KIZILBAŞ-ALEVÎ VE EHL-İ HAK İNANÇ GRUPLARININ DİNSEL KİMLİĞİNE YÖNELİK TARTIŞMALARA BATINİYYE/İSMAİLİYYE ÜZERİNDEN YENİDEN BAKMAK Resul Ay1 Özet: İslam Dünyasındaki Sünnilik dışı dini grupları tanımlamak epey ilgi çeken bir konu olmuştur. En yaygın kabul gören yaklaşım onların senkretik doğasıdır. Fakat onları tamamen İslam dışı bağımsız birer din olarak kabul eden görüşler de yok değildir. Daha ılımlı bir yaklaşım ise bu dini grupları Aşırı Şia veya Bâtıniye geleneğinin bir çeşit uzantıları olarak görür. Anadolu’daki Aleviler ve Batı İran’daki Ehl-i Haklar Sünnilik dışı dini gruplar arasında birbirine en fazla benzeyen ve ilginç bir şekilde benzer yaklaşımlarla ele alınan gruplardır. Senkretizm görüşünü benimseyen araştırmacılar bu grupları zayıf bir İslam kimliği altında İslam öncesi inanışların bolca tezahür ettiği dinsel bir olgu olarak tarif ederler. Onlara İslam dışı bir kimlik atfetme eğiliminde olanlar bu inanışların dinsel yapısındaki İslam dışı unsurları, özellikle de teolojileri ve ritüelleri itibariyle İslam’dan farklılığını vurgulayarak görüşlerini savunurlar. Bu yüzden onlar söz konusu dini inanışları İslam’dan daha eski bağımsız dinler olarak kabul ederler. Her bir grubu birbirinden bağımsız olarak düşündüğümüzde senkretizm ve İslam dışı nitelik atfı anlamlı bulunabilir. Fakat onlar birlikte ele alındığında büyük ölçüde homojen inanışlar oldukları görülür. Fakat bu durumda onları senkretik ve bağımsız din olarak gören yaklaşımların bu ortak kimliği izahta yetersiz kalacağı açıktır. Zira onların her birinin senkretizmi farklı içeriklerden oluşur. Aleviliğe atfedilen Şamanizm, Gök tanrı inanışı, tabiat ve atalar kültü gibi İslam öncesi Türk inanışları Kürtler için bir şey ifade etmez. Aynı şekilde Ehl-i Haklara atfedilen eski İran, Mezopotamya ve yerel inanışlar sadece bu grubu izah etmek için yeterlidir. Farklı dinsel ve kültürel kökene sahip toplumlar arasında ortaya çıkan bu iki grubun dinsel kimliği ancak birlikte tecrübe ettikleri benzer tarihsel süreç ve ortak koşullarla izah edilebilir. Bunu da Onların her birinin kendi dini yapılarının oluşmaya başladığı 13-14. yüzyılın dini koşullarında aramak akla en yatkın gelen yoldur. Bu yüzden, ayrı gruplar olarak 1 Doç. Dr. Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü ayresul@yahoo.com 1 bütün özgünlüklerine rağmen ortak bir dinsel kimlik görüntüsü vermeleri, onları eski Gulat Şia veya Batıniyye/İsmailiyye etkisi altında gelişen, dönemin Kalenderilik, Hurufilik ve Safevilik üzerinden tasavvuf rengine de bürünen hareketler olarak değerlendirmekle izah edilebilir. Anahtar Kelimeler: Alevilik, Ehl-i Hak, Batınilik, İsmaililik, İslam A RECONSIDERATION OF THE DEBATES ON RELIGIOUS IDENTITY OF KIZILBASH-ALEVIS AND AHL-I HAQQS OVER THE BATINIYYA/ISMAILIYYA TRADITIOON Abstract: Definition of un-orthodox religious groups in Muslim world has drawn a widespread attention as a research topic. The most widely accepted approach has been that they are syncretic in nature. There are also serious academic debates that they are the religions outside of Islam. As a more moderate approach some researchers accepted these religious movements as the extension of Extremist Shia or Batıniyyah. The Alevis in Asia Minor and Ahl-i Haqqs in Western Iran are the most similar to each other among the other un-orthodox religious groups, and interestingly they are viewed almost similarly. Those who accepted syncretism as a way of explaining describe these groups as religious phenomena composed of a combination of pre-Islamic beliefs with a weak Islamic identity. Those who attributed them non-Islamic identity defended their idea by emphasizing the multiplicity of non-Islamic properties within these belief structures, and arguing that they were different from Islam in terms of their theologies and rituals. So they accepted these religious beliefs as independent religions that have older tradition than Islam. Considering each group individually these syncretic and non-Islamic attribution may be found meaningful. But when they are viewed together it becomes clear that they were almost homogeneous beliefs. In that case, however the approaches viewing them as syncretic or independent religion become inadequate to explain their identity. Each feature of their syncretism is composed of different content. Pre-Islamic Turkish beliefs, such as Shamanism, sky theism and the other cults, which were attributed to Alevism does not mean anything for Kurds. Similarly, Ancient Iranian, Mesopotamian and local beliefs, which were attributed to Ahl-i Haqqs, are enough just only to define this group. 2 However, Religious identity of these two groups, which were formed by the people coming from different religious and cultural traditions, can probably be explained by the same historical process and common conditions that they experienced together. It would be advisable to seek this within the conditions of 13th and 14th centuries of the region when their own unique identity of each religious structure began to be formed. For this reason, despite all the originality as separate groups, the fact that they reflect a common religious identity may just be possible by evaluating them as movements growing under the influence of ancient Extremist Shia or Batiniyya/Ismailiyya tradition, assuming also the colour of mysticism of the period, such as Qalandayiyya, Hurufism and Safaviyya. Key Words: Alevism, Ahl-i Haqqs, Batiniyya, Ismailiyya, Islam Giriş İslam dünyasında Sünnilik ve Ortodoks Şiilik dışında kalan Alevi, Ehl-i Hak, Kakai, Şabak, Nusayri ve Dürzi gibi dini grupları tanımlamak, onların dinsel kimliklerini açıklayabilmek epey mesai harcanan bir konu olmuştur. Bu grupların bütün kendilerine has özgünlükler ve farklılıklarına rağmen yine de hissedilir bir ortak dinsel kimlik görünümü arz ettiklerini söylemek herhalde yanlış olmaz. Bu ortak kimliğin yansımasını Anadolu Aleviliği ve İran’daki Ehl-i Haklar arasında daha da fazla görmekteyiz. Son çeyrek yüzyıl içerisinde her iki inanç grubuna yönelik çalışmalar onların birbirleriyle ilintisi veya yakın benzerliği üzerine epey veriler ortaya koymuştur. Bu benzerlik ilginç bir şekilde her iki grupla ilgili birbirinden ayrı yapılan çalışmalarda, özellikle onların dinsel kimliğine yönelik yaklaşımlarda da kendini gösterir. İlk çalışmaları ortaya koyan 19. Yüzyıl Misyoner araştırmacılarından günümüz araştırmacılarına kadar hemen herkes bu inanışları tanımlamada, özellikle de hangi kökenden geldiklerini tespitte benzer yaklaşımlar sergilemişlerdir. Onların bağdaştırmacı (senkretik) özelliği en fazla vurgulanan ve en yaygın kabul gören yaklaşım olmuştur. Fakat onların İslamlığı veya İslam dışılığı da epey tartışmaya konu olmuştur. Yine Onları İslam dünyasındaki batını ya da Gulat Şia geleneği çerçevesinde görenler de az değildir. Bu tebliğ her iki inanç grubuna atfedilen İslam dışı müstakil bir din olgusunu yeniden tartışmaya açmayı ve söz konusu inanışlara İslam dünyasındaki batını gelenek veya aşırı Şia üzerinden yeniden bakmayı amaçlamaktadır. İslam’ın merkezi kurumsal yorumundan (hem Sünnilik hem de On iki İmam Şiiliğinden) epey farklı ve çok zayıf da olsa onların yine de bir İslam kimliği çerçevesinde ele alınmaları gerekliliği ve bu kimliğin de dönemin tasavvuf 3 öğretileriyle donanmış söz konusu Gulat Şia veya Batınî gelenek üzerinden şekillendiği tartışmaya çalışılacaktır. I. Bağdaştırmacı (Senkretik) Doğa Aleviliğin ve Ehli Hak inanışının araştırmacılarca en uzlaşılan yanı onların senkretik doğasıdır. Anadolu Aleviliği ile ilgili daha ilk çalışmalarda, özellikle de Fuad Köprülü’nün (1991: 97-98; 1996: 45,47-51) çalışmalarında dile getirilen bu görüş günümüze kadar ufak itirazlarla geçerliliğini korumuştur. Türkiye’de Ahmet Yaşar Ocak’ın detaylandırdığı, yerli yabancı başka araştırmacıların da önemle üzerinde durduğu bu görüşe göre Anadolu Aleviliği ve Bektaşilik farklı zamanlara ve farklı mekanlara ait birbirinden farklı inanç geleneklerinin İslami bir üst kimlik altında bağdaştırılmasından oluşmuş bir inanış biçimidir. Buna göre Türklerin İslamiyet’i kabulünden önce benimsemiş oldukları Şamanizm, Gök Tanrı inanışı ve Tabiat Kültü bu bileşimin önemli unsurlarıdır. Buna ilaveten Türklerin daha önce bir şekilde mensup veya temas halinde oldukları Budizm, Maniheizm, Zerdüşlük ve Anadolu’ya geldiklerinde burada karşılaştıkları bazı Heterodoks Hıristiyan inanışlarla bölgenin kadim inanışları da belirli ölçülerde etkili olmuştur (Ocak 1996: 210-211; 2005: 13-19) Bu tezin savunulmasında Alevi ve Bektaşiliğin ilahiyatında ve mitolojisinde yer alan bazı İslam dışı unsurların söz konusu dinlerle ilişkilendirilmesi önemli dayanak teşkil eder. Aynı şekilde Anadolu’ya gelen Türkmenler arasında henüz yeterince İslam’ı özümseyememiş hatta hiç kabul etmemiş Türkmen boylarının da mevcut olması ve bu tarz göçlerin XIII-XIV. yüzyıllarda bile devam ediyor olması, yine İslam’ın bu çevrelere kitabi yolla değil de şifahi kanalla ve tasavvuf üzerinden/evliya kültleri üzerinden ulaşması, söz konusu Türkmenlerin İslamlığının çok sathî kalmasında ve eski inanç müktesebatlarını muhafaza etmelerinde hatta yeni etkilere açık olmalarında önemli faktörler olarak sıralanır (Ocak: 2005: 13-19, 51-110) Ocak her ne kadar senkretizmin muhtevasını Hint, İran ve Mezopotamya kökenli inançları da içine alacak şekilde geniş tutsa da, ekser çalışmada Anadolu Aleviliğinin senkretizmi büyük ölçüde Türk ve Orta Asya kökeni üzerinden kurgulanmaktadır. Oysa Anadolu’da azımsanmayacak bir Kürt Aleviliği de söz konusudur. Onların Şamanizm ve Gök tanrı inanışlarıyla pek de ilgili olamayacağı düşünüldüğünde senkretizmin bileşenlerinde genellemeci olmamak gerekir. Anadolu Aleviliğiyle Kürt Aleviliğinin farklı dinsel kökenlerden geliyor olmalarına rağmen büyük ölçüde ortak bir inanış sergilemeleri onların dinsel kimliğini izahta etnik kökene dayalı yaklaşımın yeterli olamayacağını gösterir. Kaldı ki sadece Anadolu Alevileri arasında değil Alevilerle Batı İran’daki Ehl-i Haklar (ki onlar da Kürt ve Türklerden oluşuyor) arasındaki inanç benzerliği hatta neredeyse türdeşliği bu 4 inanışların senkretizmini izahta ihtiyatlı olmayı gerektirir. Aşağıda detaylandırılacağı gibi farklı etnik kökenden gelen inanç gruplarının her birinin inanç yapısını senkretizmle izah etmek anlamlı olabilir. Fakat farklı etnik köken ve inanışlardan gelen toplulukların ortak bir dinsel kimlik ortaya koymalarını izahta yetersiz kalacağı açıktır. Ehl-i Hakların da inanç yapısını senkretizmle tanımlamak epey yaygındır. Anadolu Aleviliğindeki Orta Asya (Şamanizm, Gök tanrı İnanışı, Tabiat Kültü, Atalar kültü) vurgusu burada antik İran vurgusuna dönüşür. Batıda son zamanlarda Ehl-i Haklar üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini gerçekleştiren Hamzeeh’ee, Yaresan adlı çalışmasında mezhebin neredeyse bütün ritüellerini ve itikadî unsurlarını İslam dışı eski İran İnanışlarıyla irtibatlandırır. Bu çerçevede Zerdüştlüğe ve Mazdeizme özel bir yer verir. Bununla birlikte Yezidilik, Mithraizm ve daha sınırlı olmakla birlikte eski inanç gelenekleriyle alakalı İslamî dönemdeki galiyye fırkalarına da atıfta bulunur (Hamzeh’ee 2008). Hamzeh’ee’nin neredeyse İslam dışı bir senkretizm olarak sunduğu bu inanışa bütün bu İslam dışı geleneklerle birlikte kimi zaman Gulat Şia veya ezoterik Şia üzerinden kimi zaman da tasavvuf üzerinden belirgin bir İslamî kimlik vurgusunu dile getirenler de yok değildir (Mesela bkz. Mir-Hosseini 1994a: 270; 1994b: 211-228; Ocak 1999:195-196; Bruinessen 1995: 6-8; Moosa 1988: 254). II. İslam Dışı Köken Arayışı: Kadimlik ve Müstakillik Aleviliği ve Ehl-i Hak inanışını izah ederken senkretizmin İslam boyutunu tamamen dışlayan ya da etnik temelli eski inanışların etkisini daha fazla vurgulayan yaklaşımlar da epey yaygındır. Bu yaklaşımı benimseyen araştırmacılardan bazıları söz konusu inanışlardaki İslamî boyutla İslam öncesi inanışların ilişkisini ‘İslami bir tabaka/cila altında İslam öncesinin bolca tezahürü’ olarak yorumlarken, kimi araştırmacılar da bu inanışları tamamen İslam dışı bir din olarak görmüşlerdir. Etnik temelli izahlarda Anadolu Aleviliği İslam öncesi Türk inanışlarıyla, Ehl-i Haklar da bazen Kürt bazen de eski İran inanışlarıyla ilişkilendirilmiştir. Anadolu Aleviliği ile ilgili etnik kökene dayalı görüşün yerleşmesinde Fuad Köprülü’ye baş rol verilir. Köprülü her ne kadar bu konularla ilgili ilk çalışmalarında Alevi ve Bektaşiliği ‘müfrit’ Şia ve Batıniyye ile ilişkilendirse de (Köprülü 1925:126-128; 1991: 97) Şamanizm, Göktanrıcılık ve çeşitli tabiat kültlerine yaptığı vurgu (Köprülü 1996: 45,48-49) zamanla bu bağlantının daha çok önem kazanmasına yol açmıştır. Köprülü’yle aşağı yukarı aynı dönemde Aleviliğin Şamanizm köklerini ısrarla vurgulayan Baha Said Bey, bunları takiben de, Mehmet Eröz, Bedri Noyan, Irenne Melikof ve daha pek çok araştırmacı da Aleviliğin Orta Asya kökenine daha fazla ilgi göstermek, bu bağlantıyı irdeleyen çalışmalar ortaya koymak suretiyle bu algıyı canlı tutmuşlardır. Aleviliği İslam öncesi Türk inanışlarıyla gereğinden 5 fazla irtibatlandıran bu anlayışa bugün pek çok araştırmacı itiraz etmektedir (Bu anlayışın detaylı bir incelemesi ve eleştirisi için bkz. Dressler 2015: 605-612). Özellikle konuyu Kürt Aleviliği üzerinden okuyanlar Ehl-i Hakla ve Yezidi, Nusayri gibi gruplarla olan ilişkisine hatta türdeşliğine temas etmekte ve bu ortaklık üzerinden yeni bir kimlik, yeni bir köken ve farklı bir tarihsel süreç kurgusu önermektedirler. (Gezik 2012: 25, 32-36; Bruinessen 2015: 613-630; Bayrak 2015: 543-559). İslam dışı referanslarla dinsel kimliği izah yaklaşımını benzer bir şekilde Ehl-i Hak araştırmalarında da görüyoruz. Erken dönem araştırmacıların ekseriyeti hatta onları takip eden oryantalistlerin bazıları Ehl-i Hak inanışını On İki İmamcılık cilası altında eski İran dinlerinin, bilhassa Mazdeizm ve Mithraizm etkisinde bir din olarak görmüşlerdir. Bu konudaki uzmanlığıyla dikkat çeken Hamzeh’ee de söz konusu inanışın İslam öncesi kültler ve dinlerle ilişkisine özel bir önem atfetmektedir. Kendisi de Ehl-i Hak kökenli bir İranlı olan yazar Ehl-i Hakk’ın İslam’la bağlantısına neredeyse hiç temas etmeyerek bu inanışı İslam dışı bir çerçevede değerlendirme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Benzer yaklaşımı başka araştırmacılarda da görmek mümkün (During 2010: 146,148-149; krş. Hamze’ee 2008: 3841). Mesela yine aynı gelenekten gelen Baghban da daha açık bir şekilde Ehl-i Hak inanışının İslam’dan farklı bir din olduğunu kanıtlamaya çalışır. (During 2010: 149) Ehl-i Hak’ın İslam’dan farklılığını ispatlamaya çalışan Izady ise ona bir Kürt kökeni atfetme eğilimindedir. Yazar Ehl-i Hak’ı Meleklerin Kültü (The Cult of Angels) olarak adlandırdığı antik bir dinin kolu olarak görür. Bu kült ona göre Semitik olmayan Aryan kökenli ve Zagros bölgesine has bir dini temele dayanır ve İslam’dan bin yıl öncesine kadar uzanır. Bu yüzden Ehl-i Hak’ı ve kollarını İslam olarak tanımlamayı bir hata olarak görür. (Mir-Hosseini 1996: 132, dn. 19). Aynı yaklaşımı Anadolu Aleviliği için de benimseyen, ona bütünüyle İslam dışı bir kimlik atfeden araştırmacılar da vardır. Yakın geçmişte ‘Ali’siz Alevilik’ olarak simgeleşen bu iddia, Aleviliğin aslında İslam’la ve Ali’yle herhangi bir bağının olmadığını, Anadolu’nun eski dönemlerinden kalma veya eski Mezopotamya ve İran inanışlarının bir uzantısı ya da tamamen kendine has bir inanış olduğunu savunur. Bu iddianın öncülerinden biri olan Nejat Birdoğan Anadolu Aleviliğinin İslam’ın genel kabul görmüş veya kurumsallaşmış yorumunun muhalifi ya da alternatifi anlamında bir heterodoksi olmadığını, başlı başına bir inanç olduğunu, çok eskiden beri sürüp gelen ve ‘karmalaşarak’ bağımsız bir din durumuna gelen bir olgu olduğunu ifade eder. Bu itibarla Alevilik İslam’ın farklı bir yorumu olmak bir tarafa ritüelleri itibariyle ondan çok eskiye dayanan bir dindi. Adı Alevilik olmasa da farklı adlarla 6 hep var ola gelmiş, bu yüzden var olmak için İslam’a veya başka bir dine hiç ihtiyaç duymamıştı. Onun İslamlığı (İslam adı altında görünmesi) ise sadece korunma maksatlı adeta bir kamuflajdı (Birdoğan 1995: 11-13, 15). Aleviliğin kadimliği ve müstakilliğini savunan bu tez popüler veya akademisyen araştırmacılar elinde pek çok çalışmaya konu teşkil etmiştir. Bu tezi savunanların en temel argümanı Aleviliğin ritüellerinin ve teolojisinin İslam’la (en azından yazılı kaynaklarıyla) hiç bir ortak noktasının bulunmadığı, Aleviliğin Ali algısıyla tarihsel Ali’nin hiç bir şekilde örtüşmediği iddiasıdır. Tarihsel veriler ışığında Ali’nin şeriata bağlı kişiliği ve diğer pek çok yönüyle Alevilerin temel değerleri arasındaki uyumsuzluk Alevilerin Ali’sinin tarihsel Ali’den ziyade kurgusal ve kozmik bir Ali olduğu çıkarımı dile getirilir (Aydın 2005: 4, 1415; Bulut 2007: 11-12) Ali’siz Aleviliğin farklı bir savunucusu Erdoğan Çınar daha da uç bir yaklaşımla Aleviliğin Ali isminden değil ışık anlamında alev kelimesinden türediğini, bunun da Anadolu’nun eski uygarlıklarından Luvilerle alakalı olduğunu pek de tatmin etmeyen argümanlarla izah etmeye çalışır. Hatta Osmanlı döneminde bazı sufi gruplara (kalenderi grupları) verilen ışık adını da tezinin bir delili olarak savunur (Çınar 2015: 27-41). Ona göre, Aleviliğin Ali ismiyle ilişkilendirilmesi XV. yüzyıl sonu XVI. yüzyıl başlarında gerçekleşen bir hadisedir. Osmanlı döneminde Aleviler tarafından güvenlik ve korunma amaçlı geliştirilmiştir. (s.16-17). Bu görüşün savunucusu Aleviliği İslam dışı görmekle birlikte onun çeşitli dinlerin bir sentezi olduğu görüşünü de reddeder. Ona göre Alevilik bütün dinlere kaynaklık etmiş bir inanıştır, ‘serçeşmedir’. (s. 19). Hem Anadolu Aleviliği hem de Ehl-i Haklar için dile getirilen kadimlik ve müstakillik iddiası, yine İslam’ın bu kadim inanç geleneğini herhangi bir şekilde etkilemeyip sadece korunma refleksiyle bir kamuflaj olarak benimsenmesi iddiaları pek çok yönü itibariyle sorgulanmaya muhtaçtır. Her iki inanç grubunun ritüellerinde ve teolojisinde İslam öncesi inanışların çok belirgin bir etkisinin olması onların başlangıcı belli olmayan binlerce yıl öncesinden beri sanki linear bir biçimde devam edegelen bir dine mensup olduklarını iddia etmek ne ölçüde gerçekçi olur. Her şeyden önce Bahsedilen kadim inanışların farklı zamanlarda ve farklı mekanlarda etkili olmuş dinler olması böyle bir müstakil din olgusunu gereçsiz kılar. Zerdüştlük, Mazdeizm, Budizm, Manicilik, Mithraizm, Türkler söz konusu olduğunda bunlara ilaveten Şamanizm, Gök Tanrı inanışı ve çeşitli kültler gibi birbirinden çok farklı dinlerden/inanışlardan Alevi ve Ehl-i Haklar için müstakil bir din geçmişi varsaymak nasıl mümkün olabilir? Acaba bütün bu dinlerin ya da bir kısmının 7 senkretizminden oluşmuş müstakil bir inanış veya yerleşik bir kült vardı da Türklerin bir kısmı İran’a ve Anadolu’ya geldiklerinde bu inanışı mı benimsediler? Bu sorulara olumlu cevaplar vermek herhalde çok güçtür. İnanç hareketlerini veya dini oluşumları kendi zamanlarının ürünü olarak görmek akla en yatkın gelen yoldur. Yoksa farklı dinsel kökenlere sahip Türklerin ve Kürtlerin günümüze Alevilik ve Ehl-i Hak olarak ulaşan dinsel oluşumların her ikisinde de birlikte yer almaları nasıl izah edilebilir. Her iki topluluğun birlikte öteden beri mevcut olan ortak bir inanışa intisabı da bir izah şekli olabilir ya da birinin diğerinin inancına! Fakat bunu izah ne ölçüde mümkün olabilir? Oysa hem Anadolu Aleviliğinin hem de Ehli Hak inanışının özgün bir kimlik olarak ortaya çıkması aşağı yukarı 13-14. yüzyıla dayanır. Elbette bu inanışın şekillenmesinde etkili olan halkların eski inanışlarının ve bulundukları coğrafyadaki yerleşik inanışların etkisi büyüktür. Ama yine de bunlar bahsedilen yüzyılın özgün koşullarında şekillenmiştir ve zaman içerisinde yeni etkiler almaya da devam etmiştir. Farklı inanç müktesebatlarına sahip olan Türklerin ve Kürtlerin bu şekilde ortak bir inanış içinde yer almaları zamanın koşullarına birlikte muhatap olmalarıyla ancak izah edilebilir. Peki nedir bu koşullar? Her şeyden önce bu dini yapılar İslam coğrafyasında ve yönetimi altında, daha da önemlisi İslam’ı en azından bir kimlik olarak henüz benimsemiş olan halklar arasında gerçekleşiyor. Burada söz konusu halkların yeni dinsel kimliklerini (en azından Türkler için) ne şekilde, hangi kanallarla ve araçlarla kabul ettikleri ve onunla ne yoğunlukta teması sürdürdükleri büyük önem taşıyor. Onların epey süredir veya yeni kabul ettikleri İslamî kimliklerinin (bazılarının iddiasının aksine bu kimliği farklı algılamış olsalar da samimi olarak benimsedikleri varsayımından hareket ediyorum) muhtevasını şekillendirecek, onun bütün teolojisi ve ritüelleriyle tevarüsünü sağlayacak koşullardı bunlar. Başlangıçtaki adı bu değilse de Aleviliğin ve Ehl-i Hak inanışının doğduğu Batı İran ve Anadolu’da Türklerden ve Kürtlerden oluşan bir kısım halkın İslam’la aynı kanallarla ve benzer yoğunlukla temas kurmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Her şeyden önce çok yüzeysel olan bu İslamî kimliğin İslam dünyasındaki, Gulat Şia veya Batıniyye/İsmailiyye geleneği ile, daha sonra ise tasavvuf üzerinden özellikle de Kalenderilik ve Safevilikle kurulan temas neticesinde şekillendiği anlaşılıyor. Elbette bu temasın yoğunluk derecesini bilemeyiz hatta bu etkilerin sıradan halka ulaşmasının çok da sınırlı kalabileceğini tahmin edebiliriz. Zaten onların inancındaki İslam etkisinin zayıflığı söz konusu temasın yoğunluk derecesi hakkında da bir fikir veriyor. Söz konusu inanışlarda zayıf da olsa, sıkça ifade edildiği gibi ince bir tabaka veya bir cila niteliğinde de olsa, mevcut olan İslam kimliğinin 8 samimi benimsenmiş bir kimlik olduğunu, zorla kabul ettirilmiş veya takiyye ya da kamuflaj nitelikli bir kimlik olmadığını kabul etmek gerekir. Bu kimliğin zayıflığı veya yüzeyselliği İslam’ın yazılı kaynaklarıyla kurulan temasın zayıflığıyla ve bu temasın da muhtemelen İslam’ın merkezî/kurumsal inanışına muhalif bir İslam geleneği üzerinden kurulmasıyla ancak izah edilebilir. Halkların sosyal ve ekonomik koşulları, özellikle de merkezi yönetimle yaşadıkları sorunlar da muhtemelen bunda kolaylaştırıcı etki etmiş olmalıdır. Bütün bu koşullar söz konusu inanışlarda İslam dışı unsurların fazlalığını izah için de önemlidir. Zira İslam’ın yazılı kaynaklarıyla yeterince iletişim kuramayan halkların kimlik olarak benimsediği İslam’ı kendi inanç müktesebatıyla yorumlaması, kendi doğasına uygun bir İslam algısı oluşturması herhalde kaçınılmazdır. İslam’la temasın zaten onun kurumsal yorumuna muhalif bir kanalla kurulması da bu farklılığın ortaya çıkmasının bir başka izahıdır. Aleviliğin ve Ehl-i Hak inanışının İslam dışılığını ve müstakilliğini savunan görüşlerin hemen hepsinde İslam dünyasındaki muhalif hareketlere, özellikle de Şuubiyye, Abdullah ibn Sebe ve diğer Galiyye fırkalarına atıfta bulunulur. Oysa bu geleneğin içinden gelen veya onunla yakından alakalı bulunan Batıniyye ve İsmailiyye akımı İslam’ın sadece farklı bir yorumu olarak kabul edilir. Onun pek çok İslam dışı özellikleri içermesi ya da senkretik doğası yine de onu İslam dışı bir konuma yerleştirmeye yetmez, zaten böyle bir iddia da yoktur. Öyleyse teolojik bağlamda söz konusu Batıniyye/İsmailiyye ile epey benzerlik gösteren, onlarla ilintisi hakkında kuvvetli ihtimaller mevcut olan Alevilik ve Ehl-i Hak inanışını tamamıyla İslam dışı ve müstakil bir din kabul etmek ne ölçüde gerçekçi olur. III. Gulat Şia- Batıniyye/İsmailiyye Etkisi Başlangıcını aşağı yukarı 13-14. yüzyıllar olarak tarihlendirebileceğimiz söz konusu dini hareketleri yüzyıllar hatta bin yıl öncesinin inanışlarıyla doğrudan irtibatlandırmak, bunu yaparken de aynı uzak geçmişin etkisini İslami dönemde farklı adlarla ve farklı biçimlerde epey uzun bir süreden beri aksettiren dini hareketlerin muhtemel etkisini veya onlarla bağlantısını göz ardı etmek şüphesiz büyük bir handikap olur. Elbette bazı antik inanışlar varlıklarını yüzyıllar boyunca muhafaza edebilme, toplumların mekânsal hatta dinsel kimlik değişimlerine rağmen etkilerini yeni dinsel kimlikler altında sürdürebilme etkinliğine sahiptir. Fakat 13. yüzyıla gelene kadar İslam dünyasında neredeyse beş yüz yıla yakın bir süredir devam ede gelen bir Galiyye veya Gulat Şia geleneği vardı. Batınıyye/İsmailiyye olarak da adlandırılan bu gelenek içerisinde yukarıda bahsedilen uzak geçmişin etkisini fazlasıyla görmek de mümkündür. Bu yüzden hem Aleviliğe hem de Ehl-i Haklara bahsedilen antik dinsel unsurların doğrudan toplumsal hafıza ve gelenekler üzerinden ulaşması mümkün 9 olmakla birlikte, Gulat Şia üzerinden de en azından belirli ölçülerde ulaşması ihtimali göz ardı edilmemelidir. Aleviliğin ve Ehli Hak inanışının Gulat Şia geleneği ile bir şekilde irtibatlı olduğunu düşünmemize yarayacak gerekçeler de yok değildir. Her iki inanç grubunun bazı temel itikadi unsurlarının ve genel anlamda dinsel tavır ve yaklaşımlarının hem birbirleriyle hem de Gulat Şia geleneğiyle benzerlik göstermesi aralarında bir tür ilintinin olabileceğine dair kuvvetli bir izlenim vermektedir. Her şeyden önce her iki inanışta kuvvetli bir enkarnasyon –Tanrının insan suretinde tecessüm etmesi- anlayışı vardır. Bu Alevilikte daha çok Hz. Ali’nin uluhiyeti şeklinde yansıma bulurken Ehl-i Haklarda Hz. Ali ile birlikte mezhep geleneğinde önemli yer tutmuş bazı isimlerin uluhiyeti olarak ortaya çıkar. Bu çerçevede her ikisinde belirgin bir Ali kültünden bahsetmek mümkündür. 2 Fakat Ali kültünün ne kadarı kozmik/kurgusal Ali ne kadarı tarihsel Ali ile alakalı olduğu tartışmaya açıktır. Yine ruhun bedenin ölümüyle başka bir bedende hayat bulması demek olan tenasüh anlayışı Alevilikte daha sınırlı olmakla birlikte Ehl-i Haklar’ın tipik bir özelliği olarak dikkat çeker. Bütün bunlarla birlikte belki de daha da karakteristik olan yanları onların İslam’ın Ortodoks yorumuna ve ritüellerine karşı geliştirdikleri tavırdır. Bir tür batınîlik olan bu tutum onların farklı inanç ve uygulamalarının da dayanağıdır (paragrafla ilgili detaylı bilgi ve kaynakça için bkz. Ay 2015: 78-88) . Bütün bu özelliklerin 9. yüzyıldan 13. yüzyılın başlarına kadar İslam dünyasında çeşitli adlarla varlık gösteren ve genel olarak da Gulat Şia, Galiyye veya Batıniyye-İsmailiyye olarak adlandırılan gruplarda da belirli ölçülerde benzerlik göstermesi aralarındaki irtibatın delilleri olarak düşünülebilir (Daftary 2001: 94-95, 101, 167-168, 234-235). Fakat bu irtibatın nasıl sağlandığı, hangi araçlarla ve kanallarla bu etkileşimin gerçekleştiği ciddi bir sorun olarak hala ortada durmaktadır. Fakat yine de bazı tahminlerde veya çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Bu konuda en yaygın görüş tasavvufun katalizör rolüdür. Anadolu Aleviliği ve Ehl-i Haklar üzerine yapılan çalışmalar her iki inancın temellerinde tasavvufun belirgin bir etkisi olduğunu ortaya koyar. XIII. yüzyıl Kalenderiliği ve 14. yüzyılda da Hurufilik söz konusu inanışlar üzerinde etkili akımlar olarak karşımıza çıkar. Konuyla ilgili çoğu araştırmacı Alamut kalesinin Moğollar tarafından yıkılmasıyla dağılan İsmaililerin (eski Batıniyye geleneğinin temsilcileri) adı geçen tasavvuf tarikatlarında kendilerine yer buldukları ve hem o tasavvuf akımlarını hem de onlar üzerinden bahsedilen inanç gruplarını etkiledikleri üzerinde dururlar (detaylı bilgi ve kaynakça için bkz. Ay 2015: 88-91). Ali kültünün her iki hareketin erken dönemlerinde yaygın olup olmadığı çok net değildir. Ancak 16. Yüzyılın başı itibariyle bu kültü onlarda çok baskın bir özellik olarak görüyoruz. Bunun da özellikle Safevilerin etkisiyle gerçekleştiğini düşünmek yanlış olmaz. 2 10 Daha somut bir bağlantı da Vefai tarikatı üzerinden kurulur. 13. yüzyılın popüler sufi akımı kalenderilikle ve son zamanlarda öne çıkan yaklaşımla İsmaili gelenekle ilişkilendirilen Vefailik hem Anadolu Aleviliği hem de Ehl-i Haklar üzerinde etkili bir tarikat olarak görülür (Ocak 2011: 349-350; Karakaya 2015: 190-194; Yalgın 2015:149-161). Anadolu’da pek çok Alevi ocağının bu tarikatla ilintisi artık daha da net bir şekilde ortaya konmuştur. 14. yüzyılın ikinci yarısından sonra Hurufiliğin, 16. yüzyıl başlarından itibaren de Safevilerin yoğun etkisi altına giren Alevi ve Ehl-i Haklar günümüze ulaşan inançlarının son halini de muhtemelen bu dönemde almış olmalılar. Anadolu Aleviliğinin güçlü bir Ali kültü ve On İki İmam kültüne sahip olması da muhtemelen Safevi etkisiyle gerçekleşmiştir. Safevilerin sadece On İki İmam kültünü değil esasen daha ağırlıklı olarak İsmaili bir öğretiyi Anadolu’da yaymaya çalıştığı ifade edilir. Safevilerin İran’da On İki İmam Şiiliğini resmi din olarak tesis ederken Anadolu’da neden İsmaili bir öğreti yaydıkları konusunda Ahmet Yaşar Ocak İsmaili öğretinin güçlü bir Mehdici ve uluhiyet anlayışına sahip olması hasebiyle Şah İsmail’in Anadolu’daki Türkmenler üzerinde daha etkili olmak gibi bir gerekçe ileri sürer (Ocak 2011: 350-351). Şüphesiz böyle bir öğretinin Şah İsmail’in politikasına daha uygun olması muhtemeldir. Ama Anadolu’da zaten böyle bir öğretiye müsait bir topluluğun olması da ihtimal dahilindedir. Söz konusu topluluğun Şah İsmail’den önce de belirli ölçüde Batıniyyeİsmailiyye etkisini taşıdığı tahmin edilebilir. Yukarıda bahsedildiği gibi Alamut sonrası Nizari İsmaililerinin çeşitli tasavvuf zümreleri arasına karışması böyle bir sonuç doğurmuş olabilir. Görüldüğü kadarıyla Alevilerin ve Ehl-i Hakların Tasavvufla, özellikle de Kalenderilikle, Hurufilikle ve Safevilikle teması ve muhtemelen bunlar üzerinden daha eski Batıniyye-İsmailiyye geleneğiyle ilişkisi onların dini kimliklerinin teşekkülünde İslam boyutunun en önemli araçları olmalıdır. Şüphesiz kimlikteki İslami boyutun ölçüsü/ağırlığı tartışılabilir. Vaktiyle Fuad Köprülünün yaptığı gibi sadece bir cila olarak da görülebilir. Ama onlara tamamıyla İslam dışı bir kimlik atfetmek tarihsel realiteyle uyuşmaz. Şüphesiz bu dinsel kimliğin bileşenlerinde İslam dışı unsurların ağırlığı, başka bir ifadeyle İslam anlayışlarında/İslam’ın inanç ve ritüellerini yorumlamalarında başka dinlerin/kültürlerin etkisi hissedilir derecede fazladır. Bu etkiler her bir inanç grubunda farklılık da arz edebilir. Etnik köken, farklı inanç müktesebatı, farklı kültürlerle temas gibi hususlar onların kendi inanç özgünlüklerini de oluşturabilir. Ama onları ortak paydada buluşturan muhtemelen İslam’la olan temaslarının aşağı yukarı aynı kanallarla sağlanmış olması ve inançlarının benzer tarihsel koşullar altında şekillenmiş olmasıdır. 11 KAYNAKÇA AY, Resul (2015), “İslam Dünyasının “Öteki” İnanç Grupları Yahut Batıniyyeİsmailiyye Etkisinde Ortak Bir Kimlik Görünümü: Ehl-i Haklar, Alevi-Bektaşiler, Kakailer, Şabaklar, Nusayri ve Dürziler” Türk sosyal tarihçiliğinde Bir Yalnız İsim Bahaeddin Yediyıldız’a Armağan (ed. Yunus Koç-Serhat Küçük), Türk Kültürünü Araştırma Enst. Yay., Ankara. AYDIN, Erdoğan (2005), Kimlik Mücadelesinde Alevilik, Literatür Yay., İstanbul. BAYRAK, Mehmet (2015), “İnanç ve Kültür Kaynaklarıyla Kürt Aleviliği” Kızılbaşlık Alevilik, Bektaşilik: Tarih-Kimlik-İnanç-Ritüel (Der. Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş), İletişim yay., İstanbul BİRDOĞAN, Nejat (1995), Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı, İçerik-Köken, Mozaik Yay., İstanbul. BRUINESSEN, Martin van (1995) “ When Haji Bektash Still Bore the Name of Sultan Sahak: Notes on the Ahl-i Haqq of the Guran District” http://www.let.uu.nl/~martin.vanbruinessen/personal/publications/Bruinessen_Haji_Bektash_ Soltan_Sahak.pdf (İlk basım yeri: First published in: Alexandre Popovic & Gilles Veinstein (eds), Bektachiyya: études sur l’ordre mystique des Bektachis et les groupes relevant de Hadji Bektach. Istanbul: Éditions Isis, 1995, pp. 117-138. BRUINESSEN, Martin van (2015), “Dersim and Dalahu: Some Reflections on Kurdish Alevism and the Ahl-i Haqq Religion” Ötekilerin Peşinde Ahmet Yaşar Ocak’a Armağan (Haz. Mehmet Öz-Fatih Yeşil), Timaş Yay., İstanbul. BULUT, Faik (2007), Ali’siz Alevilik, İslam’da Özgürlük Arayışı-1, Berfin yay., İstanbul. ÇINAR, Erdoğan (2015), Aleviliğin Gizli Tarihi, Demirin Üstünde Karınca izi, Kalkedon yay., İstanbul. DAFTARY, Ferhad (2001), Muhalif İslam’ın 1400 Yılı İsmaililer: Tarih ve Kuram, (çev. Ercüment Özkaya), Rastlantı yay., Ankara. 12 DRESSLER, Markus (2015), “The Discovery of the Alevis’ Shamanism and the Need for Scholarly Accuracy” Ötekilerin Peşinde Ahmet Yaşar Ocak’a Armağan (Haz. Mehmet Öz-Fatih Yeşil), Timaş Yay., İstanbul DURİNG, Jean (2010), “Avrupa ve İran’daki Ehl- Hak Araştırmalarının Eleştirel Bir Değenlendirmesi” Alevi Kimliği (ed. T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere; çev. Bilge K. Torun, Hyati Torun), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul. GEZİK, Erdal (2012), Dinsel, etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, İletişim yay., İstanbul. KARAKAYA- Stump, Ayfer (2015), Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık, Alevi Kaynaklarını, Tarihini ve Tarihyazımını Yeniden Düşünmek, İstanbul Bilgi Ünv. Yay., İstanbul. KÖPRÜLÜ, Fuad (1925) “Bektaşiliğin Menşe’leri: Küçük Asya’da İslam Batıniliğinin Tekamül-i Tarihiyyesi Hakkında bir Tecrübe”, Türk Yurdu, c.2 no: 8 s. 121-140. KÖPRÜLÜ, Fuad (1991) Osmanlı Devletinin Kuruluşu, TTK yay., Ankara. KÖPRÜLÜ, Fuad (1996) “Anadolu’da İslamiyet” (yay. Mehmet Kanar, Anadolu’da İslamiyet, İnsan yay., İstanbul). MIR HOSSEINI, Ziba (1994a) “Inner Truth and Outher History: The Two Worlds of the Ahl-i Haqq of Kurdistan” Int. J. Middle East Stud. 26, pp. 267-285. MIR HOSSEINI, Ziba (1994b) “Redefining the Truth: Ahl-i Haqq and the Islamic Republic of Iran”, British Journal of Middle Eastern Studies, (Vol., 21, No. 2, pp. 211-228). MIR HOSSEINI, Ziba (1996) “Faith, Ritual and Culture among the Ahl-e Haqq” Kurdish Culture and Identity (ed. Philip G. Kreyenbroek, C. Allison), Zed Books, London 1996. MOOSA, Matti (1988), Extremist Shiites: The Ghulat Sects, Syracuse Univ. Pres, New York. OCAK, Ahmet Yaşar (1996), Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim yay., İstanbul. OCAK, Ahmet Yaşar (1999), Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, Ankara. 13 OCAK, Ahmet Yaşar (2005), Alevî ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yay., İstanbul. OCAK, Ahmet Yaşar (2011), “Türkiye Tarihinde İslam’ın İkinci Yüzü: Anadolu’da Şiilik Meselesini Yeniden Düşünmek Yahut İsmaili Etkilere Dair” Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri: Selçuklu Dönemi, Makaleler-Araştırmalar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 339-357. YALGIN, Erdoğan (2015), “Batıni Kürt Aleviliğinde Ebu’lVefâ-i Kurdi ve Tarihsel Mirası” Kızılbaşlık Alevilik, Bektaşilik: Tarih-Kimlik-İnanç-Ritüel (Der. Yalçın Çakmakİmran Gürtaş), İletişim yay., İstanbul. 14