AYAZ iSHAKî İDİL-URAL DEVLETİ Tercüme eden ve yayına hazırlayan Prof.Dr. Bayram KODAMAN Paris 1933 İÇİNDEKİLER 1-Tarihi Bakış 1 2-Çarlık Dönemindeki Durum 9 3-Milli ve Dini Uyanış 12 4-Devrimden Önce Hukuki Durum 21 5-1917 Devrimi Zamanında Durum 24 6-Bolşevik Rejimi Döneminde Durum 28 7-Sosyal Yapı ve Ekonomik Durum 34 8-Edebiyat 37 9-Tiyatro 38 10-Gazetecilik 39 11-Siyasi Partiler 39 12-Askeri Teşkilat 43 13-İdil-Ural Devletinin Coğrafi, Ekonomik ve Siyasi Görünüşü 46 SUNUŞ Ayaz İshaki, 23 Şubat 1878’de Tataristan’da doğmuş ve 22 Temmuz 1954 tarihinde Ankara’da vefat etmiştir.Mezarı, İstanbul Edirnekapı mezarlığındadır. Ömrünü, sadece Tatar Türklerinin istiklali ve İdil-Ural Devletinin kuruluşu için değil, aynı zamanda, Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Sibirya Türklerinin kısacası Rus hakimiyeti altında bulunan bütün Türklerin bağımsızlığına, birliğine dayanışmasına adamış, bu uğurda hayatının yarısını sürgünde geçirmiş meşhur Türkçülerdendir. Her şeyden önce Türklük, Türk milleti ve Türk Birliği diyebilen idealist bir Pantürkistir. Bu ideali için, dışta yabancı emperyalist güçlere özellikle sömürgeci Çarlık Rusya’ya ve Sovyetler Birliğine karşı mücadele vermiş büyük bir Türk milliyetçisi ve hürriyetçisidir. Dahilde ise, milletin en büyük düşmanının yine milleti ön yargıya sevk eden cehalet, uyuşukluğa sevk eden fakirlik ve taassuba sevk eden kadercilik olduğuna inanan ve bunları yok etmek için kalemiyle mücadele eden büyük bir ceditçi (yenilikçi) ve reformcudur. Rus sömürgeciliğinin gelişine ve yerleşmesine yol açan, ses çıkarmayan, halkın yanında yer almayan, istiklal için hayatı pahasına mücadele veren aydınları desteklemeyen tutucu kadimcileri, Tatar zenginlerini, mollaları, medreseleri sorumlu tutan ve onlarla mücadele eden bir ilericidir. Bu yüzden, Tatarları hatta bütün Türkleri istiklale, modernleşmeye ve kalkınmaya götürecek yegane vasıtanın ise, çağdaş eğitim sistemi olduğuna inanan büyük bir vatanperver yazardır. İşte, maksadımız, bu büyük insanın fikirlerini ve verdiği mücadeleleri, 1918 yılında Tatar, Başkurt, Çuvaş Türk halklarının birlikte kurdukları ve 1919’da Çarlığın misyonunu devam ettiren Bolşevik Ruslar tarafından yıkılan İdil-Ural Devletini bilmeyenlere tanıtmak, unutanlara bir daha hatırlatmaktır. Bunun için Ayaz İsaki’nin 1933’de Fransızca yazdığı ve Paris’te bastırdığı “İdil-Ural” (İdel-Oural) adlı kitapçığını Türkçeye çevirmeyi uygun bulduk. Prof.Dr. Bayram KODAMAN Kırgızistan-Bişkek 2013 1 TARİHİ BAKIŞ Sovyetler Birliğinde, İslam dinine mensup 30 milyon Müslüman nüfusun içinde büyük çoğunluğu Türk-Tatar kökenli olan İdil (Volga) ve Ural bölgesi Tatarları sadece en kalabalık değil, aynı zamanda milli kültürlerinin gelişmişliği açısından da en saygın halkı teşkil ediyorlar. Gerçekte de yedi milyondan fazla Tatar bulunmaktadır. İdil-Ural Tatarları veya Kuzey Türkleri, diğer Türk-Tatar halkları gibi hepsi Turan ırkına dahildir. Turan ırkı, eskiden bugün Rusya adıyla bilinen büyük ülkede yaşıyordu. Bu ülkede aynı zamanda, başka bir ırka mensup yani HintAvrupa kökenli halkların oturmasına rağmen, tarihin ilk zamanlarından beri nüfusun büyük çoğunluğunu kesin olarak Türk-Tatar ırkı oluşturuyordu. Tarih öncesine ilişkin araştırmalar ve bazı eski (antik) çağ yazarları tarafından verilen bilgiler bu hipotezi doğrulamaktadır. Diğer taraftan, bu geniş ülkenin çok büyük kısmı, modern çağın şafağına kadar Türk-Tatar halklarına aitti. Ayrıca, bu memleketin, eskiden Türk-Tatar kökenli halkların siyasi (politik) hâkimiyeti altıda olduğu tarih tarafından tamamen kanıtlanmıştır. Bu halklar farklı çağlarda farklı isimler taşımışlardır. Eskiçağ Rus tarihçileri tarafından Polovtsys ve Peçenekler diye 2 adlandırılan halklar ve Batılı yazarlarca Kumanlar (Komans) ve Alanlar (Allains) adıyla bilinen bu halklar,esasen, XI.yüzyıl Arap kaynaklarında Bulgarlar ve Hazarlar olarak geçen aynı TürkTatar kavimleridir. Bulgarlar orta Volga (İdil) ve Kama havzasında yaşarlarken, Hazarlar aşağı Volga ovalarında, Hazar Denizi civarlarında ve Kırım’da yaşıyorlardı. Miladi XI.- XII. yüz yıllarda Bulgarlar medeniyetin ve refahın en yüksek seviyesine erişmişlerdi. Onların sadece Müslüman Doğu ile değil, fakat aynı zamanda İskandinavya ülkeleriyle de ticari münasebetleri vardı. Günümüzde bile Kazan Tatar çiftçileri, hala yıkıntıları mevcut olan Bulgarların eski Başşehrinin yakınlarında Arap ve İskandinav paraları buluyorlar. Hazarlar kısmen Museviliği kabul ederken, Bulgarlar X. yüzyıl başlarından (922) itibaren Müslüman olmuştu. XII. ve XIII. yüzyıllara ait eski Bulgarca (Türk-Tatar) yazılmış eserler mevcuttur. Bulgarların Türkçesi1 modern Tatarca’dan pek farklı değildir ve Tatar âlimleri Bulgarca yazılmış kitapları kolayca anlıyorlardı. Rus Vakanüvisleri, Kiev Prensinin, yaklaşık on asır önce paganizmi (putperestliği) önlemek ve ilahi vahye dayalı bir dini benimsetmek maksadıyla Bizanslılarla, Hıristiyanlarla, Müslüman Bulgarlarla ve Musevi Hazarlarla münasebet kurduğunu bildirmektedirler. Başka bir ifade ile bu Prens, sözü 1-Volga (İdil) Bulgarlarını Tuna ve Balkan Bulgarlarıyla karıştırmamak gerekir. Tuna ve Balkan Bulgarları, Balkan Slavlarının ve Tuna boylarına göç eden Volga Bulgarlarının karışımıdır. 3 edilen kavimlerle temasa geçerek üstün medeniyet seviyesine ulaşmak istiyordu. En büyük Rus tarihçilerinden biri olan Solovieff, Kazan’ın fethinden bahsederken Bulgarlar hakkında şunu söylüyor: ”Çok eski zamanlardan beri Müslüman Asya, ortalıkta dolaşan göçebeler için değil kendi medeniyeti için Asya’da bir yurt (ocak) yaratmıştı. Eskiden beri tüccar ve sanayici olan Bulgar halkı oraya yerleşmişti; Oka boylarında Ruslar henüz kilise inşaatına başlamadan önce, Volga ve Kama kıyılarında Kur’an ayetlerinin okunduğu duyuluyordu”. Tuna Bulgarlarının eski kardeşleri olan İdil Bulgarları Volga havzasında ortaya çıkan Müslüman Türk-Tatar medeniyetinin ilk kurucularıdır. Meşhur Arap seyyahı İbn-i Fadlan’a göre, X. Yüzyılda islamı kabul eden Bulgarlar Müslüman dünya ile Kuzey Avrupa kavimleri, özellikle İskandinavya ve Germenler arasında aracılık yapıyorlardı. Bulgar denilen bu büyük ülke (cite), Müslüman ülkeler ile Avrupa ve Sibirya arasında mamul ürünler için büyük ve önemli bir alış veriş merkezi idi. XIII. yüzyılın başında imparator Cengiz Han’ın küçük oğlu Batu Han kumandasında Tatar-Mogollar, Hazarların ve Bulgarların ülkesini feth ettiler ve 1224’de Altın Ordu Devletini kurdular. Hepsi Türk kökenli olan ve Batu Han ile gelen bu üç halk, gerçek anlamıyla Hazarlar-Bulgarlar-Tatarlar sonunda bir birleriyle karıştılar ve günümüzde Kuzey Türk-Tatarlarının diyalekti yani aynı dili konuşan mütecanis (homojen) bir TürkTatar kitlesini oluşturdular. 4 Altın Ordu Cengiz Han’ın geniş imparatorluğunun eyaletlerinden (uluslarından) birini oluşturuyordu. Cengiz Han’ın ortaya çıktığı çağda Uzakdoğu’ya kadar tüm Asya’nın ve Ural’ların kuzeyinin tamamı Türk ırkından olan farklı kabileler tarafından işgal edilmişti. Onları sarı ırkla karıştırmamak lazımdır. Türk ırkının sarı ırkla sadece uzak benzerlikleri var. Cengiz Han’nın ordusu gibi, tebaasının da %90 saf Türk’tü. Gerçek Moğollar küçük bir azınlıktı. Bu sebeptendir ki, başlangıcından itibaren Cengiz Han’ın kendisi Moğol olsa da, ordu dili ve resmi dil Türkçe idi. Bu nedenle Cengiz’in halefleri Türk ülkelerini Rus ve Pers ülkelerine göre, daha kolay bir şekilde feth ettiler. Hatta bu Irk ve dil akrabalığı sebebiyle Bulgarlar ve Hazarlar kısa bir zamanda Tatarlarla karıştılar. XV. yüzyılda Altın Ordu Devleti yıkıldıktan sonra, toprakları pek büyük ve eşit öneme sahip olmayan hanlıklara bölündü. 1-Karadenizin ve Azak denizinin kıyılarında ve Kırım’da Kırım Hanlığı kuruldu. 2-Volga, Don ve Kafkasya arasında Astragan Hanlığı. 3-Orta Volga (İdil) ve Ural Astragan Hanlığının kuzeyinde bağımsız Nogay prenslikleri kuruldu. 4-Nogay Presliklerinin kuzeyinde, Volga üzerinde Kama ağzına 60 kilometre uzaklıkta bulunan Kazan başşehir olmak üzere Kazan Hanlığı oluştu. . Kazan şehri, Altın Ordu zamanında, XIII. yüzyıldan itibaren tarihi rolünü oynamaya başladı. Altın Ordu’nun çöküşünden ve 5 Kazan Hanlığının kuruluşundan sonra, bu şehir yeni Hanlığın başşehri oldu. Böylece bu günün Rusya’sı, Ortaçağın sonuna doğru büyük ve geniş bir Türk-Tatar imparatorluğu idi. Rus toplulukları (communautés russes) milliyetlerini ve dinlerini Tatar hükümdarlarının müsamahası (tolerans) sayesinde koruyabildiler. Cemaat önderi olan Kinezler (prensler) Altın Ordu Hanı’nın hizmetinde sadece vergi memuru gibiydiler. Han, onların hükümdarıdır, onları tayin eder ve kendi takdirine göre bir fermanla (Yarluk) görevden alırdı. Böylece Cengiz’in torunları bu geniş ülkede yaklaşık iki yüz yıl saltanat sürdüler. Fakat sonunda Hanların güvenini kazanmış ve ustaca hizmet vererek onların lütfunu elde etmiş olan Moskova Kinezleri, sahip oldukları otorite sayesinde Rusya’nın bir kısmını topladılar ve efendilerine karşı isyan ettiler. Hanların egemenliği döneminde, askeri ve siyasi kurumlarla, aynı şekilde Türk-Tatarların sivil yönetimiyle de içli dışlı olan Ruslar uzun zaman Hanları model aldılar. Şüphesiz bu dönemde Türk-Tatarların politik, askeri ve idari müesseseleri Ruslarınkilerden son derece üstündü. Ruslar, ancak Altın Ordu Tatarları ile Kırım Tatarları arasındaki hanedan kavgalarından yararlanarak bağımsızlıklarını kazana bildiler. Kırım Hanlığı bu çağa doğru, Karadeniz’in kuzeyinde Türk Tatarlarının bir kolu tarafından kuruldu. Ruslar bağımsızlıklarını takip eden yıllarda bile, Türk-İslam medeniyeti seviyesine ulaşamadılar. 6 Ruslar, uzun zaman Altın Ordu Hanlarının hakimiyeti altında kaldıktan sonra, XIV. yüzyılda önce Tatarlara bağımlı olmaktan kurtuldular ve bu defa Altın Ordu devletinden çıkan Hanlıkları ard arda feth ettiler. Nogay Hanlıkları, 1481’den itibaren III. İvan tarafından Rus nüfuzu altına alındılar. Sonra sıra Kazan Hanlığına geldi. Zaten Moskova Grandükü Vasili-Dimitrievitch, 1497 yılında Kazan üzerine yürümüş ve şehri tamamen yakıp yıkmıştı. Fakat Kazan Tatarları,ticareti ve endüstrisiyle gelişen yeni bir şehir inşa ettiler. Bu ülke, XVI. yüzyıl ortasında Moskova Çarlarının iştahını çekmeye başladı ve Korkunç İvan (IV.İvan), 1552’de Kazan Hanları ile halk arasında hüküm süren çekişmelerden istifade ederek güçlü bir ordu kurdu ve Kazan’ı kuşatmaya geldi. Çok uzun ve kahramanca direnişten sonra şehir teslim oldu. Kazan’ın düşmesinden iki sene sonra, IV. İvan Astragan Hanlığını feth etti ve ayrıca XVI. yüzyıl sonunda Sibirya Hanlığı da aynı şekilde ilhak edildi. İdil Türkleri ile Moskova Çar’ı arasında süren savaşlarda Rusların daha barbar olduğu görüldü. Korkunç İvan Kazan kalesinin kuşatılması esnasında Türklerden aldığı harp esirlerini Kazan surları (duvarları) önünde idam ettirdi ve kamu kurumlarının ve binalarının hiç birini ayakta bırakmadı. O sadece bütün nüfusu yok etmedi , fakat aynı zamanda aynı öfke ve şiddetle camileri, okulları, kütüphaneleri yıktı. Bunlar sadece şehrin sakinleri tarafından değil, fakat aynı zamanda bizzat Rus tarihçileri tarafından da anlatılan olaylardır. 7 Bu tarihi açıklamanın ortaya koyduğu gibi, Türk-Tatarları Altın Ordu Devletinin yıkılışından sonra Kıpçak’da (İdil-Ural) oluşan Tatar Hanlıklarının soyundan gelmekte olup, milli bir birlik oluşturmuşlardır. Din açısından ise, onların tamamı X. yüzyıldan beri müslümandır. Dil açısından ise, hepsi aynı diyalekti yani çok gelişmiş diyalekt olan Tatar Türkçesini konuşuyorlar. Nihayet tarihi açıdan bu Tatarlar yüzyıllar boyunca, aynı şartlar altında yaşadılar: Onlar önce Hanların sonra Moskova Çarlarının teb’ası oldular. Onların çok büyük bir kısmı halen Ortaçağda Kıpçak olarak adlandırılan ülkelerinde yaşamaktadır. Aynı tahıl ürünlerini aynı iklim altında yetiştiriyorlar ve tek kelime ile her bakımdan aynı şartlarda yaşıyorlar. Bu nedenledir ki, Kıpçak ülkesi Tatarları daima ayrı bir millet oluşturma şuuruna sahip oldular ve o şuuru muhafaza ettiler. Bu halkın veya bu insanların gerçek adı nedir? Ruslar onlara genel olarak “Tatar” diyor. Bazı bölgelerin Tatarları kendilerini bazen Başkırt (Başkurt) olarak adlandırıyorlar. Diğer bölgelerinkilere ise, “Mişerler” (Micheres), “Tipterler” (Tipteres) vs. deniliyor. Fakat bizzat Tatarlar kendilerine daima Tatar Türkleri (Turco-Tartares ) diyorlar. Gerçek şudur ki, Kıpçak ülkesindeki farklı Türk kabileleri öyle karıştılar ki, onlara bu karışımı meydana getiren kabilelerden birinin adını 8 vermek haksızlık olur. Bu sebeple, Etnograflar onlara Tatar Türkleri veya Kuzey Türkleri adını vermişlerdir. Avrupa ve Sibirya Rusyası, Müslümanlarının Milli Meclisi, 1918’de milletin resmi adı olarak, tüm kabileleri tatmin eden Tatar Türkleri terimini kabul etti. Meclis, organize olmuş bu milletin “Türk-Tatar Milleti” olarak adlandırılmasını kararlaştırdı. Meclis, aynı zamanda bir İdil-Ural Devleti’nin teşkiline karar verdi. Bu gayenin gerçekleşmesi için Meclis, İdil-Ural topraklarında yaşayan bütün halkların temsilcilerinden müteşekkil Kurucu Meclisi toplantıya çağırmakla görevlendirilmiş olan bir komisyon oluşturdu. 9 ÇARLIK DÖNEMİNDEKİ DURUM Kazan Tatarlarının uzun direnişi Korkunç İvan’ı aşırı derecede öfkelendirmiş olduğundan, mağlup Tatarlara karşı davranışı gerçekten vahşice oldu. Kazan fethinden sonra, Çar lehine memleketlerine ihanet etmiş olan iki Tatar hariç bütün Tatar liderleri öldürülmüştü. Bazıları, Ortodoksluğu kabul ederek, hayatlarını kurtarmıştı. Nüfusun (Sakinlerin) geri kalanı şehirden kovuldu ve ormanlara sığındı. Tatarlara Kazan’da hatta şehrin en az 30 km (verstes) yakınında oturmaları yasak edildi Daha sonra zorla din değiştirme (Ortodoks mezhebi geçme) dönemi geldi. Çeşitli bahanelerle bütün köylerin ahalisi Ortadoks mezhebine kaydedildi. Ekseriya bir itaatsizlik olayı meydana geldiğinde köyler resmen Ortodoks sayılıyordu. Bu durum bir yandan camilerin yıkılmasına (1724’de 418 cami yıkıldı) öbür yandan bir kilisenin inşasına, ölülerin Ortadoks Papaz yardımı ile gömülmesine ve mecburi vaftize neden oluyordu. Bununla beraber, dört yüz yıllık Rus hakimiyeti, onu karakterize eden bütün kötülükleriyle, Türk-Tatar milli ferdi kimliğini silemedi, yok edemedi. Islama bağlılık o kadar kuvvetli idi ki, bütün baskılardan sonra, eski dinlerine dönüş imkanı bulduklarında zorla Hıristiyanlaştırılan Tatarların büyük bir kısmı derhal Islama geri dönüyordu(1905). Bu durum, 10 Tatarların milli ve dini şahsiyetlerini korumada ne sağlam iradeye sahip olduklarını gösteriyor. kadar Fakat, Tatarlar bu sonucu elde etmek için pek çok bedel ödemek durumunda kaldılar. Hükümet itaat altına almış olduğu Müslümanlara, Ortodoks tebaasına tanıdığı hakları asla vermek istemedi. Tatarları yurttaşlıktan çıkarmak (milli yapısını bozmak) için milli eğitimin ve milli terbiyenin okul ve kitap vasıtasıyla yayılmasını kısıtlamaya yönelik bir seri tedbirler aldı. Tatarların ekonomik alanda gerçekleştirdiği ilerlemelerden endişelenen ve paniğe kapılan Ruslar onların bazı bölgelerde (Türkistan ve Kırgızya) toprak almalarını ve hatta ticaret yapmalarını yasakladı. Rus hükümeti kültürel, sosyal, endüstriyel, ilmi derneklerin, vakıfların ve hayır kurumlarının kurulmasına binlerce engel çıkarıyordu. Kabul edilebilir mantıki hiç bir sebep yok iken halkın zaten kısıtlı olan belediye ve yasama seçimlerine katılma hakkı da aynı şekilde engelleniyordu. Rusya, Hıristiyanlığı kabul etmek istemeyen Tatar asillerine (eşrafına) ait toprakları da 1713 Deli Petro kararlarıyla müsadere ediyordu. Kazanın ilhakından sonra, Moskova Çar’ı Kazan Hanı unvanını aldı; bu unvanı Polonya Kralı, Finlandiya Grand Dükü unvanlarıyla birlikte Rusya İmparatorluğu sonuna kadar muhafaza etti. Bu unvanlar, resmi vesikalarda (dokümanlarda) “Bütün Rusya’nın İmparatoru” unvanına ilave ediliyordu. Fakat, bu detaydan başka, Kazan Hanlığının tarihini ve hakkını hatırlatacak hiç bir şeyin varlığını sürdürmesine müsaade edilmedi. 11 Suyun-Bike Kulesi Ruslar tarafından yıkılmayan tek tarihi anıt 12 MİLLİ VE DİNİ UYANIŞ Bununla birlikte yüzyıllar boyunca uygulanmaya devam eden bütün bu baskılara rağmen, Türk-Tatarlar azimlerini kaybetmediler ve hatta önemli ilerlemeler gerçekleştirdiler. Onlar sadece dillerini, dinlerini, camilerini, okullarını ve kültürlerini muhafaza etmediler, aynı zamanda, XIX. yüzyılın ikinci yarısında dikkat çekici parlak bir entelektüel hareket başlattılar. Medreselere ve dini (theologique) çevrelere rağmen bu hareket, hareketi başlatanlara hızlı bir şekilde Batı’nın fikirlerinden yararlanmalarını (öğrenmelerini) sağladı. Bu hareketi destekleyenler henüz ve daima Orta sınıflar ve Müslüman din adamları idi. Tatarların ilk okulları (Sıbyan Mektepleri) ve Medreseleri (Yüksek Din Okulları) İslam dünyasının diğer ülkelerindeki okullardan farklı idiler. Şehirlerde ve köylerde her camiin yanında bir ilk okul bulunuyordu. İmamların hanımları aynı zamanda kızların eğitimi ile meşgul oluyorlardı. Okullarda Arapça kuran okuması, biraz İlmihal, ana dilde okuma ve yazma ve biraz da matematik öğretiliyordu. Medreselerde teorik olarak aritmetik, mantık (logique), kelam (teoloji), fıkıh (İslam Hukuku) ve biraz Farsça öğreniliyordu. Fakat, ana dil ayrı bir ders olarak öğretilmiyordu.. Bu metot, XIX. yüzyılın son otuz yılına kadar devam etti. Metot, akla ve modern pedagojik 13 icaplara uygun olmasa da kültürlü kimselerin yetişmesine (formasyonuna) katkıda buluyordu. Kuran’ı okumayı öğrenmenin dini mecburiyeti bu güzel sonucu ortaya çıkardı. Müslüman köylüler arasında okumayı yazmayı bilen kişilerin sayısı, aynı sosyal şartlara sahip Ruslar arasındaki okuryazardan daha çoktu. Şehabeddin Mercani (1815-1889, Büyük dini ıslahatçı 14 XIX.yüzyıl ortalarında, giderek gelişen entelektüel bir hareket ortaya çıktı. Unutulmamalıdır ki, iki akım tek bir gayeye doğru yöneliyordu: Bu gaye, Türk-Tatar halkının milli ve kültürel şahsiyetini-kimliğini muhafazası idi. Fakat ilericiler (Ceditçiler), modern-çağdaş medeniyetin fikirlerini ve araçlarını kabul etmeksizin, Tatar halkının büyük ve güçlü Rus kitlesinin (nüfusunun) boyunduruğundan asla kurtulamayacakları görüşünde idiler. Çarlık hükümetinin, Tatarları zorla Ortodoks mezhebine döndürme politikasını kullanarak sürdürdüğü Ruslaştırma gayretlerine karşı İslam dini, Türk-Tatar milliyetini-kimliğini muhafaza edebilen önemli bir unsur teşkil ettiğinden dolayı milli uyanışa paralel olarak dini uyanış da güçlenerek devam ediyordu. Bazı dini hürriyetlerin verildiği, 1905 Devrimi esnasında, 15.000’den fazla “zoraki” Tatar Müslümanları resmi din olarak kabul ettikleri İslam dininin tanınmasını talep etti. Atalarının dinine dönüş prosedürü karmaşık formaliteler gerektirdiğinden, bu kısa hürriyet döneminde (bu dönem bir yıl sürdü) Tatarların sadece 1/3 kendilerini Müslüman olarak kabul ettirmeyi başardı. Fakat 1917 Devrimi sayesinde Tatarlar her yerde kendilerini resmen Müslüman olarak tanıtmayı ve pasaportlarının ve nüfus cüzdanlarının üzerine müslüman isimlerini yazdırmayı başardılar. 15 Kazan Hanlığının fethinden sonra olduğu gibi, her tarafta bütün Tatar dini müesseseleri ve okulları yıkılmış bulunduğundan, Tatarlar uzun zaman hiç bir dini merkeze, hiç bir dini lidere hiç bir yüksek okula sahip olamadılar. Fakat, zulüm-baskı ortamında İslam dinini kendi insanlarına öğretmeye devam eden Mollaların gayreti sayesinde Müslüman gelenekleri nesilden nesile muhafaza edilmişti. Tatarlar, geleneksel Müslüman müesseselerinin onarımını veya yeniden inşasını talep etmekten asla vazgeçmediler: Kadı, Müftü (Kadılık ve Müftülük müesseseleri) ve Şeriat Mahkemeleri vs. II.Katarina’nın tahta çıkışıyla, Tatarlar için dini hürriyet dönemi açıldı. Çariçe, Tatarların dini meclisini (l’Assemblée Religieuse) bizzat kendilerinin seçtikleri Müftü ve Kadılarla yeniden teşkil etti. İbadethaneler (paroisses) resmen tanındı. Bu kurumlar dini meclis ve Müftü yönetimi altıda idi. Ayrıca Mollalar Müftü tarafından atanıyordu. Müftü Rus Devleti tarafından Dini Meclisin Başkanı ve Müslümanların ruhani lideri olarak tanındı. Böylece, Avrupa Rusya’sı Tatarları, II.Katarina’nın saltanatı zamanında dini muhtariyeti (otonomi) elde ettiler. Bu durum, politik mülahazalarla, özellikle Kırım Hanlığının fethini kolaylaştırmak için kabul edilmiştir. II.Katarina Tatarlara Kazan’da oturmalarına, hatta orada camiler inşa etmelerine müsaade etti. Kabristanları hala Evliyalarının mezarlarıyla dolu olan ve Atalarının Başşehrinde oturabileceklerinden memnun olan zengin Müslümanlar Kazan’a yerleşmekte hızlı davrandılar. Neredeyse eş zamanlı olarak iki büyük cami inşa edildi (bugün Kazan’da 20 kadar cami vardır). Fakat II.Katarina resmen Müslüman olarak tanınan Tatarlara bütün hürriyetleri 16 bahş ederken, zorla Hıristiyanlaştırılmış Müslümanlara vicdan (inanç) hürriyetini vermeye cesaret edemedi. II.Katarina’nın halefleri zamanında Kırım alındıktan sonra Tatarların dini hürriyetleri ve otonomileri ard arda geri alındı. Eskiden Tatarlar tarafından seçilenlerden, önce Müftü ve sonra Kadılar Tatarlara danışılmadan Rus hükümetince atanmaya başlandı. XIX.yüzyılın ikinci yarısında ve XX.yüzyılda müftülük makamı Tatarların arzularına rağmen hiç bir dini otoriteye ve yeteneğe sahip olmayan Müslüman Rus memurları tarafından işgal ediliyordu. Bu yüzden, Ufa Dini Meclisi eski itibarına (prestijine) sahip değildi.Bu Meclisin rolü, hemen hemen tamamen Molla adaylarının imtihanından, medeni hallerin kayd altına alınacağı defterlerin ibadethane Mollalarına dağıtımından ibaretti. Müftü daha çok Tatarların ruhani liderinden ziyade, onları takip etmekle görevli bir Rus memuru idi. Fakat, Tatarlar Dini Meclisin yetkisinin tekrar tanınmasını, Müftünün ve Kadıların bizzat kendileri tarafından seçilmesini istemekten asla vazgeçmediler. Rusya’da, 1905 Devrimi’nden bu yana belli bir toplantı ve düşünce hürriyeti vardı, Tatarlar basında ve kongrelerinde (Şuralarında) açıkça kültürel olduğu kadar dini alanda da son derecede mutlak bir otonomi talep ediyorlardı. Başta belirttiğimiz gibi, Tatarlar arasında yenilikçi rüzgarın öncüleri (Cedidciler) ilahiyatçı (Teolog) idi. Onları daha çok İslam’ın modern hayatla ilişkileri meselesi meşgul ediyordu. Beşiği Kazan olan yeni edebiyat, yüzyılın sonuna doğru hızlı bir gelişme gösterdi. Bu yeni edebiyat, Osmanlı Türkleriyle ve Ruslarla temas ettiğinden Avrupa’nın etkisinde kaldı ve Batı 17 edebi türlerine teslim oldu: Roman, tiyatro, tenkit (critique); fakat aynı zamanda Tatar kalmaya özen gösterdi. Alimcan Barudi, 1917’de Tatar halkı tarafından seçilen ilk Müftü 18 Gazetecilik, 1905 Rus Devriminden sonra uygun bir ortam bulur bulmaz şaşırtıcı bir şekilde gelişti. Unutulmamalıdır ki, şimdiye kadar en verimli edebiyat eğitim (pedagoji) edebiyatı oldu.Tatar halkının milli ve dini karakterini yok etmek isteyen Rus hükümeti okullara,medreselere, edebiyat ve basına karşı kısıtlayıcı tedbirler aldı.Bu önlemler, okul kitaplarından bazı ayetlerin çıkarılmasıyla Kuran’a kadar vardırıldı. Okullara ve Tatar eserlerine uygulanan baskı, tabiri caizse entellektüel ilerlemeyle ve uyanışla orantılı olarak artıyordu. Dini olmayan konuların ana dilde eğitimini yasaklayan bir kanun çıkarıldı. Aritmetik, tarih vs. gibi bütün diğer konuların Rusça verilmesi gerekiyordu. Hükümet tarafından din dışı olarak kabl edilen bütün konuların eğitimi geliştirildi. Nihayet bir kanun projesi hazırlandı. Buna göre, ana dil İlk Okullarda Rusçayı öğrenmek için basit bir vasıta oluyordu. Ayrıca, hükümet bir gazeteden fazla gazete almayı yıllarca yasaklayan bir sansür getirmiş ve bütün Tatar yayınlarına suiistimale açık bir kontrol sistemi getirdi. Sansüre tabi tutulan el yazmaların oranı yüksekti. Dikkatinden kaçanın oranı ancak %10 idi. Rus olmayan basın üzerinde sansürün gücü sınırsızdı. Allahtan, Rusya’da yaşayan tüm halklar için, 1905 Devrimi oldu, bu devrim sayesinde de Çar orduları Rus-Japon savaşında mağlup oldu. Bir müddet için ülke biraz nefes aldı. Bu nedenle Tartarlar ilerici ve liberal hareketlere katıldılar ve kayda değer önemli faaliyetlerde bulundular. Basın birden büyük bir gelişme gösterdi; Kazan’da bir yıl içinde beş veya altı matbaa açıldı. 1905-1906 yıllarında gazetelerin ve dergilerin 19 sayısı otuzlara yükseldi. Rus hükümetinin zorla ortadan kaldırmaya çalıştığı milli şuur açıkça ortaya çıktı. Rus hükümeti, özellikle siyasi alanda Tatarların 19051906’da gösterdikleri zihni olgunluğu pek beklemiyordu. Tatarlar, “Rusya Müslümanları Birliği” adında ve programı genel hatlarıyla Anayasacı Rus Demokrat (“ConstitutionelsDemokrates”) partisininkine benzeyen siyasi bir parti kurdular. Parti özellikle bütün Tatar Türklerinin ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlıyordu. Birlik, üç kongre sonunda kuruldu. Rusya’daki tüm Türk-Tatar Müslüman halklarının beş yüze yakın delegesinin hazır bulunduğu Nijni Novgorad’da toplanan üçüncü kongrede partinin programı büyük bir ekseriyetle onaylandı. Bilhassa genç yazarlardan ve gazetecilerden müteşekkil çok aktif bir grup, bu programı fazla ılımlı bularak karşı çıktı. Bu grubun ileri gelenleri radikal milliyetçi eğilimlere sahip idiler. Birlik Partisi ikinci Duma’ya otuz dokuz milletvekili seçtirdi. Türk-Tatarlar, Ruslardan çok daha şevkle ve disiplinli bir şekilde seçimlere katıldılar. Müslüman millet vekilleri arasında, Rus hükümetini şaşırtacak derecede modern yüksek eğitimli ve hatta Avrupa üniversitelerinden mezun şahıslar bulunuyordu. Birinci ve ikinci Duma’da Müslüman milletvekilleri görevleri açısından lüzumlu olan hakları ve hürriyetleri elde etmek için bütün liberal ve radikallerle birlikte hareket ettiler. Hatta bazıları, birinci Duma’nın zorla dağıtılmasını protesto etmek için Vyborg’a gitti. Stolypin tarafından yapılan, 3 Haziran 1907 hükümet darbesi genellikle köylülerden ve orta sınıflardan ziyade Rus olmayan halklara karşı yöneltilmişti. Yasa dışı bir düzenleme 20 ile Orta Asya’nın ve etraftaki bozkırların sakinleri İmparatorluk Parlamentosundaki temsil haklarından mahrum edildiler. Kafkasya Türk-Tatar milletvekillerinin sayısı bir tek kişiye indirildi. İdil-Ural (Volga) havzası ve Kırım hükümetlerine Müslümanların seçimleri daha çok zorlaştırıldı. İkinci Duma’da 45 milletvekili varken üçüncü Duma’da sadece on (10) milletvekili vardı. İster Parti programı, kongrelerin tutanakları, milletvekillerinin konuşmaları gibi resmi dokümanlarda olsun, isterse düşünceyi ve halkların özlemlerini ve isteklerini yansıtan kitaplar ve gazetelerde olsun, şimdiye kadar Rusya’daki Müslüman Türk Tatarlar tarafından amaçlanan hedefin dini, milli ve kültürel kimliklerinin muhafazası olduğu görülür. Ayrıca, bu Türk-Tatarları, geçmiş yüzyılların bütün ayaklanmaları sırasında olağan üstü bir canlılık ve bir enerji göstermişledir. Uzak-Doğudan Avrupa’ya ilk medeniyet ocağını kuran ve uzun bir geçmişin (Tarihin) inişli çıkışlı sarsıntılarına rağmen bu ocağı koruyan onlardır. Komşu halkların organizasyonuna ve manevi terakkilerine katkıda bulunmuşlardır. Moskof hakimiyet asırları, milliyetlerinin şuurunda olan Tatarların kendilerine has karakterini ve orijinalliğini bozamadı. Onlar Ruslaştırılamadı, fakat ve modern Avrupa medeniyetine fevkalade bir şekilde uyum sağladılar. Tatarların bu çağdaki talepleri aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1- Ruslarla, medeni ve siyasi haklarda eşitlik, 2- Kültürel hürriyet ve otonomi yani dil, eğitim ve din hürriyeti ve muhtariyeti. 21 DEVRİMDEN ÖNCE HUKUKİ DURUM 1917 Devriminin arifesinde Tatarların hukuki durumu ve gerçek durumu ne idi? Zorla Hıristiyanlaştırılmış olanlar hariç, Tatarlar kendi dinlerini açıkça uygulamakta serbestiler. Mollalar mahalle sakinleri tarafından seçiliyordu. Fakat Kadılar ve Müftü hükümet tarafından tayin ediliyordu (son Müftü Arap harfleriyle yazılmış yazıları güç bela okuyabilen bir ilçe yöneticisiydi). Mevcut camiler serbestçe faaliyette bulunuyordu. Fakat yeni cami inşası engelleniyordu. Sivil otoritelerin (yetkili makamların) izninden başka, Ortodoks bölge Piskoposunun onayı gerekiyordu. Ortodoksların olmadığı yerleşim bölgelerinde izin almak çok kolaydı. Karma yerleşim yerlerinde Piskopos, camii Ortodokslar için cazip veya çekici (séduction) gördüğü her an cami inşaatına karşı çıkma hakkına sahipti. Petrograd’da ihtişamlı büyük bir camii inşası için Çar’ın şahsi izni gerekli idi. Ufa ve Kazan hükümetlerinde (valiliklerinde), piskoposun muvafakatinden başka Hıristiyan Saint Gouri Tarikatı’nın özel misyonerler Kurumunun olumlu görüşü gerekiyordu. Hanlıkların fethinden sonra, gelirleri camilerin ve dini mekteplerin bakımına tahsis edilen bütün mülkler ve topraklar müsadere edilmiştir. Bu Vakıfların mülkleri yüz milyonlarca 22 ruble olarak değerlendiriliyordu. Müslüman müesseselerin kayıplarını telafi etmek için, onların bakım ve onarım masrafları karşılanmak üzere devlet bütçesine toplam 14.000 ruble ödenek konuldu. Kamu eğitimiyle ilgili olarak, Tatarlar bilhassa okullar ve milli dilde eğitim alanında çok mağdur durumda idiler ve pek çok engellerle karşılaşıyorlardı. Milli dil ve bilim dalları (aritmetik, coğrafya, tarih, tabii bilimler vs.) öğretilmedikçe, dini mektepler (Medreseler) hoş görülüyordu. Diğer yandan milli mekteplerde dilin ve ilimlerin öğretilmesi yasaklanmıştı. Bilim öğrenmek istenildiğinde Rus okuluna gitmek gerekirdi ki, bu okullar da zaten civarda bulunmazdı. Tatar mekteplerinde ilim tahsil edilmezdi. Eski rejim hükümetlerinin eğitim politikası böyle idi. Tatarların “fen-kovucu” dedikleri okul müfettişleri Müslüman mekteplerini ziyaret ediyorlardı. Bu ziyaret çocukların ilerlemesini izlemek ve ilmi kavramlara susamış Tatarlar arasında ilimlerin yayılmasına katkıda bulunmak için değil, fakat yasaklanmış bir şeymiş gibi bilimi kovmak içindi. Bu “bilim kovucu” rolü, bizzat müfettişlerin çoğuna öylesine iğrenç geliyordu ki, aralarında çok kültürlü olanlar Bakanlığın emirlerine uyamıyor, bilim ve dil öğrenimine göz yumuyordu. 1917 Devrimi’nden önce Tatarların hayatının yirmi beş yıllık dönemi, milli mekteplerin kuruluşu için mücadele dönemi olmuştur. İlimlerin ve milli dilin öğretildiği mekteplere, usul-ü cedit (yeni metod) mektepleri deniyordu. Usul-ü cedit mekteplerine karşı yapılan zulüm ve baskılar, bu mekteplerin kurucularını, öğretmenlerini, yasaklanmış bir eğitim-öğretimi yapmaktan 23 suçluymuş gibi mahkemeye verilmelerine kadar vardırılıyordu. Büyük zorluklara ve acımasız zulümlere rağmen Volga Tatarları (ilk ve orta eğitim olmak üzere) milli bir mektep kurmayı başardılar. Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle beraber, 70’den fazla günlük gazete ve on kadar da dergi çıkmaya başladı. Tatarlar bu gayretleri sayesinde inanılmaz ve görülmedik zorluklara rağmen dünyanın en medeni Müslüman halklarından biri haline gelmiştir. Medeniyet ve milli kültür merkezleri Kazan, Ufa, ve Orenburg idi. Ayrıca Tatarlar arasında Rus Yüksek Okullarında ve Üniversitelerinde eğitim görmüş oldukça çok sayıda talebe (avukat, doktor, mühendis vb.) vardı; büyük tüccarlar ve sanayiciler de buluyordu. 24 1917 DEVRİMİ ZAMANINDA DURUM İlk Mart 1917 Devrimi’nden2 sonra, Lvoff-Kerenksky hükümeti döneminde Rusya müslümanları Moskova’da büyük bir kongre topladılar. Bu kongrede, Hive ve Buhara Hanlıkları dahil bütün Rusya Müslüman bölgelerinin temsilcileri vardı. Kongre programında yer alan meseleler arasında şu vardı: Müslümanlar açısından Rusya’nın geleceği için arzu edilen hükümet şekli ne olacaktı? Bu soru çok canlı bir münakaşaya (discution) yol açtı. Bütün delegeler gelecek Rus devletinin federal cumhuriyet olmasının ateşli destekçileri idiler. Tatarlar, milli taleplerini formüle etmek için daha sonra Kazan’da özel bir kongrede toplandılar. Tatarların milli talepleri, kongre tarafından büyük bir hassasiyetle netleştirildi ve açıklıkla formüle edildi. Bunun dışında, kongre milli geleneklere ve tecrübe sonuçlarına uygun olarak milli müesseselerin organizasyon planını da hazırladı. Talepleri ve organize edilecek milli müesseselerinin planı neden ibaretti? Bütün din,okul ve kültür işleri, Rus devletinin hiç müdahalesi olmaksızın sadece ve bizzat Müslümanlar tarafından idare edilmelidir. 2 Miladi takvime göre 8 Mart 1917, Julien takvimine göre 23 Şubat 1917 25 Milli işlerin yönetimi için,üç bölümlü merkezi milli bir yönetim kurulması gerekiyordu. 1-Din Bölümü, 2-Eğitim ve Kültür Bölümü, 3-Vakıflar Bölümü (milli mülkler ve fonlar). Milli işlerin idaresi için ayrıntılı kurallar bölge konseylerinin üyeleri arasından seçilmiş Milli Meclis tarafından hazırlanacaktı. Milli Meclisin, Merkezi Milli Yönetim Konseyi tarafından işlerin yönetimi için yasal düzenlemeleri yapmak ve kontrol etmek üzere en az yılda bir defa toplanması gerekiyordu. Ayrıca köy sakinleri,mahalle ve şehir sakinleri tarafından seçilmiş Bölgesel Milli Konseyler(Heyetler) üç bölüme sahip olması gerekiyordu: Din İşleri Bölümü, Kültür Bölümü ve milli mülkler Bölümü. Laik eğitimin organizasyonu için zaruri imkanları, her yıl Tatarların nüfusuyla orantılı bir bütçeyi (ödeneği) Milli Konsey’e sunan Rus hükümeti tarafından sağlanacaktı Din işleri için ve dinî mekteplerin bakımı ve kültürel kurumlarını oluşturulması ve bizzat Tatarların, periyodik olarak gereken paranın toplanmasını için periyodik olarak milli vergi mecburiyeti koymaları gerekiyordu. Tüm milli organizasyon programı, Kongre tarafından hemen kabul edildi. Kongre ayrıca bu programın Rus Kurucu Meclisi tarafından onaylanma zamanı beklenmeksizin 22 Temmuz 1918’de dini ve kültürel yapılanma programını derhal yürürlüğe koyacak olan geçici bir Milli Konsey seçti. 26 Geçici Konsey, mahalli konseyleri organize eder etmez, her bölgeden 50.000 Tatarı temsilen birer üyenin katılacağı Milli Meclisi (l’Assemblée Nationale) toplantıya çağırmakla görevlendirilmişti. Bu organizasyon işine tahsis edilmek için lazım gelen meblağ büyük ölçüde vatansever zengin Tatarlar tarafından karşılanmıştır. Milli Meclis üyelerinin seçileceği Bölgesel Konseylerin organizasyonu aylar aldı. Milli Meclis Ufa’da ancak 20 Kasım 1917’de açılabildi. Meclisin açılış günü “bayram günü” olarak kararlaştırıldı. Bu bayram günü, milli fonların oluşturulması için büyük milli arayışa ve para toplanmasına vesile olacaktı. Bu para toplama işi, beş milyon ruble ile bütün öngörüleri aşan bir netice verdi. Milli Meclis, 15 Ocak 1918’e kadar 55 gün çalıştı; milli talepleri formüle etti, milli müesseselerin kesin kurallarını hazırladı ve milli konseyin üyelerini, dinî Meclisin üyelerini ve Başkanını, müftüyü ve kadıları seçti. Dinî meclis, genel milli yönetimin bir bölümü haline geliyordu. Milli Meclis,“İdil-Ural” adı altında muhtar (otonom) bir devlet kurma kararı aldı ve bu kararın gerçekleştirilmesi için özel bir Komite seçildi. Milli kültürel, özerk organizasyon planı, Kerensky hükümetine, iktidardan düşmeden kısa bir müddet önce takdim edildi. Hükümet bu planı bazı değişiklerle kanun olarak, resmi gazetede yayınlamak istiyordu. Tatar Milli Meclisi tarafından düzenlenen milli ve kültürel özerkliğin ilkeleri, Samara’daki Rus Kurucu Meclis hükümeti 27 tarafından aynen tanınmış ve antibolşevik unsurlar tarafından teşkil edilen Kurucu Meclis üyelerinin resmi hükümet bülteninde yayınlanmıştı. (Eylül 1918) 28 BOLŞEVİK REJİMİ DÖNEMİNDE DURUM Ufa’da Milli Meclisin açılışından bir kaç hafta önce, bütün Rusya için olduğu gibi maalesef Tatarlar için de Moskova ve Petrograd’da (Petersburg) Ekim 1917’de ikinci bir devrim patlak vermişti. Tatarlar, Bolşevik Devriminin kapsamı, manası, eğilimleri ve amaçları hakkında yanılmadılar. Bu yeni devrime ve Bolşeviklere karşı nasıl bir tavır takınmaları gerekecekti? Milli Meclis, milli ve hürriyetçi karakterleriyle, İslam’ın dini emirleriyle, onların ruh haliyle ve psikolojisiyle hiç bir ortak tarafı bulunmayan Bolşevikliği kabul edemiyordu. Üç gün süren kapalı müzakerelerden sonra Milli Meclis, Bolşevikliğin Tatar bölgelerine yayılmasını önlemek için tedbirler almaya, bütün Tatar Alaylarının, ülkelerinin korunması yönünde Tatar milletinin hizmetinde olduğunu ilan etmeye, yeni birlikler oluşturmaya, ayrıca İdil-Ural hükümetinin şekli hakkında fikrini söylemesi gereken Volga-Kama havzası halklarının Kurucu Meclisini kısa zamanda toplantıya çağırmaya karar verdi. Tatarlar, bütün kavimlerin olumsuz tutumundan emindiler. Bu dönemde Bolşevikler sadece Moskova ve Petrograd’da kuvvetli idiler. Tatar Alaylarının himayesi altında, Volga-Kama havzası halklarının bir meclisi kolayca toplanabilir ve bölgede Bolşevikliğin yayılmasını önlemek için tedbirler alabilirdi.Fakat, maalesef teşkilatcı Tatar halkınınbu isteği, Bolşevizm’le 29 korkutulmuş ve kurtulmak için mucize bekleyen ve felakete hiç direnme arzusu göstermeyen, Tatar Alaylarına hayran kalmakla yetinen Rus halkının anlaşılmaz kayıtsızlığıyla ve muhalefetiyle karşılaştı. Halklar Meclisi toplanmadı. Bolşevik dalgası giderek yükseliyordu. Bolşevik olmayan Ruslar hiç bir şey yapmıyordu, Bolşevikler ise uyumuyordu. 3 Mart1918 Brest-Litovsk barışı yapılır yapılmaz, ordu terhis edildi ve Bolşevikler de bölgede Kızıl Muhafız Alaylarını kurmaya başladılar. Terhis olanlar, fakirler, zekice yapılan bir propaganda ile beyni yıkanmışlar, yüksek maaşlarla kandırılmışlar kalabalık gruplar halinde, sonra Kızıl Ordu adını alan Kızıl Muhafızlara girdiler. Fakat,Kızıl Muhafızların teşkiline rağmen İdil-Ural’daki rejim, 1918 Nisanına kadar Bolşevik değildi. Kızıl Muhafız Alaylarıyla, bölgede barış içinde bir arada yaşayan Tatar Alayları, ülkeye Bolşevikliğin tamamen yerleşmesini engelliyordu. Bolşevikler, sivil ve askeri kurumlarımıza karşı henüz saygılı idiler. Bankalar, cephanelikler, askeri fabrikalar ve depolar Tatar askerleri tarafından korunuyordu. Bolşevikler, bölgede tek antibolşevik güç olan ve bu bölgenin mutlak sahibi (efendisi) olmalarını engelleyen Tatar Alaylarından korkuyorlardı. Bolşevikler Mart başlarına doğru, İdil-Ural’ın bütün komşu ülkelerinde durumun mutlak efendisi oldular. Tatar Alayları ve kuruluşları bir gün, iyi silahlandırılmış Kızıl Alaylara sahip muzaffer Bolşevizm tarafından kendilerini bütün yönlerden kuşatılmış buldular. Tatar Alaylarının vaziyeti zamanla kritik hale geldi. Kazan’da İdil-Ural Cumhuriyeti’ni 30 ilan etmek için bütün hazırlıkların (düzenlemelerin) tamamlandığı gün, güçlerinin farkında olan Bolşevikler, Nisan 1918’de Tatar Alaylarına kendilerini feshetmeleri için çağrıda bulundular ve aynı zamanda asker ve sivil Tatar liderlerini tutukladılar. Kısa bir savaştan sonra, Tatar Alayları üstün güce boyun eğmek durumunda kaldılar ve lağv edildiler. Ordunun ortadan kaldırılmasından yani dağıtılmasından sonra sıra sivil kuruluşlarımıza geldi. 13 Nisan 1918 kararnamesi Milli Merkez Konseyi’nin, bölge konseylerinin dağılmasını ve milli fonlara el konulmasını (müsaderesini) öngörüyordu. 1917 Devrimi’nden sonra İdil-Ural Tatarları, Tatarlardan ve Başkurtlardan müteşekkil silahlı güçlerini yaptıkları gibi kültürel ve milli özerkliklerini de organize ettiler. Aynı zamanda, federal bir İdil-Ural devletinin temellerini atma amacıyla Kurucu Meclisin toplanması için hazırlıklar yapıyorlardı. Bu işi başarıp sonuçlandırmak için iki proje öngörülmüştü: Birinci projet, İdil-Ural Tatar Türklerinin yaşadığı tüm bölgenin, özellikle Volga ırmağı ile Ural ırmağı arasında bulunan ve Nijni-Novograd eyaletinde Sura ırmağından Astragan şehrine kadar uzanan Hazar Denizi üstündeki toprakların birliğini öngörüyordu. Buna karşılık diğer proje, Samara, Saratova ve Astragan eyaletlerini istikbaldeki devletin sınırları dışında tutuyordu. Bu projelerden ilki tarihi olaylara dayanıyordu ve yeni devleti bir taraftan Türkistan ile (Kazakları-Kırgızlarla) öbür taraftan Kafkasya ile 31 yakınlaştırmak eğiliminde idi. İkinci proje kesinlikle mevcut duruma dayanıyordu. Perm ve Viatka eyaletlerinin bazı kısımlarında olduğu gibi, Kazan, Ufa, Orenburg eyalet sınırları dahilinde tartışmasız bir Tatar çoğunluğu sağlama karşılığında tarihi bölgelerin (toprakların) bir kısmını terk ediyordu. Aynı yılın Ekim ayında Bolşeviklerin iktidara gelişinden sonra, milliyetçi fikirlerle hareket eden Tatarlar komünist doktrinleri hiç kabul etmediler ve silahlı kuvvetlere dayanarak yağmaya karşı şehirleri savundular. Bolşevikler Tatar milletinin gücünü kırmak için Çarlığın metotlarına başvurdular ve “bölyönet” (divide et impera) prensibini uyguladılar. 1918’de ahlakı şüpheli aşırı unsurlar arasından, ayrı ayrı Tatar ve Başkurt komünist komitelerini ve kızıl askeri birliklerini oluşturdular. Aynı zamanda, 20 Mart 1919’da Başkurdistan adıyla bir cumhuriyet ve 1920’de Tataristan adıyla bir diğer cumhuriyet ilan ettiler. Bu iki cumhuriyeti coğrafya bakımından ayırmak için onların arasına Ufa Eyaletini (vilayetini) yerleştirdiler ve Tatar nüfusunun en az yarısını onların sınırları dışında bırakmak amacıyla bu cumhuriyetlerin topraklarından parçalar koparılıyordu. (Sovyet istatistik verilerine göre Tataristan’da, İdil-Ural Tatarlarının %36’sı Tatarlar teşkil etmektedir). Günümüzde, Ufa başşehir olmak üzere, 2.690.000 Başkurt nüfusu ile bir Sovyet Cumhuriyeti mevcuttur. Bu nüfus içinde 645.000 Başkurt, 624.000 Tatar, 85.000 Çuvaş ve 1.020.000 Rus vardır. Sonra Başşehir Kazan olmak üzere, 2.812.000 nüfusuyla Tataristan Sovyet Cumhuriyeti bulunmaktadır. Bu nüfusun %51 Tatar, %40 Rus ve % 8 Çuvaş ve Fin idi. Nihayet, Başşehir Çeboksar olmak 32 üzere, 761.000 Çuvaş nüfusuyla Çuvaş özerk (otonom) bölgesi vardır. Bolşevik rejimi döneminde Tatar Türkleri, bilhassa bağımsız İdil-Ural Devleti’nin Anayasasını göz önünde tutarak, genellikle milli hareketlerini kuvvetlendirme açısından çok büyük ilerlemeler yaptılar. Gerçekten, 1918 Mayıs ayında Moskova’da toplanan İlk Komünist Müslümanlar Konferansı’nda, Tatar-Türk bölgelerinin “Balkanizasyonuna” ve Volga üzerinde bir Tatar-Başkurt Sovyet cumhuriyeti teşkiline karşı çıkılmasına karar verildi. Bu vesile ile,yeni cumhuriyet için İdil-Ural adı hariç, milli parlamento tezlerinin hepsi ele alındı.. Taşkent’te, 1919’da Komünist Müslümanlar Konferansında komünist Tatar Türkleri, Tatar Türklerinin tek bir millet olarak tanınmasını yeniden talep ettiler ve Türkistan’ı, Kazak-Kırgız ülkesini ve İdil-Ural’ı içine alan bir Türk-Tatar Sovyet Cumhuriyeti kurulmasına karar verdiler. Bununla birlikte bu dönemde Milli İşler Komiseri (Milliyetler Komiseri) olan Stalin bu tasarıya şiddetli bir şekilde karşı çıktı ve pek çok Sovyet Cumhuriyetinin kuruluşunu temin etti: Tataristan, Başkurdistan, Kazakistan, Özbekistan gibi yerlerde, Rus olmayan halkları (populationes allogenes) kolayca idare edebilmek için, Bolşeviklerin geleneksel politikalarını geçekleştirmek yani halkları birbirinden ayırma (“böl-yönetayır-buyur) politikası uygulandı. Bir defa Rus komünistlerinin gerçek niyetlerini öğrenen Genç Tatar Komünistleri, bağımsız tek bir Türk cumhuriyetinin kurulması için ve eski Çarlık rejiminde olduğu 33 gibi Ruslar tarafından uygulanan ayırımcı, sömürgeci (kolonizasyon) ve Ruslaştırma politikasına karşı, şiddete dayalı (komplacı) bir mücadele başlattılar. Bu hedefe ulaşmak için, Komünist Partisi’nin Kırım, Türkistan, Kazak-Kırgız ve İdil-Ural kökenli liderlerinden müteşekkil gizli bir örgüt kurdular. Hatta, III.İnternasyonel içinde Ukraynalılar, Rutenler, Kafkasyalılar, Tatar-Türkleri gibi, mazlum (ezilen) halkların temsilcilerini kapsayan gizli bir fraksiyon teşkil edilmesi bile önerildi. 1928’den beri Panturanizm adı altında sürüp gelen büyük siyasi davalar millici komünistleri hedef alıyor ve bu ayrılıkçı hareketi sonlandırıyordu. Tatar-Türk siyasi göçmenleri aynı evrimi sürdürmüşlerdir. 1920 ve 1921’de gelecek demokratik Rus Cumhuriyeti içinde özerk (otonom) Türk-Tatar Eyaleti teşkil etme imkanını tekrar düşündüler. Ancak,bu görüşten hemen vazgeçtiler ve yurt dışında bulunan politik Rus örgütlerine olan güvenlerini tamamen kayıp ettiler. Bilhassa, Rus Kurucu Meclis üyelerinin Paris ’deki 1921 Konferansı, genel olarak, Rus olmayan halklar (les peuples allogenes) için geniş tabanlı bir özerklik üzerinde Ruslarla uzlaşmanın imkansızlığını gösterdi. Yurt dışındaki İdil-Ural, Kırım ve Tataristan örgütleri, başlangıçta ayrı ayrı çalıştılar. Fakat zamanla anlaşmanın zaruri olduğunu tecrübe göstermiş olduğundan, ortak hedefin gerçekleşmesi için özellikle Afganistan ile Volga arasında uzanan tek bir cumhuriyetin kuruluşu ve kurtuluşu için yurt dışında olduğu kadar vatanlarında da birlikte çalışma konusunda kesin olarak birleştiler. 34 SOSYAL YAPI VE EKONOMİK DURUM Tatarlar arasında bütün sosyal sınıflar dengesiz bir şekilde temsil ediliyorlardı. Ülkede hakim olan bilhassa sanayi ve ticari burjuvazisidir. Başkurtlar ve Mişerler arasında, Rus hükümeti tarafından asalet unvanlarının özgünlüğü (otantikliği) onaylanmış asil aileler bulunuyordu. Onların arasından bazıları büyük toprakları tasarruf etmeye devam ediyorlardı. Diğerleri ticaretle ve sanayi ile meşgul oluyordu. Bu sınıflara, görevi halkın manevi ihtiyaçlarını sağlamak ve fikirlerine istikamet vermek olan bütün sınıfların üyelerinden müteşekkil bir grup katılıyordu. Bunlar imamlar, papazlar, öğretmenler, doktorlar, avukatlar, yazarlar, gazeteciler ve politikacılardır. Fakat nüfusun %89 gibi çok büyük bir kısmını köylü sınıfı oluşturuyordu. Bütün bunlardan anlaşılan Tatar halkının ekonomik olarak üçe ayrılabileceğidir: 1-Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüler, 2-Öncelikle ticaret ve sanayi ile iştigal eden şehirliler, 3-Nihayet, az sayıda toprak sahipleri, Bu sınıfların üyeleri, özellikle burjuvazi, çok önemli merkezleri Simbirsk, Saratof, Kazan, Orenburg, Ufa, L’ekaterinbourg’da bulunan büyük sanayi ile meşgul oluyordu. Simbirsk ve Saratof vilayetlerinde, 25.000 işci çalıştıran tamamen modern on kadar kumaş fabrikası vardı. Kazan’da 35 tabakhaneler, ayakkabıcılar, sabun fabrikaları bulunuyordu. Su değirmenlerine gelince,onlara hemen hemen her tarafta rastlanılıyordu. Ural’da bazı altın ve platin madeni Tatarlara aitti. Bununla beraber, Tatarlar, sanayiden ziyade tarım, hayvancılık ve ticaretle uğraşıyorlardı. Orta Asya halklarının ticareti, Rusya veya Avrupa’nın sanayi merkezlerine gönderdikleri, bilhassa hammadde, tarım ve diğer ürünlerin alınıp satılmasından ve Rusya ile Avrupa’nın mamul ürünlerinin ithalatından ibaretti. Tatarlar Avrupa Rusya’sı ile Asya arasındaki ticarette aracı idiler. Bu bir gelenektir. XVII. ve XVIII.yüzyıllarda, Rusya ve Orta Asya ticaretini ellerinde tutanlar Kazan’ın büyük tüccarları idi. Kırgız ve Türkmen ülkelerinden büyük miktarda yün-deri-kıl (Atın yelesi-kuyruk kılı) ve Sibirya kürkleri alıp satıyorlardı. Ayrıca Orta Asya steplerinin koyunlarını Orenburg, Kargalı ve yeni Kazan mezbahalarına (kesimhane) getiren, yağ ve bağırsakları sadece Rusya’nın her tarafına değil, fakat Türkiye ve Avrupa’ya götürenler de onlardı. Kazan, Rusya’daki dindaşlarının şapka, baş örtüsü ve ayakkabı sanayini ve ticaretini adeta tekeline almıştı. Son zamanlarda Kazan ticaretine yeni ve çok önemli bir faktör kazandırılmıştır: Kitap Sanayi. Kazan, Rusya’nın hatta Çin’in Türk-Tatar kökenli bütün halklarının gerçekten baskı (matbaa) ve kitap sanayinin merkezi durumunda idi. Kazan Tatarları sayıca hızla çoğalıyordu. Bu sebepten Kazan her yıl genç insanlarının bir kısmını para kazanmaları (servet edinmeleri) için Rusya’nın her köşesine gönderiyordu. Ayrıca Saint-Petersburg ve Moskova dahil Avrupa Rusya’sındaki ve 36 Sibirya’daki şehirlerinin oluşturuyordu. çoğunda Tatar Büyük Türk Şairi Abdullah Tukay (1886-1913) toplulukları 37 EDEBİYAT Tatarlar arasında, Avrupaî anlamda bir Edebiyat sadece XIX. yüzyıl sonuna doğru gelişti. Bu edebiyatın öncüsü, en tanınmış yazar Abdul-Kayum Nassiri idi. Bu vakte kadar bütün edebî eserler eski Çağatay lehçesinde yazılmış idi. Zira, halk dili (langue populaire) çok sıradan kabul ediliyor ve edebiyata yakışmıyordu. Folklor ve Tatar dilinin sözlükleriyle ilgili farklı eserlerini yazmak (kompoze etmek) için halk dilini ilk kullanan Nassiri oldu. Onun tarzını Musa Akyigit, Zuhur Bey, Abdurrahman İlyas ve diğerleri gibi romancılar benimsediler. Bununla birlikte edebiyatın gelişmesi uzun zaman Rus sansürü tarafından engellendi. XIX.yüzyıl sonuna doğru, Fatih Kerimi, Ayas İshaki, Aliaskar Kemal gibi genç yazarlar ortaya çıktı. Ancak onların edebi faaliyetleri, Tatar edebiyatının çok büyük ilerlemeler yaptığı çağda yani 1905 Devrimi’nden sonra gelişti ve yazar sayısı gittikçe çoğaldı. Bilhassa onların arasında Abdullah Tokay sivrildi ve büyük milli şair oldu. Onun tarzını, Sacit Remey ve Derdemend sürdürdü: Böylece, büyük temsilcileri nesirde (düz yazı) Ayas İshaki, Fatih Emirhan’n, şiirde ise daha önce zikr edilen üç yazarın olduğu, klasik bir edebiyat gelişti. Tatar edebiyatı, 1917 Devrimi’nden önce Rusya’daki diğer Türk halklarının edebiyatları arasında zaten ilk sırayı işgal ediyordu. 38 TİYATRO 1905 Devrimi, Tatar tiyatrosunun kuruluşunu sağladı. Bu dönemden itibaren Tatar dilinde yazılmış piyeslerin sahnede oynanmasına engel olunmuyordu. Hatta, Abdullah Kari başkanlığında Tatar aktör ve aktrisleri topluluğu teşekkül etti. Çözülecek en zor problem Tatar kadınlarının aktrist rolünde oynatılması idi. Zira, ne Türkiye’de ne Mısırda, hiç bir Müslüman ülkede henüz Müslüman kadınların tiyatro sahnesine çıkmasına müsaade edilmiyordu. Bu rahatsızlığa çare bulmak ve sıkıntıyı gidermek için Abdullah Kari’nin aktörler ile aktrisler arasında yalancıktan (fictif) bir evlilik yaptırmak gibi dahiyane bir fikri vardı. Tatar tiyatrosunun oyunları (repertuarı) sadece milli konulardan meydan geliyordu. Bu oyunların büyük bir kısmı, yaklaşık yirmi (20) eser Ayas İshaki’ye ait olmak üzere, Aliaskar Kemal, Fatih Emirhan ve Yarullah Veli tarafından yazılıyordu. Birinci Dünya Savaşı başlarında, Tatar tiyatrolarının çoğu zaten Kazan’da, Astragan’da, Ufa’da ve Orenburg’da bulunuyordu. Bolşevizmin gelişine kadar Tatar tiyatrosu devamlı olarak öyle gelişti ki, 1917’de ilk Tatar operası bestelendi. Tatar Tiyatrosu genellikle repertuar konusunda, hatta milli tiplerin yaratılması konusunda Türk tiyatrosunun önünde idi. Tatar tiyatrosunun en tanınmış yaratıcıları ve öncüleri Abdullah Kari, Tarkan, Kerim Tençuri ve diğerleri olduğu gibi aktrisler Gülsüm Bulgarska, Guizatulline, Suney ve diğerleri ön planda idiler. 39 GAZETECİLİK Zaten, XVIII. yüzyılda Kazan’da Tatar matbaası (Tipografi), mevcut olmasına rağmen, Volga hakkındaki süreli yayınlara uzun zaman izin verilmedi. Böylece İlk Tatar gazetesi sadece 1883’de çıktı. Kırım’da, İsmail Gaspıralı tarafından “Tercüman” adı altında çıkarılan, Rusça ve Tatarca olmak üzere iki dilde yazılan bu gazete bilhassa Volga tatarları tarafından okunuyordu. Bu gazete 1905 Devrimi’ne kadar tek Tatar yayını olarak kaldı. İsmail Gaspıralı haklı olarak Tatar gazeteciliğinin öncüsü sayıldı. SİYASİ PARTİLER Tatarlarda Avrupaî anlamda siyasi partiler, XIX.yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Bu döneme kadar, bütün politik ve sosyal akımlar, eskiden doğulu ülkelerde olduğu gibi, toplumda genellikle büyük bir otoriteye sahip istisna (özel) şahsiyetler etrafında yoğunlaşmıştır. Dini reformlar zamanında Mercani etrafında bir yenilikçiler veya cedidiler (Reformateurs) grubu toplanmıştır. Okulların çağdaşlaştırılması (Europénisation) döneminde bir diğer gruplaşma ise, İsmail Gaspıralı etrafında oluşmuştur. İlk politik Parti, 1901’de, “Şakirtlik” adıyla Kazan’da gizlice kurulmuştur. Bununla birlikte parti daha ziyade Türk karakterine sahipti, hatta üyeleri Kırım ve Türkistan sakinleri arasından seçiliyordu. Parti kendine has yayın organı “Terakki” (İlerleme) Gazetesi’ni de 40 çıkarttı. Hükümetin, Müftülük makamına Sultanoff’un ataması üzerine, yayınladığı protesto beyannamesinden sonra, Parti Rus otoriteleri tarafından baskıya maruz kalmıştır. Bu tarihten itibaren adı geçen Parti, tekrar gizli bir hayatı sürdürmeye mecbur bırakıldı. 1904’de ”Hürriyet” (Liberté) adı altıda tamamen politik bir örgüt karakterini aldı. Aynı unvan altında kendi yayın organını yayınladı ve 1905’de Birinci İslam Konferansı’nın toplanmasında da aktif olarak rol aldı. Bununla beraber, aynı yıl patlak veren devrimin etkisi altında, Parti dağıldı. Müslüman Birliği (İttifak) üyelerinin çoğu Anayasalı-Demokrat programa sahip ve aynı ismi taşıyan Rus Partisine katıldı. Buna karşılık gençlik, yayın hayatı boyunca Volga ve Kırım Tatarlarının sosyal ve politik hayatında önemli bir rol oynayan “Tancı” (Tantchi) ismiyle sosyalist bir parti kurdu. Parti, kendisine ait legal ve illegal basın organlarını yayınladı ve ikinci Devlet Duma’sındaki (Gosoudarstwennaia Douma) Müslüman milletvekilleri vasıtasıyla “Çalışma veya İş” adıyla bir fraksiyon (section) kurdu. Tatar Sosyal Demokratlarına gelince, zamanla milli karakterlerini kayıp ettiler ve sadece işçi partisi haline geldiler. Bütün partiler, özellikle 1907 tepkisi (réaction) esnasında Rus otoritelerinin sert baskılarına maruz kaldılar ve dağıldılar. Dağılmış ve kapanmış partilerin kalıntıları 1913’te sadece Milli Birlik adıyla “Türkçü” partiyi (Turktchi) oluşturdular. 41 Gaspıralı İsmail Bey (1853-1914) İlk tatar Gazetesinin Kurucusu ve sahibi 42 Bu parti, 1917 Devrimi esnasında ve Birinci Dünya Savaşı sırasında milli kurtuluşun şampiyonu oldu. Aynı Birlik Bolşeviklerle de savaştı, aynı zamanda Milli Meclis de çoğunluğu elde etti ve milli idareyi düzenledi. Birlik, antirus ve antibolşevik milliyetçi faaliyetleri yüzünden Bolşeviklerin baskısına maruz kaldı. Hali hazırda vatanda Bolşeviklere karşı mücadeleyi yöneten odur. Bu örgütün(Birlik) üyeleri, 1926’ya kadar ülkelerinin bağımsızlığı fikrini açıkça ifade etmemişlerdir. Fakat bu tarihten sonra Rus partilerinin çalışmalarından (faaliyetlerinden) kaynaklanan memnuniyetsizlik sebebiyle, Rusya’dan tamamen ayrılma ve kopma arzularını ülke dâhilinde olduğu kadar yurt dışında da ilan etmeye başladılar. Hatta bağımsızlık (istiklal) taraftarlarının yıkıcı örgütleri kuruldu. Nihayet, 1928’de İdil-Ural Bağımsızlık Komitesinde bir araya gelindi. Yalnız ülkede değil, yurt dışında da taraftarları bulunan bu Komite Konfederasyon temelinde Türkistan ile beraber İdil-Ural birliği arzu ediyordu. 43 ASKERÎ T EŞ K İ L A T Çarlık zamanında, Rusya Müslümanları arasında KazaklarKırgızlar,Türkistanlılar ve Kafkas Müslümanları mecburi askeri hizmetinden tamamen muaf iken, Rus ordusunda mecburi askerlik hizmeti yapanlar sadece Volga ve Kırım Tatarları idi. Volga Tatarları arasında Birinci Dünya Savaşı hiç de iyi karşılanmamıştı. Pek çok aydın (entellektüeller) savaşı boykot ediyordu. Volga Tatarları askerlik hizmetinden kaçmak için mümkün olan her çareye baş vuruyorlar ve harp karşıtı propaganda sürdürüyorlardı. Bununla birlikte, 960.000 Tatar insanı seferber edilmiş ve Rus birliklerinde askeri hizmetlerini yapıyordu. Bazı birliklerde, Tatar sayısı %70-80’ne kadar çıkmakta ise de, ayrıca müstakil bir Tatar ordusu yoktu. 1917 Devriminden sonra, tamamen Tatarlardan oluşan müstakil askeri birlikler (Alaylar) kurma zarureti fikri hızlı bir şekilde yaygınlaştı ve şartların uygun olduğu ve müsaade ettiği her yerde Tatar askeri birlikleri kuruldu. Zaten aynı yılın Mayıs ayında Moskova’da toplanan askeri birlik delegelerinin toplantısında (konferansında), merkezi Kazan‘da bulunan Müslüman Askeri Şurası adı altında bir yönetim birimi teşkil edildi. Böylece, bütün Volga şehirlerinde Tatar Alayları oluşturuldu. Hatta, Kazan, Ufa, Orenburg, Samara, Simbirk ve Astragan gibi merkezlerin her birinde pek çok Alay kuruldu. 44 Türkiye’nin I.Dünya Savaşına katılması sebebiyle Tatar kökenli askerlerin yollanmadığı Kafkas cephesi istisna edilirse, diğer cephelerde Tatar kökenli askerlerden ayrıca pek çok Tatar birliği teşkil edildi. Hatta, Romanya cephesinde General Sulkievitch komutasında 55.000 kişilik bir Tatar Kolordusu kuruldu. Bununla beraber başlangıçta subay eksikliği çekiliyordu. Bu durum, millî askeri güçlerin başarısı için ciddi bir engel idi ve daha sonra her şeyi felakete sürükledi. Bilhassa, Moskova ile Kazan arasında tam savaş patlak verdiği sırada firar eden Rus subaylarının işbirliğini kabul etmeye mecbur kaldıkları görüldü. Bu yüzden Kazan, Nisan 1918’e Kızıl Moskova’ya teslim olmak zorunda kaldı. Anti-Bolşevik Çek askeri güçleri Volga üzerinde Moskova’ya karşı savaşa girdiği zaman, Tatarlar pek çok Tatar Alayı teşkil ederek, bu savaşta aktif bir rol aldılar. Tatar askeri şeflerinin, ilk önce Kazan’nın savunulması için ayrıca büyük askeri birliklerin kurulduğunu görmeyi arzu etmelerine ve istemelerine rağmen, Anti-Bolşevik Rus-Çek Genel Kurmay’ı bu isteği kabul etmeyi reddetti ve bu ret Tataristan Başşehrinin Kızıl Ordu tarafından işgalinin temel sebebi oldu. Amiral Kolçak’ın hükümet darbesinden sonra, Ufa şehrini ve çoğunlukla Tatarların-Başkurtların yaşadığı Ufa vilayetini (gouvernement) büyük bir başarı ile savunan Tatar Alayları hala cephede idi. Bununla beraber, Tatar askeri teşkilatı, Tatar milli yönetimine (administration) zulm eden şövenist Kolçak’ın politikası tarafından dağıtıldı (imha edildi). Tatar milli yönetiminin üst yönetim merkezi Ufa şehrinden 45 Petropavlovsk’a taşınmaya mecbur bırakıldı. Hatta, Amiral Kolçak Tatar Milli Şura üyelerinin tutuklanmasını emr etti. Sonuçta, Tatar kökenli subayların yönetimindeki Tatar Alayları cepheyi terk ettiler ve terhis edildiler. İç harbin başlarında, milli Tatar askeri birliklerinin varlığına müsamaha (tolerans) gösteren Bolşevikler daha sonra tutumlarını değiştirdiler ve Tatar askerlerini Rus birliklerine kattılar. 46 İDİL-URAL CUMHURİYETİ’NİN COĞRAFİK, EKONOMİK VE POLİTİK GÖRÜNÜŞÜ İdil-Ural Cumhuriyeti, bir yandan Volga ile Türkistan, öbür yandan Sura Nehri ile Hazar Denizi arasında kalan bölgeyi kapsar. Bu ülke, Simbirsk, Samara, Saratof, Astragan, Ufa ve Orenburg vilayetlerinin tümünü kapsadığı gibi, özellikle eski Nijni-Novgorod (Sura Nehri) vilayetinin bir kısmını, Kazan vilayetinin tamamını, ayrıca kısmen Perm ve Viatka vilayetlerini içine almakta idi. Bundan dolayı, İdil-Ural Cumhuriyeti doğuda Kazak-Kırgız, Kuzey-doğuda Sibirya Tatarlarının topraklarına komşu ve nihayet güneyde Hazar Denizi vasıtasıyla Türkistan ve Kafkasya’yla bağlantılı idi. İdil-Ural Cumhuriyetinin büyük nehirlerine gelince: Özellikle, İdil (Volga), Kama, Ak-İdil, ve Yayık (Ural) nehirleri, mevcut sistemleriyle ülkenin en uzak yerlerini bir birine bağlamaktadır. Mesela Astragan Ufa ile nehir ulaşımına sahiptir. Bu nehirler, eskiden İran’ı (Pers), Hindistan’ı ve Türkistan’ı İdil-Ural ve Sibirya ile birleştiren tek yol olarak büyük bir öneme sahipti. Hali hazırda diğer ulaşım vasıtalarının mevcudiyetine rağmen nakliyat için büyük bir önem arz etmektedirler. Su yolu (Navigasyon) tekniğinin gelişmesi sayesinde, Sovyet rejimi altında dahi bu nehirler vasıtasıyla akıntı yönünde ve akıntıya karşı, yılda bir kaç milyon ton ham madde, mamul ve yarı-mamul ürün taşınıyordu. Sovyetler Birliği’nde demir yollarının kötü 47 durumda olduğu için, milli ekonominin tamamen çökmesini engelleyen seyr-i sefere uygun bu nehirlerdir. Rasyonel bir şekilde işletilen bu nehirler iç ticaret için olduğu kadar dış ticaret için de çok avantajlı ulaşım-taşıma yollarını oluşturuyorlar. Yukarıda sözü edilen büyük nehirlerin, merkezden etrafa dal budak salan ve İdil-Ural’ın en uzak bölgelerine ulaşan kolları şunlardır: Zuya (Zoya), Çeremşan, Mayna, Surgut, İlyat, Kaşa, Vetluga, Viatka, İk, Dim, Kara-İdil (Ufimka), Sakmora ve diğerleri. Nehirlerin çokluğu sayesindedir ki, İdil-Ural daha Ortaçağ’da Avrupa’yı Asya’ya bağlayan en önemli ticaret yolu olarak kabul edilmiştir. Sanayi açısından ülkenin en zengin bölgesi olan Ural bir demir yolu ile tarım bölgesine (Ufa, Samara vs) bağlanmıştır. Zaten çok rasyonel bir şekilde gelişmekte olan demir yolları, Cumhuriyet’in başşehri Kazan şehri ile tarım bölgesi arasında olduğu gibi sanayi bölgesiyle de ulaşımı temin etmektedir. Bu demir yolları, aynı zamanda Transsibirya ana hattı ile Rusya ve Ukrayna’ya giden hatlarla doğrudan irtibat sağlıyor. İdilUral’ın iklim şartlar ve kuzey bölgelerinde toprağın verimliliği çok bol buğday, çavdar, yulaf, arpa, karabuğday, bezelye, keten, kenevir vs. üretimini kolaylaştırıyor. Demek ki, ülke tarımının gelişmesi ve kalkınması için ideal bir toprak (zemin) durumundadır. Güneydoğu kısmında bulunan bozkırlar ile birlikte nehir vadileri hayvancılığa elverişli meralar (otlaklar) sunuyor ve birinci kalite ot-saman imkanı veriyor. Asırlık ormanlarla kaplı kuzey ve kuzeydoğu bölgeleri meşe, çam, kayın, akçaağaç gibi bol miktarda iyi kalite inşaat kerestesine sahiptir. 48 Hazar Denizi yakınında bulunan ülkenin güney kesimi, uzun zamandan beri bahçıvancılığın ve meyve bahçeciliğinin merkezi olarak bilinir. Burada çok lezzetli üzüm, armut, elma, erik, karpuz ve kabakların her türlüsü yetişir. Ural (Yayık) ve Volga (İdil) ovaları, başşehri (merkezi) Astragan olan bu vilayeti, balık sanayinin zengin bölgesine dönüştürdü. En çok aranan ürünler arasında, havyardan bahsetmeden mersin balığını belirtmek gerekir. Maden zenginliklerine gelince, 2.400 kilometre uzunluğundaki Ural Dağları silsilesi çok önemli demir, altın, platin, manganez, nikel, kömür madenleri ve değerli taşları içinde bulundurmaktadır. Sonra, alanı 70.000 kilometre kareye kadar varan Dossor ve Makat bölgeleriyle Ural-Emba havzası, Bakü petrollerinden bile fazla, son derece zengin petrol yataklarına sahiptir. Doğal zenginlikleri sayesinde, İdil-Ural, VIII., IX., X.yüzyıllarda önce Hazara Krallığı (Devleti) adı altında, sonra X.,XI., XII. Yüzyıllarda Bulgar Krallığı adı altında, nihayet Altın Ordu Hanlığı’nın merkezi olmak bakımından sadece siyaseten bağımsız bir bölge olarak değil, aynı zamanda ekonomik ve ticari bakımdan da çok büyük önem taşıyan bir bölge olarak ortaya çıktı. Modern çağlarda teknik gelişmeler sayesinde, İdilUral’ın doğal zenginlikleri rasyonel şekilde işletilebiliyordu. Bu durum ülkeye, ekonomik ve politik açıdan bağımsız olma imkanı veriyordu. İdil-Ural Cumhuriyeti, nüfus miktarı açısından oldukça önemli pek çok kalabalık şehire sahipti: 1926’da ülkenin 49 Başşehri Kazan’ın nüfusu 240.000, Ufa’nın 98.530, Simbirsk’in 65.000 Sterlitamak 60.000 Orenburg 123.000, Astragan’ın 120.000 idi. İdil-Ural Cumhuriyetinin nüfus istatistikleriyle ilgili veriler hala eksiktir. Hem imparatorluk zamanında hem çağımızda, Rus kaynaklarının değerlendirmeleri, etnik Rus unsurların yararına mümkün olduğu kadar Rus olmayanların sayısını net bir şekilde az gösterme eğilimine sahiptir. Bolşevik istatistiklerine göre, İdil-Ural Cumhuriyetinin nüfusu 13.546.000’’dır. Ruslar 4.290.000 %31 Tatar Türkleri 6.042.000 %45 Diğerleri (Mari, Mordva, Votiak ve Alman) 3.214.000 %24 Buna göre,Rus olmayan unsurların oranı Ruslara kıyasla %69’dur. Müslüman yönetimi tarafından toplanan verilere göre, İdilUral istatistikleri aşağıdaki gibidir: Tatar Türkleri 7.848.000 %51 Ruslar 4.290.000 %28 Fin-Moğol kökenlilerin nüfusu 3.213.000 %21 15.351.000 olan toplam nüfusun %72’sini Rus olmayanlar temsil ediyor. Bu, Sovyetler Birliğinde Rus unsurunun yüzdesini aşan bir orandır. Çeklerin Çekoslovakya’da, Romanyalıların Romanya’da oluşturdukları yüzdeden daha fazladır. 50 Tatar-Türk kökenli yerli halkın kültür seviyesine gelince, bu seviye henüz Avrupalı milletlerin seviyesinde değil. Fakat, doğulu diğer milletlerle mesela İranlılarla, Araplarla kıyaslandığında, Tatarların kültür düzeyi çok üstündü. Tatarlar, milli kalkınmalarını, Avrupalı milletler tarafından ortaya konulan modellere göre sürdürmektedirler. Nisbeten kısa süren (yaklaşık 50 yıl) milli diriliş dönemlerinden itibaren Tatarlar, Bolşevik Devrimi’nden önce, Rus hükümetinin yardımı olmaksızın, hatta onun niyetlerine rağmen mecburi eğitimi getirmeyi başardılar. Uzun zamandan beri kadınlara hak eşitliğini (kadın haklarını) sağladılar. Avrupa tiyatrosuna hemen hemen hiç uymayan milli tiyatro nasıl ise,öyle soylu ve zengin bir edebiyat yarattılar. Oldukça kısa zaman süresinde, yeterli derecede çok kültürlü bir Tatar sınıfının gelişememesi tamamen doğaldı. Fakat ortalama eğitim almış insan sayısı Ruslar arasında daha da azdı. Ruslar arasında cahillerin yüzdesi, Tatarların arasındakinden çok daha yüksek olması dikkat çekicidir. Ülkeyi idare etmek için gerekli teknik hazırlığa gelince, bu hazırlık Ruslar zamanında yetersizdi. Rus hükümeti, TatarTürklerinin Volga ülkesinde kamu yönetimlerine girmelerine izin vermiyordu. Belediyelerde ve Belediye Meclislerinde yerlilerin sayısı bütün üyelerin 1/5 geçemiyordu. Bu tür şartlarda, idari personel yeni görevlere hazırlanamıyordu. Bununla birlikte, bu sorun dahi Bolşevik rejimi zamanında çözüldü. Başkurdistan’da olduğu gibi Tataristan’da milliyetçiler ve biraz mili eğilimli bazı komünistler bürokrasiyi (idari 51 yönetimi) Tatarlaştırmaya çalışıyorlardı. Bütün millet onlara yardım ediyor ve işlerinde cesaretlendiriyorlardı. Onlar büyük bir enerji ile hedeflerini takip ediyorlardı. Tataristan’la ilgili Sovyet resmi istatistiklerine göre, Tatar milliyetli memurların sayısı aşağıdaki gibi idi: Köyler ve Belediye Konseylerinde: %53 İlçe Konseylerinde: %37.8 Bölge Konseylerinde: %55 Tatarlar sayısı, sadece merkezi hükümet bürolarında nüfuslarıyla orantılı değildi. Bu durum, Moskova’nın bu alanda oynadığı kesin rol ile açıklanabilir. Genel olarak,Tatarlar idari mesleklerde koltukların %30’nu işgal etmektedirler. Bu durum Başkurdistan’da daha kötüdür. Çünkü merkezi müesseselerde (kurumlarda)Başkurt milliyetine sahip memurların oranı %7, Tatarların ki, ise toplam sayının %17’si idi. Belediye Meclislerinde Tatar milliyetli Başkurt memurların sayısı %50’ye varıyordu. Ayrıca,Tatar milliyetli memurların büyük çoğunluğu Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırım gibi federe cumhuriyetlerde mevki ve makam sahibi idi. Bu yüzden, onlara ihtiyaç olduğu zaman eğitimli Tatarların ve nitelikli memurların sayısı yeterli olacaktır. Mühendislerin, doktorların ve öğretmenlerin hazırlandığı gibi, memurların mesleki ve yüksek eğitimi iyi bir yola girmişti. 1932-33’de Tataristan Yüksek Okullarında öğrencilerin(talebelerin) sayısı 3.398 idi. Aynı şekilde askeri eğitim iyi düzenlenmişti: Kazan’daki tek Tatar-Başkurt askeri okulu her yıl birkaç yüz kızıl şef (chefs rouges) mezun ediyordu. Sonuç olarak, 52 savaştan evvel sadece bir kaç yüz olan Tatar ve Başkurt asıllı subay sayısı hali hazırda bir kaç bine yaklaşmıştır. Bütün bunlar, ülkelerini yönetecek Tatarların teknik ve entellektüel hazırlığının tamamen normal bir şekilde geliştiğini ispat etmektedir. Halkın karakterine gelince, halk psikolojik açıdan kendi devletini oluşturacak olgunluğa erişmiş ve Ruslarda bulunmayan gerçeklik duygusu ile donatılmıştır. Bu halk çalışkandır, tutumludur, müspettir ve ticari kapasitesinden şüphe edilemez. İnisiyatif sahibidir, müteşebbistir ve Avrupalılarla pazarlar için etkili biçimde rekabet etmeye ve bu mücadeleden galip çıkmaya imkan sağlayan yüzyıllık bir tecrübeyse sahiptir. Uzun yıllar süren Rus despotizmine rağmen, bu halk geçmişteki büyüklüğünün ve diriliş zamanının yakın olduğuna ve ülkesinde düzeni ve adaleti sağlayabilmek için ilk uygun fırsatta iktidarı ele geçirme zamanının geldiğine olan umudunu asla kaybetmedi. Yeter ki, ezilmiş diğer toplumlar ile birlikte Moskova boyunduruğundan kurtulabilsin ve Avrupa milletleri ile beraber ilerleme ve hürriyet yolunu takip edebilsin.