır. Ancak, bu beklenen ekolojik değişikliklerin birçoğu, iklimdeki değişikliklerin arkasında on yıllardan yüzyıllara kadar gecikebilecektir. Faunanın ve floranın yaşam yerleri değiştikçe, yeni gelen türler yüzünden biyolojik çeşitlilikte yerel artışlar olabilecektir. Ancak, artan olumsuzluklar (zararlılar ve yangınlar), biyolojik çeşitlilikte azalmaya ve yaramaz (istenmeyen) türlerde artışlara yol açabilir. Ayrıca, habitatlardaki bölünmeler, iklime bağımlı türlerin göçü için yeni engeller yaratabilir. Bu tür olumsuzlukları hafifletebilmek amacıyla, kuzeygüney ve batı-doğu uzanımlı koridorlarda özel olarak ayrılmış ve düzenlenmiş parklara ve rezerv alanlarına gereksinim vardır. Yüksek enlem ve yüksek topoğrafya türleri, daha büyük bir tehlike altındadır. İklim değişiklikleri ve onunla bağlantılı tüm değişiklikler, topluma gıda, lif, kereste, ilaç, rekreasyon ve turizm kaynağı sağlayan ve madde ve besin döngüsünü, atık kalitesini, akarsu akışını, toprak erozyonunu, hava kalitesini ve iklimi kontrol ederek mal ve hizmet üretimine katkı sağlayan ekosistemleri etkileyecektir. 3) Ormanlar öngörülen iklimsel değişikliklere duyarlıdır: Ormanların ve orman türlerinin dağılışının, ekosistemlerin sağladığı mal ve hizmetlerin bozulmasına neden olan, sıcaklık, yağış, uç olaylar, zararlıların yayılışı ve yangınlardaki değişiklikler karşısında değişeceği öngörülmektedir. Boreal orman ekosistemleri, esas olarak yangın rejiminde ve zararlıların yayılışındaki değişiklikler ile yaş yapısındaki değişiklikler ve karbon içeriğindeki azalmalar yüzünden duyarlılığı en fazla olan sistemler arasındadır. Model öngörülerine göre, bugünkü net küresel karasal karbon emilimi (yaklaşık 1 GtC yıl-1 ), 21. yüzyılın birinci yarısı süresince artabilecek, sonra ya bu düzeyde kalacak ya da zamanla azalabilecektir. 8.2. Su Kaynakları İklim değişikliğinin dünyanın kurak ve yarıkurak alanlarındaki su sıkıntısını kuvvetlendirebileceği öngörülmektedir. Bugünkü koşullarda, dünyada 1.3 milyar insan temiz su 26 sağlayamamaktadır. 2 milyar insan da, yeterli ve sağlıklı yaşam koşullarından yoksun durumdadır. Günüm üzde, çoğu Orta Doğu’da ve Afrika’da bulunan 19 ülke su kıtlığı çeken ya da su stresi yaşayan ülke olarak sınıflandırılmaktadır. İklim değişikliği olmasa bile, bu sayının 2025’e kadar iki katın üzerinde bir artış göstereceği beklenmektedir. Bunun temel nedeni, ekonomik büyümeden ve nüfus artışından kaynaklanan talepteki (istemdeki) artışlardır. Ne yazık ki, dünyanın pek çok bölgesinde suyun önemli bir bölümü, büyük ölçüde tarım sektöründeki verimsiz sulama yoluyla boşa harcanmaktadır. Akarsu akımlarının, yüksek enlemlerde ve Güneydoğu Asya’da artacağı, Orta Asya’da, Akdeniz havzasının çevresinde, güney Afrika ve Avustralya’da azalacağı öngörülmektedir. Bu yüz den iklim değişikliği, kuraklığın zaten yinelenen bir doğal özellik olduğu bazı bölgelerde kuraklık olaylarının büyüklüğünü ve sıklığını şiddetlendirirken, birçoğu kurak ve yarıkurak alanlarda bulunan gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine duyarlılıklarını daha yüksek düzeylere çıkaracaktır. 8.3. Tarımsal Üretkenlik ve Gıda Güve nliği Sıcaklıkta herhangi bir artış olması durumunda, tarımsal üretkenliğin tropiklerdeki ve subtropiklerdeki birçok ülkede azalacağı, buna karşılık sıcaklıktaki birkaç santigrat derecelik (C°) artışlar ile birlikte orta ve yüksek enlemlerde üretkenliğin artacağı öngörülmektedir. Bugünkü koşullar altında, 800 milyon insan yetersiz beslenmektedir. Esas olarak dünya nüfusunun büyümesine ve bazı ülkelerde de gelirlerin artmasına bağlı olarak, gıda tüketiminin gelecek 30-40 yıllık dönemde ikiye katlanacağı beklenmektedir. Konuyla ilgili çalışmalar, küresel tarımsal üretimin, iklimdeki küçük değişiklikler için (örneğin küresel ortalama yüzey sıcaklığı değişikliklerinin yalnız birkaç C° (2-3 C°) olduğu de ğişikliklerde), temel üretime göre sürdürülebileceğini göstermektedir. Ancak, ürün rekolteleri ve iklim değişiklikleri nedeniyle üretkenlikteki değişiklikler, bölgesel ve yöresel olarak önemli düzeyde değişecek ve buna bağlı olarak da üretim deseni değişecektir. Genel olarak, üretkenliğin, ürün tipine, büyüme mevsimine, sıcaklık rejimindeki değişikliklere ve yağışın mevsimselliğine göre, sıcaklıktaki küçük değişiklikler için orta ve yüksek enlemlerde artacağı öngörülmektedir. Buna karşılık, 2-3 C°’nin üzerindeki sıcaklık değişikliklerinde, orta enlemlerin tarımsal üretkenliğinde azalma olacağı beklenmektedir. Ancak, tropikal ve subtropikal bölgelerde bazı ürünlerin kendi maksimum sıcaklık toleransına yakın olduğu yerlerde ve kurak arazilerin ve sulama yapılmayan tarımsal uygulamaların egemen olduğu yerlerde, ürün rekolteleri sıcaklıktaki küçük artışlarda bile, özellikle Afrika’da, azalabilecektir. Ayrıca, tüm tarımsal üretkenliğin % 30 dolayında azaldığı Afrika ve Latin Amerika için, üretkenlikteki azalmanın gelecek yüzyıl boyunca süreceği öngörülmektedir. Bu yüzden, dünyanın yoksul halklarının çoğunun yaşadığı tropikal ve subtropikal bölgelerdeki bazı yerlerde açlık tehlikesinde artış olabilecektir. 9. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ O LASI ETKİLERİ Bu bölümde, insan kaynaklı iklim değişikliğinin T ürkiye’nin sıcaklık ve yağış koşulları, bitki biyokütlesi, su kaynakları ve besin temini üzerindeki etkileri, Hadley Centre İkinci İklim Modeli’nin sonuçlarına göre bölgesel olarak değerlendirilmiştir. Hadley Centre modeli (UKMO/DET R, 1999), atmosferdeki CO2 birikimlerini 750 ppm ve 550 ppm düzeylerinde durduran CO2 salımları senaryolarını temel almaktadır. Bu modelde, öteki sera gazlarındaki ya da aerosol’lerdeki artışlar dikkate alınmamıştır. Ayrıca, sözü edilen bu çalışmada CO2 ve öteki sera gazlarındaki artışlar için herhangi bir önlemin alınmadığını kabul eden salımların kontrol edilmediği (azaltılmadığı) senaryoya dayalı model sonuçları, durdurma senaryolarının kullanıldığı model sonuçlarıyla bir karşılaştırma yapılabilsin diye birlikte verilmiştir. Bu yeni model sonuçlarının T ürkiye için yapılan değerlendirmesi (T ürkeş, 2001a) aşağıda özetlenmiştir: 27 9.1. 2080’li Yıllara Kadar Türkiye Üze rindeki Sıcaklık Değişiklikle ri • • • Atmosferdeki CO2 gazı birikimini (insan etkinlikleri sonucunda atmosfere verilen salımlarla ilişkili fazla birikimler) azaltmak için hiç önlemin alınmadığını kabul eden senaryoya göre, 2080’li yıllara kadar T ürkiye üzerindeki yıllık ortalama sıcaklıklarda (1961-1990 normaliyle karşılaştırıldığında) yaklaşık 3-4 C° artış; CO2 birikimlerini 750 ppm’de durdurmayı öngören senaryoya göre, yıllık ortalama sıcaklıklarda yaklaşık 2-3 C° artış; CO2 birikimlerini 550 ppm’de durduran senaryoya göre, yıllık ortalama sıcaklıklarda yaklaşık 1-2 C° artış. 9.2. 2080’li Yıllara Kadar Türkiye Üze rindeki Yağış de ğişiklikle ri • • Salımların kontrol edilmediği senaryoya göre, 2080’li yıllara kadar T ürkiye üzerindeki yıllık ortalama yağışlarda yaklaşık 0 ile –1 mm/gün değişiklik (azalma); CO2 birikimlerini 750 ve 550 ppm’de durdurmayı öngören her iki senaryoya göre, 2080’li yıllara kadar T ürkiye üzerindeki yıllık ortalama yağışlarda yaklaşık 0 ile –0.5 mm/gün değişiklik (azalma). 9.3. 2080’li Yıllara Kadar Türkiye Üze rindeki Ve jetasyon Biyokütle Değişiklikle ri • Salımların kontrol edilmediği senaryo ile CO2 birikimlerini 750 ve 550 ppm’de durdurma senaryolarına göre, T ürkiye üzerindeki vejetasyon biyokütlesinde (kgC/m 2 ) 2080’li yıllara kadar iklim değişikliği nedeniyle önemli bir değişiklik öngörülmemiştir. 9.4. 2080’li Yıllara Kadar Türkiye Üzerindeki Önemli Akarsu Havz alarındaki Yıllık Akım Değişiklikle ri • • • Salımların kontrol edilmediği senaryo altında, T ürkiye akarsularının yıllık akımlarında yaklaşık % 20-50 azalma; CO2 birikimlerini 750 ppm’de durduran senaryo altında, T ürkiye akarsularının yıllık akımlarında yaklaşık % 5-25 azalma; CO2 birikimlerini 550 ppm’de durduran senaryo altında, T ürkiye akarsularının yıllık akımlarında yaklaşık % 0-15 azalma. 9.5. 2080’li Yıllara Kadar İklim De ğişikliği Ne deniyle Türkiye Üze rindeki Su Stresi • Salımların kontrol edilmediği senaryo ile CO2 birikimlerini 750 ve 550 ppm’de durduran sera gazı salımları senaryolarına göre, T ürkiye ve Orta Doğu bölgesi, dünyanın su stresinde artış beklenen stresli ya da su sıkıntısı çeken alanları arasında değerlendirilmiştir. 9.6. 2080’li Yıllara Kadar Türkiye’nin Tarımsal Ürün Üretimindeki De ğişiklikler • • Salımların kontrol edilmediği senaryoya göre, 2080’li yıllara kadar T ürkiye’nin tarımsal ürün üretiminde yaklaşık % 0 ile –2.5 arasında bir azalma; CO2 birikimlerini 750 ve 550 ppm’de durdurmayı sağlayan salım senaryolarına göre, 2080’li yıllara kadar T ürkiye’nin tarımsal ürün üretiminde yaklaşık % 0-2.5 arasında bir artış. 10. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ PO LİTİKALARI Yerküre iklimi, fosil yakıtların yanması, arazi kullanımı değişikliği ve ormansızlaştırma, çimento üretimi, sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazlarının doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda ısınmaktadır. Farklı sera gazı salımları senaryolarına dayanan iklim modelleri, gelecek yüzyıl için önemli iklim değişikliklerinin olacağını öngörmektedir. Bu 28 yüzden, uluslararası toplum, sera gazı salımlarındaki artışla bağlantılı iklim riskini önlemeye yönelik önemli bir görevle karşı karşıya bulunmaktadır. Öngörülen iklim değişikliklerini ve bu değişikliklerin, sosyoekonomik sektörler, doğal ekosistemler ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmanın en önemli yolu ise, insan kaynaklı sera gazı salımlarını azaltmak ve ormanlar gibi karbon tutucu ortamları (yutakları) çoğaltmaktır. Bu bölümde, sera gazı salımlarını küresel ölçekte azaltabilecek politikalar ve teknolojik seçenekler incelenmiştir. 10.1. İDÇS ve Kyoto Protokolü Bugün için, sera gazlarının atmosferik birikimlerini insanın iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirecek bir düzeyde durdurmayı sağlayabilecek en önemli ve tek hükümetlerarası çaba BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir (İDÇS). İDÇS, küresel iklimi korumaya ve sera gazı salımlarını azaltmaya yönelik genel ilkeleri, eylem stratejilerini ve yükümlülükleri düzenlemektedir. Gelişmiş ülkelerin İDÇS altındaki yükümlülüğü, insan kaynaklı sera gazı salımlarını 2000 yılına kadar 1990 düzeylerinde tutmaktır (T ürkeş, 1995). Sera gazı salımlarını 2000 sonrasında azaltmaya yönelik yasal yükümlülükler ise, Kyoto Protokolü’nde (KP) yer almaktadır (T ürkeş vd., 2000). KP’ne göre, gelişmiş T araf ülkeler (İDÇS/Ek I), insan kaynaklı karbondioksit (CO2 ) eşdeğer salımlarını 2008-2012 döneminde 1990 düzeylerinin en az % 5 altına indirmekle yükümlüdür. Avrupa Birliği (AB), hem birlik olarak hem de üye ülkeler açısından % 8’lik bir azaltma yükümlülüğü almıştır. Kyoto düzenekleri, gelişmiş ülkelere, sera gazı salımlarını buna bağlı olarak da iklim değişikliğinin etkilerini azaltma etkinliklerini en düşük maliyetle yüklenmek için, ulusal sınırlarının dışına çıkma kolaylığı sağlamaktadır (T ürkeş, 2001c). Ortak Yürütme (OY), bir Ek I ülkesinin diğer bir Ek I ülkesinde sera gazı salımlarını azaltmayı amaçlayan bir projeye yatırım yapmasıyla Emisyon İndirim Birimleri (EİB) kazanması ve bunun kendi belirlenmiş salım yükümlülüğüne sayılması; ev sahibi Ek I ülkesinin aktardığı EİB’nin ise, o ülkenin kendi fazla indirimlerinden düşülmesi şeklinde gerçekleşecektir. Temiz Kalkınma Düzeneği (T KD), yükümlülük sahibi bir yatırımcı ülke (gelişmiş ülke) ile yükümlülüğü olmayan bir ev sahibi gelişme yolundaki ülke ( GYÜ) arasında gerçekleşen bir çeşit OY’dir. KP’ne göre, projelerin, yatırımcı ülkenin kendi salım yükümlülüğünü gerçekleştirmek için kullanabileceği Onaylanmış Emisyon İndirimleri oluşturması gerekmektedir. KP çerçevesinde yürütülecek olan bir OY ve T KD programının, esas olarak, sırasıyla ekonomileri geçiş sürecindeki ülkelerde ve GYÜ’lerdeki sera gazı salımlarını sınırlandırıcı ve azaltıcı projelerin finansmanı için sermaye ve kredi sağlaması beklenmektedir. Salım Ticareti yoluyla da, OECD ile pazar ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler arasında salım kredilerini satma ve almaya izin verecek olan bir ‘salım ticareti rejimi’ kurulmaktadır. KP’nün ve Kyoto düzeneklerinin uygulanmasına ilişkin yasal kuralların çerçevesi, T emmuz 2001’de kabul edilen Bonn Anlaşması ile çizilmiştir (T ürkeş, 2001d). Bonn Anlaşması’nın içerdiği ana politik uzlaşma konuları ise Kasım 2001’de Fas’ın Marakeş kentinde yapılan İDÇS T araflar Konferansı’nın 7. toplantısında (T K-7) kabul edilen Marakeş Anlaşması ile yasal metinlere dönüştürülmüştür. 10.2. Se ra Gazlarını Az altma Politikaları ve Teknolojile ri Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Emisyon Senaryoları konulu Özel Raporu’ndaki (SRES) tüm senaryolar, iklim değişikliği konusunu özel olarak dikkate alan politikaların bulunmadığı koşullarda, CO2 ’nin ve öteki sera gazlarının atmosferik birikimlerinin gelecek yüzyılda önemli düzeyde artacağını göstermektedir (IPCC, 2000). EK I T araflarının sayısal salım azaltma yükümlülüklerini, ülkelerindeki salım indirimleriyle ve KP düzeneklerini kullanarak gerçekleştirmeleri olasıdır. Ancak, Ek I Taraflarının, birinci yükümlülük döneminde (2008-2012) 1990 düzeylerine göre en az toplam % 5 düzeyinde bir indirim yapma yükümlülüğü gerçekte oldukça orta düzeyde görünmesine karşın, birçok Ek I T arafındaki 29 salımların geçen yıllarda önemli düzeyde artmış olduğu unutulmamalıdır. Sera gazlarının atmosferik birikimlerinin belirli bir düzeyde durdur ulması için, salım indirimlerinin dünyanın tüm bölgelerinde yapılması gereklidir. Eğer hükümetler, atmosferik CO2 birikimini 550 ppm’de (sanayi öncesi düzeyinin yaklaşık iki katı) durdurmaya karar verirlerse, küresel salımların yaklaşık 2025’e kadar en yüksek noktasına çıkacağı ve 2040-2070 döneminde bugünkü düzeylerinin altına düşeceği hesaplanmaktadır (Watson, 2001). Düşük salım düzeyleri, enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve işletiminde farklı desenlerin varlığı ile son-kullanım verimliliğindeki artışları içerecektir. Sera gazı salımları kalkınmanın izlediği yola oldukça bağlıdır. Bu yüzden iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirme, hem kalkınma ve sürdürülebilirlikle ilişkili geniş kapsamlı sosyo-ekonomik politikalar ve eğilimlerden etkilenir, hem de onlar üzerinde bir etkiye sahiptir. Burada anahtar politik konu, salım haklarının eşit dağılımıdır. İnsan kaynaklı sera gazı salımlarının çoğunun, bugüne kadar sanayileşmiş ülkelerden kaynaklandığı bilinmektedir. Gelecek 20-30 yıl içerisinde ise, GYÜ’lerden kaynaklanan toplam salımların, sanayileşmiş ülkelerden kaynaklananları geçeceği öngörülmektedir. Buna karşın, gelecek yüzyıl boyunca öngörülen kişi başına salımlar, GYÜ’lerin çoğunda gelişmiş ülkelere oranla hala daha düşük olacaktır. İklim sistemi yıllık sera gazı salımlarına değil, birikimli salımlara karşılık verdiği için, GYÜ salımlarının küresel ısınmaya öngörülen katkısı yaklaşık 21. yüzyılın sonuna kadar gelişmiş ülkelerin katkısına ulaşamayacaktır. Sera gazı salımlarını azaltan iklim dostu teknolojilerdeki önemli ilerlemeler, geçen 5 yılda beklenenden çok daha hızlı bir biçimde gelişme göstermiştir. Bu yeni teknolojiler arasında, rüzgar türbinleri, hibrid motorlu otomobiller, yakıt hücresi teknolojisi ve CO2’nin yeraltında depolanması öne çıkmaktadır. IPCC salım senaryolarına dayanan bazı çalışmalar, küresel salımlarda 2010 ve 2020 yılları için, sırasıyla 1.9-2.6 milyar ton karbon eşdeğer (MtCeq ) ve 3.6-5.0 MtCeq azaltmanın başarılabileceğini göstermiştir. Salım azaltma potansiyelinin yarısı, doğrudan yararlarla başarılabilecekken, öteki yarısı için 1998 fiyatlarıyla tC başına 100 $’dan daha az bir harcama yapmak gerektiği hesaplanmıştır (Watson, 2001). Ayrıca, bilinen teknolojik seçeneklerin gelecek 100 yılda CO2 birikimini 450-550 ppm düzeylerinde durdurmayı başarabileceği kabul edilmektedir. Ancak, kısa ya da uzun vadeli salım indirimleri, teknik, ekonomik, politik, kültürel, sosyal, davranışsal ve kurumsal engellerin ve zorlukların üstesinden gelmeyi içermelidir. Ayrıca, araştırma, geliştirme ve etkili teknoloji transferinin, küresel salımların maliyet etkin bir biçimde azaltılmasında önemli bir rol üstleneceği beklenmelidir. Öte yandan, sera gazı salımlarındaki bazı azaltmalar, ‘no regret’ (her koşulda uygulanmaya değer) seçeneklerle, sıfır maliyetlerle elde edilebilir. Örneğin, dünyanın birçok bölgesinde, hava kirliliğini önleme ya da hava kalitesini iyileştirme ve asit depolanmasını azaltma vb. yerel ve bölgesel çevresel sorunlar için kabul edilen politikaların, önlemlerin, uygulamaların ve teknolojilerin, sera gazı salımlarını azaltma kapasitelerinin önemli düzeyde olduğu dikkate alınmalıdır. Bunların dışında, üç başlık altında toplanarak aşağıda özetle verilen bilimsel ve teknik/teknolojik yaklaşımların ve önlemlerin dünya ölçeğinde uygulanmasıyla sera gazlarında önemli indirimler başarılabilir (T ürkeş, 2001b, 2001d): 1) Ene rji te mini: (i) daha verimli ve ekonomik fosil yakıt çevrimi (yakma teknolojilerinin iyileştirilmesi, büyük ölçekli birleşik ısı ve güç santrallerinin yaygınlaştırılması, vb.); (ii) fosil yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ve karbon içeriği daha düşük fosil yakıtlara geçiş; (iii) biyokütle plantasyonu, jeotermal, küçük-hidro, güneş ve rüzgar gibi temiz yenilenebilir enerji kaynaklarının birincil enerji kaynakları içindeki payının arttırılması; ve CO2’nin yeraltında depolanmasıyla birlikte akışkan gazların ve yakıtların dekarbonizasyonu. 2) Ene rji istemi: (i) başta sanayi, ulaştırma ve yerleşmeler/ticari binalar olmak üzere, tüm sektörlerde enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılması; (ii) ulaştırma ve kent içi trafik sistemlerinin, motorlu taşıtların daha az yakıt tüketmelerini sağlayabilecek biçimde düzenlenmesi; ve (iii) kent içinde raylı toplu taşımacılığın, şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığında demiryollarının ve denizyollarının önemsenmesi ve uygulanması. 30 3) Tarım, çayır/me ra ve ormancılık: (i) ormanlaştırma, yeniden ormanlaştırma, ormansızlaştırmanın önlenmesi, bozulan tarım arazilerinin ve çayır/meraların onarılması ve tarımsal ormancılığın özendirilmesini içeren gelişmiş orman, çayır/mera ve tarım arazisi yönetimi; (ii) toprak çözümlemelerini ve bitki gereksinimini gözeten azotlu gübre kullanımı; ve (iii) geviş getiren hayvanların ıslahı ve yem kalitesinin iyileştirilmesi. Bu noktada, İDÇS Bonn Anlaşması’nın yukarıda verilen son maddeye (3) ilişkin kararlarına kısaca değinmek yararlı olabilir. Bonn Anlaşmasına göre, ormanlaştırma ve yenide n ormanlaştırma, Tarafların birinci yükümlülük döneminde TKD altındaki kullanabilecekleri tek elverişli ‘arazi kullanımı, arazi kullanımı değişikliği ve ormancılık’ (AKAKDO) projeleri olacaktır. Ayrıca, orman yöne timi, tarım arazisi yönetimi, otlak arazisi yöne timi ve re ve jetasyon (yeniden bitkileştirme ya da bitki örtüsü ile kaplama), AKAKDO ile ilgili madde altındaki en elverişli etkinlikler olarak kabul edilmiştir. Politika araçları ise, özellikle daha düşük karbon yoğun teknolojilerin pazara girmesini kolaylaştırmak ya da özendirmek ve düzenlemek biçiminde önemli bir görev üstlenebilir. Öte yandan, kalkınma düzeyi ve özel koşullar, örneğin enerjide fosil yakıtlara yüksek düzeyde bağımlılık vb., politika araçlarının ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine neden olabilir. Yine de, bunun ulusal düzeydeki en uygun karışımı, yerel yöneticilerle, özel ve kamu yatırımcı kuruluşlarıyla, bilimsel ve teknik araştırma/geliştirme kuruluşlarıyla, sanayi ve iş birliklerinin ya da kuruluşlarının temsilcileriyle gerçekleştirilecek olan geniş açılı ve etkili bir danışma süreciyle geliştirilebilir. Politika araçları aşağıda verilenleri içerebilir: (i) (ii) (iii) (iv) (v) (vi) (vii) (viii) Sera gazı salımlarını arttıran desteklerin azaltılmasını ya da kaldırılmasını (örneğin, ulaştırma destekleri, vb.); Ulusal ve uluslararası ticareti yapılabilir salım izinlerini ve ortak yürütme projelerini; Enerji fiyatlandırma stratejilerini ve mali önlemleri (örneğin, enerji desteklerinin azaltılması; karbon vergileri; otomobillerin enerji tüketimlerini dikkate alan, değişken vergilendirme uygulamaları; yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği sağlayan teknolojiler için yatırım kolaylıkları); Gönüllü önlemler (örneğin, enerji verimliliğini arttırmak amacıyla, gönüllü önlemler konusunda sanayi sektörünün temsilcileri ile görüşmeler yoluyla anlaşmalar yapılması ve ortak programlar hazırlanması); İsteme yönelik yönetim programlarını; Enerjinin yeterli ve verimli kullanım standartlarını içeren düzenleyici programları; İleri teknolojilerin geliştirilmesini ve uygulanmasını önemli düzeyde destekleyen ya da sağlayan pazar araçlarını ve tanıtım programlarını; ve Ürün markalama düzenlemelerini ya da programlarını. 11. SONUÇ Yerküre iklimi ısınmaktadır ve iklim modelleri gelecek yüzyıl için önemli iklim değişikliklerinin olacağını göstermektedir. Bu da, toplumlar için olumsuz sonuçlar yaratarak, kalkınmanın önünde büyük bir engel oluşturacaktır. Bu yüzden, uluslararası toplum, insan kaynaklı sera gazı salımlarındaki artışla bağlantılı iklim riskini önlemeye yönelik önemli bir görevle karşı karşıya bulunmaktadır. Öngörülen iklim değişikliklerini ve bu değişikliklerin, sosyoekonomik sektörler, doğal ekosistemler ve insan sağlığı üzerindeki olası olumsuz etkilerini en aza indirmenin en önemli yolu insan kaynaklı sera gazı salımlarını azaltmak ve yutakları çoğaltmaktır. Bugün için, sera gazlarının atmosferik birikimlerini insanın iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirecek bir düzeyde durdurmayı sağlayabilecek en önemli ve tek hükümetlerarası çaba İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve onun Kyoto Protokolü’dür. 31 Sera gazı salımlarını azaltmaya ya da kontrol etmeye yönelik politikalar ve önlemler ise, bu çalışmada özetle verilen, sera gazı salımlarını azaltmak amacıyla uygulanmakta ve/ya da uygulanması olası olan, genel bilimsel ve teknik/teknolojik yaklaşımlar ve önlemler ile bazı makro politika araçlarını içermektedir. Lahey Konferansı’nda alınan karar gereğince, T ürkiye’nin Ek II’den çıkarak İDÇS’ye bir Ek I ülkesi olarak taraf olma isteği, Kasım 2001’de Fas’ın Marakeş kentinde yapılan 7. T araflar Konferansı’nda ilgili organlarca görüşülerek kabul edilmiştir. Bunun sonucunda, T araflar Konferansı, T ürkiye’nin isminin Ek II listesinden silinmesini kararlaştırmıştır. Bu yüzden, T ürkiye’nin de, kendisine en uygun politika araçları ile bunların uygulanmasını sağlayacak olan yasal önlemleri ve çok sektörlü/çok kullanıcılı programları, kalkınma hedeflerini, önceliklerini, özel koşullarını ve gereksinimlerini dikkate alarak bir an önce belirlemesi gerekmektedir. T ürkeş (1998a, 1999), T ürkiye’nin karasal iç ve doğu bölgelerinin önemli bir bölümünü ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni, iklim etmenleri ve bitki örtüsü dikkate alınarak, çölleşmeye eğilimli kurak araziler olarak değerlendirmiştir. Akdeniz ve Ege bölgeleri ise, yüksek ve parçalı yeryüzü şekilleri, tarım arazilerinin son 20-30 yıldaki tarım dışı ve sürdürülebilir olmayan fiili kullanımı, kentsel ve turizm getirisi yüksek olan tarım ve orman arazilerinin tarımsal etkinlik ve orman rejimi dışına çıkarılmasına yönelik girişimler ve yasal düzenlemeler, sanayi, turizm ve orman yangınları gibi iyi bilinen öteki doğal ve insan kaynaklı etmenler dikkate alınarak, gelecekte çölleşme süreçlerinden daha fazla etkilenebilecek yarınemli alanlar olarak kabul edilmiştir. Uzun süreli ve şiddetli yaz kuraklıklarının ve yüksek hava sıcaklıklarının yanı sıra, yağış ve kuraklık indisi dizilerinde gözlenen kurak koşullara yönelik değişme eğilimlerinin, Akdeniz ve Ege bölgelerinde iklim etmenlerinin çölleştirme kuvvetini arttırmakta oluşu, bu düşünceyi desteklemektedir. Bu yüzden, egemen iklim koşullarının ve gözlenen iklimsel değişimlerin yanı sıra, artan sera etkisine ve ormanların yok edilmesi gibi öteki insan etkinliklerine bağlanan iklim değişikliğinin, T ürkiye’de su kaynakları, kuraklık ve çölleşme üzerindeki olası etkileri, sürekli izlenmeli ve değerlendirilmelidir. İklim değişikliğinin su kaynakları ve çölleşme üzerindeki olası etkilerine ilişkin seçenekler, varolan su ve arazi kaynaklarının etkili ve akılcı yönetimini, ormanların korunmasını, toprak erozyonu ve vejetasyon formasyonlarındaki ve/ya da örtülerindeki değişiklikler gibi çölleşme süreçlerinin izlenmesini ve kuraklık öngörü sistemlerini içermelidir (T ürkeş, 1998a, 1999). T ürkiye, İklim değişikliğinin olumsuz ya da tehlikeli etkileri açısından, risk gurubu ülkeler arasında görülmelidir. Başka bir sözle T ürkiye, büyük bir olasılıkla “ kaybedenler” arasında yer alacaktır. Bu yüzden, küresel iklim değişiklikleri ve öngörüleri ile T ürkiye’de iklim değişikliği ve değişe bilirliği, kuraklık ve çölleşme konularındaki çalışmalarımızın ışığı altında, “ Küresel ısınma önlenemez ve bugünkü hızıyla sürerse, gelecekte Türkiye’yi hangi koşullar beklemektedir?” gibi bir sorunun yanıtının mutlaka verilmesi gerektiğine inanmaktayız. Bize göre, bu soruyu, iklim sisteminde gözlediğimiz olumsuz de ğişimleri, iklim öngörülerini ve T ürkiye’nin özel coğrafi ve iklim koşullarına dayanan beklentileri de dikkate alarak, “ Türkiye gelecek 100 yıl içerisinde, bugün kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da egemen olan daha sıcak ve kurak, daha az üretken ve çölleşme süreçleri ile orman yangınlarına karşı daha fazla eğilimli bir iklim kuşağının etkisi altına girebilecektir” biçiminde yanıtlamak olasıdır. T ürkiye’nin iklim değişikliği, kuraklık ve çölleşmeye duyarlılığı, onlardan etkilenme eğilimi ve konuyla ilgili öngörüler dikkate alınarak, T ürkiye için somut önerilerde bulunulabilir. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir (İklim Değişikliklerinin T arım Üzerine Etkileri Paneli, Sonuç Bildirgesi, Kasım 2001): (i) (ii) (iii) Gelecekteki daha sıcak ve kurak koşullar dikkate alınarak, daha kurakçıl ve sıcak koşullara uygun tarımsal bitki çeşitlerinin belirlenmesi; konuyla ilgili araştırma projelerinin geliştirilmesi ve bunların desteklenmesi; Su kaynaklarının daha akılcı ve ekonomik kullanımını sağlamak amacıyla hazırlanmış olan ‘Su Kanunu’nun, bir an önce çıkarılması ve etkin olarak uygulanması; Sürdürülebilir tarım ve ormancılığa ulaşmak amacıyla hazırlanan ‘T oprak Kanunu’nun, bir an önce çıkarılması; 32 (iv) (v) (vi) (vii) (viii) Toprak Kanunu’nun, arazi toplulaştırması ile tarım ve orman arazilerinin amaç dışı kullanımını önlemesi; T ürkiye tarım bölgelerinin, toprak, su ve iklim koşulları dikkate alınarak belirlenmesi ve bölgelere uygun çeşit seçiminin ve geliştirilmesinin yapılması; Sulamada tasarrufu özendirici ücretlendirme sisteminin uygulanması; İklim değişikliği ve kuraklık ile öteki hava ve iklim afetlerini de dikkate alan tarım sigortası sisteminin bir an önce yasallaşması ve tarımsal üretimin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi devlet tarafından desteklenmesi; Ormanların birer karbon yutağı olduğu da dikkate alınarak, ormanlaştırma, yeniden ormanlaştırma, erozyon kontrolü, ve çayır/mera ıslahı için bütçeden yeterli kaynak aktarılmasının sağlanması. 12. KAYNAKLAR Atalay, İ. 1994. T ürkiye Vejetasyon Coğrafyası, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir. Çiçek, İ. 1996. Thornthwaite metoduna göre T ürkiye’de iklim tipleri. Ankara Üniversitesi, DT CF, Coğrafya Araştırmaları Dergisi 12: 33-71. Erinç, S. 1965. Yağış Müessiriyeti Üzerine Bir Deneme ve Yeni Bir İndis. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Yayın No. 41, İstanbul. Erinç, S. 1977. Vejetasyon Coğrafyası. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Yayın No. 92, İstanbul. Hoffmann, M.T ., Rounsevell, M., Sehgal, J., Varally, G. 1996. Land degradation and desertification. In Climate Change 1995, Impacts, Adaptations and Mitigation of Climate Change: ScientificT echnical Analyses, Contributing of WG II to the Second Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), Cambridge University Press, New York, pp. 171-189. IPCC. 1996. Climate Change 1995: The Science of Climate Change. Contribution of Working Group I to the Second Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) (Houghton J, T ., et al., eds.), Cambridge University Press, New York. IPCC. 2000. Special Report on Emissions Scenarios – A Special Report of Working Group III of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) (Nakićenović, et al., lead authors), Cambridge University Press, New York. IPCC. 2001a. Climate Change 2001: The Scientific Basic - Contribution of Working Group I to the Third Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) (Houghton J, T ., et al., eds.), Cambridge University Press, Cambridge. IPCC. 2001b. Climate Change 2001: Impacts, Adaptation and Vulnerability - Contribution of Working Group II to the Third Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) (McCarthy, J. J., et al., eds.), Cambridge University Press, Cambridge. Kadıoğlu M. 1997. T rends in surface air temperature data over T urkey. Int. J. Climatol. 17: 511-520. Keeling, C.D. and Whorf, T.P. 2000. Atmospheric CO2 concentrations (ppmv) derived from in situ air samples collected at Mauna Loa Observatory, Hawaii. Lean, G. 1995. Down to Earth. Centre for Our Common Future, Geneva. Noble, L.R. and Gitay, H. 1996. Deserts in a changing climate: Impacts. In Climate Change 1995, Impacts, Adaptations and Mitigation of Climate Change: Scientific-T echnical Analyses, Contributing of WG II to the Second Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), Cambridge University Press, New York, pp. 159-169. Sezer, L.İ. 1988. İklim ve vejetasyon sınıflandırması konusunda yeni bir indis denemesi. Ege Coğrafya Dergisi 4: 161-202. T ürkeş, M. 1990. T ürkiye’de Kurak Bölgeler ve Önemli Kurak Yıllar. Basılmamış Doktora T ezi. İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü, 195 sayfa, İstanbul. T ürkeş, M. 1995. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve T ürkiye. Çevre ve Mühendis, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 9: 16-20, Ankara. T ürkeş, M. 1995, T ürkiye’de yıllık ortalama hava sıcaklıklarındaki değişimlerin ve eğilimlerin iklim değişikliği açısından analizi. Çevre ve Mühendis, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 9: 9-15, Ankara. 33 T ürkeş, M., Sümer, U.M. and Kılıç, G. 1995. Variations and trends in annual mean air temperatures in T urkey with respect to climatic variability. Int. J. Climatol. 15: 557-569. T ürkeş, M., Sümer, U.M. and Kılıç, G. 1996. Observed changes in maximum and minimum temperatures in T urkey. Int. J. Climatol. 16: 463-477. T ürkeş, M. 1996. Spatial and temporal analysis of annual rainfall variations in T urkey. Int. J. Climatol. 16: 1057-1076. T ürkeş, M. 1997. Hava ve iklim kavramları üzerine. TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi 355: 36-37, Ankara. T ürkeş, M. 1998a. İklimsel değişebilirlik açısından T ürkiye’de çölleşmeye eğilimli alanlar. DMİ/İT Ü II. Hidrometeoroloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, 45-57, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara. T ürkeş, M. 1998b. Influence of geopotential heights, cyclone frequency and Southern Oscillation on rainfall variations in T urkey, Int. J. Climatol. 18: 649-680. T ürkeş, M. 1999. Vulnerability of T urkey to desertification with respect to precipitation and aridity conditions. Tr. J. of Engineering and Environmental Science 23: 363-380. T ürkeş, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 2000. Kyoto Protokolü Esneklik Mekanizmaları (Flexibility Mechanisms Under the Kyoto Protocol). T esisat Dergisi 52: 84-100, İstanbul. T ürkeş, M. 2000a. Küresel İklim Değişikliği ve Etkileri. Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (Çevre Bilimleri Anabilim Dalı), İklimsel ve Atmosferik Verilerin İklim Değişimleri Açısından Analizi dersi, Yayımlanmamış Ders Notları, 2000, Ankara. T ürkeş, M. 2000b. Küresel ısınma, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü. 6. Uluslararası Kojenerasyon ve Çevre Konferansı ve Sergisi (25-26 Mayıs 2000 İstanbul) Bildiriler Kitabı, 147-162, Cogen Europe ve Cogen Association, İstanbul. T ürkeş, M. 2000c. Küresel ısınma: yeni rekorlara doğru. Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi 673: 20-21. T ürkeş, M., Sümer, U. M., Çetiner, G. 2001. Küresel iklim değişikliği ve olası etkileri. T .C. Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Seminer Notları (13 Nisan 2000, İstanbul Sanayi Odası), 7-24, ÇKÖK Gn. Md., Ankara. T ürkeş, M. 2001a. ‘Hava, iklim, şiddetli hava olayları ve küresel ısınma,’ T.C. Başbakanlık Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Yılı Seminerleri, T eknik Sunumlar, Seminerler Dizisi: 1, 187-205, Ankara. T ürkeş, M. 2001b. ‘Küresel iklim değişikliği: T arım ve su kaynakları üzerindeki olası etkiler,’ İklim Değişikliklerinin T arım Üzerine Etkileri Paneli,Bildiriler Kitabı, 91-128, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, KKGM, Ankara. T ürkeş, M. 2001c. ‘Küresel iklimin korunması, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve T ürkiye,’ Tesisat Mühendisliği, T MMOB Makina Mühendisleri Odası, Süreli T eknik Yayın organı, 61, 14-29, İstanbul. T ürkeş, M. 2001d. Bonn Anlaşması ve küresel ısınmanın önlenmesindeki rolü. T MMOB T ürkiye III. Enerji Sempozyumu: “Küreselleşmenin” Enerji Sektöründe Yapısal Değişim Programı ve Ulusal Enerji Politikaları, 5-7 Aralık 2001, Bildiriler Kitabı, 339-353. T ürkeş. M. 2002. Spatial and temporal variations in precipitation and aridity index series of T urkey. Workshop on the ‘Assessment, assimilation and validation of data for “ Global Change” related research in the Mediterranean area’, Casablanca-Morocco, 21-24 February 2001. (Accepted for publication in the book of the Mediterranean Climate - Variability and Trends.) T ürkeş. M., Sümer, U.M., Demir, İ. 2002. Re-evaluation of trends and changes in mean, maximum and minimum temperatures of T urkey, for 1929-1999 Period. Int. J. of Climatol. (in press) UKMO/DET R. 1999. Climate Change and Its Impacts, Stabilisation of CO2 in the Atmosphere, United Kingdom Meteorological Office and Department of the Environment, T ransport and the Regions (UKMO/DET R), the Hadley Centre for Climate Prediction and Research, Bracknell. UNCCD. 1995. The United Nations Convention to Combat Desertification in those Countries Experiencing Serious Drought and/or Desertification, Particularly in Africa. T ext with Annexes, United Nations Environment Programme (UNEP), Geneva. UNEP. 1993. World Atlas of Desertification. United Nations Environment Programme (UNEP), London. Watson, R. T . 2001. ‘Climate Change 2001,’ presented at the resumed Sixth Conference of Parties to the United Nations Framework Convention on Climate Change, July 19, 2001, Bonn. 34 KURAK ARAZİLERDE TARIMSAL SU YÖNETİMİ Prof. Dr. Kâzım TÜLÜCÜ ÇukurovaÜniversitesi Ziraat Fakültesi, Adana Ö ZET Kuraklık her iklimde meydana gelen bir doğa olayıdır. Etkisi uzun süreli ve çok geniş alanlı olabilir. Bazı kesimler kuraklığı hissetmeden, bazı kesimler ise çok etkilenerek kuraklığı atlatırlar. Kuraklığı artıran nedenler olduğu gibi etkisini hafifleten önlemler de vardır. Burada kuraklık gelmeden önce alınması gereken uzun süreli önlemler ve kuraklık geldikten sonra alınması gereken önlemler sıralanmaya çalışılmıştır. Tarımsal kuraklıkta bazen çok kısa süreli, 2-3 haftalık kuraklık dahi üretimde büyük kayıplara neden olabilir. Burada, yörede yapılmış araştırmalar ile üreticilerin eğitimi, arazi hazırlığı, yedek su depolaması, destek sulamaların önemi ve her zaman tehlike için hazırlıklı olunması gereği vurgulanmıştır. Aynı zamanda, özellikle kuraklıkta sulamaların etkinliklerinin, bitkilerin suya olan duyarlı dönemlerinin, yani kritik dönemlerinin bilinmesi, destek sulama koşulunun yaratılması, uygun tarım teknikleri su kayıplarının en aza indirilmesi gibi tedbirler açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca Ülkemizde bir “Kuraklık İzleme, Değerlendirme ve Uyarı Merkezi”nin olmaması eksikliği de vurgulanmıştır. 1. GİRİŞ Kuraklık her iklim koşulunda olabilecek, doğanın yarattığı sinsi bir tehlikedir. Kuraklık bazı faaliyetlere ve insanlara su sıkıntısı yaratan ve yağış eksikliğinden kaynaklanan bir olaydır. Kuraklık diğer doğal olaylardan daha fazla insanı etkiler: Yine kuraklık diğer çevresel olaylardan daha karmaşık aynı zamanda daha az bilgiye sahip olunan bir olaydır. Şimdi birçok bilim adamı ve karar vericiler eskiye kıyasla daha fazla kuraklık bilgisine ve onun ekonomik, sosyal ve çevresel etkisine ilişkin bilgilere sahip olmaya başlanmışlardır. Etkili kuraklık, uzun süreli planlama gerektirir ve ülkelere yükümlülükler ve güçlükler yükler. Kuraklığa karşı planlama yolunda birçok engellerin olmasına karşın, son teknolojik gelişmeler, bilgi birikimi, halkın bilinçlenmesi ve iyimserlikler, kuraklık hakkında proje düşünme olgusunu geliştirmiştir. Kuraklık olumsuzluklarını en etkin şekilde düşüren bilgi ve teknolojinin var olması, gelişme sürecinde daha aktif ve sistematik risk yönetim yaklaşımı sağlayarak ülkeleri güçlü kılmaya başlamıştır. Kuraklık diğer doğal olaylardan birçok yönden farklılıklar gösterir (Wilhite, -- ). Bunlar: a) Düşünülen periyotta kuraklık etkileri sıkça yavaş olarak ortaya çıkar ve olayın oluşmasından sonraki yıllara uzayabilir, kuraklığın başlama ve bitme zamanını tayin etmek güçtür. b) Kuraklığın herkes tarafından kabul edilebilir açık bir tanımının olmayışı, kuraklığın olup olmadığı hakkında kafa karıştırır, yoğunluğu kestirilemez ve bölge ve uygulama özelliklidir. c) Kuraklık etkisi, diğer doğal olayların etkisine kıyasla daha az açık olup geniş alana yayılmakta, etkileri diğer doğal olaylarla kıyaslandığında, sonucu sayısallaştırılamamaktadır. 35 Bu sıralanan farklılıklar, doğru ve güvenilir olarak kuraklığın zamana bağlı şiddetini tahmin etmeyi güçleştiren özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Kuraklık, mevcut bütün iklim rejimlerinde, iklimin normal bir kısmı olarak kabul edilir. Kuraklık düşük yağış alan bölgelerde meydana geldiği gibi, yüksek yağış alan bölgelerde de meydana gelir. Kuraklık; Meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyoekonomik olmak üzere gruplandırılabilir. T anımlar buna göre yapılır. Kuraklığa karşı en etkili yol, su kaynaklarının geliştirilmesidir. Su kaynaklarının geliştirilmesi artan su gereksinmelerini karşılamak amacıyla, ülkelerin önünde duran ve sürekliliğini koruyan bir sorundur. Bugünün insanları geçmişten daha fazla su kullanmakta ve yarın daha fazla su kullanacaktır. Su kaynaklarının dünyadaki dağlımı da dengesizdir. Bu dengesizliklere iklimdeki, sanayileşmedeki, yaşamdaki, alışkanlıktaki değişiklikler de eklenince dengesizlik daha da artmaktadır. Su kaynaklarının planlanması işletilmesi ve bunlara uygun çözümlerin bulunması çabaları arasında görülen sorunlar çoğu zaman yöreseldir. Su kaynakları planlanmasında dar bölge yaklaşımı genellikle başarılı değildir. Çünkü dar bölgeler hidrolojik ve ekonomik açıdan bağımsız olmayıp, parasal kaynakların yetersizliği ve yasal güçlükler de içermektedir. Su kaynaklarının planlanması ve değerlendirilmesi ile ilgili çalışmalar; yerel, yöresel veya ülke düzeyinde, özellikle gelişmekte olan ülkeler için tartışmasız birinci dereceden ekonomik etkiye sahiptir. Su kaynaklarının muhafazası, artırılması ve kullanılması; suyun kullanım ihtiyacına göre farklı olabilir. Su kaynakları dünyada bazı bölgelerde şimdiden yetersiz ve bazı bölgelerde de kısa süre içinde yetersiz olacaktır. Su kaynağının artırılması, tamamıyla yeni taze su sağlamayı hedefler, ancak mevcut suyu daha fazla kullanmaya izin veren muhafaza veya düzenleme ile kullanımını artıran teknikleri de dikkate alması gerekir. Su kaynağının artırılması yolları; 1) Hava modifikasyonu , 2) T uzlu suyun arıtılması, 3) Su tasarrufu sağlayan yeni tekniklerin kullanılması, 4) T utumlu su kullanma, 5) T ekrar ve geri döngülü kullanma, 6) Su iletim kayıplarının azaltılması, 7) Yeraltı beslenmesinin sağlanması, 8) Çiftlik göletlerinin oluşturulması olarak sıralanabilir. Kuraklık hemen ele alınıp çözülecek bir doğa olayı değildir. Burada amaç vakit kaybedilmeden kuraklık etkilerini en aza indirebilecek veya daralan su kaynaklarını en etkin biçimde kullanarak su tasarrufu sağlayacak yöntemleri özetlemek, yapılması gerekli araştırmaları vurgulamaktır. 2. TARIMSAL KURAKLIK T arımsal kuraklık, bir mevsim boyunca üretim için toprakta bitkilerin yararlanabileceği düzeyde yeterli suyun olmaması, diğer bir ifa de ile yağmurla be slenememesidir. Düşük ve yetersiz yağışlar, kurak bölge özelliğinin bir anahtarıdır. Oluşan tarımsal kuraklık, tipik kurak bölge olayıdır. T arımsal kuraklık işletme anlamlı bir kavram olarak bilinir. T arımsal kuraklık toprakta nemin yetersizliğini, bitkilerin olumsuz etkilenmelerini, yağış ile evapotranspirasyonun kıyaslamasını yapar. T arımsal kuraklığa karşı en etkili yol su kaynaklarının iyi korunması ve işletmeciliğidir. Su kaynakları; toprak suyu, yerüstü, yeraltı su kaynakları, sulamadan dönen sular, denizler olarak sıralanabilir. Suların kullanılma durumlarına göre kaliteleri de farklı olabilir. Su kaynakları ve yenilenebilir su kaynakları sabittir. Kurak bölgelerde yaşayan insanlar, üretim düşüklüğünü dikkate alarak risk yönetmek, uygun sürede stratejiler ve tercihler geliştirmek durumda dırlar. Bu bölgelerde doğal dengenin bozulmasına, dolaysıyla kaynakların yetersiz kalmasına çeşitli güçler etki eder. Kuraklık nedenleri ortaya çıkar. Bunlar; iklim değişikliği, artan nüfus 36 yoğunluğu, zayıf ve yetersiz tarım uygulamaları ve uygun olmayan arazi ve su kaynakları şeklinde sıralanabilir. T arımsal kuraklık çok tehlikeli boyutlu bir hastalıktır. Bu olay sosyal ve ekonomik sorunları doğurur, yaşam sürekliliğini düşür ür. Bu sorun, ekonomisi tarıma dayalı ülkelerde, bölgelerde çok daha tehlikeli boyutlara ulaşır. Kuraklık uzun süreli veya sabit özellikli olmaya başlarsa daha da büyük tehlikeli durum ortaya çıkar. Yağış koşullu üretimde uygun tarım tekniklerinin kullanılması, destek sulama ve normal sulama faaliyetleri ile tarımsal kuraklık en aza indirilebilir veya giderilebilir. Kurak bölgelerde devletin bir kısım çalışmalarının olması gerekir. Bunların başında yöresel araştırma bulguları ile üreticilerin eğitimi gelir. Diğer çalışmalar; önleme, düzenleme, iyileştirme, geliştirme... şeklinde sıralanabilir (FAO, 2000b). İzleyen kısımlarda geniş bir bakış açısıyla tarımsal kuraklığa karşı alınması gereken önlemler ve kısa bilgiler verilecektir. 3. KURAKLIĞA KARŞI Ö NLEMLER 3.1. İklim Değişikliğine Ne den Olan Etmenle r ve Önlemle r İklim değişiklikleri karmaşık bir olaydır. Bunun incelenebilmesi için yeterince uzunlukta sağlıklı istatistiksel bilgiye dayanan kuraklık gidişine,etkili olan etmenlerin bilinmesine, kuraklığa karşı alınan geniş boyutlu önlemlere, arazi çalışmaları gibi bilgilere ihtiyaç vardır. Nüfus artışı, sanayileşme, daha çok ürün talebi, yangınlar, doğanın tahribatı atmosferde olumsuzluklara ve doğal dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Uzun sürede bu olaylar iklim değişikliğini doğurur. Bu olayların önlenmesinde en önemli önlem insanların eğitimi ve kültür düzeylerinin yükselmesi, yasa ve yönetmeliklere sahip çıkılması olayıdır. Kısa zamanda bunu sağlamak olanaksızdır. 3.2. Havza Islahı Çalışmaları Su toplama havzalarındaki kazılar, dolgular, yol çalışmaları, yangınlar, yapılaşmalar, mera ve orman tahribatı, aşırı otlatmalar toprak erozyonunu artırmakta, sedimantasyona neden olmakta, toprakta su tutma düzensizleşmekte ve bu da bir çok olumsuzlukları beraberinde getirmekte; yağışların ve nehir akışlarının düzensizleşmesine, su baskınlarına veya kuraklıklara neden olmaktadır. Havza çalışmalarında en etkili yol mevcut bitki örtüsünün korunması ve tarıma açılmış mutlak orman alanlarının tekrar bitkilendirilmesidir. 3.3. Su Haznele rinden Buharlaşmanın En Az a İndirilmesi Su haznelerinin çevresinde ekonomik olmayan, su tüketen bitkilerin, doğal yaşamı bozmamak koşuluyla yetişmesine izin verilmemesi su kaybını önler. Serbest su yüzeyinden oluşan buharlaşmanın da önlenmesi yönünde araştırmalar yapılması gerekir. 3.4. Su İletiminde Açık Kanal Sistemi Ye rine Kapalı Sisteme Ge çilmesi Ülkemizde su iletim ve sulama sistemlerinde yaygın olarak açık kanal sistemi kullanılmaktadır.Buna sayısız örnek verilebilir. Bu sistemin, birçok ülkede terk edilmiş olduğu bilinmektedir. Bunun yerini kapalı sistem almıştır. Kapalı sisteme geçilmesiyle buharlaşma, sızma ve aşırı ve hatalı kullanmalar önlenebilmektedir. Bir açık kanal sistemli bir proje alanından kaybolan ve önemsiz gibi gözüken su miktarı büyük miktarları bulmaktadır (FAO, 2000; Anonomyous,1998). 37 3.5. Toprak Rutube tinin Korunması Topraksuyu yönetimi su kaynağı sağlamada önemli bir yoldur. T oprak parçacıkları arasında sıvı-hava veya katı-sıvı yüzeylerindeki güçlerle tutulan su; bitkiler için su deposudur. Suyun toprakta tutulmasıyla ilgili öteki mekanizmalar, bitki-toprak ilişkileri açısından sınırlı bir etkiye sahiptir. Toprak gözenekleri boyutlarının dağılımı hava ve suyun hareketi için özel bir öneme sahiptir. Çünkü geçirgenlik su dolu gözeneklerin etkin kesitleri ile doğrudan ilişkilidir. Buna tarımsal faaliyetler etki eder. T oprak içinde sayılan bu olaylar gerçekleştirilemezse tarımsal kuraklık ortaya çıkar. Toprak rutubetinin korunması, kuraklığın olumsuz etkilerini önleme bakımından önemlidir. Toprak rutubetinin üretim dışı kullanımını önlemek için bir kısım önlemler sıralanabilir. Toprağın sürekli örtülü tutulması ve sıfır toprak işleme: Örneğin mera nitelikli tarıma açılmış alanların tekrar meraya dönüştürülmesi, bitkisi yok olmuş alanların bitkilendirilmesi gibi. Bitki artıkları yönetimi ve topraktan buharlaşmanın önlenmesi: T oprak yüzündeki bitki artıkları buharlaşmayı düşürür. Buharlaşmanın çoğu toprak ıslak iken, bir anlamda yağıştan ve sulamadan sonra birkaç gün içinde meydana gelir. Artıklar ıslak toprağı solar enerjiden korur ve buharlaşmayı düşürür. Bitki taçları da aynı etkiyle toprak yüzeyinden buharlaşmayı azaltır. Kuru tarımda bitki rotasyonlarında, bitki artıkları sık olarak toprak üstünde bırakılır. Çıplak bırakılan topraktan olan buharlaşmaya kıyasla, buğday sapı ile örtülü topraktan oluşan buharlaşmanın 5 cm daha düşük olduğu tespit edilmiştir (Cahoon, ark. --). 3.6. Su Yönetiminin Göz den Ge çirilmesi Su toplama havzasında odaklanan küçük çaplı sulama projelerini içeren havza geliştirmesi ve yönetimi projelerine önem verilmesi önerilmektedir. Bu, toprak ve su muhafazası ve dolayısıyla üretim için önemlidir. Toprakta su muhafazası: Kurak bölgelerde, yetersiz arazi yönetimi, diğer bir deyişle zayıf hizmet servisleri bitki üretimini büyük ölçüde düşürmektedir. Nedenleri; arazi bozulması toprak yüzeyini etkiler, kaymak tabakası oluşmasına ve infiltrasyonu etkileyen diğer olaylara neden olur, yağışın toprağa girmesini engeller. Yağışın büyük kısmı yüzey akışa geçer , erozyona neden olur. Bitki yağıştan çok az yararlanır. Toprak yüzeyinin sıkışması insan faaliyeti ile de olmaktadır. Uygun sürüm, kontur, teras, gibi geliştirilen farklı tarım teknikleri üretimi artırmakta ve erozyonu düşürmektedir. Toprak üstünde su muhafazası: Yağışlı dönemlerde yüzey sularının gölet, baraj gibi irili ufaklı depolama yapılarında depolanması, bitkilerin kritik dönemlerinde uygun sulama yöntemleri ile araziye verilmesi destek sulama olarak bilinir. Bu yaklaşım 2-3 haftalık kuraklık riskini önemli ölçüde yok eder. Marjinal yağış koşullu küçük çaplı işletmelerde oluşturulacak çiftlik göletleri üretimde, kısa dönem kuraklıklara karşı önemli bir su kaynağıdır. Destek sulama ile kuraklık etkisi giderebilir ve üretimi artırabilir. 3.7. Sulama Zamanı ve Ve rile cek Su Miktarı Sulama zamanının ve bir sulamada verilecek su miktarının doğru olarak belirlenmesi ve buna göre sulama yapılması su tasarrufu sağlaması ve diğer bir kısım olumsuzlukların önlenmesi 38 bakımından önemlidir. Bunun için bitki su üretim fonksiyonunun ve toprağın fiziksel özelliklerinin belirlenmesi gerekir. Bitki su-üretim fonksiyonu ve kritik dönemlerin belirlenmesi: Üretim fonksiyonu girdi değerlerine bağlı olarak maksimum elde edilebilir ürün miktarının teknik bir ilişkisidir. Üretim fonksiyonunun elde edilmesi bilgi ve teknolojisi ister. Yeterli işçi, makine, teknoloji ve hammadde gibi üretim girdileri varsa; söz konusu üründen üretilecek miktar bitkinin ihtiyacı olan suya bağlı kalır. Bitki su-üretim fonksiyonu bir mevsim boyunca bitkilerin suya olan duyarlılığını ifade eder. Birim miktar suyun en etkin olduğu dönemi tanımlar. Su üretim fonksiyonunun bilinmesi, sulamaların bitkinin kritik (duyarlı) dönemlerine kaydırılmasını, yani suyun ekonomik kullanılmasını sağlaması bakımından önemlidir. Bitkiler yetişme dönemlerinde topraktaki su düzeylerinden farklı biçimde yararlanırlar. Bazı dönemlerde bitkilere daha az su verilerek etkilenmeye bırakılabilirler. Suyun kıt olduğu dönemlerde, özellikle bu dönemlerin bilinmesi optimum ürün alabilmek için gereklidir. Optimum ürünü alabilmek için sulama seviyeleri düşürüle bilir, bir kısım sulamalar terk edilebilir, bir kısım düşük üretim düzeyli alanlar üretim dışı bırakılabilir veya uygun bitkilere bırakılabilir. Sonuç olarak ortaya çıkan soru, sulama mevsiminde bitki gereksiniminden ne miktar su ne biçimde kısılsın ki ürün verimi ekonomik düzeyde olsun ? Bu ifadeden uygun sulama zamanının bilinmesi özellikle suyun kıt ve pahalı olduğu yöre ve zamanlarda önem kazanmaktadır. (T ülücü, 1984; 1985a; 1985b). Öte yandan, yağış koşullu tarım yapılırken, özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde genellikle 2 ve 3 yılda bir, bazen üç haftayı bulan kuraklık yaşanır. Kuraklığın, bitkilerin kritik dönemlerinde (ör. Çiçeklenme ve tane dolum dönemi) ortaya çıkması durumunda çok daha fazla olumsuzluklar ortaya çıkar. Bu durum ürün miktarının düşmesine neden olur, risk yaratır. Kritik dönemler su-üretim fonksiyonu çalışmaları ile belirlenir. Tedbir olarak biriktirilen su veya diğer kaynaklardan yararlanılarak destek sulama ile sorun giderilebilir. Ancak burada, toprağın infiltrasyon koşulunun uygun olması ve arazide su saptırma ve sulama sisteminin oluşturulmuş olması gerekir ( FAO, 2000; Martin, 1999). T ek bir bitki üretim fonksiyonu olabildiği gibi uygun bitki desenine bağlı olarak ta su-üretim fonksiyonu da olabilir. Bu yönde çalışmaların başlatılması gerekmektedir. 3.8. Yağış Koşullu Uygun Tarım Yapılması Bugün sulu tarımdan çok, yağış koşullu üretim üzerinde durulmaktadır. Dünyadaki toplam tarım alanının üçte biri sulanmaktadır. Kuru tarımda birim ürün artışı, sulu tarımdaki birim artışa kıyasla iki defa daha etkili olmaktadır. Bu durum, özellikle de fakir ülkeleri ve üreticilerini daha çok etkilemektedir. Bu nedenle yağmur koşullu tarıma özel önem verilmesi bütün tarım tekniklerinin ve bilimsel sonuçların burada uygulanması gerekmektedir(FAO, 2000; Guthridge, 1998; Seckler, ve ark.) Yağış koşullu tarımda, toprak rutubetine bağlı olarak ekim ve üretim yapılması ön plana çıkmakta, bunun içinde günlük meteorolojik bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bunların üreticiler tarafından ölçülmesi, değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu bilgilerin bölgede bir merkezden sağlanması ve yönlendirilmesi gerekir. Yağmur koşullu sulamada imkan varsa, destek sulamalar idealdir. 3.9. Kuraklığa Dayanıklı Bitki Yetiştirilmesi Suyun etkin kullanılması için daha az su kullanan bitkilerin alternatif olması, örneğin çeltik yerine çeltiğin yarısı kadar su kullanan buğdayın tercih edilmesi veya yeni çeşitlerin adapte edilmesi gerekir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Burada ekonomik analizin yapılarak karar verilmesi gerekir (Johson, 1998; Norman ve ark. 2000). 39 3.10. Kuraklığa Dayanıklı Bitki Üre tim Sisteminin Oluşturulması Kuraklığa dayanıklı bitkileri içeren bitki üretim sisteminin yoğunlaştırılması, yaygınlaştırılması ve üretim tekniklerinin geliştirilmesi suya olan isteği en aza indirir, mevcut suyun kritik dönemlere kaymasını sağlar. 3.11. Sosyo-Ekonomik Kısıtların Yeniden Değe rlendirilmesi Ekonomik kısıtların analizi, gözden geçirilmesi ve tekrar çözümü düşünülmelidir. Bölge veya bireysel bazda projelerin desteklenmesi, üreticilerin eğitilmesi, hizmet servislerinin etkinleştirilmesi, çiftçi ve bölge bazında üretimi artıracaktır. Aksi halde desteğin ve su kaynağının azalması durumunda üreticileri başka yerlere göç etmeye, yeni meslek değiştirmeye zorlamaktadır. Bu da başarılı olmamakta, sosyoekonomik sorunları ortaya çıkarmaktadır. Bu durum dünyada ve Ülkemizde ve yaygın olarak görülen bir olaydır. 3.12. Kuruluşlar Arasında Yeniden O rganizasyon Kuraklığın meydana gelmesi durumunda, kuruluşlar arasındaki düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve kuraklık etkilerinin en aza indirilmesi gerekir. Politikaların geliştirilmesi: Su verimliliğini artırabilmek için farklı düzeylerde kuruluş ilişkileri, yasalar ve uygulama etkinlikleri gözden geçirilmeli ve gerekiyorsa değiştirilebilmelidir. Bölge düzeyinde sulama yönetiminin geliştirilmesi sulama etkinliğini artırır. Havza düzeyinde ise öncelik sadece arazi ve su-kullanma planlaması arasında olmayıp, aynı zamanda diğer su kullanıcılarını da içine alan entegrasyonu sağlar (Wilhite, ----) . Sınır aşan akarsularda olay çok daha karmaşık ve güçtür. 4. TARIMSAL KURAKLIKTA SU YÖ NETİMİNİN Ö NEMİ 4.1. Sulama Yöne timinin Göz den Ge çirilmesi Sulama etkinliğinin artırılması: Uygun sulama yöntemlerinin seçilmesi ve sulama randımanlarının yükseltilmesi suyun etkin kullanmasını sağlar. FAO, 2000a)’e göre sulama randımanının %43 ten %50 ye çıkartılması durumunda, 2030 yılında sulanan alanın 1/3 oranında sulanan alan artacaktır. Aşırı kullanma: Suyun bilinçsizce aşırı kullanılması, kaynaktan çekilen ve kullanılan suyun, yenilenme sınırı üzerinde olmasını ifade etmektedir. Hatalı kullanma: Sağlanan temiz suyun uygun olmayan, gereksiz olan yerlere akıtılması anlamına gelmektedir. Örneğin, içme suyunun tarımda kullanması, diğer taraftan sulamadan dönen suların, aşağıda bir bölgede normal su olarak tekrar kullanılması gibi örnekler sıralanabilir. 4.1.1. Sulamada su yönetimi he de fle ri Sulamada su yöne timi; • Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının muhafazasını, • Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kirlenmesinin en aza indirilmesini, • • Bitki üretiminde yağmur suyu ve sulamanın etkin olarak kullanılmasını, Sulama ile verilen suyun bitki kök bölgesini doyuracak kadar verilmesini, süzülme ile kayıpların en aza indirilmesini hedefler. 40 4.1.2. Su yönetimi he de fle rini yakalamak için teknikle r 1. Uygun miktar ve sıklıkta sulamaların planlanması. 2. Toprak suyu durumunun, yağışın ve uygulanan sulama suyunun tespiti. 3. Bitki su tüketimi için bölgesel bilgilerin elde edilmesi. 4. Bitki su kullanımında yağış ve sulama dengesinin kurulması. 5. Bitki ihtiyacına ve toprakta, kök derinliğinde depolanan su miktarına bağlı olarak verilecek su miktarının ve verilme zamanın seçilmesi. 6. Araziye verilecek suyun uygun bir metot (ör. yağmurlama) ile verilmesi. 7. Sulama programlarının uygun yapılması. 8. Sulamadan 1-2 gün sonra uygulanan suyun kök derinliğine üniform olarak inip indiğinin kontrol edilmesi. 9. Uygulama üniformluğunu ve etkinliğini saptamak için sulama sisteminin ve tarım tekniğinin gözden geçirilmesi (arazinin işlenmesi, bitki artıkları yönetimi, yağmurlama sulama sistemi parçalarının seçimi ve sistem kurulması, çalıştırılması) 10. Karık sulama ile suyun üniform olarak uygulanması. 11. Suyun toprağa üniform olarak girmesini sağlamak için karık boyutlarının uygun seçilmesi, sulamadan sonra kontrol edilmesi Uygulama üniformluğunu ve etkinliğini saptamak için sulama sisteminin ve tarım tekniğinin gözden geçirilmesi (ilave olarak; yüzey akışın çekilme sistemi, yarı-otomasyon (surge) ve arazi tesviyesi) yatırım yapılması gerekir (van Bavel, 1959; Blake ve ark. 1960; Norman ve ark. 1994; Norman ve ark. 2000). 4.1.3. Sulamada su yönetimi için gereken ekipman ve bilgi • Etkin ve üniform su kullanmak için tasarlanmış ve kurulmuş sulama sisteminin olması gerekir. • Arazilere verilecek suyu belirlemek için sulama suyu ölçüm aygıtlarının olması gerekir. • Toprak suyu dengesini kurmak için arazide veya yakın çevrede yağış ölçeğinin olması gerekir. • Toprak nemini tespit etmek için alet ve ekipmanların olması gerekir. Bölgesel bitki su tüketimine ilişkin istatistiksel bilginin olması gerekir (Norman ve ark. 1994) 4.1.4. Sulama yönte mleri Üretim için sulu tarımın önemi tartışılamaz. Birim alandan sulu tarım ile sağlanan ürün miktarı, kuru koşulda sağlananın iki katından daha fazla olduğu bilindiğine göre, bunun için su depolanması ve uygun sulama yönteminin seçilmesi gerekir (FAO, 2000b). T emel olarak 5 farklı sulama yöntemi vardır. 1. Yüzey sulama: Burada tüm bitki ekili alana suyun taşırılarak verilmesi. 2. Yağmurlama sulama: Suyun yağmuru canlandırarak üstten verilmesi. 3. Damla sulama: Suyun kök bölgesine damlalar halinde verilmesi. 4. Kök bölgesine yeraltından su verilmesi: Gözenekli tüplerin veya boruların kök bölgesine uygu derinliğe yerleştirilerek su verilmesi. 5. Yeraltı (taban) suyu ile sulama: T aban suyunun kök bölgesinde uygun seviyeye ve yeterli şekilde yükseltilerek verilmesi. 41 Bunlardan ilk ikisi klasik sulama yöntemi olarak bilinir. Klasik sulama yöntemleri toprağın sıkışması, tuzluluğun meydana gelmesi, üretim maliyetinin artması, her yıl %1-2 sulanan arazilerin elden çıkması gibi olumsuz nedenlerden dolayı cazibesini kaybetmektedir. Bunlara ek olarak bunların sulama etkinlikleri de düşüktür. Bunlara rağmen yüzey sulama sistemlerinin daha uzun yıllar kullanılacağı da varsayılmaktadır (FAO, 2000a; Seckler ve ark.--; Suzuki, 2000). Damlama ve yeraltı sulama sistemleri dar bölge sulamasıdır. Bu sistemlerle su en etkin şekilde maksimize edilerek kullanılır. Bu yöntemlerin yaygınlaşması için ekonomik önlemlerin alınması gerekir. 4.1.5. Sulama yönetimlerinde tarım tekniğinin etkisi Karık sulama sisteminin performansına bir çok faktör etkili olur. Sulama sistemine etkili olan etmenler toprak yapısı, toprak bünyesi, arazi eğimi, arazi uzunluğu, karık şekli ve bitki artık miktarı gibi sıralanabilir. Toprak işleme ve bitki artıkları toprağın infiltrasyon özelliğini geliştirir, buharlaşmanın azaltmasına etki gösterir. Bitki artıkları geçici bir süre için toprak yüzeyindeki fazla su için bir rezervuar görevi görür (Cahoon, ve ark. --.). Sulama sistemlerinin yönetimi ve toprak işleme, yüzey akışların önlenesi bakımından da önemlidir. 4.1.6. Dar alan (damlama) sulaması Damlama sulama dar alanı ıslatması ve bugünkü imkanlara göre küçük alanlarda kullanılabilmesi nedeniyle bu yazıda dar alan sulaması olarak adlandırıldı. T eşvikler olursa, üreticiler su tasarrufu sağlayan teknolojik sistemlere adapte olabilmektedir. Özellikle damla sulama sistemi suyu doğrudan kök bölgesine vererek üretimin artışını ve su tasarrufunu sağlar. Damlama sulama küçük arazi parçalarına uygulanır. Kendine özgü sistem parçaları vardır. Yağmurlama ve damlama sulama sistemi, karık sulama sistemine kıyasla, sırayla %30 ve %60 su tasarrufu sağlar. 4.1.7. Sulama etkinliğinin artırılması Su tasarrufu sağlamada en etkin yollardan birisi olarak sulama etkinliğinin artırılması gösterilmektedir. Bunun için klasik 6 öneri aşağıdaki biçimde verilebilir. 1. Kanallar kaplanarak veya kapalı sisteme geçilerek sızma kayıpları en aza indirilmeli. 2. Gündüz sulamalarından vazgeçilmeli, üstten yağmurlama yerine bitki taç altından sulanmalı, buharlaşma düşürülmeli. 3. Aşırı sulamadan vazgeçilmeli. 4. Sıralar arasında ot kontrolü yapılmalı ve sıra araları kuru tutulmalı. 5. Ekim ve hasat zamanı doğru seçilmeli. 6. Doğru tahmin edilen su miktarı ile bitki stres altına sokulmadan uygun zamanlarda sulama yapılmalı (FAO, 2000a; FAO, 2000b; Seckler, ve ark. --). 4.2. Bireysel Sulama Fırsatları (Küçük Ölçekli Sulama) Yağışa bağlı üretim, sulama imkanları ile desteklendiği zaman üretim oldukça artmaktadır. Bazen üreticiler lokal olarak sağladıkları su imkanlarını (kuyular, kaptajlar) yine kendi imkanları ile oluşturdukları sulama sistemleri vasıtasıyla sulama yaparlar ürünlerini artırmaya çalışırlar. Üreticiler 42 sahip oldukları sistemlerine sahip çıkarlar, uzun yıllar kullanırlar. Bu tür üreticilerin bilgi ve diğer bakımlardan desteklenmesi gerekir. 4.3. Drenaj Sisteminin Geliştirilmesi ve Tuzluluğun Düşürülmesi Drenaj; göllenmeyi ve çoraklaşmayı önler. Uygun drenaj aynı zamanda yüksek verim veren çeşitlerin ekilmesine, gübrelemeye ve tarımsal faaliyetlere ortam hazırlar. Havzanın yukarı kesimlerinde iyi drenaj havza çıkışında daha fazla su akışını, ve dolayısıyla taşkın riskini artırır. Aynı zamanda iyi drenaj havzada suyun bekleme süresini azaltır ve böylece yer altı suyu beslenmesini düşürür (FAO, 2000a). T arımda kullanılan aşırı kimyasallar, akarsuların ve yer altı sularının kalitesini bozmakta ve kirlenmelere neden olmaktadır. Kurak bölgelerde yer altı sularının beslenmeden miktarından fazla çekilmesi, su kalitelerinde bozulmalara neden olur. 4.4. Sulamada, Kullanılmış Suların Kullanılması T arımda, endüstride, şehircilikte kullanılmış sulardaki kirleticiler azaltılarak tarımda kullanılması mümkündür. Bu kullanılmış sularda önemli ölçüde bitki besin maddeleri vardır. Bunlar önemli kazançtır. Aynı zaman bu besin maddeleri bitkiler tarafından kullanılacağı için, doğrudan nehirlere verildiğinde oluşacak ötrifikasyon olayını da önlemiş olur. 4.5. Daha Fazla Su De polama İhtiyacı Optimistik projeksiyona göre; üretim artışı, sulama etkinliği ve sulanan arazilerin artışı bakışından, gelişmekte olan ülkelerde 2030 yılına kadar, sulanan araziler için %12’den daha fazla sulama suyuna ihtiyaç olacağı bildirilmektedir. Ancak bu ihtiyaçlar depolamalar ile yerüstü ve yer altı şeklinde olabilir (FAO,.2000a ; FAO,.2000b). Alışkanlık olarak büyük depolama yapıları akla gelmektedir. Ancak çok küçük boyutlu çiftlik göletlerine de yer verilmesi, kullanılabilirliği ve etkinliği bakımından çok önemlidir. 4.6. Su Ücreti Su çok ucuz olduğu için, onu korumak bakımından çok az istek vardır. İnsan yaşamında, şehirleşmede, sanayileşmede çok fazla su atık haline getirilmekte ve tatlı suların da yaklaşık %70’i sulamada kullanılmaktadır. Bunun da yarısı sızma ve buharlaşma ile kaybolmaktadır. Tarım ürünlerine olan ihtiyacın artması tatlı su ihtiyacını artırmaktadır. Suyun ucuz kontrolsüz olması, hatalı ve aşırı kullanıma neden olmakta, aynı zamanda toprağa verilen suni gübrelerin yıkanmasına yerüstü ve yeraltı suyunu kimyasallar ile yüklenmesine neden olmaktadır (Suz uki, 2001). T atlı su eksikliğinin, gelecek yıllarda daha çok konuşulacağından şüphe yoktur. 6. KURAKLIK İZLEME, DEĞ ERLENDİRME ve UYARI MERKEZİ Ülkemizde kuraklık izleme, değerlendirme ve uyarı merkezi ve dolayısıyla organizasyon şemasının bulunmayışı, önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmelidir. Dünyada, her ülkelerde de benzer kuruluşların varlığı söylenemez. Amerika Birleşik Devleri ile Avustralya’da kuraklık organizasyonu kıyaslamalı olarak çizelge halinde verilmiştir Wilhite (--). Benzer kuruluşun ve organizasyonun T ürkiye’de de oluşturulması, bulunduğu iklim kuşağı nedeniyle önemlidir. Bu organizasyonda “ Ulusal kuraklık planı; İller kuraklık planları; Ulusal erken uyarı sistemleri; T arımsal 43 etkileri değerlendirme teknikleri; Kuraklık duyurusu sorumlusu; Coğrafik birimler; Duyuru şekilleri” gibi kısımlara yer verilmektedir. Organizasyonda bu faaliyetlerin tümün hemen yerine getirilmesi olası olmayabilir. Yukarıda konu olan iki ülkede bile bu faaliyetlerin bir kısmının olmadığı veya çalışma halinde olduğu görülmektedir. 7.KAYNAKLAR Anonomyous,1998. China’s Water Shortage Could Shake World Security. Part 2. World Wach Magazine,July-August. Cahoon, J. ve ark. --. Crop Residue and Irrigation Water Management. Instititue of Agriculture and Natural Resources, University of Nebraska-Lincoln. Published by Cooperative Extension. FAO, 2000a. Crops and Drops: Making the Best use of Water for Agriculture. (Advace Edition) ISBN 92-5-104382-5 FAO, 2000b. Drought Impact Mitigation and Prevention: Long-T erm Perspective. T wenty-First FAO Regional Conferance For Africa. Yaounde, Cameroon 21-25 Feb. Guthridge, G., 1998. T wo Reasons why Water Resources and Traditional Rain-fed Farming in West Africa have Declined. Israel Archuletta, DEVS 104 : College Communications. Johson, M., 1998.Low Water Use and Drought –Tolerant Plants. Arizona Dept. Of Water resources T ucson Active Management Area., City of T ucson, Pima County. Main Banner . How Soils Hold Water a Home Experiment. Estimating Soil Moisture by Feel and Appearance (Program Aid 1619). Courtesy of the United States Department of Agriculture, Natural Resource Conservation Service. Mark A Skewes 2000. Irrigation Efficiency, What is It and Can We Improve It?. Irrigated Crop Management Service, Primary Industries & Resources SA, Loxton, South Australia Martin, Edward C. Ve ark. Water Use in Vegetables Carrots. University of Arizona, College of Agri T ucson, arizona 85721. Norman,L. ve ark. 2000. Drought Impact Mitigation and Prevention: Long-T erm Perspective. T wenty-First FAO Regional Conference. Yaounde, Cameroon 21-25 February 2000 Norman L. Klocke, 1994. Water Manaegemant for Irrigation in Nebraska Nebraska Cooperative Extension NF93-140 Seckler, D. Ve ark.---. A Basin Perspective http://www.cgiar.org/iwmi/home/product.htm on Water savings. About IWMI. Suzuki, D. 2001. Water Management:a Global Issue. ENN.com.http://www.enn.com/news/ennstories/2001/05/05202001/matters_43599.asp Wilhite, Donald A., --- .Preparig for Drought: A guidebook for developing countries. Department of Agricultural Meteorology Uni.of Nebraska, 68583-0728,USA T ülücü, 1997. Su Kaynaklarının Sulanması. Ç.Ü.Ziraat Fak. Ders Kitapları Yayın No 53, Adana. T ülücü, 1984. Çukurova İklim Koşullarında Çeşitli Kültür Bitkileri İçin T arımsal Kuraklık ve Sulama Sayısı Olasılıkları 1. Kuramsal Esaslar. Doğa Bilim Dergisi Seri D2, Cilt 8 sayı 1. T ülücü, 1985. Çukurova İklim Koşullarında Çeşitli Kültür Bitkileri İçin T arımsal Kuraklık ve Sulama Sayısı Olasılıkları Üzerinde Çalışmalar (2.Kısım). Doğa Bilim Dergisi Seri D2, Cilt 9 Sayı 3. T ülücü, 1985. T arımsal Sulamada Kısıtlı Su Uygulaması Su-Üretim Fonksiyonu Kavramı ve Kaynakların En İyi kullanımı. Doğa Bilim Dergisi Seri D2, Cilt 9 Sayı 1. van Bavel, C.H.M.,1959 Drought and Water Surplus in Agricultural Soils of the Lower Mississipi Valley Area. ARS. USDA. T ech. Bul., 1209. Blake , G.R., Allred, R.R., van Bavel, C.h.M., 1960. Drought and Moisture Excessess in Minnesota Agr. Exp. Sta. T ech. Bul. 235. 44 TARIMSAL ÜRETİMİN, DÜZENSİZ YAĞIŞ KOŞULLARI VE AZALAN SU KAYNAKLARINA KARŞIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ Prof.Dr. Cevat KIRDA Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi,01330 Adana 1. GİRİŞ Son üç yüz yılda, katlanarak artan Dünya nufusu nedeniyle, toplam su gereksinmesi de 35 kat artmış bulunmaktadır (Abu Zeid, 1995). Şehir ve sanayi su gereksinmesindeki artış, sulu tarım için ayrılabilen su kaynakları oranının azaltılması yönünde önemli bir baskı oluşturmaktadır. Sulu tarımda kullanılan su kaynaklarının daha etkin kullanılması için yeni sulama metodu ve uygulamaları geliştirilirken, yağış koşullu kuru tarım uygulamalarında da üretim risklerini azaltan yeni teknoloji ve yaklaşımlara gerek vardır. Sulu tarım alanlarında su ihtiyacını en aza indiren bitki desenleri tercih edilirken, tarımsal üretim için sulamaya bağımlılığın azaltılması yolları araştırılıp uygulamaya konulmalıdır. Sulu tarımda sulama randımanları düşük, geleneksel karık tava vb yöntemler yerine, yağmurlama, damla vb yeni sulama metodları tercih edilmelidir. Diğer taraftan her hangi bir sulama yöntemi altında da, kullanılan suyun etkinliğini artıran, kısıtlı sulama uygulamalarının yaygınlaşmasını sağlıyacak, düzenlemeler de geciktirilmeden yapılmalıdır. Bu bağlamda sulama mühendislerinin yeterli bilgi birikimi mevcut olup, yeni araştırmalar da sürmektedir. Diğer tarfatan toplam Dünya tarım alanalarının ancak % 18 inin (220 Mha) sulanabildiği dikkate alınırsa, tarımsal üretim halen büyük oranda yağış koşullu kuru tarım altında yapılagelmektedir (Hoffman ve ark., 1990). Kıt ve düzensiz yağış koşulları altında sürdürülen kuru tarımda, yıllık yağış olasılıklarına bağlı olarak değişen tarımsal üretim risklerini azaltmaya yönelik gelişmeler vardır. Onlarca yıl eskiye giden yağış verilerinin hızlı bilgi işlemcilerle değerlendirilmesiyle bir yörede, ekim mevsimi başında, bitki gelişme süresi içinde beklenebilecek yağış miktarının önceden tahmin edilmesi, günümüzde olasıdır. Anılan yağış tahminleriyle, çiftçiler neyi ne zaman ekeceklerine daha güvenli olarak karar verebilir, kıt ve düzensiz yağışları daha etkin olarak tarımsal üretime dönüştürebilirler. 2. YAĞIŞ BİLGİ KOŞULLU TARIM Yağış bilgi koşullu tarım (YABT A), beklenen olası yağış koşullarına göre kuru tarımda ekim planlaması yapmaktır. Söz konusu model bağlamında sağlanan bilgilerle donatılan kuru tarım çiftçileri, neyi ne zaman ekecekleri, ekim sıklığı,gübre kullanıp kullanmama konusunda daha bilinçli bir karara vararak gelirlerini yükseltebilirler. Çiftçiler, içinde bulundukları mevsim içinde, yağışlı mevsimin uzunluğu ve yağış miktarını önceden bilebilseler, örneğin buğday ekmenin mi daha karlı olacağı veya tarlalarını nadasa bırakırlarsa mı daha az zarar edeceklerini önceden bilebilirlerdi. İşte YABT A çiftçilere bu bilgileri sağlıyarak onların tarlalarını daha rasyonel bir biçimde işlemelerini sağlıyabilir. Kuru tarım koşulları altında, yağışların düşük olduğu yıllarda, çiftçilerin tohum, gübre vb yatırımlarından kaynaklanan zararlarını en aza indirebilmek için, olası yağış karekterlerinin ön sezimi gereklidir. İçinde bulunulan mevsimin yağış karekteristiklerinin önceden sezinlenmesi olanağı ilk kez Kenya’da 1980 yılında test edilmiş ve YABT A uygulaması başarı sa ğlanmıştır. Ancak 1985 yılına kadar Kenya dışında başka ülkelerde test edilmemiştir. Anılan konu üzerinde Stewart (1988) tarafında yayınlanan bir kitap esas alınarak, YABT A nedir, nasıl uygulanabilir, bu bölümde özetlenmeğe çaışılacaktır. 1960’lar da gerçekleşen ‘Yeşil Devrim’in başarısında, islah çalışmaları sonucu geliştirilmiş olan yeni tahıl çeşitlerine ek olarak, büyük sulama projelerinin hayata geçirilmesi sonucu su kısıtlılığının giderilmesi, gübre ve ilaçlar gibi agro kimyasallların kullanılmasındaki artışların da önemli payı vardır. Sulama projeleri çok pahalı yatırımlardır ve kısıtlı ülke bütçelerinden bu amaçla 45 kaynak ayırmak gün geçtikçe daha da zorlaşmaktadır. Diğer taraftan, artan sanayi ve kent nufusu nedeniyle, sulu tarıma ayrılabicek su kaynakları da gelecekte günümüzdekine kıyasla çok daha az olacaktır. Bu nedenle artan nufusun yiyecek-giyecek gereksinmesini sağlamada ‘süreklilik’ kuru tarımda gerçekleşebilecek ‘Yeşil Devrim’ le ancak sağlanabilir. Kuru tarım koşullarında yağış karekteristiklerinin ön sezimi ile, bitki verimleri maksimize edilirken, gerçekleşen birim yağış için en yüksek karlılık sağlanır. Yağış rejiminin tarımsal üretimdeki önemi kesinlikle yadsınamaz. Ancak her hangi bir yılda tarımsal üretimin düşmesini, sadece yağışların yeterli olmamasına bağlanması gibi, basit bir çerçeveye oturtulması da doğru değildir. Tarımsal üretim ve yağış karekteristikleri ilişkisi oldukça karmaşıktır. Bunun analizi için, onlarca yıl geçmişe kadar giden yağış kayıtlarına ek olarak, analizlerde kullanılabilecek hızlı işlemcilerle donatılmış bilgi işlem makinaları, kendi özel çalışma masalarımıza kadar gelebilmiştir. Burada bahsi geçen ön sezimin mutlak doğru olacağı iddiası söz konusu değildir. Ancak şu söylenebilir. Yapılan ön sezim temel tarım ürünlerinden olan örneğin tahıl üretimindeki olası ekonomik ve verim düşüklüğü riskinin, su sorunu olmıyan bölgelerdeki düzeye inmesini sağlıyacaktır. Söz konusu ön sezim modeli ile üretilen bilgiler tarım dışında kimi başka alanlarda da kullanılabilir: 1. 2. 3. 4. Belirli ürünlerde olası verim düşüklüğüne ilişkin ülkesel erken uyarı programı, Sel, heyelan ve erozyon erken uyarı sistemi, T arım sigortası, Baraj ve hidro elektrik santral yönetimi. 2.1 Tarımsal Üre timi Etkiliyen Yağış Parame treleri T arımsal üretimde su kısıtlılığının genel karekteri değişkenlik ve mevsim yağış karekteristiklerinin ön seziminin güclüğüdür. Amacımız bitki üretimi olduğuna göre, mevsim içindeki olası yağış miktarı (YM) en önemli etken olarak bilinmesi gereklidir. Yağışlı mevsimin süresi (MS) ve günlük ortalama yağış (OY) miktarı önemli diğer etkenler olarak sıralanabilir. Burada bahsi geçen mevsim süresinin özel anlamı vardır. Basitçe mevsim süresi, yağışların başlangıç (YBT) ve sona erme tarihleri (YSE) arasında fark olarak tanımlanabilir. Ancak özel anlamı olan anılan tarihlerin tanımlanmasına gerek vardır. Yağışlı mevsim başlangıç tarihi her şeyden önce hangi bitkinin kuru tarım koşullarında ekilmesi söz konusu olduğuna bağlı olarak değişecektir. Yağış başlangıç tarihi (YBT ), ilk yağış tarihi veya çimlenmenin gerçekleştiği tarihlerden hangisi daha sonra ise o kabul edilir. Yağışların sona erdiği tarih (YSE) ise son yağış tarihi veya bitki olgunlaşma tarihlerinden hangisi daha erken ise o kabul edilir. Yağış başlangıç tarihi yerel tarımsal faaliyetler dikkate alınarak kuru tarım koşullarında yetiştirilecek bitkiye bağlı olarak değişir. Burada amaç gerçekleşen yağış birikimi ile bir bitkinin ekiminin güvence altına alınmasıdır. Örneğin buğday için toprak yüzey katmanlarında, 30 mm veya daha fazla su birikimini sağlıyan yığışımlı yağışın gerçekleştiği tarih başlangıç tarihi olaral ele alınabilir. Yağışların sona erdiği tarih te yerel koşullar ve ekimi yapılan bitkiye göre değişebilir. Söz konusu tarih her ne kadar yağışların sona erdiği tarih ise de, son yağışın bitki gelişmesine katkıda bulunması gerektiği dikkate alınmalıdır. Bitkinin olgunlaşmasından önce gerçekleşen yağış tarihinden geriye giderek, yığışımlı olarak 10 mm veya daha fazla yağışın düştüğü tarih yağışların sona erme tarihi olarak kabul edilir. Yukarıda tanımlanan yağış karekteristiklerinden toplam yağış miktarı üzerinde sayısız çalışma ve yayın yapılmıştır. Toplam yağış miktarının değişkenliği ve belirli bir miktardan fazla olma vb olasılıkları hesaplanmış ve pek çok yayına konu olmuştur. Ancak anılan çalışmalarda, bir yörede gerçekleşen yağışlardan bitkilerin hangi oranda yararlanabildiği konusu ayrıntılı bir biçinde şimdiyedek incelenmiş değildir. Bu çalışmada gerekli olan tartışmalar verilen bir bitkinin gelişme süreciiçine düşen yağışlarla sınırlı kalacaktır. 46 Bir yöreye ilişkin yağış karekteristiklerini tanımlamada kullanılan parametreler içinde, YBT iki nedenle özel öneme sahiptir: Birincisi ekim mevsimi başında gerçekleşeceği için, henüz çiftlik ve tarla bazında ekime ilişkin kararlar verilmemiştir. İkincisi YBT de diğer parametreler gibi büyük değişkenlik gösterir ve mevsim sonunda ancak bilinebilecek yağış miktarı, yağışlı mevsim süresi ve günlük ortalama yağış gibi, kuru tarımda çok önemli olan, ekim mevsimi bilgilerinin ön sezimine olanak sağlar. 2.2 YABTA için Gerekli Yağış Analiz Modeli YABT A için en önemli girdi, hidrolojistleri yağışların çiftçiler için önemli olan karekteristikleri üzerinde durmalarını sağlıyacak YBT dir. Ekim tarihinden önce toprakta veya tohum yatağında depolanmış, bitkiye elverişli, su miktarı ve ekim tarihinden bitkilerin olgunlaşması süresine kadar geçen süre içinde, gerçekleşen yığışımlı yağış miktarı çiftçiler için çok önemli olmasına karşın, diğer zamanlarda olan yağışlar onları fazla ilgilendirmez. YBT ölçütünün tanımı, bitki ve yerel toprak özelliklerine göre değişebilir. Bu nedenle bir yörede geçmişe dönük yağışlara ilişkin YBT analizleri yapılmasından önce, anılan yörede kimi ayrıntılı bilgilere gerek vardır. Söz konusu bilgiler içinde, toprakların su tutma kapasiteleri, tohum yatağı derinliği, ekim ve çimlenme sırasında topraktan beklenen buharlaşma kayıpları, bitkilerin çimlenme evresinde su gereksinmeleri vb bilgiler YBT belirlemesinde kullanılacak ölçütün tanımında yararlı olacaktır. Örneğin Akdeniz İklim Bölgesi buğday ekimi için YBT , toprak yüzey katmanlarında yığışımlı olarak 30 mm su birikmesini sağlıyacak yağışların gerçekleştiği tarih YBT olarak kabul edilebilir. Yağış karekterine bağlı olarak, YBT bir günde gerçekleşebildiği gibi, bir kaç gün gibi bir süre de gerektirebilir. YBT nin pratik ölçümü için bir tarafı cam olan, derinliği tohum yatağı derinliğinden fazla bir kutu içine doldurulmuş toprak kullanılabilir. İstenirse yağışları takip eden zaman içinde toprak örnekleri alınıp toprak su içeriği de ölçülebilir. YBT tanımına ilişkin ölçüt belirlendikten sonra, geçmiş yağış verileri Şekil 1 de görüldüğü gibi grafiklenir. Söz konusu şekil yağış bayrağı olarak adlandırılmaktadır. BUĞDAY MEVSİMİ, YBT den 31 Mayıs’a kadar 228 950 900 212 182 EKİ KAS 16 1 1 (25 ) 4m 800 m /g 1 51 ARA YILLIK YAĞIŞ, mm OCA 1 (2 5) 106 ŞUB 15 1 ün 700 (696 ) Buğ day su g erek. tam karşılanmış 3m m /g ün 600 12 0 500 400 300 (4 36) (310 ) 2m m/gü n 200 100 Büyüme Me vsimin Mevsim Ortası Tüm Mevsimin 1 /3 So n 1/3 ’ü İl k 1/3’ i 100 Yıl o rtal ama 1 Yıl lık yağ ış Bu ğday verimi yok YBT b uğda y i çi n u ygun değ il Şekil 1. Yıllık yağış miktarları, buğday büyüme mevsimi evreleri ve günlük yağış ortalamalarının, YBT ne ilgilendirildiği, 100 yıllık Davis, Kaliforniya, ABD’ye ait yağış verilerinin yağış bayrağı gösterimi (Stewart, 1988). 47 Yağış ve rile rinin buğday e kim me vsimi ile ilgilendirile rek göste rildiği Şekil 1’e ilişkin özellikle r aşağıda açıklanmıştır: 1. Yıllık yağış miktarları dağılımı bir bayrağı andırmaktadır. Şekildeki veri noktaları, buğday ekimi için YBT leri ve 100 yıllık yağış verisinin her bir yılına ilişkin yıllık yağış miktarlarını temsil etmektedir. Şeklin ortasındaki üçgen nokta 100 yıllık yağış ortalamasıdır. Veriler Akdeniz İklim Bölgesini temsil etmekte olup, yağış yılı 1 temmuz dan başlayıp 30 hazirana kadar devam etmekte ise de, verilerin temsil ettiği Akdeniz iklim bölgelerinde yağışlar güz ün başlar, ettesi yılın kış ve bahar aylarında devam eder. 2. Şekilde bulunan iki eksenden düşey olan yıllık yağış miktarlarını (mm) göstermektedir. Davis için çok yıllık yağış ortalaması 435 mm olmasına karşın, yıllık yağış miktarının 130 mm gibi çok küçük değere de düştüğü kaydedilmiştir. 3. En önemli eksen buğday üretimi için YBT nin gösterildiği, şeklin yukarı bölümünde bulunan, yatay eksendir. Her ne kadar şekil tam ölçekli olmasa da şeklin ortasındaki üçgenden yukarı doğru çizilen bir doğru ile, buğday için YBT nin ortalama olarak aralık 10 olduğu görülür. Ama eksen incelenirse YBT nin 16 ekim kadar erken olabildiği gibi 15 Şubat’a kadar da geciktiği görülür. YBT lerine ilişkin veriler 3 bölüme ayrılmış bulunmaktadır. Bölüm ayrımları şeklin alt bölümünde verilmiş yatay eksende gösterilmiştir. İlk 1/3-YBT leri 33, ikinci 1/3 34 ve son 1/3-YBT leri 33 yıllık kayıt içermektedir. 4. Bayrak gösterimindeki şeklin, sağda aşağı doğr u inen bölümü ayrı bir önem göstermektedir. Yağışların erken başladığı yıllarda gerçekleşen yıllık toplam yağış yüksek olurken, YBT lerinin geciktiği yıllarda ise düşük düzeyde kalmıştır. Diğer bir deyişle, YBT leri ile yıllık yağış miktarları arasında bir korelasyon mevcuttur ve buğday üretimini güvence altına almak için kullanılabilir. 5. Şeklin üst bölümündeki ‘buğday mevsimi’ olarak adlandırılımış yatay eksen, buğday üreticileri için diğer önemli bir korelasyon göstermektedir. Buğday, ne zaman ekildiğinden bağımsız olarak, 13 mayıs’ta olgunluğa erişip hasat edilecektir. Ancak ne kadar erken ekim yapılabilmiş ise, mevsimin uzamasına ek olarak yıllık yağış ta fazla olacağı için beklenen olası verim de yüksek olacaktır. Dikkat edilirse buğday mevsim uzunluğu, 106 günden 228 güne kadar çok büyük değişkenlik göstermektedir. 6. Bayrak şekil içinde aşağı yönde eğimli 4, 3 ve 2 mm/gün olarak ortalama günlük yağış miktarlarını gösteren doğrular bulunmaktadır. Bunlar YBT den 31 mayıs’a kadar olan toplam yağışın (x-ekseni), buğday mevsimi gün sayısına (üst yatay eksen) bölerek elde edilmişlerdir. Örneğin 435 mm ortalama yıllık yağış, ortalama YBT nin 10 aralık olduğu dikkate alındığında bulunan buğday mevsim uzunluğu 173 güne bölündüğünde 2.5 mm gün çıkar. 7. YBT geciktikçe, günlük ortalama yağış ta azalmaktadır. 8. Bayrak şekli, yıllık yağış miktarları olasılıklarını da vermektedir. Yapılması gereken basitçe, düşey eksende her hangi bir yağış duzeyi belirlenip, anılan düzeye yatay olarak yerleştirilmiş bir cetvelin üstündeki veri noktalarını saymaktır.T oplam veri 100 yıllık olduğuna göre, nokta sayısı % olarak, seçilen yağış miktarı olasılığını verecektir. Örneğin ortalama 435 mm yağış düzeyinin üzerinde 46 nokta olduğuna göre, yıllık yağışın ortalama değerde veya daha fazla olma olasılığı % 46 olacaktır. Veya ortalamadan daha az yağış olma olasılığı % 54 tür. 9. Şekil ayrıca yıllık yağış miktarına bağlı olarak olası buğday verimine ilişkin bilgileri de içermektedir. Şekilde iki yatay doğru verilmiştir: (a) buğday bitki su gereksinmesinin tam olarak karşılanabilmesi için 696 mm yıllık yağışa gerek vardır, (b) yıllık yağış 310 mm ve daha az ise buğday üretimi ticari anlamda yapılmaması gerekir. Ancak sözü edilen bilgiler buraya örnek olarak konulmuştur. Gerçek değerler yerek koşullara göre değişecektir. Örneğin toprakların su 48 tutma kapasiteleri, mevsim içinde toprak yüzünden buharlaşma, ürün ve girdi fiyatları anılan ölçümleri etkiliyecektir. 10. Maksimum buğday veriminin 696 mm yağış ile sa ğlanırken, yağışların 310 mm in altında olması durumunda ekonomik anlamda buğday üretimi yapılamıyacağı varsayımı ile, çiftiçileri ilgilendiren yağış miktarı olasılıkları hesaplanabilir: i. Yağışların 696 mm üzerinde olması: Maksimum verim elde edilirken, erozyon ve su basması gibi risklerin de olabileceği dikkate alınmalıdır. ii. Yağışların çok yıllık ortalamanın üzerinde 436-696 mm arasında olması: Buğday su gereksinmesinin tam karşılanmsı. iii. Yağışlar ortalamanın altında, ancak yine de ekonomik buğday üretimi olanaklı, 311-435mm. iv. Yağış miktarının 310 mm nin altında, buğday üretimi için yeterli olmaması. Yukarıda sıralanan kritik yağış miktarlarının olma olasılıkları doğrudan doğruya Şekil 1 den hesaplanabilir. Örneğin yağış miktarının 696 mm ve daha fazla olma olasılığı, 696 mm düzeyine yatay olarak yerleştirilen bir cetvelin üzerindeki noktalarınn sayılması ile kolayca % 8 olarak bulunabilir. Benzer şekilde yağış miktarının 310 ile 435 mm arasında olma olasılığı % 38 olarak bulunur. Yağış miktarı olasılıklarının hesaplanması, bu konuda daha önce yayınlanmış çalışmalardan farklı değildir. Ancak YBT nin 16 ekimden sonra geciken her gün için olasılıklar aşağı yönde eğilim göstermektedir. Buğday üretimi ile ilgili olarak düzenlenen yağış miktarı olasılık verileri Çizelge 1 gösterilmiştir. YBT , 25 kasım civarında gerçekleşmiş ise, buğday üretiminin ekonomik anlamda başarısız olma olasılığı ancak % 6 dır. Diğer deyişle iyi bir buğday rekoltesi beklenebilir. Diğer taraftan YBT nin gecikerek 25 aralıktan sonra gerçekleşmesi durumunda maksimum buğday üretimi sağlanması olasılığı % 0 olurken, ekonomik anlamda üretimin başarısızlık şansı % 46 ya çıkmaktadır. Anılan bilgilerledonatılmış çiftçiler, yağışların 25 aralıktan sonraya gecikmesi durumunda ekim planlarını değiştireceklerdir. Buğday ekmeyip tarlalarını nadasa bırakabilirler veya başka bir bitki, örneğin nohut veya mercimek ekmeyi düşünebilirler. Buğday ekmeleri durumunda tohum ve kullanacakları gübre miktarlarını mutlaka azaltırken, tarlalarını özel olarak sürerek aşırı yağışların drene olmasını sağlama yerine su muhafaza önlemleri alacaklardır. Bunlar yağış verilerinin, doğrudan doğruya tarımsal üretimle ilgilendirilmiş kimi örneklerdir. Çizelge 1. 100 yıllık yağış olasılıklarının, YBT lerine bağlı olarak buğday üretimi ile ilgilendirilmesi. Olma olasılığı, % YBT leri devresi [T amamı: Eki.-Şub.] Erken: 26 kas.’a kadar Orta: 27 kas.-25 ara. arasında Geç: 26 ara’tan sonra Buğday verimi ve yağış (mm) beklentisi Yağış Ortalamanı Ortalamanı Verim fazla n üzerinde n altında düşük 950-697 696-436 435-311 310-130 Toplam yıllar Ortalama yağış, mm [100] [435] [8] [38] [29] [25] 33 513 15 52 27 6 34 435 9 32 35 24 33 344 0 30 24 46 49 3. KISITLI SULAMA UYGULAMALARI Geçmişte, sulama projelerinin geliştirilmesinde, su kaynaklarında olası kısıtlamalar dikkate alınmamış bulunmaktadır. Ancak, kurak ve yarı kurak iklim bölgelerinde, sanayi ve kentsel su gereksinmelerinin artması sonucu, sulu tarım için ayrılabilecek su kaynağı miktarı gelecekte yıllarda mutlaka azalan bir eğilim gösterecektir. Sulama suyu gereksinmesinin azaltılabilmesi için değişik seçenekler mevcuttur. Bunlar, su muhafazasını sağlıyacak toprak işleme şekilleri, malç ve anti-transparant kullanımı gibi tarımsal önlemler olduğu gibi kısıtlı sulama uygulamaları da olabilir. Anılan uygulamanın başarısı için suverim ilişkilerinin önceden bilinmesine gerek vardır. Suyun kısıtlanması bütün gelişme mevsimine yayılabileceği gibi, bitkilerin önceden belirlenmiş olan su eksikliğine dayanıklı büyüme evrelerinde de olabilir. Her iki şekilde de uygulanabilen eksik sulama, geleneksel kısıtlı sulama (GKS) uygulaması olarak tanımlanmaktadır. Suyun pahalı ve kısıtlı olduğu kurak ve yarı-kurak iklim bölgelerinde uygulanabilecek ve yarı ıslatmalı sulama (YIS) uygulaması olarak tanımlanan yeni bir kısıtlı sulama uygulaması gelişme aşamasındadır. Anılan uygulama altında eksik olarak verilmek zorunluluğunda olan sulama suyu, köklerin sadece bir yarısına verilmekte; takip eden sulama uygulamalarında, köklerin ıslanan tarafları sıra ile değiştirilmektedir. Diğer bir deyişle bitki köklerinin yarısı, anılan şekilde uygulanan sulama altında bir süre için göreli olarak kuru bırakılarak, bitki su kullanım randımanında önemli artışlar sağlanabilmektedir. 3.1 Geleneksel kısıtlı sulama (GKS) uygulamaları Anılan konuda sayısız çalışma yapılmış olup, burada fazla ayrıntıya girilmiyerek, bir kaç örnekle yetinilecektir. Sulu tarım bitkileri arasında bulunan soya fasulyesi, erken gelişme dönemlerinde kısıtlı su uygulaması altında önemli verim düşmesi göstermemektedir (ör., Speck ve ark. (1989), Kırda ve ark (1999a). Pamuk, erken ve son olgunlaşma evrelerinde yapılan sulamalar ile verim artışı gösteremez iken; vegetasyon döneminde yapılan sulamalar ile önemli verim artışı sağlanabilir (ör., Grimes ve Yamada, 1982). Benzer çalışmalar şeker pancarı (ör., Okman 1973; Oylukan, 1973), ayçiçeği (ör., Rawson ve T urner, 1983; Karaata, 1991), patates (ör., T rebejo ve Midmore, 1990; Minhas ve Bansal, 1991) gibi pek çok farklı bitki üzerinde yapılmış bulunmaktadır. Kırda ve ark (1999b), kısıtlı sulama üzerinde geçmiş yıllarda yapılan çalışmaların bir derlemesini yaparak, konuyu ayrıntılı bir şekilde irdelemiş bulunmaktadır. Kısıtlı sulama, önemli verim azalmalarına neden olmadan, sulama suyunda tasarruf sağlıyan bir uygulama olmasına karşın, kullanılmasında kimi güçlükler vardır. Sulanan kültür bitkilerinin su-verim ilişkileri, suyun büyüme dönemlerine göre verime olası katkısı önceden bilinmelidir. Sulama suyu verilmesinin belirli takvime bağlandığı, rotasyon sistemine göre işletilen sulama şebekelerinde uygulanması zordur. Başarılı bir uygulama için, üreticilerin bitkilerin hangi dönemlerinde su kısıtlılığına daha dayanıklı olduklarını önceden bilmeleri gerekir. 3.2 Yarı ıslatmalı sulama (YIS) uygulması Yakın zamanlarda Avusturalya ve İngiltere’de yapılmış olan kimi çalışmalara göre (ör., Gowing ve ark, 1990; Dry ve ark., 1996), sulama sırasında bitki kök bölgesi bir yarımının göreli kuru bırakılması ve kuru bırakılan bölgenin takip eden sulamalar sırasında ardışık değiştirilmesi, su tasarrufu sağlarken, verimde önemli düşmeye neden olmamaktadır. Bitkilerin vegetatif gelişmesinde duraksama olmasına karşın, jeneratif gelişme hızlarında bir değişme olmamış ve bu nedenle azalan sulama suyuna karşın verimde önemli düşme gözlenmemiştir. Diğer taraftan bitki su kullanma randımanında (SKR) %100 ve daha fazla artışlar sağlama olanağı ortaya çıkmıştır. Bitki köklerinin, göreli kuru bırakıldığı zaman, vegetatif gelişimini duraksatırken, jeneratif gelişme hızında önemli bir değişme olmamasını sağlıyan, fizyolojik tepkiler, son 10-12 yıl içinde 50 ayrıntılı olararak incelemeye alınmıştır (ör., Zang ve Davies, 1990; Gollan ve ark., 1992; Bacon ve ark., 1998). Kök bölgesindeki su içeriğine bağlı olarak, bitkiler stomatlarını açıp kapıyarak yaprak turgorlarını muhaza ederler. Anılan kontrol sistemiyle, yağışların ne zaman geleceği belli olmıyan doğa ortamında, bitkiler yapraklarının solmasını geciktirerek, yaşamları için CO2 alırken su kullanımlarını optimize edebilirler (Jones, 1980; Cowan, 1982). Yakın zamanda yapılan çalışmalarla elde dilen bulgular, stomat kontrol mekanizmasının xylem akımı içinde absisik asit (ABA) konsantrayonunun artması ile, köklerden yapraklara gönderilen kimyasal ileti ile sağlandığını göstermiştir (ör., Zang ve Davies, 1989; Zang ve Davies, 1990). Sera ve laboratuvar koşullarında bitki köklerinin yarısının bir saksıda ve diğer yarısının diğer bir saksıda yetiştirildiği bölünmüş kök çalışmalarında, köklerin bir yarısı sulanırken diğer yarısının kuru bırakılması durumunda, kur u koşullardaki kökler yüksek miktarda ABS üretirken, diğerleri bitkinin turgorunu kaybetmesini engelliyerek su iletimini sağlamıştır (Zhang ve Davies, 1987; Zhang ve ark. 1987). Bitkilerin yukarıda açıklanan fizyolojik tepkilerinden yararlanılarak, sulama sırasında bitki köklerinin bir bölümünün kuru bırakıldığı yarı ıslatmalı sulama (YIS) uygulamalarıyla, bitki su kullanma randımanının (SKR) arttırılabileceğini Kang ve ark. (1997) teklif etmişlerdir. Anılan uygulama altında bitki, su eksikliği olmadan stomatlarını kapıyacak ve SKR yükselecektir. YIS uygulamasının tarla koşullarında test edildiği araştırmalar, şimdilik asma (Fuller, 1997; Dry ve Loveys, 1998) ve mısırla (Kang ve ark. 2000) kısıtlı kalmıştır. Kırda ve ark. (2001), YIS uygulamasını damla ve karık sulama metoduyla suladıkları pamukta test etmişlerdir. Halen sürmekte olan, domates ve biber gibi sebzelere ek olarak mısır ve narenciyenin de kapsandığı çalışmalarının bir yıllık sonuçlarına göre, YIS uygulaması altında pamuk veriminde önemli düşme olmaz iken, SKR % 100 den fazla artmış bulunmaktadır (Çizege 2). 4.SO NUÇ Yağış koşullu tarım için, yağış miktarı, yağışlı mevsim uzunluğu ve günlük ortalama yağış vb yağış karekteristiklerinin, belirli olasılıkla da olsa, ön sezimi yapılabilir. Anılan bilgilerle donatılmış olan çiftçiler, neyi ne zaman ekeceklerine, gübre kullanmanın bir getirisi olup olmıyacağına, örneğin buğday ekme yarine tarlasını nadasa bırakmakla zarar etme riskini en aza indirebilekecektir. Diğer taraftan, sulu tarım koşullarında mevcut su kaynaklarında bir kısıtlılık söz konusu ise, GKS uygulanarak verimde önemli düşüşler angellenebir. Anılan konuda yeterince bilgi birikimi olsa da çiftçilerimiz henüz kısıtlı sulama uygulaması için bir zorunluk hissetmemektedirler. Uygulanması çok kolay olan YIS, henüz araştırma safhasında olmasına karşın, özellikle pamuk ve mısıra ilişkin bulgular ümit vericidir. Verimde önemli düşme olmamasına karşın, SKR % 100 lerin üzerinde gerçekleşmiştir. Ülkesel düzeyde kuraklık ve su kısıntısı olması durumunda, araştırıcılar olarak, mevcut seçeneklerimizi biliyoruz, hazırlıklıyız. Ancak bu yeterli değil, önemli olan, mevcut bilgi birikimin çiftçi uygulmalarına aktarılabilmesi, yayım hizmetlerindeki aksaklıklar ortadan kaldırılması, tasarruflu su kullanımının alışkanlık haline getirilmesidir. 51 Çizege 2.T am ve YIS uygulamaları altında pamuk kütle verimi ve su kullanma randımanı (SKR) (Kırda ve ark. 2001)1 . Konular 2 T Verim, t ha-1 3.38 SKR, kg ha-1 mm -1 5.7 b Karık sulaması 1YIS50 3.28 11.1 a 2YIS50 3.17 10.7 a T ukey kritik fark 2.6 N.S P 0.01 FULL 3.78 a 9.2 b Damla sulama 1YIS50 3.14 b 15.3 a 2YIS50 3.01 b 14.7 a T ukey kritik fark 0.75 P 0.01 0.01 1 Farklı harflerle gösterilmiş sıralardaki veriler, verilen T ukey önem düzeyinde (P) farklı bulunmuşlardır. 2 T AM, sulama suyunun hiç kısıtsız tam olarak verildiği; 1YIS50, sulama suyunun %50 kesildiği ve köklerin ıslanan tarafının her sulamada değiştirildiği; 2YIS50, sulama suyunun % 50 kesildiği ve köklerin ıslanan tarafının her iki sulamada değiştirildiği sulama konusu. 5. KAYNAKLAR Abu Zeid, M. 1995. International water-save programs and water-save activities. In: Hamdy, A. (ed.) Water Saving: Prospects and Challenges (1, pp.1-8), Cairo, Egypt. Bacon,M., Wilkonson, S., Davies, W.J. 1998. PH-regulated cell expansion is ABA-dependent. Plant Physiology, 188: 1507-1515. Dry, P., Loveys, B., Botting, D., Düring, H. 1996.Effects of partial root-zone drying on grapevine vigor, yield, composition of fruit and use of water. Proc. 9 th . Australian Wine Industry T echnical Conf., 129-131. Gollan, T ., Passioura, J.B., Munns, R. 1992.Soil-water status affects the stomalconductance of fully turgid wheat and sunflower leaves. Aust. J. Plany Physiology 13: 459-454. Gowing, D.J., Davies, W.J., Jones, H.G.1990. A positive root-sourced signal as an indicatorof soil drying in apple, Malus domestica Borkh. J. Exp. Botany 41: 1531-1540. Grimes, D.W. and Yamada, Y.H. 1982. Relation of cotton growth and yield to minimum leaf water potential. Crop Sci. 22: 134-139. Hoffman, G. J., Howel, T .A., Solomon, K.H. 1990. Introduction. In: Hoffman, G.çJ., Howel, T .A., Solomon, K.H. (eds.). Management of Farm Irrigation Sytems, s.1-10, ASAE Monograph, St. Joseph, Michigan. Kang, S., Liang, Z., Pan, Y., Shi, P., Zhang, J. 2000. Alternate furrow irrigation for maize production in arid area. Agric. Water Manage. 45: 267-274. Kang, S., Zhang, J., Liang, Z. 1997. T he controlled alternate irrigation: a kind of new thinking of water-saving on farmland. Chinese Agric. Res. Arid Areas, 15: 1-6. 52 Karaata, H.1991. Kırklareli koşullarında ayçiceği bitkisinin su-üretim fonksiyonları. Köy Hizmetleri Araştırma Enst. Kirklareli, Repor No 24 (Doktora T ezi). Kırda, C., Topçu, S., Kaman, H. (2001). Partial root drying practice for increasing water use efficiency of furrow and drip irrigated cotton. Transnational Workshop on Managing Water Demand in Agriculture through Pricing: Research Issues and Lessons Learned. 24-26 May 2001, Telese T erme, İtalya. Kirda, C, Kanber, R.,T ülücü, K. and Güngör, H. 1999a.Yield response of cotton, maize, soybean, sugar beet, sunflower and wheat to deficit irrigation. In: Crop Yield Response to Deficit Irrigation, C. Kirda, P. Moutonnet, C. Herra, D.R. Nielsen (eds). Kluwer Academic Publishers, Dordrecht, The Netherlands. s. 21-38. Kirda, C., Moutonnet, P., Hera, C., Nielsen, D.R (eds). 1999b. Crop Yield Response to Deficit Irrigation. Kluwer Academic Publishers, Dordrecht, The Netherlands. s. 258. Minhas, J.S. and Bansal, K.C. 1991. T uber yield in relation to water stress at stages of growth in potato (Solanum tuberosum L.). J. Indian Potato Assoc. 18: 1-8. Okman, C. 1973. Ankara Şartlarında Şeker Pancarının Su İstihlakinin Tayini Üzerinde Bir Araştirma. Ankara Üniversitesi Yayınları, No. 780 (Doktora Tezi), Ankara Oylukan, S. 1973. Çeşitli Mahsüllerde Ekonomik Sulama Sayısının Tesbiti Denemesi Sonuç Raporu. Bölge T OPRAKSU Araştırma Enst. Müdürlüğü Yayınları, No. 71, Eskisehir. Rawson, H.M. and T urner, N.C. 1983. Irrigation timing and relationship between leaf area and yield in sunflower. Irrig. Sci. 4: 167-175. Speck, J.E., Elmore, R.W., Eisenhauer, D.E. and Klocke, N.W. 1989. Growth stage scheduling criteria for sprinkler-irrigated soybeans. Irrig. Sci. 10: 99-111. Stewart, J.I. 1988. Response Farming in Rainfed Agriculture. T he WHARF Foundation Press, Davis, California, s.103. Trebejo, I. and Midmore, D.J. 1990.Effects of water stress on potato growth, yield and water use in a hot and cool tropical climate. J. Agr. Sci. 114: 321-334 Zang, J., Davies, W. J. 1989. Sequential reponses of whole plant water relations towardsprolonged soil drying and mediation by xylem sap ABA concentrations in the regulation of stomatal behaviour of sunflower plants. New Phytol. 113: 167-174. Zang, J., Davies, W.J. 1990.Changes in the concentration of ABA in xylem sap as function of changing soil water status will account for changes in leaf conductance. Plant Cell Environ. 13: 277-285. Zhang, J., Davies, W.J. 1987. Increased synthesis of ABA in partially dehydrated root tips and ABA transposrt from roots to leaves. J. Exp. Bot. 38: 2015-2023. Zhang, J., Schurr, U., Davies, W.J. 1987. Control of stomatal behavior by abscisic acid which apparently originates in roots. J. Exp. Bot. 38: 1174-1181. 53 KURAKLI ĞA DAYANIKLI BİTKİ ÇEŞİ T ISLAHI Dr. Hasan EKİZ T arım ve Köyişleri Bakanlığı Bahri Dağdaş Milletlerarası Kışlık Hububat Araştırma Merkezi, Konya Ö ZET Bu metnin ana başlığı altında kurak alanlarda bitki toleransının önemi ve toleranslı bitkileri geliştirebilmek için elimizdeki imkanların ne olduğu konusunda bilgiler sunulacaktır. Bitki ıslahı konusunda nerelerdeyiz, ne yapmamız gerekli ya da elimizde şu anda son gelişen teknolojileri dikkate alarak neler yapılabilir konuları, fazla detaya girilmeden, ana hatlarıyla verilmeye çalışılacaktır. GİRİŞ Özellikle toprakla iç içe yaşayan, yağmurla ve güneşle iç içe yaşayan insanlar olarak, son 2030 yılı değerlendirecek olursak mevsimlerdeki değişimleri rahatlıkla görebiliriz. Eğer sağlıklı yapılan gözlemlerle değişimler yakından izlendiyse, kıyaslamaları rahatlıkla yapabiliriz. Kaybolan yeşil ve kaybolan toprak. Özellikle oluşumu binlerce, belki milyonlarca yıl sürmüş olan toprağı kaybettiğimiz zaman, yeşili korumak ya da insanları beslemek amacıyla tarımsal üretim yapmak için elinizde çok fazla bir materyal kalmıyor. Gittikçe tükenen su kaynakları, sıcaklık artışları ve düzensiz yağış; bunlar, dikkatle üzerinde durulması gereken konulardır. Ülkelerin birçoğunda, özellikle gelişen ve az gelişmiş ülkelerde bu değerlere fazla aldırış etmiyoruz. Biz de toplum olarak öyleyiz. T ehlike kapıya geldikten sonra, yada sesini duyduktan sonra bazı şeyleri yapma gayretinde oluyoruz, bir telaş içerisinde kısa sürede bir şeyler yapabilme telaşına düşüyoruz, konu üzerinde daha da yoğunlaşıyoruz, veya durumu kurtarmak için öyle görünüyoruz. T ehlike kapıdayken alınmaya çalışılan tedbirler ise genel olarak önemli bir sonuç vermiyor. Bazı insanların bir araya gelmesi, önemli miktarlardaki seyahat ve toplantı masrafları, uygulamaya geçirilemeyen veya zamanında geçirilemeyen kararlar, sayfalarca yazılan raporlar, ve hatta saha da uygulama bulamayan kanunlar pek fazla bir işe yaramıyor. T ehlike gelmeden de boş veriyoruz. Devlet Su İşlerinin değişik illerde yatırımları var. Kimler, o yatırımları niçin yaptırdı, o da belli değil. 10-15 sene önce yapılmış olup da içerisine damla su girmemiş olan sulama sistemlerimiz var. Bunun ne sorumlusu ne de hesap soranı var. Birileri istemiş, birileri yapılmasına vesile olmuş, devletin bir sürü parası harcanmış, ama hiç kullanılmamış veya çok az kullanılmış. Sebep yanlış yatırım veya o kanallara verilecek yeterli suyun, su kaynağının olmamasıdır. T ürkiye'de maalesef bir çok şey ihtiyaç olduğu için doğru bir şekilde değil hatır gönül işi olarak yapılıyor. Çevremizde, köylerimizde yıllarca toprak kanallardan ağzına kadar dolu suyun aktığını, çiftçilerimizin yanlış veya bilinçsiz sulama yaptıklarını, tonlarca suyun sağa sola, tarlada çukurlara, şarampollara dolduğunu, israf edildiğini gördük. Çiftçilerimizin suyu tarlaya salıp ta günlerce nereye nasıl gittiğini fazla dert etmeden kahvehanede oturduklarını, evlerinde yattıklarını çok gördük. Bu süreci yaygın olarak yaşadık. Son birkaç yıldır eskiden dolu dolu su akan kanalların çoğu kuruydu, çiftçiler bir kerede olsa ürünlerini sulayacak suyun derdindeydiler. Çiftçilere sorduğumuz zaman, eskiyle bugünü kıyasla arada ne fark var dediğimiz zaman, eski günleri hatırlıyorlar, her taraf su olurdu, sudan geçemezdin diyorlardı. Ama bu gün sıkıntı kapıdaydı, ürünler tarlada yanıyordu ve kanallar kuruydu. T arımsal sulamaya ihtiyaç gitgide artmaktadır. Şehirlerinde artan su ihtiyacı bulunmaktadır. T ürkiye'de 8,5 milyon hektar sulanabilir arazi var, ama buna ulaşma şansımız nedir derseniz, bana göre çok az. Barajlarda su yok, akan sular kurumaya başladı, göletlerde su yok, yeraltı kuyularından artık su alamaz hale geldik birçok yerde. Eğer, durum buysa, o hedefe yatırımları zamanında yapsanız bile yeterli su kaynakları olmadığı sürece ulaşmanız mümkün değildir. 54 Burada bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum. İnsan oğlunda genel bir eğilimdir. T abii olarak, yeni yatırımlar yaptığımız zaman, sulama imkanlarını artırdığımız zaman, genelde şunu yaptık, bunu yaptık, bak şu kadar alanı suluyoruz gibi bazı gelişmeleri sevdiklerimize, dostlarımıza böyle gururla övünerek anlatırken, insan, karşısında “ ne kadar güzel olmuş” gibi sözler bekliyor. Bir yabancı uzmanla kuruluşumuzda yapmış olduğumuz bir sulama yatırımını arazide değerlendirirken, ben bazı şeyleri anlattım ve karşılığında da buna benzer şeyleri beklerken, adamın sorduğu soru şuydu: “ Bu kadar büyük bir şehir etrafında bu derin kuyuları açıp da bu suları alma hakkını size kim veriyor?!” Bu soru çok anlamlıydı. Ben, bu soruyla üç dört sene önce muhatap kaldım, 1998 yılıydı ve her toplantıda bunu vur gulama ihtiyacını duyuyorum. Bu şu demektir: Yer altından fazlasıyla su alıyorsanız, kapasitenin üzerinde su kullanıyorsanız, eğer onu etkili bir şekilde kullanamıyorsanız yeraltı suyunu kaybediyorsunuz. Yer üstü suları zaten gittikçe azalıyor. Bu durum, hem kendi günümüzü hem de gelecek nesillerin geleceğini savurmak, yok etmek anlamına geliyor. Onun için, bu konuda çok ciddî tedbirlerin alınması ve uygulanması gerekiyor düşüncesindeyim. Üretime bakarsanız, %15-16 gibi sulanabilen sahamız var. Daha öce bahsedilen nedenlerle sulanabilen alanın çok fazla artırılamayacağını da dikkate alarak bundan sonra üretimin büyük bir çoğunluğunun kuru tarım sistemi içinde yapılmaya devam edeceği ortaya çıkmaktadır. Bu alanda yeni araştırmalara, geliştirmelere şiddetle ihtiyaç vardır. Ama, daralan su kaynakları nedeniyle, Çukurova’dan gelen hocalarımız da bahsetti, sulu alanlarda da, gerçekten suyun, az ve etkin bir şekilde kullanılma mecburiyeti vardır. O nedenle, pamuk gibi sulanan bitkilerde de kurağa toleranslı genotipleri düşünmemiz lazım. Yani sulama sistemlerini geliştirirken, kurağa dayanabilecek, kurak şartlarda verimli olabilecek bitkileri geliştirmemiz gereklidir. Mısırda, soya fasulyesinde, patateste ve ayçiçeğinde vs. aynı işlemlerin yapılması gereklidir. Kuru alanlarda da yetişebilecek, mercimek, nohut, yem bitkileri ve buğday gibi ürünlerin en iyi şekilde geliştirilmesi ve uygun yetiştirme teknikleri ile destekleyerek üretime aktarılması gerekir. Burada vurgulanmak istenen kurağa toleransın çok basit bir olay olmadığıdır, yani kalıtımı çok komplekstir. Ancak, bitki ıslahı yapılırken söz konusu bitkinin yetişme şartları iyi tanımlanmalıdır. Kuraklık durumu, yağış dağılımı, sulama imkanı ve zamanı, yetiştirme sistemleri, vs. bilinmelidir. Hangi şartlarda hangi ürünün yetiştirileceği bilinmiyorsa, ıslah çalışmalarıyla gelişmeyi sağlamanız çok zor olacaktır. Azaltılmış sulama, karık sulama, damla sulama, sette ekim istemi ya da iki karıktan bir tanesine su vererek sulamayı düşünüyorsanız, geliştireceğiniz çeşitlerin uygulanacak sisteme göre geliştirilmesi gerekir. T ecrübeler iklim şartları, ekim tekniği ve sulama tekniğine bağlı olarak uygun bitki genotipinin değiştiğini, bir sistemde başarılı olan bir genotipin diğer bir sistemde başarılı olamayabileceğini göstermektedir. Bundan dolayı, şartların önceden belirlenmesi, ona göre ıslah yapılması mecburiyeti vardır. Aksi takdirde, randıman alınması, başarıya ulaşılması zor olacaktır. KURAKLIK Kuraklık, bitkilerin normal gelişmelerini sağlayacak suyu bulamaması olarak tarif edilebilir. Bitki gelişmesi ekonomik açıdan sadece bitkinin yaşaması değil, üretici için artı değeri de içinde taşımak durumundadır. Yani, bitki, hem yaşantısını devam ettirecek hem de size artı bir değer verecektir. Genelde sahil kesimlerinde 550 mm, iç kesimlerde ise 325 mm. yeterli yağış olarak kabul edilebilir, ama bu sadece miktara bağlı bir olay değil, yağışın dağılımı da çok önemlidir. Mesela, Kasım ayında 200 mm yağış almanıza rağmen en fazla ihtiyaç duyulan Mart, Nisan ve Mayıs aylarında yağış olmuyorsa, bu yağışın yeterli olduğu anlamına gelmez. 280 mm yağış ile 3 ton ürün alınabileceği gibi, 350 mm yağışla 2 ton buğday da alabilirsiniz. İç Anadolu Bölgesinde, özellikle kuruda yetiştirilen ürünler, ağırlıklı olarak hububat olduğu için ve ben kendim de hububat ağırlıklı çalıştığım için burada hububat ağırlıklı bazı ifadeleri kullanacağım. Kuru tarımın en yaygın olduğu ve belki de kuraklığın en sık yaşandığı bölgemiz olan İç Anadolu Bölgemizde, genelde karşılaşılan kurak periyotları şu şekilde özetleyebiliriz. İç Anadolu Bölgesinde, daha önceki çalışmalara bakılırsa, kuraklık daha çok çiçeklenme öncesi ve çiçeklenme 55 sonrasında ağır basmaktadır. Ama, son 5-10 yıldır, 1990’dan bu tarafa değerlendirirseniz, yılın yıla uymadığı görülmektedir. Öyle olunca da çok kompleks bir kuraklıkla karşı karşıya kalmanız söz konusudur. Örneğin, sonbahar ve kış kuraklığı yaşıyoruz. Ankara’da kar olmasına rağmen Konya’da kar görülmemektedir. Bazı yıllarda yılbaşında veya sonrasında yağış gelmekte, Eylül ve Ekimde ekilen tarlalarda hiç çimlenme olmamaktadır. Nisan’da çimlenen tarlalar görülmektedir. Son 5-6 yıldır, çok farklı iklimleri yani kuraklığın değişik kombinasyonlarını yaşıyoruz. Kuraklık gerçekten T ürkiye ekonomisinde problem haline geldi. Son iki yıldır bazı bölgelerimizde tabii bir afet noktasında olduğu söylenebilir. Değişik dönemlerde yaşanan kuraklığın birkaç tanesi bir arada yaşanırsa felaket haline dönüşebilmektedir. Bu son iki senedir İç Anadolu Bölgesinde yaşanmaktadır. Geçen sene (2000 yılı) %30-40 verim kaybı varken, bu sene bazı alanlarda verim kaybı %70-80’lere vardı. Bu düşüşler kurağa daha toleranslı olan arpa ve buğday veriminde yaşandı. Sulama imkanı olup ta zamanında sulama yapabilen, zamanında müdahale edebilen çiftçilerimiz verim aldılar, geç kalan sulamalarda fazla bir artış olmadı; çünkü, kritik dönemde sulama çok önemlidir. Bu dönemi geçtikten sonra ne kadar sulama yapılırsa yapılsın, kayıp telafi edilemez. Değişik yerlerden alınan rakamlara göre 1986-1987 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin kuraklıktan görmüş olduğu zarar 39 milyar dolardır. Ülkemizde Güneydoğu ve İç Anadolu Bölgelerinde 2000 ve 2001 yıllarında meydana gelen kayıplar nedeniyle yıllık kayıp 5 milyar dolar civarındadır. Kafkaslarda, Orta Asya’da, özellikle Afganistan, Özbekistan, ve T acikistan’da yaşanmış olan kuraklığın 2000 yılı içerisinde sebep olduğu kayıp 9 milyar dolar civarında tahmin edilmektedir. Kuraklığın etkisi ülke içerisinde sadece bir sektörü değil bütün sektörleri etkilemektedir. Üreticiden-tüketiciye bir etkiye sahip olmakta, ekonomiyi etkilemekte, yönetimde önemli kararların alınmasına, uygulamada değişikliklere neden olabilmektedir. Olay başlangıçta çiftçinin problemi gibi görünüyor. Eğer çiftçide para yoksa, çiftçi piyasaya gidip alışveriş yapamaz, makine ve gübre alamazsa, bütün sektörler bundan olumsuz şekilde etkilenir. Yetersiz üretim, tüketici fiyatlarını olumsuz etkiler, ithalat ve ihracatta yeni düzenlemeler gündeme gelebilmektedir. KURAĞA DAYANIKLI ÇEŞİT ISLAHI Kuraklığa karşı tarımsal üretimi garantiye alabilmek için, sulama imkanları artırılmalı, uygun yetiştirme teknikleri geliştirilmeli, bunları da iyi tanımlayarak bitki toleransı üzerinde çalışılmalıdır. Bitki ıslahını yaparken, kuraklığın şiddeti ve etki alanının ne olduğunu iyi tanımlamamız, toprak özelliklerini iyi bilmemiz gerekir. Killi toprakta, kumlu toprakta veya toprak profiline göre, toprağın besin maddesi durumuna göre verimlilik farkı olabilir ve o toprağa uyacak çeşit farklı olacaktır. Gübreleme durum u, toprak işleme ve ekim, sulama miktarı ve şekli, hastalık ve zararlılar konusu çok önemlidir. Kısaca kuraklık olayı tek başına etki eden bir faktör değildir. Eğer, bitki kök sağlığını ve gelişimini yeterince sağlayamıyorsanız toprakta su olsa bile bitki bundan yeterince faydalanamayacaktır. Ekim dönemi ve kış kurak geçtiğinde ve erken ilkbaharda yeterli yağış olmadığı durumda, sulamaya geç başlarsanız, çeşidiniz toleranslı değilse, daha sonra yapacağınız sulamalarla normal verim alamazsınız. Daha önce de belirtildiği gibi kuraklık toleransı komplekstir. Kuraklığa dayanıklılığı sağlayan bazı mekanizmalar şu şekilde özetlenebilir: .Erkencilik, bir kaçma mekanizmasıdır. Özellikle geç gelen kuraklık stresi yaşanan yerlerde erken olgunlaşan bitkiler kuraklıktan daha az etkilenmektedir. Geç olgunlaşanlar ise önemli derecede verim kaybetmektedir. Ayrıca, kök sistemiyle topraktan daha fazla su alabilen, yaprak yoluyla da daha az su kaybeden, kök, sap ve yaprak özellikleriyle kuraklığın etkisini azaltabilen, fizyolojik olarak kuraklığa tolere edebilen, translokasyon kabiliyeti yüksek, toksik maddelere dayanabilen genotipler kurak şartlarda başarılı olabilmektedirler. Özellikle son yıllardaki çalışmalarda, aşırı stres koşulları altında, su stresini tolere edebilme mekanizması üzerinde durulmaya başlanmıştır. Değişik yerlerde, milletlerarası projelerde, kendi bakanlığımız bünyesinde yürüttüğümüz projelerde kuraklıkla ilgili bazı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmalarda, bazı antioksidantların, 56 özellikle kurak ve sıcak stresi altında oluşan toksik oksijen radikallerine karşı, etkili oldukları görülmüştür. Moleküler ve biyokimyasal düzeyde çalışmalar devam etmektedir. Islahta neler yapılabileceğine şöyle bir bakılırsa, öncelikle gen havuzunun çok önemli olduğu görülür. Genetik varyasyonun devamlılığı çok önemlidir. Eğer, gen kaynaklarınızı koruyabilirseniz, elinizdeki kaynakları iyi bir şekilde karakterize eder ve bunları kullanabilirseniz bir gelişme sağlayabilirsiniz. Islahçı olarak, çeşit ıslahında öncelikle üzerinde durulması gereken nokta tür içi varyasyonudur. Mesela, bir buğdayı ele aldığınızda, buğdayın değişik genotipleri bizim için önemlidir. Mesela, bir bölgede değişik tipler olabilir, ama dünyanın bir başka bölgesinde değişik genler söz konusuysa onlara da ulaşabilmenin, onları da kullanmanın yollarının aranması gereklidir. Fazla sıkıntıya girmeden bir gelişim sağlanabilir. Bazen tür içi varyasyon yeterli olmayabilir. İhtiyaç duyulan genetik varyasyonu, genleri dışarıdan bulmak zorunda olabilirsiniz. Mesela, buğdayda bir özelliği geliştirmeye çalışıyorsanız, buğdaya akraba türlerden, çavdar, arpa veya yabani türlerde istenen bir özellik varsa bunu buğdaya aktarabilirsiniz. Bunun yöntemleri de bulunmaktadır. Fakat bu yöntemlerde sıkıntılar karşılaşılmaktadır. Ancak, değişik uygulamalar ve geliştirmelerle bunlar yapılabilmektedir. Örneğin, melezleme-geriye melezleme yöntemine başvurulabilir. Embriyo kültürü ile melez bitkiler geliştirilebilir. Bu konuda değişik teknolojiler, uygulamalar, değişik hormon uygulamaları kullanılmaktadır. Örneğin, türler arası melezlerde sabahın erken saatlerinde, güneş doğmadan saat 4-6 arasında melezleme yapıldığında dane tutma oranı daha yüksek olmaktadır. Mesela, çiçeklenme döneminde GA uygulanırsa dane tutma oranı, 2.4 D uygulanırsa dane doldurma oranı hızlandırılabiliyor. Buğdayda kahverengi pas hastalığı vardır. Kahverengi pasın şu anda bilinen 41 tane geni vardır. Kahverengi pasa tolerans sağlayan genlerin yaklaşık 30 tanesi yabancı türlerden alınmıştır; Yani, eğer bir türde bir gene ihtiyaç varsa, bu gen akraba bir türde bulunuyorsa bu geni istenen türe aktarma şansımız vardır. Eğer bu da yeterli değilse cinsler arası gen aktarımı yoluyla, mesela buğdaya pamuktan, mercimekten, vs. gen aktarma şansı olabilir. Dahası, hayvanlardan, bakterilerden, vs. bitkilere gen aktarmak bile mümkün olabilmektedir. Bunlar, klasik metotlarla mümkün olmayabilir, ama daha sonra belirtilecek teknolojilerle, şu anda çok yaygın uygulama söz konusu olmasa bile, öyle inanıyorum ki, önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde önemli başarılar elde edilebilecektir. Genetik varyasyonun oluşturulmasından sonra, istenen özellikleri, genleri taşıyan bitkilerin seçilmesi ve bunların gerçek performanslarının test edilmesi gerekir. Eğer ıslahçıysanız, belli bir konuda genetik varyasyon oluşturduysanız bunun içinde ne aradığınızı çok iyi bilmek zorundasınız. Sonra, o aradığınız özelliği nasıl bulacağınızı bilmek zorundasınız. Genetik farklılığı yaratır da istenen bitkiyi nasıl seçeceğinizi bilemezseniz ya da o seçimi yapabilmek için elinizdeki aletleri etkili bir şekilde kullanamazsanız, o zaman yaptığınız işin, harcadığınız zamanın çok fazla bir anlamı kalmayacaktır. Morfolojik, fizyolojik ve moleküler düzeyde görülen bazı farklılıklar seleksiyon amacıyla kullanılabilir. Biz bazı çalışmalarımızda tahıllarda kurak toleransıyla ilgili bazı özellikleri inceledik. Özellikle görünebilen, tarlada veya serada tespit edilebilen, laboratuarda kolay çalışılabilen özellikler üzerinde durulmuştur. Değişik özellikler değişik genotiplerde kuraklık ile önemli ilişkiler vermiştir. Aynı zamanda kuraklığın şiddetine bağlı olarak seleksiyon amacıyla kullanılabilecek özellikler değişe bilmiştir. Örneğin, aşırı kurak ve sıcak stresi altında doku toleransını gösteren özellikler daha önemli bulunmuştur. Netice olarak bizim ilgilendiğimiz konu bir çeşitin kurak stresi altında ne kadar dane, ne kadar biyolojik verim gösterdiğidir. Diğer özelliklerle fazla ilgilenilmeyebilinir; ama, yüksek ve kaliteli verimin diğer kriterlerle desteklenmesi oldukça önemlidir. Verim unsurları dediğimizde metre karede başak sayısı, başakta dane sayısı, bin dane ağırlığı gibi unsurlara bakıyoruz. Yaprağın şekli, dikliği gibi özelliklerden tutunda dane doldurma süresi, dane doldurma oranı, yaprak su tutma kapasitesi, mumusuluk, tüylülük gibi bir çok özellik yönünden bitkiler değerlendiriliyor. Kurak hassasiyetini kurak ve normal şartlarda elde edilen verimleri kıyaslayarak belirliyoruz. Elde edilen sonuçları biz, hangi ortamlarda kullanabiliriz gibi soruları kendimize sorarak, hangi ortamda en etkili kriter neyse onu kullanma yoluna gidiyoruz. Bunlara ilave olarak, burada tek tek söylenmesine gerek olmayan, kuraklığa toleranslı bitkilerin belirlenmesinde kullanılan değişik özellikler vardır. 57 Kuraklıkla ilgili çalışmalar çok yönlü yapılmak zorundadır. Ancak bu şekilde daha güvenilir, ortak veya farklı şartlara uygulanabilir özellikler belirlenebilmektedir. Mesela, T ÜBİT AK destekli bir çalışmamızda Konya ile Eskişehir arasındaki çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Konya, o yıllarda orta seviyede bir kuraklığı temsil ederken, Eskişehir şiddetli ve hafif kuraklığı birlikte sergilemiştir. Çalışmaların çok yer ve zamanda yapılması stabil genotiplerin belirlenmesi açısından da önemlidir. Islah çalışmalarıyla kuraklık toleransı yüksek seviyelerde artırılabilir. Ancak, her zaman kurak olması şart koşulmaz. İşte bu yüzden, kurak toleransı olan genotiplerin iyi şartlara olumlu verebilecek özelliklere de sahip olması lazımdır. Onun için kuraklık çalışmalarında stabilite çalışmalarının uygun bir şekilde yapılmasında fayda vardır. Oksijen radikalleri denen bazı toksik maddeler vardır. Stres şartlarında bu toksik maddeler bitki içerisinde oluşur. Bitkilerde bunlara karşı antioksidan bir savunma sistemi kullanır. Antioksidan maddeler içinde vitaminler vardır, değişik hormonlar vardır, değişik enzimler vardır. Olay şudur: Bitki strese girdiği zaman stomalarını kapatır, CO2 alımı azalır, CO2 indirgenmesi ve fotosentetik elektron transferi zayıflar. Bu kloroplastlarda önemli değişikliklere neden olur. Fotosistem-I’den elektronların tutulması için NADP+ üretimi sınırlanır ve absorbe edilen ışık enerjisinin birikmesi söz konusu olur. NADP+’nın yeterli olmaması durumunda oksijen molekülü devreye girip, elektron alıcısı olarak elektronu aldığı zaman, bu defa oksijende parçalanmalar başlıyor ve kamuoyunda sık sık duyuyorsunuz, oksijen radikalleri dediğimiz dokuyu, bünyeyi tahrip eden maddeler meydana geliyor. Normal bitki metabolizmasını bozulurken özellikle kloroplast yapısı ve fonksiyonları etkilenmektedir. Bazı bitkilerde, özellikle buğday, pamuk ve nohut da buna benzer tespitler yapılmış, bitki, savuma mekanizmasını kullanarak bu toksik maddeleri daha az toksik maddelere dönüştürmüş ve hayatını devam ettirmiştir. Fotosentetik elektronların buğdayda normal şartlarda %60’ı, su stresi altında %30’u CO2 indirgenmesinde kullanılmaktadır. T oksik O2 türlerinin peroxidative etkisiyle baş ede bilmek için kloroplastlar enzimatik veya enzimatik olmayan antioksidatif savunma sistemleriyle donatılmıştır. Bunlar α-tocapherol (Vitamin E), ascorbic asit, caratenoids (örneğin; β.caratone, zeaxanthin), superokside dismutase (SOD) ve H2 O2 parçalayan enzimler (ascorbate peroxidase=AP) ve catalase (Asada ve T akashi, 1987) olarak sıralanabilir. Şimdiye kadar bu çerçevede yaptıklarımız, melezlerin yapılması, değişik ortamlarda genotiplerin geliştirilmesi, seleksiyonu, adaptasyonunun belirlenmesi şeklinde sıralanabilir. Klasik ıslah çalışmalarına yardımcı olabilecek yeni metotlar bulunmaktadır. Doku kültürleri bunlar arasında yer almaktadır. Bu yolla ıslah çalışmalarını hızlandırılabilir. Farklı stres şartlarına karşı, kuraklığa tolerans, alüminyum toleransı, bor toleransı, çinko toleransı, hücre, doku veya bitki düzeyinde seleksiyonlar yapılabilmektedir.. Özellikle son on yılda sık sık üzerinde durduğumuz genetik haritalamayla önemli genler belirlenebilmekte, bu genler aktarılabilmekte, haritalar yardımıyla bu genler daha kolay takip edebilmektedir. Bu desteklerle normal olarak klasik ıslah metotlarıyla uzun yıllar alan çalışmalar daha kısa sürede yapılabilmektedir. Kantitatif karakterler daha çok gen tarafından kontrol edilen karakterlerdir. O nedenle de etkileri gen sayısına göre değişe bilir, çevre ile etkileşimleri önemlidir. Çok sayıda gen söz konusu olduğu için, özellikle klasik metotlarla çalışıldığı zaman başarı sınırlı kalmaktadır. Daha önce belirtilen metotların yardımıyla, kantitatif özellik lokus analizlerinin kullanılmasıyla başarılı sonuçlar alınmıştır. Bir çok üründe genetik haritalar geliştirilmiştir. Genetik haritalar karayolu haritalarına benzediğinden, karayollarındaki işaret levhalarının sürücüleri yönlendirdiği gibi kromozomlar üzerinde bulunan markörlerde genetikçi ve ıslahçıları istenilen bir gene ulaşılıp ulaşılmadığı veya geçilip geçilmediği konusunda yönlendirir. Genetik haritalar modern bitki ıslahçıları için önemli tarımsal özellikleri analiz etmekte, spesifik genlerin veya genomik bölgelerin çalışılmasında ve önemli genlerin klonlanmasında güçlü bir araç haline gelmişlerdir. Günüm üzde genetik haritalama hemen tamamıyla moleküler düzeye kaymıştır. Genetik markörler morfolojik, biyokimyasal (protein varyantları) ve moleküler (DNA düzeyinde) olmak üzere üç sınıfa ayrılırlar. Son zamanlarda çalışmalar çoğunlukla moleküler markörlerle yapılmaktadır. Her geçen gün daha ucuz, daha etkin markör teknikleri geliştirilmekte, bunlar vasıtasıyla seleksiyon amaçlı markörler geliştirilmekte ve kullanılmaktadır. 58 Yine, çok uzak bitkilerden farklı cinslerden hatta canlılardan, bakterilerden gen aktarmak istiyorsak, değişik metotlarla vardır. Elektroporasyon, mikro injection, bakteri yöntemi, partikül bombardıman yöntemi, vs. bu sahada kullanılan tekniklerdir. Bitki türüne veya cinsine göre bu yöntemlerin etkinlikleri farklı olabilmektedir. Partikül bombardıman sistemi en yaygın kullanılan sistemdir. Buraya kadar anlatılanlar özetlenirse: Önümüzde ciddi problemler bulunmaktadır. Ancak bunları aşmakta kullanabileceğimiz yöntemlere sahibiz. Önemli olan bunların etkin bir şekilde kullanılabilmesidir. Gerektiğinde işbirliği, kesinlikle değişik kesimlerin işbirliği içinde olması şartı vardır. Altyapı gereklidir. Bu alt yapıyı kullanacak eğitilmiş, devamlılığı sağlanmış beyinlere, çalışmaları destekleyecek sağlam kaynaklara, etkin denetimi sağlayacak kurumlara ihtiyaç vardır. Yani, sırf konuşan, boş şeyleri tartışan, konuyu sahiplenip üzerine gitmeyen bir sistem değil, üretkenliği mecbur kılan, insanları üretmeye mecbur bırakan bir sistemin geliştirilmesi mecburiyeti vardır. Bugün Tarım Bakanlığımızda, üniversitelerimizde, T EMA gibi örgütlerimizde bir altyapı, bir birikim var, bunların birçoğu atıl vaziyette durmaktadır. Kurumlarımız, çalışanlarımız, laboratuarlarımız atıl vaziyette duruyor. İnsanlar, kendi konularıyla değil de kendilerini ilgilendirmeyen konularla daha fazla ilgilenmeye başlamışlar. Hedef birliği yapmamızda fayda var. Planlı programlı çalışmak zorundayız. Çalışmaların , çok sıkı bir şekilde takip edilmesinde fayda var. Artık laf değil, iş üretme zamanı diyorum. Bu arada şunu da söylememde fayda var. Bireysel çalışmaktan çok birlikte çalışmak, ulusal düzeyde, uluslararası düzeyde çalışmak, artık, günümüzde kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Bunun yanında mevcut sistemimiz içinde hem araştırma kuruluşlarımızı, hem üniversitelerimizi, hem de yayım kuruluşlarımızı aktif, çalışır hale getirmemizde fayda var. Ayrıca, toplum düzeninin çok daha etkin bir şekilde yeniden yapılanmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. 59 KURAKLI ĞA KARŞI MERA YÖNETİ M SİSTEMLERİ NİN GELİŞTİRİLMESİ Dr. Lütfü T AHT ACIOĞLU T arım ve Köyişleri Bakanlığı Doğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Erzurum Ö ZET Yurdumuzun yaklaşık dörtte birini kaplayan meralar en büyük yenilenebilir doğal kaynaklarımızdan birisidir. Mülkiyeti devlete ve kollektif kullanım hakkı köy ve belediye tüzel kişiliklerine ait olan meralar, ne kendisinden faydalanan çiftçilerden ne de devletten hak ettikleri ilgiyi görebilmiş değillerdir. Bu ilgisizlik ve hor kullanım nedeniyle son elli yıl içerisinde büyük tahribata uğramışlardır. Yirminci yüzyılda yaşanan endüstriel devrim ile insan çevreyi kirletmeye başlamış ve bu kirlenme sonucu oluşan sera etkisi ve diğer etmenlerle küresel iklimde önemli değişiklikler olmuştur. Bu iklim değişikliklerinden biriside sıklıkla oluşmaya bağlayan kuraklıktır. İklim bilimciler küresel iklimdeki değişimin içinde bulunduğumuz yüzyılda çok daha hızlanacağı konusunda hem fikirdirler. Zaten kötü kullanım sonucu çevresel streslere dayanma gücünü önemli ölçüde yitirmiş olan meralarımızın, bir de kuraklık olgusuyla karşı karşıya kaldığında potansiyel erozyon alanı haline gelmeleri kaçınılmazdır. Bu olumsuz süreci durduracak, en azından etkilerini azaltacak alternatif bir çok teknik ve sosyo-ekonomik önlem vardır. Bu önlemlerin sahada uygulamasını sağlayacak yasal altyapı ve finansal destekte, çıkarılan mera kanunu ile oluşturulmuştur. Bu durumda, meralarımızın bu kötü gidişatına daha fazla seyirci kalmamak için, başta bu alanları kullanan çiftçiler olmak üzere devletimiz, gönüllü kuruluşlarımız ve ilgili tüm birimlerimizin katkıları ile akılcı ve uygulanabilir bir eylem planının hazırlanıp uygulamaya konulması gerekmektedir. GİRİŞ Dünyada olduğu gibi ülkemizde de çayır-meralar ülke toprakların yaklaşık %25’ ini kaplar. Meralar genelde 250-1000 mm yıllık yağışa ve 0-26 0 C ortalama sıcaklığa sahip iklim kuşağında yaygındırlar. Çayır–meralar iklim, toprak, türler arası rekabet ve doğal veya insan müdahaleleri arasındaki interaksiyoların bir sonucudur. İnsan beslenmesi açısından hayati bir öneme sahiptirler fakat aynı zamanda insanların yanlış kullanımına ve iklimsel streslere karşı hassas ve korumasızdırlar. Çayır-meralar ülkemizin en geniş yenilenebilir doğal kaynaklarından birisini oluşturmasına rağmen bu alanların idaresi ve geliştirilmesi asırların ihmaline uğramıştır. 1950’li yıllardan sonra artan nüfusa paralel olarak meraların yarıya yakını sürülerek tarla haline getirilmiş, yine bu dönemde giderek artan hayvan sayısı ile birlikte meralardaki otlatma yoğunlu ikiye katlanmıştır. Meralarımızdaki tahribatın ana unsurunu oluşturan bu süreç, bazı küçük de ğişimlerle günümüze kadar süre gelmiştir (Koç ve ark. 2000) . Bilinçsizce ve fırsatçı bir yaklaşımla kullanılan meralarımızın büyük bir çoğunluğu üzerindeki klimaks vejetasyonu ve buna bağlı olarak üretim potansiyellerini önemli ölçüde yitirmişlerdir. Artık alışkanlık haline getirdiğimiz bu kötü yönetim sistemlerine bir de iklim değişimleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan peryodik kuraklıklar eklenince, meralarımızın geleceği çıkarılan yasa ve oluşturulan kamu oyuna rağmen pek parlak gözükmemektedir. Ülkemizde meralar sadece yem kaynağı olarak değil çevresel etkileri bakımından da çok önemli bir konuma sahip olmasına ve bir çok birimin yeterli altyapı ve gelişmiş teknolojilerle donatılmasına rağmen, meralarımızdaki değişimi izleyecek ve buna göre amenajman stratejileri geliştirecek bir yaklaşımdan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle ülkemiz çayır-mera alanlarındaki değişimi izlemek, uygulanan idare sistemleri ve çevresel faktörlerin çayır-meralarımız üzerindeki etkilerini ortaya koyacak bilgi birikiminden yoksunuz. Çıkarılan Mera Kanunu ile birlikte geniş alanda bazı vejetasyon sürveyleri başlatılmış ise de bu çalışmalar henüz genel değerlendirmeler yapacak düzeye ulaşmamıştır. Bu şartlar altında iklim değişimleri ve kuraklığın çayır meralar üzerindeki etkileri irdelenirken büyük ölçüde bazı ülkelerde yapılan çalışmalardan yararlanılmıştır. 60 Dünya tarihsel olarak sürekli iklim değişimlerine uğramıştır. Fakat içinde bulunduğumuz yüzyılda iklim değişiminin katlanarak artacağı konusunda bilimsel bir konsensüs oluşmuştur. 2060 yılına kadar sıcaklığın 4-5Co aratacağı, CO2 yoğunluğunun 330 ppm den 555 ppm e çıkacağı varsayılmaktadır (Pittock, 1993). Beklenen iklim değişimi yalnızca sıcaklık artışı ile sınırlı kalmayacak, toplam yağış miktarı, yağışın dağılımı ve yağış yoğunluğu da de ğişime uğrayacaktır. İklimdeki dalgalanmalar meralar üzerinde çok büyük etkilere sebep olabilir, hatta bu dalgalanmalar ülkemizde olduğu gibi aşırı otlatma ve insan faktöründen kaynaklanan streslerle birleşince daha da vahim bir hal alabilir. Karbondioksit ve diğer sera gazlarının varlığı yeryüzü sıcaklığının muhafaza edilmesinde hayati bir öneme sahiptir. Bu gazların, özelliklede karbondioksit’in insan aktiviteleri sonucu nicelik olarak artması, iklim değişimi ve küresel ısınmanın gündeme gelmesine neden olmaktadır. Atmosferdeki karbondioksit düzeyi, küresel sıcaklık dengesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Karbondioksit güneşten gelen radyasyona karşı hemen tamamıyla geçirgendir fakat yeryüzünden atmosfere giden kızıl-ötesi ışınları absorbe eder. Uzaya gitmesi gereken bu ışınların atmosferde karbondioksit tarafından tutulması, yeryüzünde sıcaklığın artmasına neden olur ve bu süreç sera etkisi olarak tanımlanır. Fosil yakıtların giderek artan bir hızla tüketimi, ormanların bilinçsizce kesilmesi ve orman ve meraların sürülerek tarıma açılması karbondioksit konsantrasyonunun küresel atmosferde artmasına neden olan etmenlerdir. Bu trendin devam etmesi halinde 21. yüzyılın sonunda küresel karbondioksit yoğunluğunun iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir (Bolin et al.1986). Konsantrasyondaki bu artış ikliminin küresel boyutta değişeceği anlamına gelmektedir. Sera etkisi de bu de ğişimin bir parçasını oluşturmaktadır. T arımsal açıdan iklim değişiminin en önemli unsurunu, iklim sınırlarındaki değişim oluşturmaktadır. Yüksek parelellere, kutuplara doğru meydana gelen ısınma , orta parelellerde yaz döneminde toprak nemini azaltmaktadır. Giderek artan sera gazlarının mera vejetasyonu üzerindeki etkileri çok yönlüdür. 1. KARBONDİO KSİT YOĞUNLUĞUNUN MERA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Bitkilerin CO2 ‘e doğrudan rispons gösterdikleri bilindiğine göre, artan CO2 yoğunluğunun bireysel bitki gelişimine ve buna bağlı olarak eko-sistemdeki bitki kompozisyonuna etkilerini belirlemek önem kazanmaktadır. Araştırmalar bitki kompozisyonunun bir kaç yönden etkilenebileceğini göstermektedir. 1) Su Kullanımı : Araştırma sonuçları, yüksek CO2 konsantrasyonunun, bitki su tüketim etkinliğini, net fotosentezi, biomas üretimi ve verimi değiştirebildiğini göstermiştir. Yüksek CO2 ‘e bağlı olarak bitki su tüketim etkinliğinin arttığı fakat bu artışın zaman içerisinde bütün bitki düzeyinde dengelendiği belirlenmiştir. 2) Be sin Elementi Kullanımı : Yükselen CO2 ile birlikte C4 bitkilerinde, bitki besin elementi kullanım etkinliği artmaktadır. Bu durum topraktan besin elementlerinin alımının artması ve gübreden faydalanma oranının yükselmesi ile sonuçlanmaktadır. Bununla beraber, artan CO2 ile birlikte köklerdeki biomas birikimi artar ve bu süreç yaprakta biomasının ve yaprak alanının azalmasına sebep olur. Bir çok bitki türünde artan CO2 ile birlikte kök ağırlığının artığı ve gübreden faydalanma etkinliğinin artmasının kök miktarındaki bu artıştan kaynaklandığı ifade edilmiştir. 3) Tohum Tutma ve O lgunlaşma : Yüksek CO2 bitki yaprak sıcaklığını artırarak bitkide çiçeklenme fenolojisinin değişimine ve buna bağlı olarak tohum tutma ve olgunlaşmanın gecikmesine neden olmaktadır. Bu fenolojik değişim bitkilerin doğal polinatörlerinin etkilerinin azalması ve kısa bitki büyüme peryoduna sahip soğuk ve kurak bölgelerde bitkilerin tohum tutma oranlarının azalması ile sonuçlanabilir. 4) C/N Oranı : Yüksek CO2 konsantrasyonuna bağlı olarak bitkilerin kimyasal kompozisyonları değişime uğrayabilir. C/N oranı yükselen CO2 ile birlikte artar. Yüksek C/N oranında NH4 mineralizasyon oranı ve buna bağlı olarak bitkiye elverişli azot miktarı azalır. Bu durum bitki 61 sürgünlerinde kondanse tanin oranın artması ile sonuçlanabilir. Yine bu süreç, yaprak epidermisinin kalınlaşmasına ve yaprakta su içeriğinin azalmasına neden olur (Khair et al. 2001) Yukarıdaki bahsedilen unsurların bitki topluluklarında meydana getirdikleri küçük değişimlerin, habitatlar üzerindeki kollektif etkileri çok daha geniş kapsamlı olabilir. Yükselen CO2 düzeyine bağlı olarak değişen sıcaklık ve nem paterni, ekolojik habitatların sınırlarının değişmesi ve değişen çevre koşullarına uyum gösteremeyen bazı türlerin eko-sistemlerden yok olması ile sonuçlanabilir. T ürler daha serin bölgelere göç ederler. Bitkilerin birlik olarak göç etme ihtimalinden ziyade, yeni bitki topluluklarının oluşabileceği tahmin edilmektedir. Mesela, bu alanda yapılan bir çalışmada, endüstriyel devrimle birlikte artan atmosferik CO2 oranının, merada C3 ağaçsı türlerin C4 otsu türlerine dönüşmesinde ve odunsu ve otsu türler arasındaki dengenin değişmesinde itici bir role sahip olabileceği göstermiştir. . Uygun mera yönetim sistemleri, küresel karbondioksit artışını durduramaz, fakat uygun yönetimler mevcut bitki örtüsü ve üretiminin geliştirilmesini en azından muhafaza edilmesini sağlayarak karbon havuzunun genişlemesini ve buna bağlı olarak karbondioksit artış hızının düşürülmesini sağlayabilir (Khair et al. 2001). 2. KURAKLIĞIN MERA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Küresel iklim değişimlerinin sonuçlarından biriside kuraklıktır. Kuraklığın çeşitli tanımları vardır fakat kuraklığı nicelik olarak tanımlamak zordur. Kuraklık tanımları, meteorolojik gözlemler, tarımsal problemler, hidrolojik koşullar ve sosyo-ekonomik değerlendirmelere dayandırılır. Kuraklık genel anlamda, yağış miktarının ortalama değerin % 75’ine düştüğü dönem olarak tanımlanmıştır (Range Management,1989). Tarımsal açıdan kuraklık, düşük toprak neminin bitkide aşırı strese ve solmaya ve nihai olarak beklenenin altında tane ve ot verimine sebep olması olarak tanımlanabilir. Diğer tarımsal üretim sistemlerinde olduğu gibi, kuraklık kurak ve yarı kurak iklim kuşağında merada üretimi sınırlayan ve dejenerasyonu hızlandıran en önemli unsurdur. Kuraklık nispi olarak kısa bir dönem olduğu gibi yıllar süren uzun bir dönemi de kapsayabilir. Kuraklık bitkilerde canlılığı azaltır ve nihai olarak ölüme neden olur. Kurak bir yılda meradaki ot veriminin % 66 azaldığı belirlenmiştir. Meradaki ot üretiminin azalması kaçınılmaz olarak hayvansal üretime yansır. Hayvanlarda canlı ağırlık kaybı başlar, süt üretiminde belirgin düşüşler meydana gelir. Kurak peryodun uzaması halinde, hayvanlar tamamen sütten kesilir, ölümler başlar, hayvanların zayıf düşmesi ile hastalıkların yaygınlaştığı görülür. Hayvansal ürünlerin kalitesi düşer. 2.1. Kuraklığın Me rada Erozyona Etkisi Kurak ve yarı kurak meralarda kuraklığın sonucu erozyondur. Nemli ekolojilerde yağış, toprağı, su ve rüzgarın erosif enerjisinden koruyacak kadar doğal bitki örtüsünün gelişmesini sağlayacak yeterliliktedir. Halbuki, kurak ve yarı kurak ekolojilerde yağış böyle bir örtü için yeterli değildir ve büyük çaplı bir sediment taşınımı kaçınılmaz olur. Aslında, iyi bir mera örtüsü eğimli arazilerde erozyon riskini minimuma indiren bir özelliğe sahiptir. İyi bir bitki örtüsüne sahip merada yıllık toprak kaybı 0,012 ton ha-1 yıl-1 iken bu oran orman örtüsünde 0,12 ve pamukta 4.3 ton ha-1 yıl-1 olarak ölçülmüştür (Avcıoğlu ve Erekul,1996). Fakat bitki örtüsünü önemli ölçüde yitirmiş olan meralar erozyona karşı çok hassas hale gelirler. Kurak dönemlerde erozyon riski, aşırı otlatma sonucu mera vejetasyonun yok edilmesi ile ikiye katlanır. T oprağın kuru ve bitki örtüsünden yoksun olması rüzgar erozyonunun şiddetini artıran en önemli iki unsurdur. Kuraklığın ve aşırı otlatmanın etkisi ile rüzgara karşı savunmasız bırakılmış meralarda taşınma sadece sedimentle sınırlı kalmaz, bitki besin elementlerinin büyük bir bölümü de rüzgar erozyonu ile taşınmış olur. Yapılan çalışmalar taşınan besin elementi miktarının torakta kalının üç katına ulaştığını göstermiştir (Thomas and et al., 1999). Bizim ekolojimize benzerlik gösteren ABD meralarında 1 mm yıl-1 ‘lık (11 ton ha-1 yıl-1 ) erozyon kabul edilebilir bir oran olarak görülmektedir (Pimental et al.1995). Ülkemizdeki erozyon değerleri bir çok bölgede kabul edile bilir sınırın çok üzerinde seyretmektedir. Bu de ğerler T ortum’da 25, Fırat’ta 12, Kelkit’te 19 ve Dicle’de 11 ton ha-1 yıl-1 olarak ölçülmüştür (Avcıoğlu ve Erekul,1996). 62 Kabul edile bilir erozyon oranı toprak oluşumu ile yakından ilgilidir ve toprak oluşum oranı meralarda, işlenebilir arazilerden çok daha düşüktür. Uzun dönemde toprak derinliğinin kaybolması ve buna ba ğlı olarak toprağın su tutma kapasitesinin düşmesi göz önüne alınarak meralarda kabul edilebilir erozyon oranın sıfır olarak alınması önerilmektedir(Thomas and et al., 1999). Sürdürülebilir bir mera yönetimi temelde toprağın yerinde muhafazasına bağlıdır. Merada erozyon, bitki örtüsü, biyomas , bitki yoğunluğu gibi koruyucu unsurların bir fonksiyonu olarak ifade edilebilir. Bu nedenle, mera idaresinde vejetasyonun bu koruyucu unsurlarının “ Site Conservation Thresold- Alan Muhafaza Eşiği” (bu noktadan sonra vejetasyon toprağı yerinde tutamaz) nin altına düşürülmemesi gerekir (Thomas et al. 1999). Erozyonun şiddetli olduğu meralarda, toprak derinliğinin tedrici olarak azalması toprağın su tutma kapasitesinin düşmesine ve sonuç olarak, toprak neminin büyüme mevsimi boyunca bitkiler için yetersiz olduğu dönem ve sürelerin artmasına neden olur. Bu durumda, bu alanlar kuraklığa karşı giderek daha duyarlı hale gelirler, bitki örtüsünün muhafazası güçleşir ve erozyon riski artar. Gerçekte, çölleşme biyolojik üretim potansiyelinin azalması veya zarar görmesi olarak ta tarif edilmektedir. 2.2. Kuraklığın Üretime Etkisi Dünyada en geniş meralar 400 -500 kuzey paralellerinde yer alan step meralardır ve yağış meraların % 90’ında üretimi sınırlayan en önemli faktördür. Halbuki 60 0 -700 kuzey paralellerinde ise üretimi sınırlayan ana faktör sıcaklıktır. Bu analizler kurak ve yarı kurak iklim kuşağında, meradaki üretim açısından yağıştaki değişimin sıcaklık değişiminden çok daha önemli olduğunu ortaya koymaktadır. ABD’de yürütülen çalışmalar, kuraklığın eko-sistemdeki değişimi etkileyen birinci faktör olduğunu, otlatmanın bu ba ğlamda ikinci derecede bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur (Heitschmidt et al, 1998). Diğer üretim alanlarında olduğu gibi, çayır-meralarda da net primer üretimin küresel paterni, yıllık yağış, sıcaklık ve evopotransprasyonla ilişkilidir. Meralarda net üretimdeki varyasyon, özellikle nem yetersizliğinin üretimi sınırlayan ana etmen olduğu kurak bölgelerde, temel olarak yıllık yağış ile açıklanmaktadır. Biyomas (gr/m2) Yağış (mm) 100 80 Biy om a s 60 40 Ya ğ ış 20 . as .K ki . 01 . .E 08 . .E yl 25 . .E yl 10 25 .A ğ ğu u. . .A 10 25 .T em . . 10 .T em az . .H az 24 .H .M ay 10 24 .M ay 17 03 .M ay 0 Şekil 1. Erzurum meralarında biyomas üretiminin mevsimsel dağılımı ( Koç, 1991 den değiştirilerek). 63 Ülkemizin çok soğuk iklim koşullarına sahip Doğu Anadolu meralarında dahi bitki büyümesi için yağış sıcaklığa oranla çok daha büyük bir kısıtlayıcı faktördür. Sıcaklık açısından meralarda yaklaşık 6 aylık bir bitki büyüme peryodu söz konusu iken bu dönem yetersiz nem nedeniyle 2-3 ay ile sınırlı kalmaktadır. Yağışın miktarı kadar şüphesiz, yıl içerisindeki dağılımı da çayır-meralarda üretimi etkiyen çok önemli bir faktördür. Özellikle bitki büyümesi açısından kritik olan dönemlerde olaşacak kuraklığın daha sonra gelecek olan yağışlarla telafisi mümkün değildir. Bitki büyüme peryodu içerisindeki vejetasyon gelişmesi yağış rejimi ile çok yakından ilgilidir. Erzurum meralarında yapılan bir çalışmada, ilkbahar-yaz ve sonbahar kuraklıklarının toprak üstü biyomas üretimini ve bitkilerde sürgün verme oranını önemli ölçüde etkilediği fakat sonbahar kuraklığının verim üzerindeki etkisinin daha baskın olduğu saptanmıştır. Aylar bazında ise meradaki üretim en fazla Mayıs ayında meydana gelen kuraklıktan etkilenmiştir (Koç, 2001). 2.3. Kuraklığın Me ra Ve jetasyonu Üzerine Etkisi Küresel iklim ve çevre değişim tahminleri bir çok alandaki bilinmeyenler nedeniyle belirsizliğini korumaktadır. Değişimler kaydedilmiştir ve kaydedilmeğe da devam ediliyor fakat bu değişimlerin nedenleri anlama ve sonuçlarını tahmin etme becerimiz çok sınırlıdır. Her ne kadar, ekoloji bilimi geçen 30 yıl içerisinde kayda değer aşamalar kat etmiş ise de, elde e dilen sonuçlar, küresel değişimi anlamamızda çok az bir kullanıma sahiptir (Archer, 1993.) Vejetasyon ve iklim arasındaki ilişki, günümüzdeki vejetasyon ve iklim verileri arasındaki amprik korelasyonlardan elde edilmiştir. Primer net üretimin küresel paterni, yıllık yağış, sıcaklık ve evapotransprasyon verilerinden tahmin edilmektedir. Vejetasyon zonlarının dünyadaki dağılım haritası, yıllık sıcaklık ve yağışı baz alan iklim verileri ile ilişkilidir. Aynı şekilde, biyomas üretimi, toprak organik karbon içeriği gibi ekosistemin değişkenleri de yağış ve sıcaklık baz alınarak haritalanmaktadır. Sıcaklık, yağışla birlikte bitki büyüme peryodu uzunluğunu etkiyen en önemli iki faktörden biridir. Her 10 C ‘lik sıcaklık artışına paralel olarak mevcut bitki kompozisyonunun 200 m daha yüksek rakıma tırmandığı belirlenmiştir (Salinger and Porteous,1993). Nem yetersizliği meradaki üretim potansiyelini sınırladığı gibi türlerin adaptasyon sınırını da belirler. Nemli ve serin iklim kuşağında merada dominant türler çok yıllık buğdaygillerdir. Bu kuşakta artan sıcaklığa paralel olarak çok yılllık baklagillerin bitki kompozisyonundaki oranı artar. Yarı kurak iklim zonlarında, çok yıllık buğdaygil ve baklagillerin yanında bu familyaların tek yıllık türlerinin de kompozisyonda yer aldığı görülür. Kurak iklim kuşağında ise tek yıllık türler ve çalımsı bitkiler hakim duruma geçer. Yarı kurak iklim kuşağında uzun süren kurak dönemlerde mera yönetiminde gerekli düzenlemeler yapılmazsa tek yıllıkların hakimiyeti artmaya başlar. Kuraklığın etkisi meralarda sadece verim düşüklüğü ile sınırlı kalmaz, uzun süren kuraklıklar meralarda geçici veya sürekli vejetasyon değişimlerine neden olur. Meralarda özellikle yem değeri yüksek bitkilerin vejetasyondan çekilmesine veya tamamen yok olmasına neden olur. Kuraklığın uzun sürdüğü meralarda vejetasyondaki bitki türlerinin önemli oranda değiştiği gözlenmiş ve bu de ğişim doğal olarak negatif yönde seyretmiştir. Kuraklık, aşırı otlatma ile birleşince meralarda klimaks bitki türlerinin oranı hızla azalır ve buna bağlı olarak Mera Kalite Derecesini değiştirdiği bilinen bir olgudur. Klimaks bitkilerin merada azalması veya uzun süren kuraklık dönemlerinde vejetasyondan tamamen yok olması ile bu boşluk tek yıllık türler veya hayvanlar tarafından yenilmeyen zehirli istilacı bitkiler tarafından doldurulur. Meradaki insan baskısının sürdürülmesi ve kuraklığında bu sürece katkıda bulunması ile, istilacı türler dahi varlıklarını sürdüremeyebilirler . Bitki örtüsünü önemli ölçüde yitirmiş olan meralar yüzey yansımasını değiştirebilir ve bu dur um, teorik olarak düşük bulut oluşumuna ve buna bağlı olarak ta yağış miktarının azalmasına neden olabilir (Otterman, 1977). 3. KURAKLIĞA KARŞI MERA YÖ NETİM SİSTEMLERİNİN G ELİŞ TİRİLMESİ İşlenen tarım arazilerine oranla, suyun toprakta depolanmasını sağlayacak kültürel yöntemlerden pek azı meralarda uygulanabilir. Üstelik meralar oldukça eğimli arazilerde yer aldıkları için su muhafazası açısından büyük dezavantajlara sahiptir. Bununla beraber, farklı özelliklere sahip 64 onlarca türün aynı habitat çerisinde üretilmesi, meralarda suyun ve bitki besin elementlerinin daha etkin kullanılmasında, kuraklığa karşı dirençli türlerin geliştirilmesinde, mera yönetimi ile ilgili birimlere önemli alternatifler sağlar. 3.1. Hayvan Sayısının Dengelenmesi Topraküstü net üretim (g/m2) Meraların özel mülkiyete tabi olduğu veya en azından kullanım hakkının bireylere tahsis edildiği ülkelerde, kurak dönem veya yıllarda merada otlayan hayvan sayısının azaltılması en başta gelen mera amenajman sistemlerinden birisidir. Yıllık yağış miktarına bağlı olarak meralardaki ot üretiminin tahmin edilmesine yarayan bir çok model geliştirilmiştir. Bu modeller sayesinde meradaki üretim önceden tahmin edilerek , meradan faydalanacak hayvan sayısında bir düzenleme yapılabilmekte ve böylece kurak sezon veya yıllarda hem hayvanlar hem de mera için en az zararla atlatılabilmektedir. Kuraklığın geniş bölgeleri etkilediği dur umlarda bu uygulamanın, hayvan fiyatlarını olumsuz yönde etkileyerek üreticileri zor durumda bıraktığı da dikkate alınması gereken bir unsurdur. 400 B ö lg e sel M od e l 300 200 100 0 Zaman sal M o de l 0 250 500 Y a ğ ış ( m m ) Şekil 2. Değişik modeller kullanarak, yağışa bağlı olarak meradaki toprak üstü net üretimin tahmin edilmesi. Ülkemizde merada otlayacak hayvan sayısını, meranın taşıma kapasitesi değil, tedarik edilen kışlık yem miktarı belirler. Zaten bu durum, yıllardan beri meralarımızdaki tahribatın ana unsurunu oluşturmuştur. Bu nedenle, yem bitkileri üretiminin teşvik politikalarının, gerekli eğitim ve mera yönetim sitemleri ile desteklenmemesi halinde, meradaki baskının daha da artmasına neden olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Aşırı otlatma nedeniyle süratle dejenere olan meralarımızdaki gidişatı pek önemsemeyen çiftçilerimizin iklim değişimlerine paralel olarak hayvan sayısında bir düzenlemeye gitmelerini beklemek çok akılcı bir yaklaşım olamaz. Fakat meralarımızdaki hayvan sayısının azaltılmasının diğer bir yolu da hayvan kalitesinin, buna bağlı olarak birim hayvan başına verimin artırılarak sayının azaltılmasıdır. Irk ıslahı çalışmaları ile bu alanda ülkemizde önemli mesafeler alınmıştır. Ancak, geliştirilmiş melez ırklar ve kültür ırkları yerli hayvanlarımız kadar bu zor şartlara adaptasyon sağlayamamaktadırlar. Bu çalışmaların başarılı olabilmesi bu hayvanlar için geliştirilmiş mera yönetim sistemleri ile desteklenmesi gerekir. Örneğin, meranın üretimden düştüğü dönemlerde veya kurak peryotlarda ilave yemleme alışkanlığının kazandırılması gerekir. Mera kanunumuz,uzun yıllık verileri baz alarak, mera ünitelerinin otlatma kapasitesine göre, otlatma yoğunluğunun 65 belirlenmesini öngörmüştür. Peryodik olarak yaşanan kurak dönemlerde, otlatma yoğunluklarının yeniden düzenlenmesi, mera lehine daha esnek sistemlerin geliştirilmesi yararlı olacaktır. Kuraklığa karşı diğer bir önlem olarak, beklenmeyen kuraklıkların ve olumsuz çevre şartlarının etkilerini minimuma indirmek için meranın taşıma kapasitesi hesaplanırken, kurak ve yarı kurak iklim kuşaklarında meranın taşıma kapasitesinin minimum değerlerinin alınmasıdır. Böylece, yağışın normal ve yeterinden fazla olduğu yıllarda, mera kullanım etkinliği düşse de, merada kalan artıklar, meraların kendilerini yenilemesine katkı sağlayacak ve uzun dönemde mera taşıma kapasitesinin artmasını temin edecektir. Bu tür düzenlemelerin yapılabilmesi için mera kanuna sahada işlerlik kazandırmak bir ön koşuldur. 3.2. Mera Üzerinde Malç Tabakasının Oluşturulması Merada toprak neminin muhafazası açısından uygulanabilecek en etkili yöntemdir. Meralarda Otlatma Kapasitesi tayin edilirken, genel olarak üretilen otun % 50 si yararlanılabilir ot olarak hesaplanır ve geri kalan kısmın meranın kendini yenilemesi en azından mevcut durumunu sürdürebilmesi için toprak yüzeyinde bırakılması öngörülür. Merada bırakılacak otun yüzdesi ile o bölgedeki iklim koşulları arasında bir bağıntı kurularak, nemli bölgelerde otlatmadan bırakılacak oran % 30’lar düzeyine düşürülürken, kurak bölgelerin dejenere olmuş meralarında, vejetasyonun kendini yenileyebilmesi için bu oranın % 70’lere kadar çıkarılması önerilir. İşte merada bırakılan bu otlar, bir yandan meradaki bitki türlerinin bir sonraki sezonda yeniden sürmelerini sağlayacak büyüme noktası ve depo maddelerinin zarar görmemesini sağlarken diğer yandan, mera yüzeyinde doğal bir malç tabakası oluştururlar. Merada malç, toprak yüzeyini kaplayan ölü vejetatif materyal olarak tanımlanır ve üç kategoriye ayrılabilir. Birincisi hala bitki ile birlikte bulunan otlanmamış bitki artıklarıdır, ikincisi toprak yüzeyini kaplayan bitkiden ayrılmış vejetasyon artıklarıdır ve üçüncü olarak, toprağa kısmen veya tamamen karımış dekompoze olan ve toprak humusunu oluşturan bitki artıklarıdır. Bu üç malç tipi, merada kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak açısından hayati rol oynarlar. Ayakta duran bitki sap ve kalıntıları, akışa geçen yağmur ve kar sularının hızını yavaşlatır, dolayısıyla toprağın taşınmasına engel oluşturur. Toprak yüzeyini kaplayan bitki kalıntıları, yağmurun damla tesirini yumuşatır ve toprak partiküllerinin damla tesiri ile etrafa saçılmasına engel olur. Diğer yandan toprağı güneş ışığından izole ederek, mera yüzeyinden meydana gelen buharlaşmayı azaltır. Toprak parçacıklarını bir arada tutan humus ise bir yandan bitkiye besin elementi sağlarken, diğer yandan toprağın infiltrasyon kapasitesini ve nem muhafazasını düzenlemede hayati bir role sahip olan toprak strüktürünü oluşturur. Özetle malç toprakta ; infiltrasyon oranını, su tutma kapasitesini artırır, yağışın damla tesirini yumuşatır, evaporasyonu azaltır, yüzey akış hızını ve erozyonu düşürür ve bitkiler için bir bitki besin havuzu oluşturur (Molinar et al. 2001). Fakat ülkemizde olduğu gibi kapasitelerinin üzerinde otlatılan meralarda böyle bir malç örtüsünden söz etmek mümkün değildir. Bu dur um, meralarımızın kuraklığa karşı hassasiyetini bir kat daha artırmaktadır. Malç tabakasının oluşturulmasında en önemli etken, merada otlatma yoğunluğu ve taşıma kapasitesi arasında bir dengenin oluşturulmasıdır. Böyle bir dengeleme sürdür ülebilir bir yönetim ve üretim sistemi için de bir zorunluluktur. Mera kanunu ile getirilen en büyük yeniliklerden birisi, meraların taşıma kapasitelerinin belirlenmesi ve buna göre hayvan yoğunluğu ile otlatılmasıdır. Ülkemizde peryodik hale gelen kuraklıkların ve buna bağlı mera tahribatının önüne geçilebilmesi için bu yaptırımların sahada bir an önce uygulamaya konulması gerekir. 3.3.Su Hasat Yöntemle rinin Geliştirilmesi Yıllık yağışı çok düşük olan ve bütün toprak yüzeyinin bitki ile kaplanmasına olanak verecek bir vejetasyonu destekleyecek yeterlilikte olmayan meralarda, mera yüzeyinin tamamı yerine bir bölümünde üretim yapmayı hedefleyen teknikler geliştirilmiştir. Bu tür uygulamalar su hasat yöntemleri olarak tanımlanmaktadır. Bu yöntemlerde çıplak alana düşen yağmur suları uygulanan özel tekniklerle toplanarak merada mevcut veya sonradan ilave edilen bitkilerin çimlenmesi ve gelişmesi için kullanılmaktadır. Su hasat yöntemleri ile genelde uzun süren kurak peryotları derin kökleri vasıtasıyla tölere edebilen çalımsı yem bitkileri üretilmektedir. Çalımsı yem bitkilerinin 66 merada ekimini yapmak üzere özel mibzerler geliştirilmiştir. Bu özel mibzerler ile mera yüzeyinde yaklaşık 50 cm boy 20-30 cm genişliğe sahip kayık şeklinde bir çukur açılmakta ve yem bitkisi tohumları bu çukurların dibine yerleştirmektedir. Böylece bu alana düşen sular tohumun bulunduğu dip kısımda toplanmakta ve tohumun çimlenmesini sağlamaktadır. Çimlenmeden sonrada bu çukur etrafa düşen yağış sularını bitkinin kök bölgesinde toplayarak bitki gelişmesini sağlamaktadır. Bu yöntem yıllık 200 mm yağış alan çöl ikliminde dahi merada üretim yapma fırsatı vermektedir. Diğer bir su hasat yöntemi ise kontur karıklardır (tesviye eğrilerine paralel açılan karıklar). Bu yöntem eğimli meralarda uygulanır. Eğime dik olarak belli aralıklarla açılan karıklara çalımsı ve otsu bitkiler ekilir, iki karık arasına düşen ve yüzey akışa geçen yağmur ve kar suları bu karıklarda tutularak bitkiler tarafından kullanımı sağlanır. Bu karıklar üzerinde gelişen özellikle çalımsı bitki türleri merada kar hareketinin stabilizasyonu açısından da önemli rol oynarlar. Ülkemizde buna benzer uygulamalar vardır fakat bu uygulamalarla büyük yanlışlıklar da yapılmakta ve büyük iş makinaları ile eğime dik geniş teraslar yapılarak meradaki tahribat bir kat daha artırılmaktadır. Su hasat tekniklerinden gerekli verimin alınabilmesi için bu karıkların elle veya özel iş makineleri ile merayı fazla tahrip etmeden yapılması ve hızlı büyüyen çalımsı yem bitkilerinin kullanılması lazımdır. 3.4. Ve jetasyonun Su Kullanımım Etkinliğinin Artırılması Salsola vermiculata Robinia pseudacacia Kochia prostrata Haloxilon aphyllum Coronilla minima Atriplex halimus 10 Atriplex canescens 20 Acacia sallicina Yağış ve Sıcaklık 30 Acacia ligulata 40 Atriplex herba-alba İyi bir yönetim sisteminin tesis edildiği doğal meralarda vejetasyon yüzlerce bitki türünden oluşur. Erzurum meralarında yürütülen vejatasyon sörveyleinde 200’ün üzerinde tür tespit edilmiştir (T ahtacıoğlu, 2001). Doğal meralarda tür sayısının fazla olması arzulanan bir olaydır ve meranın tür zenginliği olarak ifade edilir. Bu durum mera bitkilerinin diğer tarla bitkilerine oranla toprak profilindeki nem ve besin elementlerini çok daha etkin kullanımını sağlar. Bu türlerin torak üstü ve toprak altı yapıları birbirlerinden oldukça farklılık gösterir. Aynı farklılığı bitkilerin büyüme dönemlerinde de görmek mümkündür. Bazı türler 5-10 cm kök derinliğine sahipken , bazılarında bu derinlik 10-15 m yi bulabilir. Günümüz deki mera yönetim sistemleri, farklı morfolojik yapıya sahip türlerin aynı mera üzerinde birleştirilmesini bir strateji olarak benimsenmektedir. Bu bitki kombinasyonları sadece otsu bitkilerle sınırlı değildir. Saçak köklü türler (buğdaygiller), kazık köklü türler (özellikle baklagiller) , çalımsı yem bitkileri ve ağaç türlerinin dengeli bir kombinasyonu ile oluşmuş meralar kurak ve yarı kurak iklim kuşağında ideal meralar olarak tanımlanabilir. 0 -1 0 -2 0 -3 0 T ürle r Şekil 3. Kurak bölgelerde mera ıslahında kullanılan çalımsı yem bitkisi türlerinin sıcaklık ve yağış limitleri (Le Houerou, 1998, den değiştirilerek). 67 Uzun kazık köke sahip türler, yeraltı suyundan yararlanırken, saçak köklü türler, toprağın çok az bir kısmını ıslatan yaz sağanaklarından faydalanabilirler. Derin köklere sahip çalımsı yem bitkileri, bu kökler sayesinde uzun süren kurak dönemleri zarar görmeden atlatabilirler. Aynı avantajdan yararlanan ağaç türleri, kurak dönemleri az zararla atlatırken aynı zamanda, sağladıkları gölgelik ortamlarla hayvanların sıcak ve kuraklık stresine dayanmalarını kolaylaştırırlar. Diğer yandan yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi çalımsı yem bitkileri çok kurak şartlara, ekstrem iklim koşullarına uyum gösterme yeteneğine sahiptirler. Bu bitkiler merada üretimin minimum olduğu yaz ve sonbahar döneminde hayvanlara yem kaynağı sağlayarak hem kurak dönemin etkisini azaltırlar hem de yeşil yem peryodunun uzamasını sağlayarak hayvansal verimlerin artırılmasına katkıda bulunurlar. Belli aralıklarla eğime dik olarak tesis edilen bu bitki şeritleri dejenere olmuş eğimli meralarda toprak ve su muhafazası açısından hayati bir öneme sahiptirler (Le Houerou, 1998). Büyük ölçüde tahribata uğramış kurak ve yarı kurak iklim kuşaklarındaki meralarda çok geniş uygulama alanı bulmuş olan bu ıslah metodları, ülkemizde daha çok yenidir. Ülkemiz meraların önemli bir bölümündeki tahribat, artık otsu bitkilerle ıslah edilme safhasını çoktan geçmiştir. Bu meraların ıslahında bu tür hazır teknolojilerin süratle uygulamaya konulması gerekmektedir. 3.5. Kuraklığa Dayanıklı Yem Bitkisi Çeşitle rinin Geliştirilme si Kuraklık oldukça kompleks bir olaydır; sadece kuru toprağı değil aynı zamanda yüksek evaporatif stres, yüksek sıcaklık, foto oksidasyon oluşumunu ve bitki besin elementlerinin alımını engelleyen yüksek radyasyon, mineral konsantrasyonların toprakta toksik düzeye ulaşması ve toprağın sertleşmesi gibi bir çok unsuru içerir. Kurağa dayanıklı bitkilerin bütün bu stresleri tolere etmesi gerekir. Genç hücrelerin genişlemesi için suya büyük ölçüde ihtiyaç duyulması nedeniyle bitkide yaprak büyümesi kuraklığa çok hassastır. Bu nedenle, yem bitkileri gibi yaprak aksamı yüksek olan bitkiler hafif kuraklıklardan dahi zarar görebilirler (Eagles et al., 1998). Kuraklığa dayanıklı çeşit geliştirme çalışmaları, yem bitkilerine oranla hububatta çok daha kapsamlıdır. Bu nedenle, kuraklığa karşı yem bitkileri ıslah programlarında hububatta yapılan çalışmalardan yararlanma yoluna gidilmesi akılcı bir yaklaşım olarak gözükebilir. Bununla beraber, bu iki konu arasında benzerlik göstermeyen bazı temel konular vardır. Birincisi, tahıllar tek yıllık olduğu halde, yem bitkileri çok yıllıktır tahıllarla benzerliği sadece ilk tesis yılı ile sınırlıdır ikincisi, yem bitkileri tahıllara oranla çok daha değişik bir kök yapısına sahiptirler üçüncüsü, tahıllarla ilgili ıslah çalışmaları, hasat indeksinin maniplasyonu yoluyla tane veriminin maksimuma ulaştırılması üzerinde yoğunlaşmıştır ve bu yaklaşım, tohum için üretim yapma dışında yem bitkileri ıslah hedefleri ile pek örtüşmez (Eagles et al. 1997). Çalışan eleman, ayrılan kaynak ve geliştirilen çeşit sayısı baz alındığında, ülkemizde yem bitkileri ıslah faaliyetlerinin en alt sıralarda yer aldığı ortaya çıkar. Bu yetersizlik içerisinde yürütülen ıslah çalışmalarında şüphesiz kuraklığa dayanıklılık önemli bir kriter olarak yer alır fakat spesifik olarak kurağa dayanıklı çeşit ıslahı programlarından bahsetmek mümkün değildir. Halbuki ülkemiz bir çok yem bitkisi türünün gen merkezi konumundadır ve bu alanda dünyada az rastlanılabilecek bir zenginliğe sahip olduğumuz söylenebilir. Çayır-meralarımızda, değişik amaçlar için kullanılabilecek, yılların doğal seleksiyonu ve ekolojik süksesyon sonucu günümüze kadar gelmiş, otlatma baskısına ve iklim streslerine dayanıklı, verim potansiyeli yüksek yüzlerce türden, ekotipten bahsetmek mümkündür. Fakat bu güne kadar bu zenginliğimizden gereği gibi yararlandığımız söylenemez. Islah çalışmaları, daha kolay olduğu için, genelde introdüksiyon materyali üzerinde yoğunlaşmış kendi gen kaynağımız yeterince değerlendirilmemiştir. Doğu Anadolu T arımsal Araştırma Enstitüsünde 10 yıl öncesinden başlatılan bir proje ile bölge genelinden toplanan yüzlerce yem bitkisi türü gözlem bahçelerinde değerlendirilmekte ve daha sonra bunlardan bir kısmı ileri ıslah kademelerine aktarılmaktadır. Bu çalışma sonucu 5 yeni yem bitkisi çeşidi tescil aşamasına getirilmiştir. Geliştirilen bu çeşitlerin, çayır ve meralarımıza adaptasyonu konusunda her hangi bir tereddüt yoktur. 68 Yine 2001 yılı içerisinde ülkesel bir yem bitkileri tohumluk üretim projesi hazırlanmıştır. Bu proje aynı zamanda ıslah çalışmalarını da kapsamaktadır. Projede yem bitkileri çeşit geliştirme çalışmaları üç kategoriye ayrılmıştır. 1. Tarla tarımı içerisindeki yem bitkisi üretim alanlarında yetiştirilecek, alternatif ürünlerle rekabet şansına sahip yem bitkisi çeşitlerinin geliştirilmesi. 2. Yurdumuz da gelecekte hayvancılığımızın entansifleşmesi ile yaygın bir uygulama alanı bulacağına inanılan yapay meralar için uygun yem bitkisi çeşit ve karışımlarının geliştirilmesi. 3. Ülkemizde çok geniş alanlar kaplayan doğal meraların rehabilitasyonunda kullanılacak iklim ve otlatma streslerine dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesidir. Araştırma enstitüleri ve bazı üniversitelerimiz ot üretimine yönelik olarak, özelikle tek yıllık yem bitkileri (fiğ çeşitleri) çeşit geliştirme konusunda azımsanmayacak mesafeler almışlardır. Fakat çok yıllık yem bitkileri ve doğal meraların ıslahında kullanılabilecek çeşitler konusunda çok büyük boşluklar vardır. 2000 yılı içerisinde revize edilen T arımsal Araştırma Mastır Planında yem bitkileri ülkesel öncelik açısından 4. sırayı almıştır. Bu öncelik sıralaması umut vericidir fakat T arım ve Köyişleri Bakanlığının araştırmaya ayırdığı kaynaklar çok sınırlı olduğu için yakın gelecekte arzulanan başarıyı yakalamamız mümkün değildir. Aynı olumsuzluklar üniversitelerimiz için de geçerlidir ve bu noksanlıklar bir an önce giderilmelidir. 3.6. Uygun Otlatma Sistemle rinin Geliştirilmesi Dünyada meraların doğal ve yapay streslere karşı korunmasını sağlayarak sürdürülebilir bir üretim sistemini tesis etmek üzere geliştirilmiş 100 den fazla otlatma modeli vardır. Ülkemizdeki mera yönetim biçimi ve ekolojik yapı bu modellerin uygulanabilirliğini sınırlamaktadır. Mera amenajmanında ilk kural meranın üretim kapasitesine paralel bir hayvan varlığı ve tipi ile otlatılmasıdır. Merada otlayan hayvan varlığı, meranın taşıma kapasitesinden fazla ise bu meranın dejenarasyonunu durduracak hiç bir yönetim modeli yoktur. Kapasiteleri üzerinde otlatılan meralar kuraklığa maruz kaldıklarında dejenerasyon süreci bir kaç kat daha hızlanır. Daha önce vurgulandığı gibi, ülkemiz meraları, kapasitelerinin yaklaşık 3 katı bir yoğunlukta otlatılmakta ve verim yıldan yıla düşmektedir. Halbuki, yapılan bazı araştırmalar iyi bir otlatma yönetiminin tesisi edildiği meralarda kuraklık, arzulanan türlerin kurak dönem sonrasında vejetasyon içerisindeki oranlarını artırarak meranın üretimine olumlu katkılar sağladığını da göstermiştir (Herbel and Pieper, 1991). Kuraklığın merada yarattığı sonuç sadece düşük biyomas üretimi ile sınırlı değildir, aynı zamanda kuraklık, mera topraklarının kompaktlaşmasına neden olarak, toprağın infiltrasyon kapasitesini düşürür, hayvan içme suyu kaynaklarının kurumasına ve böylece merada homojen bir otlamanın yapılmasını sınırlayarak, kalan su kaynakları civarındaki meraların aşırı baskı ile elden çıkmasına neden olur. Bir çok araştırma, hafif ve orta düzeyde otlatılan meralar arasında, infiltrasyon oranı ve toprak kaybı açısından önemli farklılıkların olmadığı, fakat ağır otlatmanın infiltrasyon oranını azalttığını ve şiddetli erozyona neden olduğunu ortaya koymuştur (Thurow, 1991). Normal bir yıl için hesaplanan orta düzeydeki bir otlatma yoğunluğu, kurak dönemde bitkilerin fizyolojik koşullarına bağlı olarak merada tahribata neden olabilir. Kurak periyot öncesi ağır otlatmaya bağlı olarak eğer vejetasyonun enerji rezervi düşmüş ise fizyolojik stresin sıklığı artar. Bu nedenle tarımsal kuraklığın şiddeti zayıf meralarda iyi meralara oranla çok daha fazladır 69 0 Su kaybı (cm) Toprak kaybı (t/ha) Ağır otlatma 1 Sürülmüş 2 Hafif otlatma 3 Otlatma yok 4 Eğim % 0-4 : 4-8 Orta otlatma 5 Yağış 25.8 cm Ç.Ağır otlatma 6 Şekil 3. Otlatma yoğunluğunun değişik eğimli meralarda su ve toprak kaybına etkisi Bu şartlarda, merada uygulanacak otlatma modelinin yıllık olarak düzenlenmesi çoğu zaman çözüm olmayabilir. Mera vejetasyonundaki değişimlere bağlı olarak otlatma yönetimi mevsim içerisinde yeniden gözden geçirilmelidir. Otlatma mevsiminde karşılaşılan kuraklığın mera üzerindeki olumsuz etkilerini elemine edecek onlarca otlatma modeli geliştirilmiştir. Bu modeller kuraklığa karşı, 1.Hayvanların meradan çekilmesi, 2. Merada hafif otlatma, 3. Yem takviyesi, 4. Hayvan sayısının azaltılması, 5. Merada bazı parsellerin otlatılmadan bırakılması gibi düzenlemeleri içerirler. Bu tür düzenlemelerin yapılmasını sağlayacak hukuki altyapı ülkemizde mevcuttur. Mera Kanunu bu uygulamalar için Mera Komisyonlarını ve Mera Yönetim Birimlerini yetkili kılmış olmasına rağmen bu tedbirlerin sahada uygulanma şansı yok denecek kadar azdır. Yıllık ve mevsimlik kuraklıklar, değişken topoğrafik yapı nedeniyle bölgesel olmaktan çok lokal olabilir. Bu da meraların çok yakından ve uzman ekiplerce izlenme zorunluluğunu getirir. Fakat, ne yazık ki ülkemiz, böyle bir altyapı ve deneyimden yoksundur. Bu önlemler arasında halihazırda uygulamaya en yakın olanı 5. madde konu edilen merada bazı alanların otlatılmayarak her hangi bir kuraklık olgusunda bu dönemde otlatılmasıdır. Ülkemiz meraları gibi aşırı düzeyde dejenere olmuş meralar için geliştirilen otlatma modellerinden dinlendirme, basit ve ucuz olması nedeniyle en fazla uygulama alanı bulmuş yöntemlerden birisidir. Ülkemizde bir çok köyde başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Bu yöntemde mera bir kaç otlatma parseline ayrılmakta ve bu parsellerden biri veya bir kaçı dönüşümlü olarak, o alanda bitkilerin tohum tutmasını ve böylece meranın kendini yenilemesini sağlamak üzere otlatılmadan bırakılmaktadır. Bu tür yönetim sistemlerinin yaygınlaştırılması ile aniden gelen kurak peryotlarda bu rezerv alanlar kullanılarak kuraklık riski asgariye indirilebilir. Mera üzerinde otlatmanın düzenlenmesi çok kısa süre içerisinde etkilerini göstermeye başlar. Merada kaplılık oranı, tür zenginliği ve arzulanan türlerin oranı artar. Mikroorganizma faaliyeti hızlanır, mera bitkilerinin tozlaşmasında etkin rol oynayan faunadaki tür ve yoğunluk artar yaban hayatı canlanır. Bu süreç içerisinde meradaki erozyon riski minimuma iner, mera kuraklık ve diğer çevresel streslere karşı dayanma gücü kazanır. Merada artan ot üretimi ve kalitesine bağlı olarak hayvansal verimler artar ve nihai olarak meraları kullanan insanların refah düzeyleri yükselir. 3.7. Kar Örtüsünün İdare si Meralar genelde yüksek bölgelerde yer aldıkları için yıllık yağışın önemli bir kısmı kar olarak düşer. Bu nedenle meralarda kuraklığa karşı alınacak önlemler arasında kar idaresi de önemli bir yer 70 tutar. Kar örtüsünün, merada su yönetimine çok yönlü etkileri vardır. Kar örtüsü kış döneminde toprak evaporasyonunu büyük ölçüde azaltarak su kaybını önler. Kışın kar örtüsüz meralarda don derinliği artar ve ilkbaharda donlar çözülmeden düşen yağışlar ve kar suları toprağa infiltre olmadan yüzey akışa geçerek hem meradan su kaybına hem de erozyona neden olurlar. Kar rakıma bağlı olarak yavaş yavaş eridiği için mera bitkilerinin kar suyundan faydalanma süresi uzar, böylece geç dönemde gelen kuraklığın etkisi azaltılmış olur. Kar örtüsü toprak kök derinliğindeki sıcaklığın aşırı derecede düşmesini önleyerek bir çok bitki türünün sert iklim koşullarına adaptasyonunu sağlar. Yine kar insanları, merayı bir anlamda rotasyonlu otlatmaya yönlendirir. Kar yağışının fazla olduğu meralarda kar, otlatma döneminin başlangıç ve bitiş tarihini belirleyen en önemli unsurdur. Bütün bu avantajlardan yararlanabilmek için, karın mera üzerinde homojen dağılımını sağlamak ve sıcak havalarda eriyerek hızla yüzey akışa geçmesini önlemek üzere, meraya uygun yönetim sistemlerinin geliştirilmesi gerekir. Karın mera üzerinde dağılımını belirleyen en önemli etken rüzgardır. Rüz gar sırt kısımlardaki karı alıp, çukurlarda ve vadilerde biriktirir. Dere içlerinde biriken kardan bitkiler fazla yararlanamadan, akarsulara karışarak meradan uzaklaşır. Merada karın dağılımını ve muhafazasını sağlayacak en önemli enstruman, meradaki bitki örtüsü ve malç tabakasıdır. Daha öncede vurgulandığı gibi mera üzerinde ot, çalımsı ve ağaç türlerinin iyi bir kombinasyonu ile kar hareketi önemli ölçüde durdur ulabilir. Yem amaçlı ekilen çalımsı türlerle rüzgarın esiş yönüne dik olarak merada şeritler tesis edilirse bu şeritler kışın kar yazın ise toprağın yerinde tutulmasında çok etkin rol oynayabilirler. Yine mera yönetiminin bir gereği olarak, merada üretilen otun en az yarısı merada otlatılmadan bırakılırsa, oluşan bu malç ve kalıntılar karın yer değiştirmesine önemli ölçüde engel olabilir. 3.8. Yabancı Ot Kontrolü Meradaki bitki türlerinin yabancı ot olarak nitelendirilmesi göreceli bir kavramdır. Nemli iklim kuşağında yer alan mera ve otlaklarda yabancı ot olarak kabul edilen bir çok tür, kurak ve yarı kurak iklim kuşağında arzulanan tür olarak nitelendirilebilir. Yine bitki türlerinin bir kısmı her koşulda yabancı ot iken, bazıları ancak belirli miktarları geçince yabancı ot olarak kabul edilirler. Bu nedenle, meradaki yabancı ot türlerini kesin çizgilerle ayırmak pek doğru değildir. Diğer yandan, mera vejatasyonundaki bazı türler yem kaynağı olarak bir işleve sahip olmasalar dahi toprak ve su muhafazası, azot fiksasyonu açısından önemli katkılar sağlayabilirler. Örneğin dikenli gevenlerden hayvanlar yem olarak faydalanamazlar ve bu bitkilerin yaygın olarak görülmesi o meranın aşırı baskı altında olduğunun bir göstergesidir. Mera bilimcileri gevenleri “ doğanın son savunma mekanizması” olarak nitelendirmişlerdir. Bu nedenle, zayıf meralarda geven ve benzeri bitkilerin yabancı ot olarak algılanıp yok edilmesi, çok acı sonuçlar doğurabilir. Fakat, mera vejetasyonunda bulunan, toprak ve su muhafazası açısından olumlu bir katkıları olmadığı gibi, torak neminin kullanımında arzulanan türlerle rekabete giren bitkilerin yok edilmesi de kuraklığa karşı önerilen bir yöntemdir. Bu tür bitkileri; 1. Zehirli bitkiler 2. Dikenli türler 3. Kokulu bitkiler ve 4. Lezzetsiz türler olarak sınıflamak mümkündür (Gökkuş ve ark.1993). Zehirli bitkilerin zararları sadece toprak neminin tüketilmesi ile sınırlı kalmaz. Özellikle kurak dönemlerde merada otlayan hayvanlar yiyecek başka bir şey bulamadıkları zaman zehirli bitkileri yemek zorunda kalırlar. Bu durum merada hayvan ölümlerine neden olur. Kurak dönemde hayvan ölümlerinin artmasında rol oynayan faktörlerden biriside zehirli bitkilerdir. Merada zehirli bitkileri kontrol altına almanın, mekanik mücadele, biyolojik mücadele, otlatma, ilaçlama ve yakma gibi bir çok yöntemi vardır. Fakat genel anlamda, en ucuz ve etkili yöntem, merada otlatma yönetiminin düzenlenmesi ile aşırı ve düzensiz otlatmadan kaçınılarak bu bitkilerin hakim duruma geçmesinin engellenmesidir. 3.9. Merada Kuraklığa Karşı Hüküme tle rin Ve Kullanıcıların Sorumlulukları Kuraklık iklimin doğal bir parçasıdır ve oluşumu kaçınılmazdır ve her zaman beklenmelidir. Gerekli önlemleri zamanında almak için, kuraklığın tahmin edilme zorluğunu mazeret olarak ileri sürmek mera yöneticileri olarak beceriksizliğimizi ortaya koyar. Meralarımızı yüksek erozyon riski ile karşı karşıya bırakarak, kuraklığı günah keçisi olarak kullanmak mera amenajmanı konusundaki başarısızlığımızı haklı gösteremez. Karar vericilerin ve merayı kullananların kuraklığı doğal bir afet 71 olarak görmek istemelerinin nedeni, eğer kuraklığı olağan bir olay olarak kabul ederlerse, doğal olarak kuraklığa karşı tedbirler geliştirme zorunluluğunda kalacaklarındandır. Bu sorumlulukları kabullenmek güçtür. Çünkü, kuraklığa karşı geliştirilecek önlemlerin maliyeti bellidir ve bugün için ihtiyaç duyulmaktadır, halbuki, kuraklığın neden olabileceği degredasyonun maliyeti açık değildir ve ileride ortaya çıkacaktır (Thomas, 1999). Meralar ülkemizde özel mülkiyete tabi olmadıkları için afet kapsamında değillerdir. Bu alanda yaşanan kuraklıkların düşük hayvansal verim ve hayvan ölümleri ile meydana getirdiği kayıplar çoğu zaman tarla tarımından yüksektir. Fakat bu bedeli çiftçilerin kendilerinin ödemesinden başka çareleri yoktur. Bu nedenle, merada yem üretimini ve hasat etkinliğini maksimuma çıkarmayı hedefleyen bir stratejiden çok, iklim ve ekonomik risklerin minimize edildiği bir yaklaşım daha tutarlıdır. Mera kanunu, verilecek olan otlatma hakkına karşılık, meradan faydalananların bir bedel ödemesini öngörmüştür. Meraların tespit, tahdit ve tahsis işlemleri tamamlanamadığından henüz ücret alma aşamasına gelinememiştir. Bu işlemler bitirilse dahi, hükümetlerin politik kaygılarla bu ücretleri toplamalarının biraz zor olacağı konusunda endişeler vardır. Küçükte olsa merayı kullananların bu alanların iyileştirilmesine katkıda bulunmaları mera yönetim bilincinin oluşmasına yardımcı olacaktır. Hükümetlerin, çiftçilerle işbirliği halinde mera için kanunda öngörülen kaynakların bir kısmı ile mera risk yönetim planları geliştirmesi ve uygulamaya koyması bu doğal kaynaklarımızdaki tahribatı durdurmak açısından bir zorunluluk halini almıştır. 4.KAYNAKLAR Archer, S. 1993. Climate change and grasslands: a life zone and biota perspective. Proc. XVII Int.l Grassland Cong. 13-16 February; p.1061-1067, Palmerston North, New Zealand. Avcıoğlu, R. ve O. Erekul. 1996. Erozyon ve çayır mera vejetasyonları. T ürkiye 3. Çayır Mera ve Yem Bitkileri Kongresi. 17-19 Haziran, Erzurum, s. 43-50 Bolin, b., B.R.Doos, J.Jagar and R.A. Warrick. 1986. T he greenhouse effect, climatic change and ecosystems. John Wiley and Sons, Chichester, England. Eagles, C.F., H. T homas, F. Volaire and C.J. Howarth, 1997. Stress physiology and crop improvement. Proc. XVIII Inter. Grassland Cong. June 8-19 Winnipeg, Manitoba and Saskatoon, Saskatchewan, p.141-149 Gökkuş, A., A. Koç ve B. Çomaklı. 1993. Çayır-Mera Uygulama Klavuzu. Atatürk Üniversitesi, Zir. Fakültesi Yayınları, No: 142, Erzurum. s. 157 Heitschmidt, R.K., M.R. Haferkamp, M.G.Karl and A.L. Hild. 1998. Drought and Grazing : Effects on quantity of forage produced. J. Range Manage.52:440-446. Herbel, C.H. and R.D. Pieper, 1991. Grazing management. SemiaridLands and Deserts; Soil Resource and Reclamation. Ed. J. Skujins, Marcel Dekker, Inc. New York., p. 361-385 Khair M., J. El Shatnawi and T . Ksiksi. 2001. How might global warmingand the greenhouse effect impact rangelands? Rangelands 23(4) : 24-26 Koç, A., T. Öztaş ve L. T ahtacıoğlu, 2000. Rangeland livestock interaction in our nar history, problems and recommendations. Proceedings of International Symposium on Desertification. 13-17 June, Konya/T urkey. P. 293-298 Koç, A. 2001. Autumn and spring drought periods affect vegetation on high elevation rangelands of T urkey. . J. Range Manage.54:622-627. Le Houerou H. N. 1998. Utilisation of multypurpose fodder trees and shrubs in the arid and semi-arid Mediterranean Zones of West Asia and North Africa: an overview. Fodder Shrubs : T heir role in Mediterranean Arid and Semi-Arid Land Development and Environmental Conservation Course, 28 Sept. – 9 Octo. Rabat, Morocco, p 51. Molinar, F., D.Galt and J. Holechek 2001. Managing for mulch. Rangelands 23(4) : 3-6 Otterman, J. 1977. Anthropogenic impact on the albedo of the erth. Climatic Change. 1:2. Pimental, D., C. Harvey, P. Resosudermo, K. Sinclair, D. Kurz, M. Mc Nair , S. Crist and R.Blair. 1995. Environmental and economic costs of soil erosion and conservation benefits. Sci. 267:1117-1122. 72 Pittock, A.B. 1993. A climate change perspective on grasslands. . Proc. XVII Int.l Grassland Cong. 13-16 February; p.1061-1067, Palmerston North, New Zealand. Salinger, M.J. and A. S. Porteous1993. Climate change and variability: impacts on New Zealand pasture. Proceedings of the XVII International Grassland Congress. 13-16 February; p.10751077, Palmerston North, New Zealand. T ahtacıoğlu, L. 2001. Uzaktan Algılama ve Coğrafik Bilgi Sistemleri (CBS) Kullanılarak, Doğu Anadolu Meralarının Sınıflandırılması, Islaha Muhtaç Alanların Belirlenmesi, Erozyon Risk Haritalarının Çıkarılması ve Uygun Rehabilitasyon Yöntemlerinin Geliştirilmesi Projesi. (basılmamış) Thomas, L.T. and C.A. T aylor, 1999. Viewpoint: The role of drougth in range management. J. Range Manage.52:(5) 413-419. Thurow, T .L. 1991. Grazing management : An ecological perspective. T imber Press. Portland, Ore. 73 ORTA ANADOLU’DA KURAKLIK ŞARTLARINDA YETİŞTİRME STRATEJİLERİ Muzaffer AVCI T arım ve Köyişleri Bakanlığı T arla Bitkileri Araştırma Enstitüsü, Ankara 1. KURAK, KURAKLIK TANIMLARI Kuraklık üründe yaygın zararlara ve verimde kayba yol açan uzun süreli yağış eksikliği olarak tanımlanmaktadır. Kuraklık, disipliner olarak meteorolojik, tarımsal, hidrolojik ve sosyal olarak irdelenebilir. Pratikte kuraklık, yağış sapmaları, yağışların başlangıç ve bitim tarihi, şiddeti, sıklığı, ihtimalleri, toprak suyu ve bitki gelişimini içine alır. İklim bilindiği gibi bir yörenin hava olaylarının uzun yıllar ortalaması olarak tanımlanmaktadır. Kurak iklim denildiğinde anlaşılması gerekli olan şey kurak yörede suyun (yağış+toprak) bitki yetiştirilmesi için yeterli olmadığı anlamını taşımaktadır. Kurak bölgelerde ürün yetiştirilebilmesi için sulama gerekmektedir. Yarı kurak bölgelerde ise ancak bazı teknik önlemlerle (nadas, sulama, ürün seçimi vs.) ancak başarılı bir üretim yapılabilmektedir. 2. BÖ LGEMİZDE KURAKLIK VE ETKİLEYEN FAKTÖ RLER Ülkemizde kuraklık daima var olmuş, ancak şiddeti yıldan yıla değişmiştir. Bu de ğişimde etkin olan unsurlar, ekim öncesi toprak nemi, yağışın dağılışı ve değişimi (yıl içi ve yıllar arası) kuraklığın bitki gelişme dönemleri geliş biçimi, toprak yapısı, eğim ve topoğrafik durumudur. Eğer toprakta yetiştirme dönemi başında solma noktası civarında nem varsa kuraklık martın il haftasında başlamakta ve toprak nemi mayıs sonunda tükenmektedir. Eğer solma noktasının 50 mm altında bir su ile mevsime başlanmışsa kuraklık Şubat ortasında başlamakta ve nem mart sonunda bitmektedir.(Şekil 1) 200 180 160 140 120 y a ğ ış , m m P ET , m m t o p ra k su yu (SN ), m m PET S N- 5 0 m m 100 80 SN yağış 60 40 SN50 20 0 ek im k as ım aralık oc ak ş ubat m art ni s an m ay ıs haz iran tem m uz Şekil1. Ankara’da yağış, toprak suyu ve bitki su tüketimi ilişkileri. Yıllık yağış bölgemizde 300 – 400 mm (% 80 – 90) arasında değişim göstermektedir. Bu durum çoğu illerimizde aynı oranda ortaya çıkmaktadır. (Şekil 2 ) 74 644 640 557 502 418 386 335 247 225 195 Konya Ankara 402 Sivas Uzun yıl ort Max. 229 Çankırı Min. Şekil 2. Bazı illerimizde ortalama en fazla ve an az yıllık yağış miktarları. Yağışın yıl içinde da ğılımı da farklılık göstermekte aynı miktar yıllık yağışın mevsim ve aylara dağılışı büyük ölçüde değişmektedir. (Şekil 3 ). Ocak Mart May T em Eyl Kas Şekil 4. Ankara’da aynı miktar yıllık yağışın aylara dağılışı. Kuraklık her dönemde gelse bile buğdayın gelişme dönemlerinden hangisi ile çakışacağı etkisi açısından büyük önem arz etmektedir. Eğer su tüketiminin doruğa çıktığı mayıs ve haziran aylarına rastlarsa kuraklığın şiddetinin çok fazla olacağı aşikardır. Yağış ihtimalleri (günlük veya aylık) kuraklık beklentisi ve tarımsal uygulamalar açısından önemlidir. Örneğin Ankara’da Eylül’de çıkışa yetebilecek kadar (30 mm) yağış alma ihtimali %20 iken Kasımda çıkışa yetecek yağış (20 mm) alma ihtimali %64 olmaktadır. Gelen yağışları toplayıp saklayan ve bitki kullanımına sunan kaynak olarak toprak kuraklığın oluşumu ve şiddetinde belirgin bir rol oynar. Toprağın su tutma kapasitesi, toprak derinliği, tekstür, organik madde kapsamı, eğim ve su miktarı iletkenliği, kapasitesi ve hızı tarafından belirlenmektedir. Fazla tarla kapasitesi killi,killi tınlı, siltli killi tınlı toprakta iken, en fazla yarayışlı su siltli tın ve kumlu killi tınlı toprakta oluşmaktadır.(Çizelge 1). 75 En az su tutan topraklar kumlu topraklardır. Şu halde gelen 1 m kalınlığında olan bir toprağa gelen yağış 300 mm ise kumlu topraklarda bunun en fazla %75 ‘i toprakta tutulabilir ve %45’i yararlı iken, tınlı topraklarda hepsi toprakta tutulmakta ve %55’i yararlı olmaktadır. Böylece tekstür kuraklık şartlarında önemli rol almaktadır. Çizelge 1. Farklı testürdeki toprakların 1 m Te kstür Kum Kumlu tın ince kumlu tın Tın siltli tın Kumlu killi tın killi tın siltli killi tın kil derinlikte tarla kapasitesi ve yarayışlı su miktarları Tarla Kapasitesi Yarayışlı Su 100 75 158 133 208 142 267 167 292 175 308 175 317 167 317 142 325 125 T ürkiye topraklarının derinlik durumuna baktığımızda hiç de iç açıcı olmayan bir durumla karşılaşmaktayız. T opraklarımızın %67’si sığ veya çok sığdır.(Çizelge 2 ) Orta ve derin topraklarımız tüm topraklarımızın %25’ini oluşturmaktadır. Sığ topraklar gelen yağışları depolayamadıklarından ya yüzey akış yada derine sızma şeklinde su kaybına neden olurlar Çizelge 2. T ürkiye topraklarının derinlik durumu Derinlik grubu Kapladığı alan (Cm) (ha) (%) 0-20 (Çok az) 20-50 (Sığ) 50-90 (Orta Derin) 90+ (Derin) 28.908.455 23.696.973 9.299.614 11.108.114 37.2 30.5 11.9 14.5 Eğim durumu 0 ile 6 arasında olan topraklarımız tüm toprakların % 21.6’sını oluşturmaktadır. Topraklarımızın eğim durumu da derinlik gibi arzu edilmeyen bir durumdadır. (Çizelge 3 ) Çizelge 3. T ürkiye topraklarının eğim durumu Eğim Grubu Eğim Kapladığı Alan % ha % Düz Hafif Orta 0-2 2-6 6-12 9.178.404 8.039.452 10.596.581 11.30 10.33 13.62 Dik Çok Dik Sarp 12-20 20-30 30+ 11.478.394 13.394.964 10.483.292 14.75 17.22 13.48 76 Şekil 5. Çankırı’da dik arazide yetiştirilen ayçiçeği Topraklarımız tekstür olarak su tutma ve tarım açısından bir sorun arz etmemekte çoğu topraklarımız tınlı ve killi tınlı bir tekstürdedir (%92)(Şekil 6 ). kil 5% killi tın 42% Ağır kil 0% kum 3% tın 50% Şekil 6. T ürkiye topraklarının tekstür dağılımı. Organik madde açısından %87 toprağımız çok fakir durumdadır(Şekil 7). Böylece organik madde azlığı su tutma ve yarayışlı su seviyesi bakımından yetersizlik nedeniyle kuraklığın şiddetini artırıcı bir rol oynamaktadır. 77 %2-3 23% %3-4 8% %1-2 43% >%4 5% <%1 21% Şekil 7. T opraklarımızın Organik madde kapsamı Yağış şiddetleri, Orta Anadolu’da her 5 yılda bir erosif yağış olabileceğini göstermektedir Eğimle birleştiğinde bu yağışlar korkunç erozyona sebep olmaktadır. Ülkemizde toprakların %25’inde hafif, %20’sinde Orta şiddette olmak üzere su erozyonu hüküm sürmektedir. Kalan topraklarımız ise şiddetli ve çok şiddetli erozyon altındadır.(Çizelge 4). Çizelge 4. T opraklarımızda hüküm süren su erozyonu alan ve şiddetleri. Şiddeti alan(ha) hafif (< 25 % üst+0 % alt toprak taşınmış) 19,5 Orta (25-75 %+0%) 15,6 Şiddetli (100 %+50% ) 28,3 36,4 Çok şiddetli (100%+ >50% ) 13,2 Toplam 76,7 100 % 25,1 20,0 17,0 Ülkemizde 5 milyon hektar arazi (VI veVII. Sınıf) ziraatce kullanılmaması gerekirken ekilip sürülmektedir.16 milyon hektar alanda ise hiçbir koruma önlemi alınmadan işleniyor. Aşırı otlatma ağaç kesimi toplam alanın % 60’ını oluşturmaktadır. Özetle; 1- Yağışlar kararsız ve düzensiz. Yıl içi ve yıllar arası değişim çok fazla, 2- Yağışlar yetersiz ve erosif, 3- Topraklarımız tekstür dışında su ilişkileri olarak uygun değil(yüzlek, eğimli, organik maddece fakir..) 4. Uygun olmayan arazi kullanımı oldukça yaygın. Bölgemiz (Orta Anadolu) Yarı-kurak bir bölge olarak tanımlanmaktadır. Bu şartlarda kuraklık farklı büyüklüklerde olsa yaşanmakta hatta bazı yıllar yaşanmamaktadır. Şu halde konumuz Yarı kurak bir bölge olan ülkemizde kuraklık şartlarında yapılması gereken yetiştirme teknikleri olacaktır. Diğer taraftan bölgede uzun yıllardan beri yapılan çalışmalar doğal olarak zaten kuraklık tesirlerini azaltmaya yönelik olarak gelişmiştir. Şimdi bu sistemi inceleyelim. 3. NADAS-TAHIL EKİM NÖ BETİNDE BUGÜNE KADAR O LUŞTURULMUŞ SİSTEM AVANTAJLAR VE DEZAVANTAJLAR Uzun yıllar yapılan araştırmalar ve son yıllarda ekim nöbetinde yapılan 15 yıllık çalışma Nadas/Buğday ve Buğday/Buğday sisteminde elde edilen ürün toplamı aynı seviyede olmakta, verim olarak Nadas/Buğday sisteminde hangi verim düzeyinde olursa olsun Buğday/Buğday sistemimin iki katı olarak gerçekleşmiştir (Şekil 8). Bu durum ekim öncesi toprakta biriktirilen suyun farklılığı ile 78 rahatlıkla açıklanabilmektedir. Nadas/Buğday sisteminde 0,4 mm/cm (=120 cm de 50 mm) daha fazla biriktirilmektedir. Bu da verime yansımaktadır. Suyun toprak profilindeki değişimine baktığımızda da görülen her yıl tahıl ekiminde toprakta solma noktasının %25 kadar daha düşük olurken Nadas/Buğday da solma noktasında toprak nemi bulunmaktadır. 550 450 350 250 150 9 97 6 (g ü 98 n) (g ün ) 95 94 93 92 91 90 89 88 87 86 85 84 83 50 Şekil 8. Orta Anadolu’da Nadastan sonra ve anıza ekilen buğdaydan elde edilen verimler Bütün bu sonuçlar bölgede nadas yapmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nadas bir gereklilik olarak düşünülüyorsa nadasın etkinliği nasıl artırılabilir. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri çalışmalar bu amaca yönelmiştir. 3.1.Nadasın Etkinliğinin Artırılması Bunun için Strateji nedir ? Strateji iki yönde çalışmaktadır. 1- Yağışlı dönemde azami su biriktirme Bunun için toprağın su tutma kapasitesini ve geçirgenliğini artırmak gerekmektedir. 2- Kurak dönemde topraktan su kaybını engelleme, Malç katmanı oluşturma, malçın cinsi, kalınlığı, oluşturma zamanı vs. İlk amacı gerçekleştirmek için gerekli olan toprak işleme aracının soklu pulluk olduğu ve sonbahar pulluk sürümünün gereksiz olduğu ortaya çıkmıştır. Eskişehir’de 18 yıllık araştırmalar da aynı sonuca ulaşmış, çiftçi şartlarındaki deneme ve demonstrasyonlar da bunu doğr ulamış ve çiftçi de bu aracı yaygın olarak kullanmaktadır. İlkbaharda toprağın ne zaman sürülmesi gerektiği yönündeki araştırmalar sürümün erken ilkbaharda toprağın tavda olduğu zaman yapılması gerektiğini ve bunun hem ekim zamanı daha fazla toprak nemi biriktirdiği ve ürün içindeki yabancıotu da kontrol ettiğini göstermektedir.(Şekil 9). 79 nisan başı mayıs başı haziran başı 500 50 270 2,7 280 2,8 180 1,8 22 220 13130 yabancıot toprak nemi Şekil 9. İlkbahar sürüm zamanının ekim zamanı toprak nemi ve ürün içindeki yabancıot yoğunluğuna etkileri. İlk sürümdeki sürüm derinliğinin 18-20 cm olmasının verim üzerinde yüzlek sürüme göre daha etkin (Slayt 8) ve bu etkinliğini gerek nadas ve gerekse gelişme dönemi boyunca sürdürdüğünü görmekteyiz (Şekil 10). Şekil 10. İlkbahar sürüm derinliğinin buğday verimine etkileri. Yine derin sürüm (18-20 cm) ölçüm yapılan her iki yılda da su geçirgenliği açısından hem nadas ve hem de ekim sonrası daha geçirgen olmuştur. Özetle, etkin bir nadas için yağışlı dönemde yapılması gerekenler; 1- Sonbaharda sürüm gereksiz olmaktadır, 2- İlkbaharda toprağın ilk tava geldiği dönemde, 3- Soklu pullukla 18-20 cm derinlikte sürüm yapılmalıdır. Bu şekilde yapılan sürümle buğday ekim öncesinde daha fazla nem biriktirilmekte, gelişme dönemi boyunca daha az yabancıot ve daha geçirgen bir toprak şartı yaratılmaktadır. Başta da belirtildiği gibi strateji, yaz dönemi (kurak) boyunca topraktan su kaybını azaltıcı uygulamalar yapmak olmalıdır. Bu amaçla yapılan araştırmalar, yazın toprağın hangi aletlerle, hangi derinlikte, ne zaman ve kaç kere sürülmesi gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır. Amaç, yağışlı dönemde biriktirilen toprak suyunu en az kayıpla ekim zamanına taşımaktır. 80 Yapılan alet sürün araştırmalarında kazayağı, otyolan, diskaro uygulamaları karşılaştırılmış ve sürüm yapılmamış olan dışında aralarında belirgin bir farklılık ortaya çıkmamıştır. Uygulamada ot yolan bazı problemler yaratmış, diskaro toprağı çok ufalamış olduğundan kazayağı+tırmık takımı tavsiye edilmiştir. Kazayağı ile yapılan sürüm derinliği dönemlerinde ilk sürümün yaz başında (Gün dönümü) (Haziranın son haftası) yapılması gerektiği ortaya çıkmış ve 9 cm ekim zamanı ile en yüksek nem elde edilmiştir(Şekil 11). Bu derinlikte yine en yüksek nadas etkinliği ortaya çıkmıştır. 304 290 295 295 269 252 3 6 9 12 15 sürüm yok yaz sürüm de rinliği, cm Şekil 11. Yaz sürüm derinliğinin ekim zamanı toprak nemi miktarına etkileri. Özetle; Yaz toprak işlemeleri gün dönümünde, kazayağı+tırmık takımı ile 8-10 cm derinlikte yapılmalıdır. T arla otlandıkça veya toprak yüzeyi kabuk bağladıkça sür üm aynı aletle ve daha yüzlek (6-8 cm) derinlikte yapılmalıdır. T üm bu toprak işlemeleri toprak malçı dediğimiz ve topraktan su kaybını engelleyici bir katmanın oluşturulmasına yönelmiştir Bu katman üç toprak fazından oluşmaktadır. en altta sürülmemiş nemli kat, ortada pullukla sürülmüş kat, en üstte ise kazayağı ile sürülmüş, ufalanmış(yüksek poroziteli) kat bulunmaktadır. Bu üç farklı sistem alt katlardaki nemin, buharlaşıp uçmasını engellemektedir. En üst katman bir örtü görevi görmektedir (Şekil 12). 81 Toprak yüzeyi Yüksek poroziteli malç katı, kuru 8-10 cm Düşük porozite 10-12 cm, nemli İşlenmemiş kat,nemli Şekil 12. Toprak malçı sistemini oluşturan üç fazlı toprak. Bu sistemin tam olarak uygulandığı şartlarda ekim zamanı toprağın en fazla 10-11 cm derinliğinde tohumun çıkışına yetecek bir nem bulabilmek mümkün olmaktadır (şekil 13). 10 cm Islak katman Şekil 13. Nadasta ekim zamanı ekim derinliğindeki nem. Nadasın etkinliği her yıl aynı mıdır ? Bu soruya verilecek cevap hayır olacaktır. Araştırmalar nadas etkinliğinin yağışlı bir gelişme döneminde daha az (% 20), normal bir yılda (% 34), kurak bir yılda (% 47) olduğunu göstermektedir. Zamanında yapılan demonstrasyon çalışmaları çiftçi tarlası ortalamasına göre gösteri parsellerinden 1,5 – 2,5 kat daha fazla verim alındığını göstermektedir. Sistem Orta Anadolu’da çok eksiklikleri de olsa da çiftçilerce uygulanmaktadır. 3.2. Dezavantajlar: Bu sistemin (Toprak malçı) çoğu iyi yönlerine rağmen bazı darboğazları da vardır. En başta sayılması gerekenler; 1- Toprak yüzeyi erozyona açıktır. 2- Yüzey toprağı sürümlerle ufalanmış ve eroyona duyarlı hale gelmiştir (Şekil 14 ) 82 3- Bitki artıkları(saplar) gömüldüğünden organik madde çabucak mineralize olmakta ve organik madde birikmesi olmamaktadır. 4- Sistem ancak % 7 lik bir meyile kadar sınırlanmaktadır. Ancak arazi sınıflaması bu tip erozyona açık uygulamaların ancak % 1 – 2 meyilde uygulanacağını söylemektedir. 5- Pulluk sürümü maliyeti artırmakta, çok çeki gücü gerektirmektedir. Şekil 14. Ekim için hazırlanan toprakta sürümle oluşan toz toprağın erozyona duyarlılığını göstermektedir. Sistem çok dik arazilerde pullukla ancak aşağı doğru sürüme müsaade ettiğinden erozyonu korkunç bir şekilde hızlandırmaktadır (Şekil 15 ve 16). Şekil 15. Yan ve dikine sürüm yapamayan çiftçinin her seferinde yukarı çıkarak aşağıya doğru sürüm yapması. 83 Şekil 16. Fazla eğimi olmayan bir tarlada oluşan su erozyonu T ARM tarafından yürütülen uzun süreli ekim nöbetlerinden elde edilen veriler göstermektedir ki; üretim yılı arttıkça tüm ekim nöbetlerinde toprak verimden düşmektedir. Parsellerdeki organik madde miktarı ile verim azalmaları arasında ters bir ilişkinin (r=0.588) olması ve organik maddenin fazla olduğu parsellerde erozyona dayanımında önemli sayılan strüktür stabilitelerinin iyi olması topraktaki organik madde miktarının tarımsal ve ekonomik sürdürülebilirliğinin en belli başlı belirteci olmaktadır. Şu halde toprakta organik madde miktarının artıracak, toprak yüzeyini su ve rüzgar erozyonundan koruyacak ve maliyeti azaltacak ancak ürün verimlerinde çok az veya hiç azalma yapmayacak sistemlerin uygulanmasına gitmek gerekmektedir. Şu anda temayüz eden sistemler azaltılmış veya sıfır toprak işlemeli sistemler olmaktadır. 2001 yılı gibi kurak giden bir yılda yukarda izah edilen sistem (Gel: geleneksel) ile Sıfır toprak işleme sistemini içeren kimyasal nadas (Kim.N) karşılaştırıldığında ekim öncesi toprakta nem birikimi verim, su kullanım randımanı bakımından sistemlerin değişebilir maliyetler bakımından aynı oldukları ortaya çıkmaktadır. Kimyasal nadasın tarlada kalan bitki kalıntısı açısından daha üstün olduğu görülmektedir (Şekil 17, 18,19,20). 84 200 190 183 180 160 152 143 140 142 142 138 136 130 125 120 100 Kim N Gel N Kim B Gel B Sıfır B Min B Sıfır Bno Min Bno Sıfır NoB Min NoB Şekil 17. Farklı ekim nöbetlerinde farklı yetiştirme sistemlerinin buğday ekim öncesi toprak nemine etkileri, 2001, Haymana 188 verim,kg/da 194 213 168 139 Gel Kim Min Sıfır 142 Min N- Sıf N-B B 27 31 Min B_N Sıf B-N Şekil 18. Farklı ekim nöbetlerinde farklı yetiştirme sistemlerinin buğday verimine etkileri, 2001, Haymana 85 Su kull etkinliği 11 9.7 9 8.40 7.1 Gel Kim Min Sıfır 7 Min N- Sıf NB B 1.5 1.5 Min B_N Sıf BN Şekil 19. Farklı ekim nöbetlerinde farklı yetiştirme sistemlerinin ürünlerin su kullanma etkinliklerine etkileri, 2001, Haymana Bitkiartığı,kg/da 108 92 79 80 64 61 30 1 G el Kim Min Sıfır Min N- Sıf N-B B Min B_N Sıf B-N Net fayda,MTL/da Şekil 20. Farklı ekim nöbetlerinde farklı sistemlerin toprak yüzeyinde bıraktıkları bitki artığı miktarları, kg/da. 35.1 32.6 21.3 21.5 22.2 Gel Kim Min 24.9 Sıfır Min N-B Sıf N-B Şekil 21. Farklı ekim nöbetlerinde farklı sistemlerden elde edilen net fayda, milyon TL/da. 86 Şekil 22. Sıfır işleme sisteminde direk ekim mibzeri ile ekilmiş buğday. Her yıl tahıl yetiştirilen parsellerde ekim öncesi nem, verim, su kullanımı ve kalıntı açısından değişe bilir maliyetler sıfır işlemeli sistemin minimum işleme sisteminden belirgin şekilde önde olduğu görülmektedir. Buğday/Nohut ekim nöbetinde benzer şekilde sıfır nohut ve sıfır buğday parselleri toprak nemi, net gelir ve yüzeydeki bitki artıkları açısından daha iyi ancak verim, su kullanma randımanı açısından benzer oldukları görülmektedir.(Şekil 17,18,19,20,21) Özetle, her üç ekim dizilerinde sıfır işleme, yüzeyde kalan bitki artıkları bakımından üstün olmakta, her yıl ekim sistemlerinde ise net fayda(T L), topraktaki nem birikimi açısından geleneksel yöntemlere üstünlük sağlamıştır. Böylece sistemlere bir alternatif olabileceğini ortaya koymuştur. 4. EKİM VE KURAKLIK Ekim tüm yetiştirme faaliyetlerinin belki de en önemli öğesini oluşturmaktadır. İyi bir ekim, iyi bir zaman iyi tohumluk ve iyi çeşit seçimini iyi tohum yatağı hazırlığını ve iyi bir ekim makinesini ve hepsinden önemlisi dikkatli bir ekim faaliyeti işlemini gerektirmektedir. Şimdi bunları kuraklık açısından inceleyelim. 4.1. Ekim Zamanı Yörede yapılan araştırmalar ekim zamanının buğday ve arpada 25 eylül ile 5 ekim arası olduğunu göstermektedir (Şekil 23). Şekilde ekmeklik buğdayların 10 ekimden sonra her 10 gün gecikme karşılığında 6.5 kg/da verim azalmasına maruz kalabileceklerini göstermektedir. Gerek 79 çeşidinde bu dur um daha belirgin ve düşüş 8.3 kg/da kadar ulaşmaktadır (Şekil 24). Kasım 15’ten sonra ise kesin olarak %20-30’lara varan düşüşler yaşanmaktadır. 87 4 0.0 y = -0,83x + 19,473 r = 0,707 3 0.0 2 0.0 1 0.0 0.0 -1 0.0 0 10 20 30 40 50 60 70 -2 0.0 -3 0.0 gere k -4 0.0 Şekil 23. Eylül 15’den (sıfır) sonra farklı günlerde ekilen buğdayda (Gerek 79) verim azalması, % Yüksekliğin 1000 metreden daha az olduğu alanlarda ekim daha geç yapılabilir, ancak 1000 metreden daha yüksek alanlar için daha erken olmalıdır. Geç ekimler genellikle düşük verimle sonuçlanmaktadır. Bunun birkaç nedeni vardır 1- Kış öncesi gelişme az veya çok az olmaktadır. 2- bitkinin generatif dönemi kurak periyoda kalmaktadır. 3- Genel yetiştirme süresi kısalmaktadır. Özetle; geç ekim generatif dönemi kurak periyoda uzatmakla, gelişmede geriliğe yol açmakta olduğundan kuraklığın şiddetini çokça artırmaktadır. 4.2. İlk Çıkışta ve Çıkış Öncesi Kuraklık Bölgemizde sıkça yaşanan kuraklık olaylarından birisi de ekim sonrası tohumların şişip burun vermeleri veya zayıf bir çıkış yaptıktan sonra kış aylarına kadar toprakta kuraklığa maruz kalmalarıdır. Yapılan araştırmalar bu dönemde ortaya çıkan zarar bakımından çeşitler arasında farklılıklar olduğu, tüm çeşitlerin 30 gün süren böyle bir kurakta % 12 verim kaybına, 40 gün sürede ise % 25-50 kayba uğradıklarını göstermektedir. Alatav: Çıkış sonrası kuraklığın en tehlikelisi, derine işlemeyen bir yağıştan sonra çıkan tahılın uzun süre kurağa maruz kalıp kuruyarak ölmesidir. Alatavı önlemek için alınacak önlemlerin başında düzgün tohum yatağı, ayarlı mibzer ile yavaş ve düzgün ekimdir. Bunun dışındaki önlemler, a- Nadasta biriktirilen suyu buğday fidesi köklerinin ulaşabileceği derinliğe çekmek: Bunu yaz sürümleri ile yapıyoruz. Yazın kazayağı+tırmık takımı ile ikinci veya üçüncü sürümleri giderek daha yüzlek (7-9 cm veya 6-8 cm) yaparak sağlıyoruz Bu sayede nadasta biriktirilen su sürüm derinliğinin hemen altına kadar (6-8 cm) 88 Ala tav Ekim katmanı Islak kat İyi nadasa ekilen buğday Kötü nadas Şekil 24. İyi yapılmış bir nadas iyi gelişmiş buğday ve kötü yapılmış bir nadasta alatav oluşumu. b- Ekim derinliğini ayarlama. Bu gibi durumların sık yaşandığı yörelerde ekim derinliğini çeşidimizin çim kını uzunluğunu da dikkate alarak biraz artırmak (6-7 cm) bir önlem olabilir. Böylece 7-8 cm’nin altına kadar işleyecek bir yağış alatav oluşumu için yeterli olmayabilir. c- Çim kını uzunluğu (koleoptil) fazla olan çeşitler seçip derine ekmek, d- Baskılı mibzerle nemli katmana tohumu bırakmak. Baskılı mibzer (Slayt) kazma ayaklı ve toprakta karıklar açılmakta ve nadasta oluşan nemli tabakaya tohumu koymaktadır. Böylece hem erken ekim yapılmakta hem de kurak tesiri olmadan tahıl kışa kadar gelişmesine devam etmektedir. Error! Şekil 25. Tohumu 10 15 cm derindeki nemli katmana ekebilen baskılı mibzer 89 Bölgede çıkış için gerekli yağış miktarı eylül için >30 mm, ekim için >20 mm kabul edilirse eylülde çıkış ihtimali %20 ekimde ise %55’tir. 21 yıllık çıkış verilerin değerlendirilmesi sonucunda ekimden sonra 15 gün içinde çıkışın gerçekleşmesi 21 yılın % 20 si olmuştur. Ekimden sonraki bir ay içinde çıkış gözlemi yıllarını %28 i olmuş ve bundan sonra çıkışların çoğu ancak 60 günden sonra gerçekleşmiş, yani ilk bahara kalmıştır. Ekimi kuruya ve erken dönemde yapmakla çıkış ihtimallerini artırmakta, ekimde geç kalınlığında ise çıkış çoğunlukla bahara kalmakta bu da gelişme dönemlerinin kaymasına ve kurak devreye sarkmasına neden olmakta ve verim düşüklüğü ile sonuçlanmaktadır. 4.3. Ekim Şekille ri: Ekim şekilleri de kurak şartlarda önemli olmaktadır. Özellikle yazlık ekimlerde (Mercimek, nohut, ayçiçeği vs) etkin olmaktadır. 1979 yılında tohum yatağı hazırlığı için kullanılan kazayağından sonra mibzerle ekilen mercimekte, anız üzerine elle serpilip pullukla kapatılan mercimekteki çıkışa göre çok geç ve bir örnek olmayan çıkışa neden olmuştur. Bunun başlıca nedeni tohum yatağı için sürülen toprakta oluşan nem kaybı ile ekim derinliğinde toprak kurumakta ve mibzerle ekilen mercimek bu kurak toprağa düşmekte ekimi izleyen kurak ve sıcak hava nedeni ile çıkış problemi yaşanmaktadır. Oysa serpme olarak ekilen mercimek doğrudan nemli toprağa gömülmekte, istenilmeyen ekim şekli ile ekilse de çıkış daha düzgün ve üniform olmaktadır. Bu noktada toprak işlemeksizin doğrudan ekimin bu gibi kurak şartlarda çok etkin olacağı tahmin edilebilir. Bir diğer önlem olarak, bu gibi hava şartlarının olabileceği düşünülerek ilkbaharda daha derine ekim yapılabilir, meğer ki tohum iriliği buna izin versin. İlkbaharda sürümle ortaya çıkan nem kayıpları kullanılan sürüm araçlarına göre değişmektedir. Sürümden sonraki ilk 4 gün içinde diskli araçlarda ve çizelde 13 kazayağında 4, otyolanda 6 mm kayıp oluşmaktadır. Bu şartlarda eğer mümkünse kazayağı ile sürüm seçilmelidir. Ekimde dikkat edilmesi gereken bir nokta da, ekili sıraların üzerindeki toprağa baskı yaparak eken mibzerlerin kullanılmasıdır. Bu mibzerler kuru şartlarda daha güvenli, çabuk ve bir örnek çıkış sağlamaktadırlar. bunun başlıca nedenleri: 1- iyi bir tohum- toprak teması sağlayarak tohumun su alıp şişmesini kolaylaştırırlar. Ekim derinliğinde toprağı sıkıştırarak hacmini azalttıklarında toprağın hacimsel su oranının artırırlar.Baskı tekerlekleri yerine merdane çekilmesi bir çözüm olabilir mi ? Merdaneler toprak yüzeyini tamamen bastırdıklarından tohum yatağının su-hava ilişkilerin olumsuz yönde etkilemektedirler. Arzu edilen ortam, sıra üzerlerinin bastırılması ve sıra aralarının toprağa su ve hava girişini kolaylaştıran daha poröz bir şekilde olmalarıdır. Merdane ayrıca bir işlem gerektirdiği için de masrafa ve iş gücü kaybına neden olmaktadır. 4.4. Tohum Miktarı: Ekim sırasında dikkat edilmesi gereken bir şey de tohum miktarının ayarlanmasıdır. Uzun yıllar yapılan araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlar buğdayda metrekareye 450 ile 550 tane (16-18 kg/da) tohum kullanılması gerektiğidir. Çiftçi şartlarında 35 hatta 40 kg/da tohum kullanımına rastlanmaktadır. Sık tohum kullanımı; 1- çıkışta ve ilk gelişme döneminde tarlanın daha güzel görünmesine yol açmakla birlikte, bu dönemde toprak suyunun hızla tüketilerek su israfına neden olmaktadır. 2- Birim alanda fazla bitki olduğundan dolayı ileriki dönemde bitkiler kendileri ile rekabete girmektedirler. 3- Bunlar kuraklık şartlar ile birleşince düşük verim ve cılız başak ve buruşuk taneler kaçınılmaz olmaktadır. (+tohumluk israfı+maliyet artışı) Eğer iyi bir tohum yatağı ve iyi bir ekim ve çok az bir kış zararı olsa idi bölgede kurak şartlar için daha düşük tohum miktarları önerilebilirdi. 90 4.5. Çeşitle r: Bölgedeki Araştırma Enstitüleri yarı kurak şartlar için tahıl, baklagil çeşitleri geliştirmektedirler. Ancak çok kurak yöreler için ve kurak beklentisi olduğu şartlarda aşağıdaki yolu takip etmelidir. a- Çok kurak şartlar için iki sıralı ve yöreye adapte olmuş arpalar seçmelidir(T ARM-92 Bülbül 89..) b- Zorunlu olmadıkça makarnalık buğday ekmemeli, ekilecekse mutlaka nadas tarlalara ekilmeli ve ekim nöbetine sokulmalıdır. c- Ekmeklikler içinde kurağa dayanıklı denenmiş çeşitler seçilmelidir.(İkizce 96, Kırgız, Gün 91 ...vs) 5. EKİM NÖBETİ VE KURAKLIK Bölgemizde farklı ekim nöbetleri uygulanmaktadır. Bunlar içinde kışlık ekilen ürünler ekim öncesi nem düzeyleri olara nadasa en yakın durmaktadırlar. kuraklık şartlarında daha iyi olmaları beklenir ve öyle de olmaktadır.(Slayt 99/00 yılı nem değerleri) Çizelge 5. İki yıllık ekim nöbetleri parsellerinde normal ve kurak yıllarda buğday ekim öncesi nem miktarları, mm/90 cm. Yıllar K. K. Buğ/ Ayç Y. Nada Nohu Aspir Karı Merc Fiğ buğ Merc s t şım 99/00 170 170 105 149 147 250 91 96 117 00/01 98 104 87 105 89 117 98 99 93 Farklar 72 66 18 44 58 133 -7 -3 24 Kuraklık etkilerinin tahmin edilmesinde iki gösterge ürünlerin bir önceki yıldaki verim düzeyleridir. Eğer bir önceki yılda ürün verimi az olmuş, bu arada yabancıot mücadelesi yapılmışsa, bir sonraki yıla daha fazla nem kalmış demektir. Örneğin 2000/2001 yılında düşük verim veya ürün zararları dolayısı ile ayçiçeği, aspir parsellerindeki nem kalmış ve toprakta nadas parseline yakın neme ulaşmışlardır. Nadasın nem birikimi etkinliği de nadas döneminde ve özellikle kış periyodunda alınan yağışla ölçülebilir. 2000-2001 yılı gibi çok kurak şartlarda nadasın verim üzerinde nasıl etkin bir rol oynadığı (Slayt)tan görülmektedir. Diğer ekim nöbetindeki buğday verimlerinden, nadas sonu buğday verimi en az iki en çok beş kat daha fazla gerçekleşmiştir. 194 101 56 78 50 57 36 ayç k.mer y. Mer k.fiğ as p 18 buğ 26 karş noh nad Şekil 26. 2000-2001 yılı kurak şartlarında nadas ve her yıl ekim parsellerinden elde edilen buğday verimleri 91 Kuraklık şartları için uygulanması özellikle yoksul çiftçiler için gerekli olan bir teknik, kekim nöbetinde ürünlerin seçimi ile ilgilidir. Aynı yılda iki veya daha fazla ürün eken bir çiftçi, o yıl ki gelişen kurak şartlardan az etkilenmek için buğday yanında, mercimek, arpa, fiğ de ğil buğdayla birlikte aynı yılda ayçiçeği veya nohut ekmelidirler. Bunun nedeni şudur; Mercimek, arpa ve fiğin yağışa ve yağış dağılımına reaksiyonları aynen buğday gibidir. Başka bir deyimle eğer buğdaydan o yıl iyi bir verim alındı ise söz konusu ür ünlerden de iyi verim alınması yüksek bir ihtimaldir. Aynı durumun tersi de geçerlidir ve düşük buğday verimi alındı ise, düşük ürün verimi alınabilecektir. Buna karşın, nohut veya ayçiçeği için böyle bir durum söz konusu olmadığı için düşük buğday verimi alınsa bile, ayçiçeği veya nohuttan daha yüksek verim alma olasılığı olmaktadır. Bu durum aynı yılda elde edilen buğday verimleri ile, diğer ürün verimleri arasındaki korelasyon katsayılarının yüksekliği ve anlamlılığından da anlaşılmaktadır. 6. KURAKLIKTA GÜBRELEME 6.1. Kuraklıktan Önce Kurağın olup olmayacağı önceden bilinemeyeceği için bir gübre programından söz edilemez. Ancak daha önce anlatılanlardan anlaşılacağı kadar, Dönem Başında; 1- Toprağımızın yapısı, (kaba tekstür, meyilli, derinliği az vs) 2- İklimimiz, (yağış az ve çok değişken, sıcaklık yüksek, gelişme dönemi kısa) 3- Yetiştirdiğimiz çeşit (kurağa dayanıklı değil, makarnalık çeşit vs) 4- Ekim nöbeti (her yıl ekim yapılıyor) 5- Bir önceki yılın kurak gitmesi söz konusu ise Ayrıca gelişme dönemi içinde, 6- Gelişme dönemi içinde alınan ortalama yağışın çoğunu belli bir devrede almış isek geriye kalan gelişme dönemi için kuraklıkla karşılaşma ihtimalimiz artar. Örneğin Ankara’da gerçekleşen ortalama yağış 375 mm ise ve sonbahar ve kış döneminde 250 mm yağış aldık isek geriye 125 mm yağış kalmakta ki bu ürünün su tüketiminin çok fazla olduğu ilkbahar aylarında yetmeyeceği, hatta bir kısmının da mart veya nisanda düşebileceği düşünülürse, mayıs ve haziranda kurak beklentisi iyice artar. Üretici veya çiftçinin bütün bunları değerlendirerek ve bir de toprağındaki yarayışlı besin maddesi miktarını ya analizle veya tahminle hesaplayarak bir verim beklentisi oluşturabilir. Bu verim beklentisine göre gübreleme yapar. Eğer gübre azotlu ise, bölerek uygulama yapabileceği için gelişme dönemini ve ürün gelişimini izleyerek miktarı çok rahatlıkla ayarlayabilir. Örneğin Bezostaya 1 çeşiti için uygulanması gerekecek azotlu gübre miktarı beklenilen verim düzeyine göre şekilde verilen (Slayt 3) grafiğe göre yapılabilir. 9 yıl 4 yer ve 20 deneme sonucu elde edilen bu grafikte, örneğin 300 kg verim beklentisi için uygulanması gereken optimum 7 kg/da ekonomik olarak(eğer gübre fiyatı, buğdayın 3 katı ise) 4.5 kg/da’dır. Kurak bekleniyor ve beklenen verim 100 kg’ın altında ise ekonomik oran 2.2 kg/da kadar düşmektedir. 92 600 Nmax Necon(G/B)f=3 500 400 300 200 100 0 0 2 4 6 8 10 12 14 Şekil 27. Bezostaya 1 buğday çeşidi için farklı verim düzeylerinde uygulanması gereken fizyolojik ve ekonomik azot miktarları, kg/da Farklı makro besin maddelerinin normal ve kurak yıllardaki etkileri oldukça ilgi çekicidir. Normal yılda azot, fosfor ve azot/fosfor birlikte verimi bir hayli artırırken, verim düzeyinin 100-150 kg/da arasında olduğu 2000/2001 yılında, azot veya fosfor birlikte gübre verilmemiş parsel verimine göre verimi azalttığı ortaya çıkmaktadır. Verim artışı fosforun tek başına uygulandığı parselden elde edilmektedir.T ablo, baklagil ürünleri içinde aynıdır. Şu halde kurak yıllarda azot uygulaması yapılmamalıdır. Verilen gübreler toprakta ne olur, ertesi yıla kalır mı? Bu sorulara cevap amacıyla yapılan araştırma (Berkmen 1960) Nadas tarladaki ürüne verilen farklı miktarlardaki azot+fosfor kombinasyonu ile yetiştirilen buğdaydan sonra aynı tarla üst üste iki yıl daha ekiliyor. Sonuçlar, en yüksek doz olarak kullanılan 12 kg/da’la ekilen azot ve fosforla her üç yılda birbirine yakın verimler elde edilmiştir.(Slayt ) Düşük verim şartlarında ise yalnız uygulanan azotun 6 ve 12 kg/da’lık dozları da birbirine yakın verimlere ulaşmışlardır. 93 300 nadas,49 250 anız ,50 anız ,51 200 150 100 Ç4 C2+N6+P6 Ç('ton) N12+P12 N12+P6 N6+P12 N6+P6 P12 P6 N12 N6 0 O 50 Şekil 28. Art arda 3 yıl ekilen buğdayda ilk yıl verilen gübrelerin verime etkileri. Bu durum verilen gübrelerin tesirlerinin devam ettiğini göstermektedir. 6.2. Kuraktan Sonra Gübreleme Daha öncede açıklandığı gibi düşük verim toprakta kalan bakiye bitki besin maddeleri ve toprak nemi demektir. Fosfor: Kullanılmayan fosfor toprağın ilk 10 –20 cm katmanında birikmektedir. Bu fosfor kış boyunca kaybolmaz. Bu nedenle kalan kısım ikinci yılın gübre hesabında dikkate alınmalıdır. Bizim şartlarımızdaki ölçümler de 0-30 cm lik toprak katmanında toplam azotun (0-120 cm) yaklaşık % 70’i bulunmaktadır. Bir örnekle durumu açıklayalım, Kurak yılda uyguladığımız fosforun 6 kg/da P2O5 olduğunu varsayalım. Beklenen verim 300 kg/da iken, kuraklık nedeniyle gerçekleşen verim 150 kg/da olmuştur. Bu durumda kullanılan gübre (150/300)*6 = 3 kg/da olmuştur Kalan fosfor 6 kg/da’ın diğer yarısı olmuştur. Kurak yılı izleyen yılda ekim zamanı bu miktar hesaba katılmalı ve daha az fosforlu gübreleme yapılmalıdır. Azot: Kalıntı azot esas olara 1- Kurak yıldaki ürünün baklagil veya tahıl olmasına 2- kurak yılda elde edilen verim düzeyine 3- Kışın olabilecek kayıplara (yıkama, gaz , fiksasyon) bağlı olarak değişmektedir. T akip eden her yıl aynı miktar (6-7 kg/da N) gübreleme yapılan şartlarda, ilave azota toprak cevap vermemektedir. Cevap ancak yüksek verim düzeyinde elde edilmektedir. Araştırmada elde edilen sonuçlar kalıntı azotla en az iki yıl gübrelemeden kaçınılabileceğini göstermektedir. Çizelge 6. Gübresiz kontrole göre azot ve fosfor uygulaması ile elde e dilen buğday ve rimle ri Gübre Uygulaması Yıllar 1999 2000 2001 N 354 434 101 0 338 339 128 P 332 363 133 94 Baklagil-buğday ekim sisteminde gübrelemede yüksek verim potansiyeli olan yıllar hariç gübresiz uygulamadan gübreli gibi verim alınabilmektedir. Kuru şartlarda ortaya çıkabilecek bir önemli soru da şudur, kurak bir kış yaşandı ise, baharda azotlu gübrenin kalan kısmını verelim mi ? Bu soruya verilebilecek cevap, azotlu gübrenin gecikmeli verilmesi veya hiç verilmemesi olmalıdır. Böyle bir cevaba temel teşkil edecek beklentiler; 1- Düşük verim beklentisinin artması, 2- Geciktirme ile gelecek yağışlara göre durumu ayarlama imkanı, 3- Gübre atıldıktan sonra en az 2 mm yağış alınmazsa azot kayıpları ihtimalinin artmasıdır. Gaz halinde azot kaybı üre kullanıldığında, yüksek pH sıcak hava % 50-90 arası ortalama nem, hafif tekstür ve düşük KDK şartlarında çok artmaktadır. Amonyum sülfat, yüksek pH’da daha iyi olmaktadır. 7. KURAKTA YABANCIO T MÜCADELESİ 7.1. İlaçlı Mücadele Ot öldürücülerin kurak şartlarda kullanımına çok özen gösterilmelidir. Kurak şartlar ot öldürücüler (ilaçlar) ve yabancıotların etkinliklerini çok değiştirirler. Kurak şartlarda Rus dikeni ve çok yıllık otlar, normal şartlardaki yabani hardal, yabani yulaf ve sarı ot gibi iyi şartlarda büyüyen otlardan daha fazla sorun çıkarırlar. Ayrıca kurak şartlarda otlar geç çıkış yaparlar ve yağışa bağlı olarak farklı zamanlarda tekrar tekrar çıkış yapabilirler. Toprağa Uygulanan İlaçlar( çıkış öncesi ve sonrası) Kurak şartlarda toprağa uygulanan ilaçlardan iyi sonuç alınamamaktadır. Buharlaşan ilaçlar ıslak topraklarda olduğu gibi hemen buharlaşmazlar dolayı ile az ilaç kaybı olur, ayrıca ilacın toprağa karışımı ve dağılımı daha bir örnek olur. Buna karşılık ilacı aktif hale getirecek ve çıkış yapan otlara alımını sağlayacak nem olmadığından etkinliği az olur. Çıkış öncesi uygulanan ilaçların toprağa karışması ve çıkmakta olan yabancı otlarca alımı için çoğunlukla yağış gerekmektedir. Bu açıdan toprağa karıştırılan ilaçlar için bir sorun yoktur. Ancak, yine de ilacın etkinliği için nemli toprağa ihtiyaç duyulmaktadır. Çıkış sonrası uygulamalar, çıkış öncesine göre bazı dezavantajları vardır. Bunlar ekim sonrası olumsuz hava şartlarında ortaya çıkan çok kez ot gelişimi ve bir örnek olmayan çıkış uygulama zamanında sorunlara yol açar Yapıştırıcılar çıkış sonrası uygulamalarda yabancıotun etkinliğini arttırırlar. Kuru şartlarda otların ilaçları absorbe etmeleri azaldığından dolayı ilaca daha dayanıklı hale gelirler. Yapıştırıcılar, bazı ilaçlarla bitki yüzeyince daha iyi kaplanması ve emilmenin arttırılmasına sebep olmaktadırlar. ancak, yapıştırıcı kullanımlı ilaç, otun gelişim dönemi ve çevre şartlarına bağlıdır. İlaç etiketleri bu konuda gerekli cevabı vermektedirler. Yabancı otlar çıkış sonrası ilacın kullanılmasından önce ürünle rekabete girebilirler. Bu açıdan toprağa uygulanan ilaçlar bu erken rekabeti engellemektedirler. Bu yüzden çıkış sonrası ilaçlar mümkün olduğunca erken uygulanmalıdırlar. Genel olarak ilaçlar iyi gelişen otlara 25 – 28 o C ‘de atıldıklarında çok etkin olurlar. Ancak kurak şartlarda yabancıotlar yaprakları üzerinde kalın bir mum tabakası oluşur ve bu ilacın emilimini azaltır. Bu şartlarda 2 – 4 D, MCPA, Accent, ally, Fusilade DX Assue, Harmony Extra, Puma, Raundup gibi sistemik ilaçların etkinliği azalır. Etkinliği artırmak için sabahın erken saatlerinde veya en iyisi akşam saatlerinde atılmalı ve tavsiye edildi ise yapıştırıcı ilaç katkısı kullanılmalıdır. 95 Kontakt etkili ilaçların etkileri ve zararlılıkları (toxitesi) artmaktadır. Bu nedenle Gramoxone extra, avenge, Basagran, Betanin, Betanex, Blaze, Buctril stellar ...vs. gibi ilaçlar 30 o C sıcaklığın üzerinde dikkatli kullanılmalı ve otlar küçükken ve yapıştırıcı katkı kullanarak uygulanmalıdır. Geç kalın ise daha az doz kullanmalı, bu şartlarda yapıştırıcı toksikliği arttırdığı için daha az kullanılmalıdır. 7.2. Kuraktan Sonra İlaçlı Mücadele Kurak şartlarda mikrobiyel faaliyet az olduğu için toprakta bakiye ilaç fazla olmaktadır. İlaçlar ikinci yılda çok farklı etkile sahip olmaktadır.ar. Bunlardan 2,4 D, MCPA, Round Up, Gramoxone, Bagran, Fusulade vs. güvenle kullanılabilirken, Orta derecede riskli olanlar, Sencor, Lexone, Bsladex, Treflan, Stinger, ; Yüksek riskli olanlar ise atrazine, Pursuit, Sceptor ve Command gibi ilaçlardır. Kalıntı probleminden kurtulmak için ilacın kullanım kılavuzunu okumalı, uygun ilaç seçimi yapılmalı, toprak işleme ile üst katmandaki kalıntı yoğunluğunu dağıtmalı, toleranslı çeşit, iyi yetiştirme tekniği uygulanmalıdır. 7.3. Ye tiştirme Te kniği Gerek kurak ve gerekse kuru şartlarda yabancıot kontrolü, iyi bir ekim, ve erken çıkışla sağlanmaktadır. Nadaslı şartlarda nadasın uygun bir şekilde yapılması yabancı ot yoğunluğunu büyük ölçüde azalmasına yol açacaktır. Her yıl ekim şartlarında ise, bir önceki yılda yetiştirilen ürünlerde yabancıot mücadelesi yapıldığında(fiğ, mercimek, nohut vs) izleyen tahılda yabancı ot yoğunluğu çok azalmakta ve bir yıl önceki yabancıot mücadelesi bir yıl sonraki buğdayda önemli verim artışlarına neden olmaktadır. Örneğin; Macar fiğinin ot için ve tane için yetiştirilmesinde macar fiğindeki yabancıot mücadelesinin sonraki yıldaki buğday verimini, ot üretiminden sonra % 16, tane üretiminden sonra ise % 47 oranında artırmaktadır. 314 298 260 222 161 153 85 43 kuruot MF/yotlu tane MF/yotsuz 96 izl. Buğ Şekil 29. Macar fiğinde yapılan yabancıot mücadelesinin hem macar fiğinde (ot ve tane) hem de izleyen buğdayda verime etkileri. Ekim sıklığı ve çeşit seçimi de yabancıot mücadelesi üzerinde önemli etkiye sahiptir. Daha boylu ve kardeşlenme gücü fazla olan Bolal ve Gerek 79 çeşitleri, kısa boylu ve kardeşlenmesi düşük olan Çakmak 79 çeşidi ile karşılaştırıldığında Çakmak 79 çeşidinde metrekarede gelişen yabancıot miktarının çok fazla olduğu bulunmuştur. Ayrıca bu çeşitte tohum sıklığı arttıkça yabancıotla rekabetin daha fazla arttığı saptanmıştır. O halde kurak şartlarda Çakmak 79 gibi çeşitlerin değil Bolal 2973 veya Gerek 79 gibi çeşitlerin ekilmesi gerekmektedir. 8.KAYNAKLAR T arla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsünde 1926 yılından beri yapılan çalışmalardan yararlanılarak hazırlanmıştır. Enstitünün yayımladığı tüm broşür, makale ve yıllık raporlar. 97 DEĞERLENDİRME Mahir GÜRBÜZ : BAŞ KAN — İlhami Bayramin, buyurun efendim. Yrd.Doç.Dr. İLHAMİ BAYRAMİN (Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi) — 1998 yılında yurt dışından döndükten sonra erozyonla ilgili bir proje yapmak istemiştik, tabii, bana TEM A’nın varlığından bahsettiler. TEMA’ya başvurduk, erozyonla ilgili projemizi de Amerika’daki Purdue Üniversitesi ile ortaklaşa yürütmeyi talep ettiğimizde “Hiç proje hazırlamayın, Dünya Bankasına proje hazırladık” dediler. Bu projede, Brezilya’daki, bir barajının su toplama havzasının korunmasıyla ilgili olarak barajın ömrünü uzatmak ana hedefimizdi ama TEM A’dan herhangi bir cevap alamadık. Örnek olarak da Karakaya Barajını, 8 000 kilometrelik alanı seçtik. Diğer kamu kurumlarından da “terör var” dediler, cevap alamadık. Uzun yıllar TEM A’yı sadece ağaç diken bir vakıf olduğunu düşünüyordum, ama, bugünkü toplantıyı düzenlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Toprak yasasının bu haliyle çıkmasını istemediler. Çünkü, sorumsuz, kurumsal yapılaşma olmadan toprak yasası çıkarsa hiçbir şeye benzemez. Çünkü, kurumu kim olacak, sahibi kim olacak ki, Köy Hizmetlerini kapatmaya çalışıyorlar, daha önce de Toprak-Su’yu kapattılar. En azından, tarımda yeniden yapılaşma olmadan toprak yasasının çıkması Türkiye’ye fayda değil, zarar vereceğine ben kişisel olarak inanıyorum, bilmiyorum sizler de katılırmısınız. Bu kurumsal yapılaşmada bir örneğe dikkatinizi çekmek istiyorum. Yurt dışındaki gördüğümüz tecrübelerden, ileride bir yeniden yapılanma olursa, araştırma enstitülerinin üniversitelerle birlikte hareket etmesi çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine, Ünver Hocamızın konuşmalarından çıkardığımız sonuçlara gelirsek, beslenme alışkanlığımızı değiştirmemiz lazım ve özellikle hayvancılıkta elde edilen ürünler gibi. Ben, notlarım arasına meyveciliği almıştım. Çünkü ilginç bir örnek var. Ayaş, İstanbul ve Ankara’yı geçti diye biliyoruz ama Ayaş’ta birkaç üretici kiraz üretiyor, hem de küçük alanlarda yılda 14-15 milyar lira gelir elde ediyor ve iki çocuğunu da üniversitede okutuyor; yani, meyvecilik iyi bir alternatif olabilir.Diğer bir alternatif, bunu başka zeminlerde tartışmak lazım ama dünyada 23 tane büyük nehir sistemi var, bunlardan iki tanesi de Türkiye’de, Fırat ve Dicle. Buralarda su ürünlerine yönelebiliriz. Buraya nereden geleceğim; biz, çalışmalarımızı farklı disiplinlerde bir araya getirirken, disiplinler arası işbirliğinin, ilkönce yapılması gerekir. Bütün gen kaynaklarından bahsedildi. Bu alanlarda ilkönce neyimiz var, hangi ürün o yörede artırılabilir. Ondan sonra o bölgelerde çalışıp da, yani, Çankırı’da üretilen bir ürünü tutup Konya’da üretmeye çalışmayalım, boşu boşuna para harcamayalım. En sonunda geleceğim doğal kaynak envanterlerimize; sorun buradan geliyor. Doğal kaynaklarımızın envanter durumuna bakınca; en önemli doğal kaynaklarımızdan toprak ve su ile ilgili envanterin yetersiz olduğunu görmekteyiz. Topraklarla ilgili envanterimiz içler acısı durumdadır. 1966-1971 yılları arasında toprak etüdü yapıldı. Ondan sonra 85’li yıllarda bir arazi kullanımı ortaya kondu ve toprak veri tabanlarına baktığımızda da, maalesef, hiçbir şeye yaramadığını görmekteyiz. Toprak-Su’nun kapatılması çok büyük bir sorun oldu ama Köy Hizmetlerinde şu anda bir yetki kargaşası var anladığım kadarıyla. Biz, bu toprak envanteri olmadan arazi kullanım planlamalarına gidemeyeceğiz. Tabii ki, bunun için de toprak haritalarının yapılması lazım. Zaten arazi kullanım planlamalarında en genel şeylerden bir tanesi de budur. Sayın Tülücü Hocamız ve Sayın Ekiz Hocamız da çok güzel örnekler verdiler. Yeni sulama alanlarıyla ilgili, gerek kendileri arazi kayıt sisteminden ve çiftçi kayıt sisteminden bahsettiler. Bunlarla ilgili çalışmalara başlandı. Tabii, bu türlü çalışmalarda, yine, Sayın Tahtacıoğlu bahsettiler uydu görüntüleri kullanıyoruz diye. Bunların kullanılmas ı gerekli ama burada bir şeye dikkat etmek lazım. Türkiye’de bir şeylere yatırım yaparken, öncelikle insana yatırım yapmak lazım. Bir konuda bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz. Bilgili kişileri yetiştirelim, ondan sonra bu türlü şeyleri yapalım, daha iyi sonuçlar 98 alacağımıza ben gönülden inanıyorum. Sayın Hocamızın sunduğu modeller çok güzeldi, bu modelleri ilk gördüğümüzde, kendi açımdan, sadece görüşe dayalıydı. Buharlaşma ve toprakta depolanan suyu kontrol eden modeller ama gerçekten çok güzel sunuşlar var. Belki, biz kendimiz de bu modelleri modifiye ederek, modelleri içine bir şeyler katarak daha güzel modeller yaratabiliriz diye düşünüyorum. Gen çalışmalarına, ıslah çalışmalarına önem vermememiz kesinlikle düşünülemez. Bir anımı anlatayım. Amerika’da Purdue Üniversitesindeydim. Bölümde yazın bir telaş var. Türkiye’ye gidiyorlar “bana Türkiye’yi anlat” diyorlar. Ne yapıyorsunuz? “Biz, her sene Türkiye’ye gidip buğdayda gen toplayıp geliyoruz, burada çalışmalar yapıyoruz. Türkiye’de 600’den fazla çeşit olduğunu söylediler yani biyolojik gelişme açısından en zengin ülkelerden bir tanesi, maalesef biz değerlendirmiyoruz, başkaları değerlendiriyor. Bunun, en önemli sorunlarımızdan bir tanesi olduğuna inanıyorum. Sayın Avcı, ben bu notları hazırlarken kendisi sunumunu yapıyordu. Gerçekten çok detaylı bilgiler verdi. Özellikle kuru koşullarda sürüm, ekim zamanı, gübreleme ve ilaçlamaya dikkat edilmesi, ertesi seneye olan etkileri konusunda çok güzel açıklamalarda bulundu.Yine, Sayın Avcı, toprak yetersizliğinden bahsetti. Ben, bu rakamları nereden aldın Sayın Avcı diyeceğim; tabii ki, şu andaki elimizdeki haritalardan derlenmiş toplanmış bilgiler. Halbuki, ben, kendisine sorsam, bilmiyorum, şu anda Türkiye’nin buğday üretimi ne desem; elde ettiğimiz ürünleri toplasak, şu anda Bakanlıktan, TİGEM ’den rakamları toplasak, hiçbir zaman kesin rakama ulaşamayacağız, hatta Hocamız da bize anlatır, ortalamaları, ektiği buğdayı hesap et; biz bu kadar buğday üretmiyoruz der; bilmiyorum öyle miydi; ama, geçen sene 17 milyon ton buğdayı ürettiğimizi biliyoruz. Bunun için, önceden tahmin modelleri var, bunları geliştirmemiz lazım. Gerçekte, arazi kayıt sistemini oturtmamız lazım. Hangi çiftçi nerede ne ekiyor, o sene, önceden bilgisayar ortamına aktarmamız lazım. Her köye bilgisayarlı sistem koyup internet aracılığıyla haberleşmek lazım. Kamu kurumlarının, kim ne kadar ürün ektiği, ne kadar buğday ektiği, ne zaman ekti, ne zaman hasat etti, ne kadar gübre verdi, bunların hepsinin kayıt altına alınması lazım. Bunlar çok kısa sürede gerçekleşecek projeler de değildir. Şimdi, ürün borsalarının kurulması lazım, üreticinin dünyayı izlemesi lazım. Dünyada hangi ürün ne zaman üretiliyor. Arazi kullanım değerlendirme çalışmalarının kesinlikle yapılması lazım. Çünkü para kazanmayacağı ürünü insanlar artık ekmesin. Eğer dağ başındaki, örneğin Güneydoğu Anadolu’da köyleri boşalttık. Bir köyün arazisi kaç kişiyi besliyorsa o kadar adamı oraya yerleştirmemizin lazım olduğuna inanıyorum. Son olarak, TEM A’nın görevi ne olabilir? TEM A, bir NGO’ dur, ama etkili bir NGO, en azından bir vakıftır, bu işin eylem planını hazırlayıp, çok rahatlıkla televizyonlara çıkartabilecek bir vakıftır. Belki de Türkiye’nin ilk NGO’ larından bir tanesidir. Toprak Derneği olarak maalesef, sesimizi duyuramıyoruz, TEM A’nın bu şansı var, bu önderliği var. TEM A, basınla çok rahat ilişki kurabiliyor, bu konuları çok rahatlıkla gündeme sokabiliyor. Bir iki programın arasına 5 dakikalık erozyonla mücadele programını yapabilir diye düşünüyorum. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkürler. BAS KAN — Çok teşekkür ederim Sayın Hocam.Değerli arkadaşlarım, Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğüyle ilgili yasa tasarısı var, o tasarının metninde de zaten bu yasanın devlete verdiği görevleri yapacak, çağdaş, eski Toprak-Su deneyiminden yararlanmış yeni bir toprak ve su ile sorumlu kuruluşun olması gerektiği açık ifade ediliyor ve bu kuruluşun, toprak ve su, tarım için kullanılan kaynaklar olduğu için de Tarım Bakanlığıyla bağlantılı olarak yeniden örgütlenmesini öngörüyor. Yani Hocam endişe etmesin, bu zaten tutarsa beraber olacaktır. İkincisi, bu Köy Hizmetleri konusu. Türkiye’de sorun çözmekle görevli olan insanlar, oturup çalışmak varken, bunları kamuoyunda tartışıyorlarsa, ülkenin gündemini verimsiz, yapay sorunlar getiriyor. Bu hükümetin imzaladığı, M eclise gitmiş M ahalli İdareler Kanun Tasarısı var, bu tasarıda deniliyor ki; “Şu andaki Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğünün yürütmekte olduğu yol, su, konut ye benzeri tarım dışı sosyal altyapı nitelikli görevler mahalli idarelere 99 verilir.” Ama, aynı tasarıda “toprak ve su kaynaklarının, ormanların korunması, ıslahı, geliştirilmesi görevleri merkezi idarede kalacaktır.” Bu ne demektir, Köy Hizmetlerinin, eski YSE hizmeti gibi özel idarelere gidecek, geriye toprak ve su hizmeti kalacak, bunun adı da Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü olmaz, toprak su genel müdürlüğü olur. Bu, birinci haldir. Sayın Başbakan Yardımcısı, caka satarak, devleti küçültüyorum havasıyla “Köy Hizmetlerini kapatıyoruz” dedi; ilgisi yok; imzasıyla gitmiş tasarı böyle değil. Şu anda tasarı M ecliste. Sayın Başbakan da “ben buraya dokundurtmam” havasında; gereksiz bir tartışma; ama, ikis i de doğru söylemiyor. İmzalarını taşıyan M eclisteki tasarı bu. Biri “kapatacağım” biri de “kapattırmam” diyor. Yani siyaset yapmıyorum ama bunları da bilmek lazım. Olay bu. Hiç ilgisi yok. Tabii, TEM A’nın eylem planı için hepinizin katkısına TEM A’nın ihtiyacı var. Şimdi, söz sırası, Prof. Dr. Sayın Süleyman Kodal’da; buyurun. PROF. DR. S ÜLEYMAN KODAL (Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi)- Öncelikle kırsal kalkınma projeleri konusuna biraz değinmek istiyorum. Türkiye’de çeşitli illeri kapsayan kırsal kalkınma projeleri var, oldukça fazla miktarlarda bunlara ödenek ayrıldı. Gerek yurtdışı gerek yurtiçi kaynaklar ayrıldı. Yemekte de bugün TEM A’cı arkadaşlarımızla yine görüştük. Acaba, beklenen elde edilebildi mi bu projelerden? Bunu söylemek oldukça güç. Bunun nedenleri üzerinde de durmak belki önemli değil ama bir kere tarımsal üretimde yapmamız gereken, ilk başvurmamız gereken konu tarla koşulları. Yani, biz üreteceksek neyi üretmeliyiz; iç pazar ve dış pazarda kalıcı olan ürünleri üretirsek ancak tarımda bir şeyler yapmak mümkündür. Eğer, üretip satamayacaksak, elimizde kalacaksa, depolarda çürüteceksek, bunun anlamı yok. Önce bunun üzerinde durmamız lazım.Daha sonra kalite ye standartlara dikkat etmemiz gerekiyor. Sadece üretmek yetmiyor, ürettiğimiz ürünü yine belli kalitede üretmediğimiz sürece, belli standartlara sahip değilse bu ürün, yurt dışında pazarlayamıyorsak bu da anlamsız. Yine ekonomik bir üretim yapmıyoruz demektir, belli kaynakları da boşuna kullanıyoruz demektir. Tabii, bu söylediklerim, gerek sulu tarımda gerekse kuru tarımda geçerlidir. Kuraklığa dayanıklı veya kurak koşullarda da bölge koşullarına uygun ürünlerin üretimi söz konusudur. Neyi nerede ürettiğimiz sorusuna geldiğimiz zaman ise, biraz önce İlhami Bey de değindi. Her bitkinin istediği belirli koşullar var, toprak, iklim koşulları gibi. Hangi ürünleri hangi zonlarda yetiştirmeliyiz. Bu sorulara cevap bulabilmemiz için öncelikle veri tabanımızın olması gerekir, toprak veri tabanı kastedildi. Bu konuda yeterli toprak etütlerine her alanda sahip değiliz maalesef. Bunun yanında, iklim koşullarını M eteoroloji Genel M üdürlüğünden alabiliyoruz. Birçok yerde yeterli değil. İstasyon sayısı gün geçtikçe azalıyor, şimdi 500 civarına inmiş durumda. Bu türlü veri tabanlarını belirledikten sonra, özellikle bitkilerin agro-ekolojik isteklerine göre ki, bunlar belirli hangi bitki nerede yetişebilir; bu türlü çalışmalara girilmesi gerekir. Ben yanlış biliyor olabilirim, pamukta binlerce çeşitten söz ediliyor. Bugünlerde Türkiye’de 8-10 tane ayrı ayrı deneme yapmamız mümkün değil zaten. O halde, simülasyon çalışmalarıyla hangi varyateler hangi alanlarda yetiştirilebilir, bunların belirlenmesi, gerekirse bütün modellerin de kullanılarak belirlenmesi, daha sonra o koşullarda denemelere alınması düşünülebilir. Bu yüzden, agro-ekonomik çalışmalar oldukça önemlidir.Tabii, bunu yaparken, üretim dedik, pazarlama dedik, bir üçüncü ayağı da yönetim. İyi bir yönetim iyi bir dengeyi sağlamamız gerekir. İyi bir üretim, yönetim ye pazarlama modelini kuramadığımız sürece yeterli geliri tarımdan sağlamamız pek mümkün gözükmüyor kanımca. Bir diğer konu, kurak alanlarda bitkilere verilecek sulama suyu miktarı konusu. Sulama zamanının planlanması çok önemli. M evcut suyu en etkin şekilde kullanmalıyız ki beklenen geliri ye doğal kaynakların korunmasını sağlayabilelim. Burada da su-verim ilişkileri ve üretim fonksiyonlarından; daha önceki konuşmacılar bahsettiler ki, onlarda önemlidir. Bitkilerin belirli dönemlerde suya karşı hassasiyetleri oldukça farklı ve bitkiden bitkiye değişiyor, bitkinin gelişme aşamalarına göre de değişiyor. Biz, bunlara, duyarlılık aşamaları diyoruz. Belirli dönemlerde su kısıtı 100 yapılmasında sanıyorum Cevat Hocam söylemişti, hangi dönemde sudan tasarruf edersek daha az verim azalmasıyla dönemi atlatabiliriz şeklinde. Bitkiye yeteri kadar su vermek yerine, kısıntılı sulama yapılması bir tek koşulda önerilebilir. Belli miktar suyumuz varsa, bu suyu yeterli olarak verip, diyelim 100 hektar alanı mi sulayalım, yoksa gereğinden daha az su verip, daha fazla alanı mı sulayalım? Bu soruya cevap verilmesi için, rakamlar biraz önce de sulama tekniğinde verilmişti, verim, hemen hemen aynı ya da çok az bir verim azalması var, ama su kullanımı oldukça fazlaydı. Ayni suyla hemen hemen aynı, daha yarı suyla aynı verimi sağlayacak şekilde sonuçlar elde edilmişti. Bizim de yaptığımız çalışmalarda durum çok farklı değil. Bütün sulama yapılarak ya da ayni alana % 50 su vererek, kalan suyla bir başka alanın sulanması gerçekleştirilerek hem daha fazla alanın sulanması gerçekleştirilebilir, hemde sudan yararlanan çiftçi sayısının arttırılması gibi sosyoekonomik bir olay sağlanabilir. Onun yanında toplam alandan elde edilebilen gelirin artırılması mümkündür. Bir de istihdam olayı açısından bakarsak yine olumlu, daha fazla iş gücü, özellikle pamuk açısından düşünürsek, daha fazla istihdam sağlanması mümkündür. Bir diğer konu ise, bugüne kadar yapılan sulama yatırımlarıdır. Çok büyük yatırımlar yaptık, 4,5 milyon hektar alanı sulamaya açtık, ama Dünya Bankasının özellikle son yıllarda, gelişmekte olan ülkelere önerdiği bir başka konu, yeni sulama yatırımları yapmak mi daha akılcı, yoksa mevcut yatırımları daha etkin su kullanımı sağlayacak şekilde rehabilite etmek mi gerekir. Özellikle gelişmiş olan ülkelerde, yani mevcut yatırımları önce etkin bir şekilde kullanalım görüşü ağır basıyor. Devlet olarak büyük yatırımlar yapmışız, suyu barajdan, sulama kanallarından veya çeşitli yapılardan çiftçi tarlasına kadar getirmişiz, ama bu suyun kullanımında da büyük sorunlar var. Bir kere, tarımsal üretimde, yine sabahki konuşmalarda bahsedildi, açık sistemlerde sulama suyu kaybı oldukça yüksek, yani randıman düşüktür. Ayrıca, açık sistemle suyu tarlaya kadar getirdikten sonra bitkilere bunu verdiğimizde bu suyun kontrolü mümkün değildir. Halbuki, kapalı sistemlerle bu suyu çiftçi tarlasına kadar getirebilseydik, hem suyun kaybı daha az olacaktı (suyun getirilmesi sırasındaki kayıplar, dağıtımı sırasındaki kayıplar) hem de damla sulama gibi su kaybı çok daha az olan yöntemlerle suyun toprağa verilmesi mümkün olacaktı. Yine sabahtan değinildi, su ücretleri konusu; açık sistemlerde su ücretleri de büyük bir sorun. Ücretler hem oldukça düşük hem de adil olduğunu söylemek pek mümkün değil. Bizde şu anda ücretlendirme sistemi bitkili alan tarzında yapılıyor, yani çiftçi pamuk ekiyorsa, bir kere de su verse on kere de su verse aynı ücreti ödüyor. 0 zaman, çiftçiler, sanki bu sistemde aşırı su kullanımına yönlendiriliyor. Bu, büyük bir hatadır. Tabii, açık sistem olması bunu biraz zorluyor. Bu yüzden, artık, kapalı sistemlere mutlaka geçilmesinde yarar vardır. Sayın Tekinel ve arkadaşlarının yaptığı son çalışmalardan bir tanesinde, GAP bölgesindeki sulamalarda gerekli suyun 2 ya da 7 kat fazlası su anda çiftçiler tarafından kullanılıyor. Sulamalara göre bu değişiyor tabii ama 7 kat çok büyük bir rakam. Bu aşırı sulama nedeniyle erozyonun önüne geçemiyoruz. Özellikle GAP alanı için söylemek istiyorum, toprak erozyonu yüksek boyutlarda, taban suyu yükselmesi bazı bölgelerde büyük bir problem oluyor, genelde giden su çok fazla. GAP’ta drenaj suyunun henüz ne yapılacağına tam karar verilememiş. Onun dışında, tabii, bunların önüne geçilemezse, ileride tuzlaşma tehlikes i önemli boyutlara çıkacak, toprak kaynaklarımızın bu şeklide yok edilmesi gibi önümüzde büyük bir tehlike olarak duruyor. M ademki biz suyun % 70’ini tarımda kullanıyoruz, tarımda kullandığımız bu suyu çok ekonomik ye çok etkin bir şekilde kullanmalıyız ki, ileride karşılaşacağımız su sıkıntılarıyla karşılaşmayalım ya da diğer sektörlere daha fazla su ayırabilelim. Tabii, her şeyi devletten beklemek bizim alışkanlığımız ama artık her şeyi devletten beklemememiz gerekir. Özel sektör kuruluşlarına burada görev düşüyor. Ayrıca sivil toplum örgütlerine görev düşüyor. Hep birlikte el ele vererek ne yapabileceğimizi oturup konuşmalıyız. Sivil toplum örgütleri, konunun kamuoyuna duyurulmasında görev alabilir. Özel sektör kuruluşlarının bu konuya ilgi duyulmasının sağlanmasında görev alabilir. Bu konuları artık devletin desteğiyle yapmamız herhalde pek mümkün gözükmeyecek. Benim şu 101 anda iletmek istediklerim bunlar, daha sonra gerekirse tekrar söz verirse Sayın Başkan, diğer konulardaki görüşlerimi belirtmek isterim. Teşekkür ederim. BAS KAN — Teşekkür ederim. Söz sırası, Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsünden Sayın Cemal Çekiç’te, buyurun. CEMAL Ç EKİÇ (Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Eskişehir)—Bugün Türkiye’de uygulanan nadas sistemi, 1930’lu yıllarda Sayın Numan’ın başlatmış olduğu ye 20 yıl süreyle devam ettirdiği çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır ve bu çalışmalar sonucundaki bu sistem her bölgede tam olarak uygulanmamaktadır. Eskişehir ye Ankara’nın belirli bölgelerinde uygulanmaktadır fakat dezavantajlarını ye avantajlarını Sayın M uzaffer Avcı açıkladı. Ama bu avantajlarına rağmen, İç Anadolu Bölgesinde bu sistem uygulanmamaktadır. Uygulanmamasının en önemli nedenlerinden bir tanesi çiftçilerimizin hayvan otlatma bahanesiyle de nadası geç yapması. Bu nadasın, erken nadasın çok önemli olduğu ve mart ayında, yani tarlaya girilebildiği ilk anda nadasın yapılmasının çok büyük önemi olduğu bu 20 yıllık çalışma süresince ortaya konulmuştur. Bu tam olarak uygulanmamaktadır. Uygulansa şu andaki verimde bir artış olacağı muhakkaktır. Nadas sistemi üzerinde konuşmak istediğim diğer bir konu, toprak işleme aletleri konusunda çiftçilerimiz tam eğitimli değildir. Özellikle işleme sırasında güçlü aletlerin kullanılmas ı, toprak erozyonunu artırmakta, özellikle rüzgar alan yönünü çok büyük oranda İç Anadolu Bölgesinde artırmaktadır. M uzaffer Beyin tarif ettiği konu, yani çiftçilerimiz tarafından, iklime ye işleme sırasındaki sürüm derinliklerinin hiçbirisi dikkate alınmamakta. Sonuç olarak şu ortaya çıkıyor. Çiftçilerimiz nadas sistemi konusunda çok bilinçsiz. Bana kalırsa, bu konuda geniş demostrasyon alanlarıyla ilgili çiftçilere, özellikle bu aletleri anlatıcı şekilde bir yayım çalışmasının başlatılması lazım. Diğer bir konu, Amerika’nın belirli bölgelerinde uygulanan sistemdir. Fakat belirli bir yağış ve toprakta bir organik madde düzeyinin bulunması gereken bir sistemdir. Belki, iki üç yılda bir derin sürümle bu sistem bölgemize adapte edilebilir. Bu konuda değişik bölgelerde çalışılması gereken bir sistemdir. Türkiye’nin mevcut koşulları itibariyle de bazı uygulamalar için çok şanssız olduğu görülmektedir. Çünkü tarla paylaşımları kardeşler arasında genelde eğime paralel olarak yapılmıştır. Erozyonla mücadelede çiftçilere söylemiş olduğumuz çelikvari sürüm, bugün için İç Anadolu Bölgesinde bu uygulama tamamen imkansızdır. Çünkü parsel genişliği dar, çiftçinin bu şekilde sürüm yapması ve ona uygun ekipmanı olması mümkün değildir. Diğer bir konu, son yıllarda ekim nadasıyla bazı ürünlerin İç Anadolu Bölgesinde nadası kaldıracak şekilde uygulamaya sokulabileceği ifade edilmektedir. Yalnız burada üst üste ekimlerde riskin çok olduğunu unutmamak lazımdır. Bugün 98 ye 99 yıllarında yağışlı bir sezon yaşarken, 2000 yılında çok kurak bir dönem geçirdik ve burada günü kurtaran, yani çiftçinin ekonomisini kurtaran nadas tarlalar oldu ve çiftçilerimiz 97 ye 98 yılında o yağışlara güvenerek, daha çok farklı çeşitlerine yöneldi, daha çok kuru çeşitler bırakılıp bu sisteme yönelme olmuştu. O da verim düşüklüklerinde büyük bir payı oldu 2000 yılında. Diğer bir konu, ekim nadas çalışmaları senelerdir araştırmalarda yürütülmekte, fakat bu konudaki çalışma sonuçlarını belirleyecek olan şey hükümet politikalarıdır. Nihayetinde, en ideal ürün desenidir diye araştırma sonuçlarını sunduğumuzda sonuçta tarımsal fiyatlar belirliyor, yani bir ürün çeşidinin seçilmesini tarımsal fiyatlar ve piyasa şartları belirlediği için bu konuda da şansımız oldukça az. M uzaffer Beyin çalışmalarına ilave edebileceğim diğer bir konu bizim, Eskişehir’de 90’lı yıllardan itibaren yürüttüğümüz tümsek çalışmasıdır. Kuraklığın en önemli etkilerinden bir tanesi, aslında çinko noksanlığıdır. Erken ilkbaharda oluşan kuraklık, özellikle çinko noksanlığı oluşumuna neden olmaktadır. Aslında, topraklarda noksanlık çok fazla değil. İç Anadolu Bölgesinde bu kuraklıkla birlikte çinko noksanlığını artırmaktadır. Diğer bir konu, bitki ihtiyacı olan fosfor, İç Anadolu Bölgesinde 1970’li yıllardan bu tarafa 102 özellikle DAP kullanımı yoğun olarak devam etmekte ve şu anda topraklardaki fosfor durumunun düzeyinin ne olduğu, üç aşağı beş yukarı, sadece çiftçilerden gelen, Köy Hizmetlerinden gelen örneklerden tahmin edilmekte. fakat bu konuyla ilgili olarak detaylı bir çalışma yok. Ben, bölge içerisinde yapılacak bir çalışmaya fosfor yüzdesi düşük yeni bir gübrenin ilave edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Benim söylemek istediğim diğer bir konu da, kurağa dayanaklı bitki ıslahıdır. Burada genellikle kurağa dayanıklı bitkiler ön plana sunuldu ama meteorolojik veriler gösteriyor ki, iklimimiz o kadar stabil bir iklim değil, çok büyük değişkenlik gösteriyor. Bu nedenle, çeşitlerin verim potansiyelinin de dikkate alınmasında fayda var. Yani bitki kurağa dayanaklığı olduğu kadar, uygun ortamların oluştuğu durumda yüksek verim potansiyeline sahip olması gerekmekte ıslah çalışmalarında dikkat edilecek bir konudur. Yine, Türkiye’deki en önemli hususlardan bir tanesi de gördüğüm kadarıyla, ıslah çalışmalarındaki fizyolojik çalışmaların eksikliğidir. M aalesef, üniversitelerimizde de bu konu çok yoğun olarak üzerine gidilmeyen bir konudur. Kuraklığın fizyolojik metabolizması pek araştırılmıyor. sadece kurak oldu, bitki boyu kısa kaldı, meteorolojik özelliklerle durum kurtarılmaya çalışılıyor. Fakat, kurak şartlarda fizyolojik oluşumların tanıtılması, ıslahçı arkadaşlara çok büyük bir veri tabanı elde edeceği için en azından bizim olayı daha iyi anlamamız için gerekli olan şartlardan bir tanesidir. Bu çalışmaların artırılması gerektiğine inanıyorum. Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞ KAN — Çok teşekkür ederim. Efendim, programın son konuşmacısı Dr. M esut Keser, buyurunuz. DR. MES UT KES ER (Tarım ye Köyişleri Bakanlığı Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü-Eskişehir) — Ben, genel olarak kuraklığa dayalı bitki çeşitliliği konusunda görüşlerimi belirteceğim. Hasan Bey bu konuda kısa sürede, oldukça geniş bir sunuş yaptı. Burada bazı konular vurgulandı. Ben bu konulardan bazılarının üzerine birazcık daha vurgu yaparak ve bazı eksik kalan noktaları da göz önünde bulundurarak bu konuda bazı bilgiler vereceğim. Öncelikli olarak kuraklığın tanımına çok dikkat etmemiz gerekiyor. Biz, Orta Anadolu’yu konuştuğumuz zaman 250 mm ile 400 mm arasında kalan bir bölge için konuşuyoruz ve bu bölgedeki kuraklığa dayanıklı çeşitleri geliştirmek üzere konuşuyoruz. Buradaki şartlarda çeşit geliştirebilmek oldukça güçtür. Niye dersek, bugün Amerika’nın veya İsrail’in yaşadığı kuraklık ile bizim yaşamış olduğumuz kuraklık birbirinden oldukça farklıdır. Bizim toplam yağışımızda çok büyük farklılık var, bu yağışın dağılımında çok büyük farklılık var. Eskişehir’i örnek vermek gerekirse, 73 yılın yağış ortalaması 345 mm. Ama uzun yıllardaki tek tük yağışlara baktığımızda bu 200 milimetreyle 500 mm arasında değişmektedir. Buraya girmeden önce kısaca daha önce yapmış olduğumuz çalışmaları bir gözden geçirelim. Burada 300 milimetreden daha düşük yağış alma ihtimalimiz % 15, 400 milimetrenin üzerinde yağış alma ihtimalimiz de yaklaşık % 15; yani, genel olarak bizim almış olduğumuz yağış 300 mm ile 400 mm arasında değişiyor % 70 oranında. Öyleyse, bizim hedef kesitimiz 300-400 mm arasındaki şartlara iyi farklılık verecek bir tedbir olmas ı gerekiyor. Yaptığımız bir diğer çalışma, bu toplam yağış ve dağılımı üzerinde yapmış olduğumuz bir çalışmada, verim ile aylık ortalama yağış arasındaki ilişkiye bakıldığında en yüksek ilişki mayıs ayı daha sonra nisan ayı daha sonra da kasım ayında görülmektedir. Şimdi biz kurağa dayanıklılık konusunda bir çalışma yapacaksak, mayıs ayındaki yağışları çok ciddi şekilde incelememiz veya tahmin etmemiz veya M uzaffer Beyin göstermiş olduğu bir takım olasılıkları göz önünde bulundurarak buna göre çalışmalarımızı yönlendirmemiz gerekiyor. Bitki açısından kuraklığa baktığımız zaman, veri olarak ikiye ayırmak mümkün: Bizdeki kuraklığı, diğer tüm dönem kuraklığı ile geç dönem kuraklığı olarak ayırabiliriz. Biz erken dönem kuraklığına göre, erken dönem gelen kuraklığa dayanıklı genotipi mi geliştirmek 103 istiyoruz yoksa geç gelen kuraklığa dayanıklı genotip mi geliştirmek istiyoruz? Tek tek bunları tanıtmaya kalkarsak aslında bunlar o kadar zor bir olay değildir. Erken döneme dayanaklı genotip geliştirmek istiyorsak o kadar zor değil, diğeri de öyle zor değil, ama ikisini bir araya getirip kombine etmek, bazen erken gelir, bazen geç gelir. Bunu aynı genotip üzeninde toplamak oldukça zordur. Bu oldukça kompleks bin durumdur. Bunu tek başına karşılamak veya bir programın veya birkaç programın bunu tek başına karşılaması, daha doğrusu, bir genotip üzerine toplaması oldukça zordur. Burada dayanıklılığın mekanizması gündeme geliyor. Burada dayanıklılığın mekanizmasını çok genel olarak söylemek gerekirse su kullanma etkinliği diyebileceğimiz genellikle Toprak-Su’cuların söylemiş olduğu birim miktar suya üretilen birim kuru madde miktarı yani su kullanma etkinliğidir. Aslında istenen budur ve hedef, az miktarda suyla fazla miktarda kuru madde elde edilen genotipleri geliştirmektir. Türler arasında bile bunun varyasyonun çok geniş olduğu literatürde söyleniyor. Genel olarak buğday için söyleyeyim, 1 ton su eşittir 1 kg buğday, yani 1 ton suya karşılık siz 1 kg buğday alıyorsunuz. Bunun altını üstünü almak oldukça zor. Bir diğer dayanıklılık mekanizması, topraktaki mevcut suyu azami miktarda, doyma noktasında dahi alabilen genotiplerdir. Türkiye’de bu türlü varyasyonlar yine dar, ama türler arasında bu farklılıklar her zaman mevcuttur. Örneğin, göz önünde bulundurursak, buğdayın doyma noktasında dahi hâlâ topraktan su alabilmekte ve gelişmesini devam ettirebilmektedir. Ancak bu sistem çok sürdürülebilir bir sistem değildir. Türkiye’de, önümüzdeki yıllarda belki bir yıl, iki yıl için bu geçerlidir ama önümüzdeki yıllarda kuraklık devam ederse, bizim topraktan kaldırdığımızdan daha az miktarda yağış alıyorsanız, bu sistemi devam ettirmeniz mümkün değildir. Bugüne kadar kuraklığa dayanıklılıktan ziyade, kuraklıktan kaçış mekanizmaları dünyada en çok kullanılan yöntemdir ve en çok üzerinde çalışılan karakter erkenciliktir. Erken gelen, erken olgunlaşan ve özellikle Akdeniz ikliminin geçerli olduğu bölgelerde erken olgunlaşan türler, çeşitler, genotipler, geç olgunlaşanlara göre genellikle daha avantajlı durumda. çok basit bin örnek vermek gerekirse, Anadolu’da son kırk yılın verilenine bakıldığında, arpa verimleri genellikle buğday verimlerinin üzerindedir. Buradaki en önemli etken genellikle erkenciliktir. 0 nedenle, erkencilik, kuraklıktan kaçış mekanizması olarak kullanılan en önemli karakterlerden birisidir. Bu çalışmaların yapılabilmesi için belli yerlerin olması gerekir. Bunun için genotipler arasında genotiplerin kurağa vermiş olduğu karşılıklar ölçülebildiği bir bölgenin olması gerekir ki genotipler arasındaki farklılığı bulabilelim. Yoksa kuraklıktan bütün genotiplerin olduğu veya bitki genotipinin bir şekilde kuraklıktan etkilenmediği bir bölgede çalışmaları yürütürsek, buradan herhangi bir şekilde sonuç almamız mümkün değildir. Bir diğer önemli konu, Cemal Bey kısaca bahsetti, stabilite konusu. Biraz önce dediğim gibi, 200 milimetrelik yağış, belki çok ekstrem bir yağış, ama 150 mm’den itibaren buğdaydan ekonomik anlamda verim almak mümkün. Bizim yağışımız zaman zaman 480 mm’ye kadar çıkabiliyor, 1998 yılında 480 mm yağış aldık, 2001 yılında 228 mm yağış aldık. Halbuki, 150 mm’de diğer genotip çok fazla etkilenirken, tatminkâr verim verebilecektir. Ama bizim 400 mm üzerinde yağış olduğu zaman yüksek verim verebilecek genotipler üzerinde durmamız gerekiyor. Bu noktada Türkiye ne yapmalı? Aslında, Sayın Bayramin’e teşekkür ederim, kurumlar arası işbirliği konusu gündeme getirdi Türkiye ne yapmalı konusunda. Tarım Bakanlığı, buna bağlı TAGEM , TÜGEM ve araştırma enstitüleri ile üniversiteler arasında çok yakın, çok sıcak ilişkiler kişisel bazda var, ama kurumlar arasında düşünüldüğünde maalesef yok. Niye bunu bu şekilde söylüyorum, üniversitelerde yapılan çalışmalardan bizim tesadüfen haberimiz oluyor. Bizim yaptığımız çalışmalardan da onların hiç haberi olmuyor. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Çukurova Ziraat Fakültesinden M üjde Hanımın yapmış olduğu bir çalışma, Türkiye’nin, belki de, Güneydoğudaki ekim sistemini değiştirebilecek bir çalışma. Yüksek sıcaklıktaki lokal çeşitlerin fotosentez etkinliğinin araştırılması konusu ye tesadüfen biz bunu duymuş olduk. Orada yapılan bir temel araştırma orada kalıyor. Bizim yapmış olduklarımız genellikle 104 uygulamalı araştırma ve bu türlü çalışmaların araştırma enstitülerinde yapılması çok zor. Niye zor; en basitinden benim kendi programımdan örnek vermem gerekirse, farklı genotiple çalışıyorum. Bunların içinde tek tek bir genotipin yüksek sıcaklıktaki fotosentez etkinliğini ölçmem veya kuraklığa karşı dayanıklılığını test etmem zor. Elbette yapmaya çalışıyorum ama bunları ancak ben kendi materyalim üzerine test ediyorum. Üniversitelerden, naçizane, hasbelkader araştırma enstitüsünde çalışan bir kişi olarak, beklediğimiz en azından benim beklediğim, temel çalışmaların üniversitelerde detaylı bir şekilde yapılıp araştırma enstitülerine mamul veya yari mamul diyebileceğimiz ürünlerin gelmesi sağlamaktır. Bu bir şekilde bir hastalığa dayanıklılığının tanımlanması veya bir genotip üzerine bunların tanımlanmasıdır. Ondan sonra bunu araştırma enstitüsünün bir şekilde alıp, daha sonra özelliklerini ve verim potansiyeli belli bir yere getirmektedir. Tabii, kurumlar arası işbirliği derken, benim söylemek istediğim bu. Bu konuda benim kısaca söyleyeceklerim bunlar, teşekkür ederim. BAS KAN — Çok teşekkür ederim. NİHAT GÖKYİĞİT — Birinci sorum Sayın Türkeş’e olacak. Bu malum, dünyanın ısınmas ı, çölleşmede kuraklıkla ilgili. Bu konuda anlaşmalar yapılıyor. En son Bonn. Burada Türkiye’nin bulunduğu taraf, yön nedir? Biz resmen imzaladık mı? İmzaladıysak ne getirebiliyor? DR. MURAT TÜRKEŞ — Türkiye sözleşmeye ve sözleşmenin eklerine OECD ülkeleriyle birlikte yer aldığı için temel yükümlülüklere dahil olduğu için sözleşmeye taraf olmadı. 1994 yılına kadar ne imzaladı ne taraf oldu, 1994’ten sonraki sure zaten onay suresiydi. 1992’den 1997’ye kadar Türkiye, sözleşmenin dışında kaldı. Bunu özellikle söylüyorum. 1997 Aralıkta, Japonya’da Kyoto protokolü gündeme geldi. Bu protokol kabul edildi. Orada bir resmi girişim oldu. Bazı emisyon yükünü azaltma yükümlülükleri vererek, ama eklerden çıkarak, her iki ekten de çıkarak; yani, hem OECD listesinden çıkarak hem de eski sosyalist ülkeler ve OECD’nin birlikte olduğu listeden çıkarak, yani her iki listeden de çıkarak, daha yükümlülükler vererek taraf olmak istediğini dile getirdi. Fakat biliyorsunuz Türkiye’de kötü bir örnek olmasın diye Türkiye’nin bu girişimine Amerika karşı çıktı ve Avrupa Birliği de onunla birlikte oldu. İlk raunt böyle kapandı. Orada önemli olan şuydu: Amerika şunu söylüyor: Aşağı yukarı küresel iklim değişiminin %35’inden kendisi sorumlu olmakla birlikte, Çin ve Hindistan gibi büyük gelişme yolundaki ülkelerin de Kyoto protokolüyle birlikte azaltma yükümlülüğünü almasını istiyor. Eğer onlar almazsa, bu protokol bizim ülkenin ulusal çıkarlarına zarar verir. Sanayicilerin, lobilerin asıl anlatmak istediği de bu. Yani, Amerika o tarihte şunu söyledi: Ben, tüketim kalıplarımı, yaşam tarzımı değiştiremem, siz başınızın çaresine bakin. Türkiye’nin girişimleri o arada devam etti, en son Lahey’de Çevre Bakanımızın Kasım 2000’de katıldığı taraflar konferansı iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi, taraflar konferansının altıncı toplantısında Türkiye’nin yeni bir önerisi oldu ve bu öneri de şöyle: Türkiye, protokol yükümlülüklerini öyle de götürebilir, ama OECD ülkeleriyle birlikte parasal yükümlülükleri, teknoloji aktarma yükümlüğünü yerine getiremez. 0 yüzden bizi OECD kısmından çıkarın, biz, yalnızca birinci kısmında sözleşmeye taraf olalım. Bunu, tarihte hatırlayacaksınız, Amerika’nın sorunları gündemdeydi, ağırlığı vardı, Türkiye’nin bu önerisi, bir sonraki konferansa kaldı. Arada Bonn’da, Lahey’de başarısızlık olduğu için Türkiye’nin önerisi gündeme gelmedi. Bonn’da Lahey toplantısının üçüncü kısmı yapıldı. Onun şöyle bir önemi vardı konuyu bağlamak açısından: Amerika’nın dışında, dünya, Kyoto protokolünün gerçekleştirmenin iradesini ortaya koydu, bir politik uzlaşma metni ortaya çıktı. Bu metin, 1997’den o tarihe kadar, 2001’e kadar bütün uzlaşma noktalarını ortaya çıkardı. 105 Ancak şunu da söylemek gerekir. Kyoto protokolünün temel yükümlülüklerini zayıflattı; yani, başlangıçta düşünülen protokol yükümlülükleri azaldı. Türkiye’nin taraf olmasına gelince; Türkiye’nin önerisi Kasım’da M arakeş’te yapılan çerçeve sözleşmesi yedinci taraflar konferansında kabul edildi. Türkiye’nin şu anda durumu şu: Ek 2’den isminin çıkarılması kabul edildi, yani artık OECD listesinde değil, 2000 yılına kadar 1990’daki emisyon tutma yükümlülüğüne tabi, ama parasal ve teknolojik yükümlülüklerden kurtuldu. O dönemde zaten bitti biliyorsunuz. Fiili olarak, şu an 2001 yılındayız. M arakeş’teki toplantının sonucunda önce listeler değişti, sözleşmenin ekleri yasal olarak aynı değil, sözleşmenin ekleri, sözleşmenin ana noktayla birlikte kabul edildiği için, şimdi bu ek değişecek. Ek değişince, Türkiye’nin Parlamentosunda şu anda sözleşmeye taraf olmayla ilgili bir belge var zaten. Bir Bakanlar Kurulu kararı var ve komisyonlardan geçti; onun gözden geçirilmesi gerekecek. Özetle, Türkiye, önümüzdeki günlerde, anladığım kadarıyla taraf olacak. Öteki sorularınız; Amerika’da Başkana bağlı kriter değişiklik programının en büyük parası iklim değişikliğine veriliyor. ABD’de hem enerji bakanlığında hem de Dışişleri Bakanlığı ilgileniyor. Dışişleri Bakanlığında doğrudan iklim değişikliği görüşme sürecini sürdürmekten sorumlu bir sürü diplomat var ve en üst düzeyde büyükelçi var. Yani, ABD, iklim değişikliği süreci görüşmelerinin heyet başkanı çok yetkili bir büyükelçi ve onun altında 100-150 civarında bir uzmanlar grubu var. Sizin söylediğiniz konu, emisyon yaptırımları ve emisyon ticareti kapsamında ilk kez bir protokolden söz edeyim; sorunuz öyle anlaşılır olacak, arkadaşlarım anlamayabilir, bu konuya çok uzaklar doğal olarak. Protokol, emisyon kolaylığı sağlıyor gelişmiş ülkelere. Yani, yükümlülüklerinin protokol düzenekleri belirliyor. Bunlar üç düzeneğin altında topluyor. Bunlardan bir tanesi, emisyon ticareti, ikincisi temiz kalkınma mekanizması, üçüncüsü ortak gelişme. Bunun hepsi, siz az önce söylediniz, projeye dayalı, yani yatırım yapma, emisyon azaltma, paralı yükümlülük ile ilgili üzerinde ticaret. Bu küresel konularla bağlantılı yeni dünya düzeniyle bütünleşmiş konular; yani, ticaret ağırlıklı çevreyi koruma. Ben öyle söylüyorum bunu. Amerika’nın böyle bir önemi var. Emisyon ticaretini, emisyon yaptırımı, dünyada ilk kez ticari olarak uygulayan ülke Amerika. Bunu kükürt dioksit emisyonları için yapıyor. Herkes bu kurala uymak zorunda. Eğer, siz, o sene, bunun üstüne çıkarsanız kükürt emisyonlarında, bir başka santralin da kullanmadığı emisyon varsa onun parasını bastırıyorsunuz, onu alıyorsunuz,ama emisyonu fazla yapıyorsunuz bu arada. Yaptırım bu. Eğer, siz, bir iş yılında, 2001 yılında diyelim, size ayrılan üst sınırın altında emisyon yapmışsanız, bunu satma ya da bir sonraki donemde kullanma olanağına sahipsiniz. Çok özetle, buna benzer bir sistem Kyoto protokolünde de var. şu anda uygulanmaya çalışılıyor. M arakeş kuralları bunu yasal olarak belirliyor. M era ıslahı, meşe ağaçlandırmada çok haklı olarak söylüyorsunuz, Bonn anlaşmasıyla bu kesinleşti, Kyoto protokolü düzenekleri içinde ülkelerin emisyonların azaltma birimleri kazanma olanağı sunan iki büyük alan var, ormanlaştırma, ağaçlandırma ye arazi kullanımı, tarım ormanlarının düzenlenmesi şeklinde. Teşekkür ederim. NİHAT GÖKYİĞİT — Avrupa Birliği üzerinden, Almanya üzerinden DR. MURAT TÜRKEŞ — Bonn’da kabul edilen kurallar esas olarak Kyoto protokolü için geçerli, bir kısım sözleşmeyle ilgili. Biz, zaten protokolün yükümlülükleri çok ağır, Türkiye, sözleşmenin kurallarıyla bu işe devam edebilir. Ben sorunuzu anladım. Kyoto protokolüne bağlı olmasa bile, Türkiye bir taraf ülke olarak hem bu yatırımı bir başka ülkede yapabilir hem de kendi ülkesinde ağaçlandırma, yeniden ağaçlandırma ormanlaştırma, tarım mera projeleriyle, yani genel anlamıyla tarımsal arazi kullanımı projeleriyle emisyonlarını azaltma 106 yükümlülüğünün bir kısmını yerine getirmiş olabilir. Bu projelerden para kazanır ye projeleri bir başka taraf ülkede de gerçekleştirebilir. Türkiye Kyoto protokolünde yok, olması da gerekmiyor, ama Türkiye bütün buradaki genel kurallardan yararlanabilir. NİHAT GÖKYİĞİT — Burada bir derinlik oluşsa TEM A gibi, ne beklerseniz ki, bunu harekete geçirelim; yani, bazı örnek projelerde, o tespitlerinizin hepsi önemli, yapılıyor tabii, onlar gayet güzel; ama, bunun bir eğitim tarafı var, bir de uygulama var. Biz, örnek bazı projelerle kendimiz yapmaya çalıştık. Bunu, bu fondan istifade ederek sizinle tam bir işbirliği yaparak, sizin bir taşeronunuz gibi bazı yerlerde örnek projeler yapmak istersek yolumuz nedir? Onu soruyorum. BAŞ KAN — Teşekkür ederim. Aslında biz TEM A olarak, önceki yıl, ülkesel yem bitkileri üretimi gereksinme projesini, bir strateji raporu hazırladık, bakanlığımıza sunduk, TIGEM Genel M üdürlüğüne. İlkönce benimsendi, bakan bey de benimsedi ama şu ana kadar fazla bir yol da almadık. Onu canlandırmak gerekiyor. FEVZI TOPAL (TÜGEM Genel Müdür Yardımcısı) — Öncelikle ne yaptığımıza kasaca değinmek istiyorum. M era Kanunumuz çıktıktan sonra, kanun gereği, altyapıyla ilgili hazırlıklarımızı tamamladık ve şu anda da 2000 haziran ayından itibaren uygulamayla ilgili projelerimizi bağlattık; ancak, nerede, nasıl, ne zaman, ne şekilde yürüteceğimizle ilgili elimizde herhangi bir yen taban olmadığından, elimizdeki mevcut mera varlığımızın miktarını dahi bilmiyoruz. Onun için, öncelikle, çalışmalarımızı tespit ye tahditle ilgili uygulamalara ayırdık ve bir zaman takvimi yaparak, 2004 yılına kadar öncelikle ülkemizdeki mevcut mera varlığımızı bir tespit edelim dedik. Bu tespitlerle birlikte, ülke üzerindeki vejetasyon durumu, toprak yapısı, eğimi, topoğrafik durumuyla ilgili bilgileri de derleyelim diye düşündük ye şu anda bu çalışmaları başlattık. Yaklaşık olarak da 1,9 milyon hektar alanda bu çalışmamızı şu anda tamamladık. Tabi bu çalışmalar yapılırken mevcut ıslah programını aslında, 2004’ten sonraya programlamamıza rağmen, 2002 yılı içerisinde de her ilde üreticimize, neyi amaçladığımızı gösterebilmek açısından her ilde, oradaki mevcut eleman durumumuz da göz önünde bulundurularak bunlarla ilgili bir iki köyde ıslah faaliyetlerine de 2002 yılından itibaren bağlayacağız. Tabi burada bu işi bizim, elbette ki, mutlaka, diğer kurum ye kuruluşlarla da işbirliği halinde götürmemiz gerekiyor, bu işin altından tek başımıza kalkacağımıza pek fazla inanmıyoruz; çünkü, şu anda mevcut merayla ilgili ıslah çalışmalarıyla ilgili elimizde yeterli düzeyde teknik eleman sıkıntımız da var. Onun için, araştırma enstitülerimizden, üniversitelerimizden yararlanmak istiyoruz ye yeni hazırladığımız yönetmeliğimiz içerisinde de bölgesel olarak uzmanlar kurulu oluşturduk ye bu uzmanlar kurulunun içerisinde o bölgedeki üniversiteler, araştırma enstitümüzden uzman kişiler var; yani, her yapacağımız ıslah çalışmasını, öncelikle onlar gözden geçirecekler, o bölge için uygun olup olmadığına karar verecekler, uygun görüşle birlikte biz de uygulamaya koyacağız diye düşünüyorum. Bilindiği gibi, merada yapılacak olan ıslah çalışmaları son derece zor, riskli ye büyük paraları gerektiriyor. Onun için, öncelikle, bir defa, mevcut üreticinin, ıslah çalışmasının yapıldığı bölge içerisindeki üreticiye iyi anlatılması gerekiyor. Aksi halde, siz, ne kadar ıslah çalışması yaparsanız yapın, Hüsnü Beyin biraz önce anlattığı gibi, o otlak çalışmasının birinci yılındaki neticeyi, ikinci, üçüncü veya daha sonraki yıllarda girmek mümkün değil; yani, o bölge içerisinde, o otlatma planının mutlak surette yapılması lazım veya onlar için öngörülen hayvan sayısının daha üzerine çıkmamak gerektiği kes in. Bunları sağlamadığımız müddetçe, hangi ıslah metodunu kullanırsak kullanalım, neyi yaparsak yapalım, a meralardan yetenli düzeyde faydalanmamız da mümkün değil. Bir üçüncüsü, mevcut ıslah çalışmasının, köy içerisindeki mera parsellerinin sadece binisinde 107 değil, tümünde uygulamak zorundasınız; çünkü, bugüne kadar yapılan mera ıslahları 2-3 bin dekarlık bin meraya sahip alan köyün 300 dekarında bir mera ıslah çalışması yapılmış ancak, a bir yıllık gelişmeyi gören üreticilerimiz, mevcut hayvanlarını orada yoğunlaştırarak bin yılda orayı köreltmişler. Onun için, bununla ilgili çalışmanın, gerçekten de, kuruluşlar arasında iyi bir işbirliği sonucu ortak karanlar vererek en iyisini bulmak zorundayız.Gönüllü kuruluş olarak TEM A’mızın da, mutlaka, bizim uygulamaya koyduğumuz alanlar içerisinde eğitimde bize faydalı olabilsinler, hatta, kendilerinin, özellikle seçtikleri veya ıslah çalışmas ı uygulamak istedikleri alanları belirleyerek, biz, gereken her türlü desteği, mera kaynaklarından kullanmak üzere parasal desteği de vermeye hazırız. Bir de, bugün için en büyük problemlerimizden bir tanesi de yine hem mera yem bitkileri için hem de çayır merayla ilgili tohumluk ihtiyacımızın temini konusunda bölgelere göre, ülkemizde yetişen mevcut çeşitlerin bir an önce tespit edilip, bunların tohum deseninin getirilmesi gerekiyor. Yine, araştırma kurumlarımız veya TIGEM gibi kuruluşlarımız da, şu anda TIGEM ’le önümüzdeki günlerde bu konuyla ilgili bir protokol yapmak suretiyle belirli bir işletmesinde bulunan üretimine geçecek; ama, özel sektör tarafından da yapılan bu türlü faaliyetlere destek olacağımızı söylemek istiyorum.Teşekkür ediyorum. BAŞ KAN — Teşekkür ederim. Sayın Orhan Doğan, buyurunuz. Doç.Dr. ORHAN DOĞAN (Köy Hizmetleri Ankara Araştırma Enstitüsü Müdürü) — Kuraklık konusu, geçen yıldan bu yana enine boyuna tartışılar ye belirli bir ağamaya da ulaşılan bir konu. özellikle gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde önemini her gün artıran bu konu ilk defa demeyeyim ama ilke yakın olarak 27 Şubat 2001 tarihinde yapılan bir toplantıyla gündeme geldi. Burada, su yönetimi nedir? kuraklık nedir? konular işlendi. Daha sora 20 M art 2001 tarihinde Hilton’da bir toplantı yapıldı, Yaşar beyde organizatördü. Orada çeşitli kesimlerden gelen arkadaşlarımız kuraklığın, tarımsal, hidrolojik veya meteorolojik boyutlarını enine boyuna tartıştılar. MURAT beyde o toplantıda vardı, Sayın Başkan da vardı. Efendim bu arada dünya genelinde de kuraklıkla ilgili bir ağ oluşturulması söz konusu oluyor. 21-26 M ayıs tarihleri arasında Süleyman beyle beraber Rabat’ta bir toplantıya katıldık, Tarım Bakanlığı ye Köy Hizmetleri olarak biz de ülkemizi temsilen bu toplantıya katıldık. Orada da yapılan çalışmaların en azından Akdeniz iklim kuşağındaki ülkelerin kuraklıkla mücadelede ortak davranmaları için bir kuraklık ağı oluşturulması prensipleri ortaya konuldu. Yeni bir kaynak aradık. Rabat’ta olan bu toplantı aynı zamanda ekim ayında Hanla’da toplanmış yeni yeni kararlar alınmaya başlanıldı. Tabi biz arkadaşımla beraber ülkemizin temsilcisi olarak, Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğüne ve Tarım Bakanlığının Sayın M üsteşarına ülkemizde de en azından kuraklık alarmını, kriz alarmını oluşturacak bir ağın oluşması gereğini vurgulamaya çalıştık. Sayın M üsteşarımız ilgi gösterdiler, son aşaması ne oldu bilmiyorum. Ülkemizde kuraklığın sahibi yok. O nedenle, önce sahibinin oluşması lazım. İkincisi bu su kıtlığıyla ilgili bakanlık, genel müdürlük gibi bir sürü kuruluş var. Bunların hepsi arasında iyi bir diyalogun, organizasyonun koordinatörlüğün olması gerekirken çeşitli şekillerde dağınık çalışmalar mevcut. Dolayısıyla kuraklıkla mücadelede tarımsal olsun, başka nedenlerle olsun, yapılacak çalışmaların ilki kamu nezdinde neler yapılmalı diye düşünmemiz, ikincisi çiftçi bazında neler yapılması gerektiğidir; çünkü, suyun % 70’ini çiftçi kullanıyor. Kamu nezdinde yapılması gerekli olanları şöyle özetleyebiliriz. Birincisi, toprak yasasıyla beraber su çerçeve yasasının da çıkarılmasına ağırlık verilmeli. İkincisi, çiftçinin katılımını her türlü katılımı, üretime katılımını engelleyen 2032 sayılı Yasanın değiştirilmesi gerekli; yani çiftçi katılımının da sağlanması lazım. Çünkü yatırımı yapıyorsunuz, özellikle Köy Hizmetleri olarak göleti yapıyorsunuz sulama kanaletlerini yapıyorsunuz, terasını yapıyorsunuz, sonra 108 çekiliyorsunuz. Çiftçi katkısı olmadığı için dilediği gibi işletmeye çalışıyor. Bunun için de kanalda bilinen sedimentin atılması için Ankara’ya heyet gönderiyor, yani o duruma geliyor. Dolayısıyla, çiftçi katılımının her düzeyde oluşmasında yarar var. Su tasarrufu ve üretimi teşvik eden dolayısıyla kuraklığın bir noktada engelleyicisi olan Arazi Toplulaştırma Yasa Tasarısı şu anda bekliyor. O yasanın çıkarılması lazım. Buna benzer üretim planlamasından daha önce arazi kullanım planlamasının yapılması lazım. Bunu yaptığımız zaman bir sürü konuyu ortadan kaldıracaksınız, işletmelerin parçalanmasını önleyeceksiniz, optimum işletme büyüklükleri oluşturacaksınız ye böylece arazi parçalanmayacak, istediğiniz toprak muhafaza ya da toprak koruma istemlerini oraya adapte etmeniz daha kolaylaşacaktır. Bunların yapılması lazım. Bunun için de tabii arazilerin parçalanmasını önleyici şekilde miras hukukunda gerekli düzenlemelerin yapılması yararlı olacaktır. Şimdi bu makro düzeyde devletin yapacaklarını bir tarafa bırakırsak, bizlerin yapacağı ne olacaktır. Deminden beri izliyorum, 1930’lardan bugüne yapılan çalışmalar halâ sürüyor, hatta 19 ilde 75 bin hektar alanda bir tarım sistemini ortaya koyduk, hocam da buradalar, tabii, bunlar, Tarım Bakanlığının büyük desteğiyle yürütüldü; ama, çiftçiyle iç ise olduğumuz zaman, bazı kaynaklar kullanılıyor. Sizinle beraber bir şeyler yapıyor, ama siz elinizi çektiğinizde çiftçi yine bildiğine gidiyor. Dolayısıyla, tarımın da para etmediği bu donemde adamlar topraklarını terk ediyor. 1,2 milyon insan her yıl kırsaldan kente göç ediyor, tarımı bırakıyor, geçinemiyor adam. Dolayısıyla, bunların en iyi şekilde değerlendirilmesi için çiftçiyle iç içe çalışmalar çözüm olacaktır muhakkak. Tarım teknikleri anlatıldı, sulama yöntemleri anlatıldı, yeni modeller geliştirilmeye çalışılıyor. Bunların hepsi geçerli, ama nerede geçerli; masa başında. Benim demek istediğim şu: Bizim yapacağımız çalışmaların hepsinin çiftçiye ulaşması lazım. İşte Tarım Bakanlığımızın fonksiyonu esas burada olmalı. Tarım Bakanlığımızın üretilen bilgi nereden olursa olsun, içten veya dıştan, bunu en iyi şekilde üretime döndürmek için çiftçiye ulaştırması lazım. çiftçiye ulaşmaz, çiftçiye demokratik çalışmalarla ulaşılır. Eğer şekerpancarında tam sulamada yüzde yüz verim aldığımızı düşünürsek, % 50 kısıtlı su verdiğim zaman % 98’e düşüyor verimim, % 45 kısıntıya gittiğim zaman % 89’a düşüyor. Demek ki, % 11 kısıtlılığa gidildiği zaman verimde, suyunuz % 45 oranında kısılıyor. Bu ne demektir; % 45 alanınızı daha sulayabilecek bir alternatif çıkıyor ortaya. Bunu aynı zamanda pamukta da yapmak mümkün. Pamukta tam sulamada 100 dersek, % 40 kısıntı uyguladığım zaman % 89 verim alınıyor. Dolayısıyla, benim önerim şu: çiftçi bazında mademki suyun % 70’ini çiftçi kullanıyor, o halde çiftçi ne yapmalı? çiftçi en bilinçli şekilde bilgiyle teçhiz edilmiş vaziyette tarımını yapmak zorunda, yapmak mecburiyetinde; Ama onu sınırlayan, kısıtlayan bazı nedenler var. İşte onu devlet düzeltecek. M esela, birim alandan değil de birim hacim esasından giderek çiftçinin su ücretini ödemesi gerekir. Bu, sulama bakımından çiftçiye kısıt getirecektir. İkincisi bizim deminden ben üzerinde durduğumuz vasıflı sulama sistemini ortaya koymak. Demek ki bunları yaptığımız takdirde bizim çiftçiye eğilmemiz ve onları bilgiyle donattığımız takdirde, tasarruf sağlanabilir. İşte, gen kaynaklananın üretimi konusu, ıslah konularının ortaya konulması; bunları arkadaşlarımız anlattı. Demek ki, herkes görevini yapabiliyor, bazı aksamalar var, aksayan yönlerin de ortaya konulması lazım. Dolayısıyla kuraklık sadece rölatif bir kavram zaten; çiftçiye o kurak dönemleri iyi yakalamak lazım, o demostrasyonlarla bilgi aktarımıyla, çiftçinin tarlasında örnek çalışmalarla ortaya konulacaktır. Amerika’da çok eskiden şöyle bir olay olmuştur: Bir üniversite mensubu hoca bizi gezdirdi. Bir araştırma kuruluşunun da mensubuymuş ama oradaki araştırmalar üniversiteye bağlı “Sizin maaşınızı kim veriyor” dedim “bizim maaşımızı çiftçiler veriyor” dedi. Üretilen ürünün binde 6’sı galiba, çiftçiden ürün bazında yüzdelerle toplanıyor. “Peki, sizin yaptığınız işlemde hocalar araziye geliyor mu!” dedim “Ne demek efendim, hoca, araziye gelmek zorunda” dedi. Akademik çalışmaların dışında Adana’yı tenzih ediyorum. Çünkü Adana, gerçekten araziye köylüye ulaşan, köylüyle iç içe olan hocalarımızın sayısı çok enderdir. M esela, İlhamı Beyi sayabiliriz. Şunu demek istiyorum: Yalnız akademik çalışma 109 değil, bütün sorunlar çiftçinin üretiminde yatmakta, dolayısıyla, çiftçiyle omuz omuza çalışmak lazım. Teşekkür ediyorum. BAŞ KAN — Çok teşekkür ederim Sayın Doğan. Sayın M ehmet Ali Ünal; buyurunuz. MEHMET ALİ ÜN AL (TİGEM Genel Müdürü) — Sayın Başkanım teşekkür ederim. Bu toplantının cumartesi günü tertiplenmesi bizim için iyi oldu. Toplantıyı düzenlediğiniz için sizlere ve katılımcılara teşekkür ediyoruz. Gerçekten değerli sunumlar söz konusu oldu, ayrıca sunuculara da teşekkür ediyoruz. İlhamı Ünver Hocamız bizleri bağışlasın, biraz hayvancılığa haksızlık etti gibi geliyor bana. Ben genel anlamda gelişmiş ülkelerin hayvanlarının ye hayvansal ürünlerinin bol miktarda üretildiği, arz fazlasının olduğu ve gelişmekte olan ülkeler kalkınmasının çalışmaların yapıldığın bir dünyada Türkiye’de herhalde hayvan üretimi ye hayvansal ürünlerde hem kendi iç tüketiminde hem de dış satımını da düşünecektir. Burada sera gazları açısından hayvansal üretimin katkısı zaten dünyanın bir dengesi. Dünya kurulalıdan bu yana bu denge söz konusu. Onun dışında endüstri atıklarının daha çok sera gazına sebep olduğu söylendi. Bu küresel gelişmenin, endüstriyel gelişmenin çevreye olan kötülüklerinin birikintilerinin biraz hayvancılığa mal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum ben. Biz hayvancılığa devam etmeliyiz diye düşünüyorum. Gelişmiş ülkelerde tarımda hayvancılığın oranı artık standartlaşmıştır, bizim de onları yakalamamız lazımdır. Ünver Hocamızla ve M uzaffer Beyle ilgili bir konu. Burada şöyle söylendi: Nadasın Türkiye’de kaldırılması konusu. Burada tabii olayın netleşmesi lazım. M uzaffer Bey nadastan bahsetti. Ben kimyasal nadasla ilgili, tabii geleneksel nadasta bir sürüm söz konusu, toprak işleme maliyeti söz konusu, kimyasal nadasta da tarımsal ilaçlama söz konusu. Burada bir ekonomik analiz yapılması gerekir diye düşünüyorum. Bu ekonomik analiz yapıldı mı, maliyet analizi? Hangisinin lehine? Sunumda varsa bu, biz kaçırdık o zaman, özür diliyorum ben. Burada esas netleşmesi gereken konu, Türkiye için artık şu söylenmeli: Yağışı şu kadar milimetrenin altında olan yerlerde nadas yapılmalı, kimyasal yahut da geleneksel nadas. Bunun dışında yapılmamalı ve hatta bu bölgelerde şunlar yapılmalı diye düşünüyorum ben. Böyle bir tavsiye yapabilir misiniz? Eğer böyle bir tavsiyeniz varsa, biz de duymak isteriz. Bir başka konu, Cevat Hocamıza teşekkür ediyorum bu sulamada modeller sundu. Yalnız burada karık sulamayla ilgili. Bir karığa su veriyorsunuz, ikincisine vermiyorsunuz, ikinci sulamada da vermediğiniz yere veriyorsunuz, verdiğiniz yere vermiyorsunuz. Damla sulamada bunun olabileceğini söyledi. Türkiye’de, biliyorsunuz, yağmurlama sistemi yaygınlaşmış durumda. Yağmurlamada böyle bir şansımız var mi ve bunun üzerinde araştırma yapıldı mi, yapılması düşünülüyor mu? Bu merak konusu, eğer o konuda bilgi verebilirseniz sevinirim. Bir başka konu, Tarımsal Araştırma M üdürlüğünden arkadaşımız çok güzel bir sunum yaptı. Biz de tarımın pratiğinden gelen insanlar olarak bir katkıda bulunmak istiyorum. M era konusu önemli bir konu. Burada iki şey üzerinde durmak istiyorum. Eğer merayı ıslah etmek istiyorsak biz o bölgenin bitkisini yaşatmak ye o bitkiyi orada idame etmek zorundayız. Bunu kuraklığa dönüştürme açısından soruyorum. Bir kere, ıslah edeceğimiz mera üzerinde bulunan tabii ortamdan gelen tabii bitkileri tespit etmek gerekir. Biz o merayı belli bir süre korursak o mera kendini yeniliyor. Eğer ilave düşünüyorsak da, o bölgenin bitkilerinden tohumlar toplayıp, o tohumları toprağa iade yapıp çok başarılı olabiliriz diye düşünüyorum ben. Benim soru ye katkılarım bu kadar, teşekkür ediyorum. BAS KAN — Teşekkür ediyorum.Tarımsal Araştırma Genel M üdürü Selahattin M ermer; buyurunuz. S ELAHATTIN MERMER (Tarımsal Araştırma Genel Müdürü) — Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle bu toplantıyı düzenlediğiniz, böyle bir organizasyonu 110 gerçekleştirdiğiniz için TEM A Vakfına ye katılan değerli arkadaşlarımıza, katılımcılara teşekkür ediyorum. Konu önemli, kuraklık; Yani gerçekten ihmale gelmeyecek ve insanoğlunun büyük etkisinin de olduğu bir gerçek konu. Son iki ay içerisinde katıldığım uluslararası üç toplantıda ilgimi çeken birkaç ifade vardı. Burada paylaşmak istiyorum onları. Bir tanesi, su M adenciliği; sanki dünyanın gündemine giriyor ve tahmin ediyorum ileriki yıllarda bu çok önemli bir terim olarak belki literatürlere girecek. Çünkü su gerçekten bir maden olma özelliğinde oldu. Biz, şu anda belki tam onun farkındayız veya değiliz, bilmiyorum ama gerçekten bir maden ve daha kıymetli bir meta oluyor su. Bu su çok önemli bir konu. Gayet güzel sunuşlar yapıldı, teşekkür ediyorum. Suyun muhafazası, kaynakların zenginleştirilmesi, yeraltı sularının beslenmesi, özellikle Hocamın sunduğu bu çiftlik göletleri konusu yani bizim suyu azami ölçüde muhafaza edip ona ihtiyaç duyulan en çok ihtiyaç duyulan noktada en iyi, en verimli şekilde, en iyi tekniklerle kullanabilme yollarını mutlaka uygulamalıyız. Bu bizim için vazgeçilmez konular hem meraların hem ağaçlandırmanın yapılması, ama bunun yanında suyun muhafazası ye etkin şekilde kullanımı çok önemlidir. Bir konuya farklı yönde yaklaşmak istiyorum. Tarımsal araştırmalar olarak Bakanlığımıza bağlı birçok enstitüde susuzluğa dayanıklı, kuraklığa toleranslı alan çeşitlerin ıslahı ve geliştirilmesi yönünde önemli çalışmalar yıllardır yapılmakta ve bugün de yapılıyor. Türkiye’de biyolojik çeşitliliği korumuyor veya kullanmıyoruz yaklaşımını kabul etmiyorum kullanıyoruz ama dünya artık globalleşmiş, yani bizim ülkemize o kadar çok insan girip çıkıyor ki bilimsel amaçlı, turizm amaçlı veya başka amaçlı. Yıllardır biz vermişiz veya bizim bilgimiz dışında alınmış çeşitlilikler artık başka yerlere dağılıyor, biz de başkalarından almışız, bizimkini de başkaları götürmüş. Ama bizim arkadaşlarımızın sunuşlarında dikkatimi çekti kendi genetik kaynaklarımızı, özellikle hububatta ve baklagillerde gayet iyi bir şekilde kullanıyoruz ve bugün bizim marjinal alanlarda üretim yapmış olmamıza rağmen, buğdayda üretimimiz dünya ortalamasının çok altında değil. Aynı buğday çeşitlerimizi, aynı genetik karakterlerimizi olumlu ekolojik şartlarda, uygun toprak, uygun işleme, uygun yağış, iklimde 7-8 kiloya kadar çıkan bölgelerimiz var. Aynı çeşitlerdeki biz çok marjinal ekilmesi uygun olmayan, kesinlikle ekilmemesi gereken arazilere buğday ekip 100 kilo aldığımız zaman çok düşük diyoruz ve bu bölgelerde zoraki bir üretim yapmak için çabalıyoruz. Dolayısıyla verim ortalaması düşüyor ama aynı şekilde uygun ekolojilerde çok daha yüksek verimler elde etme şansımız var. A groekonomik zonların belirlenmesi iyi bir gerekçe ye iyi bir teknik uygulama. Bunları biz yaptığımız takdirde, bunlara uygun çeşitleri de o bölgelere getirdiğimiz takdirde, herhalde bizim verimlerimizin çok daha artacağını ben burada ifade etmek istiyorum. Ayrı bir konu olarak belki nadas konusuna çok önem verilmeli ama az önce arada Nihat beyle de konuştuk, bir şeyi de belirtmek istiyorum. öyle bir toplum yapımız var ki, demostrasyon çok önemli. Yani yaptığımız, geliştirdiğimiz bir şeyi çevreye, çiftçiye tanıtmanın en güzel yolu demostrasyon güzel de Ankara Tarla Bitkileri M erkez Araştırma tesislerini biz TİGEM ’e bağlı işletme müdürleriyle, bizim araştırmacı arkadaşlarımızla beraber gezdik, M üsteşarımız da vardı. Hasat dönemi öncesiydi; orada 4 bin dönümün üzerinde bir arazide buğday, hububat ekimi, diğer ürenler de ekiliyor. Uygun işleme, uygun teknolojilerin, tekniklerin kullanımı, zamanında kullanımıyla elde edilen verimli ürün, tel örgünün dışındaki aynı toprak yapısındaki aynı bölgedeki vatandaşın, çiftçinin arazisindeki verimle kıyaslanamayacak derecede farklı. Yani, tel örgünün dibindeki, bir karış ilerisindeki arazide yapılan uygulamadan habersiz oradaki çiftçi veya haberi var ama uygulayamıyor, uygulamıyor. Şuna geleceğim, çok iyi çeşitleri, çok iyi teknolojileri gerçekten geliştirebiliriz ama bunları kullanacak ye uygulayacak çiftçiyi de bir şekilde bizim teşvik mi etmemiz lazım veya o çiftçi bunu uygulamıyorsa illa ki ona bir devlet olarak da destek vermemeliyiz, yani vermek zorunda da değiliz. O işi yapacak, uygulayacak olan, o işin en iyisini orada tatbik edecek olan yapsın tarımı illa ki herkes tarımla uğraşmak zorunda değil. Uygun teknolojileri biz bir şekilde kullanıp, kullanıcıların da bunu yapmasını sağlayabilirsek tahmin ediyorum biz, çok 111 daha verimli bir üretim yapmış oluruz. Verimli üretim, belki bize mera alanlarındaki baskının azalmasana, belki açılmaması gereken, tarım yapılmaması gereken arazilerdeki tarımdan bizim çekilmemizi sağlayacaktır. Bu konuda olumlu gelişmeler olacak. Burada hepimize görev düşüyor bakanlık olarak, gönüllü kuruluşlar olarak, TEM A gibi diğer kuruluşlara da büyük görevler düşüyor ama en önemlisi de işbirliği. Bir hocam bahsetti Üniversitelerle araştırma enstitülerinin çok iyi ilişkisi olduğunu söyleyemiyoruz. ilişkimizin çok iyi olduğu konular var ama özellikle toprak konusunda belki toprak-su’nun ayrı bir bakanlıkta, genel müdürlükte olması, bizim Tarım Bakanlığı olarak toprak suyla ilgili araştırmalara çok fazla değil, hemen hemen hiç girmeyişimiz. Bu toprakla ilgili konulardaki işbirliğini daha da azaltıyor ama bağ bahçeyle ve tarlayla ilgili konularda çok iyi diyaloğumuz olan üniversiteler, kuruluşlar var ama yeterli değil.Bunu ben de kabul ediyorum. Bu işbirliğini hep beraber iyi niyet içinde geliştirmek zorundayız. Çok teşekkür ediyorum. BAŞ KAN — Sağ olun. Buyurun efendim. DR. LÜTFÜ BAŞ - Efendim, ben İstanbul TEM A gönüllüsüyüm ve TEM A’nın Yönetim Kurulu Üyesiyim. Şişli Eftal Hastanesi Klinik şefiyim, bu hastanenin de yakın bir zamana kadar başhekimliğini yapıyordum. Ben, öncelikle bu toplantının düzenlenmesinden dolayı Sayın Arkadaşımız M ahir beye çok teşekkür ediyorum ve bu değerli bilgileri bize hazırlayan, sunan hocalarımıza çok teşekkür ediyorum. Ancak aklıma takılan bazı soruları dile getirmeden önce, TIGEM Genel M üdürü beyefendinin son anda söylediği bir söz var. “Biz TEM A’nın mera ıslah projelerine destek veririz” dedi. Çok teşekkür ediyorum ve bunu sizin huzurunuzda söylenmiş bir söz olarak kabul ediyorum ve hemen konuya geçiyorum. TEM A Vakfının Edirne Valiliğiyle birlikte hazırladığı e TEM A’nın birkaç örnek projesini gördükten sonra şu anda Edirne’de 120 köyde kırsal kalkınma projesi vardır 800 bin dönüm meranın % 30’una yakın bölümünde çok ciddi ıslah problemleri vardır. TEM A, Üniversite ve uzman arkadaşlar tarafından yapılan çalışmalarla çok güzel örnekler ortaya çıkmıştır ve bu büyük orandaki meraların tamamına yakınında ölçüm, biçimler yapılıyor, onlar da bitmiştir. Eğer lütfeder de ilgilenirseniz ve bu sözünüzü yerine getirirseniz bundan sonraki toplantıda sanıyorum çok güzel bir eser ortaya çıkacaktır. Kuraklığın sahibi biziz. Ben arıyorum burada doktor olarak, benim ne işim var. Benim işim gücüm hastalarla uğraşmak, onları kesip biçip sağlığına kavuşturmak. Demek ki, kuraklığın sahibi hepimiziz ve hepimizi ilgilendirdiğine göre, bu işin tarım uzmanı, araştırma enstitüsü uzmanı, üniversite uzmanı gibi böyle farklı kesimler arasında uçurum olması, barışık olunmaması büyük kayıptır. Ancak, ben biliyorum ki, üniversiteler bazı araştırma kurumlarına veya kendi dışındakilere biraz yanlış bakıyorlar. Ben Şişli Eftal Araştırma Hastanesinin bir mensubuyum, aynı zamanda köken olarak da üniversiter bir kökenim var. Şimdi bunu bir defa kaldırmak gerekiyor. Bu mutlaka elzemdir. Bunu kaldırmanın yöntemini biz plastik cerrahlar olarak hemen hemen başardık. Bunun yöntemi şu: Şimdi, müşterek çıkarılan bir mecmua var ve bütün bilim dallarında hepimize ihtiyacımız var. Sayın Hocam bu konuya temas ettiği için bize de konuşma fırsatı doğdu, çok mutlu oldum, memnun oldum, gerçekten çok güzel bir yaklaşım sağladı bize. Bilimsel toplantılara bu araştırma enstitüsündeki arkadaşlarımızın kendi araştırmalarını getirmes i lazım. Şimdi biz devlet hastanesi olarak kendi yaptığımız araştırmaları getiriyoruz, hatta yer yer onları solluyoruz; İşte vay onlar böyle yapmış, biz de böyle yapalım gibi çok güzel bir ahenk oluştu. Ümit ediyorum gelecekte bunu mutlaka sağlamak zorundayız veya bir yerde birleştirmek durumundayız gibi geliyor bana. Efendim ben hem doktor hem de bu TEMA’da biraz ilgilenen kişi olarak, dünyada insan dünyanın efendisi midir? diye bir sunum hazırladım plastik cerrahlara, mesleğinizi kaybediyorsunuz, dikkat edin diye. Burada insanla bitkileri karşılaştırdım. Sayın Hocama bir soru sormak istiyorum: Burada bitkilerin insanlardan yer yer çok üstün olduğunu gördüm. Bugün radikalleri öğrendim, mesela insanlarda da var bu 112 radikallerden. Şimdi onu daha da derinlemesine indireceğim. Acaba şimdi siz, yarı ıslak sisteminiz var sizin, bu sistemde bitkinin kökünün yarısını ıslatıyorsunuz yarısını ıslatmıyorsunuz. Bu nasıl bir canlıdır ki, ben bunu kendi araştırmamda da kullanmak istiyorum. Bunlar kapatılıyormuş, bu kökü nasıl oluyor, yani bitkinin kökü öbür tarafıyla kavga etmiyor mu bu taraf kapatılıp öbür taraf açılıyor. Bu nasıl oluyor? Bunu öğrenmek istiyorum ben. Son olarak da, daha çok var, ama uzatmak istemiyorum. Çünkü, Başkan bize kızıyor. Efendim, Sayın ünver Hocamla Sayın M uzaffer Avcı beni tenakuza düşürdüler, o da şöyle: Birisi “nadasları açık bırakmamalı, hepsini kapatmalı” dedi, biri de “açık bırakmalı” dedi ve özellikle sizin söylediğiniz bu kimyasal nadas usulü benim bilgilerime ters düştü. Bugün ABD’de kilometrelerce uzakta kullanılan tarım ilaçları yeraltı sularına geçiyor ye Amerika’da bunlardan temizlenmesi gereken çok sayıda kuyular var. “Bunun için uçucuları kullanalım” dediniz. Efendim, uçucuyu kullanıyorsunuz, bunun bu kadar uçmayan, kalan parçaları toprağa gidiyor. O nedenle acaba başka bir yöntem var mıdır yok mudur? Bu konuda bizi aydınlatırsanız memnun olacağım. Çok teşekkür ediyorum. BAŞ KAN — Teşekkür ederiz efendim, Buyurun Ümit Bey. ÜMİT GÜRS ES (TEMA Genel Müdürü) Sayın Başkan, çok değerli katılımcılar, öncelikle TEM A adına tekrar vurgulamak istiyorum, bu güzel ve önemli toplantıya katıldınız ve bu saate kadar da bütün dikkatinizle bu toplantının verimli geçmesine katkı sağlıyorsunuz. Bunun için TEM A adına şükranlarımızı bir kere daha vurgulayarak ifade etmek istiyorum. Bir çerçeve yasası için TEM A Vakfı da bir çalışma başlattı ve bunun, mümkünse havza esasına dayandırılmasını arzu ediyoruz. Bunun hukuki yönü ağırlıklı, su hukukuyla ilgili 48 tane yasa var, havzanın yasası yok, havza anlayışı giderek benimsenen bir yöntem şekli, doğal varlıkların korunması, toprağın korunması ve işlenmesi için. Dolayısıyla, böyle bir çalışmamız var, bilgi olarak sunuyorum. İkincisi, ben bir kere daha değinmek istiyorum. Çünkü burada söylenenlerin bir kısmı köylü veya çiftçiyi ilgilendiriyor, bir kısmı ilgili bakanlıkları ve araştırma enstitülerini ilgilendiriyor veya akademik kuruluşları ilgilendiriyor. Peki bu söylenenlerin yapılmasını, gerçekleşmesini, entegre çalışmayla bunun sağlanmasını kim yapacak? Bir öneri var mı veya bununla ilgili ayrı bir çalışma mı yapalım, bir grup mu oluşturalım. Çünkü başka konularda da öyle görüyoruz, ilgili bakanlıklar birçok şeyi yapıyorlar ama erozyonda olduğu gibi herkes görevini biliyor, ama entegre bir çalışma olmadığı orada tıkanıklık var. Bu da aynı hale gelmesin, dolayısıyla kuraklıkla ilgili soruna çözüm bulunması için mutlaka bir organizasyon içinde takip, kontrol ve yönlendirilmesine ihtiyaç var. Bunun somut çözümü ne olabilir? Bunu öğrenmek istiyorum. Kuraklığın tanımı yapılmalı, uzmanlar, akademisyenler yapacaklar. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya benzer bir hale, oradaki iklim ortamına girecek bitkiye, Karadeniz hariç, doğru; eğer, doğruysa, o zaman, şu anda Ortadoğu ye Kuzey Afrika’daki tarımsal çalışmalar bize örnek olabilir mi, alınabilir mi? Bu işi kolaylaştırır mı? Bölgesel düzeyde kuraklıkla ilgili olarak ürün deseninin oluşmasını yönlendiren sorumlu kuruluş veya mekanizmalar var mı? Bunlar kimler? TEM A bir eylem planı hazırlayabilir, eğer bize yardımcı olursanız, biz onu yaparız. Zaten TEM A bir faaliyet gösterebiliyorsa, uzmanlarla beraber o faaliyeti gerçekleştirebilir, gönüllülerle beraber gerçekleştirebiliyor. Biz ne yapalım, biz de varız daha doğrusu, TEMA demek biz demektir. M uzaffer Beyin sunumu, doğrudan doğruya çiftçi ve özellikle köylüleri ilgilendiriyor. Bunu pratik, köylünün anlayacağı bir yayımla köylülere ulaştırmak mümkün mü? Bu mevcut mu? Kendisinin ifadesine göre hayır. Eğer değilse, bu konuda bakanlığımızla da işbirliği yapmaya hazırız. Biz de sponsor bularak bu bilgileri faydalı görüyorsak çiftçilere ulaştırmaya hazırız. Bu işbirliğini gerçekleştirelim ve kendisiyle konuşup Ankara bölgesinde üç ayrı köyde projemiz var. Bu anızı kesmeden, parçalamadan, yakmadan yeniden tohum ekimine değindi. Eğer bu işler gerekiyorsa o makineyi de çoğaltmak gerekecek. Böyle bir çalışmaya hemen 113 başlayacağız önümüzdeki bahar ekimi mi olur, sonbahar ekimi mi olur orada bilemiyorum. Kuraklık olarak, halâ Türkiye’de meradaki ot kapasitesini tespit eden ve buradan yararlanabilecek hayvan sayısını sınırlayan bir mekanizmayı oluşturabildik mi, pratiğe dökebildik mi? Bunu öğrenebilir miyim. Edindiğim bilgilere göre, dünyada bunun kontrolü mümkünmüş. Bu bilgi doğruysa Türkiye’de de böyle bir çalışma var mı ve bu kontrolü yapabiliyor muyuz? Tek tek bir yerde yaptığımız proje çalışmalarında su karşımıza bir sorun olarak çıkıyor, Atatürk Baraj Gölünün temelinde dahi suyu görüyorlar, kullanamıyorlar, bir mekanizma lazım ama birçok yerde olabiliyorsa gölet yapmak suretiyle hemen üretimi artırdığımızı görüyoruz. Bütün proje çalışmalarımız zaten örnek çalışmalardır ve hedefi erozyonla mücadele olduğu bilincini göstermektir. Bu arada kırsal kalkınma projeleri yapıyoruz, bazı verimler de alıyoruz. Yeri gelmişken ifade edeyim hocam da söyledi, biz kırsal kalkınma projelerinin ekonomik verimliliğini ölçemedik. Bize yardımcı olunursa çok memnun oluruz. Çünkü 100 bin dolarlık yatırım yapıyoruz, sonunda sadece ekonomik açıdan doğru bir verim alıyor muyuz, bunu ölçmek isteriz. Buna yardımcı olunursa çok memnun oluruz. Diğer yandan birçok verimi alıyoruz biz, ama ekonomik verimi ölçemiyoruz. Demek ki bu küçük havuzlar, küçük göletler, belki çiftçiye değil ama köylüye pratik olarak çok yardımcı oluyor. Bunu Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğümüz, daha yaygın bir şekilde yapmakta ama, bunun finansmanı için bütçe imkânları için ilgili bakanlıklara, hükümete, hatta plan ve bütçe komisyonuna öneriler götürürüz, yönlendirmeye çalışırız ve dolayısıyla bu ürünü artırabilir, kırsaldaki kalkınmayı sağlayabilir miyiz kuraklığı da dikkate alırsak? Cevat Hocamın da söylediği çok doğru. Bu bilgiler uygun olarak, bölgesel veya ülkesel düzeyde çiftçiye ulaştırılabilir mi? Bunun pratiğini yapabilir miyiz? Bunu kim yapacak? Bunun cevabini alabilir miyiz. Bir şey daha okudum ben; sanayide 1 ton su karşılığında 14 bin dolarlık bir verimlilik elde ediliyor; tabii, sanayide verimlilik artınca su tüketimi de sanayie doğru kaçıyor. Nitekim, Kore, % 5,5 büyümeyle devam edeceğini planlama olarak yapmış ve 2023 yılına kadar bunun devam edeceğini öngörüyor. Bu arada Kore 10 milyar ton olan suyunu 7 milyar tona düşürdüğünü de itiraf ediyor. Bu tabii tarım alanlarının aleyhine olacaktır. Buna karşı bir tedbir düşünmek doğru mu olur? Bunu da öğrenmek istiyorum. Son bir öğrenmek istediğim veya bilginize sunmak istediğim şey, ülkemizde tarım yapılan yerlerde toprak tahlil çalışmalarının çok sınırlı kaldığını gözlemliyoruz. Bu gözlemlerimiz doğruysa ki, olup olmadığını önümüzdeki ay buna benzer bir workshop yaparak, Türkiye’deki toprak tahlilinin çiftçi ve köylüler nezdinde ne kadar yapıldığını, ülkemizdeki toprak tahlil imkânlarının ne durumda olduğunu, nasıl bir yönlendirme, nasıl bir organizasyonla bunun daha verimli hale, daha sonuç alıcı hale getirileceğini, sizler gibi belki aranızdan birileri de gelebilir. Bir workshop sonunda bilgi üretmeye çalışacağız. Tamamen rutin çalışmalardan biri bu olacak. Benim arz etmek istediğim hususlar bunlar, cevabı alabilirsem çok memnun olurum. Teşekkür ederim. BAS KAN — Çok teşekkürler. Sıra, ormancı arkadaşımızda; buyurunuz. TURGUT Ç ELİKKO L (TEMA)— Efendim ilkönce kurak alanlar, kurak iklim dediğimizde, bir kere bunu kesinleştirmemiz lazım. 300 mm altında olan iklim. Bu Türkiye’de ne kadar var? Türkiye’de öyle fazla yok yani. İlla burada tarım yapmak gerekir mi? münakaşa götürür. Dünyada yağış miktarıyla arazinin kullanıma tahsis miktarı arasında bir korelasyon var. Yağış arttıkça araziyi tarıma tahsis edersiniz, yağışlar azaldığı zaman araziyi tarımdan alırsınız meraya tahsis edersiniz. Biz şimdi arazileri, illa bir çare bulalım diye bir şey bulalım da buraları zorlayalım derseniz o zaman ekonomik çalışma yapamazsınız. Bütün araziler terk edilir. Onun için çok geniş çerçevede düşünmemiz lazım. Bir kere Türkiye’de kurak bölgeler nerelerdir dediğiniz zaman, İç Anadolu, Tuz Gölü civarı, biraz da Güneydoğu Anadolu’da var. Bu da 300 mm’nin altında değil. Yani kurak mıntıka denildiği 114 zaman esasında yağmur altında tarım yapılamayan alan demek gerekir. Eğer yağmur altında tarım yapılıyorsa bu kurak mıntıkadan çıkıyor, yarı kurak oluyor yani bizim münakaşa objemize uygun yön belirlemek için söylüyorum. Sovyetler Birliğinin komünist iktidarı devrinde 300 mm yağış alan bölgelerde tarıma ayrılan alan % 10-12 arasındadır yani bunlar ilmi olarak ayırmışlar bunu. Bizdeki gibi böyle sosyal baskılar, ekonomik sorunlar ortaya koymadan ayırmış. Bunu belirttikten sonra şunu söylemek istiyorum. Tabii, benim hocalarımın, arkadaşlarımın belirttiği türlere bir diyeceğim yok. Benim söylemek istediğim bu ikinci planda kalan bir iş. Birinci planda kalan iş kuraklığa veya yarı kuraklığı doğuran yağışın 1/3 kısmı yüzeysel akışa geçiyor, 1/3 kısmı toprağa geçiyor, 1/3 kısmı da buharlaşıyor. Biz mühendissek toprak ve su muhafaza mühendisiysek, bir kere şuna karar vereceğiz. Biz bu yağışı, yağdığı yerde mi kullanacağız, yoksa bunu bırakın gitsin, aks ın deyip aramızda belli bir yer belirleyip orada mı kullanacağız. Bunun tedbirlerini almamız lazım. Birinci yapılacak iş bu. Yani, şimdi, 350 mm yağışımız var diyoruz. Bunun 130 mm’si yüzeysel akışa geçiyor, yani bizim normalde 350 mm yağışımız yok. Arazi % 3’ten fazla meyilliyse, hele bir de yokuş aşağı sürmüşsek bunun yarısı yok demektir. Zaten Kurak mıntıkaya biz kendi elimizle sokuyoruz. Bizim şimdi bunları değiştirme imkanımız yok ama kendi elimizle kendi ağzımızı kulak yapacağız. İlk önce mühendis olarak bunların tedbirlerini almamız lazım. Bunun tedbirleri de var, sebzeler var, teraslar var, bunları yapmamız lazım. Bunları yapmadığımız müddetçe de ne kadar konuşsak boş. Yani, yüzeysel akışı kontrol ediyoruz..Dünyada 100 mm’nin altında da çalıştım, 100-300 mm arasında da çalıştım ve çok güzel slaytlarım da var, fakat alamadım. Bu suyu nerede biriktireceğimizin yerini seçmemiz lazım, yani tarım yapılabilen yer arayıp bulmamız lazım. Bunun de kendine göre teknolojileri var. M aalesef Türkiye modern teknolojileri öğrendiği için, geleneksel teknolojileri bilmediği için, bunlardan uzak olduğu için ve aynı zamanda “köylü hiçbir şey bilmez” diye kabul ettiğimiz için, biz, çok daha vakit kaybederiz. Bu teknolojilerin çoğunu köylüler biliyor. Nasıl kullanacağını, nerede kullanacağını bizden daha iyi biliyor. Çünkü, onu ilgilendiren bir konu. İkincisi bugün hiç konuşulmadı. Kuraklığa etki eden en önemli faktör nedir. Topraktaki rutubetin buharlaşması. Suyumuzu tuttuk, boyuna rüzgar esiyor, yani kurak alanların en büyük özelliği rüzgarının fazla olması. Düz alanlar için, İç Anadolu Bölgesi için söylüyorum. Orada rüzgar perdesi diye hiç kimse konuşmadı. Hayret ettim! Biz 1970-1974 yılları arasında rüzgar perdesi kurduk. Orman Bakanlığıyla Devlet üretme çiftliği arasında Ormancılık Araştırma Enstitüsünün yaptığı araştırmalara göre Balâ’da, Gözlü’ de Altınova’ da % 30-40 arasında üretim artışı var. Araştırmacıların sonuçları yayınlandı. Bunu yapmamız lazım. Buradan şu da çıkabilir: Biz o zaman bir kere multidisipliner çalışacağız. Tek başımıza, bizim burası alanımızdır, buraya kimseyi sokmayız diye bir şey olduğu zaman hiçbir şey yapamayız. Aynı şekilde mera işine geliyorum. Arkadaşımız çok güzel şeyler gösterdi. Ben aynı çalışmaların Dünya Bankası adına değerlendirmesini yaptım. Şimdi onları kullanmıyoruz. Onların yapılma amacı şu: Tunus’ta beş senede bir kuraklık oluyor, hayvanlar ölüyor. Devlet para yatırmış tabii oradaki devlet bizdeki gibi değil, “buralara özel sahalar yaratacağım” diyor ve orman ağacı dikiyor. Buradan şuna geliyorum. Arkadaşlar, bizim İç Anadolu Bölgesinde birinci yapacağımız iş, bir kere, yeni baştan, geçirgen olmayan bir rüzgâr perdesi koyacağız. Soğuktan, rüzgârdan otların buharlaşmasını önleyecek. İkinci olarak da her 50 metrede, 100 metrede, merada otlatma mevsimini uzatabilmek için otlatmaya dayanıklı çalılar, ağaçlıklar, ağaçlar üretmemiz lazım ki hayvanlar güneş altında kalmayacak ve ayakta kalacaklar. Hayvan sürülerimiz, meşe palamutları, çalılar nedeniyle ayakta duruyor, yoksa protein ihtiyacı karşılanamaz. Yani birincisi rüzgâr perdeleri koyacağız, kurak bölgelerimize koruyucu orman şeritleri koyacağız. Türkiye’de hiç koruyucu orman şeridi var mı? Yok, niye yok, çünkü o arazinin kimin olduğu belli değil. Ormanda çalışırım, benim saham yukarıda. Tarımcı “burası benim sorunum değil, burası tarla değil” diyor ve orası boş kalıyor veya bir gün biris i traktörüyle sürüyor onun oluyor. Karadeniz’den karşıya geçin, Ukrayna’ya gidin, 60 metre 115 orman alanı, 60 metreden sonra karpuz tarlaları, ondan sonra 60 metre tekrar orman alanı, tekrar karpuz tarlası. Bunlar bizim ülkede de olur, yapmak lazım, Yani birlikte çalışmak lazım. Diğer su kaynaklarının değerlendirilmesi. Bu konuda uzman elemanlarımız vardır. Bu konuda bizim bir yazımız çıkacak. Bunlardan bir tanesi, sığıntı sularının değerlendirilmes i. M esela Türkiye’de keviz diye bir laf var kevizi biliyoruz herhalde. Orta Asya’dan Türkiye’ye gelmiş, hangi köydeyse git, Özbekistan veya Türkmenistan’da hangi köyde ne varsa onlar aynısını yapmışlar. Yeri kuyu gibi kazıyorlar, artan suyu getiriyorlar ve bu suyu kuyulardan satıyorlar. Türkiye’de böyle çok potansiyel var. Bir tane numune olarak kendimizi zorladık Faruk beyle beraber projelerde yapmaya başladık; bize zevk veriyor. Tabii bunu söyledikten sonra şunu da söyleyeyim. Köylü diyor ki: “Senin güzelliğin bir işe yaramaz bendeki sevgi olmazsa.” Siz istediğiniz kadar bilgi sahibi olun, bu bilgileri adam almıyorsa bilgiler geçerli değil. Bu, işin ekonomisini de belirtiyor. Yüzeysel akışa geçen sular için değerlendirme yapmak lazım. Bir de kuru derelerde, senede bir veya iki sefer akan sular var, bunları değerlendirmek lazım, dereyi çevirip birkaç havzada değerlendirmek lazım. Bunun teknolojileri belli, yapılabilir ve dünyada da yapıyorlar. Bizim Türkiye maalesef bu konuda çok geri, hatta hiç ilişkisi yok, unutmuş. Amerika’daki, Cenevre’deki konvansiyonda ne var, nerede ne var; uzmanlar gittiği zaman, şu işi yap denildiği zaman şaşırıp kalıyor. Bize arazide iş yapacak adam lazım. Şimdi bir şeyin üretilmesi için bir iş sahası lazım, yani herkes kendi konusunu işin içinden çekip alırsa olmaz. çölleşmeyle M ücadele Sözleşmesi var. Ne yapalım? Çölleşmeyle mücadele milli planı yapalım, peşinden toprak muhafaza milli planı yapalım, peşinden iklim değişikliği milli planı yapalım. Kardeşim bunun sonu yok mu? Bütün işleri durdurup, kırsal kalkınma menşeli doğal kaynaklarla sürdürülebilir kullanıma dayalı çerçevede obje olarak onu almak lazım. Ya köy grubunu alacaksınız ya havzayı alacaksınız. Havzayı alırsanız su üretimi esastır. Havzada su üretimini çoğaltmanız için havza üretimi gerekli. Türkiye’de maalesef orman teşkilatı seri bazında alıyor. Çünkü orman odun üretimini garantiye almak istiyor. Su üretim sahaları boş, kimse meşgul olmuyor, isteyen istediği şekilde kullanıyor. Benim çalıştığım ülkede hiçbir zaman yer altından çektiğiniz suyla ağaç sulayamazsınız yasak. Adam diyor ki bu fosil sudur, bu ancak insanların içmesi için, sonra hayvanların içmesi için, sonrada tarım için kullanılır. Tabii, her ülkenin su kapasitesine göre, sosyal baskılara göre, sosyal durumlara göre değişir. Buna da karar vermek lazım, suyun kullanımını iyi ayarlamak lazım. Ülke bazında zaten bütün belalar ondan gelmiyor mu? Dicle Fırat nehirlerini biz kullanalım diyoruz, Arap komşularımız da ne diyor haklı olarak benim suya ihtiyacım var. Ben haklı olarak görüyorum. Çünkü, İslam’da su serbesttir; herkes suyu istediği yerde kullanır, yani içme suyu olarak kullanır.Biz şimdi Ankara’ya su getireceğiz diyoruz, Kızılcahamam ve sağdaki soldaki bütün suları topluyoruz, vatandaş hiçbir şey demiyor! Ben şaşırıyorum. Vatandaş dese ki:“Ben suları vermiyorum, ben tarla suluyorum bunun parasını suyun tüketicilerinden al.” Buna gelinecek. Bu bizim başımıza çok büyük ihtilaflar açacak. Arkadaşımız açıkladı Birleşmiş M illetler çölleşme sözleşmesi var. Hayrettin beye “bunu imzalamayın” dedim, sebebi de şu: Arkadaş bahsediyor ama tam bahsetmedi. Dünyaya baktığımız zaman biraz daha dikkatli bakmak gerekir. Ben Birleşmiş M illetler çölleşme Programında altı sene çalıştım. Şimdi bunlar ilk önce kendi aralarında para topladılar. Sahildeki çölleşmeyle Savaş birimini kurdular. Ben o projede altı sene çalıştım. Baktılar ki bu işin içinden çıkamayacaklar, halkın katılımı da olması gerekir diye bu sefer ne yaptılar. Sağdan soldan para çok geldi “biz bunu harmanlayalım” dediler, bizim gibi gariban ülkeyi de gelişmiş ülkeler safına soktular. Bizde, Allah’a şükür herkes her gittiği zaman her şeyi imzalıyor!.. Bakanın haberi yok, müsteşarın haberi yok, gidiyor oraya “imzaladım geldim” diyor. Ne oluyor? “Bütçenin yüzde yarımını bize ver” diyorlar. “vermeyeceğiz” diyoruz “anlaşma imzalamışsın vereceksin” diyor. Ne olacak şimdi, bu parayı kim verecek? Bu parayı bizden çatır çatır alacaklar. Hadi parayı aldılar, bu paranın kullanımına hâkim olmamız lazım. M eksika’da şurada burada bir birim kuracaklar, bizden kimseyi de 116 almayacak, Türkiye’ye ne proje verecekler, bize çekirdek verirler bir iki tane paraları istedikleri gibi dağıtacaklar. Bu nedenle bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Türkiye’ye diyorlar ki “sen ağaç dik” diyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde sera gazı önlens in diye ağaç dikilmez. Simdi yeni moda çıktı. Ağaçlar Türkiye’de sel kontrolü için dikilir, erozyon için dikilir, ekonomik ağaçlandırma için dikilir. Bu sera gazı bunun içinde. “Sen ağaçlandırma yap, ormanları koru” diyor. Bunlar ileride aynı insan hakları vesaire gibi silah olarak kullanacaklar. Teşekkür ederim. BAŞ KAN — Çok teşekkür ediyoruz efendim. Bir ölçüde şeytanın avukatlığını yaptık. Farklı düşüncelerden doğrulara gitmek gerekiyor.çok teşekkür ediyorum. MUZAFFER AVCI- TİGEM Genel M üdürümüz Sayın M ehmet Ali Beyin sorusu vardı, baştan nadasın kaldırılması ye kimyasal ilaçlama konusunda da bir soru vardı, bunun çevreye etkileri konusunda. Önce nadasın kaldırılması konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. 1980’lerde bu ilk gündeme geldiğinde, bir toplantı yapılmıştı ve o zaman henüz kimsenin elinde somut veriler yoktu. Fakat biz son yirmi yılı geçkin süredir, her yıl toprağın ekilmemesi gerekir araştırması yapıyoruz hem derin topraklarda hem de yüzey topraklar üzerinde. Bunların sonuçları var. Nadasın kaldırılması en sonunda bir ekonomi meseles i haline geliyor bana kalırsa. Önceden fikir şuydu, bizim buğday üretimi olarak kendimize yetmemiz lazım, buğday üretim miktarını düşürmeden nadası nasıl kaldırırız diye bir strateji. 80’lerde böyle bir fikir vardı ve bütün şeyler bu temel üzerine oturuyordu. Tabii onun üzerinden çok sular geçti, şimdi, param varsa ben giderim buğday alırım bunun yerine nohut yetiştiririm, onu satarım ve uluslararası piyasada buğday alırım. İş buraya gelince artık o eskisi gibi kendine yetme, kendine yeterli tarım konusu, bir yerde ekonomik olarak, pratik olarak terk edildi. Yani şu anda herkes istediğini üretip satıyor. Olaya böyle baktığımız zaman şu ortaya çıkıyor: Bizim bu yirmi yıllık sonuçlara baktığımız zaman biz nadası kaldırıp yerine başka bir ürün ektiğimiz zaman buğdayda ne kaybımız oluyor? Bir kaybımız var ama bu kayıp nedir. M esela biz M acar fiği ekmişiz, bundan sonraki gelen buğdayda verim düşüşü % 2-3’lerde kalmış ortalama olarak. Bunun dışında yemeklik dane baklagiller ekmişiz, bunlardan sonra ekilen buğdaydaki kaybımız % 15-20 civarında. Bunun dışında ayçiçeği var. Bunlara bakarak hesabımızı yaptığımız zaman, bunun yanında ek olarak nohut üretimimiz var. Önceden nohut üretimi 100 kg civarındaydı, fakat daha sonra yeni çeşitlerin ortaya çıkmasıyla bugün 150 kg ortalamaya ulaştık. şimdi, bütün bunlar olunca, hesap meselesi haline geldi nadasın kaldırılması. Bu hesabı bir ortaya koyalım. Bunun dışında bir sual var: Peki biz bu gibi kurak yıllar yaşadığımızda ne olacak? Yani kurağa daha çok tabi olan bölgelerimizde veya kurak ihtimali fazla olan alanlarımızda, Tuz Gölü civarı veya bir başka bölge için kurağa çok maruz kalabilecek bölgelerde nadas bizim için bir sigorta oluyor. Yani mesela bugün bizim tarlamızda bu kurak şartlarda nadas yaptığımız için 190 kg verim aldık, fakat nohut ektiğimiz yerlerden 60-70 kg, M acar fiği ektiğimiz yerden 100 kg civarında verim aldık. Buna bakarak hesabımızı yapıp nadasın kaldırılması konusunda bir şekilde karar vermek lazım. Çok kurak bölgelerimizde nadasa doğru daha meyletmek lazım. Bunun dışında biz nadası dört yılda bir yaparsak ne olur? Bizim bir araştırmamız daha vardı, dört yılda bir yaptığımızda eskiden öyle bir anlayış vardı, derin topraklarda verim profilli topraklarda nadas yapalım, yüzlek profilli topraklarda nadas yapmayalım. Fakat, bugün realite bunun tam tersini ortaya koyuyor. Ben yirmi yıllık rakamları, yüzlek topraklardaki nadas buğday sisteminde aldığımız verimlerle derin topraklardakini karşılaştırdığımda arada hiçbir fark yok. Bu da şunu gösteriyor, bizim Orta Anadolu yağış rejimi altında aldığımız yağışlar, toprak profilini tam da doyuracak şekilde, yani toprak profilini tam doyurup da o derin profilden istifade yönünde değil veyahut da buğdayın daha derinlerdeki sudan istifadesi çok az oluyor diye yorum yapabiliriz. Dört yılda bir nadas yaptığımızda şunu gördük, Yüzlek ve derin 117 topraklardaki farkı dört yılda bir nadas yaptığımızda ortaya çıktı. Derin profilli tarlalarda her dört yılda bir nadas yaparsak bunun faydasını görebiliyoruz o da kurak yıllarda, diğer yıllarda şey değil. Kimyasal ilaçlama konusunda şunu söylemek istiyoruz, biz kimyasal nadas yaparken kimyasal nadasın başarılı olmasını düşünmemizin tek sebebi, geçmiş yıllarda nadastaki bu sürümlerin tek amacının yabancı otla savaş olduğunu, eğer yabancı otları elemine edersen, toprakta büyük miktarda suyun kalacağını ortaya koyuyorlar ve bizim gözlemlerimiz de o yönde oldu. Bunu erozyonu önlemek toprak yüzeyinde bitki artıklarını bırakmak ye organik maddeyi artırmak yönünde sürdürülebilir tarım konularına girdiğimizde, bu anızın toprak üzerinde kalmasını sağlamak için de tabii ki kimyasal nadas işine girilir. Burada bizim kullandığımız raundak oldu. Raundak bir sure atıyoruz, dekara 400 mililitre attık, 12 milyona almıştık geçen yıl, 12 milyonla 2,5 dekarı ilaçlıyor. Şimdi maliyetler değişebilir. M aliyetleri aldığımızda, buğday maliyeti aşağı yukarı aynı geldi. Burada maliyetleri koyduğumda belki siz kaçırdınız, bu 12 milyonluk maliyet daha da düşebilir. Bazı ilaç kombinasyonlarıyla daha ucuza, 2-4 T geniş yapraklılara, dar yapraklılara ilaç kombinasyonlarıyla daha ucuz maliyetli oluyor. Bunlar yurt dışında yapılıyor. Bir de kontak etkili diğer ilaçların kullanılması yaygınlaştırıldığında maliyet kendiliğinden düşer; bunlar çok fazla satılan ilaçlar değil, çok fazla üretim ye kullanım olduğunda maliyet bir yerde düşecektir. Buna bu şekilde cevap verebilirim. Raundakın ilaç olarak yeraltı sularına karışma diye bizim bölgemizde bir problem yok, çünkü profil yıkanmıyor. Profilin tümü zaten ıslanmıyor ki derine sızma olsun. Bir de Raundakla Zebratif biyolojik olarak kısa sürede parçalanıyor, yani uzun süre kalmıyor ve o yüzden de fazla bir şeyi olmadığı söyleniyor. BAŞ KAN — Çok teşekkür ediyoruz efendim. Son söz tabii sunucuların yanıt hakkı var ama, bu arkadaşlarımızın da çok özet, en fazla 5 dakikada toparlayabilirlerse çok iyi olur zaman oldukça geçti; aramızda İstanbul yolcuları da var. Sayın Ersoy Yıldırım; buyurun. Doç.Dr. ERS OY YILDIRIM (Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi)— Gün boyunca toplantıda aldığım notlar ve izlediğim kadarıyla 4 ana noktayı açmakta fayda var. Bazı arkadaşlarımızın söylediği gibi, agroekolojik zonların yapılması gereklidir, buna kesinlikle katılıyorum. Agroekolojik zonları yapmadaki amaç, ondan sonraki aşama agroekonomik arazi kullanım planlamasıdır. Bunu da yapabilmek için çok sağlıklı bir toprak etüdüne ihtiyacımız vardır. Şu anki toprak etütleri bunları yapmaya ve dünyadaki yeni toprak sınıflamas ı sistemine hizmet edecek durumda değildir. Bu nedenle toprakçı arkadaşları bu konuyla bilgilendirmeyi, özellikle toprak etütlerinin Türkiye’de yapıldığını ama amacın ne olduğu yönünde Ümit Beyin sorusuna cevap verilmesinde fayda vardır. Dünyada çevre boyutunun ön plana çıkmasıyla artık havza bazında entegre doğal kaynak yönetimi, yani sadece tarımcı, ormancı, çevreci değil, herkesin disiplinlerarası işbirliğiyle doğal kaynakların entegre yönetimine yönelme vardır. Türkiye’ye de bakacak olursak, Dünya Bankasının,Doğu Anadolu Rehabilitasyon Projesi dediği ve Köy Hizmetleri, Orman Bakanlığı ve TİGEM ’in birlikte yürüttüğü projeler oldu. Geçmişte özellikle Fırat Havzasında yapılan projelerden ne kazandık ne kaybettik? Onun değerlendirilerek yeni Yeşilirmak ve Kızılırmak yürütülecek havza projelerinde nelere dikkat etmemiz lazım sorusuna cevap bulmalıyız. Çünkü bir taraftan da yeni projelerde önümüze, tarımsal faaliyet boyutunu da, çevre boyutunu da Dünya Bankası bize bildirmekte veya onu değerlendirmeye yol açmakta. O nedenle havza sınırlar, çevre eylem planında DPT tarafından hazırlanan su kaynakları bölümünde belirtilmiştir. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin çoğu bu havza sınırlarını belirlemiştir ve doğal kaynakları bu bazda değerlendirmektedir. Ayrıca toprak için değil en son dünyada arazi şekillerinin de sınıflanması, yani topografya ve diğer faktörleri göz önüne alarak, mümkün olabilen en iyi ölçekte ülke bazında da çıkarmamız gerekli olan bir konudur. Diğer taraftan, vejetasyondaki değişimi bugün gerek meteoroloji, gerekse Tarımsal Araştırmalar Genel M üdürlüğü 118 bünyesinde bulunan uzaktan algılama bölümü, düzenli olarak on günlük dünya NDVİ endekslerini elde etmekte, bunların da iklim özelliğiyle özellikle sıcaklık ve yağışla ilişkisini kurarak bilgilerin güncel olarak, Tarım Bakanlığı teşkilat veya diğer kurumlara iletilmes i gerekmektedir. Bu da çok kolay yapılabilecek bir şeydir. Son olarak söyleyeceğim, M anisa İlinde benim gördüğüm, her ilçede tarımsal amaçlı, bitki koruma amaçlı otomatik iklim istasyonları bulunmaktadır ve bunlarla çok kısa periyotlu veri elde edilmektedir. Bu verilerin yaygınlaştırılması, tarım teşkilatına yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle de meteorolojiden verileri beklemek yerine bu kadar bir ilçe bazı olan iklim istasyonu kurulmuşken, bundan nasıl yararlanabileceğini, kısacası Tarım Bakanlığı, bu türlü tarımsal meteoroloji verilerini kendi kurumuna nasıl aktaracağı yönünde de çalışmalar yaparsa yerinde olacaktır. BAŞ KAN — Çok teşekkürler sayın Yıldırım.Sayın Cevat Kırda; buyurun Hocam. Prof.Dr. CEVAT KIRDA — TEM A Yönetim Kurulu üyesi İstanbul’dan gelen arkadaşımızın sorusuna yanıt vermek istiyorum. Her ne kadar ona kısaca değindiysem de tekrar açıklamakta yarar var. Burada yapılan, köklerin yarısını ıslatıyoruz, diğer tarafını kuru bırakıyoruz, ama müteakip sulamalarda bunu değiştiriyoruz. o zaman ne oluyor; kontrollü koşullarda yapılan çalışmalarda, saksılarda yapılan çalışmalarda, aynı bitkideki kökleri ikiye bölüyorlar; bir tanesi bir saksıya, bir tanesi bir saksıya; dediğiniz olayı orada gerçekleştiriyorlar. Saksının birine su veriyorlar, öbürüne vermiyorlar; ama, müteakip sulamalarda vermediklerine veriyorlar, öbürüne vermiyorlar. Sonra kontrollü koşullarda bitki nasıl tepki gösteriyor diye bakıyorlar. o zaman, bu koşullarda, köklerden yukarıya birtakım işaretler gidiyor, mesajlar gidiyor; mesajlar çoğunlukla hormon kökenli. TIGEM Genel M üdürümüz bir soru sormuştu. Tabii bunu karıkta uygulayabileceğimizi ifade ettik, damlada uygulayabileceğimizi ifade ettik. Eğer başka bir sulama metodu varsa ki, o sulama metodunun altında, bir sulamada köklerin bir tarafını ıslatıyor, diğerlerini kuru bırakıyorsak o sulamada olabilir ama yağmurlama uygulanış şekliyle bu mümkün değil. M ısırı yağmurlamayla yapıyorsak, buğdayı yağmurlamayla suluyorsak köklerin yarısını kuru bırakma imkanımız yok orada. M eyve ağaçlarını sprey, küçük tip yağmurlama başlıkları var, onlara yağmurlama denmiyor da mini spreyler deniyor. İki farklı latarel üzerinde mini spreyler olur, bir keresinde bir tanesini çalıştırır ağacın bir tarafını ıslatır, ikincisinde öbürünü çalıştırabilirseniz bu olabilir. Şu konular da test edilmiş. Bir tarafını sürekli kuru bıraksak da bir tarafını ıslatsak ne olur diye. Sistem o zaman çalışmıyor. O zaman, sürekli kuru bırakılan tarafta kılcal kökler oluyor, köklerde kabuğunda kalınlaşma, mantarlaşma başlıyor, artık işlevini görmüyor. M utlaka bir tarafa, biri öbür tarafa verme şeklinde oluyor ama kaç sulamada bir tarafa döneceği konusu araştırma konusu. Bizim pamukta yaptığımıza göre her sulamada yerini değiştirmemiz gerekiyor, domateste de öyle. Narenciyede de bize heyecan verecek birtakım sonuçlar elde ettik. M andalina bahçesinde halen deniyoruz, güvenli olarak sizlerin karşısına çıkmamız, sonuçta takdim etmemiz veya bir yerlerde yayınlamamız için iki yıl daha test etmemiz lazım. Diğer bir soru da, kuru koşullarda bahsettiğim yağış bilgi koşullu tarım kuru tarımda. Soru şuydu: “Efendim biz gerekli yağış verilerimizi alsak, öyle bir kurum olsa, değerlendirse, Akdeniz için, Orta Anadolu için değerlendirse nerede yağış koşullu tarım yapılıyorsa değerlendirse ve amaç bitki neyse; bu buğday olabilir, baklagiller olabilir; onlarla ilgili belgelerim işlenmiş olarak, Türkçe’ye tercüme etmiş olarak; efendim yağış olursa şu şu falan değil. Belki Tarım Bakanlığının ilgili genel müdürlüğü altında, Toprak-Su buna çok yakışırdı bu belgeleri işleyip, belki TRT aracılığıyla köylülere aktarılması. Akdeniz Bölgesindeki çiftçiler diyecektir ki, bu sene buğday ekmeyiniz, çünkü gecikti, ekerseniz şu zararınız olur; gecikti, ekerseniz bitki yoğunluğunun azaltılması lazım, çünkü yeterince yağış gelmedi; gübre fazla kullanmayın, çünkü yağış gelme olasılığı % 20 düştüğü gibi bilgileri 119 işlenmiş olarak ve yağış olasılıklı olarak değil, işlenmiş olarak köylüye aktarma imkânı var. Bu uygulanmıyor mu? Uygulanan yerler var. İlk defa fikir olarak bu Amerika’da Kaliforniya’da. İlk uygulaması 1985’ten sonra Kenya’da yapıldı. Ondan sonra Fas, Tunus, Suriye’de, 1974’ten evvel Kıbrıs’ta uygulanmış yapılabiliyor ama ben bizde böyle bir sorunumuz belki yok, şimdi çanlar çalıyor, kendimize gelmemiz lazım. Durum bundan ibaret efendim. Teşekkür ederim. BAŞ KAN — Teşekkür ederim Sayın Hocam.Bize ufuk açtınız. Dr. LÜTFÜ BAŞ — Kuru taraf diyor ki: “şunları şunları değiştir’ peki, ıslanmış taraf da “ben burada su içindeyim, sen ne yapıyorsun diye itiraz etmiyor. o ıslak olan kökler yukarıya ne sinyal gönderiyor yahut da bu bir taraf onu gönderiyor, bir taraf onu gönderiyor da, sonra ikis i mi anlaşıyorlar; yani, karmaşık bir şey. oraya aklım ermedi efendim. Prof.Dr. CEVAT KIRDA — Efendim, köklerin bir tarafı göreli olarak susuz bırakılmasıyla birlikte köklerden, ıslak kuru demeyeyim, ama kuru tarafından yukarıyla bağlantısı olan elementlerinde laktik asit konsantrasyonu artıyor, artıyor; buna ıslak tarafın etkisi yok, ıslak tarafın etkisi nedeniyle bitki turgorunu kaybetmiyor. 0 nedenledir ki, zaten fotosentez hızında bir değişme olmuyor. Prof.Dr. İLHAMİ ÜN VER— Öncelikle bir dinleyici olarak hem çok etkilendim hem de çok şey öğrendim; yine çok teşekkür ediyorum, birçok konu geldi. Bunlar arasında bir tanesi çok önemli olduğu için yalnız ona değineceğim. Bu kuraklık kavramı üzerinde yapılan tartışmalardan ben şunu anladım. Kuraklığı iki ana başlık altında toplayacağız; sistematik kuraklık, randan kuraklık. Sistematik kuraklığı da kendi içinde ikiye ayıracağız; bir tanesi kronik kuraklık, bir tanesi de kuraklığa doğru gidiş, yöneliş. Ben özellikle M URAT Beyin sabahki konuşmalarından bunu anladım. şimdi o kuraklık yaklaşımında sistematik kuraklığa baktığımız zaman şunu görüyoruz: Demek ki, konuya temel bilimler bazında bakarsak veya ekolojik açıdan bakarsak sistematik kuraklık ön plana geçiyor; ama, diğer arkadaşlarımı dinledim. Sistematik açıdan yaklaşan arkadaşlarım da daha çok kuraklığa ağırlık verdiler. Buradan şu sonuca ulaştım. Demek ki bir günlük tartışmayla filan altından çıkılacak bir iş değilmiş, bir kere kesin olarak o görüldü. Kuraklığın tanımında ve modeller üzerinde biraz daha kafa yormamız gerektiği sonucuna ulaştım. Ben, özellikle M URAT Bey öncü olur, arkadaşlarımdan şunu rica ediyorum. Bunu Tarım Bakanlığımız mı yapar, M eteoroloji Genel M üdürlüğümü veya bir gönüllü kuruluş mu diyeyim; ama şöyle bir ilişkinin araştırılmadığını gözlüyorum. Bir yandan hem iftihar ettiğim TEM A adına birçok konularda çok güzel adımlar atıldığını görmekteyim, ama bir taraftan da şimdi Türkiye’de bir taraftan sürekli yüzey şekilleri kullanımı değişiyor, meralar daralıyor, bataklıklar goller kurutuluyor, öbür taraftan yapay baraj alanları, yani yüzey şekilleri değişiyor. Rakamlar onu gösteriyor, yani geceleri sıcaklıklar daha az düşüyormuş filan, birazcık ortalama sıcaklıklara mı baksak acaba. Bu kullanım türleriyle bu değişiklikler arasında bir ilişki araştırılmış mı, özellikle benim ülkemde, dünyada araştırıldı mı bilmiyorum; ama, bir ilişki bulunacağını Ümit ediyorum ben; yani, toprakla suyun ısınma ısıları arasında 4-5 kat fark var, bunların biçimlerinin mutlak surette etkilemesi gerekiyor. Bunu nasıl tayin ederek sadece yüzey sıcaklıklarında olduğunu düşünerek söylüyorum, atmosfer seviyelerinde ise bu fark; önerimden de vaz geçtim. Bir başka konu da, Sayın Genel M üdürüme teşekkür etmeliyim M eracılığa düşman olmadığıma açıklama fırsatı verdiği için. Herhalde şöyle oldu. Bir sav sürüyorsunuz öne, bunu destekleyecek birtakım veriler koymalısınız ortaya.... şimdi şöyle düşünün, ekmeği öpüp başımıza koyuyoruz; ama ben burada dedim ki, Türkiye’de 13 milyon hektar alanda tarım yapıyorsak, 13 milyon hektar tahılsa burada bir yanlışlık var. Bunu asla ekmeyi kendim de 120 nasıl inkâr edebilirim. Katiyen öyle düşünmeyin. Burada sadece alternatifleri ortaya koymak ve bizim ihmal ettiğimiz bir dalı on plana çıkarabilmek kaygısı vardır orada. Baklagiller, protein kaynağı olarak benzer ürünlere çekilmiştir, toprak kaynaklarını korumak yönünden, karnımızı doyurmak ve hayvanlarımızı beslemek yönünden de buğdaygillere alternatiftir. Lütfen, orada demek ki bir aşırıya kaçmışım ki, eksik olmayın, uyardınız. Katiyen öyle karşı olmak diye bir şey yok. O sadece bir savın savunma kaygısı. Ben, bu arada, bir noktayı da arz etmek istiyorum. Dr. Lütfü Bey eksik olmasın çok dikkatle takip etmiş bizi. Nadas konusunda M uzaffer Beyle bir anlaşmazlığımız yok. Orada yalnız bir kavram kargaşası var. Bir araziyi nadasa bırakmak başka şeydir, nadasa bıraktıktan sonra işlememek başka şeydir. Bu ikisini ayırt edersek hiçbir şey söylediklerimizin arasında değişen bir şey yok. Son derece tutarlılık olduğu görülecek. M uzaffer Bey uygulamacı, ben biraz daha ona yaşlı, eski bilgiler ama tutturulan hedef belli. Bu arada da Sayın Genel M üdürün görüşüne çok yürekten katılıyorum, hatta eksik bile buluyorum. Bu ilaçların bir ekonomisi, bir de çevresel etkileri var. Ben ekilmiş tarlama atacağım ilacı boş tarlaya atmam ne derece akılcı olur, bunlar tartışılmalı. Hayır da demiyorum evet de ama üzerinde çok düşünmemiz gereken konular. Bu arada, yine Beyefendinin bir sorusu vardı. Hocam onu atladı, müsaade ederseniz şunu söyleyeyim. Biz asla ve katiyen, tarımın hiçbir dalında endüstriyi karşımızda görmüyoruz, hiçbir sektörü karşımızda görmüyoruz. Su kullanımının burada bir avantajı var. Tabii ki bir birim suyun endüstriyel etkinlikteki getirisi karşılaştırılamayacak kadar yüksektir ama Kazım Hocam sabahtan üzerinde çok güzel durdu. Biz suyu birkaç kere kullanalım istiyoruz, mademki ekonomik kullanacağız, evden çıkan suyu tarlama, tarlamdan çıkan suyu arıtma düzenine, oradan çıkan suyu endüstriye, denize gidene kadar daha iyi kullanacağız ama toprakta bu şansımız yok. Fabrikada su var. Bu suyu defalarca kullanacağız, oradan çıkana kadar, derin suyunu terk edene kadar defalarca değerlendireceğiz. Onun için katiyen onu bir rekabet gibi görmeyelim. Elimde bir avuç su var, acaba fabrikaya mi yollasam, tarlaya mi dediğimiz zaman yanılgıya düşeriz. Her ikisini de birden nasıl değerlendiririm, hedef daima bu olacak. Söz almışken, Ümit Beyin bir noktasına temas etmek istiyorum. Efendim, çalışmanız fevkalade güzel, havza esasına dayalı bir sistem bizde 15-20 yıldır sürekli var, her platformda gündeme getiriyoruz da, güvenlik birimlerimiz buna karşı çıkıyorlarmış. Yani ülkeyi bölünmeye götürebilecek, eyalet sistemi filan gibi, bizim hiç aklımızın köşesinden geçirmediğimiz enteresan bir düşünceyle karşı çıktılar, üsteleyemedik de doğrusu. Aklın yolu bir, yani işin tekniğine girecekseniz yüzde yüz haklısınız. Bütün kurumlaşmaya, yapılaşmaya, altyapı, veri toplamayı, hepsini oraya toplayacaksınız ama güvenlik birimlerince sakıncalıymış, ona da bizim aklımız pek ermez doğrusu. Değinmek istediğim bir başka konu, özellikçe TEM A’nın politikaları için TEM A’ya çok teşekkür ediyorum. Bu toprak yasası konusunda sizin verdiğiniz açıklayıcı bilgilerden sonra eksik olmasın Bayram Bey benim bir boşluğumu doldurdu, kuruluşunu yapay istemeyiniz diye. Artık bizim politikamız şu olmalıdır: üst düzey bürokratlar da var aramızda, bir hayli etkin arkadaşlar da var. Toprağımıza sahip çıkacaksak eğer önce, bunu koruyacak kadroları yerleştireceğiz. Bu işi ben de en az bir asker kadar seviyorum, ama sınırda bekleyen, sırtında tüfeğiyle bekleyen M ehmetçik. Öyleyse biz de elbette hepimiz bu toprağı seviyoruz ama o toprağı korumayı bilen insanları mutlaka koruyacağız. Yaklaşımınız çok doğru, inşallah, biz bunda başarılı oluruz. Biz, öyle yol açalım, kanal açalım, bilmem ne yapalım. Bunları tabii ki ildeki vali, belediye başkanı yapsın ama bu ülkenin toprağına tepeden bakacak projeksiyon sahibi, perspektif sahibi bir kuruluş korunsun, geliştirilsin, altyapısı olsun. Allah korusun, aksi takdirde, Türkiye’de toprağı koruyan makam yok, sulandığı yanımıza kâr kalıyor. Biz onun için çok korkuyoruz. Bu yasa kendi başına çıkarsa sahipsiz kalacağız. önce bunu yürütecek, yapacak, gerçekleştirecek altyapımız olsun. Türkiye bunları otuz yıldır yapıyor, hâlâ toprak etkilerini güncelleştirememişiz, halâ dünyanın terk ettiği teknikleri, yöntemler kaynaklarımızda, kitaplarımızda. Yani bir yabancıyla karşı karşıya geldiğimizde ben hàlâ 121 utanıyorum. Bir de üstüne üstlük tuzu biberi oldu bir de teşkilat kapatalım. o bakımdan da çok teşekkür ediyorum, bunları sizden duymak çok hoşuma gitti. Ümit ediyorum ki yaparız Sayın Başkanım, yani bunda başarılı oluruz. Şimdi, M uzaffer Beyin söylediğine bir konuda ne yazık ki katılamayacağım. Derin toprak, yüzlek toprak konusunda. Nadas konusunda, nadas etkinliği konusunda şöyle bir anlaşamadığımız nokta var. Birincisi, bir fırsatım olsaydı soracağım sorulardan biri oydu. Nadas etkinliği diye bir güzel tablo vardı orada, o tablo kaç yılın verilerine dayalı diye? Çok da eski olduğunu sanmıyorum çünkü çok güvenilir olmadığını bize belirtmesini bekliyorum. Öbür taraftan da bir teoriye karşı çıkarken, yani yüzlek sürüm ısı verimini artırmıyor bizim gözlemlerimize göre, bu iddiada temel yanlışlık burada. Önce toprağa bakacaksınız. Toprak, öyle bitki köklerinin geliştiği alandan ibaret değil; aslında besleyen bir ana materyal var, ana materyalin su depolama yeteneği eğer elverişliyse, yukarıya destek veriyorsa, siz, artık, ona toprak diyemezsiniz. Muzaffer Beyin verdiği rakamlardan, Türkiye’nin dörtte üçünün olduğu gruba giriyordur, ama altta kaynak var, destek var, toprak olmasa bile altta su veren bir rezerv var. Bunu hesaba kattılar mı? Altta kaya olması başka, bir de gevşemiş bir ana materyal olması başka. İkincisi, eğitim faktörü denen bir faktör var, yani çalıştığımız araziler hele bu toprakların eğimli yerde olduğunu düşünürseniz, M uzaffer Bey kusura bakmasın, bir çırpıda bundan vazgeçilecek bir şey değil o ve ben yine iddia ediyorum temelinde kesinlikle doğrudur, sulu topraklarda boşu boşuna nadasa bırakıp da tarlayı bir yıl boş bırakmak doğru olamaz. Bundan hiç şüphem yok. Niye olamaz? Bir kere o sulu toprağı üç beş yıl içinde kaybedersiniz bir ikincisi nadas etkinliği, dünyanın en etkili nadas tekniğini kullansanız % 25’i geçmez, mümkün değil. M uzaffer Beyin kendisi söylesin, uygulayıcı arkadaşımız, % 15, % 20. Ben 3000 dönüm arsa alacağım, bunun dörtte bir 60 mm, bunun 20-30 cm’lik bir toprakta ne kadarını koruyacağım Sayın Başkan, bunu kabul etmek mümkün değil. Bırakınız nadas alanlarını daraltma projesi çerçevesinde olabildiği kadar bu faktörlerden kararlı gidelim. Katıldığım noktayı söylüyorum, eğer profilde ana maddeleri ana toprağı yüzlek ediyorsa ona yürekten katılırım, o zaman bir iddiam yok, ama böyle bir çırpıda burada nadas kârlıdır, aman nadası sürdürelim denmesini de pek doğru bulmuyorum. çok uzattım, özür dilerim. BAŞ KAN — İkiniz de Ankara’dasınız, bu konuyu ayrıca kendi aranızda lütfen tartışınız. Dr. MURAT TÜRKEŞ - Gereksinme olarak kuraklık tanımı ortaya çıktı. Ben, kuraklık ve iklim değişikliği açısından ve Türkiye iklimi açısından da ayrı ayrı çalışmış bir insanım. Onun için, burada temel bir sistematik sınıflandırma yapma zorunluluğu ortaya çıktı. Kurak bölge, yani kuraklık, kuraklık olayları arasında net bir ayrım yapmak gerekir. Bizim buradaki tarımcı hocalarımızın, arkadaşlarımızın tümülerinin kuraklıkla ilgili yaptığı çalışmalar, arid bölgedeki tür çeşitliliği. Bunu çok net bir şekilde ortaya koymak. Yine, bazı arkadaşlarımız, bir istasyondaki, bir bölgedeki minimum ve maksimum yağışları da dikkate alarak tür çeşitlenmesinin yapılabileceğini dile getirdiler. Aritideyle kuraklık olayı kavramını ayırmak gerekiyor. Sistematik olarak kuraklığa bakmak gerekirse, üç başlıkta toplanabilir. Bir tanesi aridite. İklimi uzun süreli gelmeyi, yani arid bölge, iklimi uzun sürelere gerdirecek. Türkiye’de buna bir anlamda klimatolojik kuraklık diyebiliriz, yani klimatolojik olarak Türkiye’nin kurak bölgeleri arid kavramıyla ilişkilidir. Uzun süreli ortalamaları, yeryüzünün herhangi bir yerinde, bu Ankara’da da olur. Uzun süreli ortalamalar o bölgenin iklimini belirler, çeşitli iklim sınıflandırmalarına göre de bir bölge, arid çıkabilir, yarı arid çıkar, yani Türkiye’ye dönelim, kurak çıkabilir, yarı kurak çıkabilir, kurak-yarı nemli çıkabilir, nemli çıkabilir, çok nemli çıkabilir, ılıman çıkabilir. Bunu net olarak çizmek gerekir. Bu, iklimin uzun süreli bir özelliğidir. Klimatolojik kuraklıkta ikinci bir kavram daha var bu da bizim gibi subtropikal bölge ülkelerinde bir de yaz kuraklığı var. Bu da uzun süreli ortalamalarla Akdeniz büyük iklim bölgesinde, o bölgenin yaz mevsimini karakterize eden bir özelliktir. 122 Bizde bir de kuraklığı vardır. Yani, yaz arididesi vardır, ama bu iklimin normal özelliğidir. Yani bu, iklimin uzun süreli gözlemlerinin olduğu ve kazandırdığı bir özelliktir. Bunun üst limiti, nedense, o bölgedeki uzun süreli atmosferik koşullardır, yani ortalama durumudur. Uzun süreli iklim koşullarına bağlı bir klimatolojik kuraklık, yani arid bölge kavramı. İkincisi, iklimsel değişkenliği, iklimin kendi değişkenliğiyle ortaya çıkan kuraklık. Bu iklimin değişkenliğinden kaynaklanan geçici bir özelliktir. Bu dünyanın her yerinde oluşabilir, her mevsimde oluşabilir. Asıl önemli olan, buna karşı alınacak önlemlerdir, buna karşı alınacak hazırlıklardır. Buradaki arkadaşlarımız çok iyi biliyor ki, bir bölgenin geleneksel tarım sistemiyle bir bölgenin ekolojik sistemleri, hatta fizyografik sistemleri, iklimin normal özelliğine karşı zaten bir alışkanlığı vardır, yani bir uyum söz konusudur. Eğer bir müdahale yoksa, çok ciddi bir iklim değişikliği gerçekleşmemişse, 300 milimetreye uygun türler vardır, orada bir yaşam vardır, biyolojik çeşitlilik vardır ta ki o denge bozuluncaya kadar, ikinci kavram bu. Bir de asıl üzerinde durulması gereken, yani meteorolojik kuraklıklar, tarımsal kuraklıklarda bunların dışında üzerinde durmamız gereken yeni bir kavram var. İnsanın etkisi yani iklimsel değişimler ve eğilimler, bir bölgede klimatolojik kuraklık var, Türkiye’de de bu klimatolojik kuraklık var. Şimdi ben yine bir kötümser tablo çizip sözlerimi bitireceğim. Bir klimatolojik kuraklık var, bu aynı zamanda şiddetli bir yaz kuraklığı var, destek oluyor. Yine Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinde 2000 mm’de kuraklık tabii hissedilmez, yani yüzeyde de kuraklık olur yılların değişkenliğine bağlı olarak. Siz onu orada yaşasanız bile hissetmezsiniz. Çünkü 2300 mm’de yağışın 500 mm düğmesi bile çok şeyi değiştirmez, bunu anlayamazsınız. Türkiye’de aynı zamanda Karadeniz Bölgesi dışında, yıllar arası değişkenliğe bağlı her zaman her yerde oluşabilen kuraklık olayları vardır, bir de iklim değişikliği var. Ben çok özetle söyledim. Bütün Akdeniz havzası sahilden başladı. Sahilde 60’lı yıllarda başladı, Akdeniz havzasında 70’li yıllarda başladı. Özellikle kış yağışlarında, 70’li, yılların başından beri giderek bir azalma eğilimi var. Bu arada hiç nemli eğilim yok mu tabii ki var. Nemli yıllar da var ama gözlenen uzun süreli değimlere baktığımızda Türkiye’de son uzun nemli dönem 60’lı yıllardır, bir daha 70’li yılların başından beri öyle bir nemli dönemi Türkiye yaşamadı. Bunu da üç başlık altında topladık. Şimdi, bunların tanıtımlarını yaparken dünyanın ülkelerinde de böyle yapılmış. Deneyimli hocalarımızın belki zamanında ilgilendilerse bildikleri, eskiden çölleşme, arazinin biyolojik üretkenliğinde azalma olarak tanımlanmıştır. Bunu Sovyetler’de böyle tanımlamış, Amerika’da böyle tanımlamış. Ama bugünkü iklim değişikliğini ön sırada dikkate alıyorsunuz, arazide göz önüne alıyorsunuz; bugünkü çölleşme tanımında biyolojik bir etkenlikteki kayıp yine var, ama bunun altında şu var, insanın neden olduğu arazi vejetasyonu, kurak alanlar ve iklim değişikliği. Yani şunu söylemek istiyorum, değişen koşullar, gözlenen değişimler, neden sonuçları ve sizlerin, bizlerin çalıştığı konulara göre farklı amaca uygun konumlar da geliştirmemiz gerekir. Teşekkür ederim. BAŞ KAN — Çok teşekkür ediyorum. Efendim, çok güzel bir çalışma yaptık, katkılarınız için teşekkür ediyoruz. 123 SONUÇ MAHİR GÜRBÜZ (TEMA)— Kuraklık etkilerinin azaltılmasında kurağa dayanıklı bitki çeşit ıslahı ve kurak koşullarda yetiştirme tekniklerini tartıştığımız bu günkü toplantının sonuna geldik. Tartıştığımız ana başlıkları şu maddeler altında özetleyebiliriz. • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Yaşanan iklim değişikliği insanin neden olduğu bir sonuçtur. Seragazı birikimi küresel ısınmada çok belirleyici bir etkin olmaya başlamıştır. Son yüzyılın özellikle ana sorumlusu insandır. Türkiye’nin yarıdan çoğu yarı nemli ve üçte biri de kuraktır. Bilindiği gibi, ılıman kuşakta yağış artacaktır. Bu tarımda belki göreli üretim artışı sağlayacaktır ama Akdeniz kuşağında sorun tersine gelişecektir, zorlaşacaktır. Bu ise tarımda olumsuz sonuç yaratacaktır. Sadece iklimdeki değişiklikler değil, iklimin kendisi de değişiyor, ekstremler değişiyor; bu, ciddi bir sorun. 1.3 milyar insan temiz su bulamıyor, En önemli sorun su eksikliğidir. Türkiye’nin 23 milyon hektar tarım arazisinin önemli bölümü sorunludur. Türkiye toprağı, nüfusun baskısı altındadır. Toprağın niteliği ve yağışın yetersizliğinin doğal sonucu olarak tahıl üretimi egemenliği oluşmuştur. Erozyonun çok önemli bir nedeni de yanlış yerde tahıl üretiminin yapılmasıdır. İnsanoğlu bugün çok daha fazla su kullanıyor. M eteorolojik-hidrolojik-tarımsal ve sosyal ekonomik kuraklık yaşanmaktadır. Nemin korunması, toprak-su yönetimi, kritik dönemlerin değerlenmesi gibi çıkış noktaları olabilir. Kuraklık, yavaş ortaya çıkan bir sorundur. Etkili kuraklık, uzun süreli planlamayı gerektirir. Su kaynağının artırılması zor iştir; bilgiyi gerektirir, zamanı gerektirir. Çözümleyici önemli bir yaklaşım “su ekonomisini” sağlayan sistemi kurmaktır. Su iletim kayıpları da en aza indirilmelidir. Çiftlik göletleri ciddi bir seçenek olabilir. Topraktan buharlaşmanın önlenmesi gerekir. Ekonomik olmayan bitkiler vejetasyondan çıkarılmalıdır. Yağış bilgi koşullu tarım, yeni bir kavram olarak gelişmelidir. Tarımın kullandığı % 70 su miktarı azaltılmalıdır ama verim azalmamalıdır. Sulu tarımda kısıtlı sulama yöntemleri yaygınlaşmalıdır. Büyük sulama projeleri artık tartışılmalıdır zordur, pahalıdır. Kuru tarımda yeşil devrime ihtiyacı vardır. Ürünün belli vejetasyon aşamalarında da kısıtsız sulama verim sorunu yaratabilir. Sulu tarımda su kısıtlı olursa geleneksel kısıtlı sulama, yarı ıslatmalı sulama yöntemi kullanılabilir. Yetiştirme amaç ve yöntemlerine uygun çeşit geliştirmek gerekir. Agroekolojik zonlara uygun çeşit geliştirmek gerekir. Erkencilik, topraktan daha fazla su kaldırmak ve su kayıplarını azaltmak, su stresinin tolere edilmesi amaçları için kullanılmalıdır. Tür içi varyasyonu geliştirmek, türler arası varyasyonu kullanmak, cinsler aras ı varyasyonu gen aktarımında kullanmak yöntemleri ciddi ıslah yaklaşımlarıdır. Dane verimini, biyolojik verimi, hasat indeksini, verim standardını, verim unsurlarını, 124 • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • kurağa dayanıklılık indeksini amaçlayan dayanıklılık ıslahı ıslah amaçları olmalıdır. Önce genetik varyasyon sağlanmalı, sonra seleksiyon yapılmalıdır. Yöntemler doku kültüründen genetik haritalamaya kadar çok fazla sayıda ıslah yaklaşımını gerektirmketedir. İşbirliği zorunludur, altyapı zorunludur. Belirlenmiş kesin hedefler gerekir. İzleme ve iş üretmek gerekir, kaynak bulmak gerekir. Dünya arazisinin % 25’i çayır, Türkiye’de de bu böyledir. Nüfus arttıkça meralar azalmış, hayvan başına olması gereken mera üçte bire düşmüştür. M eraları, sadece yem üretim kaynağı olarak görmemeli, toprağı ve çevreyi koruyan bir sistem olduğunu anlamalı. Yapay meralarda yedi ay üretim yapılabiliyor, bu bir seçenek olabilir Kuraklık pozitif etki de yapabilir. Rekabetle bitki zenginliği oluşabilir. Kuraklığa karşı merayı etkileme işlemi işlemeli tarım alanına göre daha zordur. Türkiye’de hayvan ıslahı yapılmalıdır, bunu da ben söylüyorum. Türkiye’de ıslah edilmiş bir tek hayvan ırkı yoktur. Yem bitkisi ıslahı da önemlidir. Islahçılarımız ihmal etmişlerdir. Doğal meralar için gelişmiş çeşit yoktur. Nadasın önemli yararları vardır. Toprak-su buharlaşmasını önleyen nadas sisteminin sakıncaları da vardır. Alternatif olarak azaltılmış veya sıfırlanmış toprak işleme düşünülebilir. Kimyasal nadas bir başka seçenektir. Bitki artığı en çok kimyasal nadasta, sonra sıfır kullanımda, sonra geleneksel sistemde ortaya çıkıyor. Kurakta ekim yöntemi, ekim zamanı, toprak işleme araçları, tohum niteliği, bitki çeşidi, su ihtiyacını aynı döneme gelen farklı ürünlerin ekilmemesi, gübre!eme, yabancı ot mücadelesi yani, bütün üretme teknikleri tartışılmalıdır. Üniversite-bakanlık ilişkisi gelişmelidir. M eyvecilik gündeme gelmelidir. Agroekonomik zonlar veya türdeş alanlara göre ıslah yapılmalıdır. Her köye bilgisayarlı sistemle süreci izleyen bir anlayış getirmek gereklidir. TEM A, eylem planı yapmalıdır. Neyi üretmeliyiz, ne kadar üretmeliyiz tartışmalıyız. Tabii bitki ıslahında genetik varyasyon yaratıp sonra seleksiyon yaparak çeşit ürettiren arkadaşlarımızın düşünce varyasyonlara ihtiyacımız var. Belki bunu biraz daha zenginleştirip seleksiyon yapmayıp da sentez yapmak ihtiyacımız var, hepinizin katkısına ihtiyacımız var. Katıldığınız için, değerli birikimlerinizi aktardığınız için, zaman ayırdığınız için, sabrınız için çok teşekkür ediyoruz. Bu çalışmayı biz bu masada bitirmedik. Bu çok değerli görüşleri, önerileri kitap haline getireceğiz. Daha önemlisi TEMA olarak bu sorunu Türkiye tarımının gündemine taşımak istiyoruz. Bunu nasıl yapabiliriz; hepimizin katkısına ihtiyacımız var. Böyle bir eylem planına dönüşürse, sanıyorum, bir adım atmış oluruz. İyi akşamlar diliyorum efendim. 125