NAZAL KAVİTE VE PARANAZAL SİNÜSLER ANATOMİSİ Nazal kavite, paranazal sinüsler, farinks ve larinks üst solunum yolları olarak bilinir. Bunlardan ilk iki bölüme sinonazal bölge denir. Bu bölgenin iki temel epiteli vardır . Solunum epiteli ve çok katlı yassı epitel. Bazı alanlarda bu iki tip epitel keskin sınırlar ile ayrılırken, bazı alanlarda ise transizyonel epitel denilen epitel bulunur.Özelikle östaki borusunun nazofarenkse açıldığı bölgede daha yoğun olmak üzere bütün mukozada lamina propriada tükrük bezi tipinde seromüsinöz glandlar bulunur. Bu glndlarda bazen ileri yaşlarda onkositik metaplazi görülebilir. Sinonazal bölgede daha seyrek, nazofarenkste daha yoğun olmak üzere submukoza boyunca lenfosit toplulukları görülebilir. Farengeal tonsile ilave olarak, nazofarnkste östaki ostiumunun çevresinde halka tarzında ki lenfositik yoğunlaşma Gerlach’ın tonsili olarak isimlendirilir. Nazal kavite ortada nazal septumla iki boşluğa ayrılır,bu boşlukların kaudal sısımları geniş, kranial kısımları dardır, kavitenin tavanını 0,5 mm lalınlığında ki cribriforme plate, tabanını ise maksillanın palatine proçesi ve palatin kemiğin horizantal kısmı tarafında şekillenen sert damak oluşturur.Lateral nazal duvar maksiller ve ethmoid ostiaları içerir ve 3-4 adet kemiğin çıkıntıları ile ayrılmış ve venöz pleksus ile yumuşak doku içeren turbinate olarak tanımlanan alanlar içerir.Nazal fossanın üst sınırı, lateralde superior nazal turbinate ve komşuluğunda lateral nazal duvar ile medialinde nazal septumun bulunduğu olfaktor mukoza olarakta tanımlanan alanı içerir. Bu alan bipolar olfactor sinir liflerini ve lamina propriasında Bowman’s veya olfaktor gland olarak isimlendirilen yapıları içerir. Nazal kavite ve paranazal sinüsler Schneiderian epitel( silyalı pseudostratifiye kolumnar epitel) ve arada goblet hücreleri ile döşelidir. Paranasal sinüslerde lamina propriada özellikle maksiller antrumda gevşek damardan ve seromüsinöz glandlardan zengin stroma vardır. Mukozal yüzeyin goblet hücre komponenti ve seromüsinöz glandlar anatomik lokalizasyonlara göre değişkenlik gösterir. Kronik sinüzitlerde goblet gücre hiperplazisi papiller mukozal lezyonla sonuçlanabilir. Vomer nazal septumun posteroinferior kısmıdır, septum kısmen ince silyalı solunum epiteli ile döşelidir ve sıklıkla skuamöz metaplaziye uğrar. 1 İNFLAMASYONLARI İnfeksiyöz Rinit: Soğuk aşgınlığı olarakta ilinir, bir veya birden fazla virüs ile oluşur. En sık etken, adeno, rhino ve echo virüslerdir, kataral bir burun akıntısı olur.Akut fazda nazal mukaza kırmızı, ödemli ve şiştir. Bazen bu enfeksiyon farengotonsillite kadar ilerler ve bakterial enfeksiyonlar eklenebilir, bu durumda mukopürülan veya süpüratif eksuda olabilir. Allerjik Rinit: Herhangi bir allerjene karşı gelişen tip I hipersensitivite reaksiyonudur. En sık etkenlerbitki polenleri, funguslar, hayvan tüyleri ve tozlar. Bunlarda belirgin mukozal ödem, kırmızılık ve sekresyonla birlikte, eozinofillerden zengin lökositik infiltrasyon vardır. Kronik Rinit: Bakteriyal veya allerjen kökenli, tekrarlayan akut rinit atakları sonucu meydana gelirve bakteriyal enfeksiyonlar süperpoze olabilir. Nazal septum deviasyonu veya nazal polibi olan hastalarda sekresyon drenajının bozukluğu zemin hazırlayabilir. Sıklıkla mukozal epitelde deskuamasyon veya ülserayon, epitel altında ise mikssellüler iltihabi hücre infiltrasyonu vardır. Bazen enfeksiyon sinüslere ilerleyebilir. Kronik Sinüzit: Pürülan ve nonpürülan formu vardır. Çeşitli mikroorganizmalar ile meydana gelir, fakat En sık maksiller sinüs tutulur ve bu periapikal enfeksiyonların kemik boyunca sinüs tabanına ulaşması ile olur ve etken bunlarda genellikle orak kavitenin normal florasıdır. Sinüsün drenajı mukozal ödem nedeni ile engellenir ise sinüsde süpüratif eksuda birikir ve ampiyemle sonuçlanabilir. Direkt bakterial kontaminasyon olmaksızın, sıklıkla frontal ve anterior ethmoid sinüsün drenajı bozulur ise mukosel (pseudokist) olarak isimlendirilen, epitel içermeyen müsinöz gölcükler tarzında kistik boşluklar ortaya çıkar.. Mikroskopik olarak inflamatuvar infiltrat, ödem, glandüler hipertrofi, bazal membranda kalınlaşma ve epitelde skuamöz metaplazi görülür. Alttaki kemikte remodeling, kalınlaşme ve kemik iliğinde fibrozis olabilir. Sinüzit nadiren Kartagener Sendromunun ( Situs inversus, bronşektazi, sinüzit) komponenti olarakta görülebilir. Bazen sinüzit çok şiddetlidir ve göz içine yayılabilir, kemiğe penetre olur ve osteomiyelit yapar, hatta dural venöz sinüsün septik tromboflebiti yoluyla kafa tasına yayılabilir. Mikotik enfeksiyonlar: Üst solunum yollarında en sık paranazal sinüslerde lokalizedir ve özellikle etken mukormikozisdir. Bu genellikle kötü kontrol edilen ve ketoasidoz ile komplike olan diyabet mellitus (DM) ile birliktedir. Özellikle immünsuprese hastalarda enfeksiyon hızla göz ve kafatasına yayılır. Karakteristik olarak m.o kan damarlarını inaze ederek thrombüs, hemoraji ve infarkta neden olur, septasız ve 90 derece açılanma gösteren hifalara sahiptir. Allerjik Fungal Sinüzit: Aspergillus, Curvularia veya diğer funguslar ile mg. Çok sayıda Charcot Leyden kristalleri, eozinofil lökositler ve fungal hifalar içeren allerjik müsin formasyonları vardır. Rhinosporidiosis: Hindistan da endemik olark görülen, diğer mukoz membranlarda da görülmeklr birlikte, özellikle nazal kavitedenin hiperplastik 2 polipoid lezyonudur. Mikroskopik olarak, çok sayıda sporlar içeren kalın duvarlı sporongiumlarla dolu çok sayıda kistler görülür. Tüberküloz ve Sarkoidoz: Sarkoidoz nazal lokalizasyonla tanı alabilir ve sıklıkla septum perforasyonu yapar. Tüberküloz nazal kavite, paranazal sinüsler ve nazofarenksi tutabilir,sekonder enfaksiyondan zyade izole ÜSY(üst solunum yolu) enfeksiyonu şeklinde görülür ve olguların çoğu servikal lenfadenopati ile birliktedir. Rhinoskleroma: Klebsiella ile oluşan, burun, farenks ve larenksin inflamatuvar hastalığıdır. Mikroskopik olarak dominant hücreler köpüklü histiyositler ve plazma hücreleridir, m.o PAS boyası veya İHK(immün histokimyasal ) teknikler ile gösterilebilir. Vaskülit, ülserasyon ve pseudoepitelyamatöz hiperplazi görülebilir. Myosferülozis: Burun ve paranazal sinüsleri iatrojenik granülomatöz reaksiyonudur. Nazal kaviteye uygulanan yağ içerikli pomadlar veya tamponlar sonucu luşur. Mikroskopik olarak fundus benzeri sferüller(dejenere eritrositlere benzeyen) içeren büyük kesecikler görülür. İnflamatuvar(allerjik) Polip: Bunların önemli bir özelliği allerjik etyolojili olmasına rağmen, atopik bünyeli insanların % 0,5 de nazal polip görülür. Nüks sıktır ve yetişkin çağdaki erkeklerde sık görüler. Gerçek neoplazm değildir, inflamasyon, allerji ve mukovisidozis (kistik fibrozis) ile birliktedir. Klinik olarak orta meatusun anterior kısmında lokalize, 3-4 cm çapa ulaşabilen, mukozadan dışa doğru kabarık, yumuşak polipoid kitle görünümündedir. Bilateral ve multipl olması kuraldır,zamanla bütün kaviteyi doldurabilir, paranazal sinüslerde lokalize olanlar “chonal polip” olarak isimlendirilir.( en sık antrochonal, ikinci sıklıkta shenochonal polip gibi). Mikroskopik olarak; geşek ve ödemli stroma, hiperplastik veya kistik müköz glandlar, belirgin olarak nötrofil, eozinofil, plazma hücreleri ve lenfositlerden ibaret iltihabi hücre infiltrasyonu. Bakteriyal enfeksiyonların yokluğunda, yüzey epiteli intakttır, kronikleştikçe veya bakteriyal enfeksiyon eklendikçe ülsere veya metaplazik olur. Bazal membran kalınlaşmıştır. Nadiren stromal hücreler rhabdomyosarkom veya başka bir maligniteyi düşündürecek kadar büyük ve pleomorfik görünümde o.b. Chonal poliplerde dilate damarlar belirgin komponent olarak görülebilir(anjiomatöz, anjioektatik polip) ve genellikle thrombüs ve infarkt ile birliktedir.Mukovisidozisli hastaların %6 ila 10 nunda nazal polip gelişebilir. Bunlar genellikle 20 yaşın altında görülürler. Mikroskopik olarak ise şu özellikleri ile klasik poliplerden farklıdır: Lumenlerinde soluk sekresyonlar içeren kistik glandlar, Eozinofillerin ve bazal membran kalınlaşmasının yokluğu Mast hücre degranülasyonu Nötral müsin belirginliği 3 NAZAL KAVİTE VE ÜST SOLUNUMYOLLARININ NEKROTİZAN LEZYONLARI 1- Fungus enfeksiyonları 2- Wegener Granülomatozu 3- Lethal Midline Granülomu (NK/T cell lenfoma, anjiosentrik lenfoma, polimorfik retiküloz) Wegener granülomatozu: Klasik triadı: 1- Üst solunum yolları, alt solunum yolları veya her ikisinde nekrotizan granülomlar 2- Küçük veya orta çaplı damarları etkileyen nekrotizan vaskülit 3- Fokal proliferatif veya diffüz nekrotizan crescentin glomerülonefrit. Nazal tutulum ile birlikte pulmoner ve renal tutulumun olduğu hızla progresyon gösteren bir hastalıktır. Patogenezinde immünolojik mekanizmalar suçlanmaktadır. 40-50 yaş erkeklerde sıktır. Tipik klinik özellikleri bilateral nodüler ve kaviter infiltrasyonlu pnömonitis(%95), kronik sinüzit (%90) nazofarenkste mukozal ülserasyon (%75) ve renal hastalık (%80), kas ve eklem ağrılar, cildde raşlar, ateş, mono-polinörittir tedavi edilmez ise bir yıl içinde hasta kaybedilir. Aktif generalize hastalıklı hastaların %95 inde serumda cANCA pozitiftir, aktivite için iyi bir belirleyicidir. Mikroskopik olarak epitelde ülserasyon ve damar duvarlarında, coğrafik nekrozlar, dev hücreler ve granülomatöz inflamasyon içeren lökositoklastik vaskülittir. Vaskülit, nekroz ve granülomatöz inflamasyon birlikteliği %16, vaskülit ve granülomatöz inflamasyon birlikteliği %21, vaskülit ve nekroz birlikteliği %23 oranında görülür. 5 mm de büyük nazal biyopsilerde tanınma olasılığı %53 e kadar o.b.Elastik lif boyaları damar duvarında ki harabiyeti göstermesi açısından yardımcıdır. Ayırıcı tanısında tüberküloz ve diğer granülomatöz inflamasyonlar, konvansiyonel veya anjiosentrik malign lenfoma, kokain maruziyeti ve diğer SLE gibi immünolojik kökenli hastalıklar. Wegener granülomatozu, lenfositten zengin bir proçes değildir, lenfosit hakimiyeti var ise malign lenfomalar ekarte edilmelidir. NK/T hücreli Lenfoma: EBV ile birliktelik sıktır. Ülserasyon ve sekonder bakteriyal enfeksiyonla birliktedir, tümörle ilşkili granülomatöz reaksiyonun varlığı nedeniyle histolojik polarak granülomatöz reaksiyonlar ile karıştırılır. Eş zamanlı olarak diğer organlarda da lenfomalar bulunabilir. Lenfomanın kafa kaidesine hızla yayılması ve sekonder enfeksiyonun kontral edilemesi durumunda hasta kaybedilir.Morfolojik olara oldukça heterojen küçük ve orta çaplı veya büyük transforme atipik lenfositler,plazma hücreleri ve histiyositlerden oluşur. Nekroz hemen her zaman vardır, tümör hücreleri (atipik lenfositler) tarafından anjioinvazyon ve epitheliotropizm (tümöral hücrelerin epitelde görülmesidir ve bu özellik mocoides fungoides te de görülür) sik bir özelliktir. Kan damarlarının belirgin olarak tutulumundan dolayı anjiosentrik lenfoma olarakta isimlendirilsede bu özellik diğer lenfomalarda da 4 görülebilir.NK/T cell lenfomanın immün fenotipi CD2 ve CD 56 pozitiftir, yüzey CD3 için negatiftir.Benzer fenotipli tümör deri, subkütanöz doku ve gastrointestinal sistem gibi ekstranodal alanlarda da görülse nazal tip NK/T cell lenfoma olarak isimlendirilir. CD 56 pozitifliği anahtar özelliktir, ancak bu markır Ewing sarkomu/PNET de de pozitifitir. Nekroz sıklıkla Fas-Fas ligand mekanizmasıyla olur, p 53 over ekspresyonu da sık bulgudur. Lethal midline granülomu klinik bir terimdir, burun ve paranazal kavitelerin progressiv ülserasyon ve destrüksiyonu ile birlikte, yumuşak doku, kıkırdak ve kemikte de erezyon vardır. Geçmişte bu hastalık, polimorfik retikülozis, malign histiositozis, mithline malign retikülozis olarak isimlendirilmiştir Kokain maruziyetinde vaskülit olmaksızın nekroz ve non spesifik inflamasyon vardır. Bazı otörler tarafından NK/T cell lenfoma ile ilişkili olduğu düşünülen pulmoner lenfomatoid granülomatozisin EBV ilşikili bir B hücreli lenfoma olduğu bilinmektedir. BURUN SİNÜSLER VE NAZOFARENKS TÜMÖRLERİ 1- SİNONAZAL PAPİLLOMLAR: Skuamöz veya kolumnar epitelle örtülü, sinonazal mukozadan gelişen benign tümörlerdir. Etyolojisi hala bilinmemekle birlikte insutu hibridizasyon ve PCR teknikleri ile pek çok papillomda HPV virüs öellikle tip 6 ve 11 izole edilmiştir.HPV birlikteliği özellikle fungatif papillomlarda inverted olanlara oranla daha sıktır. Erişkin çağda ki erkeklerde sık olmakla birlikte çocuklarda da görülebilir, nadiren kranial kaviteye kadar uzanabilir. Septal ( ekzofitik= fungatif=everted) veya latera duvarda (inverted) lokalize olabilirler. Yüzeyi döşeyen epitel özelliğine göre, skuamöz, silendirik, transizyonel, schneiderian veya onkositik papillom olarak isimlendirilebilir. Nazal poliplerin aksine papillomlar, sıklıkla tek tarflı ve tek bir lezyon olarak görülürler. Nadiren bazal tabakada mitoz, epitelde hafif atipi görülebilir fakat matürasyon normaldir.İHK sal olarak skuamöz ve kolumnar epitelin dual diferansiasyonu vardır ve her iki hücre tipinde keratin eksprese ederler. Morfolojik olarak fungatif olanlarda köken aldığı epitelden dışa doğru, inverted olanlarda ise alttaki stromaya doğru gelişim gösteren ince fibrovasküler kora sahip, bunun yüzeyi prolifere epitel ile örtülü papillomatöz oluşumlardır. İnverted olanlar total olarak eksize edilemedikleri için nüks sıktır ve bunların malignite ilişkisi o.b. Bu ilşki 3 yolla açıklanabilir: 1- Bütün papillomları %3 ünde nüks olsun veya olmasın, papillom eksizyonundan aylar veya yıllar sonra malignite gelişebilir ve survival oranı %25 tir. 2- İlk eksizyon sırasında tipik papillomların %3 ünde papillomun başka bir odağında invazyon vardır, bunların prognozu mükemmeldir. 3- Gelişme paterni papilloma çok benzeyen, ancak sitolojik atipi içeren lezyonlarda prognoz kötüdür. Epitelin çeşitliliğine rağmen bütün papillomlarda malign transformasyon için risk vardır. Sinonazal papillomlarda EBV birlikteliği yoktur. 5 2- SİNONAZAL KARSİNOMLAR: Kansere bağlı ölümlerin %1 inden azını oluşturur. Ethmoid lokalizasyonlu olanlar sol tarafı tercih eder, özellikle orman işçilerinde sıktır, ekzojen ağaç tozları ile ilişkilidir ve bu lokalizasyonda sıklıkla adenokanser görülür. Meslek hastalığı olarak özellikle Nikel işçilerinde sıktır. Sinonazal papillomlara sık olarak bu bölge karsinomlarında HPV birlikteliği çok azdır, EBV birlikteliği yoktur. İntranazal karsinomlar sıklıkla vestibülde ve lateral duvarda lokalizedirler. Paranazal sinüs tümörleri %76 ethmoid, %16 sfenoid ve %2 frontal sinüste lokalizedirler.Sinonazal karsinomlar aşırı kemik destrüksiyonu yaptıkları zaman, ileri evrede tanı alırlar. İntranazal tümörler antrumun medial duvarına, ethmoid sinüs, orbita, anterior kafa kemikleri ve üst dudağa yayılabilirler.Maksiller sinüsün tabanında lokalize olanlar alveoler proçesler ve gingivabuccal sulkusa, nazal kavite içinde mediale ve sert damağa yayılır. Sinonazal karsinomlar mikroskopik olarak; skuamöz hücreli CA, silendirik (transizyonel hücreli) CA, Verrüköz CA, bazaloid skuamöz hücreli CA, sarkomatoid CA( carsinosarcom, spindle hücreli), adeno CA, küçük hücreli nöroendokrin CA, andifferansiye(anaplastik) CA. Skuamöz hücreli CA; En sık görülen tiptir, yüksek grade li lezyonlardır, değişen oranlarda keratinizasyon içerirler. Silendirik hücreli CA; Skuamöz hücreli ile ilişkilidir, müsin üretimi o.bBazen gelişim paterni nedeniyle invazyonu tespit etmek güç o.b, polaritenin kaybı ve atipik nükeer özellikler tanıda yardımcıdır. Bazen kemoterapiyi takiben bizar dev hücreler görülebilir. Verrüköz CA, bazaloid skuamöz hücreli CA, sarkomatoid CA( carsinosarcom, spindle hücreli), Sinonazal bölgede nadirdir, üst sindirim sistemi ve larenkste sıktır. Adeno CA; Orta tibunate veya ethmoid sinüste sıktır, tipik tükrük bezi paternine sahiptir, çoğunlukla laminapropriada ki seromüsinöz glandlardan ziyade yüzey epitelinden köken alırlar. Mikroskopik olarak çoğunlukla iyi diferansiye tübülopapiller patern gösteirirler. Morfolojik olarak intestinal tip adenokansere benzemekle birlikte K-ras ve p-53 anormalliği göstermezler. İyi diferansiye yapılarına rağmen lokal agresiv tümörlerir, nüks sıktır, fakat LNM (lenf nodu metastazı) nadirdir. Andifferansiye(anaplastik) CA; Mikroskopik olarak orta çaplı hücrelerin oluşturduğu adacıklar, trabeküller ve geniş tek tabakalı dizilimler gösteren, yüksek mitotik oran, geniş nekroz ve belirgin vasküler invazyonla karakterli tümörlerdir. Bu tümörler nöroendokrin diferansiasyon göstermezler ve çok agresiv seyirlidirler. Sinonazal CA lar için tavsiye edilen tedavi cerrahi+RT (radyoterapi). Bu tedavi modeli ile 5 yıllık yaşam %60. Relapslar hemen her zaman başlangıç tedavisinden sonraki ilk iki yıl içinde görülür. En önemli prognostik faktör stagedir. Pterygomaksiller fossaya uzanım, dura invazyonu ve apopitotik indeks bağımsız prognostik faktörlerdir. Adenokarsinom skumöz hücreli Ca a göre daha iyi prognozludur, en kötü prognoz andiferansiye tiptir. 6 3-İZOLE PLAZMASİTOM: Burun ve sinüslere komşu lenfoid yapılardan köken alan plazmositomun buraya ulaşması ile veya primer olarak oluşabilir. Tümör 1 -1,5 cm çapında, polipoid kitle şeklindedir. Yüzeyde ki epitel normal görünümlü olup epitel altında atipik plazma hücre infiltrasyonu vardır. İzole plazmositomu olan olgularda zaman içinde yaygın myelom gelişebilir. 4-OLFAKTÖR NÖROBLASTOM: Olfaktor mukozada ki primitif nöroektodermal hücrelerden köken alan, ortalama 50-60 yaşta görülen, makroskopik olarak nazal fossanın tavanında lokalize, prlak kırmızı-gri renkli, yumuşak kıvamlı oldukça vaskülarize polipoid kitle şeklindedir. Mikroskopik olarak ise uniform görünümlü çap ve şekillere sahip, yuvarlak hiperkromatik nükleuslu, dar sitoplazmalı, sitoplazma sınırları net seçilemeyen primitif nöroblastlar ve belirgin fibriler retiküler stromadan oluşur. Homer Wright tip rozetler ve belirgin fibrovasküler stroma ile ayrılmış adacıklar, yuvalanmalar şeklinde görülür. Nadiren tümöral hücreler arasında matür ganglion hücreleri görülebilir. Ayırıcı tanısında lenfoma, plazmositom, rhabdomyosarkom, Ewing sarkomu/PNET düşünülmelidir. Bazen tümöral bücreler daha büyük çaplı ve epiteloid görünümlü olurlar, küçük hücreli nöroendokrin CA olarak isimlendirilirler ve bunlar andiferansiye CA ile karıştırılırlar. Katekolaminler, dopamin beta hidroksilaz ve ACTH içerebilirler, nöroblastoma sekonder Cushing’s sendromu o.b. Tümöral hücreler NSE, nöroflament, kromogranin, sinaptofizin, HU ve keratin ile İHK sal olarak pozitif reaksiyon verirler, tümöral adacıkların çevresinde izole olarak S-100 pozitif hücreler o.b. Prognozu, paranazal sinüs, nazofarenks, damak, orbita, kafa tabanı ve beyine invazyonuna bağlıdır.hastaların 1/5 de en sık servikal lenf nodu ve akciğerler olmak üzere uzak metastaz o.b.% yıllık yaşam % 50-60. Geç dönemde nüks sıktır. Tedavisi RT+cerrahi. 5- MALİGN LENFOMALAR. Sinonazal bölge ve nazofarenkste kitle olarak başlar, çoğun luğu malin nonHodgkin lenfomadır ve çoğunluğu 3 kategoriden birisidir. A-NK/T cell lenfoma B- B hücreli lenfoma, C- Periferal T hücreli lenfoma. Bunlar coğrafik dağılım gösterir, B hücreli lenfomalar USA ve kuzey Avrupada, NK/T cell lenfomalar uzak doğu ve Latin amerikada sıktır. B hücreli lenfomalar erişkin çağında ortaya çıkarsa “Diffüz büyük B hücreli lenfoma”, çocukluk çağında ise B hücreli diffüz andiferansiye görünümlü (Bukitt benzeri lenfoma) lenfoma şeklindedir. Perferal T hücreli lenfomalar T hücre resöptör gen rearrangmentı içermeleri ve CD 56 negatiflikleri ile NK/T cell lenfomalardan farklıdırlar. 7 6- NAZOFARENGEAL ANJİOFİBROM: 10 ile 25 yaş arası, adölesan çağdaki erkeklerde görülen, benign olmasına rağmen kanamaya eğilimi nedeni ile ciddi klinik tehlike oluşturan ileri derecede vasküler tümörlerdir. Kolonik polipozis ile birlikte o.b fakat APC gen değişikliği içermezler. Stromal ve endotelyal hücreler androjen reseptörü içerir. Sıklıkla burun tavanının posterolateralinde lokalize, fibrovasküler, erektil görünümlü kitle şeklindedir. Mikroskopik olarak, kan damarları ve fibröz stromadan oluşur. Stroma gevşek ödemli olabileceği gibi, hyalinize asellüler görünümlü o.b ya da yıldızsı şekilli hücreler içerebilir. Damarlar kapiller den venöz damarlara kadar değişen çapta, daha büyük çaplı damarlar lezyonun santralinde, küçük kapillerler ise periferinde lokalize olmaya eğilimlidirler. Büyük damarlarda irregüler veya inkomplet düz kas tabakası o.b, faat elastik lif içermez. Ayırıcı tanıda, Hemanjiomlar (nazal septumda lokalizedir, mikroskopik olarak lobülasyon gösterir, fibröz doku daha az orandadır), hemanjioperisitom (geyik boynuzu tarzında damarlar), Kaposi sarkomu (HIV pozitif hastalarda sıktır, yarıklar tarzında damarlar ve ekstravaze eritrositler), glomus tümörü (damarlar çvresinde yoğunlaşan küçük glomus hücrelerin varlığı) düşünülmelidir. Anjiofibromlar inkomplet cerrahi veya Radyasyon tedavisinden sonra, özellikle puberteden sonra spontan regresyona uğrayabilirler.Erken lezyonlarda cerrahi, hatta bazı hastalarda preoperativ embolizasyon tercih edilir. Agresiv veya ileri evredeki tümörlerde RT hatta KT(kemoterapi) tercih edilmelidir. Çok nadiren RT sonrası sarkomatöz transformasyon) o.b. 6- NAZOFARENGEAL KARSİNOMLAR: En önemli özellikleri coğrafik dağılım göstermesi, lenfoid doku ile ilşkisi ve EBV ile birlikteliğidir.Özellikle güney Asya ve kuzey Afrika da kansere bağlı ölümlerin önemli bir kısmını oluşturur. Afrika da özellikle çocuklu çağını etkiler iken, güney Çin de adültleri, Amerika da ise her iki yaş grubunu da etkiler. Bimodal yaş dağılımı vardır. İlk pikini 15-29 yaş arası, ikinci pikini ise 60-70 yaş arasında yapar. Amerika da ve doğuda ailesel hastalar bildirilmiştir. Bu tümör çevresel faktörler, genetik yatkınlık ve EBV etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Tümöral hücrelerde (lenfositlerde değil) EBV nin spesifik mRNA sı veya gen ürünleri immünhistokimyasal veya in sutu hibridizasyon tekniği ile tespit edilebilinir, in sutu hibridizasyon tekniği daha güvenilirdir.metastatik lenf nodundan yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinde de PCR tekniği ile gösterilebilinir.Virüs tümörün bütün mikroskopik tiplerinde değişen sıklıkta bulunabilir. Amerika da hastalığı önceden tanımak veya tahmin etmek için riskli grupta kanda Ig G( direkt EBV antijenine karşı) ve Ig A (viral kapsid antijenine karşı)antikorlarının taspiti kullanılmaktadır.Ancak Ig G sonuçları %30 yanlış pozitiflik, diğerinin ise tanıda ki rolü % 9 ila 18 dir. Dolayısıyla serolojik testler hastalığın tanısında çok yardımcı değil, ancak risk bölgelerinde takip olsı riski tahmin etmekte kullanılabilinir. Bu antikorlardan sadece birisi kullanıldığında tahmin oranı 4, her ikisi kullanıldığında 32.8 dir. 8 Nazofarengeal CA, makroskopik olarak genellikle kitle oluşturmaz, en sık Rosenmüller fossasında lokalize olduğu için buradan körlemesine biyopsi yapılır. Mikroskopik olarak, 1- Keratinize skuamöz hücreli CA (daha yaşlı grupta görülür, EBV ile birliktelik sık değildir, RT ye dirençli olduğu için prognozu daha kötüdür) 2- Non keratinize skuamöz hücreli CA a. Differansiye tip (Keskin sitoplazmik sınırlara sahip hücrelerin oluşturduğu sıralanımlar ve solid adacıklar) b. Undifferansiye tip (sitoplzama sınırları net seçilemeyen, sinsityal kitleler oluşturan ve özellikle lenfoid infiltratla birlikte) Geçmiş yıllarda stromal lenfositik cevabın yoğunluğundan ötürü “lenfoepitelyoma”olarakta isimlendirilmiştir, ancak bu buradaki lenfositlerin tümöral değil tamamen reaktif lenfositler olması ve beraberinde eozinofiller, plazma hücreleri ve bazen epiteloid histiyositlerinde eşlik etmesi nedeniyle asla lenfoma olarak kabul edilemez. Mikroskopik olarak iki gelişme paterni vardır: A- Regaud’s paterni (dizelenim gösteren atipik skuamöz hücreler, lenfositik veya desmoplastik stroma) B- Schmincke patern ( İnflamatuar hücreler ile iç içe ve sinsityal şekilde tümöral hücreler) Bunlardan Schminke paterni özellikle malign lenfoma ile karıştırılabilinir. Veziküle nükleus, santralde lokalize, tek büyük eozinofilik nükleol ve nükleer membranın düzgünlüğü nazofarenks CA lehine, nükleer membranda ki katlanmalar, kaba kromatin paterni, birden fazla bazofilik nükleol ve dar sitoplazma ise lenfoma lehinedir. Kesin tanı İHK ile tümöral hücrelerin keratin ile boyanması CA, LCA ve diğer lenfoid markırlar ile boyanması malign lenfoma lehinedir. Nazofarenks CA ları p 53 over ekspresyonu gösterirler ve bu EBV enfeksiyonunun varlığı ile koreledir. P 16 kaybı, c-myc ve Int-2 nin pozitifliği vardır. Tümör sıklıkla Rosenmüller fossasında köken aldıktan sonra paranazofarengeal alana uzanır, trigeminal sinirin perinöral alanı boyunca yayılım gösterebilir. Çoğu bölgesel lenf nodlarına yayılım gösterir, sıklıkla hastanın ilk başvurusu metastaza bağlı tek taraflı servikal lenf adenopati nedeniyledir. Mikroskopik olarak metastatik lenf nodu diffüz büyük B hücreli lenfoma ya benzer, ancak tümöral hücrelerin marginal sinüsleri tercih etmesi ve yukarıda tanımlanan sitolojik özellikleri nazofarenks CA nu düşündürmelidir. Metastatik tümörler bazen yoğun eozinofil lökosit içerir bu durumda Hodgkin’s lenfoma ile karışabilir.Değişen oranlarda nekrozun eşlik ettiği belirgin granülomatöz reaksiyonlar, bazen eşlik eden kistik değişiklikler nedeni ile Brachial yarık kisti ile ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Nadiren iskelet sistemi başta olmak üzere uzak metastazlar gelişebilir. 9 Tedavi için en önemli seçenek RT, bazen KT ilave edilebilinir.RT sonrası 10 yıllık sağ kalım % 43. Prognozda hastanı yaşı (gençlerde daha iyi), klinik stage ve metastatik lenf nodunun lokalizasyonu önemlidir. Metastazlar üst servikal zincire sınırlı (alt servikale göre) ve tümörle aynı tarafta ise daha iyi prognozludur. Kranial sinir, orbita ve intrcranial yayılım kötü prognozu gösterir. Mikroskopik düzeyde en kötü prognozlu olan keretinize skuamöz kücreli, en iyi prognoza sahip olan ise undiferansiye nazofarenks CA dur. Bunun dışında belirgin anaplazi, yüksek proliferasyon oranı ( mitoz sayısı veya Ki-67 indeksi ile), lenfositik infiltrasyonun yokluğu, yüksek damar sayısı, yüksek S100 pozitif dentrik hücre varlığı ve c-erb B2 ekspresyonu kötü prognozu gösterir LARYNX Epiglotun ucundan cricod kartilajın inferioruna kadar olan bölgedir.Anteriorda sınırları epiglotun lingual yüzü, thyrohyoid membran , anterior commisure, tyhyroid kartilaj, cricothyroid membran ve cricoidin anterio arcı, posterior sınırı ise posterior kommusür mukozası( cricoid kartilajı örten) arytenoid bölge ve interarytenoid alandan oluşur. Lareynks 3 anatomik bölümde incelenir; 1- Supraglottik: Epiglot, aryepiglottic fold, yalancı kord vokal, ventrikül ve saccül 2- Glottik: Gerçek vokal kord ve anterio commüsür 3- Subglottik: Gerçek vokal kordların 10 mm altından crikoid kıkırdağın inferior marjinine kadar 4- Transglottik: Spesifik bir anatomik lokalizasyonu belirtmez, vertikal planda ventrikülü çaprazlayan ve glottik ve supraglottik tutulum gösteren tümörler için kullanılır. Laringeal tümörlerin büyümesi ve yayılması, tümörün köken aldığı alanlar ve farklı larengeal kompartımanlardaki anatomik bariyerler ile ilişkilidir. Bunlardan üçü önemlidir; anterior commisüre tendon (Broyl’s ligament), paraglottic alan ve preepiglottic alan. Anterior commisüre tendon, sadece içerdiği lenf ve kan damarlarından dolayı değil, aynı zamanda tiroid kartilaja yapıştığı yerde perikondrium içermemesi nedeniyle önemlidir, bu nedenle tümör kolayca komşu yumuşak dokuya ve prelaryngeal (Delphian) lenf nodlarına yayılabilir.Paraglottik alan adipöz ve gevşek bağ dokusu ile doldurulmuş saccül ve ventrikül için derin potansiyel alandır. Preepiglottik bölge ise adipöz ve gevşek bağ dokusu ile dolu üçgen şeklinde alandır.Paraglottik ve preepiglottik alanlar lenfatik ve kan damarları içerir, fakat lenf nodu içermez, bu bölgeleri invaze eden tümörler engelle karşılaşmaksızın larenks dışına yayılabilirler. Supra glottik tümörler, iyi lenfatik drenajı ile üst, orta ve alt juguler lenf nodlarına yayılır, glottik olanlarda aynı drenaja sahip olmasına rağmen LNM nadirdir. Glottik CA lar 10 mm den daha ilerde lokalize ise (infraglottik ise) paratracheal lenf nodlarına metastaz riski fazladır, bu bölge nadiren orta ve alt juguler lenfatiklere de metastaz yapar. 10 Yaşamın erken dönemlerinde larynx bütünüyle silyalı pseudostratifiye kolumnar epitel ile örtülü iken zamanla epiglotun oral kaviteye bekan lingual yüzü ve gerçek vokal kordlar nonkeratinize skuamöz epitel, diğer alanları ise solunum epiteli döşelidir. Supra ve subglottik bölgelerde epitel altında seromüköz glandlar bulunur iken, glottik bölgede bulunmazlar, bu glandlarda ileri yaştaki hastalarda onkositik metaplazi görülebilir. İki epitel tipi arasındaki geçişler keskin olabileceği gibi transizyon zonları içerebilir, özellikle sigara içenlerde bazen solunum epiteli bölgelerinde adacık tarzında skuamöz epitele rastlanabilir. Bazal tabakada dentritik melanositler o.b. Reinke’s alanı Gerçek vokal kordun lamina propriası için kullanılan terimdir, bu bir yanda skuamöz epiteli tabanı diğer yanda vokal ligament ile sınırlıdır, kapillerler içermesine rağmen lenfatik damarlar yoktur. Larynks majör ( hyalen kartilaj tipindedir, cricoid, thyroid, arytenoid) ve minör (elastik kartilaj tipinde, epyglot) kıkırdak içerir.Normalde paraganglialara ve ektopik tiroid adacıkları içerebilir. KİST VE LARİNGOSEL En sık görülen kistler saccüler (%24) ve duktal (% 75) kistlerdir. Saccüler olanlar laringeal saccülün kistik dilatasyonu sonucu oluşur, ventrikül içnde ve derinde lokalizedirler. Bu tip kistler laringoselden, kistimn musin, laringoselin ise hava içermesi ile ayrılır. Duktal kistler mukoz glandların dilatasyou sonucu oluşur, en sık epiglot ve gerçek vokal kordlarda lokalizedirler ve yüzeyel yerleşimlidirler. Her ikiside solunum epiteli veya skuamöz epitel ile döşeli o.b, saccüler olanlar yenidoğanda hava yollarında obstrüksiyona sebep o.b. Üçüncü kist tipi olarak tanımlanan kistler duktal kistlerin özel bir tipidir ve onkositik kist olarak isimlendirilirler, gerçek neoplaziden ziyade metaplastik veya hiprplastik bir proçesdir ve nüks etmeye eğilimlidirler. Dördüncü kistleri tonsiller kist,skuamöz epitel ile döşeli kript benzeri yapılar ve duvarında abondan folliküller oluşturan lenfoid doku bulunur. Laringosel, ventrikülün tepesinde hava içeren dilatasyondur, dar bir sap ile ventrikül lumeni ile ilişkidedir, internal tipi ses kalınlaşması, refleks öksürük ve dispne, eksternal tipi ise boyun yan tarafında kitle yapar, enfekte olursa laringopiyosel adını alır. İNFLAMASYONLARI Akut epiglottit massiv ödem nedeniyle obstrüksiyon yapar ve letal seyredebilir, çocukluk çağında sık olmakla birlikte adültte de görülebilir, Hemofilus İnfluenza tip B en sık etkendir, makroskopik olarak epiglot kırmızı ve ödemli, mikroskopik olarak ise komşu yumuşak dokuya uzanım gösteren akut inflamatuvar hücreler ve ödem vardır. Tüberküloz, posterior interarytenoid alanın ödemi şeklinde başlar, epyglod, aryepiglottik kıvrım ve vokal kordlara yayılır,akciğerde aktif tbc görülebilir, laryngoskopik muayanede karsinom ile karışır. Histoplazmozis ve blastomyçes, mikotik larenjitlerin en sık etkenidir, erken lezyonlar vokal kord ve epiglotta lokalizedir, granülomatöz lezyonların larinksin 11 yalnızca anterio kısmını tutar, oral kavite lezyonları ile birlikte ise tbc dan ziyade histoplazmozis düşünülmelidir. Aspergillus ve crytococcosis da görülebilir, actinomyçes nadirdir, hepside yüzey epitelinde pseudoepitelyomatöz hiperplazi yapar ve mikroskopik olarak maligniteler ile karıştırılmasına neden olur.Chron’s hastalığı epiglotta ülserativ ve granülomatöz lezyonlar ile birliktedir. Laringeal granülomlar; intübasyon nedeniyle oluşan endotrakeal travmalar sonucu ortaya çıkar, arytenoid kartilajın vokal proçesinde bilateral kitle şeklinde görülür CA ile karıştırılır. Paralizik vokal korda Teflon injeksiyonu yabancı cisim granülomuna sebep o.b. LARİNGEAL NODÜL VE KONTAKT ÜLSER Laringeal nodüller bazen polip olarakta isimlendirilmelerine rağmen, gerçek polipler tek taraflı olmasına rağmen, nodüller bilateral o.b. Vokal kord nodülü, şarkıcı nodülü veya amiloid tümör olarakta tanımlanmıştır, fakat burada gerçek amiloid birikimi yoktur, stromada ki fibrin birikimi ve hyalinizasyon nedeniyle amiloide benzetilmiştir. Özellikle sigara içenlerde ve sesini kötü kullananlarda sıktır genellikle adült çağdaki erkekleri etkiler, yüzeyi düzgün, yuvarlak, sesil veya pedinküllü polipoid kitlelerdir ve gerçek vokal kordların 1/3 ön kısmında lokalizedirler..Mikroskopik özellikleri lezyonun evresine göre değişir. Erken dönemde stromada ödem ve fibroblast proliferasyonu, ileri evrede ise dilate kan damarları ve stromal hyalinizasyon görülür. Belirgin vasküler komponentli hastalar hemanjiom ile karıştırılabilinir. Kontak ülser ( granülomatöz ülser, posterior commüsür ülseri), lokalizasyonu, mikroskopik özellikleri ve klinik davranışı nedeniyle laringeal nodülden farklıdır. Hemen her zaman posterior commüsürda lokalizedir, mikroskopik olarak granülasyon dokusuna benzer ve pyojenik granülom ile karışır ancak pyojenik granülomun karakteristik lobüler paterni kontak ülserde yoktur. Yüzey epiteli ülsere veya hiperplastik o.b. Lokal eksizyondan sonra nüksler sıktır, konservatif yaklaşım önerilir, cerrahi eksizyon ve travma nüksü artırır. TÜMÖR VE TÜMÖR BENZERİ DURUMLAR I-PAPİLLOM VE PAPİLOMATOZİS: Juvenil larengeal papillomlar, çocukluk ve adölesan çağda, gerçek vokal kordlarda lokalize fakat yalancı vokal kord, epiglot, subglottik alan hatta trakeaya kadar yayılabilen, multipl papillomatöz lezyonlar olarak görülür. Juvenil formlarında HPV birlikteliği sıktır, aktif hastalıklı hastalada tutulmamış alanlarda ve remisyonda ki hastalarda dahi viral DNA tespit edilebilinir. HPV tip 6 ve 11 önemlidir, epitelde Epidermal growth faktör yüksektir. Mikroskopik olarak, matürasyonu tam, papiller ve akantotik gelişme paterni gösteren iyi diferansiye skuamöz epitel ile örtülü papilomatoz yapılar vardır. Mitotik aktivite sıktır, değişen oranda koilositik değişiklik ve sitolojik atipi görülebilir, solunum 12 epitelini tuttuğunda skuamöz epitelde görülen matürasyon tespit edilemeyebilir ve malignite ile karışır. Lezyon uzun süre sonra nüks edebilir ve sıklıkla iki farklı epitelin geçiş bölgesinde nüksler sıktır. İyi diferansiye yapılarına rağmen, nadiren trakeostomi stomasına, larinksin yumuşak dokusu ve carotid arter çevresine uzanabilir, o zaman invaziv papillomatozisten bahsedilir. Tedavi, hormonlar, koter, krıyoterapi, CO(2) lazer, interferon ve fotodinamik tedavi şekilleri olsada yüz güldürücü değildir, bazen total larinjektomiye gidilebilinir. Nadiren papillomda skuamöz hücreli CA gelişebilir, bu özellikle papillom nedeniyle RT almış hastalarda görülür. Karsinomlar genellikle larinkste lokalize olmasına rağmen, papillomatozisler ise trakeabranşial ağaçta sıktır. İlginç olarak bu hasatalarda bronşial CA da sıktır ve bunlarda HPV tip 11 izole edilmiştir. Adült laringeal papillom, erkeklerde sıktır, soliterdir (multipl olanın aksine), inflamatuvar cevap juvenil forma oranla daha yoğundur, yayılım ve nüks eğilimi yoktur. Juvenil tip gibi HPV 6 ve 11 ile birliktelik vardır. II-İNTRAEPİTELYAL PROLİFERATİF LEZYONLAR A- KERATOZİS: Gerçek vokal kord ve interarytenoid bölgede sıktır. Basit hiperplazi, epitelyal hiperplazi, skuamöz hiperplazi, lökoplaki (daha çok klinesyenler tarafında kullanılır ve oral kavitedeki lezyonlara benzetilerek adlandırılmış). Sigara içenlerde, şarkıcılarda ve sesini kötü kullanan diğer bireylerde görülebilir. Seste kalınlaşma ile gelir ve muyenede tutulan bölgede mukozal kalınlaşma vardır. Kırmızılığın varlığı klinisyeni olası bir displazi/ in sutu CA yönünde uyarmalıdır. Keratozis varlığı aşırı olduğunda pchyderma laryngis denir, mikroskopik olarak atipisiz, hiperkeratotik ve granüler tabaka içeren akantotik epitel görülür. B- DİSPLAZİ/ KARSİNOMA İN SUTU (CIS): Değişen derecede hücresel atipi, normal matürasyonun ve stratifikasyonun kaybı ile karakterli lezyonlardır. Displazi, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarfından; nükleer anormalliğin ve polarite kaybının derecesi, stratifikasyon kaybının derecesi ve esas alınarak hafif, orta ve ağır şeklinde derecelendirilir. Hafif Displazi; nükleer atipi hafif ve tüm epitel tabakasının 1/3 alt kısmında lokalizedir. Üst tabakalarda atipi minimaldir buralarda stratifikasyon ve matürasyon tamdır, parabazal tabakada mitoz o.b, fakat atipik mitoz görülmez, genellikle keratozis ve kronik inflaasyon vardır. Orta derecede Displazi; nükleer anormallikler hafif displaziden daha şiddetlidir, nüleol belirginliği o.b, epitelin alt 2/3 kısmında lokalizedir, orta derecedki nükleer atipi yüzeye ulaşabilir, fakat matürasyon ve stratifikasyon üst tabakalarda vardır, mitoz parabazal ve intermedier tabakada o.b, fakat atipik mitoz yoktur, keratozisle birlikte o.b Şiddetli Displazi; Epitel kalınlığının 2/3 sinden fazlasında belirgin nükleer anormallik, matürasyon kaybı ve sadece yüzeyel tabakada sınırlı stratifikasyon vardır. Nükleer pleomorfizm sıktır, hücreler bizar nükleuslu ve belirgin iri nükleollüdür, bazen nükleus hiperkromatiktir. Mitoz yüzeyel tabakalara kadar çıkabilir, bazen atipik mitotik figürler görülür. Atipik hücreler karsinom in sutu 13 daki kadar kalabalıklaşmış ve üst üste binmiş görünümde değildir, ve atipik hücreler arasında intersellüler köprüler görülebilir. En yüzeyel tabakada stratifikasyon ve biraz matürasyonun varlığı lezyonu karsinoma in sutudan ayırıcı özelliktir. DSÖ bu ayrımı yapmasına rağmen, şiddetli displazi ve CIS ın ayırıcı tanısının zorluğu ve klinik davranışlarının benzerliği nedeniyle gereksiz bulanlarda vardır. CIS ın çoğu keratinize skuamöz hücrelerden oluşur iken, birkısmı bazal tabakada ki hücrelerden oluşabilir. Papiller CIS; sitolojik özellikleri klasik CIS abenzeyen ancak, fibrovaskuler sapa sahip papiller yapılar ile karakterlidir. Larinkste invaziv skuamöz hücreli CA ların % 75 nin komşuluğunda şiddetli displazi veya CIS bulunabileceğinden bu ik lezyon tanısında olası invaziv CA odağı aklıda tutulmalıdır. Son zamanlarda bu grup lezyonların sınıflaasında Ljubjana sınıflaması esas alınmaktadır.Buna göre ; 1- Basit hiperplazi 2- Anormal hiperplazi 3- Atipik hiperplazi (malignite için riskli) 4- Karsinoma in sutu (CIS) İlk iki grup benign, üçüncü potansiyel malign, dördüncü kesin malign olarak kabul edilir. Bu sınıflama DSÖ sınıflamasına göre gözlemciler arası uyumsuzluğu minimale indirmesi ve klinik açıdan daha doğru prognostik bilgi vermesi nedeni ile bu gün için kabul görmektedir. Displazinin derecesi ile anaploidi, EGF immünreaktivitesi, Ki-67 indeksi ve p 53 ekspresyonu arasında korelasyon vardır. En önemli soru bu grup hastalarda ilerde invaziv CA gelişme olasılığıdır.Hafif displazili hastaların %7 sinde displazi derecesinde ilerleme veya CA gelişebilir,,orta dereceli olanların % 24 de CIS veya inziv CA a ilerleyebilir, şiddetli displazilerin ise % 25 de CA gelişebilir.Tedavi edilmemiş CIS ların % 46 sında 4 yıl içinde invaziv CA gelişir. İNVAZİV KARSİNOMLAR Larinksin invziv CA ları erkeklerde bütün CA ların % 2.2 si, kadınlarda % 0,4 ünü oluşturur. Hastaların çoğu 5. veya daha ileri dekadlardadır, fakat daha gençlerde de o.b. hastaların % 96 sı erkektir. Sigara temel risk faktörüdür, alkol ile birlikte alımı riski daha da artırır. HPV ile tümör oluşumu arasında ilşki yoktur. Larengeal CA lu hastalarda üst solunum ve sindirim sisteminde ikinci başka bir tümör gelişme olasılığı yüksektir. Klinik, radyolojik ve endoskopik bulgular göz önünde tutularak TNM evrelemesi yapılır. Tümörlerin yayılımı,clarinkste tümörün yerleştiği lokalizasyona göre farklı anatomik bariyerlere bağlı olarak değişkenlik gösterir.. Buna göre 4 grupta incelenirler, bu gruplar temelde laringoskopik muayene esas alınarak yapılır, fakat CT ve MRI gibi radyolojik tetkiklerde doğru sonuçlar verir. MRI çok sensitivdir, tümör tarafından kıkırdak invazyonun tespitinde fakat CT den daha az spesifiktir. 14 1- Glottik Tümörler: Bütün olguların %60-65 ini oluşturur. Gerçek vokal kordlar ve özellikle 1/3 anterior kısmından köken alırlar. Çevresinde ki kıkırdak duvar ve bu bölgede lenfatik damarların azlığından dolayı uzun süre lokalize kalmaya meyillidirler. Anterior kommüsürü çaprazlayarak karşı taraftaki vokal korda yayılabilir, arytenoidin posterioru, sublottik ve supraglottik yayılım gösterebilir, öne doğru penetre olarak tiroid ve boyun yumuşak dokusuna yayılabilir. Bir çalışmada 41 olguda T1 evreli hastalarda aynı tafarta LNM hiç bir hastada görülmez iken, T2 hastaların % 7,3 ünde LNM görülmüştür, bundan dolayı bu grup hastalarda profilaktik lenf nodu diseksiyonu gereksizdir. Erken olgularda RT ile mükemmel sonuçlar alınabilir, RT yetersiz ise cerrahi yapılır, yüzeyel invaziv CA larda sadece endoskopik olarak kordektomi yapmak yeterli o.b. T2 evreli hastalarda hemilarenjektomi iyi bir seçenektir. 2- Supraglottik Tümörler: Bütün olguların %30 35 ni oluşturur. Yalancı kord vokaller, ventrikül ve epiglotun laringeal veya lingual yüzünde lokalize tümörlerdir. 1/3i epiglot ve ventrikülden köken alırlar. Periepiglottik alana yayılmaya eğilimlidirler, fakat orofarenks hipoepiglottik ligament ile korunmuştur. %1 tümör glottisi invaze edebilir, kıkırdak invazyonu nadirdir, burada osseöz metaplazi sıktır. LNM %40 dır, klinik olarak lenf nodları negatif olsa dahi mikroskopik incelemede okkült metastazlar o.b. RT veya larenjektomi ile tedavi edilirler. 3- Transglottik Tümörler: %5 den az sıklıkta görülür. Tümör laringeal ventrikülü geçtiğinde bu isim kullanılır, LNM en sık bu grupta görülür (%52). Total larenjektomiye ilave olarak lenf nodu diseksiyonu yapılmalıdır. 4- Subglottik Tümörler: %5 den az görülürler, glottisten köken alan ancak 10 mm den daha inferiora doğru yayılım yapan tümörlerdir. Kirikoid kıkırdağa lateral yayılım kuraldır. İnterthyrokrikoid membranın zayıflığından dolayı prelaringeal duvar ve tiroide invazyon o.b. Trakeaya uzanımın sıklığından dolayı mümkün olduğu kadar distalden rezeke edilmelidir. Servikal LNM ı %15-20iken, paratrakeal LNM %50 dir ve paratrakeal lenf nodu diseksiyonu endikasyonu vardır. Rrimer tümörün lokalizasyonuna bakılmaksızın larengeal Ca larda en sık metastazlar bölgesel lenf nodlarına ve bunu takiben de akciğere olur.Tiroid gland ve juguler ven tutulumu genellikle drek invazyon yolu ile olur. Makroskopik olarak, mukozadan kabarık, yüzeyi sıklıkla ülsere, gripembe renkli kitlelerdir, glottik olanlar daha keratotik görünümlüdür. Mikroskopik olarak %90 dan fazlası skuamöz hücreli CA dur. Onlar mitotik oran, hücresel pleomorfizm ve diferansiasyon dercesi göz önüne alınarak iyi, orta ve kötü diferansiye tümörler olarak grade lendirilir. Glottik olanlar çoğunlukla iyi ve orta derce diferansiye iken diğer lokalizasyonda olanlar kötü diferansiye tümörlerdir, küçük çapta olanlar daha iyi diferansiye olmaya eğilimlidirler. Stromal invazyon lamina proprianın yüzeyel kısmında bazal membranın hemen altında sınırlı ise “mikro invaziv, yüzeyel invaziv” CA veya “erken” CA ismini alır ki bu son terim klinisyenler tarafından tercih edilir ve 15 kord hareketlerinin bozuk veya normal olduğunu belirtmekte kullanılır. İHK sal olarak keratin pozitiftir, diferansiasyon derecesine göre EGF + liğio.b ve stromada tümöral hücreler çevresinde bazal membran kökenli Tip IV kollajen vardır. Olguların %50 ile 60 ında p 53 overekspresyonu (mutasyon, daha çok wild tipip 53). P 63 %90 oranında yoktur, Rb protein ekspresyonunun kaybı % 20 oranında görülür. Skuamöz hücreli CA un histolojik varyantları olarak; Papiller Verrüköz ( oral kavite ve diğer lokalizasyonlarda kine benzer, mikroskopik olarak oldukça iyi diferansiye skuamöz epitel ile döşeli parmaksı çıkıntılar, aşırı hiperkeratoz, lokal invazyon ve yoğun iltihabi hücre infiltrasyonu ile karakterlidir, invazyon yaptığı halde metastaz yapmazlar. Verrüköz hiperplaziden ayırt edilmelidri, bazen klasik skuamöz hücreli Ca ile birlikte o.b ve hibrid tümör olarak tanımlanır. Primer tedavisi cerrahidir, RT uygulanır ise anaplastik transformasyon gelişebilir) Küçük hücreli (nöroendokrin) Bazaloid skuamöz hücreli Lenfoepitelyoma benzeri Diğer nadir görülen CA lar, adenokarsinom (özellikle supra ve infra glottik lokalizasyonlu ve tükrük bezi tipi dışı klasik adenokanser şeklindedir, subepitelyal glandlardan ziyade yüzey epitelinden köken alırlar). Sarkomatoid CA ( iğsi hücreli, Ca, karsinosarkom, sarkombenzeri stromalı CA, polipoid görünümlüdür ve sıklıkla supraglottik lokalizasyonludur. Larengeal tümörlerde prognostik faktörler; a- Klinik evre: 5 yıllık sağkalım glottik olanda %80 ( evre I de %90, II de%85, III de % 60 ve IV de % 5 den az) Supraglottikte % 65 (evre I de %85, II de %75, III de %45 ve IV de %5 den az) Transglottik % 50 ve subglottik % 40. b- Mikroskopik grade: c- Tümör Çapı: T1 sadece RT, çap arttıkça nüks oranı arta d- LNM: Metastatik lenf nodunun sayısı, çapı ve ekstrakapsüler yayılımın olup olmadığı e- DNA ploidi: Anaploidi nüks ihtimlini artırır. f- Doku reaksiyonu: S-100 pozitif Langerhans hücrelerinin stromada varlığı iyi prognozu gösterir. g- Keratin ekspresyonu: önemsiz h- P 53 overekspresyonu: Bağımsız prognostik faktör olduğu iddia edilmektedir. 16 AKCİĞER HİSTOLOJİSİ VE KONGENİTAL HASTALIKLARI Akciğer parankimiiki farklı komponentden oluşur. 1- İletici sistem ( bronş ve bronşioller) 2- gaz alışverişinin yapıldığı sistem ( alveoller) Alveollerin %90-95 i Tip I pnömositler (daha yassı görünümlü) ile geri kalan kısmı ise Tip II pnömositler ile döşelidir. Tip II pnömositler, surfaktan zentezi ve hasarlanmış alveol epitelinin tamirinden sorumlu, daha kübik kolumnar şekilli hücrelerdir. Alveol duvarları kapiller endotel ve bazal mebran, alveol bazal membranı ve alveoler epitel yanısıra stromada minimal elastik lifler ve fibroblastlardan oluşur. Bronş ve branşial epitelyumda ki temel hücreler; a- Bazal hücreler b- Kulchistky hücreleri (nöroendokrin hücreler) c- Silyalı hücreler d- Seröz hücre e- Clara hücreleri ve goblet hücreleri Goblet hücreleri ve silyalı hücreler distale gittikçe azalırken, clara hücreleri artar. Clara hücreleri bronşial hasarda sonraki tamir proçesinde progenitör rolleri ve sekretuvar rolleri olan hücrelerdir ve diastazlı PAS ile + boyana apikal sekretuvarları vardır. Kulchistky hücreleri, diffüz nöroendokrin sistemin bir parçasıdır, neonatal ve yenidoğan döneminde daha yoğun, adült dönemde daha syrek ve zor olarak tespit edilirler. Bronş, bronşiol ve bazen alveol seviyesinde, bu hücrelrin oluşturduğu küçük kümeler “neuroepithelial badies” olarak isimlendirilir ve fonksiyonları bilinmemektedir. Subepitelyal seromüköz glandlar proksimal bronş duvarında görülüt iken, distale gittikçen kıkırdak ile birlikte azalır. Lenf damarları, bronkovasküler yapılar ve pulmoner vene eşlik eder tarzda, septalarda ve plevra altında lokalizedir, alveol duvarlarında bulunmazlar. Lenfatik drenaj önce intrapulmoner peribronşial, sonra hiler ve mediastinal çok nadiren abdominal lenf nodlarına o.b. Akciğerin kanlanmsı pulmoner ve bronşial (sistemik dolaşımla bağlantılı) damarlardan olur. Pulmoner arterler internal ve eksternal elastik lamina içerir iken, venler sadece elastik lamina içerir. Alveol lumeninde görülen, az miktarda taze kanam, alveoler makrofaj, corpora amylecea ve “blue bodies” klinik önemi yoktur. Alveol duvarlarında normalde bulunabilen megakaryositler, malignite veya viral enfeksiyonlar ile karıştırılmamalıdır. Yaşla ilişkili olarak bronşial kıkırdakta metaplastik kemik odakları o.b. Akciğerde ektopik doku olarak iskelet kası ( yeni doğanda çok aşırı olduğunda rhabdomyomatozis olarak bilinir), nöroglial elemanlar, pankreas ve adrenel korteks bulunabilir. 17 KONJENİTAL ANOMALİLERİ 1- Agnezi,aplazi, hipoplazi 2- Özofagotracheal fistüller 3- Kistik hastalıklar Kistik hastalıklar kazanılmış veya konjenital o.b. kazanılmış olanların karbon partikülü içermeleri önemli ipucudur ve genellikle iyleşmiş akciğer absesinin son dönemidir. Konjenital kistik lezyonlar ise; pulmoner sekestrasyonlar, konjenital lober amfizem, bronkojenik kist, konjenital bronşektazi, mezankimal kistik hamartom ve kistik adenomatoid transformasyondur. Konjenital lober amfizem, genç çocuklarda sıktır, akiceğerin sadece üst loblarını ve sağ orta lobu tutar. Mukozal katlantılar, müköz plaklar ve bronşial kartilajda yetersizlik nedeniyle ortaya çıkaa aşırı havalanmadır, alveol duvarlarında destrüksiyon olmadığı için amfizem olarak isimlendirmek yanlıştır. Kistik adenomatoid transformasyon, çeşitli çaplarda ve birbirleri ile ilişkili, küboidal veya silyalı pseudostratifiye kolumnar epitel ile döşeli kistlerle karakterizedir (adenomatoid olarak tanımlanma sebebidir).genellikle respiratuvar ditres sendromu gösteren yeni doğanlarda görülmekle birlikte, adült çağda da ortay çıkabilir.Kistlerin çapına ve yapısal özelliklerine göre 3 tip tanımlanmıştır. Tip I de 10 cm ulaşabilen silyalı solunum epiteli veya kübik epitel ile döşeli büyük kistler, Tip III de ise makroskopik olaraktespit edilemeyen, ancak mikroskopik olarak tespit edilebilen ve kübik epitel ile döşeli kistler vardır. Bu hastalık özellikle kronşial atrezi, kardiak anomaliler, trakeoözofagial fistüller ve diyafragma hernilerine eşlik etmesi nedeniyle önemlidir. Kazanılmış kistik hastalıklar, bal peteği akciğer ve amfizem ve Ehler Danlos sendromunda sıktır. (Bül, özellikle amfizemin komplikasyonu olarak ortaya çıkar 1 cm veya daha büyük çaplara ulaşabilir, plevraya yapışık ince duvarlı kistik boşluklardır. Bleb ise alveolün rüptürü ve plevranın areolar tabakasına hava sızması sonucu interstisyel amfizem veya plevra yaprakları arasına sızma ile pnömotoraksa ve reaktif eozinofilik plörite sebep olurlar, genellikle 1 cm den küçük kistik boşluklar şeklindedir) Mezankimal kistik hamartom; 1 cm çapa ulaşabilen, metaplastik veya normal solunum epiteli ile döşeli, epitel altında mezankimal hücrelerin yoğunlaştığı “cambium tabakası” varlığı ve bilateral ve multifokal akciğer lezyonları ile karakterli kistik hastalıktır. Bronkopulmoner sekestrasyonlar; bronşial ağaç ve pulmoner dolaşımla ilişkisiz parsiyel veya komplet bir akciğer lobunun varlığı ile karakterli kistik lezyondur. Ekstralober formunda, toraks boşluğunda hehhangi bir yerde nadiren abdomende de lokalize olabilen, akciğerden ayrı bir nodül olarak görülür, %90 nı sol tarfı trcih eder, %20 sine diyafragma hernisi eşlik eder. Arterial kanlanması aort veya onun dalları seviyesinde ki birkaç küçük artele sağlayabilir, pulmoner dolaşımla ilşkisizdir. İntralober formu ise, daha asemptomatiktir, alt loblarda özellikle posterior bazal segmentte lokalizedir, %60 sol tarafı tecih eder, aort veya onun dallarından köken alan büyük bir 18 arterle beslenir, olguların % 75 inde köken alınan damarlar diyafragma altındadır. Arterler daima elastik arter tipindedir, bazen anomalili arter ve intrapulmoner damarlar arasında şantlar o.b.İntralober sekestrasyonlar, pulmoner ve anomalili sistemik damarlar arasında overlepllerin aşırı, hafif veya yokluğuna göre Tip I, II ve III olarak ayrılabilir. Makroskopik olarak sekestre kısım tek bir kist, multipl kistler veya solid kitle şeklinde görülür. Mikroskopik olarak ise kronik inflamasyon ve fibrozis ve damarlarda obliteratif değişiklikler vardır. Patogenezinde pulmoner arteriyal gelişimde defektler sistemik arteriyal kan akımının persistansı suçlanmaktadır. Bir grup ise patogenezde tekrarlayan kronik pnömoni ataklarını sorumlu tutmaktadır. AKCİĞER KARSİNOMLARI Son 60 yılda hızla artmakta olan akciğer CA ları erkeklerde sık görülmekle birlikte özellikle kadınlarda da görülme sıklığı arttığında erkek/kadın oranı düşmektedir. Erkeklerde akciğer kanserine bağlı ölüm oranları her yıl %1.9 oranında düşerken, kadınlarda ölüm oranı artmaya devam etti ve 1987 yılından beri daha fazla kadın meme kanserinden ziyade akciğer kanserinden ölmeye başladı. Akciğer kanserine bağlı ölümlerin oranında ki düşme son 30 yılda sigara içme oranında görülen düşme ile ilşkilidir. Olgular genellikle 40 yaş üzerindedir, yalnızca olguların %2 si 40 yaş altındadır. Patogenezde, temel olay genetik hasarı başlatan başta sigara olmak üzere çevresel ajanlardır. Kanser oluşumu temelde adım adım biriken genetik anormallikler sonucu benign bronşial epitelin maligne dönüşümüdür. Akciğer kanserlerin % 87 si aktif sigara içicisi veya son dönemde bırakmış kişilerde görülür. Akciğer kanserinin sıklığı ile a- günlük içilen sigara miktarı b- inhale edilme oranı c- sigara alışkanlığının süresi arasında ilişki vardır. Sigara içmeyenler ile karşılaştırıdığında 10 kat, yoğun içicilerde ( en az 3 yıl boyunca günde 40 adetten fazla) 60 kat kanser gelişme riski vardır. 10 yıl için sigara içiminin durdurulması riski düşürür fakat asla tamamen kontrol altına almaz. Epidemiyolojik çalışmalar sigara içimi ile ağız, farinks, larinks, özofagus, pankreas, uterin serviks, böbrek e üriner sistem kanserleri arasında ilişki vardır. Her yıl 3000 pasif içici akciğer kanserinden ölmektedir. Pipo içicilerinde risk sigara içicilerinden fazladır. Sigara içenlerin solunum epitelinde histolojik olarak sigara içme orani ve süresi ile ilşkili olarak skuamöz metaplazi, bunun ilerlemesi sonucu displazi, karsinoma in sutu ve invaziv CA gelişme süreci deneysel çalışmalar ile bösterilmiştir. Etyoloji de geçmiş yıllarda tüberküloz, antrokoz ve antrıkosilikozis ile pulmoner infarktların artık malignite gelişinde önemli olmedıkları; çünkü bunların oluşturduğu skarlar zemininde geliştiği düşünülen CA ların artık böyle bir kökenlerinin olmadığı ve kanserin stroması olarak oluşan skar dokusunun reaksiyoner stromal cevap olduğu kabul edilmektedir. Asbestos, polisiklik aromatik hidrokarbonlar, arsenik, nikel ve codmium içerikleri, vinil klorid, uranyum ve radyasyon gibi çevresel ajanlara maruziyeti malignite riskini artırır. Özellikle asbest kansere bağlı ölümlerin %5 inden sorumludur. Sigara içen asbest işçilerinde akciğer kanseri gelişme oranı 19 içmeyenlere göre 5 kat fazla iken sigarad içiyor ise 50-90 kat fazladır. Akciğer kanseri gelişmeden önceki latent periuod 1030 yıldır. Bu işçilerin 1/5 de ölüm akciğer kanserinden, 1/10 de malign mezotelyomadan ve 1/10 de ise gstrointestinal tümörlerdendir. “Skar kanseri” olarak tanımlanan pek çok malign tümör deki sksr kanserin nedeni olmaktan ziyade sonucudur. Bal peteği akciğer bulgularına sahip interstisyel akciğer hastalığı olan çoğu olguda oluşan alveol epitelinde ki atipik epitelyal proliferasyonlar, 1/3 olguda ileri dönemde oluşabilecek bronkoalveoler CA un öncüsü o.b. Aynı şekilde atipik adenomatöz hiperplazi ve bronkoalveoler adenomlar adenokarsinomların prekürsör lezyonu olarak kabul edilmektedir. Sonuç olarak akciğerde 3 tip prekürsör lezyon vardır; 1- Skuamöz displazi ve karsinoma in sutu 2- Atipik adenomatöz hiperplazi 3- Diffüz idiopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi Akciğerde papillomatozis zemininde malignite gelişmesi çok nadir olarak görülür ve bunun HPV ile ilişkisi yoktur. Akciğer tümörleri olguların % 2-5 de metakron veya sinkron olarak multipl o.b ve %20 oranında baş boyun bölgesinin bağımsız bir tümörü ile birliktedir. Bu multipl tümörler genetik olarak birbirinden bağımsız farklı klonal orjine sahiptirler. Pek çok akciğer tümörü ilk tespit edildiklerinde büyük bir çapa sahiptirler ve % 60 ı ise aşırı lokal yayılım ve/veya uzak metastaz varlığından dolayı inoperabldır. Semptomlar parsiyel veya komplet obstrüksiyonun varlığına bağlı olarak geç dönemde ortaya çıkar ve en sık semptomlar öksürük, balgam, kilo kaybı, ağrı, hemoptizi ve paraneoplastik sendromlar. Periferde lokalize olan tümörler tümör bronş veya plevraya ulaşacak yeterli çapa ulaştığında ülsere olduğunda semptom verirler. Superior pulmoner sulkusta lokalize tümörler Pankoast’s Sendromu olarak bilinen ulnar sinir trasesi boyunca ağrı yaptığından ve genellikle Horner Sendromuna (sempatik zincirin tutulumuna bağlı olarak myozis, pitozis, enoftalmus ve anhidrozis) eşlik ettikleri için erken tanı alırlar. Akciğer kanserlerinin % 35-50 si “coin” lezyon olarak gelir ve bunlar genellikle 60 yaş üzerindeki hastalardır ve coin lezyonlarında kalsifikasyon içermezler. Coin lezyonda aşikar kalsifikasyon varlığında malignite insidansı %1 den azdır. Bazen “paraneoplastik sendrom” denilen, metastatik tümörle ilişkisi olmayan, tümöral hücreler tarafından sekrete edilen bazı hormonlar ve aktif maddelere bağlı ortaya çıkan klinik tablolardır. ACTH üretimine bağlı Cushing’s sendromu, ADH üretimi sonucu hiponatremi Parathormona bağlı hiperkalsemi (özellikle skumöz hücreli CA), kalsitonin üretimi sonucu hipokalsemi, Gonodotropinlere bağlı jinekomasti, seratonin ve bradikine bağlı Karsinoid sendrom, kortikal serebeller dejenerasyonlar, ensefalomyelit, nöropati, Myopathic-myastenic Sendrom ( Lambert-Eaton sendromu), parmaklarda çomaklaşmea ve hipertrofik pulmoner osteoartropatiler görülebilir. Bunlardan kortikal serebellar dejenerasyon ve jinekomasti bütün akciğer tümör tiplerinde, karsinoid sendrom bronşial karsinoidde ve küçük hücreli CA da, hiperparatiroidiye bağlı hiperkalsemi skuamöz hücreli CA da, diğerleri ise sıklıkla küçük hücreli CA da görülür. 20 Sınıflandırma ve İmmünhistokimyasal Özellikler 1- Skuamöz hücreli CA /iyi,orta, az diferansiye) 2- Adenokarsinom (NOS ve Bronkoalveoler CA) 3- Adenoskuamöz CA 4- Küçük hücreli CA ( Klasik, miks, kombine) 5- Andiferansiye büyük hücreli CA 6- Dev hücreli CA Andiferansiye büyük hücreli CA ile az diferansiye adeno CA ve skuamöz hücreli CA ayırıcı tanısında gözlemciler arası uyumsuzluk fazladır. Elektronmikroskopi ayırıcı tanılarında yardımcı olabilmekte ancak maliyet yüksekliği nedeniyle tercih edilmemektedir, DSÖ ne göre yapılan yukarıdaki sınıflama temelde ışık mikroskopik bulgular ile konur. Akciğer kanserlerinin sadece %34 ü tektip tümörden oluşurken, geri kalanlarında en az iki tümör tipi vardır. İHK sal olarak bazı histolojik tiplerde çakışmaların olması nedeniyle tümör tanısında bu boyama tekniğinin değeri sınırlıdır. Sonuçta tümör subtipine bağlı olarak farklı keratin ekspresyonları görülebilir. Tip II pnömositlerce üretilen sürfaktan proteini adenokanserlerin yarısında, diğer küçük hücreli dışı kanser tiplerinin 1/3 de pozitif boyanır. TTF-1 akciğerden köken alan epitelyal tümörleri tespit etmekte yardımcıdır, fakat tiroid kökenli lezyonlarda da pozitif nükleer boyanma vardır.Adeno CA ların 3/4 de diğerlerinde ise daha az oranda görülür. SKUAMÖZ HÜCREL KARSİNOM Çoğu erkeklerde görülür ve sıklıkla segmental bronşlardan köken alır ve X-rayde hiler-perihiler kitle yapar, ancak nadiren periferal hatta subplevral lokalizasyonda bulunabilir. Sigara ile yakın ilişkisi vardır. Tanı sırasında diğer histolojik tiplerden daha büyük çaptadırlar, olguların yarısında obstrüktif pnömoni veya atelektazi gibi obstrüksiyon bulguları vardır. Balgam sitolojisinde malign hücrelerin görülme insidansı en yüksek kanser tipidir. Tümör santral nekroz ve kavitasyon yapmaya eğilimlidir, diğer yandan kalsifikasyon çok nadirdir. Çoğunlukla parankimal infiltrasyon göstermesine rağmen, nadiren yalnızca bronş lumenine doğru gelişim gösteren polipoid kitle şeklindedir. Mikroskopik olarak malignite tanısı, atipi ve invazivlik esas alınarak yapılır, skuamöz hücreli tanısı ise hücreler arası köprüler ve keratin varlığı ile konur. Keratin formasyonu sıklıkla tek hücre keratinizasyonu veya keratin incileri şeklindedir, izole nekrotik hücreler keratinize hücre ile karıştırılmamalıdır. “Whorl formasyonu” ve tümöral hücrelerin stratifikasyonu da skuamöz diferansiasyon için tanı kriteri olarak kullanılmıştır, fakat DSÖ klasifikasyonuna göre bu tümörler andiferansiye büyük hücreli CA olarak tanımlanmıştır. Nadiren tümöral hücrelerde müsin sekresyonu o.b yanlışlıkla adeno CA tanısı konulmamalıdır, belirgin adeno CA veya küçük hücreli CA komponenti eşlik ediyor ise miks CA olarak tanımlanmalıdır. Nadiren tümöral hücrelerde onkositik görünüm, keratine karşı yabancı cisim reaksiyonu, granülomlar, aşırı iltihabi hücre infiltrasyonu görülebilir. Tümör periferinde nadiren, hava 21 boşlukları içinde tümöral hücrelerin “lepidic” yayılımı (ki bu özellik sıklıkla bronkoalveoler CA un bulgusudur), sıklıkla bronşial epitel içinde “pagetoid” yayılım görülebilir. Skuamöz CA, keratin içeriğinin miktarına göre iyi, orta ve kötü diferansiye şeklinde grade lendirilebilinir. Elektron mikroskobunda, bol tonoflament, kompleks desmozomlar ve bazal lamina formasyonu içerir. İHK ile düşük ve yüksek molekül ağırlıklı keratin ve involucrin ile pozitif boyanır. P 53 mutsyonu sıktır , erken stage dışında prognoza etkisi bilinmemektedir, p 63 skuamöz hücreli CA da +, küçük hücreli CA da negatiftir. Displazilerde %10-50 , in sutu karsinomlarda %60-90 oranında p 53 immünreaktivitesi vardır. Rb ekspresyonunun kaybı skuamöz hücreli CA da çok önemli değildir ve %15 oranında görülür, p 16 inaktiftir ve onun protein ürünlerinin kaybı skuamöz hücreli CA da %65 oranında görülür. Epidermal growth faktörün (EGF) overekspresyonu % 80 sıklıkla görülür ve %30 oranında c erb- B2 oerekspresyonu vardır. Tümöre komşu bronş mukozasında metaplazi veya karsinoma in sutu görülebilir. Genetik düzeyde en belirgin özellik sırasıyla FHIT protein kaybı, p 53 ve p 16 değişiklikleridir. Histolojik subtipleri; a- Küçük hücreli varyant ( hücreler küçük hücreli CA agöre daha büyük ve geniş sitoplazmalı, nükleol daha belirgin ve nükleus veziküle, tümör adacıkları daha keskin sınırlı, stroma daha matür ve nekroz daha azdır) b- Berrak hücreli varyant ( diğer akciğer CA tiplerinde özellikle adeno CA da görülebilir) c- İyi diferansiye papiller varyant ( nekroz yoktur) d- Bazaloid varyant ( çok agresiv klinik gidiş vardır, bazaloid, küçük çaplı hücre adacıkları santralinde nekroz varlığı tipiktir) e- İğsi hücreli (sarcomatoid) karsinosarkom ADENOKARSİNOM Tümöral hücreler tarafından müsin sekresyonu yapılması ve glandüler differansiasyonla karakterli malign epitelyal tümörlerdir. Kadınlarda ki akciğer CA larının yarısını oluşturur, erkeklerde daha nadirdir. Yani kadınlarda ve sigara içmeyenlerde görülen en sık akciğer akciğer CA dur. Epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarına göre bu kanser türünün insidansı diğer akciğer kanser tiplerine oranla hızla artmaktadır. Skuamöz hücreli CA a göre daha periferde lokalize olmaya eğilimlidir, daha küçük çaplıdır ve metastazlarını daha erken dönemde yapar. Makroskopik olarak kötü sınırlı ve gri-sarı renklidir, tek veya multipl kitle yapabilir, bol müsin varlığında parlak mukoid görünümlüdür. Kavitasyon çok nadirdir. Periferal lokalizasyonu nedeniyle eksizyon sırasında visseral plevra tutulumu sıktır, nadiren küçük periferal kitle şeklinde görülenler plevral boşluğa ve her iki yaprağına yaygın yayılım gösterir ve diffüz mezotelyomaya benzer, bu durumda “pseudumezotelyomatöz karsinom” adı verilir. 22 Adenokanserler yüksek oranda periferal skar veya bal peteği akciğer ve atipik bronşioler veya alveoler proliferasyonla birliktedir. Skar kanserlerinin %72 si adeno Ca, geri kalanı ise skuamöz hücreli ve andiferansiye büyük hücreli CA dir. Mikroskopik olarak geniş bir diferansiayon ranjı vardır, bir uçta bronkoalveoler CA diğer uçta andiferansiye büyük hücreli CA vardır. Tübül ve papiller yapılar ile karakterli glandülr diferansiasyon ve müsin sekresyonu ile karakterlidir. Bu özelliklerin miktarına bağlı olarak; Asiner, papiller, müsin üreten solid adenokarsinom olarak ayrılır. Papiller CA un bronkoalveoler CA ile ilişkisi tartışmalıdır ve metastatik tiroid papiller CA u ile karışır (Hem akciğer hemde tiroid papiller CA ları TTF-1 ile pozitif boyanır), ancak akciğer kökenli olanlar daha çok mikropapiller tiptedir ve daha kötü prognozludur. Akciğer adeno CA nun nadir varyantları taşlı yüzük hücreli, müsinöz, enterik ve hepatoid diferansiasyonlu adeno kanser, koryokarsinomatöz fokuslu adenokarsinom. Adenokanserde tümöral hücrele alveol duvarı boyuncadır (LEPİDİK YAYILIM), bu gelişme paterni pek çok metastatik ve primer tümör tipinde görülebilir. Daha nadir fenomen ise büyük bronşların mukozası boyunca yayılımdır (PAGETOİD YAYILIM, ki bu daha skuamöz hücreli CA için önemlidir). Nadiren eozinofilik intrasitoplazmik globüller o.b. Rezektabilite oranı % 71 dir, olguların yarısında peribronşial ve hiler lenf nodlarına metastaz vardır. Adenokanserde goblet hücreleri, klara hücreleri, müköz hücreler ve silyasız bronşial hücreler vardır. İHK sal olarak düşük molekül ağırlıklı keratin, EMA, CEA, CK 7 ve vimentin pozitif o.b. Olguların 5 50 sinde surfaktan pozitif, bu özellik diğer primer akciğer CA ve metastatik CA ayırıcı tanısında yardımcıdır. P 53 overekspresyonu sigara içen adeno CA lu hastalarda sıktır. K-ras mutasyonunbu tümör geişiminde erken ve irreversibl bulgudur, atipik adenomatöz hiperplazide de bulunur ve kötü prognozu gösterir. BRONKOALVEOLER KARSİNOM (BAC) Akciğer parankimine terminal bronkoalveoler kısımda olur ve akciğer CA larının %1 ile 9 nu oluşturur. Makroskopik olarak tek periferal nodül, multipl nodül veya diffüz pnömon benzeri infiltrasyon şeklinde o.b. Parankimal nodüller müsin içeriğine bağlı olarak, müsinözi gri,translüsen göeünümdedir, diğer alanlar solid gri beyaz renkli olduğu için pnömoni ile larıştırılabilinir, tümör segmental ve subsegmentai bronşları tutmadığı için atelektazi ve amfizem de sık değildir. Mikroskopik olarak tümör, stromal, vasküler veya plevral invazyon olmaksızın pür bronkoalveoler gelişme paterni gösterir. En önemli özelliği geliştiği anatomik lokalizasyonlarda(alveollerde) destrüksiyon olmaksızın daha önce mevcut olan yapılar da gelişmesidir. Bu gelişim paternine “lepidik”patern denir yani tümöral hücrelerin alveoler duvar boyunca yayılmasıdir. Müsinöz ve non müsinöz. Müsinöz tip; genellikle inspeksiyonda jelatinöz görünümlüdür, hava yolları müsin birikimi ile genişlemiş ancak alttaki yapı korunmuştur. 23 Mikroskopik olarak alttaki stromaya anvazyon yapmaksızın, hava boşlukları müsin içeren kolumnar epitel ile döşelidir. Tümör hücreleri bronşlardan ziyade bronşioller boyunca yayılır ve alveolü döşeyen tümör hücreleri ile respiratuvar bronşiol ve alveoler duktusları döşeyen solunum epiteli arasında devamlılık vardır, tümöral-normal hücreler keskin bir sınırla ayrılır bu tümör tanısında önemli bir özelliktir. Benign, malign ve borderline müsinöz akciğer tümörleri histogenetik olarak müsinöz BAC ile ilişkililidir. Ayırıcı tanısında akciğerin primer konvasiyonel adenokarsinomu(NOS) ve metastatik tümörler düşünülmelidir. Multipl olma özelliği ve prognozun biraz daha iyi olması BAC un özelliğidir. Nönmüsinöz tip BAC, BAC lu olguların %65-70 ni oluşturur. Makroskobik olarak bazen santral skar içerebilen gri-beyaz konsolüdasyon şeklindedir. Mikroskopik olarak hücreler kolumnardan ziyade küboidal e daha eozinofilik sitoplazmalıdır.Nükleer atipi ve pleomorfizm müsinöz tipten daha belirgindir, Klara hücre diferansiasyonunun göstergesi olan apikal snotlar ve nadiren hobnail hücreleri vardır, hücrelerde silya çok nadirdir, varlığı daha çok reaktif olayı düşündürür. Elektron mikroskopik olarak mikroflamentlerin liflerine karşılık gelen intranükleer inklüzyonlar o.b fakat inklüzyonlar veya farklı görünümler NOS adenokarsinomda da ob. Müsinöz tipe zıt olarak interstisyel fibrozis ve kronik inflamatuar hücreler daha belrgindir. Elektron mikroskopik ve İHKsal olarak , müsinöz tip bronkioler Goblet hücre diferansiasyonu gösterir iken nonmüsinöz tip Clara hücresi /tip II pnömosit diferansiasyonu gösterir. Tip II pnömositler elektron mikroskopik olarak sitoplazmik lameller inklüzyon cisimcikleri ve buna karşılık gelen surfaktan apoproteni ile ilişkilidir. Klara hücre diferansiasyonu için İHK boya olarak alfa1 antitripsin pozitifliği önemlidir. Müsinöz ve nonmüsinöz her iki tip TTF-1 ile pozitif, NOS adenokanser CK7+/ck20 – ikenemetastatik kolon CA CK7 -/VK20 + dir.. Müsinöz tipte üretilen müsin NOS akciğer aenokarsinomuna zıt olarak MUC 3 ve MUC6 ile pozitiftir. BAC da endokrin diferansiasyonlar o.b. Non müsinöz tip müsinöz tipe göre daha solter olmaya eğilimli olup prognozu daha iyidir. Tek periferal bir nodül olduğunda balgam ve bronşial yıkama solüsyonunun sitolojik incelemesi daima negatifitir. Bu tümörlerde perkütan ince iğne biyopsisi tanı için faydalıdır. Kolondaki adenom-adenokarsinom ilişkisi akciğerde de atipik adenomatöz hiperplazi-BAC şeklindedir ve daha sonra invaziv adenokarsinoma dönüşebilir. Atipik adenomatöz hiperplazi monoklonaldir, mikroskopik olarak kübodal veya kolumnar epitel proliferasyonu ile karakterli iyi sınırlı nodül şeklindedir, bu hücreler sitolojik atipi gösterebilir, fakat asla adenokanser kadar değildir, bu lezyondan gelişen ne adeno CA ne de BAC lerin hepsi invazyon gösterir. ANDİFERANSİYE BÜYÜK HÜCRELİ KARSİNOM Buradan sonrası yok daha sonra verilecek… (Gökçe) 25.12.2006 Pazartesi Pataloji olgu sunumu var… 24