düş sabahları iki dilim kavun beyaz peynir ekmek dumanını buluta benzeterek içtiğim ilk sigara, giyindiğim pantolon gömlek aklımda ertelenmiş sorular ışığa karışmış düşlerim ve bakışım ufka imrenerek örneğin yaşlı oligarkh, kurulda herkese bir sandalye verilmesini savunan adam. dar sokaklarında, barıştan ve halktan yana, peistratos’un gezdiği, iki bin beş yüz yıl önceki atina sonra aklın yeşerdiği topraklarda zeytin ağacını var eden, zeus’un sevgili kızı, kıvılcım gözlü athena. o zaman, atina sokaklarından akan, kan, ege’nin serin sularına karışmadan, köpük köpük dökülürmüş akdeniz’e. roma pağanmış korkmazmış nasranilerden amma, başlamamıştı ki daha köleler ve azatlılar arasındaki dayanışma. bir tanrı, öldürmeden önce diğer tanrıları, gökte ve yerde, ya da yerin altında sularda olanın mermerden sureti yapılırmış roma’da. duvarlara, inancı işlenirmiş insanların, erkekleri baştan çıkarırmış afrodit baştan çıkarırmış tanrıları da. bunalıyorum öğlen, hava cehennem gibi sıcak. şu rüzgâr tanrısı da olmasaydı diyorum toroslar’da yer gök yanacak mısır, sır mısır’da re her gün sudan doğar kleopatra ile sezar sevişirken nil’de gezermiş bir kayıkla göklerde. bir mısırlı ozan: çılgınca eğlenin diyormuş bıkmadan usanmadan, çünkü insana elindekini öteye götürme hakkı verilmedi sümer’de tanrılar insanmışlar acıları, öfkeleri, kinleri ve kendilerince dinleri varmış ama korkarlarmış ölümden, bu yüzden cehennem bekçisine ben güneşin göründüğü yerden innin dermiş innin kardeşi ereşkigal’ı görmeye giderken. ve akşam sığınıyorum umudun güçlü kollarına yarına bir yeni tanrı arıyorum; güçlü âdil büyün dilleri bilen boyayan karanlığı aydınlığa şiir okuyan şarkı söyleyen bizden biri içimizde