cumhurıyet dönemı kımlık ve vatandaşlık polıtıkaları

advertisement
XIX. BÖLÜM
CUMHURİYET DÖNEMİ KİMLİK VE
VATANDAŞLIK POLİTİKALARI
Yrd. Doç. Dr. Cengiz Mutlu
1. Türk Milliyetçiliğinin Kaynakları ve “Millet” Tanımı
Avrupa’da milliyet kavramının bugünkü manada kullanımı, devlet kelimesinden
çok sonraya, XIX. yüzyıla kadar gitmektedir. Milliyet prensibinin gerçek manasına
kavuşması, bir bakıma düşman kamplarda yer alan önemli fikir adamlarının tartışmaları
sonucu gerçekleşmiştir. Tartışmaların en meşhurları Almanlar ile Fransızlar arasında
olanlardı. Bu münakaşalarda, Alman ırkçılığı ile Fransız kültürcülüğü çarpışmıştır. Galibi
olmayan bu mücadele sonunda her millet, “milliyet” prensibini kendine göre
yorumlamıştır. Fransızların “kültür”, Almanların “ırk” esasına karşı, İsviçreliler “vatan”,
Romanyalılar “dil”, Alman protestanlarına karşı katolik kilisesine tabi Avusturya
Almanları “mezhep”, ABDliler “vatandaşlık”, Çinliler “kültür”, Kuzey Afrika’daki Arap
âlemi ise “dil” esasını kabullenmişti.1
Bu ekollerden Türk modernleşmesini en fazla etkileyen Fransa’da, ihtilalin
ardından sıkça duyulan milliyetçilik, şu anlamlara gelecek şekilde kullanılmaktadır:
“Bütün olarak millet ve milli devletlerin kurulma, ardından kendini idame ettirme süreci,
bir millete ait olup o milletin güvenliği ve refah hisleriyle yoğrulmak, millete ilişkin dil
ve sembolizm, milli emellerin ve milli iradenin gerçekleştirilmesine dair reçeteler, milli
iradeyi gerçekleştirecek siyasi ve toplumsal hareket”.2
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında özellikle Tanzimat Fermanı’nın
ilanıyla Osmanlılık, İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük gibi terimler tartışılmaya
başlanmıştı. Bu fikirler içerisinde 1912’de kurumlaşmasını tamamlayan Türkçülük
hareketinin temsilcileri, cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk’ü belki de en fazla
etkiliyenler olacaktı. İmparatorluktan, önce 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, ardından
1912 Balkan Savaşları’yla gayrimüslim vatandaşlarının kopması ve milyonlarca Türk’ün
Almanlarla Fransızlar arasındaki en önemli mesele, 1870 Alman-Fransız Savaşı ve Alsas-Loren
meselesiydi. Tartışmayı Alman Momsen ile Fransız Fustel de Coulanges başlatmıştı. Fransız filozofu,
Fransızlığın çeşitli ırklardan mürekkeb “limonata” gibi bir karışımdan ibaret olduğunu düşünerek milliyet
kavramını “kültür” esasına dayandırırken, Cermenliğe dayanmak isteyen Alman filozofu ise, “ırk” esasını
almıştır. Fransız Coulanges’a göre, milliyet ırk manasına gelseydi, Belçika’nın Fransa’dan, Portekiz’in
İspanya’dan, Hollanda’nın Prusya’dan ayrı olmaması gerekiyordu. Kendisi, milleti şu şekilde ifade
etmekteydi: “Aralarında fikir, his, ümit, hatıra, ve menfaat birliği bulunan insanlar, kalben bir millet teşkil
ettiklerini hissederler”. Bkz. İsmail Hami Danişmend, Türklük Meseleleri, İstanbul, 1966, s.13-15.
2
Anthony D. Smith, Milli Kimlik, İstanbul, 1994, s.119.
1
1
yüzyıllarca vatan belledikleri Rumeli topraklarından Anadolu’ya göçü, doğal olarak
devlet idarecilerini Türk-Müslüman tebaayı ön plana alan bir politika takip etmeye
itmiştir. Bu savaşlar Osmanlı İmparatorluğu’nu adeta bir Türk-Müslüman Devleti haline
getirmişti. Önce Müslüman Arnavutların ayrılması, ardından Müslüman Araplar arasında
ayrılıkçı fikirlerin yeşermesi, geride sadece Türklerin yaşayabileceği bir yurt kalacağı
izlenimini doğurmuştu. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Rusya’dan Türkiye’ye – Volga,
Orta Asya, Azerbaycan, Kırım Tatarları- gelen yüksek eğitimli mültecilerle Türkçülük
hareketi siyasal bir hız kazanmıştır. Rus Türkolojisinin başarılarına aşina olan bu
mülteciler, Panslavizm hareketiyle karşı karşıya kalmışlar, ona tepki göstermişler, aynı
zamanda Rus devrimci ve halkçı eğilimlerinden etkilenmişlerdi.3 Bilinçli olarak Rusya
Türkleri arasında başlayan Türkçülük, Rus panslavizmine bir tepkiydi. Özellikle Çar III.
Aleksandr ile başlayan panslavist politikanın Ruslardan ve Ortodokslardan başka
milletlere hayat hakkı tanımaması, Türkler arasında tepkileri geciktirmemişti. Rusyalı
Türklerin İstanbul aydın çevereleri ile temasları, milliyetçilik ve Türkçülük hakkındaki
görüşleri İstanbul’da geniş yankı yapmıştı. Diğer taraftan Kırımlı Gaspıralı İsmail Bey’in,
Kazanlı Yusuf Akçura’nın, Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali’nin ve Ağaoğlu Ahmet’in
Türkiye’ye gelişleri Türk milliyetçiliğinin doğuşunda en önemli etmenlerdendi. Bu
kişiler, Türkçülük fikrinin yayılmasına ve derinleşmesine büyük hizmetlerde
bulunmuşlardı.4 Balkan ayrılıkçılarına karşı Osmanlı tepkisi, Rus panslavizmine karşı
Tatar ayaklanması, Avrupa fikirlerinin Türk ve Tatar aydınlarını etkilemesi, Türkoloji
bulguları gibi etkenler Osmanlının yenildiği ve Müslümanların küçük düştüğü bir
ortamda, bir hanedan, din veya devlete değil, bir millete -Avrupa’dan Pasifik’e uzanan
topraklardaki Türk Milleti’ne- dayanan Türkçülük akımının büyümesini teşvik etmişti.5
Aralarında Ziya Gökalp’in de olduğu bazı Türkçü aydınlar, Osmanlı İmparatorluk
sınırlarının dışında tüm Türkleri içine alacak derecede geniş bir Turan Devleti’nin
hayalini kurmaktaydılar.
2. “Millet” Tanımları
Atatürk’ü de fikirleriyle etkileyen Ziya Gökalp, akılcı bir şekilde milletin ayırt
edici vasıflarını sıralamaktaydı. Nitekim, kendisi milleti şu şekilde tanımlamıştır:6
“Memleketimizde, vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan gelmiş
millettaşlarımız vardır. Bunlar Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine itiyat
etmiş görürsek, diğer millettaşlarımızdan ayırmamalıyız. Yalnız saadet zamanında değil,
felaket zamanında da bizden ayrılımayanları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz.
Bunlar arasında milletimize büyük hizmetler etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr
insanlara siz Türk değilsiniz diyebiliriz. Atlarda şecere aramak lazımdır; çünkü
meziyetleri içgüdüye dayalı olduğundan ırkın büyük ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise
ırkın sosyal vasıflara hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Aksi bir
yol tutacak olursak, memleketimizdeki aydınların ve fikir savaşçılarının bir çoğunu feda
etmek gerekecektir. Bu hal doğru olmadığından, Türküm diyen her ferdi Türk
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1991, s.345-346.
Ali Engin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul, 1995, s.142.
5
B. Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.346.
6
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Haz. Mehmet Kaplan), İstanbul, 1970, s.21.
3
4
2
tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare
yoktur.”
I. Dünya Savaşı’yla toprakları işgal altına giren Osmanlı Devleti’nin geleceği,
dönemin ünlü kalemleri tarafından sorgulanmaktaydı. Açıkça ifade edilemese de o
dönemde tartışılan, İmparatorluğun çöküşünün ardından oluşacak yeni devletin kurucu
ideolojisindeki milliyetçiliğin, toprak bütünlüğüne dayalı bir milliyetçilik mi, yoksa
etnik-dinsel öğelerin harmanlandığı kültürel bir milliyetçilik mi olacağı sorusuydu.
Yenigün gazetesinin başyazarı Yunus Nadi Bey, içten ve dıştan gelen saldırıların Türk
Milleti’nin varlığını hedef aldığı kanaatini taşımaktaydı. Ona göre, Türk Milleti’nin
birliği, iç ve dış tehtitlere karşı korunması için vatan cephesi kurulmalıydı. Özellikle Rum
ve Ermeni azınlığın Osmanlı şemsiyesi altından kurtulmak için gösterdikleri tepkiler,
Osmanlı saltanatının bekasını samimiyetle isteyen tek unsurun Türk-Müslüman unsur
olduğunu göstermekteydi. Yunus Nadi Bey, başta Ermeni ve Rum unsurlar olmak üzere
bütün etnik grupların milliyetçi olduklarını, bu konuda sadece Türklerin geri kaldığını
belirtirken, Osmanlı coğrafyasından 10 milyondan fazla Türk nüfusu temsil eden
Türklüğün de kendi haklarını savunması fikrini öne sürmekteydi.7
Aynı dönemde Vakit gazetesindeki köşesinde Ahmet Emin Bey ise, toprağa dayalı
vatandaşlık kavramını ortaya atmaktaydı. Ona göre, devletin tüm unsurları siyasi açıdan
Osmanlı kalmalıydı. Osmanlılık ise, Osmanlı vatanına samimi bağlılık ve bu vatana bağlı
olanlar arasındaki müşterek menfaatlar anlamına gelmeliydi. Bundan sonra kendini
Osmanlı vatanına bağlı hissetmeyen Ermeniler Ermeni Cumhuriyeti’ne davet edilmeli,
aynı durumdaki Rumlar ise Yunanistan’daki Türklerle mümkün olduğunca mübadele
edilmeliydi. Fakat Ahmet Emin Bey, memlekete Türkiye, yaşayanlarına da Türk
demediği için Milli Türk Fırkası tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuştur. Ahmet Emin
Bey ise eleştirileri, “Osmanlı yerine Türk sözünü kullanmanın sakıncalarına” değinmek
suretiyle cevap vermişti. Ona göre, gelecekte vatandaşlık çerçevesi olabildiğince geniş
tutulursa, vatana bağlı olan tüm bireyler bunun içinde rahatlıkla yer bulabilirdi. Karşı
tarafa göre ise Wilson Prensipleri’nden sonra iflas eden Osmanlılık, bir millet adı
değildi.8
Ankara Hükümeti, Milli Mücadele yıllarında bütün dünya ile Anadolu’da yaşayan
Ermeni, Rum ve Yahudilere barış, kardeşliği ve itidali tavsiye etmiştir. Anadolu
topraklarının her tarafında kesif bir ekseriyetle asırlardan beri manen ve maddeten
kuvvetli olarak meskûn bulunan Türkler artık Anadolu’da yeni bir hayatın başlamasını,
memleketi kasıp kavuran mücadelelerin bu topraklar üzerinde gerek dahili gerek harici en
son mücadele olmasını defalarca istemiştir. Emperyalizmin her türünü reddeden Anadolu
Türkleri, Anadolu hayatını kuvvetli, eşit, umumun yararını gözeten düsturlar üzerinde
inşa etmeyi hedeflemekteydiler. Batı emperyalizminin gayelerine araç olan bir kısım
ayrılıkçılar Anadolu’nun gerçek düşmanıydı. Bu durum, kendisini “ Biz Ne
Ermenistan’ın ne de Yunanistan’ın düşmanıyız” sözlerinde gösterdiği gibi, pek çok
Yunanlının da itiraf ettiği şekliyle Anadolu’da dökülen pek çok kanın sorumlusu müstevli
Venizelos ve Türk Milleti’ni mahvetmek isteyen arkadaşlarıydı. Türklerle birlikte
7
8
Erik Jan Zürcher, İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, İstanbul, 2005, s.161.
E. J. Zürcher, a.g.e., s.171-172.
3
yaşamak, onunla beraber çalışmak isteyen bir Ermeni veya Rum Türk Milleti’nin
düşmanı değildi. Dönemin Ankara Hükümeti’nin Rum, Ermeni veya Yahudilere karşı
hareket tarzı şu şekildeydi. “Ermeni, Rum, Yahudi kim olursa olsun bizimle beraber bu
topraklar üzerinde çalışarak samimi nispette bu toprağın mahsulatından istifadeye karar
verirse, ister Karabet, ister Mişon ister Yanko bizim dostumuzdur. Kim Atinalı, Erivanlı,
Kudüslü emperyalistlerin elinde oyuncak olarak bize karşı fesatlar tertip eder, silah
kullanır, kan dökerse aynı surette hareket eden herhangi bir Türk gibi bizim
düşmanımızdır.” sözleriyle göstermekteydi. Sevr Antlaşması’nın uygulanmasından
ümitvar olanlar veya bu antlaşmayı tatbik sahasına koymak için gizli veya açık bir
şekilde çalışanların akıbetlerinin vahim olacağı vurgulanmaktaydı. Buna mukabil bu
yeni hayatın manasını anlayarak onu kabul eden herkes, Anadolu’nun daimi ve ebedi
dostuydu. Zira İsa ve Musa’nın dinlerine karşı Türk Milleti’nin herhangi bir husumeti
yoktu. Tüm düşmanlık, bu dinleri birtakım ihtiraslara alet eden fütuhatçılara ve
kapitalistlere yönelikti.9 Milli Mücadele devam ederken azınlıklara karşı sergilenen bu
hareket tarzı, Atatürk ve kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin azınlıklara bakış açısını da
özetler mahiyetteydi.
İşgallerin başlamasıyla bazı Rum-Ermenilerin sergiledikleri sevinç gösterileri,
1919’daki seçimleri boykotu, yine bazı Rumların Yunan işgal ordusuna gönüllü katılımı,
Pontus İsyanı’nın çıkması, Türkiye’yi kuracak idarecileri bu unsurlara karşı ihtiyatlı
olmaya itmişti. Özellikle Lozan Konferansı sırasında Türk heyetinin yegane gayesi
Anadolu’daki Rumların mübadelesini savunmak olmuştur. Bu amaçla Rumların büyük
çoğunluğu Yunanistan’a, Ermeniler de Ermenistan’a veya batı ülkelerine göç etmek
zorunda kalmışlardı.
Osmanlı’nın küllerinden doğan Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların hedefi,
imparatorluk, saltanat, hilafet, Turan gibi hayaller yerine, Türk Milleti’nin
çoğunluğundan oluşan, ulusal sınırlar dahilinde ulusal iradenin özgürlüğünde kurulacak
bir devletin Batılı devletlerince tanınmasını sağlamaktı.10 Bu hedefine Türk Milleti Lozan
Konferansı’yla ulaşmıştır.
3. Türk Vatandaşı- Türk Milleti Kavramları
Milli Mücadele’nin sona ermesiyle siyasi bir zafer olan Lozan Konferansı’nda
kabul edilen azınlıklarla ilgili maddeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık politikasını
özetler mahiyetteydi. Unutulmaması gereken ise, Lozan Konferansı’nda gayrimüslimlerin
azınlık olarak kabul olunmalarıydı. Azınlıkların, serbest dolaşım göç etme hakkına sahip
olması, her Türk vatandaşının din ayrımı yapılmaksızın kanunlar önünde eşit haklara
Cengiz Mutlu, Mütareke Döneminde Rum Nüfus Hareketleri (1918-1922), Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011, s.289. 12 Ocak 1920 tarihinde Meclis-i
Mebusan ilk toplantısını yaptığında, 167 Türk-Müslüman mebusa karşı sadece bir Musevi mebus vardı.
Ayrıca Rumlar kendi aralarında İstanbul milletvekili unvanıyla 40 kişi seçmişlerdi. Ermeni ve Rumların
seçimlere katılmaması dolayısıyla homojen bir meclis oluşmuştu. Bu durum, TBMM hükümetinin Lozan
Konferansı’nda azınlıklar politikasını etkileyecekti. Bu konuda bkz. Süleyman Beyoğlu, “Atatürk’ün
Bakışıyla Azınlıklar”, Doğumunun 125. Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyum Bildiriler
(15-18 Mayıs 2006), Ankara, 2006, s.241.
10
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, Tarihsiz, s.472.
9
4
sahip olması, azınlıkların tüm medeni ve siyasi haklardan faydalanması tarzındaki
ifadeler Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimüslim vatandaşlarına bakış açısını
şekillendirmesi açısından önemliydi.11
Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesiyle, imparatorluğun heterojen yapısından
ulus temeline dayalı bir devlet kurmayı gaye edinen genç cumhuriyetin önderleri, bu
bilinci ders kitaplarına yerleştirmek için çalışmalar yapmışlardı. İdare hukuku hocası olan
Muslihiddin Adil Bey, 1924’te Maarif Vekaleti’nin onayıyla ilkokul ve liselerde
okutulmak üzere yayımlanan Malumat-ı Vataniye adlı kitabında vatan kavramını
açıklamaya çalışmıştır. Vatan kelimesinden anlaşılması gerekenin doğduğumuz şehrin
içerisinde yaşadığımız şehir olduğuna dikkat çekilen kitapta, “bize ve ecdadımıza
mukarrer olan bütün topraklar, teneffüs ettiğimiz hava, bize muhit olan her şey, deniz,
sema” vatan olarak vasıflandırılmaktaydı. Kitaba göre vatana, sadece o dönemde sahip
olunan yer değil, aksine son savaşlarla Türk Milleti’nden ayrılan, içinde Türklerin
yaşadığı yerler de dahildi. O tarihte Türkiye maddi vatan iken, fikri vatan daha genişti.
Türklerin yaşadığı, Türkçe’nin konuşulduğu her yer Türklerin fikri vatanı olarak kabul
edilmekteydi. Aynı kitapta millet ise, bir devlete tabi olan, menfaatlerin ve hislerin
iştirakiyle birleşmiş fertler topluluğu olarak tanımlanmaktaydı. Ayrıca bu tanıma göre,
dil, din, ırk gibi bağlar bu hissiyatı güçlendirirken, milleti kitle halinde bir araya
getirmeye yeterli değillerdi. Milleti birbirine yakınlaştıran bağlar daha ziyade maziye ait
hatıralar ve gelecekte yapılacak fedakârlıklardı.12
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, millet kavramının taşıdığı değere çok önem verirdi.
Ona göre millet, cumhuriyetin temeliydi. Bu durum kendi el yazısıyla şu şekilde ifade
edilmişti.“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir”. Türk
Milleti’nin karakterine en uygun yönetim şekli olarak Cumhuriyeti benimseyen Atatürk,
dilin bir milletin var olmasındaki payını en iyi bilenlerden biriydi. Nitekim bu durumu şu
sözleriyle açıklamaktaydı:13
“Türk Milleti, halk idaresi olan Cumhuriyetle idare olunur. Türk Milleti’nin dili
Türkçe’dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun
için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk
Milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk Milleti, geçirdiği nihayetsiz badireler
içinde ahlakının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin elhasıl bugün kendi
milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk
Milleti’nin kalbidir, zihnidir.”
Dil ve tarih üzerinde son derece hassas olan Atatürk, bu konulara gereken önemi
vermişti. Nitekim, dilin bir milletin milli unsurlarının nesilden nesile aktarılmasında
önemli bir vazifesi vardır. Duygu, düşünce ve birikimlerini ileriki nesillere aktaran
milletler, sağlam bir yapı kurmak suretiyle nesiller arası sağlıklı bir ilişki kurmuşlardır.
Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, c.2, Ankara, 1973, s.185.
Füsun Üstel, Makbul Vatandaşın Peşinde II. Meşrutiyetten Günümüze Vatandaşlık Eğitimi, İstanbul,
2004, s.160-161.
13
Önder Göçgün, “Atatürk’e Göre Millet Kavramı”, Türk Kültürü, Sayı 355, Kasım 1992, s.642.
11
12
5
Ayrıca dil, milli kültür ve kimliği oluşturan en önemli öğedir. 14 Özü itibariyle bir millete
ait olan dil, gerek ortak tecrübenin ifadesi, gerekse iletişimdeki işleviyle siyasi sınırları
aşan bütünleştirme yetisine sahiptir. Dilin getirdiği iletişim birlikteliğinin, milli birlikte
önemli bir yeri vardır.15 Bu amaçla Atatürk’ün kuruduğu en önemli kurum Türk Dil
Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ydi. Atatürk’ün adı
geçen kurumları kurmasının hedefi bir millet yaratmak, İmparatorlukta “etrak-ı bi idrak”
diye aşağılanan, milleti sorulduğunda İslam veya Osmanlı diye cevap veren Türkleri,
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin öznesi yapmaktı.16
Atatürk, Türk Milleti’nin ortaya çıkışında etkili olan doğal ve tarihi gerçekleri şu
şekilde sıralamaktaydı:
Siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihi yakınlık,
ahlaki yakınlık.
Atatürk, ortak milli fikrin, ahlakın, hissin, heyecanın, hatıra ve ananelerin milletin
fertlerinde meydana gelmesine yol açan ortak mazinin, birlikte yapılmış tarihin,
vicdanları birleştiren dilin milletlerin oluşumuna en büyük etkiyi yaptıklarına
inanmaktaydı.
Buradan hareketle Atatürk’e göre, milletin genel bir tanımı yapılacak olursa,
zengin bir hatıra mirasına sahip, beraber yaşama arzusunda ve sahip olunan
mirasın korunmasına beraber devam hususunda ortak iradede olan insanların
birleşiminden meydana gelen yapı milletti. Elbette mazideki zaferler kadar hüzünler,
beraber sevinerek yine beraber üzülmek, gelecekte takip edilecek aynı program ve ümit
milletin nitelikleridir.17
4. Anayasalarda Millet Tanımı
Milletin tanımı, Türk anayasalarında yerini bulmuştur. 1921 Anayasası vatandaş
tanımı hususunda açık bir tanımlama getirmemekteydi. 1924 Anayasası ise “devletin dini
din-i İslâmdır, resmi dili Türkçedir” derken, vatandaş tanımı hususunda sınırlarını
genişletmekteydi. Kuşkusuz buradaki en önemli nokta, bir milleti bir arada tutan en
önemli unsurlardan biri olan resmi dilin vurgulanmasıydı.
1924 Anayasası’nın 88. maddesinde geçen “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı
olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” ibaresi, dinsel ve ırksal farklılıkların
bulunduğunu, ancak “Türklük” sıfatının dinsel ve ırksal bir anlam taşımadığını, coğrafi
Türkiye ahalisi ve siyasi vatandaşlık bağı manasına geldiğini vurgulamaktaydı.
Dolayısıyla “milliyetin esası ırk değil, siyasal sadakattir.”18 Yine aynı anayasada,
“Hukuk-ı siyasiyyeyi haiz her Türk ehliyet ve istihkakına göre, Devlet memuriyetlerinde
istihdam olunmak hakkını haizdir”19 ifadesiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her
Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, İstanbul, 1989, s.27-28. Milli kimliğin çeşitli tanımları için bkz. Nevzat
Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, İstanbul, 1996.
15
Mehmet Eröz, Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, İstanbul, 1985, s.186-190.
16
Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İstanbul, 2007, s.21.
17
Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971, s.59-60.
18
Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), İstanbul, 1996, s.237.
19
Suna Kili, Türk Anayasaları, İstanbul, 1982, s.63.
14
6
vatandaşın şahsi kabiliyetleri derecesinde devlet hizmetine girme ve yükselebilme
hakkına sahip olduğunun altı çizilmekteydi.
1924 Anayasası’nın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslamdır,
resmi dili Türkçe, makarrı Ankara şehridir” ifadesi, 1928’de yapılan değişiklikle
“Türkiye Devleti’nin resmi dili Türkçe’dir, makarrı Ankara şehridir” şekline getirilmiştir.
Artık laik bir ülke hüvviyetine bürünen Türkiye Cumhuriyeti, içerisinde yaşayan
vatandaşlarının büyük çoğunluğu Müslüman olup az da olsa Rum, Ermeni, Yahudi,
Süryani gibi unsurlar da vardı. Bu unsurlar kendilerini “Türk hissettikleri için” Türk
vatandaşı olarak kabul edilmişlerdi. Türkiye’de yaşayan her vatandaşın Anayasa’nın
sağladığı hak ve hürriyetlerden eşit olarak yararlanması garanti edilirken, din ayrılığı
vicdani bir mesele halini almıştı.20 Teşkilatı Esasiye Kanunu hazırlanmadan evvel
gazetecilerle yaptığı görüşmede Mustafa Kemal Paşa’ya yeni hükümetin bir dini olacak
mı diye bir soru yöneltilmişti. Kendisi Nutuk’ta buna şu cevabı vermektedir:
“Vatandaşları arasında çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu
hakkında adaletli ve tarafsız işlem yapmaya ve mahkemelerinde vatandaşlarına ve
yabancılara adaletle davranma sorumluluğunda olan bir devlet, düşünce ve vicdan
özgürlüğüne saygı göstermeye mecburdur. Devletin bu doğal niteliği konusunda şüphe
uyandıracak kayıtların olması doğru değildir.”
Bu sözleriyle Atatürk, devletin her din, mezhep ve cinsten insana eşit mesafede
durması gerektiğini söylerken, modern anlamda laik bir hükümet anlayışının
benimsenmesini zaruri görmekteydi.21 İkinci maddede yapılan son değişiklik ise 1937’de
olmuştur. “Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır.
Resmi dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir”. Yapılan bu değişikliklerle devlet modern
anlamda tüm vatandaşlarını kucaklayan bir yapıya bürünmüştür.
Kendini bu toprakların bir bireyi hisseden her gayrimüslim vatandaş vatan
savunması hususunda üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Nitekim, fotoğraf
sanatçısı Ara Güler’in babası Dacat Güler, Çanakkale Savaşı’na eczacı er olarak katılıp
gazi olarak dönen Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarındandı. Ara Güler, babasının
Çanakkale’de bacağından aldığı yaradan iftihar ettiğini söylemiştir. Babasının zaman
zaman çevresine “ben bu ülke için savaştım, yaralandım, sen ne yaptın?” diye sorduğunu
anlatmıştır.22 Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Hıristiyan milletvekili olan Berç
Keresteciyan, Osmanlı Bankası’nın genel müdürlüğünü ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin
ikinci başkanlığını yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa’ya Bandırma Vapuru’nun Boğaz’dan
çıktıktan sonra batırılacağı ve tedbir alınması haberini iletmiştir. Milli Mücadele
döneminde sadece sağlık malzemesi değil, ihtiyaç duyulan her şeyi ilaç sandıkları içinde
Anadolu’ya göndermiştir. Hizmetlerinden dolayı Atatürk kendisine “Türker” soyadını
vermiştir.23 İstanbul’dan Anadolu’ya gemisiyle silah kaçırma işini organize edenlerden
biri de İlyas Sami Kalkavanoğlu’ydu. İlyas Sami Bey, hatıralarında İngilizlerin
Mustafa Keskin, “Atatürk’e Göre Millet ve Türk Milliyetçiliği”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı
41, Ankara, 1998, s.360.
21
S.Beyoğlu, “Atatürk’ün Bakışıyla Azınlıklar”, s.246.
22
Milliyet, 2 Mart 2005.
23
Milliyet, 2 Mart 2005.
20
7
kontrolüne uğramadan Boğaz’dan çıkış için her ne pahasına olursa olsun İtilaf Devletleri
Kontrol Heyeti Tercümanı aslen Ermeni olan David Sahakkulu ile anlaşılması hususunda
emir almıştı. İngilizlerin hizmetinde olmakla beraber Türklere olan muhabbeti ile bilinen
David Sahakkulu’nun ya bu muhabbetinden istifade edilecek ya da maddi menfaatle Türk
tarafına kazandırılacaktı. İlyas Sami Bey, para teklifi karşısında ummadığı bir cevap
almıştır. David Sahakkulu, “Bana paket paket para verenlerin haddi hesabı yok.
Tabiatıyla bunları kabul etmiyorum. Benim, böyle hak edilmemiş şeyleri kabul etmek
âdetim değildir. Zira, ben her şeyimi Türklere medyunumdur. Türk mekteplerinde
yetişmiş, oralardan feyiz almış, hatta bildiğim yabancı dilleri de yine bu mekteplerde
öğrenmişim. Velinimetim Türklerdir. Bu sebepler siz bana değil, ben size borçluyum.
Gemilerin kontrolünü bazen Yunanlılar bazen İngiliz, Fransız, İtalyanlar yapar.
Yunanlılar bana emniyet etmiyorlar. Diğerleri ise ederler. Bu sebeple kaptanlarınıza
söyleyin, silah, cephane gibi şeylerle gidecekleri zaman bana haber versinler ki, Yunan
kontrol heyetinin vazifeli olmadığı günleri onlara bildireyim. Bu şekilde yakalanırlarsa
mesul benim.” diyerek vatansever bir duruş sergilemiştir. 24
Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, eserinde Türkiye’de
yaşadıkları güzel günlere, Türk Yahudilerinin diğer Yahudiler içinde vatanlarında en
rahat yaşayan ender halklardan olduklarına değinirken, cemaatin gençlerinin
Çanakkale’de bu ülke için savaştığını ve bunu kimsenin inkâr edemiyeceğini söylemiştir.
Geçmişte bazı sıkıntılı dönemlerde birçok ikilemin yaşandığını, mal-mülkleri talan etmek
isteyenlere karşı çıkan halkın da olduğunu -özellikle insanlığın var olduğunukomşusunun kapısına Türk bayrağı asarak dostların malını koruyanların olduğunu
söyleyen Bensiyon Pinto, “Anlatmasam Olmazdı” adlı eserinde, “bütün bunları yaparken
de hayatın ne kadar güzel ve yaşanır olduğunu bilerek, yollarımız farklı da olsa aynı güce
inandığımızı unutmayarak, Türk Musevi Cemaati’nin adındaki Türk sözcüğünün
gerçekliğini ve değerini anlayarak yaşamalıyız. Dini kimlikler ile vatandaşlık
kimliklerinin birbirine karıştırmayı bıraktığımız ve bunların ayrımına vardığımız gün
çağdaşız diyebiliriz. Bu cemaat, bu memleketin cemaati.”25 diyerek aynı gök kubbe
altında, aynı vatan toprakları üzerinde, beraberce yaşamanın önemine dikkat çekmiştir.
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran kadro
milliyetçiliği Alman milliyetçiliği gibi dar bir kalıba daha açık bir ifadeyle ırkçı, şovenist
bir yapıya sokmak istememişlerdi. Modern manada vatandaşları arasında din, mezhep, ırk
ayrımı yapmayan, onları sadece yeteneklerine göre sınıflandıran Türkiye
Cumhuriyeti’nde tüm vatandaşlar anayasada geçtiği şekliyle, kanun önünde eşit bir
statüdedir. Yukarıdaki örnek şahsiyetlerin sergilediği davranışlarda olduğu şekliyle
sadece kıvançta değil, tasada, ülkenin en karanlık günlerinde kurucu unsurun yanında,
tüm gayrimüslim Türk vatandaşları yer almalıdır.
24
25
İlyas Sami Kalkavanoğlu, Milli Mücadele Hatıralarım, İstanbul, 1957, s.15.
Cahit Kayra, Savaş Türkiye Varlık Vergisi, İstanbul, 2011, s.100.
8
SONUÇ
Osmanlı Devleti’nde bürokraside üst mevkilere gelmek din, ırk, mezhep farkı
gözetilmemiş, yegane şart olarak liyakat ön plana alınmıştır. Nitekim, buna verilebilecek
en iyi örneklerden biri Tunuslu Hayrettin Paşa’dır. İmparatorluğa köle olarak gelip
padişahtan sonra başvezir olarak devletin yönetiminde yer almıştır. Sadece Hayrettin
Paşa değil, bakan mevkiinde Mikail Portakal Paşa, Gabriel Noradunkyan, Karatodori
Paşa gibi devlete hizmet etmiş Gayrimüslim Osmanlı unsurları da vardı. Bu unsurların
kullanımındaki gaye sadece bilgi, tecrübe ve zekalarıydı. Oysaki aynı dönemde bir
Avusturya, Fransa gibi devletlerde bu örnekleri görmek imkansızdı. Dünya siyasi
konjöktürünün etkisiyle imparatorlukların yıkılıp yerlerine ulus devletlerin kurulduğu
günlerde Cumhuriyeti kuran kadro, devleti etnik bir temele değil “Türkiye
Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” sözünde olduğu gibi
modern vatandaşlık kavramını kullanmıştır. Buradaki “Türk” kelimesi ırkı
nitelememekte, bir bütün olarak bu topraklarda yaşayan herkesin ortak adı, yurtdışına
çıkış pasaportunda kullanılan bir üst kimlik, adeta bu topraklarda herkesin altına
girebileceği bir şemsiyesidir. Hangi etnik, cins ve mezhepten olursa olsun liyakati
sayesinde herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı devletin en tepe noktasına
çıkabilmektedir. Bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri Kürt etnik kökeninden
gelmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti’ne Cumhurbaşkanı olarak hizmet eden Turgut
Özal’dır. Yıkıcı ve bölücü unsurların kullanılarak devletin yıkılmasını isteyen çevrelere
en güzel yanıt Milli Mücahade sırasında bu devletin toprağından istifade eden,
mukadderatını bu devlete bağlamış Kürt aşiret reislerinin doğu illerinin Ermenistan’a
bağlanması şaiyaları karşısında gerek İstanbul Hükümeti’ne, gerekse İtilaf Devletleri’ne
çektikleri protesto telgraflarıydı.
Diyarbakır’dan Damat Ferid Hükümeti’ne çekilen telgrafta;
“Vilayat-ı Şarkiye Arnavut babanızdan miras kalmış mülkünüz değildir ki
Ermenilere peşkeş çekiyorsunuz” ifadeleri dikkat çekerken, yine Diyarbakır’dan çekilen
telgrafta aşağıdaki satırlar,
“Vilayat-ı Şarkiye’de en çok Türkler sonra Kürtler ezici çoğunluğu oluşturur.
İslami bağ ise aradaki ırki ve lisani farkı büsbütün gidermiştir. Türk ve Kürtün tarihi ve
ırki hukuku Osmanlılık milliyeti altında toplanmış ve her iki ırkın menfaatlerinin telifi, bir
diğerinin hakkına tecavüz etmeksizin de kabildir.”26 Beraber yaşamanın en iyi
örneklerinden birini vermekteydi.
Yunan Ordusu’nun Ankara Polatlı sırtlarını ele geçirdiği, top seslerinin
Ankara’dan duyulduğu, meclisin Kayseri’ye taşınmasının düşünüldüğü Milli
Mücadele’nin o en karanlık günlerinde mecliste en dik duruşu Dersim Mebusu Diyap
Ağa sergilemişti. Morallerin çöktüğü anda Diyap Ağa kürsüye gelmiştir. Bu onun ikinci
ve son kez kürsüye gelişiydi. İlki mebus olarak yemin etmek içindi. Diyap Ağa
“Efendiler, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa kavga ederek ölmeyemi” sözleriyle
civanmert, vatanperverane bir duruş sergilemiştir.
Türkü, kürdü, lazı, çerkezi, arnavutu, boşanaklarıyla veya gayrimüslimleriyle
imparatorluğun mirasını devam ettiren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında en
ufak bir ayrım yapmamaktadır. Beraber yaşama azmiyle, bu toprakların bereketinden
istifade etmeyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha müreffeh bir devlet olması için çalışmayı
kendine şiar edinen herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin en asil vatandaşıdır.
26
Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, İstanbul 2008, s. 166-167.
9
KAYNAKÇA
GAZETELER
Milliyet
ESERLER
AKYOL, Taha, Ama Hangi Atatürk, İstanbul 2008
DANİŞMEND, İsmail Hami, Türklük Meseleleri, İstanbul, 1966
SMİTH, Anthony D., Milli Kimlik, İstanbul, 1994
LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1991
OBA, Ali Engin, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul, 1995
GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, (Haz. Mehmet Kaplan), İstanbul, 1970
ZÜRCHER, Erik Jan, İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, İstanbul,
2005
MUTLU, Cengiz, Mütareke Döneminde Rum Nüfus Hareketleri (1918-1922), Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011
BEYOĞLU, Süleyman, “Atatürk’ün Bakışıyla Azınlıklar”, Doğumunun 125. Yılında
Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyum Bildiriler (15-18 Mayıs 2006), Ankara,
2006
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, Tarihsiz
MERAY, Seha L., Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, c.2, Ankara, 1973
ÜSTEL, Füsun, Makbul Vatandaşın Peşinde II. Meşrutiyetten Günümüze Vatandaşlık
Eğitimi, İstanbul, 2004
GÖÇGÜN, Önder, “Atatürk’e Göre Millet Kavramı”, Türk Kültürü, Sayı 355, Kasım
1992
KAPLAN, Mehmet, Kültür ve Dil, İstanbul, 1989, s.27-28.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, İstanbul, 1996.
ERÖZ, Mehmet, Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, İstanbul, 1985
VASSAF, Gündüz, Tarihi Yargılıyorum, İstanbul, 2007
İNAN, Afet, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971
TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), İstanbul, 1996
KİLİ, Suna, Türk Anayasaları, İstanbul, 1982
KESKİN, Mustafa, “Atatürk’e Göre Millet ve Türk Milliyetçiliği”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Sayı 41, Ankara, 1998
KALKAVANOĞLU, İlyas Sami, Milli Mücadele Hatıralarım, İstanbul, 1957
KAYRA, Cahit, Savaş Türkiye Varlık Vergisi, İstanbul, 2011
10
SORULAR
1. 19. yy.da ortaya çıkan milliyet prensiplerinden Fransız tipi olanda aşağıdakilerden
hangisi ağır basmaktadır?
a. Vatan
b. ırk c. mezhep
d. kültür
e. dil
2. Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan milliyetçilik prensibinde vurgulanan
“Bütün olarak millet ve milli devletlerin kurulma, ardından kendini idame ettirme
süreci, bir millete ait olup o milletin güvenliği ve refah hisleriyle yoğrulmak,
millete ilişkin dil ve sembolizm, milli emellerin ve milli iradenin
gerçekleştirilmesine dair reçeteler, milli iradeyi gerçekleştirecek siyasi ve
toplumsal hareket” imgesinde aşağıdakilerden hangisi yoktur?
a. Varlığını devam ettirme b. Ortak ülkü
c.ortak eylem
d. Müşterek mezhep
3. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte aşağıdakilerden
hangisi tartışılmamıştır?
a. Şarkçılık b. Osmanlılık c. İslamcılık d. Batıcılık e. Türkçülük
4.Osmanlı Devleti’nde Türkçü fikirlerin yeşerip olgunlaşmasında aşağıdakilerden
hangisinin etkisi yoktur?
a. Rusya’dan Türkiye’ye gelen eğitimli mülteciler
b. Müslüman Arnavutların ayrılması
c. Rus panslavizmine tepki
d.Osmanlı idarecilerinin kişisel tercihi
e. Balkan Savaşları’ndan sonra Türkiye’ye gelen Türk muhacirler.
5. “Memleketimizde, vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan
gelmiş millettaşlarımız vardır. Bunlar Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk
mefkûresine itiyat etmiş görürsek, diğer millettaşlarımızdan ayırmamalıyız.
Yalnız saadet zamanında değil, felaket zamanında da bizden ayrılımayanları nasıl
milliyetimizin dışında sayabiliriz. Bunlar arasında milletimize büyük hizmetler
etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara siz Türk değilsiniz
diyebiliriz. Atlarda şecere aramak lazımdır; çünkü meziyetleri içgüdüye dayalı
olduğundan ırkın büyük ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise ırkın sosyal vasıflara
hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Aksi bir yol tutacak
olursak, memleketimizdeki aydınların ve fikir savaşçılarının bir çoğunu feda
etmek gerekecektir. Bu hal doğru olmadığından, Türküm diyen her ferdi Türk
tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka
çare yoktur.”
Ziya Gökalp’in yukarıdaki millet tanımından aşağıdakilerden hangisi
çıkarılamaz?
a. Ortak ülkü
b. Ortak vatan
c. Keder birliği
d. Liyakat
e. Ortak ırk
6. “ Biz Ne Ermenistan’ın ne de Yunanistan’ın düşmanıyız, Ermeni, Rum, Yahudi
kim olursa olsun bizimle beraber bu topraklar üzerinde çalışarak samimi nispette
bu toprağın mahsulatından istifadeye karar verirse, ister Karabet, ister Mişon ister
Yanko bizim dostumuzdur. Kim Atinalı, Erivanlı, Kudüslü emperyalistlerin
11
elinde oyuncak olarak bize karşı fesatlar tertip eder, silah kullanır, kan dökerse
aynı surette hareket eden herhangi bir Türk gibi bizim düşmanımızdır” sözleriyle
Ankara Hükümeti aşağıdakilerden hangisini vurgulamamıştır?
a. Sadece Türklerin menfaatlerinin korunacağı
b. Ortak bir ideal etrafında birleşmek
c.Yurtta barış dünyada barış
d. Vatan topraklarının müdafaası
e.Tüm din ve ırklara karşı hoşgörü
7. Lozan Konferansı’yla Türkiye’deki azınlıklar aşağıdakilerden hangisini hak
olarak almamıştır?
a. serbest dolaşım
b.göç etme
c. kanun önünde eşitlik
d.siyasi haklar
e. çok hukukluluk
8. Duygu, düşünce ve birikimlerin aktarılmasındaki en önemli öğe olan dilin,
aşağıdakilerden hangisi milletin oluşumundaki katkılarından biri değildir?.
a.nesiller arası bir köprü olması
b. milli kültürün bir öğesi olması
c. birden fazla millete ait oluşu
d. ortak tecrübenin ifadesi oluşu
e. bütünleştirme yetisine sahip oluşu
9. 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde geçen “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı
olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” ibaresinden aşağıdakilerden
hangisi çıkarılamaz?
a. dinsel-ırksal farklılıkların olduğu
b. Türklük” sıfatının dinsel ve ırksal bir anlam taşımadığını
c.resmi kurumlardan sadece Türk ırkının faydalanabileceği
d. siyasi vatandaşlık bağının olduğu
e. liyakatın ön plana alındığı
10. Modern bir devlet en başta aşağıdakilerden hangisini vatandaşlarından bekler?
a. Zengin ve müreffeh olmaları
b. Tahriklere karşı uyanık olmaları
c. sadece mutlu anda değil kederde de baraber olmaları
d.istediklerini elde edemeyince ihtikara başvurmaları
e.çok hukuklu bir sistemin arzulanması
12
Download