T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2010/11-236 K. 2010/254 T. 7.12.2010 • SİGORTA BEDELİNİ ALMAK AMACIYLA DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği/Sanık Hakkında Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Cezanın Ödenmediği/Hapse Çevirme İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın Uygulanacağı ) • DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği/Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Ödenmediği/Hangi Miktar Üzerinden Paraya Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse Çevirme İşlemi Yapılacağı ) • BİR HAZİRAN 2005'TEN ÖNCE İŞLENMİŞ SUÇ ( Dolandırıcılık Nedeniyle Sanık Hakkında Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Ödenmediği/Hapse Çevirme İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın Uygulanacağı ) • DOĞRUDAN VERİLEN ADLİ PARA CEZASININ İNFAZ AŞAMASINDA ÖDENMEMESİ ( Dolandırıcılık Suçunun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği Hangi Miktar Üzerinden Paraya Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse Çevirme İşlemi Yapılacağı ) 5237/m.52, 158 5275/m.106 ÖZET : Hükümlü hakkında, işlediği “sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık” suçu nedeniyle 5237 sayılı TCY hükümleri lehe kabul edilerek verilen hükümle ilgili olarak; uyuşmazlık, 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak kurulan hükümlerde, doğrudan belirlenmiş gün para cezasının infaz aşamasında ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse çevrilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir. Suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra olsun, doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse çevirme işleminin, bu madde ile kurulması amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Adli Para Cezasının İnfazı" başlıklı 106. maddesi uyarınca yapılması zorunludur. Hangi miktar üzerinden paraya çevirme işlemi yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılması gerekir. DAVA : Hükümlü S. S.’nın, sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı TCY’nın 158/1-k, 52/2 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 25.000 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 05.07.2005 gün ve 177-190 sayı ile verilen hüküm, Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.04.2008 gün ve 1367-2691 sayı ile onanarak kesinleşmiştir. İnfaz sırasında “ödenmeyen adli para cezasının hangi miktar üzerinden hapse çevrileceği” konusunda duraksama yaşanması ve mahkemeden bu hususla ilgili karar istenmesi üzerine, Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayı ile; “... İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü S. S.’nın 02.11.2004 tarih ve öncesi gerçekleştirdiği nitelikli dolandırıcılık eylemi nedeniyle mahkememizin 05.07.2005 tarihli kararı ile daha lehine sonuç doğuran 5237 sayılı TCK’nun 158/1-k, 62 ve 52/2. maddeleri uyarınca iki yıl altı ay hapis ve 25.000,00 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilip, bu karar Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.04.2008 tarih 1367-2691 sayı ile onararak kesinleşmiştir. Kartal C. Başsavcılığınca hükümlü hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün hesabına göre belirlenmiş adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hangi miktara göre hapse çevrileceğinin tespiti istenilmektedir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun diğer hükümlerinden farklı olarak 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren geçici 1. maddesinde ‘… 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün 100 TL hesabı ile hapsedilirler…’ düzenlemesi yapılmıştır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun geçici 1. maddesinin amacının 5237 sayılı TCK’nun 5. maddesi ile getirilen ‘bu kanunun genel hükümleri özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında uygulanır’ yolundaki emredici düzenleme nedeniyle 5237 sayılı TCK'nun dışındaki ceza hükmü içeren kanunlara göre hükmedilmiş adli para cezalarının, özel ceza hükmü içeren yasaların 5237 sayılı TCK’nun genel hükümlerine uyumlu hale getirilmesine kadar ortaya çıkan kargaşayı önlemektir. Dikkat edileceği üzere 01 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda da özel ceza yasalarında hükmedilen gün hesabına göre belirlenmemiş adli para cezaları yönünden de hapse çevirme işlemi 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi gereğince günlüğü 100 TL üzerinden yapılacaktır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik tedbirleri Hakkındaki Kanunun geçici 1. maddesi doğal olarak 5237 sayılı TCK’na uyumu amaçladığından, ‘… 5237 sayılı TCK’nu dışındaki …’ ibaresiyle 5237 sayılı TCK’nun hükümlerine göre belirlenecek adli para cezalarının hapse çevrilmesinde 5237 sayılı TCK ayrık tutulmuştur. Ancak; 5237 sayılı TCK’nun 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle bu tarihten önce işlenen suçlarda sanık lehine değerlendirme yapılması zaruri olduğundan 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde ‘… 5237 sayılı TCK dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün 100 TL hesabı ile hapsedilirler…’ hükmüyle getirilmiş istisnanın 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen ve 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün hesabına göre belirlenmiş adli para cezaları yönünden uygulanması mümkün olmadığı, aksi düşüncenin ceza yargılaması sırasında lehe yasa olarak tespit edilen 5237 sayılı TCK’nun infaz aşamasında hükümlünün aleyhine sonuç doğuracağı, bunun da yasa tarafından amaçlanmadığını düşünüyoruz. Öte yandan, 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suç nedeniyle mahkememizce 5237 sayılı TCK’nun lehe olduğu tespit edilerek hürriyeti bağlayıcı ceza gün hesabı ile adli para cezasına hükmedilmiştir. İnfaz aşamasında hürriyeti bağlayıcı ceza ve ödenmemesi halinde adli para cezasının hapse çevrilmesinden sonra şartla tahliye hükümlerinin 2148 sayılı Yasa ile değişik ek 2. maddesinin uygulanabilmesi nedeniyle 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun daha lehe olduğu her türlü tartışmadan uzaktır. 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmiş suç yönünden lehe yasa olarak belirlenen 5237 sayılı TCK’na göre verilen cezadan sonra yapılacak infaz işlemleri sırasında tayin edilmiş adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevirme işlemi tamamıyla infaza ilişkin olup, maddi ceza hukuku olan 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün olarak belirlenmiş para cezasının ödenmemesi üzerine hapse çevirmede temel alınan bir gün karşılığı adli para cezası miktarının ayrı bir değerlendirme olan infazda esas alınması mümkün değildir. Olayımızda infazda 647 sayılı Yasanın daha lehe sonuç doğurduğu sabit olmakla hükümlünün 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle 647 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca günlüğü 100 TL’den hapse çevrilerek ve koşulları oluştuğu takdirde 647 sayılı Kanunun 19. maddesi uygulanarak infazın yapılması gerekmektedir. Aksi görüşe dayanak yapılan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 tarih ve 113-127 sayılı içtihadındaki ‘… Hapis cezasının paraya çevrilmesinden sonra, adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapsin infazına’ karar verilmesi işlemi, 50. maddedeki sistem açısından bakıldığında sırf bir infaz işlemi sayılamaz, burada maddi cezanın belirlenmesi işlemi devam etmektedir. Zaten bu yüzden de, infaz işlemlerinin infaz yasalarında düzenlemesi için özel bir gayret gösterilen yeni sistemde dahi, bu işleme ilişkin hususlar Türk Ceza Yasası içerisine dercedilmiştir. Oysa 52. maddeye göre verilen para cezalarının ödenmemesi halinde yapılacak işlem tam anlamıyla bir infaz işlemidir, bu nedenle de buna ilişkin hususların tamamı İnfaz Yasasında düzenlenmiştir. 647 sayılı Yasaya göre ödenmeyen para cezasını hapse çevirme işlemi de tam anlamıyla bir infaz işlemidir. 50. maddeye göre yapılan işlemlerde, 50. maddenin 6. fıkrasına göre ‘hapsin infazına karar verildiği durumlarda ise, bu aşamadan sonraki işlemler tam olarak infaz işlemi sayılabilir. O yüzden, infaz aşamasında hangi yasanın daha lehe olduğuna bu aşamadan sonra bakılmalıdır…’ ibarelerinden de anlaşılacağı üzere 5237 sayılı TCK’nun 50. maddesi uyarınca tespit edilen ödenmeyen adli para cezası yönünden para cezasını hapse çevirme işleminin 5237 sayılı TCK’nun 50. maddesi gereğince yapılması gerekirken, 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli para cezalarının hapse çevrilme işlemi Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 tarih ve 2735-11448 sayılı ilamında da belirtildiği üzere, doğrudan infazla alakalı olduğundan en lehe olacak şekilde günlüğü 100.00 TL’den hapse çevirme işleminin yapılması gerekmektedir” gerekçesine dayalı olarak, “mahkemenin 05.07.2005 tarih ve 177-190 karar sayılı dosyasında; hükümlü S. S. hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesine dayanak olarak günlüğü 30.00 TL’den belirlenmiş toplam 25.000.00 YTL adli para cezasının hapse çevirme işleminin 647 sayılı Yasa hükümlerine göre günlüğü 100.00 TL’den yapılmasına...”; Dair verilen bu karara Cumhuriyet savcısı tarafından itiraz edilmesi üzerine ise; Düzce Ağır Ceza Mahkemesince 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayı ile; “…itirazın reddine...” karar verilmiştir. Bunun üzerine; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 27.01.2010 gün ve 4471 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.02.2010 gün ve 23318 sayılı ihbarnamesiyle; “... Dosya kapsamına göre, benzer bir olay sebebiyle verilen Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 14.04.2008 tarihli ve 2008/5462-6055 sayılı ilamında da belirtildiği üzere, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddelerinde öngörülen, adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevrilmesinde bir gün karşılığı olarak 100 Türk lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezalarının ödenmemesi durumunda geçerli olduğu, nitekim 5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesinde, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237 sayılı Kanun uyarınca verilen ya da diğer kanunlara göre verilip de, adli para cezasının gün karşılığı olarak miktarı belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesi gerektiği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir...” Şeklindeki açıklamaya dayalı olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmuş; Yargıtay 11. Ceza Dairesince de 01.10.2010 gün ve 2310-10513 sayı ile; “... Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 gün ve 2007/113 esas, 2007/127 sayılı kararında da açıklandığı üzere; 01.06.2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı cezadan paraya çevirme işlemleri 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılmakta, bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde ise tekrar hapse çevirme işlemleri 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca gerçekleştirilmektedir. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz. Ancak, üçmilyon liradan aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir. Haklarında Türk Ceza Kanununun 54 ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para cezaları kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu takdirde maddenin son fıkrası hükümleri uygulanır’. Anılan maddenin 8. fıkrasında; ‘Para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında yazılı olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca uygulanır’. Aynı maddenin 10. fıkrasında ise; ‘Hükümlü, mahpus kaldığı, her gün için yedinci, fıkra uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan parayı öderse hapisten çıkarılır’ biçimindeki hükümler yer almakta olup, 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre; paradan çevrilen hapis cezası, mahiyeti itibarıyla ‘tazyik hapsi’ olup, bir başka deyişle, amacın para cezasını tekrar hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil edilebilmesi için hükümlüyü zorlamak olarak ortaya çıkmakta ve bu işlemi Cumhuriyet savcısı yapmaktadır. Hükümlünün, kalan para cezasını ödemesi halinde ise hapisten çıkartılması gerekmektedir. Bu uygulamada, koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmasına bir engel bulunmamakta, bu uygulama açısından, para cezasının; hapisten çevrilmiş para cezası olması ile doğrudan verilmiş para cezası olması arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Para cezası, hapse çevrilse de sonuçları açısından asıl ceza, para cezası olarak kalmaktadır. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasaların oluşturduğu sistemde ise para cezaları ile ilgili olarak önceki sistem terk edilerek, bu konuda yeni bir sistem oluşturulmuştur. Ancak bu yapılırken; 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının tamamı sisteme uygun olarak değiştirilemediği için, başlangıçta ikili bir ayrım yapılmak suretiyle, 5237 sayılı Yasada düzenlenen para cezaları ve 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda düzenlenen para cezaları için farklı uygulamalar kabul edilmiştir. 5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilmesi halinde; Yasanın 50. veya 52. maddelerinden biri ile uygulama yapılması zorunlu bulunmaktadır. 50. maddenin 1. fıkrasının ( a ) bendinde; kısa süreli hapis cezaları yerine uygulanacak tedbirlerden bir tanesi olarak adli para cezasına çevirme usulü düzenlenmiş olup, bu hükme göre; kısa süreli hapis cezası ‘…suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; adlî para cezasına…’ çevrilebilecek; bu durumda hesaplama, 52. maddeye göre yapılacak ve hapis cezasının her tam günü için 20 TL ile 100 TL arasında bir miktar belirlendikten sonra, bu miktar gün sayısı ile çarpılmak suretiyle sonuç adli para cezası tespit edilecektir. Belirtilen şekilde tespit edilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde nasıl davranılması gerektiği de aynı maddenin 6. fıkrasında; ‘Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek yaptırımın gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi halinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü uygulanmaz’ biçimindeki hüküm ile belirlenmiştir. Fıkranın son cümlesinde uygulanmayacağı belirtilen 5. fıkra ise; ‘Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir’ şeklindeki düzenlemeyi içermektedir. Yine; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinde, 50. madde gereğince yapılacak uygulamayı ilgilendiren bölümler yer almakta olup, 106. maddenin 9. fıkrasında; ‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendi saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanamaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adlî para cezasıdır’ 10. fıkraya göre ise; ‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendine göre kısa süreli hapis cezasından çevrilen adlî para cezalarının infazında, aynı maddenin altıncı ve yedinci fıkraları hükümleri saklıdır’ şeklindeki düzenlemeler mevcuttur. 50. maddedeki düzenlemenin, diğer hükümlerle birlikte değerlendirilmesine göre; a ) Bu madde gereğince seçenek yaptırım olarak paraya çevirme işlemi, ancak kısa süreli hapis cezası yerine yapılabilecek, b ) Paraya çevirme işlemi, 52. madde nazara alındığında; bir tam gün karşılığı 20 TL ile 100 TL arası bir miktardan hesaplanabilecek, c ) Para cezasının tamamının veya bir kısmının tebligata rağmen ödenmemesi halinde; 50. maddenin 6. fıkrası gereğince, hükmü veren mahkeme tarafından hapsin kısmen veya tamamen infazına karar verilecek, d ) 50. maddenin 6. fıkrasının son cümlesi gereğince hapsin infazına karar verildiğinde bu kararlar derhal uygulanacak, e ) 50. madde gereğince paraya çevirme işlemi yapıldığında, 5. fıkraya göre asıl mahkûmiyet, artık para cezası olarak kabul edilmesi gerekecek; ancak, para cezası ödenmeyip de tekrar hapsin infazına karar verilmesi durumunda, 5275 sayılı Yasanın 106/9. maddesi gereğince asıl mahkûmiyet, tekrar hapis cezası olarak kabul olunacak, f ) 50. madde gereğince hükmedilen para cezasının ödenmemesi nedeniyle, hapsin infazına karar verilmesi halinde, artık 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki gibi bir ‘tazyik hapsi’ söz konusu olamayacak, Bu durumda, hükümlüye yapılmış olan bir iyiliğin geri alındığı, o iyilikten hükümlünün olumsuz davranışı nedeniyle vazgeçildiği, o nedenle de, geri alma işleminin ardından hükümlünün ‘ben parayı ödeyeceğim’ demesi veya parayı ödemesi, artık hapis cezasının infazını engellemeyecek, g ) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/9. maddesindeki ayrık durum nedeniyle; 50. madde uyarınca ‘hapsin infazına’ karar verildiği durumlarda, koşullu salıverme hükümleri uygulanabilecektir. Getirilen yeni sisteme göre; 5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilebilecek ikinci durum, Yasanın 52. maddesinde yer almakta olup, buradaki düzenleme, ‘doğrudan verilen para cezası’na ilişkin bulunmakta olup, 52. madde gereğince ‘gün para cezası’ sistemine göre belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde yapılacak işlem, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki işleme benzemekte, burada da, bir ‘tazyik hapsi’ söz konusu olmakta, para cezasının ödenmemesi halinde hapse çevirme işlemi Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilmekte, para cezasının hapse dönüştürülmesinin ardından ödeme yapılması halinde hükümlü hapisten çıkarılmakta, ancak, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki sistemden farklı olarak, paradan hapse çevirme işlemi yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülmesi gerekmekte, ayrıca, bu durumda koşullu salıverme hükümleri uygulanamamaktadır. Sistemde, ikinci önemli husus, 5237 sayılı TCK dışındaki yasalar uyarınca verilen para cezaları ile ilgili olup, bunların ödenmemesi halinde ne yapılacağı konusunda yol gösteren iki ayrı yasa maddesi bulunmaktadır. Bu hükümlerden ilki; 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük Yasasının 5. maddesinin 3. fıkrası, diğeri ise 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddesidir. 5252 sayılı Yürürlük Yasasının 5/3 maddesinde; ‘Ağır para cezasından dönüştürülen adlî para cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106 ncı maddesi hükümlerine göre hapis süresinin belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas alınır’ 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddesinde ise; ‘26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler’ biçimindeki hükümler yer almaktadır. Her iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde; a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı konusunda ) da, yapılan atıf gereğince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin uygulanacağı, b ) 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları ‘gün para cezası’ sistemine uymadıklarından, bu durumda ödenmeyen para cezalarının hangi miktar üzerinden hapse çevrileceği konusunun başlangıçta bir problemi oluşturduğu, ancak; yasal düzenlemelerle bu hususun sorun olmaktan çıkartılarak, hapse çevirme işleminin 100 TL üzeriden yapılacağının hüküm altına alındığı sonuçlarına ulaşılmaktadır. Ayrıca adli para cezasının infazı sırasında, mahsubun nasıl yapılacağı 5237 sayılı TCK’nın 63. maddesinde; ‘Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir. Adlî para cezasına hükmedilmesi durumunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan indirim yapılır’ şeklinde düzenlenmiştir. İncelenen dosya içeriğine göre; hükümlünün 01.06.2005 tarihinden önce işlediği dolandırıcılık suçundan Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 05.07.2005 gün ve 2004/177 esas, 2005/190 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 1000 gün adli para cezası ile cezalandırılmasının ardından, hükmolunan gün adli para cezasının aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca günlüğü takdiren 30 TL’den hesap edilmek suretiyle 30.000 TL adli para cezası ile mahkûmiyetine hükmolunduğu, aynı Yasanın 62. maddesi de uygulanmak suretiyle hükümlünün sonuç olarak 2 yıl 6 ay hapis ve 25.000 TL adli para cezası ile cezalandırıldığı, Hükümlüye, para cezası ödeme emri çıkartılıp, ödenmemesi üzerine Bolu Cumhuriyet Başsavcılığınca ödenmeyen adli para cezasının günlüğü 100 TL'den hesap edilmek suretiyle 250 gün hapse çevrilmesini müteakip, Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 16.01.2009 gün ve 2009/7-136 sayılı yazısı ile hükümlü hakkındaki adli para cezasının günlüğü mahkemece belirlenen 30 TL'den mi yoksa 100 TL üzerinden mi hesap edilmek suretiyle hapse çevrileceği hususunda tereddüt oluştuğundan bahisle bir karar verilmesinin istenmesi nedeniyle Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayılı kararı ile ödenmeyen adli para cezasının hapse çevirme işleminin 647 sayılı Yasa Hükümlerine göre günlüğü 100 TL'den hapse çevrilerek infazının yapılmasına karar verildiği, iş bu karara vaki itirazın ise Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayılı kararı ile reddedildiği, ancak anılan karara karşı; 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un geçici 1. maddelerinde öngörülen, adlî para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevrilmesinde bir gün karşılığı olarak 100 Türk lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezalarının ödenmemesi durumunda geçerli olduğu, nitekim 5275 sayılı Kanun'un 106/3. maddesinde, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adlî para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237 sayılı Kanun uyarınca verilen ya da diğer kanunlara göre verilip de, adlî para cezasının gün karşılığı olarak miktarı belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle Adalet Bakanlığınca kanun yararına bozma isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere; 5237 sayılı Yasanın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmolunan para cezasının infazının, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesine göre yapılması gerekmekte ve bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde; para cezasından hapse çevirme işlemi yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülmesi ve ayrıca bu durumda koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmaması gerektiği …” gerekçesi ile; “kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarname içeriği yerinde bulundu¬ğundan, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, aynı Kanun’un 309. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca gerekli işlemlerin yapılması için, dosyanın adı geçen mahkemeye iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na iadesine...” karar verilmiştir. Yargıtay C. Başsavcılığınca 11.10.2010 gün ve 23318 sayı ile; “... İtirazın konusu olan uyuşmazlık; 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suç nedeniyle lehe olduğu belirlenerek 5237 sayılı Yasa uyarınca hükmolunan adli para cezasının ödenmemesi üzerine hapse dönüştürme işleminin, mahkemece hükmedilen gün adli para cezasının, adli para cezasına çevrilmesi esnasında esas alınan bir gün karşılığı 30 YTL mi yoksa 5252 sayılı Yasanın 5/3 ve 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddelerinde belirtilen 100 YTL’nin mi esas alınması gerektiği hususuna ilişkindir. 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesinde, ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur’. 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde ise ‘Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir’. Biçiminde hükümler yer almaktadır. Buna göre maddi ceza yasaları ve infaz yasaları kendi aralarında ayrı ayrı değerlendirilerek lehe yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Burada 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesindeki ‘bütün olarak uygulama’ ilkesi tatbik edilemez. Anılan maddedeki bütünlükten amaç, her kanunun kendi içindeki bütünlüğüdür. 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlarda hapis-para cezalarının infazı 647 sayılı Yasaya göre yapılırken, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlar için cezaların infazı, anılan tarihte yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna göre yapılması gerekmektedir. Belirtilen ikinci halde herhangi bir sorun bulunma¬maktadır. Uygulamada karışıklık yaratan ve Yargıtay Özel Ceza daireleri arasında farklılık gösteren asıl sorun, ilamdaki suç tarihinin 01.06.2005’den önce olması ve 5237 sayılı Yasaya göre adli para cezasına hükmedilmesi halinde, ödenmeyen adli para cezasının kaç lira üzerinden hapis cezasına çevrileceği hususudur. 647 sayılı Yasa döneminde para cezalarının yerine getirilmesi, anılan maddenin 5. fıkrası uyarınca gerçekleştirilmekteydi. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararı ile bir gün üç milyon sayılmak üzere hapsedilir’ 4421 sayılı Yasa ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununa eklenen 6. madde gereğince, maddede belirtilen üç milyon, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında arttırılacaktır. Yeniden değerleme oranı 01.01.2005-31.12.2005 tarihleri arasında %11.2’dir. Buna göre, bu tarihler arasında 647 sayılı Yasa gereğince ödenmeyen adli para cezasının hapis cezasına dönüştürme işlemi 5083 sayılı Yasa hükümleri de dikkate alınmak suretiyle 24.000.000 TL’dir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununun ‘Adli para cezasının infazı’ başlıklı 106. maddesinin 3. fıkrası, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’ Biçiminde düzenlenmiştir. Bunun anlamı, mahkemece, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesi zorunludur. Anılan maddenin geçici 1. maddesine göre, 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk lirası hesabı ile hapsedilirler. 5275 sayılı Yasanın 123. maddesi gereğince, geçici 1. madde 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Geçici 1. maddede öngörülen yüz Türk lirasının, 647 sayılı Yasanın 5/7. maddesinde belirtilen hapse dönüştürme miktarına göre daha lehe olması nedeniyle infaz aşamasında dikkate alınması zorunludur. Geçici 1. maddedeki düzenleme, sadece 5237 sayılı Yasa dışındaki diğer kanunlarda ( 765, 6136, 6831 sayılı Yasalar gibi ) yer alan adli para cezasının ödenmemesi halini kapsar gibi görünmektedir. Önceki Yasa döneminde işlenmiş olup da 5237 sayılı Yasaya göre verilen adli para cezalarını içermediği izlenimi vermektedir. Oysa ki yasa koyucunun, hükümlüler arasında bu tür bir ayrım yaptığını söylemek doğru olmaz. Geçici 1. maddenin, infaz Yasasının diğer hükümlerine göre daha önce yürürlüğe girmesinin amacı da, 5237 sayılı Yasa dışındaki diğer ceza ve özel yasalarını 5237 sayılı Yasanın genel hükümlerine uyumlu hale getirmektir. Bu nedenle ‘… 5237 sayılı TCK’nın dışındaki…’ ibaresine yer vermiştir. Ancak sonradan, bu boşluğu doldurmak ve uygulamada karşılaşılacak sorunları gidermek amacıyla 5252 sayılı Yasanın 5. maddesine 5349 sayılı Yasa ile şu eklemeyi yapmayı uygun görmüştür: 5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesi ‘Ağır para cezasından dönüştürülen adli para cezasının ödenmemesi halinde, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesi hükümlerine göre hapis süresinin belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüz milyon Türk lirası esas alınır’ biçimindedir. Yine 5349 sayılı Yasanın 1 ve 3. fıkralarında değişiklik yapan 5349 sayılı Yasanın gerekçesinde, Yeni Türk Ceza Kanununda, 765 sayılı Türk ceza Kanunundan farklı olarak gün para cezası sistemi getirildiği, getirilen bu yeni sistem nedeniyle diğer kanunlarda yer alan ağır para cezalarının uygulanma esaslarının 5252 sayılı Yasanın 5. maddesinde düzen¬lendiği, kanunlarda öngörülen ağır para cezalarının adli para cezasına dönüştürüldüğü, ancak bu şekilde ağır para cezasından dönüştürülen adli para cezasının ödenmemesi durumunda yapılacak işlem hususunda tereddütlerin ortaya çıktığı, uygulamada ortaya çıkabilecek sorunları gidermek amacıyla maddeyle, sözkonusu para cezasının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevirmede bir gün karşılığı yüzmilyon Türk lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün getirildiği belirtilmiştir. Somut olayda, suç tarihi 01.11.2004’tür. Yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında lehe yasa olarak 765 sayılı Yasa kabul edilip uygulanmış olsaydı, ödenmeyen adli para cezasının 100 TL üzerinden paraya dönüştürülmesinde hiçbir tartışma olmayacaktı. Yargılama aşamasındaki lehe kanun uygulanmasını bertaraf edecek biçimde infaz aşama¬sında hükümlünün aleyhine sonuç yaratmak doğru olmaz. 5237 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması halinde de ödenmeyen adli para cezasının 100 TL üzerinden hapis cezasına dönüştürülmesi zorunludur. ‘Mahsup’ başlıklı 5237 sayılı TCK’nın 63. maddesinde de, adli para cezasına hükmedilmesi durumunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan indirim yapılacağı belirtilmiştir. Yargıtay Özel Dairelerinin de, 01.06.2005 tarihinden önce işlenen ve 5237 sayılı Yasanın uygulandığı durumlarda, ödenmeyen adli para cezasının 100 YTL üzerinden hapse dönüştürülmesi gerektiğine ilişkin bir çok kararı bulunmaktadır. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 14.07.2010 gün, 2010/16600-13850; 10. Ceza Dairesinin 14.04.2008 gün, 2008/5462-6055; 2. Ceza Dairesinin 29.06.2006 gün, 2006/610912757; 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 gün ve 2006/2735-11448 sayılı kararları bu doğrultudadır. Bu açıklamalar ışığında, sanık hakkında lehe olan 5237 sayılı Yasanın 158/1-4, 52, 62. maddeleri uyarınca hükmedilen 25.000 YTL adli para cezasının ödenmemesi üzerine, para cezasının 100 YTL üzerinden hapse çevrilerek infazının yapılması gerektiğine ilişkin Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin kararının yerinde olduğu düşüncesindeyiz. Açıklanan nedenlerle, yasa yararına bozma isteminde ileri sürülen neden yerinde görülmediğinden yasa yararına bozma isteminin reddi yerine yazılı biçiminde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır” gerekçeleri ile itiraz yasa yoluna başvurularak Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 01.10.2010 gün ve 231010513 sayılı kararının kaldırılması ve Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır: KARAR : Hükümlü S. S. hakkında, 23.12.2003-02.11.2004 tarihleri arasında işlediği “sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık” suçundan 5237 sayılı TCY hükümleri lehe kabul edilerek verilen hükümle ilgili olarak; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak kurulan hükümlerde, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan belirlenmiş gün para cezasının infaz aşamasında ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse çevrilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosyada, Hükümlü hakkında yapılan yargılama sonunda; lehe olduğu saptanan 5237 sayılı TCY’nın 158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 1.000 gün karşılığı adli para cezasına hükmedildiği, aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca verilen gün para cezasının günlüğü 30 YTL’den “30.000” YTL adli para cezasına dönüştürüldüğü, yine aynı Yasanın 62. maddesi uyarınca da sanığın sonuç olarak “2 yıl 6 ay hapis” ve “25.000 YTL adli para cezası” ile cezalandırılmasına karar verildiği görülmektedir. İnfaz sırasında ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesinin gerekmesi üzerine, Cumhuriyet Başsavcılığınca duraksama yaşanmış ve hapis cezasının hangi miktar üzerinden paraya çevrileceği hususunda mahkemeden bir karar istenmesi nedeniyle de Bolu Ağır Ceza Mahkemesince, doğrudan infazla ilgili olan bu konuda daha lehe olduğu gerekçesiyle paraya çevrilme işleminin 647 sayılı Yasa uyarınca ve günlüğü 100 TL’den yapılmasına karar verilmiş, bu karara yönelik itiraz da Düzce Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Yasa yararına bozma talebi Bolu ve Düzce Ağır Ceza Mahkemelerince verilen kararların isabetsizliğine ilişkin olup Özel Dairece de bu istem kabul edilerek adli para cezasının 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi uyarınca hapse çevrilmesi esası benimsenmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, bu karara karşı itiraz yasa yoluna başvurulmak suretiyle mahkemelerce verilen kararların doğru olduğu ileri sürülmüştür. Bu durumda ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülebilmesi için, paraya çevirme ve para cezasının ödenmemesi halinde ne yapılacağı konularında, 01.06.2005 tarihinden önce var olan ve bu tarihte ihdas edilmiş olan uygulamaların mahiyeti üzerinde durmak gerekmektedir. 01 Haziran 2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı cezadan paraya çevirme işlemlerinin 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapıldığı, bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde ise, tekrar hapse çevirme işlemlerinin 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca gerçekleştirildiği görülmektedir. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz. Ancak, üçmilyon liradan aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir. Haklarında Türk Ceza Kanununun 54 ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para cezaları kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu takdirde maddenin son fıkrası hükümleri uygulanır”. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 8. fıkrasında; “ Para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında yazılı olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca uygulanır”. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 10. fıkrasında ise; “Hükümlü, mahpus kaldığı, her gün için yedinci, fıkra uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan parayı öderse hapisten çıkarılır”. Hükümleri yer almaktadır. Görüldüğü üzere; 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre; a ) Paradan çevrilen hapis cezası mahiyeti itibarıyla “tazyik hapsi”dir. Bir başka deyişle, amaç para cezasını tekrar hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil edilebilmesi için hükümlüyü zorlamaktır. b ) Bu işlem Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmaktadır. c ) Hükümlü, kalan para cezasını ödemesi halinde hapisten çıkartılmaktadır. d ) Koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmasına bir engel bulunmamaktadır. e ) Bu uygulama açısından, para cezasının; hapisten çevrilmiş para cezası olması ile doğrudan verilmiş para cezası olması arasında hiçbir fark yoktur. f ) Para cezası hapse çevrilse bile, sonuçları açısından asıl ceza para cezası olarak kalmaktadır. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasalarla; para cezaları ile ilgili olarak önceki sistem terk edilerek yeni bir sistem oluşturulmuş; ancak bu yapılırken de, 5237 sayılı TCY’sı dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının tamamı sisteme uygun olarak değiştirilemediği için, başlangıçta ikili bir ayrım yapılmak suretiyle, 5237 sayılı TCY’nda düzenlenen para cezaları ve 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda düzenlenen para cezaları için farklı uygulamalar kabul edilmiştir. 5237 sayılı TCY’na göre para cezası verilmesi halinde, Yasanın 50 veya 52. maddelerinden biri ile uygulama yapılması zorunludur. Adli para cezasının 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesine göre belirlendiği durumlarda, suç tarihi ne olursa olsun, ödenmeyen adli para cezasının yine 50. madde uyarınca hapse çevrileceği, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemelere uygun olarak Ceza Genel Kurulu’nun 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı kararında açıkça kabul edilmiş, 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasanın 4. maddesiyle 5237 sayılı Yasanın 50. maddesinde yapılan değişiklik ve aynı Yasanın 5. maddesiyle 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinin 10. fıkrasının yürürlükten kaldırılması ile 50. madde uyarınca seçenek yaptırım olarak hükmedilen adli para cezası da 5275 sayılı Yasanın 106. maddesindeki esaslara tabi kılınmıştır. Burada çözümlenmesi gereken konu; 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca “doğrudan verilen adli para cezası”nın ödenmemesi durumunda ne yapılacağı ile ilgilidir. 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca “gün para cezası” sistemine göre doğrudan belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 50. maddedeki durumun aksine, 52. maddenin ve TCY’nın kendi içerisinde değil, 5275 sayılı CGTİY’nın 106. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. 106. maddenin 2. fıkrası; “Adli para cezasını içeren ilam Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adli para cezasının ödenmesi için hükümlüye 20. maddenin 3. fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder”, 3. fıkrası; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir”, 5. fıkrası; “Adli para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında yazılı olmasa bile üçüncü fıkra hükmü Cumhuriyet Başsavcılığınca uygulanır”, 7. fıkrası; “Adli para cezası yerine çektirilen hapis süresi üç yılı geçemez. Birden fazla hükümle adli para cezalarına mahkumiyet halinde bu süre beş yılı geçemez”, 8. fıkrası; “Hükümlü, hapis yattığı günlerin dışındaki günlere karşılık gelen parayı öderse hapisten çıkartılır”, 5738 sayılı Yasa ile değişik 9. fıkrası ise; “Adli para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverme hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adli para cezasıdır” biçimindedir. Görüldüğü üzere, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde yapılacak işlem de, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki işlemle benzerlik göstermektedir. Bu anlamda, yeni düzenlemede de bir “tazyik hapsi” sözkonusu olup para cezasının ödenmemesi halinde hapse çevirme işlemi C.savcısı tarafından yapılacak, para cezasının hapse dönüştürülmesinin ardından ödeme yapılması halinde de kişi hapisten çıkarılacaktır. Ancak, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki sistemden farklı olarak, paradan hapse çevirme yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülecek, ayrıca, bu durumda koşullu salıverme hükümleri de uygulana¬mayacaktır. Aynı ilke 5739 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik nedeniyle 5237 sayılı Yasanın 50. maddesi uyarınca hükmedilen adli para cezası için de geçerlidir. Yeni kurulan sistemde, 5237 sayılı TCY dışındaki yasalar uyarınca ve 647 sayılı Yasanın sistemine göre verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde ne yapılacağı sorunu da, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasanın geçici 1. maddesinde çözüme kavuşturulmuştur. 5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesinde; “Ağır para cezasından dönüştürülen adlî para cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirle¬rinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesi hükümlerine göre hapis süresinin belirlen¬mesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas alınır” 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde ise; “26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler” hükümlerinin bulunduğu görülmekte olup, her iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde; a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı konusunda ) yapılan atıf gereğince 5275 sayılı İnfaz Yasasının 106. maddesinin uygulanacağı, b ) 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları “gün para cezası” sistemine uymadıklarından, ödenmeyen para cezalarının hangi miktar üzerinden hapse çevrileceği konusunun başlangıçta bir sorun oluşturduğu düşünülebilirse de yasal düzenlemelerle bu husus çözümlenerek, hapse çevirme işleminin 100 TL üzeriden yapılacağının hüküm altına alındığı, Sonuçlarına varılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; 5237 sayılı TCY'nın 50/1. maddesi uyarınca verilmiş bulunan para cezalarına ilişkin olarak anılan sorunu çözmüş bulunan 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı Ceza Genel Kurulu kararının, 01 Haziran 2005 tarihinden önceki bir suça ilişkin olarak 52. madde uyarınca doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılacağı hususuna da ışık tuttuğu 5739 sayılı Yasa ile yapılan değişikliklerin de varılan bu sonucu doğruladığı, 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinin de 5237 sayılı Yasanın 50 veya 52. maddeye göre hangi miktar üzerinden paraya çevirme işlemi yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılması gerektiğini vurguladığı, Gerçekten de; 5237 sayılı TCY’nın 50 ve 52. maddeleri ile bu maddeler uyarınca verilmiş bulunan adli para cezalarının ne şekilde infaz edileceğini düzenleyen, 5275 sayılı CGTİY’nın 106. maddesinin, “bir sistemin ayrılmaz parçaları” oldukları ve yasa koyucunun önceki sistemde var olan karmaşık durumu basitleştirmek adına böyle bir düzenlemeye gittiği görülmektedir. Her ne kadar Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegeldiği üzere lehe yasanın belirlenmesinde, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken maddi ceza hukuku normlarıyla, hükmün infazına ilişkin normların birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği ile 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca verilmiş olan adli para cezasının ödenmemesi üzerine yapılacak olan hapse çevrilmesi işleminin tam bir infaz işlemi olduğu hususlarında kuşku bulunmamakta ise de; lehe yasanın en sağlıklı biçimde belirlenebilmesi için kabul edilmiş olan bu çözüm yolundan hareket edilerek, biri diğerini tamamlayan ve ikisi birlikte bir sistemi oluşturan iki yasal düzenlemenin ayrı ayrı ele alınması ve maddi ceza hukuku açısından lehe olan yasanın belirlenmesi sırasında 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uygulandıktan sonra, bu şekilde tayin edilen adli para cezasının, 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi ile infazı yerine, aynı Yasanın geçici 1. maddesine göre infazına karar verilmesi olanaklı değildir. Açıklanan nedenlerle; suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra olsun, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse çevirme işleminin, bu madde ile kurulması amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası olan 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi uyarınca yapılması zorunludur. Bunun dışında, belirtilen şekilde tayin edilmiş olan adli para cezalarının, daha lehe infaz hükümleri içerdikleri gerekçesiyle, 647 sayılı Yasa uyarınca veya 5275 sayılı Yasanın geçici 1 veya 5252 sayılı Yasanın 5/3. maddelerinden biri nazara alınarak hapse çevrilmesi olanaklı değildir. Bu itibarla, Özel Daire kararı isabetli bulunduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul üyesi ise; itirazın kabulü yönünde, karşıoy kullanmışlardır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE, 2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.11.2010 günü yapılan ilk müzakerede gerekli çoğunluk sağlanamadığından, 07.12.2010 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi. T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2010/11-246 K. 2010/266 T. 21.12.2010 • TENSİP ZAPTININ DÜZENLENMESİNE KATILAN HAKİM ( Aynı Dava Hakkında Verilen Hükme Yönelik Olarak Yasa Yararına Bozma Yasa Yoluna Başvurulması Üzerine Yargıtay Özel Dairesince Gerçekleştirilen İncelemeye ve İnceleme Sonunda Verilen Kararlara Katılabileceği ) • TENSİP KARARI ( Hakimin Sanığın Suçlu Olup Olmadığı Konusunda Düşünce Oluşturduğunu Gösteren Kararlardan Olmadığı ) • SANIĞA HABER VERİLMEKSİZİN ATANAN ZORUNLU MÜDAFİİN YÜZÜNE TEFHİM EDENİLEN HÜKÜM ( Tefhimde Hazır Bulunmayan Ancak Hükmü Temyiz Etme Hakkı Bulunanlar Yönünden Yanıltıcı Nitelikte Bir Eksiklik Olarak Değerlendirildiği ) • HÜKMÜN TEBLİĞİ ( Hükümlüden Habersiz Olarak Atanan Zorunlu Müdafiin Yüzüne Karşı Tefhim Edilen Hükmün Ayrıca Hükümlüye de Tebliğ Edilmesi Gerektiği ) 5271/m.23, 232/6 ) ÖZET : 1- İlk derece yargılama sırasında, sadece mahkemece yapılan ve sanık, müşteki ve tanıkların mahkemeye çağrılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının istenmesine ilişkin olan tensip zaptının düzenlenmesine katıldığı anlaşılan hakimin, aynı dava hakkında verilen hükme yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Özel Dairesi 'nce gerçekleştirilen incelemeye ve inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara katılmış bulunması; "tensip kararının", "hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluşturduğunu gösteren kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturmaz. 2-Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık, katılan ve katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu bildiriminde temyiz süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi, tefhimde hazır bulunmayan ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden yanıltıcı nitelikte bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. 3-Hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı tefhim edilen hükmün ayrıca hükümlüye de tebliğ edilmesi gerekir. DAVA : Sanık Bayram'ın, nitelikli dolandırıcılık suçundan, 765 sayılı TCY'nin 504/3, 80 ve 522. maddeleri uyarınca, 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, ( Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi )'nce verilen 25.04.2001 gün ve 99-190 sayılı hüküm, temyiz edilmeksizin 28.09.2001 tarihinde kesinleşmiştir. 01 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı TCY'nin yürürlüğe girmesi üzerine yapılan uyarlama yargılaması sonunda, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce 13.07.2005 gün ve 99-190 sayı ile; "765 sayılı TCY daha lehe olduğundan, sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, ancak; infazda ağır hapis cezasının hapis olarak, ağır para cezasının ise adli para cezası olarak gözönünde bulundurulmasına" karar verilmiş, Hükümlü tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce 13.02.2006 gün ve 535-754 sayı ile; "... 5252 sayılı Yasa'nın 9. maddesi 1. fıkrası uyarınca usulüne uygun şekilde duruşma açılıp anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca da hükümlünün 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80, 522. maddeleri gereğince cezalandırılmasına ilişkin kesinleşmiş mahkumiyet hükmü ile sonradan 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe hükmün belirlenip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde dosya üzerinde karar verilmesi,..." isabetsizliğinden bozulmuştur. Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce bu kez 02.05.2006 gün ve 105-114 sayı ile; "... Sanığın 5237 sayılı TCY'nin 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve infazın durdurulmasına... sanığın yokluğunda, sanık müdafi Av. Yurtseven'in yüzüne karşı, mütalaaya uygun, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere oybirliği ile..." karar verilmiş, gıyapta verilen bu hüküm katılan vekili ile sanığın zorunlu müdafiine tebliğ edildikten sonra, temyiz edilmediğinden bahisle 31.05.2006 tarihinde kesinleştirilmiştir. Kesinleşen hükümle ilgili olarak; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 25.07.2007 gün ve 39745 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.08.2007 gün ve 165250 sayılı ihbarnamesiyle; "... Dosya kapsamına göre, 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasında hapis cezası i/e birlikte beşbin güne kadar adli para cezası da öngörüldüğü halde, adli para cezasına hükmedilmemesinde, 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alanxAncak ( e ), ( f ) ve ( j ) bentlerinde sayılan hallerde hapis cezasının ait sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz' hükmünün 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanun'ia eklendiği, dolayısıyla, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunmayan aleyhe hükmün sanık hakkında uygulanamayacağı cihetle, anılan maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi gereğince iki yıl hapis cezasına hükmediimesi gerektiği gözetilmeden üç yıl hapis cezasına hükmoiunmak suretiyle fazla hapis cezası tayininde, İsabet görülmemiştir" nedenleri ile Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve 105-114 sayılı hükmü ile ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine; Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce 19.06.2009 gün ve 6941-7792 sayı ile; " ...İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü Bayram'ın suç tarihinde müdahii Naşide'nin çantasından çaldığı kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000 TL tutarında haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80. maddelerinin 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın da karşılığını oluşturan 245/1, 43. maddeleri ile karşılaştırma yapılarak lehe yasanın belirlenmesi yerine uygulama yeri bulunmayan 5237 sayılı TCK'nın 158/1-f madde ve fıkrası iie karşılaştırma yapılmış olduğu anlaşılmış olup, yukarıda açıklanan hukuka aykırılık nedeniyle CMK'nın 309. maddesi uyarınca Adalet Bakanlığı'nca Kanun Yararına Bozma istenip istenmeyeceğinin takdir ve ifası için dosyanın Yargıtay C.Başsavcılığı'na iadesine..." karar verilmiş, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 15.09.2009 gün ve 52502 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.10.2009 gün ve 225157 sayılı ihbarnamesiyle; "... Dosya kapsamına göre, sanığın suç tarihinde müdahii Naşide'nin çantasından çaldığı kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000 Türk Lirası tutarında haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 504/3, 80. maddelerinin 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda karşılığını oluşturan 245/1, 43. maddeleri ile karşılaştırma yapılarak lehe yasanın belirlenmesi yerine uygulama yeri bulunmayan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 158/1-f madde ve fıkrası ile karşılaştırma yapılmış bulunulmasında isabet görülmemiştir..." nedenleri ile yeniden yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce de, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayı ile; "... İncelenen dosya içeriğine göre, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen 25.04.2001 gün ve 2000/99 esas, 2001/190 sayılı kararıyla hükümlünün, katılan Naşide'nin çantasından çaldığı kredi kartını birden çok kez alışverişte kullanarak yüklenen suçu işlediğinin sübuta erdiği gerekçesiyle, mülga 765 sayılı TCK'nın 504/3. maddesi uyarınca ait sınırdan uzaklaşılmak suretiyle takdi ren ve teşdiden 3 yıl ağır hapis ve 4.840.700.000 TL ağır para cezası iie cezalandırıldığı, eylemin teselsül etmesi nedeniyle hürriyeti bağlayıcı cezasının aynı Yasa'nın 80. maddesinin uygulanması suretiyle 1/6 oranında artırılması sonucu 3 yıl 6 ay ağır hapis ve 4.840.700.000 TL ağır para cezası ile cezalandırıldığı, suça konu değerin suç tarihindeki ekonomik koşullar dikkate alınıp pek fahiş olarak değerlendirilmesi üzerine aynı Yasa'nın 522. maddesi iie cezasının takdiren 1/2 oranında artırılması iie hükümlünün sonuç olarak 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, cezanın infazı sırasında yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın lehe hükümlerinin uygulanması talebi üzerine, mahkemece bozma üzerine duruşma açılarak, hükümlünün olayda uygulama yeri olmayan 5237 sayılı TCK'nın 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca sonuç olarak 3 yıl 9 ay hapis cezası iie cezalandırıldığının anlaşılması karşısında; hükümlünün eylemine uyan 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80 ve 522. maddeleri iie 5237 sayılı TCK'nın 245/1, 43. maddelerinin karşılaştırılmasında 5237 sayılı TCK'nın uygulanması suretiyle yapılacak uyarlamanın her halükarda aleyhe sonuç doğuracağı anlaşılmakla; kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce bu itibarla yerinde görüldüğünden, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve 2006/105 esas, 2006/114 sayılı kararının CMK'nın 309. maddesi uyarınca aleyhe sonuç doğurmamak koşuluyla bozulmasına, hükümlü hakkındaki infazın 5237 sayılı TCK'nın 158/1-f-son ve 43. maddeleri ile hükmolunan 3 yıl 9 ay hapisten ibaret ceza üzerinden yerine getirilmesine, hükümdeki diğer hususların aynen muhafazasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine..." karar verilmiştir. Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 29.11.2010 gün ve 225157 sayı ile; "... İtiraz, öncelikle kesin hükümde değişiklik yargılaması sonucu verilen ve kanun yararına bozma konusu edilen Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve 2006/105-114 sayılı kararının kesinleşmediğine ve dolayısıyla kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin bulunmaktadır. Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 25.04.2001 tarihli 2000/99- 2001/190 sayılı mahkumiyet hükmünün kesinleşmesiyle sanık Bayram ve müdahil Naşide'nin sırasıyla vekilleri olan Avukatlar M.E. ve H.A. ile vekalet ilişkileri sona ermiş bulunmaktadır. Kararın kesinleşmesinden sonra bu vekalet ilişkisinin sürdüğüne ilişkin dosyada herhangi bir beyan, dilekçe veya başkaca belge bulunmamaktadır. Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin evrak üzerinde yaptığı inceleme sonucu verdiği kesinleşmiş hükümde değişiklik yargılamasına ilişkin 13.07.2005gün ve 2000/99-2001/190 sayılı ek kararın Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi tarafından bozulmasına müteakip yapılan tensip ile, hükümlü için müdafii tayin edilmesi için Ankara Barosu Başkanlığı'na müzekkere yazılmasına ve hükümlünün savunmasının alınması için talimat yazılmasına karar verilmiş, hükümlü Bayram'm beyanı 12.04.2006 tarihinde talimat yoluyla Baro tarafından görevlendirilen müdafii Avukat Tacettin'in huzurunda saptanmış, mahkemece yapılan ilk oturum sonucunda sanığın yokluğunda, tayin olunan zorunlu müdafii Avukat Yurtseven'in yüzüne karşı, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere kanun yararına bozma konusu edilen 02.05.2006 gün ve 2006/105-114 sayılı karar verilmiştir. Söz konusu karar, ilk yargılamada müdahilin vekili olan ve vekalet ilişkisi sona eren Avukat H.Ali'ye 23.05.2006 tarihinde tebliğ edilmiş, müdahil ile kendisine yargılamayı yapan mahkeme tarafından zorunlu müdafii tayin edildiğinden bilgisi bulunmayan sanığa tebliğ edilmemiştir. Kararın yasa yolu açıklamasında, yasa yoluna başvuru şekli gösterilmemesi ve yokluğunda karar verilenler yönünden yasa yolu süresinin başlangıcının tebliğden itibaren başlayacağının gözetilmemesi 5271 sayılı Yasa'nın 34/2, 231/2, 232/6. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Kararın, hükümlü ve müdahile yasa yolunun türü, süresi, şekli, merciini gösteren ve başvuru süresinin kararın tebliğinden itibaren başlayacağını içeren bir açıklama ile hükümlü ve müdahile tebliği gerekmektedir. Karar, müdahil ile hükümlüye tebliğ edilmemesi nedeniyle kesinleşmemiştir. Kesinleşmeyen karar, yasa yararına bozma incelemesine konu edilemeyeceğinden kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi yerine yazılı şekilde karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Kabule göre ise; kanun yararına bozma konusu edilen karar kesinleşmiş hükümde değişiklik yargılaması sonucu verilen bir karardır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.06.2006 gün ve 124-165, 04.07.2006 gün ve 128-177 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, kesin hükümde değişiklik yargılamasına ilişkin kararlar infaz aşamasında verilen ve infaza ilişkin hükümlerden olması nedeniyle aleyhe sonuç doğurmama ilkesinin geçerli olmadığı hükümlerdir. Dolayısıyla bu hükümlerin kanun yararına bozulması hükümlüler açısından aleyhe sonuç doğurabilir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 30.01.2007 gün ve 348-16 sayılı kararı da bu yöndedir. Hükmün bozulması sonucu hükümlü hakkında ilk kesinleşmiş hükümdeki cezayı geçmemek kaydıyla daha ağır bir ceza verilebilir. Bozma sonrası Yargıtay ilgili Dairesinin işin esasına hükmetme hak ve yetkisinin cezanın kaldırılması veya daha hafif bir ceza verilmesi ile sınırlı olmasından dolayı, Yargıtay Özel Dairesi'nin daha ağır bir cezaya hükmetme yetkisi bulunmamaktadır. Bu durumda, ilgili Dairece hükmün bozulmasına karar verilmesi ile yetinilmesi, bozma sonrasında daha ağır cezanın hükmü veren ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda verilmesi gerekmektedir. Somut olayda, hükümlünün 765 sayılı TCK'rnn 504/3, 80, 522. maddelerine mümas eylemi Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 30.03.2010 gün ve 2010/11-17-65 sayılı kararında belirtildiği üzere 5237 sayılı TCK'rnn 141/1. maddesinde yazılı hırsızlık iie 245/1. maddesinde yazılı banka veya kredi kartlarını kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır. Olaya uygulanacak hükümlerin karşılaştırılması sonucu lehe olan hüküm, 765 sayılı Kanun hükümleridir. Bu bağlamda, yerel mahkemenin kesinleşmiş ilk kararında sanık hakkında teşdiden ceza tayini yoluna gidildiği de gözetilerek Özel Daire'nin 5237 sayılı Kanun hükümlerinin hükümlü aleyhine sonuç doğuracağına ilişkin saptaması ve hükmü kanun yararına bozması isabetlidir. Ancak, hüküm kesinleşmiş mahkumiyette değişiklik yargılaması sonucu verilen bir hüküm olması nedeniyle aleyhe sonuç doğurmama ilkesinin geçerli olmayacağından yerel mahkeme hükmünün kanun yararına bozulmasına ve müteakip işlemlerinin mahalli mahkemesince yapılmasına karar verilmesi yerine hükmün aleyhe sonuç doğurmayacak bir biçimde bozulmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı düşünülmüştür..." gerekçeleri ile itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nin 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayılı kanun yararına bozma kararının kaldırılmasına, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve 205-114 sayılı hükmünün kesinleşmemesi nedeniyle Adalet Bakanlığı'nın kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi, talep edilmiştir. Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır: KARAR : İnceleme; hükümlü Bayram hakkındaki hükme hasren yapılmıştır. Hükümlü Bayram hakkında yapılan kesin hükümde değişiklik yargılaması sonunda, 02.03.2000 tarihinde işlediği eylem nedeniyle, dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı TCY'nin 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan uyuşmazlık; yasa yararına bozma yasa yoluna konu edilmiş bulunan hükmün, kesinleşmiş olup olmadığının belirlenmesi bağlamında, uyarlama yargılaması sırasında hükümlünün bilgisi haricinde atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı yapılan tefhim ile katılan vekiline yapılmış bulunan tebliğin, temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı ve yasa yolu bildiriminin yeterli olup olmadığının saptanmasına ilişkin ise de; ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sırasında ağır ceza mahkemesi üye hakimi sıfatıyla "sadece tensip zaptının hazırlanmasında" görev yaptığı belirlenen Hakim Saniye'nin, bu davaya ilişkin hükmün yasa yararına bozma yasa yolu başvurusuna dayalı olarak Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce incelenmesi üzerine verilen kararlara iştirak etmiş olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmayacağı hususunun öncelikle çözümlenmesi gerekmiştir. Bu durumda; çözümlenmesi gereken iki ayrı konu bulunmaktadır: 1- İlk derece mahkemesindeki yargılama sırasında tensip zaptının hazırlanmasına iştirak eden Hakim Saniye'nin, temyiz incelemesi sonunda Özel Daire'ce verilmiş olan karara da katılmış olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmayacağı sorunu: Dosya bu yönüyle incelendiğinde; Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Hakim Saniye'nin, bu mahkemenin 2000/99 esas sayılı dosyasının 10.04.2000 tarihli tensip kararına, katıldığı ve bu tensipte, müşteki, sanık ve tanıkların duruşmaya çağrılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının celbine karar verildiği, sonraki aşamaya ise katılmadığı, Daha sonra; anılan hakimin Yargıtay Üyeliğine atandığı, kesin hükümde değişiklik yargılaması sonucu verilen hükmün kesinleştirilmesi ve bu hükme yönelik olarak T.C. Adalet Bakanlığı'nca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'ne gönderilen dosyada, Dairece yapılan incelemede 19.06.2009 ve 14.10.2010 tarihlerinde Hakim Saniye'nin de katılımıyla iki ayrı karar verildiği, anlaşılmaktadır. 5271 sayılı CYY'nin, "Bir karar veya hükme katıları hakim, yüksek görevli mahkemece bu hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz" şeklindeki 23. maddesinin 1. fıkrası, 1412 sayılı CYUY'nin 22. maddesindeki benzer düzenlemeden bir noktada ayrılmaktadır: Buna göre, 22. maddede "Aleyhine Kanun yollarından birine müracaat edilmiş olan bir hükme iştirak eyleyen hakim mafevk mahkemesince bu hükme dair verilecek karara iştirak edemez" şeklinde yer alan düzenleme, 5271 sayılı CYY'de "hüküm" kelimesinin yanına "karar" kelimesi de eklenmek ve bir anlamda yasağın alanı genişletilmek suretiyle değiştirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesine göre; "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Burada konumuz açısından üzerinde durulması gereken husus, "tarafsız bir mahkeme" ilkesidir. Bu anlamda, özellikle ceza yargılamasında, işin esası hakkında karar veren yargıcın duruşma evresi tamamlanmadan önce davaya ilişkin başka roller üstlenip üstlenmediği hususu önem kazanmakta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce zaman zaman, bu aşamada verilen kararlarla, "tarafsız mahkeme" ilkesinin zedelendiğine karar verilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde; AİHM'nin, ihlal kararı vermek için yargıcın duruşma öncesinde yapmış bulunduğu yüzeysel değerlendirmeleri yeterli görmediği ve "duruşma yargıcının duruşmadan önce kişinin suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluşturup oluşturmadığı" kıstasından hareket ettiği görülmektedir. ( AİHM, Bulut. -Avusturya Davası, 22.02.1996 ) Bu bağlamda, yargıcın daha önceden bazı tedbirlere başvurmuş veya işlemler yapmış olmasının, esasa ilişkin olarak önceden belirlenmiş bir görüşe ulaştığını peşinen göstermeyeceği kabul edilmektedir. ( AİHM, Fey.-Avusturya Davası, 24.02.1993 ) Bunun yanında; usul yasamızdaki yasaklamanın "ilk derece mahkemesince verilen hükümlere" katılan hakimleri kapsadığında bir duraksama yaşanmamakta ise de; "karardan" ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak gerekmektedir. Zira, AİHM kararları da nazara alındığında; yüksek görevli mahkemede görev yapma yasağının sadece, önceki yargılama sırasında, "kişinin suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluştuğunu gösterir nitelikteki" kararlara katılan hakimleri kapsadığı kabul edilmelidir. Bunun dışında, hiçbir ayrım yapılmaksızın, önceki yargılama sırasındaki her türlü karara katılan hakimlerin, yüksek görevli mahkemede görev yapamayacağını söylemek ise düzenlemenin amacıyla bağdaşmamaktadır. Somut olayda; ilk derece yargılama sırasında, sadece Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce 10.04.2000 tarihinde yapılan ve sanık, müşteki ve tanıkların mahkemeye çağırılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının istenmesine ilişkin olan tensip zaptının düzenlenmesine katıldığı anlaşılan Hakim Saniye'nin, aynı dava hakkında verilen hükme yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce gerçekleştirilen incelemeye ve inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara katılmış bulunması; "tensip kararının", "hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluşturduğunu gösteren kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturmaz. Bu itibarla, ilk derece yargılaması sırasında, tarafları duruşmaya çağırmak ve basit bilgileri toplamak biçiminde duruşma öncesi tedbirleri almaktan ibaret tensip kararına katılmış olan Hakim Saniye'nin, aynı işle ilgili olarak yüksek görevli mahkemedeki inceleme ve karara da katılmış olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, oybirliğiyle kabul edilmiştir. 2- Hükmün kesinlesip kesinleşmediği sorunu: 5271 sayılı CYY'nin 309. maddesine göre; ancak, hakim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hüküm veya kararlarla ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulabilir. Dolayısıyla, bir hüküm ya da karara ilişkin olarak yasa yoluna başvuru yoluna gidilebilmesinin en önemli koşullarından birisi karar veya hükmün kesinleşmiş olmasıdır. Olayımızda ise, 02.05.2006 gün ve 105-114 sayılı hükmün kesinleşip kesinleşmediği hususunun üç ana başlık altında incelenmesi gerekmektedir: a- Yasa yolu bildirimindeki eksiklik: Dosya incelendiğinde; sanığın ve katılan ile katılan vekilinin yokluğunda, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin ise huzurunda tefhim edilen hükümdeki yasa yolu bildiriminin, "Dair, sanığın yokluğunda, sanık müdafii Av. Yurtseven'in yüzüne karşı, mütalaaya uygun, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup, anlatıldı" şeklinde olduğu görülmektedir. Ceza Genel Kurulu kararlarında duraksamasız olarak belirtildiği üzere; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 40/2. fıkrasında: "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" hükmüne yer verilmiş, Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CYY'nin; 34/2. maddesinde; "Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir", 231/2. maddesinde; "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir", 232/6. maddesinde ise; "Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir". Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır. Buna göre; gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu süresi, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. 5271 sayılı CYY'nin 40. maddesinin 1. fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı açıkça belirtilmiştir. Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki yasa yolu bildiriminin; yasa yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği, sonucuna varılmaktadır. Bu açıklamalar ışığında; Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık, katılan ve katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu bildiriminde bulunulurken temyiz süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi, tefhimde hazır bulunmayan ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden yanıltıcı nitelikte bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. b- Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında, kendisine zorunlu müdafii atandığından hükümlünün haberdar edilmemiş olması: Dosya bu yönüyle incelendiğinde; Soruşturma aşamasında bir avukat ile temsil edilmeyen hükümlünün, ilk derece yargılama sırasında kendisine vekaletnameli bir avukat atadığı, bununla birlikte ilgili avukatın 31.10.2000 günlü dilekçe ile davadan çekildiği, bu durumun da 24.11.2000 tarihinde hükümlüye tebliğ edildiği, ilk hükmün ilanen tebliğ edilmek suretiyle kesinleştirildiği, Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında ise; evrak üzerinde verilen ilk hükmün Yargıtay'ca usule ilişkin bir nedene dayalı olarak bozulması üzerine yapılan yargılama sırasında, Baroya yazı yazılarak hükümlüyü savunmak üzere bir avukatın görevlendirilmesinin istendiği, Aynı zamanda da, cezaevinde bulunduğu Edirne'de talimatla savunması alınan hükümlüye, savunma sırasında yanında bulunması için Av. Tacettin'in atandığı ve bu avukatın, talimatla ifadesi alındığı sırada hükümlünün yanında bulunmakla sınırlı bir görevi ifa ettiği, Yargılamanın yapıldığı Ankara Barosu'nca atanan Avukat "Yurtseven" isimli zorunlu müdafiiden ise hükümlünün hiçbir şekilde haberdar edilmediği, Keza, Av. Yurtseven'in, bozmadan sonra 02.05.2006 tarihinde yapılan ve hükmün tefhim edildiği tek celseye katıldığı, görülmektedir. Bahsedilen avukatın yüzüne karşı verilen bu hüküm ayrıca hükümlüye tebliğ edilmediği gibi Av. Yurtseven tarafından da temyiz edilmemiştir. Ceza Genel Kurulu'nun, 17.11.2009 gün ve 212-269 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında belirtildiği gibi; Mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, maddi olanakları elverişli olan sanık nasıl ki vekaletname vermek suretiyle dilediği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde müdafiliğini üstlenecek avukatı serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmekte olan davada kendisine müdafii olarak bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine zorunlu bir müdafii görevlendirileceğinin sanığa bildirilmediği ve sanığın bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da başka bir ifadeyle sanığın bu konudaki iradesinin dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün müdafii yanında sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu kabul edilmelidir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Mahkemenin istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar edilmeyen hükümlü açısından hukuksal sonuç ifade etmediği gibi, temyiz süresini de başlatmayacağından; öncelikle gerekçeli kararın, hakkında verilen karardan habersiz olan hükümlüye tebliğ edilmesi gerektiği düşünülmeden, yasa yararına bozma başvurusu üzerine Özel Daire'ce bir karar verilmiş olması isabetli bulunmamıştır. c- Katılan ile vekili arasındaki ilişkinin hükmün kesinleşmesinden sonra da devam edip etmediği ve buna bağlı olarak katılan vekiline yapılmış bulunan tebliğin, katılan yönünden temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı: Dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerden; katılan Naşide'nin ilk derece yargılama sırasında vekaletname ile atanmış Av. H.Ali tarafından temsil edildiği, bununla birlikte anılan avukatın ilk hükmün kesinleştiği 28.09.2001 tarihinden sonraki yargılamaya hiçbir şekilde iştirak etmediği, buna karşılık kesinleşip1 kesinleşmediği tartışılan ve katılan ile vekilinin yokluğunda verilen uyarlama hükmünün, bu avukata tebliğ edilmekle birlikte temyiz de edilmediği anlaşılmaktadır. Ceza Genel Kurulu'nun 13.05.2008 gün ve 101-113 sayılı kararında da ifade edildiği üzere; Sona erdirilmediği sürece devam ettiği kabul edilen vekalet sözleşmesinin aksine avukatlık sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir kabul, birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş yapan vekilden, kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında, o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak beklenemez. Şu durumda, yasal düzenlemelere uygun olanı, avukatlık sözleşmesinin hükmün kesinleşmesi ile sona ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece dahil edilmemelidir. Ancak, açıkça sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi halen devam ediyor olacağından, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için de aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bir şekle bağlı olarak yapılması şart olmayan bu sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla kurulabileceği gibi, vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir. Olayımızda ise; katılan ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin devam ediyor olma olasılığı bulunmakta ise de; vekilin, hükmün kesinleşmesinden sonra uyarlama yargılaması sırasında da görev yapması konusunda katılan ile vekili arasında "açık" veya "zımni" bir avukatlık sözleşmesi yapıldığına ilişkin bilgi ya da belge bulunmadığı gibi vekilin, müvekkili adına, onun kabul edebileceği bir işlemi gerçekleştirdiği ( örneğin hükmü temyiz ettiği ) de söylenemeyeceğinden, uyarlama hükmünün katılan vekiline tebliği yeterli olmayıp katılanın kendisine de tebliğ edilmesi gerekir. Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; yasa yolu bildiriminin yanıltıcı nitelikte eksiklik içermesi, hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı tefhim edilen hükmün ayrıca hükümlüye tebliğ edilmemesi ve aralarında bir avukatlık sözleşmesi bulunduğuna dair hiçbir bilgi ve belge bulunmamasına rağmen uyarlama yargılaması sonunda verilen hükmün, katılan yerine, katılan vekiline tebliğ edilmiş olması nedenleriyle; hükümlü ve katılan yönünden eski hale getirme yoluyla temyiz edilmesi halen olanaklı bulunmakla kesinleşmeyen hükümle ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulamaz. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına, yasa yararına bozma isteminin reddine, dosyanın, kararın ilgililere tebliğinin sağlanması için yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, 2-Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nin, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayılı kararının KALDIRILMASINA, 3-T.C. Adalet Bakanlığı'nın yasa yararına bozma isteminin hükmün henüz kesinleşmemiş olması nedeniyle REDDİNE, 4-Dosyanın, gerekçeli kararın "temyiz süresinin tefhimde hazır bulunmayanlar için tebliğden itibaren 7 gün olduğu" açıklamasıyla birlikte, hükümlü Bayram müdafii Av. Yurtseven'e, hükümlü Bayram'a ve katılan Naşide'ye tebliğinin sağlanması ile temyiz dilekçesi verilmesi halinde gereğinin yapılması için Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıma TEVDİİNE, 21.12.2010 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ E. 2010/6273 K. 2011/1607 T. 16.3.2011 • OLASI KASTLA ÖLDÜRME ( Sanıkların Yaptıkları Savunmaların Aynı Yönde Olduğu/Suç Atma Durumu da Olmadığından Menfaat Çatışması Bulunmadığı Sanıkların Evlilik Dışı Bebeği Issız Yere Terkederek Ölümüne Sebep Olmalarının Kasten Öldürme Olduğu ) • SANIKLAR ARASINDA MENFAAT ÇATIŞMASI ( Sanıkların Yaptıkları Savunmaların Aynı Yönde Olduğu - Suç Atma Durumu da Olmadığından Menfaat Çatışması Bulunmadığı ) • KASTEN BEBEK ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik Dışı Olan ve Erken Doğan Bebeğini Diğer Sanıkla Birlikte Issız Yere Bırakıp Öldürmelerinin Olası Kastla Değil Kasten Öldürme Olduğunun Gözetileceği ) • EVLİLİK DIŞI DOĞAN BEBEĞİ KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik Dışı Olan ve Erken Doğan Bebeğini Diğer Sanıkla Issız Yere Bırakıp Öldürmelerinin Olası Kastla Değil Kasten Öldürme Olduğu ) 5237/m. 21/2, 82/1 ÖZET : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıkların yaptıkları savunmalarının aynı yönde olması, olayda suç atma durumunun bulunmaması ve mevcut kanıt durumu karşısında, sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı gözetilmelidir. Sanığın kızının evlilik dışı olan ve erken doğan bebeğini, küveze konulması gerekirken diğer sanık ile birlikte alıp ıssız bir yerde bıraktıkları ve bebeğin öldüğü anlaşılmaktadır. Sanıkların eylem ve irade birliği içinde, eylemin işlenmesinde ortak hakimiyet kurarak bebeği kasten öldürme suçunu işledikleri kabul edilmelidir. DAVA : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıklar Yaşar ile İdris'in yapılan yargılanmaları sonunda: Hükümlülüklerine ilişkin ( Artvin Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 17.03.2010 gün ve 5/24 sayılı hüküm re'sen temyize tabi olmakla beraber duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından da istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle duruşmalı olarak incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi: KARAR : 1-Sanıklar Yaşar ve İdris'in yaptıkları savunmalarının aynı yönde olması, olayda suç atma durumunun bulunmaması ve mevcut kanıt durumu karşısında, sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı kabul edilmiş ve tebliğnamenin bu yöndeki bozma düşüncesi benimsenmemiştir. 2-Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçlarının sübutu kabul, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar müdafiilerinin ayrı ayrı duruşmalı incelemede ve temyiz dilekçesinde sübuta, suç vasfına, delillerin hatalı takdir edildiğine vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Oluşa ve dosya içeriğine göre; sanık Yaşar'ın olaydan yaklaşık on beş gün önce on yedi yaşındaki kızı Duygu'nun uygun görmedikleri bir ilişki sonucu hamile kaldığını öğrendiği, ancak bu durumun çevrelerinde hoş karşılanmayacağını düşünerek kızı Duygu'yu da yanına alıp memleketi Ordu'dan Trabzon'a gittikleri, sanık Yaşar'ın burada polis memuru olarak görev yapan akrabası sanık İdris'ten doğumun Trabzon'da yapılması ve bu durumdan kimsenin haberi olmaması hususunda yardım istediği, İdris'in kabul etmesi üzerine evinde kalmaya başladıkları, sanık Yaşar'ın bebekten kurtulmak için kendince yollar araştırdığı, bu amaçla bebeği aldırmak için kızı Duygu'yu özel bir muayenehaneye götürdüğü, ancak doğum yaptırılması gerektiğinin söylenmesi üzerine gerekli tetkik ve işlemler yapılarak olay günü saat 15.00 sıralarında sanık İdris'in aracıyla Duygu'yu T... F... Devlet Hastanesi'nin kadın doğum servisine getirdikleri, burada yapılan ameliyatla yedi aylık canlı bir kız bebek dünyaya getirildiği, ancak erken doğum nedeniyle küveze alınması gereken bebeğin boş küvez olmadığı için Trabzon Doğumevi'ne sevkedildiği, sanık Yaşar'ın bebeğin kendileri tarafından doğumevine götürüleceğini söyleyerek saat 17.00 sıralarında bebeği teslim alıp çıktığı, sanık İdris'e ait ve onun kullandığı araçla bebeğin sanıklar tarafından önce İdris'in evine getirildiği, burada bebekten nasıl kurtulacakları konusunda aralarında konuştukları, saat 18.00 sıralarında bebeği bir yere bırakmak amacıyla İdris'in kullandığı araca binerek yola koyuldukları, Trabzon'dan yaklaşık 160 km uzaklıktaki Artvin'in Hopa ilçesine yakın bir yerde saat 21.00 sıralarında durdukları, sanık Yaşar'ın bebeği battaniyeye sarılı bir şekilde yol kenarında bulunan ve en yakın yerleşim yerine uzaklığı yaklaşık 80 metre olan otlakların arasına bıraktıktan sonra sanıkların aynı araçla tekrar Trabzon'a döndükleri, bebeğin bir gün sonra tesadüfen oradan geçmekte olan tanık Osman tarafından ölü olarak bulunduğu, Adli Tıp Genel Kurulu'nun raporuna göre bebeğin "solunum yetersizliği sonucu öldüğünün" belirtildiği olayda; Sanıkların eylem ve irade birliği içinde hareket ederek, eylemin işlenmesi üzerinde ortak hakimiyet kurarak sanık Yaşar'ın alt soyundan olan yeni doğmuş bebeği kasten öldürme suçunu işledikleri anlaşıldığı halde sanık Yaşar'ın TCK'nın 82/1-d-e, 62, 53. maddeleri, sanık İdris'in 82/1-e, 62, 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları yerine, sanık Yaşar hakkında TCK'nın 82/1-d-e, 21/2, 62, 53. maddeleri, sanık İdris hakkında 82/1-e, 21/2, 62, 53. maddelerince hüküm kurulması, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, re'sen de incelemeye tabi hükümlerin kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), aleyhe temyiz olmadığından, CMUK'nın 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanıkların kazanılmış haklarının korunmasına, sanık İdris'e verilen cezanın miktarı ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak sanık müdafiinin tahliye isteminin reddine, 16.03.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ E. 2009/5531 K. 2011/1798 T. 23.3.2011 • KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş Ettiği 5237 S.K. Md. 82/1-e'nin Uygulanacağı ) • ÇOCUĞU KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş Ettiği - 5237 S.K. Md. 82/1-e'nin Uygulanacağı ) • HAKSIZ TAHRİK ( Sanığın Kardeşine Cinsel Saldırıda Bulunan Maktule Ateş Açıp Öldürdüğü/Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu Bilerek Ateş Açtığı Ölen Çocuğun Maktule Karşı Haksız Tahrik Oluşturacak Bir Eylemde Bulunmadığının Gözetileceği ) 5237/m. 29, 82/1-e ÖZET : Sanığın akıl hastası olan kardeşine cinsel saldırıda bulunan maktulle karşılaştığı, çocuğun ölebileceğini öngörmesine ve çevredekilerin çocuğa ilişkin uyarılarına rağmen, kucağında çocuk olan maktule, iki el arkadan ateş etmesi sonucu maktulün ve çocuğun öldüğü olayda; çocuktan kaynaklanan ve haksız tahrik oluşturan söz ve davranış bulunmadığı gözetilmelidir. Sanık "çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı" öldürme suçunu işlemekten mahkum edilmelidir. DAVA : Mustafa ile çocuk yaştaki Emirhan'ı kasten öldürmekten sanık Aydın'ın yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin ( Zonguldak Birinci Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 24.10.2008 gün ve 42/167 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi C.Savcısı, sanık müdafii ile müdahii vekili taraflarından istenilmiş, sanık müdafii duruşma da talep etmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle sanık hakkında duruşmalı, C.Savcısı ve müdahilin temyizleri üzerine incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi: KARAR : A )Sanık müdafiinin yasal süredeki temyizinden sonra 08.07.2009 tarihli dilekçe ile maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan hükmün onanmasını istediği anlaşılmakla, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 05.02.2008 tarih ve 2008/1-9/15 sayılı kararı uyarınca, dosyanın onanması istemini içeren ve usulünce çıkartılan vekaletnamesinde temyizden feragat yetkisi bulunan sanık müdafiinin bu istemi temyizden vazgeçme olarak kabul edildiğinden, sanık müdafiinin bu suça yönelen temyiz isteminin CMUK'nın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir. B )Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, bozma nedeni saklı kalmak kaydıyla oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, maktul Mustafa'yı öldürme suçunda tahrike ve her iki suçta takdire ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin duruşmalı incelemede ve temyiz dilekçesinde maktul Emirhan'ı öldürme suçunda sair nedenlere yönelen, katılan Şahizer vekilinin maktul Mustafa'yı öldürme suçunda suç vasfına, tahrik bulunmadığına ilişen, Cumhuriyet Savcısının maktul Mustafa'ya yönelik eylemin olası kastla işlendiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle; 1-Maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA, 2-Maktul Emirhan'ı öldürme suçundan kurulan hükme yönelik yapılan incelemede; Oluşa ve dosya içeriğine göre, maktul Mustafa'nın, olay öncesinde şizofren akıl hastalığı bulunan ve kendisine yönelik eyleme mukavemet edemeyecek durumda olan Hatice'ye cinsel saldırıda bulunduğu, bu olayın ölüm nedeniyle takipsizlikle sonuçlandığı, Hatice'nin kardeşi olan sanığın, olay günü av tüfeğini alarak fındık bahçesine gitmek için evden ayrılıp kardeşinin işlettiği bakkala uğradığı, kardeşi Ayhan, tanıklar Sezai, Birol ve Sinan'la konuştukları sırada maktul Mustafa'yı kucağında omzunun üstünden baş kısmı görünecek şekilde tuttuğu torunu maktul Emirhan olduğu halde yolda giderken arkasından gördüğü, duvarın kenarına dayadığı tüfeği alarak peşinden koşmaya başladığı, tanıkların "Aydın sakın yapma çocuk var" diye bağırmalarına rağmen, "Mustafa" diye bağırıp, kendisine tam olarak dönmesini beklemeden av tüfeği ile iki kez ateş ederek Mustafa'yı ve kucağındaki Emirhan'ı vurarak öldürdüğü, her iki maktulde de iki atışla mümkün av tüfeği saçma taneleri giriş yaralarının mevcut olduğu anlaşılmakla; a )Sanığın, maktul Emirhan'ın hayati bölgesinden isabet almasının muhakkak olduğunu öngördüğü halde ateş etmesi, küçük maktul Emirhan'dan kaynaklanan ve haksız tahrik oluşturan söz ve davranış bulunmaması da dikkate alınarak, 5237 sayılı TCK'nın 82/1-e, 62 ve 53. maddeleri uyarınca hüküm kurulması gerekirken, suçun niteliğinde hataya düşülerek, aynı Yasa'nın 30/2, 81, 29, 62 ve 53. maddeleri uyarınca ceza tayin edilmesi, b )Kabule göre de, sanık hakkında maktul Emirhan'a yönelik eylemden 5237 sayılı TCK'nın 30/1. maddesi uyarınca uygulama yapılırken eylemin taksirle öldürme olarak değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafii, Cumhuriyet Savcısı ve katılan Şahizer vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, hükmün tebliğnameden farklı düşünce ile ( BOZULMASINA ), sanığa verilen ceza miktarı ile tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak tahliye talebinin reddine, 23.03.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ E. 2010/39487 K. 2011/6193 T. 28.3.2011 • TEMYİZ SINIRININ BELİRLENMESİ ( Kararda Yer Alan Toplam Ceza Miktarının Dikkate Alınarak Belirleneceği ) • TOPLAM CEZA MİKTARI ( Temyiz Sınırının Toplam Ceza Miktarı Dikkate Alınarak Belirlenmesi Gerektiği ) • KUMAR OYNANMASI İÇİN YER VE İMKAN SAĞLAMA ( Temyiz Sınırının Verilen Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Belirleneceği ) • ADLİ PARA CEZASI ( Kumar Oynanması İçin Yer ve İmkan Sağlama - Temyiz Sınırının Verilen Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Tespit Edileceği ) 5237/m.228 1412/m.305 ÖZET : Suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezaların tamamının tek bir hükmü meydana getirdiği; hükmün içinde birden fazla cezanın bulunduğu hallerde, temyiz sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam ceza miktarına bakılması gerektiği ve sanığa somut olayda kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan verilen toplam adli para cezasının miktarı dikkate alınmalıdır. DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.07.2008 tarih ve 2008/3-173, 2008/190 sayılı kararında da belirtildiği üzere bir suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezalardan her biri ayrı bir hüküm oluşturmayıp, bu cezaların tamamının tek bir hükmü meydana getirdiği; bu nedenle de; hükmün içinde birden fazla cezanın bulunduğu hallerde, temyiz sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam ceza miktarına bakılması gerektiği ve sanığa somut olayda kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan verilen toplam adli para cezasının miktarı 2400 YTL olduğundan hükmün 1412 sayılı CMUK'nın hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 305/1. maddesi uyarınca hüküm tarihine göre temyizi mümkün olduğu belirlenerek yapılan incelemede, SONUÇ : Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün ( ONANMASINA ), 28.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ E. 2009/37683 K. 2011/5070 T. 14.3.2011 • UYARLAMA YARGILAMASINDA ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Hükmün Kesinleştiği - Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı ) • ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Cezanın İnfazı Aşamasında Yapılan Uyarlama Yargılamasında Şikayetten Vazgeçmenin Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı Davanın Düşürülmesine Karar Verilemeyeceği ) • DAVANIN ŞİKAYETTEN VAZGEÇME NEDENİYLE DÜŞÜRÜLMESİ ( Hüküm Kesinleştikten Sonra Uyarlama Yargılamasında - Hukuka Aykırı Olduğu ) 5237/m.7, 73 ÖZET : Hükmün kesinleşmesinden sonra yapılan uyarlama yargılanmasında şikayetten vazgeçme cezanın infazına engel olmayacağından, davanın şikayetten vazgeçme nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi hukuka aykırıdır. DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Sanık hakkında ceza kararnamesiyle verilip kesinleşen 24.12.2004 tarih ve 2004/856-623 sayılı hükmün infazı aşamasında Cumhuriyet Savcılığı tarafından 5237 sayılı TCK hükümleri uyarınca uyarlama talep edilmesi üzerine mahkemenin duruşma açarak yaptığı yargılama sonucunda mağdurenin şikayetten vazgeçmesi üzerine davanın 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmiş ise de; 5237 sayılı TCK'nın 73. maddesinin 4. fıkrası uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçmenin cezanın infazına engel olmayacağının belirtilmesi karşısında sadece lehe olan kanunun belirlenmesi için yapılan uyarlama yargılaması sırasında kesinleşen hükme konu davanın düşürülmesine karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), 14.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ E. 2008/20253 K. 2009/22236 T. 10.12.2009 • LEHE KANUN UYGULAMASI ( 6831 Sayılı Kanun'a Aykırılık - 6831 S. Yasa'da Getirilen Köklü Değişikliklerin ve Ceza Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün Halinde Değerlendirme Sonucu Sanık Lehine Uygulanması Gerektiği ) • ORMAN KANUNU'NA AYKIRILIK ( Yasa'da Getirilen Köklü Değişikliklerin ve Ceza Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün Halinde Değerlendirme Sonucu Sanık Lehine Uygulanması Gerektiği ) 5237/m.7 ÖZET : Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa'yla, özel nitelikte olan 6831 sayılı Yasa'da getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu sanık lehine uygulanması gerekliliği değerlendirilmelidir. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşülüp düşünüldü: KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi: Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede: Koşulları oluşmadığından CMK'nın 231. maddesinin uygulama olanağı bulunamamıştır. Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'la, özel nitelikte olan 6831 sayılı Orman Kanunu'nda getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesi dikkate alınarak sanık lehine uygulanması gerekliliği bu hususun mahalli mahkemece değerlendirilmesi lüzumu, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdahil idarenin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün başkaca yönleri incelenmeksizin ( BOZULMASINA ), 10.12.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ E. 2009/19735 K. 2010/21133 T. 20.12.2010 • İŞGAL VE FAYDALANMA ( Sanık Hakkında Dava Açıldığı Tarihte Hukuki Kesinti Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı Sonradan Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu ) • HUKUKİ KESİNTİ ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma Dolayısıyla Dava Açıldığı Tarihte Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı Sonradan Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu ) • AYNI YERİ İKİNCİ KEZ İŞGAL ETMEK ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma Dolayısıyla Dava Açıldığı Tarihte Hukuki Kesinti Gerçekleştiğinden Sonradan Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu ) 6831/m.93 ÖZET : Sanık hakkında işgal ve faydalanma dolayısıyla dava açıldığı tarihte hukuki kesinti gerçekleştiğinden, aynı yeri ikinci kez işgal etmekten dolayı sonradan açılan dava yeni bir suç oluşturur. DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak, gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, Ancak; Sanık hakkında devlet ormanında işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı 10.02.2006 tarihli iddianame ile dava açıldığı ve hukuki kesintinin gerçekleştiği, sanığın aynı yeri ikinci kez işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı da 09.01.2007 tarihli iddianame ile açılan davanın yeni bir suç oluşturacağı gözetilmeden, sanığın mahkumiyeti yerine yazılı gerekçe ile açılan kamu davasının reddine karar verilmesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, müdahil idare vekili ile mahalli C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi ( BOZULMASINA ), 20.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ E. 2009/28222 K. 2010/1218 T. 2.2.2010 • İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA ( Kamu Davasını Açmaya Yeterli Şüphe Oluşturacak Delil Elde Edildiğinde İddianame Düzenleneceği - Yapı Tatil Tutanağının Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği ) • YAPI TATİL TUTANAĞI ( Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği ) • İDDİANAMENİN İADESİ ( Yapı Tatil Tutanağının Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği ) 5271/m.83, 170, 174 ÖZET : CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip ya da istinabe olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısı tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik incelemeyi içeren bilirkişi raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması yasa gereğidir. CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde yapı tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması nedeniyle iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen eksiklik aynı Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan bilgiler kapsamında değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazı inceleyen merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir. DAVA : İmar kirliliğine neden olma suçundan şüpheli hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda Orhangazi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 08.06.2009 tarihli ve 2009/703 sokturma, 2009/497 sayılı iddianamenin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170. maddesine uygun bulunmadığından bahisle aynı Kanunun 174/1. maddesi gereğince iadesine dair Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesinin 22.06.2009 tarihli ve 2009/262 sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.07.2009 tarihli ve 2009/510 değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 09.11.2009 gün ve 62994 sayılı yazı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2009 gün ve 272045 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi: Tebliğnamede “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170/3. maddesinde iddianamede nelerin gösterileceği, aynı Kanun'un 174/1. maddesinde ise iddianamenin hangi hallerde iadesine karar verileceğinin belirtildiği, olay yeri incelemesi yapılmadan ve bilirkişi raporu aldırılmadan dava açılmasının iddianamenin iadesi sebebi yapılamayacağı gibi, anılan Kanun'un 170/2. maddesi gereğince; “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; C.Savcısı, bir iddianame düzenler.” hükmü gereğince soruşturma evresi sonunda toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması durumunda C. Savcısının kamu davası açması gerekeceği, somut olayda da suça konu binaya ilişkin tutanak tutulduğu, ruhsat ve planın getirildiği C.Savcısı tarafından toplanan delillerin kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturması sebebiyle iddianame düzenlenmiş olması karşısında itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir. Gereği görüşüldü: KARAR : 5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının 174/1. maddesinde; “Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde sorutturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle; a ) 170. maddeye aykırı olarak düzenlenen, b ) Suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut delil toplanmadan düzenlenen, c ) Önödemeye veya uzlaşmaya tabi olduğu soruşturma dosyasından açıkça önödeıne veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianamenin C. Başsavcılığına iadesine karar verilir.” Aynı Yasanın 170/3. maddesinde; "Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede; a ) Şüphelinin kimliği, b ) Müdafii, c ) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği» d ) Mağduran veya suçtan zarar görenin vekili veya kanuni temsilcisi, e ) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği, f ) Şikayette bulunan kişinin kimliği, g ) Şikayetin yapıldığı tarih, h ) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, i ) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, j ) Suçun delilleri, k ) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı, tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri, gösterilir.” hükümleri yer almaktadır. Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesince CYY'nin 170 ve 174/1. maddesi uyarınca verilen iddianamenin iadesi kararının gerekçesi, imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasına ilişkin olarak davaya konu yapının imara aykırı olup olmadığı noktasında inceleme yapılmaması ve buna ilişkin teknik rapor alınmaması nedenine dayandırılmıştır. Yasa koyucu, iddianamenin iadesine ilişkin düzenlemede, iade nedenleri açısından sayma yöntemini benimseyerek iade işlemlerini sınırlandırma iradesini açıkça ortaya koymuştur, iddianamenin iadesine gerekçe olarak gösterilen eksiklik, yapının imara aykırı olup olmadığına ilişkin bilirkişi raporunun alınmamasıdır. CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip ya da istinabe olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısı tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik incelemeyi içeren bilirkişi raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması yasa gereğidir. CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde yapı tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması nedeniyle iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen eksiklik aynı Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan bilgiler kapsamında değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazı inceleyen merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir. SONUÇ : Yargıtay C. Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, yapılan açıklamalar ışığında yerinde görüldüğünden, Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesinin iddianamenin iadesi kararına kargı yapılan itirazın reddine ilişkin, Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen 02.07.2009 tarih ve 2009/510 değişik iş sayılı kararın, 5271 sayılı CYY'nin 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı yasa maddesinin 4-a fıkrası gereğince, sonraki işlemlerin yerinde tamamlanmasına, 02.02.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ E. 2008/10010 K. 2010/5837 T. 31.3.2010 • TEHDİT ( Objektif Olarak Korku Yaratacak Nitelikte Bulunması Nedeniyle Suçun Oluştuğu - Sanığın Tartışma Sırasında Mağdureye "Seni Öldüreceğim Sakat Bırakacağım" Sözleri ) • KAVGA SIRASINDA ÖFKE İLE SÖYLENEN TEHDİT SÖZLERİ ( Yasal İndirim Nedeni Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı ) • KAST ( Kavga Sırasında Öfke İle Söylenen Tehdit Sözlerinin Yasal İndirim Nedeni Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı ) 5237/m.106 ÖZET : Tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunması nedeniyle atılı suçun oluştuğu gözetilmelidir. Kavga sırasında öfke ile söylenen tehdit sözlerinin yasal indirim nedeni olarak kabulü olanaklı olup, bu durum kastı ortadan kaldırmaz. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: KARAR : 1-Yaralama suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre hükmün temyiz edilemez olduğu, anlaşıldığından, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1 ve 1412 sayılı CYY'nin 317. maddesi uyarınca o yer C.Savcısının tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE, 2-Tehdit suçuna ilişkin temyize gelince, Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi: Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez. Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup, suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur. Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin ( gazabın ) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir. Bu açıklamalar karşısında, sanığın tartışma sırasında mağdureyi "seni öldüreceğim, sakat bırakacağım" biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında, öfkenin suç kastını kaldırmayacağı, tehdit suçundan tasarlama öğesinin bulunmadığı ve tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunduğu gözetilmeden, atılı suçtan mahkumiyeti yerine yasal olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş ve o yer C.Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden ( HÜKMÜN BOZULMASINA ), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 31.03.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ E. 2010/4251 K. 2011/677 T. 14.2.2011 • JANDARMA KARAKOL KOMUTANI SANIĞIN İŞYERİNE RUHSAT VERİLMESİ İŞLEMLERİ İÇİN PARA ALMASI ( İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan Sanığın Eyleminin İrtikap Olarak Kabul Edilemeyeceği ) • İRTİKAP ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan Sanığın Eyleminin İrtikap Olarak Kabul Edilemeyeceği ) • GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın Ruhsat Vermeye Yetkili Olmadığı ve İcbar Teşkil Eden Hareketi Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanma Olduğu ) • YETKİLİ OLMADIĞI İŞLEM İÇİN PARA İSTEYEN KAMU GÖREVLİSİ ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın Ruhsat Vermeye Yetkili Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanma Olduğu ) 5237/m. 240, 250 ÖZET : Jandarma merkez karakol komutanı sanığın müştekinin açacağı işyerine ruhsat verilmesi işlemleri için para aldığı anlaşılmaktadır. Sanığın icbar boyutuna varan bir davranışı bulunmadığından irtikap suçu oluşmamıştır. Sanığın ruhsat verme yetkisinin de bulunmaması karşısında eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmelidir. DAVA : İrtikap suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan beraetine dair, ( Antalya Birinci Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 02.07.2008 gün ve 2005/238 Esas, 2008/288 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi o yer C.Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Müşteki beyanlarına, tanık anlatımlarına, savunmaya, olaya ilişkin tutanaklara ve dosya içeriğine göre K... İlçe Jandarma Merkez Karakol Komutanı olarak görev yapan sanığın müştekinin açacağı işyerine ruhsat verilmesi işlemleri için para aldığının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK'nın 250/1. maddesindeki düzenlemeye nazaran da cebri irtikap suçunun oluşması için kamu görevlisinin görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar etmesi gerektiği, somut olayda sanığın yasanın öngördüğü anlamda icbar boyutuna varan bir davranışı bulunmadığı, bu itibarla irtikap suçunun yasal unsurunun oluşmadığı, sanığın ruhsat verme yetkisinin de bulunmaması karşısında eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı, ancak bu suçun 765 sayılı TCK'nın 240/2. maddesinde öngörülen cezanın üst sınırı itibariyle aynı Kanun'un 102/4 ve 104/2. maddelerinde belirlenen yedi yıl altı aylık asli ve ilave dava zamanaşımına tabi olduğu, suç ve inceleme tarihleri arasında bu sürenin gerçekleştiği anlaşıldığından, hükmün 5237 sayılı TCK'nın 7/2. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gözetilmek suretiyle CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), SONUÇ : Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Yasa'nın 322/1 ve 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE, 14.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ E. 2008/5532 K. 2011/712 T. 14.2.2011 • ÇOCUĞUN NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMARI ( Mağdur Çocuğun Dinlenmesi Sırasında Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı - Çocuğun Adli Tıp Muayenesi Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği ) • MAĞDUR ÇOCUĞUN DİNLENMESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı Çocuğun Dinlenmesi Sırasında Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı ) • SOSYAL İNCELEME RAPORU ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Sanıklar Hakkında Sosyal İncelem Raporu Alınacağı/Alınmazsa da Nedeninin Gerekçede Gösterilmesi Gerektiği ) • ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Muayene Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği ) • MAĞDUR OLAN ÇOCUĞUN ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Muayene Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunacağı ) 5237/m.103 5271/m.236 2659/m.23 5395/m.35 ÖZET : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarında, mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında uzman bir kişi bulundurulmalıdır. Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin karar yerinde gösterilmemesi hukuka aykrıdır. Suç tarihinde çocuk olan mağdurun Adli Tıp tarafından muayenesi sırasında, çocuk psikiyatri uzmanı bulundurulması gerekir. DAVA : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından sanıklar Ahmet ve Hasan'ın yapılan yargılanmaları sonunda; ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mahkumiyetlerine dair, ( Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 01.11.2007 gün ve 2006/106 Esas, 2007/227 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafiileri taraflarından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulmayarak CMK'nın 236/3. maddesine muhalefet edilmesi, Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin karar yerinde gösterilmemesi suretiyle 5395 sayılı Yasa'nın 35. maddesine muhalefet edilmesi, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 11.05.2010 gün ve 2010/4-110 sayılı kararına ve Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 7 ve 23. maddelerine göre suç tarihinde çocuk olduğu anlaşılan mağdurun muayenesi ve hakkındaki raporun düzenlenmesi sırasında, inceleme konusunun uzmanı olan çocuk psikiyatrisi uzmanı bulundurulması gerektiği gözetilmeden usulüne uygun teşekkül etmeyen İhtisas Kurulu raporuna itibar edilerek sanıklar hakkında TCK'nın 103/6. maddesinin uygulanmasına karar verilmesi, SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafiilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 14.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ E. 2008/26402 K. 2010/14106 T. 21.9.2010 • KISA SÜRELİ HAPİS CEZASINA SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Çevrilirken Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği ) • BİR ETKİNLİĞİ YAPMAKTAN YASAKLANMA ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza Seçenek Yaptırıma Çevrilirken Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği ) • SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği ) 5237/m.50/1 ÖZET : Kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı ceza seçenek yaptırıma çevrilirken kütüphanede kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma olarak kabul edilemeyeceği gözetilmelidir. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: KARAR : Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının ( d ) bendindeki düzenlemenin, "...belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma..."yı öngördüğü, yasada geçen "etkinlik" kavramının ise, "...insanın, çevresiyle arasındaki ilişkileri düzenleyen her türlü eylem-çalışma, iş yapma, işlerlik ve devinimi" ifade ettiği, bu nedenle kütüphanede kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma olarak kabul edilemeyeceği gözetilmeden, sanık hakkında belirlenen kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı hapis cezasının, 5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının ( d ) bendi gereğince, "sanığın 3 ay 10 gün süreyle haftada 2 gün günde 2 saat kütüphanede kitap okuma" seçenek yaptırımına çevrilmesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık savunmanının temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak ( BOZULMASINA ), 21.09.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ E. 2010/5158 K. 2010/20925 T. 21.12.2010 • YAĞMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet İmzalatma Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacak Söz Konusu Olmadığı ) • BİR HUKUKİ ALACAĞIN TAHSİLİ AMACIYLA YAĞMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet İmzalatma - Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağın Söz Konusu Olmadığı ) • ZORLA SENET İMZALATMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürerek İmzalatması Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacak Söz Konusu Olmadığı ) • TEK SUÇ ( Sanıkların Her İki Katılana Bir Senet İmzalatmaları Tek Bir Yağma Suçunu Oluşturduğu ) 5237/m.149/1, 150/1 ÖZET : Daha önce birlikte yaşadığı katılana aldığı gayrimenkulleri geri almak için katılanları konutlarından alıp olay yerine götürüp zorla senet imzalatma biçimindeki yağma eyleminde bir hukuki ilişkiye dayanan alacak söz konusu değildir. Sanığın yağma suçu nedeniyle TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve fıkraları yerine, aynı Yasa'nın 150/1. maddesi yollaması ile tehdit suçuyla uygulama yapılması, isabetsizdir. Sanıkların her iki katılana bir senet imzalatmaları tek bir yağma suçunu oluşturur. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm sanıklar savunmanları tarafından duruşmalı olarak da temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: KARAR : Cezanın türü ve süresine göre sanıklar savunmanlarının duruşmalı inceleme isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollaması ile 1412 sayılı CMUK'nın 318. ( 5271 sayılı CMK 299 ) maddesi uyarınca REDDİNE, Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu'nun takdirine göre, suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-Hükümde, sanık Göral'ın isminin yanlış yazılması, 2-Özgürlüğü kısıtlama suçuyla ilgili, Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşü alınmadan hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 216. maddesine aykırı davranılması, 3-Sanık Fazıl'ın; kardeşi Yüksel'in daha önce birlikte yaşadığı katılan Zübeyde'ye almış olduğu gayrimenkulleri tekrar geri almak için, diğer sanıklarla birlikte katılanları konutlarından alarak olay yerine götürüp, silah tehdidi ile zorla senet almaları şeklinde gerçekleşen eylemde; sanık ile katılanlar arasında bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın bulunmadığı gözetilmeden, sanığın yağma suçu nedeniyle TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve fıkraları yerine, aynı Yasa'nın 150/1. maddesi yollaması ile tehdit suçuyla uygulama yapılması, 4-Sanıkların, katılan Zübeyde'ye alınan gayrimenkulleri tekrar geri almak için, silah tehdidi ile her iki katılana bir adet senet imzalatmaları, tek bir yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeyerek, katılan sayısınca yağma suçundan hüküm kurulması, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar Göral, Zekeriya, Aydın ve Fazıl savunmanlarının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle kısmen istem gibi ( BOZULMASINA ), 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'nın 326/son maddesi gereğince sanık Fazıl'ın ceza süresi bakımından kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 21.12.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ E. 2008/17189 K. 2011/2141 T. 16.2.2011 • TAKDİRİ İNDİRİM ( Sanığın Yargılama Sırasındaki Davranışlarının Takdiri İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının Hukuka Aykırı Olduğu ) • SANIĞIN YARGILAMA SIRASINDAKİ DAVRANIŞLARI ( Takdiri İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasının Uygulanmamasının Hukuka Aykırı Olduğu ) • HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI ( Sanığın Davranışlarının Takdiri İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının Hukuka Aykırı Olduğu ) 5271/m.231 5237/m.62 ÖZET : Sanığın yargılama sırasındaki davranışları takdiri indirim nedeni kabul edilirken sanığın duruşmadaki davranışları olumsuz nitelendirilip hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının aynı gerekçeyle uygulanmaması çelişki oluşturmakta olup hukuka aykırıdır. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Sanığın yargılama sürecindeki davranışları olumlu görülerek 5237 sayılı Yasa'nın 62. maddesine göre indirim yapıldığı halde, sanığın duruşmadaki davranışları olumsuz nitelendirilip CMK'nın 231. maddesinin uygulanmaması suretiyle çelişki yaratılması ve suçun niteliği gereği 5271 sayılı CMK'nın 231/6- c maddesinde düzenlenen "suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi koşulunun aranmayacağı gözetilmeksizin sanık hakkında kamu üzerinde meydana gelen bozulmaya ilişkin zararı tazmin edemeyeceği biçimindeki yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmaması, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 16.02.2011 günü oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ E. 2010/12041 K. 2011/2181 T. 1.3.2011 • ZİMMET ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de Gözetilerek Davaların Birleştirileceği ) • ZİNCİRLEME SUÇ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği ) • DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği ) 5411/m. 160 5237/m. 43 ÖZET : Zimmet suçundan sanık aynı bankaya ait iki ayrı şubedeki Elektrik Kurumlarına ait hesaplardan para çekmiş ve her iki şubedeki eylemleri nedeniyle hakkında aynı mahkemede iki ayrı dava açılmıştır. Sanığın eylemlerinin zincirleme biçimde zimmet suçunu oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilmesi gerekir. DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : 08.02.2008 tarihinde vezneden aldığı paralarla habersizce ayrılıp bir daha dönmemesi üzerine yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda sanığın S... ve Ş... şubelerinde TEDAŞ, BOTAŞ ve TEİAŞ hesaplarından zimmete konu eylemleri gerçekleştirdiğinin tespit edilmesi üzerine her iki şubedeki eylemleri nedeniyle aynı mahkemede iki ayrı dava açılmış ise de, Yargıtay CGK'nın 20.04.1999 gün ve 1999/61-74 sayılı Kararında belirtildiği gibi aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir. Önceki ve sonraki eylemler arasında sübjektif bir bağlantı, aynı suç işleme kararı bulunduğunu gösterir. Sanığın 2006-2008 yılları arasında aynı bankanın iki ayrı şubesinde görevli iken gerçekleştirdiği eylemlerinin en sonuncusu 08.02.2008 tarihli olup, her iki davaya ait iddianamelerin de bu tarihten sonra düzenlendiği ve böylece dava konusu eylemler arasında hukuki bir kesintinin de söz konusu bulunmadığı, eylemlerinin zincirleme biçimde zimmet suçunu oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün sair yönleri incelenmeksizin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca istem gibi ( BOZULMASINA ), 01.03.2011 günü oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ E. 2009/38 K. 2011/1280 T. 16.2.2011 • ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11 Adet Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu ) • GÖREVLİ MAHKEME ( 6136 S. Yasa'ya Aykırılık - Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11 Adet Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu ) • RUHSATSIZ YASAK NİTELİKTE MERMİ TAŞIMAK ( Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma Görevini Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu ) 6136/m.13/4 5235/m.10 ÖZET : Ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan açılan kamu davasındaki eylem ile ilgili davaya bakma görevi Sulh Ceza Mahkemesine aittir. DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Sanık hakkında ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan açılan kamu davasındaki eylemin 6136 sayılı Yasa'nın 13/4. madde ve fıkrasına aykırılık oluşturacağı, anılan madde hükmünde öngörülen cezanın üst sınırının 6 ay hapis olarak belirlendiği ve davaya bakmanın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 10. maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, görevsiz Asliye Ceza Mahkemesinde yargılamaya devamla yazılı biçimde hüküm kurulması, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı sonuçta istem gibi ( BOZULMASINA ), 16.02.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ E. 2008/18844 K. 2010/14089 T. 15.12.2010 • ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik Sonrasında Silahın Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine Olanak Verildiği ) • RUHSATSIZ SİLAH TAŞIMAK ( Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik Sonrasında Silahın Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine Olanak Verildiği ) 6136/m.13/1 ÖZET : Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. maddesinde yapılan değişiklik sonrasında, silahın fatura tarihinden itibaren 60 gün süreyle taşınabilmesine olanak verildiği gözetilmelidir. DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Temyizin müsadereye hasredildiği anlaşılmakla suça konu silahın bilinen değeri itibariyle yapılan incelemede; 21.03.1991 tarihli ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. maddesinde yer alan "silaha ait faturanın 7 gün süreyle yol belgesi yerine geçeceğine" ilişkin hüküm, 29.12.1999 gün ve 1999/13749 sayılı Yönetmelikle değiştirilerek "silaha ait faturanın silahın menşei belgesi olup, düzenlendiği tarihten itibaren 60 gün süre ile geçerli olacağı" belirtilerek, silahın fatura tarihinden itibaren 60 gün süreyle taşınabilmesine olanak verdiği, sanığın da 26.02.1999 tarihli fatura ile satın aldığı silahını 60 günlük süre dolmadan 22.03.1999 tarihinde taşırken yakalandığının anlaşılması karşısında, emanetin 1999/1178 sırasında kayıtlı tabanca ve şarjörünün sanığa iadesi yerine müsaderesine karar verilmesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün istem gibi ( BOZULMASINA ), 15.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ E. 2009/9645 K. 2011/1706 T. 15.3.2011 • OLAY YERİNDEKİ AYAKKABI İZİ İLE SANIĞIN EVİNDE ELE GEÇİRİLEN AYAKKABI İZLERİNİN TUTMASI ( Kamu Malına Zarar Verme ve Resmi Belgeyi Yok Etmek - Gece Bekçisinin de Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların Mahkumiyetine Karar Verileceği ) • KAMU MALINA ZARAR VERMEK ( Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları Yaktıklarının İddia Edildiği/Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların Mahkumiyetine Karar Verileceği ) • MALA ZARAR VERMEK ( Nitelikli Hali/Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları Yaktıklarının İddia Edildiği - Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu/Bekçi de Sanıkları Teşhis Ettiğinden Beraat Kararı Verilemeyeceği ) • ADLİYEDE BULUNAN DAVA DOSYALARINI YAKMAK ( Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların Resmi Belgeyi Mahkum Etmek Suçundan Mahkumiyetlerine Karar Verileceği ) • RESMİ BELGEYİ YOK ETMEK ( Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu/Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği - Sanıkların Adliyedeki Dosyaları Yaktığı İspatlandığından Mahkumiyet Kararı Verileceği ) 5237/m.152, 205 ÖZET : Olay yerinde elde edilen ayakkabı izleri ile sanıkların birinin evinde ele geçen ayakkabının izlerinin uygunluklarına ilişkin ekspertiz raporu, gece bekçisinin sanıkları tereddütsüz teşhisi üzerine adliye binasının camlarını kırıp dava dosyalarını yakan sanıkların eylemlerinin kamu malına zarar verme ve resmi belgeyi yok etme suçunu oluşturur. DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Sanık Adem'in evinde yapılan arama sonucunda elde edilen ayakkabının izleri ile olay yerinden elde edilen ayakkabı izlerinin birbirleriyle klasik ve karakteristik uygunluklarının bulunduğu ve olay yerindeki ayakkabı izlerinin bu ayakkabıdan oluşturulduklarını belirten ekspertiz raporu, gece bekçisi olan tanık Recep'in her iki sanığı tereddütsüz olarak teşhis eden beyanları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların adliye binasının camlarını kırmak suretiyle kamu malına zarar verme, dava dosyalarını yakmak suretiyle de resmi belgeyi yok etme suçlarını işledikleri anlaşıldığından hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile beraatlerine karar verilmesi, SONUÇ : Kanuna aykırı, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), 15.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ E. 2009/7991 K. 2011/2120 T. 6.4.2011 • TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK ( Yasadışı Gösteride Abdullah Öcalan'ın Resmini ve Örgütü Simgeleyen Bayrakları Taşıyan Sanıkların Eyleminin Suçu Oluşturacağı ) • YASADIŞI GÖSTERİDE ABDULLAH ÖCALAN'IN RESMİNİ TAŞIMAK ( Terör Örgütü Propagandasını Yapmak Suçunun Oluşacağı ) 3713/m.7 5237/m.220 ÖZET : Yasadışı gösteride örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan, Abdullah Öcalan'ın resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, örgüt lehine slogan atan sanıkların eylemlerinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı gözetilmelidir. DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : 1-Tüm dosya kapsamına göre, 19.03.2006 tarihinde yapılan yasadışı Nevruz gösterisine katılarak, örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan, Abdullah Öcalan'ın resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, terör örgütü lehine slogan atan sanıkların eylemlerinin 3713 sayılı Kanun'un 7/2. maddesi kapsamında silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı, hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, kanuna aykırı, 2-Kabul ve uygulamaya göre de; Sanıklar Edip, Adil, M.Sait, Abdullah, Alaattin, Hasan, Bilgi, Zeynep, Leyla, Endişe hakkında hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesiyle değişik CMK'nın 231. maddesindeki "hükmün açıklanmasının geri bırakılması"na ilişkin düzenleme karşısında; suçun niteliği, hükmolunan cezanın süresi gözetilip dosyada bulunan adli sicil kayıtları da değerlendirilerek sanıkların hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ), 06.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ E. 2010/1160 K. 2011/1408 T. 27.1.2011 • UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Sanığın Tekerrüre Esas Alınan Hapis Cezasının İnfazından Sonra Uyarlama Yargılaması Yapıldığı - Sanığın Cezasının Önceki Tarihte İnfaz Edilmiş Olacağı ve 5 Yıldan Fazla Süre Geçtiğinden Tekerrüre Esas Alınamayacağı ) • UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA ( Sadece Tedavi ve Denetimli Serbestlik Tedbirine Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de Hükmedilebileceği - Bu Nedenle Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli Gerekçe Gösterileceği ) • TEDAVİ VE DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ ( Uyuşturucu Madde Bulundurmak - Sadece Tedaviye Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de Hükmedilebileceği/ Bu Nedenle Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli Gerekçe Gösterileceği ) • BELLİ HAKLARI KULLANMAKTAN YOKSUN BIRAKILMA ( Uyuşturucu Madde Bulundurmak - Tedavi ve Denetimli Serbestlik Tedbiri Uygulanmasına Karar Verildiğinde Tedbire Uyulursa Cezanın İnfaz Edilmiş Sayılacağı/5237 S.K. Md. 53/1-4'ün Uygulanamayacağı ) 5237/m.53, 188, 191 ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklardan birinin, tekerrüre esas alınan Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen hapis cezasının tarihinde infaz edilmesinden sonra, aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması sonunda cezalandırılmasına ilişkin uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre sanığın belirtilen cezasının infaz edilmiş olacağı ve bu tarihten itibaren 5 yıldan fazla sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür oluşturmadığı dikkate alınmalıdır. Uyuşturucu madde bulundurma suçunda, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasa uyarınca uyuşturucu madde kullanmış sanıklar hakkında, cezaya hükmedilmeden sadece tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği gibi ceza ile birlikte tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan, sanıklar hakkında uygulanan seçeneğin nedenleri tartışılıp, uygun, somut, yeterli gerekçesi gösterilmelidir. Sanıklara tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiğinde, tedbire uyulması halinde ceza infaz edilmiş sayılacağından özel bir erteleme niteliğinde olan bu durumda 5237 sayılı TCK Md. 53/1 - 4 fıkralarının uygulanmayacağı gözetilmelidir. DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma ve kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarından sanık Mustafa Ko..., uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar Tarık ve Turan ile kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan sanıklar Erhan, Mustafa Ka..., İlkay ve Selim hakkında ( Ankara Onuncu Ağır Ceza Mahkemesi )'nce yapılan yargılama sonucu, 10.09.2009 tarihinde 2009/99 esas ve 2009/215 karar sayı ile kurulan mahkumiyet hükümlerinin, sanıkların müdafileri ile sanık Turan tarafından temyiz edilmesi üzerine, dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca onama ve bozma isteğini içeren tebliğname ekinde 19.01.2010 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : A )Sanık Mustafa Ko... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükmün incelenmesi: Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine, Ancak; TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanığın bu hakları kullanmaktan yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 ) numaralı fıkra gereğince ise diğer haklar ve yetkiler yönünden hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar süreceğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün CMUK'nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA; ancak, bu durumun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanun'un 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; TCK'nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümün hüküm fıkrasından çıkarılması ve yerine "Sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin uygulanmasına" ibaresinin yazılması suretiyle, hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, B )Sanıklar Tarık ve Turan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi: Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine, Ancak; 1-Sanık Turan'ın tekerrüre esas alınan Ankara Altıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nce 11.12.1991 tarihinde 1991/148 esas ve 179 karar sayı ile 765 sayılı TCK'nın 497/1 ve 59. maddeleri uyarınca verilen 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasının 02.04.2004 tarihinde infaz edilmesinden sonra, aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması sonunda 14.11.2005 tarihinde 2005/501-374 sayı ile sanığın 5237 sayılı TCK'nın 149/1-a,-2 ve 62. maddeleri gereğince 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre sanığın belirtilen cezasının 02.02.2000 tarihinde infaz edilmiş olacağı ve bu tarihten itibaren 5 yıldan fazla sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür oluşturmadığı dikkate alınarak; sanığın diğer hükümlülüklerinin tekerrür oluşturup oluşturmadığının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi, 2-Sanık Tarık hakkında, Ankara Onsekizinci Asliye Ceza Mahkemesi'nce 24.05.2007 tarihinde 2005/1096 esas ve 2007/472 karar sayı ile üç ayrı hırsızlık suçundan verilen 4'er ay hapis cezasının 12 ay olarak içtima ettirildiği gözetilmeden; bu üç suçtan TCK'nın 58/7. ve 5275 sayılı Kanun'un 108/2. maddesine dayanak oluşturacak biri yerine tamamının tekerrüre esas alınması, 3-TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanıkların bu hakları kullanmaktan yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 ) numaralı fıkra gereğince ise diğer haklar ve yetkiler yönünden ise hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar süreceğinin gözetilmemesi, Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanık Turan'ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, C ) Sanıklar Erhan, Mustafa Ka... ve Mustafa Ko... hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi: Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine, Ancak; 1-Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, birinci fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın yollaması uyarınca birinci fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan; uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, belirtilen iki seçenekten biri uygulanırken nedenleri tartışılıp, dosya kapsamına uygun, yasal, yeterli ve somut gerekçesi gösterilmeden, hapis cezası ile birlikte tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri seçeneğinin uygulanması, 2-Kabule göre; sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın 191. maddesinin yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uyması durumunda hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu durumun "özel bir erteleme" niteliğinde olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında kısa süreli hapis cezası ertelenmiş olan kişiler hakkında aynı maddenin birinci fıkrasının uygulanmayacağının öngörüldüğü gözetilmeden; sanıklar hakkında TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasının uygulanması, Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, D ) Sanıklar İlkay ve Selim hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi: 1-Sanıklarda herhangi bir uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilemediği, bu maddeleri kullandıklarının tıbbi ve teknik yöntemlerle de belirlenmediği, savunmalarının aksine, atılı suçu işlediklerine ilişkin kuşku sınırlarını aşan kesin ve yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden, sanıklar hakkında beraat yerine mahkumiyet hükmü kurulması, 2-Kabule göre; a )Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, birinci fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın yollaması uyarınca birinci fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan; uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, belirtilen iki seçenekten biri uygulanırken nedenleri tartışılıp, dosya kapsamına uygun, yasal, yeterli ve somut gerekçesi gösterilmeden, hapis cezası ile birlikte tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri seçeneğinin uygulanması, b )Sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın 191. maddesinin yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uyması durumunda hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu durumun "özel bir erteleme" niteliğinde olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında kısa süreli hapis cezası ertelenmiş olan kişiler hakkında aynı maddenin birinci fıkrasının uygulanmayacağının öngörüldüğü gözetilmeden; sanıklar hakkında TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasının uygulanması, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 27.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ E. 2010/49866 K. 2011/2807 T. 10.3.2011 • UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Telefon Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği ) • DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak - Telefon Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği ) • TELEFON KONUŞMALARININ DELİL OLARAK KULLANILMASI ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak - Telefon Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği ) 5237/m. 188 5271/m. 230 ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçunda; sanıklar hakkındaki suçun sübutuna ilişkin delillerin somut ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının hangi tarihte ve kiminle yapıldığı ve içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı tartışılarak sonucuna göre sanıkların hukuksal durumlarının belirlenmesi gerekir. DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar Nusret, Hüseyin, Adnan, Sabri, Florijan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında ( İstanbul Onikinci Ağır Ceza Mahkemesi )'nce yapılan yargılama sonucu verilen 11.12.2009 tarih ve 2008/149 esas, 2009/275 karar sayılı mahkumiyet hükümlerinin sanıkların müdafileri ile sanıklar Adnan, Çetin, Tayip ve Nusret tarafından temyiz edildiği ve sanıkların müdafileri incelemenin duruşmalı olarak yapılmasını istedikleri, dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama isteyen tebliğnamesi ile 09.11.2010 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Usulüne uygun davetiye tebliğ edilmesine rağmen sanıklar Nusret, Adnan ve Hüseyin müdafilerinin gelmediği ve mazeret de bildirmediklerinden, dosya bu sanıklar yönünden duruşmasız, diğer sanıklar yönünden duruşmalı olarak incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : A- Sanıklar Hüseyin, Sabri ve Florijan hakkında kurulan hükümlerin incelenmesi: Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı; delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı; eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı; vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı; eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları ile sanıklar Sabri ve Florijan müdafilerinin duruşmadaki sözlü savunmalarının reddiyle, hükümlerin istem gibi ONANMASINA, B- Sanıklar Nusret, Adnan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında kurulan hükmün incelenmesi: CMK'nın 230. maddesi uyarınca; sanıklar hakkındaki suçun sübutuna ilişkin delillerin somut ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının hangi tarihte ve kiminle yapıldığı ve içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı tartışılarak sonucuna göre sanıkların hukuksal durumunun belirlenmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile yazılı biçimde hüküm kurulması, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanıklar Adnan, Nusret, Çetin ve Tayip'in temyiz itirazları ile sanıklar Elban, Tayip ve Çetin müdafilerinin duruşmadaki sözlü savunmaları bu nedenle yerinde görüldüğünden, diğer yönleri incelenmeksizin, hükümlerin isteme aykırı olarak BOZULMASINA; 10.03.2011 tarihinde karar verildi. T.C. YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ E. 2010/13044 K. 2010/13264 T. 24.11.2010 • DOLANDIRICILIK ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak Kefalet Parası Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Kişinin İçinde Bulunduğu Tehlikeli veya Zor Şartlardan Yararlanmasının Söz Konusu Olmadığı - Basit Dolandırıcılık Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi Gerektiği ) • KİŞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU TEHLİKELİ VEYA ZOR ŞARTLARDAN YARARLANMA ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak Kefalet Parası Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Söz Konusu Olmadığı Basit Dolandırıcılık Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi Gerektiği ) 5237/m.157, 158/1 ÖZET : Sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak tanıtarak, katılanın tansiyon hastası olan ve tutuklu bulunan babasının hastaneye sevk edileceğini ve oradan kefaletle serbest bırakılacağını söyleyip kefalet parası adı altında istediği parayı alması eyleminde; kişinin içinde bulunduğu tehlikeli veya zor şartlardan yararlanma söz konusu olmayıp, basit dolandırıcılık suçundan mahkumiyet kararı verilmesi ve suçun işleniş biçimi ile kastın yoğunluğu gibi nedenlerle cezanın alt sınırın üzerinde tayin edilmesi gerekir. DAVA VE KARAR : Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; TCK'nın 158/1-b maddesindeki nitelikli dolandırıcılık suçunun gerçekleşebilmesi için sanığın, mağdurun içinde bulunduğu tehlikeli ve zor şartlardan yararlanmak suretiyle haksız bir yarar elde etmesinin gerekeceği yapılan hileli hareketlerle mağdurun bu durumda olduğuna inandırılması hali ile sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak tanıtmasının kamu kurumu olan cezaevinin aracı olarak kullanılmasını gerektirmediğinden eylemin TCK'nın 158. maddesinin 1. fıkrasının ( b ) ve ( d ) bentleri kapsamına girmeyeceği cihetle, somut olayda gerçekte böyle bir şey olmadığı halde katılan Gülçin'i ev telefonundan arayan ve kendisini B... Kapalı Cezaevinde görev yapan "Doktor Gökhan" olarak tanıtan bir şahsın o tarihte aynı cezaevinde tutuklu bulunan katılanın babası N. Şemsettin'in cezaevinde rahatsızlandığını, hastaneye sevkedileceğini ve daha sonra da mahkemece kefalet ile serbest bırakılacağını, ancak kefalet parası olarak 30.000 TL'nin acilen verilmesi gerektiğini söylediği, tansiyon hastası olan babasının cezaevi şartlarında sağlık sorunları yaşaması ihtimali karşısında hiç tereddüt etmeden istenen parayı vermeyi kabul ederek kararlaştırdıkları şekilde yaklaşık 2 saat sonra M... Kaymakamlığı hizmet binası önünde 18-19 yaşlarında bir gencin orada beklemekte olan katılanın yanına gelerek kendisini Gökhan'ın gönderdiğini söyleyip 30.000 TL'yi teslim alarak kayıplara karışması şeklinde oluşan eylemde kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanılması söz konusu olmayıp TCK'nın 157. maddesinde düzenlenen basit dolandırıcılık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi ve suçun işleniş biçimi, kastın yoğunluğu, elde edilen haksız menfaatin miktarı gözetilerek cezanın alt sınırın üzerinde tayini gerekirken, suçun nitelendirilmesinde hata sonucu yazılı şekilde ceza tayini, SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 24.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ E. 2009/13495 K. 2010/13643 T. 29.11.2010 • İDARİ PARA CEZASINA İTİRAZ ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları Kapsamadığından Bu Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu ) • GÖREVSİZLİK KARARI ( İdari Para Cezasına İtiraz - Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları Kapsamadığından İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu ) • YASA YOLU ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları Kapsamadığından Bu Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu ) 5271/m.223 1412/m.305 5326/m.28, 29 ÖZET : Temyiz yasa yoluna tabi kararlardan olan hüküm niteliğindeki görevsizlik kararı, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararları kapsamadığından bu tür görevsizlik kararları itiraz yasa yoluna tabidir. DAVA VE KARAR : Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 23.03.2010 gün ve 33/58 sayılı kararında açıklandığı üzere 5326 sayılı Yasa'da kabahatler yönünden hangi hallerde 5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanacağı açıkça belirtilmiş ve usul hukukuna ilişkin hükümler bakımından 5271 sayılı CMK ile herhangi bir irtibat kurulmasına ilişkin genel bir hükme yer verilmemiştir. 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı Yasa'nın 305. maddesi uyarınca ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir. Hükümler ise, 5271 sayılı Yasa'nın 223. maddesinde; Beraat, Ceza verilmesine yer olmadığı, Mahkumiyet, Güvenlik tedbirine hükmedilmesi, Davanın reddi, Davanın düşmesi, Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı, şeklinde belirtilmiştir. 5271 sayılı CMK'nın 223/10. maddesi uyarınca hüküm niteliğinde sayılan görevsizlik kararı 5271 sayılı CMK'da tanımlanan ve bu Yasa'daki yöntem uygulanarak verilen kararları kapsamakta olup, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararlar kural olarak bu kapsamda değerlendirilemez. SONUÇ : Bu nedenlerle idari yaptırım kararı üzerine yapılan başvuru sonucunda başvuru konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığından bahisle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 28/1-b maddesi uyarınca başvurunun reddi veya bu anlama gelen görevsizlik kararları aynı Yasa'nın 29. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olup temyizi mümkün bulunmadığından, itiraz eden vekilinin vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, itiraz eden vekilinin başvurusu itiraz dilekçesi olarak değerlendirilip merciince gereğinin yapılması için dosyanın incelenmeksizin mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.