HAMMER (Baron Joseph Von Hammer Purgstall) BÜYÜK OSMANLI TARİHİ 2 (ÜÇÜNCÜ CİLT) HİKMET NEŞRİYAT S A N . VE TİC. LTD. Sümer Mah. 24. Sokak No: 13 Zeytinburnu İSTANBUL Tel: (0212) 415 22 41 - 415 22 42 Faks: (0212) 415 33 35 Copyriht: S™ ÜÇDAL NEŞRİYAT Bu cild, Almanca aslı ve Fransızca tercümesi karşılaştırılarak, Mehmed ATA Bey'in tercümesi esas alınarak, yayına Mümin ÇEVİK Erol KILIÇ tarafından hazırlanmıştır. Çevik Matbaacılık Tel: 501 30 19 BU TARİHİN İKİNCİ DEVRESİ İÇİN MÜELLİFİN MÜRACAAT ETTİĞİ ŞARK MENBÂLARI CEDVELİ Birinci ciltte beyan edilen vekayi nâmeler, küllî ve umûmî târihler, hal tercümeleri, coğrafya eserleri, mecmualar ile vesikalardan bu ikinci devrede dahî iktibas olunmuştur; bunlardan başka şu eserlere de müracaat edilmiştir: 1 — HUSÛSÎ TÂRİHLER: 1 — Selâm-nâme-i İshak Çelebi yahut Üskübî; Ishak Çelebî şuarâdan-dır; pederi Üsküblü İbrahim'dir. 949/1542'de vefat etmiştir. Yalnız I. Se-lîm'in cülusundan ve biraderi Ahmed ile muharebesindeki vekayiden bahseder. Üç muhtelif nüshası vardır; biri büyük kıt'ada 38 varaktır; diğerleri küçük kıt'ada seksenden yüz'e kadar varakayı muhtevidir (Keşfü'z-Zünûn'a göre vefatı târihi 944). 2 — Selim-nâme-i Sücûdî; şâir; îshak'ı tezyîl eder. Eseri Mısır fethine kadar gider. Küçük kıt'ada 38 varakalık bir cilt; kolleksiyonumda mevcuttur. 3 — Selîm-nâme-i Keşfî: Küçük kıt'ada 90 varaka; kolleksiyonumda mevcuttur. 4 — Selîm-nâme-i Sa'dü'd-dîn. Sa'dü'd-dîn'in Osmanlı devleti târihinden büsbütün başkadır. Küçük kıt'ada 21 varaka; kolleksiyonumda mevcut. Diez'in Denkwurdigkeiten A&ien's (Asya'ya Dâir Hâtıralar) kitabına müracaat (c. 1, s. 256). Kezâlik Paris'te Millî Kütüphâne'nin 74 numarasında Selîm-nâme- i Sa'dî îbni Abdü'l-Mutaallis (?)'e müracaat. Bu sonuncu kitabın Sa'dü'd-dîn'in Selîmnâme'sinden başka bir şey olmadığı görünüyor. (Selîm-nâme, İstanbul matbuu Tâcü't-Tevârîh'in zeylinde münderiçtir.) 5 — Selîm-nâme-i Celâl-zâde; Kanunî Süleyman'ın nişancısı; büyük kıt'ada. Dresden Kraliyet Kütüphânesi'nde. 6 — Selîm-nâme-i Şükri; Türkçe, manzum; kolleksiyonumda orta boyda 90 sahifelik bir cih (Keşfü'z-Zünûn bunun müellifini ümerâ-yı Ek-râd'dan Emîr Şükrî olmak üzere kaydeder). 6 HAMME R 7 — Selîm-nâme-i Yûsuf; Kâtib Mısrî; Şükrî'nin Selîm-nâme'sini de nesir hâlinde nakletmiştir. Şu yedi kitabın en iyisi olan işbu Selîm-nâme, îran ve Mısır seferlerinde Pâdişah’ın maiyyetinde bulunmuş olan Zül-kadiriye sancağı mutasarrıfı Koçı Beğ'in verdiği malûmat üzerine tertîb olunmuştur. Orta boyda 118 varaka; kolleksiyonumda mevcuttur. Aşağıdaki eserler bilhassa Mısır fethinden bahsederler: 8 — Târihçe-i Şeyh Ahmed bin Zeynel el-Reminâl; Memlûk sultanlarının sonu olan Tomanbay'ın sarayında remmal sıfatıyla müstahdem idi. Bir cilttir. Orta boyda 80 varaka. 9 — Târih-i Mısr-ı Kadîm ve Cedîd; müellifi Süheyl, İstanbul, 1142/ 1729. Bu eserin ekser münderecâtı Celâl-zâde Salih ile İbrâhîm Vâsıf Şâh' ın eserlerinden kaynaklanmıştır (Birinci cildin baş tarafındaki kitap listesinde 19 ve 20 numaraya müracaat). 10 — el Menhi'r-Rahmâniyye fî DevletrT-Osmâniyye; müellifi Zeynü'd-dîn Muhammed bin Ebî's-Sürûri'l-Bekrî es-Sıddîkî el-Felekî; (1) orta kıt'ada 104 varak, kolleksiyonumda mevcuttur. 11 — Letâifü'l-Münîfe fî zikri'd-DevletrT-Osmâniyye ve Temeliükiha lihaza el-Aktâri'l-Mısriyye. 1038/1628 târihine kadar muhtasar Mısır târihi. Küçük kıt'ada 310 sahîfe; kolleksiyonumda mevcuttur. 12 — Nüzhetü't-Tâlib. Sultân I. Ahmed asrında Mehmed Paşa'nın emriyle Avlonyalı Ahmed Çavuş tarafından türkçeye tercüme edilmiş. Bu eser, Mısır târih ve coğrafyasından bahseden evvelki eserlerin bir hülâsasından ibarettir. Orta boyda 116 varak; kolleksiyonumda mevcuttur. 13 — Nüzhetü'n-Nâzırîn fî Târih min velâ Mısr min el-Hulefâ ve's-Selâtîn. Müellifi Şeyh îmâm Merî'î İbni Yûsuf el-Hanbelî. Bu eser Kahire kadısı Azmîzâde nâmına ithaf olunmuştur; 1032/1623'e kadar Mısır'ın muhtasar bir târihidir. Orta boyda biri 79 ve diğeri 75 varaklık iki arap-ça nüsha; kolleksiyonumda mevcuttur. 14 — Târih-i Mısr; müellifi Muhammed bin Yûsuf; orta boyda 279 varaklık bir cilt Osmanlı sultanlarının temellükünden beri Mısır'da hüküm süren valiler zamanında yazılan târihlerin en iyisi budur. 15 — es-Seba'ü's-Seyyâr fî Ahbâr Mülûki't-Tatâr. Kırım Hanlarının birincisi olan Mengli Giray'dan Selâmet Giray'a (1150-1737) kadar Kırım Hanlarının en iyi târihlerinden biridir; 234 varaklık büyük kıt'ada bir cilt. Rusya împaratoru'nun Roma Sefiri Şövalye İtâlinski tarafından (1) Aşağıdaki eserler de onundur: Dârü'l-Cüınân îî-asl m«nbâ-ı Âl-i Osman. Feyzu'lMennân fî D^vlet-i Âl-i Osman; el-Kevâkibi's-Sâire fî Ahbâr Mısr ve Kaahire; el yazıları hakkındaki izahatta Silvestre ŞttTefâ'ya müracaat. Dö Sasi'ye (c. 1, s. 165) ve Tejakiretü'ş- OSMANLI TARİHÎ 7 muvakkaten bana verilmiş ve daha sonra Şövalye'nin Petersburg şehrine hediye ettiği el yazmaları arasına iade olunmuştur. Bu kıymetli kitaptan istinsah olunmuş bir nüsha —ki gözümün önündedir— Karahi-sar-ı Şarkî'de îbrâhîm Edhemî tarîkati dervişlerinden Halil Ratib tarafından yazılmıştır. n — MECMUALAR'LA VESİKALAR: 16 — İnşâ. Sultân Bâyezîd ile biraderi Şehzade Cem ve valideleri arasında teâtî olunan mektuplar; küçük kıt'ada, 79 varakalık bir cild, kolleksiyonumda mevcuttur. 17 — Münşeât-ı İbrahim Beğ ed-Defterî (2) Viyana İmparatorluk Kütüphanesinde 404 numarada, küçük boyda 100 varaklık bir cilt. 18 — İnşâ. Farsça ve Türkçe lisanlarında yazılmış siyâsî eserler hakkında kıymetli bir mecmuadır. Orta boyda 114 varaklık bir cilttir ki, Pâdişâhların ve Şahlar'ın 150 kadar mektubunu ihtiva eder. 19 — DüstûrüT-İnşâ, Reîs Sarı Abdâh Efendi'nin siyâsî eserlerini ihtiva eden kıymetli bir mecmuadır. Orta boyda 171 varakalık bir cilt. (2) «Defterdar» demektir; rfasıl ki eskiden mâliye dâiresine «diâre-i defterî» derlerdi. (Mütercim,). ONÜÇÜNCÜ KİTAP Patrik'in yerinde bırakılması. — istanbul'un yeni muhacirlerle şenlendirilmesi. — Vezîr-i âzamm idamı. — Mora işleri ve âmânnâmeler. — Sırbistan'a ordu şevki. — Sırbistan ve Venedik ile sulh. — Novobrada'nin zaptı, ve Belgrad’ın muhasarası. — Macaristan'a duhûl. — Sırbistan'ın kamilen itaat altına alınması. — Sünnet düğünü. — Mpra’nın fethi. — Mora'nin inkısamı, iki despot ile son Atina Dukasının kafî âkıibetleri. II. Mehmed Kostantiniyye'ye hâkim ve sahip olunca —beldenin «.ele geçirilişinin üçüncü günü donanmasını pekçok ganimetle gönderdikten sonra— dördüncü gün bir muzafferiyet alayıyla fâtihâne şehre girdi. Ayasofya Kilisesinin önüne vardığında, Hıristiyanlığın Şark'daki merkezini tesellüm etmek üzere atından indi (1). Oradan da bu kadar asırlardan beri Büyük Kostantin neslinin ikametgâhı olan saraya azimet etti. Bomboş dâireleri görünce, insanlara âit eşyadaki gelişmişliğe mahzûnâne bir nazarla bakmaktan kendisini men edemiyerek —ikinci cildin sonunda bildirildiği gibi— bir İranlı şâirin o meşhur beytini irâd eyledi (2). Silâhla itaat ettirdiği Hıristiyanların muhabbetlerini kazanmak için, II. Mehmed onların hâmisi olduğunu ilân etti ve 1453 Haziranının birinden itibaren yeni bir Rum Patrikinin intihabına girişti (Not: 1). Şu suretle bir büyük kumandanlık hünerine bir devlet adamı maharetini ilâve ediyordu; eli henüz kılıcında iken yeni fethettiği memleketlerde hükümranlığını bilgece siyâsî müesseselerle te’ınîn etmek istiyordu. Firar eden ahâlînin her türlü korkudan âzâde olarak evlerine dönmelerini, halli) Ayasofya Kilisesi Fâtih tarafından — Salıya tesadüf eden fetih günü — teslim alınmış ve o gün camie tahvil edilmiştir. Dördüncü Cumâ'ya tesadüf etmiş olmakla, o gün cuma namazı orada edâ edilmiş ve Sultan Mehmed nâmına hutbe okunmuştur (Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 429). Metinde Rum târihlerinden menkûl olduğu zannedilen «alay», işbu cuma alayı olacaktır. (Mütercim,.) (2) Sa'd bin Vakkas, Fâtih'ten sekizyüz sene önce Acem kisrâlarının meşhur sarayları olan Eyvân-ı Medâin'e girdiği zaman Sûre-i Dühân'da âl-i Fir'avn hakkında nazil olan «Kem terekû min c©nnâtin ve uyûnin...» âyet-i kerîmesini tezkâr etmişti. Hakan!, Eyvân-ı Medâin hakkındaki 'bir kasidesinde «Zerrin terekû?, ber kû, rû, kem terekû ber hân» mıs-râiyle buna işaret eder, Tercüme mecmuasına müracaat (Mütercim). 10 HAMME R kın işleriyle iştigâl ve evvelki maişetlerinde devam etmelerini ilân etti. Yine bu sırada vefat eden patrik'in yerine yenisinin intihâb ve öteden beri uyulan âdetlere göre takdis edilmesini emretti. Bizans hükümdarları zamanında câri olan teşrifat usûlü şöyle idi: Yeni patrik, İmparatorluk ahırından çıkarılmış ve üzerine gayet kıymetli takım vurulup beyaz gâşiye konulmuş bir at ile Bukoleon Sarayindan Patrikhâne'ye giderek, orada büyük râhibler kendisine yemin ederlerdi. Bütün âyân meclisi âzası etrafında bulunduğu ve kendisi taht üzerinde olduğu halde, İmparator dahî hazır bulunur ve başı açık olarak patrike incilerle, kıymetli taşlarla müyezzen bir asâ verirdi. Sarayın başrâhibi (3) bu topluluğu «mü-bâreke» (4) eder; hâdim-i âzam (büyük dömestik) ilâhîlerle «Temcîd» manzumesini, kandiller muhafızı da «Yâ melekü's-Semâvât!» manzumesini tegannî eylerdi. Bu terennümler sona erince, İmparator, elinde hükümdarlık asası, sağ tarafında velîahd, sol tarafında Ereğli Metropoliti bulunduğu halde ayağa kalkardı. Seçilmiş olan patrik, hey'et huzurunda üç defa başını rükû suretinde eğer, ve imparatorun ayaklarına kapanırdı. İmparator, asasını patrik'in üzerine uzatarak şu sözleri söylerdi: —■ Bana bu devleti vermiş olan mukaddes ekanim-i selâse (Teslis) sana yeni Roma Patrikliği'ni veriyor.» Patrik bu suretle İmparator tarafından memuriyetim alır, ve ondan sonra İmparator'a «eucharistie» (Hz. İsa'nın kanı ve eti makamına kaim olmak üzere verilen şarab ve ekmek) vermek âyinini icra ederdi. Kilise mugannileri hepbir ağızdan: — «Bu efendimiz çok seneler yaşasın!» mealindeki manzume ile günahların affı duasını okurlardı. Müesses olan teşrifat usûlünde şu son noktadan başka hiçbir şey değiştirilmedi. II. Mehmed, —Gennadius' dahî denilen— patrik Yorgi Holaiors'un intihabına iştirak eden az sayıdaki büyük papaslarla ruhanî sıfatı hâiz olmayan memurların fetihten evvel mer'î âdetleri muhafaza etmelerini istedi. Daha sonra Patrik'i mükellef bir ziyafete davet ederek tantanalı bir şekilde kabul etti. Uzun ve dostâne bir mülakattan sonra, Gennadius'un ayrılacağı sırada II. Mehmed kendisine kıymetli bir asâ vererek: — «Patrik olunuz, Cenâb-ı Hak sizi muhafaza etsin; her vakit meveddetimden istifâde edebilirsiniz; her hususta sizden öncekilerin hak ve imtiyazlarına mâlik olunuz,» dedi. İslâm Pâdişâhı, Patrik'i avlıya kadar teşyî arzusunda bulunarak orada, büyük devlet ricalinin sinoda kadar Gennadius'a refakat etmelerini emretti. Patrik, — vezirlerden, diğer paşalardan mürekkep bir alay içinde— Pâdişah'ın en güzel atlarından birine bindiği halde, Ayasofya'nın (3) Franzes, 3. kitasbin nihayeti; Alter tab'ı. (4) «Temennî-i devâm-ı bereket» mânâsına kullanıldı (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 11 camie tahvil olunmasından dolayı Patriklik merkezi olmak üzere tâyîn olunan Havariyun Kilisesine gitti. Ancak bu kilisenin bulunduğu mahalle hasar görmüş ve boşalmış olduğundan ve kilisenin ön avlusunda bir Türk maktul bulunmuş olduğundan Gennadius Patrikhâne'nin —sonradan Fethiye Camiine tahvil olunan— Meryem Kilisesine nakline Pâdişâh müsâade aldı (5). O zamana kadar Meryem Kilisesi'nde ikamet eden münzevî rahibeler (Trollus) üzerindeki Azîz Yahya Kilisesine naklolunmuştur ki, Justinien Rinotmetus zamanında beşinci Râhibler Meclisi burada toplanmıştı. Şu nakil isbât ediyor ki, bu rahibelerden bâzıları ırzlarım değilse bile hayatlarını Türkler'in elinden muhafaza etmişlerdir (6). Yeni Patrikhâne'nin kuzeyindeki mükellef saray, patrik'e ikametgâh oldu. Pâdişâh, kendisine şahsının taarruzdan masuniyeti (dokunulmazlığı olduğunu) bildiren bir berât gönderdi. Berâtta şöyle yazıyordu: «Kimse Patrik'e tahakküm etmesin; kim olursa olsun hiçbir kimse kendisine ilişmesin; Patrik ve maiyyetinde bulunan büyük râhibler her türlü umumî hizmetlerden müebbeden muaf olsun.» Yine bu berât, Rumlar'a şu üç imtiyazı temîn ediyordu: «Kiliseleri camie tahvîl edilmiyecektir; izdivaç ve definleri Rum Kilisesi usûl ve kaidelerine uygun olarak eskiden olduğu gibi ifâ olunacaktır; ıyd-ı fasih (?) icrasında devam olunarak bu münâsebetle Fener, yâni 'Rum mahallesi kapıları üç gece açık kalacaktır.» (7) Mehmed, iyi niyetlerine te’ınînât olmak üzere yeni patrik tâyîn ederek Rumlar'ın asayişini te’ınîn eyledikten sonra, Haziran'ın ikisinde Galata Cenevizlileriyle iştigâl eyledi. Mevcud sakinler tahrîr olundu; Lâtin gemilerine kaçmış olanların haneleri açıldıysa da, yağma edilmedi. Menkûl eşyanın defteri yapılarak sahiplerinin haklarını isbât etmesi için üç ay tâyîn ile bu müddetin hitâmında geri kalan eşyanın hükümete âit olması kararlaştırıldı. Ondan sonra Pâdişâh Galata’nın kara tarafı duvarlarını yıktırdı; lâkin liman istihkâmlarını bıraktı. İstanbul surlarını tamir etmek ve boş kalan içini şenlendirmek için birçok dülgerler ve kireççi celb ettiği gibi, gelmedikleri hâlde idâm edilecekleri tehdidiyle Trabzon, Sinop, Asprokastron beldelerinden beşbin hanenin İstanbul'a naklini emretti. Kölelerinden Süleyman, duvarların tamiri için gereken kirecin ağustosta hazır bulunmasına ve muhacirlerin yeni vatanlarına gel(5) (6) (7) Meryem Kilisesi'ni camie tahvil eden II. Mehmed'dir. Kantemir'in, ha-tâen Âlî'nin şahadetine istinâd ile dediği gibi (c. 2, s. 120). I. Selîm değildir. Bizans müverrihlerinin ifâdesi olduğundan, garezden hâli değildir. Mt. Bir yangın esnasında zayi olan bu berâtın sıhhati I. Selîm zamanında —Kostantiniyye fethinde hazır bulunmuş— bir Yeniçeri'nin şahâdetiyle isfbât olunmuştur. Kantemir, 119. 12 HAMME R mek üzere eski vatanlarını eylülde terketmelerine nezâret etmeğe memur dilmişti (8-9). Asaletlerini isbât edecek Rumlar'ın, Bizans İmparatorları zamanından ziyâde hürmete nail olacağına ve eskiden hâiz oldukları rütbelere muâdil rütbeler verileceğine dâir Pâdişah’ın alenî te’ınînâtı üzerine, bunlardan birçoğu bunun için tâyîn olunan Aya-Petro Yortusu gününde hazır bulundular; lâkin sâdedilliklerinin cezasını çekerek kesilmiş başlan saray merdivenlerini kana boyamakta gecikmedi (Not: 2). Kostantiniyye fethinin yirminci günü (18 Haziran 1453) II. Mehmed Edirne'ye azîmet ederek —Rum asilzâdegânı kız ve kadınları uzun bir sıra teşkil etmekte oldukları halde— tantanalı bir alay ile şehre dâhil oldu. Kadınların arasında Grandük Notaras'ın zevcesi de bulunuyordu. Bu prenses —ki fazileti, ulvî tabiatıyla dikkate şâyân idi— yol esnasında Mezene köyü yakınında vefat ederek oraya defn edildi. Muzafferiyet alayını terkîb edenlerden biri de vezîr-i âzam Halil Paşa idi ki, Çandarlılar' ın dördüncüsüdür. Ve vezîr-i âzamlık hizmeti kendisine kadar hanedanına fasılasız intikal etmiştir. Halil Paşa’nın başı kesildi. Devletin en büyük memurunun idamına bu birinci misâldir ki, Osmanlı târihinin bugüne kadar (Hammer zamânma kadar) saydığı 202 sadrâzam saflarında yirmi defadan ziyâde tekerrür etmiştir. Sultan Mehmed'in bu hareketini Rumlar’ın gizli dostu olan ve kendisini irtişadan alamamış bulunan Halil'in geçmişteki entrikaları haklı çıkarır. Notaras'ın Padişah ile ilk mülakatında II. Mehmed şehrin ısrarlı bir şekilde mukavemet etmesi sebebini suâl etmesi üzerine, Halil'in İmparatoru ve senatosunu sebata ve müdâfaayı terk etmemeğe teşvik eden mektublarmm sebep olduğunu ifâde etmişti. Mehmed, iki gün kötü niyetini gizlediyse de, üçüncü gün ve-zâr-i âzami mahbese attırdı, ki oradan ancak kırk gün sonra —idâm olunmak üzere (M. İ. 1)— çıkmıştır (10). Yüzyirmibin duka ile dolu olan hazînesi müsadere ve odası matemini tutmaktan men olundu. Muavinleri olan Yâkûb ve Mehmed Paşalar mansıblarından azl ile bütün emvalleri zaptedildikten sonra nefy edildiler (11). Pekçok zamandan beri Sultân «Fâtih İstanbul'u teshîr ve sûr ve bârusunu ta’ınîr ettikde Süleyman beğ nâm kulunu İstanbul sü-başısı tâ'yîn ile ta’ınîr-i şehri âna tevvlz eyledi» (Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 447 Mütercim) (9) Franzes, 3. kitabın nihayetlerinde bunları «sürgün» diye adlandırır. (Mütercim'in ilâvesi: Müverrih Hammer bu kelimeyi sürgün mânâsına anlamıştır; vâkıâ o mânâda dahî kullanılırsa da «ileri sürmek» tâbirinden anlaşıldığı veçhile sevk mânâsına gelir; burada, bu mânâdadır.) (10) Osman-zâde'nin Hadîkatü'I-Vtizerâ'sı. (Kâtip Çelebi Takvîmüt-Tevârîh'-inde (İstanbul tab'ı, s. 174) Halli Paşa’nın cülus hususunda Sultân Mehmed'in kendisine incinmiş olduğu ve fetihte sulh için rüşvet aldığı cihetle, Yedikule'de hapis ve katlolunduğunu 858 târihiyle kaydeder. Hoca Sa'dü'd-dln bu bahiste sükût eder. Mütercim). (11) Kalkondii (Halkondüas), 1, 8. (8) OSMANLI TARİHİ Mehmed, Halil'in kendisini Rum altınlarına satmış olmasından şüpheleniyordu. Bir gün bir kapıya zincir ile bağlanmış bir tilki görerek: — «Zavallı mecnûn! Hürriyetini satın almak üzere niçin Halil'e müracaat etmedin?» demişti. Bu sözler vezire dehşet verdiğinden Mekke'ye gitmek suretiyle Pâdi-şah'ın gazabından kendisini korumaya niyet etmişti. Bununla beraber şüphelerini izâle eden bir nâme-i husûsî-i şâhâne (Pâdişâhın husûsî bir mektubu) üzerine hizmetinde devama karar verdi. Lâkin hıyanetine bedel ve —Murad'ı ikinci defa olmak üzere tahta iclâs ettiğini asla affet-memiş olan— Mehmed'in eski kini eseri olmak üzere, hayâtını verdi. Pâdişâh, Edirne'den Mısır Sultânı'na, İran şahına, Mekke Şerifine zafer-nâmeler irsal ve komşuları olan Hıristiyan hükümetlerinin senelik vergilerini takdîm etmek temennileriyle muzafferiyetini tebrik etmelerine cevaplar gönderdi (12). Sırbistan ve Mora despotları Pâdişah'ın huzurunda —birincisi oniki bin, ikincisi onbin duka altıniyle— her sene birer elçi göndermeğe muvafakat etmek mecburiyetinde bulundular. Sakız ve Midilli hâkimleri olan iki Ceneviz beğinden biri üç bin, diğeri altı bin duka senelik vergi vermeğe taahhüd ettirildiler. Trabzon ile Karadeniz'in Asya sahili için her sene bir elçi vâsıtasiyle hâk-i pâ-yi şâhâne'ye takdîm olunmak üzere ikibin duka vergi vaz' olundu (13). Osmanlı Padişahlarına en evvel itaat etmiş Hıristiyan hükümeti olan Raguza hükümetinin de vergisi binbeşyüz dukadan üçbin duka'ya çıkarıldı. Cumhuriyet, firârî Rumlar'a gösterdiği misafirperverliğin; Komnen, Laskaris, Paleolog, Kan-takuzen asıl aileleri hakkında gösterdiği ihtiramın, Jan Laskaris, Dimit-rius, Kalkondil (Halkondilas; Chalcocondilas), Teodor, Spandojino, Pol Tarhunyates gibi o zamanın âlimleri hakkında o aileler derecesinde gösterdikleri hürmet ile, bunların Lorenço Dö Mediçi'nin sarayına seyahât(12) (13) Münşe&t-ı Feridun'da: 202 numara Mısır Sultânı'na 203 onun cevâbı; 204 Mekke Şerifi'ne, 205 cevâbı; 207 numara îran hükümdarı Cihan-şah'a 208 cevâbı. (İstanbul fethinde Azîz-i Mısr İnal Şâh'a —Molla Gtirânî inşâsiyle— yazılmış olan nâme-i hümâyûn İstanbul matbuu Münşeât-ı Feridun'un 228-231 ve cevâJbı 231 ve 232 sahîfelerindedir. Azîz-i Mısr bâzı nefîs hediyeler gönderiyor. Şerif «es-Seyyîdi'l-Ahsenî el-İclânî el-Hasenî»ye yazılmış fetih-nâme-i hümûyûn 232 ve 233 ve yine Mekke Şerifine gönderilmek üzere Azîz-i Mısr'a irsal olunan nâme-i hümâyûn 233-236 ve adı geçen şerif tarafından tebrik hediyeleriyle gelen cevâbnâme 236-237 sahîfelerde münderiçtir. İran Şâhı Cihanşâh Mirzâ'ya Hoca Kerimî inşâsiyle muharrer nâme-i hümâyûn 237-241 ve cevâbı 241-243 sahîfelerdedir. İran Şâhı da mufassal defterile beraber hediyeler gönderiyor. Azîz-i Mısr ve Mekke Şerifi ile muhabere arapça, îran Şâ nı'yle farsçadır. (Mütercim). Dukas, 13, s. 177 Kalkondil, 9, s. 142. Kaikondil'e nazaran Midilli de —Trabzon gibi— ikibin duka vergi verirdi. 14 HAMME R leri için iane olmak üzere verdiği hediyelerin cezasını, vergisinin artırılmasıyla çekmiş oluyordu (Not: 3). Rodos Üstâd-ı Âzami ile Venedik Do-çu'nun sefirleri sulh müzâkeresi için Edirne'de bekleniyordu. Bu sıralarda, yâni Ağustos ayında Sırbistan Despotu'nun elçisi vaz' olunan vergi ile geldi. Elçi, bu vergiden başka, esirlere pekçok sadakalar verdiği gibi, despot Jorj'un emri mucibince esirlerden genç, ihtiyar yüz rahibeyi satın •aldı (14). Son Bizans împaratoru'nun kardeşleri Dimitrius ve Tomas, Kostan-tiniyye'nin fethinden sonra İtalya'ya gitmek üzere gemiye binmek istedikleri zaman, Mora Rumları'yla onların Arnavudlar'dan olan yardımcıları arasında, ve hattâ bizzat Rumlar'ın saflarında ihtilâflar meydana gelmişti. Arnavudlar împarator'un kardeşlerine itaatten istinkâf ile Topal Piyer'in emri altında açıktan açığa ihtilâl çıkardılar ve Mora'nın hâkimiyeti için onlarla münazaaya çıkıştılar. Vâkıâ Dimitrius ve Tomas, korkakça firar tasavvurlarından vazgeçerek II. Mehmed'in kendilerine yüklediği oniki bin duka vergiyi vaad etmiş iseler de, Rumlar ikiye ayrılmış ve Emanuel Kantakuzen, Paleologlar'a muhalif fırkanın riyasetine geçmiştir. Arnavudlar memleketi tahrîb etmek için bu karışıklıktan istifâde ettiler ve eğer Mora kıt'asının hâkimiyetini zât-ı şahaneleri kendilerine bahşedecek olursa, Rumlar'ın vereceği vergiyi vereceklerini Pâdişah'a arz ettiler. Mora Despotluğu'nu gaspetmiş olan Emanuel Kantakuzen'den sonra Dimitrius ve Tomas aleyhine isyanın en tehlikeli iki elebaşısı, son Bizans împaratoru'nun kayınları Lukanos ve Santerion Zaharya nâmında iki Rum olmuştur. Tomas bunları bir zamandan beri Hlomuça (15) şehrinde, daha doğrusu şehrin yakınındaki Turnes Kulesi'nde mahbus bulunduruyordu. Santerion, II. Murad'ın Heksamilon aleyhindeki teşebbüsünde Ahai mıntıkasına firar ettiğinden Lukanos da bir takım nev-zuhûrlarm başına geçerek Rum ve Arnavudlan despotları aleyhine ayaklandırdığından dolayı, bu mahbûsiyete müstehak olmuş idiler (16). Bunlar, mahbeslerin-den firara muvaffak olarak Rum ve Arnavud ihtilâlcilerinin kumandasını ellerine aldılar ve son İmparatorun kardeşlerini — Mehmed'in bir vergi mukabilinde kendilerine terk etmek lûtfunda bulunduğu— hâkimiyeti ellerinden almakla tehdîd ettiler. Korint Rum kumandanı Hazan, bâb-ı hü-mâyûn'dan yardım talep etmemiş ve Pâdişâh bu yardımı fazlasıyla yapmış olmasaydı, iki despotun Mora'daki hükümetleri bitmiş olacaktı (17). (14) (15) (16) (17) Dukas, 13, sf 177. Franzes, 4, 14, s. 85; Alter basımı. Pöküvil'e de müracaat, 4, s. 244. Hlomuça, yahut Turnes Kulesi, bugün Halemostir, yahut Kule Muzi nâmıy-la yâd olunur. Kalkondil, 1, 13, s. 128, Bale basımı. «Et profecto parum aberat, quin res Pelopormesi translatae ess en t ad OSMANLI TARİHİ 15 Otuz sene önce (18) Türkler'in birincisi olmak üzere Heksamilon'un zaptından sonra Berzahtan geçerek Spart'a (Lakedemon), İşkodra'ya (Leon-topolis), Gardika'ya kadar ilerlemiş ve Tavia'da Arhavudları mağlûp etmiş olan Turhan — oğulları (19) kendisiyle birlikte ve bir Türk ordusunun başında— Rumlar'ı yine Arnavudlar'a karşı himaye etmek için Mo-ra'da tekrar göründü (1454). Turhan, Paleologlar'ı davet ile —hernekadar şimdi müttefikse de eskiden düşman olduğundan— halkın kendisinden ziyâde vatandaşları olan Paleologlar'a emniyeti olacağını söyledi ve onları ahâlîye görünmeğe teşvik etti. Halkondilas, Turhan'ın nutkuna şöyle hitâm veriyor: — «Eğer Pâdişâh size merhamet edip kaybolmak derecesini bulan hükümetini tekrar elinize vermek için imdadınıza yetişmemiş olsaydı, işinizin bitmiş olacağını ben pek güzel bilirim. Kendi husûsî tecrübeniz size öğretmiştir ki, idareniz fenadır. İstikbalde tebeanız üzerinde daha iyi hükümdarlık etmenizi hâlin icâbı size hakimane emrediyor. Bilhassa tavsiye ederim ki, dâhili ihtilâflarla kendi harâbînizi çabuklaştırmaymız. Her türlü ihtilâl müsebbiblerine karşı amansız olunuz. Yeniliklere teşebbüs edenlere karşı pek merhametli görünmeyiniz. Biz Türkler'i iki şey iktidarın zirvesine çıkarmıştır: Onların biri yaramazlara mücâzât, diğeri iyilere mükâfattır (20). Eğer kararlaştırmış olduğumuz te'dîblerin gecikmesine ahvâl bizi icbar ederse, talep edilen affı veririz. Fakat tamâmiyle emniyetli bir halde bulunmak üzere, onu icraya muktedir olduğumuz vakit hak edilmiş olan cezayı icra eder, ve bize edilen hakaretlerin intikamını sebatla tâkîb ederiz» (21). Turhan sözünü ikmâl edince, Arnavudlar üzerine yürümek emrini verdi; Dimitrius zayıf bir Rum fırkasıyla Türkler'in arkasından —Epir-liler'in kadınlarına, çocuklarına ilticâgâh yapmış oldukları— Barbuste- (18) (19) (20) (21) Albanos, ni Asan es profectus in januas regis ab eo exercitum impetras-set.» (Metindeki ifâdenin mehazıdır. «Hazan» kelimesi «Hasan» imlâsında olduğundan müslüman ismi olması hatıra gelirse de, bu şahsın Korint Rum kumandam olması, müslüman bulunmasına mânidir. Galiba Hammer'ni de me'hazı aynen nakletmesi bundan dolayı olacaktır. Me'haz, Kalkondil'in lâtince tercümesi olduğu istidlal olunuyor. Mütercim). 1423'de, CWonicon *d calcem Ducae'dan. Franzes, 4, 14. İşitilerek hatırda kalmış bir rivayete göre, Hz. Fârûk kendisinden talimat isteyen bir vâlîye şu hatt-ı hareketi çizmişti: «Tahvîf-i işrâr, ter-gîb-i ahyâr». Mütercim. Halkondilas, Rumca metinde Türkler'den Turhan gâib sigâsıyla bahseder. 16 HAMME R nis (22) boğazına gitti. Ordunun bu kısmı düşmanı muhafaza eden istihkâmların altına derhâl lâğım kazmağa başladılar. Arnavudlar gece kaçtıklarından, on bin kadın Türkler'in eline düştü. Dimitrius'un küçük kardeşi Tomas diğer bir fırka ile İkom (Volkano Tepesi) yolundan Etos şehrine gitti. Bu belde Santerion tarafını tutmuştu, bin esir ile eslîha ve zahire vererek kendisini satın aldı. Şâir Arnavud reisleri —Rumlar'dan alman atları iadeye mecbur olmamak şart-ı mahsûsuyla— itaatlerini arz etmekte gecikmediler. Turhan, azimetinden önce Paleologlar'ı birbirleriyle uyuşarak yaşamağa tekrar teşvik ve yeni şeylere kalkışanlar hakkında tam bir şiddet tavsiye ederek, şu sözleri söyledi: — «Rum beğleri, sizin kendi menfaatinize olmak üzere yapmanızı istediğim hususları kâfi şekilde izah eyledim: Siz müttehid bulundukça hükümetiniz saâdeti hâl bulacak ve asla sarsılmıyacaktır; lâkin aranıza ittifaksızlık girerse, aksi vuku bulacaktır. Husûsiyle şuna dikkat ediniz ki, tebeanız âsâyîş hâlinde size hürmet etsin ve fenalık yapanların merhametsiz intikamcısı olunuz.» Turhan bu sözleri söyleyerek vedâ etti ve Mora'yı terketmek üzere atına atladı (23). Bu Türk siyâseti kaideleri iki despota faydalı olmadı. Turhan'ın azimetinden sonra akıllıca bir şiddet gösterecek yerde, tebealarına her vakitten ziyâde yüz verdiler. Bu suretle onların sadâkatlerini te’ınîn etmek ümidinde idiler. Halbuki ihtilâl ve mesele çıkarmak fikrini teşvik etmekten başka bir şey yapmıyorlardı (24). Lukanos bir fesâd fırkasının başına geçerek birçok Bizanslı'yı, Arnavudlar'ı, Moralıları' bu fırkaya dâhil etti. Fırkanın maksadı despotların hükümranlığından kurtulmaktı. Bunun için Korint ile hemen bilumum Mora mıntıkası kumandanı Hazan'a müracaat ettiler. Hazan —daha ziyâde, Pâdişâh tarafından konulan vergiyi peşin olarak te'diyeye muktedir olmadıkları cihetle— Bâb-ı Hümâyûn'a durumu bildiremiyeceğini beyân etti. Dimitrius ve Tomas, oniki bin du-ka'y* (25) derhal İstanbul sarayına göndererek, ihtilâlcilerin tasavvurlarını bozdular. Pâdişâh, bu sür'atli hareketten hoşnûd olarak, Mora'nın başlıca aileleri hakkında bir lütuf berâtı gönderdi ki, bunda Rumlar'ın şahıs ve mallarında taarruz görmeyecekleri ve kendi hükümdarlığı zamanında Rumlar'ın menfaatlan, evvelki hükümetler zamanından ziyâde himaye göreceği için babasının toprağına, belindeki kılıca, Müslümanlar'ın (22) (23) (24) (25) Halkondilas'ın «Barbustenis» adını verdiği kapıların boğazındaki Sardunya, Yunanistan'da, Seyahat eserinde, 2, s. 594. Halkondilas, 1, 8, s. 129. Kezalik, 1, 130. Turcu-Greaecia (TÜrk-Rum) târihi, s. 17. Kezalki, 130, Bale basımı. OSMANLI TARİHİ 17 yüzyirmidörtbin peygamberlerine, Kur'ân-ı Kerîm'e kasem (yemin) ediyordu (Not: 4). Mehmed, eski Bizans'ın fethini takip eden kışı Edirne'de istirahatle geçirdi. Payitahtın ileri muhafızları demek olan ve duvarlarının metanetine güvenerek bütün civar mahaller içinde, Osmanlı ordularının hücumunu okadar çok defalar yalnızca def etmiş bulunan (26) Silivri ve Bigados, Sultân Mehmed'in İstanbul'u fethini müteâkib (27) muhârebe-sizce teslimiyetlerini arz ettiler. Silivri, eski «Slimbria»dır ki, bunun met-fopolid makam olan baş kilisesinde Azize Ofemin'in iskeletinin bakiy-yeleri, yahut Türkler'in tâbiri veçhile «kadîd»i (28) muhafaza olundu. Şimdi dahî orada Kantakuzen'in .sarayı harabeleri müşahede edilir. Bi-zanslılar'ın Epibados dedikleri Bigados, son zikrolunan İmparatorun kudretli rakibi Apokbkos'un sarayıyla meşhurdur (29). Rum İmparatorluğu pâyitahtıyla geri kalan memleketlerinin sükûnet içinde temellükleri esnasında, II. Mehmed daha o zamandan Sırbistan'ın fethini düşündü. Kos-tantiniyye'den azimetinden bir sene sonraki bahar içinde (1454/858) ihtiyar Sırbistan kralına şu yolda bir nâme ile elçi gönderdi: «Hüküm sürmekte olduğun memleket senin değil, Lazar'ın oğlu Eti-enne (Etiyen) 'indir; binâenaleyh benimdir (Lazar'ın kızının kayın validesinin hâiz olduğu hukuktan dolayı). Bununla beraber baban Volek'in hissesiyle Sofya şehir ve arazîsini sana bırakabilirim. Eğer bu şekilde bir tesviyeye muvafakat etmezsen (30) silâha müracaat edeceğim.» Sefîr, hilâfında hareket ederse başı kesilerek cesedi vahşî hayvanlar önüne atılacağı tehdidiyle, yirmibeş gün içinde avdete me’ınûrdu. Jorj, Hunyad'dan istimdâd için Tuna'yı geçmişti. Elçi muhtelif bahanelerle oyalandırılarak, şehirlere zahire doldurmak ve istihkâmlarını ale'l-acele tamir etmek için lâzım olan vakit şu suretle kazanıldı. Otuzuncu gün Mehmed, elçisinin avdet etmediğini görerek ve artık sabra tahammülü kalmayarak, bütün kuvvetiyle Filibe üzerine yürüdü. Orada elçisine tesadüf etti. Jorj'un Macaristan'a kaçtığı hakkında verdiği malûmatı ria-zar-ı dikkate alarak, elçinin hayâtını bağışladı. Bu malûmat kendisine vaktinde, yâni ordunun hareket şeklini tâyine müsâid bir zamanda vâsıl olmuştu. Osmanlı ordusunun hareketi esnasında, Macarlar Tuna'dan geçe(26) (27) (28) (29) (30) Dukas, 38, s. 145. Kantemir, s, 160. Kantemir, II. Mehmed'in Saltanat Zamanı, «n» işaretli" nota, 1, s. 121. (Metinde «Momie» denilmiş ise de haşiyede «kadîd» (kurumuş et parçası )aynen mezkûrdur. Mütercim). Kostantiniyye ve Boğaziçi, 2, s. 90. Dukas, 52, fi, 178. _ Hammer Tarihi, C: 11. F.: 2 V*«& ^/«Mt VK* 18 HAMMER rek Tırnova ve havalisindeki memleketleri kamilen yağmalamış ve aldıkları ganimetlerle tekrar nehirden geçmiş idiler. II. Mehmed Sofya'ya vardığında, ordusunun büyük kısmıyla bütün divânı orada bırakarak yirmi-bin hafif süvari ile düşmana rastlamaksızm Sırbistan hududunu geçti. Jorj, Macarlar'ın yakın bir zamanda imdada geleceklerini vaadle tebe-asının müstahkem mevkilere iltica etmelerini emretmişti (31). Mehmed, ordusunu ikiye taksim ederek, bunlardan biri Semendire ve diğeri İstroviç üzerine hareket ettiler ki, şu iki mevki memleketin anahtarlarıdır. Süvariler bütün Sırbistan'ı dolaşarak, beraberlerinde eîlibin esir getirdiler; bunlardan dörtbiniyle Pâdişâh Kostantiniyye yakınındaki köyleri şenlendirdi (32). II. Mehmed'in bütün kuvveti Semendire'ye karşı bir netice elde edemedi. Hâriçteki istihkâm Türkler'in eline düştüğü sırada, şehre hâkim olan kale galebeye imkân vermiyecek bir mukavemet gösterdi (33). İstroviç, (34) duvarlarının Osmanlı toplarıyla kül yığınına döndürüldüğünü görerek (M. İ. 2) —şecîâne müdâfaasına ve muhafızlarının şiddetli bir hücumuna rağmen— kapılarını açtı; fakat muhafızlarının serbestçe çekilebilmelerini şart kıldı. Bu şart Türkler tarafından kabul ve bunun için yemin edilmiş ise de, muhafızlar esir edildiler. Mehmed Semendire' nin muhasarasını kaldırıp Sofya'ya ve oradan Edirne'ye döndü ve kendisine âit olan beşte bir için en güzel delikanlıları alarak esirleri taksim etti. Fîrûz Beğ'i (35) —Hunyâd ile despot Jorj'un kumandası altında toplanmış olan orduyu tutmak için— otuziki bin kişi ile Morava üzerinde bulunan Krosvaç'da bırakmıştı. Hunyâd ile Jorj, Fîrûz Beğ'i mağlûp ve esîr ettikten sonra, Pirota ve Vidin üzerine yürüyerek bu iki şehri yaktılar ve bütün o havaliyi talan ettiler. Mehmed, Macar ordusunun muzaf-feriyâtına son vermek için Pirota ve Sofya arasına gelip ordu kurdu (36). Lâkin Hunyad, Belgrad üzerinden muzaffer bir surette Macaristan'a döndü ve Jorj otuz bin duka senelik vergi vermeyi arz etmiş olduğundan (Not: 5), Pâdişâh, sulha muvafakat ederek Edirne yoluyla İstanbul'a avdet etti (37). Az önce, Venedik ile bir ahidnâme akdetmişti; Cumhur'un (31) (32) (33) (34) (35) (36) (37) Dukas, 1, 179. Turuç ve ondan naklen Engel, Sırbistan Târihi. Dukas, sr 179. Ostroviça, Neşri tarafından (s. 200), «Sivrice-Hisar» ve İdrîs tarafından (varak: 87) «Sivrihisar» ismiyle zikrolunuyor, İdrîs bundan başka «Ohul kal'ası»ndan da bahseder. Hunyad, İmparator'a olan raporunda (Katona'ya müracaat, 1, 13, 3, s. 964) Fîrûz'u «Friz» beğ yazar, Turuç da öyle, s. 970. Hunyad'ın Nandoralba'dan yazdığı rapor, Katona, s. 965. Engel, Sırbistan Târihi, s. 406; Dukas'a nazaran, 42, s. 179. (Hunyad'ın avdeti Sırbistan Despotu'nun vergi vermeğe muvafakati, Pâdişâh ile harbe kudretsizliklerinden neş'et eylediği aşikâr görünüyor. Müterc.) OSMANLI TARİHÎ 19 sefiri Marsello ile müzâkere olunan bu ahidnâmede iki memleket tüccarlarına ticâret serbestisi te’ınîn olunmaktaydı. Dük Dö Naksus Venediklin malikâne sahiplerinden olmak sıfatıyla bu ahidnâme hükümlerine dâhil bulunuyordu. Arnavudluk'taki Venedik müstemlekeleri vergisi II. Murad zamanındaki miktarda tâyîn olundu ve Venedik tebeasının himâyesi için Kostantiniyye'de elçi (38) ikameti hakkı verildi (39) (18 Nisan 1454). (19 Rebi'ü's-sâni 858). Mehmed bu suretle sulhu te'sis ettikten sonra, yeni payitahtında tezyinat ve dahilî idare tasavvurlarına devam etti. İstanbul'un muhasarası esnasında Peygamber'in Sahâbesi'nin kabrinin keşf olunduğu mahalde Eyüp Câmii'nin ilk taşını vaz' eyledi. Havariyyun Kilisesi'nin ve eski İmparatorlar makberlerinin (Teodos Meydanı) harabeleri üzerine, kendi ikametgâhı olmak üzere bugün «Eski Saray» denilen savayı inşâ etti (40). Türkler Mehmed'in dönüşüne kadar şehrin en meşhur manastırlarını temellük etmiş idiler. Şimdiki sarayın müntehâsında bulunan Tersane Ma-nastırı'na dervişler ve Pantokrator Sarayı Çırpıcılar (M.İ. 3) ve kundura eskicileri yerleşmiş idiler (41). Devletin birinci mansıbı bir sene açık kalmıştı (Not: 6). O zamandan beri devletin vekâyîi safhalarında bu hâdisenin tekerrürünü görmüyoruz. Pâdişâh, vezîr-i azamlık makamına —validesi Sırplı, pederi Rum olan-Mahmûd Paşa'yı tâyin etti. Mahmûd Paşa henüz pek genç iken Novo-berda'dan Semendire'ye giden yol üzerinde ele geçirilmişti. Saray hademesi sınıfına kabul olunarak hazîne dâiresinde istihdam olunmuş ve zekâsıyla Mehmed'in teveccühüne nail olarak, cülusunda mahrem-i hâss derecesini ve Rumeli valiliğini ihraz etmişti (42). 1455/859 baharında Sırbistan hudud kumandanı İshak-zâde Isâ Beğ Pâdişah'a takdim ettiği bir arızada, bu memleketin ele geçirilmesindeki kolaylıkları arzediyordu. Mehmed, hemen ordusunu Edirne sahrasında topladı. Teftiş ettikten sonra, Üsküb'ün batısında gümüş mâdenleriyle meşhur olan Karatova Dağı eteğinde ordusunu kurmağa gitti (43). Orada top20 HAMMER OS) Venedik elçilerine Fransızca «bayie» tâbir olunur ki, İtalyancası «bal-yos»tur, (Mütercim). (39) Lojiye. Venedik Târihi, 7. s. 99. Marino Sanoto. 6, s, 288 Mouradja D'Ohsson. 7, s. 44, (40) Dukas, 52. s. 179 Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'inde 858 senesi: tdrig, varak: 88. (41) Dukas, 42, s. 179. (42) Osman-zâde Efendi'nin Terâeimri AhvâH Vüzerâ'sında Mahmûd Paşa* nin Hırvat asıllı olduğu beyan olunmuştur. Halkondilas (7, s. 837) şöyle yazıyor: «Materno genre tryballus, paterno genere graecus erat.» (Validesi Sırplı, pederi Rum) <43) Hacı Kalfa’ınn RûnMU'si. s. 92 (44) (45) 11 Haziran târihindeydi ki Rab şehrine bir posta tatarı gelerek Sultân Mehmed'in Sitinça Nehri üzerindeki diğer şehirlerle Novoberdo'yı. istilâsını haber verdi: NovoBerdo caput illius et ob mineras belli neryus. (Engel, Sırbistan Târihi, s. 407). Kosova'da I. Murad şehid olduysa da muharebe kazanılmıştı; muzaffe-riyetin semeresi zayi olmadı. Mütercim. ladığı mecliste muharebeye -—Sırbistan'ın müstahkem şehirlerinin en mâmuru ve en dayanıklısı olan— Novoberda'nın teslimi teklifiyle başlanılması kararlaştırıldı. Novoberda (M.İ. 4) yahut Novobrodoa —ki Neub-ridum, Novobirjum, Novomonte (Not: 7) isimleriyle de mâruftur— eski çağ târihinde zengin gümüş mâdenlerinden dolayı «beldelerin anası» nâ-mıyla yâd olunurdu. Onsekiz sene önce, Sırbistan hududu Türk kumandanının, babası Evranos-zâde İshak Beğ'in, bu şehrin ele geçirilmesini II. Murad'dan ne suretle istida eylediğini ve Semendire'nin ele geçirilmesinden sonra ne veçhile Osmanlılar eline düştüğünü evvelce nakletmiştik. Novoberda daha sonra. Sırbistan Despotu'nun hükümranlığı altına geçtiğinden, îsâ, vaktiyle fetholunmuş olan bu beldeyi devlete iade edip de —pederinin II. Murad'ın iltifatına mazhar olması yoluyla— II. Mehmed'in teveccühüne nail olmak istemişti. İsâ, Sırbistan'ın son despotu Lazar kendisine halef olacak oğul bırakmadığı cihetle - şehrin Pâdişah'a ait olduğunu beyân ederek teslimini kumandanına teklif etti. Kumandan, Lazar oğul bırakmamış ise, bir kızı kaldığını ve kız Bosna Kralı'yla evlendirilmiş olduğundan, Kral'ın şu suretle Lazar'a vâris olduğunu ifâde etti. Bu red cevâbı üzerine Pâdişâh bizzat gelerek muhasaranın kumandasını deruhde etti. Şehir, yedi gün topa tutularak, nihayet haziran başlarında (1455) hücumla zaptolundu (44). Ordunun şehirde bulduğu muazzam servet, gâlibler arasında taksim edildi. Sultân Mehmed, kaleye beğ, kadı, kale kumandanı tâyin ve fethedilen bu mühim yerin muhafazasını 1 kumandana tevdi etti. Trepçiya (Trepeçya) ve Taş-Hisar kaleleri de bütün hazîneleriyle Pâdişah'ın pençesine düşerek, II. Mehmed oradan — Türkler'in Hristiyanlar'a iki galebesiyle meşhur— o civardaki Kosova sahrasına azimet etti. Kosova'da Miloş'un hançeriyle hayâtını ve muzaf-feriyetinin semeresini kaybetmiş olan (45) ceddi I. Murad'ın hâtırası hürmetine II. Mehmed, akıncılara kıymetli hediyeler dağıtarak, yalnız şahsı için ayrılmış olan maiyyetiyle Kostantiniyye'ye avdet etti. Bu kadar mu-zafferâne kazanılmış bir muharebenin yorgunluğunu birkaç ay harem (Not: 8) içinde kalmak suretiyle çıkarıyordu. Mehmed, ordusunu terketmekle —o zaman Adalar Denizi'nde dolaşmakta bulunan— donanmasının harekât sahnesine yakın olmak istemişti. Sakız, İstanköy, Rodos adaları üzerine muhtelif teşebbüslerini arzu edilen neticelerle taçlandıramamış olan amiralinin cesaretini bizzat huzuruyla artıracağını ümîd ediyordu. Kısa bir süre önce Rodos Üstâd-ı Âzami OSMANLI TARİHİ 21 aleyhinde ilân olunmuş olan muharebe, bu deniz kuvvetinin kullanılmasına ihtiyâç hissettirmişti. Mehmed'in Sırbistan muharebesine azimetinden önce, Üstâd-ı Âzam, Aziz, Yahya tarîkatinden birkaç şövalyeyi gayet güzel hediyeleri hamilen sefaretle Kostantiniyye'ye göndererek, Lisi ve Kari sahillerinde ve Türkler'in Rodos adasında serbestî-i ticâretini te’ınîn edecek bir ahidnâme akdini teklif, etmişti. Vezirler Sakız, Midilli, Limni, îmroz gibi diğer Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz; Ege adaları) gibi, Rodos Şövalyeleri'nin de bir vergi vermelerini teklif ettiler. Sefirler, kendilerinin talimatında böyle bir teklif ihtimâli bulunmadığından bahisle, hiç-birşeye karar veremiyeceklerini beyân ettiler. Binâenaleyh Üstâd-ı Âzam ile müzâkere etmek üzere, vekâletnameyi hâiz bir Türk elçisi bunların refakatine verildi. Rodos'a sarayın birinci derecede memurlarından biri 0r derilmişti; lâkin vergi talebi üzerine Üstâd-ı Âzam, tarîkatin Papa'ya bağlı olmasından dolayı kendisinin yalnız başka bir dine inanmış olan hükümdarlara değil, Hıristiyan hükümetlerine bile hiçbir türlü vergi vermekten memnu bulunduğunu ve bununla beraber Bâb-ı Hümâyun'a her sene hediyelerle bir sefaret göndermeğe hazır olduğunu ifâde ederek, eğer bu teklifleri Pâdişâh tarafından kabul olunmazsa, kendisi de istediği gibi hareket edeceğini ilâve etti. Mehmed, müzâkelerin neticesini haber alınca Üstâd-ı Âzam’ın mağrûrâne tarzından cerîhadar olarak^ Rodos Şöval-yelerine harb ilân etti. Kari sahillerinde dolaşan otuz Osmanlı gemisi muhâsamete başlamak için emir aldılar ve Rodos ve Istanköy adalarına çıkarak birçok ganimetler ve esirler aldılar. Bu aralık, Mehmed yirmi-beşi üç sıra, ellisi iki sıra, yüzden ziyâdesi bir sıra kürekli gemilerden mürekkep— bir donanma techîz etti. Novoberda'nın fethinden sonra bu donanma Derya Kapudânı Hamza kumandasıyla Gelibolu'ya azimet ve oradan da Rodos'a yanaşacak yerde, Midilli'ye teveccüh etti (46). Hamza limana girmiyerek açıkta demir attı. Midilli Dukası Katelozir âdete uygun olarak amiral gemisine hediyeler gönderdi. Müverrih Dukas'ın takdimine memur olduuğ bu hediyeler ipek elbise, altıbin gümüş florin, yirmi öküz, elli koyun, sekizyüz ölçü şarâb, ekmek ve gevrek, on kantar peynirden ve taifeye mahsûs olmak üzere serinlik verecek birçok meşrubattan ibaretti, Donanma kîrksekiz saat ikametten sonra Sakız'a gitti; lâkin orada Midilli'de olduğu, gibi ihtiram alâmetleri ile kabul olunmadı. Kısa bir süre önce Pâdişâh, Galata tacirlerinden Fransuva Draper'in (47) —vermiş olduğu şap bedeli olarak— Sakız'dan alacağı bulunan kırkbin dukayı tacir nâmına talep etmişti. Türk Amirali de bu talebi tekrarladı ve Sakız ahâlîsi para vermediği takdirde adayı tahrîb edeceğini beyân ede- (46) (47) Dukas, 43, s. 181. Beyoğlu'nda bugün meveud olan Fransisken Kilisesi, bu Ceneviz, ailesinin ismiyle, yâni Santa-Maria â Draperis nâmıyla adlandırılır. 22 HAMMER rek tehdid etti. Hamza, Padişahın emrini adanın temsilcilerine okuttu; bunlar borcu inkâr ederek, hiçbir şey vermiyeceklerini beyân ettiler. Amiral, ne —medhali yirmiden ziyâde iyi silâhlanmış gemiyle tecâvüzden masun olan— limana, de ne —üç «tüvaz» (48) derinliğinde çifte hendek ve çok miktarda İtalyan muhafızlarla müdâfaa edilen—şehre girmek'tasavvurunda bulunabildi. Belde yakınındaki bağ ve bahçeleri hasara uğratmakla iktifaya mecbur oldu. Ondan sonra ada hâkimlerinin Draper ile uyuşmak üzere içlerinden birkaç kişiyi gemiye göndermelerini teklif etti. Bunlar —bir ruhsat-nâme aldıktan sonra— Kirikos Custini ailesinden (49) beraberine verdikleri genç ile birlikte bir ihtiyarı tâyîn ettiler. Bu adamlar yolda verilmiş sözü bozmayı yalnız caiz değil, medhe lâyık bir harb hiylesi addeden (50) Türkler'in kendilerini esir sayarak bırakmamaktan ictinâb etmiyecekleri korkusuna kapıldılar. Derhal müthiş bir heyecana tutularak atlarının başını çevirip şehre dönmek için iki taraftan mahmuz-îadılar; lâkin henüz bahçelerde bulunan Türkler onlara mâni oldular. İki temsilciye refakat eden Frenk süvarileri hasımlarına mukavemet edecek miktarda olmadıklarından, kaçtılar. İhtiyar ile genç arkadaşı cebren donanmaya götürüldü. Donanma da müteakiben demir alarak Rodos'a doğru yelken açtı. Rodos liman ve şehri istihkâmları Sakız'dan da büsbütün başka surette mahfuz ve elegeçirilemez olduğundan, her türlü taarruzda imkânsızlık görülerek, Hamza, îstanköy sularına gitti. Lâkin o adanın merkezinde harabeden başka birşey bulamadı; kalmış olan birkaç ihtiyar, ahâlînin Raşeya'ya çekilmiş olduklarını haber verdiler. Bunlar gemilere alınarak Raşeya kalesi sularına gidildi; Draper. Hristiyanlar'ı teslime davet etti. Yirmiiki gün duvarlardan çıkmağa çalışmak ve mancınıklarla uğraşmak suretleriyle, beyhude muhasaradan ve asker arasında zuhur eden bir dizanteri sebebiyle birçok adam kaybettikten sonra, Hamza çekilmeğe mecbur oldu. Yolda, Sakız ahâlîsinin bir anlaşma yolu bulmak üzere, Pâdişah'a bir sefaret hey'eti göndermesini Kirikos ile müzâkere etti. Kirikos ve Sakız hâkimleri buna pek müsâid bulundular; fakat Hamza, adanın karşısında demir atarak, kendisiyle beraber gelecek temsilciler hey'eti-ni beklediği sırada, musibetti bir hâdise yeni ihtilâflara yol açtı. Amiralin donanmadan çıkmamaları hakkındaki emrine muhalif olarak, sarhoş birkaç gemici yüzerek karaya çıkmak üzere denize atılmışlardı. Bunlardan biri bir kilisenin sakkafma çıkarak kiremitleri yere atmağa başladı. (48) <Tüvaz». altı kademden ibaret bir nevi eski ölçü (Kaıamus-ı Fransevî, Ş. Sâmî). '49) Bu «Kirikos»u Lesbos (Midilli) Dukası Kirikos yahut Kiryakos ile ka-rıştırmamalıdır. Halkondilas, 10. b. 165. (50) rTurci, qui scelu.s ejusmodi generosum facinus ac stratagema prudens aesüraaturl suni.» (Naklolunan ibarenin me'hazıdır; bu. Dukas'vn düşmanca zannından ibarettir.) (Dukas, 43, s. 183). OSMANLI TARİHİ 23 Bir Lâtin gemiciye vurduğundan, şu hâl bir karışıklık vukuuna işaret oldu. Değnek ve kılıç ile müsellâh olan Lâtin ve Rumlar, arkadaşlarının imdadına koşuşan Türkler'in üzerine atıldılar. Bunlar Hamza'nın kadırgalarından birinin demir atmış olduğu sahile doğru kaçtılar, Hıristiyanlar takip ettiler; kaçanlar ve gâlibler karmakarışık kadırgaya atladıklarından, gemi bu sıklete tahammül edemedi, masum ve canileri birlikte çekip götürerek deryanın derinliklerine gömüldü. Adanın arhontlan —esasen muatdal olan— kadırganın iki kat bedelini ve gemi ile birlikte batan eşya ve esirlerin bedelini vererek Hamza'yı teskine muvaffak oldular. Bu tarziyenin istihsâlinden sonra Hamza Midilliye giderek, orada müverrih Dukas, ada Duka'sının emriyle gemiye mükellef bir taam (yemek) getirmiştir. Amiral iki ay ayrılıktan sonra oradan Gelibolu'ya döndü. (Teşrîn-i evvel 1455). Hamza, Edirne'ye dönerek Mehmed'in huzuruna çıktığı zaman, Pâdişâh tehdîdkâr bir tavırla: —• «Eğer babam sevmemiş olsaydı, diri diri, senin derini yüzdürürdüm!» diyerek, sefere dâir ifâdesini dinlemek istemeksizin, huzurundan def etti. Lâkin kadırgalarından birinin Sakız önünde kaybolduğunu haber alması üzerine, Amiral'i yeniden çağırarak: — «Hamza! Sakız ahâlîsinin batırmış oldukları kadırga nerededir?» diye suâl etti. Hamza: — «Denizin dibindedir.» cevâbını verdi. Pâdişâh bu hâdisenin nasıl vuku bulduğunu sordu. Hamza, birkaç askerin emri hilâfına hareketle müstehak oldukları bir ölümü bulmuş olduklarını ve bundan dolayı Sakızlılardın itham olunamıyacağını ifâde etti. O zaman Pâdişâh Draper'e dönerek: — «Sana olan kırkbin duka borcu ben taahhüd ediyorum; telef olan Türkler'in bedeli olmak üzere iki mislini ben isteyeceğim!» dedi. Draper, Pâdişah'ın elini öpmek şerefine nail oldu; Hamza amirallikten azledilerek. Gelibolu'ya bedel Adalya hükümetine tâyin olundu. Hamza'nın uğradığı bu talihsizlik, Mehmed'in Sakız Prensi hakkındaki niyetlerini oldukça izah ediyordu; Pâdişah'ın Prens'e harb ilân etmesi gecikmedi (30 Haziran 1456) (51). Bu aralık Midilli Prensi Doria Gatelozio Limni'de vefat etti. Onun vefatından bir ay sonra (1 Ağustos 1455) müverrih Dukas —ki Midilli sarayında yüksek bir rütbede bulunuyordu— yeni prens Nikola tarafından birincisi üçbin, ikincisi ikibinbeşyüz duka'yı bulan Midilli ve Limni'nin senelik vergileriyle Pâdişah'ın nezdine gönderildi. İmroz adasının temel(51) Dukas, 43, s. 183-185. 24 HAMME R lükü için muayyen olan iki bin duka altınıyla da Aynoz (İnoz) prensi geldi. Dukas Pâdişâhın huzuruna çıktığında, o zamanın teşrifat usulünce —Padişah yemek yemekte olduğu halde— onun karşısına oturarak, yemekten sonra vergiyi takdîm etti. Vezirler —yeni prensi bizzat gelip de Bâb-ı Hümâyûn'a te’ınînât ve sadâkat arz etmedikçe onu tanımak istemediklerinden —evvelkinin vefatını bilmiyorlarmış gibi— ihtiyar Midilli Prensinin hatırını sordular. Dukas, Doria’ınn büyük oğlu olan genç prensi alıp Pâdişah'ın huzuruna getirmek üzere Midilli'ye davet etti. Ancak Mehmed; İstanbul'da ve Balkan'ın öte tarafındaki vilâyetlerde hasara yol açan vebadan (52) dolayı, bu aralık ikametgâhını sık sık değiştirmekte idi. Dukas Pâdişah'ı Edirne'de, Sofya'da, Filibe'de aradıktan sonra, nihayet İz-ladi Boğazı'nda ordusunu kurmuş olduğu bir dağ üzerinde tesadüf etti. Midilli Prensi vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya ikinci vezir Seydî Ahmed Paşa'ya hediyeler verdikten sonra Pâdişah'ın çadırına kabul olunarak Zât-ı Şâhâne kendisine iltifat gösterdi ve hattâ Öpmek üzere elini uzattı. Lâkin ertesi gün işler değişti: Vezirler, efendilerinin nâmına olarak Taşoz (Tasos) adasının terkini ve o zamana kadar ödenen verginin iki katını istediler. Dukas, o kadar parayı toplamaktaki imkânsızlığı ifâdeye çalıştı ise de, nihayet verginin üçte birden ziyâde artırılmamasına ancak muvaffak olabildi. Binâenaleyh yeni ahidnâmede üçbin dukaya çıkarıldı. Prense, dönmeden evvel, kenarları sırma işlemeli bir kaftan, Dukas ile diğer maiyyeti halkına ipekli kaftanlar giydirildi (53). Bu arada iki ve üç sıra kürek çeker, onar sefineden mürekkep donanma, yeni amiral ve yeni Gelibolu valisi olan (54) —II. Mehmed'in güzel yüzlü nedimi— Yûnus Paşa (55) kumandasında Sakız aleyhine hareket etmişti. Bir fırtına donanmayı Truva (M.î. 5) sahillerinde perişan ettiğinden, yedi gemi kazazede olarak yalnız amiral kadırgası Sakız sularına düştü, diğer onikisi Midilli limanında beklemeğe mecbur oldular. Yûnus Paşa Sakız karşılarında Prens Nikola'nın kardeşi tarafından Katalan deniz haydudları aleyhine keşif için gönderilmiş bir Midilli kadırgasına tesadüf etti. Çünkü Midilli Prensi'ne vergiden başka Cezâir-i Bahr-i Sefîd ile şimdi «Bayram» denilen (56) Asos şehrinden Kirmah (Kaikus) mansabına kadar Anadolu sahillerinin muhâzası tevdî. oldunduğu cihetle, bu taraflarda Osmanlılardan alınacak esirlerden de Prens mes'ûldü. Yûnus Paşa —içinde Sakızlı zengin bir Rum kadını, yâni Midilli Prensi'nin kayın validesi bulunan— (52) (53) (54) (55) (56) Halkondilas dahî (1, 8, s. 148, Bale basımı) bu vebadan ve Pâdişah'ın Filibe'de ikametinden bahseder. Dukas, 44, s. 185-187. «Comes classium». Bkz. Dukas. Hacı Kalfa’ınn kapudân-paşa'lar cedvelinde Balta-oğlu'nu müteâkib Yûnus Paşa zikrolunmuş ve Hamza'dan bahsolunmamıştir. Bkz. Dukas, 44, s. 180. OSMANLI TARİHİ 25 bu geminin arkasına düştü. Midilli limanına kadar takip ederek orada — bernekadar sefine Pâdişah'ın himayesinde ve hizmetinde sefer etmekte idiyse de— Amiral kendisine âit bir ganimet olmak üzere gemiyi istedi. Aksi takdirde efendisinin gazâbıyla tehdîd etti. Midilli'den Yeni Foça'ya doğru yelken açarak oraya Türk muhafızları koydu. Belde asla mukavemet göstermemiş olmakla beraber, yüz delikanlı ve genç kızı beraber alarak Pâdişıah'a hediye olmak üzere Gelibolu'dan kara yoluyla İstanbul'a gönderdi. Yûnus Paşa’nın hareketinde Dukas Pâdişâh nezdinde yeni bir memuriyete tâyin edilmişti. Ancak dâvasında haklı bulunması Amiralin nüfûzuyla müsavi gelemedi. Hattâ Foça'nın zaptı haberi alınıncaya kadar alıkonuldu. Mehmed o zaman İstanbul'u terkederek Aynoz (İnoz; Aynös; Enez) 'a gitti ki, Yûnus Paşa on kadırga ile Aynoz'da kendisine katılacaktı (24 kânunisâni 1456). Karaferye ve İpsala kadıları kendi kazaları dâhilinde Aynoz hâkimi Doria (57) tarafından yapılmış olan mütehakkimâne faaliyetlerden ve onların Müslümanlar'dan başkasına tuz satmaları, Müslümanlar'a büyük zarar vermiş olmasından dolayı, Pâdişh'a şikâyet etmiştiler. II. Mehmed bu fenalığa Aynoz'un fethiyle sür'atle bir çâre bulacağını vaad etti. Doria, Türkler yaklaştıklarında evvelâ Sümatraki (Se-madirek) adasına iltica ettiyse de, sonraları daha iyi düşünerek, nâdir bir güzelliğe mâlik olan kızını ağır hediyelerle Pâdişah'a gönderdi. Kız Pâ-dişah'dan babasının affı ve bâzı memleketlerinin timar olarak uhdesine tevcihi atıfetine nail oldu. Fakat Doria yolda giderken kendisine refaket eden Türkler'in üzerine atılarak, onların hepsini idâm ederek Hıristiyan memleketlerine gitti (58). Dukas, Aynoz'un fethi hakkında ancak birkaç kelime söylüyor. Lâkin Osmanlı müverrihleri Aynoz ile Aynoz körfezinin medhalindeki (59) Türkler'in Taşoz (60), Semendirek, İmroz dedikleri sos, Samutraki, İmbros adalarının ele geçirilişini husûsî bir bâbda büyük bir tafsilât ile naklederler (61). (M.İ. 6). Sakız kendisini tehdîd eden fırtınadan kurtulmak için kaybolan kadırganın tazminatı olmak üzere otuz bin duka ödedi ve bundan başka senelik onbin duka vergi taahhüt etti (62). Mehmed bu defalık Sakız ve Midilli'nin ele geçirilmesinden vazgeçerek, yalnız Limni'nin (İstalimne) zaptıyla iktifa etti. Limni ahâlîsiyle Midilli Prensi'nin kardeşi Nikola Ga(57) (58) (59) (60) (61) (62) Halkondilas'da «Ntaria». Bratutu'da Sa'dü'd^dîn, 2, s. 168. «Ad Aenum movit, qua receptâ abductisque puerilis aetatis maribus ac feminis Adrianopolim contendit». Dukas, 4, s. 189. İdrîs, varak: 88; Neşrî, varak: 199; Âlî, Yedinci fasıı ;Solakzâde, varak 52; Ravzatti'lEbrâr, varak: 264, Hacı Kalfa, Takvîmüt-Tevârih, 859 (1454) Vekâyii; Defterdar Dursun Beğ Târihi, varak: 52. Hacı Kalfa’ınn Ruın-ili'si, s. 196 ve İnoz, s. 68. Dukas, 45, s. 190. 26 HAMME R teloziyo arasındaki ihtilâftan dolayı adalılardın bir Türk valisi istemeleri, bu yeni gasba vesile oldu (63). Mehmed, bu memuriyete —yakında Beğ sıfatıyla Adalia'ya gönderilmiş olan Hamza Beğ'i tâyin ve yeni amiral ve Gelibolu Beği olan Hadim İsmail'i (64) Hamza'nın Limni'ye ikamesine memur etti. Bu haber üzerine Midilli Prensi —eğer kardeşiyle Limni ahâlîsi arasında bir anlaşma mümkün değilse— kardeşini alıp getirmek üzere Jan Fontana ve Spinata Lumbutos kumandalarında büyük bir aceleyle bir kadırga hazırlattı (65). Bunlar vazifelerini ifâ eylediler; fakat silâha müracaata mecbur oldular (Mayıs 1456). Üç gün sonra Amiral İsmail, yeni beğ ile birlikte karaya çıktı. Limlililer'i pekçok överek azimetinde adada bulunan Midillileri beraber götürdü. Devletin Macaristan ile muharebesi Gateloziyo kardeşler için bahtiyarlık sebebi olmak üzere, II. Mehmed'in nazarlarını bu taraftan çevirerek intikamının gecikmesine vesile oldu (66). Nisan başlarında bütün Macaristan'da bir rivayet yayıldı ki, Mehmed — Belgrad'ı muhasara etmek üzere— büyük bir ordu toplamaktadır; o zaman ele geçirilmesi imkânsız sayılan bu kale kuzeyde Tuna ve batıda Sava nehirlerinden müteşekkil bir yarımada üzerine binâ edilmiştir. Yine o aralık haber alındı ki, Padişah bu niyete binâen Morava (Markus) üzerinde kâin Grosvaç'da (67) toplar döktürmektedir. 13 Hazîran'da Osmanlı ordusu takriben yüzelli bin kişiyle (68) Belgrad önünde göründü. Ordunun arkasında üçyüzden ziyâde ateşli silâhlarla donatılmış bir topçu zümresi bulunuyordu ki, bu toplardan yedisi taştan gülleler atar havan topları olduğu gibi, yirmi ikisi de (69) yirmiyedi kadem uzunluğunda pek büyüktü (70). Topçular gece gündüz kaleye yıldırımlar yağdırarak (63) (64) (65) (66) (67) (68) (69) (70) Osmanlıların adaletle hüküm sürmeleri ve adalardaki prensler hükümetinin fetret hâlinde bulunması ahâlînin padişaha ilticasını icâb ettirdiğinden, o zamanın siyâsî muamelelerine göre bunu gasp saymak doğru değildir. Zâten ahidler ve devletler arası hukuk zamanımızda bile ne kadar mer'îdir? Mütercim. Dukas, 45, s. 190. Bu îsmâil de Hacı Kalfa’ınn Derya Kapûdanları defterinde yoktur. Halkondilas (7, s. 248) İsmail'in halefi olmak üzere «Zu-ğanos»u (Zağnos. Zağanos) gösterir ki, Hacı Kalfa bunu da yazmamıştır. Dukas, 45, s. 190. Dukas, 1 ve Halkondilas, 7, s. 248, ki İnoz (Aynoz), Taşoz, imroz ile Se-madirek'in ele geçirilişinden târihi bir tertibe riâyet etmeksizin bahseder. Turuç. 55; Bonfinius, üçüncü aşere, s. d. İbidus Junii. Bonfinius. 3, 18, s. 188. Taglia Kozu'ya nazaran yüzalt-mış bin; Brankoviç'e nazaran yüzelli bin. Engel, Sırbistan Târihi, s. 408. Üçyüz top gâliblerin eline düşmüştür. Engel, a.g.e. Katona'da Taglia Kozu, 3, s. 1068. Engel, a.g.e., s. 48, yalnız yirmiiki kadem diyor. OSMANLI TARİHÎ 27 topların sesi Segedin'de, yâni yirmidört Macar mili mesafeye kadar işitilirdi (71). Mehmed, Kostantiniyye'nin fethine nisbetle Belgrad’ın fethini bir çocuk oyuncağı zannettiğinden, bâzı müverrihlerin sözlerine itimâd etmek lâzım gelirse —babasının altı ay boşyere muhasara ettiği— kaleyi onbeş gün içinde alacağını iftiharla söylemiş ve iki aya kadar Orfen önünde görünmeyi ümîd etmekte bulunmuş idi (72). İkiyüz çekdirmeden (73) meydana gelen bir ince donanma, Segedin'de hazır bulundurulmakta olan imdâdlara engel olmak üzere Vidin'de toplanarak Tuna'dan yukarı çıktı. Macaristan'ın büyük harb adamı Hunyad —ki o vakit krallığın umûmî kumandanı idi— evvelâ Ofen'de, sonra Segedin'de ehl-i Salip ordusunu topladı. O ehl-i Salip ordusunu ki, Papa III. Kalikst tarafından nâme-i umûmî ile davet ve vekili Jan Anjelo tarafından günahlarının kamilen mağfiret edileceği vaad edilerek, Türkler aleyhine olmak üzere ellerine silâh ve haç almış idiler (Not: 9). Papa'nın dâvetine, daha doğrusu gay-ı etli vaiz Johannes Kapistranonun teşviklerine tahminen altmış bin kişi icabetle, Hunyad'ın bayrakları altında toplanmış idiler. Bununla beraber bu kalabalık arasında ancak üç «manyat» (74) bulunuyordu: Makov, Urban, Pozeganın büyük palatini ve banı (75) Jan Dö Korog —ki Belgrad (76), onun «ban»lığı dahilindedir—; Bisteria'nın büyük palatini kaptan Misel Zelaki; Kanije'li genç Ladislas (77). Hakîkat-ı hâlde diğer birçok asilzadeler «haç»a sarıldılarsa da kılıc'a el atmadılar. Hunyad'ın askeri kazık, değnek, saban, kılıç ile silâhlanmış olmak üzere, esnaftan, köylüden, talebeden, dilenci papaslardan mürekkep bir karışım idi (78). Kapistrano kendisi gibi Fransisken tarîkatinden altı arkadaşını beraber almıştı (79), ki onlardan ikisi., yâni Jan Tegliakozu ve Fara'lı Nikola bu dikkate şayan zaman hakkındaki eserleriyle kendilerinin ve Kapistranonun isimlerini haleflerine nakletmişlerdir (80). Temmuz'un 14'ünde Hunyad, Çitari Selankamen'de toplanmış, bir kısmı Belgrad'da Zelaki'nin nezâretiyle inşâ olunmuş olan ve Osmanlı donanmasına eşit olarak ikiyüz çekdirmeden meydana gelmiş bulunan bir ince donanma ile Osmanlı donanmasını karşılamağa çıktı. Harb hemen bir yanaşmadan ibaret kaldı. Türk geni) Turuç, 55. (72) (73) (74) (75) (76) (77) (78) (79) (80) Katona'da Tagliokozu, 13. s. 1070; Turuç. s. 1092. Halkondilas, «Naves autem erant mımero ducentae». «Manyat» Macaristan asilzadeler sınıfının unvanıdır. (Mütercim). Palatin, Almanya ve Macaristan'da vâlî. Eski târihlerimizde pekçok tesadüf olunan «ban» dahî mülkî hükümranlığın reisine verilen bir unvandır. (Mütercim). Katona'da Tagliakozo (Tagliacozzo), 13, s. 1078. Turuç, 55. Tagliakozo, kezalik, 1079. Kezalik. Prey. Şuûn (Gerçek), üçüncü kısım, Katona, 13. s. 1072 ve 1096, 28 HAMME R milerinin manevraları ağır ve gemicileri tecrübesiz olduğundan, az vakit içinde perişan oldular (81). Mehmed, direkleri kırılmış ve taifeleri telef olmuş olan gemileri, Macarlar'ın eline geçmemesi için yaktırdı (82). Türkler yedi kadırga kaybettiler ki, üçü batmış ve dördü zaptedilmiştir. Muharebede de beşyüzden fazla Osmanlı telef oldu (83). Kapistrano muharebenin devamı müddetinde Mesih'in ismini yâd ederek ve Haçlı bayrağını tahrik ederek sahilde duruyordu. Tuna üzerindeki mağlûbiyetten yedi gün sonra, umûmî bir hücum emrederek, II. Mehmed, bizzat Yeniçe-riler'in başına geçti (84). O zamana kadar muhasarayı mâhirâne ve bah-tiyârâne idare etmiş olan Rumeli Beğlerbeği Karaca, bir gün evvel bir top güllesi isâbetiyle hayâtını kaybetmişti. 1456 Temmuz'unuri yirmibirin-ci günü sabahı Osmanlı ordugâhı davul ve tranpete sesleriyle dolmuştu; Yeniçeriler şiddetli bir hücum ile gediklerden varoşa girerek, orayı ele geçirdiler;. oradan da şehrin dâhiline giden köprüyü o kadar cesûrâne istilâ ettiler*-ki, Hunyad bile mağlûbiyete inanmıştı. Lâkin Kapistrano'nun dindârân^r şecaati o zaman da bütün canlılığını muhafaza ederek, galebeye inancı devam ettirdi. Kaleye arka kapıdan yeni imdâd döktü, hücuma kalkışan Türkler'in üzerine kükürt dökülmüş çalı demetleri attırarak, onları bu suretle hendeklere ric'at ettirdi (85). Öğleye doğru muhâsırlar, tutmuş oldukları mevkileri terk etmeğe mecbur oldular (22 Temmuz). Bu sırada Kapistrano, alemdar Piyer ile hem tarîkatlerinden, hem silâh arkadaşlarından ikisini —ki biri Tagliakozo'dur— beraber alarak düşmanın muhasara toplarını ele geçirmek üzere, bin ehl-i Salip ile hârice şiddetli bir hücum yaptı (86). Türkler taraf taraf «Allah!» diye bağırışarak kaçtılar; Hıristiyanlar İsa'nın ismini yâd erek Türk ordugâhına kadar girdiler. Mehmed, Azapların hep kaçmakta olduklarını ve toplarının zapt edilmek üzere bulunduğunu görerek, arslan gibi cenk etti. Bir kılıç darbesiyle bir Hıristiyan'ın başım yardı (87); lâkin kendisi de kalçasından yaralanarak (88) çekilmeğe mecbur oldu. Hiddetten parlayarak Yeniçeri Ağası Hasan'a müthiş tehdîdlerde bulundu. Hasan Ağa, askerin ekserisinin yaralı olduğunu, diğerleri de kendisine itaat etmedikleri cevâbını verdi. (81) (82) (83) (84) (85) (86) (87) (88) Halkondilas, Turuç, 55. Tagliakozo. «Has quidem naves illico rex incendi curavit, ne in pannonum po-testatem redigerentur.» (Metindeki ifâdenin me'hazıdır). Katona'da Tagliakozo, 13, s. 1075. Katona, s. 1065'de, Lehistan'lı tarihçi Dlugoss ile Hunyad ve Kapistrano'nun raporlarını, dahî nakl ediyor. Halkondilas. Katona'da Tagliakozo, 13, s. 1082. Halkondilas, s. 132; Tagliakozo, a.g.e., s. 1086. îdrîs ve ondan naklen Sa'dü'd-dîn. Halkondilas, «Eo loco peremit virum Pannonum rex» (Metindeki ifâdenin aslıdır). «Verum vulneratur femur» (Metindeki ifâdenin aslıdır). OSMANLI TARİHİ 29 Ondan sonra gözü önünde şerefli bir ölümün üzerine atılarak, Macarlar'ın safları içinde hayatını terk etmekte gecikmedi (89). Ehl-i Salib'i nihayet ric'ate icbar etmek üzere, altıbin Osmanlı süvarisi vaktinde yetişti. Mehmed intizamsız bir surette muhasarayı kaldırarak ve yüz arabaya yaralılar dolmuş olduğu halde Sofya'ya çekilerek, firarileri idâm etmek tedbiriyle askerin kaçmasının önünü aldı (90). Üç-yüz top gâliblerin eline geçerek, kalenin duvarları altında da yirmi dört bin Türk (Not: 10) telef olmuştu (M.İ. 7). Lâkin Hunyad, bu galebeden sonra çok yaşamadı: Bu son muharebenin yorgunlukları, muhasara esnasında almış olduğu yara, defn edilmeden kalmış (?) Osmanlı cesedlerinden yayılan ağır kokularla dolu mahallerin havası birleşerek şiddetli bir sıtmaya tutulup, Mehmed'in firarından yirmi gün sonra hayatını terket-ti (11 Ağustos 1456). Kapistrano da onun peşinden gitmekte gecikmedi. O sene teşrinievvelinin yirmi üçünde —muharebe meydânında kendisine daha lâyık bir ölümü birçok defalar aradıktan sonra— Belgrad'da, yatağında can verdi. Kapistrano, azizler zümresine dâhil oldu; şimdi dahî Vi yana'da Sent-Etienne Kilisesi'nde yortusu tutulur; kendisi ekseriya orada Türkler'in aleyhine ehl-i Salip kıyamı için vaazlar vererek, sözleri hazır bulunanları coşturur, itikad edenlere mukaddes bir gayret ve itiKad etmeyenlere dahî vaiz hakkında hürmet telkîn ederdi (91). Bu muzafferiyeti ve Hıristiyanlar’ın Belgrad'a yardımlarını hatırlatmak için Papa III. Kalikst «Iyd-ı Tecellî» (52) yi Kapistrano'nun o kadar şecaatle döğüşmüş olduğu 6 Ağustos târihi olarak tâyin etti. Yine bu Pa-pa'dır ki, seksen yaşında olduğu halde Türkler aleyhine Beşinci Haçlı Mu-hârebesi'ni çıkarmıştır. Kapistrano'nun galebesi, bu Haçlı seferi'ne aittir; (89) (90) (91) (92) Halkondilas, at 133. Engel, Macaristan Târihi, s. 409. Kapistrano'nun tercüme-i hâli için şu esere müracaat: «Nâın-ı Mukaddes Mesih'in Müdafii, i'tizaj Mezhebinin Savaşçısı, Katolik Ordusunun Kâfirlere Karşı Sâiki Olan Ciovanni Kapistrano'nun Hayat ve Fazilet ve Azameti (İtalyanca); Müellifi: Ciovanni Batista Barbero Romano, Roma, 1690, orta boyda. Bu eserde Kapistrano'nun Belgrad Muhâsara-sındaki fevkalâde vekayii 35. bâıbda, 213-223. sahîfeleri dolduran yüz-seksenaltı kerametine nisbetle ikinci derecede kalıyor. (Hammer, bu kerametleri, bittabi, inanmıyarak yazmışsa da papas'in ehl-i Salib'e verdiği vaazları zamanı icâbınca takdir etmeden geçememiştri. «Kâfirler» tâbiri, İtalyanca'nın «infideli» kelimesinin mukabili olup, bundan, adı geçen eseri yazanın maksadı Türkler olduğunu izaha hacet yoktur. Burası, eski Avrupa tarihlerindeki taassup eseri sözlerin, bizim eski tarihlerdeki mutaassıbâne lâfızlardan aşağı olmadığını isbat eder. Mütercim.) Hazret-i İsa'nın Hıristiyan itikadına göre şekiı değiştirerek görünüşü. Mütercim. 30 HAMME R nasıl ki, İzmir'in zaptı (93) Papa VI. Kleman zamanındaki Birinci; Sırb-lılar’ın cengi (94) Papa VI. Uurben'in zamanındaki İkinci; Niğbolu bozgunluğu (95) XI. Greguar zamanındaki Üçüncü; Varna felâketi (96) de IV. Ojen zamanındaki Dördüncü Haçlı Seferlerine taalluk eder. Bu Haçlı Muharebeleri için dâima gayretle dolu olan Kalikst, ertesi sene (861/1457) kendi masrafiyle onsekiz kadırgadan mürekkep bir donanma teçhiz ederek, Venedik Patrik'i Kardinal Lui İskarampa kumandasında Akdeniz'e gönderdi. Bu donanma Osmanlılar'a karşı (97), Akdeniz'in başlıca yedi adasını, yâni Rodos, Sakız, Midilli, Limni, İmroz, Taşoz, Semadirek adalarını muhafaza edecekti. Papa donanması evvelâ Rodos, ondan sonra Sakız ve Midilli adalarına demir attı. Sakız ve Midilli ahâlîsi, Kardinal'in Osmanlılar tarafından konulan vergiyi vermemek hakkındaki teklifinden memnun olmadılar. Sakız Arhontları, donanmanın azimetinden sonra, Mehmed tarafından yeni taarruzlar yapılmasından korktukları gibi, Midilli Prensi bir sene evvel, yâni Belgrad'ın kurtuluşundan sonra, sefiri Dukas vâsıtasiyle vergisini göndermişti (98). Üçüncü defa olarak sefirlik yapan Dukas, Limni ahâlîsini, haklarında isnâd edilen hıyanet töhmetinden kurtarmağa çalıştıysa da, faydası olmadı; yalnız şu kadarına muvaffak olabildi ki, idama mahkûm olanlar Kısas meydânından Esir pazarına götürülerek, orada Mehmed tarafından bin duka altınına sattırıldılar (99). Papa donanması kırk Katalan korsan gemisiyle kuvvetini artırmış olduğu halde Limni önüne geldiğinde, Sakız ve Midilli'den gördüğü muameleden büsbütün başka bir surette kabul olundu. İskarampa, Limni, Semadirek, İmroz, Taşoz adalarına muhafız bırakarak Rodos'a avdet etti. Lâtin-lerin bu teşebbüse kalkışmasını Limni Prensi'nin el altından teşvik ettiğinden şüphelenmekte olan Sultân Mehmed, Ağustos ayında onun aleyhine İsmail kumandasında müdhiş bir donanma gönderdi. Türkler Me-timnos beldesini muhasara ettilerse de, muvaffak olamayarak, çekildiler (100). Dukas'ın Pâdişah'a Midilli vergisini götürdüğü zaman, Moldavya Prensi de kendiliğinden vergi takdîm etmek üzere gelmiş ve iki bin duka senelik bir vergi te'diyesi mukabilinde —Osmanlı kuvvetlerinin komşu(93) 28 teşrinievvel 1344 (747). (94) 1363 ( 766) «enesi. (95 ) 29 Eylül 1396 (797). (96) 1 Teşrinisani 1444 (848). (97) Dukas, 45, s. 190; Bernini, s. 86. (98) Dukas, 45, s: 190. (99) Dukas, a.g.e. (100) Halkondil, 135. sahifede işbu Papa Donanmasının şevkini yazar: lâkin sehven; III. Kalikst'in halefi II. Pi zamanına koyar. İskarampa'nin zapt ettiği mahaller sırasında İmroz'u da gösterir ki, Dukas bundan söz etmez. Fakat Halkondilas ne Taşoz'dan, ne de Semadirek'ten bahseder. OSMANLI TARİHİ 31 luğundan dolayı— tehlike altında gördüğü memleketlerinin asayişini satın almıştı (101). Mehmed, Edirne'ye dönüşünde Belgrad mağlûbiyetini muhteşem düğünlerle unutturmak istedi (1457/861). Birincisi Amasya'da, ikincisi Manisa'da ikamet eden şehzadeleri Bâyezid ve Mustafa'nın sünnet düğünlerini tertipledi. İki şehzade, sarayları halkıyle Edirne şehrine davet olundular. Memleketin her tarafına yayınlanan emirler (102) emirleri, fakirleri, fukahâyı, beğleri, şâirleri, kadıları düğüne davet ediyordu. Edirne yakınında Meriç sularının teşkil ettiği büyük adaya ordugâh tertîb olunarak, Pâdişah'ın debdebeli kabullerine tahsis olunan çadıra da bir taht kuruldu. Sultân Mehmed, düğüne ulemânın bir içtimâiyle başladı; bütün devletlu alâmetleri hâmil olarak tahtı üzerine oturmuş olduğu halde, en mümtaz ulemâdan dördü etrafında şeref mevkiinde bulunuyordu. Sağında muallim-i sultanî Hayr'd-dîn (103), solunda II. Murad zamanında İran'dan gelmiş olan Mevlânâ Alî et-Tûsî vardı. İstanbul'un fethinden sonra Tûsî Fâtih'in medreseye tahvil ettiği kiliselerin birinde müderrislikte (Not; 11) istihdam ediliyordu. Daha sonraları, İstanbul yakınında bulunan ve o zamandan beri Müderris Köyü (104) denilen kariye —ilmî olgunluğuna mükâfâten—- Pâdişâh tarafından kendisine devredilerek hediye edildi. Pâdişah'ın karşısında Bizans payitahtının fetihten sonraki ilk Osmanlı kadısı Hızır Beğ Çelebi (Not: 12) ile doğum yeri Şirvan olan tabib-i sultânı (sultânın hekimi) Şükrullah bulunuyordu (105). Bu dört zât —Mehmed'in huzurunda Kur'ân veyâhud makama münâsip kasideler okumakta (M.İ. 8) olan— ulemâ meclisine riyaset etmekte idiler. Türk encümen-i dânişi (akademik hey'eti) azasının bu içtimâi sonunda müderrislere şekerlemelerle dolu tepsiler, «müderrislik namzedi» demek olan «dânişmend» lere meyve şekerlemeleri kutuları verildi ki, bunları alıp hanelerine götürdüler. Cümlesi altından mâmûl kıymetli hediyeler ve mükellef elbiseler ile avdet ettiler (106). İkinci gün şeyhler, fakirler kabul olunarak, Pâ(101) Engel, Moldavya Târihi, s. 131. Kantemir'in, Moldavya'nın ancak 1536'da vergi te'diyesine başladığı hakkındaki ifâdesi yanlıştır demek olur. Halkondilas (4, s. 64) vergiyi zikretmiyerek, yalnız bu prens ile sulh ahid-nâmesi akdolunduğundan bahseder. (102) Kastamonu Hâkimi İsmail'e yazılan davetname Münşeât-ı Feridun'un 209 numarasında ve cevâbı 211 numarada dercedilmiştir. (İstanbul basımında, s. 243 ve 244). (103) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, s. 204. (104) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, s. 572. (105) Taşköprî-zâde'nin Şakaıku'n-Nu’ınâniye^si. Sa'düd-dîn ve Âlî, Hızır Beğ Çelebî'yi II. Mehmed Saltanatı ulemâsı meyânında zikrederler. (106) Neşri, varak: 202; Bratutu'da Sa'dü'd-din, 2, 179. Defterdar Dursun, varak: 58, bu düğün hakkında tafsilât verir (Bizim târihlerin ifâdesi Mü-tercim'in İlâveleri kısmında özetlenecektir.). 32 HAMME R dişah onlarla dinî mes'eleler hakkında karşılıklı konuştu (M.İ. 9). Bunlar da bir gün evvel davet olunan zevat gibi ululanarak ağırlandılar. Üçüncü gün silâh tâlimleri, at koşuları, ok tâlimleri yapıldı (M.İ. 10). Sünnet düğününün hatemesi olan dördüncü gün halka para atıldı. Devletin ileri gelenleri kendi sıralarmca Pâdişâh'a hediye takdîm ettiler: Sadrâzam, hediyelerinin tantanalı ağırlığıyla cümlesine tekaddüm etti (Not: 13). Bu düğün sona erer ermez. Evranos Beğ'in torunlarından —ki Hasan'ın oğlu İsâ ve İshâk'ın oğlu İsa'dır— birincisi Arnavudluk'ta, ikincisi Macaristan'da sefere me’ınûr oldular. Ofen şehri bir ay Türkler'in akınlarına mâruz kaldı (107). ; Bundan sonraki kitapta, İskender Beğ ile Türkler arasında akdolu-nan mütâreke münâsebetiyle, II. Murad'ın irtihâlinden 1458 (862) senesine kadar Arnavudluk'ta cereyan eden vak'aları nakledeceğiz. Ancak burada İsa'nın Macaristan'a girmesini hafızalara yerleştirmek üzere, bir dakika ifâdemizin silsilesini kesmek mecburiyetindeyiz. Bu vak'ayı Macar müverrihleri sükûtla geçerlerse de, Halkondilas ile Osmanlı müverrihleri, zikrederler. Bunun gibi, Sırbistan muharebesini de anlatacağız ki, bu memleket ondan sonra kat'iyyen bir Osmanlı vilâyeti olmuştur. Nihayet Rumların hürriyetlerini büsbütün kaybetmiş olduklarını beyân etmeksizin, bahse son vermiyeceğiz. 1458 senesi başlarında Mehmed, Yaldızlı Kapı yakınındaki Yedikule'-nin temellerini attıktan sonra, Mora'nın istilâsına tahsis ettiği ordunun kumandasını bizzat ele almıştı (108). Yine o.sırada Sadrâzam Mahmûd Paşa —gerek Rumeli beğlerbeğiyken Belgrad'da vefat eden Karaca'ya halef olmasından dolayı vazifeleri dâhilinde bulunduğu için olsun, gerek Mahmûd Paşa her ne kadar Sultân'ın harîminde terbiye görmüşse de, vatanı olan Rum memleketlerini itaati altına almağa onu me’ınûr etmek, ihtiyatsızca bir hareket olacağını Pâdişâh düşünmüş olduğu için olsun— henüz mukavemet etmekte olan Sırbistan kalelerinin zaptedilmesine me’ınûr oldu. Mahmûd, büyük bir kısmını kendi masrafiyle techîz etmiş (109) ve kendi irâdesi altındaki ve Anadolu sancaklarından toplamış olduğu ordusunu, Pâdişâh tarafından emrine verilen bin kiişlik Yeniçeri fırkasiyle takviye etti. Ondan sonra askerine, İstanbul yakınındaki sahrada bir geçit resmi icra ettirerek, sür'atli bir yürüyüşle Tuna'ya yöneldi. Az bir zaman içinde Respva, Gürikvaç, Druno, Branikvaç kalelerini (110) zabt ede(107) Arenpek «Şuûn», varak: 1261. Celley, «Şuûn», varak: 110, Julius Caesar, İstirya Târihi, 6, s. 187. (108) Dukas, 55, s. 192; İstanbul ve Boğazjiçi'ne müracaat, 1, s. 619. . (109) «Nam hie cum primus inter duces Januarum ferret exercitum proprium alere potuit.» Halkondilas, a.g.e., 137. (110) Sa'dü'd-dîn, Neşri, İdrîs, Solak-zâde, bu kaleleri «Resao», «Kuruca», OSMANLI TARİHÎ 3.1 rek, Belgrad'ın güneydoğusunda ve Jesuva ve Tuna nehirlerinin birleştiği yerde kâin Semendire kalesinin muhasarasına azimet etti. İshâk Beğ ile Karaman Paşa, kalenin teslimini teklife ve müzâkereye me’ınûr oldularsa da, bütün hâriçteki müstahkem mevkiler Türkler'in eline düşmüş olmakla beraber, kumandan, kalenin tesliminden istinkâf etti (111). Mahmûd, zaman ve kuvveti Semendire duvarları önünde kaybetmek istemeyerek, muhasarayı kaldırarak —Belgrad'a ancak üç fersah mesafede II. Mehmed tarafından inşâ olunmuş olan (112)— havale kalesine gitti. Bunu müdâfaaya hazır bir hâle koyduktan sonra, birbirine müteakip Ostro-viça, Rudnik, Marjona kalelerine hücum ve zapt etti (113). Bayramı Niş'-de geçirerek, Tuna'nın sağ tarafında bulunan Kolumbac (Kolombraria) (114) nâmındaki küçük müstahkem mevkie gitti. Muhafızları susuzluktan dolayı teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Mahmûd, mevkie su vermekte olan menbâın yolunu değiştirmiş ve nehirden su almağa gelen askerin önünü kesmişti. Bu şehrin duvarlarını tamir ve müdâfaa imkânlarını yeni istihkâmlarla ikmâl ettikten sonra, Minnet Beğ oğlu Mehmed Beğ'i Tuna'nın öte tarafındaki memleketleri vurmak üzere kendisinden ayırdı. Mehmed Beğ Simlin yakınlarında «Tarak» kalesini (Kerk olması muhtemeldir) zaptederek, Sava ve Tuna nehirleri arasında bulunan Rahve kazasını hasara uğratarak, genç delikanlılardan ve genç kızlardan, hayvanâttan, kıymetli eşyadan meydana gelen ganimetler ve altınlarla mücehhez ikiyüz askerle, nehir yolundan dönerek bunları —o zaman Üs-küb'de bulunan (Not: 14)— Pâdişah'a takdîm etmeğe gitti. Belgrad'ın kurtulmasından az vakit sonra Despot Jorj —karısı İreni, II. Murad'dan dul kalmış olan kızı Mara'yı, Greguar ve Etienne ve Lazar isminde üç oğlunu bırakarak— beldenin cesur müdafii Hunyad ile Ka-pistrano'yu takiben ölmüştü. Üç oğlundan ilk ikisinin hapiste bulundukları sırada II. Murad'ın emriyle gözleri çıkarılmıştı. Lazar bu iki âmâ kardeşi memleketten uzaklaştırarak ve validesini zehirleyerek (115) —Pâdişah'a senelik vergi nâmı altında yirmibin altın takdîm etmek suretiyle— gasbını takviye etmek istedi. Lâkin cinayetinin semeresinden uzun zaman istifâde edemeyerek, hükümdarlığının ikinci ayında hayâtı terketti. Hem- (111) (112) (113) (114) (115) «Branice» diye isimlendirirler. Bratutu'ya müracaat, 2, s. 186 (Sa'dü'd-din'de Rasau, Amûl, Save, Geruçe, Brançe. c. 1, s. 564, Mütercim) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2. s. 186. Neşri, varak: 204: îdris. varak: 95: Solak-zâde, 53. Hacı Kalfa’ınn Rûm-iü'si, s. 52. Osmanlı müverrihleriyle, Marini ve Bratutu'da «Ostrovica» yerine «Sivrice» yazılıdır. Güvercinlik. (Mütercim). Engel, Sırbistan Târihi, s. 416. Raitsch. 3, 222. Hammer Tarihi, C: li 34 HAMMER \.i şiresi Mara Sultan, biraderi Greguvar ve amcası Thomas Kantakuzen ile birlikte, Sultân Mehmed'in nezdine iltica etti. Pâdişâh, Mara Sultân'ın Sırbistan tahtı üzerindeki hukukunu iltizam edeceğini taahhüd ederek, kendisine Aynaroz'dan pek uzak olmayan, İstirimun (Strimon) nehri üzerindeki Yasovo'da ikametgâh (116) gösterdi. Sultân Murad'ın dul sevgilisi «Despot Jorj'un kızı muttakîye çariçe Mara» (117) orada hâl-i uzlette yaşıyordu. Kardeşi Jorj'un vefatından sonra Poil şehrinden getirmiş olduğu — Kont Dö Siley'den dul kalmış— hemşiresi Katerin beraberinde bulunuyordu (118). Lazar'ın dul kalan zevcesi Elen, kızını Bosna tahtı ve-lîahdine tezvîc ve Sırbistan Krallığı'nı Papa'ya malikâne şeklinde takdîm etmek suretiyle, Sırbistan'ı Türkler'in elinden kurtarmak istedi. Papa da vekili Kardinal Sen Anjelo vâsıtasiyle Sırbistan'ın hükümranlığını (119) kabul etti. Sırbistan Boyarları (120) memleketlerinin şu suretle bahşolun-masından ve Kraliçe'nin Katolik mezhebine gösterdiği teveccühten hoş-nûd olmayarak, Osmanlılar'ın hükümranlığını Papa'nın hükümranlığına tercih ve Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın biraderi Misel Abugoviç'i kendilerine reis intihâb ettiler (Not: 15). Elen, parlak ihtiramlarla Abugoviç'i kaleye celbederek, esirler arasında Macaristan'a gönderdi. Mahmûd bu sırada Prizrin'i (121) itaat altına alıyordu; hiç beklenilmediği bir zamanda Semendire önünde görünerek —Elen, hazîneleriyle beraber serbestçe çıkabilmek şartıyla— mevkii ilk teklifte teslim aldı. Vişeslav, Çernov, Be-lastena kaleleri, Semendire'nin gösterdiği misâle uydular (8 Teşrinisani 1459); Milçev yakıldı (122). Aneas Silvius'a inanılmak lâzım gelirse iki-yüzbin ahâlî esir edilmiştir. İşte bu suretle, Kostantiniyye'nin fethinden altı sene sonra Sırbistan Osmanlı Devleti'nin bir vilâyeti ve eski Tribali-yenler'in payitahtı olan ve iki defa Osmanlılar'ın hücumuna mukavemet eden Semendire, yahut Spandrop Türkiye'nin kuzeyinde müstahkem bir mevki olmuştur. I. Mehmed'in rakibi Mûsâ 1414 (817)'de (123), üç gün topla döğdükten sonra (124) şehri zaptetti; lâkin bir müddet geçince iade (116) Engel, a.g.e. Siandojino, s. 46. (117) Raitsch tarafından muhafaza olunmuş olan 13 Nisan 1479 tarihli bir vesikayı bu veçhile imza ediyor. (118) Engel, a.g.e., s. 412. (119) «Suzerainete» karşılığı olarak kullanıldı. (120) Sırbistan ve Romanya as-lzâdegânının unvâm. (121) 1458 (862)'de. Engel, Sırbistan Târihi, s. 414. (122) Engel, a.g.e., s. 415. (123) Halkondilas, 3, s. 56. (124) Bu târihin ikinci cildinde Onuncu Kitab'a müracaat. Türkler o vakit birinci defa olmak üzere —Venediklilerden altmış sene sonra— muhasara topu kullanmışlardır. Guicciardini'nin ttaıya Târihi'ne de müracaat, 1. OSMANLI TARİHİ edilerek, Sadrâzam Halil Paşa'nın —îzladi muharebesinde esir edilen— biraderi Mahmûd Beğ'in fidye-i necatının ödenmesine hizmet etti. Nihayet Mahmûd Paşa birbirini takip eden iki sene zarfında iki defa muhasara ederek, birinci defa —ki emlâk vergisinin (M.İ. 11) bütün Osmanlı memleketlerinde bir çift öküz başına yirmiüç akçeye (125) çıkarıldığı senedir— muvaffakiyete nail olamadıysa da, ikinci defa —ki talihsiz Cem'in doğum yılma tesadüf eder— tam bir netice elde etti (126) (M.İ. 12). Bizans İmparatorunun kardeşleri iki Mora despotu Dimitrius ve Tomas, kendilerini tehdîd eden tehlikeleri görmemek hamakatında bulunarak, aile ihtilâflarıyla kendilerine zaaf vermekten başka, yapacak iyi bir-şey bulamıyorlardı. II. Mehmed kudretinin hudutlarını genişletme fırsatını hiç kaybetmeyerek —Evranos'un iki torunundan birini Arnavudluk'a, diğerini Sırbistan'a gönderdikten sonra— Mora ordusunun kumandasını bizzat eline aldı (15 Mayıs 1458). Sultân Mehmed, Kostantiniyye'nin fethinden başka birşey düşünmediği ve bütün kuvvetini bu maksat için toplayıp, bu maksada hasr ettiği zaman, Rum vatanperverlerinin son kalıntıları Mora'ya göçtüklerinden, Pâdişâh da onların orada son nefesini vermekte olan hükümetlerini rahatsız etmemeğe muvafakat göstermişti. Bu geçici anlaşma, Spart'ı ikametgâh yapan Dimitrius ile Patras'da hüküm süren Tomas'ı te’ınîne kifayet etti. İki kardeşin arasındaki ittifaksızlık (127) intizamdan mahrum bir takım Arnavudlar'ın memleketleri içine getirilmesine yol açarak, bunların ise isyanda gecikmediklerini ve iki kardeşin, hükümranlıklarını ancak Osmanlılar'ın muâvenetiyle ve senelik ağır bir vergi taahhüdüyle nasıl elde edebildiklerini evvelce nakletmiştik. Türkler'e Mora'nın fethini kolaylaştıran vaziyetleri daha iyi anlamak için, o zaman memlekette birbiriyle çekişen fırkalara bir nazar atfetmek münâsip olur. Kostantin, payitahtını müdâfaa ederken silâh elde hayâtı terk ettiği zaman, «Arhont»lar «hakk-ı ekberiyet» ile tacın vârisi olan Dimitrius'u imparator ilân etmek istediler. Batıda havaî, hırslı, zâlim (128) bir tabiat (125) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 53. (126) Sa'dû'd-dîn, Solak-zâde, 864 (1459). İtalyan menbâlarından alan Sismon-di, Semendire'nin ele geçirilişini 1458'de zikreder. Marini Sanuto'nun bir kronolojik cedveline nazaran, şehir ancak 15 Nisan 1460 tarihinde teslim olmuştur; bu ise Sırb ve Türk menbâlarından alınan malûmata açıktan açığa mugayirdir. (127) «Tanta era la discordia, che sit rovava tra Demitri e Tommaso su fratello, che l'uno nevrebbe mangiato il cuor all'altro». Spanda. jino. s. 29. (128) Spandajino, s. 41 «quale veramente fü tiranno» Metindeki ifâdenin aslıdır. 36 HAMMER sahibi olan küçük kardeşi Tomas, hükümeti ona terketmeğe kat'iyyen muhalefet ettiğinden —Arnavudlar'ın ihtilâli pek yakında ellerinden alacakları tehdidini göstermekte bulunan— Mora hükümetini aralarında taksim etmek mecburiyeti hâsıl oldu. II. Mehmed'e denk fakat maharet ve iktidarda benzeri olmaktan uzak olan Tomas, onun siyâsetini taklîd etti (129). Glarenza ve Ahaî memleketlerini zapt etmek için bu kazaların —kendisinin akrabasından bulunan— hâkimini bir âmân-nâme ile Patras'a getirterek, oğullarıyla beraber mahbesde açlıktan öldürdü. 3u vahşilikleri Ahai Prensi'nin dâmâdı hakkında da icraya kadar giderek —kayınpederinin esareti sırasında izdivaca cür'et etmiş olduğu için— gözlerini çıkarttı; burnunu, ellerini, kulaklarını kestirdi. Mora’nın en büyük emlâk sahiplerinden olan Teodor Bukali --durumundan ötürü hâiz olduğu nüfuzdan dolayı— gözünü ve mallarını kaybetmek cezasına uğradı. Emanuel Kantakuzen için de böyle bir tuzak tertiplenmişse de, onlardan daha bahtiyar olarak, kurtulmanın bir çâresini buldu. Rumca ismini bir Arnavud ismiyle değiştirmek suretiyle isyan hâlindeki Arnavudlar'ın hoşnûdluğunu celb edip, onların başına geçerek bütün memleketi tahrîb etti ve Patras ile Spart'ı ikametgâh ittihaz ederek, iki despotu muhasara etti (130). Mehmed, şu karışıklık zamanını —haklı olarak— fetih tasavvurları için en müsait fırsat olarak gördü. 1458 Mayıs'ımn onbeşinde (hicrî 862) İstanbul'dan hareketle Korint'i ablukaya aldı ve ordusunun bakiyyesiyle Mora kıt'asında —eskiden Ahai federasyonunun bir parçası olan— Fili us'a (131) kadar ilerlemekte devam etti. Ancak Filius'un Arnavud kumandanı Duksias, şehri şiddetli bir mukavemet göstermedikçe terk etmemeğe karar vererek, Osmanlı ordusunu —müstahkem ve bütün arazîye hâkim— bir tepe üzerinde karşıladı. Mehmed, başlıca mevkilerin ele geçirilmesinden sonra, mutlaka pençesine düşecek olan bir düşman ile uğraşmayı faydasız görerek, Tarsus üzerine yürüdü. Oranın muhafızları ilk ihtarda teslîm oldular. Pâdişâh üçyüz delikanlıyı beraber alarak şehre bir muhafız tâyîn etti ve mıntıkanın daha içerilerine yürüdü. Tarsus'da teslîm olan Arnavudlar firar teşebbüsünde bulunduklarından, onları korkunç bir misâl ile dehşete düşürmek için içlerinden yirmisi işkence edil(129) Fâtih hakkınaa Bizans müverrihlerinden intikal eden bu ütifât (!) tenkide bile değmez. (130) Spandajino. 42. (131) Halkondilas, Dokuzuncu Kitabın başlarında. Osmanlı müverrihleri «Felek» (Fizik; Feiik) diye adlandırırlar. Bratutu (s. 184) «Telek» diyor. İşbu Filius şehrinde eskiçağda Ganimede, Hebe, Dioscures mâbedlerine güzellik, gençlik, kuvvet nâmına ibâdet olunur, bütün Mora saranları arasında meşhur olan o mıntıkanın şarabı için bağbozumu nâzımı olan Bdüüs nâmını arz-ı tâ'zimât edilirdi. (Puzanias, 1, 2, s. 12.) OSMANLI TARİHİ 37 mek üzere alındı; ayaklarının ve ellerinin kemikleri tokmaklarla kırılarak, bu halde ölümlerini beklemeğe mecbur oldular. Bu vahşetin icra edildiği mevki «Tokmak-Hisar» nâmını aldı (132). Daha içeride ve yüksek bir noktada bulunan ve Halkondilas tarafından ismi zikredilmeyip, fakat Franzes'in «Etus» (133) dediği yer olması lâzım gelen belde, suyun çevrilmesi suretiyle o kadar müzayakaya düşürüldü ki, ahâlîsi, ekmeklerini, kestikleri yük hayvanlarının kanıyla yoğururlardı. Bu baskı altında ezilerek teslîm olacakları sırada Yeniçeriler duvarlardan tırmanıp, içeri girerek şehri yağmaya başladılar. Buradan Mehmed, ordusunu— Akobe de denilen— Rupela beldesine (134) doğru sevk etti, ki Arnavudlar ve Rumlar aileleriyle orayı bir iltica yeri hâline getirmişlerdi. İki gün hücumdan sonra, Pâdişâh, askerinden büyük bir kısmının yaralanmış olduğunu görerek çekileceği sırada, şehrin temsilcileri itaatlerini arzetmeğe geldiler. Binaların tahribinden ictinâb olunduysa da, ahâlîsi İstanbul'a nakledildiler. Mantine yoluyla Pazenika'ya (135) doğru harekette devam edilerek, Pazenika'nın Arnavud muhafızları Kantakuzen vâsıtasiyle Pâdişâh tarafından teslime davet edildi. Arnavudlar'ın Kantakuzen'in teklifine muvafakat etmemeleri üzerine, bunları müdâfaaya teşvik etmiş olmasından şüphe edilerek, Kantakuzen gözden düştü; Arnavudlar ise -—Türkler istihkâmların eteğine kadar gelmiş oldukları halde— mukavemet gösterdiler. îkinci gün Mehmed, bu mevkii terk ile Teje'ye yaklaştı ve ondan sonra —Tomas’ın kapanmış olduğu Spart üzerine mi, yoksa Dimitrius'un çekildiği Apiyador üzerine mi yürüyeceğini bilmeyerek— tereddüd içinde kaldı. Yolun Teje'den ilerisinin, asker için geçilemez durumda olduğunu öğrenmesi üzerine, ordusunu Teje kazasında Muhla üzerine yürüttü (Not: 16). Bu mevkî Azanes Dimitrius tarafından ve daha ziyâde sarp bir dağ üzerindeki çetin mevkii ile müdâfaa olunuyordu. Yalnız bir tarafından girilmek mümkün olduğu halde, o cihette üç kat duvarla korunuyordu. Ordugâh kurularak toplar yerleştirildi. Su yolu çevrildi. Evranos-torunu İsâ, mevkiin teslimini teklif etmek üzere bir tercüman alarak Azanes ile görüşmeğe gitti. Halkondilas, Osmanlı me’ınû-runun Pâdişah'ın kudretini göklere çıkardığı ve Rum kumandanının Muh-la’nın kuvvetini mübalâğa eden nutuklarını anlatır. Beyhude konuşmalardan sonra Pâdişâh —yegâne yaklaşılabilir ve üç kat duvarla korunmuş olan cihetten— kaleye taarruz etti. Birinci istihkâm ağır toplar vâsıtasiyle toprak yığınına dönüştükten sonra, Azanes ikincisinin arkasında sebatla müdâfaa etti. Lâkin yedi kantarlık büyük bir gülle ekmek yapı(132) Halkondilas, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, İdrîs, Âlî. (133) Franzes, 4, 15, s. 86. (134) Sa'dü'd-dîn'den vâzıhan anlaşılır ki, Halkondilas'in mahallerin ikisi, aynı şehirdir. (135) Neşrî'de «Pazenika», Solak-zâde'de «Becene». 38 HAMMER Rupela ve Fran-zes'in Akobe dediği lan yere düşerek, muhafızların zâten az olan ekmek lâzımesini mahv etti. Papas, vatanına hıyanetle, raiyyetini sadıkane muhafaza edecek yerde, yiyeceğin azlığını Pâdişah'a ihbar ederek, muhasarada devam etmesi için teşvik etti. Mehmed, mevkiin teslimini tekrar ihtar ederek, aynı zamanda, mahsurların yiyecek hususunda düçâr oldukları müzayakayı, içerideki dostları marifetiyle pek iyi haber almış olduğunu bu ihtara ilâve etti. Bunun üzerine Azanes Dimitrius ve Spart'lı Lukanos ordugâhta Pâdişah'ın huzuruna geldiler. Sultân Mehmed bunlara hitaben : — «Efendinize haber veriniz ki, Mora'nın şimdiye kadar geçtiğim yerleri, bana âit olmak ve henüz onun elindeki yerler için senelik beşyüz libre altın vermek şartıyle, kendisine sulh ve dostluk itasına hazırım. Patras Prensi Tomas'a gelince; ona da bildiriniz ki, hemen memleketi bana terk etmek lâzım gelir; olmadığı takdirde elindeki silâhla onu bizzat ben derdest edeceğim!» dedi. Azanes Dimitrius ve Lukanos bu haberlerle —müşterek menfaatleri hakkında müzâkere etmek üzere Tripiner, Pona (136) (Şimdiki Tripolice) (137)'de yerleşmiş olan iki despotu görmeğe gittiler. Muhla'nın sukutunu müteâkib Korint (138), Despot Dimitrius'un kayını ve Palus'un oğlu başka bir Azanes ile diğer bir Lukanos Nikeforas (139) tarafından Pâdişah'a müdafaasızca teslîm olunmuştu. Despotlar, Pâdişâh tarafından bildirilen tekliflere muvafakat gösterdiler (Temmuz 1458). Dimitrius —Osmanlı ordusunun geçmiş bulunduğu— Filiazia nâhiyeleriyle beraber Korint ve Kalavrita civarını Pâdişah'a terketti. Tomas da Patras'ı, mülha-katındaki beldelerle beraber terk ve Lazar nâmındaki bir memuriyle teslim etti (140). Bu suretle sulh anlaşması yapılarak Mora'nın bütün kuzey tarafları Osmanlı hükümetine geçti. İlk defa olarak Eksamilon'u geçmiş olan Turhan'ın oğlu Ömer Patras'dan Kalavrita'ya (141) kadar Ahai'nin idaresine memur edilerek şehirlere Yeniçeri ikame edildi. Mehmed, Akçiauli ailesinin bir hıyânetiyle Turhan'ın sonunda zapt etmiş olduğu Atina'yı görmeğe gitti. Atina'nın son dukası olan Rainer'in dul karısı —Venedik Senatosu'-nun Napoli'de Romanya valiliğini vermiş olduğu— Venedikli bir genç asıi(136) Franzes, 1, 4, s. 15. (137) Bizim târihlerde Tarâpulice imlâsında dahi görülür. Mütercim. (138) Bratutu «Korint»i «Korka» yapıyor. Âşık Paşa-zâde (Vatikan nüshası, s. 341) «Mora'nın kilidi» dediği Aydoz (Aydos) kalesiyle şüphesiz ki svAkro-Korint»i murad ediyor. (139) Franzes, 1, 4, 15. (140) Kezalik. (141) Kezalik. OSMANLI TARİHÎ 39 zadeye âşık olarak —kocası gibi bir Venedik asilzade ailesinden olan— zevcesini öldürmek şartıyle, Venedikli'ye kendisiyle evlenmesini ve Atina hükümdarlığını teklif etmişti (142). Düşes'in kocası ve Rainer'in henüz çocuk yaşta bulunan oğlunun vasisi olmuş olan kaatil, Pâdişah'ın nez-dinde bu cinayetle itham edildiği gibi, Atinalılar'ın kini ile de takip ediliyordu. Rainer'in genç oğluyla birlikte maiyyeti Osmanlı tabiiyyetine sığındılar ki, son Atina Dukası’nın yeğeni Franko Akçiaoli dahî orada bulunuyordu. II. Mehmed, Atina hükümetini, himâyesi altındaki Franko'-ya verdi ki, bundan, gadre uğramışlığın çekiciliğinden yararlanılmak ümid ediliyordu (143). Franko, Atinalılar tarafından —Pâdişah'ın emrine uygun olarak— büyük sevinç alâmetleriyle kabul olundu. Hükümetinin birinci işi olmak üzere rakîbesinin ölümüne sebep olan Düşes'i Megar'da habs ve idâm etti. İlk zevcesinin kaatili olan Venedik delikanlısı da, ikinci zevcesi Düşes'in katlinden dolayı Franko'yu itham etti. Bunun üzerine Mehmed, çekişmeyi bertaraf etmek için, Atina'yı kendi nâmına zaptetmesini Ömer'e emretti. Ömer —Pâdişâh tarafından Teb ve Beoti vilâyetini vaad ederek— Franko'yu hazîneleriyle birlikte çekilip gitmeğe kolaylıkla ikna etti. Bunun üzerinedir ki, Pâdişâh —Ömer'in siyâsî manev-ralariyle bu kadar sulhperverâne bir yoldan elde etmiş olduğu— Atina'nın ziyaretine gitmiştir. Sultân Mehmed, Akropolis'in mevkî ve haşmetini, o kadar mahfuz olan limanın genişliğini görünce büyük bir hayretle: — «Din ve devlet böyle bir yerin ele geçirilmesinden dolayı Turhan'ın oğluna nasıl müteşekkir olmasın?» demiştir (144). Sultân Mehmed, şehrin bütün âbidelerini —herbirini görerek— ziyaret ettikten sonra, Mora'nın iki despotunu akdedilen sulh üzerine yemîn ettirmek ve Dimitrius'a kızının tezvîcini teklif etmek için bir elçi gönderdi (Teşrinievvel 1458) (145). Despotlar talep edilen yemîni ettiler; Dimitrius da —evvelki kitaplarda görüldüğü üzere ekserisi Bizans prenseslerini haremlerine dâhil etmiş olan seleflerinin utanç verici misâllerine uygun olarak— kızını verdi (146). Fakat o kadar utanç verici ve ondan daha fazla meş'ûm olmak üzere, diğer despot, verdiği yemîni az vakit içinde nakzetmek cürmünü işledi (147). Franzes'in bundan dolayı Mora'(142) Halkondilas, 1, 9, 5. 142. (143) «Quo per amorem abusus fuerat, ut fertur.» (Halkondilas, s. 153). (Metindeki ifâdenin — bizce mevsûkıyeti şüphe götürür— me'hazı). (144) Quanta gratia debetur lege nostra Omari Turchanis filio.» (Aynen tercümesi: «Dînimiz Turhan-oğlu Ömer'e teşekkür etmeğe nekadar borçludur?» Halkondilas, s. 122. (145) Halkondilas, s. 143; Franzes, 4, s. 16. (146) Bizans müverrihleri böyle görmek istemişlerdir. (Mütercim), (147) Halkondilas ve Franzes, beyân edilen sahifeler, 40 HAMMER am kaybedilmesine sebep olmakla itham ettiği Lukanos Nikeforas’ın gösterdiği delillere binâen, Tomas Mora Rumlarıyla Arnavudlar'ın Türkler aleyhinde ayaklanmağa hazır bulunduklarına kanâat getirerek, ahidnâ-menin yemin ile te'yîdinden üç ay sonra, yalnız Türkler'in değil, kendi kardeşinin de aleyhinde açıktan açığa husûmete başladı (Kânunusâni 1459). Bu hıyaneti icra eden şahsın muâvenetiyle Tornas Türkler'den yalnız Kalavrita'yı aldı (148). Lâkin kardeşinden —bundan böyle memleketlerinin idaresi kendilerine âit olacağını ahâlîsine vaad ederek— Karitena (Şubat 1459), Ayayorgi, Burdunia, Kastriça şehirlerini zapta muvaffak oldu. Messina Körfezi'nde bulunan Zarnata ve Kalamate kasabalarını muhasara etti. Hâlbuki o aralık kardeşi Dimitrius da askeriyle Tomas'ın elindeki mahallerden Leontari ve Akoba'yı istilâ ediyordu (149). Lâkin en musîbetli belâ Arnavudlar'dı ki, Franzes bunları «En ahlâkı bozuk, en faydasız ve dâima bir despottan diğerinin hükmü altına geçerek, bir pazar günü içinde üç defa efendi değiştirir,» bir kavim olmak üzere yâd eder (150). Korint, Patras, Amikla Türkleri ise fırsattan istifâde ile kati gâret eder, dahilî çekişmelerden kendilerini muhakkak bir harâbîye sev-keden despot ve arhontlarla istihza ederlerdi (151). Bu aralık Sultân Mehmed Üsküb'de bulunarak, Mahmûd Paşa Macaristan seferinden almış olduğu esirleri kendisine arz ediyordu. Pâdişâh, Mora karışıklıklarını Tur-han-oğlu'na atf ederek onu azledip, yerine Hamza'yı tâyin etti (152). Hamza, Patras'ın Rumlar tarafından muhasarasını kaldırdırttıktan sonra Despot Dimitrius'un müttefiki sıfatıyla — Tomas'ın içine kapanmış bulunduğu— Leontari önünde göründü. Tomas, davet olunduğu harbi kabule mü-sâid bulunduysa da, bilhassa Sipahiler kumandanı Yûnus Beğ'in mâhi-râne hareketleriyle mağlûp oldu ve iki yüz adam kaybetti (153). Rumlar'ın, Arnavudlar'ın, arhontların, despotların eline geçmeyen eşya Türkler'in şikârı olarak (154). tahribat tâ o vakte kadar devam etti ki, nihayet iki kardeş vâki zayiatlarının ne kadar büyük olduğunu ve büsbütün mahvolmağa ne kadar yaklaşmış bulunduklarını hesap ederek Koriça'da mülakat ve Spart Metropolidinin icra ettiği Litorya Ayîni'nde ikisi birlikte bulunarak yeniden yemin etmek suretiyle musaleha eylediler (155). Sultân Mehmed, iki kardeşin ittifakından haberdar olması üzerine dâhili muharebeyi Turhan oğlu Ömer'in hatâsına isnâd ettiği gibi, bu defa (148) (149) (150) (151) (152) (153) (154) (155) Crucii (Kruçii)'nin Türk ve Rum Târihi'nde Rum vekâyii, s. 17. Franzes, 1. 4, 16. Franzes'in Arnavudlar hakkındaki bu takdiri cevabtan müstağnidir. (Mütercim) . Franzes, s. 86. Halkondilas. 1. 20. s. 144. Kezalik. Franzes. 4. 16. s. 87. Franzes, a. 88. OSMANLI TARİHİ 41 da Hamza Paşa'ya kusur atfederek, onun yerine Gelibolu Beği ve donanma kumandanı Zağanos Paşa'yı tâyin etti. Zağanos'un Mora'ya vusulünde Osmanlılarla açıktan açığa muhâsım halde bulunan despotların yardımcısı olan askerlerin derhal dağıldığı görüldü. Tomas, bu defa da Os-manlılar'a karşı yeminini bozmuş olmasının neticelerini düşünerek, kardeşinin hâkim olduğu arazîden Lakonya ve Messina'yı muhasara ve bu sırada kendi hesabına Pâdişâh ile muhabereye girişti. Mehmed, Uzun Hasan aleyhinde Anadolu'ya asker şevki tedârikinde olduğundan, şu üç şart iîe. yâni: Rum askerleri Türk kalelerinden uzaklaşmak; vergi olarak senelik üçbin libre altın verilmek; bir Türk elçisinin gönderileceği Korint'e yirmi güne kadar Despot bizzat gelmek üzere. Tomas’ın tekliflerini dinleyip itibâr etti. Tomas hepsini vaad etti; fakat vergiyi tedârik edemedi. Mehmed buna öfkelenerek, Anadolu'ya asker şevkini ertesi seneye te'hir ederek, iki kardeş aleyhine Mora'ya doğru bizzat yürüdü (13 Nisan 1460) (156). Korint'te Azanes'in kayını Dimitrius'u zincire vurdurduktan sonra, Spart önünde göründü. Dimitrius kardeşi tarafından hıyanet gördüğü gibi, kendisi de Yunanistan'ın dâvasına hıyanet etmek suretiyle, bir iltica mahalli bulmak için, Pâdişah'ın ordugâhına gitti. Sultân Mehmed, kendisini mültefitâne kabul etti, kızını zevce olarak kabul edeceği vaadinde bulundu ve Mora'nın terkinden dolayı kendisine bir bedel ödeyeceğini bildirdi. Ve Dimitrius'u orduda alıkoyarak Spart şehrine Türk muhafızları tâyin ettikten sonra. Kastriça üzerine yürüdü. Belde derhâl hücum ile zapt ve yağma edildi. Lâkin ele geçirilmesi kaabil olmayan bir mevkide bulunan kale mukavemet ederek birçok Yeniçeriler, duvarların yukarısından aşağıya düşürüldüier. Bununla beraber kalenin üçyüz kişi olan muhafızları idâm ettirdi (157). Daha sonra Leontari önünde göründü ki, şehrin sakinleri kadınlariyle, çocuklarıyla Gardika kalesine iltica etmişlerdi. Ümidsiz bir cesaretle bir müddet Azaplar’ın hücumlarına mukavemet ettilerse de, şecaatleri kendilerini kurtaramıyarak, şehir, hücumla zaptedildi. Mora'da diğer mevkilerin cesaretini kırarak, kendi ihtiyarlanyle teslîm olmak üzere, her taraftan temsilciler geldiler. Ayayorgi kumandanı Krokontelos —ki Franzes'in tâbirince «Timsah» (158) nâmını alması lâ(156) Franzes, 4, 16, s. 88. Halkondilas, 1, 9, s. 148. (157) Halkondilas, 1, 9, s. 150. (158) «Timsahnn Rumcası «Krokondilus» olduğundan, Franzes böyle bir teşbih-de bulunmuştur. Mütercim. 42 HAMME R zım gelir— Pâdişah'ın ayaklarına kapandı (159). Batı taraflarının en müstahkem iki limanı olan Avarin ve Arkadya teslîm oldular. Arkadya'nın onbini bulan ahâlîsi zincirlere vurularak, Mehmed, bunları idâm edeceği tehdidinde bulunduysa da, civardaki kariyeleri «şenlendirmek» üzere İstanbul'a nakledildiler. Rumlar üzerinde icra olunan vahşîliklere şâhid olmak için maiyyetinde götürdüğü Dimitrius'un re'yi mucibince Pâdişâh, Evranos-torunu İsâ Beğ'i —şehri teslim almak ve despotun zevce ve kerîmesini alıp getirmek üzere— Doğu cihetine, yâni Epidor'a, sonraki adıyla Monambazia (Malvaziya)'ya (Not: 19) gönderdi (160). Nikola Paleolog —damarlarında cereyan eden kana despottan ziyâde lâyık olduğu için— onun emriyle şehri Türkler'e teslimden imtina etti (161), fakat Prenses ile kızının serbestçe gitmelerine müsâade gösterdi. Mehmed, bunları mevkileriyle mütenâsip bir şekilde ağırlamak için bir hadımağası vererek Peuti'ye gönderdi ve Despot Dimitrius'un da beraber gitmesini emretti. Kardeşi Tomas, Leontari ve Gardika'nın düşmesinden sonra muvaffakiyetten ümidini keserek, Kalamata'yı terk ile, Hıristiyan memleketlerinde sığınacak bir yer bulmak için çocuklarıyla beraber gemiye binmişti (162). Sultân, henüz mukavemet eden diğer şehirlerin ele geçirilmesini beğ-lerbeği Zağanos'a tevdî ederek kendisi —Venedikliler'de bulunan Modon ve Pilus limanlarını bizzat keşfetmek üzere— sahil boyunca ilerledi. Bu ikinci şehrin önüne vardığı zaman Despot Tomas'ın gemisi henüz limanda, yâhud sahilden görülecek bir noktada idi. Venedikliler bu prense oralardan uzaklaşmasını ihtar ederek, sulhda ve dostlukta kararlı olduklarını Pâdişah'a yeniden ifâde ettiler (163). Bununla beraber Türk süvarileri Pilus etrafını tahrîbde devam ederek Arnavudlar'ı esîr ettiler. Mehmed, kuzeye doğru yürüyerek, yolu üzerinde bulunan ve henüz teslîm olmayan diğer şehirleri, yâni Postiça, Lestrene, Patras, Kalavrita beldelerini fethetti (164). Bu son şehrin cesur kumandanı olan Arnavud Doksas (165) ki —Franzes'in tâbirine göre ne Pâdişah'a, ne Despot'a, ne de Allah'ına sâdık olmuştur— ikiye biçildi; muhafız askerlerin ya başları kesildi, yahut esîr olarak satıldı. Paleolog Sgurumalo (166) tarafından müdâfaa edilen Karitena, ancak şecîâne bir müdâfaadan sonra teslimiyet gösterdiği (159) (160) (161) (162) (163) (164) (165) Franzes, 1, 4, 19, Halkondilas ve Franzes, 1, 4, s. 16, ve 18. Halkondilas ve Spandojino, s. 44. Franzes, 4, 18, 91. Halkondilas, 9, s. 151. Franzes, 4, 19, s. 91. Franzes, kumandanın ismini söylemiyor; Halkondilas tasrîh ediyor. (166) Pâdişah'ın Hasan Ağa vâsıtasiyle Moralılar'a verdiği âmân-nâme'de, Pa-leologlar'ın bir şubesi olan Sgurumalo ailesinden defâatle bahsolunmuş-tur. OSMANLI TARİHÎ 43 gibi —Paleologlar'dan bir diğeri olan Greças'ın (167) müdâfaa etmekte olduğu— Salmenikos kalesi, şehir teslîm olup yağma edildikten sonra da mukavemet etti. Nihayet Greças —ric'ati haleldar olmaması için Osmanlı askeri ordugâhını kaleden bir fersah mesafeye nakletmek şartiyle— mevkiini terk edeceğini Pâdişah'a bildirdi. Sultân Mehmed, Paleologlar'ın şecaatlerine hürmeten bu teklife muvafakat etti ve kalenin teslim alınmasını —Zağanos'un yerine eski mevkiine îâde olunan— Hamza'ya tevdî ederek, büsbütün çekildi. Ancak Pâdişah'ın gitmesinden sonra da kale —Greças'ın hafif süvâpî kumandanı sıfatiyle Venedik (168) hizmetine girişine kadar— tam bir sene daha mukavemet etti. Zağanos Paşa’nın Hamza'ya halef olduktan sonra mevkiini tekrar selefine vermeğe mecbur olması Santa-Maria kalesi Arnavud muhafızları hakkında gösterdiği hıyanetten dolayıdır ki, Pâdişâh bu hareketine pek öfkelenmişti (169). Zağanos bunların serbestçe geçmesine söz verdikten sonra, bir kısmını idâm ettirmiş ve kalanlarını da esîr almıştı (170). Sultan Mehmed tarafından, verilmiş sözün bozulması yolunda vâki olan hareket, Rumlar'ın mevkilerini kısa bir müddet zarfında teslîm ettirmek gibi faydalı bir netîce sağlamış olduğu halde, Zağanos'un muamelesi henüz itaat etmemiş olan beldelerin Arnavud muhafızları üzerine aksine te'sîr ederek, onların silâhlarıyla sonuna kadar müdâfaalarına yol açtı. Mehmed, kendisinin izince hareket etmiş olan kumandanın azliyle, doğrudan doğruya fiilini değil, bunun icrasında gösterilen maharetsizliği cezalandırmıştı. Atina'ya vardığında, Franko Akçiaulinin müstakil bir hükümet te'sîs etmek tasavvurunda bulunduğundan haberdâr oldu. Muteber kişilerden on'u derhâl rehin olmak üzere İstanbul'a gönderilerek, Zağanos da Franko'nun izâlesine me’ınûr oldu. Dukalıktan azl edilmiş olan Franko'yu bayrağı altına davetle gece uzun müddet teklifsizce konuştuktan sonra, husûsî bir lütuf olmak üzere onu kendisinin çadırına iade ile, orada boğdurdu (171). Son Atina Dukası olan Pâdişah'ın eski nediminin akıbeti buna müncer olarak, bütün Yunanistan Osmanlı hükümetine geçti. Despot Dimitrius'a înoz (Aynoz) beldesi ikametgâh gösterilerek, tuzlaların vâridâtiyle senelik altmışbin akçe, maişetine tahsis edildi (172). Ancak Mehmed, onun (167) Franzes, 4, 19, 91. Bu Greças —Spandojiro'nun Muhl mevkiini Mehmed'e karşı ellidört gün müdâfaa ettirdiği— Paleolog Gıriçi olmak gerektir. Spandojino, s. 44. (168) Halkondilas, 1, mezkûr sahîfe. (169) Halkondilas, 9, 150 ve 152. (170) Franzes, .4, 19. Pöküvil «Santamerb diyor, 3, 563; 4, 436. (171) Halkondilas, 9, s. 153. Spandojino, 44. (172) Franzes'e nazaran, (1, 4, 20, s. 92) Limni, imroz, Semadirek adaları vergileri de tahsis edilmişti. 44 HAMME R kızını bundan böyle harem-i sultânî'de bulunmağa lâyık görmeyerek hizmetinde bulunan yalnız bir hadımağası da alındı (173). Despot Tomas hazîne yerine AyaAndre'nin (174) başının iskeleti kalıntılarını alarak Avrupa'ya firar etmişti. Ancak Roma'ya gitmezden evvel, Monambazia (Mal-vaziya) şehrini Mora'nın güney doğu hükümetiyle mübadele etmeyi teklif etmek üzere, mahremlerinden Arhont Ralles'i Korfu'dan Pâdişah'a göndermişti. Ralles, Sultân Mehmed'i Aşağı Makedonya'da ve Karaferye (Be-roya')de buldu. Ralles, maiyyetiyle beraber derhâl zincire vurulduysa da, birkaç gün sonra Pâdişah'ın infiali sükûnet bularak, mahbusların hürriyetini iade etti ve eğer Despot bizzat* gelir, yahut kendi yerine oğlunu gönderirse, hakkında riâyet ve hürmet göstereceğini, aksi takdirde istediğini yapacağını bildirdi (175). Sultân Mehmed, «Mora Fâtihi sıfatiyle Edirne'ye döndü (176). Sultân II. Mehmed, şu suretle cülusunun onuncu ve Kostantiniyye fethinin yedinci senesinde, Venedikliler elinde bulunan birkaç limandan (177) başka, bütün Mora'yı eline geçirmişti. Lakonia, Ahai, Attik prenslerini tutmuş, sürmüş, boğazlamış, şehirleri yıkmış, yakmış, ıssız bırakmış, mü-dâfilerini idâm etmişti. (173) Halkondilas, ft, 153. (174) Kezalik ve Spandojino, s. 42, (175) Halkondilas, 1, 9, s. 153; Franzes, 1, 4, 19, s. 91. (176) II. Mehmed'in Mora fethnie dâir İran hükümdarı Cihanşâh'a nâmesi Milnşeât-ı Feridun'da 217 ve cevâbı 218 numaradadır (İstanbul mat-buu, s. 255-257. Bkz. Mütercimin İlâveleri). (177) Bizim târihler Mora fethi hakkında tafsilât vermiyorlar. Hammer bu vekayîi hep Rum müverrihlerinden almış ve mütalâalarını onların verdiği malûmata binâ etmiştir. Rum müverrihleri ise, tabiatiyle bitaraf addolunamazlar. Bu târihin bâzı yerlerinde beyân ettiğim veçhile, Endülüs kıt'asında Müslim ve Mûsevîler'den kimse bırakılmadığı, Osmanlılar'ın fethettikleri yerlerde ise eski ahâlînin kaldığı mukayese edilince iki tarafın farkı anlaşılır. Osmanlılar, istilâ devirlerinde bulunduklarından memleketleri ele geçirmeleri sırasında şehirlerin tahribi tabiî olduğu gibi, o zamanın cevaz verdiği işlerden olan esîr alma (istirkak) kaidesinin cereyan ettiği inkâr olunmazsa da, eski unsurların mevcudiyetlerini muhafaza etmiş bulunmaları, Rum müverrihlerinin bu husustaki ifâdelerinin büyük mübalâğalardan hâlî olmadığını isbât eder. Bu müverrihler Rumlar'a da iyilik etmemişlerdir. Çünkü şu mübalâğakâr rivayetler fethedilen memleketlerin eski unsurlarıyla Türk unsuru arasında karşılıklı bir düşmanlık beslemeğe hizmet ederek, her iki unsurun ittihadından doğacak faydaları ihlâı etmiştir. Hâlbuki, Fâtih'in asıl maksadı idaresi altındakilere eşit muamele ederek, hepsini refâhiyyet ve medeniyyete sevk etmekti. (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 45 Mora'da Rumlar'ın hükümet kalıntıları da bu suretle yıkılmış oldu. Ancak şu bedbaht memleket silâh ile talihin müsâadesine mazhar olamamış ise, ekseriya faydasız ve fakat dâima şerefli mukavemetlerden geri durmadı. Türkler aleyhine husûmet toprakta yerleşmiş ve Rumlar'da irsi bir şevki- tabiî olmuştur. Milletin istiklâli için üçyüzaltmışyedi sene dalga dalga kanlar akarak, nihayet asrımızda Yunanistan, müteaddîlerle muhâsamadan muzafferâne çıkmış ve bu ayrılıştan dolayı kaybettiği bir milliyeti kazanmıştır (M.İ. 13). Im H I I jN 9H h ONDÖRDÜNCÜ KİTAP İskender Beğ'in galebelerine bir bakış. — Muharebe ve muhasaralar. — Mütâreke. — Sulh akdi. — Sinop, Amasra ve Trabzon fethi. — Kazıklı Voyvoda Vlad. — Midilli, Bosna, Eksamilon ile Venedikliler aleyhine muharebede Korint'in ele geçirilişi. — Sultân Mehmed'in İskender Beğ üzerine asker şevki. — Hersek'in zaptı. — İstirya istilâsı. — Birkaç adanın kaybedilmesi. — İkinci Mehmed'in inşâatı. — Ağriboz fethi. Kostantiniyye'nin zaptından beri yedi sene geçmiş olduğu halde Sultân II. Mehmed Avrupa'daki fetihleri, Yunanistan'ın itaat altına alınması, Sırbistan ve Arnavudluk muharebeleri ile o kadar meşgul olmuştu ki, bu müddet zarfında Anadolu'ya ayak basmağa vakit bulamadı. Sırbistan itaat ettirildi; lâkin Arnavudluk İskender Beğ'in kahramanca sebatı sayesinde istiklâlini muhafaza etmişti. Mora'da Bizans imparatorlarının hükümranlık bakiyyeleri Osmanlı silâhlarıyle ortadan kaldırıldı; fakat Trabzon'da bir Kommen henüz Rum İmparatorluğu harabeleri üzerinde hükümdarlık ediyordu. Bu son hükümeti yerin dibine sokmak için Anadolu'da bir muharebe iktizâ ediyorsa da, evvelâ Rumeli tarafının asayişini te’ınîn etmek lâzım geliyordu. Bu sebepledir ki, II. Mehmed Mora'nın fethini müteâkib denilebilecek bir zamanda, İskender Beğ ile sulh ahidnâ-mesi imzalanmasına karar verdi. II. Murad'ın vefatından beri Arnavud kahramanı hakkında sükût ettik; bu on sene zarfında İskender Beğ, aleyhine gönderilmiş olan ordulara —dâima şân ve ekseriya muvaffakiyetle— karşı koymaktan geri durmamıştı. Osmanlı müverrihleri yalnız bu müddet içinde değil, ondan sonraki yedi sene zarfında dahî İskender Beğ'in muharebeleri hakkında hiçbir şey söylemeyerek, Sultân Mehmed'in bizzat Arnavudluğa hareketine kadar Epir kahramanından bahse tenezzül etmezler. Osmanlılar'ın mağlûbiyetleri bildirmek hususunda onların gösterdikleri ihtiyata uymağa hiçbir suretle mecbur olmadığımız gibi, İskender Beğ'in hayatındaki vak'aları nakleden Avrupalılar’ın sözlerini işitmek vazifemiz icâbındandır; şu kadar ki, bu muhtelif muharebelerin bütün ahvâl ve vekayii hakkında —onun tercüme-i hâlini yazan diğer müverrihlerin hepsine me'haz olan Barleti kadar tafsilât vermek cihetine gidemi-yeceğiz. Daha mühim vak'alar ile meşgul olacağımızdan —Barleti'nin eserinde Yedi'den Onbirinci'ye kadar üç büyük kitapta uzun uzadıya anlatılan— bu on senelik vukuatı sıkıştırarak, şu üç neticeye irca edeceğiz: OSMANLI TARİH t 47 1 — Muharebe ve muhasaralar, 2 — Mozes ve Hamza’ınn İskender'den ayrılışı, 3 — Birinci mütâreke ve onu takip eden iki senelik musâleha. II. Mehmed'in cülusunu müteâkib İskender Beğ'in yeğeni Hamza bir Türk askerî kuvvetinin yine Hamza adını taşıyan kumandanını esîr etmişti (1). Osmanlılar'ın diğer asker şevklerinde dâhi dörtbin Türk —İskender Beğ'in mızrağını (2) bir tarafından bir tarafına geçirdiği— kumandanları Dbereas ile beraber maktul olmuşlardı. Daha sonraları İskender Beğ —Sırbistan'daki şanlı muharebelerini naklettiği (3)— Hunyad ve Kapistrano'yu misâl göstermek suretiyle, askerinin şecaatini alevlendirerek Arnavudluk'ta Belgrad mevkiini muhasara etti. Bu mevkiin muhasarasında askerî strateji nokta-i nazarından gayet mâhirâne tedbirler uygulayarak, kendisini kalenin sahibi addetmekte bulunduğu halde imdâd yetişmesinin (4) ümidiyle akdolunan bir mütârekenin yürürlüğe girmesinden evvel Sevali (5) bir Osmanlı ordusuyla yetişip gelerek, Arnavudlar'ı mağlûp etti. İskender Beğ avını elinden kaçırmış olmasından dolayı büyük bir öfkeye kapılarak —müzâkere meclisinde, yahut muharebe mevkiinde şiddetli bir duyguya kapıldığı zamanlar olduğu gibi— alt dudağının çatlayıp kan fışkırdığını hissetti (6). Beşbin şecâatli muhârib kaybettikten başka, en mahir kumandanlarının, en sâdık dostlarının ve —ismi Arna-vudluk'un bir kazasında ebedî kalmış olan— Mozaki'nin kaybedilmesiyle de bir hayli kederlendi. Ölüler arasında Morenapolis halkından —hemen hepsi Mozaki'nin yanında can vermiş— yardımcıları da bulunuyordu. Bu galibiyetten mağrur olan Türkler, maktullerin İstanbul'a göndermek için cesedlerle dolu muharebe mevkiini dolaştılar (7). Muharebe meydânında kalan Arnavudlar iri cüsseü olduklarından, Türkler şu hareketleriyle ne türlü adamlarla uğraştıklarını göstermek istiyorlardı. İskender, bu şecâatli adamların naaşlarmı tahkirden kurtarmak için en seçkin askerinden yedi bin kişiyi silâh arkadaşları hakkında son vazifeyi ifâya me’ınûr etti (8). Ve mağlûbiyetinden mahcûb ve silâh arkadaşı Debreli MoCD Luniçeros'da Barleti, varak: 126. (2) (3) (4) (5) (6) (7) (8) Kezalik, varak: 130. Barleti'de İskender Beğ'in nutuklarına müracaat, varak: 134. Luniçeros'da Barleti, varak: 138. Barleti «Sebalias» diyor. (Bu vak'alar bizim târihlerimizde beyân edilmediği için — yanlışlığında şüphe olmayan— bu «Sevali» ismiyle diğerlerini Hammer tatbik ve tashih edememiş olduğu gibi, biz de bulamadık. Fakat yukarıda «Mozes» yazılan ismin «Musa» ve Debreas’ın «Debreli» demek olduğu büyük ihtimaldir. Mütercim.) Barleti, varak: 142. Barleti, yarak: 144. Kezalik, 145. 48 HAMME R zes'in kef idi sini terk ile öteki tarafa geçmesinden daha ziyâde müteessir olarak, çadırında kaldı. İskender'i Stefigrad muhasarasından döndürmüş olan bu hâin, Arnavudluk Belgrad’ında vâki olan hücumlarda çekilerek (9) Sevali'nin fâtihâne surette İstanbul'a dönüşünde Türk galibine refakat etmişti. Lâkin Sultân Mehmed —ki İskender Beğ'in meziyyetine hayranlığını beyân etmek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı— bu adama öyle büyük bu riayet eseri göstermedi. Bununla beraber âsî İskender'in başını Sultanın ayakları önüne koymak üzere Mozes tarafından arz olunan teklifi nuısâadekârâne kabul ederek, bu tasavvurun icrası için Mozes'in emri altına onbeşbin kişilik bir ordu verdi (10). İskender Beğ, hâini onbin kişi ile Aşağı Debre'de bekleyerek mağlûp ve firara mecbur etti. Mozes, Pâdişâh tarafından hakaretle muamele görmesi üzerine kendisini gizliye-rek vatanına avdetle, İskender Beğ'in ayağına kapandı; İskender*maziyi affederek onu eski bir dost gibi kabul etti (11). Ancak İskender Beğ'e en elem verici darbe, yeğeni Hamza'nın hıyanetidir ki, Sultân Mehmed'in iğfallerine kapılarak vatanını, ailesini ve dinini inkâr etmiştir (12). Pâdişâh, Hamza ile Evranos'un torunu İsâ Beğ'i (Not: 1) kırkbin süvârî ile Arnavudluk'un tahribine me’ınûr etti. Bütün askeri onbirbinden ziyâde olmayan ve içinde altıbinden fazla süvârî bulunmayan İskender Beğ, Venedik idaresindeki Alessio üzerine çekildi (13). Hamza, Pâdişâh tarafından Epir Valisi tâyîn olunarak (14) memleketi harab etti. Nihayet Matya ve Albula (Drin ve Drilev: Drilo) nehirleri arasında muharebeye tutuşuldu. İskender Beğ'in azlık askerine mukabil mevkii iyi olduğu gibi, arkasını Temeniun dağına vermişti. Otuzbin Türk (15) muharebe meydânında kalarak Drin nehrinin dalgaları kana boyandı (16). Reisleri İsâ Beğ çok zahmetle kurtulabildi; lâkin bir sancak beği ile Hamza ele geçirilerek, İskender Beğ muzaffer bir şekilde Kroya'ya girdi. Sultân Mehmed, muharebenin kaybedilmesinden ve sancak beğinin ele geçirilmesinden dolayı hicâb duyarak esîr olan beğin fidye-i necatı (kurtuluş fidyesi) olmak üzere onbeşbin duka vermeyi teklif etti. Parayı, sulh müzâkeresine de me’ınûr olan Mezid Beğ'le gönderdi. İskender Beğ Sfetigrad ve Bel(9) Kezalik, 146. (10) Kezalik, 148, ve Türkiye ile Corclo İskender Beğ'in Muharebeleri Tafsilâtı unvanıyle 1451'de Venedik'te basılmış eserin 20. varakı. (11) Luçineros'da Marini Barleti, Yedinci Kitabın nihayeti, varak: 154; İskender Beğ Muharebeleri, varak: 20. (12) (13) (14) (15) (16) Barleti, zamanının muktezâsı olarak bunları ve aşağıdaki tafsilâtı Hıristiyanlık taassubuyla yazıyor (Mütercim). Barleti, varak: 160, İskender Beğ Muharebeleri, varak: 21. Barleti. varak: 161. İskender Beğ Muhârebe:<eri, varak: 21. Barleti. varak: 166. OSMANLI TARİHİ 49 grad kendisine verilmedikçe harbe ara vermek istemedi (17). Buna /rağmen Mezid Beğ —İskender'in taleplerini Pâdişah'a bildirmek üzere— bir mütâreke akdine muvaffak oldu; İskender de teklif olunan paraya mukabil yalnız sancak beğini vermekle iktifa etmiyerek, mu'teber Türk esirlerinden kırk'ının hürriyetini iade etti (18). Sultân Mehmed, İskender Beğ'-le harbe bir ara vermek maksadının müzâkeresi için derhâl Umur ve Sinan Beğler'i gönderdi. Ve böylece zımnî bir muvafakat hâsıl oldu (19). Arnavudluk Prensi yeğeni Hamza'yı affetti; Hamza'nın İstanbul'da bırakmış olduğu zevcesini ve çocuklarını alıp vatanına getirmek üzere, firar eder gibi görünerek payitahta gitmesine müsâade gösterdi. Ancak bu tasavvuru icra etmeğe, yahut icrasını istemeğe vakit bulmaksızın Hamza, zannedildiğine göre —Drin üzerindeki bozgunluğun sebebi olmak hakkında nefret peyda eden— II. Mehmed tarafından zehirlettirilerek hayâtını kaybetti (20). İskender Beğ Napoli Kralı Alfons'un vefatından sonra halefi Ferdinand'a giderek, onun tarafından Fransa Kralı VII. Şarl aleyhine silâhını kullandı. Bu müddet zarfında Sultân Mehmed Mora'yı ele geçirdi. O ülkenin fethinden sonra Anadolu'ya asker şevkini gayet gizli olarak tasavvur ettiği sırada, İskender Beğ gibi bir düşmana —oğlunu rehin göndermek üzere— barış yapmanın ve Arnavudluk ile Epir kıt'alarının endişesizce tasarrufunu teklif etmenin ihtiyata aykırı ve sânına mugayir olmayacağını düşündü (21). İskender Beğ pek ma'kûl olmak üzere bu şartı kabul etmemekle beraber sulhe muvafakat etti (22) ve derhâl keyfiyet ilân olundu (23) (856/1461). Bizans İmparatorluğu sülâlesinin iki şubesinden batı şubesi Mora'nın fethiyle sönüp gitmişti. Şimdi Trabzon tahini yıkarak doğu şubesinin de kökünü kurutmak lâzım geliyordu. Fakat Karadeniz'in doğu sahilinde. (17) (18) (19) (20) (21) (22) (23) Barleti, varak: 168. Kezalik. Barleti, 169 ve 198; İskender Beğ Muharebeleri, 21. Barleti, varak: 172, Dokuzuncu Kitabın nihayeti. (Hamza zehirlenmiş ise. İskender Beğ tarafından zehirlenmiş olması lâzım gelir: çünkü İskender onun tarafından defalarca zarar görmüştü. Sultân Mehmed tarafından zehirlenmesi zayıf bir ihtimâldir. Mütercim). Sultân Mehmed'in İskender Beğ'e 6 Mayıs 1461 tarihli mektubu. İskender Beğ'in 1 Haziran 1461 tarihli cevâbı, Barleti'de varak 192. Sultân Mehmed'in İskender Beğ'e iknci mektubu, 22 Haziran, varak: 193. (Bu mektuplar Münşe'ât-ı Feridun'da yoktur; ne dereceye kadar mevsuk oldukları malûm olmadığı gibi, İskender Beğ'e Hıristiyan olduğu için. yahut belki Hıristiyanlık isnâdiyle ve bir taraftan da Osmanlılar aleyhine gayzlarının şevkiyle Avrupa müverrihleri onun tarafını tuttuklarından, İskender Beğ'in —arazînin sarp olmasından istifâde ile- serkeşlikte devamını mübalâğa eyledikleri anlaşılır. Mütercim.». Hammc Tarihi, C : II. F.: 4 50 HAMME R Trabzon'dan daha yakın olmak üzere İsfendiyâr Oğulları memleketlerinin payitahtı olan Sinop ve Cenevizliler'in Karadeniz'deki müstemlekelerinin merkezi olan Amasra (Amastri) bulunuyordu. Trabzon'a buralardan gidilirdi. Padişah tasavvurlarını pek gizli tuttuğundan harb hazırlıkları Amasra Cenevizlileri üzerine midir, Sinop Türklerine midir, yoksa Trabzon Rumları'na mıdır, buraları bilinemezdi. Üç hükümet hakkında da hasmâne duyguları vardı. Ancak, nihayet bir ilân-ı harb ile Cenevizliler aleyhine husûmetini açığa vurdu. Cenevizliler İstanbul'un fethinden beri Padişah ile sulh hâlinde bulunarak, Bizans İmparatorları zamanında olduğu gibi, Galata'yı tasarruf etmelerine Pâdişah'ın müsâade göstereceğine ümitvâr olmuş ve bu talebi bir sefir vâsıtasiyle arzetmiştiler. Mehmed, Galata hakkında gadr ve hiyle suretinde bir muameleye teşebbüs etmediği gibi, zor kullanarak da ele geçirmiş olmayıp, Kostantiniyye'nin fethinden sonra ahâlîsinin Galata anahtarlarını kendiliklerinden teslîm etmiş olduklarını ve bunları kötülük değil, iyilik yapmak için kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bu ifâde, Ceneviz Cumhurunu ilân-ı harbe karar verdirmiş olması üzerine. Sultân Mehmed derhâl Cenevizliler'i te'dîb için bir donanma ve bir ordu techîz ederek, Boğaziçi yakınındaki Galata'yı vermek şöyle dursun, Karadeniz'deki Amasra'yı da almağa teşebbüs etti. Sadrâzam Mahmûd Paşa yüzelli gemiden mürekkep deniz kuvvetlerinin başkumandanlığını aldı (24). Pâdişâh, Anadolu ordusunu İzmid-Sapanca yolu üzerindeki Akyazı'dan birçok deve ve diğer yük hayvanlarıyla karadan şevketti (25). Şimdi «Amasra» ve bir zamanlar «Sema-sos» denilen «Amastri», küçük bir yarımadanın üzerinde kâin doğu ve batı rüzgârlarından mahfuz iki limana mâliktir. Âbidelerinin güzelliğinden dolayı Genç Plin «çeşm-i âlem» (Dünyânın gözbebeği) adını verir (26); ondan sonraki kalem erbabı mühim bir ticâret beldesi olmak üzere överler (27). Bu menfaatler, Cenevizliler'in nazar-ı dikkatini celbettiğinden, son zamanlarda Karadeniz ticâretleri için mahzen ittihaz etmişlerdi. Sultân Mehmed'in ilk ihtarı üzerine Ceneviz tacirleri teslimiyet gösterdiler (Not: 2). Pâdişâh, ahâlîsinin üçte birini şehirde bırakarak —en yakışıklı delikanlıları hassa hademesi mesleğine sokmak için aldıktan sonra— üçte ikisini beldenin imârı için İstanbul'a nakletti. Pâdişâh, yazın İstanbul'dan muharebe için ayrıldığı zaman (28) yukarıda dahî yazılmış olduğu gibi— asıl maksadını kimse bilmezdi. Or(24) (25) (26) (27) (28) —az Halkondilas, 1, 10, s. 153. Kezalik, s. 145. Neşri, varak: 206. Bratutu'da Sa'dÜ'd-dîn; Solak-zâde; varak: 53; İdrîs, varak: 100. Plinius. Mekâtib, 1, 10. s. 99. Paflagonyalı Niçeta. Hiasint, 1, 28: Manner'de, 1. 6, s. 7. Halkondilas, 1, 9, 145. OSMANLI TARİHİ du kadılarından biri hangi tarafa gittiğini suâl etmesi üzerine, öfkelenerek : — «Eğer sakalımın tellerinden biri tasavvurlarıma muttali olsa idi, onu derhâl koparır yakardım!» cevâbını verdi (29). Bursa'da bir müddet Mahmûd Paşa'nın yüzelli gemisinin teçhizatının ikmâlini bekliyerek, bu sırada eskiden oğullarının sünnet düğününe davet etmiş olduğu (30) Sinop Beğ'i İsfendiyâr-zâde İsmail'e, donanma için yiyecek tedârikini ve gerektiği takdirde bakır mâdenleri hâsılatından akçe itasını yazdı (31). İkinci bir mektupla da İsmail Beğ'in, oğlu Hasan'ı Ankara'da kendisinin istikbâline göndermesini bildirdi (32). İsmail Beğ —ki biraderi Kızıl Ahmed (33) Pâdişah'ın ordusunda bulunuyordu— emre itaatle, oğlunu Ankara'da Fâtih'e ta'zîmâtını arz etmek üzere gönderdi. Hasan iltifatlarla kabul olunduysa da, müteakiben şöyle bir haber ile iade olundu: — «Babana söyle ki, elindeki Sinop şehrini şiddetle arzu ediyorum; ona mukabil Filibe hükümetini vereceğim. Razı olmadığı takdirde, pek yakında ikametgâhında bulunacağım.» (34). Bu sırada Sinop Beğ'i İsmail'e âid arazînin büyük kısmı, yânî Kastamonu kazası Kızıl Ahmed Beğ'e verildi ve daha sonra berâtı gönderildi (35). Mehmed Sinop önünde görünerek, Mahmûd Paşa, elindeki memleketin yarısı biraderine verilmiş olmasından dolayı, hiçbir surette mukavemet etmenin imkânı olmadığı hakkında, İsmail'i yazıyla ve sözlü olarak ikna etmeğe muvaffak oldu (36). İsfendiyâr-zâde Pâdişah'ın kuvvetine kendiliğinden itaat gösterdi. Mahmûd Paşa, İsmail Beğ'in kendi elini öpmeğe hazırlandığını görmesi üzerine, buna meydan vermiyerek ve «Büyük kardeşim» (37) diyerek boynuna sarıldı (38). İsfendiyârzâde, (29) (30) (31) (32) (33) (34) (35) (36) (37) (38) Yine böyle bir münâsebetle Aragon Kralı Pier (Pierre) «Eğer bir eli diğerinin sırrından haberdâr olursa, onu kestireceğini» söylemiştir. Ciovanni Villani, 8, 177. Davetname (Münşeât-ı Feridun'da 211 ve cevâbı 212 Nu.dadır. (İstanbul matbuunda 243 ve 244). Neşrî, varak: 208; Mektubun tamâmı ancak Defterdar Dursun Beğ Tâ-rihi'nde (varak: 78) vardır. Neşrî, varak: 208. Halkondilas, «Kızıl Ahmed»i «Amares» şekline koymuştur. Dukas, 1, 41, s. 193; Halkondilas, 1, 9, s. 154. Mahmûd Paşa’nın kendi kalemiyle yazdığı mektup ÂH Târihinde II. Mehmed Saltanatının Onikinci Faslı'nda yazılıdır. Halkondilas (1, 10) Mahmûd Paşa ile İsmail Beğ'in nutuklarını yazıyor. Neşrî, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, İdrîs. Neşrî, varak: 209. Kezalik, Dukas ve Halkondilas'a nazaran İsmail Beğ'e Filibe'de verildi: Neşri'ye göre, Filibe'nin verilmesi daha sonradır. 52 HAMME R Sultân Mehmed'in kendi hakkında her türlü hakkaniyet kaidelerini ihlâl etmesinden bahsederek Mahmûd Paşa'ya şikâyet ettiyse de (39) bunun bir faydası olamayıp, Pâdişah'ın değiştirilmesi mümkün olmayan kararına itaat etmeğe mecbur oldu. İsmail Beğ, teslimiyetini arz etmesi müdâfaa vâsıtalarının olmamasından kaynaklanmadığını isbât için, Sinop'un mevkiini ve istihkâmlarının hâlini gösterdi. Sinop Karadeniz'in güney sahilinde ve hemen her taraftan denizle çevrilmiş olarak, o zaman istihkâmları dörtyüz topla mücehhez idi; muhafızları ikibin topçu ile onbin muntazam askerden mürekkep idi. Memleketlerinin ziyamdan dolayı Yenişehir, İnegöl ile Yâr-Hisar tazminat olarak tâyîn edildi. Böylece Sinop ateş edilmeksizin teslîm oldu (40). Limandaki gemiler içinde dokuz yüz tono'luk bir gemi bulunuyordu ki, Venedikliler'in gemilerinden ve Aragon Kralı Alfons'un yaptırdığı ikibin tono'luk meşhur gemiden sonra, o çağda bilinenlerin en büyüğü bu idi. Mehmed, bu ganimetin İstanbul'a gönderilmesini emretti ve ondan sonra Venedikliler'le Aragonlular'ın bu kabîl inşâatına rekabet eyledi. İlk ikibin tono'luk gemi Alfons'un tersanelerinden çıkmış olduğu gibi, Pâdişâh da kendi tersanelerinde üçbin tonoluk gemi inşâsını emretti. Ancak, Alfons'un gemisi hakkında vâkî olduğu gibi, bu üç tonoluk gemi de açık denize çıkmaksızın limanda battı (41). Sinop'un da Amarsa gibi iki limanı vardır. Pek eski zamanlardan beri ticarî ehemmiyeti cihetiyle PÖn kral ve fâtihlerinin gezdikleri bir yer olmuştur. Bu krallığın kurucusu I. Mitrîdâd şehre karşı taarruzlarıyla, Sinop ahâlîsini beldelerini müstahkem bir hâle sokmağa mecbur etmiştir. Pön hükümdarlığı kendisiyle beraber batmış olan Mitrîdât Sinop'u payitaht yaptı. Lükûllus Sizik hükümetini ortadan kaldırınca Sinop'u ele geçirdi ve şehre girişinde —firara vakit bulamayan— sekiz bin Silezyalı'yı-katliâm etti. Ancak şehir sâkinlerinin mallarını ve Sinop şehrinin banisi olduğu rivayet edilen Argonut Autulikus'un san'atlı heykelini iade etti. Şehri süsleyen san'at âbideleri içinde Bilarus Küresi ve Jüpiter Heykeli seyredenlerin gözlerini kamaştırıyordu. Bunlar İskenderiye'ye nakledilerek Jupiter îstrapis nâmında muhteşem bir mâbed içinde ma'bûd-ı enam (bütün mahlûkların yaratıcısı olan mâbûd) ittihaz olunmuştur. Lâkin Sinop'un daha ziyâde iştihar ve iftiharına lâyık bir unvanı, Diyo-jen'in vatanı olmasıdır. Memleketin o zamanki ticâreti, bugünkü gibi başlıca halat, ip ve o sahillerde pek bol olan palamut ile diğer balıklardan ibaretti. Mehmed Sinop'u doğrudan doğruya idaresi altına aldı. Bolu'yu (ka(39) (40) (41) Neşrî, Sa'dü'd-dîn, İdrîs. Halkondilas, 1, 9, s. 154. Halkondilas, 1, 9, s. 154. OSMANLI TARİHÎ 53 dim Adrianopolis) İsmail'in oğlu Hasan'a ve Paflagonya’ınn geri kalan kısımlarını, merkezi olan Kastamonu ve zengin mâdenleri ile birlikte senelik elli bin duka vergi ile sancak olmak üzere, İsmail'in biraderi Kızıl Ahmed'e vermiş idi (42). Kastamonu Türk hazînesi defterlerinde mühim menbâlarıyla câlib-i ehemmiyet olduğu kadar, Osmanlı edebiyatı târihinde dahî şiir ile ehemmiyet bulmuştur. Terâcim-i ahvâl yazarı Latîfî, vatan muhabbetiyle müncezib olarak bu şehirde doğmuş olan oniki şâir sayar (43). Lâkin ancak birkaçı zikre şayandır. Sultân Mehmed, Sinop'tan sahili takip etmedi. Ordusunun hedefi Trabzon değil de, Ak-Koyunlu Hânedânı’nın büyük hükümdarı Uzun Hasan'a komşu memleketler imiş gibi, Amasya ve Sivas tankıyla Erzurum'a giden yolu tuttu (44). Trabzon împaratoru'yla akrabalığı bulunan Uzun Hasan bir sene önce —kayın biraderi David Komnen'in menafatleri için— Pâdişah'a bir sefaret hey'eti göndererek, İmparator'un Bâb-ı Hümâyûn'a borçlu bulunduğu ikibin duka (Not: 3) verginin terkini talep etmişti. An-, cak bu sefaret Pâdişah'ın izzet-i nefsine dokunarak, fikirleri uzlaştıracak yerde kızıştırdı. Trabzon üzerine vaz'olunan vergiyi daha emîn bir surette terkettirebilmek için Uzun Hasan da asrın pâdişâhının büyük babası I. Mehmed'in Kara Yuluğ (Yülük)'a her sene vermekte olduğu bin halı ile gâşiye ve sarıkları istedi. Elçiler altmış seneden beri verilmeyen bu hediyenin birikmiş yekûnunu da talep ettiler. Pâdişâh bunlara: — «Haydi, siz rahatça gidiniz; gelecek sene ben kendim gelir, borcumu öderim!» cevâbını verdi (45). Tokad'ın doğusuna tesadüf eden, Sivas'tan iki merhale uzaklıkta ve Erzurum yolu üzerinde —ki buralarda münbit sahralardan geçer— kâin Koyunlu-Hisar kalesini Uzun Hasan bir zaman önce sahibi Hüseyin'in elinden almıştı. Mehmed, Rumeli Beğlerbeği Hamza Beğ'i bu mevkiin zaptına, bu mümkün olmadığı takdirde o tarafların hasara uğratılmasına me’ınûr etti. Hamza Beğ sahraları tahrîb etti ve Ermeni kız ve delikanlılarını askerinin saldırılarına teslîm ederek, bunların şikâyetleri Uzun Ha-san'ın Pâdişah'a örkesini artırdı. Lâkin Sultân Mehmed Koyunlu-Hisar'ı (M.İ. 1) alıp da Erzincan üzerine yürüyünce, Ak-Koyunlu hükümdarı validesi Sara'yı ve Çemişgezek Kürd Beği Şeyh Hüseyin'i —sulh müzâkeresi için— kıymetli hediyelerle Pâdişah'ı karşılamağa gönderdi (46). Sul(42) (43) (44) (45) (46) Kezalik. Lâtîfî, Tezikiretü'ş-Şuarâ Lusong d'Haller. Dukas, s. 192. Bu sefaret bahsi Halkondilas'da dercedilmiştir: 1, 9, s. 155. Halkondil Uzun Hasan'ın validesine uzun bir nutuk söylettirir; idrîs, Neşrî, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Âlî, Ravzatü'lEbrâr, cümleten Koyunlu-Hisar fethinden bahsederler. 54 HAMME R tan Mehmed Bulgar Dağı yakınlarına vardığında elçilerle karşılaştı ve büyük ihtiramlarla kabul etti. Uzun Hasan'ın validesine «ana» diye hitâb ederek (M.İ. 2) ve Şeyh'e «baba» unvanı vererek, onların arabuluculuğu üzerine Uzun Hasan ile musâleha (47) ve daha sonra Bulgar Dağı üzerinden Trabzon'a teveccüh etti. Bu dağ yüksek ve çıkılması müşkül olduğundan Padişah hemen dâima yayan giderdi. Uzun Hasan'ın validesi Sara: — «Oğlum, bir Trabzon için kendini bu kadar yormak çok değil midir?» dedi. Sultân Mehmed ise : — «Valide seyf-i tslâm benim elimdedir; eğer bu meşekkatlere katlanmayacak olursam Gaazî unvanına müstehak olamam ve bugün yâhud yann Huzûr-u Rabbi'l-Âlemîn'e çıktığım zaman dûçâr-ı mahcubiyet olurum.» cevâbını verdi; dağı geçti, Trabzon'a indi (M.İ. 3). Trabzon'un (48) en eski zamanlarda ismi, sofra veya murabba demek (47) (48) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh. Bugün Trabzon nâmıyle yâd olunan Trapezos, üç tuğlu bir paşanın ikâmetgâhı ve Lazistan’ın başlıca şehridir. Kâtib Çelebi Lazlar'ı Dağıstan Lezgileri cinsinden addetmiştir. Paşa'nın hükümeti şehirden başka Sürmene, Of, Keşap, Giresun (Kresunt), Tirebolu (Tripoli), Rize, Cavri, Macuga (Maçuka), Arapoli, Yünye (Auinepolis), Gümüşhane, Keaurgon, Atene, Arui Bâtûm, Hemşîn, Soğucak. Şaş, Sohum kazalarına şâmildir. Şehir bir burun üzerinde vâki'dir ki, bunun bir tarafı geniş, diğer tarafı dar olduğu cihetle, ahâlî tavusa benzetirler. Şehrin etrafı bir saatte dolaşılabilir. Surundan başka, ortadaki kalenin de bir duvarı vardır. Ortada Rumlar'ın ................................. dedikleri kule bulunur ki, Trabzon İmparatorları'nin ikametgâhı idi. Orada bir cami ile Müslüman haneleri vardır. Şehrin ortasında kâin olup «Orta-Hisar» denilen kulenin dört kapısı, birkaç güzel camii, iki hamamı olduğu gibi, Paşa Sarayı dahî o mevkîdedir. Aşağı Hisar tâbir olunan mahallin de dört kapısı vardır ve demir kapılı iki çifte siper ile Aşağı Hisar'dan tefrik olunmuştur. Türkler'in ileri gelenleri ve bâzı sanayi erbabı burada ikamet ederler. Duvarlar kaya parçalarıyla, üzerinden araba geçecek kadar kalın yapılmıştır. Zikr olunan iki hisar da yalçın kaya üzerine açılmış bir hendek ile çevrilmiştir. Buradan uzakça bir mahalde Kuzgundere ve Îse-Lepoı ırmakları akar ve üzerlerinde köprüler bina edilmiştir. Rumlar, Ermeniler asıl şehir denilen çevredeki mahallerde sakindir -lr; (çünkü bakiyyesi «Kale» diye adlandırılır ve Hıristiyanların orada ikametleri yasaktır) (Bu memnûiyet eski zamana âit olduğu ihtara muhtaç değildir. Mütercim). Bu mahallelerde sekizbin hâne mevcud olarak, beşyüzü Ermenîler'e aittir. Ermehîler'in haneleri sekiz mahalle teşkil eder. Binbeşyüzü Rumlar'a ve altıbini Müslümanlar'a aittir; onlar da yirmisekiz mahalleye ayrılır. Sultân Ahmed ve Sultân Mahmûd zamanlarında (III. Ahmed ve I. Mahmûd olacaktır) onsekizbin hâne bulunduğu rivayet edilmiştir, Ermenîler'in dört, Rumlar'ın yirmidört kiliseleri OSMANLI TARİHÎ 55 olan Trapezos'dur ki, —bir dağ yokuşu üzerinde vâki kaleyi bugün kuşatmakta olan— surunun şeklinden dolayı bu suretle adlandırılmış olması çok muhtemeldir (49). Trabzon merkeze tâbi olmak üzere bir Sinop Rum müstemlekesi hâlinde iken Ksenoîon'un İran hükümdarı tarafından takip olunarak avdetinde, beraber bulunan onbin Yunanlı'ya misafirperverce bir şekilde kabul göstermiştir. Mitrîdâd'ın Trabzon için ne türlü imâr işlerinde bulunduğu meçhul ise de, Trajan, Adrien, Justinien tarafından yaptırılan tezyinat hâlâ kitabelerden, madalyalardan, liman ve su bendi eserlerinin kalıntılarından istidlal olunmaktadır (50). Trajan'dan beri Kapadokya payitahtı derecesine yükselmiş ve Gotlar’ın denizdeki ilk haydudluklarına hedef olmuştur. Çifte suruna ve on bin muhafızına rağmen bu vahşîlerin ansızın istilâsına uğrayarak yağma ve ahâlîsi katliâm olundu. Gotlar gemilerini aldıkları ganimetlerle doldurdular (51). İstanbul'un Ehl-i Salîb tarafından zaptından sonra Anjeli ve Laskaris hanedanları Epir ve İznik'de Bizans İmparatorluğu enkazı üzerinde hükümrân oldukları zaman, Komnen Hanedanı Trabzon'da tahtlarını kurdular. «İmparator» unvanını alan işbu kudretsiz Trabzon hükümdarları her taraftan, kendilerine nisbetle daha kuvvetli, komşularla çevrili kalarak, sıhriyyet (akrabalık) ile onların himayelerini te’ınîn etmek istediler. Kızlarını yal- (49) (50) (51) vardır; fakat Rum kiliselerinden yalnız yedisi kullanılmaktadır. Bunlardan biri Lazistan Rum Ruhanî Reîsi'nin merkezidir. Beyân olunan mahallelerde dikkate şâyân altı cami vardır kî, biri I. Selîm'in validesinin türbesi yanında binâ olunan îmâret Câmlidir. Mektebi, imareti, matbahı, fırını vardır. İmaretten günde iki defa fukara ve talebeye ekmek verilir. Misafirlerin hayvanları için bir de ahır yapılmıştır. Trabzon'un dükkânları, mağazaları, kârgir bezâzistânı, yolcular için on bâb hânı dahî burada kâindir. Doğusunda dört köşe bir meydan vardır ki, kervanlar orada dururlar; bu meydânın batı tarafında Meydân Camii bulunur. Bu cami Trabzon'un en güzel su menbâmı ve 1791 senesinde vâlî bulunan Gürcü Hacı Abdullah Paşa tarafından inşâ olunmuş bir su fıskiyesini hâvidir. Varoşun denize nazır olan ucunda «Vîrân-Hisar» denilen mevki vardır ki, rivayete göre, vaktiyle Frenkler'in ikametgâhı olmak itibariyle «Frenk Hisar» diye adlandırıhrmış. 1794 senesine doğru Trabzon Vâlîsi Arşmcı-oğlu Ahmed Paşa orada Rumlar'ın hanelerini istîiâ ederek kârgir bir saray yaptırmıştır ki, bugün harabe halindedir. Trabzon limanının derinliği az ve poyraz rüzgârına ma'rûz olduğundan, kış mevsiminde gemiler barınmak için Trabzon'a yakın Platana limanına giderler. «Mumhâne Önü» denilen başlıca iskelesi, moloz iskeleden dalgaların şiddetini kırmak üzere konulmuş kazıklarla tefrik olunmuştur. (Fransızca Müterciminin hâşlyesidir) (Trabzon Vilâyeti'nin daha sonraki taksîmâtı için Kaam,ûsü'l-Â'lâm'a müracaat.). Turnfort, 1, 3, 47, s. 79. Kezalik. Jusim, 1, 1, s. 32, 33; Gibbons, 1, 1, s. 219. 56 HAMME R mz Bizans'a göndermediler; Ak-Koyunlu, Kara-Koyunlu aileleri şehzadeleri içinde de onlara koca aradılar; Timur'un torunlarına ve Lazlar'la Aba-zalar gibi diğer komşu vahşîler (52) ile dahî kızlarını evlendirdiler. Ak-Koyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın zevcesi, Trabzon'un son imparatoru David'in selefi ve biraderi Jan'ın kızıdır ki, bu Jan, Şeyh Erdebelî tarafından şiddetle tazyik olunduğu ve maiyyeti halkı dağılarak yalnız elli kişi ile kalmış olduğu halde, kale içinde mukavemete kudret-yâb olmuştu. İranlı Şeyh çekildi; lâkin Amasya Osmanlı kumandanı Hızır Beğ —ki orada mukîm olan Şehzade Bâyezîd nâmına sancağı idare ederdi— Trabzon'u gafletinden istifâdeyle basarak takriben iki bin esîr alıp götürdü. O zaman Jan, biraderi David'i Osmanlı'nın yeni padişahı II. Mehmed'e göndererek, senelik iki bin duka vergi taahhüdüyle esirleri geri almağa muvaffak oldu (53). David, biraderinin makamına geçince, sallanan Trabzon tahtı üzerinde bekasını o vergiyi te'diyede devam ile te’ınîn edebildi; tâ o zamana kadar ki, dâmâdı Uzun Hasan'ın mağrûrâne müdâhalesi üzerine vergi-alıcısmdan kurtulacak yerde, tahtının yıkıldığını gördü. Sultân Mehmed'in ordu ile Trabzon önlerine vusulünde, haylî gün önce donanma ile gelmiş bulunan Mahmûd Paşa birkaç defâ taarruz ettiyse de, bir neticeye nail olamadı. Pâdişâh, împarator'un hazîneleri ve bendegânı ile birlikte serbestçe çekilip gitmesini ve aksi hâlinde hayatiyle beraber her-şeyi kaybedeceğini kendisine bildirdi (54). Mahmûd Paşa Aynoz (Enez)'da Dimitrius'un refâhiyet ve rahatla vakit geçirdiğini misâl göstererek, İmparatoru bu suretle teslimiyet arzına imâle etmek istediyse de, David bir türlü rızâ göstermemişti. Lâkin Pâdişah'ın gayet kısa olan ihtarı üzerine hemen muvafakat etti (M.İ. 4). İmparator, bir gemiye binerek İstanbul'a gitti; Trabzon da Gelibolu Sancak Beği'nin kumandası altında bulunan Yeniçeri ve Azablar tarafından işgal olundu. Amasya Beği Hızır Beğ Trabzon civarını tasarruf eyledi (55). Trabzon delikanlılarından bir takımı Sipahiler, silâhdarlar, Yeniçeriler arasına alınarak, bir takımı da çadır hizmetine ve Sultân'ın menfur zevklerine tahsis olundular (56). Trabzon İmparatoru kızını Pâdişah'ı tezvîc etmek istedi. Lâkin bu da Dimitrius'un kızı gidi reddolundu. David'in biraderi ve selefi Jan'ın oğlu —ki Bizans tahtının asıl vârisidir— esaret altında bulunduruldu. David'in sekiz oğlun< 52) Halkondilas, 1. 9, s. 145, Bale basımı. Halkondilas «Abazalarn «Cabo-ezitoeb diye isimlendirir. (53) Halkondilas, 1, 9, 147; Dukas, 1, 42, s. 177. (54) Dukas, 1, 45 s. 194. Dukas'da Pâdişâhın kısa ihtarı Halkondilas'da (s. 156) Mahmûd Paşa’nın uzun nutkundan ziyâde Türkler'in asıl fikrine muvafıktır. (55) Halkondilas, s. 156 ve 157. (56) Halkondilas, t. 157. (Bu söz, Halkondüas'ın garazı eseridir. Mütercim.) OSMANLI TARİHİ 57 dan en küçüğü Edirne'de babalarının dinini terk ile İslâmiyet'i kabul etti. Bizans İmparatorluğu'nun son iki prensi olan Paleolog Dimitrius ve Komnen David —ki ikisi de hükümdarlıklarından ayrılarak, gâliblerinin merhameti sayesinde hayatlarını muhafaza etmekteydiler-— Edirne sarayında hâk-i pây-i şahaneye yüz sürerken birbirleriyle karşılaşmışlardır. Bunlardan Paleolog Dimitrius Aynoz (Enez)'da, Komnen David Siroz'da ikame edilmişlerdi. Daha sonraları Paleolog İmparatorluk kisvesi hayâllerini unutmak için ruhbâniyyet elbisesine büründü. Komnen'in ve ailesinin düçâr olduğu cezadan bu suretle kurtularak yaşadı. Komnen'e gelince; Uzun Hasan'ın zevcesi bulunan yeğeninin —sabık İmparator'un oğullarından birini, yâhud amcası Aleksi'yi kendi yanma davet ettiğini bildiren— Dâvid'e göndermiş olduğu mektubun verdiği şüphe üzerine Sultân Mehmed bütün Komnenler'i Edirne'de zincire vurdurdu ve ondan sonra da bu eski hükümdar ailesinin cümlesi İstanbul'da îdâm edildi. David, kardeşi Aleksi, selefi Jan'ın çocuk yaştaki oğlu olan yeğeni, David'in yedi oğlu cellâd satırı altında hayatlarını terkettiler (57). Yalnız sekizinci oğlu Müslüman olduğu için hayâtını muhafaza etmiş (58) ve babasının Pâdişâhla evlendirmek emelinde bulunduğu Prenses Anna harem-i sultanîye girerek (59) fakat Hıristiyanlık'ta kalmıştır. Sonraları bu prenses, Hıristiyan dinini muhafaza ettiği halde Tesalya Valisi Zağanos Paşa ile, daha sonra İslâm'ı kabul ederek Evranos-zâdeler'den biriyle izdivaç eylemiştir (60). David'in sarayındaki başlıca zabitlerin ve hükümet memurlarının oğulları Yeniçeriliğe, yâhud saray hademeliğine alındılar; Pâdişâh, genç kızları oğullarına, yâhud hademesine hediye etti, bir takımını da esîr olmak üzere hareme almış ve sonraları bunlardan bâzılarını ev-lendirmiştir (61). Trabzon hükümdarlık hanedanı âzasından yalnız biri —ki Kantakuzen ailesinden bulunan İmparatoriçe Eleni'dir— kuvvet ve cesaretle meşakkatlere tahammül etmiş ve Mâkaabeler'in (62) validesi gibi şân ile hayâtını terketmiştir. îdâm olunan Komnen ailesi cesedlerin-den köpeklere, yırtıcı kuşlara yemeklik olması hakkında çıkan zalimane irâdeye rağmen, yüzüne kalın bir örtü örterek ve eline bir kazma alarak siyâsetgâha (yâni idamın infaz edildiği yere) gelmiş, bir çukur kazarak (57) (58) (59) (60) (61) (62) Halkondilas, 1, 9. 157; Spandojino, s. 47. Spandojino, s: 47. Halkondilas, s. 157 ve 168. Bunu iki defa yazdığı cihetle, Spandojino'dan ziyâde itimâda şayandır. Halkondilas, s. 167. Türk-Rum Târihi sahihinin zannı gibi, muallim-i sultanî ile İzdivaç etmiş değildir. Halkondilas, 1, 9, s. 158. Makaabeler, İsrailli yedi kardeşlerdir ki, seleflerinin günlerinde putlara ibâdet etmedikleri için vâlideleriyle birlikte îdâm edilmişlerdir. Hammer' in teşbihinde taassup kokusu vardır. Mütercim. 58 HAMMER muhabbetlerine bütün hassasiyetini tahsis ettiği evlâdının na'şları üzerinden akşama kadar köpekleri ve yırtıcı kuşları kovmuş ve gece on na'şı defnetmiştir. Bu kadın bir müddet sonra büyük kederler içinde hayattan çekildi ve makberde evlâdını takip etti. Batıda olduğu gibi Do-ğu'da dahî Bizans hükümdarlık nesli bu suretle yok olarak, hacâlet içinde kaybolarak ve kana boğularak yok olmuş ve Bizans Devleti gerek Avrupa'da, gerek Asya'da —Kostantiniyye fethinden beri «Hâkimü'l-Berreyn ve'l-Bahreyn» (İki Karanın ve İki Denizin Hâkimi) unvanını kendilerine tahsis etmiş olan— Sultân Mehmed'in hükümranlığı dâiresine girmiştir. Pâdişâh, Trabzon seferinden döner dönmez, Eflâk Voyvodası Vlad tarafından harb meydânına davet olunmuştur. Bu voyvoda II. Mehmed'den daha mahir ve gaddar bir zâlimdi (63). Macaristan, Eflâk ve Türkiye vekayînâmeleri —korkunç tabiatını oldukça gösteren— üç muhtelif nâm ile yâd ederler. Vlad, Macarlar tarafından umumiyetle «Drakul» (Şeytân», Ulahlar tarafından «Çpelpuç» (Cellâd), Türkler tarafından «Kazıklı Voyvoda» (64) diye isimlendirilmiştir. Yılanca vahşeti hakkında bir fikir hâsıl etmeğe kifayet etmek üzere, şu birkaç vak'ayı nakledeceğiz: En sevdiği temâşâ, kazık işkencesi idi; bilhassa kazıklara vurulmuş ve işkencelerle can vermekte olan Türkler'in teşkil etmiş oldukları kalın bir dâirenin ortasında sarayının halkiyle birlikte yemek yemekten pek büyük haz duyardı (65). Eline Türk esirleri geçince, ayaklarındaki derinin yüzülmesini ve meydana çıkan kırmızı etlerin tuz ile oğuşturulma-sını ve ondan sonra elem ve azabın artması için keçilere yalattırılma-sını emrederdi (66). Kendisine gönderilen Osmanlı elçileri başları açık olarak kendilerini tanıtmak protokolünden istinkâf etmeleriyle, babalarının âdetlerine uygun olarak ve daha kuvvetli bir surette başlarında durması için sarıklarını üçer çivi ile başlarına çaktırmıştır. Bir gün memleketin bütün dilencilerini büyük bir ziyafete çağırarak, iyice doyurduktan sonra, sofra masasını ateşlettirip hepsini yakmıştır. Bir defa da bir takım zavallı kadınların memelerini kestirerek, onların yerine çocuklarının başlarını yapıştırtmıştır. Çocukları validelerinin ateşte kızartılmış etlerini yemeğe icbar etmiştir. İnsanları sebze gibi doğramak ve çömlek içinde pişirip kaynatmak için husûsî usûller icâd etmiştir. Birgün eşek üzerinde tesadüf ettiği bir papası, eşekle beraber kazıklatmıştır. Başkasının malı(63) (64) (65) (66) Voyvodanın işlediği şen'îlikler ite Fâtih'in işleri arasında asla münâsebet olmadığından, bu kıyâsı kat'iyyen reddederiz. Mütercim. Birinci cilddeki bir haşiyede bu unvanın başkasına atfı yanlışlık eseridir. Mütercim. Bonfinius, Aşere 3, 1, 10, s. 532; Engel, Eflâk Târihi, s. 178 ve mukaddimesinde, 1 22. Bonfinius s. 352; Engel, s. 178 ve mukaddimesinde, 22. OSMANLI TARİHİ 59 na el dokundurulmamasmı va'z etmiş olan bir rahip, sofrada DrakuTun kendisine ayırdığı bir ekmek parçasını almış olmasından dolayı, hemen orada kazığa vurulmuştur. Sevgililerinden biri kendisini yanlışlıkla hâmile zannetmesi üzerine, canavar bizzat kadının karnını varmıştır. En büyük şenlikleri, birçok adamları birden işkenceye koymaktı. Lisan öğrenmek için Eflâk'a gönderilmiş olan dörtyüz Macaristan ve Transilvanya delikanlılarının hepsini birden ateşte yakmıştır. Altıyüz Bohemya tacirini pazar yerinde kazığa vurdurmuştur. Asilzâdegândan kendisince şüpheli görünen beşyüz kişi —bulundukları kazadaki ahâlînin doğru bir defterini vermemiş oldukları bahanesiyle— yine o cezaya uğramışlardır (67). Fakat bunların cümlesi Osmanlılar'ın aleyhindeki muharebesinde Bulgaristan ahâlîsi hakkında yapmış olduğu katliâma nisbetle hiçbirşey hükmündedir. Bu kandökücü, Eflâk hükümetine Sultân Mehmed'in yardımiyle nail olarak, erkek, kadın, çocuk yirmibinden ziyâde insanın az vakit içinde telef edilmesi suretiyle kuvvetini te'yîd etmişti (68). Pâdişâh onun mezâlimi için değil, MatyasKorvinos'a elçiler gönderdiği ve hazîneye senelik onbin duka vergiyi te'diyeye hazır olduğunu beyân ederek ve fakat bundan başka talep olunan beşyüz delikanlıyı göndermekten ve bizzat Bâb-ı Hümâyûn'a gelmekten imtina etmiş olduğu için hükümetini yıkmak istiyordu (69). Vlad'ın ele geçirmesine müsâid bulunmuş olan Eflak'ı da, onun biraderi Radul'e vermek arzusundaydı (70). Bu Radul, kardeşinin hükümetini alabilmek için II. Mehmed'in menfurca arzularına teslimiyet göstermek şenaatinde bulunmuştur (71). Pâdişâh bunu en ziyâde şunun için severdi ki, delikanlı evvelâ elindeki kılıçla kendini müdâfaa etmişti; fakat ikbâl hırsı sonraları II. Mehmed'in açıktan açığa mahbûbu olmasına karar verdirmiştir (72-73). Vlad'ı itaat altına almak için, Pâdişâh evvelâ —II. Murad'ın şarabdârı olup daha sonraları donanma kapdânı ve (67) (68) (69) (70) (71) (72) (73) Osmanlı elçilerini kazıklara vurdurmaktan başlıyarak buraya kadar zik-rolunan on vahşîliğin me'hazı Engel'in Eflâk Târihi Mukaddimesi ve Târihi ve bilhassa Mukaddimede ve Târihde eski Sakson yazılarıdır. Mukaddime, 22, s. 76, 77, 78, 79; Târih, 178. Halkondilas, 1, 9, s. 153 (866/1461). Halkondilas ve Dukas, 1, 45, 194. Halkondilas ve Dukas. «Cum enim amore ardens puerum vocaret adcoitum.» Halkondilas. s. 158. «Non multo post rediit in Januas regis ejusque concubinus factus est.» Halkondilas, kezalik. Hammer, bu iki fıkranın me'hazını göstermek için Halkondilas’ın Rumca'dan Lâtince'ye tercüme edilmiş olan târihinin fıkralarını aynen naklediyor; fakat Halkondilas’ın bu rivayeti asla itimâda şâyân olamaz. O asrın Yunanî müverrihleri Kostantaniyye'yi fethetmiş olan Sultân Mehmed'in aleyhinde idiler. Mütercim. 60 HAMME R Mora valisi ve en son olarak da Vidin valisi olan —Çakırcı Hamza Pa-şa'yı— ve eskiden Katabolinus ve şimdi Yûnus Beğ denilen Rum'dan dönme kâtibiyle beraber' gönderdi (74). Bu iki adam Voyvoda'yı bir görüşmeye davet ettiler. Maksadİarı hiyle ile kendisim ellerine geçirmek idi. Vlad ise niyetlerini keşfedip maiyyetleriyle beraber eline geçirerek, ayaklarını ve ellerini kestikten sonra, hepsini kazığa vurdu; fakat Pa-şa'ya şerefli bir mevki verdi: yâni, diğerlerinden daha yüksek bir kazığa vurdurdu. Drakul, bu imtiyazı eskiden kendi maiyyetinden biri hakkında da kullanmıştı: Bir yaz günü, kazığa vurulmuş birçok insanların içinden ikisi beraber geçerken, maiyyetinde bulundurduğu şahıs bu cesedler-den intişâr eden kokuya nasıl tahammül ettiğini sormuştu; Voyvoda onu derhâl — kokudan muztarib olmasın diye— daha yüksek bir kazığa vur-durmuştur (75). Kazıklı Voyvoda, Pâdişah'ın teşebbüsüne hiddetlenerek Hamza Paşa ile Yûnus Beğ'in İdamından sonra, Bulgaristan'ı istilâ suretiyle muhâsa-maya başladı. Memleketi harâb ettikten, yolu üzerindeki kasaba ve köyleri yaktıktan sonra —arkasında jdrmibeşbin esîr bulunduğu halde— (76) Tuna'dan geçerek Eflâk'a döndü. Sadrâzam Mahmûd Paşa, elçinin fecî ölümünü ve Bulgaristan'ın tahribini arzetmeğe geldiği zaman II. Mehmed, bunun ilk hiddetiyle Mahmûd Paşa'ya vurmuştu. Halkondilas’ın mütalâasına göre, «Pâdişâhların kapısında — zilletin en aşağı noktasından ikbâlin en yüksek mertebesine çıkardıkları kulları için— dayak yemek utanmayı icâb ettirecek birşey değildir.» (77) Sultân Mehmed derhâl Kostanti-niyye fethindeki miktara muâdil olarak ikiyüzellibin tahmin olunan (78) ordusunu toplamak için bütün vilâyetlere tatarlar çıkardı. Sadrâzam iki-yüzbin kişi ile Tuna üzerine ilerledi. Pâdişâh vuku bulan tahkirin intikamının alınmasında bizzat bulunmak isteyerek, yirmibeş kadırga ve yüzelli diğer sefine ile Karadeniz'i geçip Vidin'e kadar Tuna'dan yukarı çıktı. O zaman geniş ticaretiyle çok meşhur olan îbrâil (Braillabus) ile Osmanlı askerlerinin yol güzergâhında bulunan şehirler kül hâline geldi. Drakul. Eflâk kazaları kadınlarından ve çocuklarından bir takımını Pra-şova'ya (Kronştad), bir takımım memleketi setr eden ormanlara gönderdi. Ordusunu iki fırkaya böldü (79); birincisini —Osmanlılarla ittifak ederek bir müddet Kilya'yı muhasara etmiş ve muvaffak olamaması üzerine Eflâk üzerine atılıp, geçtiği yerleri kan ve ateşe gark etmiş olan— (74) (75) (76) (77) (78) (79) Neşrî, İdrîs, Âlî. Engel'in târihi mukaddimesinde Sakson eskiyazısı. Halkondilas, 9, 159 ve Engel, a.g.e., s. 79. Halkondilas, 1, 9, 159. Kezaük s. 160. Dukas, 45, s. 194, Osmanlı ordusunu ancak yüzelli bin olarak zikreder. Osmanlı müverrihleri Drakul'un ordusunu yüzbine çıkarırlar. Alî, II. Mehmed Saltanatının Onbeşinci Bâb'ı ve Halkondilas. OSMANLI TARİHİ 61 Moldavya Prensi üzerine sevk etti; yedi, yâhud onbin kişi kadar olan ikinci fırka ile de (80) Osmanlı ordusuna karşı yürüdü. Drakul, kıyafet değiştirerek bizzat Pâdişah'ın askeri arasına girerek, dikkatli bir keşiften sonra, bir gece baskını tasavvurunda bulundu. Türkler'in gece vakti her ne olursa olsun yerlerinden kımıldanmamak âdetinde bulunmaları, kendisini ümidvâr ediyordu. Drakul'un süvarileri fenerler, fanuslar tedârik etmiş oldukları halde Osmanlı ordusunun üzerine düştüler. Türkler bir heyecana tutularak, hiçbir harekete muktedir olamıyorlardı. Vlad’ın maksadı doğrudan doğruya Pâdişah'ın çadırına gitmekti. Lâkin yanılarak Sadrâzam ile İshâk Paşa’nın çadırlarına taarruz ederek; insanlardan ziyâde atları, develeri Öldürdü. Bu sırada ise Osmanlı süvarisi atlanmış idiler. Eflâklılar Sultân'ın çadırına vardıkları zaman, Yeniçerilerin müdâfaaya hazır olduklarını gördüler (81). Aniden vuku bulan ilk hücumun verdiği intizamsızlığa rağmen, Osmanlı ordusu harb saflarını kurmağa muvaffak olmuştu. Sağ cenâhda eski Mora Beği Turhan'ın oğlu Ömer Beğ; Evranos-oğlu Ahmed Beğ; Mihâloğlu Alî Beğ, ile Malkoç-oğlu Balı Beğ bulunuyordu. Sol cenâhda, Arnavudluk Beği Nasuh Beğ, Esved Beğ, Mihâl Beğ'in diğer oğlu İskender Beğ vardı (Not; 4). Her iki tarafça büyük bir zayiatı mûcib olmaksızın, sabaha kadar bütün gece karakol muharebeleri devam etti. Güneş doğarken Vlad ric'at etti. Akıncı kumandanlığı ailesinde ırsî olan Alî Beğ, Akıncılarla düşmanı takip edip, bin esîr ile döndü (82). Mehmed, bunları oracıkta îdâm ettirdi. Evvelki gece muharebesinde Osmanlılar'ın eline düşmüş olan bir Eflâklı Sadrâzam Mahmûd Paşa’nın çadırına götürüldü (Not: 5). Esîr, kendisine sorulan ilk suâllere yeterli cevâbı verdi; lâkin Vlad'ın ne taraftan gelmiş, ne tarafa çekilmiş olduğu sorulunca bunları pek iyi bilirse de, hiçbir vakit söylemeyeceği cevâbını verdi; çünkü Drakul'un vahşetinden çok fazla korkuyordu. Ölümle tehdîd olundu; birşey söylememekte ısrar etti. Mahmûd Paşa derhâl tehdidini icra mevkiine koydu; lâkin esirin idamı kararını söylediği sırada, bu âdî nefer için hayretini izhâr etmekten kendisini men' edemi-yerek: — «Eğer bu adam bir ordunun başında bulunsaydı, mutlaka bir büyük şân kazanırdı.» (83) dedi. Vlad sanki sihirli bir güç ile ortadan kaybolduğundan Mehmed, Drakul'un payitahtı üzerine yürüyerek, Eflâk içinde ilerledi. Fakat payitahtı muhasara etmeksizin geçti. Bu şehirden az bir mesafede, bir nehrin su(80) (81) (82) (83) «Biadus habebat equites pauciores quam decern mille. Sunt tamen qui tradunt cum nc-n plures quam septem mille equites ductasse» (İkinci fırkanın miktarının yedibin olduğunu bildiriyor.) Halkondilas. Halkondilas, 9, s. 162. Âlî, Akıncılar'a onbin esîr aldırıyor; fakat idamlarından bahs etmiyor. Halkondilas, 9, s. 162. 62 HAMME R ladığı ovanın başlangıcında kazıklardan bir orman teşekkül etmiş olduğunu görünce nefretini açığa vurmaktan men' edemedi; yarım fersah uzunluğunda bir mesafe içinde, (84) —bir takımı kazığa vurulmuş, bir takımı çarmıha gerilmiş— yirmi bin Türk ve Bulgar bulunuyordu. Bunların ortasında ve diğer kazıklardan daha uzun bir kazık üzerinde —ipek ve erguvânî en güzel elbisesini giymiş olarak— Hamza Paşa'nın (85) cesedi hâlâ tefrik edilebiliyordu. Anaların yanında çocuklar görülüyordu ki, kuşlar bağırsaklarının üzerine yuva kurmuşlardı (86). Bu dehşet verici manzarayı görünce Pâdişâh (87) : — «Bu kadar büyük işler yapmış, tebeasını ve kuvvetini bu kadar iyi bir surette kullanmış olan bir adamı memleketinden çıkarmak muhaldir.» dedi. Lâkin gizli düşüncelerini bu şekilde ortaya çıkarmış olmasından dolayı, korkuya kapılmış olması gerektir ki, müteakiben: — «Bu kadar cinayetler yapan bir adam şâyân-ı hürmet değildir» (88-89) sözlerini ilâve etti. Vlad, arazînin durumuna olan bilgisi sayesinde —kâh bir tarafta, kâh başka tarafta görünerek— Mehmed'in ordusunu hareket hâlinde bulunduğu yollarda mütemadiyen rahatsız etti. Lâkin nihayet Osmanlılar'a karşı müdâfaa için memlekette ancak altıbin kişi bırakabilerek, Moldavya tarafına çekilmeğe mecbur oldu. Bu bir avuç süvârî Turhan-oğlu Ömer Beğ'e karşı aşırı derecede bir şecaatle muharebe ettilerse de, nihayet galebe sayı üstünlüğünde görünerek, Ömer Beğ — askerin mızraklarına saplanmış— iki bin Eflâklı başı tuhfesiyle (hediyesiyle) ordugâha döndü. Pâdişâh, hizmetine mükâfâten Ömer Beğ'e Tesalya Beğliği'ni verdi. Osmanlı süvarileri karşılarında döğüşecek ordu bulamadıklarından, birçok fırkalara ayrılarak ve bütün Eflâk'a yayılarak ikiyüzbine yakın at ve yük hayvanı getirdiler. Drakul, Moldavya hududu üzerindeki mevkiini terke mecbur olarak, Macaristan'a çekilmişti. Kendisi, Matyas Korvinos'dan yardım talep etmiş ve bu ümîdle oraya gitmiş olduğu halde, Matyas, Voy(84) (85) (86) (87) (88) (89) Ondört sitad uzunluğunda ve yedi sitad genişliğinde. Halkondilas. Dukas, 45, s. 195. «Volucres nidos fecerant in inferioribus eorum.» (Metindeki ifâdenin me* nazıdır) Dukas. «Virum qui tanta patraverit non multi faciendum esse.» (Metindeki ifâdenin aslıdır). Rum müverrihlerinin garezinden dolayı yazdıklarıdır. Mütercim. Rum müverrihinin pâdişâha söylettirdiği bu sözlerin birinci parçası sırf hayâl eseri olduğunda şüphe olmadığı gibi, Kazıklı Voyvoda ordusuna isnâd ettiği şecaat dahî hayalî olacaktır. Bu sefer hakkında bizim müverrihlerin ifâdeleri Mütercimin İlâveleri kısmında hulâsa edilecektir. Mütercim. OSMANLI TARİHİ 63 voda'yı Ofen'de, yâhud Belgrad'da mahbese kapattırdı. Sultân Mehmed, iki kardeş fırkası muharebesi demek olan bu seferden yorularak iltifat-gerdesi Radul'u Eflâk Voyvodalığı makamına oturmak emriyle Akıncı kumandanı Alî Beği bırakıp, kendisi İstanbul'a teveccüh etti (90). Radul, senelik onbin duka vergi vererek, on sene hüküm sürdü (91). Lâkin bu prensin kazaen vefatı üzerine Vlad mahbesinden kaçarak, yâhud bırakılarak, Eflâk üzerinde kanlı bir yıldız gibi yine göründü. İki sene sonra bir köle, insaniyetin yüzkarası ve belâsı olan bu canavardan yeryüzünü müebbeden kurtardı (92). Türkler bunun başını zafer alâmeti olmak üzere bütün beldelerde dolaştırdılar. Vakıa I. Mehmed, elli sene önce Eflâk'ı vergi altına almış ve bunun te'diyesini te’ınîn için Yerkökü (bazılarınca Yerköyü Hzln) (Not: 6) kalesini inşâ etmişse de, Osmanlı Pâdişâhları ancak Vlad'ın ölümünden beri kendilerini Eflâk'ın sahibi addederler. Sultân II. Mehmed Eflâk seferinden dönüşünde, 866/1462 yaz mevsiminin nihayetine doğru Lesbos'un fethine yürüdü ve kışın girişinden evvel adayı Osmanlı memleketlerine ilhak etti. Lesbos (ki idare merkezi olan Mitilen şehrinin isminden dolayı Türkler «Midillü», «Midilli» adını verirler) İmparator I. Jan Paleolog tarafından —Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz; Ege Adaları)'i Katalan deniz haydudlarından temizlemek için imparatorluğa vâki olan hizmetine mükâfaten— Gattelosio nâmındaki zengin bir Ceneviz ailesine verilmişti. Bu aile —coğrafî mevkileri iktizâsm-ca Midilli'ye bağlı görünen— Aynoz (Enez: İnoz) beldesiyle İmroz, Taşoz, Limni, Semâdirek adalarını hissettirmeksizin tasarrufu altına aldı. Midilli adası Türkler'in Adalar Denizi'nde cevelân etmelerinden defalarca müteessir olmuştu: Orhan zamanında (93) İyoni (İyonya) sahili beği Umur Beğ tarafından Tahrîb edildi; I. Murad zamanında Yeniçeri zabiti Yûnus Beğ Molyuva (Molva) denilen Molibos (94) kasabasını muhasara etmişse de, ele geçiremedi; II. Murad zamanında, Osmanlı Devleti'nin birinci amirali Balta-oğlu —ki Boğaziçi'nin bir köyü, nâmını haleflerine naklet-miştir— Kalona (Kaluniye) (eski Pirha) müstahkem şehrini zaptettikten sonra, Midilli Adasını tahrîb etti (95). Hamza Paşa ile Yûnus Paşa'nın teşebbüslerinden yukarıda bahsetmiştik. Vekayini yazmakla meşgul olduğumuz zamandan yedi sene önce, Nikola Gattelosio adanın hükümdarlı(90) (91) (92) (93) (94) (95) Halkondilas, 9, nihayete doğru; Neşrî, varak: 213. Solak-zâde, varak: 55. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, s. 215-222, Dokuzuncu Bâb. İdrîs, varak: 106-110. Âşık Paşa-zâde'ye nazaran (Vatikan Kütb. elyazısı) Vlad'ın oğlu babasının yerine geçmiştir. Dukas, 45, s. 194. Del Şivrö'ye nazaran (s. 177), onikibin duka. Engel, Eflâk Târihi, s. 179. Pahimares, 4, 19, s. 237; 5, 26, s. 312. Halkondilas, 10, İlk kitapta. Halkondilas. 64 HAMME R ğını —Ceneviz Batista'nın yardımiyle.— büyük kardeşi Dominik Gate-losio'dan zorla alarak onu boğmuştu. Mehmed, Ada’nın yeni dukasının bir cinayetle tahta mâlik olmasına asla ehemmiyet vermiyerek, yeni duka'run İzladi Boğazı'nda arzetmeğe geldiği vergi ile ta'zîmâtı kabul etti. Lakin Nikola'nın Aragan deniz haydudlarıyla ittifak etmesi ve onların haı(ketlerinden hâsıl olan tehlikelere ve menfaatlere iştirak etmesi hiddetini celbetmiş olduğundan, o zaman Dominik'in idamından dolayı intikam almayı düşündü (96). Bununla beraber, kardeşini öldüren Cenevizliye karşı, II. Mehmed'in ortaya koyduğu bu sebep —Ada'ya taarruza hakkaniyet sureti vermek üzere— düşünülmüş âdi bir bahaneden ibaret idi. Altmış kadırga ve yedi gemi (97) —ki bunlara birçok top ve havanlar ile ikibin taş gülle yüklenmişti— Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın emri altında Midilli'ye gittiler. Mehmed, birkaç bin Yeniçeri'yi bizzat, Ada'-daki dağ silsilesinin güneyinde bulunan Asos ovasına sevk etti (98). Pâdişâh, Asos'dan Edremiti, yâni Edremid (Adramitum) ve Kemer (Kuri-fas) üzerinden Ayazma'ya giderek oradan Midilli Adası'na geçti ve mukabilinde ma’ınûr arazî vereceğini vaad ederek emaret ve payitahtını teslîm etmesini Duka'ya ihtar etti. Nikola, şehri müdâafaya hazır tutarak ve birçok topları olmasına, beldenin istihkâmlarına, mükemmel surette techîz edilmiş beşbin askerine, erkek, kadın, çocuk yirmibine varan nüfûsa mağrûren Türk elçisine: — «Kendisi hayatta kaldığı müddetçe Ada ve payitahtına hıyanet ile teslîm edemiyeceği» cevâbını verdi (99). Bu cevâb üzerine Pâdişâh muhasaranın idaresini vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya vererek Anadolu'ya avdet etti. Mahmûd Paşa yirmiyedi gün şehri topa tuttu. Nikola, askerinin kahramanca müdâfaasına rağmen, şehrin Melanodiun denilen kulelerden birçoğunun artık toprak yığını hâline geldiğini görerek (100) ve muhafızlarla korsanların huruç hareketlerinde dâima zâyiât vererek döndüklerine bakarak, Mehmed tarafından teklif olunan şartlarla teslîm olacağını Sadrâzama bildirdi. Mahmûd Paşa derhâl Pâdişah'a bir posta tatarı gönderdi. II. Mehmed, hemen Midilli'ye döndü ve Duka tarafından arz olunan ahidnâmeyi kabul etti (101). Nikola, ağlayarak Pâdişah'ın ayaklarına kapanıp ilk ihtar üzerine teslîm olmamış olmasından afvını istirham etti. Pâdişâh, ihtiyatsızlıkla, hiffetle hareket etmiş olduğu için Du-ka'yı tevbîh etti. Bununla beraber hernekadar itaatte te'hîr etmişse de hayât ve mallarının emniyet altında bulunduğunu teselli sadedinde be(96) (97) (98) (99) (100) (101) Kezalik 10, s. 166. Dukas, s. 195. Halkondilas'a göre yirmibeş kadırga ve yüzden fazla gemi. Halkondilas'da Essipedon. Dukas, s. 195. Dukas. Halkondilas, varak: 166. OSMANLI TARİHİ 65 yân etti; lâkin Osmanlı askerini Ada’nın başlıca şehirlerine Duka'nın bizzat yerleştirmesini istedi. II. Mehmed, Midilli şehrine ikiyüz Yeniçeri muhafız bıraktı; beldede bulunan üçyüz korsanı —Mahmûd Paşanın ve kendisinin vaadleri askerin hayât ve mallarının te’ıniniyle tamamen ifâ edilmiş olduğunu bildirerek— ikiye böldürmek suretiyle îdâm ettirdi (102). Midilli sakinlerini üç sınıfa taksim etti: Fukaradan ibaret olan birinci sınıf şehirde kalacaktı; orta sınıf esîr olarak Yeniçerilere verildi; zenginlerin teşkil ettiği üçüncü sınıf İstanbul'a gönderildi. Asil ailelerden kendisi için sekizyüz kız ve delikanlı ayırdı. Son Trabzon İmparatorunun amcası Komnen Aleksias'ın dul zevcesi —ki o zamanın en güzel kadını idi— harem-i sultanîye alınmak şerefine lâyık görülerek, oğluna da iltifatkârca muamele edildi. İmparator David'in dul kızı Anna Makedonya Beği'yle evlendirildi (104). Midilli Dukası'yla onun yeğeni ve Dominik'in katlinde suç ortağı olan eski Aynos (İnos: Enez olmalıdır) hâkimi Luçio serbest bırakıldı. Sultân Mehmed, kardeş öldürmek ve silâhlı isyanda bulunmak cinayetlerini affedebilmişti; fakat nazarında büyük suç olan başka bir mes'ele, bu iki Cenevizli'nin itaatini faydasız bıraktı. Bir iç-oğlanı saraydan kaçarak Midilli'ye iltica etmiş ve Midilli Dukası onu Hıristiyan yaparak kendisine nedim ittihaz etmişti (105). Saray'da unutulmuş olan bu delikanlı, Midilli'nin teslim olmasından sonra, Sultân Mehmed'in seçtiği diğer iç-oğlanlarına karışarak saraya geldi; fakat eski arkadaşları tarafından bilindi. Pâdişah'ın bundan haberi oldu; halbuki her-şeyi affedebilir, fakat hademesine göz dikilmesini asla affedemezdi. Derhâl Midilli Dukası'nı ve yeğenini hapsettirdi. Bunlar Müslüman olarak ve alenî surette sünnet edilip kaftan giyerek mahbesten çıktılar. Lâkin dîn değiştirmekten de uzun müddet istifâde edemediler; Mehmed, dinlerini birdenbire değiştirmelerinden dolayı daha çok hakarete lâyık görerek, geriye bırakmış olduğu cezayı icra etmekte gecikmedi. Bir müddet sonra ikisi de bir hapishanede boğulmuş olarak bulundular (106-107). (102) Halkondilas. Dukas'ın Mustugizidi tarafından İtalyanca yazılmış ve Sen-Mark Kütp.nde mevcud İtalyanca trc.sine bk. MüntehaMt, c. 5, 19, s. 51. (103) Halkondilas, 1, s. 167. (104) Kezalik. (105) Halkondilas, s. 168. (106) Halkondilas, 10, s. 168. Müntehabât (c. 5, 19, s. 52), bu prenslerin ölümü hakkında başka tafsilât vermez. (107) Bu iç-oğlanı mes'elesinin ne kadar mevsuk olacağını anlamak için rivayet edenin Bizans müverrihi olduğunu ve İstanbulu fethetmesi onların nokta-i nazarına göre en büyük kabahati olan Fâtih hakkında garazkârâ-ne lisan kullandıklarını düşünmek kâfidir. Şurasını da ihtar ederiz ki, Hammer Tarihi, ( : II F.: 5 66 HAMME R İşte Lesbos (Midilli) bu suretle Osmanlılar'ın hükümranlığı dâiresine girmiştir. Bu ada, eskiçağ târihinde tabiî serveti kadar ahâlîsinin de zekâsiyle şöhret bulmuştu. Midilli şarabları, Midilli şarkıları Hellad (108) yortularında bütün şarab ve şarkılara tekaddüm ederdi. Dalgaların He-ber (109) denize karıştığı yerden Midilli sahiline getirmiş olduğu Orfe'-nin başını dindarca defn etmiş oldukları için Apollon, Lesboslular'ı himâyesi altına almıştı. Safo (Sapho), Alse (Alcee), Terpandır (Terpandre), Arion (Arion) (110) isimleri Yunan tanrılarının Midilliler'e iltifatının işareti olmak üzere bize kadar duyulmuştur. Lesbos, yalnız şâirler ve musikişinaslar değil, hakimler, siyâsîler dahî yetiştirmiştir. Eski Yunan'ın meşhur Yedi Akillerinden biri olan Lesboslu Pitakos memleketini zâlimlerin elinden kurtarmıştır. Epikür ve Aristo Midilli'de felsefelerini öğretirlerdi. Alsibyad ve Trasibul —Midilli'den başkası Lakedemonyalılar'a sâdık olan— Lesbos adası kasabalarının kadîm Yunanistan ile ittifakına çalışmışlardır. Hetmin kasabası, Trasibul'un Lakedemonyalılar aleyhine kazandığı muharebe ile meşhurdur. Jül Sezar, ilk silâhşorluğunu Midilli şehri muhasarasında göstererek erbâb-ı harb arasında mümtaz olmuş ve orada bir neferin hayâtını kurtarmakla «Medenîlik Tâcı»na (Couronne civique) (111) hak kazanmıştır. Farsal muharebesinden sonra Marsellus (Marcellus) Roma'ya gidip de gâlibden merhamet dilenmektense, hayâtını tefekküre hasretmeyi tercihe şâyân görerek, Lisbos'a iltica etmiştir. Eskiçağ târihinin bu hâtıralarından şimdi Türkler'de kalan şey, Lesbos kızlarının aşk serüvenlerine dâir haremlerde muhafaza edilen bâzı hikâyelerden ibarettir. Lâkin toprağının verimliliği, şarabları, zeytin yağı, buğdayı, incirleri eski şöhretlerini korumaktadır (112). Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Ege Adaları) içinde Midilli'den daha geniş olan yalnız Ağrıboz (Eğriboz)' dur. oğlan, kelimesinin eski kullanılışına göre «delikanlı» demek olduğu gibi, «iç-oğanı» sarayda ve muhâfaza-i zâtiyye için istihdam olur delikanlılar demektir. Mütercim. (108) Eskiçağ'da Mora'nın kuzeyinde bir kıt'a. Mütercim (109) Merih'in eski ismi. Mütercim. (110) Sakız, nâm-ı diğer Sabhu, İsa'dan altı asır evvel Lesbos adasının Midilli şehrinde doğmuş bir kadın şâirdir. Alse, yine Midilli şehrinde M.Ö. VH. asırda doğmuş bi r saz şâiridir. Terpandır, kezalik yedi asır evvel yaşamış Lesbos'lu musikişinas bir şâirdir ki rebaba dört tel ilâve etmiştir; Arion da yedi asır önce yaşamış bir şâir ve müzisyendir ki, mûsikî sayesinde bir ölümden kurtulmuştur. Mütercim. (111) Eski Roma'da can kurtaranlara verilen iftihâr tacı. Mütercim. (112) Midilli'nin zeytin mahsûlü Türkler'in zamanında eskisinden oldukça fazla bir miktara ulaşmıştır. Bâzı mahsûl senelerinin zeytinleri beşyüzbin Osmanlı lirası miktarına baliğ olur. Mütercim. OSMANLİ TARİHİ 67 Midilli Adası’nın muhasarası sırasında, Floransalılar —Sen-Mark cumhuru aleyhinde iftirada bulunmuş ve Hıristiyan prenslerinin harb teçhizatım Osmanlılarca haber vermek suretiyle alçakça bir casusluğa tenezzül etmiş olmalarından dolayı— Venedikliler'in zararına olarak, Pâdişah'-dan ticari imtiyazlar te’ıninine muvaffak ve nail olmuşlardır (113) (NOT: 7) (M.İ. 5). Sultân Mehmed, Venedik ve Midilli seferlerini takip eden kış esnasında İstanbul'un tahkim ve tezyin edilmesiyle meşgul oldu. Deniz üzerinde kudret te'sîs etmek emeline düşüncelerini hasretmiş olduğundan birçok gemiler ve İstanbul'da ve memleketlerinin sahillerinin muhtelif noktalarında tersaneler inşâ ettirdi (114). Kostantiniyye'de İmparator Julien'-in yaptırmış olduğu limanı (115) genişletmeğe bilhassa dikkat etti. Anas-tas Dikorus bunu temizlemiş ve sedlerle tahkim etmiş; genç Julien ve zevcesi Sofi'nin şerefine olmak üzere, rıhtım üzerinde bir saray inşâ ettirmişti. Bu liman Fâtih zamanında «Kadırga Limanı» ismini aldı. Sonraları liman kalmamış ise de isim kalmıştır. Sultân Mehmed Helespon üzerinde Sestos ve Abidos (Aydos)'dan az bir mesafede Akdeniz Boğazı kalelerini inşâ ettirdi. Avrupa sahilindeki, «Seddül'-Bahir» şeklinde, fahhârâne bir unvan aldı; Asya sahilindeki —topraktan yapılmış olduğu cihetle— «Çanak Kal'ası» (Çanakkale) şeklinde tevazu ifâde eden bir isimle adlandırıldı. Bu kalelerin her ikisi de büyük çapta otuzar top ile teçhiz edildi ki, gülleleri bir taraftan öbür tarafa ulaşırdı. Bununla beraber, Boğaz'dan ruhsatsız geçmek isteyen gemi mutlaka vurulacaktı. II. Mehmed, bu tedbirleri almakla payitahtını, bilhassa —Cezâir-i Bahr-i Se-fîd sularından ve eski Şark İmparatorluğu'na dâhil bulunan müstemlekelerinin cümlesinden çıkarmağa karar vermiş olduğu— Venedikliler'in taarruzundan masun bulundurmak istemişti. Osmanlı coğrafyacılarının ifâdesine göre, Rumlar'ın «Yunanistan'ın nişanlısı» diye isimlendirdikleri (116) Üsküb (Skopi) şehrinde dahî Vardar (Aksius) nehri üzerinde kulelerle korunan bir köprü binâ ettirdiği gibi, Tunca ve Meriç nehirlerinin birleştikleri yerde bulunan Edirne Sarayı'na da o sırada istihkâm yaptırdı (117). Yine bu aralık —eskiden Ayasofya Kilisesi ve İmparator'un kabri ile beraber İmparator Justinien'in zevcesi Teodora tarafından in(113) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 867 (1462) senesi. Halkondilas, 10, s. 168. (114) Fâtih, herşeye nüfuz eden nazar-ı ihâtasiyle —merkez ile aralarında denizler bulunan mahaller gibi— Adalar'ın da muhafazası donanmaya muh taç olduğunu takdir etmiştir. Mütercim. (115) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 123. Sultân Mehmed üçbin tonluk büyük gemiyi bu limanda inşâ ettirmiştir. (116) Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si. s. 95. (117) Halkondilas, s. 168. 68 HAMME R şâ olunan Havariyyûn Kilisesi'nin (118) bulunduğu mahalde— Câmi-i Kebîrin temelini attırdı. Yedi tepenin ortasında kâin olup diğer mâbedle-rin cümlesine emir ve işaret veriyor gibi görünen bu camiin (Fâtih Camii) mimarı Rum asıllı Hristo Dulas, hizmetine mükâfâten şehrin bir sokağını, ebedîyyen olmak üzere, bütünüyle almıştır. Sultân Mehmed'in bu temlik için verdiği berât üç asır sonra Sultân III. Ahmed tarafından muteber tutulmuş ve o mahallenin Rumlarına kiliselerinin temellük edilmesini sağlamıştır (119). Sultân Mehmed, Venedikliler'e harb ilân etmezden evvel Adriyatik sahilinde bulunan o mağrur cumhuriyetçilere ianeye muktedir olamayacak bir hâle getirmeyi, ihtiyata muvafık gördü. İlkbaharın girmesiyle (868/1463) yeni fetihlerde bulunmak üzere, yüzelli bin kişilik bir ordu ile, memleketlerinin kuzey cihetine mütecevvihen İstanbul'dan hareket etti. Bir sene önce Bosna Kralı'nı vergi altına almak istemişti. Kral, gelen Osmanlı elçisini hazînesine götürerek ve talep olunan parayı (120) göstererek: — «İşte görüyorsun ki para burada hazırdır; lâkin Pâdişah'a göndermek niyetinde hiç değilim: Çünkü benimle muharebeye karar vermiştir, daha ziyâde muvaffakiyetle harb edebilmek ve vatanı terke mecbur kaldığımda refâhiyetle geçinebilmek için paraya ihtiyacım vardır.» (121) demişti. Pâdişâh, bu cevâbı haber alınca, hemen Bosna'ya girmek istedi; lâkin Drakul'un ansızın hücumu ve ısrarla mukavemet etmesi, intikamını ertesi seneye te'hîre mecbur bıraktı. Rumeli ve Anadolu askerlerini topladıktan sonra, hudûd muhafazasına me’ınûr Evranos-torunu İsa'nın ika-mer merkezi olan Üsküb'e gitti (NOT: 8). Vulçetrin'e vardığında Kral'ın Babiça-Ocak kalesinde müdâfaa etmek istediğini haber alması üzerine, Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın ileriye gitmesini emrederek, kendisi de ordunun geri kalan büyük kısmıyla Sırbistan ve Bosna'yı ayıran Drin (Dri-nos; Drina)' ve sol sahilinde yükselen bir dağ üzerinde BabiçaOcak (122) bulunduğu Karayeva (İllirisus) nehirlerini geçerek öncü fırkasını yakından takip etti. Kale, toplardan tazyik görmekle beraber, daha ziyâde kumandanının hıyanetine binâen muhasaranın üçüncü günü teslimiyet gösterdi (19 Haziran 1463) (123). Midilli Adası halkı gibi ahâlîsi üç sınıfa (118) İstanbul ve Boğaziçi, 1, s. 387. (119) Kantemir, Mehmed-i Sânî, «N-N» işaretli haşiye, s. 22 ve Selim-i Evvel, «M M» işaretli haşiye, s. 183. (120) Halkondilas, 10, 170. (121) Neşrî ve Âlî ve İdris'e nazaran, Kral elçiyi habsettirmiştir; hattâ müşaviri tarafından müdâhale edilmemiş olsa idâm ettirecekti. (122) Halkondilas «Dububika» diye adlandırır. '123) Ş’ınek, 147; Lukaris'den naklen. OSMANLI TARİHÎ 69 ayrılarak avam takımı şehirde kaldı; orta takım askere verilerek, en zenginler İstanbul'a gönderildi (124). Mahmûd Paşa, payitahtı olan Yaiça (Ba-biça?) (Gaitia)'ya varmadan evvel Kral'ı ele geçirmek üzere hafif süvârî ile ileri gitmeğe memur oldu. Sadrâzam bu şehre yaklaştıığnda Kral'ın orada durmayarak, batı cihetinde iki merhale daha ötede ve Santa üzerinde Klikus (NOT: 9) kalesine kaçmış olduğunu öğrendi. Şehrin altında, üç kola ayrılıp da geçiş için tam bir kolaylık sağladığı mahalde, Ver-bas nehrinden geçti. Turhân-oğlu Ömer hemen kendini nehre atıp yüzerek geçti ve bu suretle, bütün orduya nümûne-i imtisal oldu. İkinci gün Mahmûd Paşa'nın süvarileri Klikus önünde bulunuyordu. Daha yavaş bir sü^ rette orduyu takip etmekte olan Sultân Mehmed, Yaiça kalesinin düşmesinden sonra itaat arzetmekte birbiriyle yarışan Yaiça şehriyle diğer beldelerin anahtarlarını aldı. Hâk-i pâyine ta'zîmle yüz sürmek için istikbâline gelen Yaiça ahâlîsinin istirhamı üzerine kendi işlerini kendileri görmek müsâadesini ihsan ile beraber kalelerine bir miktar muhafız askeri tâyin ve başlıca ailelerin delikanlılarını kendisine ve kumandanlarına taksim ve tahsis eyledi. Şu sırada Sadrâzam Klikus'un muhasarasına başlamak üzereydi ki, mağlûp olan Kral artık döğüşmeğe muktedir olamadığı için, onüç yaşındaki yeğeniyle birlikte oraya iltica etmişti. Klikus bataklıklarla çevrili olduğundan, bunlardan geçmek pek güç olduğu halde, mevsimin fevkalâde sıcakları bataklığı kurutmuş ve içindeki kamış ve dalları kesmek kolaylaşmıştı. Pâdişâh bunlardan yığınlar yaptırarak şehrin hendeklerine attırdı. Ve sonra ateşe verildi. Ahâlî bundan korkuya kapılarak, kendilerinin ve Kral'ın hayâtını dokunulmamak ve bunun için yemîn edilmek şartıyle itaatlerini arzetmek üzere Sadrâzam'a bir temsilciler hey'eti gönderdiler. Mahmûd, taleplerini kabul ederek, tes-lîm-nâmeyi imza etti. Şâir mahallerde olduğu gibi, sakinler üç kısma taksim ile birincisi yerlerinde bırakıldı, ikincisi askere verildi, üçüncüsü esir olarak İstanbula' götürüldü. Mahmûd Paşa, Kral'ın hayâtına ilişmemek suretiyle yeminini muhafaza etmiş ise de, onu serbest bırakmaya mecburiyet görmeyerek tevkif etti ve yeğeniyle birlikte Pâdişah'ın huzuruna gönderdi (125). Mehmed, Sadrâzam'ının muvafakat gösterdiği teslîm şartlarından hoş-nûd olmadı. Çünkü kendisinin siyâsî kaidesi gereğince, fetholunan memleketlerin hükümranlığı ancak eski hükümdarlar ailesinin yok edilmesiyle mümkün olurdu. Trabzon İmparatoru'nu, Atina ve Midilli Dukalarını idâm ettiği zaman, bu kaideye uygun ^davranmıştı. Sadrâzadının imza ettiği mukavelename, değiştirilemez olmak üzere koyduğu hareket kaidesinden, şimdilik inhiraf etmesini gerektiriyordu; binâenaleyh Kral ve ye(124) Halkondilas, 10, s. 170. (125) Halkondilas, Solak-zâde, Neşrî, İdrîs, Âlî, Sa'dü'd-dîn. 70 HAMME R geni (126) ordunun arkasından getiriliyordu. Padişah, Sadrâzam, Tırhala Vâlîsi Turhân-zâde Ömer, herbiri bir fırkanın başında bütün Bosna'yı dolaşarak fetih işini tamamlamakla uğraştıkları sırada, üç küçük Bosna prensleri —ki Kostantin, Kovac, Pol (NOT: 10) isimleriyle mârufturlar— terketmekte oldukları mahallere mukabil diğer yerlerden tâvizler almak şartıyla teslîm olmak için, Sadrâzam'ın nezdine bizzat geldiler. Her arzularına muvafakat gösterildi; fakat Hünkâr'ın niyetlerini ta'yînde al-danmış olduklarını az vakit zarfında anladılar. Az bir müddet sonra —Bosna Kralı gibi— zincire vuruldular. Sultân Mehmed, bu seferinde —ilmî derecesinde taassubiyle meşhur olan— Şeyh Alî-i Bistâmî'yi beraber almıştı. Bu azîz adamın silsile-i nesebi doğrudan doğruya İmâm Fahrü'd-dîn Râzî'ye dayanıyordu. Osmanlı târihinde, «küçük musannif» demek olan «musannifek» (127) unvâniyle meşhurdur ki, henüz pek genç iken te'lîfe başlamış olduğu için bu lâkab verilmiştir. Eserlerinin aded ve meziyyeti kendisini asrının birinci müellifleri sırasına koymuştur. Bosna seferinden yirmi sene Önce, Osmanlı ülkesine gelmek üzere İran'dan hicret etmişti. Ulemânın hâmîsi olan Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa tarafından hüsn-i kabul görerek, onun nâmına Tuhfe-i Mahmûdiyye unvanlı bir eser te'lîf etmiştir. Takvayı şiar edinmiş olan Şeyh, Pâdişah'ın da nazar-ı teveccühünü celbe muvaffak oldu. Sultân Mehmed, Mahmûd Paşa tarafından yenıîn ile tevsik olunan ahid-nâmeyi ibtâl edip de Bosna Kralı hakkındaki hakîkî maksadını icra etmek için İranlı Şeyh'i alet ittihâz etmek istemişti. On sene önce Kostan-tiniyye Fâtihi'yle birlikte bulunan meşâyîh, Peygamber'in silâh arkadaşı olan Eyyûb'un (128) kabrini keşf ederek ve şu suretle hücum edenlerin gayretini artırarak kendisine büyük hizmetler görmüş idiler. Pâdişâh bu defa mutaassıb fakihden daha mühim bir hizmet istiyordu: Müslüman bulunmayan bir adam hakkında Mahmûd Paşa tarafından vâki olan taahhüdü iptal ile cellâdın eline teslîm etmek için, kendisine bir fetva lâzımdı. Bu şekil, halde mevcûd olan bir müşkili ortadan kaldırmış olacağı gibi. yemin ile te’ınîn olunan ahidlerin nasıl iptal olunabileceğini öğrenmekle, gelecekte seleflerine de imtisâle şâyân bir misâl göstermiş olacaktı. Pâdişah'ın açıkça beyân ettiği arzu üzerine Şeyh-i Alim, velî-i nimeti olan Mahmûd Paşa'ya şükran borçlu olduğunu unutarak, istenilen surette fetva verdi. Müdâhenekârlığı, yâhud taassubu kendisini daha ile(126) Osmanlı müverrihlerinin cümlesi, Kral’ın bu yeğenini, kardeşi yaparlar. (127) «Küçük adam» demek olan «merdümek» lâfzında olduğu gibi, sondaki «-k» (kâf) küçültme edatıdır. Mütercim. (128) «Silâh arkadaşı» vasfı Hz. Hâlid'in «Alemdâr-ı Peygamberi» olması zannından dolayıdır. Halbuki, o zât-ı muhterem 2. c.'de işaret olunduğu gibi, «Mihmandâr-ı Peygamberi»dir. Mütercim. I■ OSMANLI TARİHİ 71 ri götürdü: Çünkü hükmün, yânî cellâdlık vazifesinin icrası için de kendini öne sürdü ve hiç olmazsa Pâdişah'ın emri üzerine bunu taahhüd etti (NOT: 11). Sabahla beraber, ordu Bosna'dan hareket etmek üzere emir aldığı sırada, Sultân Mehmed Bosna Kralı’ın huzuruna getirtti. Kral, elîm bir şüphe içinde bulunduğu için yemin ile te’ınîn edilmiş ahidnâme elinde bulunduğu halde göründü. Fetva mucibince ahidnâmenin hükümsüz bulunduğu beyân edilerek, bu kararı vermiş olan müftî, yâni fakîh-i âlim —altmışüç yaşında bir pir olduğu halde— cellâdın kılıcını aldı ve Kral'ın başını bizzat düşürdü (129) (NOT: 12). Üç Bosnalı prens de çadırlarında boğuldular. Yedi asırdan beri Skalovonlar'ın Bizans İmparatorluğu'ndan ayırmış oldukları Bosna, şu suretle, Sırblılar'ın Meriç üzerindeki bozgunluklarından bir asır ve Kostantiniyye'nin fethinden on sene sonra, bir Osmanlı vilâyeti olmuştur. Sancak-beği rütbesine terfi ettirilen Minnet Beğ, yeni fethedilen bu memleketin idaresini aldı (130). Hizmete muktedir olan ahâlînin cümlesi Pâdişâh için ellerine silâh almağa mecbur oldular (131). Otuz bin Bosnalı Yeniçeri gibi hizmet etmek üzere Pâdişah'ın sancakları altında yemîn ettiler. Bu ilk Bosna seferi esnasında başlanılmış ve o seferden sonra Mahmûd Paşa tarafından Mora'da icrasına devam edilmiş olan Venedik seferinden az sonra bahsedeceğimizden, sırada bir vekayî zikrine mahal kalmaması için bu târihten bir sene sonra, yâni 1464 (868) senesinde vukua gelen ikinci Bosna seferini de burada ele alacağız. Matyas Korvinos'un, geçen senenin nihayetine doğru (16 Kânuni-evvel 1463 (132) kanlı bir muhasaradan sonra zaptetmiş olduğu Yaiça'yı tekrar almak için Sultân Mehmed bizzat orada görünmüştü. Bu mevkiin kumandanı Hurrem Beğ ile ikiyüz Osmanlı esîri Kral'ın evlenmek için Ofen şehrine muzaffer bir şekilde girişinde harb hediyesi olarak arkasında bulundurulduğu içindir ki, Pâdişâh kalenin zaptını büyük bir hakaret olarak telâkki etmiştir. Mehmed, fethedilmiş mülkünün bu kadar az bir vakit içinde sukutuna infial ile, kışın geçmesine kadar güçlükle sabr ederek, otuz bin kişilik bir ordu ve birçok topçu ile ve büyük bir sür'atle yetişti. 1464 baharında Yaiça'yı muhasara etti ki, şu tazyik, şehrin üç ay önce Matyas Korvinos tarafından düçâr olduğu muhasaradan az dehşetli olmamıştır. Pâdişâh askerini —birbiri ardınca üç gün zarfında gedikler üzerine yeni kuvvetler sevk olunabilmesi için— onar bin kişilik üç fırkaya taksim etti. Va'd-ü-vaîdde imsak etmeyen Pâdişah'ın hu(129) (130) (131) (132) Bu husus için 14. kitab, Not: 12'ye ve burada Mütercimin izahına bkz. Neşrî, Solak-zâde. Sa'dü'd-dîn. Neşrî, Âşık Paşa-zâde, Vatikan Kütüphanesi el yazısı. Şimek (Schimek), s. 154. ■m S3 ? ■ ■■ ■ 72 HAMMER zûriyie şevke gelen Türkler arsianiar gibi hücuma geçtiler (133). Bir çoğu kalenin bârûsuna (duvarına, burcuna) çıkmıştı. Hattâ bir asker Kor-vinos'un bayrağını oradan kapmak üzere olduğu halde bir Macar, bayrağı kurtarmak için Osmanlı'yı yakalayarak ikisi birlikte kalenin zirvesinden düştüler. Mehmed, ordunun kanını, şecaatini beyhude israf etti; şehri alamayıp, Korvinos'un imdâd kuvvetleriyle yaklaştığı haberi üzerine muhasarayı kaldırdı. Matyas, Bosna'ya duhûlünde Serbertin kalesini zapt ve İzvornik'i muhasara etti. Lâkin îzvornik muhafızları Mahmûd Paşa'nın pek yakında imdada yetişeceğini ümîd ederek Yaiça'nın Macar muhafızları kadar şecaatle mukavemet ettiler. Mahmûd Paşa bütün Rumeli beğlerini, yâni Umur, Evranos-torunu İsâ, Mihâl-oğlu sülâlesinden Alî Beğleri toplayarak, mahsurlara yakında kurtarmağa geleceklerini bildirdi. Mihâl-oğlu Akıncılar'la birlikte görününce Matyas ric'at için o kadar acele emir verdi ki, Macar ordusu toplarını, ağırlıklarını terket-ti (134). Büyük bir sür'atle ve ordunun kısm-ı küllîsiyle yetişmekte olan Mahmûd Paşa birçok esir ve at alarak Kral'ı Sava nehri kenarına kadar takip etti (NOT: 13). îzvornik I■ muhasarasının Matyas tarafından kaldırılmasından iki ay sonra Kral'ın amcası Misel Silaci ile Greguvar La-batan Semendire yakınında Buzaris nâmındaki mevkide Alî ve İskender Beğ kardeşler tarafından kuşatılıp teslimine mecbur bırakılarak, İstanbul'a götürüldüler. Misel Silaci idam olundu; daha önce Varna muharebesinde dahî esîr düştüğü halde firara muvaffak olmuş olan Labatan idâm olunacağı sırada, bir Türk'ün istirhamı üzerine oğluyla beraber affolunarak, külliyetli bir fidye-i necat mukabilinde serbest bırakıldı (135). Bosna seferi açıldığı sırada, yâni 1463/867 baharında idi ki, Mora'da Venediklilerle muharebeye başlanılmıştı. Fakat bu muharebe Bosna seferi gibi az müddet içinde hitâm bulmadı; on altı sene karada, denizde hasara yolaçtı. Bu belâlar ise küçük bir sebeple ortaya çıkmıştı. Atina paşasının bir kölesi onbin akçe alarak Koron'a kaçmış Venedik asilzadelerinden Venedik hükümeti müşaviri Jerom Valareso'nun hanesinde ilti-câgâh bulmuştu. Paşa, esirini istedi. Tanassur etmiş olduğu için iade olunmadı (136). Mora Beği Evranos-oğlu İsâ Venediklinin iadesi talebinin red(133) Bonfinius, Aşere 3, 40, s. 534. 535. (134) Bratutu'da Sa'dü'd-din, 3, s. 237. ( 1 3 5 ) Bonfinius, Aşere 4, s. 544 ve 582. < 136) Daro, Venedik Târihi, 2. s. 443: Paris'te Millî Kütüphâne'de 9960 numarada 1457'den 1500 Senesine Kadar Venedik Tâirlhi. Lakin gerek Daro, gerek Lojiye bu muharebe için en iyi me'haz olan Lettre d'un segretamio del Sigrnor Sigismondo malatesta delle cos o fatte in Morea per Mohammed II, Collection de Sansovüıo, (II Mehmed'in Mora'da muharebesine dâir Senyör Sigismondo Malatesta'nin bir kâtibi tarafından yazılmış mektup; ki Sanvovino'nun kolleksiyonunda mevcuttur) adlı me'haza müracaat etmemişlerdir. OSMANLI TARİHÎ 73 dinden dolayı intikam almak için Argos önünde göründü. Şehir mezheb ayrılığı taassubuyle Lâtinler'in istilâsına Türk istilâsını tercih eden Rum papaslarından birinin hıyânetiyle teslîm olundu (137). Bir taraftan da Tur-hân-oğlu Ömer Lepanto (Nopaktos) havalisindeki Venedik arazîsini işgal ve başka bir Türk fırkası Modon mıntıkasını tahrîb etti. Bu taarruzlar üzerine Venedik Osmanlı Devleti'ne harb ilân etti. Lu-icci Loredano deniz kuvvetlerinin umûmî kapdânı tâyîn olunarak, o sıralarda Venedikliler elinde bulunan Ağrıboz (Negrepon, eski adı Obe) sularına gönderildi; Bertoldo Desta kara ordusu başkumandanlığına nasb edildi. Venedik donanması yirmibeş kadırga ile oniki diğer gemiden mürekkep idi. İkibin İtalyan süvârîsiyle Girid'e iltica etmiş olan dörtbin er-bâb-ı şirret —ki Venedik Senatosu kendilerine tam bir umûmî af va'd etmişti— muharebeden ziyâde memleketi isyan ettirmek için Mora'ya çıkarıldılar. Bertoldo dahî, bir taraftan —Haçlılar tarafından müessir surette yardıma mazhar olacaklarını ümîd ettirerek— ahâlîyi teşcî'den hâlî kalmadı. Az bir müddet içinde Spart, Tenaros, Epidamnos, Arkadi, Atina ahâlîsi tamâmiyle isyan hâline geldi. Loredano Napoli Di Romania'ya, yâni Monambazia (Malvaziya)'ya buğday verdi; çünkü bu kazâ dağlık olduğundan zahireleri az olurdu. Monambaziya'ya otuz mil mesafede bulunan Vatika kalesini aldıktan sonra, Napoli'ye dönerek mayıs, haziran, temmuz aylarında Cezâir-i Bahr-i Sefîd'i dolaşıp 1463 Ağustos'unun birinde yine Napoli'ye geldi. Bertoldo kara askeriyle orada Loredano'ya muntazır idi (138). Bunlar fazla mukavemet görmeksizin Argos şehrini zapt ve talan ettiler; kalesindeki Arnavud muhafızlar bir müddet daha müdâfaa gösterdilerse de, nihayet onlar da teslime mecbur oldular. Muhasara eden askerin yardımına gönderilmiş olan bir Napoli askerî müfrezesi —elindeki ta'lîmât mucibince sahili takip edecek yerde memleketin içerisine ilerliyerek Türkler'in pususuna düşmüş olan— reislerinin ha-tâsıyle birkaç yüz adam kaybetti (139). Argos kalesi Arnavud muhafızları da Korint'e çekilirken Napoli müfrezesine pusu kuran Türkler tarafından idâm edilmişlerdir. Argos'un teslimi Mora isyanının şiddetlenmesine sebep oldu. Rumlarla Arnavudlar'ın ricası üzerine Venedik generalleri bütün Mora'nın yardımlarını te’ınîn için Korint Berzahı istihkâmlarını tekrar inşâ etmeyi düşündüler. İşbu dil (berzah) üzerinde Despot Tomas ve Kostantin tarafından inşâ olunan istihkâmlarının II. Murad tarafından ne suretle tahrîb edildiği daha önce görülmüştür (140). Bunları tekrar yapmak için (137) (138) (139) (140) Halkondilas; Malatesta’nın kâtibi. Halkondilas, 10, s. 178; Malatesta’nın kâtibi. Halkondilas, Malatesta’nın kâtibi. Bu târihin 2. cildinde 11. Kitaba vd. bkz. 74 HAMME R Luicci Loredano ve Bertoldo Desta bütün mevcûd maiyyetlerini istihdam ettiler: İki hafta içinde otuz bin amele Berzah'ta bir denizden öteki denize kadar altı mil mesafede ve oniki kadem yüksekliğinde bir kuru duvar yaptıkları gibi, bu duvarları müdâfaa için çifte hendek ve yüzotuz-altı kule de inşâ ettiler; ortasına bir ibadethane yapılarak üzerine Sen-Mark'ın bayrağı dikildi ve içinde bir umûmî duâ âyîni icra edildi (141). Venedikliler bu istihkâmlara top nakliyle meşgul oldukları sırada idi ki, Turhan'ın oğlu Ömer'in yüzbin kişi ile gelmekte olduğu haber alındı. Hakîkaten Ömer geldi. İstihkâmları keşif için bizzat üçyüz adım mesafeye kadar gelmişti (25 Eylül); bunlar hayretini celbetti. Az kaldı, kendisi de merakının kurbanı olacaktı; çünkü zabitlerden ikisi yanıbaşında bir gülle ile ruhlarını teslim ettiler. Ondan sonra Venedik askerinden onbeşbin kişi (142) Korint'i muhasaraya gittiler. Şehrin duvarları altında Loredano ve Bertoldo 20 teşrinievvel 1463 târihinde Türkler'le muharebe ettiler. Bu kavgada Bertoldo'nun başına bir taş isabet ederek onbeş gün sonra Aksamilon istihkâmları üzerinde can verdi. Onun vefatı günü (4 kânunievvel) haber alındı ki, Mahmûd Paşa seksen binden ziyâde adamla yaklaşmaktadır. Turhân-oğlu Ömer Beğ Sadrâzama bir Arnavud göndererek Berzah'ın ikiyüz top, ikibin topçu, birçok arkebüz tüfenkçisi ve zırhlı asker ile muhafaza olunmakta bulunduğunu bildirmiş idi (143). Mahmûd Paşa bu haberi Pâdişah'a arz ile beraber Mora'da şiddetli harb edilmek üzere vakit kaybedilmemesi lüzumunu ilâve eylediğinden Sad-râzam'ın, Bosna'yı ele geçiren ordunun büyük bir kısmını alarak hemen Mora yarımadasına gitmesi taraf-ı sultanîden emrolunmuştu. Venedikliler Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın yaklaştığını işitir işitmez, o kadar zahmetle inşâ ettikleri istihkâmları alçakça terk ederek ve Korint muhasarasını kaldırarak Napoli Di Roma'ya doğru perişanlıkla firara şitâb ettiler. Güneş doğarken vâsıl olan ve Venedikliler'e ansızın hücum tasavvurunda bulunan Mahmûd Paşa, gemilerin demir almak üzere bulunduklarını gördü. Aksamilon'u işgal ve Korint yoluyla Argos üzerine hareket etti; bu sonuncu mevkii de hemen tüfenk patlatmaksızın aldı. Argos'daki Venedik muhafızlarından yetmişini boğazlarında zincir ile Pâdişah'a göndererek (144) Giridli altmış arkebüzcü de kılıçtan geçirildi (145). Argos'-dan Tege arazîsi yoluyla Leontari'ye giderek orada Evranos-torunu İsa'yı (NOT: 14) Mora beğliğinden azledip yerine ikinci defa olarak Zağanos Paşa'yı tâyîn etti ve Patras ile Ahai kıt'asının diğer beldelerine zahire yetiştirilmesini ona tevdî etti. Turhânoğlu Ömer'i de yirmibin süvârî ile (141) (142) (143) (144) (145) Malatesta’nın kâtibi. Daru, Venedik Târihi, 2, s. 440 ve 445. Kezalik. Halkondilas, a. 179. Halkondilas, kezalik. Malatesta’nın kâtibinin mektubu. OSMANLI TARİHİ 75 Venedik arazîsini talan etmeğe me’ınûr etti (146). Ömer'in Modon havalisini tahrîb ederek Sadrâzam'a getirdiği beşyüz esîr, onun tarafından da Pâdişah'a gönderildi. Bu hâl, Pâdişah'ın evhâmperest düşüncesinde o türlü cürümlere son verilmesi hakkında âsûmânî bir işaret değil, ölünün mensup bulunduğu millet hakkında büyük bir mes'ûdiyet nişanesi olmak üzere, telâkki olunarak, bu kerametli çâr-pâ (dört ayaklı) saray ahurla-rında beslendi (147). Yüzelli senelik bir müddet içinde bize rehber olan Halkondilas (Halkondil; Chalcacondyîas) târihî rivayetlerine, bu mevhum tefsirle ve Spart ahâlîsini Pâdişah'ın itaati dâiresine dönmeğe teşvik için Ömer ile Hasan'ın onlara hitaben irâd ettikleri nutuk ile son veriyor (148). İsyandan sonra Osmanlı kuvvetlerine mukavemet edememiş olan Spartlılar, tekrar Osmanlılar'ın hükümranlığı altına girmektense memleketlerini terketmeyi tercih etmiş idiler. Bunların hanelerine dönmeleri için Ömer ve Hasan tarafından sarfedilen mesaî neticesiz kalarak, ekserisi Pantadaktilon ve Egetes Dağları’nın saldırılması, geçilmesi imkânsız yerlerine çekilmiş idiler ki, Mistra'dan pek uzak olmayan Spart (İsparta) antik şehri harabeleri bu dağların eteğindedir. Bu adamların Maynut un-vâniyle yâd olunan torunları şu ilticâgâhda birkaç asır Türkler'e mukavemet etmiş ve tamâmiyle izâle edilmeleri hiçbir vakit mümkün olma-mıtşır. Ertesi sene baharının başlarında (Nisan 1464) Venedik Amirali Lu-icci Loredano'nun halefi Orsano Custiniani, Lesbos adasına hücum ederek, merkezi olan Midilli şehrini altı hafta muhasara etti. Fakat Mahmûd Paşa, adedce Venedik deniz kuvvetlerine üstün bir Osmanlı donanma-sıyle yetişip gelmiş ve son yapılan hücum (15 Mayıs) dahî muhafızların müdâfaasiyle neticesiz kalmış olduğu cihetle, Amiral muhasarayı kaldırmağa mecbur oldu. Şehirden alabildiği kadar Rum'u gemilere koyarak Venedikliler elinde bulunan Ağrıboz'a götürdükten sonra tekrar Ada'ya geldi (10 Temmuz); Aya-Teödor kalesine asker çıkararak yine alabildiği kadar Hıristiyan'ı Türklerin esaretinden kurtarıp Ağrıboz Adası'na götürdü. Amiral bir müddet sonra vefat etti (149). Kara askerleri kumandanı Bertoldo Desta’nın yerine Rimini Sinyoru Sigismondo Malatesta nasb (146) Halkondilas, 10, s. 179. (147) Kezalik, st 180. (148) Halkondilas’ın öküz masalının, târihine güzel bir hateme teşkil etmediğini müverrih (Hammer) de zımnen anlatmış oluyor. Mütercim. (149) Malatesta’nın kâtibinin eseri. 76 HAMME R olunmuştu; bu muharebenin en tafsîilli, en ziyâde vesîkalandırılmış (150) olan vekayiini onun husûsî kâtibinden alıyoruz. Malatesta Spart'ı muhasara ve hattâ çifte siperi zaptetmiş ise de, kaleyi alamayıp hemen İtalya'ya avdet etti (151). IV. Ojen zamanı Râhibler Meclisi'nde belâgatiy-le imtiyaz kazanmış olan Bizanslı feylesof Jorjias Gemistus Plito'nun kemiklerini birlikte getirdiğinden Rimini'de feylesof için bir kabir inşâ ettirdi (152). Venedik tarafından Mora vâlîsi tâyîn olunan Jak Barbarigo Malatesta’nın avdetinden sonra kara askeri kumandanlığını eline almışsa da, seleflerinden daha az muvaffakiyete nail olmuştur. Patras'ı muhasara ett; lâkin Ömer Beğ onikibin kişiyle yetişerek Barbarigo'yu harbe icbar etmesi üzerine vuku bulan müsademede Venedik valisiyle birçok zabitler muharebe mevkiinde kaldılar (153). Venedikliler'in zayiatı on-bine çıktı. Cumhur hizmetinde bulunan Misel Ralli nâmındaki Rum ka-pitanı, teşebbüsünü tasvîb etmemiş olmasıyla beraber, kazığa vuruldu. Mağlûp ordunun bakiyyesi Kalamate'ye çekildi; orada da bir muharebe vuku bularak Venedikliler Patras'taki kadar felâkete uğradılar. Osmanlılar'ın aldıkları esirler Gelibolu'ya gönderildi. Müverrih Kantakuzen Spandojino henüz çocuk olduğu halde, o vakit bunlardan bazılarıyla orada görülmüştür (154). Deniz kuvvetleri kumandanlığında Aurasto Justi-niani'ye halef olan Jak Loredano Gelibolu'ya doğru yelken açtı; fakat filosunun bakiyyesi gelmezden evvel Boğaz'a girmeye cesaret edemeyerek, Çanakkale önünde top menzili hâricinde bir yere demir attı. Venedik Körfezi kapdânı Jak Venerio toplanmış olan donanmaya, faydasız olduğu kadar cesâretkârâne bir teşebbüs arzetti. Kalelerin topu altında olduğu halde — azimetinde yalnız yedi sekiz, avdetinde ise beş telef vererek— Boğaz'dan inip çıktı. Amiral Jak Loredano'nun halefi Viktor Ka-pello İmroz, Taşoz, Semâdirek adalarını zaptetti. Hattâ Atina'yı da aldıysa da, muhafaza edemiyerek yine Türkler'e terketti (155). Daha ciddî teşebbüste bulunamayacak kadar zayıf olan Venedik donanmasının hareketi bunlardan ibaret kaldı. Papa II. Pi'nin Türkler aleyhine altıncı bir haçlı muharebesine davet etmiş olduğu prenslerin kendilerine kuvvetli müttefik olacağını tasavvur ederek ümîdlenmiş olan Venedikliler, Papamın 16 Ağustos 1464'de birdenbire vefatı üzerine ye'ise kapıldılar. Venedik doç'larından Kristof Maro'nun riyaset, Papa'nın bizzat onu takiben refakat, Burgonya Dukası Filip'in de iştirak edeceği ve Luk, Bolonya, Mo-den şehirleriyle diğer beldelerin birçok akçeler ve müteaddid kadırgalarla (150) (151) (152) (153) (154) (155) Kumandanın kâtibi bî-târaf olamıyacağma dikkat edilmelidir. Mütercim. Malatesta’nın kâtibi. Spandojino, s. 50. Malatesta’nın kâtibi. Spandojino, s. 52. Malatesta’nın kâtibi. OSMANLI TARİHİ 77 muavenet göstereceği bu sefer, derhâl denilebilecek bir zamanda, terk olundu. Ankona'da cedelci Papa'ya refakat eden kardinallerin Papa riyasetinde akd ettikleri meclis Cumhur'un emri altına beş kadırga vererek, Venedik donanması bunlarla birlikte denize açıldı. Lâkin Osmanlılar'a mukabeleye değil, Venedik bayrağına vuku bulan tahkirinden dolayı Rodos Şövalyelerini te'dîbe gitti (156). Bu zamanın ulemasından Eneas Silvius'-un da Türkler aleyhine büyük çapta harb hazırlıkları yapılması için Hıristiyanlık âlemine neşrettiği davetten bir netice elde edildiğini görmesi müyesser olamadı. Papa vekili sıfatiyle söylediği beliğ nutuklar, Papalık makamına geçtiği zamna hedef aldığı emirnameler «abede-i Yesû»ı (İsa'nın kullarını) küffâr (157) aleyhine yürütmek için ihtiyar ettiği bunca uzun ve yorucu mesâi, kuvvetini imha etmekten, ömrünü kısaltmaktan başka bir semere verememiştir. Yine bu 1463/868 senesinde —ki Avrupa'da Bosna ve Venedik muharebelerinin de zuhur ettiği zamandır— Asya'da dahî Osmanlı Devleti için pek mühim bir vakıa ortaya çıkmıştır: Karaman-oğlu İbrahim Beğ'in vefatından bahsetmek istiyoruz. Beğ'in ömrünü tamamlaması, babalarının mîrâsı münazaası sebebiyle kıyam eden yedi oğlu arasında dâhili muharebelerin ortaya çıkışı, Sultân Mehmed ile münâsebetlerin kesintiye uğraması ve nihayet hükümranlıklarının vahîm neticesine sebep olmuştur. Karaman Oğulları yüzelli senedir Osmanlı Hanedanına muhataralı bir rakîb olmuş ve pâdişâhlar her ne vakit başka bir tarafta seferle meşgul oldular ise, bu beğler derhâl harb açmışlardır: I. Murad zamanında Karaman Beği Alâü'd-dîn mağlûp ve esîr olmuş idi (1386/788). Yıldırım Bâyezîd Karamanlılarla iki defa harb ederek, birincisi iki hükümet için Çarşanba Suyu'ndan sınır kesilmesini (1390/793), ikincisi memleketin tamamen ele geçirilerek Beğ'in idamını (1392/805 intâc etmiştir. Bu beğin halefi Timur'a iltica ile Ankara Muhârebesi'nden sonra hükümetine iade edildi. I. Mehmed zamanında Karaman Beğleri ile yalnız bir muharebe vuku buldu (1414/817); II. Murad zamanında ise üç muharebe oldu: 1426/ 830; 1432/836; 1444/848. II. Mehmed, cülusunu müteâkib Karaman Beği İbrahim'i itaat altına almıştır. (1451/855); son olarak, vefat eden bu İbrahim Beğ'dir. Bundan yedi evlâd kalmıştır ki, altısı, yânî Pîr Ahmed, Karaman, Kaasım, Alâü'd-dîn, Süleyman, Nûr-Sofî (158), Sultân Mehmed'in halasından doğmuşlardır. Yedincisi İshâk bir cariyeden dünyâya gelmişti; fa(156) Daru, 2, s. 455. Papa’ınn Türkler aleyhine açtığı muharebeye dâir «Ber-nini Memorie historiche di cio che han.no operato i somon! pontifici neUe guerre contre i Turchi, s. 97, 116. (157) Burada Türkler hakkında olan bu kelimenin, Hammer tarafından istihza etmek için kullanıldığı görülüyor. Mütercim. (158) Sa'dü'd-dîn'de «Nûre-Sofî.» Mütercim. 78 7 9 HAMME R kat babasının sevgilisi olduğundan İbrahim Beğ, onu Sultân'dan olan evlâdının mahrum bırakılması suretiyle, hükümetin vârisi ilân etti (159). İbrahim hayâtında hazîneleriyle İç-il (Kilikya) kazasını bu oğluna (160) vererek, Silifke (161) şehrini ikametgâh göstermişti. İbrahim'in Sultân'dan doğma altı oğlu, şu suretle haklarından iskat edilmeleri üzerine, açıktan açığa husûmetlerini ilân ederek, babalarını Konya'da muhasara edip, oradan çıkardıkları İbrahim Beğ Kâvâle kalesinde kederinden ve ihtiyarlığından öldü (162). Bu haber üzerine Hâle Sultân oğullarının en büyüğü Pir Ahmed Konya ile hükümetin bütün kuzey cihetlerini zabtederek kardeşi İshak için Taşeli'ni bırakdı. Süleyman ve Nûr-Sûfî Sarây-ı Hümâyûna iltica ettiklerinden, Pâdişâh tarafından timârlar ihsan olundu. Kendisiyle taht ve tâc münazaasında bulunan kardeşinden gördüğü taz-yîka binâen İshak Beğ Ak-Koyunlu Hanedanı hükümdarı Uzun Hasan'a müracaatla ondan yardım istedi. İshak, yardım için göndereceği askerin yiyeceği için merhale başına bin duka altını da vaad eylediği cihetle Uzun Hasan bu da'veti hemen kabul etti. Uzun Hasan Erzincan'dan Sivas'a bizzat yürdüğünden, İshâk, müttefikinin Karaman ülkesinde rehberi olmak için istikbâline gitti (163). Türkmen Hükümdarının himâyesi, askerinin birbiri ardınca saldırıları memleketi harâb etti ve ahâlîyi ümid-sizliğe düşürdü (164). Pir Ahmed'in mağlûbiyetinden sonra Uzun Hasan dönerken, memleketin geri kalan kısımlarının itaat altına alınmasını eski Kastamonu beği Kızıl Ahmed'e tevdî eylemişdir ki, bunun Sultan Meh-med'i, kendisinin kardeşi aleyhine tahrik eylediğini ve biraderinin ıskatı ve Sinob'un zabtıyle mükâfeten uhdesine Kastamonu Sancağı'nın verildiğini evvelce görmüştük. Kızıl Ahmed Kastamonu hükümetinde iken Uzun Hasan'ın iğfallerine kapılarak onun sarayına firar etmişti (Not: 15). İshak Beğ, hem Uzun Hasan'ın himayesini, hem de Pâdişah'ın muhabbetini te’ınin için hükümetinin en âlim adamlarından Ya'kûb oğlu Ahmed Çelebî'yi Sultân Mehmed nezdine göndererek —kendisi Akşehir ile Beğşehri'ni terk etmek üzere— yeğenlerine yardım etmekten sarf-ı na(159) Sa'dü'd-dîn, Neşrî, Solak-zâde, Ravzatü'l-Ebrâr, îdrîs, Tâarih-i Mehm©d-i Sânî, Tursun Beğ (Dursun Beğ), varak, 25 ve 98. (160) Kenyez-zâde, Sa'dü'd-dîn. Mütercim. (161) Selucia Trachea, Ortaçağ'da: Castrum Seleph. (162) Feraş-ı mevtde iken Konya'dan çıkardılar; kaçup Kevâle hisarına girmek üzere iken galebe-i za'af ile helak oldu. Sa'dü'd-dîn, İstanbul tabı, 498 (Mütercim.) (163) Pir Ahmed ile kardeşleri pâdişâha iltica ederek kendileri va'd-i imdâd ile tesliye olundı. Sa'dü'd-dîn, s. 499. Mütercim. (164) Bulduğu devâbb ve mevâşîyi memleketine götürdü; dişi erkek yiğirmi bin deve götürdüğü mervîdir. Kezalik. Mütercim. OSMANLI TARİHİ 79 zar edilmesini istirham eyledi. Bu şehirler zâten Osmanlılar elinde bulunduğundan,. Pâdişâh, çavuş-başı (165) vâsıtasiyle elçiye : — «Böyle hediyeler vermek kanburun suçunu bağışlamaktır (166), eğer kardeşlerinden korkmayacak bir halde bulunmak istiyorsa Yıldırım Bâyezîd zamanında olduğu gibi, Çarşanba Suyu'nun öte tarafından sınır kesmeğe muvafakat etmelidir» cevâbını verdi. İshak Beğ bu teklife muvafakat göstermediğinden, Sultân Mehmed Antalya (Aulbia) valisi Hamza Beğe Karaman’ın istilâsını emretti. Osmanlı ve Karaman orduları Ermenek'de ve bâzılarının rivayetine göre Dağ Pazarında tesadüf ettiler; İshak Beğ büsbütün mağlûp olarak Ki-likya'ya kaçıp zevcesi ve evlâdiyle beraber Silifke kalesine kapandı. Pir Ahmed iâde-i hükümet ile Akşehir, Beğşehri, Saklan Hisar (167), Ilgın (İlgun) beldelerinin anahtarlarını —şükran nişanesi olmak üzere— ka-râbetiyle şerefyâb olduğu pâdişâh-ı muazzama takdîm eyledi (Not: 16). Karaman muharebesi, Bosna ve Mora'nın Pâdişah'ın bizzat bulunmasına ihtiyaç gösterdikleri sırada, bu veçhile hitâm bulmuş oldu. Fakat Avrupa işleri sükûnet bulunca Sultân Mehmed, cariyenin oğlu İshak ile Hâle Sultân'ın oğlu Pîr Ahmed'i müebbeden def ile Karaman diyarını kendi memleketleri arasına ilâve etmek için bu halden istifâdeye karar verdi. Karaman beğlerinin Osmanlı Devleti'nin düşmanlarıyla münâsebetlerini ve Uzun Hasan ve Venediklilerle (168) taarruzî ve tedafüi ittifaklarını bu yeni gasbı için bahane ittihaz eyledi. Mehmed, vezîr-i âzamiyle birlikte ve külliyetli bir ordu ile Anadolu'ya geçti. Yol esnasında Kâvâle (169) kalesini elegeçirdi (871/1466) ve Ahmed Beğ'in ikametgâhı olan Konya'yı zaptetti. Bu mühim mevkîye sâ-hib olunca Mahmûd Paşa'yı —İshak Beğ'in sığınak olarak seçtiği— Lâ-rende'yi, yâni bu memleketin kadîmen payitahtı bulunmuş olan işmdiki Karaman'ı istilâya gönderdi. Bu şehrin surları altında kanlı bir muharebe vuku bularak İshak Beğ' uzun ve müthiş bir kavgadan sonra mağlûp olmuştur. Eğer daha şiddetle takip edilse ele geçirilecekti. Mehmed, Beğ'(165) Server Çavuş oğlu Çavuş-başı Ahmed Beğ İshak Beğ'e gönderilmişti. Kezalik (Mütercim). (166) Türkler'in darb-ı meselidir. Bir adama mâlik olduğu şeyi vermek demektir. (Asıldan). «Pâdişâh ilcisi vâsıtasiyle buyurdılar ki arz itdiği yiş-kiş mukaddema satun aldığımız yerlerdir; böyle hediye virmek, mür-de âzâd itmekdir.» (Sa'dü'd-dîn, s. 500. Mütercim). (167) Sıklan Hisarı, İlnur Bazarı, Sa'dü'd-dîn, s. 500. Mütercim. (168) Daru, Venedifc Târihi, 2, s. 457. (169) İdris, varak: 128, bu kaleyi Kâvâle, yâhud Kevâle diye isimlendirir. Ki-likya'nin ikinci boğazındaki Külek Kalesi olmak gerektir, ki gene Key-husrev ve İskender oradan geçmişlerdir. (Aslından). Sa'dü'd-dîn'de Kü-vâle imlâsmdadır. Mütercim. 80 HAMME R in firarından, esirlerin katliâmiyle intikam aldı. Mahmûd Paşa, Timur'un dönüşünden sonra Karaman taraflarında yerleşip kalmış olan Turgud Tatar ocağının zayıf bakiyyelerinin araştırılması ve yok edilmesi (dağıtılması) işine memur oldu. Sadrâzam Toros dağ silsilesinin bir bölümü olan Bulgar Dağı'ndan mürur ile Tarsus'a kadar Turgudlar'ı arayarak Bulgar Dağı vadileri içinde saklanır buldu. Ele geçirdiği Turgudlar'ı zincire vurdurarak Pâdişah'a gönderdi. O da —Osmanlı müverrihlerinin tâbiri üzere— bunlarla hesaplarını kesti, yâni idâm ettirdi (170). Sadrâzam henüz ordugâhına avdet etmiş idi ki, Karaman'ın iki payitahtı olan Konya ve Lârende şehirlerindeki amele ve zanaat erbabının kamilen İstanbul'a gönderilmesi için emir aldı. Mahmûd Paşa insaniyetperver hislerden mahrum olmadığını mükerreren göstermiş olduğu gibi, vatanlarından ayıracağı şahıslardan bir takımını bırakmak suretiyle bu defa da isbât etti. Lâkin Mahmûd Paşa'nın zorlu bir rakibi olan Rum Mehmed Paşa, sadrazam hakkındaki eski kini sebebiyle ona zarar vermek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Pek çok zamandan beri sadâret makamına geçmek için hırslanan bu adam, Mahmûd Paşa'yı, gönderilecek şahısların bir takımını yerlerinde bırakmak ve gevşeklik göstermek suçlarıyla itham etti. Pâdişâh, sadrâzamını insaniyetine mukabil işi onun elinden alıp defterdarına vermekle cezalandırdı. Rum Mehmed Paşa —ki dînini değiştirmiş olmakla her türlü hakkaniyetle alâkalı duygulardan da sıyrılmış görünüyordu— Pâdişah'dan aldığı emir üzerine müfritâne hareketle ahâlînin itibarlı kişilerini de amele sırasına katarak memleketlerinden ayırdı. Pîri tarikat Mevlânâ Celâlü'd-dîn sülâlesinden biri dahî bunların arasında idi (171). Lâkin Pâdişâh bundan haberdâr olunca özür dilemekte (170) Cümlesine siyâset olunup kayıdları görüldü. (Aslından). Sa'dü'd-dîn, Lââ-rende muharebesinde esîr düşen Karamanlılar için «kayıdları görüldü» cümlesine «tomar-ı â’ınârları dürüldb cümlesiyle sec' (kafiye) yazıyor. Bu esirlerin idamı hiçbir mazeret kabûı etmeyen pek çirkin bir şey olduğunda şüphe yoktur. Turgudlar öteden beri Türkler'le düşmanca münâsebetlerde bulunduklarından ve Türkler'e adâvet-i kadîme ile mütehassis bir kavim, olduklarından bunların —siyasî işlerde menfaatin hakk-ı sarfa tekaddüm-i zarurîsi ezelî kaidesince— tenkili ötekilerin idamından çok ehven kalır. Mütercim. (171) Emîr Alî Çelebî'nin oğlu Ahmed Çelebi, Solak-zâde, varak: 56. Neşrî, varak: 220. Âlî, Onsekizinci Bâb, (asıldan). Rum Mehmed Paşa Mahmûd Paşa ile tezâd üzre olup Pâdişah'ın vezîr-i âzam hakkındaki iğbirârmı rnladığından savâlif etvârını tahtı ile beraber ol sürgünlerin ahvâlini hilafı üzere arz iderek ve «fakirlerini sürdi (Sa'dü'ddîn'in matbuun-daki ihlâ tertip hatası olduğu, sahihi iclâ olacağı anlaşılır), zenginlerini rüşvet alup bırakdı!» diyerek Pâdişah'a şüphe virdi. Bu takrîb ile vezâret-i uzmâ Mehmed Paşa'yı Rûmî'ye tevfiz olundu. Oı sitem-pîşe o diyar ahâlîsini teşvişe düşürüp bulduğını yazdı. Hattâ «Mevlânâ Celâ-lü'd-dîn-i Rûmî Kuddüsü sırrıhü'l-azîz hazretlerinin sülâle-yi tayyibe- OSMANLI TARİHİ 81 çabuk davranarak ve birçok hediyeler vererek vatanına iade etti. Mahmûd Paşa —herşeyden şüphelenen tabîati icâbınca, sadrâzamla Bosna Kralı arasında aktedilmiş olan muahedeyi afv etmemiş olan— Pâdişah'ın teveccühsüzlüğünü celb etmiş ve îshak Beğ'in firârıyla Karaman'ın iki payitahtı ahâlisi hakkındaki göstermiş olduğu müsamaha, Sultân Mehmed'in hoşnudsuzluğunu artırmış olduğundan, Hünkâr mücâzatın icrası için ancak harbin son bulmasını bekliyordu. Ordunun uzun bir merhale ile yorularak çadırlarını kurmuş olduğu bir gün II. Mehmed sadrâzamını bir muâmele-i mahsûsa ile azl eyledi. Her türlü zevahire göre Tatarlar'dan kalmış olması lâzım gelen bu âdet o zaman Osmanlılar'da birinci defa olarak icra olunup, ondan sonra sık sık tekerrür eylemiştir. Mahmûd Paşa’nın çadırına girmesi üzerine Pâdişâh çadırın iplerini o sû-retde kesdirdi ki çadır, iltifâtdan sakıt olan sadrâzamın başı üzerine düştü (172). Mehmed Paşa (173) —ki Rum iken müslüman olmuştur— Mahmûd Paşa'ya halef oldu. Üçüncü şehzade Mustafa yeni fethedilen yerlere vâlı tâyin olundu. Selçuklu Devleti harabeleri üzerine Osmanlı hanedanının teessüs ettiği vakit yerleşmiş olan Karaman sülâlesi işte bu suretle yüzaltmışaltı sene sonra, kendisiyle birlikte zuhur eden Osmanlı hükümetinin eliyle zîr-ü zeber olmuştur (174). İshak Beğ Uzun Hasan'ın sarayına iltica etmişti. Zevcesinin içinde daha bir müddet mukavemet eylediği Silifke'den başka bütün Karaman Osmanlı Devleti'nin hükmü altına girdi. Başlıca ahâlîsi çıkarılmış olan iki idare merkezi eski ihtişamlarını gittikçe kaybettiler. Karaman ailesinin müessisi tarafından eski Lârende —ki bakayası yeni beldeden az bir mesafede hâlâ görülmektedir— harabelerinden çıkarılan enkaz ile inşâ olunan Karaman şehri Konya (İkonium) beldesinin târihî ehemmiyetini hiçbir vakit ihraz etmemiştir. Konya «Onbinler»in (M.İ. sinden Emir Alî Çelebî oğlu Ahmed Çelebî'yi» beraber sürdi. Tecâvüzi Pâdişah'ın ma'lûmu olunca sair mutazeccir olan eşraf ile birlikde itlâk iderek nüvâziş ve eltâf ile avdetlerine ruhsat virdi. «Sa'dü'd-dîn'den telhîs, İstanbul basımı, s. 512 (Mütercim). (172) «Padişah Karaman vilâyetini Sultân Mustafa'ya tevcih ile payitahta teveccüh itmişlerdi. Kara-Hisar'a geldikde Mahmûd Paşa’nın otağını kendisi iken yıkdırup ma'zûl itdiler. Bu seferde Rûm Mehmed Paşa Kepe-lüoğlu'nu kazaskerlikden azl itdirüp Mevlânâ Vildân onun yerine tâyîn olundı. Karaman-oğlu İshak Beğ bir rivâyetde Uzun Hasan'ın yanında, diğer rivayete göre Uzun Hasan'ın imdâdiyle mülk-i mevrûsunu taleb etmek üzere gelirken Ruha (Urfa)da vefat eyledi. Sa'dü'd-dîn'den telhîs. s. 512. Mütercim. (173) Bu vezîr, Osman-zâde'nin Hadîkatü'l-Vüzerâ'sında yokdur. Fakat Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'inde münderiçtir. (174) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 871/1466 vekayii. Hammer Tarihi, C: II. E: 6 82 HAMME R 6) geçişi ve Friedrich Barbarossa’nın (175) zaptıyla şöhret almış ve Selçuklu sultânları ve en ziyâde Büyük Alâü'd-dîn zamanında inşâ olunan âbideleriyle seyyahların nazar-ı dikkatini celbetmekte bulunmuştur. Mevlevi tarîkati müessisi şâir mutasavvıf Celâlü'd-dîn-i Rûmî'nin türbesini hâvi olmak (176) ve tarikata beşiklik etmek cihetiyle Konya bütün Müslümanların hürmetine mazhar olarak, tahtlarından uzaklaştırılmış olan hükümdarlar oraya iltica ederlerdi. Oldukça güzel muhafaza olunmuş kabartma nakışlar —güya— İkonium'un «Perse» (177) tarafından te'sîs olunduğu hakkındaki esâtîri rivayeti tasdiklemektedir. Lâkin kapılar, duvarlar üzerindeki arabça kitabeler şehrin binasını Selçuk Pâdişâhlarına atf ederler (178). Büyük Alâü'd-dîn'in başlıca inşâatı kale, vâsî bir su hazînesi, şehrin duvarları ve kendisinin türbesidir. Sonraları Osmanlı Pâdişâhları Mevlevîhâne ile cami yaptırmışlardır; Sultân Selîm Ayasofya'yı nümûne ittihaz ederek bir cami ile müteaddid medreseler binâ etdirmiş-tir. İşbu cami, kapılarını tezyin eden taş oymalarının tabiatın güzelliklerine uygunluğuyla nazar-ı dikkatleri celbeder (179). Konya, zamanımızda dahî Plin'in verdiği nâma müstahakdır (180). Sultân Mehmed'in, hemen hepsi bir zamanda olmak üzere, Bosna'da, Mora'da, Karaman'da vâki olan muhârebâtını takip ettikten sonra, şimdi İskender Beğ'in bu müddet zarfında ve 871/1466 senesinde vefatına kadar kazandığı galebeleri sür'atle gözden geçirmemiz lâzım gelir. Pâdişâh ile İskender arasında akdedilmiş olan sulh üç seneden ziyâde devam etmemişti, çünkü Papa II. Pi Haçlı Seferi'ni ilân ettiği zaman İskender Beğ Venedik elçisinin ve Papa vekilinin ısrar ve tazyikleri üzerine —yemîn ile te’ınîn etmiş olduğu— ahdi bozmuştu (181). Dıraç (Do-raçu, Draçium) başpiskoposu ve İskender Beğ'in müşaviri ve muhibbi olan Pauli Ancelo —ki Drivasto'lu bir Arnavud'dur— kendi dininde bulunmayanlara karşı vuku bulan taahhütlerini tutmak lâzım gelmiyeceği (175) Haçlı Seferleri târihine ve bilhassa Raumer'in G«schichte Frîedrich Barbarossas adlı eserine müracaat. (176) Cihân-nüınâ, s. 615. (177) Macdonald Kneir, Asya'da Seyahat, s. 220. (178) Konya'nın cenûb-ı şarkîsindeki Meram vadisi seyrâb ve çiçeklerle meyvelerle mestur pekçok bağçeleri hâvidir; bunların içinde «kamerü'd-dîn» tesmiye olunur bir kayısı olduğu gibi «debbağ çiçeği» nâmında bir çiçek vardır ki, sahtiyanın kırmızılığını gök mavisine tebdil eder. Cihân-nüınâ. (179) Evliya Çelebi. (180) Manner, 4, 2, s. 195. Plin —Ondört beldeden mürekkep bir «tetrarchic»nin (Roma hükümeti Dioklesiyen zamanında dört kısma ayrılarak herbirine bu unvan verilmişti) başında bulunduğu için— Konya'yı «Urbs celeber-rima» (en şöhretli şehir) diye adlandırıyor. (181) Lonicerus'da (Barleti'nin İskender Beğ'in Hayât ve Efâli) Rarietii de vita et gestis Scanderbegi, dans Lonicerus. OSMANLI TARÎHt 83 hakkında İskender'i ikna için —Sultân Mehmed'in Bosna Kralı hakkında kasem ile tevsik edilmiş teslîm mukavelesini nakz hususundaki tasarılarını teyiden— müftî Bistâmî Musannifek'in irâd eylediği delilleri kullandı. İskender bâzı müverrihlerin rivayetine nazaran, sulhun devamı için gönderdiği mektupta (Not: 17) ileri sürülen delillerden ziyâde başpiskoposun ilkaâtına tebaiyyet ederek, harbe karar verildi; başpiskopos kardinal oldu (182). Sulhun bozulması haberi üzerine Sultân Mehmed Şirmet Beğ'i ondört bin süvârî ile Arnavudluk'un tahribine gönderdi; İskender Beğ de ordusunu Ohri'de topladı. Ohri eski «Liknus» yâhud «Liknodus» dur ki, Bizanslılar «Ahrida» nâmıyla anarlar ve Bulgaristan başpiskoposluğunun merkezi olmak üzere zikr ederler. Balığı çok bir büyük göl üzerinde kain olarak, gölden akan sular Drimon yâhud Kara Dirilon (Drin) nehrini teşkil eder. Askerlik nokta-i nazarından gayet iyi bir mevkî'de bulunması cihetiyle Romalılar ile İllirya Kralı Gentius arasında ortaya çıkan muharebelerde bu şehir hususî bir ehemmiyet kazanmıştır (Not: 18). İskender Beğ onbin kişi ile Ohri'ye üç mil mesafede ve öteki taraf askerinin bulunduğu mevkî arasında bir mevkî tutarak Şirmet Beğ'i mağlûp etti ve muharebe meydanında Türkler'e kendi kuvveti miktarında telefat verdirdi. Defterdar ile başlıca esirlerden onikisi kırkbin duka fidye-i necat vererek kendilerini satın aldılar. Sultân Mehmed, Şirmet Beğ'in mağlûbiyetinden dolayı intikam almak için —aslen Arnavud olarak çocukluğunda esîr düşmüş ve Kostantiniyye hisarlarına ilk önce merdiven iie tırmanmış olan— Balaban Badra idaresinde onbeşbin süvârî ve üçbin piyade gönderdi. İskender Beğ Valhâliyâ vâdi-i lâtifinde dörtbin süvari ve binbeşyüz piyade ile bunların gelmesini bekledi. Türkler etrafındaki tepeleri zaptettiler (183). İskender Beğ üç misli kuvvetinde olan Türk saflarının ortasından kendisine bir yol açtı. Lâkin en cesur kapitanlarm-dan sekizi —ki yeğeni Mozaki ile Debreli Mozes bunların içinde bulunuyordu— Osmanlılar'ın eline düşerek İstanbul'a gönderildiler. Bununla beraber Balaban bu ilk muzafferiyetine pek çok itimâd etmeyip Ohri'ye çekildi ve İskender de Yukarı Debre'de bulunan Avronik mevkiini tuttu. Balaban İskender'e ansızın hücum emelinde bulunmuşsa da, büyük zâyiât vererek ric'ate ve ordugâhı bırakmağa mecbur oldu. Ancak az bir müddet içinde üçbin piyade ve onyedi bin süvârî ile tekrar Ohri'de göründü. Korkutulmuş düşmanını hediyelerle ikna etmek ümidinde idi. Uç ay müddetle İskender'i gaflet üzere ele geçirmeğe fırsat bulmak için beyhude çalıştıktan sonra, nihayet saff-ı harb üzere bir cidale karar verdi (182) Barleti, s, 198. (183) Barleti, varak: 204. 206. 84 HAMME R İskender Beğ'in atı yıkılıp düşerek, kendisi de kolundan ağır surette yaralandı. Fakat Türkler mağlûp oldular; Balaban büyük müşkilâtla kurtuldu. Üçüncü defa olarak Osmanlı kumandanı bir ordu ile geldiği gibi, Arnavud Ya'kûb da diğer bir askeri birlikle diğer bir taraftan İskender Beğ'in idaresi altındaki memleketlere dâhil oldu. Lâkin bu imdâd kuvvetleri Balaban ile birleşmezden evvel İskender Beğ Balaban'ı harbe icbar eyledi. Azaplardan mürekkep olan piyadeyi sol cenâhda öne, «ulû-feci» tâbir olunan aylıklı süvarileri İskender'in kapitanlarından Tanoziyo-Tufie'nin karşısına koyduğu gibi, Akıncılar'ı Zaharia Gropa'nın karşısına, Yeniçerileri Manuel Plek'in mukabelesine yerleştirmişti. Kendisi de en talimli ve seçkin askerle sağ cenâhda bulunuyordu. Bütün bu tedâri-kâta rağmen, tamâmiyle mağlûb oldu. Ganimetler orduda henüz taksim olunmamış olduğu bir zamanda idi ki, İskender Beğ'in hemşiresi Mami-za'nın Petrale'den göndermiş olduğu bir ulak vâsıl oldu; Arnavud Ya'kûb'-un onaltı bin kişilik bir ordu ile — geçtiği yerleri ve şahısları yakıp katliâm ederek— Brat'a kadar gelmiş ve şimdi Arkilata nehri yakınında Küçük Tirana (Tiran) da ordu kurmuş olduğunu haber veriyordu. İskender Beğ Ya'kûb ile karşılaşmağa çıktı. İki asker tutuşarak göğüs göğüse kavga ettiler. İskender en kesif bir kitle arasına girerek Ya'kûb'un bulunduğu yere kadar vardı; mızrağını bir tarafından bir tarafına geçirerek başını kesdi. Türkler bu hâli görünce muharebe meydânında dört bin maktul ve yaralı ve altı bin esîr bırakarak kaçtılar. Arnavudluk Prensi Va-halia vadisinde maktul düşen cesur arkadaşlarının, bu çifte muzafferiyet-le intikamını aldıktan sonra Kroya (Akçahisar) ya döndü (184). Bu mağlûbiyetlerden ve yeni tanassur etmiş kıyafetine giren kaatil-ler vâsıtasiyle iki defa İskender Beğ'i beyhude kati teşebbüsünde bulunduktan (185) sonra II. Mehmed nihayet yüzbin kişiden ziyâde bir ordu ile bizzat Arnavudluk'a yürüdü (186). 869/1465 senesinde Kroya'yı ele geçirmek niyetiyle bu mıntıkaya dâhil olarak haylî kaleleri ve özellikle Sfetigrad ve Belgrad mevkilerini istilâ etmiş ise de, büyük telefat verdi. İskender Beğ bu mevkiin hiçbirinde kapanmayarak oralardan çıkar ve Türkler'in üzerine düşerdi. II. Mehmed her mevkide İskender Beğ tarafından ta'cîz olunarak ve dâima en seçme askerinin kaybından teessüf duyarak Kroya muhasarasını kaldırmağa mecbur oldu. Ancak Epir ile Makedonya'yı ayıran dağları geçmezden evvel eski Haoni kıt'asında kâin Gydna kazasının kahraman ahâlîsinden, Kroya'lıların mukavemeti intikamını aldı: Bu ahâlî, müstebidin vaadlerinin cazibesine kapılarak tes(184) Marini Barleti, 210, 212, 214, 215, 217, 11. Kitabın sonu. (185) Barleti, 218 (Mutaassıp düşmanın sözü olduğu unutulmamalıdır) MÜt. (186) Barleti, Pâdişah'ın ordusunu ikiyüzbine, Balaban'in ordusunu seksen bine çıkarıyor. OSMANLI TARİHİ 85 lîm olmuşlardı; fakat onları eline geçirince içlerinden sekiz binini birden idâm etti (187). Balaban'ı seksen bin kişi ile ve muhasarayı ablukaya tahvil etmek üzere Kroya karşısıdna bıraktı. Balaban, askerinin bir kısmını vadiye hâkim bir dağ (188) üzerine yerleştirerek kardeşi Yûnus'un (189) getireceği imdâd kuvvetini bekliyordu. İskender Beğ Yûnus'un hareketinden vaktiyle haberdar olduğundan, onu karşılamak için bir gece sabaha kadar yürüyerek vuku bulan muharebede Yûnus Beğ'i mağlûp ve kendisiyle oğlu Hızır Beğ'i esîr etti (190). İskender emri üzerine Yûnus zincirlere vurularak şu hâl ile Balaban'ın inzâr-ı temaşası önüne konuldu. İskender Beğ, bu elîm manzaranın Osmanlı saflarına saldığı dehşetten istifâde ile ileri yürüdü. Balaban kendini zaptedemiyerek Kroya duvarları önüne koştu ve mahsurlara tasavvur olunabilecek her türlü vaad-lerde bulundu. Lâkin Arnavud Jorj Aleksi'nin attığı bir tüfenk dâne-siyle (mermisiyle) boğazından pek ağır surette yaralandı, son bir sevk-i tabiî ile atının başını ordugâhına çevirip çadırının önüne kadar geldi; orada bî-rûh olarak atından düştü. Bunu müteakip Osmanlı ordusu ric'at-le, Kroya'ya sekiz mil hatvede bulunan Tiran'da ordu kurmak üzere, oraya gitti. İskender Beğ hiddet sâikasıyla düşmanın takibine atılan askerini tutmağa çalıştıysa da, bir faydası olmadı. Üç gün muharebeden ve büyük kayıplardan sonra kendilerine Tiran'dan bir yol açtılar; ancak muhtelif mevkilere tefrik edilmiş olan muhafızların cümlesi esîr, yâhud idâm edildi (191). Mehmed, şimdilik Kroya'yı ele geçiremiyerek ve bununla beraber Arnavudlar'ın gemini çekmek isteyerek Valiniyenler'in kadîm şehrini —ki zamanımızda sancak merkezi olan İlbasan'dır (192)— yeniden inşâ ve ih-kâm etti. İskender Beğ'in Draç yakınında ve deniz sahilinde yaptırdığı Çorlu şehrini de tahrîb etti (193). Az bir zaman sonra İskender Beğ şanlı hayâtına Alessio'da hateme verdi. Bu şehir eskiçağ târihinde —kurucusu Siraküza'lı Denis'e çıkan asliyle ve Makedonyalı III. Filip'in muhâsarasıyla— İskender Beğ'in vefat ettiği yer olmasından az şöhret kazanmada?) Barleti, 219. Barleti, varak: 223, bu dağı Korvinus tesmiye ediyor. Barleti «Yunimas» diyor. «Hızır»a da «Heder» diyor. Barleti, 225. Osmanlı müverrihlerinin İskender Beğ'in Sultan Mehmed ile muharebeleri vekayünden zikrettikleri ahvâl Pâdişah'ın Arnavudluğa asker sevket-mesi ve İlbasan’ın zabtı hususlarından ibaret olmağla beraber, işbu asker şevkini 872'de, yâni İskender Beğ'in vefatından bir sene sonra gösterirler. Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, Sa'dü'd-dîn, İdrîs, Neşri, Solak-zâde, Alî. (193) Barletius, bu şehri «Çiburilvus» diye isimlendirir. Varak: 226. (188) (189) (190) (191) (192) 86 HAMMER mıştır. İskender Beğ otuz sene müddetle memleketinin din ve hürriyeti için (194) II. Murad ile II. Mehmed'in istilâcı kudretlerine karşı muzaf-ferâne karşı koyduktan sonra, 1467 (871) kânunisânîsinin ondördüncü alt-mışüç yaşında ölmüştür. Pirus gibi (195) ülkesinin hasmının kalbine silâhını saplayamamış ise de, Gentius'dan (196) daha büyük görünüp mağlûpların netîce-i hâline düçâr olmamıştır. Epir kahramanı büyük kumandanların imtiyazına vesile olan evsâfı cem' etmiştir; ancak millî tabiatının mümeyyiz bir sıfatını, yâni eski Epir ahâlîsinin hiçbir zamanda terk etmemiş oldukları vahşeti nefsinden tamâmiyle izâle edememiştir. Yine o sene, İskender'in komşularından olan Hersek Prensi Etienne Kosarik de ölmüştür. Etienne, oğullarıyla münazaa hâlinde bulunarak en gencini rehin sıfatıyla Bâb-ı Hümâyûn'a göndermişti. Bu çocuk bir müddet sonra dinini terkederek Sultân Mehmed'in iltifatını kazanmış ve II. Bâyezid zamanında dâmâd ve sadrâzam olmuştur. Babalarının vefatında Kosa-rik'in diğer iki oğlundan Vladislas Yukarı Hersek'e, Vladko Aşağı Her-sek'e nail oldu. Ancak Vladislas bir müddet sonra Macaristan'a (197) kaçtı; Vladko dahî birkaç kalede ancak bir müddet tutunabildi. Bütün memleket az vakit içinde Osmanlı hükümeti eline geçerek, Hersek nâmıyla devletin bir sancağını teşkil eyledi (198). Karaman beğleriyle İskender Beğ'in vefatını takip eden sene içinde serî muzafferiyetler silsilesi kesintiye uğrayarak, ne bir memleket tahrîb ve fethedilmiş, ne de muhafızları öldürülmüş veyahut biçilmiştir. Sultân Mehmed bu sükûn zamanını kısmen deniz kuvvetlerinin teçhizatına, kıs(194) İskender Beğ'in şân-ı hükümet için açtığı faidesiz muharebeleri «din ve hürriyet muharebesi» addetmek taassup eseri ve hatâdır. (Müt.) (195) Pirus (Pyrrhus). kadîm Epir Kralı'dır ki, Romalılar'a karşı muharebe ederek İtalya'nın fethine teşebbüs etmiş ve İsa'dan 279 sene önce Asko-lum (Ascolum) şehrinde büyük zâyiât ile bir muharebe kazanarak, bu münâsebetle «böyle bir muzafferiyete daha nail olursam işim bitmiştir» sözlerini söylemiştir. 272'de muzafferen Argos şehrine girdiği sırada, bir kocakarının dam üzerinden attığı kiremitle maktul olmuştur. Kat'î ne-tîceyi getirmeyen muzafferiyet hakkında «Piros'un muzafferiyeti kabilinden» denilir. (Mütercim). (196) Gentius, milâddan iki asır evvel İllirya Kralı idi. Zâlim, şiddetli, sarhoş bir hükümdar olup zevcesini almak için kardeşini öldürdü. Tebeasınm deniz haydutluğuna son vermek için Romalılar 171'de donanmasını zap-tettiler. 168'de Romalılar aleyhine Makedonya Kralı Perse ile ittifak etti. Bir ay sonra mağlûp olarak teslimiyet göstermiş ve Roma'ya götürülerek galiblerin muzaffetiyet hediyesi olmuştur. Mütercim. (197) Spandojino, s. 54. (198) Sa'dü'd-dîn, İdrîs, Neşrî, Solak-zâde, Âlî, Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 174. Engel'in Sırbistan Târihi'ne (s. 430) ve Gebhardin'in Bosna Târihi'ne (s. 472) müracaat. «Hersek» kelimesi Almanca dukalık demek olan «Herzogt-hum» kelimesinden alınmıştır. OSMANLI TARİHÎ 87 men yeni sarayın inşâatına hasr etmiştir. Bu sarayın yapıldığı mahal eski Bizans'ın Akropolis âbidesinin ve daha sonraları İmparatorlar sarayının yeridir ki, eski çağ târihinde muzaffer Palas ile Neptün, Baküs, Jüpiter, Hekat, Prozerpin (199) mâbedleri ve Hıristiyanlık devrinde azizlerden Dimitrius, Minas, Teodor Sergius (Circîs) ile Meryemü'l-Betül Kiliseleri burada inşâ olunmuştu. Halik Sarayı, kıdemli hassa askerleri ve muhafız birlikleri (200) koğuşları ve bunların yedi kubbeleri bu mevkide görülür. Asma saatiyle, İmparatorun ondokuz davetlisinin sofrası (201), hazîne odası, bütün altınlarla pırıl pırıl parıldayan taht salonu, kayserlerin erguvanı kumaşlar içinde velâdetgâhı olan kırmızı salon burada insanın hayretten gözlerini kamaştırır (M.İ. 7). Osmanlı saltanatının yeni sarayının inşâatı Hicret'in sekizyüzyetmişikinci senesinde tamamlanmış ve üzeri «Allah sahibinin sânını te'yîd eylesin! Allah binasını teşyîd eylesin! Allah esâsını muhkem kılsın!» kitâbeleriyle süslenmiştir (202). Tersanenin teçhizatına sür'atle devam olunduğu sırada «Akıncı» denilen Osmanlı hafif süvarileri, devletin kuzey hududlarını geçerek Iskalavonya, Karintiye, îstirya (Stirya) eyâletlerini dolaşıp Silli'ye kadar nüfuz etti (Not: 19)binden ziyâde esir olarak beri tarafa naklolundu (203). Ancak bu kolay ve semereli sevincine mukabil, Nikola Kanale kumandasındaki Venedik donanması birkaç adaya ve birkaç limana isti- fi 99) Eski Yunan'in ilahları. Mütercim. (200) «Scholae et excubia» (hassa ve muhafız askerleri). (201) «Novemdecim accobitorum» (Ondokuz davetli). (202) İstanbul ve Boğaziçi, 1, 1, 197, 221, 225 asıldan. (Bu üç cümleden birincisi —ki fransızcası «Que Dieueternise l'honneur de son posseesseur!»dur— «Haledullahu azze sahibini» arapça duâ cümlesinin türkçesi olacağı anlaşılır. Bu cümle Sa'dü'd-dîn'in İstanbul baskısının 448'inci sahifesine göre fuzala-i asrdan birinin: târih kıt'asınm târih mısraıdir ki 883'ü gösterir. Fransızcaları «Que Dieu consolide sa construction!» ve «Que Dieu foıtifle ses fundements» olan ikincisi ile Üçüncüsü «Haledullahu liâlâ ebeden» târihinin tercümesine benzer. Abdurrahman Şeref beyefendi hazretleri Târih-i Osmânî Encümeni Mecmuası'nda Topkapı Saray-ı Hü-mâyûnu'na dâir bir makale tahrîr buyurduklarından, ondan ve şâir malûmattan Mütercimin İlâveleri kısmında (M.İ. 8) daha bâzı tafsilât verilecektir.) (203) Moelke'in Şuûn (Gerçek)'ine nazaran 1469. «Turci abducunt ex Slavonia 30.000 hominum» (Türkler Slovanya'da otuzbin kişi öldürdüler). Papanın bir kardinalinin —Prey ve Katerina tarafından naklolunan— mektubu da Karintiya ve İstirya'da Türklerin tahribatından bahseder. Marini Sa-nato'nun Şuûn'u «1469 Allemania scorgada dal Turchi fin a Goricia» diyor. 88 HAMME R lâda bulunmasıyla, zâyiât vukua gelmiştir (204). Trakya sahilinde Aynoz (İnoz; Enez) ile İmroz adası da Venedik askeri tarafından tahrîb edildi ve Patras körfezinde Lustiça limanı sağlamlaştırıldı (205). Venedikliler bu muhasamata sulhun iadesi için neticesiz teşebbüslerde bulunduktan sonra başladılar. Bir ahidnâme müzâkeresine memur edilecek Jan Kapello için ruhsatname,talep etmek üzere İstanbul'a gönderilen Yahudi David, Bâb-ı Hümâyûn'dan pek sert bir cevap ile iade olunduğu cihetle, Venedik hükümeti bütün şiddetiyle muharebede devam etmeğe karar verdi. Bununla beraber her iki taraftan faydasız tahribattan başka birşey yapılmaksızın üç sene geçti (206). Sultân Mehmed, Venedikliler'in hareketlerinden büyük bir teşebbüs ile intikam almak azminde bulunarak, bu tasavvurla kararsız olduğundan, Eğriboz'un ele geçirilmesini tasarladı. Kapudan Paşalık ile Gelibolu'da bulunan Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa, yetmişbin cengâveri, yüz kadırga ve ikiyüz diğer sefineye bindirerek limandan çıktı (207). Padişah dahî kuvveti ondan az olmayan bir ordu ile bizzat İstanbul'dan hareketle Ağriboz (Eğriboz) karşısına azimet etti. Serahs zamanından beri Adalar Denizi bu kadar kesretli bir donanma görmemişti, vaktiyle İran ordularınca tamamen örtülmüş bulunan o sahiller üzerinde Osmanlı ordusu kurularak. Sultân II. Mehmed'in otağı da İran Şehinşâhı'nın otağının kurulduğu tepenin üzerine dikilmişti. Lâkin Nikola Kanale Serahs'ın mukabelesinde bulunan Temistokles değildi. Mahmûd Paşa geçerken Şire'yi hasara uğrattıktan sonra, Ağrıboz'a yanaşıp bir fırka asker çıkardı ve Vasilikon ile Stora beldelerini ansızın zapt ve tahrîb eyledi. Bu sırada Nikola Kanale ise otuzbeş kadırga ile Salamın adası altında Sarone körfezi içinde Girid'den gelecek imdâd kuvvetlerini bekleyerek demir üzerinde bulunuyor ve şu suretle Osmanlılar'ın kadırgalardan bir iskele kurup da bütün kuvvetlerini Ağrıboz'a geçirmelerine karşı bir hareket icra etmiyordu. Eğer Venedik donanması amirali şu vak'ada işgal ettiği yüksek mevkî pek de lâyık olmayan bir surette davranmış ise de, bâzı zabitler ona imtisal etmediklerinden, hareket tarzları tarihçe zikredilmeğe şayandır. Bunlardan Antonyo Ottoboni kadırgasiyle Osmanlı donanması arasından bir yol (204) Lojiye, 7, 522. (205) Sansovino'da Malatesta’nın Kâtibinin eseri, s. 249. Osmanlı müverrihleri Aynoz'un Venedikliler tarafından zabtını 872 (1467)'de gösterirler. Neşrî, varak: 221. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 244. Solak-zâde, 56. Pranzes'e de bakınız, 4, 23, s. 99, Alter bas. (206) «David Ebreo mandato a Constantinopoli per salvaçondotto per Zuan Capello per trattar la pace, Porta la riposta datta dal bassa.» (Metindeki ifâdenin M. Sanato'nun Şuûn-i Osmaniye'sinden menkûl mehazıdır). (207) Daru. Venedik Târihi, 2, s. 465. Malatesta’nın Kâtibi tarafından yazılmış esere nazaran Mehmed'in ordusu ikiyüzbin askerden ziyâde İdi. OSMANLI TARİHİ 8S açarak eskiden Haliki denilen Ağrıboz yâiıut Negrepont limanına demir atmağa muvaffak oldu. Kardeşi Stefano daha az bahtiyar olarak kadırgası —yanaşmış olduğu bir Türk sefinesi tarafından— yakıldı (208). Ağrıboz adasının vâlî ve kumandanı Venedik balyoslarından Pol Ariço idi. Bir fırka kumandanlığında bulunan Luiçi Kaluv ve onun selefi Ciovani Badoer tecrübe edilmiş meziyetlere ve büyük bir basirete sahip idiler. Ağrıboz sâkinlerinin şecaatleri —istihkâmlar üzerinde erkeklere yardım eden ve yaralıların tedavisiyle uğraşan ve hattâ bâzan gedikler üzerinde harb eden— kadınların cesaretiyle büsbütün artıyordu. Onyedi gün zarfında (209) Türkler beş müthiş hücum yaptılar. Kalenin ateşi ilk üç hücumda yirmi kişinin telef olmasına ve otuz kadırganın mahvına yolaçtı. Sultân Mehmed şehri cebren almaktan ümidini keserek şu tedbîre müracaat eyledi: Mahsurların topçu kumandanı Lebeno'lu Tomaso Ciavo'yu (210) tamahlandırdı. Ancak Ariço, Tomas'ın cinâyetkârca münâsebetini sezerek boğdurup odasının pencerelerindeki demirlere astırdı. O vakit Mehmed, sefînelerindeki taifenin bakiyyesini karaya çıkartarak civardaki vilâyetlerden yeni asker ve gemici toplattı. Şehrin imdadına gelmek, adanın boğazında karaya doğru uzanan kadırga köprüsünü kırmak, şu suretle her türlü haricî münâsebetlerden mahrum olarak Ağrıboz'da mahsur kalacak muhâsırları açlığa düşürmek için Venedikliler'in fırsat kollamakta oldukları bir zamandı. Lâkin Nikola Kanale. zabitlerin ihtarlarına kulaklarını vererek olsun itibâr etmiyerek ve Pol Ariço'nun büyük bir müzayaka içinde bulunduğundan bahisle vâki olan istimdâdlarından habersiz görünerek hiçbir harekette bulunmadı (211). Dördüncü bir hücumda Türkler onbeşbin kişi kaybettiler (212); kale birkaç gün daha mukavemet ettiyse de kumandan Ariço, vuku bulan muharebede verdiği telefat ile muhafızların altıbin kişi kaybettiğini görerek, daha ziyâde mukavemet azminde bulunamayıp, kendisinin ve askerinin hayâtına ilişilmemek şartıyla teslîm oldu (213). Mehmed buna muvafakat etti; lâkin sözünün şerefini —Ağrıboz surları önünde (214) ellibin Osmanlı'nın zi(208) Bu iki kardeş için Venedik'in Sen-Antonyo Kilisesi'nde şu kitabe görülür: «Stephano patri, Antonio avo, Hector Othobonus monumentum P.P. Hic eoboicum portum ab hoste occupatum trepidant© classe navi sua solus ingressus est A. 1470 ille, praelio navali ad coriplasium expugnata Turca-rum maxima navi iğne concepto comburittur.» (209) Beş hücumun târihleri: 25, 30 haziran, 5, 8, 12 temmuz, (Lojiye, Venedik Târihi, c. 26) (210) Malatesta’nın Kâtibi'nin eseri, Sansovino'da meçhul bir müellif «Ağrı-boz'un Zaptı» (La Presa di Negroponte) eserine bkz. Sansovino, s. 322. (211) Daru, Venedik Târihi, 2, s. 466. Loujiye, 235. (212) Daru ve Lojiye, yine aynı sahifeler. (213) Daru, 2, 467. (214) Osmanlı müverrihlerine nazaran yetmişbin. 90 HAMMER yâından dolayı— almak istediği intikama feda ederek, bütün muhafızları idâm etti (215). Eskiler —Azopus'un kızı nâmına nisbetle— Obea, yahut şeklinin uzunluğundan dolayı Makris, yahut demir mâdenlerinden dolayı Halkis ve Halkondantis, yahut ilk sakinleri olan Abanti'lere nisbetle Abantis adlarını verdikleri Negropont (Ağrıboz), vüs'atiyle, ehemmiyetiyle, arazîsinin verimliliğiyle, burunlarıyla, Örip'in (216) yedi defa vuku bulan medd ve ceziriyle bir an için okuyucuların nazarı dikkatlerini çekmeğe şayandır. Omirus (Homerus) tarafından (217) bağlarının sitâyişiyle şöhret verilen Histiea, yahut Aureos şehri —ki adanın eski payitahtı idi— Teletri-yus (218) Dağının kuzey yamaçlarında ve Kolenum burnuyla Artemis Mabedi ve Temistokles'in Acemler'e (219) ilk galebesiyle ün kazanan Artemis adasının batısında kâindir. Şimdi «Negrepont» denilen ve eski ismi Halkis olan idare merkezi daha güneyde olup Orip Denizi burada o kadar darlaşmıştır ki, adadan asıl karaya kulelerle çevrili bir köprü atmak mümkün olmuştur (220). Ortaçağ'da aradaki berzah «Eğripos» diye isimlendirilmiş ve biraz bozularak ondan alınan «Negrepont» ismi «Egrip Köprüsü» mânâsını mutazammın bulunmuştur. Şimdi Gravalinais köyünün bulunduğu mevkide Obe'nin en eski ve en meşhur şehirlerinden biri olan Eretriya ve Etus (Vetus) şehirleri kaaim idi. Daha güneye doğru, şimdi Kastelroso denilen ve şarabları, mermeri, yanmaş taşı (hacer-i fetîle) ile meşhur olan Karistos ve bir Neptün Mâbedi'ni hâvî olan Greistus şehirleri bulunuyordu. Öbe (Obe) buğday, şarâb, demir, tuz, mâden suları hâlâ bütün Yunanistan'ın en çok rağbet ettikleri sulardır. Mevkî ve tabiatiyle şu suretle imtiyaza hâiz olan bu ada civar hükümetler arasında ebedî bir ihtilâf sermâyesi olmuştur. Zaman zaman, Yunanistan'da birbirini takip eden hükümetlerin eline geçmiştir. Bir vakit Atinalılar, Spartlar (Ispartahlar) Makedonyalılar Ağrıboz için aralarında münazaaya tutuştular. Makedonya Kralları'ndan Roma cumhuriyetine, sonra Bizans imparatorlarına, onlardan Venedikliler'e geçmiştir. Eskiçağ târihinde bir müddetçik büyük hükümdarlardan Serahs’ın, Antiokus'ün, Mitrî-dâd’ın, elinde bulunmuştu. II. Mehmed Hân'ın kırkiki yaşında ve cülusunun v irminci senesinde diğer fetihlerine ilâve etmesine kadar Venedikliler'in mülkiyetinde idi (221) (Not: 22). (215) (216) (217) (218) (219) (220) (221) Ağrıboz'un Zaptı eseri. Liusus, 28, 6. Omirus (Homerus), 2, 537. Strabon, 9; Tit-Liö, 28. Kornelyus Nepos, Temistokles, 3. Valpol'un Hâtıralarma bakınız. Aded: 33, s. 528. Yunan’ın istiklâliyle kaybedildi. (Mütercim). Fatih Sultan Mehmed ONBEŞİNCİ KİTAP İltizam usûlünün ihdası. — Tokat önünde tahribat. — Mahmûd Paşa'nın ikinci vezîr-i âzamlıgı. — Pâdişah'ın mektubu. — Akkoyunlu ve Karakoyunlu sülâleleri. — Karaman'a dördüncü sefer. — Uzun Hasan'ın târihi. — Uzun Hasan'ın Beğlerbeği Murad Paşa'ya galebesi. — Tercan'da Pâdişâh ile muharebesinde hezîmeti. — Ehl-i Salîb donanmasının teshîrâtı. — Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa’nın azl ve idamı. — Adalia'ya hücum. — Karaman kalelerinin fethi. — Beşinci seferde tâbiiyyet altına alınan Kara-man'a Şehzade Cem'in vâlî nâsbı. Sultân Mehmed, ne kadar memleket fethetse kanamadığından, Anadolu'da yeniden seferler tasarladı ki, bunlar kendisini beş sene mütemadiyen ve münhasıran işgal edecekti. Pâdişah'ın muzafferiyetleri Karaman halkının kendi namlarına mensup aileye irtibatlarını tamâmiyle mah-vedememişti. İshâk’ın oğluyla validesi —ki Silifke şehrini hâlâ ellerinde bulunduruyorlardı— halk arasında gizli gizli cereyan eden isyan temayüllerini alevlendirmek için hükümet merkezlerini ilkaât merkezi hâline koymuşlardı. Bir taraftan da genç beğin amcası ve İshâk'ın kardeşi olan Kaasım Beğ, hâmisi Uzun Hasan'ın yardımıyla ahâlînin eski hanedana muhabbetinden tamâmiyle istifâde ediyordu. Mehmed, Karaman'dan azimetinden önce Turgud Tatarları aşiretini yarı yarıya tenkil eylemiş ise de, yine Tatarlar'dan Varsak denilen ve Timur'un istilâsından beri oralarda kalmış olan aşirete ilişmemişti. Alâiye arazîsi de Küçük Asya'nın son hükümdarları olan Selçuklular Hânedânı'ndan Kılıç Arslan'ın hükümranlığı altında henüz müstakildi. Bir takım halkın muhabbetsizliği, bir takımının da korkusu, aralarında —Osmanlılarca muhataralı olabilecek— bir yakınlaşmayı istilzam etmiş ve bir fesad çıkması hususunda şüphe bırakmayacak surette vukua gelen hareketler, tehlikeyi artırmıştı. Bu fesadı bastırmak için Vezîr-i âzam Rûm Mehmed Paşa külliyetli bir ordu ile Anadolu'ya yürümek emrini aldı (Not: 1). Tama'kârlığı yüzünden, Ka-raman'ın Ereğli ve Lârende kazalarını vergi altında ezdi. Lârendeliler, cami ve medreselerinin ravza-i Peygamberî'yi içine alan Medîne-i Mu-kaddese'ye vakf (1) edilmiş olduğunu beyanla, hiç olmazsa bunlara iliOSMANLI TARİHİ (1) «Vakf» kelimesi, umumiyetle, terk, tahsîs, tevdî hususlarını mutazammın olup, alelade kabû suretine göre bir şefkat hissiyle mukaddes bir cihete, insanî ihtiyaçlara, umûmî dinî vazifelere tahsîs edilmek düşüncesini şilmemesini istirham ettiler; Zâlim Vezir, cevâp yerine geçmek üzere temsilcilerden mpydana gelmiş olan hey'eti kamilen idâm ettirdi. Rum Mehmed Paşa Karaman beldelerini baştanbaşa mezâlim altında inleterek Varsaklar’ın (2) bulundukları yerlere tecâvüz ve onlar hakkında da vahşîyâne muamelesini tekrar eyledi. Fakat Varsak reislerinden Uyuz Beğ nâmında biri Taş-il derbendlerine atılmış ve kahraman arkadaşlarıyla Türk süvarisinin hücumunu beklemişti. Mevkiinin manialarla mahfuz olması, aleyhinde yapılan hücumları müdâfaaya kifayet etti. Bu kavgalarda Osmanlı askerinin yarısı zayi olarak, Rum Mehmed Paşa bunların bakiyyesini ancak o vakte kadar alabilmiş olduğu ganimetleri terke-derek kurtarabildi. Varsaklar Mehmed Paşa ile askerinin hep kaçmakta olduklarını görmeleri üzerine Vezîr-i âzami parmaklarıyla reislerine göstererek müstehziyâne: — «Ne vezîr-i kerîm imiş ki bizim ayağumuza kadar altunlar getirdi!» diye bağırdılar (3). Pâdişâh —hezimetinden dolayı haysiyetini kaybetmiş olan— Vezîr-i âzam'ı azlederek, makamını, esaretten Bosna Vâlîliği'ne kadar yükselmiş olan İshâk Paşa'ya verdi. Bu vezîr-i âzamin mezâlimi, vahşîliği devletine (iktidarına) sebeb olduğu gibi, felâketine de yol açmıştır. Rum Mehmed Paşa —milletinin saadeti eseri olmak üzere ancak üç ay vezîr-i âzam-lık makamında bulunmuştur— Osmanlı târihinde ancak iki cinayetinin hâtırasını bırakmıştır; onun iktidarı zamanındadır ki, «mukataa» usûl-i mâliyesi idhâl edilmiştir. Sultân Mehmed bunu bizzat kendisi tasavvur ettiği için, nazarında kıymetdâr idi. Kostantiniyye'nin fethini müteakip, Mehmed, ıssız olan payitahtı şenlendirmek için her taraftan muhacirler gönderildiği sırada, bu yeni gelenlere verilen haneler üzerine icâre (kira, gelir) makamına kaaim bir vergi tarhetmiş idi. Bu muamele fethedilmiş olan şehre yeni nakledilmiş olan birçok Müslümanların avdetine sebep oldu. II. Murad'ın silâh arkadaşı Lala Şâhîn'in arz ve ihtârâtı üzerine, — (2) (3) — içine alır. Üç nevi vakf vardır: 1 Camiler, 2 Fukaraya ve umumî olarak insanların ihtiyaçlarına iane için açılan müesseseler, 3 — Camilere bağlı bulunan âdi vakıflar (Fransızcaya tercüme edenin haşiyesi). (Bu mütercimin kendi nokta-i nazarına göre yürüttüğü bir düşüncedir; evkafın tarif ve taksimi sadedden hâriç olmakla beraber, nakledilmiş olan haşiyede izaha muhtaç birşey olmadığından mtitalâa ilâvesine lüzum görülmedi. Mütercim). Toros Dağı'nın, Silifke'nin kuzeydoğusundaki kısmına Varsak Dağı denilir. Cihânnümâ, s, 611. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, s. 250; Solak-zâde, varak: 57, Neşrî, s. 222. Asıldan. «Varsak beğceğizleri Uyuz Beği karşulayup «Bu paşa ne hoş dev-letlîi imiş ki cem' itdüğü mâli ayağumuza getürüp dökdü» diyu tahakküm tarîkî ile alkışladılar.» Sa'dü'd-dîn, s. 517. Mütercim. Mehmed bu icâreyi lağvetti. Lâkin Rum Mehmed Paşa sadâreti za- 94 HAMME R mânmda o vergiyi tekrar ihdas etti ve zirâat yapılan arazîye de ta’ınîm ettiğinden, bu târihte birkaç defa zikri geçecek olan mukataa, yâni kurada iltizâm usûlünün ihdası yine onun idaresi zamanında olmuştur (4). Yeni vezîr-i âzam İshak Paşa Rum Mehmed Paşa'nın bozgunluğundan sonra bütün memleketi eski beğlerinin lehine kıyam ettirmiş olan îshak Beğ'in kardeşi Kaasım Beğ'i vurmak üzere zaman kaybetmeksizin Karaman'a azîmet eyledi. Vezîr-i âzam, Kaasım Beğ'e Mut kalesinde tesadüf ederek muharebeye icbar etti ve tamâmiyle hezimete uğrattı. Mut ve Niğde kalelerini tekrar inşâ ettirdikten sonra Varköy (5), Uç-Hisar, Ortahisar kaleleri ile Aksaray (Garsaora) şehrini fetheyledi (6). Pâdişah'ın kat'î emri üzerine Aksaray ahâlisini kaldırarak Kostantiniyye'ye nakletti ki, bugün «Aksaray» adıyla isimlendirilmiş olan mahallede iskân edilmişlerdir. Bütün bu vak'alar, Mehmed'in Ağrıboz adası seferini icra ettiği sene zarfında cereyan etmişti (1471/876). Ertesi sene, âdî bir yeniçeri neferliğinden üç tuğlu paşalığa yükselmiş olan Gedik Ahmed Paşa, bir ordu ile Alâîye'nin zaptına gönderildi. Selçuklu Sultânı Alâü'd-dîn Keykubâd (7) tarafından deniz sahilinde ve eski Koreçezium beldesinin yerinde inşâ edilmiş olan bu şehir, beş-altı yüz kadem yüksekliğinde ve birbirini takip eden beyaz ve kırmızı tabakalardan dolayı şâyân-ı dikkat bulunan kayalıklar üzerine binâ edilmişti (8). Paşa, Alâîye hükümdarı Kılıç Arslan'ı teslîm olmak için ikna ile haremi ve çocuğuyla birlikte Bâb-ı Hümâyûn'a gönderdi. Pâdişâh, hemen itaat etmesinden dolayı, mükâfâten, idaresi için Gümülcine'yi tahsîs eyledi (9). Fakat biraz sonra Kılıç Arslan av bahanesiyle firar ederek Mısır'a gitti. Haremi ve oğlu kederlerinden terk-i hayat ederek Gümülcine'de ikisi bir kabire defn edildiler. Kılıç Arslan Pâdişah'ın vermiş olduğu bir elması Zât-ı Şâhâ-ne'ye iade olunmak üzere Mısır'dan Gedik Ahmed Paşa'ya göndermişti. Ahmed Paşa bunu kuyumcudan aldığı birçok pahalı taşların içine katarak —İstanbul'a vusulünde— cümlesini Pâdişah'a takdîm eyledi. Sultân Mehmed mücevherâtdan pek güzel anlardı; kendi elmasını görür görmez tanıdı. Her ne kadar paşalarının bu türlü hallerine müsamaha etmek mu'tâdı değilse de Gedik Ahmed Paşa'nın Karaman'da asayişi iade işindeki hizmetlerini nazar-ı dikkate alarak, kendisini affetti (10). Karaman Neşrî, varak: 193, Kostantinîyye'nin fethini müteakip. Sa'dü'd-dîn'de «Vara Köyü». Mütercim. Kaufer'in Kostantiniyye haritasına müracaat. (7) Cihân-nümâ, s. 621. (8) Bufor'un Karamania'sı. Salnâme-i Edebiyat, Ondördüncü Kitâb. (9) Hacı Kalfa’ınn Rûm-İli'si, s. 69. (10) Sa'dü'd-dîn'in mütercimi Hammer (Bratutu?) bu elmas fıkrasının rengini biraz değiştirmiştir. Hoca'dan özetlenmişi şudur: «Kılıç Arslan seya hat tarîkiyle Mısır'a gitmişidi. Kendisi cevahir san'atında mahir oldu(4) (5) (6) OSMANLI TARİHÎ 95 Beğ'i İshak Beğ Uzun Hasan nezdine firar ettiği vakit haremiyle oğlu Mehmed Beğ'in Silifke kalesine kapanmış ve Osmanlılar'ın bütün kuvvetlerine karşı orada sebat eylemiş olduklarını evvelce söylemiştik. Beğin haremi, zevcinin vefatı haberi üzerine Pâdişâha bir sefaret hey'eti göndererek itaat arzetmiş olduğundan, Sultân Mehmed Gedik Ahmed Paşa'yı kaleyi tesellüm etmeğe memur eyledi. Vezir bu emri ifa ettikten sonra, —içerisinde İshak Beğ'in biraderi Pir Ahmed'in ailesiyle İbrahim Beğ'in oğullarından babası sağ iken vefat eden Mehmed Beğ'in kerîmesi ve bu beğlerin yeğeni olan fevkalâde güzelliğiyle meşhur bir kızın bulunduğu— Mukan (11) kalesi üzerine yürüdü. Gedik Ahmed kalenin teslîm olması üzerine bulduğu hazînelerle Mehmed Beğ'in kerîmesini Pâdişah'a gönderdikten sonra Levleke (Lülge) (12) kalesini muhasaraya gitti. Kaleyi zaptettiği vakit muhafızlarından bir kısmını kati ettirerek diğer kısmını da surlardan aşağı attırdı. Lâkin Uzun Hasan ordusunun yaklaşması Paşa'nın yeni fetihlerini muhafazaya müsâade etmediğinden, Gedik Ahmed Konya'ya doğru çekildi. Uzun Hasan Sultân Mehmede' karşı Karaman Beğlerinin hukukunu müdâfaaya karar vererek Osmanlı hududunu tecâvüz ile Tokad'a doğru ilerlemişti. Nezdinde, Mehmed'in amca-zâdeleri Pîr Ahmed ile Kaasım Beğ bulunuyordu. Ordu, Uzun Hasan'ın veziri Ömer Beğ ile yeğeni Yu-sufca Mirza'nın kumandaları altında idi. Tokad'ın Timur tarafından zaptı esnasında görülmüş olan vahşetler bu defa şehir tekrar alındığı vakit yenilendi. Belde kül hâline getirilip, ahâlîye bin türlü işkence icra edildi. Bu Türkmenler —Osmanlı müverrihlerinin kavlince tabiatlarının gereği olan (13)— vahşetlerini icra ettikten sonra Ömer Beğ, Uzun Hasan'ın yeğeni Yusufça Mirza ile Pîr Ahmed ve Kaasım'ı onbin neferle Tokad harabelerinde bırakarak Diyarbekir üzerine yürüdü. Yusufça, Karaman Beğlerinin telkinlerine uygun olarak, onların hak iddia ettikleri memleketleri tahrîb etti (14). (11) (12) (13) (14) ğundan renge çekmek üzere mukaddema Padişah bi r ağır taş vermiş; taş, Arslan Beğ'in yanında kalmış; Mısır'da boyamış; huzûr-ı şahaneye îsâl olunmak üzere Gedik Ahmed Paşa'ya göndermiş. Paşa «bir kuyumcu getirdi, satılıktır.» diye arz etmiş. Fâtih görür görmez, teşhis ile «Bu benim Kılıç Arslan'a verdiğim taştır» buyurmuşlar. Pâdişâhın gördüğü elmasların nihayeti yok iken bunu tanıması üzerine Gedik Ahmed Paşa'yı hayret almış. Hoca Efendi fıkrayı «Ukulü'l-mülûk mülûkü'l-ukûl» kelime oyunuyla sona erdirir. Mütercim. Bratutu'da Mukanu, kitap: 2, s. 255 (Sa'dü'd-dîn'de Mim. Vav. Kaf. Nun.) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, kitap: 2, s. 255. Solak-zâde, varak: 57, Neşrî, v: 224. «Tabîat-ı Ttirkmâniye muktezâsını zuhura getirdikten sonra» Solakzâde. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Neşrî, İdrîs. 96 HAMME R Tokad'da irtikâb edilen vahşetler ve Karaman'da icra olunan tahribat haberleri üzerine Sultân Mehmed'in hiddetine nihayet olmadı. İlk sözü çadırının hemen Üsküdar'da kurulmasını emretmek oldu. Bütün paşalara, beğ-lere umûmî bir emirname gönderdi. Anadolu sahilinde ve maiyyetinde toplanmak üzere meşiyyet-i seri'a ile gelmelerini emretti. Tehlike pek yakın idi; düşman birkaç merhale daha gelmiş olsa Küçük Asya'nın kalbinde bulunacaktı. Vezîr-i âzam İshak ile Karaman valisi bulunan Şehzade Mustafa bütün İran ordularının hücumuna mâruz idiler. Maiyyet-lerinde müdâfaa edecek asker pek olduğu cihetle —dişlerinin vaziyetinden dolayı «Gedik» adı verilen— Ahmed Paşa'nın fırkasının Yusufça Mirza'ya mağlûbiyetinden sonra her dakika düşmanın eline geçmek tehlikesinde bulunuyorlardı. Sultan Mehmed, Mahmûd Paşa'yı vezîr-i âzam-lıktan azletmiş olmasından dolayı kendisine terettüb eden zararı şu tehlikeli zamanda takdir ve hatâsının tamirinde acele ederek, o muhterem hâdim-i devleti ikinci defa olarak devletin en büyük mesnedine davet etti. Yine bu zamanda idi ki, bu ahvâlde ne suretle hareket edeceğini mutazammın olarak oğlu Sultân Mustafa'ya (Sultân değil, şehzade) kendi eliyle yazılmış bir emir (hatt-ı şerîf) gönderdi. Osmanlı Devleti'nin bidayetlerinde pâdişâhlar yazı yazmak san'atma âşinâ olmadıkları zaman ellerini mürekkebe batırarak kâğıd üzerine bastıkları nişaneden başka hatt-ı şerîf yok idi. Bu nişaneden bugün görülen tuğra-yı hümâyûn'un ortaya çıktığı daha önce yazılmıştı. Sonraları pâdişâhlar bizzat yazı yazmağa ve bizzat hükümet idaresine tenezzül ettikleri vakitlerde dahî kamilen kendi ellerinden çıkmış vesaik pek nâdir olmuştur. Şimdi dahî hatt-ı şerîf bir ahidnâmenin, bir berâtın, dîvân-ı hümâyûnden çıkmış emirnamelerin üstlerine, pâdişâhların kendi elleriyle yazdıkları bir satırdan, yâhud birkaç kelimeden ibarettir. Umûmî surette, sultânların nâme ve fermanları kendi kalemlerinin mahsûlü değildir. Nasıl ki Avrupa hükümdarlarının el yazısı denilen vesikalar da —birçok defalar bir kâtibin kalemi eseri olmadığı farz olunsa bile— kendi fikirlerinin mahsûlü değildir. Türkiye'de bu kaidenin müstesnaları şâir memleketlerden daha azdır. Bununla beraber o türlü vesikalar —ale'l-husus kalem oynatmaktan ziyâde kılıç kullanmakla tanınmış bir âmir-i mutlakın, yâhud bir fâtihin yazısı olduğu halde— târih nokta-i nazarına göre husûsî bir ehemmiyet kazanırlar. Sultân Mehmed'e gelince, yalnız edebiyat ve san'atın gayretli bir hâmisi olmayıp, her ne zaman şan ve zafer arzusu nefsinde sükûn bulup da yeni fetihler tasavvurundan hâlî kalır ise, ilimlerle ve bilhassa şiir ile iştigâl ederdi. Bununla beraber, saltanatı zamanına âid devlet evrakı, otuz sene zarfında bütün Avrupa ve Asya hükümdarlarına gönderilen mektuplar —ki Osmanlılar'ın revnak muzafferiyetlerini hissetirmek için hep ez-hâr-ı beyân ile müzeyyendir— pâdişâhın değil, sarayın en mümtaz ulemâsının kalemi eseridir. İstanbul fethinde Mısır sultaniyle İran şahına OSMANLI TARİHİ yazılan zafer-nâmeler, zamanının en itibarlı ulemâsından olan muallim-i sultânı Molla Gürânî inşâsıyladır. Fâtih'in yirmibeş kıt'a olan siyâsî yazışmalarından (ki vak'alarını yazmakla meşgul olduğumuz vakitden bir asır sonra —evvelâ reîsü'lküttâb, sonra nişancı-başı olan— Feridun'un Osmanlı târih araştırmalan için takdiri kaabil olmayacak derecede bir kıymeti hâiz bulunan eserinde toplanmıştır) yalnız dördü, yâhud beşi II. Mehmed'in kalemiyle olmak gerektir. Diğer birkaçı da, belki gençliğinde Manisa valisi iken —tahta câlis olduktan sonra muhabere işlerini muallimine yâhud devletinin kâtibine terke mecburiyeti vaktinde bulamayacak olduğu— boş vakitleri içinde yazılmıştır. Eğer o vesikalardan birkaçı bizzat pâdişâhın kalemi eseri ise, bunlardan biri Uzun Hasan'a karşı gönderilen ordunun ser-askerliğine yâni başkumandanlığına tâyîn olunduğunu mutazammın oğlu Mustafa'ya muharrer olan mektuplar (M.î. 1). Bunun her ibaresinde Mehmed'in fikrinin cevelân tarzı görülür. Mektup aşağıda nakl olunmuştur (15). «Ebû'l-feth ve'l-magâzî cennetmekân Sultân Mehmed Hân Gâ-zî hazretlerinin taraflarından mahdumları ve Karaman Hâkimi olan Şehzâde-i Sultân Mustafa hazretlerini mumaileyh Uzun Hasan'ın muharebesine serdâr nasb eylediklerinde ısdar buyurdukları berât-ı şerifin suretidir: «Ferzend-i ercümend-i devletyâr ve veled-i saâdet-mend-i kâm-kâr, nûr-i hadaka-i saltanat ve şehryârî, nûr-i hadîka-i hilâfet ve nâmdârî, adudü'd-dünyâ ve'd-dîn, avnü'l-islâm ve'l-müslimîn, el-müeyyed min inda'llahi'l-meliki'l-a'lâ, oğlum Mustafâ, tale bikahu ve nâle menâhu, tevkî'-i refî'-i hümâyûn vâsıl olıcak ma'lûm ola ki: Merhûm-ı mağfurunleh Cihânşâh pâdşâh ve saîd ve şehîd Sultân Ebû Saîd, nurullahu merkadhüma vak'-alarından âonra müstehak-ı darûresen olan Uzun Hasan deme-rehullah, bu canibe merreten ba'de âhiri bîedebâne mekâtib gönderüp kinayeden hâli olmamağın (cevâbu'lesfehi's-sükût) üzere rubah-ı mezbûre hâb-ı hargûş virilüp şîrân-bîşei gazâ ve hizebrân-ı kûh ü gabirle anın tedârikindeyiz, inşa'allahü Tealâ. Amma bu eyyamda anın ba'zı ümerâ-i nikû-sarı Kara-manoğlu tahrikiyle diyâr-i İslâm'a kasd itdügin arz eyledüğin ecilden def'n ve ref'iyçün seni ser-asker idüp büyürdüm ki (15) Müverrihin tercümesi yerine ünvanıyle beraber Münşeât-ı Feridun'dan aynını alıyoruz. (Bu hatt-ı hümâyûn Münşeât-ı Feridun'da ikiyüzyirmi-altmcı parçadır. Bütün Münşeat 267 parçadan mürekkep olarak bunların 128*1 pâdişâhlar tarafından gönderilmiştir. Yarısından ziyâdesi onların cevâbı, yâhud şâir yesîkalardır.) Hammer Tarihi, C: II. F.: 7 HAMMER Anatoli ve Rûm-ili beğlerbeğisi ile vakt-i hâcetde üzerlerine varup bitevfiku'llah bâb-i müdâfaada dakika fevt itmeyesiz. Tahriren fî evâil-i şehr-i safer hatem bi'l-hayr ve'z-zafer, sene seb'a ve semânîn ve semânemâihu. Be-makam-ı Kostantiniy-ye(16X- (887/1472) (Not: 2). Mahmûd Paşa, donanma amiralinin (kapudân paşanın) mu'tad makam olan Gelibolu'dan Üsküdar'a azimetle pâdişâhın elini öpmek şerefine nail oldu. Şimdiye kadar icra olunan tedârikâtın bu sene kış gelmezden evvel Uzun Hasan'ın müthiş ordusuna galebe etmek ümidiyle muharebeye girişebilmeğe kâfi olmadığına hükmetmesinden, yahut Sultân Mustafa'ya olan şahsî garazından, bizzat Pâdişâhın maiyyetinde olmadıkça sefer muhatarât ve şerefini Şehzade ile paylaşmağa rızâ göstermemeyi ve onun emri altında hizmet etmemeyi azmetmiş bulunmasından dolayı, mevsimin pek ilerlemiş olduğunu, Karaman'da kışın pek şiddetli hüküm sürdüğünü, ordunun harb levazımı ve zahirelerin henüz ikmâl edilmemiş bulunduğunu, Pâdişah'a arz ile memleketin başlıca mevkilerine imdâd ve Türkmen aşiretlerinin zulümlerini men etmek üzere Anadolu Beğlerbeği Dâvûd Paşa'nın ileri gönderilmesini istirham etti. Mehmed bu surete muvafakat ederek, karârın Pâdişâh tarafından Sultân Mustaaf'ya tebliğini müteâkib Dâvud Paşa me’ınûr edildiği cihete gitti. Bununla beraber, Yusufça Mirza Karaman Oğulları'yla birlikte müttefiklerinin memleketleri-in talan ediyordu. Akşehir'den (17) güneye doğru, yâni Hamîd (18) kazasında vâki Karamut (19) üzerine yürüdü; oradan da doğuda —yine o nâm ile yâd olunan— göl üzerinde Kuraili'ne (20) yöneldi. Bu gölün kenarında bir gün evvel Yalvac'dan gelmiş olan Şehzade Mustafa ile Dâvûd Paşa kumandasında bulunan Osmanlı ordusuna tesadüf etti; kanlı bir cenk vuku buldu. Yusufça Mirza ordusu tamâmiyle bozularak tam bir ka(16) (17) (18) (19) (20) Münşeât-ı Feridun'un İstanbul temsilinin 272. s.den. «Nûr-i hadîka» kelimesi yerinde başka bir kelime olacaktı, zannolunur. Çünkü tekrar etmiş bulunuyor. Nâl-i menâh: Arzusuna nail olsun. «Ve saîd ve şehîd» harf-i âtıfe-i ziyâde olmak muhtemeldir.» Cevâbü'l-esfehi's-sükût». «Akılsıza, verilecek cevâb sükûtdan ibarettir»; Hammer'in de işaret etmiş bulunduğu üzere darb-ı meseldir. (Mütercim). Akşehir Türkler'in hikmet sahibi mizahperesti Nasreddîn Hoca’nın yattığı yerdir. Evliya Seyâhatmâmesi'ne ve Jahrfoucher der Litteratur eserine müracaat, 19, s. 64. Mc Kineir, s. 208. Bu Karamut (bizim Sa'dü'd-dîn'de s. 524, Karamuk) yukarıdaki «Mut» değildir. Karamut, Karaman ile Hamîd-İli hududu üzerinde, Mut ise Adana sâhilindedir. Cihân-nüınâ, s. 639; Jahrbucher der Litteratur, 19, s. 72. Kura-İli eskilerin «Coralis» (Koralis) dedikleri göldür. Cihan-nümâ’nın 619. s.nde taşkınlara karşı göl kenarında yapılmış sedlerden bahs ediliyor (Sa'dü'd-dîn'de, s. 524, Kır-ili.) OSMANLİ TARİHİ 99 çiş hâlinde Uzun Hasan'ın ülkesine döndü. Ser-asker Şehzade Mustafa'nın muharebe neticesini bildirmek için gönderdiği arîza evvelce naklettiğimiz hatt-ı şerîf gibi sahibinin tefekkür tarzını gösterdiğinden bizce fi'l-hakika şehzade tarafından yazılmış görünüyor. Veciz, basit, fermân-berâne, mahviyetkârâne olması cihetiyle diğer zafer nâmelerinden mümtaz olduğu için tercümesini vecîbe addediyoruz (21): «Dergâh-ı feth-i karîn ve bârgâh-ı zafer-i zamîn türabına arz-ı bende-i kemtereyn budur ki: Hâliyâ fermân-ı şerîf vürûdun-dan sonra müstehak-ı darûresen olan Uzun Hasan, demrehul'lla-hın akaarib-i akarib (akreblerden ibaret olan akrabalarından) — şiarından İbnü Ümmî Yûsuf-i bedbaht bir iki karındaşla-rıyle ve nice benâm Şark beğleriyle Karaman bî-hânümânın evlâdından Pîr Ahmed ve Kaasım’ın önlerine düşüp Kaysariy-ye'den berî ubur itdüklerinde bu bendeleri dahî mahmiyye-i Konya önünde yoklama idüp, hâzır bulunan leşker-i zafer-eser ile müdâfaalarına müteveccih olup, Anatolu beğlerbeğisi lalam Gedik Ahmed Paşa sağ koluma ve Rûm beğlerbeğisi Mehmed Paşa bendeleri sol kolumda turup, mâh-ı rebî'ü'levvelin on-dördü vâki' olan şenbe güni (M.İ. 2) müsâdeme-i saffeyn ol-dukdan sonra ba'de'l-asr düşmanın bahtı güneşi guruba irişüp ve serdâr-ı serbedârı olan Yûsuf-ı mezkûrden karındaşları Zeynel ve Amrû Muzaffer ile dil tutulup ve şâir ümerâsı Mehmed Bakır ve gayri nâmdârları hâk-i mezellete düşüp ve başları kesilüp hüsrü'd-dünyâ ve'l-âhire makûlesinden oldılar. Ve ba-kiyyetü's-süyûf vâdî-i mahûfoan girizân olanların ekseri tîhi mühlikeden baş kurtarmayup helak oldılar: «Fekutıa dabirü'Ikavmi'llezîne zalemû ve'l-hamdulillâhi rabbi'l-âlemîn». Ve bu cümle-i fütuhat saâdetlü pâdişâh-ı âlem-penâhın hayr duaları berekâtında olup, ümîddür ki, başbuğları olan Uzun Hasan dahî tîğ-i siyâset-i guzâtdan geşte ve serkeşte bî-gûr ve kefen tîh-i felâkete düşüp İaşesi ta’ıne-i mûr ve mâr ola, inşa'allahu Tealâ. Ve bu müjde ile çaşnıgîr-başı Mahmûd kulları gönde-rilüp akabince mîr-âhûr Keyvân bendeleri bil-cümle alınan baş ve diller ile semm-i saâdet-mendlerine yüz süriyi irişmek üz-redür. Bakî ferman dergâh-ı muallânmdur.» «Bende-i bî-riyâ Mustafâ» (22). Mehmed, düşman ordusu kumandanının demire vurulmasını, şâir esirlerin de başlarının kesilmesini emretti. îki Karaman beği Ahmed ve Kaasım harb meydanından kurtulmuşlardı. Ahmed Uzun Hasan'ın nezdine (21) Müverrihin tercümesi yerine Münşeât-ı Feridun'dan aynen alınmıştır. (22) Münşeât-ı Feridun, Nu: 227 (İstanbul basımı, s. 272 ve 273. Mütercim). 100 HAMME R gitti; Kaasım Kilikya taraflarına giderek Silifke'ye iltica etti ve kaleyi tahkim eyledi (23). Sultân Mehmed'i Uzun Hasan'la muharebesinde takip etmezden evvel AkKoyunlu Türkmen Hânedânı'nın bu kudretli hükümdarı ile o aileye bir nazar atf etmek icâb eder. Uzun Hasan'ın faaliyetleri, hattî nâmı Avrupa müverrihlerinde pek noksan olarak bilindiği içindir ki, bu açıklamanın faydalı olacağını zannediyoruz. Hicretin sekizinci, Mîlâd'ın on-dördüncü asrı nihâyetinde Cengiz Hân Sülâlesi'nden Moğol İmparatoru Argun'un hükümeti zamanında —biri AkKoyunlu, diğeri Kara-Koyunlu diye adlandırılan— iki Türkmen aşireti, bulundukları çölleri terkedip, doğudan batıya yönelerek, birincisi Kapadokya, ikincisi Beynü'n-nehreyn (Mezopotamya) mıntıkalarına gelip yerleşmişlerdi. Biri güneyde Diyârbe-kir'de, diğeri kuzeyde Sivas'da. Ancak bir asır sonra, yâni Moğollar'ın İran'daki hükümetlerinin tahribinden pekçok zaman geçtikten sonra, dokuzuncu hicrî asır başlarındadır ki Asya'da bu iki aşiret ilk defa hükümdarlık hanedanı olmak üzere görünürler. Kara-Koyunlu Hânedânı'ndan doksanyedi senelik bir mevcudiyet içinde ancak dört (24), Ak-Koyunlu-lar'dan ise doksandokuz sene zarfında dokuz hükümdar (25) gelmiştir. Türkmen Kara Yûsuf, Kara-Koyunlular’ın hükümetini te'sîs etti. Timur tarafından, memleketinden çıkarılması üzerine Yıldırım Bâyezid'e iltica ve Pâdişah'ı Tatar Cihangîri'yle muharebeye teşvik etmişti. Bu hanedanın en kudretli pâdişâhı olan Cihân-Şâh'ın sukutu, Uzun Hasan'ın şerefin zirvesine çıkardığı Ak-Koyunlu Hanedanı târihiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cihân-Şâh, Kara Yûsuf'un torunu ve ikinci cânişîni idi: İrâkeyn'i (Irâk-ı Arab ve Acem) ve eskiden Antropaten denilen Azerbaycan'ı harben elde etmişti; Moğol şehinşahlarının eski payitahtları olan Tebriz'de ikamet ederdi. Defalarca bahis mevzuu etmek fırsatına nail olduğumuz Kara Yuluk (Kara Sülük; Kara Yülük), Ak-Koyunlu Hânedânı'nın riyasetinde bulunmuştu. Kara-Koyunlu Hânedânı'ndan bir hükümdar, Asya'nın batısında Timur'a rehberlik ederek, bu sayede memleketlerini genişlettiği sırada (26), Kara Yuluk'un kardeşi olan Ak-Koyunlu Hanedanı memleketini Tatar Cihângiri'nin tahribatına terkeylemeğe mecburiyet görüyordu. İşbu «Kara Yuluk» ismi, sahibi olan hükümdarın defalarca göstermiş olduğu hunhârâne tabîate delâlet eder ki, şu hareketi bu ismin bihakkın verildiğini isbâta kâfidir: Kendisine mağlûp ve esîr olan üç hükümdarın üçünü de öldürmüştür. Bunlar Tokad ve Sivas hükümdarı Kadı Burha(23) (24) (25) (26) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, kitap: 2, s. 255, Solak-zâde, varak: 58. Bu Hanedan 777/1370 senesinde te'sîs edilerek, 874/1469 senesinde yıkü-mıştır. 809/1406'da başlar ve 908/1502'de yıkılır. Takvîmü't-Tevârîh. Chardin, Seyahatler, 4, s. 94. Amsterdam, 1740. 05 OSMANLI TARİHÎ 101 nü'd-dîn (27), Haleb ve Şam hükümdarı Melik Âdil (28), Mardin hükümdarı Melik Zahir îsâ (29) idi. Nihayet Kara Yuluk, Kara Yûsuf oğlu İskender'e mağlûp olmasıyle kendisini Erzurum hendeğine atarak, yahut kazaen düşerek hayatını terkedip orada dem edildi. Lâkin İskender üç gün sonra mezarından çıkararak vücûdundan ayırdığı başını Mısır Sultânı'na gönderdi; Mısır Sultânı da emirgüzârları olan Şam ve Haleb ve Mardin hükümdarlarının katlinden —hayli geç olmak üzere— intikamını almış bulunmak için Kaahire'nin Süveyde denilen kapısında teşhir etti (30). Uzun Hasan Kara Yuluk'un torunu ve üçüncü halefi idi. Târihin kendisine verdiği Büyük (31) unvanına büsbütün liyâkati yok değildir. Zamanında Ak-Koyunlu Hânedânı'nın hükümdarı bulunan kardeşi Cihangir'e hizmetle yolunu açmıştır. Cihangir bir müddetten beri Kara Yuluk'un kardeşi ve kendisinin amcası olan Hasan ile muharebede bulunduğundan, biraderi Uzun Hasan'ı düşmanının üzerine gönderdi. Öteki Hasan büsbütün mağlûp olarak esîr düştüğü cihetle, yeğeninin emri mucibince çocukları ve ümerâsıyla birlikte idâm olundu (855/1451) (32). Bir müddet sonra biraderinin çekilmiş olduğu Âmid (Diyârbekir) kalesini ansızın zaptetti. Uzun Hasan'ın Gürcü ve ot taciri sıfatıyla sokmuş olduğu askerin sarayına hücum etmesi üzerine, kardeşi ale'l-acele kaçmaktan başka bir kurtuluş çâresi bulamadı (33). Uzun Hasan Ak-Koyunlu ailesinin henüz hükümdarı değil idi. Bununla beraber, Âmid şehrine mâlik olur olmaz Osmanlı toprağı üzerine tecavüze başlayarak, Develi-Hisar kalesini zaptetti. Ancak —yukarıda söylediğimiz veçhile— Sultân Mehmed Trabzon fethine gittiği vakit Pâdişah'tan sulh talebine koşarak, validesi Sara ma'rifetiyle (34) bir muâhede-nâme akdetti ki, onun hükmünce Fâtih'in Trabzon împaratoru'yla muharebesinde tamâmiyle bî-taraf kalmayı taah-hüd ediyordu (867/1462). Sara'nın —Uzun Hasan büyük anne ve zevcesi gibi— Komnen sülâlesinden olması muhtemeldir; komuşları olan Osman-lılar'a karşı aralarındaki menfaat müşterekliğini izdivaçlarla te'yîd etmek —Ermenistan'da hâkim olan Ak-Koyunlu hükümdarları gibi— Trabzon İmparatorlarımın da siyâsetlerine muvafık geliyordu. Bunun içindir ki, Kara Yuluk Trabzon İmparatoru Aleksis Komnen'in kızıyla izdivaç et(27) (28) (29) (30) (31) (32) (33) (34) 801/1398'de. Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh. Arabşâh, Tfaqur Târihi, 5, 3, Arab basımı. 809/1406 Hacı Kalfa, a.g.e.; Cenâbî. Cenâbî, Viyana Kütüphânesi'nde, Nu: 469, s. 227. Kezalik. «His name was Alexius; and the epithete of great was applied perhaps to his stature rather than to his exploits.* 41, 6, 182 (Aleksius, Kara Yuluk'un kayınbiraderidir). Cenâbî, s. 228. Kezalik. Osmanlı müverrihleri ve Halkondilas. 102 HAMMER miş olduğu gibi, torunu Uzun Hasan da (35) babası Aleksis'in hükümetine vâris olan Jan Komnen'in kızı prenses Katerin ile izdivaç eyledi; bilâhare Sultân Mehmed Uzun Hasan'a hediye olarak bir Komnen prensesi daha gönderdi (36). Uzun Hasan, biraderi Cihangir'in vefâtiyle Ak-Koyunlu tahtının yegâne mâliki olur olmaz, Kara-Koyunlu hükümdarı Cihân-şâh ile muharebe etti. Cihânşâh Sultân ‘ınehmed'den yardım dilemişti (37). Lâkin Pâdişâh o vakit İskender Beğ muharebesi ve İlbâsan kalesinin binası ile meşgul olduğundan, Cihânşâh'ın ricasını is'âf edemedi. Cihânşâh yardıma mazhar olamamakla beraber kahramanca muharebeye devam ettiyse de birçok kavgalarda tâli'in müsâadesizliğine uğrayıp esîr düşerek idâm edildi (38). Hasmının Sultân Mehmed'den yardım istemiş olduğuna malûmatı olan Uzun Hasan, Pâdişah'a bir zafernâme yazarak, biri Cihânşâh'ın müşavirinin (39) olmak üzere, üç de baş gönderdi (NOT: 3). Uzun Hasan, mektubunun nihâyetinde aralarında akdedilmiş olan ittifakın hakkaniyet ve samîmîyetiyle muhafazasını tavsiye etmekle beraber, Pâdişah'ı Ak-Koyunlu Hânedânı'nın ikbâli ve memleketlerinin genişliği için duacı olmağa davet ediyordu. Timur'un torunu olup bütün Mâverâ-yı Ceyhun'da saltanat etmekte olan Mîrân-şâh-zâde Ebû Saîd'e —ki Uzun Hasan'a karşı ilân-ı harb etmiş idi— daha mağrûrâne bir zafernâme gönderdi; bizzat Cihânşâh'ın başı da beraber idi (40). Ebû Saîd'in pederi Mîrân-şâh, Azerbaycan Hükûmeti'ni Timur'un mîrâsı olarak almış olduğu halde, Uzun Hasan, Cihânşâh'ın vefatından sonra, bu kıt'ayı kendi memleketlerine ilhak etmek istiyordu. Ebû Saîd, bedbaht hükümdarın kesilmiş başının manzarasıyla korkuya kapılmayarak, babasından ve büyük babasından kalan memleketi istirdâd için bizzat hareket etti. Uzun Hasan bir derbendde pusuya girerek düşman ordusunu hemen kamilen mahv ve Timur'un torununu esir etti (41). Ne Timur'un torunlarından bir hükümdara gösterilmesi lâzım olan hürmet, ne de memleketlerinin hükümranlığını Batı Asya'da kendisine rehberlik ettiği bu cihangire medyun bulunan ceddinin hâtırası gaalibin intikamına mâni olabildi; sağ bırakılmayacak derecede büyük kudret sahibi olan Ebû Saîd'in de başını kesti. Seyhûn memleketlerinin hükümdarının başı tehdit-âmiz bir zafernâme ile Mısır Sultânına gönderildi. Mısır Sultânı Uzun Hasan'ın ihtarlarına ve tehditlerine ehemmiyet vermeyerek Ebû Saîd'in başını yıkattı ve ihtiramlarla defn ettirdi (Not: 4). (35) (36) (37) (38) (39) (40) (41) Halkondilas, Bale basımı, s. 155 ve 157. Spandojino, s. 47, Halkondilas'a atfen.v Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde. Cenâbî. Uzun Hasan'ın mektubunda «hâkim-i dîvânadır. Mütercim. Cenâbî, s. 228. Kezalik. OSMANLI TARİHİ 103 Uzun Hasan, Mâverâünnehr pâdişâh-ı şevket-iktirânına galebesiyle kabına sığmayacak kadar mağrur olarak, Timur hafîd-zâdesi yâni Hüseyin Baykara'nın oğlu ve Ömer Şeyh'in torunu Hüseyin'i de Horasan tahtından ayırmak gibi, cüretkârca bir karar verdi. Bu maksada binâen Hüseyin'in yeğeni olup neseb silsilesi Muhammed, Baysunkur (Not: 5), Cihangir'in oğlu Şahruh vâsıtasiyle Timur'a dayanan Yadigâr Muhammed'-in Horasan tahini zapt için iddia ettiği hukuku muhafaza edeceğini ilân etti. Sultân Hüseyin, rakibinin mâlik olabildiği üstün kudret önünde ric'-atle evvelâ Herât'a, sonra orasını da terkederek Belh'e çekildi (42); Uzun Hasan'ın mahmîsi olan Muhammed Yadigâr, Herât tahtına cülus ve se-fîhâne işleriyle ortalığı berbâd etti (43). Uzun Hasan'ın misafiri ve müttefiki olan Karaman Beği Pîr Ahmed'e yazdığı zafernâme, onun saltanatı zamanı târihi için kıymetli bir vesikadır. İçini dolduran övünmeler bir tarafa bırakılarak, ihtiva ettiği vak'alar, o zaman saltanatının hududu Horasan'dan Karaman'a kadar uzanan ve İran'ın büyük bir kısmını içine alan Uzun Hasan'ın kudretinin vüs'atini isbât eder (Not: 6). Bu tumturaklı zafernâme Pîr Ahmed'e: «Sultân Hüseyin Baykara evvelâ Uzun Hasan'a dostluk te’ınin ederek, Uzun Hasan da onun izhâr eylediği meveddete muka-beleten sefîr göndermiş ise de (44). bu muhabbetin ne sabit, ne de sâmîmî olmadığını az vakit içinde anladığından, Timur Sülâlesinden Yadigâr Muhammed'i babalarının mirasına nail olmak için intihâb ederek, bunun hukukunu kendisinin oğlu Halil Bahadır ve ümerâsından Yûsuf Beğ, Şâh Mansûr Beğ, Alî-cân Beğ kumandanlarında bir ordu ile müdâfaa etmiş olduğunu; şâşâadâr seferine mükâfaten Halil'e Seyhûn ve Sind nehirlerine kadar Horasan'ın Şark ve Garb kısmını bağışladığını (45); diğer oğlu Muhammed'i Mâzenderân, Taberistan, Esterâ-bâd, Kumîs, ve Efgân, Sünân, Bistâm", Fîrûzkûh, Lârcân (46) beldelerine vâlî tâyîn ederek, hükümetine hürmet ettirmek için maiyyetine otuz bin kişilik bir ordu verdiğini; üçüncü oğlu Zeynel Beğ Bahadır'a dahî Basra Körfezi'ne kadar Kirman ve Sircân eyâletleriyle Irak'ın bir kısmı (47) valiliğini tefviz eyle(42) (43) (44) (45) (46) (47) Cenâbî, s. 173. Kezalik. . Sefîr'in ismi «Kaadı» (Kadı) dır. Sa'dü'd-dîn, Âlî, Yûnus. (Kaadı Sadrü'd-dîn Alî leşker nüvîs» Mütercim). «Şehr-i Herât, tâ kenâr-ı ab-ı Âmûye ve serhâd-ı Hindustan* (Mütercim). «Memleket4 Mâzenderân ve mecmû-ı Taberistan çün Sârî vü Esterâbâd vü bilâd-ı Kum vü Horasan vü Damgan vü Bistâm vü Sümnân vü Fîrûzkûh vü Lârcân.» (Mütercim). «Ez memâlek mergûb Irak msil-i Sultaniye vü diğer vilâyet» (Mütercim) 104 HAMME R diğini; Horasan, Nün, Kaîs, Tâîn (48) beldeleri arasında yirmi bin asker ikamesiyle bu mahaller ahâlisinin kendisinin hükümetine itaat ve sadakat ibrâs etmeğe mecbur edildiğini» bildiriyordu. Uzun Hasan bunlara ilâveten müttefiki Pîr Ahmed'e şurasını da haber veriyordu ki: «îklîm-i Fars'ı itaati altında tutmağa kâfî askerle işgal etmekte olduğu gibi, Lûristân'da Ebû Saîd ve Cihânşâh'ın zaptede-memiş oldukları Hurremâbâd kalesini ele geçirmiş ve Kürdis-tân’ın payitahtı olan Cezire şehrini (Not: 7) taht-ı temlikine idhâl eylemiştir; el-hâsıl, beinâyetullâhi Teâlâ şimdi hükûmet-i vâsi ası bir sedd-i İskender ile muhat imiş gibi— bütün yabancı istilâlara karşı tamâmiyle mahfuz bulunmuştur» (49). Bu muvaffakiyetler Uzun Hasan'a o kadar gurur verdi ki, kendisini Şark’ın hudâvendi, âmir-i mutlak'ı nazarıyla görmeğe başladı. O zamandan itibaren — vaktiyle Timur'un Bâyezîd ile cenk etdiği gibi— o da II. Mehmed ile harb edebilirim sandı. Timur'un gösterdiği misâle imtisâlen, Osmanlılar'ın tahtlarından tardettikleri beğlerin dehaletini kabul ile, memleketlerini istirdâd etmeleri için yardım etti. Kastamonu Hâkimi Kızıl Ahmed ile Karaman Beğleri onun sarayında ilticâgâh bulmuşlardı. Bu hareket, Fâtih'in öfkesini çekmek maksadiyle yapılmıştı; lâkin Pâdişah'ın en ziyâde hamiyyetine dokunan şey — Mehmed ile dâima dostâne münâsebetlerde bulunmuş olan— Cihânşâh'ın bozulduğunu ve öldürüldüğünü mutazammın Uzun Hasan'ın göndermiş olduğu zafernâmedir (50-51). Uzun (48) (49) (50) (51) «Tün vü Tabs Kaaîn vü Câlr Tâşarcân» (Mütercim). (Merâsıdün-tttüâ, c. 2, s. 195'e göre Tâîn, yahut Tâyls ve Tays olmayıp Tabs'dır. Tün (veya Tavn) Asya'da bir bölgenin, Nûn (Nevn) bir beldenin ismi (Burhan-ı Kralı') olmağla, Hammer'in dediği gibi Nûn (Nevn) mi, yoksa bizim naklimiz gibi Tûn (Tavn) mı olacağı kat'iyyen kestirilemez. Merpâsıdü'l-It-tda' (c. 3, s. 239, haşiye nu: 7) «Medînetü Nevn» (Nûn?) ve (c. 1. s. 219) «Tûn» (Tavn), «medinetü min nâhiyetihi Kûhistân kurbi Kaain» demesine: ğöve «Tûn» (Tavn veya Tevn) olması daha muhtemeldir. Mütercim) Mtia&eât-ı Feridun'da nu. 223 (asıldan). İstanbul basımı Münşeât-ı Feridun'da Uzun Hasan'ın Pîr Ahmed'e zafer-nâmesi münderic değildir. Ancak şu mealde Sultân Mehmed'e irsal eylediği bir nâme münderictir. (s. 269-271). Bu farşça mektub mütercimin ilâveleri kısmına eklenecektir) Yukarıda metin içinde (haşiyelerde) nakledilen ibareler o mektuptandır (M.İ. 3). Zafernâme, Feridun Beğ Münşeâtı'nda nu: 222, tarihsiz ve cevapsız (İstanbul basımı, s. 266, 267. Mütercim). Feridun Beğ Münşeâtı’nın 207 ve 217 nu.larmda Kostantmiyye ve Mora fethi münâsebetiyle Pâdişah'ın Cihânşâh'a gönderdiği iki mektupla, ce- OSMANLI TARİHÎ 105 Hasan diğer bir mektubunda da Pâdişah'a Sultân unvanını vermiyerek sâdece «Mehmed Beğ» tesmiye ediyordu (52). Bu son mektubunda Uzun Hasan bütün Fars iklimini feth ile düşmanlarının tamamını hezimete uğratmış ve Şîrâz'ı payitaht ittihaz etmiş olduğunu; Hüseyin Baykara'nın kendisini metbû tanımakta olduğunu; onun memleketlerinde hep hutbelerde yalnız kendi nâmının zikredildiğini ve sikkelerin kendi ismine darb edilmekte bulunduğunu beyân ederek Hakk'ın lûtfuyla artık korkacak düşmanı kalmadığını söylüyordu. Sultân Mehmed'in Hüseyin Baykara ile münâsebetleri Cihânşâh ile olduğu kadar dostâne bulunduğundan (53), şu mektup daha ziyâde infialini mûcib oldu (54). Cevâbı, Uzun Hasan'ın mektubundan daha tahkir ediciydi. Fâtih Uzun Hasan'ı âdi bir Acem hanı gibi tutarak hitâb ediyordu. Mektubu şudur: FÂTİH'İN UZUN HASAN'A CEVABI «Bismi'l-lahi'r-rahmani'r-rahîm... Ve's-selâmü alâ min etba'l-hediy, hâlıkü'l-kevneyn, ve râzıkü's-sakaleyn, celletü kudretihi ve illetü kelimetihi hazretlerinin ben kulı ki vâliyü'l-bilâd, hâmîyü'libâd, muhyî-i sünnet-i re-sûlu'llah, ve mücrî-i şerîat-i nebiyyu'llah, aleyhi ve alâ âlihi sa-lavatu'llah, şâh-ı serverân, Sultân Mehmed bin Murad bin Mehmed bin Bâyezîd Hân'ım; sana ki serdâr-ı Acem, hân-ı a'zam, Keyhusrev-i yegâne, Ferîdûn-i zemâne Hasan Han'sın, misâl-i şerifimde şöyle ısdar büyürdüm ki: Agâh olasın. Kişi devlete mağrur olup haddinden tecavüz idüp bî-insâflar harekâtın kılmak alâmet-i intikal-i devlet ve emâret-i zevâl-i memleketdûr; pes şol vesâvis-i şeytâniyye kim dimağın cevfini makarr idün-mişdür, istinşâh-ı ma'-i inâbet birle anı zail ve akl imamını pişvâ idesin ki bizüm memleketimüz dârü'l-İslâm'dür, abâ an ceddin devletim üz çerâğı küfr ehlinün yüreği yağıyle rûşen-dür; îslâm ehline eger yavuz kasdın var ise â'dâ-yı devlet ve (52) (53) (54) vaplan münderiçtir. 211 nu.da dahî Cihânşâh'ın Bağdat fethine dâir nâmesi ve 212 nu.da cevâbı görülür. 188 ve 190 nu.larda Cihânşahın gençlik yularında ve henüz II. Murad'ın pâdişâh bulunduğu zamanda gönderdiği nâmeler ve 189 ve 191 nu.larda cevaplan yazılıdır (bkz. M.İ. 4). Feidûn, nu. 224 (İstanbul basımı, s. 271). Ferîdûn, nu: 198, cevâbı 199. (bkz. M.î. 5) Fâtih'in cevabiyle mukabele olunabilmek için Uzun Hasan'ın mektubunu Feridun'un 271'inci sahîfeîsinde bulabilirsiniz. 106 HAMMER şerîatden ba'zı sensin ve sana mutâbaat idüp muavenet iden-lerdür; pes bizüm dahî ol taifenin kam'ı kasdına atımız eyer-lenmişdür, ve kılıcımız kuşanılmışdur; «Belmedim, veya gaafil idim» dimeyesin. Hiç sen berü gelmek hacet değildir; Şavvâl-i mübârekde umt-ı meyâmına (?) fettâh-ı zü'l-mennân destûriyle leşker-i mansûrum birle kal'a-i Kara-Hisar'ın üzerine varırım şol kasda ki kahhâr-ı cebâbire, takaddeset-i esmâühü, ben ku-lını sebeb kılup, senün zulmüni mazlumlar üzerinden götürem, ve nâm ve nişanını nâ-bedîd kılam. Bi'l-cümle tatvîl-i kelâm lâzım değildür. Misâl-i meymûnuma cevâb gönderesin. Ve's-selâmü alâ min aradnâ bi'l-hayr, ve'l-hamdüli'llahi'lvâhibi'n-nusretin alâ hayr'l-halaka Muhammedin ve âlihi ve ashabihi ecma'în alâ hayrü'l-halaka Muhammedin ve âlihi ve ashabihi ecma'în, ilâ yevmi'd-dîn» (55) (M.İ. 6). Mart nihayetine doğru (56) Fâtih Üsküdar'dan hareket ederek Yenişehir'e gitti; Rumeli askeri de Gelibolu iskelesinden Anadolu'ya naklolundu. Ordu Beğpazarı'na vardığı zaman Karaman Vâlîsi Şehzade Mustafa gelerek pederinin elini öptü; biraz ileride olan Kazâbâd'da dahî Amasya Vâlîsi Şehzade Bâyezîd yetişip ve o vazifeyi ifâya müsâraat eyledi. Mehmed, Sivas sahrasında ordusunu yoklama etti. Rumeli Beğlerbeği —Paleolog sülâlesinden Vitos'un (57) oğlu— Hâss Murad Paşa, Şehzade Bâye-zîd'in maiyyetinde, kırk sancak ve yirmibin yeniçeriden mürekkep olan sağ cenaha kumanda ediyordu; Şehzade Mustafa'nın maiyyetinde bulunan Dâvûd Paşa yirmidört sancak ile yirmibin Azab'dan mürekkep sol cenahın başında idi. Merkez'de, mûtad veçhile, bizzat Pâdişah'ın maiy-yetine mahsûs süvârî askeri bulunuyordu: Sağda Sipahiler, solda silâhdarlar, Sipâhîler'in arkasında Ulûfeciler, Silâhdarlar'ın arkasında Garib-ler vardı; şu suretle taksim edilmiş olan ordu yüzbin kişiyi buluyordu (58). Akıncılar reîsi olan Mihâl-oğlu Alî Beğ düşmanın Tokat'ta yapmış olduğu vahşetlerin intikamını almak ve bütün ovadaki memleketleri tahrîb (55) (56) (57) (58) Münşeât-ı Feridun'dan, nu: 244. Bu mektubun ne târihi, ne de cevabı vardır. Lâkin, Kont Dö Löçov'un lutfuna medyun bulunduğumuz diğer bir Türk ve Acem vesikalar mecmuasında —ki Münşeat_ı Feridun kadar kıymetlidir— mektubun cevabı Şavval'in l'i târihiyledir. (İstanbul basımı, 271 ve 272'lnci sahîf elerden nakledilmiştir. Mütercim). Hicret'in 877 senesi Şevval'i içerisinde. Grusii (Kruzü)'nin Türk-Rûm Târiht'nde, s. 24. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 265; Solak-zâde, varak 59; İdrîs, 141. Bu müverrihlerin cümlesi muharebe tertibatını bu suretle gösteriyorlar. Şu halde, Anadolu kıfasında harb edildiği için Anadolu Beğlerbeği'nin sağ, ve Rumeli Beğlerbeği'nin sol kola kumanda etmesi kaidesinde bir istisna vukuuna şüphe edilmemek lâzım gelir; meğer ki İdrîs bir hatâ etmiş ve diğerleri de onu istinsah eylemiş olsun. OSMANLI TARİHİ 107 etmek üzere ileriye gönderilmişti. Uzun Hasan Sultân Mehmed'in gelişinden hem Akıncılar'ın hücumu, hem de Pâdişah'ın yukarıda naklettiğimiz mektubu ile haberdâr olmuştu. Bunun için Fırat kenarında kendisine müsâid bir mevkî seçmeğe vakit buldu; sağını nehre vererek, arkasını da dağ ile örterek mevkî aldı. Mihâl-oğlu Acemler'in manevra üstünlüklerini görerek ric'at etmiş olduğu halde taliadaki (öncü birliklerinde-ki) hafîf süvariye kumanda eden genç general Hâs Murad Paşa şiddetle Acem ordusuyla çarpışmak arzusuna kapılmış ve birkaç karakol müsâ-demesindeki muvaffakiyetine aldanmış olduğundan, düşmanın arkasından ayrılmayarak hücum etti. Murad Paşa'yı takip etmekte olan Mahmûd Paşa, ona geri dönmek ve bir adım ileri gitmemek için emir verdiyse de, Murad, şecaatine mağrûren ilerlediğinden Uzun Hasan'ın —sahte bir ric'at hareketi icra ederek— kurmuş olduğu tuzağa düştü. Murad, tedbirsizliğinin vahim neticesini pek geç anladı; kahramanlık meziyyeti kendisini kurtarmağa yetmediğinden kumanda ettiği askerin büyük kısmıyla beraber harb meydanında kaldı. Osmanlı ordusunun en itibarlı zevatından üçü, yâni eski Mora vâlîsi Turhan'ın oğlu Ömer Beğ, Rumeli defterdarı Hacı Beğ, fukahâ'dan Fenârî-zâde Fakîh Ahmed Çelebî düşman eline esîr düştüler. Uzun Hasan bunları —çadırlarında sıkı muhafaza altında bulundurarak— arkasından götürdü. Şâir esirler Bayburt'a (Beberdum) nakledildi. Uzun Hasan, bu necîb esirleri görünce, muzafferâne bir tavırla Ömer Beğ'e hitâb ederek: «Osmanlı ordusunun en güzîde askeri olan Rumeli askerini tenkil ettikten ve Mora Fâtihi'nin oğlu kendi eline esîr düştükten sonra artık Osmanlı Devleti'nde artık eski kuvvet kalmamış» olduğunu söyledi. Ömer Beğ ona cevaben neş'esinin henüz vakitsiz olduğunu ve Pâdişah'ın daha kendi gibi yüzbinlerce adamı bulunduğunu beyân etti. Bu sözler îran Fâtihinin hiddetini mûcib olduğundan Ömer Beğ ancak bâzı müdâhenekâr sözlerle onu teskin edebildi (59). Sultân Mehmed, bu mağlûbiyete karşı —hakîkaten görmüş, yâhud askerinin yeniden cesaretini yükseltmek için öyle gösterilmesini münâsip bulmuş (60) olduğu— bir rüya ile müteselli oldu. İkisi de pehlivan kıyafetinde olarak kendisini Uzun Hasan'la güreşiyor görmüştü; Sultân Mehmed, Hasan'ın ilk hamlesine mukavemet edemiyerek diz üstü düşmüş ise de, müteakiben bütün kuvvetini toplayarak Uzun Hasan'ın göğsüne öyle bir darbe indirdi ki, hasmının yüreğinden bir parçası yere düştü (Not: 8). Fâtih uyanınca bu rüyayı kumandanlarına ve vezirlerine nakletti. Rüya pek müsâid bir surette tâbir edilerek bütün orduya yayılıp herkesi teşcî (59) (60) Neşrî, s. 227. Bu hâdiseyi bizzat Mehmed Beğ'in ağzından rivayet eder. Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde daha mufassal nakl ederler. Daha sonraki fennî terakkiler dahî rüyaların ehemmiyetini artırmıştır. Sultân Mehmed'in rüyayı hakîkaten gördüğü bizce şüphesizdir. Mütercim. 108 HAMME R etmiş olduğundan, düşmanın üzerine emniyetle yürünüldü. Bu rüya, kendisinden beklenilen neticeleri tamâmiyle istihsâl etti. Çünkü birkaç gün sonra hakikat oldu. Pâdişâh, Erzincan yakınlarında Uzun Hasan'a karşı meşhur bir muvaffakiyet kazandı. Osmanlı ordusu Bayburd'a (61) yönelerek, Uzun Hasan'ın ülkesi içinde altı gün yol almıştı. Yedinci gün —ki 877 Rebî'ü'l-evvel'inin bir'ine (62) ve 1473 Temmuz'unun yirmialtısına tesadüf eden pazartesi (Not: 9) günüdür— Tercan yakınlarında «Üç Ağızlı» nâmıyla yâd olunan yere varıldı. Orada Mehmed, düşman ordusunun Otlukbeli tepelerinde harb safı üzerine dizilmiş olduğunu gördü; Uzun Hasan'ın sağ cenahı küçük oğlu Zeynel'in, sol cenahı da büyük oğlu Uğurlu Muhammed'in kumandası altındaydı. Pâdişâh, iki şehzadesini Uzun Hasan'ın oğullarının karşısına gönderdi. Şehzade Mustafa Anadolu askeri ve Azablar'la sol cenaha, Şehzade Bâyezîd de Rumeli askerleri ve Yeniçerilerle sağ cenaha gittiler. Zeynel-, Sultân (Şehzade) Mustafa'nın şiddetli taarruzuna mukavemet edemedi; askeri mağlûp oldu, kendisi de harb meydânında düştü. Azablar Ağası Mahmûd (63), Zeynel'in başını kesip Şehzâde'nin ayakları dibine koyarak, o da Pâdişah'a göndermekte müsâraat eyledi. Türkçe'de ve Farsça'da çocuklara babalarının ciğer-pâ-resi denildiği veçhile (64), Mehmed'in rüyası bu suretle hakikat olmuş bulunuyordu. Bu esnada Bâyezîd dahî, biraderi kadar tâliin müsâadesine mazhar olarak, düşmanın Uğurlu Muhammed kumandası altında bulunan sol cenahı mağlûp edildi; bunun üzerine Türkmen ordusu pek perîşân bir halde kaldığından, Uzun Hasan muharebeyi kaybetmiş olduğunu anlayarak, harb meydânını terkedip firar etti. Mehmed, üç gün muharebe meydânında kalarak esirleri idâm ettirdi (65). Yalnız ilmin ve âlimlerin hâmîsi olan Uzun Hasan'ın dâima beraber bulundurduğu ulemâya ilişmedi. Bunların arasında, Irak'ın en namlı ulemâsından olan Kadı Mahmûd Şerîhî ile Uzun Hasan'ın imâmı Kadı Hasan Keyfî ve nişancısı Sey-yîd Muhammed vardı. Sultân Mehmed bunların zincirlerinin alınmasını emrederek bizzat iltifatta bulundu. Uzun Hasan'ın Cihânşâh'ın mağlûbiyetinde esîr ederek o vakitten beri arkasında dolaştırdığı Kara-Koyunlu ümerâsından herkes serbest bırakıldı. Fâtih bunların öteden beri Osmanlı Pâdişâhlarının mahmîsi olduklarını hatırladı. Timur sülâlesinden üç mirza, yâni Mirza Muhammed (61) (62) (63) (64) (65) Makdonal Kineir, s. 355; Cmân-nümâ, 424; Sâl-nâ-me1-* Edebiyyât, 14, s. 32. Müverrihin (Not: 9) zeylinde ve mütercimin izahında işaret olunacağı üzere, 878 Rebî'ü'l-evvel'inin onaltıncı günü olacaktır (Mütercim). Âlî'nin, Mehmed'in Zamân-ı Saltanatı'nın 24. bâbmdaki rivayetine nazaran, Zeynel'i kati eden Oruç nâmındaki Sivaslı bir Sipâhî'dir. «Pâre-i ciğer»: Yürek paresi. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 279. Solak-zâde, varak: 59. Neşrî, varak: 228--230. İdrîs, 143-147. Âşık-paşa-zâde, 411-423. OSMANLI TARİHİ 109 Beğ Bakır, Mirza Zeynel, Muzaffer —ki valideleri cihetinden Uzun Hasan'ın ceddi Osman Bayındırî'nin akrabasından idiler— Pâdişah'ın esiri sıfatıyle Amasya'ya gönderildi. Uzun Hasan'ın başlıca kumandanlarından diğer ikisi, yâni Alpagut Muhammed Beğ ile Çakırlı Bâyezîd'in oğlu Ömer Beğ zincire vuruldu. Titrek Sinan Beğ'in oğlu olup Osmanlı olduğu hâlde tahsilini ikmâl etmek maksadıyle İran'a, Şâh'ın nezdine gitmiş ve Uzun Hasan'ı Rûm (Anadolu) üzerine yürümeğe teşvik etmiş olan Sinan Beğ idâm edildi (66). Üç bin Türkmen de bu akıbete düçâr oldular. Fakat hepsi birden ve ilk muzafferiyet neş'esi hengâmmda idâm edilmedi. Bu zalimane manzarayı sürdürmek için esirler ordu ile götürülerek, her merhalede dörtyüzü ayrılıp başlan kesilirdi. Otlukbeli Muhârebesi'nde düşen Osmanlılar'ın ruhları için bu kurbanların kesilmesi yedi gün devam etti (67). Sekizinci gün, muzaffer ordu —Ermenistan'ın o kısmının en müstahkem mevkîlerinden olan— Kara-Hisar önüne vâsıl oldu. Uzun Hasan'la muharebenin bidayetinden beri Mahmûd Paşa dîvân-ı hümâyûnda evvelâ KaraHisar kalesinin fetholunması lâzım geleceğini ve o kadar müstahkem bir kalenin ordunun arkasında ve düşmanın elinde bırakılmasının pek tehlikeli olduğunu söylemişti. Pâdişâh bunun üzerine hiddetlenerek «Maksâd kaleler fethi değil, ordular mağlûp etmektir» demiş, fakat gazabının eserlerini göstermeyi geleceği bırakmıştı. İran'ın Fâ-tihi'nin mağlûbiyetinden sonra, Kara-Hisar Sultân Mehmed'in ilk teklifi üzerine teslîm oldu. Neşrî'nin rivâyetince, bu kale Pâdişah'ın heybet-i nazarından titredi (68). Kara-Hisar kuamndanı Dârâb Beğ'in itâatinde-ki sür'ate mükâfaten Çirmen sancağı verildi. Fâtih bu münâsebetle — harb başlangıcında askerin maaşına mahsuben tevzî ettirmiş olduğu on milyon akçeyi— bağışladı; yine bu münâsebetle —gerek Cenâb-ı Hakk'a arz-ı şükran zımnında bir nezir neticesi olsun, gerek mücerred bir insaniyet hissiyle olsun— erkek ve kadın bi'l-cümle esirlerini de âzâd etti. Pâdişah'ın bir sözü kırkbinden ziyâde delikanlı ile birçok genç kızın hürriyetlerine sebep oldu. Mehmed, bu suretle hem adalet, hem merhamet gösterdikten sonra, zafernâmeler yazdırmayı düşünerek —kalenin civarındaki şap mâdenlerinden dolayı bu ismi almış olan— Şebin-Karahisarı'n-dan târihledi. Bu zafernâmeler, Timur'un torun-zâdesi ve Horasan Emîri olup daha önce Uzun Hasan'ın galebe eylediği Hüseyin Baykara (69) ile Kastamonu Vâlîsi Şehzade Cem'e (70) gönderildi. Bundan mâada Devlet'in bi'l-umûm sancaklarına ve beğlerbeğilerine Otlukbeli muzafferiye(66) (67) (68) (69) (70) İdrîs, varak: 149, Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 278. Neşrî, Âlî, İdrîs. «Hudâvendigâr’ın bir nazar-ı heybetiyle feth olundu». Sa'dü'd-dînî, Âlî, Solak-zâde, İdrîs, Ravzatti'l-Ebrâr, Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh. Münşeât-ı Feridun, nu: 231. Kezalik, nu: 232. 110 HAMME R ti şerefine şenlikler yapılması için hazırlıklarda bulunmaları emr olundu (71) (M.Î. 7). Mehmed'in Kostantiniyye'ye dönüşünden sonra ilk siyâsî hareketi sadrâzam Mahmûd Paşa'yı azletmek oldu. Mahmûd Paşa, bu suretle ikinci defa vezîr-i azamlık mevkiinden düştü. sPâdişâhın Mahmûd Paşa hakkındaki infialine birçok sebepler vardı: Mahmûd, evvelâ, Üsküdar'da toplanan ve kış ortasında sefere gidecek olan ordunun kumandasını taahhüd etmek istememişti. İkincisi, harb harekâtına Şebin-Karahisan kalesinin zaptıyla başlanması hususundaki ısrarı Pâdişah'ın hiddetini artırmıştı. Bundan başka, Otlukbeli Muhârebesi'nden sonra düşmanın kendi memleketleri içerisine kadar tâkib edilmemesini teklif etmiş ve bu teklifinin Sultân Mehmed'in re'yine mugayir olarak galebe etmiş olması Pâdişah'ın mutlak gazabını celbetmişti. Bununla beraber, Mehmed, vezîr-i â'zamınm dirayet ve şecaatine muhtâc olduğu müddetçe intikam hissini izhâr etmemişti. Lâkin harb sona erdiği vakit bu his evvelâ Mahmûd Paşa'nın azliyle zahir oldu; Pâdişahı'n müthiş tabiatı, yalnız azl ile iktifa edemediği için, az bir müddet sonra katline de ferman sâdır oldu (1474) (72). Bunun için bahane bulmak da müşkil olmadı. Osmanlı müverrihlerine nazaran Mahmûd Paşa bu bahaneyi bizzat kendisi çıkardı. O müverrihlerin kavline göre, Şehzade Mustafa'nın (73) vefatı üzerine sabık vezîr sevinç izhâr ederek satranç oynamış ve matem elbisesi giyecek yerde beyaz elbiseler ile meydana çıkmıştı (M.İ. 8). Lâkin Mahmûd Paşa'nın asıl cür-mü bu değildi: Pâdişah'ın en ziyâde gazabına sebep olan, vezîr-i â'zamın birçok hallerde göstermiş olduğu istiklâl fikri idi. Bir de Sultân Mehmed, Mahmûd Paşa'nın insaniyet hissine uygun olarak, Bosna Beği'nin hayâtını uzatması ve Karaman Beği İshak Beğ'in firarını kolaylaştırmış olmasından dolayı intikam almak istiyordu. Pâdişah'ın, bu istiklâl fikrinden dolayı beslediği intikam, hissi, Bosna, Sırbistan, Ağrıboz Fâtihi'nin hizmetlerini unutturmağa kâfî gelmişti. Mahmûd Paşa'nın ilim ve âlimler hakkında ibraz eylediği maârif-perverâne himaye ve devletin kendisine medyun olduğu nâfiâ te'sîsleri, Paşa'yı tahkir edici bir ölümden kurtaramadı. Bir Rûm ile İlliryalı bir anadan doğan Mahmûd Paşa'ya çocukluğunda cebren İslâmiyet kabul ettirilmişti. Osmanlı Devleti'nde mevkiinin ehli olan ilk vezîr-i â'zam budur. Birçoğu dört asır, yâni zamanımıza (Hammer'in zamanı: XVIII. asır sonları XIX. asır başları) pekçok binalar kendisinin san'âta olan muhabbetine ve umûmun menfaatlerine (71) (72) (73) Kezalik, nu: 233. Kont dö Cov'un. yukarıda zikredilen Münşeat kitabında, nu: 6, Sa'dü'd-dîn dahî bu zafernâmelerden bahsetmiştir. 878 Rebi'ü'l-âhirinin üçüncü günü. Mütercim. Solak-zâde, va: 61, Belîğ-i Bursevi'nin Terâcim-i Ahvâl Mecmuâsı'nda Mustafa bahsine müracaat, varak: 20. OSMANLI TAR tüt 111 müteallik müesseseler için gösterdiği ihtimama şehâdet ederler. Bu binalar arasında İstanbul'da (74) ve Sofya'da banileri ismiyle yâd olunan camiler ve hamamlar şâyân-ı dikkattir. Mahmûd Paşa’nın —Sultân Ebû Saîd'in veziri olan Farsça ve Çağatayca şiirleriyle meşhur ve bunlardan ziyâde birçok cami, medrese, kervansaray, hastahâne, yolcular için han, hamam ve köprü yaptırmakla mâruf olan— Mîr Alî Şîr'e göndermiş olduğu Mektuplar Mecmuası, zamanımızda dahî ma'lûmdur (75). Mahmûd Paşa şiir dahî söyler ve «Adnî» mahlasını kullanırdı (Not: 10). Ulemâya hakkını verir ve cömert davranırdı. Birçokları eserlerini onun nâmına ithaf etmişlerdir (76). İstanbul'da inşâ ettirmiş olduğu medresenin binası tamamlanınca, dânişmend (asistan) lara ikişer imame, kışlık için birer top yün kumaş, yazlık libâs için birer top erguvânî kumaş, beşer yüz akçe hediye etmişti. Haftada bir gün ulemâyı sofrasına davet eder ve dâima yemekde —birçoğu altından olan— nohut dâneleriyle karışık pilâv bulunurdu. Herkes kaşığında bulduğu kısmetine sâhib olurdu. Mahmûd Paşa sofraya otururken «Servete nail olan her kimsenin ağzında dâima bol bol harcamak için altun bulunmalıdır» (77) demek mûtadı idi. Bu manidar ve muhıkk sözleri birkaç defa da Pâdişah'ın huzurunda sarfetmiş-ti. Bir gün Pâdişâh bir mollaya; vaktiyle Kırım'ın ilim tedrisiyle meşgul dörtyüzden ziyâde ulemâsı bulunduğu halde sür'atle zeval bulmasının fik-rince neden ileri gelmiş olduğunu sormuştu. Molla, cevaben, kabahatin Kırım'daki en son vezirde olduğunu ve bu vezirin ulemâya hakaret ederek cennet gibi olan Kırım'ı harâb bir çöle çevirdiğini söyledi. Mehmed, bunu vesîle ittihaz ederek sadrâzamına, ulemâya ne yolda muamele ve ilimleri nasıl himaye etmek lâzım geldiğini hatırlattı. Mahmûd, vezîr-i â'zamın kabahati, Pâdişah'ın, daha liyakatlisini sadrâzam yapmamaktaki hatâsının tabiî bir neticesi olduğu cevâbını verdi (78). Sadrâzamın böyle serbestçe ve Pâdişah'ın hoşuna gitmeyecek bir surette idâre-i kelam etmesi de fecî ölümünün bir an önce gerçekleşmesine az yardım etmedi. Mahmûd, öldürücü darbeyi yemezden önce vasiyetnamesini tertîb etti. Orada şu sözler bulunur: (74) (75) (76) (77) (78) Osman Efendi-zâde, Terâcfan-i Vüzerâ; Tezıkire-i Şuarâ, Âşık Hasan ve Kınalı-zâde'nin eserleri. Târîh4 Be!âgat-i Fârsiyye, s. 312. Ezcümle Tabîb Şükrullah. Latîfi'ye müracaat. Şâber tercümesinde, s. 230, Mahmûd Paşa'nın Pâdişah'ın emri ile damarları kesilerek vefat ettiği hakkında hiçbir vesikaya dayanmayan haşiyeyi izah etmek müşküldür. Bu hususta şâhid diye gösterilen Latîfî'de buna dâir tek harf yoktur. Zâten Osmanlılar bu tarz öldürmeyi hiçbir vakit tatbik etmemişlerdir. Şâber, Şuarâ-i Osmâniyye TeTâckn-i Ahvâli, s. 232. Âşık Hasan ile Kınalı-zâde'ye dahî müracaat. 112 HAMME R «Ben padişahın kapısına bir at, bir kılıç, beşyüz akçe ile geldim; o vakitten beri kazanmış olduğum her ne mâlım var ise Pâdişâhındır. Oğlum Mehmed Beğ'in hayâtını muhafaza eylemesini kendisinden niyaz eylerim; vakıflarımı dahî muhafaza eyleyeceğini ümîd ederim.» (79). Mehmed, sadrâzamını idâm ettirmekle beraber, onun halk indinde mazlum bir şehîd olarak telâkki edilmesini de istemiyordu. Mahmûd Paşa’nın vefatına dâir bir mersiye zamanımıza kadar gelmiştir (80). Padişah, Uzun Hasan aleyhindeki seferinden döndükten sonra Karaman Vâlîsi Şehzade Mustafa ile —bilâhare Mahmûd Paşa'ya halef olan— Gedik Ahmed Paşa'yı birkaç kalesi henüz Pîr Ahmed ve Kaasım Beğ'in elinde bulunan Adana taraflarıyla Küçük Asya sahilinde harbi itmam etmeğe me’ınûr etti. Bu seferin nasıl sona erdiğini, Osmanlı müverrihlerine nazaran nakl etmezden önce, Pâdişah'ın Uzun Hasan'a karşı yürüdüğü esnada Venedik amirali Piyer Moze Nikos'un kumandası altında Karaman sahilinde toplanmış olan Haçlı donanmasının harekâtına bir göz atmalıyız. Papa IV. Sikst, Pâdişah'ın Kostantiniyye'den hareketi haberini işitince, vekilleri olan Kardinal Besariun ile Bembu ve Borciya'yı Fran-, sa, Almanya ve İspanya'yı Türkler aleyhine haç kaldırmağa teşvik ve bu memleketlerin hükümdarlarını Lateran Sarayı'nda toplanmağa davet için göndermişti. Papa onların gelişini beklemek üzere Venedik ve Napoli ile bir üçlü ittifak akdetti; bu ittifak, muâhedenâmenin imzası hususunda en ziyâde hizmet etmiş olan me’ınûrun ismine izafeten «Karafa İttifakı» nâmını aldı (81). Diğer taraftan, Karaman'da zuhur eden kargaşalıklar başlayınca, Uzun Hasan da Rodos'a ve Venedik'e bir sefîr göndererek, Venedik Cumhuriyeti ve Sen Jan Şövalyeleri ile tedafüi ve tecâvüzî bir ittifak müzâkeresine ve bilhassa bu iki hükümetten ateşli silâhlar ile kendi memleketlerinde top dökümüne nezâret için topçular istemeğe me’ınûr etmişti. Çünkü Uzun Hasan, bundan evvelki mağlûbiyetlerine askerin şecaat noksanlığından ziyâde, ordusunda yalnız ismen mevcûd olan toplarının noksanlığının sebep olduğuna kaani idi. Venedik Senatosu bu yeni müttefikleri sür'atle kabul ederek Jozefat Barbaro'yu dört kadırga ile Karaman sahillerine gönderdi: Kadırgalardan ikisi Asya'ya ikiyüz topçu nak(79) (80) (81) Âşık Hasan, Mahmûd'un vakıflarının cedveiini öğrendiğini söyler. Bunların hepsi hayır müessese'erindendir. Bu manzume, Ma-hmûd-nâme ismi ile herkes'in ağzında idi. Berlin Imp. Ktp. sinde Diez'in el yazması kitapları mecmuasında 57 numarada bulunur. Bernini, s, 128). OSMANLI TARİHİ 113 letti; diğer ikisi de barut ve top ile tamamen doldurulmuştu (82). Joze-fat Barbaro, o tarihten otuzyedi sene evvel, ancak 16 yaşında iken Azak Denizi (83) sahilinde Tana'ya seyahat ederek, bu seyahati^ Liri" etmişti. Venedik Cumhuru, bu uzun sefere, Uzun Hasan'ın nezçlindeki sefiri Katerino Zeno'nun işareti (Not: 11) ve Nikolokoko ile Fransisko Kapello'-nun Mehmed ile başlamış ve II. Murad'ın haremi, Sırbistan prensesi Ma-ra'nın (84) müdâfaa etmiş olduğu müzâkerelerin muvaffakıyetsizliği üzerine karar vermişti. Mehmed de Venedikliler'in Uzun Hasan'ın lehine olarak müdâhalelerinden çekinerek, İşkodra kalesi kumandanı Leonardo Bul-do vâsıtasiyle, Venedik'e sulh teklif etmişti, lâkin uzlaşma sağlanamamış olduğundan teklifler neticesiz kalmıştı. Mehmed —Venedik Cumhuriyetinin himayesine mazhar olmuş olan İskender Beğ'in II. Murad'dan zap-tetmiş olduğu Kroya şehrinin Senato tarafından kendisine iade edilmesi şartıyle— Venedik tüccarının vermekte oldukları yüzellibin dukadan vazgeçmeyi teklif ediyordu; lâkin Cumhur, herşeyden evvel Ağrıboz'un kendisine terkedilmesini istiyordu. Bu şart —tarafların sû-i niyetinden ziyâde mesafenin uzaklığından ve aradaki müşkilâttan dolayı— zâten güçlükle ilerlemekte olan müzâkerelere son verdirdi ve harb her zamankinden ziyâde şiddetle başladı. Seksenbeş kadırgadan mürekkep bir donanma Delos ve Midilli'yi yağma (85) ettikten ve İzmir şehrini yaktıktan sonra, Karaman sahillerine ulaştı. Bu donanma Papa'nın —Kardinal Karafa kumandası altında— ondokuz, Napoli'nin onyedi, Venedik'in —onikisi Isklavonlar, ikisi Rodos Sen Jan Şövalyeleri tarafından hazırlanmış— kırkyedi kadırgasından mürekkepti. Venedik donanmasının başkumandanlığına getirilmiş olan Pietr'o Mosenigo (Not: 12) bütün sefere kumanda ediyor ve maiyyetinde Venedik Valileri Meser Maren Malipierro ile Meser Luici Bembo, Vittore Su-ranco bulunuyordu. Kadırga kapdânları arasında —bu seferin târihini yazmış olan —Dalmaçya'da Traiolo (Tragorium) Koriyulano Çippiko vardı. Haçlı donanması geçtiği yerleri ateşe ve kana boğdu; tahribatından zarar gören şehirler arasında Adalya ve İzmir kadar meş'ûm bir tâli'e duçar olmuş olanlar yoktur. Asıl Haçlılar'ın ilk hücûmlan Adalya üzerine oldu. İyice tahkim ve birçok muhafızlar tarafından müdâfaa edilmiş bir liman olan Satalya yâhud Adalya (Antalya) (Not: 13) Pamfili'nin bomboş sahilinde kâindir. Burası o zamanlar Küçük Asya'nın en büyük ve en zengin sahil şehirlerinden biri idi. Antalya gayet geniş bir ticâret mer(82) (83) (84) (85) Jozefat Barbaro'nun tercüme-i hâli ve Venedik'in Asya'da 1469-1474 seferine dâir Koriyolano Çippiko'nun kitabı, s, 34, Venedik 1976. Eski adı: Palus Meotis. Çippiko, s. 7. Çippiko. Hammer Tarihi, C: II. K: 8 114 HAMME R kezi olduğundan her milletten ve bilhassa Mısır ve Suriye'den pekçok tacir gelirdi. Hindistan ve Arabistan'dan gelen ıtriyyât, bahariyyât, kuru karanfil, darçın, her nev'iden attariyye ile halı vesâir san'at mahsûlleri gibi eşya hep Antalya'ya getirilir ve orada bol bol bulunurdu. Vittore Suranco (Severanco) şehrin hizasına gelince on kadırga ile ilerleyerek limanı kapatan zinciri top dâneleri ile kırdı (Not: 14). Bunun üzerine Venedikliler ile müttefikleri şehrin surları önüne gelerek lenger attılar. Çarşıyı yağma ve şehirde buldukları kıymetli eşya ile gemilerini doldurduktan sonra, iki katlı sur ve iki katlı hendek ile çevrili olan kaleyi zaptetmeğe kalkıştılar. Birinci sur hücumla zaptedildi; ikinci suru da düşürmek için lâğım kazıldıysa da muvaffakiyet görülmedi. Mahsurlar pek ziyâde şecîâne müdâfaa ederek Venedikliler'in mesâisini neticesiz bıraktırdılar. Venedikliler her taraftan geri püskürtülmüştü. Hücum zaaf peyda etmiş olduğu bir zamanda, surların üzerinden ortaya çıkan bir kadın sadâsı cesaretleri kırılmakta olan Hıristiyanları çağırdı: Bu, senelerden beri Türkler'in esareti altında bulunan İskaiavonyalı bir kadın idi ki, intihar etmezden evvel kahramanca bir hareketle Hıristiyanlar'ın, kendisini esaret altında bulunduranlar aleyhindeki hücumlarını şiddetlendirmek istiyordu. Kadın Hıristiyanlar'ı devam için teşci ettikten sonra surdan aşağı atıldı ve orada ruhunu teslîm etti (86). Güneş gurûb eyleyin-ce muhâsırlar hücumu bıraktılar. Hücum edenlerin, surlarda gedik açmak için büyük topları olmadığı gibi duvarları aşmak için hazırlamış oldukları merdivenler de pek kısa olduğundan, Venedik generalleri gece bir harb meclisi toplayarak teşebbüslerinden vazgeçmeğe ve ertesi gün hareket etmeğe karar verdiler. Lâkin lenger almazdan önce tüccar dükkânları bulunan mahalleleri yaktılar ve şehri çepeçevre kuşatan güzel ağaçlıkları söktüler. Donanma Antalya'dan Rodos'a doğru giderek, oradan Adalar Denizi'ne ve İyonya (Batı Anadolu) sahiline kadar ilerledi. Türkler'in bugün îzmir dedikleri «Smirna», Antalya kadar ticâret merkezi ve onun kadar zengin bir şehir idi. Lâkin İzmir'in müdâfaa vâsıtaları noksandı. Mosenigo, İyonya sahiline yaptığı akınların birinde karaya kalabalık bir ordu çıkardı. Çok geçmeden, bu ordu İzmir'i zaptetti. Venedikliler bu şehirde, Osmanlılar'ın hücum ile zaptolunan şehirlerde ettikleri muamelenin hemen aynını yaptılar. Mahallelere dağılarak erkekleri kati ettiler, kadınların ve kızların, onların hayvancasma ihtiraslarından kurtulmak için sığınmış oldukları cami kapılarını kırdılar. Zâten —ticaretiyle olduğu gibi sanaâyî ve imâlâthâneleriyle de meşhur olan— İzmir, Venedikliler'in vahşiyâne tamâ'larını teskin için yağlı bir av idi. Mosenigo askerine insaniyet hissi telkin etmek şöyle dursun, bilakis onları yağmaya ve vahşete teşvik ediyordu. Mosenigo kendisine getirilecek olan her (86) Çippiko, s. 23. OSMANLI TARİHİ 115 Türk başı için bir duka altını ve diri olarak getirilecek her erkek yâhud kadın için üç duka altını vaad etmişti. Esîr tutulanlar müzayede ile satıldı. Pietro Mosenigo'nun emri altında bulunan askerin büyük bir kısmı —daha ziyâde Stradiot nâmıyla mâruf, bu türlü muharebeye pek yatkın, yağmagerliğe pek hırslı olan— Epirliler'den mürekkep idi; her Venedik gemisinde Epirli on atlı vardı. izmir'in zaptının ertesi senesi Mosenigo —Silifke şehrini muhasara etmekte olan— Kaasım Beğ'e yardım için Karaman sahillerine döndü. Mosenigo — Venedikliler tarafından «San Teodoros» adı verilen ve vaktiyle Sicilya korsanlarının en meşhur yataklarından olan— Ağa limanında lenger attı (87). Vittore Süranco, Mosenigo'nun. Sefiri sıfatıyle harb harekâtının müzâkeresi için Karaman Beği'nin ordugâhına gitti. Kaasım Beğ, hem Silifke'yi, hem de Silifke'nin batısında ve az bir mesafe ötesinde Siğin ve Korko'yu muhasara ediyordu (88). Siğin'de kumanda eden Mustafa —sarp bir dağ üzerinde bulunan mevkii müdâfaa için kendisine kolaylık sağlamakla beraber— efendisinin emniyetine karşı hıyanet ederek teslîm oldu. Kale, Mosenigo tarafından derhâl Kaasım Beğ'in kumandanlarından Yûsuf'a teslîm edildi (89). Donanma bu seferden dönüşünde Korko (Not: 15) kalesine yöneldi. îki tarafından denizle çevrili olan Kor-ko, karadan geniş ve derin bir hendek ve iki katlı bir sur ile muhafaza edilmişti. Çippiko'nun «Eloza» (90) adını verdiği «Arsnue» küçük adası doğuda ve antik çağdan kalma binâ harâbeleriyle doludur. Yeniçeri kumandanı, İskalavonluk'tan dönme İsmâîl «Korko» yâhud «Korgos» kalesine kumanda ediyordu; pekçok müdâfaa etmeksizin teslîm oldu. Bir kayanın tepesinde (91) olup ikiyüz muhafızı bulunan Silifke kumandanı Rûm Azi Beğ de kaleyi kolayca müdâfaa edebilecekken diğerlerinin hareketine uydu. Bu üç kalenin zaptı üzerine, Kaasım Beğ Venedik donanması başkumandanına —gayet kıymetdâr bir surette donatılmış cins bir at ile memleketinin âdetlerine uygun olarak terbiye edilmiş bir pars hediye ederek— minnetdârlığını gösterdi (92). Doksandokuz gemiden mürekkep olan Venedik donanması (93) bundan sonra Meğri Körfezi'ne (eski Telmison) (87) (88) (89) (90) (91) (92) (93) Çippiko, s. 38. Burası Grimston'un «Mağara» dediği mahal olması muhtemeldir. Grimston bu mevkii korsanların eski bir yatağı olarak bildirmiştir. Bufor'un Karamania kitabına müracaat, s. 173. Çippiko, s. 39 ve Jozefat Barbaro. Çippiko, s, 41. Çippiko, s. 42; Bufor, 199. Bufor, s. 45. Çipiko, fi. 45. Altmış Venedik kadırgası, onaltı Napoli Krallığı kadırgası, beş tane Napoli Kralı'ndan, iki tane Rodos Baş-şövaiyesi'nden, onaltı tane Papa'dan, Barbaro, s. 23. 116 HAMME R gitti. Sırb'dan dönme Karagu limana hâkim olan kaleyi biraz müdâfaadan sonra teslîm oldu. Şehir yağma edilerek yakıldı, bahçeler ateşle, balta ile tahrîb edildi. Yağma olunan mal mûtâd olduğu üzere taksim edildi: Stradiotlar'ın getirdikleri —bilâhare müzayede ile satılan— her esîr için üç duka altını verildi. Şu suretle o vakit esîr ticâreti Türkler için olduğu kadar Venedikliler için de kârlı idi (94). Mosenigo Lisi sahilinde Fisküs ve Mira şehirlerine de taarruz etti; lâkin Uzun Hasan'ın (Not: 16) mağlûbiyetini işitince Kıbrıs Adası'na (95) doğru gitti. Uzun Hasan Otlukbeli Muhârebesi'ni kaybettikten sonra nezdinde bulunan Venedik, Roma ve Napoli sefirlerine ruhsat vererek, ertesi sene için yeniden imdâd taleb etmişti. Şehzade Mustafa'nın maiyyetinde olarak Osmanlı ordusuna kumanda etmekte olan Gedik Ahmed Paşa, Karaman Seferi'ni bitirmek ve henüz Karaman Beğlerine tabî bulunan kaleleri zabt eylemek üzere Kilikya dâhiline gitti. Mosenigo'nun askeri tarafından Türklerden alınmış olan Si-ğin, Silifke ve Korku mevkîlerinden başka Ermene, Minan, Develi-Hisar kaleleri de henüz Kaasım Beğ ile Pîr Ahmed'e tabî bulunuyordu. Pîr Ahmed Lârende yakınlarında Yellitepe üzerinde ordu kurmuştu; dostâne bir mülakat talep eden Ahmed Paşa'nın sefirlerini orada kabul etti. Kendisini esîr etmekten başka bir maksadı olmayan bir hâinin sözüne yersiz bir îtimâd göstermiş bulunan Karaman Beği, onu zapt için pusu kurmuş olan Osmanlı süvarilerinin elinden ancak bir mucize olarak kurtuldu (96). Ahmed Paşa, hazırlamış olduğu ihânetkâr tertibinin başarısızlığa uğramasından, Ermenek kalesini ânî bir hücum (97) ile zaptederek teselli buldu. Ermenek şehrinin civarında bulunan Koriçalılar'ın meşhur Safran mağarası, henüz bir Avrupalı tarafından ziyaret edilmemiştir (98). Gedik Ahmed Paşa Ermenek'i zapt ettikten sonra —Pîr Ahmed'in hazîneleri ve haremi ile birlikte iltica etmiş olduğu— Mînan kalesini muhasara etti. Mînan kalesi sarp bir kaya üzerinde kâin olarak, bu suretle iyi müdâfaa edilmiş olduğundan, Pîr Ahmed muhasırların hücumlarına ehemmiyet vermedi. Kaleye hâkim olan mevkilere top nakli hemen hemen mümkün değildi. Muhâsırlar pek büyük zahmetlerden sonra ancak birkaç top çıkarabildiler. Muhafızlar şiddetle müdâfaada bulundular. Lâkin kaleye kumanda etmekte olan Yûsuf nihayet teslîm olmağa mecbur oldu. Ya muhasara esnasında kale dâhilinde bulunan yâhud kalenin teslimi zamanında gelmiş olan Pîr Ahmed, kendisini daha ziyâde muhafaza ede(94) (95) (96) (97) (98) Daro: Venedik Târihi, s. 464, Çippiko, s. 12. Kezalik. Sa'dü'd-dîn, İdrîs, Solak-zâde. «darb-ı dest». Cihân-nümâ, s. 611; Târih-i Edebiyyât, 14, s. 56. OSMANLI TARİHÎ 117 meyen bu surdan aşağıya atladı (99). Pîr Ahmed haremiyle hazînesini kaybetmiş olmak ve Osmanlılar'ın eliyle hakarete uğrayarak ölmek ıztı-râbına tahammül edememişti. Ahmed Paşa Mînan'dan Silifke üzerine yürüdü; orada da kuvvet yerine hiyle kullanmayı tercih etti. Ahmed Paşa bu defa Pîr Ahmed'i esîr etmek istediği vakitten daha ziyâde muvaffak oldu. Silifke topçuları birtakım vaadleriyle ikna edilmiş olduklarından, barut mahzenlerini tutuşturdular. Hâsıl olan yangın ve patlamadan duvarlarda gedikler açıldı. Osmanlılar bu hâdisenin muhafızlara saldığı telâş ve ümitsizlikten istifâde ederek gediklerden içeri atıldılar ve şehri zapt etmekte müşkilât çekmediler. Beğlerine sâdık kalmış ve kaleyi müdâfaa etmiş olan yüzseksen asker ıklıçtan geçirildi. Şehzade Mustafa De-veli-Hisar kalesini bizzat zaptetmek istiyordu. Fakat kendisinde hastalık hissettiğinden bu işi, en cesur kumandanlardan Koçı Beğ'e bıraktı. Koçı Beğ, Develi kumandanı Atmaca Beğ'e teslîm olmasını teklif etmesi üzerine, Atmaca Beğ ancak Şehzade Mustafa'ya teslîm olacağı cevâbını verdi. Şehzade zayıf bir halde bulunmakla beraber Develi-Hisar'a gitti. Sözünde sâdık olan Atmaca Beğ şehrin anahtarlarını takdîm için istikbâline geldi. Lâkin Şehzade pek hasta olduğundan şehri bizzat alamadı; Ahmed Paşa'yı bu işe me’ınûr etti. Mustafa Konya'ya hareket ederken Niğde yakınlarında Buz-Pazarcığı'nda vefat etti (100). Yukarıda söylediğimiz veçhile, bu vak'a Mahmûd Paşa'nın idamına sebep oldu (Not: 17). Vezîr-i âzamlık Gedik Ahmed Paşa'ya verildi; Şehzade Mustafa'nın ve-fâtıyle münhal kalmış olan Karaman Vâlîliği'ne de evvelce Kastamonu'da vâlî bulunan biraderi Şehzade Cem getirildi (101). Henüz 18 yaşında bir şehzade olan Cem, büyük ümîdler bahşediyor ve münevver bir fikirle her türlü bedenî güçlükler için bir istidâd gösteriyordu. Şehzade Cem'in bu cismânî üstünlüğü, kendisine Karaman ahâlîsi gibi cesur bir halkın muhabbetini celbetti. On yaşında iken Kastamonu vâlîsi tâyin edilmişti. Şiire olan isti'dâdı —birçok şâirlerin doğum yeri olan— bu şehirde inkişâf etmiştir. İlk eseri, bir manzum İran hikâye(99) Sa'dü'd-dîn, s. 288; Solak-zâde, varak: 60 (100) Şehzade hastalıktan pek zayıf olmakla beraber «Şahin-vâr Atmaca üzerine pervâz» etti. Atmaca Beğ Hisar'ı teslîm eyledi; ba'de't-teshîr Gedik Ahmed Paşa'ya haber gönderüp dergâh-ı âlî huddâmından âdem istedi. Bu hareket-i anîfe ile Şehzâde'nin marazı iştidâd eyledi. Konya'ya müteveccihen Niğde'ye giderek Buz-Pazarcığı'na vusulünde istihmâm idüp hamamdan çıkınca hamam önünde kurulmuş olan otakda teslîm-i rûh it-di. Lalası Ahmed Beğ, defterdarı Timur-taş oğlu Umur Beğzâde Ali Çelebi vefatını sakladılar; araba ile Konya'ya götürdüler. Gedik Ahmed Paşa bu haberi amca tç-il'den ılgar ile gelerek na'şı Bursa'ya gönderdi. (Sa'dü'd-dîn'den telhîs, c. 1, s. 551-Mütercim). (101) Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde. 118 II a- 4S HAMME R »S. 2S . III 1 IS* ' H sinin (102) tercümesidir ki, pederinin nâmına ithaf eylemiştir. Ondan sonra Cem bizzat gazeller tertîb etmiştir (103). Karaman'a gittikten sonra şiiri terk etmemekle beraber, bedenî sporlara devam ederek bilhassa güreşte maharet kazanmıştı. Kilikya ahâlîsi Selçuklu sultanları zamanından beri güreşte pek mahir idiler. Genç Şehzade, —Konya ve Lârende'de mahfuz bulunan— Büyük Alâ'id-dîn'in kullanmış olduğu gürzün ağırlığını birkaç okka artırdı. Bu silâhı kolaylıkla kullanmasından dolayı zamanın birinci pehlivanı unvanını aldı (104). Mûtâd üzere pek ateşli olan Karaman ahâlîsi ve İç-il dağlıları o tabîatte bir şehzadenin vilâyeti sayesinde, Fâtih'in kendilerine vurmuş olduğu zincire sıkıca bağlı kaldılar. (102) Hurşîd vü Cemşîd. (103) Dîvân-ı Cem, Berlin Kraliyet Kütüphanesinde, Diez'in el yazısı kitapları meyânında 129 numarada bulunuyor. (104) Solak-zâde, varak: 57, Âlî ve Belîğ-i Bursevî, Şehzadelerin Tercüme-i hâli, ONALTINCI KİTAP Sabac kalesinin te'sisi. — Avusturya içerlerine girilmesi. — îşkodra'nin ilk muhasarası. — Boğdân Seferi. — Kefe, Azak, Kili ile Akkirman’ın fethi. — Boğdân'da yeni sefer. — Tuna üzerinde üç ahşâJb kalenin tahribi. — Avus-. turya içlerinde. — Kostantiniyye'nin surlarının tamiri. — Lepanto ve Akçehisar muhasarası. — Türkler îzonzo üzerinde. — Venedik ve Napoli ile görüşmeler. — îşkodra'nin ikinci muhasarası, Venedik ile sulh ahidnâmesi üzerine kalenin iadesi. Osmanlı orduları doğuda ve güneyde Ermenistan ve Karaman'da devletin en ileri hududunda muzafferiyetler kazandıkları ve güneyde ve batıda Macaristan ve Hırvatistan'a doğru kaleler ele geçirmekte oldukları halde, Osmanlı hükümeti müstahkem mevkiler inşâsiyle ve askere ser-mâye-i servet ve düşman mülküne me'yûsiyete mûcib olan seferleriyle dahî o derecede dehşet verici oluyordu. 1471/876 baharında Rumeli ordusu kırkbin kişiden mürekkep ve iki kola ayrılmış olduğu halde karargâhından çıktı. Yirmibin kişi âletler ve inşâat levâzımıyle yüklü olarak pek gizli bir surette Sava nehrine yöneldiler; bunlar orada Sirmi' (Sirmiye) ye mukavemet edebilecek bir kale inşâsına me’ınûr idiler. Sabac yâhud Şâ-bâc kalesi adı verildi. Takriben yirmibeşbin akıncıdan mürekkep bulunan diğer kolordu Bosna Beğlerbeği İshak Beğ'in kumandasında Bosna ve Hırvatistan'ı sür'atle geçtikten sonra Karniyola'yı istilâ etti. Matyas Korvinus, o vakit büsbütün Bohemya (Çehistan) ve Polonya (Lehistan) işleriyle pek meşgul olmakla beraber Kuluça Metropolidi Gabriel ve gayet meşhur bir general olan Yuanes Unger'i vergi ve asker toplamağa me’ınûr etti. Bu asker Sabac taraflarında ve o mevkilerin palatini, yâni hâkimi olan şahsın kumandası altında askerle birleşerek, Sabac'ın inşâsına mâni olacaktı. Fakat daha onlar vâsıl olmazdan önce hendekler kazılmış ve duvarlar yukarı çıkmağa başlamıştı. Hıristiyanlar'ın bu inşâatı tahrîb için gösterdikleri bütün gayretleri beyhude oldu: Türkler, ameleyi Macar toplarının ateşinden muhafaza için hemen bir siper inşâ ettiler; Macarlar'ın yapabildikleri şey, ancak Türkler'den birkaç kişi öldürmekten ve Sabac'ın karşısında ve Sirmi'nin yanında bir kalenin temellerini atmaktan ibaret oldu (1). (1) Bonfinius, 4, kitap: 2, s. 562; Prey, Salname, 4, s. 72; Katona, 8, 15, s. 535-538. 120 32 HAMME R Almanya İmparatoru III. Frederik'de, Akıncıların Hırvatistan, Kar-niyola, Karintiya, İstirya eyâletlerine tecâvüzlerine mâni olmak için, Matyas Korvinus kadar da iktidar yoktu. Osmanlılar'ın Karniyola, Karintiya, İstirya eyâletlerine akınları 1470 senesinde başlamış ve on sene muntazaman devam etmişti. Sonraları daha seyrek olmak üzere onaltmcı asrın ortalarına kadar tekrarlanmıştır. Sensenlik bir paşa (2) hayâtının son günlerinde Karniyola'da akın yapmayı ahdetmiş 1470, yâhud 1472 târihinde ahdini ifâ eylemişti. İki kol asker Laybah ve Rudofsvert yâhud Nevstad-tel üzerine yürüdüler. Bizzat paşanın idaresinde bulunan ve dümdâr kolunu teşkil eden üçüncü bir kol da Kulpa üzerinde ve İnrid yakınında mevki aldı. Bu askerin geçtiği yanmış köyler ve harâb olmuş tarlalar ile belli oldu. Ayğ (İg) ve Hoflayn kasabalarına kadar geldiler (1470). Beş günden az bir müddet içerisinde Osmanlılar'a karşı yirmibin gönüllü toplandı; lâkin bu ordu Sen Bartelmi ovasına vâsıl olduğu vakit Türk süvarisi Kulpa nehrini geçip gitmiş ve köy ve kasabaların yangınları şulesinin altında sekiz bin esir alıp götürmüştü. Ertesi sene, (1471) İshak Paşa’nın onbeşbin akıncısı Hırvatistan'ı ateş ve kana boğarak yirmi binden ziyâde esîr almış ve birçok koyun sürüsü götürmüşlerdir (3). Ganimetleri kendi memleketlerindeki şehir ve kalelere bıraktıktan sonra, onbin kişiden mürekkep olarak döndüler ve bütün Karniyola'yı vurdular ve Ayğ kasabasiyle Sitiç’ınanastırımı yaktılar (4). 1472'de Akıncılar Laybah surları Önünde tekrar güründüler. Hâlâ iki yerde ordugâhlarını muhafaza eden hendekler görülmektedir. Akıncılar kale toplarının sıkı ateşine dayanamadıklarından, ale'lacele ric'at ettiler. Türkler'in Karniyola dâhilinde üçüncü akını —ki Karintiya'ya doğru bir tecâvüz ile son bulmuştu— evvelkilerin hepsinden daha mühimdir (5). Türkleri, Frankipan kontlariyle dâima muharebede bulunan Kroya kontları çağırmıştı. Bunun üzerine. onbeşbin Akıncı Hırvatistan'ı geçerek Karniyola'ya dâhil oldular ve paskalyanın pazartesi günü akşamı Laybah surları Önünde gölündüler. Türkler'in yaktığı civar köylerin alevi ve dumanıyle uyanan ahâlî ancak şehrin kapılarını kapamağa vakit bulabildiler. Oradan Akıncılar iki fırkaya ayrılarak, biri batıda Karintiya'ya gitti; sonra geri gelerek Silli'-yi bastı; diğeri doğuya doğru giderek İskalavonya'ya ve Macaristan'a girdi (6). (25 Eylül 1473). Dokuz bin piyade ile sekizbin süvariden mürekkep birinci fırka dar olan Kaolu derbendinden geçerek 25 Eylül'de Sen Jor(2) (3) (4) (5) (6) Valvasur, 4. Katona'da Dö Logos, 15, s. 357. Yulyus Sezar'ın Chronicon Olileiense kitabı, Ütirya Salnamesi, 3, s. 154. Katona, s. 358; Valvasur, 4, s. 373. Ru akın, bizzat gören Yuanes Tufs tarafından nakledilmiştir. Turs'un tarifi Mejistr ve Valvasur'da bulumnv 4, s. 358. Dö Logos, Katona'da, 15, s. 358. OSMANLI TARİHÎ 121 jen önünde göründü; fırka, geceleyin üç kola ayrıldı: Kolların biri Velkermark yolunu tutarak Drava nehri üzerinde Blayburg yakınında Pork'da durdu; Mehlingen tepelerinde mevkî almış olan ikinci kol, süvarilerini Lavamund ve Velkermark'a kadar şevketti; üçüncü kolu teşkil eden altı bin kişi Drava nehrini geçerek Lenkdorf ve Polzestet'ne kadar girdiler ve orada herşeyi ateşe, kana boğdular: dönüşlerinde Sen Vayt, Mühlstad, Glanek, Felsenek ve Vert Gölü tarikiyle Klagenfort'a kadar gittiler (7)'. Bu şehirden —düşmanın birlikte götürdüğü ve aralarında Zera Beği ile Lionar Ravber'in (8) bulunduğu iki bin (9) esirden birkaçını geri alabilmek ümidiyle— birkaç yüz süvârî çıktıysa da, bunlar da arkadaşlarından seksenini kaybettikten sonra dönmeğe mecbur oldular. Yağmacılar Sen Misal Yortusu gecesini Gotenştayn Manastırı yakınında geçirdiler. Volfgang'da Şulthavzig Vâlîsi Akıncılar'ın bir kısmıyla şiddetli bir muharebe etti; sekiz gün sonra Akıncılar Karintiya'dan çıktılar ve îstirya'ya girerek 1474 Teşrîn-i sânî'sinin beşinde Vendişgreç'de ordu kurdular. Üç gün sonra tekrar iki kola ayrıldılar; biri Vaytanistayn ve Gonoviç'e doğru gitti; diğeri de esirlerle birlikte Vuluo ve Şallek yoluyla Şunstayn üzerine yürüdü. Teşrînisânî'nin dokuzuncu cumartesi günü sabahı sekiz bin esîr saat sekizde şehre girmeğe başladılar; akşam dörtte bunların geçişi henüz sona ermemişti (10). Iskalavonya'yı istilâ etmiş olan ikinci kol Ağustos içerisinde bu eyâleti tahrîb etti. Teşrinîsânî'nin birinci günü birdenbire ve hiç beklenmedik bir sırada da îzonzo nehri üzerinde Güre surları karşısına vardılar (11). Ertesi sene kış ortasına doğru Türkler Karniyola ile Karintiya ve İstirya'yı istilâ edecekleri yerde Macaristan'a ve ona komşu olan civardaki memleketlere dağıldılar. 1474 Şubat'ınm altısında —Sen Vladislas'ın mezarının bulunduğu— Varadin'de, kadınlar, ihtiyarlar dâhil olduğu halde ahâlîyi katliâm ettikten sonra şehri de yaktılar. Yalnız delikanlılar ile genç kızlar gâliblerin elinden hayâtlarını kurtarabildiler (12). Türkler Arnavudluk'tan îşkodra surları önünde, o vakte kadar tahrîb ettikleri memleketlerin hiçbirinde görmedikleri bir mukavemete tesadüf ettiler. Rumeli Beğlerbeği Süleyman Paşa 1474 Mayısı'nın ilk gün(7) (8) (9) Mejisr'de Turs, s. 1196 ve Valvasur. Valvasur, 5, s. 573. Valvasur yirmi bin esîri onda birine tenzil etmiştir. Memleketin sicclileri de ancak iki bin gösterir. (10) (11) (12) Turs'a nazaran Mejlsr ve Valvasur. Katona'da Döltoa, 15, s. 537, 3. Katona'da Timon, 20, s. 725-727. 122 HAMME R lerinde îşkodra önünde görünmüş ve Antuvan Loredano kaleye kapanmış idi. Süleyman Paşa iki batarya top kurdu; bunların ateşi az zaman içinde surların bir kısmını yıktı. Kale müdafileri ahâlî ile birlikte gedikleri tamir için çalışıyor, lâkin Türklerin topları o kadar acele ile yapılan bu tâmiratı derhâl tahrîb ediyordu. Süleyman kendinin artık galebe etmiş olduğunu farz ederek hücum emrini vermezden evvel kale kumandanına teslîm olmasını ve şu suretle askerinin kanını beyhude akıtmamasını teklif etti. Lâkin Loredano Türk elçisine şöhreti ve Venedik Cum-huriyeti'nin kendisine göstermiş olduğu itimâda uygun olmak üzere, şu tarzda cevâp verdi: «Ven Venedikliyim ve muhafazasına tevdî olunan kaleyi teslimin ne demek olduğunu bilmeyen bir ailedenim; ya îşkod-ra'yı muhafaza edeceğim, ya burada öleceğim.» Bunun üzerine hücuma karar verildi. Mahsurların kahramanca mukavemetine rağmen, Türkler iki yerde açılan gediklerden kaleye girdiler. O vakit, bir tarafın zafer sarhoşluğu, diğer tarafın ümitsizliği, hücum edenlerle mahsurlar arasında sekiz saat devam eden şiddetli bir muharebeye sebep oldu. Türkler pek çok asker kaybetmiş idiler; muharebeye devam edebilmek için pek zayıf olduklarından —yaralılardan başka— gedikler üzerinde ve hendekler içerisinde yedi bin maktul bırakarak ric'at ettiler. îşkodra ahâlîsi muharebenin başlangıcında herkese nasîb olmayacak derecede şecaat ve metanet göstermişlerdi; lakin zahire azalmağa başlayınca kale dâhilinde isyan ve gürültü çoğaldı; teslîm olmak sözleri meydana çıktı. Loredano, bu yeni tehlikeye karşı koymak için isyan etmiş olan ahâlîyi topladı ve Türkler'in şehre hâkim oldukları hâlde ahâlînin şüphesiz surette düçâr olacakları esaret musibet ve vahşetlerini müessir bir surette tasvir ederek, Venedik tarafından kendisine vaad edilen ve îşkodra'ya vâsıl olmak üzere bulunan askerî yardımdan bahsetti. Nihayet göğsünü açarak: «Açlığa tahammül edemeyenler benim etimi yesinler; ben etimi onlara veriyorum, onunla doyabilirler» dedi. Bu sözler büyük bir te'sir icra ettiğinden, şehir içerisinde «Venedikliler'den başkasını istemeyiz; teslîm olmaktansa ölürüz» nidasından başka birşey işitilmedi (*). Süleyman Paşa Ağustos ortalarına kadar, tekrar hücuma cesaret etmeden, kaleyi muhasara altında tuttu. Amiral (Not: 2), Boyana nehri mansabında Türk donanmasını mağlûp ettiği zaman, o da muhasarayı kaldırdı (13). Bu mağlûbiyet arını temizlemek için îşkodra önünde toplanmış olan onbeşbin hafif süvârî askeri —ırsî reisleri olan Mihâl-oğlu'nun kumandası altında (*) Lojiye, Venedik Târihi, 7, s. 282-285; îşkodralı Barletti del Asedio, 1; Sa' dü'd-dîn. (13) Bonfinius, 6, 5, s. 206. Bu istilâyı Ömer Beğ'in 1477'de îzonzo'yu istilâ etmesinden sonra olarak gösterir. Katona, îşkodra'nın 1474'deki birinci muhasarasını 1478'deki muhâsarâsıyla karıştırmış olduğundan, bunu yanlış olarak 1478'de göstermiştir. OSMANLI TARİHİ 123 olarak Dalmaçya'yı ve Karniyola'yı tahrîb etmek üzere yola çıktılar ve oralardan yirmibin esîr getirdiler. îşkodra muhafızları arasında zabitlik eden iki Raguzalı, müdâfaa esnasında kahramanlıklarıyla temeyyüz etmiş olduklarından, vatanlarının Osmanlılar'a vermekte olduğu cizye sekiz bin dukadan onbin dukaya çıkarıldı; üç sene evvel de buna benzer bir vak'adan dolayı vergi beşbinden sekiz bine çıkarılmıştı (14). Rumeli Beğlerbeği Hadim Süleyman Paşa (15). İşkodra'dan hareket ederken, Pâdişah'dan askeriyle Moldovya'ya gitmek emrini aldı. Bu memleketin beği olan Piyer Aron bir Türk istîlâsiyle beraber gelen felâketlere meydan vermemek için 1457'de Mehmed'e kendi arzusuyla bir vergi takdîm etmişti. Halefi Etienne, muktedir düşmanların Pâdişah'a çıkardıkları müşkilâttan istifâde ederek bu vergiyi ödemekten vazgeçti, yâhud —Neşrı'nin rivayetine göre— vergiyi Dîvân-ı Hümâyûn'a bizzat getirmekten istinkâf etti (16). Hadim Süleyman Paşa bu istiklâl teşebbüsünden dolayı Boğdan Beği'ni te'dîb için Arnavudluk'tan çağrıldı. Süleyman Paşa, yüzbinden ziyâde askerden mürekkep bir ordu ile —kışın şiddetine ve o kadar kalabalık bir orduya gereken zahirenin eksikliğine rağmen— Etien-ne'ye karşı yürüdü (17). Etienne'nin kuvveti bir meydan muhaberesine girişmeğe müsâid olmadığından düşmanı —Türkler'in «Ağaç Denizi» tâbir ettikleri— sık ormanlar içerisinden, Beri at nehri yakınında Krakoviç Gölü'ne kadar celbetti; kendisi de bütün kuvvetiyle orada münâsib bir mevkide bekliyordu. Ekserisi ale'l-acele silâhlandırılmış kırkbin Boğdan-lı'dan başka, Etienne'nin kumandasında —hemen hepsi Çekelyâ kıt'ası halkından— beşbin Macar ile iki bin Lehli piyade askeri var idi (18). Bu meşhur muharebe 1475 senesi Kânunisânî'sinin onyedinci günü sabahı başladı. Türkler —Çekelyalılar'ın birlikte harb ettikleri— ilk safı bozdukları sırada Etienne, düşman^ saflarının ortasına atılarak ve fevkalâde yiğitlik göstererek askerine tekrar intizam verdi. Askerin yeni bir gayreti muzafferiyeti te’ınîn etti. Türkler'in ancak pek azı firar ederek kurtula-bildi; bakiyyesi harb meydanında düşmüş, yâhud gâliblerin şiddetli tâ-kiblerinden kurtulabilmek için Berlat ve Seret sularına atılmıştı. Türkler'in aç kalmış olan atları bu âcil ric'atte harb hâlinden ziyâde işe yaramadı; çünkü Etienne düşmanı, harb için seçmiş olduğu mahalle çekerken Boğdan'ın — Osmanlı ordusunun oraya kadar gitmek üzere mecburen geçeceği— kısmını yakıp çöle çevirmişti. Harb meydanını örten cesed-ler yakıldı: Esirlerin hemen cümlesi kazık cezasına düçâr olarak birbiri (14) (15) (16) (17) (18) Engel, Ra^uza Târihi, s. 185-186. Solak-zâde, Neşrî, İdrîs, Sa'dü'd-dîn, Âlî, Çippiko, 1, 21. Neşrî, s. 232. Katona, Dö Logos'dan naklen, 15, s. 766. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 297. 124 HAMME R üzerine yığılan kemiklerinden tâk-ı zaferler inşâ olundu (19). Lâkin ga-liblerin zayiatı da mağlûblar derecesine varmıştı. Harb meydanında telef olan Hıristiyanlar üç tepeye defn edildiler Ve —Yesua’nın asıldığı mahalde olduğu gibi— üzerlerine salîb dikildi (Not: 3). Türkler'den üç paşa muharebede düşmüş ve yüz sancak galiblerin elinde kalmıştı. Etienne, Lehistan Kralı Kazimir'in göstermiş olduğu yardımın şükran nişanesi olmak üzere dört Türk kumandanıyle otuzaltı sancağı ona gönderdi. Birkaç esîr ile birkaç sancak da —Etienne'nin Osmanlılar'a karşı kendilerinden tekrar istediği yardım talebini te'yîd için— Matyas Korvinus ile Papa IV. Sikst gönderildi. Boğdan Beği bütün memlekete bir emirname göndererek hiç kimsenin muzafferiyeti — orduların Mevlâsı olan Allah'-dan başkasına isnâd edecek kadar mağrur olmamasını ve dört gün oruç tutularak Cenâb-ı Hakk'a ârz-ı şükran edilmesini tebliğ etti. Krakoviç muzafferiyetinin neticesi olarak birçok kıymetli ganimetler galiblerin eline geçtikten başka, Tuna üzerindeki kaleler de teslîm oldular (20). Osmanlı ordusunun bir kısmı Arnavudluk'ta ve Boğdan'da harb etmekte iken, Sultân Mehmed Kostantiniyye'de üçyüz yelkenden mürekkep bir donanma hazırlattırıyordu (21). Donanma için Girid adasından başka gönderilecek yer yoksa da, nereye gideceği herkes için bir sır idi. Diğer taraftan Mehmed Venedikliler'le sulh yapmak ister gibi görünüyordu; çünkü 1474 Kânunievveli zarfında Türkiye'den Venedik'e bir maslahatgüzar gelerek Pâdişah'dan değil, kadınlarından —Venedikli olması pek muhtemel bulunan— biri tarafından bir mektup getirdi. Bu mektuptan Pâdişah'ın uzun bir sulh akdine hazır olduğu beyân edilerek, Kos-tantiniyye'ye bir sefaret hey'eti gönderilmesi için Venedik Cumhur'u teşvik ediliyordu. Senato bu mektup hakkında üç gün müzâkere etti, 08 neticesinde kabulüne karar verildi. Bunun üzerine Venedik Doc'u —Sultân Mehmed tarafından yol ruhsat tezkeresi beklemek üzere— Jerom Zorci'yi Korfu'ya gönderdi; Zorci ancak ertesi sene, yâni 1475 Martının yirmise-kizinde tezkereyi hâmil olarak Kostantiniyye'ye gidebildi. Vezîr-i azamla daha ilk mülakatında, Cumhur —İskender Beğ'in vefatından beri— Arnavudluk'ta işgal etmekte oldukları mevkileri, bilhassa, Kroya (Akçehi-sar) kalesini, Pâdişah'a teslîm ve Dîvân-ı Hümâyûn'a medyun olduğu yüzelli bin dukayı tediye etmedikçe sulhun akdedilemiyeceği beyân edildi. (19) (20) (21) Katona'da Dö Logos, Sismondi, 11, 32, Venedik müverrihlerine inanarak bu muharebeyi 1474'de göstermekle büyük, hatâ etmiştir. Dö Logos, a.g.e., s. 768; Engel, Boğdan T&ribi, s. 139. Sa'dü'd-dîn üçyüz demekle beraber donanmanın kadırgalar ile at gemilerinden ve büyük mavnalar ile kayıklardan mürekkep olduğunu söyler («Kadırga, at gemisi, kevge, mavna aksamından üç yüz gemi... süfun tezâhümü bir mertebede idi ki Karadeniz ordu-yı sultanîye dönmüş idi» Tâctt't-Tevârih, c. 1, s. 553 ve 554 Mütercim). OSMANLİ TARİHİ 125 Venedik sefiri, bu taleplerin kendi me'zûniyeti dercesini pek ziyâde geçtiğini beyân ederek özür diledi. O vakit —sefiri korkutmak maksadiyle— yelkenlerini açmağa hazırlanan donanmanın manzarası gösterildi. Pâdişâh sefire, başlamak üzere bulunan sefer esnasında —Cumhur'un şu müddetçe tebea-i devlet hakkında hiçbir suretle muhâsamada bulunmamayı taahhüt etmesi şartıyle— Venedik aleyhinde silâh kullanmayacağını vaad etti. Bunun üzerine Zorci Korfu'ya dönerek Kostantiniyye'deki müzâkerelerin neticesini oradan Doc'a bildirdi. Bu sıradaydı ki, vezîr-i âzam, limandan çıkarak Adalar ve Adriyatik Denizleri'ndeki Venedik müstemlekelerine değil, Kırım'daki Ceneviz müstemlekelerine, Azak Denizi'ne karşı yelken açmak ve Cenevizliler'i orada işgal ettikleri mevkilerden ve bu cümleden olarak Kırım kalelerinin en mühimmi olan Kefe'den tard etmek için emir aldı. Muhârib olmaktan ziyâde tacir olan Cenevizliler ancak* kazanç için silâha müracaat ederlerdi; yukarıda görüldüğü üzere, Fâtih ile uyuşmak hıyanetinde bulunmamış olsalardı, Kostanti-niyye'nin zaptını geciktirmeleri, belki büsbütün men' etmeleri mümkün idi. Pâdişâhın Cenevizliler'e karşı minnetarlığı, onlara ihtiyâcı kalmadığı günden itibaren sona erdi. Gedik Ahmed Paşa —harb ilân etmeksizin— Cenevizliler'in en az muntazır oldukları bir zamanda üzerlerine hücum etti. Kefe o zaman Karadeniz sahilinde bulunan memleketlerde Ceneviz ticâretinin anbarı makammdaydı, İran'ın ipek ve pamuğu Ejderhan tarikiyle Kefe ticâretgâhlarına gelirdi; Kırım Hânları da Ceneviz Konsoloslarına bütün ticâretgâhlarmda büyük imtiyazlar vermişlerdi (22). Sultân Mehmed'in nafiz düşüncesi, Kefe'yi almakla Osmanlı ticâretinin ne-kadar istifâdeler sağlayacağını keşfetmişti. Fâtih Kırım'ın devletine lüzumunu hissediyor ve onu —bir eyâlet olarak değilse bile kendini met-bû tanıyan bir hükümet olarak— memleketine ilhak için vesile arıyordu. Bu vesile de az müddet içinde bulundu. Ceneviz milletinden İskoer Çiafiko nâmında biri Kefe kapılarını açacağını Pâdişah'a arz eylediğinden (23), Sultân Mehmed hemen vezîr-i âzami gönderdi. Ahmed Paşa, vedâ için huzura girdiği zaman Pâdişâh kendisine bir hil'at-ı fâhire ile sırma eyerli bir at ihsan eyledi (24). 1475 Hazîran'ının birinci günü Ahmed Kefe surları önüne demir atarak karaya kırkbin asker çıkardı ve (22) (23) (24) Sizmondi, 9, s, 38. Türid Târihi, (Yeni Rusya), 1, s. 220. (Tevrîd-i Târihi ?) Sa'dü'd-dîn. (... (Gedik Ahmed Paşa) üçyüz gemi donadup zahire ve esbabını ihzar ve Yeniçeri ve Azabın amade ve tayyâr (!) itdikten sonra âstâne-i saadete mesh-i cebin idüp imtisâl-i ferman itdüğin arz idicek şâh-ı âlî-i cenâb «hâzır oldm mı?» diye hitâb buyurdukda «Saaâdetlû pâdişâhımın himmet bî-hemtâsı ve hayr duası refîk-ı tarîk olursa hâzır-dur» diyü cevâb virdi. Bu cevâb-ı dil-pezîr hâtır-i hatîr-i pâdşâhîye hoş geldi... Paşa dahî dîvân-ı âlîden kemâl-i haşmet ve dârât ve zeyn-i zer- 126 HAMME R muhasara bataryalarını kurmağa başladı. Şehir ancak üç gün mukavemet edebildikten sonra kayıtsız şartsız teslîm oldu. Kırkbin kişi muhacir olarak Kostantiniyye'ye gönderildi; Cenevizliler'den binbeşyüz delikanlı Yeniçeriler arasına idhâl edildi. Sekiz gün sonra Ahmed Paşa Ermeni ahâlîden İskoer Çiafiko'ya ve onunla müttefiken şehri kendisine teslîm eden başlıca itibarlı kişilere büyük bir ziyafet çekti. Ziyafetin sonunda vezîr-i âzam misafirlerine ruhsat verdi: Ziyafet mahallinin kapısı —ancak bir kişinin geçmesine müsâid bir şekilde— dar bir merdivene açılıyordu. Merdivenin son basamağında duran cellâd, merdivenden inenlerden herbiri-nin boynunu kesti; yalnız Çiafiko 00 Kostantiniyye'de idâm edilmek üzere alı-konuldu (25). Türkler, bilhassa ipek mensucatından mürekkep azîm ganimet malıyla (26) döndüler. Kefe'nin zaptıyle dehşete düşmüş olan Kırım Hânı Ahmed Giray, Fâtih'in Cenevizliler'in mağlûbiyetine dâir kendisine yazmış olduğu zafer-nâme gelince, daha ziyâde korktu (27). Kefe'nin düşmesi üzerine Azof (Tana) şehriyle Karadeniz sahilindeki şâir kaleler hiç mukavemet teşebbüsünde bulunmayarak teslîm oldular (28). Ahmed Hân, kendisinden tahtı almak isteyen onbir kardeşiyle harb etmekte iken, Fâtih'in Kefe'de Hıristiyanların tenkilini bildiren ikinci bir zafernâmesi geldi (29). Bu mektubun hemen akabinde, Gedik Ahmed Paşa da Menküb surları önünde zuhur etti. Ahmed Paşa, harb için hazırlanmıştı; Paşa bir harb hiylesiyle aniden hücum etmiş olmasaydı, şehir şüphesiz uzun müddet mukavemet edecekti (30). Tana gibi Mengüb dahî Cenevizliler'in elinde olarak biraderi Ahmed Giray tarafından tardedilmiş (25) (26) (27) (28) (29) (30) rîn ve murassa' âlât ile iskele canibine teveccüh eyledi. Erkân-ı saadet cümlesi âyîn-i osmânî üzere müşâyaat resmim icra itdüer.» Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 553 ve 554. Mütercim). Türid tarihi, mezkûr kitap; Justiniani, Cenova Vekayinâınesi; Morav-yef Apostol, Türidde Seyahat, s. 191, 1820. «Kakım, samur, zencab —ki sipâh-ı zafer-intisâb eline girdi— bî-hisâb idi.» (Sa'dü'ddîn, c. 1, s. 555) Mütercim. Münşeât-ı Fetrîdûn, nu: 231; cevâbsız ve tarihsizdir. «Kefe hisarının miftahı keffe girdikden sonra tevabi* ve levâhıkı teshirine (Ahmed Paşa) ikdam idüp Yapükrüme karasını eshel-i vücûh ile feth eyledi; andan Azak vilâyetin —ki memâlik-i Sakalibe ve vilâyât-ı şimâliyyenin bender-i mûteberidür ve kişver-i Türkistan ve Mâverâ'ün-nehr ve diyâr-ı Hâce-Tarhan'dan gelen tüccarın rehgüzeridür— ... za-mîme-i memâlik-i îslâmiyye eyledi». Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 555 (Hammer'in Kaffa şeklinde yazdığı «Kefe»nln bugünkü nâmı Teodosia'dır. Mütercim). Münşeat-1 Feridun. (İstanbul basımı Ferûdûn'da yalnız bir zafer-nâme vardır, s. 282. Mütercim). Neşrî, varak: 232; Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 295. Solak-zâde, varak: 61. İdrîs, varak: 158, Âlî, 28. Bâb. Ravzatüİ-Ebrâr, varak: 268. He-zârfenn, varak: 94. Rıdvân.zâde Târihi, varak: 101, Hacı Kalfa, Tak-vîmü't-Tevârih, 880 (1474). OSMANLI TARİHİ 127 olan Mengli Giray da oraya iltica etmişti. Menküb'de biriktirilmiş kıymetli eşyalar Mehmed'in hazînelerini süsledi, şehrin ahâlîsi de Kostantiniyye'ye gönderildi (31). Bunun üzerine Osmanlılar'ın Turid kıt'asında hâkimiyeti tamamlanmış idi. Kefe'nin zaptından sonra Türkiye'nin btı yarımada üzerine hâkimiyeti üç asır devam etmiş ve Tatar Hânları'nın târihi —kendilerinin emîrgüzâr olmaları sıfâtıyle— Osmanlı Devleti'nin târihine pek ziyâde karışmış olduğundan, Kırım'daki Giray Hanedanı hakkında biraz malûmat vermeğe lüzum görüyoruz. Ale'l-husûs ki, târihin bu kısmını kapatan meçhûliyet perdesi, bugüne kadar Şark menbâlarından bu işi anlamağa muktedir hiç bir Avrupalı tarafından açılamamıştır (32). KIRIM HANLARI (GİRAY HANEDANI) Cengiz Hân'ın oğlu Tuçı’nın (Çoçı veya Cuci) ahfadından Tokatmışı, yâhud daha doğrusu Tohtamış'ı, Timur —o tarafların meşru hükümdarı olan— Oruz (Orus) Hân'ın yerine Kıpçak hükümdarlığına oturtmuştu (33). «Kıpçak» nâmıyle anılan memleket, bir taraftan Kafkasya ile Don nehri, diğer taraftan Doğuda Volga nehri ile Emba ırmağı arasında bulunan ve Hazar Denizi'nden Karadeniz'e doğru uzanan sahraları ihtiva ediyordu. Yukarılarda yazdığımız Timur târihinde görülmüştü ki, Tohtamış, bu cihangir aleyhine isyan ederek üç defa muharebe etmiş ve 798/1395'de Timur'un generali İdeku'ya mağlûp olmuştu. Özbek İdeku (*), evvelâ Toh-tamış'ın hizmetinde bulunduğu halde, bilâhare 791/1388'de Semerkand'a firar etmiş ve Tatar Cihangiri'nin Tohtamış ile muharebesinde başlıca müşevvik olmuştu. İdeku, onaltı sene mütemadiyen Kıpçak memleketini mutlak hâkim olarak idare ettikten sonra, hükümranlığını Tohtamış'ın iki oğluna karşı müdâfaaya mecburiyet gördü (814/1411). Tohtamış'ın bu iki oğlu —biri Büyük Muhammed, diğeri Küçük Muhammed nâmıyle ma'rûf— Kaadir-birdi Hân ve Celâl-birdi Hân idi. Celâl-birdi bir ok isâbetiyle harb meydânında kaldı. Büyük Muhammed Kaadir-birdi düşmanı tamâmiyle mağlûp etti; İdeku muharebede yaralanarak Seyhün nehrine atılıp telef oldu. Kırım Hânlar'nın silsile-i nesebi (34) Celâl-birdi'ye, Nogay Hânları'nın silsile-i nesebi de İdeku'ya çıkar. Celâl-birdi İdeku'nun vefatından sonra bile babasının tahtında duramadı. Cengiz Hân'ın ahfadından diğer biri olan Mahmûd, Celâl-birdî'yi tahtından indirdi; lâkin o da Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 297. Bu hususta en iyi eser şüphesiz şudur: Histoid du royaume de la Chersonese tau'rique, Petersburg, 1824. (Kırım Hükümeti tarihi). (33) Piti Dölakruva, Timur Beğ Târihi, 2, 20, s. 277. (*) Edttge. (Hazırlayan). (34) Cenâbî, s. 129. (31) (32) 128 HAMME R gasbetmiş olduğu tahtı diğer bir gâsıba, yâni Özbek Ebû'l-Hayr'a terket-meğe mecbur oldu. Ebü'l-Hayr, evvelâ Mahmûd-ı Cengizî'nin haremiyle, sonra Timur'un torunu Ulu Beğ'in kızı ve Abdullah Beğ'in haremi ile nikahlandı. Bu iki izdivaç ile Ebû'l-Hayr, Asya'nın iki cihangiri olan Cengiz ve Timur hanedanlarına sıhriyyet peyda etmiş idi. Ceyhun nehrinin ilerisindeki memleketlerin Özbek prensleri Ebû'l-Hayr neslindendir. Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) hâkimiyetini talep eden birçok saltanat davacısı arasındaki uzun muharebelerden sonra, Küçük Muhammed'in oğlu Hacı Giray, nihayet tahtın yegâne sahibi olarak kaldı. Lâkin onun vefâtıyle oniki oğlu babalarının mirası için silâh ile münazaaya başladılar (NOT: 4): Bunlardan bâzıları on ay, bâzıları da otuz gün saltanat etti (35). Ahmed Giray biraderlerinin hepsini mağlûp etti. Mengli Giray da Ceneviz Valisinin himayesine, Kefe'ye ilticaya mecbur oldu. Ahmed Giray Cenevizliler'e hoş görünmek için Eminek Beği (36) —Kefe'nin dâhil bulunduğu— eyâlet valiliğinden azlederek, valiliği Eminek Beğ'in selefinin oğlu Şeytân'a vermiş idi. Bunlar altı haftadan beri Kefe'yi muhasara etmekte iken Osmanlı donanması gelerek şehrin önüne demir attı. Mengli Giray —idâm edilmek üzere— Menküb, Tana, Kefe Ceneviz-liler'iyle beraber Kostantiniyye'ye sevk olunarak, Boğaz kalelerinin birinde hapsedildi. Cenevizliler'in kelleleri düşmüş ve Mengli Giray idâm edilmeğe hazırlanıp, mûtâd olmak üzere iki defa secde etmiş olduğu bir sırada, Pâdişah'ın afvı vâsıl olarak, Mengli Giray'ın başına inmek üzere olan darbeyi durdurdu. Mengli'yi evvelce bir defa Kırım Hükümdarı olarak tanımış olan Eminek Beğ, bu hânın iadesini ve ancak birkaç ay muhafaza edebildiği tahtına tekrar oturtulmasını bütün Kırım halkı nâmına istirham ediyordu. Mehmed, Mengli Giray'ı dârü'l-cezâdan muhteşem bir saraya göndererek bir sancak ile bir tuğ verdi (37), ve kendisini Kırım Hânı olarak tanıdı (NOT: 5). Bunun üzerine Mengli Giray babasından miras kalan tahtta kendisini muhafazaya me’ınûr bir miktar asker ile hareket etti (38). Kırım'ın vergi verir bir eyâlet olduğu o sene Mehmed, dinî müesseselerin idaresi hususunda mühim değişiklikler yaptı: İmamlar ile diğer cami memurları (din hizmetlileri) Pâdişâh tarafından me’ınûriyetlerini (35) (36) (37) (38) Cenâbî. Kezalik. Cenâbî. Biraz evvel zikredilen Kırım Târihi müellifi bu tevcihi Peysunel'e nazaran (2, s. 228-231) 147«'de gösterir. Cenâbî, s. 120, Hân'ın cülusu şenlikleri hakkında hicbirşey söylemez. Mu-hilof Başpiskoposu Kırım Târihi'nde bu şenlikleri, Peysunel'ln rivayetine itimâdennaklediyor, s. 357. OSMANLI TARİHİ 129 musaddak birer berât aldılar. Bu me’ınûrlar o vakte kadar âmirlerinin keyfiyle tâyîn ve azl edilirlerdi; yeni nizâm mucibince tâyinleri Pâdişah'ın irâdesi ile olduğundan, azlleri de dîvân-ı hümâyûn'dan kat'î emire bağlı idi. Kırım mağlûp ve Kefe zapt edildikten sonra, Mehmed'in, Macaristan ve Boğdan'da muharebeye gitmekten daha müstacel bir işi kalmadı. Pâdişâh, askerinin Berlat üzerinde vâki Krakoviç muharebesindeki mağlûbiyetinin intikamını almak ve yeni inşâ ettirdiği halde düşman tarafından zaptolunan Sabaç (Türkçe: Böğürdelen) (39) kalesini geri almak istiyordu (Not: 6). Sünnet edilerek Yeniçeri ortalarına dâhil edilmek üzere Kostantiniyye'ye nakledilmiş olan binbeşyüz Ceneviz asilzadesi Türk gemilerine bindirilmişti. Bu gayrı iradî muhtedî (dönme) lerden yüzellisi bindikleri gemiyi mâhirâne bir isyan ile zaptederek Kilia (Kilya, Kili) limanına girmiş ve orada ahâlî tarafından hüsn-i kabul görmüşlerdi (40). Kefe'nin zaptı haberi Kostantiniyye'ye vâsıl olunca, mültecilere gösterdiği himayeden dolayı Boğdan'ı te'dîb etmek üzere bir ordu yola çıktı: Osmanlılar Besarabya'yı istilâ ederek Akkirman'ı (Yâhud «Beyaz Kale» mânâsına olan Biyelgorod) zapt ettiler. Bu kale Timur zamanında Besarabya'da Baba Dağ'a ve Edirne civarına gelerek yerleşen Kutavlı Tatar muhacirlerinden dolayı «Akkirman» adını almıştı (41). Boğdan Beği Etienne ile Lehistan kralı Kazimir kendilerini tehdîd etmekte olan fırtınayı def etmek istediler. Etienne, eşkıya güruhunun kendi arazîsi üzerinde icra ettikleri tahribattan dolayı onları cezalandırmak için silâh kullanmağa mecbur olduğunu sefirleri vâsıtasiyle beyân etti. Diğer taraftan Kazimir de Bâb-ı Âlî'nin Boğdan'dan taleb etmeğe hakkı olan tarziyyeyi kararlaştırmak için Türk ve Leh vekillerinden mürekkep bir komisyon teşkilini teklif ederek, Pâdişah'a Leh tâbiiyyetinde bulunan bir beğe karşı harbetmemeyi tavsiye etti. Mehmed, Etienne'nin sefirlerine hakaretle muamele ederek, onlan atlarından indirtti ve yaya olarak tahkîr-âmiz bir surette geri gönderdi (42). Leh elçilerine gelince, (39) Bonfinius, 4, 3, s. 378, Dölogos, Katona'da Turuç, 15, s. 779. (40) Obertus Folieta, 11, s. 627-628. Bizaro, Târih: 14, s. 327, Augustino Justiniani, Cenova Vekayinâmesi, 5, s. 226; Türk-Rûrn Târih-i Siyâsîsi, 1, s. 25, Sizmondi, 10, 42. (41) Târih-1 Umûmînin 48. cildi olan Ukranya Târihi; Engel, Eflâk Târihi, s. 180 ve Boğdan Târihi, s. 141; Yeni Rusya Târihi, 1, s. 220. Bu târih yukarıdaki esirleri yüzelli yerine beşyüz olarak gösteriyor. (42) Engel, Boğdan Târihi, s. 140. Hammer Tarihi. C: 11. F: 9 onları da kendisi Boğ- 130 HAMME R dan üzerine gidinceye kadar, bir sene alıkoydu (43). Bahar başlarında, Osmanlı ordusu Edirne yakınlarında toplandı; Lehistan'dan gelen yeni bir sefaret hey'eti ordunun hareketi esansında ve Varna civarında mülâki oldu (44). Pâdişâh ültimatomunu verdi: Vergi te'diyesi, esirlerin ihracı, Ki-lia'nın iadesi; bu şartlarla sulh etmeğe razı oluyordu. Etienne bu teklifleri birkaç defa reddettiğinden, Mehmed ilerlemekte devamla Tuna'yı beş köprü üzerinden geçerek Boğdan'a girdi. Osmanlı ordusu —sık ormanlarından dolayı Türkler'in «Ağaç Denizi» adım verdikleri— Rûzboynu vadisi (45)'ne dâhil olunca Boğdanlılar'la karşı karşıya geldiler. 26 Tem-muz'da, eşit bir şiddetle muharebeye başladılar (46). Boğdanlılar ormanın ağaçları arkasında siper alarak sıkı ateş ettiklerinden, bu hâl, bataryalar üzerine kılıç elde hücuma alışmış olan Yeniçeriler'i şaşırttı; Yeniçeriler yüzüstü yere yattılar; kumandanları olan Trabzonlu Sekban-başı Mehmed Ağa'nın ne ısrarları, ne teşcîleri onları yerden kaldırabildi (47). Pâdişâh bu hezimeti görünce Yeniçeri Ağasına: «Bak adamlarına! Ne kolay mağlûp oluyorlar; ben onlardan daha ziyâde cesaret beklerdim» dedi ve bunun üzerine bir kalkan alarak ve atını iki tarafından mahmuz-layarak düşman üzerine atıldı. Bu misâl askerin şecaatini tahrik etti; onlar da yerden kalkarak ormana girdiler. Orada boğaz boğaza bir muharebe başlayarak, güneşin doğuşundan öğle vaktinin çıkışına kadar devam etti (48). Etienne atından düşerek büyük müşkilâtla kurtulabildi (49). Türkler harb meydânında düşmanların başlarından ehramlar yaptılar; ordu ganimet mallarını paylaştı. Pâdişâhın sancağı altında harb eden Ef-lâklılar da mükâfat olarak birçok domuz sürüleri aldılar (50). Bundan sonra Osmanlılar her tarafı ateşe, kana boğarak çekildiler. Lâkin Hotin, Su-çava şehirlerini zaptedemeden hududu tekrar geçtiler (51). Mehmed Boğdan'ı tahrîb etmekte iken Mihâl-oğlu Alî Beğ ile biraderi İskender Akıncılarla' Macaristan'ı ve Tuna üzerinde kâin memleketleri dolaşıyorlardı. Lâkin karşılarında Piyer ve Fransuva Dosi biraderler gibi iki müthiş düşman buldular. Semendre'den otuz bin adım mesafede kâin Buzazis'de oniki sene evvel kral Matyas Korvinus'un dayısı Misel Silaci ile Greguvar Labata'nın esîr oldukları mahalde (52) iki Dosi (43) Kezalik, s. 141; Dölogos, Kramere nazaran. (44) Dölogos, a.g.e., 16, s, 2. (45) Engel, a.g.e., s. 142. (46) Engel, Macaristan Târihi, 3, s 348. (47) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 303; Solak-zâde, varak: 61. (48) Kezalik. (49) Dölogos, a.g.e., s. 9. (50) Solak-zâde. (51) Dölogos, a.g.e., 15, 10. (52) Bonfinius, 4, 1. 544. OSMANLI TARİHİ 131 Biraderler iki Mihâl-oğlu Kardeşler'den Silaci'nin katlinin intikamını aldılar. Alî Beğ Semendre'den idmadına gelen hafif donanmaya kadar büyük müşkilâtla vâsıl olabildi (53), bütün Osmanlı ordusu mahv olmuştu. Civarda bir vadide muhafaza altında bulunan Macar esirleri, vatandaşlarının zafer nidalarını işitince Türkler'in ordugâhı üzerine hücum ederek muhafızları öldürdüler ve —biraz evvel kendilerinin de bir parçası sayıldıkları— ganimet malını zapt ettiler. Erkek, kadın, çocuk herkesin —biri bizzat binmiş olduğu ve diğeri ganimet malını taşıyan— iki atı vardı (54). İkiyüzelli esîr ile beş sancak zafer nişanesi olmak üzere kral Matyas'a gönderildi (55). Matyas o aralık hem izdivaç merasiminin hazırlıklarıyla, hem de —karşısında üç ahşab kale inşâ ettirdiği— Semen-dre kalesinin muhâsarasıyle meşgul idi (56). Mehmed, Matyas'ı Semen-dre muhasarasından vazgeçirmek üzere — Akıncılar'ı Dalmaçya ve Hırvatistan ile Kral'ın nişanlısı olan Napoli'li prenses Beatris'in Macaristan'a gitmek için geçeceği bütün memleketleri tahribe gönderdi. Esîr olarak sevkedilen insan sürüleri, köylülerden gasbedilen (57) hayvan sürüleri, yakılmış kiliseler, manastırlar, bunların harabeleri üzerinde boğazlanmış râhibler; işte Kral'ın nişanlısının Dalmaçya'dan geçerken gördüğü manzaralar bunlar oldu. Prenses her akşam müthiş bir korku içerisinde ve henüz dumanı çıkmakta olan harabelerin ortasında ekseriya Türkler'in daha birkaç saat evvel bıraktıkları mahallerde duruyordu; yol üzerinde de prensesin atları, henüz can çekişmekte olan zavallı Dalmaçlar’ın ce-sedlerini çiğniyordu (58). Prenses ancak Drava nehrini geçtikten sonra kendini emîn bir mahalde gördü. Akıncılar, düğün alayının geçtiği yerlerde şehirleri, kaleleri —onların miktarınca meş'aleler gibi— yakarak alayın yol güzergâhını bu suretle aydınlattıktan sonra, izdivaç merasiminin icra edildiği zamanı fırsat ittihaz ederek —o şiddetli mevsimde ondört kadem derinliğine kadar buz tutmuş olan— Tuna'yı geçtiler (Not: 7). Matyas'ın —Türkler'in Koviloviç dedikleri— Kolic'de ve Morava’nın Tu-na'ya karıştığı mahallin karşısında inşâ ettirdikleri üç ahşâb kaleyi yukarıdan aşağı tahrib ettiler. (53) Bonfinius, İskender Beğ'in Macarlar'ın eline düştüğünü ve kati edildiğini sarahaten söylediği halde, İskender Beğ iki sene sonra tşkodranın 2. muhasarasında sancak beği olarak tekrar zuhur eder. (54) (55) (56) Bonfinius, 4, 6. s. 582. Bonfinius: «Haec quinque fere mensibus ante nuptias gesta.» Bonfinius, s. 582: «Postquam enim trinis Senderoviam castris, quae cir-cumvenerat, obsedit.» (57) Kezalik, s. 583: «Quin et vulgo bestiarum more utrumque sexum ineunt, abutunturque.* Kezalik, s. 584: «Ubique jacentia caesorum corpora nondum contabefacta.» (58) 132 HAMME R Osmanlı süvarilerinin Dalmaçya ve Hırvatistan'da icra ettikleri hasarlar, bir sene evvel Karintiya'da, Karniyola'da, îstirya'da vuku bulan tahribatın tekerrüründen başka birşey değildi. 1478 baharında Türkler, üçüncü defa olarak Istirya'ya (Stirya) girdiler ve Karintiya'da ikinci bir akın yaptılar. Türkler'in zuhuru haberi vâsıl olunca, Jorj Şenk memleketin askerini Ran yakınındaki Uz vadisinde ale'l-acele toplayarak, Osmanlılar üzerine yürüdü. Türkler ilk müsademede birkaç yüz asker kaybetti. Lâkin Ahmed Paşa, îstirya'da dolaşmakta olan Türk ordusunu biraz sonra oniki bin kişi ile takviye etti; Şenk, yakından kuşatıldığından, kendi askerinden beş defa fazla olan bir askere karşı harbetmeğe mecbur oldu. Altı bin îstiryalı harb meydanında kaldı; memleketin yüzyir-midört asilzadesi esîr edildi: Radkesburg kumandanı Sigismund Döpol-haym, Wilhelm Dösaurau, Marten Ditriştayn, Hanri Prişenç var idi; Kris-tof Rauber, Bernar Dö Harak, Kristof Dö Rutmansdorf, Marten Kapfenş-tayner gibi şâir bâzıları da muharebede telef olmuşlardı. Yalnız onbeş îstiryalı asilzade fevkalâde gayretle, düşman safları arasından kendilerine bir yol açabildiler ki, Ostermann Dauersberg, Gaspar, Kristof Dö Ham-berg, Jorj Rauber bu takımdandı. Silli hâkimi Jorj Hohenvarter ile Kris-tian Taufenbach'a gelince, bunlar Türkler'e teslîm olarak hayatlarını kurtarabilecek oldukları halde, şerefli bir ölümü düşmanın merhametine tercih ettiler (59). îstiryalılar’ın mağlûbiyeti, Radkesburg şehrinin yüzelli sene evvel hasımlarının mağlubiyetiyle sağladıkları şöhreti Ran şehrine verdi. Bu hâdiseden sonraki sene içerisinde, bir ordu Bosna'dan yine Karniyola'ya girdi (60); yine o sene içerisinde iki Dosi Biraderler iki Mihâl-oğlu'nu külliyen mağlûp ettiler. Bu zaman (883/1476) Osmanlı Devleti târihinde üç yeni te'sîs ile mâruftur. Bu tesisler, Mehmed'in fâtihâne dehasıyla beraber kanunî dehâsını da isbât ettiğinden, burada onları izah etmemiz icâb eder. Boğdan seferine kadar timâr ve zeamet tevcihâtı, siciller üzerinde yalnız bu tevcihâta nail olanların isimleriyle kaydedilirdi. Bu zamandan itibaren Mehmed, timâr ve zeamet sahiplerine muntazam berâtlar verdirdi. Berâtlar üzerinde timâr yâhud zeamete dâhil olan kurâ'nın varidatı zikredildiği gibi, berâtların suretleri dîvân-ı hümâyûnda kaydolundu (61). Yine o târihte Pâdişâh bir irâde çıkararak, Rumeli Müslümanları'na her-gün beş vakit namazı edâ etmeyi emretti; Rumeli'nde iskân edilmiş ve henüz ihtida etmiş Müslümanlar'ın pekçok olduğu düşünülürse, bu namaz 39 (59) (60) (61) Yulyus Sezar: İstirya Dukalığının Târih-i Siyâsî ve Mezhebîsi, 6, s. 230; Ve Rembrand'ın İstirya Veifcayinârnesi'ne nazaran; Mejisr, Karintiya Ve-kayinâmesi, Valvasur, Karniyola Vekayüıâmesi. Valvasur, 4, fi. 376. Sa'dü'd-dîn, Solaklzâde, varak: 62, OSMANLI TARİHİ 133 i'tiyâdmm unutulmuş olması garîb görülemez (62). Çulhalara bir vergi tarhı da yine o sene vâki olmuştur. Bu verginin garîb sebebi zikre şayandır. Sultân Mehmed, ordusunu Boğdan'a sevkettiği esnada, yanında yürümekte olan Anadolu Beğlerbeği Davud Paşa Tavşanlı-Pazar'da oniki çulhanın (63) dükkânlarına giren bir tilkiyi tutamadıklarını gördüğünü nak-letmişti. Mehmed çulhaların pek büyük beceriksizlik göstermiş olduklarını düşünerek mücâzâtı olmak üzere, her sene memleketin zabitine beşer vermeye mecbur olmalarını emretti; bu ceza vergi olarak zamanımızda dahî ödettirilmektedir (64). Bir asırdan beri tamir edilmemiş ve son muhasarada bilhassa deniz tarafından Osmanlı toplarıyle tahrîb edilmiş olan Kostantiniyye surları yeniden tamâmiyle tamir edildi. Barbizes'in kızı Fidalia —ki şehir onun kocası Bizas'a nisbetle «Bizans» (65) diye isimlendirilmiştir— Kostanti-niyye'yi ilk defa olarak bir sûr ile çevirtirmiş idi. Puzanias surun ikinci bânîsi olarak kabul edilir (66). İmparator Seuer (Sever) Bizans surlarının —kendisine müdâfaaları esnasında— mahsurlara ne kadar faydası olduğunu görmüş olduğundan, surları yeniden inşâ ettirdi (67). Doğu Roma İmparatorluğumun müessisi Kostantin, surlan limanın iki tarafında da devam ettirmişti; bir yer hareketinde (zelzelede) hasara uğradığından İmparator Arkadius yeniden yaptırdı (68). Büyük Kostantin'den bir asır sonra Genç Teodos zamanında, gerek kara, gerek deniz tarafından yıkılmış olan surların yeniden inşâsı —Atemius ve Sirus isminde iki şehremininin nezâreti altında— iki aydan az bir müddet zarfında ikmâl edildi (69). Elli sene büyük Leon batı tarafındaki surlan yeniden inşâ ettirdi (70). I. Jüs(62) (63) Bu irâde müellifin kütübhânesinde bulunan bir inşâ kitabının 38. nu-marasındadır. «Culah dest-gâhları olan kârhâneye bir rubâh girüp...» Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 562. Hammer'in fransızcasmda «cardeur» yazılmıştır ki, «hallaç» demektir; lâkin doğrusu «çulha» (tisserand) olacaktır. Mütercim. (64) Solak-zâde ve Sa'dü'd-dîn, 2, s. 304. (Habea-i Sahih der ki: «Bu hikâyenin îrâdı fâidesiz gibi görünüyorsa da çulhaların kârhâne derûnuna giren bir tilkiyi öldtiremiyecek kadar korkaklıklarına mukab'l pâdişâh tarafından resm vaz'ıyle te'dîbleri o asırda şecaatin ne kadar gözedildiği-ni bildirir.» Sa'dü'd-dîn'in «Culah başına beş akçe cerîme buyurulup Tav-şanlu sü-başısına mahsûl kayd olundu.» demesine göre, bu vergi umûmî olmayacaktır. Hammer'in ifâdesine muhalif olarak bu vergi on iki çulhanın şahıslarına münhasır idiyse haksızlık az olmuş olur. Mütercim.) Heşisius, Millesius. Justinus, 11, 1. Herodyanus, 3. 1. Melala, Arkadius Vekayinâmesl Nikefor Gregoras, 14, 1; Zonaras. Kodini: Kostaııtlniyye'nin tbtidâsı; Apot Bandori, s. 55 ve 82. (65) (66) (67) (68) (69) (70) 134 HAMME R tinyen bu taraftaki suru denize ,yâni Yedıkule'nin bulunduğu mahalle kadar uzatmak için birçok akçe sarf etti (71); Tiberius Absimares deniz tarafındaki suru tamir ettirdi (72). İzorlu Leon, saltanat zamanının son senesinde yıkılmış olan (73) surların tekrar inşâsı için bir vergi tarhını emretmişti. Leon Bardas — Bulgarlar'ın istilâsından muhafaza için— Bla-hern Sarayı'na sur çevirmişti (74). Romanus da bu büyük sarayı şehiı ahâlîsinin isyanına karşı müdâfaa için sur ile çevirmişti; bundan dolayıdır ki sarayı şehir ahâlîsi Zâlimler Kalesi diye isimlendirirlerdi (75). İmparator Teofil ile İmparator Misel (76) onlardan sonra büyük Androni-kos Paleolog (77) buzdan yâhud denizin vurmasından bozulmuş olan surları tamir ettirdiler. Kantakuzen'in hasımı ve rakibi Apokokus Bizans'ın eski surunu tamir ile iktifa etmeyerek (78) birincisinden daha alçak ve saray kapısından (liman tarafından müntehâsı) Yaldızlı-Kapı'ya (deniz tarafından müntehâsı) kadar uzanan yeni bir sur yaptırdı. Yuannes Paleolog Yaldızlı-Kapı ve Yedikule taraflarında kesme taştan iki kule yaptırarak şehrin tahkim edilmesine teşebbüs etmişti. Lâkin Yıldırım Bâye-zîd'in, inşâat derhâl tatil edilmediği takdirde Prens Manuel'in gözlerini oyduracağını söyleyerek tehdîd etmesi üzerine teşebbüsünden vazgeçti (79). Bizans istihkâmlarını bu suretle tamir ettirmiş, ilâveler yaparak tahkim etmiş olanların arasında, yalnız Kostantin şehrin ikinci bânîsi olarak kabul edilebilir; Kostantin, hükümet merkezini Tiber nehri kenarından Bos-for sahiline getirmiş ve şehir bu unvanı almıştı. Bizans'a gelen ilk muhacirler Megar Rumları ile bunlara karışmış olan birkaç Trakyalı idi; Kostantin buraya yalnız Romalılar'dan getirdi. Mehmed'in Kostantiniy-ye ahâlîsini hemen tamamen mahvettikten sonra, oraya ahâlî getirtmek için tatbik ettiği usûl büsbütün başka idi. Asya'nın kuzey ve doğusundaki fütuhatı, yeni payitahtının şenlendirilmesine hizmet etti. Pont ülkesi içerlerinden, Kapadokya'dan, Sırbistan'dan, Mora'dan Lazlar, Karamanlılar, İlliryalılar, Rumlar saltanat merkezine nakledildi. Yeni fetho-lunan oniki payitahtın (Not: 8) en zengin ahâlîsi Pâdişah'ın ikametgâhı olan beldede vatan, tutmak üzere tâyin edildiler. Bu muhacirlerden pek azı, yâni Karamanlılar Müslüman idi; muhtelif mezheblerden Hıristiyan olan şâirleri âyinlerini icra için müsâade aldılar. (71) (72) (73) (74) (75) (76) (77) (78) (79) Prokop. Kodinus, a.g.e., s. 56 ve 82. Teofanes, Sedrenus, Manases. Simon Legoft, Leon Bardas. Zonaras. Tornfor'un «Kitabeler» isimü eserine müracaat; 2, s. 176. Nikefor Gregoras, 9, 143; Nikefor, s. 29. Nikefor Gregoras, 14, 5. Dukas, 8, 12; Nikefor Gregoras. OSMANLI TARİHÎ 135 Mehmed'in Venedik'e vermiş olduğu bir sene mütâreke sona ermişti. Bu müddet zarfında muhasamata ara verilmesine tamâmiyle riâyet edil misti. Lâkin Pâdişah'ın sû-i niyeti kat'î bir sulh akdi için başlatılmış ol. müzâkerelerin iyi bir neticeye ulaşmasına mâni olmuştu: Venedik sefiri Pâdişah'ın tekliflerine razı oldukça, o dâima yeni bir şart meydana çıkararak, mes'elenin her cihetini tekrar müzâkere mevzuu haline getiriyordu. Bunun üzerine Cumhur'un baş-generali Antuvan Loredano —ki Napoli Di Romania'da bekleyen donanmanın kumandanıdır— çatışmaya başlamak için emir aldı. Bu generalin seçilmesi seferin muvaffakiyetini te’ınîn için en büyük sebeb idi. Loredano, Osmanlılar'ı denizden uzaklaştırdıktan sonra Küçük Asya'ya doğru yelken açtı ve sahilde birkaç yere hücum ederek, yazın bir kısmı zarfında memleketi tahrîb etti. Ertesi sene (1477) Dîvân-ı Hümâyûn'da Lepanto (80) muhasarasına karar verildi. îşkodra muhasarasının kaldırılması üzerine Krakoviç muharebesinde Boğdan Beği Etienne'ye mağlûp olmuş olan Hadim Süleyman Paşa bu muhasarasının icrasına me’ınûr edilerek, maiyyetine kırkbin kişi verildi. Hellade'nin başlıca şehirlerinden biri olan Lepanto (Nopaktos) Bizans împaratorluğu'nun zevali hengâmında Venedikliler'e verilmiş idi. Venedikliler şehri tezyin ve tahkim etmiş olduklarından, burası onların Yunanistan üzerine hâkimiyetlerini sağlayan başlıca müstemlekeleri olarak kabul ediliyordu. Antuvan Loredano, Sultân Mehmed'in tasavvurlarından haberdar olduğundan, otuz iki kadırga ile Lepanto Körfezi'ne gitti; Senato dahî bu şehri tehdîd etmekte olan tehlikeyi haber almış olduğu için, birçok muavin askerler göndererek, kaleye asker ve mühimmat sokuldu. Bu ihtiyatî tedbirler henüz ittihaz edilmişti ki, Osmanlı ordusu kale önünde zuhur ederek, muhasaraya başladı. Süleyman Paşa'nın bataryaları pek az zaman içinde surları tahrîb ederek gedik açtı. Gedik kâfi derecede genişlik kazanınca hücum edildi; lâkin Osmanlı askeri şiddetle geri püskürtüldü. Süleyman Paşa bizzat askerinin başında tekrar hücum ettiyse de muhafız askerler, donanmanın yardımı ile hücumları te'sîrsiz bıraktılar. Süleyman Paşa, Osmanlı donanması iştirak etmeksizin muvaffak olamayacağına kaani olduğundan, muhasarayı kaldırdı ve hiddetini teskin için, zâten metruk olan birkaç kaleyi tahrîb ederek, oralarda taş taş üzerine bırakmadı (Not: 9). Lepanto muhasarasını müteâkib Kroya muhasarası başladı. Arnavudluk Sancak Beği Alî Beğ, kaleyi sekiz bin kişiyle kuşattı. Pietro Vetori bütün yaz mevsimi zarfında müdâfaa etti. Osmanlılar —Tiran vadisinde Kroya'nın dayandığı— tepelerin eteklerinde ordu kurmuşlardı. 2 Eylül 1477'de, Venedik Senatosu kaleyi kurtarmak ve hiç olmazsa —zahirece (80) înebahtı. (Mütercim). 136 HAMME R noksan hissedilmeğe başlanıldığı cihetle— erzak sokmak üzere Vali Fran-çesko Kontarini'yi dörtbin beşyüz süvârî ve bir kol Arnavud piyâdesiyle gönderdi. Maksadı te’ınin için muharebe etmek lâzım idi. Kontarini, Osmanlılar'ın askerî hatlarını yararak, onları dağlara firar etmeğe mecbur etti ve akşama doğru ordugâhı zaptederek yağma etti. Mahsurlar derhâl şehirden çıkarak gâliblerle birlikte ganimet mallarını taksim ettiler. Türkler bulundukları tepelerden Hıristiyan askeri arasındaki intizamsızlığı görünce tekrar toplanarak yağmacılar üzerine hücum ile, ekserisini katlettiler ve kalanları esîr aldılar. Françesko Kontarini de esîr edilerek başı kesildi. Birkaç saat içerisinde hem mağlûp, hem gâlib olan Türkler, muhasaraya daha büyük bir gayretle başladılar. Arnavudlar muharebeden sonra dağılmış idiler; İtalyanlar da bin kişiden ziyâde kaybettiler (81). Bu bozgunluktan henüz bir ay geçmişti ki, bizzat Venedik Cumhuru Türkler'in Kriyol kıt'asını istîlâ etmelerine mâruz kaldı. Bu haber üzerine Venedikliler'e büyük bir me'yûsiyet geldi. Biri Gradiska'da, diğeri Koğliyana'da tesîs edilmiş olan iki müstahkem ordugâh ile Akile yakınında tzonzo mansabmdan Kerç'e kadar uzanan fasılasız hat üzerindeki hendekler Türkler'in istilâlarına karşı durmak için yapılmıştı; lâkin 1477 Teşrinievvel başlarında Gradiska ordugâhında Osmanlılar'ın gelişinden henüz haber alınmamış olduğu halde, onlar Kerç köprüsünü zapt etmişlerdi. Bosna Sancak Beği Ömer Beğ (82), bu köprü üzerinden bin süvârî geçirdi. İkinci bir fırka da nehri dîğer bir taraftan yüze yüze geçerek pusuya girdi. Ertesi günü Ömer, Venedik generali Novellu (Novellüs)'ya meydan okudular, o da muharebeyi kabul etti. İlk müsademede Türkler kaçar gibi göründüler. Novellu'nun oğlu —pederinin ihtarlarına rağmen— Osmanlılar'ı tâkipde ısrar etti ve bu suretle —bir gün evvel hazırlanmış olan— pusuya düştü. Kendisiyle refakatinde bulunanlar tamamen katledildiler. Bu vak'a bütün Venedik ordusunun mağlûbiyetine sebep oldu; ordu dağılarak herkes firar etti, İki Novellu harb meydanında kalmışlardı. Kendilerini kurtarabilen pek az kimseler de civardaki kalelere iltica ettiler. Ömer, süvarilerini derhâl İzonzo ile Tagliyamento arasındaki ovaya yaydı; bunlar bir ay memleketi yağma ettiler. Zahîre anbarları, ormanlar, şehirler, kaleler hep bir ateş ummanı içine gark oldu. Müverrih Sabelliko bu vak'ayı Odin civarında bir tepeden görerek nakletmiştir (83). Türkler, İtalya muharebelerinde —kâh cebren geçenlere, kâh geçmek is(81) (82) (83) Sabelliko, Ç'ppiko. Sismondi, 11, s. 139. Sabelliko'ya nazaran, 3, 10, s. 228. Sismondi'nin Avrupalı müverrihlerce «Marbek» denilen zâtın sadrâzam Gedik Ahmed Paşa olduğunu söylemesi yanlıştır. Osmanlı müverrihlerinin yazdıkları veçhile, bu, Turhan (Turahan)’ın oğlu Ömer Beğ'dlr. Sismondi, s. 141. Sabelliko'ya atfen, a.g.e., varak: 224. OSMANLI TARİHÎ 137 teyenlere karşı kahramanca müdâfaa eden— o kadar generallerin fevkalâde harekâtıyla şöhret bulan Tagliyamento nehrini geçtiler. Bu defa nehrin sahilinde asker yoktu. Osmanlılar da hiç silâh atmadan geçerek bu nehir ile Piyao (Piyave) nehri arasını kolayca istilâ ettiler. Venedikliler, büyük bir yangının köylerini, saraylarını nasıl yaktığını kulelerinin üzerinden temâşâ eylediler (84). Hükümet reisi, elinde bulunan bütün kuvvetleri ve Lombardiya askerlerini ale'l-acele gönderdi. Yalnız Venedik ahâlîsi iyi silâhlanmış dörtyüz asker çıkardı. 2 Teşrinisani 1477'de bu muhtelif kuvvetler şehirden çıkarak düşmanı takibe koyuldular. Bu esnada Ömer Beğ, teşebbüsünün pek cür'etkârâne olmasından korkmağa ve neticelerinden endîşe etmeğe başlayarak ric'at emrini vermişti: Lâkin süvârî askeri yağmagerlik hırsına kapılarak, sarp ve uçurumlarla çevrili kayalıkların tepelerine kadar gitmişlerdi. Bunlar orduya kavuşmak istedikleri zaman, atlarını, çıktıkları yüksek yerlerden indirmek için pek çok müşkilât çekdiler. Nihayet, bir çâre buldular: Esirlerin elbiselerini uzun uzun keserek kolan yaptılar ve atlarını karınlarından bunlara bağlayarak ve kayadan kayaya götürerek ovaya kadar indiler. Ömer Beğ, îzon-zo'yu tekrar geçti ve az bir müddet sonra Kriyol'u büsbütün tahliye etti. Lâkin arkasında bıraktığı harabeler, geçişinin nişanesi olarak kaldı. Büyük bir felaket olmak üzere veba da zuhur etti. Kânunievvel zarfında Cumhur'un pâyitahına girdi. Ve müthiş bir hasar yaptı (85). 1477 senesi şu suretle sona erdi. Bu sene zarfında Türkler ilk defa olarak Tagliyamento sahilinde göründüler. Matyas Korvinus Viyana'yı muhasara etti; Burgonya Dukası Pervasız Şarl îsviçreliler'le muharebesinde telef oldu; Acem Şâhı Uzun Hasan —ki o da Şarl gibi «Pervasız» lâkabiyle adlandırılabilir— beş oğlunun arasında çıkan münâferetleri ve çatışmayı yatıştıramadığından ve altıncı oğlunu da bir ok ile öldürttüğünden dolayı, keder ve ıztırabtan vefat etti. Uzun Hasan'ın hayatının sona erdiğini zikreden Şark vekayinâmeleri, Timur ve Şahruh târihlerini yazmış olan İranlı müverrih Abdü'r-rezzak ve Arab müverrihi İbnü Şıhne'nın (Not: 10) dahî büyük vak'alarla dolu olan bu sene zarfında irtihâl eylediklerini bildirirler (86). Kroya muhasarası bir seneye yakın bir zamandan beri devam ediyorken, Mehmed yine —muharebede muvaffakiyetini hazırlamak için sulha girişmekten ibaret olan— mûtad siyâsetine müracaat etti. Bu muharebeye bizzat başlamayı tasarlamıştı. Binâenaleyh bir Yahudi'ye Loredano ile Kroya'da görüşmek üzere tam selâhiyet verdi. Yahûdî hâmil olduğu ta'-lîmâtı tebliğ ettikten sonra Venedik'e gitmek için müsâade ve bir kadır(84) (85) (86) Sandi, Venedik Târih-i Medenîsi, 8, fasıl: 9; Daru, 2, 477. Daru, 2, st 477. Cenâbî. 138 HAMME R ga istedi. Loredano bu talepleri derhâl kabul etti. Lâkin müzâkereye gelen Yahudi Kapo Distirya Tepesi'ne gelince, fücceten öldü. Bununla beraber, Senato Mehmed'in teşebbüsünden haberdâr olmuş ve kendisi için felâketi mûcib olan bir harbin yıkıntılarına yalnız başına tahammül etmekten yorulmuş olduğundan —o aralık Venedik donanması üzerinde nezâret vazifesini ifâ eden— Tomas Malpiyeri'ye hemen İstanbul'a gitmesi emrini gönderdi. Malpiyeri tam selâhiyetle 1478 Kânunisânîsinin ilk günlerinde Kostantiniyye'ye vâsıl oldu. Bu elçi Kroya şehrini, Limni adasını, Mora'nın Braçyu Di Manya denilen kısmını Pâdişah'a terk etmeğe me'zûn idi. Bundan mâada, Venedik, harbin başlangıcından beri Osmanlılardan alınan bütün mevkileri, bütün arazîyi iade etmeğe razı idi; en sonra da Mehmed'in —şap mâdenleri iltizâm bedeli olarak— çoktan beri talep ettiği yüzbin dukayı ödemeyi teklif ediyordu. Bu teklifler Sultân Mehmed tarafından kabul edildi. Pâdişâh, ahidnâmeyi neticelendirmek için Venedik'in her sene kendisine onbin duka vergi vereceğinin de derce-dilmesini istedi. Malpiyeri bu şartın kabulünü taahhüd edemiyeceğini beyân etti. Bununla beraber, Senato ile istişare ve yeni ta'lîmât ile dönmek üzere 15 Nisan 1478'e kadar iki aylık bir mütâreke talep etti ve aldı. Bu esnada Cumhur —yakında bir izdivaç ile menfaat bağları kurulmuş olan— Macar ve Napoli krallarının Sultân Mehmed ile sulh akdetmek üzere olduklarını haber aldı. Matyas Korvinus Macaristan'da elde ettiği yerleri Pâdişah'a iade etmeyi taahhüd edecekti. Macar Kralı böyle bir sulhu kabulden nefret gösteriyorsa da, kayınpederi Aragon Kralı Ferdinand, Pâdişah'ın teklif ettiği muâhedenâmeyi imza ederek, damadının tereddütlerini izâde etti (Not: 11). Mehmed ile Napoli Kralı arasında başlamış olan dostluk rabıtalarına Ağrıboz'un zaptını müteâkib son verilmişti. Padişah, Hıristiyan hükümdarları arasında düşmanlık yaratmak için her vesileden istifâde ettiği cihetle, Ferdinand'a ihtiramkâr te’ınînât ile dolu bir mektup yazarak, yeni fethini haber vermişti. Lâkin o vakit Ferdinand, Sultân Mehmed'in Avrupa'daki muvaffakiyetlerinden her birini bizzat kendi hükümranlığına Vurulmuş bir darbe gibi telâkki ettiğinden, şu cevâbı verdi: «Osmanlılar'ın pâdişâhı hudâvend-i emced ve ekrem Mehmed'e beinâyetu'llah Sicilya, Kudüs-i Şerîf, Macaristan Kralı Ferdi-nand'dan selâm olsun; Ağrıboz'un zabtını i'lâm ile muzafferi-yetin kendilerine verdiği meserretten hissedar olmaklığımız için sefirlerin vâsıtasiyle göndermiş oldukları nâmeleri aldık. Son yıllarda tebeamızm nezd-i hümâyûnlarında himayeye mazhar olduklarını ve hüsn-i muameleden başka birşey görmediklerini bildiğimizden, bir sefîr göndermekte ve haysiyyet ve dinimiz ile mütenâsip olabilecek dostluk rabıtalarına devam etOSMANLI TARİHİ mekte müşkilât izhâr etmemiştik. Lâkin zât-ı saâdet-meâbları-nın Hıristiyanlarca ve bilhassa dostlarımız ve müttefiklerimiz olan Venedikliler'e karşı icra ettikleri zalimane harbi haber alınca zât-ı şevketleri ile aramızda yerleşmiş bulunan hüsn-i muaşereti muhafaza etmek bizim için imkânsız olmuştur. Binâenaleyh tam bir Hıristiyanm vazifesi olmak üzere, bütün kuvvetimizle zât-ı saâdet-meâblarma karşı harb etmeğe karar verdik; Venedik'in Hıristiyanlık şeriatını ve mukaddes dînimizi müdâfaa etmesine yardım etmek üzere, donanmalarımızı onun donanmalarına ilhak edeceğiz. Zât-ı şevketleri —kemâl-i hamiyyetle sâlik olduğumuz— dîn-i İseviyye'nin bize emreyle-diği zâifi unutarak —bütün muhabbetimize lâyık olan— Venedikliler'e karşı hıyanet edeceğimizi zannediyorlarsa hatâ etmiş oluyorlar. Bunun içindir ki Ağrıboz'un zaptından dolayı bizimle birlikte neşvedâr-ı mahzûziyet olmak istemelerine mütehay-yîr kaldık; bu bizim için ancak bir ıztırap sebebidir. Napoli, 4 Eylül 1470» (87). Bu mektupta dercedilmiş olan tehdîdlerin icrası iki hükümdar arasındaki münâsebetleri birkaç sene büsbütün kesti, Lâkin vâsıl olduğumuz târihte, Ferdinand'ın siyâseti başka bir istikamete yönelmiş idi. Bunun için Mehmed'in tekliflerini müsâadekârâne kabul ederek Türk sefinelerinin Napoli limanlarına serbestçe girmesine ruhsat verdi ve nihayet ta-raf-ı şahaneden teklif olunan ahidnâmeyi kabul etti. Bu müzâkereler için Napoli'ye gönderilmiş olan sefir, efendisinin nezdine muahedenin tasdiknamesi ve paha biçilmez hediyelerle döndü. Bu ahidnâme, bir Hıristiyan devletiyle İsâ ismine hürmet eden herşeyin alenî düşmanı olanlar arasında ittifak edilmesinin târih-i siyâsette ilk misâlidir. Ferdinand, ahidnâmeyi imza ederken Venedikliler'e karşı gizlice beslediği garazdan mâada bir şeyi düşünmemişti. O vakit Venedik dahî Pâdişah'ın şartlarını —nekadar ağır olursa olsun—■ kabule mecbur bir halde idi. Napoli siyâsetinin takip ettiği istikamet, İran'da Uzun Hasan'ın vefatından beri zuhur eden fetret, Kroya şehrinin son derecede uğradığı zaruret, Papa IV. Sikst'in Cumhûr'a —Hıristiyanlığın düşmanı olanlara karşı— muharebe için yardım etmekte gösterdiği rehavet, hâsılı bütün vak'alar Venedik'in sulhu kabul etmesini zarurî kılıyordu. Bununla beraber Tomas Malpiyeri 1478 Mayısının üçüncü günü Kostantiniyye'ye döndü. Lâkin Pâdişâh Arnavudluk üzerine gitmiş idi; Malpiyeri Pâdişah'a Sofya'da iltihak için acele etti. Orada ise Pâdişâh, sözünü geri almış olduğunu; Venedik sefirinin gaybubeti esnâ(87) Lojiye, 7, 27. Kitap, s. 243. 140 HAMMER sında tarafların mevkileri değişerek Kroya şehri büyük bir ordu tarafından ve her yandan kuşatılmış olmasıyla, bu kaleyi şimdiden kendi hükmü altında addetmekte bulunduğunu; Venedik sulhu hakîkaten istiyorsa îşkodra şehrini de vermesi lâzım geleceğini beyân etti (Not: 12). Malpiyeri böyle bir talebe razı olmak için me'zûn bulunmadığından tekrar Venedik yolunu tuttu; Mehmed de Arnavudluk üzerine hareketine devam etti. Kadîm zamanlardan beri «îşkodra» denilen îşkodra şehrinin ismi — Kostantiniyye'nin karşısında bulunan Üsküdar şehrinin ismi gibi— «bir yolun müntehâsı» (88) yâhud «bir yol üzerinde bekleme (duraklama) mahalli» mânâsı ifâde ettiği muhtemeldir. Türkler îşkodra'yı «îskenderiyye» yâni «îskender Bey şehri» diye isimlendirirler (89). îşkodra, bugün Zen-ta, îşkodra yâhud oradan kaynakan nehrin nâmına izafetle Buyana ismi verilen —Titliyev'in Labeatis dediği— büyük bir gölün doğusunda kâindir. Eskiden Barbana (90) tâbir edilen Buyana nehri, gölden ve şehrin güney batısından çıkar; kuzey batısından Küçük Drina nehri inerek (91) gölden biraz ileride Buyana'ya dökülür. îşkodra'ya girileceği zaman üzerinden geçilen ahşâb bir köprüyü suların taşkınları sık sık tahrîb eder; lâkin yakında bir köyün ahâlîsi köprüyü dâima sağlam bir halde muhafaza etmeye mecbur tutulmuşlardır (92). Gölbaşı, Drivasto yâhud Darkoz, Kasabyako (Şabibak) isminde üç kale, şehrin az bir mesafe hâricinde kâin olarak îşkodra'ya giden üç yola hâkim bulunurlar (93). İllirya'da vuku bulan iki muharebe Romalılar'a bu mevkiin askerî ehemmiyetini anlatmıştı. Bunların birincisini Senyus Fulviyus Çentimalus, Kraliçe To-ta'dan (94) Roma sefirlerinin katliyle Cumhur'un birkaç gemisinin yakılmasının intikamını almak için icra etmişti. Diğer harb de Pretor (95) Aniç-yus tarafından yapılmış ve Senato harbin başladığından haberdâr olmadan sona ermiş idi; biraderini katleden Jentius Romalılar'ın yaklaşması üzerine korkarak îşkodra'ya atılmış ve burayı müdâfaa bile edememişti (96). Asya krallarından üçü, yâni Atalus, Omen, Prusias Ançiyus'un (88) (89) (90) (91) (92) (93) (94) (95) (96) İran'da posta muvakkıflarına Üsküdar denilir, Yunanlılar bu kelimeyi tahrif etmişlerdir. Büyük İskender'e nisbet ederler, nasıl ki ileride izah olunacaktır. Mütercim (M.î. 1) Titliyev, 44, fasıl: 31. Titliyev'in Kluzula, Pelin'in Drilus adını verdikleri nehir, Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'sine müracaat. Hacı Kalfa’ınn Rûm-üi'si. Solak-zâde, varak: 62; Sa'dü'd-dîn, 2, s. 336; Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 133 ve 137. Florus, 2, s. 13. Eski Romalılar'da mahkeme-i âlîye reîsi ve vilâyet valisi. Mütercim. Titliyev. 44, fasıl: 31 ve 32. OSMANLI TARİHİ 141 muzafferiyet alayında bulunmak için Roma'ya koştular. Jentius ile oğulları alayda dâhil bulunarak zafer alayının önünde gidiyorlardı. O zamandan sonra, târihte İllirya'nın ve hükümdarlarının ahvâline dâir hiçbir şey bırakılmamış ve nihayet siyâset sahnesinde Osmanlılar zuhur ederek, İskender Beğ'in muzafferiyetleri Jentius'un hacâletlerini unutdurmuştur. Ondördüncü asrın başlarında Baliş sülâlesinin Îşkodra'ya hâkim oldukları görülür. Zenta Gölü ve Buyana nehri sahillerindeki arazîye mâlik olan bu aileden üç birader evvelâ Dukakin (97) ailesine, ismini vermiş olduğu arazîden ihrâc ettikten biraz sonra Sofi ailesini Kroya şehrinden tard ve nihayet Bosna Kralı Etienne'nin kapanmış olduğu Raguzayı muhasara ettiler. Bu üç birader Bosna hükümdarını sulhu kabule mecbur ve hükümranlıklarını Narenta nehrine kadar tevsî eyledikten sonra az zaman içinde —Bugün «Arnavud Belgradı» adı verilen— Albagreka, Kas-torea (Kesriye), Apolonia (Avlonya) şehirlerini zabt ettiler. Ondan sonra aralarından ikisi vefat edinceye kadar memleketi sükûnetle idare ettiler. Üçüncü Arnavud Belgradı yakınında Sao ovasında, II. Murad'ın ku-madanlarından Evranos (Evrenus, Evremiz)'a mağlûp oldu. Bu muzafferiyet neticesinde Osmanlılar Arnavudluk'un başlıca üç kalesi olan Kas-torea, Albagreka, Kroya'yı ilk defa aldılar (98). Arnavud Belgradı muâhrebesinde telef olan prensin halefi Istrasimer Baliş îşkodra, Drivasto, Lisos yâhud Alessio, Antiovari üzerine hâkim kaldı. Onun oğlu Jorj (Not: 13), îşkodra'yı II. Murad'a teslîm etti. Lâkin II. Murad Jorj'a —akrabasından olan gayet güzel bir kızı haremine göndermiş olmasından dolayı— mükâfatlandırmak istediğinden, îşkodra'yı ona iade etti. Bilâhare Jorj, îşkodra'yı Venedikliler'e rehin vererek, bir daha rehini kurtaramadı, îşkodra bu suretle Cumhûr'un bir müstemlekesi olarak 1474'de üç ay mahsur kalmış ve bu muhasara esnasında Hadım Süleyman Paşa’nın bütün mesâisini semeresiz bırakmıştı. Bu defa îşkodra'yı muhasaraya —bütün askerinin başında olarak— bizzat Mehmed geliyordu. Lâkin îşkodra bu hücumu beklediğinden, şiddetle müdâfaada bulunmak için her-şeyi hazırlamış idi. Şehir ahâlîsi ile Buyana nehrine girmiş olan birçok kadırgaların taifesi surlan tahkim etmek ve istihkâmlan ziyâdeleştir-mek için gece gündüz çalışmışlardı. Silâh kullanamayacak bir halde bulunanlar başka bir yere nakledildiğinden, îşkodra içerisinde ahâlîden bin-altıyüz erkek ile ikiyüzelli kadın kalmış idi; muhafız askerleri dahî ancak altıyüz kişi idiler. Çok geçmeden şehrin kuzeyindeki tepelerden yükselen duman sütunlan Osmanlılar'ın gelişini haber verdi; 1478 Mayısının (97) Hacı Kalfa’ınn Rûm-iü'si, s. 145. (&8) Marini Barletti, de Scodrensi obsidione et expugrxatione, Loniçerus'da, s. 321, 142 HAMME R 14'üncü günü (99) ile 15'inci günü arasındaki gece, Mihâl-oğlu Alî'nin kumandası altında sekizbin akıncı gelerek mevkii muhasara etti (100). Alî Beğ'in biraderi Bosna Beği İskender (Not: 14), dört bin süvârî ile onu takip ediyordu; ondan sonra da üç bin hafif süvârî ile Sırbistan Sancak Beği Malkoviç (Malkoç) (101) geliyordu. O günden itibaren İşkodra'nın bütün erkek ahâlîsi üç kısma taksim edildi: birincisi tabiyeleri müdâfaa ediyor, ikincisi surların tamirinde istihdam olunuyor, üçüncü bir kısım da Cumhûru'n hâmisi olan Sen Mark ile şehrin hâmîsi olan Sen Etienne'nin yaldızlı sancaklarını muhafazaya me’ınûr bulunuyordu. Muhasaranın te'sîsine gelen onbeş bin süvârî ise, Osmanlı ordusunun ancak öncü birlikleriydi. Mehmed Evranos-zâde Ahmed Beğ ile Turhan-oğlu Ömer Beğ'e topların ve eşya arabalarının geçmesine müsâid olacak derecede yollar açarak tanzim ve yeniden köprüler yaptırmakla beraber, lüzum görüldüğü hallerde eskilerini tamir ettirmeleri için emir vermiş idi (102) Karaman ve Kefe fâtihi Gedik Ahmed Paşa, önce bu seferin başkumandanlığına tayin edilmiş ise de, Arnavutluk'ta harbin müşkilata uğrayacağına dâir mütalâalarda bulunmağa cür'et ettiğinden Mehmed —geçmiş hizmetlerini hiç nazar-ı dikkate almaksızın— derhâl azletti. Bu defa devletin en büyük mansıbına tâyîn edilen bir askerî kumandan değil, itibarlı bir devlet ricali ve şâir olan —şâir mutasavvıf Mevlânâ Celâlü'd-dîn-i Rûmî ahfadından— Nişancı Karamanlı Mehmed Paşa idi. Mehmed Paşa, kanuna âşinâ olmak sıfatiyle büyük bir şöhret sahibi olarak (103) Osmanlı devletinde birçok mühim kanunların vâzıı ise de, onun nâmına askerî bir şöhret izafe etmemiştir. Artık Sultân Mehmed seferin başkumandanlığını kendine tahsîs etti. Arnavudluk'a girince kendisi Akçehisar üzerine giderek, îşkodra'ya da —Hadım Süleyman Paşa'ya halef olan— Rumeli Beğlerbeği Dâvud Paşa'yı i'zâm etti. Pâdişâh, Dâvud Paşa’nın dört sene evvel îşkodra muhasarasını kaldırmağa mecbur olmasını ve Boğdan'da mağlûp olmasını affetmiş ise de, Lepanto muhasarasını kaldırmış olmasından dolayı Boğaziçi'nde Rumeli Hisarı zindanına attırrmştı; Gedik Ahmed Paşa dahî İşkodra'nın ikinci muhasarasını taahhüd etmekte tereddüd (99) (100) (101) (102) (103) Hammer bu bahiste arabî târihleri göstermemiştir. Lâkin 883 H. senesi Muharreminin ibtidâsı 1478 M. senenin 4 Nisan'ına müsadif ve Muharremi 30 olduğundan 1478 Mayısının 14'ü, 883 Safer'inin İline tesadüf eder. Hoca Sa'dü'd-dîn ve Kâtib Çelebî dahî Pâdişâhın muharebeye azimetini ve muharebenin vukuunu 883'de gösterirler. Mütercim. Barletius. Axincilar'in istedikleri vakit ve Pâdişah'tan emir beklemeksizin sefere çıkmak imtiyazına mâlik olduklarını söyler. Osmanlılar'ca «Malkoç-oğlu» adıyla anılır. Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2. 305; Evranos, Solak-zâde, İdrîs, Âlî. Terâcim-i Ahvâl-i Vüzerâ, Osman Efendi. Sa'dü'd-dîn ve Âlî, II. Mehmed'in saltanatı zamanının vüzevirleri hakkında. OSMANLI TARİHİ 143 ettiği için, yine o cezaya düçâr olmuştu (104). O zaman, Kroya şehri bir seneden beri muhasara altında bulunmaktaydı (105). Şehirde bütün erzak sarf edilmiş olduğundan ahâlî açlıktan at, köpek, kedi etlerini yemeğe mecbur olmuştu. Mehmed oraya vâsıl olduğu vakit Kroya artık kurtulabilecek bir halde değildi. Loredano'nun donanmasından ayırabileceği cüz'î yardım da pek kifayetsiz idi. Ahâlî, açlıktan ölmek veya şehrin hücum ile zaptedildiğini görmek arasında kaldıklarından, 1478 Haziranımın onbeşinde Pâdişâh nezdine bir temsilci hey'eti göndererek, hayâtlarına dokunulmamak ve eşyâlarıyle çekilebilmek şartıyle teslîm olmayı teklif ettiler. Temsilciler, bizzat Mehmed tarafından imzalı ve onların taleplerinin kabulüyle —Pâdişah'ın lütuf ve himâyesi altında Kroya'da kalmak istemedikleri takdirde— arzu ettikleri yere gidebileceklerini mutazammın bir kâğıd almağa muvaffak oldular. Ahâlîsinin tamâmı vatanlarından vazgeçtiklerini ve Venedik Cumhûru'nun gösterecekleri yere gideceklerini beyân ettiler. Bunun üzerine kaleyi teslîm ederek —kendilerini şevke me’ınûr olan— Hârûn Paşa’nın nezâreti altında hareket ettiler. Lâkin surların hâricine çıkar. çıkmaz Hârûn onları zincire vurdurarak, bu hâl ile Sultân Mehmed'e götürdü. Mehmed, esirlerden itibarlı birkaçını —çokça fidye-i necat almak ümidiyle— ayırarak, diğerlerinin kamilen başını kestirdi. İskender Beğ'in en son silâh arkadaşları da bu suretle yokedildi-ler. İskender Beğ'in bütün milleti dahî az bir müddet sonra onu mezarında takip eyledi (106). Kahramanca düşüşünü naklettiğimiz Kroya —ihtiva ettiği su menbâlarından dolayı— «Su Hazînesi» diye isimlendirilirdi (107); Türkler «Ak-Hisar» (108) adını verdiler. Kroya, sarp kayalıklar üzerinde kâin olarak —Sezar ile Pompe'nin Farsal meydânında Roma'nın istikbâlini tahavvülü kaabil olmayacak bir surette tâyîn eden muhrâebeye başlamazdan evvel mütekabilen birbirini tarassud etmiş oldukları— ovalara hâkimdir. Draç'-dan (Diraşium) ancak ondört, İşkodra'dan elliyedi mil mesafede bulunan bu kaleyi Sofi Hanedanı prenslerinden biri inşâ ettirmiş ve sonra Baliş'e vermiş idi; Baliş de Türkler'e teslîm etmeğe mecbur oldu. İskender Beğ Kroya'yı hiyle ile Türkler'in elinden almış olduğundan, kale II. Murad'ın (104) Sa'dü'd-dîn, a.g.e., s. 305, Solak-zâde. (105) İşbu Kroya, yâhud Akçe-Hisar tasavvur olunamıyacak derecede sarp bir arazîye mâlik olarak o zamanlar müessir top şevki de kaabil olamadığından, Fâtih'e karşı uzun müddet mukavemeti bundan neş'et etmiştir. (Mütercim) (106) Barletius, de Scodrensi expugnatione, 2, s. 399. (Bu fıkranın Hıristiyanlık taassubu ile yazıldığı unutulmamalıdır. Akçehisarlılar pek fakîr adamlar olduklarmdan, onlardan fidyei necat da alamazdı. Mütercim) (107) Kroya, Arnavudça «Çeşme» demektir. Mütercim. (108) Yazdığımız veçhile Akçe-Hisar'dır. Mütercim. 144 39 6 HAMME R ve II. Mehmed'in muhasaralarına mukavemetle meşhur oldu. İskender Beğ Kroya'ya yirmibeş sene hâkim olduktan sonra, pek ihtiyar olduğu için şehri Venedikliler'e teslîm etmişti (Not: 15). Nihayet Mehmed, kaleye giderek, son müdâfîlerin kendisine teslîm etmeğe mecbur oldukları anahtarları aldı. Bu esnada —aslı Arnavud ve gençliğinde esîr olduğu halde dehâ ve liyâkati sayesinde Rumeli Beğlerbeğiliği makamına kadar yükselmiş olan— Dâvud Paşa, Îşkodra surları önünde ordu kurmuştu. Dâvud Paşa, Hazîran'ın ilk günlerinde Sen Mark Dağı'nın tepesine çıkarak oradan şehri keşfetti ve Buyana nehri üzerine yaptırdığı köprüden hemen yirmibin süvârî geçirerek, civarları yağma ettirdi. 1478 Hazîranı’ınn sekizinde Anadolu Beğlerbeği Mustafa Asya askeriyle gelerek Drinas (Dri-lus) (109) üzerinde ordu kurdu. Oradan —İşkodra-i Bâlâ denilen tepeler üzerinde mevkî tutmak için— onaltı bin süvârî askeri gönderdi. Türk süvarisi beş kola ayrılarak, sancaklarının aded ve renkleriyle yekdiğerle-rinden tamâmiyle tefrik ediliyorlardı. Birinci kolun —dördü beyaz, biri yeşil, biri penbe— altı sancağı; ikinci ile üçüncü ve dördüncü kolların ikişer erguvânî, ikişer yeşil, ikişer san; Dâvud Paşa'nın bulunduğu beşinci kolun da —dördü penbe, biri sırma işlemeli penbe, ikisi yeşil— yedi sancağı vardı. îşkodra surları önünde toplanmış olan Asya askerlerinin tamamı otuz bin kişi tahmin ediliyordu. Lâkin muhasara ordusu henüz tamam değil idi. 15 Haziran 1478'de ufukta dalgalanan dört beyaz sancak —mu'tâd üzere Pâdişah'ın önünde giden— dörtbin Yeniçeri'nin gelişini bildiriyordu. Üç gün sonra —ki 18 Hazîran'dır— Türk ordusu, Drinas nehri üzerine kurulan köprüyü geçerek «Oblika» adı verilen (110) ve Buyana nehrinden ileriye doğru uzanan ovadaki köyleri işgal ettiler. İki Türk asilzadesi îşkodra muhafızlarına Kroya şehrinin düştüğü haberini getirerek Venedik Vâlîsi Antonyo Doleçe'yi teslîm olmağa teşvik ettiler. Vâlînin reddetmesi üzerine Türkler —hergün gölden Buyana nehrine geçerek muhasara ile meşgul askere büyük hasar veren Arnavud donanmasının (Venedik donanması?) geçişini önlemek için— şehrin karşısında Katilina denilen mevkide, iki kadırga inşâ ettiler. 20 Hazîran'da Osmanlılar —ilk muhasarada Hadım Süleyman Paşa çadırlarını orada kurdurmuş olduğu için— «Paşa Dağı» adı verilen dağ üzerine ahşâb bir kale inşâsına başladılar. Bu kale —topçularla harb makinelerini mahsurların ateşinden muhafaza için— içi taş dolu dört kule ile çevrilmiş idi. Erzak ile toplar da on bin deve ile getirilerek Paşa Dağı'nın arkasına Kiru Çayı yanına indirilmişti. Osmanlılar 22 Haziran 1478'de surları döğ-meğe başladılar: îlk günü ellerinde bulunan iki büyük top ile yedi defa (109) Pelin'in Drilus, Titliyev'in Ktazula tesmiye eylediği nehir. (110) Marini Barletti, de Scodrensi expugnatione, 2. kitap; Sansovino: «Ista-ria universale dell Origine guerre et Imperio de Turchi, I.» OSMANLI TARİHİ 145 attılar; fakat dâima şehrin en büyük kapısına nişan alındı. Bu topların biri üç kantarlık, diğeri dört kantarlık gülle atıyordu. Beş gün sonra —hendek doldurmaya mahsûs çalıyı taşıyan— altı bin Azab geldi. Evvelce Paşa Dağı üzerine yerletşirilmiş olan iki ağır top günde ancak yedi, nihayet dokuz defa atabiliyordu; lâkin her güllesi dört kantar çeker üçüncü bir top getirildi. İşkodra'dan Drivasto'ya giden yol üzerinde diğerlerinin yanına yerleştirilen bu top, yalnız başına günde yirmidokuz gülle atıyordu. 26 Hazîran'da yeniden ikibin Azab gelerek çalı getirdiler; yine ogün muhâsırlar Paşa Dağı üzerinde Sent Veteranda Kilisesi karşısında yedi kantarlık gülle atar bir top yerleştirdiler (111). 1 Temmuz gecesi, sekizyüz yük hayvanı, Pâdişah'ın eşyasını hamilen Drinas köprüsünü geçti; Rumeli ve Anadolu beğlerbeğileri derhâl Pâdişah'ı istikbâle çıktılar. Ertesi günü, Sultân Mehmed şehrin mevkiini keşfe çıktığı vakit, bir dağın üzerindeki istihkâmları görünce: «Kartal, yavrularını saklamak için ne âlâ yuva bulmuş» dedi. Pâdişâhın ordugâhı iki mil mesafe üzerinde dokuz çadırdan mürekkep bir dâire teşkil ediyordu. Ordugâha yalnız bir taraftan girilebilir ve üç sıra Yeniçeri tarafından muhafaza edilirdi. Kırk mil mesafe dâhilinde bulunan tepeler Türk çadırlarının beyazlığından parlıyordu. Mahsurlar düşmanın adedini —şübhesiz mübalâğa ile— üçyüzellibin kişiye çıkarıyorlardı. îşkodra ahâlîsiyle muhafızlarında düşmanın o kadar kesretli kuvvetine karşı koyacak, cesaretlerinden başka birşey kalmamıştı. Epirli Bartelemi nâmında bir Dominiken rahibi —ikinci bir Kapistran gibi— Meryem Ana Kilisesi'ne İtalyanlar'la Arnavudlar'ı, ahâlî ile gemicileri toplayarak, cesaret verici nutuklarıyla onlara Hıristiyan şehidlerinin kahramanlığını telkin ediyordu (Not: 16). îki gün sonra Mehmed, bataryalarına, evvelkiler kadar kuvvetli iki top ilâve etti; bunlar Drinas nehrinin suladığı dağın eteğine konuldu: Birinin çapı altı kantar idi; diğeri —ki «Mehmed Topu» diye adlandırılırdı— dağın üzerine konularak, oradan Sen Lazar Kilisesi üzerine —Kostantiniyye muhasarasında kullanılanlara benzer— binikiyüz librelik gülleler saçıyordu. Şehir, birkaç günden beri nâm-ı şahaneye mensup topun tehdidi altında bulunuyordu. Birinci Kadın, bu topun dökümü için varidatından bir kısmını vermiş idi. Türkler bu muhasarada —birinci defa olarak— zeytin yağma batırılmış yün, balmumu-kükürt ve daha şâir yanıcı maddelerden mürekkep bir nevî mermi kullandılar: Bunlar geçtikleri yerde geceleri —kuyruklu yıldızın kuyruğuna benzer— parlak bir iz bırakıyordu; inanılmaz bir sür'atle atıldığından havayı yararken ince bir ses çıkarıyor, her neye dokunsa yakıyor, düştüğü menbâm, kuyunun suyunu kurutuyordu. Mahsurlar, yangının önünü almak için evlerinin damlarını (111) Barletius, a.g.e. Hammer Tarihi, C: 11. E: 10 146 HAMME R yıktılar ve yalnız yangını çıktığı yerde bastırmağa me’ınûr ve delikanlılardan mürekkep bir bölük teşkil ettiler. Türkler topların fitillerini yaklaştırdıkları vakit, kulelerin üzerine me’ınûr edilen nöbetçiler çan çalarlardı. Bu işaret üzerine, herkes dikkatli bulunurdu. Ahâlî ve askerlik vazifesiyle mükellef olmayanlar yer altlarına sığınarak, bu suretle tehlikeden âzâde bulunurlardı. 7 Temmuz'da, oniki kantarlık gülle atar yeni bir top Sen-Blez Kilisesi karşısına yerleştirildi. Bu gülleler geçtikleri yerde her ne tesadüf ederse parça parça ediyor ve yere düştüğü vakit oniki el ayası kadar derinliğe saplanıyordu: Bununla beraber tesadüf eseri olarak bunlardan yalnız iki kişi telef oldu. Güllelerin patlaması o kadar şiddetli idi ki, uzak mesafelere kadar yer ve binalar titrerdi. 7 Temmuzda' Türkler yediyüz librelik gülle atar yeni bir topu işletmeğe başladılar. Türkler bu topu Buyana nehrinin diğer sahiline götürmüş, fakat —köprü topun ağırlığından kırılacağı için— köprüden değil, nehrin içinden geçirmişlerdi. 8 Temmuz'da bataryalara iki top daha ilâve edildi; biri —ki topçuluk târihinde zikri geçen en büyük toplardandır— onüç kantarlık taş gülle atardı. O kadar büyük olan bu topların hepsi mahallinde, Paşa Dağı'nın batısında dökülmüştü. Nihayet 11 Temmuz'da Sultân Mehmed, onbirinci ve son bir topu yerleştirtti. Bu top îşkodra ahâlîsinden birinin bahçesine onbir kantarlık gülleler attı. Onbir azîm top, bir gün zarfında yüzyetmişsekiz dâne (mermi) atardı, ki bu miktar, Türkler'in evvelki muhasaralarının hiçbirinde görülmemişti (Not: 17). İşte bu onbir topun her atılışında, seksenüç kantarlık gülle atılırdı (Not: 18). Bu suretle atılan güllelerin adedi otuz gün zarfında ikibinbeşyüzotuzdörd'ü buldu (Not: 19). Sultân Mehmed îşkodra'yı herneye mal olursa olsun, zaptetmeye azmetmiş olduğundan, umûmî hücum için —Sent Madlen'e tahsîs edilmiş ve İşkodra'da dâima dînî bir yortu günü olarak i'tibâr edilmiş olan— 22 Temmuz 1478 târihini intihâb etti. Surların birkaç yerinde geçmeğe müsait gedikler açılmış olduğu gibi, hendekler de çalı ve taş ile doldurulmuştu. Mehmed hücumun manzarasını görmek üzere, Paşa Dağı'nın tepesine kırmızı bir çadır kurdurdu. Şehir ahâlîsi kiliselere toplanmakta iken dört top sadâsıyle hücum işareti verildi. Hemen akabinde, yüzellibin Türk metîn adımlarla ilerleyerek dört taraftan tabiyeleri çevirdiler. Biraz evvel ahâlîyi kiliseye çağıran çanların acı sadâsı, îşkodra muhafızlarını yerlerine getirdi. Osmanlılar, hendekleri geçerek surlara tırmanmağa başlamış ve sancaklarından biri, en büyük kapıyı müdâfaa eden tabiye üzerine dikilmiş iken, muhafızlar, Dominiken rahibi Bartelemi'nin kumandası altında yaralı arslan öfkesiyle düşman üzerine hücum edip Osmanlılar'ı zaptetmiş oldukları tabiyeden çıkardılar. Bir aralık kendisini kaleye hâkim olmuş zanneden Mehmed, büyük kapıya karşı ikinci defa olarak hücum edilmesini emretti. Bu ka- OSMANLI TARİHİ 147 pıyı müdâfaa eden iki yekpare kule muhâsırların daimî ateşi altında yıkılmış ve muhafızların ellerinde ale'l-acele inşâ edilmiş toprak bir tabiyeden başka birşey kalmamıştı. Lâkin harbin en dehşetlisi, müteaddid topların birbiri arkasından düğmekte oldukları —kaya içlerinde açılmış— bir hendek içinde görüldü. Türkler'in öldürücü ateşi mahsurları nihayet bu mevkii bırakmağa mecbur ederek «Hilâl» ikinci defa tabiye üzerine dikildi. Tehlike pek yakındı; o vakit şehirdeki mevkilerinde ihtiyat olarak bırakılmış olan bir alay delikanlı ilerleyerek ve Osmanlılar'ı geri sürerek —biraz evvel Osmanlı bayrağına yerini bırakmış olan— Sen Mark bayrağını, mevkiine çıkardılar. Gün bu suretle son buldu ve bütün şerefi mahsurlarda kaldı. Mahsurlar yalnız dörtyüz kişi kaybetmiş oldukları halde, Türkler oniki bin kişiyi hendekler içerisinde bırakmış idiler. Pâdişâh şu birinci hücumun bu suretle netice vermesine pek ziyâde hiddet ederek, ikinci bir hücum ile intikamını almağa ve bu defa daha intizam ile hareket etmeye ahdetti. Herkesin, Ay'ın Hilâl'i görünmeğe başlayınca tekrar hücuma hazırlanmasını ordugâhda ilân etti (M.î. 2). Beş gün sonra —ki 27 Temmuz'dur— Sen Pantaleon Günü, Türk ordusu ikinci hücumu yaptı. Bir gece evvel ordugâh «Allah» ve «Muhammed» nidalarını hiç kesmemiş idi, tabiyeler üzerinde de îşkodra ahâlîsi Cenâb-ı Hakk'dan, Hz. Meryem'den, Sen Mark'tan, Sen Etienne'den niyaz ederek harbe hazırlanmış idiler. Dominiken Rahibi Fra Bartelemeo (Bartelemi) ile süvarilerin reîsi Nikolomoneta at ile şehri dolaşarak, müdâfaa için her-şeyi hazırladılar ve herkesi vazifesini ifâ için teşcî ettiler. Gün doğmağa başlayınca, her taraftan da hücum başladı. Yeniçeriler, tabiyelerin üzerinden yuvarlanan taşlara ve kendilerini çeviren ok bulutlarına rağmen, cesurca gediklere çıktılar. Harâb olmuş olan istihkâmları böylece geçtikten sonra —şehrin son dâiresini teşkil eden— dahilî sura tırmanmağa çalışıyorlardı; arkalarından gelen yeni yeni muhacimler ilk safları itiyor ve onları tabiyenin tepesine kadar adetâ zorla götürüyordu: Lâkin muhacimler tabiyenin tepesine varmadan mızrak ve kılıç darbeleriyle delik deşik oluyor, daha harb etmeden hayatı terkederek arkadaşlarının üzerlerine düşüyorlardı. Fakat arkadaşları da bundan cesaretlerini kaybetmiyorlardı (112). Mehmed o kadar muannidâne bir mukabeleye tesadüf ettiğinden dolayı pek ziyâde hiddetlendiğinden onbir topu birden büyük kapı üzerine yöneltmek ve —muhâsırları da birlikte döğ-mekten korkmuyarak— mahsurlar üzerine ateş etmek için emir verdi. Bu emir yerine getirildiği vakit, şehir içerisine girebilmiş olan Yeniçeriler, arkalarından ansızın gelen bu hücumdan korkarak durdular ve fevkalâde bir bozgunluk içerisinde firar ettiler. Mehmed bunu görünce vermiş olduğu dehşetli cidal emrinin faydasız olduğuna kanaat getirerek ve: «İş(112) Barletius, a.g.e., 2, s. 420, 432 .Andrea Navaciero, s. 1155, Sismondi, s. 148. 148 HAMME R kodra'nın ismini bile hiç işitmemeli idim; bütün gayretim bunun surlan önünde akîm kaldı!» (Not; 20) diyerek, ric'at işaretini verdirdi. îşkodra'ya birinci ve ikinci hücum Mehmed için ordusunun en güzide kısmından üçte birine yakın bir miktara mâl olmuştu. Pâdişâh, üç gün sonra bir harb meclisi topladı. Evranos-oğlu Ahmed, (Not: 21), efendisinin arzusunu keşfederek îşkodra muhasarasını kaldırmayı ve şehri abluka için askerin bir kısmını bırakmayı teklif etti (Not: 22). Muhâsırla-rın her türlü yardım alma ümîdlerini yoketmek için, herşeyden evvel eyâletin bakiyyesini itaat altına almağa ve civarda —henüz Venedikliler'in elinde bulunan— kalelerden başlamağa karar verildi. Rumeli Beğlerbeği, Şabibak'ın (Ksabyako) zabtına me’ınûr edildi. Işkodra'dan kırk mil mesafede Zenta Gölü'nün sarp sahili üzerinde bulunan bu müstahkem mevkie Jan Çernoviç hâkimdi. Bu, hiç muharebe etmeden, alçakça teslîm oldu. Bilakis Drivasto kalesi onaltı gün, surları yıkılıp da bir hurûcda se-kizyüz kişi, yâni muhafızlarının büyük kısmı esîr edilinceye kadar mukabele etti. Bir taraftan Türklerin toplarıyla, bir taraftan veba ile telef olan mahsurların geri kalanları adedce noksanlarını şecaatle tamamladılar ve hemen hepsi silâh ellerinde olarak öldüler. Mehmed kaleyi hücumla zaptetmek şerefini muhafaza etmişti, kaleye kumanda eden Jak DÖ-musto, beşyüz esîr ve ahâlînin bakiyyesi ile birlikte îşkodra surları önüne götürüldü. Pâdişâh îşkodra önünde, sekiz bin askerle Ömer Beğ'i bırakmıştı; bu esirlerin hepsi —îşkodra'da mahsur olanlara, müdâfaada daha fazla ısrar ettikleri takdirde akıbetlerinin neye müncer olacağını anlatmak için— onların gözleri önünde idâm edildi. Alessio şehrini ahâlîsi terketmişti. Burası da Rumeli Beğlerbeği'nin emriyle yakıldı. Yalnız An-tivari kalesi Türkler'in bütün gayretlerine karşı koydu. Yaz mevsiminin büyük kısmı bu muhasaralarla geçmişti. 8 ve 9 Eylül 1478 arasında bulunan gecede, Mehmed, Paşa Dağı'ndaki ordugâhı kaldırarak, kırkbin kişi ile yürüdü. Rumeli ve Anadolu Beğlerbeğileri, Alessio ve Drino (?) nehrinin mansabındaki çevresi 7 mil olan adanın zaptından sonra, îşkodra'ya döndüler. Ada'da ansızın esîr edilen iki kadırganın taifesi olan elli kişiyi îşkodra surlan önünde idâm ettiler. Bu iki Osmanlı kumandanı şehrin etrafında kurduklan sıkı ablukaya rağmen, Venedik donanmasının Buyana nehrinden çıkarak îşkodra kenarına kadar gelebilmesini önlemek için nehir üzerine kurduklan tâbiyeli köprüyü Katilina Meydanı denilen mahalle kadar uzattılar ve mahsurlara gelebilecek her türlü imdadı kesmek için, bu ovanın kenarında kaleler yaptırdılar. 18 Eylül'de, mevsim pek ilerlemiş olduğundan Anadolu Beğlerbeği Asya yolunu tuttu; Teşrî-nisânı'nin başlarında da Rumeli Beğlerbeği ordugâhını kaldırarak Kostantiniyye'ye döndü. Evranos-oğlu Ahmed Beğ, ablukaya devam etmek için, kırk bin süvârî ile İşkodar önünde kaldı. Bu esnada îşkodra içerisinde zahire noksanı hissedilmeğe başlamış ve mahsurların ekmekle sudan OSMANLI TARİHİ 149 başka yiyecekleri kalmamıştı. İsa'nın doğum günü arefesinde birkaç İtalyan şehre girip, bir Venedik sefaret hey'etinin kat'iyyen sulh akdetmek me’ınûriyetiyle Kostantiniyye'ye gitmek üzere yolda bulunduklarını söyleyerek, ahâlînin şecaatini artırdılar. Bu haber ahâlîyi ıztıraba cesurca tahammül etmeğe teşvik etti. Bir ay sonra sulh ahidnâmesinin İşkodra'nın teslimini bildiren husûsî şartla akdedildiğini haber aldılar. Bu ahid-nâme mucibince, mahsurlar Osmanlı tâbiiyyetiyle müsterih bir şekilde îşkodra'da kalmakta, yâhud istedikleri yere çekilmekte serbest idiler. Florida Yunima'nın bir nutku üzerine, yalnız muhafız askerleri değil, ahâlî dahî ikinci şıkkı tercih ettiler. Antuvan Döleze, ahidnâmenin tamamen icrasını rehinlerle te’ınîn ettikten sonra, bu kanlı muhasaradan hayatta kalan dörtyüzelli erkek ve yüzelli kadın ile İşkodra'dan çıktı. Bunlar kilise eşyasını, zurûf-ı mukaddeseyi, topları, servetlerinden kalan şeyleri yanlarına alarak Osmanlı ordusunun arkasından —kendilerine hiç ilişilmiyerek— geçtiler; bu masuniyet, İşkodralılar’ın Türklere telkîn ettikleri hürmetten ziyâde, onların evvelce te’ınîn etmiş oldukları rehinlerden ileri geliyordu. Mahsurların gidişini takiben Osmanlı ordusu muzaffer bir şekilde îşkodra'ya girdi (113-114). Venedik ile Osmanlı hükümeti arasındaki harbe son veren sulhun tafsilâtını söylemezden evvel, îşkodra muhasarası esnasında Kriyol'da, Karcı 13) Barletius, a.g.e., 3, nihayette. (114) Îşkodra fethine dâir olan bu tafsilâtı Hammer ecnebi müverrihlerinden almıştır. Bizimkilerin telhisi şudur: «Gedik Ahmed Paşa Arnavud İsken-deriyye'i teshirine me’ınûr olduğu halde i'tizâr eylediğinden vezâret-i uz-mâdan azl ve Boğaz-kesen karasında, habs edilerek 883'de Pâdişâh bizzat azimet eyledi. Evranos oğlu Ahmed ve Turhân-oğlu Ömer beğler yollan, köprüleri ta’ınîr etmek, lâzım gelen yerlerde yeniden köprüler kurmak üzere önden gönderilmiş idiler. Esnâ-yı râhda Akce-Hisar istîmân eyledi. İşkodra'nın bir tarafından Drin cereyan ider. Üç tarafı Leş, Dragos (Drigos), Gölbaşı kal'alarıyle mahfuzdur. Leş, Drin ve Buyana nehirlerinin mansabmda; Dragos bir tepenin üzerinde; Gölbaşı gölün ağzındadır Mevkeb-i hümâyûn îşkodra'ya vâsıl olunca, Drin kemâl-i tuğyan hâl'nde olduğundan üzerine köprü kuruldu. Bundan sonra şehir muhasara edildi. Ve pek çok bakir (?) getirilerek, kaleye hâk’ın yerlerde «ejder-peyker» toplar döküldü; fakat hisar alınamadı. Rumeli Beğlerbeği Dâvud Paşa, Gölbaşı kal'asını teshir eyledikten sonra Anadolu Beğlerbeği Süleyman Paşa ile birlikde Dragos (Dargus, Dri.gus)'u ve muaahharan Leş'i aldılar. Leşliier gemi ile nehirden kaçarken Osmanlılar nehre atılarak onları esîr ettiler. İşkodra'nın karşısında bir kal'a İnşâ ve muhafazasına Evranos-oğlu Ahmed Beğ me’ınûr ed'lerek, ordu İstanbul'a avdet etti ve Süleyman Paşa azl ile mansıbı Köygü (Kökî) Mehmed Paşa'ya verildi. Altı ay sonra İşkodralılar mal ve ıyâllerine taarruz edilmemek şartıyle teslîm teklifinde oldukları ma'rûz olarak, bu suret kabul edildi. İşkodralılar hisarı boşaldup beş Venedik gemisi ile gitdiler.» Tâcü't-Tevârîh, Nuhbe, Haber-i sahih. (Mütercim) 150 HAMME R niyola'da, Karintiya'da, îstirya'da vak'alara bir göz atmalıyız. Akmcılar'ın, irsi reisleri Mihâl-oğlu Alî Beğ ile biraderi İskender ve Malkoç-oğlu kumandasında olarak, muhasara ordusunun ileri gittikleri ve her tarafı yağma ettikleri evvelce görülmüştü. Akıncılar, Dâvud Paşa’nın nizamî ordusu ile gelişini müteâkib Arnavudluk'tan hareket ederek —bir sene evvel İzonzo nehri sahillerinde yaptıkları tahribatı yenilemek için— Kriyol üzerine hücum etmişlerdi. 1466/870'de Misel Silaci ve Greguvar Labatan'a karşı muzafferiyeti ve 1476/88Ö'de iki Dosi'lere karşı hezimeti ile malûmumuz olan (115) İskender, yaz hasadını müteâkib İzonzo nehri sahilinde zuhur etti (116). Venedik Senatosu bu hareketten haberdâr olunca o hat üzerine, büyük bir şöhret sahibi bir zabit olan Şarl Dömonton (117) kumandası altında bir ordu gönderdi. İskender, ordusunu iki fırkaya taksim etti; birincisiyle Gradiska yakınından nehri geçerek, diğerini — ric'at hattını emniyet altında bulundurmak üzere— karşı sahilde bıraktı. Bu hareket stratejik kaidelere uygun olduğu gibi, İskender Beğ —süvârîsiy-le Gradiska surlan önünde siper almış olan— Monton'un muharebeye girişeceğini ümîd ediyordu. Lâkin Venedik generali bir sene evvelki felâketlerden ibret almış olduğundan, askerinin şiddetini zaptederek yerinden kımıldamadı. İskender, bütün bir gün bekledikten sonra, Gradiska'-dan dört bin adım mesafede Medea ve Kormons Dağları arasında ordu kurdu (118). Ertesi gün bu mevkii de terkederek, Mansan tarafından geçip Karintiya ve Aşağı İstirya dağlarına doğru giden yolu tuttu. Otuz bin Türk —memleketleri her taraftan kateden yolları bilmedikleri halde— Karintiya yaylâlan üzerinde dolaştılar ve geçilmesi en güç yerlerden hayrete şâyân bir cür'etle geçtiler. Yolları bir kayalığa tesadüf ettiği vakit, atlarını kayadan kayaya iplerle çekerlerdi, dik bir kayalığı —ki üzerinde ikiyüz adım bir mesafede hiçkimse çalılara tutunmadan geçmeğe cesaret edememiştir— bu suretle geçtiler. Karniyola'dan Karintiya'ya giden yegâne kavşak üzerindeki derbend olan Levabil mevkiine geldikleri vakit derbendi, memleket ahâlîsi tarafından işgal edilmiş buldular. Lâkin bunlar Türkler'in en sarp kayalardan ne kadar cür'etle aştıklarını görünce kaçarak, memleketlerini düşmanın tahribat ve mezâlimine terketti-ler (119). 19 Temmuz 1478'de Türkler —üçüncü defa olarak— Drava neh- (115) Bonfinius, 1, 4, s. 554 ve 582; Sismondi'de Diarium Parmense'ye dahi müracaat, 11, s. 150. (116) (117) (118) (119) Sabelliko, 3, kitap: 10, varak: 226; Halkondilas’ın lahikasında, s. 320, Bale basımı. Sabelliko bunu Karulus Forte Braçius tesmiye eder. Sabelliko: Intra Medeae montem et Cremonem. Halkondilas'da Sabelliko, Bale basımı, s. 340. OSMANLI TARİHÎ 151 ri kenarında ortaya çıkarak oradan Vâisenfels ve Villah'a doğru gittiler; oralardan da on bin esîr getirdiler (120). îşkodra Osmanlılar'ın eline düşmezden evvel ve Drivasto ile Alessio kalelerinin teslimine mecbur oldukları esnada Antivari onlara şiddetle mukabele etmekten geri kalmamıştı. Eskiden «Lisos» adı verilen Alessio'-yu Siraküza'lı Denis te'sîs etmiş ve bununla Adriyatik Denizi üzerinde hâkimiyetini te’ınîn eylemek istemişti. Makedonya Kralı III. Filip Alessio'-yu bir harb hiylesi ile zaptetmişti. İllirya Kralı Jentius bu kaleyi Roma-lılar'a teslîm etmiş olduğundan, onlar da cumhur (Roma cumhuriyet) ahâlîsinden oraya muhacir nakletmişlerdi. Pornpe'nin generallerinden Ota-silius o mevkii bir müddet işgal etti. Otasilius Alessio'dan silâhlandırılmış ve onun yeminine inanarak teslîm olmuş olan donanmanın taifesini gaddarca katliâm ettirdi. Bundan sonra İskender Beğ'in, muzafferiyetleriyle oraya canlılık verinceye kadar târih, Lisos'un ne olduğuna dâir hiçbir şey söyleyemez. Osmanlılar şehrin surları dâhiline girdikleri vakit bütün ordu İskender Beğ'in mezarı etrafına toplandı. Na'şı kemâl-i hürmetle mezardan çıkararak, cesedinden kalmış olan kemiklere hayretle temas ettiler; aralarından bâzıları bu kemiklerden bir parça ele geçirmek bahtiyarlığına nail olunca, yadigâr makamında altın ve gümüş mahfazalara koyarak —kuvvet ve şecaat verir muskalar gibi— boyunlarına taktılar (Not: 23). İskender Beğ ismine bağlı olan şecaat ve muzafferiyet fikri bu derecelerde büyüktü. İskender Beğ'in Türkler indinde hâtırası o kadar yaşamakta idi ki -^vaktiyle onun nâmı kuvvetiyle Osmanlılara karşı kendisini müdâfaa etmiş olan— îşkodra şehrinin ismini —zamanımızda dahî hâiz olduğu— «îsken-deriyye» yâni «İskender Beğ şehri»ne tahvil eylediler (121). Venedikliler'in îşkodra havalisini II. Mehmed'e terkettiğini bildiren ahidnâme 26 Kânunisânî 1479 (883) târihinde Venedik vükelâsından Ciovanni Daryo (122) tarafından imza edildi. Cumhur (Venedik) bu ahidnâme ile Pâdişah'a yalnız îşkodra şehrini değil, son harbte zaptetmiş ol(120) Mejiser, Osmanlı ordusunun takip ettiği yolu ve konakladığı mahalleri tamâmiyle tarif eder. Bonfin'us, kitap: 4, s. 613, otuz bin kişi eder. Me-Mten.se Vakayinamesi 1478/882; Katona'da Dölogos, 12, s. 165. (121) Hacı Kalfa’ınn Rûm-üi'si, s .136. (Hoca'ya nazaran Osmanlılar îşkodra'yı Arnavud İskender Beğ'e değil, Makedonyalı Büyük İskender'e nisbet ediyorlardı: «İskenderiyye Rûm-ili vilâyetinin cânib-i garbisinde bir kûh-bü-lend üzere yapılmış İskender-i Zülkarneyn'e mensûb bir hısn-ı hasîndür.» Sa'dü'd-dîn, c. 1, 563. «Zülkarneyn» tâbiri yanlıştır. Mütercim). (122) Lojiye, 7, kitap: 27, 347. Daro, 2, s. 478. Sismondi, 10, s. 154. Spandojino, s. 60. Sabelliko, sefîri Benediktus Trevizanus tesmiye eder. 152 HAMME R duğu kalelerin hepsini de —muhafızları silâh ve eşyalarıyle çıkmak şar-tıyle— teslîm etmeyi taahhüd ediyordu. Bundan başka, çatışma başlamazdan önce Pâdişah'ın şap iltizâmı için taleb ettiği ellibin duka yerine, iki sene zarfında yüzbin duka ödemeye muvafakat ediyordu. Sultân Mehmed de, muharebeden evvel Arnavudluk'da, Mora'da, Dalmaçya'da hâkim olduğu yerleri —îşkodra ve Kroya ile oralara tâbi arazîden mâada— tamamen iadeye razı oluyordu. îki hükümetin hududunu kat'î surette tâyîn için iki taraftan husûsî me’ınûrlar gönderilecekti. Padişah, Kostantiniyye'-de bir Venedik balyosu (sefiri) ikamet ederek, vatandaşları olan Venedikliler üzerinde hukukî mes'elelerde kazâ hakkı olmasına rızâ göstermişti. Bunlardan başka Venedik senelik onbin duka vergi vermeye mecbur idi; bu şart bir zillet konusu olarak görülürse de, esasen Osmanlı Devleti gümrükleri için bir nevi aboneden başka birşey değildi: Çünkü bu meblâğ mukabilinde, Venedik emtiası Zât-ı Şâhâne'nin bütün memleketleri gümrüklerinde husûsî bir serbestiye nail olacak idi. Ciovanni Dar-yo, bir maharet daha göstererek, husûrî bir madde ile «Şayet bir hükümet, Pâdişah'ın askerleri tarafından hücuma düçâr olmazdan evvel kendi rızâsı ile Sen Mark bayrağını açacak olursa, Pâdişah'ın o hükümeti Cumhûr'un tabii yâhud müttefiki tanıyarak arazîsine tecâvüz etmeyeceğini» de kabul ettirdi. Osmanlı askerlerinin saldıkları dehşeti Venedik Cumhuru şu suretle kendi lehine çeviriyordu (123). Sulh akdedilince Ciovanni Daryo Pâdişâhın huzuruna kabul olunarak kendisine işlemeli çuhadan üç kaftan giydirildi. Ciovanni Daryo, Kroya’nın cesur müdafii Piyetro Vettore'nin serbestisini de istihsâl ederek, zevcesi ve çocuklarıyle mahbesden çıkardı. Senato yeni bir sefîr intihâb edinceye kadar Daryo'nun Kostantiniyye'de balyos vazifesini ifâ etmesini kararlaştırdı. Bu ahidnâ-me, i'tirâz edilmeksizin icra edildi. Venedik'in husûsî me’ınûrları Türk-ler'e Mora'da Himara, Manya dağlarıyle Strimoli, Sarafona, Rumpana kalelerini terk ettiler. Limni adası dahî Türkler'e terkedildi. İki taraftaki esirler fidyesiz bırakıldılar. Sen Mark Yortusu günü, yâni 25 Nisan 1479 (883) de Cumhûr'un o vakte kadar icra etmiş olduğu muharebelerin en müthişi olan onaltı senelik bir harbden sonra, Venedik hükümet reîsi sulh için yemîn ederek, bütün ahâlî bunu sevinçle kabul etti (Not: 24). Sultân Mehmed ahidnâmeyi te'yîd ve Bâb-ı Hümâyûn ile Cumhur arasındaki rabıtaları genişletmek için yeni müttefiki nezdine bir sefîr gönderdi (Not: 25). Sefîr hükümet reisinin nezdine mutantanJbir surette kabul olunarak —me’ınûr olduğu üzere— iki millet arasında teessüs eden iyi münâsebetlerden dolayı Pâdişâhın hoşnudluğunu tebliğ etti. Sefîr, II. (123) Andrea Navaciyero, Venedik Târihi, s. 1159-1160. Kantemir, 3, 1, bâb: 32. Galümakus: Venedik'in Osmanhiar'a Karşı Seferleri (Sefirleri?), s. 419. Sismondi, 11, s. 155. Lojiye, Venedik Târihi, 7, 27, e, 348. OSMANLI TARİHİ 153 Mehmed Venedik Cumhur Reısi'ne karşı bir hürmet-i mahsûsa beslediğine delil olmak üzere, reis murassa bir kemer takdîm ederek, Pâdişâh bu kemeri ne vakit geri isterse derhâl iade edilmesini arzu ettiğini tebliğ ettikten sonra, o yolda bir talebin son ahidnâmenin ve Cumhur ile Bâb-ı Hümâyûn arasında akdedilmiş bilcümle muahedelerin bozulmasına açık bir delîl olacağını beyân etti. Sefîr, bundan başka bir de büyük altın kadeh getirmiş idi ki, Venedik'te ikameti esnasında Hükümet Reisinin sofrasına her davet edilişinde ve reis ve oniki husûsî müşâbir ile birlikte taam ettikçe bu kadehten içmek için emir almıştı. Venedik asilzadeleri sefiri pek büyük teşrifat ile kabul ettiler; o da bu teşrifatı pek yüksekten telâkki eyledi. Diarium Parmense müellifinin söylediğine göre, senato, başka bir ahidnâme daha imza etti ki, bunun hükmünce Pâdişah'ın memleketlerinden bir tarafı hücuma uğrayınca, Cumhur orasını müdâfaa için yüz kadırgadan mürekkep bir donanma çıkarmayı taahhüd ediyordu; sefîr de, Cumhur talep ettiği zaman Osmanlı Devleti hesabına silâhlandırılmış yüzbin süvârî askeri vermeyi Pâdişâh nâmına va'd etti (Not: 26) (124). Bu hususta yalnız bir müverrihin sözüne i'timâd etmek caiz değilse de, Cumhûr'un bu ahidnâmenin akdinden itibaren o vakte kadar takip etmiş olduğu siyâsetten büsbütün başka bir hatt-ı hareket ittihaz ettiği şübhe götürmez. Venedik Senatosu «Katolik» lâkabiyle yâdolunan Ferdinand'ın misâline uygun olarak düşmanlarına karşı Türkler'in dost-luğuyla kuvvet kazanmıştı. Senato'nun Bâb-ı Hümâyûn ile akdetmiş olduğu ittifak evvelâ Ferdinand'ın, sonra Macarlar'ın aleyhine döndü. Senato Pâdişah'ın askerlerini Venedik hududundan uzak tutmağa çalışırken, onları mümkün olduğu kadar düşmanları üzerine sevkediyordu. Şu suretle — «Gayet Hıristiyan» kral ile Hıristiyanlık düşmanları arasında akdedilen ve Avrupaca kötü bir şöhreti olan ahidnâmeden takriben yarım asır evvel— Napoli ile Venedik, vukua gelen münazaalarında Osmanlılarca dayanıyorlardı. Diğer taraftan Pâdişâh da Hıristiyanlar'la körükö-rüne ve fasılasız harbedecek kadar maharetsiz olmadığından, zamanına göre Hıristiyanlar'a yine Hıristiyanlar aleyhine, yâhud —Osmanlı müverrihlerinin tâbiri veçhile— domuzlara karşı köpeklere ve köpeklere karşı domuzlara (125) yardım gösterdi. (124) Bütün İtalyan müverrihleri arasında yalnız Diarium Parmense müellifi bu ittifak ahidnâmesinden bahseder. Lojiye'ye müracaat, 7, s. 359. (125) Hammer bunu hangi müverrihten aldığını söylemiyorsa da, asrin muktezâsı olmak üzere her milletin târihlerinde bu türlü tâbirler vardır. Mütercim. ONYEDİNCİ KİTAP Türkler'in Transilvanya'yı ve Avusturya Dukalığını istilâsı. — Dülkadir Hânedânı'nın târihi. — italya ile siyâsi münâsebetler. — Zanta’nın fethi. — Türkler İtalya'da. — Rodos Adası'nın Eskiçağlar'da ve Ortaçağ'da târihi. — Rodos'un Türkler tarafından ilk muhasarası. — Sultân Mehmed'in vefatı, vasıfları, zulümleri, hakîkî azameti. Türk akın ve yangıncılarının tahrîb edici dalgalarına Venedik muahedesiyle Kriyol cihetinden bir sed çekilmiş olduğundan, bunlar yine 1479/ 884 senesinde şiddetlerini bir kat daha artırarak Macaristan'a doğru yürüdüler. Teşrinievvel başlarında kırkbin kişiden mürekkep bir Türk ordusu (1), oniki paşanın kumandasında olduğu halde, Transilvanya'yı istilâ etti (Not: 1), İki Mihâl-oğlu Alî ve İskender ile iki Evranos-zâde Hasan ve İsâ Beğler ve Malkoç-oğlu Bali Beğ, bu kumandanlardan idi. Lâkin Macaristan için bahtiyarlığı mûcib ahvâlden olmak üzere bu reisler arasında az vakit içinde ittihadsızlık çıkarak, orduyu zayıf bıraktı (2). Transilvanya Voyvodası Etienne Bator —ganimet mallarını hamilen Kı-zıl-kule derbendinden dönmeğe hazırlanan— Türk ordusunun ric'at yolunu kesmek için bütün askerini ale'l-acele Sasvarus'da (Brosk) topladı. Kral Matyas Korvinus'un Bohemya ve Lehistan muharebelerinde mu-zafferiyetleriyle temeyyüz etmiş olan Tamışvar kontunu imdada çağırdı. 13 Teşrinievvel 1479'da Karlsburg'dan yirmibeşbin adım mesafede kâin Genkermeje ovasında iki ordu muharebeye başladı. Bator, Saksonları sol cenaha, Çekelyenler'i sağ cenaha koydu. Onların arkasında Eflâklılar, en son saf da dahî Macar ihtiyat askeri bulunuyordu. Merkezde bulunan ağır süvarilerle Transilvanya Piskoposu Vladislas Dökereb maiyyetindeki askerin kumandasını bizzat voyvoda aldı. Muharebeden evvel icra ettirdiği bir dînî âyinde bütün asker hazır bulunarak, âmirlerinin emri olmaksızın mevkilerini terketmiyeceklerine yemîn ettiler. Hıristiyanlar'ın sol cenahı evvelâ mağlûp oldu; üçbin Sakson kendilerini Muruz nehrine atarak, büsbütün mahvolmaktan bu suretle kurtuldular. Bunun üzerine sağ 47 (1) Dölogos'a nazaran yüzbin kişi; Kronştad'da bir kitabeye nazaran altmış-beşbin; Bonfinius ve Oalhus'a nazaran altmış bin; Solakzâde, Sa'dü'd-dîn, « Âlî'ye nazaran otuz bin. Katona'ya müracaat, 16, s. 240. (2) Osmanlı müverrihleri ordunun mağlûbiyetini reislerin ittihadsızlığma atfeder. OSMANLI TARİHÎ 155 cenah ric'ate başladı. Lâkin Bator, firarilerin önüne atılarak, onları yine düşman karşısına getirdi; Bator'un altında iki at telef olarak, kendisi de aldığı altı yaradan kan kaybettiği ve askerinin tekrar mevkiini terkede-ceği sıradaydı ki Tamışvar Kontu Kiniş (veya: Keynis)'in getirdiği (3) yardımcı askerler tam vaktinde olmak üzere yetişti; Kont şiddetle harb meydanına atıldı. Kiniş, yaralıların hırıltı ve iniltileri, şiddetli olan muharebenin gürültüleri arasında, gök gürlemesine benzer bir ses ile «Neredesin Bator?» diye haykırdı. Bator, ölüm derecesinde olduğu halde bu nida üzerine kuvvetini son defa olarak topladı ve askerini harbe teşci etti. Bundan sonra harbin tâli'i değişerek Türkler tamamen münhezim oldular. Aralarından otuz bin kişi harb meydanında kaldı (4). Maatteessüf, gâlibler muzafferiyetlerini vahşîce mezâlimlerle lekelediler. Hunyad, Mezîd Beğ'e karşı muzafferiyetinden sonra yemek yerken esirleri karşısına getirerek baltalanmasını emrettiği gibi, Kiniş de mağlûpların ce-sedleri üzerine sofrasını kurdurarak (5) — bu gibi bir tasavvurda bulunduğu İslâm Hâlifeleri târihinde görülen— Ebû Abdullah es-Seffâh'a benzedi. Şarab, ölülerin kanma karıştı; gâlibler —insan eti yiyen vahşîler gibi— mevtaların üzerinde raksettiler ve onları ayaklarıyle çiğnediler. Kiniş, kendisi de mevtalardan birini dişleriyle ısırdı ve bunu öylece tutarak harb raksını icra etti (Not: 2). Ertesi gün Kiniş, düşman cesedlerini ehram şeklinde yığdırarak ve bu harbde telef olan Etienne Bator ile sekiz bin Macar'ın cenazelerine son tâzîm vazifesini ifâ ettirdi. Bunların kabirleri üzerine inşâ edilen mâbed —Morten Mezarlığının İsviçreliler'e ihtân gibi— bugün Macarlar'a ecdâdlarınm kahramanlıklarını hatırlatmaktadır, şu kadar ki, İsviçreliler babalarınm böyle bir ziyafetlerinden dolayı hicaba düçâr değildirler. Lâkin Türkler, muvaffakıyetsizliklerinden daha ziyâde cesaret alıyorlardı. Genkermeje mağlûbiyetinden bir sene sonra, Akıncılar, Karniyola, Karintiya ve îstirya'da yine tecâvüze başladılar. 1480 Temmuz'unun 29'-unda, Karniyola'da Sirginç ve Lügoş (veya Lüküş) (6) civarını yağma ettiler; Ağustos'un beşinde Sava nehrini dördüncü defa olmak üzere geçerek bütün Karintiya içerisine dehşet verdiler. Ramberg muhafızı Jorj Dö Şomburg Ran yakınında atlı köylülerden kalabalık bir asker toplayarak, bununla kendi süvârî askerini takviye etti. Geceleyin o kadar trampete ve boru çaldırdı ki, Türkler bunları hakîkî miktarlarından pek çok (3) (4) (5) (6) Engel, Macaristan Târihi, 3, s. 360. Liç'e nazaran Kiniş Bator'a hasedinden dolayı yürüyüşünü geciktirmiştir. Lâkin Kinis'in tercüme-i hâlinde ıböyle bir zanna meydan verecek hiçbir şey bulunmaz. Osmanlı müverrihleri bile —otuz bin tahmin ettikleri— ordularının büyük bir kısmının bu muharebede telef olduğunu itiraf ederler. Bonfinius, 4, fasıl: 6, s. 612. «Süper cadavera etratae menrae.» Mejiser, s, 1217, 156 HAMME R zannederek çekildiler (7). Karniyola ve Karintiya'dan sonra, altıncı defa olarak yine îstirya'yı istilâ ettiler ve buraya iki taraftan birden girdiler (8). Bir fırka Karniyola tarafından dâhil olarak Aşağı îstirya'da Mur nehri boyunca Graç'a kadar bütün memleketi tahrîb etti. Diğer bir fırka da Karintiya tarafından gelerek Yukarı îstirya'da ahâlîden pek çoklarını esîr ettiler ki, bunların arasında beşyüz de râhib bulunuyordu. Se-kao Baş-kilisesiyle şâir daha birçok kiliseler yağma ve tahrîb edildi (Not: 3). Akıncılar, Türkiye ile kuzey tarafından hem-hudûd olan memleketleri bu suretle tahrîb etmekte iken, Mehmed, Azak Denizi sahilinde Muta kalesinin fethini donanmasına, Ermenistan'da Bayburd ve Erzincan yakınında Torul yâhud Tirol (9) kalesinin fethini de oğlu Bâyezîd'e emretti. Mehmed ile Uzun Hasan arasındaki son muharebede, bu kalenin hâkimi Uzun Hasan tarafını tutmuş idi (10). Sultân Mehmed, takriben yine o sene zarfında Midilli adasında yeni bir kale inşâ ettirdi. Yine o sene zarfındadır ki, bir Osmanlı hükümdarının, idarî işlerin cüz'iyyâtı-na bir nazar atfettiği görüldü: Pâdişâhın — Yunanlılar zamanında Lim-ni'nin pek ziyâde şöhretine yol açmış olan— tıyn-ı mahtumun (mürekkep boyasının) özelliklerini tedkîk için, bu adaya tabîbler göndermesi, Fâtih'in zaptettiği yerlerden kendinden evvelki sahiplerinden daha çok istifâde etmesini bildiğini isbât eder (11). 63 Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri Osmanlı pâdişâhları Mısır Sultânları ile fasılalı, fakat dostâne münâsebetlerde bulunmuşlardı. 1480/884 senesinden i'tibâren, bu iki devlet arasında o vakte kadar geçerli olan iyi niyeti ihlâl edecek iki sebeb ortaya çıktı. Sultân Mehmed, Mekke yolu üzerinde hacılar için yapılmış olan bendlerle çeşmeleri kendi hesabına tamir ettirmeyi Mısır Sultânı Hoşkadem'e teklif etmişti. Mısır Sultânının kibiri bu hayır müesseselerinin idaresini terk etmesine mâni olduğundan, Mehmed'in teklifini reddederek mukabele etti. Bu da Sultân Mehmed'in vesveseci gururunu yaraladı. Lâkin iki devlet arasında münâsebetlerin kesilmesini gerektirecek daha ağır başka bir sebep zuhur etti. Bu da, Sultân Hoşkadem'in halefi Kayıtbay (Kaytbay)’ın Dülkadir Beğlerinin işlerine şiddetle müdâhele etmesiydi. Türkmen Zeynü'd-dîn Karaca Dülkadir bugün Mar'aş sancağını teşkil eden eski Kapadokya kıt'-asında —târihi Avrupaca şimdiye kadar bilinmeyen (Not: 4) ve fakat Os- (7) (8) Valvasur, 4, s. 378. Document monast in annaıibus Styriae ve Julyus'un Târih-i Siyâsî ve Mez-hebî'si, 6, s. 245. (9) Durul, şimdiki «Ardase» (Ardeşen) kasabası. (Trabzon vilâyetinde) Mütercim. (10) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 63-2. kezalik. (11) CÜıân-nümâ'ya müracaat. s; 600. OSMANLI TARİHİ 157 manii Padişahlarının izdivaçları münâsebetiyle eserimizde zikredilmiş olan— bir hanedan te'sîs etmesinden beri takriben bir asır geçmişti. Sultân II. Mehmed — biraderi Mûsâ ile muharebelerinde kayın biraderinden büyük hizmet gören ceddi I. Mehmed gibi— Dülkadir Hânedânı'ndan bir kız ile evlenmişti. Dülkadir Hânedânı'nın Osmanlı Pâdişâhları ile sıh-riyyetinden ve bundan ziyâde Dülkariyye târihinin — bizim şimdi meşgul olduğumuz zamandan itibaren— otuzbeş sene zarfında Osmanlı Devleti târihiyle münâsebeti bulunmasından dolayı, bu hanedanın başlangıcı hakkında burada hulasaten malûmat vermemiz icâp eder: Türkmen Zeynü'd-dîn Dülkadir Karaca Mar'aş (Maraş) (12), Elbistan yâhud Elbüstân (13) şehirlerini fethederek 780/1379 senesinde sülâlenin esâsını vaz' etmiş idi (Not: 5). Onun oğlu Halil Harput, Behisni (14), Malatya şehirlerini zaptederek hâkimiyetini genişletti. Halîl Beğ Mısır ordularıyle muzaffer bir şekilde harbettikten sonra 788/1387 senesinde kendi tebeasının eliyle katledildi. Halil'in halefi ve biraderi Suli Beğ, kızlarından birini Sivas Beği Gazi Burhanü'd-dîn'e, diğerini de Sultân Bâyezîd'in en küçük oğlu Mehmed Güreşçi'ye tezvîc ederek, komşusu bulunan hükümetlerin dostluğunu te’ınîn etmişti. Süli Beğ, Hama Beği'ni mağlûp ederek, onun toprağını da kendî hükümetine ilhak etti. Lâkin onu idâm ettikten sonra kendisi de — Mısır Sultânı Berkok'un para ile sevkettiği— bir müslümanın hançeriyle maktul oldu (800/1398). Süli Beğ'in vefatı târihi, I. Bâyezîd ordularının başkumandanı Timurtaş'ın bu havalideki fetihleri zamâmna tesadüf eder. Timurtaş o târihte Kengırı yâhud Kangırı (bugünkü Çankırı; eski Paflagonya hükümdarlarının makar-rı), Divriği (kadîm Nikopolis) ile Darende'yi zaptettikten sonra —Dül-kadiriyye hükümetinin arazîsinden olan— Behisni, Maraş, Malatya şehirlerini almıştı (15). Süli Beğ'in halefi olan yeğeni Nâsirü'd-dîn Mehmed kırk yaşında tahta çıkarak, kırk sene hükümdarlık etmiştir. Bu hükümdar Mısır Sultânı bulunan Melikü'l-Müeyyed ile bir müddet muharebe ettikten sonra, onunla tedâfüî ve tecâvüzî bir muahede akdetti. Ve Sul-tân'ın yardımıyle 822 (1420)'de Karaman Beği Mehmed'i mağlûp ederek, zincire vurulmuş bir halde Kaahire'ye gönderdi. Nâsırü'd-dîn 840/1437'de Malatya Vâlîsi vâsıtasiyle Karaman Beği İbrahim'e karşı Bâb-ı Hümâ-yûn'dan yardım talep etti. O zaman tahta oturan II. Murad Amasya askerini gönderdiğinden, Nâsirü'd-dîn onların muâvenetiyle İbrahim'den Kayseriyye arazîsini aldı. Nâsirü'd-dîn, vefatından üç sene evvel Mısır'a (12) (13) (14) (15) dhân-nüınâ'ya müracaat, s. 601. Doğrusu «ba»nın zammesiyle «Bustân>dır. Farsça'nın «Bostânn arabçada bu şekle girer. «El» harf-i tariftir. (Mütercim). Cihân-nünıâ'ya müracaat, s. 601. Yukarıda, Altıncı Kitap'a müracaat. 158 HAMME R seyahat ederek, Sultân Çakmak tarafından büyük bir ta'zîmâtla kabul edildi (16). Oğlu Süleyman Beğ 846/1443'de pederine halef oldu; Süleyman Beğ hem güzel kadınlara, hem de güzel yemeklere meclûb idi. II. Murad'ın göndermiş olduğu sefaret hey'eti Süleyman Beğ'in beş kızını görerek, bunlardan prenses Sitti'yi (17) intihâb etti. Bu hanım II. Mehmed ile evlendirildi. Süleyman Beğ oniki sene sükûn içinde saltanattan sonra 858/1454'de vefat etti. Arslan, Şehsuvar, Şahbudak, Alâü'd-devle nâmında dört oğlu, hepsi birbirini müteakiben tahta çıktılar (18). Evvelâ Arslan saltanat etti. Pederi gibi oniki sene tahtta kaldıktan sonra camide namaz kılarken (19) —biraderi Şahbudak’ın ricası üzerine Mısır Sultanı Hoşkadem'in gönderdiği— bir Karmatî tarafından kati edildi. Şahbudak yâhud Budak Beğ, Hoşkadem tarafından Dülkadiriyye hükümdarlığına nasbedildi (870/1466). Lâkin memleketin beğleri kardeş katlinden nefret ettiklerinden Budak Beğ'in yerine biraderi Şehsuvar’ın başa getirilmesini Sultân II. Mehmed'den istediler. Mehmed, bir ferman göndererek Şehsuvar'ı resmen Dülkadir ve Bozoklu aşiretlerinin reisi olarak tanıdı (Not: 6). Budak, biraderi tarafından tahttan indirilince Mısır'a giderek Çerkeş Memlûkları Sultânı Kaytbay'dan yardım aldı (872/1468). Mısır askeriyle Dülkadiriyye askeri birkaç defa muharebe ettikleri halde kat'î bir netice hâsıl olamadığından Kaytbay, II. Mehmed'e kıymetli hediyelerle bir sefaret gönderdi ve Şehsuvar'ı himayede devam etmemesini rica etti. Kendisi düşmanından intikam almak için serbest bırakıldığı takdirde, Şehsuvar’ın memleketlerini Osmanlılar'a terketmeyi teklif ediyordu (20). Mehmed, bu teklifi reddetmiyerek sefarete, Şehsuvar nasihatlerini dinlemediği takdirde onu kendi tâli'ine bırakacağını beyân etti. Kaytbay, bu cevap üzerine kuvvet bularak, bunu Dülkadir Beğlerine ihbar ile, onları hükümdarlarından ayrılmağa teşvik etti. Mısır ordusu yeniden harbe başladı; Şehsuvar maiyyeti kendisini terkettiğinden Samanten kalesine ilticaya mecbur oldu (21). Şehsuvar Mısır ordusu kumandanının vaadlerine aldanarak, kaleden çıktı; kumandan onu Kaahi-re'ye göndererek, Sultân’ın emriyle zincire vurulmuş olduğu halde Sü-veyle Kapısı (Bâbü'zZüveyle) nda asıldı (22). Kaytbay sözünde durup da Dülkadir toprağını Fâtih'e vermiş olsaydı, Pâdişâh ihtimâl ki kayın biraderinin idamından pek müteessir olmayacaktı. Sultân Kaytbay aksine hareketle Şahbudak'ı yine Dülkadir tahtına oturttu. II. Mehmed o va(16) (17) (18) (19) (20) (21) (22) Nuhbe*ü*t-Terârlh. Hacı Kalfa’ınn Rûm-ilisi. s. 10 (610?) Nuhbetü't-Tevârîh. Kezalik, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde. Nuhbetü't-Tevârîh, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde. Nuhbetü't-Tevârîh'de kalenin ismi «Samantı»dır. Nuhbetü't-Tevârîh'e nazaran Şehsuvar, bir kazığa mıhlanmıştır. OSMANLI TARİHİ 159 kit Avrupa'da pek meşgul olduğundan intikamını mecburi olarak te'hir etti. Budak (M.İ. 1), ondan sonra on sene saltanatta bulunmuşken, Pâdişâh birdenbire —zikri geçen dört biraderin dördüncüsü olan —Alâü'd-dev-le tarafını tuttu. Alâü'd-devle bir Osmanlı ordusunun yardımıyle Budak'ı memleketinden çıkardığından, o da tekrar Mısır'a ilticaya mecbur oldu (885/1481). Alâü'ddevle'den II. Bâyezîd ve I. Selîm zamanlarında tekrar bahsedilecektir (23). Budak aleyhindeki sefer, Mehmed'in Asya'daki muharebelerine son verdi. Sultân Mehmed saltanatının son zamanları Avrupa'nın yeni teşebbüsleri ve İtalya vak'aları ile geçti. Pâdişah'ın nazar-ı dikkati yalnız müttefikleri olan Venedik ve Napoli (24) tarafına değil, Floransa Dukası Lo-renço Dö Mediçi (Loren Dö Mediçi) ile SantaMavra, Zanta, Kefalonya Hâkimi Leonardo tarafına dahî teveccüh etmişti. Mediçiler aleyhindeki meşhur fesâddan sonra, fesâd erbabından Bandino Kostantiniyye'ye iltica etmişti; lâkin Sultân II. Mehmed'in —kendisi gibi ilim ve san'atı himaye eden— Lorenço'ya hürmet-i mahsûsası olduğundan, Lorenço'nun biraderi Julien'in kaatili olan bu şahıs Floransa Dukası'na teslîm edildi. Lorenço Pâdişah'a bir sefaret hey'eti göndererek Cumhur nâmına teşekkürlerini arzetti (25). Lorenço tarafından Kostantiniyye antik binalarının resmini yapmağa me’ınûr edilmiş olan Floransalı ressam Bellino Pâdişah'ın Lorenço hakkındaki lutufkâr hislerinin gelişmesine gayret etmiş olması muhtemeldir. Sultân Mehmed'in, Ege adaları hâkimi bulunan Leonardo hakkında ise o yolda bir teveccühü yoktu. Leonardo, evvelâ Sırbistan Despotu (Kralı) Lazar'ın kızı Meliza'yı tezevvüc etmiş iken, prensesin vefatından sonra Napoli Kralı II. Ferdinand'ın akrabasından bir kız almıştı; lâkin —o vakit Ferdinand ile harb hâlinde bulunan— Venedik hükümetinin ve Bâb-ı Hümâyûn'un bu husus hakkında müsâadesini almamış olduğundan, Pâdişâh ile Cumhur arasında akdedilen muâhedenâmeye Leonardo dâhil edilmemişti. Bununla beraber Leonardo Bâb-ı Âlî'ye verdiği senelik vergiden mâada, Yanya'nın her iki sancak beğine —«harcırah» nâmıyle— beşyüz duka altını hediye vermeğe mecburdu (26). Leonardo'nun akra(23) (24) (25) (26) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde. Venedik Evrak Mahzeni'nde 1476 senesinden hiçbir Türk vesikası yoktur. Lâkin o tarihte Mısır Sultânı tarafından Venedik Hükümet reisine yazılmış arabça bir mektup vardır. Bundan başka o evrak mahzeninde Dar-yo'nun getirmiş olduğu (Capltuîi della pace) sulh ahidnâmeleri ve sefirlerin i'timadnâmeleri vardır. Ahidnâmelerin ikisi de Türkçe değil, Rumca yazılmıştır. Birincisinin târihi 25, ikincisinin 29 Kânunısânî'dir. Bunlar Venedik ile Bâb-ı Hümâyûn arasındaki en eski siyâsî vesikalardır. Ruskoe, Lorenço Di Mediçi, 1, s. 194. Spandojino, s, 61. Hi HAMMER basından biri «paşalık» payesinden «sancak beğliği»ne indirilerek Yanya hükümetine tâyîn edilmiş olmasıyle, me’ınûriyet merkezine gitmek Zan-t&'âv ,ı 16 geçti. Leonardo, yeni sancak beğinin nazar-ı iltifattan sakıt olmuş olması ve 0 kendisinin akrabasından bulunmasının, beşyüz dukayı vermemeğe sebep olabileceğini tasavvur ederek, Yanya Beğine akçe yerine meyve gönderdi. Sancak Beği bu muameleden pek dilgîr olarak alenî surette bir intikam almağa ahdetti. Leonardo'nun Venedik ile son harb esnasında el altından dâima Venedik donanmasına yardım ettiğini ve Venedik ile Devlet arasında akdedilmiş olan ahidnâmede Leonardo dâhil bulunmadığından, kendisini cezalandırmak kolay olacağını Pâdişah'a arz etti (27). Mehmed'in hırslı tabiatına uygun düşen mütalâalar te'sîrden hâlî kalmazdı. Bundan dolayı hemen yirmidokuz kadırgadan mürekkep bir donanma techîz ederek —Hersek-zâde'nin istirhamı üzerine mahbesden çıkarümış ve yeniden iltifata mazhar olarak Avlonya paşası nasbedilmiş olan— sabık vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa'nın kumandası altına verildi (Not: 7) . Osmanlı askeri Santa-Mavra ve Zanta'ya çıktılarsa da, Leonardo hazîneleriyle birlikte Napoli'ye kaçmış olduğundan onu bulamadılar (28). 54 73 Gedik Ahmed Paşa donanması Ege Adaları'nın ileri karakolları hükmünde bulunan bu iki adayı zaptettikten sonra, Sultân Mehmed —o vakte kadar hiçbir Osmanlı'nın ayak basmamış olduğu— Napoli sahillerine hücum etmek cür'etkârca tasavvurunda bulundu. Vahşi kavimlerin bunca tahribatından sonra dahî henüz pek çok ganimet mallarını ümidini besleyen İtalya'yı, bu kadîm melike-i dünyâyı itaat altına almak tasavvuru, Yunanistan'ın mağrur fâtihine yakışır bir fikirdi. Müslümanlar'ın Ld-kurya sahillerinden ilk zuhurlarından, Arablar’ın Napoli ve Cenova seferlerinden, Avarlar'ın İtalya yarımadası kuzeyindeki tahribatından (Not: 8) beşyüzelli sene geçmişti ki, Türkler Puy (Polya) sahillerinde güründüler. Mehmed'in bu azmine en ziyâde Venedik siyâseti sebep oldu: Venedik hükümeti o vakit Napoli ile harb hâlinde bulunduğundan, Katolik Ferdinand'ın ordusunu başka bir taraftan meşgul etmek üzere Pâdişah'ı sefere teşvik etmişti. Venedik bu maksatla senatör Sebastiyano Gariti'yi sefaretle Kostantiniyye'ye göndermişti. Sefîr, Puy ve Kalabra'nın büyük şehirleri Şark İmparatorluğu'na âit olarak Yunan muhacirleri tarafından te'sîs edilmiş olduğu cihetle, Yunan ve Bizans İmparatorluğu fâtihinin bu şehirleri kendi malı olarak taleb etmekte hakkı olduğuna Sultân Mehmed'i ikna için müşkilât çekmedi. Bunun üzerine Mehmed, Gedik Ahmed Paşa'ya donanmasını Yukarı Arnavudluk sahilinde Avlonya limanına götürmesini ve oradan asker alarak Puy şehrine çıkart(27) (28) Spandojino, s. 62. Spandojino, s. 63. Marino Sanuto'nun Vekâyînâmesinde 1479 târihiyle şöyle görülür: Santa-Maura e Zante con armata acquistate.» OSMANLI 161 TARİHİ ma yapmasını emretti. Osmanlı donanması yüz sefineden mürekkep olduğu halde 1480 senesi Temmuzunun 28'inde Otranto limanına demir attı. Kara askeri hemen şehri muhasara etti. Otranto böyle birdenbire hücuma düçâr olmakla beraber, kendini kahramanca müdâfaa ettiyse de, uzun müddet mukavemet edemediğinden, 1480 Ağustosu'nun 11'inde hücumla zaptedildi. Gedik Ahmed Paşa Puy sahiline hücum etmeden evvel, Mesih Paşa 60 kadırgadan ziyâde bir donanma ile Rodos önünde göründü; Fâtih'in ileriyi gören dehâsı Hıristiyanlığın İtalya'da ve Adalar Denizi'nde iki mühim askerî üssünün ikisini birden fethetmeyi tasavvur etmişti. Rodos, târihî ehemmiyetinden ve Avrupa devletlerinin Türkler aleyhindeki muharebelerde görmüş olduğu hizmetlerden dolayı, burada üzerinde biraz durmamıza şayandır. Küçük Asya'nın güneybatısından ancak üç, dört coğrafî mil mesafe ile ayrılmış bulunan bu ada, kadîm zamanlardan beri Fenike ile Yunan arasında en mühim irtibat noktalarından biriydi. Rodos'un Telkinler'i (31) kadîm çağların heykeltraşlıkta, sihirbazlıkta (32) —Girid Daktiller'inin (33) madencilikte ve silâhçılıktaki şöhretleri kadar— meşhur idiler. Poseidon ile Telkinler'in hemşiresinin aşkları ve onların kızı olan Rodos ile Helyos'un münâsebetleri hakkındaki hurafeler —bu münâsebetlerden Heliadlar (34) adı verilen yedi erkek çocuk hâsıl olmuştu— adanın dâima güneş ve denizin lutfuna mazhar olduğunu remizli bir dille gösterir. Rodos adasının ismi (Yunan lisanında «Gül», Fenike lisanında «Yı(29) (30) (31) (32) (33) (34) Bezoldi: Historia regum Slculoirum et Napolitanoram (Arzenturati, 1636), s. 1142; Bonfinius'a nazaran, ikinci kitap, De pudicitia conjugali. Jakobi ve Vlateranl, Diar Rom, s. 106, Diar Parmense, s. 344. Marino Sa-nato, Vite de duchi di Venezia, c. 22, s. 1213. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 62, İdrîs, Sismondi, s. 177, haşiye. Esâtîre göre —Rodos'ta kendilerine ihtiram gösterilen— ateş üzerine müekkel birileri (Mütercim). Diodorus Sikulus; Strabon'a nazaran, 14, Telkinler Girid adasından gelmiştir. Daktiller gibi onlar da silâhçilıkta meşhur idiler. Esatire göre İlahlar ve Ruhlar. (Mütercim) Pelin, 2, 87. Hammer Tarihi, C: II. F.: II 162 7 HAMMm lanlar» manasınadır (35) ki, bu isimlendirme Yunan ve Finike gemicilerinin adayı güller ve sürüngenler ile dolu görmelerinden neşe't etmiş olsa gerektir. Helyos Rodos'a âşık olduğundan, onu örten deniz dalgalarını tefrik etmiş olması hurafesine nazaran bu adanın —Delos gibi— deniz içinden zuhur etmiş olduğu anlaşılır. Bu faraziyye Rodos arazîsinin ter-kîb şekliyle sabittir. Yedi Helyad'lar meşhur müneccim ve gemici idiler. En büyükleri olan Kerfakes Ahaya, Dedal, Koridal isminde üç şehir, onun üç oğlu da —kendi isimleriyle anılan— Lindos, Lalisos, Kamiros payitahtlarını te'sîs etmişlerdi. Kadmos'un Lalisos'a getirdiği Fenike muhacirleri, orada Poseidon nâmına bir mâbed inşâ ettiler; Altemenes'in kumandası altında gelen Giridliler de Atabirus Dağı'nın etrafında ve Jupiter mabedi yakınında yerleştiler (36). Lindos'da Danaidler meşhur Pallas Mâ-bedi'ni binâ ettiler (37). Bütün bu vak'alar Omiros (Homeros) 'dan öncedir. Omiros bu adayı pek iyi biliyordu (38). İranlılar ile Yunanlılar arasındaki muharebelerde Rodos dâima en kuvvetli olan tarafı iltizâm ederek bazen îran, bâzan Spart (İsparta) ve Atina askeri arasında harb ederdi. Lindos, Lalisos, Kamiros şehirleri Pe-leponnes muharebesinin son senelerinde, bütün gayretlerini toplayarak adanın kuzey kısmında bir payitaht te'sîs ettiler ki, Pire limanıyle surunu inşâ etmiş olan mîmâr tarafından anfiteatr şeklinde inşâ edildi (39). Adanın en mühim mevkii olan bu payitahtı —ilk defa olarak— Karya büyük kraliçesi II. Artemis zaptederek Mozulus için aşkını Dünyânın Yedi Hârikasından biriyle te'yîd eyledi. Kraliçe ahâlîye haber ederek heykelini bir zafer âbidesi gibi diktirdi (40). Bâzı dînî mülâhazalardan dolayı, Rodoslular sonraları —onlar için şenî bir hâtıra olan— bu binayı tahrîb etmediler; lâkin heykelin içerisinde bulunduğu mabedi bir duvarla örttüler, bunun girilmesine mâni olduğu içindir ki mabede «Abaton» (Girilmesi mümkün olmayan) nâmı verildi (41). Adarün payitahtı olan Rodos şehri, Makedonya hükümdarı İskender'e harbsiz teslîm oldu (42). Lâkin Suriye hükümdarı Antigo'nun oğlu Dimitrius Poliurset'e karşı —muhasaralar târihinde meşhur— şiddetli bir mukavemet gösterdi. Dimitrius Poliurset Helepol denilen meşhur harb (35) (36) (37) (38) (39) (40) (41) (42) Bocharti Fhaleg. Diodorus, 5. Strabon, 14. Omrios, 2, 5, 656 ve 662. Diodorus, 13, Strabon. Vitrov. Morsius'un Rodos eserine müracaat. Diodorus Sikulus, Kitap: 20, bâb: 91, Plutark, Dimitrlo eserinde, Vitrovius, 10, %%. OSMANLI TARİHİ 163 kulesini Rodos surları önünde icâd etmişti. Bu muhasaraya alâkalı işlerle otuz bin kişi istihdam edildi. O müthiş harb âletinin darbelerinin te'-siriyle birinci sur yıkılınca, mahsurlar, mâbedlerin, tiyatroların, yıkılmış binaların inşâat maddeleriyle ikinci bir sur, bu da yıkılınca bir üçüncüsünü inşâ ettiler. Yunan hükümetlerinden elli vekil, muhâsırların ordugâhına gelerek, Rodos'un lehinde bir sulh elde etmek için müzâkere ettiler. Dimitrius —kendisine yüz rehin ve bir ordu yardımcı asker verilmek şartıyle—, sulha razı oldu. Muhasara esnasında Rodos ahâlisi Di-mitrius'a bir temsilci hey'eti göndererek şehirde Protoje'nin tasvirlerinden en güzel tasvirin bulunduğu kısmın masun tutulmasını rica etmişlerdi. Dimitrius cevaben, kendi babasının bir tasvirini yakabilirse de Protoje'nin tasvirini yakamıyacağını söyledi. Bu, bediî san'atlara olan muhabbetin muharebenin vahşiyâne ihtiraslarına üstün geldiğinin târihte en eski misâlidir (Not: 10). Rodoslular —kendilerinin şeref ve şecâatleriyle sona eren— hâtırasını te'yid için o meşhur ve büyük heykeli inşâ ettiler ki, açılmış iki bacağı ağzında heybetli bir kapı gibi görünüyordu (43). Bu heybetli heykelin yüksekliği seksenyedi arşın ve ağırlığı dokuzbin kental idi. Şu harikulade esere Lindos'lu Hâres başlayarak, yine o şehirden Lahes ikmâl etti. Lâkin o muazzam heykel, inşâsından ellialtı sene sonra yıkıldı; dokuz asır sonra da enkazı dokuzyüz deve yükü tuttu (44) (Not: 11). O heykelden sonra Jüpiter'in nâmına yüzyirmi kadem yüksekliğinde muazzam bir heykel ile — herbiri bir şehri süslemeğe kâfî— yüz kadar heykel daha yapıldı. Şehirde bunlardan başka —nadiren tesadüf olunabilecek derecede güzel— üçbin heykel ile şâir nefîs eserler vardı. Bu enfes eserlerden yalnız Akragas'ın hafif kabartma tarzındaki Baküs (Şarab ilâhı) mürîdeleri eseriyle (yansı insan, yarısı at şeklinde) Kan-tores heykelini, Misos'un Baküs mâbedindeki Silen (?) ve Aşk heykellerini ve bilhassa Lizip'in Güneş kuvadırikasını (Dört atlı araba) zikr edeceğiz. Bu kuvadırika —Roma generali Kassius'un Rodos'ta bıraktığı— pek nâdir nefîs eserlerden biridir. Protoje'nin meşhur tablosu, Roma'da Ya-nos Mâbe'ne konulmuş ve beş asır sonra bir yağında yanmıştır. Yine o san'atkârın o meşhur tablosuyle şâir eserlerinden mâada Rodos'ta Yu-nan’ın en meşhur ressamlarının enfes eserleri, ezcümle Apel'in Meandr ve Oleus tasvirleri, Zoksis'in Meleagr, Herkül, Perse tabloları var idi. Rodos'taki ressamların heykeltraşların, san'atkârların, bülegânın, filozofların medreseleri, san'at ekolleri, imalâthaneleri ile kuvvetli donanmalar Rodos hükümetine kadîm zamanlarda azîm ve muhteşem unvanlarının ve(43) (44) Strabon, 14, Pelin (Plin?), 34, 7. 1 deve yükü 10 kental (50 kilo) hesâb edilir. 164 HAMMER rilmesine sebep olmuştu (45). Rodos hükümetinin şekli eşraf hükümeti (asiller hükümeti) idi; senatörlere «mastri», hükümet reisine «pritanis» unvanı verilirdi. Rodos hükümeti İspanya'daki Rodosda Yunanistan'ın Partinop, Sicilya'nın Agrijant, Kilikya'nın Suli eyâletleriyle Balear adalarından ve daha şâir memleketlerde müstemlekeler te'sîs etmiştir. Adayı tahrîb eden zelzeleden sonra 'Jelali Hiero —memleketinin bağlı olduğu minnetdarlık göstererek— Rodos'a heykeller ve kayıpların bir kısmını tamir için birçok paralar gönderdi. Rodos, komşuları olan Suriye hükümdarlarını denizcilik gücünün en tehlikeli düşmam olarak telâkki ettiğinden, Antiokus'a karşı Romalılar'-la ittifak etti. Rodos'tan çıakrılmış olan Poliksenides Antiokus tarafından kabul ve donanmasına kumandan tâyîn edilmişti. Poliksenides, Korikus boğazı hizpasında ve İyonya sahilinde Romalılar'a mağlûp oldu (46). Lâkin Rodos donanmasını Karya körfezinde ve Patarmos yakınında mağlûp ederek intikam aldı (47). Rodoslular bu muharebede gençlerinin en güzî-deleriyle donanma kumandanı Puzistrati ve emri altında bulunan donanmanın hemen tamâmım kaybettiler. Rodoslular —bir hıyanetten kaynaklanmış olan— bu mağlûbiyetten dolayı pek fazla hiddet göstererek (48) yeni bir donanma inşâ ve Roma donanmasına ilhak ettiler. Roma deniz kuvvetlerinin kumandanı Livius, Rodoslular'la müzâkere etmeksizin hiçbir şey yapmamak üzere emir almıştı (49). Patara'nın muhasarasına karar verildi. Lâkin biraz sonra muhasara kaldırıldı ve Rodos donanması hiçbir iş görmeden iade edildi (50). Antiokus sulh tekliflerinde bulunduğundan Livius'un halefi olan Amilius Regilus, müttefikleri olan Bergama Kralı Omen (Aumen) ve Rodoslular ile, alınacak karara dâir istişare etti. Omen ile Rodoslular, yekdiğerine muhalif re'yde bulunduklarından harb devam etti (51). Otuz iki adet dört sıra kürekli kadırga ile dört aded üç sıra kürekli kadırgadan mürekkep bir Rodos donanması, Anibal'in binmiş olduğu Suriye donanmasına karşı çıktı. Kırk yedi sefineden mürekkep olan bu donanma Pamfili sahilinde vâkî Suda'da (52) iken Rodoslular hücum ettiler. Muharebe müthiş oldu; muzafferiyet birçok mücâdelelerden sonra Ada’nın deniz kuvvetleri kumandanı Audamos tarafında kaldı. Bu muzafferiyet Anibal'e karşı sağlandığı için, bir kat daha şeref veriyordu. Roma'da ve Rodos'ta büyük şenlikler yapıldı. Yirmiikisi Rodos'a (45) Horas (Horace), 1, Pindar, 7. Olymp. Ciceron prodege Manilla. (46) Tit-Lio, 36, fasıl: 15. (47) Kezalik, 37, fasıl: 11 (48) Kezalik. (49) Kezalik, 30, fasıl: 16. (50) Tit-Lio, fasıl: 19. <5Ü Kezalik, fasıl: 23. (52) Kezalik, fasıl: 35. OSMANLI TARİHÎ ve sekseni Roma'ya âit olmak üzere yüz sefineden mürekkep diğer bir donanma Korikus boğazı hizasında Suriye donanmasını bir daha mağlûp ederek, evvelce yine o sularda zuhur eden muvaffakıyetsizlik ânnı büsbütün ortadan kaldırdı. Romalılar sefinelerinin metaneti ve askerlerinin şecaati ile Suriyelilere faik idiler. Lâkin Rodoslular, gemilerinin hafifliği, gemicilik ilminde ve manevralardaki mahâretleriyle Romalılar! da, Suriyelileri de geçerlerdi (53). Çippion, Antiokus aleyhindeki seferine Hermus muhârebesiyle son vererek Asya'da Toros Dağları'nın beri tarafındaki kısmın terki şartıyle sulha razı oldu. Lâkin Roma'nın iki müttefiki olan Bergama Kralı'yle Rodoslular arasında düşmanlık ortaya çıktı. Bergama Kralı Toros Dağları'nın berisinde kendi hükümetiyle hemhudûd olan memleketleri talep ettiği gibi, Rodoslular da Asya'nın o kısmındaki Yunan şehirlerinin serbestisini istiyor idiler (54). Senato, Çippion'un temsilcisiyle Antiokus'un, Omen (Aumen) in, Rodos'un sefirlerini dinledikten sonra, Asya'da Toros'un beri tarafındaki memleketlerin Omen'e tâbi; Lisya ve Karya sahillerinin de ...Telmisos ve Solis şehirleri müstesna olmak üzere— Rodoslular'a âid (55) olmasına karar verdi. Rodos sefirleri bu istisnaya itiraz ettilerse de fayda vermedi. Rodoslular Roma'ya yardım etmekteki ihtiyatsızlıklarını pek geç anladılar. Romalılar da biraz sonra müttefiklerinden şübheye düştüler. Perse ile harb esnasında, Roma Asya'daki şehir ve adalara sefirler göndererek bunların Cumhûr'a (Roma'ya) karşı bağlılıklarını takviye etti. O vakit Rodos Pritanis (Prina nis?)'i, yâni hükümet reisi olan Mekelizoküs, hemşehrilerini limanda bulunan kırk geminin sefirlerin emrine müheyya edilmesi için teşvik ettiyse de, Rodoslular reddettiler; lâkin Perse'nin tekliflerini reddetmemiş olmakla beraber, alenen Roma aleyhinde bulunmağa cesaret edemediler (56). Buna rağmen, Roma bu türlü bî-taraflığı ve bilhassa Rodos'un Roma ile Perse arasında aracılık teklifini unutmadı. Perse'nin zapturapta alınmasından sonra Senato muzafferiyetini tebrike gelmiş olan Rodos temsilciler hey'etine: «Sefaretin gereken zamandan geç kalmış ve Yunanistan'ın umûmî menfaati, yâhud Roma'nın faydası için değil, sadece Perse'ye hizmet gayesiyle gelmiş olduğu» cevâbını verdi (57). Rodos eşrafı bu cevap üzerine telâş ettiklerinden, Roma ile barışmak için ellerinden geleni yaptılar. Eşraf — Suriye'ye giderken yollan üzerinde ve Rodos'un karşısm(53) (54) (55) (56) (57) Livius, 30, fasıl: 29 ve 30. «Robore navium et virtule milîtum Romani longe regios praestabant; Rhodiae naves agilitale etarte gubarnatorum et scieutia remigum et erant Rhodiae longe omnium celerremae tota classe.» Livius, fasıl: 53 ve 54. Kezalik, fasıl: 56. Kezalik. 42, fasıl: 45. Tit-Lio, 45, fasıl: 3. 166 HAMME R daki Levrima (bugünkü Marmaris) şehrine uğramış bulunan— Roma sefirleri S. Deçimius ile S. Popilius'a Rodos'taki ahvâli görmek üzere oraya gelmelerini rica ettiler. Popilius, muharebe esnasında Perse'ye hizmet etmiş olmalarından dolayı Rodosluları şiddetle ayıpladı. Refiki Deçimius yalnız —milleti iğfal etmiş olan— birkaç fesatçıyı azarlamakla iktifa etti. Rodos senatosu derhâl fiilen veyahut kavlen Roma aleyhinde bulunmuş olanların umûmu hakkında idam kararı verdi. Bunlardan birkaçı sefirlerin gelişi üzerine eşhirden çıkmışlardı; bâzıları da intihar ettiler (58). Şu suretle Rodos —o vakitten itibaren— ancak lâfzen müstakil kaldı; Roma ile Mitridâd arasındaki muharebelerinde ise Rodos —ancak mecburiyetinden dolayı— Roma'ya sadâkat ve muharebeler esnasında bütün Yunan adalarından yalnız bu ada Mitridâd'a karşı uzun ve kahramanca bir mukavemet göstermiştir. Sezar ile Pompe arasındaki muharebelerde adanın donanmaları kâh biri, kâh diğeri tarafında harb etmekle beraber (59) her muharebede temeyyüz ettiler (60). Farsal muharebesini müteâkib Rodoslular Pompe fırkasına ve sonra —Rodos'ta nâtıka-perdâzî (retorik; belagat ilm) tahsil eden Brutus aralarında bulunmakla beraber— kaatillerine kapılarını kapadılar (61). Kasius, Rodos'u muhasara ederek bir hıyanetle şehre girdi; önüne geleni öldürerek .ahâlîden cebir ve tehdîd ile her ne alabilmek mümkün ise cümlesini aldı (62). İmparator Klod zamanında Rodos, Roma vatandaşlarından bâzılarını çarmıha gererek astığı için, istiklâlini kaybetti (63); lâkin yine o hükümdarın saltanatının son senelerinde tekrar istiklâlini kazandı (64). Nihayet Vespazien zamanında istiklâlini büsbütün kaybederek, Roma'nın bir eyâleti olmak üzere ilân edildi (65). Kostantin zamanında, Rodos Anadolu sahilinden bâzı şehirlerin teşkil ettikleri federasyona ve daha sonraları onbeş piskoposluğu içine alan bir başpiskoposluğa merkez oldu. Bizans târihi Rodos'tan yalnız Ayasof-ya'nın inşâsı münâsebetiyle bahseder. Ayasofya kubbesinde Rodos'ta imâl edilen beyaz ve hafif tuğlalar kullanılmıştı (Not: 12). Muâviye'nin sal(58) (59) (60) (61) (62) (63) (64) (65) Tit-Lio, fasıl: 4. Hirtü de beî!o Alex, XI. Sezar, de beilo çivili, 3, 102. Bu fıkra Morsius'da yoktur. Lâkin, Morsius, Lentolus'un bir mektubundan (Epistol, Cicero, 12, 15) aldığı diğer bir fıkrayı nakleder ki, burada Leontolus Rodos kapılarının kendisine karşı kapanmış olmasından şikâyet eder. Orelius Viktor, İn Marco Bmto. Apianus, 4, 72 (de beilo çivili) Diokasus, kitap, 9 (Anno ab urbe condita 97) Kezalik, 806. Tasitus (Tacitus) 12, Suetonius, İn vita Claudii. fasıl: 25. Sueton'us, İn Vespas., fasıl: 8. Sekstus Rufus, Pavlos Diakonus, Otripius, İn Vespaslno. OSMANLI TARİHÎ 167 tanatında —ki Kostantin'in saltanatı zamanının onikinci senesine tesadüf eder (653)— Arablar Rodos'u zaptettiler. Büyük heykelin enkazı dokuz-yüz deve yükü olarak götürülmesi de o zamandır. Bizans müverrihi Arab-lar’ın adadan çıktıkları târih hakkında kat'î malûmat vermezler; lâkin ertesi sene donanmalarının Fenike koyunda mağlûp olduğu vakit çıkmış olmaları pek muhtemeldir (66). Herhalde elli sene sonra ve İmparator Anastas zamanında Rodos Bizans donanmalarının toplanma mevkii idi. Rûm İmparatorluğu'nun ehl-i Salîb tarafından taksimi hengâmmda Rodos —ismi târihte kalmamış olan— bir İtalya prensinin hissesine düşmüştü. 1249'da Rodos Cenevizliler'in eline düştü; İmparator Yuannes Dukas'ın şarabdârı Jan Kantakuzen adayı onlardan almak istedi; lâkin —o aralık Mısır'da Sen Lui nezdine gitmekte olan— Ahaiya Prensi Vilharduen, kendi askerini Cenevizliler'in askerine ilhak etmiş olduğundan, Kantakuzen çekilmeğe mecbur oldu. Lukas bilâhare Protosebast Teodor'u göndererek, o da Cenevizliler'i çıkararak Rodos'u yeniden Bizans hükümetine teslîm etti (67). Bununla beraber, Bizans İmparatorlarının ada üzerinde hâkimiyetleri şekilde ve zayıf idi. Zîrâ Rodos Vâlîsi olan Kuala asilzadelerinden biri istiklâlini ilân ettiği halde, İmparator bu isyanı yatıştıramadığı gibi, Türk korsanları Sakız, Sisam ile Adalar Denizi'ndeki şâir bâzı adalar gibi, bu adayı da istedikleri gibi tahrîb ederlerid (Not: 13). Sen-Jan Tarikatı üstâd-ı âzami Giliyom Vilare, Rodos'taki karışıklıktan istifâde ederek Türkler'i adadan çıkarmağa ve kendi hesabına ele geçirmeğe karar verdi. Biraderi ve halefi olan Folk Dö Vilare bu tasavvuru icra mevkiine koydu; Papa V. Klemen'in ve Güzel Filip'in tasvîbiyle Rum İmparatoru Andronikos'dan adayı talep etti; buna mukabil Türk korsanlarını Rodos'tan çıkarmayı (68), her sene İmparator'a üçyüz şövalyeden mürekkep bir fırka muavin asker göndermeyi taahhüd ediyordu. Teklifleri tebliğe me’ınûr olan sefirler, bunları Kostantiniyye'de kabul ettiremediklerinden şövalyeler Rodos'u muhasara ve hücum ile zapt ettiler (69). Ve dört günden az bir müddet içerisinde bütün memleketi ve Nisiros, Leros, Kalimno, Apiskopi, Simba, Kus gibi civardaki adalara hâkim oldular (70). Kus veya Lungo —ki meyveleri ve şarablarıyle, Bukrat ve Apel'in doğum yeri olmakla mâruftur— bu adaların en büyüğü idi. Folk Dö Vilare orayı —kare şeklinde dört kule ile çevrili olan— bir kale ile tahkim (66) (67) (68) (69) (70) Teofanes, c. 13, 654. Nikefor Gregoras, kitap: 2; Martinier'in Coğrafya Kaamusu'na müracaat. Verto, kitap: 4, Pahimeres'e nazaran, 7, fasıl: 30-31; Bernardos Gido. Verto, 6. Kezalik (Nisiros, İncir Adası; Leros, Leryus; Kalimno, Kalimnos; Simba, Sömbeki; Kus, İstanköy. Mütercim). 168 HAMME R ettiği gibi halefleri de bu vilâyet ve piskoposluk merkezini mermerden yapılmış şaheser binalarla süslediler (71). Kus limanı vaktiyle girişi kolay ve emin olduğu halde, bugün kum ile dolmuştur; bununla beraber şehirde bulunan Yunan antik paralarından ve —bütün Akdeniz adalarındaki çınarların en güzeli olan— meşhur çınar ağacından dolayı seyyahlar Kus'a rağbet ederler (72). Simba, ilkçağda —en güzel sefineler imâl eden— doğramacılarıyle meşhur olduğu gibi, bugün de — deniz altında (73) sünger arayan— dalgıçlanyle mâruftur. Üstâd-ı Âzam —Rodos ile Kus arasında muhâberât vâsıtası olmak üzere— bir işaret kulesi inşâ ettirdi (74). Tekrar Türk korsanlarının (75) hükmü altına düşmüş olan Apis-kopi, Rodos'un fethinden on sene sonra (1321/722), komandor Jerar Dö Pino'nun kumandası altında, on kadırgalık bir donanma tarafından tekrar zaptedildi. Silâh taşımağa kudreti olan erkeklerin hepsi öldürülüp, ihtiyarlarla kadınlar, çocuklar esîr olarak satıldılar (Not: 14). Folk'un halefi ve Rodos'un fâtihi Helion Dö Vilnöv, şehrin eskimiş olan surlarını tamir ettirmek ve kendi hesabına yaptırdığı bir tabiye ile etrafını çevirttirmekle beraber, bilhassa Rodos'ta ve ona tâbi olan civar adalarda birçok askerî mevkilerin te'sîsi ve eskilerin idâmesiyle meşgul oldu (76). On sene sonra, Birinci Haçlılar zamanında Rodos kadırgaları Venedik ve Kıbrıs kadırgalarıyle birleşerek 1344 Teşrinievvelinin 28'inde İzmir'i, Aydın Beği Umur Beğ'den zaptettiler (Not: 15), Helion Dö Vii-növ'ün halefi ve Dragon şövalyesi Hudâverdi Dö Guzon 1436'da îmroz hizasında bir Türk donanmasını bozdu (77) Rodos'un dış mahallelerini surlarla çevirdi ve kadırga limanındaki şeddi denize kadar uzattı (78). Dö Guzon'un «Dragon Şövalyesi» lâkabı, heybetli bir yılanı (ihtimal ki Rodos'un eski isimlerine sebep olan yılanlardan biri (79) dir) öldürmesi üzerine verildi ve yılanın cesedi şehrin kapısı üzerine asıldı (Not: 16). I. Mehmed, İzmir'i Cüneyd'den zaptettiği vakit, bu şehrin yakınında Sen -Jan Tarîkati'ne âid kaleyi de almıştı. Üstâd-ı Âzam Filiber Dö Nayyak (71) (72) (73) (74) (75) (76) (77) (78) (79) Kezalik, 461, Amsterdam basımı. Şuvazul (Şvazvel?) - Gofiye*nin Garîb Seyahatleri, c. 1. (Bu çınar ağacı Bukrat (Hyppokrates) zamanından kalmış olmakla mâruftur ki, bir-çok tabloları yapılmıştır. Mütercim). Kezalik, Verto, Şarka Bir Seyahat Esnasında Topografyaya Dâir Müşahedeler, s. 88, müellifi Hammer. Verto, s, 462. Bunlar, İzmir ve Aydın taraflarındaki Tevâif-i Mülûk Türkleridir (Mütercim). Verto, 5, s. 530. Kezalik, a. 553. Kezalik, s. 560. bk. Buşar. (Fenike lisanında: Rod). OSMANLI TARİHİ 169 bu husus için Pâdişâh nezdine davet edildiğinden, mukabeleten Osmanlı memleketlerinin başka bir yerinde ona muâdil bir müstemleke istedi. I. Mehmed buna razı olarak —Filiber'in 1414'de zaptetmiş olduğu-1- Alikar-nas (Halikarnas) limanını ona terketti; Filiber bu limanı bir kale gibi sağlamlaştırdı (80). Alman şövalyesi Piyer Şekkelhold kalenin inşâsı için —tam bir vahşî gibi— Melike Artemis'in kabrinin kalıntılarını işgal etti (81). 1437'de Üstâd-ı Azam olan Jan Lastik makamına oturur oturmaz —Mısır Sultânımın tecâvüz tasavvurlarına mâni olmak maksadıyle— Rodos'a yeniden kaleler ilâvesiyle meşgul oldu. Mısır Sultânı Rodos ve Kıbrıs adalarının vaktiyle Arablar’ın elinde bulunmuş olmasına istinaden, bu adaları kendi mülkü olmak üzere ilân ederek, bu iddiasını te'yîd için onsekiz kadırgadan mürekkep bir donanma gönderdi. Donanma —şövalyelerin üzerinde bir kale inşâ etmiş oldukları— küçük Kastelruso adasını (82) zapt ve 1440 Eylül'ünün onbeşinde Rodos adasına hücum etti. Lâkin payitahtı muhasaraya başlayamaksızm çekilmeğe mecbur oldu (83). Dört sene sonra, yâni 1444 Ağustos'unda bir Mısır ordusu Rodos'a çıkarak, şehri kırkiki gün muhasara ettiyse de zaptedemedi. Kostantiniyye'nin fethinden az bir müddet sonra II. Mehmed, Edirne Sarayı'nda Adalar Denizi hükümetlerinin sefirlerini kabul ettiği sırada Rodos elçilerinin bulunmaması nazar-ı dikkati celbetmişti. Mehmed, Üstâd-ı Âzam'ın vergi vermekten imtina etmesine zâten hiddetlenmiş olduğu cihetle, harb ilân etti. Otuz gemiden mürekkep bir donanma Karya sahillerini, İstanköy ve Rodos adalarını tahrîb etti ve birçok ganimetler ve esîr getirdi (83). Daha sonra yüzseksen gemi ile Hamza Beğ Adalar Denizi'nde göründü. Hamza Beğ — Mehmed'in saltanatının ilk yıllarında bahsetmiş olduğumuz veçhile— Midilli ve Sakız adalarına tecâvüzlerde bulunduktan sonra, İstanköy'deki Raherya kalesini (84) yirmiiki gün muhasara etti; lâkin kaleyi alamadığından Simya üzerine gitmeğe ve oradan da dönmeğe mecbur oldu. Ondan sonra —İstanköy gibi SenJan Şöval-yeleri'ne âit bulunan— Rodos, Lerios, Kalamus, Nisiros adalarını tahribe gitti. Osmanlılar Rodos adasına Arhancelos karyesi civarına çıktılar (85). Lâkin akınlarının neticesi delikanlılar ile genç kızları kaldırarak esâret(80) (81) (82) (83) (84) (85) Dukas'a nazaran 21, s. 60 ve 22, s. 64. Üstâd-i Âzam, Petronioni (Kastil-lum Petri) — ki zamanımızda Bodrum denilmektedir— ancak Pâdişâhın müsâadesi üzerine inşâ ettirmiştir. Vertoya nazaran, 7, Üstâd evvelce orada bulunan Tatar askerini çıkarmıştır. Fontanus. Verto, 6, 2, s. 88. Dukas, fasü: 43, s. 181. Kezalik. Verto, Dukas'ın yazdığı fıkrayı bilmediğinden, bu kaleyi «Landi-makio diye isimlendirir. 2, s. 118. Verto, 2, a, 119. 170 HAMME R le götürmekten ibaret kaldı. Üstâd-ı Âzam Jak Dö Milli o vakit Memlûk-ler, Türkler, Venedikliler ile muharebede ve kırkiki kadırgadan mürekkep Venedik Donanması Rodos limanının muhasarasında bulunduğundan, Mehmed ile müzâkerelere girişti. Mehmed evvelâ, Rum piskoposu De-mitrius Numfilatus'un Komandor Sakona için istediği yol tezkirelerini îtâya muvafakat etmedi (86); lâkin bilâhare Trabzon'un fethini tasvir ettiğinden tezkireleri verdi. Bunlar vâsıl olunca Üstâd-ı Âzam Raymon Ja-kosta, Vilfranş komandoru Marşal Giyom'un Rodoslu iki Rûm ile birlikte Kostantiniyye'ye gönderilmesinde acele etti. Giy om, 1461'de Şövalyeler ile Türkler arasındaki ilk mütârekeyi akdetmiştir. Mehmed bunu iki sene için imza ederek, vergi talebinden vazgeçti (87). 4 Pâdişâhın devam etmekte olan muharebeleri sulhu dört sene daha uzattı. Lâkin 1467'de otuz Türk kadırgasından Rodos'a birçok asker çıkarak Lindos, Herakle, Drianda, Katoda kaleleriyle Arhancelon ve Noburg kariyelerini tahrîb etti (88). Zahirde Rodos'a karşı hazırlanmış olan yeni bir Türk donanması gelerek, adaya dehşet verdi; lâkin Pâdişah'ın böyle bir rivayet yayılmasından maksadı Ağrıboz seferinin gizli tutulması maksadına matuf olduğundan, ada, Osmanlılar'ın Venedikliler ile muharebeleri esnasında geçici bir sükûna nail oldu. Bununla beraber, Venedik ile aktedilen sulhden sonra Osmanlı donanmaları işsiz kalınca, Piyer Dö Bu-son bu atâletin uzun müddet sürmeyeceğini tahmin ederek, bir hücum ihtimâline karşı hazırlanmayı düşündü. Son Üstâd-ı Âzam Jan Dö Ris-nö'nün vefatından az bir müddet evvel, Piyer Dö Buson —henüz Overni başrâhibi iken— masraflarını bizzat karşılayarak deniz tarafında, Limori^'ya doğru iki ve Sent Margrit civarında da bir kale inşâ ettirmişti (89). Piyer Dö Buson, bütün kilise baş-duâhanlarına mektuplar (90) göndererek, tarîkatin bütün şövalyelerini Hıristiyanlığın bir merkezi olan Rodos'un müdâfaasına iştirake davet etti. Mehmed, Üstâd-ı Âzam nezdine —Oğlu Karaman Vâlîsi Cem tarafından sefîr resmî unvânıyle— bir casus gönderdi. Bu sefîr Rum'dan dönme Demitrius Sufyân idi. Her sene vergi verilmek şartıyle sulh teklif etmeğe geliyordu. Üstâd, bu teklifin —donanmanın tamâmiyle hazırlanmasına kadar vakit kazanmak için— bir desiseden başka birşey olmadığını Kostantiniyye'deki me’ınûrları vâsıtasiyle haber almış olduğundan, hiyleye aldanmış gibi göründü. Dö Busen, Avrupa'dan Rodos'u muhafaza için koşup gelen şövalyelerin serbestçe geçmesini te’ınîn maksadıyle, Pâdişah'ın vergi talebinden vazgeçmesini, yâ(86) (87) (88) (89) (90) Verto, 2, s. 127. Kezalik, s. 131. Kezalik, 7, 2, s. 141. Verto, 7, 2, s. 154. Kezalik, s. 160. Verto bu mektupları aynen nakleder. OSMANLI TARİHÎ 171 hud kendisine —Papa ile Hıristiyan hükümdarlarının müsâadesini almak için— hiç olmazsa üç ay müsâade etmesini istedi. Demitrius Sofyan ikinci defa olarak Rodos'a geldi ve Pâdişah'ın istediği «vergi» nâmının —ta-rîkatin haysiyetini kırmamak için— «senelik hediye»ye çevrilmesi teklifini tebliğ etti. Üstâd-ı Âzam, teklifin reddinde ısrar gösterdi. Bununla beraber yeniden bir ahidnâme akdedildi ve gelen bir ikinci Türk elçisi tarafından imzalanarak, bununla ticâret serbestisi te’ınîn olundu (1479) (91). Piyer Dö Buson imza ettiği şu mütârekeye îtimâd etmediğinden, Mısır Sultânı ve Tunus Beği ile ale'l-acele sulh akdetti. Tunus Beği ihtiyâç hâlinde Tunus payitahtı limanından otuz bin minut (?) buğday çıkarılması için müsâade göstereceğine sarîhen muvafakat ediyordu (27 Teşrinievvel) (92). Tarîkatin umûmî meclisi toplanarak —yakında zuhur edeceğini herkesin hissettiği— harb esnasında hazîne ile askerî kuvvetlerin yüksek idâresinin yalnız Üstâd'ın elinde bulunmasına karar verildi. Dö Buson, Rodos Hastahâne Müdîri (93)'ni, amiralini, kançılarını, hazinedarını kendisine muavin olarak seçti. Büyük biraderi olan Monteyi Vikontu Antuan Dö Buson'u başkumandan tâyîn ederek, süvârî askeri kumandanlığını da Brandenburg Baş-duâhânı Rudolf Dö Valenburg'a verdi. Şehir haricindeki evleri, ağaçları yıktırdı; Sent-Aantuan ve Sent-Mari Dö Fileremus Kiliseleri'ni büsbütün kaldırttı (94). Mehmed, bu hazırlıklardan haberdâr olarak, donanmasının tamâmiyle teçhizini beklemeksizin, 1479 Kânunievvel'inin dördünde —adanın durumunu keşfetmek maksa-diyle— bir donanma ile Mesîh Paşa'yı Rodos'a gönderdi. (Not: 17). Osmanlı amirali, Fano kalesi önünde demirleyerek Rodos'un köylerine birkaç sipâhî müfrezesi gönderdi; lâkin Brandenburg Duahanı bunları gemilerine dönmeğe mecbur etti. Mesîh Paşa Rodos'tan püskürtüldüğünden —yine tarîkate âit olan— Tilo adasına hücum ve kalenin zaptına teşebbüs etti. Lâkin bu tasavvurunu da icra edemediğinden, Fenika (eski Fiskus) limanına giderek bahar mevsiminde büyük Osmanlı donanmasının gelişini bekledi. Bu donanma yüzaltmış gemiden mürekkep olarak 1480 Ni-sanı'nda Çanakkale Boğazı'ndan çıktı (95), Rodos sahilinden geçerek Fenika limanına doğru gitti; orada kara askerini alarak 1480 Mayısı’nın 23'-ünde tekrar ada önünde zuhur etti. Sen-Jan Şövalyelerine karşı bu teşebbüs Mehmed'e, üç mühtedî tarafından telkîn edilmişti: Bunların herbiri Pâdişah'a Rodos istihkâmlarının bir plânını takdîm ettiler. Her üçü de bilâhare sefîlâne bir ölümle (91) (92) (93) (94) (95) Verto, 7, 2, s. 160-165. Verto, s. 167. Tarîkatin unvanlarından biri (Mütercim). Kezalik, s. 169. Osmanlı müverrihlerine nazaran yalnız altmış kadırga. 172 0332 HAMMER hıyanetlerinin cezasını görmüşlerdir. Bu mühtedîler —Rodos'un Rum asîlzâdegânından olup kaybettiği servetini dinini (Hıristiyanlığı) terk ederek tekrar kazanacağını ümîd etmiş olan— Antuan Meligalo ile —Ağrı-boz'da doğmuş, Cem tarafından Üstâd-ı Âzam'a gönderilmiş, sihir ile ulûm-ı hafiyye'de şöhret bulmuş olan— Demitrius Sofyan ve —herkes tarafından «Usta Jorj» (Not: 18) ismi verilen— riyaziye ilimleri ve topçulukta geniş mâlâmât sahibi bir Alman idi. Bu Alman evvelâ Rodos'ta bulunmuş, sonra Kostantiniyye'ye gelerek Pâdişah'ın iltifatına mazhar olmuştu. Şu üç mühtedi Rodos'un fethinde lüzum ve suhulet olduğunu Mesîh Paşa'ya ısrarla söylediklerinden, Mesîh Paşa bunları Pâdişah'a takdîm etti. Üçü de şehrin istihkâmlarına âit plânlarını ve muhasara hakkındaki tasavvurlarını arz ettiler. Usta Jorj'un tertibatı diğerlerine üstün görüldüğünden, hücum buna göre hazırlandı. Bu muhasarayı doğru nakledebilmek için 1803'de, târih elimde olarak mevkii kule kule ve istihkâm istihkâm dolaşmış olduğum cihetle, mevkiin topoğrafisinin muayyen surette tarifi, Verto ile Gofiye'nin düşmüş oldukları hatâların tashihine medar olur ümidindeyim. Rodos adasının kuzey ucunu teşkil eden burun üzerinde, yine o isimle müsemmâ olan payitahtı (Rodos şehri) vardır. Denize doğru uzanmış ve uçlarında bir kavis gibi bükülerek birbirine yaklaşmış olan iki dil ise emîn, vâsi', derin bir liman teşkil eder. Bunun içinde bir sed yapılarak sandallara mahsûs havuz ile gemilerin girdiği iskele yekdiğerinden ayrılmıştır. Limana giren gemilerin solunda kalan dil, şehir istihkâmlarının dışında olup, bütün uzunluğunca yel değirmenleri inşâ edilmiş ve nihâyetinde «Melekler Kulesi» denilen kule ile muhafaza olunmuştur. Diğer taraftaki dil üzerinde dahî, bir ucundan bir ucuna kadar hep yel değirmenleri bulunur. Kavisin —Melekler Kulesi'ne yakın olan— ucu şehrin surları içinde kalır. Rodos kulelerinin en meşhur ve en mühimmi olup evvelâ Arablar tarafından tahkim edilmiş, sonra Üstâd-ı Âzam Jakosta zamanında Sen Nikola'ya izafe edilmiş olan kule dahî, yine o kavsin ucu üzerindedir. Bu kule zamanımızda (Hammer zamanında Türklerce «Arab Kulesi», Hıristiyanlarca «Sen Nikola Kulesi» diye adlandırılmaktadır. Dâhilen büyük limanı teşkil eden o iki dilin hâricinde, sahil kıvrılarak bir kavis yapar ve limana giren gemilerin sol tarafında kumla dolu bir kavis, sağ tarafında da —«Kadırga Limanı» denilen ve bir cihetinden bir kule (Not: 19), diğer cihetinden Sent-Aim kalesiyle mahfuz olan— bir liman teşkil eder. Büyük limanın içinde kalan uçta ve hemen deniz kenarında şehrin iki kat surları görülür; Kadırga Limanı'nın nihâyetinde bir mahalle vardır ki, şimdi Vâlî Konağı orada ve surların hâricinde bulunur, îşbu birinci muhasarada —müdâfaası yedi lisana mensup (96) şövalyele(96) Rodos tarîkatinde her milletten şövalyelerin hepsine birden «Usan> OSMANLI TARİHİ 173 re tevdi edilmiş olan— yedi tabiye ile şehrin kayıplarından (kapılarından olsa gerektir. Hazırlayan) bahsedilmemiş olduğu için, bunları saymaktan sarf-ı nazar edeceğiz; zâten bunların mevkii ikinci muhasara târihinde olduğundan, buraya sayılması zâid olur. Ağaçlıklık, manzarası latif, bir tepe üzerinde ve şehrin yarım mil kuzeyinde bulunan Fileremus Kilisesinden daha önce bahsetmiştik. Evvelce kilisenin nâmıyle anılan o tepe bugün «Sünbüllü» adıyla anılır (97). Şehrin bir mil batısında, denize yakın bir yerde Sent Etienne Dağı bulunur. Mesîh Paşa donanması oraya yanaştı, muhafız askerlerin şiddetli müdâfaalarına rağmen ordu ile topların çıkartılması işlerini icra etti. Osmanlı askeri derhâl o dağın üzerinde ve eteklerinde mevkî tuttu. îki gün sonra Türk kumandanı — evvelce orada bulunup da yıkılmış olan— Sent-Antuan Kilisesi'nin yerinde SenNikola Kulesi'ne karşı üç büyük toptan mürekkep bir batarya tabiye etti. Toplara, üç mühtedîden o vakit hayatta bulunan Usta Jorj kumanda ediyordu. Meligalo ayağında zuhur eden bir hastalıktan denizde ve ikincisi Demitrius Sofyan daha muhasaranın ilk günleri Rodos önünde vuku bulan bir çarpışmada telef olmuştu. Usta Jorj'a gelince,, onu da şehirde âdilâne bir ceza bekliyordu. Jorj fiiline nadim bir mülteci gibi görünerek surların önüne gelip kapının açılmasını rica etti, Üstâd-ı Âzam'ın huzuruna götürülerek orada, dinini değiştirmiş ise de, sonra hareketinden samîmi nadim olduğunu beyân etti. Lâkin muhâsırların kuvveti ve galebeyi imkânsız kılan topları hakkında pek çok tafsilât vererek Türkler'in adedini yüzbine çıkarması ve herbiri onsekiz kadem uzunluğunda olan dokuz-on parmak çapında gülleler atan uzun topları müthiş bir surette tasvir etmesi üzerine, şübheyi davet etti (Not: 20). Üstâd-ı Âzam, mülteciyi —kendisini hiçbir an nazardan kaybetmemekle mükellef— altı askerin muhafazasına vererek tabiyeler üzerinde bizzat seçtiği bir bataryanın kumandasına memur etti. Türkler o vakte kadar Sen-Nikola Kulesi üzerine üçyüzden ziyâde gülle atmış ve kulenin kara tarafını bir enkaz yığını hâline koymuşlardı. Lâkin Üstâd, gediği yeni bir hendek ve ahşâb bir tabiye ile kapatarak müdâfaasını —İtalyan lisanından— Komandor Karet'e verdi. Sen-Nikola Kulesi'nden Sen-Piyer Kulesi'ne giden surun kenarına ve şehrin aşağı kısmına birkaç süvârî bölüğü himayesinde piyade neferleri gönderdiği gibi denizin unvanı verilirdi. Meselâ «Fransız lisanı», Fransız şövalyeleri» demektir. Mütercim. (97) 1201/1787 senesinde Rodos hükûmet-i şer'iyyesinde bulunmuş olan Ma-raş'ın Sünbtil-zâde hanedanından meşhur nâzım Tuhfe sahibi Vehbî su getirmek suretiyle o mevkii bir mesire hâline getirmiş olduğundan ona nisbet olunur. Arazîsinin yapısından dolayı adanın suları pek iyi değildir, nisbeten iyisi «Sümbül Suyu»dur. Mütercim. 174 HAMME R —Türklerin geçebilmeleri mümkün olan— sığ kısmına dikenli tahtalar koydurdu. Türkler Sent-Etienne limanından getirmiş oldukları sandallarla kuleye hücumlarında yediyüz kişi kaybederek ric'at ettiler. Üstâd, düşmana karşı kazanılan şu muvaffakiyetten dolayı —Sent-Mari Dö Filere-mus'un mucize gösteren tasviri, konulmuş olan— kilisede niyazda bulundu. Ertesi gün Mesîh Paşa hareket tarzını değiştirdi ve deniz tarafından hücumu terkederek, kara tarafından taarruza başladı. Sekiz büyük top ile Yahudî mahallesinde gedik açtı. Dokuzuncu bir top da şeddin mün-tehâsından dil üzerindeki yel değirmenlerine çevirildi. Dö Buson, derhâl Yahudî mahallesi tamamen hak ile yeksan edilerek enkazıyle, içeride ikin-cir bir sur inşâsını ve bunun da hendek ile çevrilmesini emretti. Şövalyelerle köylüler, tacirlerle esnaf, kadınlarla çocuklar bu yeni suru inşâ için gayrette yarıştıkları esnada, Türk toplan haricî surları öyle bir gürültü ile yıkıyorlardı ki, topların sadâsı Rodos'un yüz mil batısındaki îstan-köy'den ve yüz mil doğusundaki Kastel Ruso'dan işitildi. Türkler'in şehir içine attıkları kumbaralar ahâlîye az hasar verdi: Kadınlarla çocuklar bunların nadiren yetişebildiği bir kaleye sığınmışlardı. Diğer taraftan muhafız askerleri dahî kilise ve kale bodrumlarına kaçarak bu kumbaralardan korunuyorlardı. Osmanlılar gemilerden uzattıkları bir köprü ile Sen-Nikola Kulesi üzerine tekrar bir hücum tertîb ettiler. Altı kişinin yanyana geçebilmesine müsâid olacak derecede geniş olan bu köprü, dilin —evvelce Sent-Aantuan Kilisesi'nin bulunduğu— zaviyesinden Sen-Nikola Kulesi'ne kadar uzanıyordu. Türkler gemi de-miriyle karaya bağlanmış bir halatla, köprüyü kulenin altına kadar götürmüşlerdi. İngiliz gemicisi Jervasius Roje, geceleyin denize atılarak halatı kesti, köprü bağlantısız kaldığından denize açıldı, lâkin Türkler sandallarla çekerek tekrar şedde bağladılar. 1480 senesi Haziran ayının on-dokuzunda, fırtınalı bir gecede, Sen-Nikola Kulesine hücum başladı (Not: 21). İki taraftan şiddetli bir top ateşi açıldı. Gemilerden yapılan köprü ayrıldı (Not: 22). Muhâsırların büyük kısmiyle dört tane top şalopesi denize battı. Karaya çıkmak için kullanılan sandalların ekserisi yandı. Muharebe gece yarısından sabahın onuna kadar kanlı ve şiddetli bir şekilde devam etti. Türkler nihayet ikibinbeşyüz kişi kaybettikten sonra çekilmeğe mecbur oldular ki, Kastamonu Sancak Beği Süleyman da bunlar arasında idi (98)'. Mesîh Paşa, hücumunda ric'ate mecbur olması üzerine hep toplarını bir noktaya topladı. Bu muazzam kuvvet kamilen, şehrin Sen-Nikola Kulesi'ne civar olan kısmına, yâni İtalyanlar’ın bulundukları istihkâmlarla (98) Verto (Vertot)'da «Merla Beğ, Sultân Mehmed'in bi r oğlunun dâmâdı»; Breydenbah (Breidenbach)'da «viri strenuissimi Turcoquc dilecti»; yâni: Türklerin mümtaz kumandanlarından biri. OSMANLI TÂRİHİ 175 Yahudî mahallesine yöneltildi. Üçbinbeşyüz gülle az vakit içinde büyük gedikler açtı. Rodoslular bu toplara mukabil, uzaklara kadar gayet büyük taşlar atar makine kullandılar. Bu makine, —ki Türkler'in istihkâmlarını tahrîb eder ve istihkâmda çalışanları ezerdi— Sultân Mehmed'in istediği vergiden kinaye olarak, mahsurlar tarafından «Vergi» diye isimlendirilmiştir. Makine, Türkler'in şehir içine attıkları cesîm taş gülleler ile, hendekleri doldurdukları kaya parçalarıyla doldurulurdu. Rodoslular yeraltındaki yollardan gelerek bu kaya parçalarını alırlardı; o surette ki, Türkler hendeklerin her gün nasıl olup da boşaltıldığını bir türlü anlayamazlardı. Piyer Dö Buson umûmî bir hücumu beklediğinden, istihkâmların üzerine kükürt, zift, balmumu ve diğer yanıcı maddeler, taştan üstüvaneler, barut ve demir kesikleriyle dolu küçük torbalar naklettirdi ki, bunlar düşman üzerine atılacaktı. Usta Jorj'u getirterek bu korkunç hücum başladığında ne yapılacağı hakkında re'yini sordu. Jorj muhâsırların istihkâmlarını tahrîb edecek yeni bir mancınık teklif etti. Ancak bu makinenin sadmeleri Türk bataryalarını tahrîb edecek yerde, şehrin surlarına dokunduğundan Jorj'un düşman ile müttefik olduğu hakkındaki şüphe arttı; işkenceye konulması üzerine îtirâf ederek şüphe tamâmiyle kat'-iyyet kazandı. Jorj belki bu ikinci hıyanet hususunda zemmedilemez ise de, başı kesilerek birinci hıyanetinin gerektirdiği cezayı buldu. Diğer bir mültecinin dahî hıyanette bulunduğu anlaşılıyor: Bu da daha muhasaranın başlangıcında işkenceye konulunca Mesîh Paşa’nın emriyle Üstâd-ı Azam'ı zehirlemek tasavvurunda bulunduğunu îtirâf etmiş ve bunun üzerine başı kesilmişti (Not: 23). Muhâsırlar ordusunun başkumandanı bütün hücumlarının neticesiz kaldığını görünce, şehrin teslimini sağlamak için müzâkere yoluna teşebbüs ederek, bunun için Üstâd-ı Azam'a bir Rum gönderdi. Lâkin o da hiçbir şey yapamaksızın geri geldi. Mesîh Paşa buna ziyâde hiddet etti; ale'l-husûs ki hiddetinden dolayı şehri teslîm suretiyle alıp da askerin hücum yoluyla zaptettikleri takdirde alacakları büyük ganimeti onlara bırakmamak isterdi. Mamafih umûmî bir hücum emriyle yağmaya müsâade edeceğini vaad etti. «Allah, Allah!» sadâlarıyla yer gök çınlıyordu. Sekiz büyük toptan mürekkep batarya bir gün evvel Yahudî mahallesini o kadar döğdü ki, şehrin o tarafındaki surları tamamen tahrîb edilmiş ve hendek ağzına kadar dolmuş idi. 1480 Temmuzunun 28'inde —ki Osmanlı donanması yine o gün Ot-ranto'ya yanaşmış idi— güneş doğarken, bir havan topu darbesiyle hü- 176 HAMME R cûm işareti verildi (99). Türkler karşı konulamaz bir cesaretle gedikler üzerine atıldılar. Üçbinbeşyüzü orada müthiş bir muharebeye başladılar. Onların arkasında bulunan kırkbin kişilik bir ordu dahî sür'atle şehrin bütün noktalarına birden hücum etti. Her iki taraf fevkalâde şecaat gösterdi. Muhâsırlar şehir üzerinde —Sa'dü'd-dîn'in tâbiri veçhile— «zencir-den kurtulan arslanlar gibi» (100) hücum ettiler; mahsurlar da —Breiden-bach’ın tâbiri veçhile— «dinlerini ve serbestilerini müdâfaa için Maka-beler (101) gibi» mücâdele ettiler (102). Mesîh Paşa’nın sancağı mazgallar üzerine dikilmiş ve Yahudî mahallesini örten yirmi kadem (103) yüksekliğindeki surun iç tarafına dört merdiven kurulmuş idi ki, Mesîh Paşa «yağmaya müsâade edilmediğini ve Rodos hazînelerinin Pâdişah'a âit olduğunu» tabiye üzerinde îlân ettirdi. Bu îlân muhâsırların gayretini birdenbire kırdı. Dışarıda bulunan asker, içeride harbetmekte olanların imdadına gitmekten imtina etti; içeridekiler de, surun kenarında saff-ı harb üzere dizilmiş olan şövalyeler tarafından püskürtüldüler. Osmanlılar'ın kurdukları merdivenler bu defa mahsurların işine yaradı. Bunlardan birine bizzat Üstâd-ı Âzam çıktı. Şu suretle mahsurlar eski mevkilerini tekrar elde ettiler. Yeniden bir cenk başlayarak iki saat devam etti. Lâkin Türk askeri her tarafta mağlûp olduğundan sancağıyle beraber birçok telefat bırakarak firar etti. Rodoslular muzafferiyetlerini altından bir haç'ın, ve elinde kalkan ve mızrak olduğu halde şaşa'alı bir surette Hz. Meryem'in ve birçok maiyyeti efradı ile semavî bir şahısın îsâ, Meryem, Yahya sancakları bulunan mahallin üzerinde görünmelerinden dolayı Türkler arasında birdenbire zuhur eden korku ve heyecana hamlet-mişlerdir. Osmanlı müverrihleri ise, ordunun mağlûbiyetine Mesîh Paşa' nm hasisliğinin sebep olduğunu söylemekte müttefiktirler; lâkin —muhasaranın târihini yazmış olan— Şövalyeler Tarîkati ikinci kançıları, bu hususta birşey söylemez ki, bu da —şüphesiz— şövalyelerin şerefini tenkis etmemek içindir. Son hücumda Türkler gedikler üzerinde ve hendekler içerisinde üçbinbeşyüz maktul bırakmış idiler; bunların hepsi yakıldı. Muhasaranın devam ettiği üç ay zarfında Mesîh Paşa cem'an dokuz bin telefat ve onbeşbin yaralı vermişti. Osmanlı ordusu gemilerine bindiği (99) Breidenbach'a nazaran 28; Vertot'a nazaran 27; kitap: 7, 2, s. 197. (100) Sa'dü'd-dîn, İstanbul basımı, c. 1, s. 574 (Mütercim). (101) «Makabeler» bu cildin «Ondördüncü Kitap, 62 No.lu dipnot»unda îzâh olunmuştu. Mütercim, (102) «Nec aliter pro fidecatholica et republica christianorum pugnavere, quam olim gloriosi Machabaei pro cultu divino et Hebrâerum libertate praeliati sunt.» (Metnin kaynağı). (103) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 64, Âlî, 35. Bâb, İdrîs, varak: 172. Ravzatü'l-Ebrâr'da (varak: 271), yalnız askerin tamâmdan, bahsedilmiş olup, Paşa'nın hasisliği hiç zikredilmemiştir. ÖSMÂMJ TARİHİ 177 vakit iki Napoli gemisi gelerek Rodos şehrine imdâd kuvveti ve Papa'nın daha ziyâde yardım edeceği vaadini ulaştırdı. Türk kadırgaları bu gemilerin girmesine müsâade etmemek istediler: Gemilerden birisi epeyce hasar görmüşken yine limana girdi; diğeri bütün düşman kadırgalarının arasından muzafferâne bir yol açtı; kadırgaların kumandanı bu mücâdelede telef oldu. Mesîh Paşa, ordusunun bakiyyesiyle Fenika limanına avdet etti; sonra, Halikarnas'da Petronion kalesini muhasara ettiyse de, onda da muvaffak olamıyarak donanmasını Kostantiniyye'ye götürdü. Mehmed, kumandanlarının mağlûbiyetini mûtâd üzere idâm veya hapisle cezalandırdığı halde, Mesîh Paşa'yı yalnız «paşa» rütbesinden «Gelibolu Sancak Beği» rütbesine tenzil ile iktifa etti. Mesîh «vüzerâ» yâhud «üç tuğlu paşa»lar listesinden silinmekle bahtiyar kaldığından makamı —o vakte kadar Anadolu ve Rumeli kazaskerliğini şahsında toplamış olan— Mağ-nisa Çelebî'ye verildi. O vakitten beri bu iki me’ınûriyet yekdiğerinden tefrik edildi. Molla Muslihü'd-dîn Kastalanî Rumeli Kazaskerliği'ne, Molla Hacı Hasan-zâde dahî Anadolu Kazaskerliği'ne tâyin edildiler. Yine Rodos muhasarası senesi, II. Mehmed'in saltanatı zamanının en meşhur ulemâsından biri olan Molla Hüsrev ile Şeyh Kutbü'd-dîn Attâr-zâde vefat ettiler. Molla Husrev Osmanlı fıkhının ana kitaplarından olan Dürerü'l-Ahkâm müellifidir (104). Kutbü'd-dîn de Kostantiniyye muhasarasında Eyyûb'un kabrini keşfetmiş olan Şeyh AkŞemsü'd-dîn'in en meşhur tilmizlerinden biridir. 1480 senesi, Osmanlılarca I. Mehmed zamanında te' sîs edilmiş olan «nakîbü'l-eşrâf» mansıbının lâğvedilmesiyle de mâruftur (105). Mehmed ordusunun felâketinden, askerinin yalnız kendi kumandası altında bulunduğu vakit hiç mağlûp olmaz olduğunu düşünerek, kendini teselli etti ve ordunun Rodos muharebesinde kaybetmiş olduğu itibârı iade etmek istedi. 1481 baharının girişinden itibaren, Pâdişah'ın tuğları —Asya'da bir muharebe alâmeti olarak— Anadolu sahiline dikildi. Mehmed, ittihaz etmiş olduğu kaideye uygun olarak —gideceği hedefi kimseye söylemediği cihette—, seferin Mısır Sultânı üzerine mi, yoksa Rodos üzerine mi tertîb edildiği meçhul kaldı. Ordu Üsküdar'dan Gekbüze (Gebze)'ye doğru yürüdü; fakat bu iki şehir arasında bulunan Hünkâr Ça-yırı'na gelince —bir zamandan beri sıhhati bozulmuş olan— Pâdişâh dur»evlet-i Osmâniyye'nln Teşkilât ve İdâresi'ne müracaat, 1, s. 9. (Hammer'in Fransızcasında «Dourer-al-Ahkam (les perles de la loi) görülüyorsa da, galiba me'hazı kendisini hatâya sevketmlştir. Ma'lûm olduğu üzere kitabın ismi «Dürerü'l-Htikkâm» ve şerhinin ismi «Gurerü'l-Ahkâm» dır. Mütercim.) (105) Maurace d'Ohsson, 4, s. 562. (104) Hammer Tarihi, C: II. F.: 12 9<VfE K"TBV.'W""1Pİ... M Mı ılB'. Ml M| HI ■■■■■I ^HMH 178 HAMMER mağa mecbur oldu. Fâtih, yeni bir muzafferiyetle sıhhatini kazanacağını ümîd etmiş idi; lâkin 1481 Mayısı'nın üçüncü perşenbe günü (4 Rebîyülev-vel) saltanatının otuzuncu senesinde ve elliiki yaşında olduğu halde ve fat etti. Sultân Mehmed bu suretle son seferinin hangi devlete karşı ter-tîb edildiği hakkında âlemi mütereddid bıraktı. Osmanlı târihinin Meh-med'e —diğer pâdişâhlardan temyiz için— vermiş olduğu «Fâtih unvanı yalnız Bizans'ı fethettiği için değil, devletin hududunu her cihetinden genişlettiği içindir. Bâzı Avrupalı müverrihler Spandojino'ya îtimâd ederek Mehmed'in fütuhat ve dehâsı hakkında pek mübalâğa göstermişlerdir. İnsaflı bir tarihçinin vazifesi kendinden önceki tarihçilerin şahadetlerini ölçüp biçerek, onların hatâlarını tashih etmektir. O müverrihler, Mehmed'in iki imparatorluk, ondört devlet, ikiyüz şehir fethetmiş olduğunu söylerler ve iddialarını yine Mehmed'in dehâ-sıyle isbat etmek için — Spandojino'nun mezar taşında yazılıdır dediği— şu «Rodos'u almak, İtalya'yı da teshir etmek isterdim» sözlerini yazarlar. Mehmed, vakıa iki imparatorluğu, yâni Bizans ve Trabzon imparatorluklarını ve —zaptetmiş olduğu memleketlerin bütün kasaba ve köyleri hesaba dâhil edilirse— ikiyüzden ziyâde şehir zaptetmiştir. Krallıkların adedine gelince: Bunun yansı fazladır; zîrâ Sırbistan, Bosna, Arnavudluk devlet addolunduğu gibi, Boğdan, Mora, Karaman, Kastamonu da birer devlet sayılsa bile, yedi'den geri kalan kısmı bulmak için Ağrıboz'u, Kefalonya'yı, Midilli'yi, Limni'yi, İmroz'u, Taşoz'u da devlet hesab etmek lâzım gelir. Spandojino'nun, Mehmed'in mezar taşında bulunduğunu söylediği kitabe (Not: 24) güven verici olmayan bir delile müstenid ve bir hayâlden ibarettir; Mehmed'in kitâbe-i seng-i mezarında Rodos'a ve İtalya'ya dâir hiçbir kelime yoktur. Bu türbe, Fâtih'in Kostantiniyye'de inşâ ettirmiş olduğu câmi'in mihrabı arkasındadır; selefleri olan sultânlar, Bursa'da istirahatgüzîndirler. Târihte bî-taraflık, bâzı müverrihlerin Sultân Mehmed'e isnâd ettikleri birtakım zalimane hareketleri kabule de müsâid değildir. Meselâ, fakir bir kadının hıyarını kimin yediğini meydana çıkarmak için saray hademesinden ondördünün karnını yardırmış olduğu; ordunun, kendisinin atâleti hakkındaki şikâyetini ortadan kaldırmak için İren isminde sevdiği bir cariyenin kendi eliyle başını kestiği; oğlu Şehzade Mustafa'yı —bir paşanın haremine tasallutundan dolayı— zehirlediği; bir hâkimi — emriyle diri diri şişe geçirilen— babasının derisi üzerine oturttuğu hiçbir suretle kabule şâyân değildir. Şâir birçok rivayetler gibi, bunlar da (106) efsâne kabilinden addedilmelidir. Bu türlü mübalâğalar târihin ciddiyetine yakışmaz; târih, Mehmed'in mezâlimi, ayıplanacak ihtirasları, dehâsı, te'sîsâtı hakkında bî-tarafâne bir hüküm vermelidir. Saltanatının (106) Spandojino, s. 67 Ye 68. OSMANLİ TARİHİ 179 ilk vakıası olan kardeş katli, vazifelerine sâdık kalmış olan askerin katliâmı, Trabzon İmparatoru, Bosna Kralı, Midilli ve Atina Beğleri hanedanlarının idamı —başka bir ilâveye lüzum bırakmaksızın— aleyhinde oldukça yüksek bir surette lâzım geleni söylemektedirler. Zaptettiği şehirlerde asîlsâdelerin kadınlarından en güzidelerinin hareme atılarak pây-mâl edilmesi, Yunanistan, Pont, Cenova, Venedik, Sırbistan, Eflâk genç erkeklerine koymuş olduğu beddua edilmeğe şâyân cizye, kötü temayüllerini kâfi derecede isbat eder. Arzularına mukavemet, idâm ile ile ceza görürdü. Kostantiniyye'nin fethinden sonra idâm edilmiş olan Grandük Notaras'ın oğluyla Ağrıboz muhasarasında katledilmiş olan Erico'nun cesur kızı ve henüz ondört yaşında iken ihtiras ve intikamının pençesinden kurtulamamış olan Protovestier Franzes'in oğlu bu suretle namus ve dinlerinin kurbanı olarak ortadan kaldırılmışlardır. Bizanslılarla —Barletius ve Kaorsen gibi— muasır Avrupalı müverrihler, bizzat görerek tarif ettikleri îşkodra ve Rodos muhasaralarında kendisini zalimliğin her çeşidiyle tavsif ve kötülüklerinde mübalâğa ettikleri gibi (Not: 25), Spandojino, Civvio, Sansovino gibi diğer bâzı müverrihler de pek ziyâde överek târihî hakikatlerden, evvelkiler kadar uzaklaşmışlardır. Meselâ, Spandojino, Mehmed'in Rum Patriki Skularius tarafından yarı-Hıristiyanlığa meyi ettirildiğini, vefatından az evvelki zamanlarında kilisenin mukaddes eşyalarına ziyâde hürmet ettiğini, bunların önünde mütemadiyen kandil yaktırdığını söyler (107). Civvio daha ileri giderek Büyük İskender ile Jul Sezar (108) târihlerinin kıraatini bilhassa sevdiğini; Yunan, Lâtin, Arab, Arab, Acem, hattâ Keldânî, lisanlarını bildiğini iddia eder. Biz —bütün bu asılsız rivayetler üzerinde durmaksızın— Sultân Mehmed'in hâiz olduğu dehânın, o rivayetten daha beliğ delillerini fetihlerinde, devletini genişletmesinde, te'sîs ettiği mekteb-lerde, camilerde, hastahânelerde, ilimler ve san'atları himayesinde, bizzat şiir ve edebiyat ile iştigâlinde görürüz. İdâri kanunları, askerî ıslahatı te'sîsleri, saltanatı zamanına şaşaa veren birçok âlimlerin eserleri ise, mezâlimini unutturmasalar bile, târihte kendisine mümtaz bir mevkî te’ınîn ederler (Not: 26) (109). (107) (108) (109) Spandojino'nun güya medh için yazdığı bu sözler hayâlden ve bunun hakikati Fâtih'in Rumlar'a adalet ve lutufla muamelesinden ibarettir. Şarklılar Büyük İskender'in târihini ancak bir hikâye yâhud destan tarzında bilirler. Jul Sezar'ın ise Osmanlı literatüründe ancak ismi bilinir. Bu husus Mİ. 2'de ele alınacaktır. Mütercim. ONSEKİZİNCİ KİTAP II. Mehmed devri saltanatının âbideleri. — Binalar. — Müesseseler. — Kardeş öldürmenin siyâsî bir kanun hâline konulması. — Devlet dört sınıf erkânı. — Vezirler, Kazaskerler, Defterdarlar, Nişancılar. — Enderun ve Bi-rûn (İçeri ve Dışarı) Ağaları. — Ordu ile Saray halkı. — Âlimler. — Mektebler. — Mehmed'in almış olduğu terbiye. — Yedi vezîr. — Ulemâ, şuârâ, fukahâ, tabîbler ve meşâyîh. Sultân Mehmed, Kostantiniyye'yi fethettikten sonra başlıca sekiz kiliseyi câmi'e çevirdi ve sonra yeniden daha dört cami te'sîs etti. Fâtih'in oniki camiinden kubbelerinin yüksekliği ve güzelliğiyle en ziyâde şâyân-ı dikkat olanı — Ayasofya'dan sonra— nâmına mensub olarak şehrin yedi tepesinden biri üzerine yaptırdığı camidir. Fâtih Camii vaktiyle Hava-riyyûn Kilisesi'nin bulunduğu mevkide ve dört / on (?) yüksekliğinde bir satıh üzerindedir. Havalisi dört köşe ve üç tarafı sütunlarla müzeyyen olarak dördüncü cihet, camiin cebhesidir. Büyük kapı mihrabın tam karşısı hizasındadır. Kurşunla kaplı kubbeler granit ve mermer sütunlar üzerine kurulmuştur. Avlunun revakı (1) uzunluğunca mücellâ mermerden bir sofa mevcuddur ki, yalnız kapılarla kesintiye uğramıştır. Ortada kurşun kubbeli bir şadırvan yapılmış ve etrafına yüksek serviler dikilmiştir. Avlunun hâricinde ve demir parmaklıklı pencerelerin üzerinde rengârenk mermer levhalar üzerine gayet güzel yazı ile kabartmalı olarak Fatiha Sûresi hakkedilmiştir. Cümle kapısında ve kebûdî (mavî) bir mermer üzerinde Kostantiniyye'nin fethine dâir olan hâdîs-i şerîf kıraat olunur (M.İ. 1) (Not: 1). Câmi'in «sahn» adı verilen dış havâlisinde sekiz medrese binâ olunmuştur. Bunların herbirinin arkasında talebeye mahsûs hücreler bulunan bir tetümme vardır. Bu binalara bitişik imaretler mevcuddur ki, bunlardan muhtâc olan talebeye ve şâir kişilere günde iki defa yemek verilir. «Dârü'ş-şifâ» denilen hastahâne, «timârhâne» denilen dârü'l-mecânîn (akıl hastahânesi), seyyahların, yabancıların gecelemesine mahsûs ve «kervansaray» yâhud «han» adı verilen binalar, nihayet erkek çocukları için mektebler mevcuddur. Kütüphane oâmi içindedir; bir oda ayrılarak kütüphane yapılmıştır. Osmanlılar'ın İstanbul'da te'sîs ettikleri ilk kütüphane (1) Son cemâat mahalli. (Mütercim), OSMANLI TARİHİ 181 budur. Camii çeviren bu binalardan başka, yine camiin etrafında, fakat daha uzak bir dâire içinde bir sebilhane, hamamlar, bir kütübhâne, hadîs tedrisine mahsûs bir medrese, bir sofayı hâvi avlu, bir türbe görülür. II. Mehmed'in validesi Alîme Hanım'ın kabri onun yakınındadır (2). Sultân Mehmed, «Fâtih» adı verilen camiden başka, üç cami daha yaptırmıştır: Ebû Eyyûb Ensârî Camii ki, kabri Kostantiniyye muhasarasında pek zamanında keşf olunarak hücum edenlere yeni bir gayret vermiştir; Şeyh-i Âzam Buhârî Camii ki, şehrin yakınında Edirne-Kapı-sı'ndadır (Emîr Buhârî II. Murad ordusunu surların yanma kadar sev-ketmiş idi); Yeniçeriler kışlasındaki Yeniçeriler Camii (Ortacami) (Not: 2). Devletin eski iki payitahtı olan Edirne ve Bursa şehirlerinde I. Mehmed ve II. Murad tarafından inşâ olunan birçok güzel camilere kendisi birşey ilâve etmedi. Ancak sultanlarıyle vezirleri Fâtih'in saltanatında o şehirlerde bâzı âbideler inşâ etmişlerdir ki, burada onları zikretmekli-ğimiz lâzım gelir: Kaasım Paşa, Edirne'de Tunca sahilinde bir cami yaptırmıştır ki, onun adiyle yâd olunur; banisinin türbesi de cami içindedir (3). On sene önce Fâtih'in kızı Ayşe Sultân yine Edirne'de diğer bir cami binâ ettirmişti ki, o da yaptıranın ismiyle anılır. Kaasım Paşa Câmii'nin inşâsından dört sene sonra Dülkadirli hükümdarı Süleyman'ın kızı ve Fâtih'in halîlesi Sitti Sultân’ın camii ikmâl edilmiştir (4). Sultân Mehmed Eski ve Yeni Saray'ı, Atîk Bezazistanı'nı da (5) yaptırmış ve yukarıda gördüğümüz veçhile İstanbul'un harâb olmuş duvarlarını tamir ettirmiştir. Şimdi umûmî mâhiyetteki binalardan idare usûlüne geçiyoruz: Şarklılar memleketi bütün bir hâne, yâhud asıl tabiriyle, bir çadır gibi tasavvur ederek, idarenin başlıca şubelerine işaret edilen şu mefhuma uygun isimler verirler. Hükümranlığın esâsı şer'iat, âdet, hükümdarın husûsî emirleri, yâni kanundur. «Kapı» lâfzından bizzat hükümet anlaşılır. Çünkü en eski zamanlardan beri Şark milletlerinin işleri hükümdarların sarayları kapılarında görülegelmiştir (6). Kapı, müdâfaasına me’ınûr askerle muhafaza olunduğu cihetle bu mecaz yalnız hükümete (bâb-ı devlet; bâb-ı hümâyûn) delâlet için kullanılarak, asker için de kullanılmıştır. Ordunun onauıuu bulan muhtelif şubelerine" «kapı» denilmiştir (7). Bu kelimenin üçüncü bir mecazî mânâsı da umumiyetle devlete yâhud (2) (3) (4) (5) (6) (7) Mauracea d'Ohsson, 2, 511. Avrupa müverrihlerinin yazdıkları kitâbe-i seng-i mezar sırf hayâlidir. Hacı Kalfa, Rûm.-Ui, s. 9. Kezalik, s. 10. Üstü kapalı çarşı. Ksenofon, Cyropedie. La Constitution de l'Emp. Ott©. (Osmanlı Devleti'nin Teşkilâtı) eserinde II. Mehmed'in Kanun-nâmesi kısmına müracaat. 182 HAMME R hükümete ait olmayıp özellikle saray ve harem halkını gösterir ki, bâb-ı hükümete, «bâb-ı hümâyûn-i saltanat» ve «bâb-ı devlet» tâbir olunduğu halde, saray ve harem için «dârü's-saâde» denilir. Şu suretle hükümet mazhar-ı ikbâl, saray ise «mes'ûd» mânâsını almış oluyor. «Bâb-ı devlet» yâhud «bâb-ı hümâyûn» önünde asker ikame olunarak muhafazası onlara tevdi olunmuş ve hükümet vezirlere verilmiştir. Bâbü's-saâde'den mes'-ûdiyet-i âsmânîye, yâni saraya, harem dâiresine gidilir. Saray dâhilinde «oda» tâbir olunan mahalde hazîne bulunur. Mâliye idaresine me’ınûr olanlar orada toplanır. «Dîvân» en büyük kanun memurlarına mahsustur. Daha geride olan dâireler asıl saray halkına tahsîs olunmuştur. Kanun, yâni II. Mehmed'in nizâm-i esâsîsi —ki son sadrâzamı olan Karamanlı Mehmed Paşa onunla idareyi tanzim ve devletin teşrifat usûlünü tâyin etmişti— hükümet ile sarayın vazifelerini taksimde «dört» adedini esas ittihaz etmiştir. Bu da çadırın dayandığı dört direkten alınmış olduğu gibi, târihî bir hususiyete, yâni «çâr-yâr», «Dört Halîfe» bulunmasına müsteniddir. Bu taksime göre en önde devletin dört direği bulunur ki, vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancılar'dır. Ondan sonra bîrûn ağaları, sonraki tâbirle kullandıkları silâhlara göre muhtelif asker kumandanları, daha sonra Enderun ağalan, diğer tâbirle saray me’ınûrları, nihayet ulemâ ve fukahâ geliyor. Ancak hükümet binasının bu kısımlarım tâyîn olunan sıraya göre gözden geçirmezden evvel, II. Mehmed tarafından hükümetine esas ittihaz edilmiş olan ve «Kanun-nâme» denilen nizâm-i esâsîyi gözden geçirmek münâsip olur. Kanun-nâme dört bâb'a, üç husûsî kısma taksim edilmiştir. Birincisi devletin büyük me’ınûrlarının mertebelerinden; ikincisi âdetler ve teşrî fâttan, üçüncüsü cürümlere terettüp eden cezalar ile hükümet hizmetlilerine tahsîs olunan aidatlardan bahseder. Devlette terakki usûlünün mâhiyetini göstermekte olan birinci babın ehemmiyeti daha ziyâde tafsilât verilmeğe lâyıktır. Bunun tamâmiyle anlaşılması evvelce bâzı bilgilerin alınmasına ihtiyaç gösterir. Binâenaleyh ileride bahsetmek üzere şimdilik ondan vaz geçerek Kanıın-nâme'nin son iki bâbıyla meşgul olacağız. İkinci Bâb’ın en ziyâde şâyân-ı dikkat olan nizâmları bayram merasimine, sofra-i hümâyûna, mühr-i sultâni'ye, saltanat merasimi usûlüne aittir. Birincisi Yahudîler'in kamış bayramına ve diğeri Hıristiyanların ıyd-i faslıma mukabil olan iki bayram, Osmanlı takviminin en büyük iki dînî günleridir. Sultân Mehmed, «Mâtem-i Hüseyn» ile Nevrûz'u, diğer tâbirle Acem yılbaşı resmini lağvederek, o vakte kadar icra olunan meşhur merasimin adedini şu suretle yarıya indirmiştiı. Lâkin iki bayramı saray tantanalariyle çerçeveleyerek bunlara yeni bir revnak ilâve etmiştir. Bu bayramlar için: «îrâde-i şahanem budur ki eyyâm-i iydde dîvân odası pişgâ-hındaki meydân-i umûmîye bir taht kurulsun ve râsime-i dest- 87 OSMANLI TARİHİ 183 bûsî orada icra olunsun; vezirlerim, kadı-askerlerim, defterdarlarım arkamda durmak lâzım gelir. Hâcem vezirlerin, kadı-as-kerlerin önünde kaaim bulunacakdır. Çavuşlar ile maâş-i mahsûsları olsun olmasın sancak beğleri ve müteferrikalar el öpmek resmini ifâ edeceklerdir.» diyor. Eyyâm-i îyd kanunu (Bayram merasimi hakkındaki kanun) muhtelif derecedeki hükümet me’ınûrlarma pâdişâhın elini öpmek şerefine nail olmak müsâadesini vermekte semahat gösterdikleri halde, sofra-i şâhâne nizâmı bütün kulları efendileriyle birlikte taam yemek şerefinden istisnasız mahrum ediyor: Bunun için de: «îrâde-i mahsûsam zât-ı şahanemle birlikde hiç kimsenin taam itmemesidir. Ecdâd-i izamım mukaddema vezirlerini sofralarına kabul etmişler idi; ben bu âdeti lâğv etdim» (8). demiştir. Kanunun mühr'e müteallik hükmü, kudret-i âliyye nişanesi demek olan «hâtem-i hümâyûn»un muhafazasını sadrâzama tevdi ediyor: «Mühr-i hümâyûnum vezîr-i âzamin muhafazasında bulunsun; hazîne açılup kapanmak iktizâ ederse, dâima onun ve defterdarlarımın huzurunda açılup kapansun.» (9). üzerinde Pâdişâhın tuğrası kazılı bulunan müh-i hümâyûn'un tevdii o zamandan beri devletin en büyük mansıbı olan vezâret-i uzmâ'nın tevcih edildiğini gösterir. Hazîne odasının mühürlenmesinden maada ahvalde mühr-i hümâyûn kullanılması sadrâzamın pâdişah'a hitaben yazacağı arî-zalara tahsîs olunmuştur. Bütün ma'rûzât evvelce vezîr-i âzamin elinden geçeceği ve zât-ı şahaneye arz hakkı vezîr-i azama münhasır bulunduğu cihetle, pâdişâh kendi mühründen ve ecnebî hükümdarları sefirlerinin saygılı bir şekilde ayakta durarak (yâni müsûl-i resmî) takdîm ettikleri îtimâdnâmelerdeki mühürlerden başkasını görmez. Kulların mühürleri nazar-ı şahaneye lâyık değildir. II. Mehmed'in kanunlarından en müthişi kardeş öldürmeyi —her pâdişâhın saltanat tahtına zahmetsizce sahip olması için— devletin bir nizâmı halinde emir ve te'yîd etmesidir. Avrupa'nın eski cumhurlarının ve padişahlıklarının târihi siyâseten birader idamına emsal gösteriyor ki, bunlar haleflerinin haklı olarak nefretlerine mazhar olmuştur. Ancak Asya hükümdarlarının asalarını kanlandıran bu türlü cinayetlerin başka yerde emsali yoktur. Acem târihi safhalarında yazılı cinayetlerin en korkunç olanlarından biri hiç şüphesiz ki Dârâ ile elli kardeşinin —doksan yaşındaki babaları Erdeşîr üzerinde ika ettikleri— baba katli cinayeti ve (8) (9) Kezalik. Kanun nâme-i Mehmed-i Sâni (II. Mehmed'in Kanun-nâmesi) s. 99. 184 HAMME R kardeşleri Okevs'in (Okûs?) elli kaatil ile bunların bütün ailelerini idâm etmek suretiyle aldığı intikamdır. Keyânîler tarafından gösterilen misâle halefleri olan Sâsânîler de imtisal etmişlerdir. IV. Ferhad babasını, büyük oğlunu, otuz kardeşini işkenceye teslîm etmiştir (10). Romalı müverrih Justinianus, İran'da pederinin ve biraderinin cesedleri üzerinden tahta çıkmak bir nev'i şeref addolunduğunu bu bâbda nazar-ı dikkate arz eder. Ancak İran istibdadı, birader idamını kanun hâline koyup da kanunî bir muamele addetmek derecesine çıkmamış ve bu vahşîlik Osmanlılar'ın siyâsî hukukuna kalmıştı. Mehmed'in Kanun-nâme'si bu bâbda diyor ki: «Fukahânın ekserisi evlâd ve ahfâd-i ecdadımdan câlis-i taht olacak olanlar âmmenin selâmeti içün kardaşlarmı öldürebileceklerini beyân etmişlerdir (11). Binâenaleyh onlar da böylece hareket etmelidirler.» Saltanatın kurucusu Osman, amcasını ok ile vurmak suretiyle hanedanın azalarından birini kati için ilk misâli göstermişti; Bâyezîd, kardeş Öldürmek misâlini gösterdi; onu taklîd eden Mehmed-i Sânı bu cinayeti kanunî bir muamele hâline koymak ve husûsî bir kanun hâlinde vaz'et-mekle haleflerini onunla mükellef kılmak istemiştir (Not: 3). Lâkin bu korkunç kanun, mucidinin müstehak olduğu ân kanlı bir kalemle yazmış olduğundan, ile'l-ebed gerek kendi milletinin, gerek şâir medenî milletlerin nazar-ı istihkarına arzedecektir (Not: 4). Şu suretle katlin esas kaide ittihaz olunduğu görüldükten sonra, Ka-nunnâme'nin üçüncü babında aşağıdaki fıkranın okunması taaccübü icâb ettirmez: «Su-başılarımm alacakları kan bahası kati içün üçbin, göz çıkarmak içün binbeşyüz, baş yarmak için beşyüz akçedir.» Kan bahâsı, Osmanlı adliyesi varidatında birinci derecede bulunur; ondan sonra Hıristiyan hükümetleri tarafından te'diye olunan senelik vergiler gelir ki, yeni vergiler yülkenmesinden ve eskilerin tahsilinden men-faatdâr kılmak için, Padişah, işbu vergileri vezîr ve defterdârlariyle paylaşır: «Ecnebî hükümetleri rikâb-i hümâyûnuma vergi takdîm etdik-lerinde vezîr ve defterdarlanm kendi hisselerini ahzedecekler-dir (12)». Bu bâb, vezirlerin, beğlerbeğilerin, defterdarların, sancak beğlerinin tahsisatlarının listesini rakam rakam belirttikten sonra, şu madde ile sona eriyor: (10) (11) (12) Justinianus, 10 ve 42. Osm^nische Staatverfasstmg (Osmanlı Devleti Teşkilâtı), 1, s. 99. Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilâtı, 1, s. 99. OSMANLI TARİHİ 185 «Kızlarımın evlâdı beğlerbeği hizmetlerine tâyîn olunamayıp ancak nemâdâr sancaklara nasb olunacaklardır.» Sultân Mehmed, bununla, vezirlerle evlendirilmiş sultanların evlâd ve torunları sancak beğliğinden yüksek bir me’ınûriyete geçtikleri takdirde devleti tehdîd edebilecek tehlikeler ortaya çıkması ihtimâlinin önünü almak istiyordu. Lâkin bu kanun sultanların ancak torunları hakkında tatbik olunabilir; çünkü evlâdları doğdukları anda göbekleri bağlanmamak suretiyle ölüme mahkûm edilir. Osmanlılarca hâlâ mer'î olan (13) işbu yeni doğmuş bebeklerin îdâmı hakkında Kanun-nâme'de birşey denilmemiş olması, bunun çoktan beri âdet hâline gelmiş ve kardeş idamı hakkındaki kanunî maddede zımnen dâhil bulunmuş olduğunu isbât eder. Şu suretle katlin kanuniliği, pâdişâhın yalnız biraderleri için değil (14), yeğenleri ve torunları için de te'yîd olunmuştur. Arablar, İslâm Peygamberimden evvel kızlarını doğar doğmaz boğmayı âdet edinmişlerdi; (Haz-ret-i) Muhammed'in insaniyet nazarında en güzel işlerinden biri bu vah-şiyâne âdeti bir Kur'ân âyeti mucibince lağv etmiş olmasıdır. Nasıl tahmin olunabilirdi ki, Peygamber'in kanununa tâbi olduğunu ilân eden ve «Emîrü'l-mü’ıninîn» unvanından başka, «halîfe» unvânıyle de iftihar eyleyen hükümdarlar, katl'i dînî vâsıtalarla caiz hâle getirsinler ve nefret celbeden bu fetvalar açıkça bir masumun katlini men* eden ve fakat en geniş mânâda tefsiri itibariyle hakikatte her türlü katle cevaz veren bir Kur'ân hükmüne müstenid bulunsunlar? (15). DEVLETİN DÖRT RÜKNÜ Şimdi, Osmanlı teşkilâtı nizâmının muhtelif kısımlarını tafsîlen tahlil edeceğiz. Mukaddes «Dört» sayısı (16) —evvelce beyân ettiğimiz veçhile— merâtib taksiminin esâsını teşkil eder. Çadırın dört direği vardır. Kur'ân mucibince dört melek tahtın medâr-ı istinadıdırlar. Havanın dört belli başlı noktasında dört rüzgâr hâkimdir. «Alem-i hayret» hayâtının daimî surette müştereken mevcûd olan en meşhur dört üstadı sûfîyye tarafından «evtâd» (direkler) diye adlandırılmıştır; dört İncil sahibi ol (13) (14) (15) (16) Müverrihin zamanında. Bu mes'ele Mütercimin İlâveleri kısmında tetkik edilecektir. Mauracea d'Ohsson, 3, 315. Müverrih burada «El-fitnetün...» delilini aynen —fakat lâtin harfleriyle— yazar. Ancak şer'an ihtimâl üzerine değil, hattâ niyet üzerine ceza tertibine imkân olmadığı ve şer'î hükümlerin ma'sûm kanı dökülmesine hiçbir veçhile mesâğ vermediği gibi, Hammer'in beyân ettiği fetvalar dahî malûm değildir. Mütercim. Bu kudsiyet ve kıyâs müverrihin kendi şahsî görüşünden ibarettir. (Mütercim). HAMMER duğu gibi, Peygamberin de dört şâkird-i hikmeti bulunmuştur ki, îslâ-mın ilk dört halîfesidir. II. Mehmed dahî devletin dört direğini (erkân-ı devlet) bu adede göre te'sîs etmiştir. Onlar da Vezirler, Kazaskerle, Defterdarlar, Nişancılar'dır ki, dîvân’ın, başka bir tâbirle «Şûrây-ı Devlet»in direkleri olup «div»lerin faaliyet ve basiretini hâiz olmaları lâzım geleceği için «dîv» (Not: 5) diye isimlendirilirler. Vezirler: Devletin ilk erkânı vezirler, yâni «hamahlardır (17), ki genel olarak hükümet işlerinin bütün yükü onların üzerine yüklendiği için böyle isimlendirilmişlerdir. Eskiden yalnız bir vezîr vardı. Sonraları ikiye, üçe çıkarak, II. Mehmed tarafından dörd'e yükseltildi. Bunlar arasında vezîr-i âzam teftişe tâbi olmayanıdır ve yüksek bir selâhiyete sahiptir. Vezîr-i âzam pâdişâhın vekili, idarenin bütün şubelerinin en büyük âmiri, hükümetin merkezi, herşeyin hareketi ona bağlı olan harekete geçirici güçtür. Şark'da her zaman —«Zıllu'llahi fî'l-arz» (Allah'ın yeryüzünde gölgesi) olan— hükümdarın kudreti vezîr-i âzam vâsıtasiyle icra olunmuştur. Bu, suretledir ki, Şark târihinin en eski zamanları Tûrân'da vezîr-i şehiı-i Pîrân Vise'yi (?), İran'da Zerdüşt'ün muasırı Câmâsb'ı, Nû-şirevân-ı Adil'in veziri Büzürc-mühr'ü (18), Fir'avun'un saracında Yûsuf'u, Sûzân'ın sarayında Danyal'ı, Süleyman'ın vezir-i âzami Asaf'ı, meliklere mahsûs bir atâlet ve kapıları herkese karşı örtülü bir şevket içinde bulunan hükümdarların milletler nezdinde vekilleri olmak üzere gösterilirler (19). Bu mühim me’ınûriyetin Halîfeler zamanında Bermekîler, Selçuklular zamanında Nizâmü'i-mülk'ler, Osmanlı zamanında Çandarh-lar'da olduğu gibi bir ailede irsen bekası pek nâdirdir. Vezîr-i âzamlık bu son ailede I. Murad'dan II. Mehmed'e kadar irsi olmuş ve Sultân Mehmed, Halil Paşa'nın îdâmıyle Çandarlılar'ın kuvvetini müebbeden imha ederek ondan sonra yalnız başına ve ortak kabul etmeksizin hüküm sürmüştür. Bir sene sonra diğer bir vezîr-i âzam tâyîn ettiği vakit, ona yalnız ordunun kumandasını vermiş ve dîvân'a kendisi riyaset etmiştir. Kefe, Karaman, Otranto fâtihi Gedik Ahmed Paşa'nın vezîr-i âzamlığında hâdise-yi mahsûsa bu mansıbın eski imtiyazını iadeye sebep olmuştur: Bir gün, perişan kıyafetli bir Türkmen dîvân odasına girerek, kendi kavmine mahsûs kaba bir telâffuz ile: — «Devletli hunker kangunuzdür?» (20) diye suâl etti. Sultân Meh- (17) 41 (18) (19) (20) Daha önce de hatırlatıldığı gibi. «vezir» lâfzı «muavin» mânâsına alınmak gerekir. Mütercim. «Mühr-i âzam, Hurşid-i âzam» büyük güneş demektir. «Büzürg» (Buzurg» m f z m m diğer bir telâffuz şekli «Büzürotür. (Mütercim) Hond-zâde Hond-mîr'in Târîh-î Vüzerâ'sı, ikiyüzden ziyâde vüzerânm ter, cüme-i hallerini ihtiva eden, bu nefis eser kolleksiyonumdadır. Solak-zâde, varak: 64, o sözleri nakleder. «Devletli hünkâr hangintzdir?» İfâdesinin kaba bir şekilde telâffuzudur. OSMANLI TARİHİ 187 med bu sözlerden öfkelenmiş ve vezîr-i âzam bu fırsattan istifâde ile bundan sonra şahs-ı mukaddesini şu suretle bilinmemek hakaretine arz etmemek için, dîvânın hükümet işlerini vezirlere bırakmak daha münâsib olacağını arz etmiştir. Mehmed, bu re'yi kabul ettiğinden, o vakitten beri bütün idare vezirlerin ve bilhassa vezîr-i âzamin elinde bulunmuştur. Birbirini takip eden dört gün yâni cumâertesi, pazar, pazarertesi, salı günleri vezîr-i âzam —vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancılar kendisinden evvel azîmet etmekte oldukları halde— saraya giderlerdi. Dîvân odası kapısına ilk varanlar ellerini göğüsleri üzerinde kavuşturmakla beraber kemâl-i dikkatle yenleri içine saklayarak beklerlerdi (21). Vezîr-i âzam şûra erkânının teşkil ettiği çifte sırayı selâm verip selâm alarak geçtikten sonra, dîvân'a girer ve onlar da dîvânın önüne ilk gelenler südde-i dîvânı (dîvânın kapısını) en sonra geçmek üzere— ikişer ikişer vezîri âzami takip ederlerdi (22). Vezîr-i âzam kendine mahsus olan minder üzerine oturarak, vezirlerle kazaskerleri sağ, defterdarlarla nişancıları sol tarafa alırdı. Takrîr-i mesâlih'e (yâni, hükümet işlerinin, kabine gündeminin zaptını tutmağa) memur olan tezkireciler vezîr-i âzamin önünde ayak üzerinde ve reîs efendi minderin kenarında bulunurdu. «Baş-mâ-beynci» demek olan «kapıcılar kâhyası» ve «mâbeyn müşiri» demek v>ıan «çavuş-başı» dîvân'da hazır olarak, maiyyetlerindeki mâbeynci ve çavuşları da bulundurmakla dîvân'a bir kat daha ihtişam verirlerdi. Çavuş-başı intizamın muhafazasına me’ınûr olduğundan «dîvân beği» unvânıyle adlandırılırdı. Rütbelerine alâmet olmak üzere vezirin üç, beğlerbeğilerinin iki, sancak beğlerinin yalnız birer tuğlan vardır. Bizanslılar'ın «Çok yıllara!» sadâlarınm yerine kaaim olan «selâm-ı mübârek-bâd» (Alkış) (Not: 6) vezirlere mahsûs idi. Vezirler altın düğmeli ve sırma şeritli kadife kaftan giyer; kışın bunlara samur kürk kaplanırdı (23). Vezirlerin îrâdları fî'l-asıl yüzbin akçeden ibaret idi; sonraları ikiyüzbine çıkarıldı; ancak kendilerine tahsîs olunan zeametler de ayrıca bu akçenin beş-altı mislini getirir idi. Vezîr-i âzamlara âit olan on imtiyaz bu me’ınûriyetle ale'l-âde vezirlikler arasında nihayetsiz bir mesafe bulunduğunu gösterir. Vezîr-i âzamların imtiyâzlan şunlardı: 1. Hazîne kapılarını ye dîvân günleri akşamı dîvânı mühürleyen mühr-i hümâyûn'un muhafızı olmak; (21) (22) (23) Elleri saklamak Ksenofon zamanında dahî câri idi; 1, 3. 52. Ksenofon ayrıca şunu da ilâve eder: «Zîrâ yenler içinde saklanılmış olan eller hiçbir şeye teşebbüs edemezler.» Âlî. Alî. 188 HAMME R 2. Münâsip gördüğü zaman öğleden sonra «bâb-ı âlî» adı verilen kendi sarayında husûsî bir dîvân toplayabilmek; 3. Hanesinden saraya ve saraydan hanesine her gittikçe refakatinde çavuşbaşı ve çavuşlar bulunmak; 4. Çarşamba günleri kazaskerler ve defterdarlar —saraya gittiklerinde kullandıkları resmî kavukları giymiş bulundukları halde— kendisini ziyaret etmek; 5. Pazarertesi günleri dîvân ortasında rikâb-ı hümâyûn me’ınûrları tarafından alkışlanmak; 6. Her cuma günü câmi'e giderken —hepsi resmî külahlarını giyinmiş olmak üzere— çavuşlar, çaşnigîrler ve müteferrikalar alay teşkil etmek; 7. Diğer vezirlere yalnız ayda bir defa giden Yeniçeri Ağası tarafından her hafta ziyaret olunmak; 8. Istanbul kadısı, Yeniçeri Ağası, pazarların en büyük me’ınûru demek olan muhtesip, şehr-emîni demek olan subaşı kendisinin refakatinde bulunduğu halde şehri teftiş etmek; 9. Diğer vezirlere pek nâdir ve âdı elbiseleriyle gitmekte olan şeriat me’ınûrları ile sancak beğlerinîn, sarayda giydikleri kavuk ve libas-larıyle haftada bir ta'zîmâtlarını kabul etmek; 10. Her iki bayramda vezirler, defterdarlar, beğler, ulemâ, ordu kumandanları tarafından resmî surette tebrîk edilmek (24). Kazaskerler: Devlet ve dîvânın ikinci derecede erkânı kazaskerler, yâni ordu kadılarıdır. Devletin kuruluşundan II. Mehmed saltanatının hitâmına kadar Rumeli ve Anadolu eyâletlerinde ortaya çıkan dâvaların görülüp halledilmesi en son derecede yalnız bir kazaskere verilmişti. Lâkin Sultân Mehmed'in hükümranlığının son senesinde bu vazife ikiye taksim olunmuştur. Yukarıda gördüğümüz veçhile Mesîh Paşa Rodos muhasarasını müteâkib azledildi; onun mevkii kazasker Mağnisa Çelebisine verilerek, bu zâta Molla Kastalânî halef oldu. Vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa —ki Osmanlı'nın yeni kanun mecmuasının büyük kısmı onun zamanında tanzim olunmuştur— Kastalânî'nin şahsî hasmı olduğu cihetle Pâdişah'a —biri Rumeli dâvalarına, diğeri Anadolu dâvalarına bakmak üzere— iki kazasker tâyini lüzumunu arzetti (25). Teklifi kabule nail olarak Hacı Hasan-zâde Kastalânî'ye rakîb olmak üzere Rumeli Kazas-kerliğin'e tâyîn ve Ötekine yalnız Anadolu Kazaskerliği tevcih kılındı. Ordu kadılığı me’ınûriyetlerinden en yüksek ilmiyye hizmeti Pâdişâh ve şehzade muallimliği (hoca) ile şer'î ahkâmı son derecede tefsire selâhi-yetli olan en büyük me’ınûr idi, ki «müftîlik» demektir. Sonraları Kanu(24) (25) «Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilâtı» eserine müracaat, 2, s. 83. Solak-zâde, varak: 64, Hacı Kalfa’ınn Tafcvîmü't-Tevârth'i, s. 187. OSMANLI TARİHÎ 189 rrî Sultân Süleyman zamanında «iftâ» mansıbı bütün şer'î mansıbların birincisi olmuştur. Üzerinde şüphe bulunan konularda kendisine müracaat olunup da kadı tarafından kendisiyle amel olunabilir olmak üzere bir karar veren fakîhe, «karan kat'î ve istinafı kaabil olmayan mânâsına» olarak, «müftî» unvanı verilir (Not: 7). Bu müftilerdir ki, biri hayâtına ilişilmiyeceğine dâir olan vaade rağmen, Bosna Krah'nın idamına me'zû-niyet veren ve diğeri her pâdişâhın cülusunda kardeşlerinin idamını kanun emri hâline koyan iki meşhur fetvayı II. Mehmed'e îtâ etmişlerdir. İlk müftîlik hizmeti Kostantiniyye'nin fethinden sonra yeni payitahtın kadısı Celâl-zâde Hızır Beğ Çelebî'ye tevcih olundu; daha sonraları Edirne Kadısı Abdülkerîm Efendi'ye ve daha sonra bir medresenin müderrisi Alî el-Arabî'ye verilerek daimî hâlini iktisap etti. Lâkin müftiler son-ralan nail oldukları nüfuza o vakit mâlik olmadıkları gibi, ilmiyye silsile-i merâtibinde Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin ve onları takiben muallim-i sultanî (pâdişâh hocalığı) ile İstanbul kadısı'nın henüz muhafaza etmekte oldukları birinci dereceye yükselememiş idiler. Kazaskerlerin kendilerine ayrılmış olan tahsisat günde beşyüz akçe olmak üzere hesâb edilmiş ise de, aynî olarak verilen zahirelerle bu miktarın on misline baliğ olurdu. İşbu büyük me’ınûrlar o zaman dîvân günleri vezirleri takiben huzûr-ı şahaneye girmek hakkını hâiz oldukları gibi, salı ve çarşamba müstesna olmak üzere, hergün öğleden sonra kendi ikametgâhlarında husûsî bir dîvân toplayarak (Not: 8) kadı ve müderrisleri kabul ederlerdi. Kazaskerlerin herbiri kendi dâirelerinde bulunan kadılık ve müderrisliklerin tevcîhâtını icra ederlerdi. Fakat İstanbul, Bursa, Edirne kadılıkları gibi yevmi yüzelli akçe ve kezalik mezkûr şehirler müderrislikleri gibi yevmî yüzelli akçe ve kezalik mezkur şehirler müderrislikleri gibi günde kırk akçe muhassesâtı (Ödeneği, kadrosu) olan kadı ve müderrislikler müstesna tutularak, bunlar bizzat vezîr-i âzam tarafından tevcih olunurdu (26). Defterdarlar: Osmanlılar; hükümetin umûr-ı idaresinde kullandıkları istiareyi takip ederek, mâliye nezâretinde defter tutucu demek olan defterdarları, devletin üçüncü erkânı addetmişlerdir. Vergi kaydına mahsus olan «defter» kelimesi Rumlar'dan (27) Acemler'e mi, yoksa Acemler'den Rumlar'a mı geçmiştir, bunun tâyini müşkildir. Zîra, Şark müverrihlerine göre —«hazîne» (28) gibi— «defter» dahî eski Acemler'in te'sîsatın-dan idi. Ancak Husrevierin sukutundan sonra Halîfeler'in hükümranlıkları zamanında vergi kayıtları için İran'da Fars lisanı, Suriye ve Mısır'da Yunan lisanı kullanılmağa devam edildi; tâ o vakte kadar ki, Halîfe Abdüi-melik Farsça ve Yunanca yerine Arab lisanını ikaame etti. Sel(26) Âli. (27 ve 28) Eski metinde, kelimelerin Rumca yazılışları da vardır. 190 HAMME R çuklular zamanında —ki defter tutucularının ekserisi Acem idi— Farsça lisanı kabul olundu; nasıl ki Cengiz Hânin torunları zamanında Türkler tarafından Uygur lisanı ve Mısır'da Kıbtîler tarafından Kıbtî lisanı kullanılmıştır. II. Keyhusrev ve Gıyâsü'd-dîn zamanında kendi ismine mensup ailenin müessisi olan Karaman en iyi Acem defter-nüvislerini îdâm ettiği zaman, defterleri kısmen Farsça, kısmen Arabça yazdırmak yolunda bir değişiklik ortaya koydu; hâlâ Osmanlılar'da bu usûl tatbik olunur (Not: 9). II. Mehmed saltanatı zamanında yalnız bir defterdar bulundurdu (Sonraları dört olmuştur); buna «Rumeli Defterdarı» denilir ve Anadolu eyâleti için bir muavini bulunurdu. Mâliye idâresinin bugün için ayrılmış olduğu yüzyirmiyedi oda, yeni ortaya konmuştur. Defterdarlar her salı günleri vezirlerle birlikte huzûr-ı sultanîye kabul olunurlardı; ancak, vezîr-i âzamlar tarafından görülerek, onların kabulüne nail olan ma'-rûzatı -arz edebilirlerdi (29). 2 Nişancılar: Nâm-ı şâhâne (pâdişâh nâmı, ismi) işaretinin kâtibi demek olan nişancılar, Osmanlılar'ın siyâset binalarının dördüncü rüknünü ikmâl ederlerdi. Esas olarak bunlar devlet müsteşarı ve bu sıfatla dîvân âzasından sayılır idiler. Reîsüi-küttâb henüz meclise dâhil değildi; bir-çolç zaman sonradır ki reîsüiküttâb nişancıya tekaddüm etmiştir. Bu son me’ınûriyet, yâni nişancılık, hükümetin umûmî işlerinde hakîkî bir te'sîr sahibi olmayıp, bir mefharet unvanından başka birşey değildir. Eskiden nişancı, işâret-i şahaneyi, yâni tuğra'yı ferman ve berâtların üzerine bizzat vaz'etmeğe mecbur idi; şimdi bu vazife ile mükellef olan, kâtibler-dir. Divân-ı hümâyûn'dan çıkan bütün evraka şâmil işbu tuğra konulması hususuna «tevkî» tâbir olunur. Bu vazife Halîfeler zamanında önceleri vezirler tarafından ve sonraları —bu münâsebetle «dîvân-ı tevkî» (30) adı verilen— hey'et-i kalemiyyenin reîsi olup vezîr derecesinde bulunan bir me’ınûr tarafından îfâ edilirdi. Osmanlı kanununun ilk maddelerine uygun olarak nişancı, reîsüi-küttâb tarafından tanzim olunan emirler ve berâtları görüp, tashih ve yazılmasını emr etmeğe me’ınûr idi. Bugün ise bil'akis, devletin yazışmalarını dikkatli bir şekilde gözden geçirmeğe me’ınûr demek olan «mümeyyiz» ile «beğlikçi» ve «reîs» sahhlarını (doğrudur, olur dedikten) çektikten sonra, yalnız tuğra-yı hümâyûnu vaz' etmeğe me’ınûrdur (31). Bîrûn Ağaları: Vezîr-i âzam kapısından (Bâb-ı Âlî) Yeniçeri Ağası kapısına geçiyoruz. Yeniçeri Ağası ile diğer ağalar, yani ordu generalleri —ancak saray-ı hümâyûn'a mahsus olan— Enderun Ağaları (Ağayân-ı Anderûn) sınıfına mukabil olarak, Bîrûn Ağaları (Ağayân-ı Bîrûn) sını(29) (30) (31) ÂH. İbnü Haldun, bâb: 34, Devlet-i Osmaniyye'nin Teşkilâtı, 2, 113. OSMANLI TARİHİ 191 fını teşkil ederler. Bîrûn Ağaları’nın birincisi Yeniçeri Ağası'dır ki, fî'l-asıl ancak günde beşyüz akçe tahsisatı var idi; lâkin «arpalık» (Not: 10) nâmmdaki husûsî irâd menbâı, senelik maaşını altmışbin akçe artırırdı. Yeniçeri Ağası, icra kuvvetlerinin reîsi olmak sıfatıyle —İstanbul Kadısı ve Rumeli Kazaskerimin emri altında bulunduğu gibi— Sadrâzamın da emri altında idi. Bu mansıbdan Rumeli beğlerbeğiliğine yâhud kapûdan-paşalığa geçerdi. Fakat idaresi pâdişâhın tam hoşnudluğuna mazhar olamamış ise, Kastamonu sancak beğliğine tâyîn olunurdu. Nasıl ki nazar-ı iltifattan yarı-düşmüş olan bir vezîr de Gelibolu sancak beğliğine ve donanma amiralliğine (kapdan paşalık) nasb edilirdi. Yeniçeri ağası umûmî asayişi ihlâl eden ahvâle dâir ma'rûzâtmı doğrudan doğruya vezîr-i azama, hattâ pâdiaşha takdîm ederdi; ancak diğer ağalar gibi onun da nakdî ceza almağa hakkı olmayıp, bu selâhiyet zabıta me’ınûruna mahsûs idi. Yeniçeri zabitlerinin tevcîhâtı Ağa'nın vazifesi dâhilinde olarak, şu kadar ki, Yeniçeri kâtibi vezîr-i âzam tarafından tâyîn olunur ve Ağa'nın idaresini teftiş altında bulundurabilmek üzere dâima Yeniçeri Oca-ğı'na mensup olmayanlardan seçilirdi. II. Mehmed zamanında Yeniçeri-ler'in miktarı, te'sîs olunduklarını müteâkib tâyîn olunan dereceyi geçmemiş idi (32). Ocağın intizâmı değnek kuvvetiyle te’ınîn edilmişti; bütün neferler ve zâbitân bilâ-istisnâ bundan hissedar olurdu. Karaman'a vuku bulan bir seferde, Fâtih, isyan eden alayların zabitlerini umûmen döğ-dürmüştü (33). Alelade otuz bin miktarında olan (34) Azablar ile Mü-sellemler'den (35), Yayalar'dan, Voynaklar'dan evvelce bahsetmiştik. Bu muhtelif askerlerin zabitlerinin içinde o asır târihinin bahsettiği yalnız Azablar Ağası'dır (36); muntazam süvârî Sipâhîler'le Silâhdârlar'dan mürekkep bulunurdu; dört bölük aylıklı ve Garibler —sağ ve sol cenah itibariyle— Sipâhî ve Silâhdarlar arasına taksim olunurdu. Bu fırkaların altı generali «Süvârî Ağalan» kadrosunu teşkil ederdi. İşbu ağalar günde yüz akçe ve bundan mâada altı bin akçeden onyedi bin akçeye kadar arpalık alırlardı. Fırkaların umûmî miktan Fâtih zamanında sonraları çıkarıldıkları miktardan henüz uzaktı. Sipâhî ve Silâhdarlar ancak takriben ikibin neferdi; dört bölüğü de herbiri bin nefer olduğundan, bütün muntazam süvârî sekizbinden ziyâde değildi (Not: 11). Buna mukabil Akmcılarin (37) miktarı pek çoktu; şu kadar ki, onların reîsi Bîrûn Ağa(32) . Âlî. (33) Mauracea d'Ohsson, 31, s. 355. (34) İdrîs, varak: 31. (35) «Teslîm» babından ism-i mef'ûl. Mütercim. (36) Halkondilas, 1, 5 , s. 72, Bale basımı. «Azapides sub uno duce collecti sti-pendia faciunt.» (Metnin mehazıdır) (37) İdrîs, varak: 31, bunların mûtâd miktannı kırkbin kişiye çıkarır ki, Macar tarihçilerinin ifâdelerine tamâmiyle uygundur. 192 HAMM&f t lan yâni muntazam ordu generalleri sayısına dâhil değildiler. Topçu, Levazım, Nakliye, Ordugâh generalleri demek olan Topçu-başı, Cebeci-başı, Toparabacıbaşısı, Mehter-başı Bîrûn Ağaları'ndan sayılırlar. Bu oniki generalden başka, Pâdişâh atının yanında yürümek imtiyazına mâlik olan oniki «Rikâb-ı hümâyûn zabitleri» de Bîrûn Ağaları ndandır. Bu zabitler rikâbdârân-ı livâ-yı sultanîmin hâmili (mîr-i alem) dört birinci mâbeyncî (Kapucı-başı), iki mîrâhor, bir çaşnıgîrbaşı, dört avcı-başı yâni iki «do-ğancı-başı» ile iki «atmacı-başı» idi (Not: 12). Enderun Ağalan: Enderun Ağaları, devletin diğer me’ınûrları gibi dört husûsî sınıfa ayrılmıştır. Enderun Ağaları'nın reîsi sarây-ı hümâyûn nâzın demek olan «kapı ağası» yâni «bâb-ı hümâyûn ağası»dır. Bu ağa beyaz bir hadım (Akağa) olarak, «kapı oğlanı» denilen ve saray hademesine nezârete me’ınûr olan otuzdan kırk'a kadar hadım ağası bunun maiyyetinde bulunurdu. Dört kapı oğlanı baş-ağanın doğrudan doğruya maiyyetinde idi ki, bunlar da «miftâh oğlanı», «pîşgîr oğlanı», «şerbet oğlanı», «ibrik oğlanı»dır. Kapı Ağası, her vakit zât-ı şahaneye refakat ederdi; yalnız ava gittikçe beraber bulunmadığı gibi, saraydan uzak bir mahalle pâdişâhın deniz yoluyla gitmesi durumunda, sarayın muhafazası hizmetine kalırdı. Yine onun gibi beyaz hadım ağalarından olan ve onun gibi pâdişâhın zatî hizmetine me’ınûr olan hazînedâr-başı, Enderun Ağaları'nın ikincisi idi. Bu ikinci ağa, pâdişâha resmî kavuğu takdîm eder ve câmi'de — zehirlenmiş olmadığını tahkik için, kendi hayâtını tehlikeye koyarak birkaç defa yere kapandıktan sonra— pâdişâhın namaz kılacağı seccadeyi sererdi. Hazîne-i hümâyûn me’ınûrları bu ağanın maiyyetinde bulunur ve aylıklarını ondan alırlardı (Not: 13). Enderun Ağaları'nın üçüncüsü, «kilerci-başı» idi. Onun vazifesi pâdişâha her yemek sahanı getirildikçe, önde gelmek; bizzat sofrayı koymak, tatlıları, şekerlemeleri, şerbetleri hazır bulundurmak; her türlü zehirleme şübhelerini ortadan kaldırmak için, evvelâ kendisi tatmak idi. Dördüncüsü de, «Saray ağası» idi ki, sarayın muhafaza ve idaresiyle mükellef idi. Terakki aşağıdaki şekilde derecelerden geçmek suretiyle vuku bulurdu: Saray ağalığından kilerci-başılığa, o hizmetten hazînedâr-başılığa, bundan da kapu ağalığı'na geçilirdi; bu terakkilerde «kilercbden boşalan kadro-kapu-oğlanı kâhyasına verilirdi. Kapu ağasının iltifattan düşmesi saraydan uzaklaştırılmasını icâp ettirdiği hâlde mûtâd olduğu üzere uhdesine bir beğlerbeğilik tevcih olunurdu. Kapı ağası'nın emri altındaki beyaz hadımların başlıca işleri, üç saray odasının muhafazası idi ki, bunların birincisi ve en içeride bulunanı hass-oda; ikincisi ve en büyüğü büyük oda; üçüncüsü ve en küçüğü küçük oda diye isimlendirilirdi. Hasoda-başı, pâdişâhı soyup giydirmek hizmetiyle mükellef olduğundan, bu vazifesi iktizâsınca zât-ı şahane ile doğrudan doğruya münâsebet kesbederek, hernekadar kapı ağası emri altında ise de, ona müsavi bir mevkide bulunmuş olurdu. Diğer üç OSMANLI TÂRİHİ 193 ağanın başında bulunarak onlarla birlikte Enderun Ağaları'nın bir ikinci sınıfını teşkil ederdi. Sultânın husûsî hizmetine me’ınûr olan bu dört ağa: «Hasoda-başı», şimdiki mâruf tâbiri ile «baş-mâbeynci»; pâdişâhın kılıcını götüren «silâhdâr»; merasimde pâdişâhın hırvânîsini götüren «çuka-dâr», yâhud birinci oda hizmetkârı; üzengiyi tutarak zât-ı şâhâne'nin ata binmesine yardımcı olan «rikâbdâr» idi (38). Hasoda hizmetçileri büyük odanın ve büyük oda hizmetçileri küçük odanın hizmetçileri arasından seçilirdi. Cüce ve dilsizler, muganni ve muzıkacılar hademe sınıflarına taksim olunmuştu. Bütün Enderun Ağaları muayyen başlarından başka «kavuk» ve «kuşak bahâsı» nâmıyle senelik tahsisat alırlardı. Bu akçe, Bîrûn Ağaları'nın «arpalık»ına muâdil idi; çünkü Bîrûn Ağaları'na hayvanlarını beslemek için «arpa» ne kadar lâzım ise, saray merasimi için Enderun Ağaları'na da «kavuk» ve «kuşak» o derecede gerekli idi. Hasodabaşı her sene pâdişâhın bizzat giydiği elbiseden beş takımını alırdı. Sarayda iki takım muhafız bulunarak, kapıların ve havluların (avluların) muhafazası kapıcılara, bahçe ve kayıkların muhâfzası bostancılar'a tevdî olunmuştu. Kapıcılarin zabitleri yâni «kapıcı-başı»lar, hemen hemen Avrupa saraylarının mâbeyncilerine muâdildir. Bunların reîsi «kapıcılar kâhyası» yâni «büyük mâbeynci»dir ki, onun büsbütün haricî olan vazifesi, dâhildeki «baş-hazînedâr» hizmetiyle karıştırılmamak lâzım gelir. Kapıcılar kâhyâsı'yle Avrupa'nın saray müşirlerine muâdil olan «çavuş-başı», dîvân günleri gümüşlü bastonlarını yere vurarak devlet erkânının önünden giderler. Bostan-ıbaşı'nın maiyyetinde birçok bostancılar bulunarak, hem saray bahçesinin ekilip biçilmesi, hem de muhafazası ile meşgul oldukları gibi, pâdişâha nezâret edilmesi siyah hadımlara (Zencî ağalara) tevdî edilmiş ve bunların reîsi olan «kızlar ağası»mn ekseriya Bîrûn Ağa-ları'ndan ve Rikâb Ağaları'ndan ziyâde nüfuzu olmuştur (Not: 14). II. Mehmed zamanında ordunun, adliye'nin, sarayin, hazîne'nin, payitahtın idarî teşkilâtı bu surette idi. Vilâyetlerin idaresi beğlere, beğler-beğilere verilerek bunlar — timâr ve zeametlerinin tevcih edilişindeki şartlar icâbında harb zamanında süvarilik hizmetiyle mükellef olan— timâr ve zeamet sahiplerinin bi't-tabî riyasetlerinde bulunur ve timâr ve zeamet sahiplerini sancakları altında toplarlardı. O zaman Osmanlı Dev-leti'nin Rumeli kıt'asındaki otuzajtı sancağının herbirinden takriben dört-yüz süvârî çıkardı (Not: 15). Ordunun süvârî ve piyade umûmî gücü yüz-bin kişiden fazlayı bulurdu. Devletin vâridât-ı muânedesi iki milyon du(38) Iç-odaların bu dört hizmetinden başka kiler, anahtar, şerbet, ibrik hademesi zabitleri vardı; bunlardan daha dûn bir sınıf olmak üzere de çamaşırcılar, berberler, sofracılar, at hademesi, tırnakçılar bulunurdu. Devlet-! Osmanîyye'nin Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2. 15. Hammer Tarihi, C: II. K: 13 194 HAMME R ka altınım geçerdi (Not: 16). Bu tahminde yalnız vergiler, harçlar, gümrük resimleri, sair resimler, muhtelif hükümetlerden alman maktu' vergiler ve mâden hâsılatı dâhildir. Ulemâmın silsilesi: Geriye, eğitim ve öğretim kadrosundan, yâni ulemâdan bahsetmemiz kalır. Ulemâ, hem ilm-i kelâm, hem de fıkıh ile iştigâl ederler. Müderrislik ve kadılık hizmetleri kendilerine mahsustur. Tedricen en büyük şeriat me’ınûriyetlerine yâni ordu kadılıklarına ve müftîliğe yükselirler. Ulemâ'yı Avrupa'nın yalnız kelâm ilmiyle uğraşan râhibler sınıfı gibi addetmek büyük bir hatâdır. Ulemâ (âlimler) aslında kelâm ilmiyle de iştigâl ederler; zîrâ İslâm'da bütün hukukun esâsı —Osmanlı mülkünde fıkıh hükümlerinin aslî menbâı olan— Şerîat'e, yâni Kur'-ân'a müsteniddir. Ancak Avrupalılarin «râhib» lâfzına verdikleri mânâ ulemâ hakkında geçerli değildir. Bununla beraber, geniş mânâsıyle ule-mâ'dan sayılan cami imamları ve vaizler yâni şeyhler Avrupa'nın kilise memurlarına muâdil tutulabilir. Müezzinler ile cum'a günleri, hükümdarlık tahtında bulunan pâdişâh için duâ eden hatîbleri, kayyımları, diğer cami hizmetlilerini de onlara ilâve etmek lâzım gelir. Lâkin bunlar münhasıran müderris ve kadıların teşkil ettikleri ilmiyye kadrosundan büsbütün hâriç olup, maaşlı ilmiyye hizmetlerine geçmeğe selâhiyetleri yoktur (39). Her ne kadar Sultân Orhan, Osmanlı Devletimde ilk te'sîs ettiği medresede müderrislikler koymuş ve Yıldırım Bâyezîd kadıların alacakları rüsum miktarını tâyîn etmiş ise de, ilmiyye hey'etinin teşkilâtı ancak II. Mehmed zamanından başlar. Kadı ve müderrisliklerin merâ-tib silsilesi ve —birbirine tamâmiyle bağlı olan— bu iki idare şubesinde terakki usûlünü Fâtih te'sîs eylemiştir. Câmî hizmetlileri, müezzinler, imamlar ile vaizlerin nüfuzu Türkiye'de her yerden azdır; ulemânın ise Çin'den başka hiçbir hükümette Osmanlı Devleti'nde olduğu kadar kudretleri yoktur. Evvelce Orhan saltanatında dahî bahis mevzuu olan dervişler ve meşâyîh, cami me’ınûrları ile ulemâ arasında bir ara-kadro teşkil ederler. Ancak, ilmiyye kadrosunun bütün mansıblarmdan geçmiş olmadıkça, en yüksek şer'î hizmetleri yerine getiren müderris ve kadı mevkilerine nail olamazlardı. En yukarıdaki ilmîyye hizmetini en aşağı mertebede bulunanlara rabteden işbu Osmanlı dârüifünûnu (üniversitesi) «tedricî surette terakki ve ulemâ silsilesinin muntazamlığı» denilen usûlü teşkil eder ki, Osmanlı Devleti'nde ilk defa olarak II. Mehmed zamanında konulmuştur. Bunun «Meşâyîh silsilesi»nden esasta farkı açıktır (Not: 17). Ulemâ silsilesi, bütün Osmanlı iâdresini gördüğü ve kapladığı ve haylî vakitten beri harâb olmak tehlikesinde bulunan «ilim» binasının erkânı hâlâ bununla bakî olduğu cihetle, Devlet'in dayandığı (39) d'Ohsson, c. 4, İkinci Kısım, s. 435. Devtet-i Osm. Teşkilâtı ve Usûl-i İdaresi, 2, s. 392. OSMANLI TARİHİ 195 esasları anlamak ve Fâtih'in «kanun koyucu» sıfatıyla hâiz olduğu me-ziyyeti takdir edebilmek için, teşkilâtının sarih mânâsını görmek ehemmiyetten hâli değildir. Bunun için söylenecek birkaç söz, bu târihte ulemâ silsilesi'nin ve onu teşkil eden muhtelif halkaların bahis mevzuu olacağı sahîfelerin kolaylıkla anlaşılmasını sağlayacaktır. Mektebler ve Tedris: II. Mehmed'in Kostantiniyye'yi feth eder etmez başlıca kiliselerden sekizini câıni'e çevirdiğini ve herbirinde bir mek-teb-i âlî (medrese) te'sîs ettiğini daha önce görmüş idik. Yerlerinde binâ olundukları kiliselerin varidatını da bu camilere tahsîs etmişti. Vaktâ ki, daha sonra kendi nâmını hâiz olan câmi'i inşâ etti, orada sekiz medrese te'sîs etti ki, camiin mevkii etrafında binâ olundukları cihetle «Semâni-ye-i Sahn Medreseleri» unvanını aldılar; bunların müderrislerinin tahsisatı o zamana kadar, diğer medreselerin müderrislerine tâyîn olunan miktardan ziyâde idi. Öğretim şubeleri ve ilmî mertebelerin teşkilâtı vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'nın eseridir ki, kendisi de âlim olduğu cihetle bu te'-sîse mutlak bir himmet ile mesaî sarfetmiştir. Medreselerin müteallimîn (öğretim-eğitim görücüler) i tâlib (tâlib-i ilm) ve ilm (ilim) aşkıyle yanmalarından kinaye olarak, halk arasında «suhte» (*) diye adlandırıldılar. Sekiz medreseye bitişik olarak «Tetimme» tâbir olunan husûsî binalarda yedirildiler vo oturtuldular (Not: 18). Dersleri nizâm ve usûl tahtında tedris olunur ve 'ilim» umûmî adı altında on dersi içine alırdı: İlm-i sarf, ilm-i nahiv, ilm-i mantık, ilm-i kelâm, ilm-i edeb, ilm-i bedî, ilm-i maânî, ilm-i beyân, ilm-i hendese, ilm-i hey'et (Not: 19). Bu ilimlerin hepsini birden tahsil edenler «Dânişmend» unvanını alarak bu sıfatla yâhud «Mu'-îd» unvânıyle genç talebelere taiîm ederler. Dânişmendler, başka bir tâbirle yüksek sınıflardan yetişen talebeler daha aşağı derecede bulunan mekteblere muallim yâhud imam olurlar ve bu takdirde daha yüksek bir tahsile muhtâc olmazlar; ancak şu takdirde, «müderrislik» ve «mollalık» gibi yüksek mansıblara çıkmak hakkından kendilerini iskat etmiş olurlar. Bu hizmetlere seçilebilmek hukuk ilminin tahsil edilmesine ve ilmin muhtelif derecelerine nail olmağa bağlıdır. O hizmetlere namzed olanlara «mülâzim» tâbir olunur. Müderrisler, günde yirmi'den altmış akçe'ye kadar tahsisat alır. Maaşlarının nisbetine göre «yirmili», «otuzluk», kırklı», «ellili», «altmışlı» nâmiyle yâd olunur (M.İ. 2). İkinci Mehmed'in «Sekiz Medrese»sine me’ınûr olan müderrisler hernekadar günde elli akçe alırlarsa da, bunlara «semâniyye» denildiği gibi, medreseleri Osmanlı târihinde «Semâniyye-i Cennât-ı Ulûm» (İlimlerin Sekiz Cenneti» unvân-ı iftihârıyle zikr olunur. II. Mehmed diğer iki medrese, yâni Eyyûp ve Aya-sofya Medreselerini te'sîs ederek, birincisinin müderrislerine günde elli ve ikincisine altmış akçe tahsîs etmiştir. Maaşları eşit olan müderrisler (*) Suhte: Yanmış, tutuşmuş. «Softa» bu kelimeden bozmadır. 196 HAMMER arasında şeref (fahr) imtiyazı te'sîs edilerek, «dâhil» ve «hâriç» kısımlarına taksim olunmuştur. Terâkki mertebelerine nazaran en aşağı dereceden başlayarak birincisine ulaşmak üzere, dereceleri şunlardır: Hâriç, Dâhil, Semâniyye, ve en yukarıda Altmışlı (Not: 20). Müderrislerin rütbe ve maaşları tedris ettikleri derslerin ehemmiyeti derecesindeydi. Yirmililer ilm-i kelâm'dan, Otuzlular ilm-i beyân'dan, Kırklılar ilm-i fıkıhdan, Ellililer hadîs-i Nebevî'den, Altmışlılar tefsîri Kur'ân'dan bir eser îzâh ve şerh ederlerdi. Müderrislerin yüksek tabakasına mensup olanlar, mebâdîsi ilk sınıflarda öğrenilen ilm-i beyân ve ilm-i kelâmın yüksek derecelerinden başka, şer'î ilimlerin dört şubesini, yâni ilm-i kelâm, ilm-i fıkıh, ilm-i hadîs, ilm-i tefsir tedris ederlerdi (Not: 21) Yedi sene bu muhtelif dersleri takiple, şiddetli bir imtihanda muvaffak olmuş olan mülâzım, müderris ve kadı olmak gibi yüksek hizmetlere hak kazanabilirlerdi. Zîrâ ilk mertebedeki kadılar, başka bir tâbirle nâibler —ki gündelik tahsisatları yirmibeş akçeden ibarettir— ancak dânişmendlik derecesinde tahsil ile mükelleftirler. Müderrislerin en son payesi «mahreç mollalığı»dır. «Molla» unvanı yalnız birinci sınıf kadılara mahsustur. Bunlar ilmiyye kadrosunun beş sınıfından birincisini teşkil ederler ki, onlar da altı kısma ayrılmışlardır (Not: 22). Mektepler teşkili ve müderrisler kanunî yüksek mertebeler yolunun açılışı hakkındaki bu müsbet çalışmalar, II. Mehmed zamanında ilimlerin terakkisini ve ulemânın büyük bir hürmete mahzar olmasını isbât eder. Kendisi de mümtaz bir terbiye görmüş ve şiirleri Osmanlı şâirleri arasında addedilmeğe hak verdirmiştir. Onun saltanatı zamanından itibaren, «hâce» denilen «uallim-i sultanî» (pâdişâh hocalığı) hizmeti —ki yalnız şehzadeleri değil, bizzat pâdişâhı da okutmağa me’ınûr idi— en büyük mertebedeki ulemâya mahsus bir mansıb olmuştur. II. Mehmed'in gençliğinden hükümdarlığının son günlerine kadar bu makamda, o zamanın en namlı ulemâsından —ya kendisine, yâhud velîahdi Bâyezîd'e mensup— oniki kadar âlim birbirine halef olmuşlardır (Not: 23). Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Hoca-zâde, Hatib-zâde, Riyâzî, Mîrim Çelebi bu zâtlardandır. Diğer bir matematikçi ve hey'et-şinâs (astronomi âlimi) —ki Alî Kuş-çu'dur— sofralarda Pâdişâha refakat ve Uzun Hasan seferinde ilm-i hey'-et'den Fethiyye'yi te'lîf etmiştir. Bu eser, zamanımızda dahî, II. Mehmed'in vaktinden beri Osmanlılar'ın ilm-i hey'et terakkîyâtı bakımından hangi hududda durmuş olduklarını gösterir. Sultân Mehmed, cülusundan evvel, o zamanın ilmî terakkilerini himaye eden münevver fikirli hüküm-darlarıyle muharebe ederdi. Bu suretledir ki, Timur'un torunu ve torununun çocuklarıyle ,yâni Uluğ Beğ'in kardeşi Bay-sungur ve Uluğ Beğ'in oğlu olup Avrupalılarca nâmına mensup hey'et cedvelleriyle ma'rûf bulunan Abdü'l-lâtîf ile; Kara-Koyunlu Hanedanı hükümdarı Cihân-şâh ile; Şirvan hükümdarı Şirvân-Şâh ile münâsebetler kurmuştur (M.İ. 3). Mim- OSMANLI TARİHİ 197 şeât-ı Feridun'daki mektuplarından birkaçı belki bizzat Osmanlı şehzadesinin kalemi mahsûlüdür: Bu mülâhazayı şu sebeple söylüyoruz ki; Sonraları Kostantiniyye, Mora, Kefe fetihleriyle Uzun Hasan'ın mağlûbiyetini mutazammm olarak İran Şahma, Mısır Sultânına, Kastamonu ve Kırım Beğlerine, Mekke Şerîfi'ne, Hindistan pâdişâhına yazılmış mektupların başında —Molla Gürânî ve Molla Kerîm gibi— münşisinin isimleri dercedilmiştir. Bu iki âlim o zaman, İrân nâme-nüvislerinin (mektupçu-larımn) meyûsiyyetlerini mûcib olan, Hindistan hükümdarı Behmen-Şâh'-m veziri ve kendilerinin muasırı Hâce Cihan ile rekabet ediyorlardı (Not: 24)'. II. Mehmed zamanında yalnız fakîhler değil, ulemâ dahî ilim tahsil etmeğe âşıkane gayret sarf ederek, ilmî eserleri ve hareketleriyle, ilmin erbâb-ı seyf (kılıç erbabı) ve ricâl-i devletin meziyyetini yükselttiğini ve yüksek mansıb sahiplerinin devletler için bir mes'ûdiyet sermâyesi olduğunu parlak bir surette isbât etmişlerdir. Meziyyetini evvelce beyân etmek hakkaniyet-şinâslığında bulunduğumuz vezîr-i âzam dahi ilimlerde imtiyaz kazanmışlardır: Sinan Paşa, iki Ahmed Paşalar, Yâkub Paşa, Cezerî Paşa, vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa, Hızır Beğ'in oğlu Sinan Paşa gençliğinde o derecede şükûkperverlik (septiklik; şüphecilik) gösterdi ki, bakırın bakır olmasından şüphelendiği için, babası bir gün bakır sahanını başına fırlatmıştı. Sonraları riyaziyat çalışarak muallim-i sultanî ve vezîr olmuştur. Daha sonra Sinan Paşa nazar-ı iltifattan düşerek mecnûnluktan kurtarılmak bahanesiyle hergün muayyen miktarda değnek vurulması Padişah tarafından emrolundu. Nihayet, ulemâ hey'eti, lehinde müdâhele ederek, müderris sıfatıyle Sivrihisar ve Edirne'ye gönderildi. Hey'et'e, ilm-i kelâma, ahlâka dâir eserleriyle, hikayeleriyle ma'-rûftur (40) (Not: 25). Sinan gibi kadı Hızır Beğ'in oğlu olan Ahmed ve Yâkub Paşalar, «paşalık» rütbesini kendi meziyyetlerinden ziyâde babalarının, kardeşlerinin meziyy etleri ne medyun görünürler (41). Velîyyü'd-dîn-zâde Ahmed Paşa, evvelâ şehzadelerin muallimi, sonra vezîr tâyîn olunmuş; Necati'nin kendisini aşmasına kadar Osmanlılar'ın birinci şâiri (şâir-i rübâî?) olmuştur, nasıl ki Necati'yi de Bakî geçmiştir (Not: 26). Cezerî Kaasım Paşa «Safı» nâmıyle Ahmed Paşa'nın gazellerine rekabet etmiştir. II. Mehmed'in son vezîr-i âzami Karamânî Mehmed Paşa bâb-ı hümâyunda henüz nişancı olduğu sırada, Pâdişah'ın emirleri üzerine îran Şâhı'na yazdığı şairane hayâllerle dolu nâmelerden dolayı o kadar teveccühe nail oldu ki, vezîr-i âzamlık mertebesine kadar yükseldi. Şiirde me'-mûriyetine nisbetle «Nişânî» adını kullanmıştır. İlimlere vâkıf olan dev(40) (41) Sinan Paşa'nın tercüme-i hâli, müverrihin Not: 25'inin sırası geldiği zaman mütercim tarafından ele alınacaktır. Şakaık-ı Nu’ınânlyye. Yâkup Paşa VHpaye ve Muyakkıf a şerh yazmıştır. 198 26 HAMME R let müsteşarlarının ilk zuhurudur ki, bunlardan üç müverrih eserlerinin ehemmiyet derecesine göre «Büyük», «Orta», «Küçük Nişancı» unvanlarını almışlardır. Fâtih'in üdebâdan olan yedi vezirinin (Not: 27) dördü şâir idi. Bu vezirlerin arasında dahî iki vezâr-i âzam —ki biri ulemâ silsilesini tanzim eden Mahmûd Paşa; diğeri devletin dâhili idaresini teşkilâtlandıran Karamânî Mehmed Paşa'dır— nazar-ı itibarları en ziyâde cel-betmişlerdi. Avrupa'da «Zirim» nâmiyle mâruf olan, II. Mehmed'in ikinci oğlu Şehzade Cem dahî muvaffakiyetle şiirler yazmış, ilim ve san'at-ların büyük bir hâmisi olmuştur. Onun idaresindeki hükümette, sarayının yüksek mansıblarında şâirler bulunurdu. Bunlardan nişancısı Sa'dî'-yi, defterdarları Hayder ve Şâhidî'yi zikredeceğiz. II. Mehmed şiirlerinde Avnî mahlasını kullanmış ve millî ve ecnebî şâirlere ayırım yapmaksızın yaptığı cömertçe yardımlarla mahlasını hak ettiğini göstermiştir. Bu şâirlerden otuzu kayd-ı hayât maaş alır; zamanında Hindistan'ın birinci kalem sahibi olan Hâce Cihan ile İran'ın son büyük şâiri Molla Câmî'ye senelik bin duka altını gönderirdi (Not: 28). Osmanlı şiiri bu suretle rağbet kazanarak sür'atle terakki kazanmıştır. Bursa'da (42), Kastamonu'da (43) birçok saz şâiri yetişmiştir ki, bunlardan biri de Zeyneb nâmında bir şâiredir (44). Ancak Câmî ve Mîr Alî Şîr gibi Farsça (yazan) ve Çağatay büyük şâirlerinin bunlar üzerindeki te'sîrleri olmamış olsaydı, Sultân Mehmed'in tahsisat verdiği otuz şâirden hiçbirinin, kazandığı şöhret derecesine yükselemiyeceği zannolunur. I. Murad zamanı Husrev vü Şîrîn manzumesinde İranlı meşhur saz şâiri Nizâmî'ye nazire yazan Şeyhî gibi Yûsuf vü Zelîha ile Leylâ vü Mecnûn (Not: 29) manzumelerinin nâzımı Osmanlı sarayının hikâye şâiri Hamdî —hamse ve seb'asmda bunları tasvir eden— İranlı şâir Câmî'ye imtisal eylemiştir (M.İ. 4). Osmanlılar'ın birinci saz şâiri Ahmed Paşa yükseldiği maharet derecesine ancak Mîr Alî Şîr'in gazellerinden ilham aldıktan sonra vâsıl olabilmiştir (45). Cemâlî dahî Mîr Alî Şîr'in «Hümâ ve Hümâyûn» isimli efsâneyi andıran manzumesini taklîd etmiş ve eserinde o unvanı muhafaza etmiştir (46). Şehdî, Osmanlı târihini Firdevsî tarzında nazmetmek istemiş ise de dörtbin beyit yazdıktan sonra mevt ile şiirine fasıla vermiştir (47). Celâlü'd-dîn Rûmi'nin Mesnevî'sini (Not: 30) örnek alan Şeyh Gülşenî o mevzuda kırkbin beyit yazmıştır. Nihayet ta(42) (43) (44) (45) (46) (47) Harîrî, Resmî, Dâ'î, Sân'î, Alevî. Kitabî, Mihrî. Lâtîfî, Aşık Hasan ile Kı-nalı-zâde’ınn Ezhâr-ı Belagat unvanlı eseri ve onlardan naklen Âlî. Senâyî, Câmî, Dâ'î, Şehrî, Hamdî, Türâbî, Hâkî. Lâtîfî'nin Terâcüm-I Ah-vâl-i Şuarâ'sı, s. 144 ve 146. Terâcüm-i Ahvâl-i Şuarâ, Scheiber'in tercümesi, s. 190. Kezalik, s. 74. Ahdî, Sehî, Âşık Hasan, Kınalı-zâde'nin Müntehabat Mecmuası'na dahî müracaat. Âşık Hasan, Âlî. Kezalik. OSMANLI TARİHİ 199 savvuf şâiri Lehi —ki kabri Vardar Yenicesi'nde zamanımızda dahî pek-çok kimsenin ziyaret ettiği bir yerdir— Buhâra'da Nakşbendî tarîkatine intisap eyledikten ve meşhur Fars şâiri Câmî ile uzun müddet birlikte bulunduktan sonra, vatanını manzum ve mensur tasavvufla ilgili eserlerle servetdâr eylemiştir (Not: 31). Sultân Mehmed şâirlerin, bilhassa Acem şâirlerinin sohbet meclislerinden pek hoşlanırdı (Not: 32). Gerçi onları, sefîhâne hallerinden dolayı bazan hapsederek, sarayından uzaklaştırarak cezalandırırdı; fakat haklarında dâima pek müsâmahakârâne davranırdı (48). Pâdişah'ın yaptığı gibi, Mahmûd, Karamanlı Mehmed, Ahmed, Kaasım Paşalar gibi vezirleri de etraflarını şâirlerle çevrili bulundurarak, onları husûsî muhabbet meclislerinde bulundurmuşlardır (49). Fukahâ'dan altmış kadar zât, Fâtih'in tahsisat verdiği otuz şâir ile rekabette meziyyet göstermişler ve şeref kazanmışlardır. Bunlardan II. Mehmed'in henüz Manisa Vâlîsi iken muallim-i sultanî hizmetinde bulunan Molla Gürânî'yi mümtaz bir surette zikretmeğe mecburuz. II. Mehmed henüz pek küçük yaşta olduğundan, bir türlü Kur'ân okumak istemezdi (50). Pederi II. Murad Grüânî'yi Manisa'ya gönderdi ve eline bir değnek vererek Şehzâde'nin yetiştirilmesi için bunun kullanılmasına ruhsat gösterdi. Gürânî asla sapma kabul etmez, saraya yakın çevrelerin mü-dâhenesini bilmez bir tabîatte olduğu cihetle, Sultân Murad'dan aldığı ta'-lîmatı Mehmed'e beyân etti. Mehmed, cevap olmak üzere hoca ile istihzaya kalkıştı, lâkin Molla Gürânî bir değnek darbesiyle Murad'ın o emrini uygulamaya başladığından, Şehzade, mualliminin metanetini derhâl tecrübe etmiş oldu. Mehmed tahta cülus ettikten eski hocasına vezâret mansıbı tevcihiyle, mükâfat vermek istedi. Fakat Gürânî reddetti. Fakîh âlîm, ordu kadısı ve Evkaf-ı Hümâyûn mütevellisi olarak talebesiyle vezirlerden hiçbirisinin gösteremeyeceği kadar serbestâne muamele ederdi. Pâdişah'ın huzuruna çıktığı zaman yere kapanmazdı; yalnız, kendisiyle müsavi bir şahıs gibi «Esselâmün aleyke» diyerek sâdece elini uzatırdı. Gürânî saraydan hoşnûd olmayarak Mısır'a gitti ve Sultân Kaytbay tarafından pek büyük hürmetlere nail oldu. Ondan sonra, Anadolu'ya dönerek ilminin ve istiklâl ile davranmaya alışmış tabîatinin celb ettiği ihtiram ile çevrili olduğu halde irtihâl eyledi (Not: 33). Rûm asıllı (*) (48) Latîfî, a.g.e., 383. (49) Kezalik, s. 133. (50) Yani ale'l-ıtlak okumak istemezdi (Mütercim). (*) Molla Husrev'in Rûm asıllı olduğu iddiası, doğru değildir. Bu hususta Ord. Prof. Dr. ismail Hakkı üzunçarşılı şunları kaydetmektedir: «Molla Husrev'in babası Yozgat civarında Yerköy'de bulunan bir Türkmen aşiretine mensuptu; bu âlimin ismi Mehmed Hüsrev, babasının adı Fermerz ve onun babası da Alî adında bir Türkmen'dir.» (Osmanlı Târihi, C II, s, 356 -3, baskı, Ankara, 1975). (Hazırlayanın Notu) 200 HAMME R olan Molla Hüsrev —ki Gürânî nin rakibidir-- ilimce, izzet-i nefisçe, şerefçe ondan asla geri kalmazdı. Gurer ve Dürer nâmmdaki kitabı Osmanlı fıkhının (51) temel eseridir. Husrev, İstanbul ve havalisi kadısı olduktan sonra Müftîlik mevkiine yükselerek, onüç sene bunu muhafaza etti. Ayasofya'ya her girişinde cemaat hürmetle saf bağlayarak mihraba kadar aralarından yol açarlardı; Pâdişâh, defalarca, halkın kendisine gösterdiği itibarı görerek yanında bulunanlara «Zamanımızın Ebû Hanîfe'-sidir» demişti. Bir sünnet düğününde Sultân Mehmed Molla Gürânî'ye sağında ve Molla Husrev'e solunda yer verdiğinden, Husrev bunu sânına lâyık bulmayarak hemen Bursa'ya gitmiş ve orada bir medrese binâ ettirerek bizzat tedris ile meşgul olmuştur (Not: 34). Hoca-zâde (Bursa tüccarından birinin oğlu), Hatîb-zâde, yalnız eserleriyle (Not: 35) değil, muhtelif meseleler hakkında Pâdişah'ın huzurundaki münâzaralarıyle şöhret kazanmışlardır. Her ikisi de, —fetihleri arasında dâima onlardan ilim öğrenmeğe vakit bulmakta olan— Fâtih'in muallimi olmuşlardır. Yaptığı muharebelerin yorgunluğunu ulemânın sükûnperverâne dehâsını gösterdiği mücâdelelerle alırdı. Bir gün Sultân Mehmed Hoca-zâde'ye «Benimle mübâheseye cür'et edebilir misin?» diye sormuştu; Hoca-zâde: «Muallimin sıfatıyle cür'et ederim» cevâbını verdi. Pâdişâh bu cevaptan öfkelenerek derhâl azlettiyse de, bir müddet sonra tekrar iltifatına mazhar etti (52). Hatîb-zâde, birçok mühim bahisler üzerine münazara etmiş, ve özellikle Alâü'd-dîn-i Arabî ile bir mübâhesede bulunmuştur. Alâü'd-dîn-i Arabî —o zaman henüz Osmanlı adliye teşkilâtının en yüksek mansıbı olmayan— Müftîliğe iki defa çıkmışlardır, tbnü Mağnisa (53) ile beraber Mehmed zamanının en büyük ulemâsından sayılırsa da, yalnız bir büyük eser bırakmıştır. Fakat şurasını söylemek hakkaniyete de uygun düşer ki, ona mukabil doksan dokuz çocuk terk eylemiştir. İbnü Mağnisa bütün mesâisini bir maksada, yâni vezîr olmağa hasrettiğinden te'lifâta muvaffak olamamıştır. Ordu kazaskerliği makamında Kastalânî ve Hacı Hasan-zâde, İbnü Mağnisa'ya halifelik etmişlerdir (Not: 36) ki, evvelce söylediğimiz gibi, o zamana kadar ikisi bir olan «kazaskerlik» makamından Anadolu Kazaskerliği'ni ayırmışlardı (54). Büyük Fenârî'nin bir oğluyla bir (51) (52) (53) (54) Osmanlı âlimleri tarafından te'lif olunan İslâm fıkhı kitaplarının iki mühim eseridir. Şakaik, Âlî, Sa'dü'd-dîn, Molla Ali Arabi 901 (1495)'de vefat etmiştir. Tak-vîrnü'tTevârîh. «Eş-şehîr be-ibni Mağnîsâ», Sa'dü'd-dîn, 2, s. 505, ismini yazmıyor (Mütercim). 901 (1495)'de irtihâl eden Akaid-i Nesefî üzerine haşiyesi ve Mevâkıf'dan yedi eşkali vardır. (Şerh-i Akaid'de makbul bir haşiyesi vardır ve Mevâkıf Şerh!'ne bir risale ilâve ederek yedi eşkâı yazmıştır» Sa'dü'd-dîn'den telhîs, c. 2, s. 484. Mütercim). OSMANLI TARİHİ 201 torunu, eserleriyle asıllarına liyâkatlerini göstermişlerdir. (Not: 37). Hacı Baba, yalnız nahvi ve vaiz sıfatıyle değil, şiirde «Nişânî» mahlasını kullanan Karamânî Mehmed Paşa'nın pederi sıfatiyle de nazar-ı dikkati celbe-der (55). Âlim vezîr Sinan Paşa ile Bosna Kralı’ınn cellâdı Musannifek'-den evvelce bahsetmek fırsatına mâlik olmuştuk. II. Mehmed'in saltanatı zamanının sonlarına renk katan ulemâ defterinin son yedi ismi tabîblerdir. Bunlardan dördü Acem, üçü de Türk (56), Arab (57) ve Musevî (58) idi. Bu son zikrettiğimiz tabîb, dinini terket-mezden evvel «defterdarlık» mansıbına çıkmış ve ihtidasından bir müddet sonra «vezâret» mertebesine yükselmiştir. Eğer Karamânî Mahmûd Paşa, İranlı tabîb Lârî'nin (59) rekabet maksadıyle olan tedbirlerine uymamış olsaydı, mühtetedî tabibin tecrübe ve ilmi, belki II. Mehmed'in hayatının son günlerini uzatırdı. Kezalik aslen İranlı olan Kutbü'd-dîn, ilk defa olarak —her iki cinsten esirlerine sarfettiği— ayda iki bin akçe maaş ile Mehmed'in tıbbî meclisine riyaset etmiştir (60). Şükrullah-ı Şirvânî Kur'ân tefsiri vesâir eserleriyle, Atâu'llah riyaziyeye müteallik mâlûmâtıyle Pâdişah'ın teveccühüne mazhar olmuşlardır. Şehzade Bâyezîd'in muallimi İranlı (Türk; hazırlayan) Alî Kuşçu, Mîrim Çelebi ve Alî Kuşçu'yu şerheden Kara Sinan, yine riyaziye ve tabiî ilimlerde mümtaz şahsiyetler olmuşlardır (Not: 38 ve 39). Nihayet Hüseyn-i Tebrîzî dahî recîb ta-vırlarıyle ve ilmiyye Sultân Mehmed'in teveccühüne nail olmuştur (Not: 40)'. Meşâyîh. Sofralarında Fâtih'e refaket eden ve Kur'ân âyetleri ve Peygamber'in hadîslerini tefsir eden, askerî teşcî eden meşâyîhden Kostan-tiniyye muhasarasında (Hz. Eyyûb'un kabrini keşfeden ve Mehmed'in Tercan muharebesinden evvel rüyasını (Not: 41) tâbir etmesiyle malûmumuz bulunan Ak-Şemseddîn'i tabîb, mûsıkî-şinâs, müellif olmak nokta-i nazarından da tanımaklığımız kalır (Not: 42). Ak-Şemseddîn Osmancık'ta Şeyh-i Âzam Bayram'dan, Haleb'de Şeyh Zeynü'd-dîn Hâfî'den —ki ikisi de kendi namlarıyle anılan birer tarikat kurucusudurlar— ta'lîm eylediği hikmet-i sûfiyyeye dört şakirdi ile yedi oğlunu intisap ettirdi. Bunların yedisi de Mehmed isminde idiler; en genci —yukarıda dahî zikri geçtiği veçhile— «Hamdî» mahlâsıyle Yûsuf vü Zelîha manzum hikâyesini tertîb etmiştir. Ak-Şemseddîn yedi defa hacca etmiştir. Ondan sonHacı Baba Kâflye'yi şerh ve Mısbâh' (?)ı tahrîr eylemiştir. Avâmil ile diğer nahivle ilgili eserler ve Şemsiyye-i Teftazânî üzerine bir şerhin sahibidir. Şakaikü'nNu’ınâniyye, Sa'dü'd-dîn, Âlî. (56) Altuncu-zâde, yahud Kuyumcu-zâde. (57) Hekîm Arab. (58) Hekîm Ya'kûb. (59) Şakaik ve Alî. (80) Kezalik. (55) 202 HAMME R ra Göynük'e çekilmiştir. Mezarı birçok ziyaretçi çeker. Bu zâtın rakibi (61) Ebû'lVefâ'dır ki, Fâtih onun şerefine bir cami binâ ettirmiştir. Osmanlı târihinde şiir ve mûsikîye vukufu ve —inzivâgâhında Pâdişah'ın kendisini ziyaretini men' ile isbât ettiği— ulüvv-i tab'ı ile müzkûrdur (62). Hekîm mutasavvıf Şeyh Hacı Halîfe, İslâm'da işlerin İrâde-i İlâhiyye'ye bırakılmasının makbul ve bâtıl suretlerine dâir, yâni «Cebr-i Münakkah ve Cebr-i Mukalled» hakkında bir kitap te'lîf etmiştir. Şâirlerden bahsederken İlâhî ve Gülşenî'yi yâd etmiştik. Nihayet Halveti dervişleri şeyhi Hacı Çelebiden bahsetmeliyiz. II. Mehmed'in irtihâlinden sonra veraset hakkının kime âit olduğunu bu zât tâyîn etmiştir. Şehzade Cem'e yalnız vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa müsâid idi. Hacı Çelebî ona muhalefetle Bâyezîd tarafını tuttu ve kendisine mensûb olan Karaman dervişlerinin ve şeyhlerinin arasını bulmuştur; ikisi de Karamanlı olan bu iki iktidar sahibinin ihdas ve tahrik ettikleri mes'ele Hacı Çelebî'nin istediği gibi hallolunarak, Şeyh Vezîr'e galebe etmiştir (63), (61) (62) (63) «Ak-Şemseddîn kadar ma'rûf ve muhterem» mânâsına alınmalıdır (Mütercim) şakaik, Sa'dü'd-dîn, Âlî s Şakaik, Sa'dü'd-dîn, Âlî. ONDOKUZUNCU KİTAP Bâyezid'in İstanbul'a gelmesi, cülusu. — Biraderi Cem'in bir harbden sonra Mısır'a firarı; dönüp tekrar muharebesi. — Cem'in mağlûb olarak Rodos'a ilticası. — Esîr olarak Fransa'ya i'zâmı. — Napoli'de zehirlenerek öldürülmesi. Vezîr-i âzam Nişancı Mehmed Paşa, Sultân II. Mehmed'in vefatını —meşru vârisin gelişine kadar— askerden, payitahttan saklamağa teşebbüs etti. Bu cür'etkârca tasavvurunun başarısızlığa uğraması, velîahdin saltanatından, vezîr-i âzamin hayatından mahrum kalmasını icâb ettirebilirdi. Nişncı, hatâsını kaniyle ödedi; tabiatiyle bu hususta şikâyete de hakkı olamazdı. Fâtih, son nefesini verince, na'şı kapalı bir araba içine konularak ve etrafını ber-mu'tâd muhafızlar çevirerek —sıhhatinin iadesi için pâyitaht-da istirahat edecekmiş gibi— İstanbul'a nakl olundu. Vezîr-i âzam bir taraf dan da mâbeynci (1) Keklik (2) Mustafa'ya gizlice ta'lîmât vererek, Fâtih'in büyük oğlu olan Amasya valisi Şehzade Bâyezîd'e göndermiş idi; lâkin bu resmî teşebbüsü icra ettiği sırada, Şehzade Cem'i büyük kardeşinin yerine tahta çıkarma sebeplerini hazırlamak maksadıyle mahremlerinden bir adamı Karaamn'a gönderdi. Vezîr-i âzam teşebbüsünde daha ileriye gitti; Şehzade Cem'e muhabbeti sebebiyle İstanbul kapılarıyle ordunun bulunduğu Anadolu sahilinin medhallerini kapattığı gibi, payitaht ile askerin haberleşmesini önlemek için bütün gemileri tevkif ettirdi. Acemi oğlanlarına, yâni Yeniçerilik için ta'lîm edilmekte olan askere — Or-dugâh-i Hümâyûn yakınındaki Fil Çayırı Köprüsü'nün (3) (Not: 1) tamiri bahanesiyle— İstanbul'u terk etmek üzere emir verildi. Pâdişâhın vefatı haberi bunlardan şüyu' bularak Anadolu tarafındaki asker arasında yayıldı. Bunun üzerine Yeniçeriler toplanarak alenî isyan çıkardılar; Pendik önünde demir üzerinde birkaç gemiyi zaptederek Üsküdar'a yanaştılar; oradan İstanbul'a geçerek Yahûdîler'in, zengin ahâlinin hanelerini (1) (2) (3) «Hicâb-ı bâb-i saâdet-meabdan», Sa'dü'd-dîn; «Hademe-i hâssadan», Haber-i Sahîh (Mütercim). Neşrî ve Sa'dü'd-dîn, Âlî «Leylek Mustafa» diyor. «Pil Çayırından akan nehir üzere yapılan Nesbene (?) köprüsü» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 3. (Tertîb hatâsına uğrama ihtimâli sebebiyle, doğrusu «Nisbe-tiye» olabilir. Mütercim), 204 HAMMER yağma ettiler; bü yağmalardan1 sonra da vezîr-i âzami öldürdüler. İşte Karamanlı Mehmed Paşa'nın netîce-i hâli buna müncer olmuştur. Mehmed Paşa kanıyle bir yol çizmiş oldu; haleflerinin birçoğu o yolda kendisini tâkib edecektir. Şu muhataralı zamanda —Fâtih'in yokluğu esnasında İstanbul hükümet ve muhafazasına bırakmak üzere Silifke'den getirtmiş olduğu— İshak Paşa, idarî işlerine eline aldı. Vezirler tarafından kendisine tam selâhiyet verilerek bu sırada gösterdiği metanetle, hiç olmazsa muvakkaten âsâyîşi iade etmeğe muvaffak oldu. İsyan şundan dolayı daha ziyâde korkunçlaşıyordu ki, sarayda Fâtih'in iki torunu vardı: Biri Bâyezid'in oğlu Korkud, diğeri Cem'in oğlu Oğuz Hân. Bu iki şehzade, II. Mehmed'e —kendi oğullarının sadâkatini te’ınîn etmek üzere— rehin hükmünde idiler. Korkud henüz çocukluk çağından çıkıyordu; Oğuz Çocuk idi; çünkü babası 22 yaşında bulunuyordu. Karamanlı Mehmed Paşa dâima Şehzade Cem tarafını tuttuğu içindir ki, ordu daha ziyâde kolaylıkla Şehzade Bâyezîd tarafını tuttu. Binâenaleyh 886 Rebî'ü'l-evvel'inin beşinci günü (4 Mayıs 1481) Bâyezid'in yokluğu devresi için kaim-i ma-kam-i saltanat ilân olundu (Not: 2). Fâtih'in irtihâli haberini Şehzade Cem'e ulaştıracak olan adam —Bâyezid'in bir hemşiresi (4) ile evlenmiş olması yüzünden, menfaatleri onunla müttehid olan— Anadolu Vâlîsi (beğlerbeği) Sinan Paşa tarafından tevkif ve idâm olundu (5). Bâyezîd'e gönderilen nâme-res (mektupçu; ulak) yüz altmış fersah mesafeyi sekiz günde kat ederek Amasya'ya (Not: 3) vâsıl oldu (6). Keklik Mustafa'nın gelişinin ertesi günü (7) (13 Rebî'ü'l-evvel 886 Pazar) Bâyezîd dörtbin süvariyi yanına alarak İstanbul'a müteveccihen yola çıktı. Dokuz gün sonra Üsküdar'a vardı. Rumeli ve Anadolu arasında denizin üzeri birçok sefinelerle Örtülü idi (8). Devletin ile(4) (5) (6) (7) (8) «Lâbeveyn», iki taraftan olacaktır (Mütercim). Sa'dü'd-dîn, s. 433, Viyana İmparatorluk ve Kraliyet KütÜbhânesi, nu: 122. Sa'dü'd-dîn'e nazaran Keklik'deki mektûb erkân-i devlet tarafından idi, yalnız Karamânî'nin değil. İkincisi, Hoca’nın «kebg-i kühsârî» (dağların kekliği)ye teşbih etmeyi unutmadığı Keklik Mustafa —ki İstanbul'dan Fâtih'in vefatı târihi olan 4 Rebi'ü'l-evvel perşenbeden sonra çıkmıştı— Amasya'ya sekiz günde değil, Rebî'ü'levvelin sekizinci günü vâsıl oldu (Mütercim). Sa'dü'd-dîn, Bâyezid'in Keklik Mustafa'nın gelişinden üç gün sonra (İstanbul basımı, c. 2, s. 4, dördüncü gün) hareket ettiğini yazar; lâkin bu ifâde Bâyezid'in 21 Rebî'ü'levvel 886'da (20 Mayıs 1481*de) Üsküdar'a varması ile uyuşmaz. (Keklik'in Amasya'ya vusulü, 8 Rebîülevvel; Bâyezid'in hareketi, 11 perşenbe veyahut 12 cuma, Üsküdar'a vusulünü müteâkib Üsküdar'dan İstanbul'a geçiş 21, pazar. Hoca'dan aldığımız doğru hesap budur. Bunda tenakuz yoktur. Mütercim). «Gemilerden deniz görinmez oldı; sefîneler kürek küreğe birbirine çat-dılar; askerün elbise-i rerjıgârenginden rûy-i derya sebze-zâde döndi; ge-milerün serenleri serv vü şimşâd görindi. Sa'dü'd-dîn. Mütercim. OSMANLI TARİHİ 205 ri gelenleri, askerin reisleri yeni pâdişâha arz-ı ta'zîmâta geliyorlardı. Bununla beraber Yeniçerilerle dolu sandallar iki tarafdan pâdişâhın kadırgasını sardılar. Hamza Beğ'in oğlu Mustafa Paşa'nın uzaklaştırılmasını pâdişahdan taleb eden karışık sesler işitildi. İshâk Paşa, kendisinin istediği vezîr-i âzamlık makamı Mustafa Paşa'ya nasîb olur korkusuyla, rakibini Yeniçeriler'e maaşlarının artırılmasına muarız olarak bildirmişti. Bâyezîd korkarak, daha karaya ayak basmadan Yeniçeriler'in bütün istediklerini yerine getirdi. Gegbüze (Gebze) yakınındaki asker arasında intizâmı sağlayabilmek ümidiyle veziri Mustafa'yı Anadolu'ya gönderdi 9). Bu tedbîrlerden sonra başına siyah bir kavuk koyarak ve siyah renk--e keten elbise giyerek payitahta girdi (10). Saray kapısına gelince harb safı üzere durmuş olan Yeniçeriler zabitleri vâsıtasiyle bir arz-i hâl verdiler. Bundan Nişancı Mehmed Paşa'yı idâm ve şehri yağma etmiş olmalarından dolayı ma'zeret arz etmekle beraber (11) mu'tâd suretinde değilse bile «bahşiş-i fevkalâde» suretinde tahsisatlarının arttırılmasını istiyorlardı. Pâdişâh buna da müsâade etti. Yeniçeriler'e verilen cülus bahşişinin ikinci misâli budur. Şu vak'a tesadüfi gibi görünmekle beraber Bâyezid'in saltanatından itibaren muntazam bir şekil alarak 1774 (1187) senesine kadar her saltanatın bidayetinde tekerrür etmiştir. Bunun için sarf edilen akçeler devlet masrafları sırasında ve Yeniçeriler'in gelirleri meyânında görülür (12). Bu âdeti ilk defa II. Mehmed koymuş ve her saltanat değiştikçe bahşişin miktarı artmıştır. Şu akçe her ne kadar bu münâsebetle Roma alaylarına tevzî olunan muazzam meblâğların derecesine asla varmamış ise de, devletin mâliyesini harâb edecek kadar külliyetli idi. Bu seyyianm kabulünden üçyüz sene sonradır ki, Sultân Ab-dülhamîd (-i Evvel) Rusya muharebesi sırasında defaten lâğvetti (Not: 4). Bâyezid'in Yeniçeriler'le muamelesi Klodius'un hâssa askerleriyle muamelesine benzer: Zaafının reddi kaabil olmayan delilini bizzat imza ve Yeniçeriler'in hükümdarların intihabı hususunda kendilerine verdikleri imtiyazı bir dereceye kadar tasdik etmiştir. Bu meş'ûm muvafakat, o intizamdan çıkmış mağrur askeri her yeni saltanatta aidatını artırmağa teşvik eylemiştir. Bâyezid'in İstanbul'a duhûlünün ertesi günü (22 Rebî'ülev-vel 886 — 21 Mayıs 1481) cenaze alayı icra olunmuş ve namazda Şeyh Ebû'l-Vefâ imamet etmiştir. Bâyezîd vüzerâ ve ümerâ ile birlikte bizzat tâbutun altına girmiş ve na'ş, II. Mehmed tarafından inşâ olunan camiin (9) «Mustafa Paşa kayıkla Üsküdar'a geçirildi, Sa'dü'd-dîn. (Mütercim). (10) «Sultân Bâyezîd matem libâsiyle şehre girdi. İmameleri semle idi: beğ-ler, paşalar, ağalar semle kuşak sarmup mâtem-gîrlikde pâdşâha mu-tabaat eylediler.» Sa'dü'ddîn (Mütercim). (11) Cürümlerini «Ban-i isyan mîzend nâkus-i istiğfâr-i mâ» sözünün tam karşılığı olarak cebren affettirdiler, Habe^-i Sahîh, c. 4, s. 3. (Mütercim). (12) Maurace d'Ohsson, 7, s. 122. 206 HAMME R arkasındaki türbeye kadar bu suretle götürülmüştür. Defin merasimi birçok sadakalar dağıtılmasıyle sona erdikten sonra, bütün saray halkı matem elbiselerini çıkararak en muhteşem libaslariyle pâdişâha ta'zîmât arz etmişlerdir. İshâk Paşa vezîr-i âzamlık mesnedine tâyîn ve pâdişâhın Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken Anadolu'ya gönderdiği Mustafa Paşa Manisa Çelebisinin azliyle münhal olan vezârete yükseltildi (13). II. Mehmed'in koyduğu kanun devletin saltanat tahtındaki hükümdarın biraderlerini idama dâir olan fıkrası, Bâyezid'in cülusunda tatbik olunamadı. Yeni pâdişâhın kardeşi yalnız Şehzade Cem idi. O da pâyitahtdan uzak olmakla beraber sâde hayâtını muhafazaya değil, saltanat tahtı için münazaaya hazır görünüyordu. Avrupaca daha ziyâde «Zizim» nâmıyle mâruf olan Şehzade Cem, zâten sâhib-i kalem ve şâir olmak sıfatıyle müstehak olduğu ehemmiyet nazarlarını münhasıran sergüzeştiyle de celbetmeğe şayandır (14). Şehzade —daha önce yazıldığı gibi— her türlü bedenî mü-mâresetde, bilhassa güreşte mahir idi; lâkin ekseriyetle sefahat derecesine varan zevk düşkünü bir yaşayışa kapılmıştı (Not: 5). şâirleri meclisinden çıkarmazdı. Sarayında birçok şâirler yüksek mansıblarda bulunuyorlardı. Ezcümle Hayder mühürdar, Sa'dî defterdar idi. Pederinin irtihâli ve vezîr-i âzam Nişancı Mehmed Paşa’nın îdâmı haberi üzerine Cem, sür'atle bir miktar asker toplayarak devletin kadîm payitahtını zaptetmek niyetiyle Bursa üzerine yürüdü. Bâyezîd dahî eski lalası Ayâs Paşa kumandasında ikibin çeriyi pişdar olarak Mudanya yolu üzerine gönderdi. Kendisi de ordusunu toplamak üzere bizzat Üsküdar'a geçti. Ayas Paşa Bursa kaplıcalarında, Cem askerinin kumandanı Gedik Nasûh Yıldırım Bâyezîd Cami ve türbesi yanında tevakkuf eyledi. Bu iki kumandan şehre dâhil olabilmek üzere ahâlî ile müzâkereye giriştiler; ancak Bursalılar Yıldırım Bâyezîd evlâdının muharebelerinden dolayı uğradıkları felâketi hatırlayarak ve sonra Yeniçeriler tarafından vukua getirilen İstanbul yağması safahatının Bursa'da da tekerrüründen korkarak, iki tarafın da tekliflerini reddettiler. Bununla beraber Şehzade Cem askerine zahire ve kuvve-i imdâdiye vererek, şu suretle hakîkî niyetlerini açığa vurdular. Müteakiben Bursa hisarları altında bir muharebe vukua gelerek Yeniçeriler mağlûb ve Ayas Paşa dâhil (13) (14) Sa'dü'd-dîn, 3, 437. (Pâdişâh cülusunun üçüncü günü İshâk Paşayı vezîr-i âzam nasb ile teskîn-i fesâd içün vürûdundan evvel virdiği terakkiyâtı kabul ve Mustafa Paşa'yı Üsküdar'dan celb ile vezîr iderek Mağnisa Çelebisini medâris-i Osmâniyye'den birine müderris ta'yln eyledi. Sa'dü'd-dîn (Mütercim). Latîfî'nin Terâcim-i Ahvâl'ine müracaat, Şâber'in tercümesi, s. 62. Ahdî, Sehî, Riyâzî, Kınalı-zâde tezkireleri. Cem'in Dîvân'ı Berlin Kraliyet Kü-tüphânesi'nde, Di ez'in el yazıları mecmuâsındadır, nu: 129. OSMANLI TARİHİ 207 olduğu hâlde birçokları esîr oldular. Üç gün sonra Cem ordugâha vâsıl oldu; şehir, kapılarını açtı. Cem'in ilk işi saraydaki hazîneleri muhafaza altına almak oldu. Kendisini Osmanlılar'ın pâdişâhı ilân ederek sikke darbetmek ve nâmını hutbelerde yâd ettirmek hükümdarlık hakkının istimaliyle saltanatının icrasına başladı. Şehzade onsekiz gün bu saltanat hayâlinden müsterîhâne istifâde etti. Lâkin müteakiben haber aldı ki Bâyezîd bütün ordusuyla yürüyüp gelmektedir. İstikbâline çıkmadan evvel pâdişâha bir sefaret hey'eti gönderdi. Hey'etin me’ınûriyeti, Rûmili vilâyetleri Bâyezîd'e kalmak üzere Anadolu vilâyetlerinin Cem'e terkini teklif ederek, aradaki nizâa' dostâne bir şekilde son vermeğe çalışmaktı. Sefaret hey'eti Molla Ayâs, Hamdî Çelebi (15) ile Sultân I. Mehmed'in kızı, Fâtih Sultân Mehmed'in halası, yeni rakibinin de büyük halaları olan ihtiyar Selçuk Hâtûn-Sultân'dan mürekkeb idi. Selçuk Hâtûn Cem lehinde Bâyezid'in kardeşlik hislerini tahrike çalıştı (16). Bâyezîd «Lâ erhâm beyne'lmülûk» (Melikler arasında merhamet yoktur) Arabça darb-ı meselini söylemekle iktifa etti. Ondan sonra kendi askerinin miktarından ziyâde kardeşinin ordusunda bir hıyanete istinâd ederek Bursa üzerine yürüdü: Çünkü Cem'in baş-mâbeyncisi (lalası) Aştin-oğlu Ya'kûb Beğ'e gizlice gönderdiği mektupda, Şehzâde'nin Karaman'a ric'atine mâni olarak Yenişehir sahrasında muntazır kalmağa ikna' etmek üzere yüzbin akçe tahsisat ile Anadolu beğlerbeğiliğini va'd etmişti (17). Ya'kûb bu teklifin cazibesine kapılarak Cem'i ric'at etmemeğe karar verdirmişti. Felâketin tamamlayıcısı olmak üzere Cem, ordusunu iki fırkaya taksim etti: Birincisini Gedik Nasûh kumandasıyle İznik'e gönderdi; ikincisinin kumandasını bizzat alarak Yenişehir üzerine ric'at etti (18). Bununla beraber, Bâyezid'in büyük oğlu olup Fâtih zamanında Manisa valiliğinde bu(15) (16) (17) (18) Şükrullah oğlu Ahmed Çelebi; Sa'dü'd-dîn. (Mütercim) Selçuk Hâtûn padişahın elini öptükten sonra «Can beraber birader kanını dökmekten ve İslâm arasında cenk çıkarmaktan ise Rûm iü ile iktifa idiniz; Cem de bundan sonra size muhalefet itmez» didiyisede Bâyezid'in cevâbı bu darb-ı meselin hükmünü gösterdi Mütercim). Mektub Bâyezid'in emri ile gönderilmiş ise de bizzat pâdişâh tarafından değil, Ya'kûb'un âşinâları tarafından yazılmış idi. Yüzbin akçe mah-sûllü karyeler temlik olunacaktı. (Mütercim). Neşrî'ye nazaran Yenişehir'e azîmet nasihati Fenârî-zâde Hasan Çelebi tarafından verilmiştir (varak: 239). Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde İdrîs ve Neşrî'nin rivayetini naklederler. (Fenârî-zâde Çelebi ve nasihati —kötü neticesini bilerek vermiş, Şehzâde'yi kasden iğfal eyelmiş olduğu hâlde Sa'dü'd-dîn'in «Güzîde-i mevâlî-i Rûm, câmi-i iştât-i ulûm» vasıflariyle tavsif etmiş olması mes'ûliyetini tezyîd eder. Râvînin eteğinde arpa var gibi göstererek hayvanı aldattığı için— ondan aldığı hadîsleri çizen imâmı Muhakkak ile böyle âdî politikacılık eden âlimi düşünmelidir!... Mütercim). 208 HAMME R lunan Şehzade Abdullah, askeriyle babasının ordusuna iltihâk etmişti. Abdullah Cem'in Bursa üzerine yürüdüğünü haber alınca evvelâ oraya yönelmişti, lâkin Ayas Paşa’nın mağlûbiyetini işittikten sonra Balıkesrî üzerine ric'atle Marmara sahillerine inerek gemi ile Gelibolu'ya çıkmış ve oradan Kostantiniyye'ye, Üsküdar, İzmit tarikiyle pederinin nezdine azimet eylemiştir (19). İznik duvarları altındaki Dikili-taşta ordu kurmuş olan Gedik Nasûh, Anadolu beğlerbeği Sinan Paşa serdarlığıyle gönderilen öncü kuvvetlerini görünce Azvad derbendine çekildi. Beğlerbeğinin fırkası boğaza girerek Gedik Nasûh'un askerini bozdu ve Yenişehir'e kadar tâkib etti. Bâyezîd dahî o gün bizzat İznik'e vâsıl olarak geceyi Azvad Boğazlarında geçirip, sabahı Yenişehir'de göründü. İtalya seferinden henüz avdet etmiş olan Kefe ve Otranto Fâtihi Gedik Ahmed Paşa orada pâdişâha ta'zîmâtım arzetti. Ahmed Paşa, cülusundan evvel Sultân Bâyezîd'e intisâb eylemiş olduğu gibi, bu defa da hizmet edeceğini te’ınîn ederek teveccühe nail oldu. Böyle meşhur bir kumandanın iltihakı ve Cem ordusundan bir kısmının bozulması Bâyezîd ordusu için fâl-i hayr olduğu halde, Yenişehir ovasında vâdîyi sulayan nehrin sağ tarafında (26 Rebîülâhir 886/20 Haziran 1481 (20) bir muharebe vukua geldi (Not: 6). Cem ordusunun bir cenahı Anadolu süvarilerinin hücûmuyle büyük zayiata uğramış olduğu bir sırada Aştin-oğlu Ya'kûb kendisine va'd olunan valiliği kazanmak arzûsuyle —Bâyezîd ordusunun nehirden geçişini önlemek üzere— ordunun en güzîde kısmiyle hasmın mukabelesine gitmek için Şehzâde'den ruhsat aldı. Cem'in muvafakatini alınca Bâyezîd üzerine yürüyor gibi görünerek kumandasındaki askeri teslîm ve şu suretle pâdişâhın muzafferiyetini te’ınîn etti. Muharebe sabahtan öğle vaktine kadar devam etmişti; neticesi tezahür ettiği zaman Gedik Nasûh tarafından Bursa'da esîr edilmiş olup şimdi firar fırsatı bulan Ayas Paşa Yeniçerilerinin koşuştukları görüldü. Cem ordusunu teşkil eden Türkmenler, Karamanlar, Turgudlar, Varsaklar arasında bozgunluk umûmî oldu. Saltanat davacısı dahî o kadar sür'atle kaçtı ki, o gün gurûb vaktinde —muharebe mevkiine iki günlük mesafede olan— Ermeni Derbendi'ne yetişti. Firarı esnasında bir at tekmesiyle bacağından aldığı yarayı bağlamak için Oyucak'da (21) bekledi. Bütün gece yürüyerek ertesi gün Eskişehir'e vâsıl oldu. Muharebede bütün hazîne ve eşyasını kaybetmiş olmakla beraber kurtarabilmiş olduğu esvabı Ermeni Derbendi'nde Türkmenler tarafından yağma edilmişti; o hâlde ki, mâbeyncisi (kapıcı-başısı) Sinan Beğ, gece rutubetinden muhafaza için Şehzâde'ye kendi kepene(19) (20) (21) Sa'dü'd-dîn, 3, 438. Hammer'in Fransızcasında 26 Rebîülâhir olması tertîb hatası olacaktır (Not: 6'ya bkz.) Doğrusu, 22'dir. Mütercim. Sa'dü'd-dîn'de İvecik (yahut: Eyücek) (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 209 ğini verdi (22). Cem bir haftada Konya'ya vâsıl olarak (23) üç gün istirahat ettikten sonra validesi ve haremiyle birlikte Suriye ve Mısır'a müteveccihen azimet etti (1 cemâdi'l-ulâ / 28 Haziran). Bulgar Dağında (Bugünkü Bolkar dağları) iken arkada kalmış olan bâzı firariler iltihak etti; lâkin Oyuz Beğ takımı oralarını hasara uğratmakta olduğundan Şeh-zâde'ye hayli zararları dokundu, birçok zahmet çekilerek ve bir takımına hakk-ı mürur (geçiş hakkı) ve bir takımına istimâlet verilerek Şehzade Tarsus sahrasına çıktı. Tarsus hâkimi ve daha sonra Adana'da Ramazan Hânedânı'ndan Türkmen Beği, firariyi ihtiram ile karşıladılar. Mısır'ın Haleb ve Şâm beğlerbeğileri Şehzâde'ye felâketini unutturmak için hizmetinde kusur etmediler; Şam'da üçyüzü bulan maiyyeti halkıyle birlikte Kasr-ı Ablak'a konduruldu. Yedi hafta orada kaldıktan sonra Kudüs'ü ziyaretle Hebron ve Gazze tarikiyle Kahire'ye vâsıl oldu. Bütün şehir ve saray halkı istikbâle çıktılar (24). Şehzade Cem, Çerkeş hükümdarlarının vezîr-i âzami demek olan Divitdâr (25) sarayına indirildi. Ertesi gün büyük teşrifatla Sultân Kaytbay'ın sarayına götürüldü. Sultân, oğlu gibi kabul ederek, kucaklayıp kemâl-i muhabbetle ellerini sıkdı ve teselli verdi; kendi saraylarından birini de ikametine gösterdi (26). Yenişehir muharebesinden sonra, Bâyezîd kardeşini izinden takibe başlamıştı. Ermeni Boğazı'na vardığında o tarafın Türkmenleri huzuruna çıkarak —Şehzade Cem'in kaldığı gece üzerine hücum ile esîr etmek derecesine getirmiş ve maiyyeti halkının eşyasını yağma etmiş olmalarından dolayı— resim ve vergilerden muafiyetlerini taleb ettiler. Pâdişâh hareketlerini tasvîb eder gibi göründü; müstehak oldukları mükâfatı almak üzere bâb-ı devlete müracaatlarını tebliğ ettirdi. Birçoğu tama' sâikasıyle isbât-i vücûd ettiler. Fakat gelenlerin hepsi tutulup asıldı. Bâyezîd bu hususta, biraderi Süleyman'ın katillerine Öyle bir ceza tertîb etmiş olan Şehzade Musa'yı örnek alıyordu. Sa'dü'd-dîn, Sultân Bâyezid'in bunlara şöyle hitâb ettiğini yazar: —«Reâyânun selâtîn umûrına dahi ve taarruz ve vazîfesidür? Anlara lâzım olan saltanat kime nasîb olur ise ribka-i itaatine rakabelerin idhâldür; selâtîne reâyâ kılıç çekmek müstevcib-i nekâldür. İki vâris-i mülk birbiriyile münazaa iderise ecnebî(22) (23) (24) (25) (26) Yağmurluk gibi en üste giyilir bir libas. (Mütercim) 27 Rebî'ü'l-âhir .(Mütercim). Gurre-i Şa'bân. Sa'dü'd-dîn. (Mütercim). «Dividâriyyeye kondurdılar» (Sa'dü'd-dîn) Mütercim. «Sultân-i Mısr bir şâhâne kâşanede kondırup küllî riâyetler eyledi; Ramazân giceleri ekseriya iftara da'vet idüp inbisât gösterdi. Birlikde teferrüc iderleridi.» Sa'dü'd-dîn (Mütercim) Hammer Tarihi. C: U. 1-.: 14 210 HAMME R nün ne medhâli var? Erâzîl ve edânînün eâlîye sell-i seyf itmeğe ne eli var?» Bâyezîd Konya'ya vusulünde Filîbâd (Filâbâd olmalıdır. H.) ovasında durarak Gedik Ahmed Paşa'yı Cem'in takibine me’ınûr ve Karaman eyâletini oğlu Abdullah'a tefviz ettikten sonra, Iılgm tarikiyle İstanbul'a yöneldi. Bursa'ya yaklaştığı sırada Yeniçeriler —ahâlînin silâh arkadaşlarına kapıları kapamış ve Ayas Paşa'ya karşı Cem ordusuna yardım etmiş olmaları bahanesiyle— şehri yağma etmeğe ruhsat istediler. Pâdişâhın buna mâni olması üzerine bütün ordu isyan etti. Bâyezîd: — «Cesur muhâribler! Bu şehri bana bağışlayasınız!» diyordu. Lâkin her söz te'sîrsiz kaldı; her Yeniçeri'ye bin akçe ihsanı suretiyle belde için fidye-i necat verilmedikçe intizâmın iadesi kaabil olamadı. Gedik Ahmed Paşa, Cem'e yetişmeksizin Ereğli'ye vâsıl oldu. Orada dört alayı Şehzade Abdullah'a bırakıp da dîvândaki vezirlik mevkiinde bulunmak üzere İstanbul'a dönmek üzere emir aldı. Ahmed Paşa mağrur ve muannid olmakla beraber II. Mehmed zamanında vezîr-i âzamlık mesnedinden ve birçok fetihlerde bulunmuş olmasından dolayı böbürlendiğinden dolayı bu defa da Bâyezid'in infialini celbederek, sarayda kapıcılar odasında hapsedildi. Buradan alelade ancak katledilmeğe gidilirdi. Bununla beraber Sultân Bâyezîd vezîr-i âzam İshâk Paşa’nın ricalarına ve Karaman'da âsâyîşin iadesi için Ahmed Paşa’nın iktidarlı eline ihtiyaç olacağını hissetmesine binâen affedildi (27). Karaman Hânedânı'nın son vârisi olan Kaasım Beğ, Karaman Beğlerbeği ve Şehzade Abdullah'ın müşaviri Hadım Alî Paşa'yı Pervane sahrasında mağlûp ettikten sonra Konya'yı muhasaraya gelmişti (28). Gedik Ahmed Paşa, vezîr Mustafa Paşa'nın telkinleri üzerine hapsedildiği, ancak kendisine ihtiyaç olmasından dolayı hapisten çıkarıldığını bildiği cihetle, hasmından parlak bir intikam almadıkça sefere gitmek istemedi. Yeniçeriler'den yardım görerek Mustafa Paşa’nın tevkifini taleb etti; muvaffak da oldu. Ondan sonra oğlunu sadakatine rehin olmak üzere bâb-ı saltanatta bırakarak ikibin Yeniçeri, dörtbin Azab ile kapısı halkını alıp Anadolu'ya teveccüh etti. Yaklaştığını bildiren haber üzerine Kaasım Beğ Konya muhasarasını kaldırarak Taş-ili Kilikya'ya (Taş-İl) kaçmıştı. Ahmed Paşa ordusu Karaman'da bulunan Osmanlı askeri ile birleşerek firârî Kaasım Beğ'i Silifke'ye kadar tâkib etti. Lâkin zahirelerinin azlığı sebebiyle Hadım Alî Paşa'yı ordudan ayırarak Mut'a gitmeğe icbar eyledi. Kaasım Beğ Tarsus üzeri- (27) 06 (28) İshâk ve Hersek-oğlu Ahmed Paşa şefâatleriyle afv olunarak vezâretde ibkâ* olındı. Sa'dü'd-dîn (Mütercim). Bofor'un Kaj-amania'sı, 213, 214. OSMANLI TARİHİ 211 ne ric'at etmekte olduğu hâlde, bundan haber alarak Alî Paşa'ya hücum etmek üzere döndü. Alî Paşa hasmın bu hareketini tahmin etmiş olduğu için Gedik Ahmed'den imdâd istemeğe vakit bulabildi. Kaasım Beğ Osmanlı ordusunun toplanan kuvvetlerine mukabelede âciz olmakla beraber ric'atini tamâmiyle gizlemek için gece ordugâhında ateşler yakıp bırakarak, bulunduğu müşkil mevkiden kendisini bu suretle kurtarabildi ve Tarsus yolunu tuttu. Suriye ve Karaman hududu üzerinde Teke nehrine kadar faydasız bir şekilde hasmını tâkib etmiş olan Ahmed Paşa, ondan sonra «İlmas» (29) kalesi üzerine dönerek yerle yeksan edip ganimetleri askerine taksim etti. Bu aralık Alî Paşa Silifke kalesine zahjire vermiş olduğundan Gedik Ahmed Paşa baharı beklemek üzere Lârende kışlağına çekildi (30). Mısır Sultânının sarayına iltica etmiş olan Cem, bu mecburi istirahattan istifâde ile Mekke ve Medîne belde-i mukaddeslerini ziyaret etmek istedi (31). Dört ay kadar Kahire'de kaldıktan sonra Mekke'ye (28 Şevval 886 / 20 Kânunievvel 1481) ve iki ay sonra Ravza-i Peygamberî'ye azimet eyledi. Medine'ye 22 Zi'l-hicce 886/ 11 Şubat 1482 târihinde vâsıl olarak 21 Muharrem 887 /12 Mart 1482 târihinde Kahire'ye avdetinde yeniden talihini tecrübe etmeğe davet olundu. Kendisini çağıranlar yalnız Kaasım Beğ olmayıp II. Mehmed zamanında Yeniçeri ağalığında bulunan Ankara Sancak-beği Mahmûd (32) dahî dâhil olmak üzere, büyük timâr ve zeamet sahiplerinden birçokları da beraber idi; bunların cümlesi pederinin mirasını ele geçirmek üzere hâl-i hâzırın müsâid vakit olduğunu arz eylediler. Cem, bunların vaadlerine kapılarak Kahire'den ayrıldı ve altı hafta sonra Haleb'e ulaştı (18 Rebîü'levvel 887/6 Mayıs 1482). Mahmûd Beğ ile pâdişâh hizmetinden ve Ahmed Paşa'nın kışlağından firar etmiş olan diğer şahısları orada buldu. Bâyezîd, bu meş'ûm haberi alması üzerine —askerden bir kısmının firarını Ahmed Paşa'ya isnâd etmekte bulunduğu cihetle— Paşa’nın Şehzade Abdullah'ı Kara-Hisar'a göndererek, kendisinin huzuruna avdet etmesini emretti. Pâdişâh bizzat Anadolu'ya geçerek Aydos sahrasında sancaklarını kurdu; ordunun muhtelif fırkaları orada toplanmağa me’ınûr oldular. Bu aralık Cem Kilikya'ya vâsıl olmuştu. Adana'da Kaasım Beğ ile mülakatında, onun muâvenetiyle kardeşinden saltanatı almağa muvaffak olursa Kaasım Beğ'i ecdadının tah(29) (30) (31) (32) Ne Bofor, ne de Cihân-nümâ «İlmas» kalesinin mevkiini tâyin etmezler. Bu kale belki Lamas (Latmus) nehri üzerinde kâindir; Bofor, s. 245. Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 433. İdrîs, varak 122, 123. Solak-zâde, varak 67. Nuhbetü't.Tevârîh, varak 107. Osmanlı Hânedânı'ndan hacc edenler Şehzade Cem ile vezîr -i âzam İbrahim Paşa'nın metrûkesi bulunan, Sultân I. Mehmed'in bir kızmdan ibarettir. M. D'Ohsson'a mür., 3, s. 256. Engüriye Beği Ttabzonlı Mehmed Beğ. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 219. 212 HAMME R «ma iclâs ve II. Mehmed'in aldığı vilâyetleri iade etmeyi te’ınîn ile taahhüd eyledi. îki prens kuvvetlerini birleştirerek Ereğli üzerine gittiler. Oradan Cem, mâbeyncisi Sinan Beğ'i sulh teklifleriyle Ahmed Paşa'ya gönderdi. Bundan maksadı Ahmed Paşa'yı kendi tarafına celbetmekten ziyâde, onu gaflet hâlinde bulundurmaktı; çünkü öteden buraya kaçmış olan Mahmûd Beğ Gedik Ahmed Paşa ile Şehzade Abdullah'ı ansızın ele geçirmek için bir süvârî firkasıyle Sinan Beğ'i tâkib ediyordu. Ahmed, Pâdişah'ın emirlerine uygun olarak Lârende'den çıkmış ve Konya'da ordu kurmuştu. Oradan Şehzade Abdullah'ı Kara-Hisar kalesine gönderecekti. Çukur-Çimen yaylalarında Cem süvarisinin kumandanı Mehmed ile Ahmed Paşa birbiriyle tutuştularsa da, her iki taraf için kat'î bir netice hâsıl olmadı. Bu müsademeden sonra Ahmed ric'at hareketine devam ederek Seyyîd Gazî'de pâdişâh askerine mülâki oldu. Cem ile Kaasım Beğ Konya önüne vararak her taraftan muhasara etmiş idiler (18 Rebîü'l-âhir / 6 Haziran 1482). Ancak Alî Paşa’nın cesurca müdâfaası şehri hücum ile almaktan muhâsırların ümîdlerinin kırılması üzerine Mahmûd Beğ —Ankara'da bırakmış olduğu zevce ve çocuklarını almak için— bin atlı ile Ankara'ya kadar gitmeğe Şehzâde'den ruhsat istedi. Ankara'ya vardığında, bunların Pâdişah'ın emri üzerine İstanbul'a nakledilmiş bulunduğunu haber alarak kedere kapıldı. Bu infial üzerine —Amasya Beği olup Bâyezîd ordusuna iltihak etmek üzere Ankara yakınlarından geçmekte olan— Süleyman Paşa'nın üzerine atıldı. Mücâdelenin neticesi (33) Mahmûd Beğ hakkında vahîm olarak, kesilen başı Pâdişah'a gönderildi. Cem, Süleyman Paşa'yı ansızın vurmak için o tarafa azimette sür'atli davrandıysa da, muharebenin vukuundan iki gün sonra Ankara'ya gelebildi. Şehzade orada Pâdişâhın yaklaştığını haber aldı. Ordusu korkuya kapılıp dağılarak, kendisi de ikinci defa olarak Taş-ili'ne doğru kaçtı. Beşbin güzide süvârî ile takibine me’ınûr olan İskender Paşa Aksaray'a kadar hasımdan eser görmedi. Orada Cem'in Ereğli'ye gittiğini haber alarak, o da Ereğli'ye gitti. Lâkin Ereğli yakınında bir sazlık içinde kaldığı gece atlar ürkerek topluluğu târ-mâr olduğundan dağlıktan ileri gecem ey ip Pâdişah'ın gelişini bekledi; Bâyezid'in Ereğli'ye gelişinde Cem'in Karaman-oğlu ile birlikte Taş-ili'ne tahassun ettiklerini arz etti (34). Sultân Bâyezîd, Sekban-başı'yı (35) Cem'e göndererek, bir i'tilâf sureti kararlaştırılmak üzere elçi göndermesini tebliğ etti. Cem, evvelâ Lalası Cinân Beğ'i, sonra defter---------------------------- ,——4 (33) (34) (35) Muharebe Çubuk Ovası'nda vuku bulmuştu. Müverrihin «Mahmûd» dediği Sa'dü'ddîn'in İstanbul baskısında hep «Mehmed»dir. (Mütercim) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 415. Sismondi sehven, 16 Haziran 1482'de Cem'i Konya yakınında Serviçe'de bozduğunu yazar. (Sismondi'nin yazdığı Çubuk Ova-sı'ndaki muharebe olmak ihtimâli vardır. Mütercim). Sa'dü'd-dîn, «Koca Sekbân-başı» diyor (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 213 dârı Mehmed Beğ'i göndererek, bunları Anadolu'dan bâzı eyâletlerin kendisine terki şartıyle sulh müzâkeresine me’ınûr eti. Bâyezîd, elçilere Bah-şâyiş ve İmâm Alî (36) vâsıtasiyle : — «Arûs-i devlet iki rakîb arasında kaabil-i taksim olmadığından, atımın ayaklarını ve libâsınun eteğini hûn-i ma'sûm-i müslimîn ile lekedâr itmeyerek Kudüs'de vâridâtıyile sükûn içinde imrâr-i hayât itmesini» cevaben tebliğ eyledi (37). Bu teklifler reddolunmasıyle Hersek Ahmed Paşa Anadolu süvarileriyle Kilikya'ya girdi. Cem, henüz vakit müsâid iken bir ilticâgâh aramak lüzumuna kaani olarak, bu hususta Karaman oğlu Kaasim Beğ ile müzâkere etmişti (Not: 7). Kaasım Beğ, Şehzâde'nin İran'da yahut Arabistan'da ilticâgâh aramak tasavvurunun aleyhinde bulunarak, I. Bâyezid'in oğlu Mûsâ gibi Rûm-ili vilâyetlerini kendi lehine ayaklandırmak üzere Avrupa tarafına firar etmesini tavsiye etti (38). Cem, bu re'ye tâbi olarak mahremlerinden aslen Frenk olan Süleyman'ı hediyeler takdîm etmek ve kendisinin kabulüyle beraber Rûm-ili'ne geçmesi vâsıtalarının tedârikini taleb etmek üzere Rodos Üstâd-ı Âzam'ına gönderdi. Cem'in elçisi, Rodos şövalyeleri tarafından resmî bir karşılama töreniyle kabul edildi. Sefîr çekildikten sonra, me’ınûr olduğu husus Şövalyeler Meclisi'nde müzâkere olunarak, Müslüman Şehzadesinin taleblerinin kabulü tarîkatin haysiyyet ve siyâseti iktizâsından olduğuna karar verildi (39). Bu müzâkereler esnasında, Cem —yanında yalnız otuz kişi olduğu hâlde— Kilikya sahillerinde Korkos (Korikus) limanına (40) vâsıl ve Rodos'tan gelecek olan cevâbı beklemek üzere bir Karaman gemisine (36) Bahşâyiş Ağa oğlu İmâm Alî. Sa'dü'd-dîn. Hammer, bu ismi sehven iki adam zanneder. (Mütercim). (37) Sa'dü'd-dîn, 3, 446. Kaorsin (Caorsin)'e nazaran: «Pollicetur Bagyazit 200 millia nummoru mregium supellectilem, pueros viginti, si extra regni fines deget.» (Sa'dü'd-dîn'in ibaresi şudur: «K'şver-i Rûm bir serpûşide 'Arûs pür nâmüsdur ki iki dâmâd hutbesine tâb getürmez ve müşareket kahrın götürmez. Birader kerîm-i kereminüz böyle iltimas iderler kim yed-âmuzlar sözin gûş itmeyüp bîhûde yire semm-i semend-i ikdâmgeri fersude ve dâmen-i ismetinüzi bunca musülmânlarun hûn-i nâ-hakkıyile sûde itmeyesiz ve izz ü saâdetile Kuds-i Şerîf mücâveretini ihtiyâr idüp ol arz-i mukaddesede ârâm idesiz ki şimdiye dek hızâne-i âmirenüz varidatı ne ise her sâl huzûr-i şerîfinüze irsal itmeği taahhüd buyurmış-lardur.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 22. Mütercim) (38) Karaman-oğlu'nun maksadı bu idi ki: «Rûm-ili canibinde fetret zuhuri Hudâvendigâr Hazretleri»nün ol tarafa teveccüh buyurmaların icâb it-meğile kendüsi ferâğ-i hatır ile Karaman vilâyetme destres bulmağa ka-adir ola.» Sa'dü'd-dîn, a.g.e, s. 21 ve 22. (Mütercim). (39) Senatus consultum: «Regem excipiendum, alendum, fovendum.» Caour-sin. (Metnin me'hazıdır.) (40) Sa'dü'd-dîn'de Gerküs, s. 23 (Mütercim). 214 HAMME R binmişti (Not: 8). Ertesi gün (3 Cemâdü'l-âhırî 887/20 Temmuz 1482) Anamur açıklarında elçinin sefinesi göründü. Sefîr, Üstâd-i Âzâm'ın ruhsatnamesini getirdiği gibi, Cem'i almak üzere Kastil dâ'î-i kebîr'i Don Alvarez Dö Zoniga kumandasında gönderilen bir donanma ile birlikte geliyordu. Şehzade bir müddetcik Süleyman ile istişare etti. Süleyman, üstâd-i Âzam'ın ifâdesinin pek de i'timâda şâyân görülmediğini söylediyse de Cem tarîkatin kadırgalarından birine binmeğe karar verdi ve üç gün yol aldıktan sonra (Not: 9) Rodos'a vâsıl olarak büyük ihtiramlarla kabul olundu. Şehzadenin gemiden at üzerinde çıkabilmesi için sahilden kadırgaya onsekiz kadem uzunluğunda ve dört kadem genişliğinde, kıymetli kumaşlarla örtülmüş bir köprü uzatılmıştı. Karaya çıkınca, maiyyetinde gelmek üzere şövalyeleri kendisini bekler buldu. Alayın geçeceği sokaklar kaliçelerle, çiçeklerle, mersin dallarıyle müzeyyendi; pencereler, balkonlar merak sâikasıyla temâşâ için toplanmış rengârenk elbiseleriyle parlıyordu; dirâçeler temâşâ edenlerin sıkletiyle sarsılıyordu. Yortu rubası giymiş hademe ve muzıkacılar önden yol açmakta ve Fransız şarkıları söylemekteydiler. «Hieruzu Lömiten» denilen delikanlılar ipekli libâslariyle onları tâkib ediyorlardı. Nihayet solunda Üstâd-i Âzam ve arkasında tarikat erkânı bulunduğu hâlde Şehzdâe geliyordu. Azîz Etienne meydanına varıldığında Üstâd-i Âzam Dö Busson işaret parmağını üç defa göğsü üzerine koyarak Şark usûlünde Şehzâde'yi selâmladıktan sonra sağ elini uzattı. Yol esnasında tercüman vâsıtasiyle konuşarak — Şehzâde'nin ikametine tahsîs olunan Fransız Lisanı (41) sarayına kadar refakat etti (Not: 10). Şehzâde'nin mahremlerinden Alî Beğ Cem'in eşyasını, zevcesini, çocuklarını, bütün maiyyeti halkını Kilikya sahilinden alıp getirmek üzere bir kadırga ile Kaasım Beğ'e gönderildi (42). Bir müddet av, cirid oyunu, muzıka Şehzâde'yi meşgul etti. Müteakiben sefîr geldi (M.İ. 1). Biri Karaman Valisi tarafından geliyordu; diğeri vezîr Ahmed Paşa'nın bir mektubunu hâmil" olarak, 69 Tarikat sulh akdi için elçi gönderdiği takdirde uzun bir müddetle musalehâ edileceğini beyân ediyordu. Üstâd-i Âzam ve tarikat erkânı, menfaatlerini ve misafirperverlik vazifelerini na-zar-i i'tinâya alarak ve Cem'in iadesi teklif olunacağı muhakkak olup, buna muhalefet edilse bile, hançer veyahut zehir kullanılması suretiyle dâima hayâtının tehlikede bulunacağını düşünerek, Şehzâde'yi adadan uzaklaştırarak tarikatın Fransa'da bulunan malikânelerinden birine gönderilmesine karar verdiler (43). Bununla beraber Üstâd-i Âzam Cem'in tahta (41) (42) (43) Yukarıda dahi yazıldığı üzere, Şuvalye Tarikatı milliyet üzerine şubelere ayrılmış olup, her şubeye «Lisan» (Langue) tâbir olunurdu. (Mütercim) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 446. Kaorsin (Caoursin), Verto, 1, 7. (Merdliği kimseye vermeyen Şövalyeler'in Şehzâde'yi kabûı için söz vermeleri, onu ellerinde bulundurup da Pâdişâh' 0008 OSMANLI TARİHİ 215 çıkması ihtimâline binâen, Şehzade ile bir ahid-nâme imza etti ki, bununla Cem Osmanlı memleketlerinde bütün limanlan tarîkatin donanmalarına açık bulundurmayı, her sene üçyüz Hıristiyan'ı bedelsiz âzâd etmeyi, kendisi için edilen masraflara mukabil yüzellibin duka vermeyi taahhüd ediyordu (44). 1482 Ağustos'unun son günü Şehzade Cem, otuz hademesi ve esaretten satın alınan haylî Türkler'le birlikte Üstâd-i Âzam'ın yeğeni Şövalye Blanşfor'un (M.İ. 2) kumandası altında bulunan bir gemiye binerek, gemi 1 EylüTde demir aldı (Not: 11). Yine o gün Şövalyeler'den Küvi Dö-mont, Arno, Döpra Tarîkat'in sefiri sıfatiyle Sultân Bâyezîd nezâretine gittiler. Bunlar ihtiramla kabul edilerek Bâyezid'in murahhasları olan vezîr Ahmed ve daha önce Rodos'u muhasara etmiş olan Mesîh Paşa'larla hemen müzâkereye giriştiler. Ahmed Paşa müzâkerenin başlangıcında Tarîkat'in bir vergi kabulüyle beraber Şehzâde'yi iade etmesini taleb eylediğinden ve Tarîkat'in şerefi bu esâs üzerine müzakereye müsâid olmadığı cihetle Paşa'nın teklifleri reddedildiğinden, az daha görüşmeler kesintiye uğrayacaktı. Ancak Mesîh Paşa, Pâdişah'ın ne kadar ağıra mâl olursa olsun, Tarîkat'le musâlehâ arzusunda bulunduğunu Gedik Ahmed Paşa'ya ihtar etmesi üzerine cenk isteyen vezîr müzâkerenin tamamlanması vazifesini sulh isteyen yoldaşına terk ederek görüşmelerden çekildi. Ahidnâmenin dayandığı esaslar şunlardır: Karalarda ve denizlerde musâlehâ; taraflar için ticâret serbestisi; bundan başka her iki hükümet aldıkları esirleri —dîn değiştirmemiş oldukları takdirde— karşılıklı olarak iade etmeyi ve din değiştirmiş iseler bedeline yirmiiki duka vermeyi taahhüd ediyorlardı; Alikarnas (Halikarnas: Bodrum) vâki Sen Piyer Ka-lesi'ne iltica edecekler mahfuz kalmak üzere, bu kalenin taarruzdan masûniyyeti dahî şartlardan biri idi (Not: 12). Sefirler kıymetli hediyeleri hâmil oldukları halde, bir Türk elçisi ile birlikte Rodos'a avdet ettiler. Bu elçi, Cem'in şahsına müteallik olarak Üstâd-ı Âzam ile bir gizli anlaşma akdetti ki, onun hükmüne göre, Pâdişâh, biraderinin tarikat elindeki yerlerden birinde tevkifi zımnında her senenin Ağustos'unda kırkbeşbin duka itasını taahhüd ediyordu (Not: 13). dan para koparmak maksadına mebni idi; Şehzâde'ye gösterdikleri hürmet de bu maksadın icâblarındandır. Binâenaleyh müverrih Kaorsin'e ve Ver-to'nun Cem Rodos'da bulunursa gadren öldürüleceğine dâir, Şövalyelerin müzâkerelerine atıfta bulunarak beyân ettikleri ihtimâl sonradan düşünülmüş bir özürdür. Mütercim) (44) «Şehzade Cem'in eliyle imza edilmiş olan bu ahidnâme hâlâ Malta ha-zîne-i evrakında mahfuzdur; 887 Receb'inin beşi târihiyle tarihienmiş olup bizim târih usûlümüze göre 1482 sene-i mübârekesi Ağustos'unun otuz birine tesadüf eder.» Verto, 1, 7. Bunda sehv vardır. 5 Receb, Ağus-tos'un 31'ine değil, 20'sine tesadüf eder. 216 HAMMER Cem'in Fransa'ya müteveccihen azimetinden İtalya'da gadren vefatına kadar on sene geçmiş ve Şehzade bu müddeti az çok sıkı bir esaret içinde ve Şövalyeler'in, Fransa Kralı'nın, Papa'nın elinde geçirmiştir. Bâyezîd saltanatı vekâyiinde ve birçok Avrupa hükümdarları siyasetindeki te'sîrlerinden, felek-zedeler hakkında bi't-tabi hissolunan şefkatten dolayı bu Şehzâde'nin kader çizgisi bir an durmamıza şayandır (Not: 14). Cem'in binmiş olduğu kadırga muhalif rüzgârlara tesadüf ettiğinden dokuz gün sonra îstanköy'e yanaşmağa mecbur oldu. Zahiresini tamamlamak için Messina'ya varışında (2 Teşrîn-i evvel 1482 / 18 Şa'bân 887) Blanşfor'un Rodos'tan hareketinden beri bir ay geçmişti. Sefîne yeniden denize açılarak gündüz yûnus balıklarının su atmaları, gece Etna yanardağının feveranlarının latîf manzarası Şehzâde'nin hayret nazarlarını celb etmekten hâlî klmıyordu (45). Bir akşam Şehzade yemek yerken güverte üzerinde birçok fanuslar yakılmak ihtiyatsızlığında bulunulduğundan küçük bir Napoli yelkenlisinin nazar-ı dikkatini celbetti. Eğer Cem görülmüş olsaydı belki Napoli Kralı'nın eline düşecekti. Bütün Avrupa hükümdarları büyük bir servet demek olan böyle bir esiri ele geçirmeğe hırslı oldukları gibi, Napoli Kralı da Şehzâde'yi ele geçirmeye oldukça istekli idi. Blanşfor Şehzâde'yi ve bütün maiyyetini kadırganın içerilerine doldurarak Tarîkat'in bayrağıyle yoluna devam etti. Artık ne o gemi tarafından, ne de Polya sahillerinde tesadüf ettiği diğer onyedi sefineden bir taarruz görmedi. Uyanık davranmayı icâbettiren bu hâlden sonra güverte üzerinde fânûs yakmaktan dikkatle kaçınıldı (46). Altı hafta yolculuktan sonra kadırga, Nis limanına vardı (47). Cem, bu şehrin etrafındaki lâtif (45) (46) (47) «Muhalefet-! hevâ ile tokuz günde Îstanköy'e geldiler. 8 Şaban'da Ceçil-ya (Sicilya) adasına vürûd ile zâd ü züvâde tedâriki içün iki gün kaldılar. Ondan Messina adlı şehr öninde bir gün turup Çeçilya boğazın geçdükde Yanar-Ada dimeğile ma'rûf cezire nümâyân oldı: «Bir kûh-i bülenddür ki sabândan ahşama dek gâh siyah ve gâh kebûd dûd-i pîçân olup mak'ar-i feleke suûd eyler ve ahşamdan sabaha dek kûh misâl-i âteş-zebâneleri peyda olup hevâ yüzinde tağılur... Acâ'b-i bahrden çok nesneye irdiler. Cümleden biri keştî-i bâzgûn (tersine çevrilmiş gemi) gibi azîm hûtlara mülâkî oldılar ki dem urdukda cû-şân olan âb iki nîze kadından ziyâde bülend oluridi.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 25 (Mtiterc’ın). Güvertede mum yakıldığının ertesi sabahı gördüler ki bir 'Kevke* —bir sereni göğe çıkmış, bâl ü per açup, uçup gelir; bunlar cenk içün âmâde oldılar; Cem'i, halkı ile anbara koydılar; öteki gemiden âdem gönde-rüp Cem'i sorduklarında «Rodos'da bırakduk» didiler. Gelen âdemleri he-dîyelerile göndererek ayruk şem' ve âteş yakmadılar. Sa'dü'ddîn'den telhîs, s. 26. (Müterc'nz) Ramazân'ün üçinde Savâye (Savoie) memleketinün bir limanına lenger atup irtesi gün «Nitse» (Nis) nâm şehre geldiler ki hûbları çok, bağ-çelerinün hesabı yok, bir hûş-nümâ şehrdür.» Sa'dü'd-din, s. 26. (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 217 güzellikleri dolaşmak arzusunda bulunmuşsa da, bir müddet sonra —ihtiraslı nazarının yönelmiş olduğu Rûm-ili'ye azimet emelini saklaya-madı. Geminin kapdânı ile Şövalyeler Fransız toprağı üzerinde bulunduğu cihetle Fransa Kralı'nın muvafakati olmadıkça gitmesinin mümkün olamayacağını Şehzâde'ye hatırlatarak maiyyetinden bir adamı Tarikat erkânından biri refâkatiyle Kral'ın sarayına göndermesini teklif ettiler ve bu adamın oniki gün zarfında dönebileceğini beyân eylediler. Bunun üzerine Cem, Hatîb-zâde Nasûh Çelebî'yi Paris'e gönderdi. Hatîb-zâde, iki merhale gittikten sonra tevkif edilerek göz habsine alındı. Nasûh'un dönmesini bekleyerek dört ay geçti. Cem'in şiire meyletmesi bu müddet içinde sermâye-i iştigâl olarak, bâzı şiirler ve bilhassa Nis hakkında bir beyit nazm etti. Nis şehri, şu suretle bir Türk şâiri, bilhassa bir şâir şehzade tarafından övülmüş yegâne Hıristiyan beldesi olmak üzere Osmanlı vukuatı içerisinde nâmım ebedîleştirmiştir (Not: 15). Bu dört aylık uzun bekleyiş içinde Cem'in monoton hayâtını ihlâl eden tek hâdise, mahremi Süleyman Beğ'in uğradığı tehlikeli durumdur: Süleyman, Osmanlılar'ca affedilmesi kaabil bir hatâ olmak üzere telâkki edilen ve fakat Şövalyeler'ce îdâm cezasını gerektiren bir cinayetle itham edilmişti (48). Şehzade, Süleyman'ın cezasını bizzat tertîb edeceğini beyân ederek, mahkeme me’ınurlarınm elinden güç hâl ile alabildi. Cem; fî'l-hakîka Süleyman'ı hazîne odasında hapsetmişse de, Frenk kılığına girerek Roma'ya firarı sebeblerini tedârikte gecikmedi. O târihte Nis ve civarını hasara uğratan veba, Tarîkat'in Cem'i içerilere doğru sevk etmesine münâsip bir sebep teşkil etti (27 Zilhicce 887 / 5 Şubat 1483) (49). Yolda Şehzade, elçisi Nasûh Çelebî'ye tesadüf etti ve SenJan Dö Mo-riyen (50) tarikiyle Şamberi'ye gönderildi. Şamber Vâlîsi Dük Dö Savua dayısı bulunan Fransa Kralımı ziyarete gitmişti (51). Birkaç gün sonra Cem, Tarîkat'e âit bir kuleyi hâvi bulunan Rosiyon'a (52) doğru yoluna devam etti. Cem oradan Mustafa ve Ahmed nâmında iki sâdık beği birkaç cesur adam refâkatiyle —tasavvur ettiği yolda tutacağı yolun keşfini yapmak ve emniyetli olup olmadığını anlamak üzere— Frenk kıyâ(48) (49) (50) (51) (52) Frenk Süleymânı «Zebân-şinâsdur» diye cüz'î bahane ile öldürmek istediler. Sa'dü'ddîn, s. 27. Görünüyor ki Süleyman'a isnâd olunan töhmet yakıştırmadır. Mütercim. Zilhicce'nin 7. günü leng-i bî-dem ve şikeste (topal, kuyruksuz, tırnağı kırık) bârgirlere süvâr olup Alşire nâm şehre geldiler. Sa'dü'd-dîn, s. 27. Hammer «Alşire»yi «Exites» tahmin eder (Mütercim). Sa'dü'd-dîn'de «Sencuvan» (Sencon?). Savâye (Savoie eyâletinin) taht şehri olan Çembri (Şamberi) şehrinde konuldı. Hâkimi olan «Bakca Duka Di» («dukası» olsa gerekdir) dayısı olan Fanse beğini iyâdete gitmiş idi. Sa'dü'd-dîn, s. 27. Mütercim. Sa'dü'd-dîn'de «Riçiliyye» (Riçilye), s. 27. Mütercim. 218 HAMME R fetinde Macaristan Kralına gönderdi. Ancak yolun emin görünmediği anlaşılır; çünkü bir daha Cem'in adamlarından bahsolunduğu işitilmemiştir. Bütün Rosiyon civarı köylüleri (53) İstanbul Fâtihi'nin oğlu olan Şehzâde'yi görmeğe koşuştular. Ondört yaşında güzel bir genç olan Dük Dö Savua dahî Şamberi'ye avdetinde Rosiyon'dan geçti. Cem, Prens'in, hüsnünden büyülenerek altın işlemeli bir Şâm silâhı hediye etti (54). Dük, Şehzâde'yi Şövalyeler elinden kurtarmak için elinden geleni yapacağını va'd etti. Birkaç gün sonra Cem İzer nehri üzerinde ve daha sonra Poi'ye gitmek için (21 Cümâdül-ulâ / 27 Haziran) Ron nehrinde gemiye bindi (55). Eskiden me’ınûriyetle Rodos'a gelmiş olan sefaretle Fransa sarayına gitmek üzere Şamberi'ye vâsıl olduğu, orada haber alındı. Lâkin Kral, Türk elçisinin varışından evvel vefat ettiğinden (30 Ağustos 1483) (56) Şövalyeler —Krallık içinde karışıklıklar zuhur edeceği cihetle— bir ihtiyatî tedbire lüzum göründüğünden bahisle bedbaht Şehzâde'yi adamlarından ayırdılar. Cem'in maiyyeti halkını sekizyüz zırhlı ihata ile yirmi dokuz kişiyi — bir defterini yaparak— beraber götürdüler. Cem'in ihtarları, kardeşinin elçisini görmek talebi beyhude oldu; kendilerinin hareket şekli Cem'in tasavvurlarının sür'atle husulü için en iyi tarîk olduğunu ve bununla beraber adamlarının iyi muamele göreceklerini diplomatlık tarzında beyân ettiler. Cem'in maiyyeti Anmort'e (57) ve oradan Nis'e gönderilip Nis'den dahî Rodos'a müteveccihen sefineye bindirildiler (Ramazan'ın son günü 888 / Teşrîn-i evvel sonları 1483); ancak adaya üç ay süren zahmetli bir yolculukdan sonra kış ortasında vâsıl olabildiler (29 Zilhicce / 28 Kânun-i sânî). Cem'in tahsisatını te'diye için sekiz ay önce (Mayıs 1483) Rodos'a gelmiş olan Hüseyin Beğ, İstanbul'dan azimetinde Pâdişâhın hürmet-i mah-sûsasma alâmet olarak Tarîkat'a ve Üstâd-i Âzam'a hediye edilmek üzere ipekten bir kumaşa sarılı ve serviden ma’ınûl bir küçük kutu verilmişti; elçinin ifâdesine göre bunun içinde Yahya'nın sağ eli bulunuyordu. Bu el ile Yahya'nın başı eskiden Kostantiniyye'ye getirilerek beş asır (53) (54) (55) (56) (57) Sa'dü'd-dîn'de «Frenk beğceğüzleri». Mütercim. «Henüz ondört yaşında, güzellik efseri başında, bir serv-i âzâde ve çehre-i gülgûnı hem-reng-i bâde idi. Hayâl-i şekl-i mevzûnı şehzâde-i mahzûnı nişîmen idinmeğin Şam'da elli filoriye alınmış bir Dımışkî çomak gönderdi.» Sa'dü'd-dîn, 27 (Mütercim). (Riçilye'den) 21 Cümâdül-ulâ'da göçüp Graneble suyundan gemiye bindiler, Aliyon'dan gelen Rone nâm suya gelüp bir nice şehir geçdükden sonra Delfinat nevâhîsinde gemiden çıkarak Poyat hisarına kondılar.» Sa' dü'd-dîn, c. 2, s. 28. Graneble'nin İzer, Delfinat’ın Döfine, Poyat'ın Poy olduğunu Hammer bulmuştur. Mütercim. Sa'dü'd-dîn sehven 18 Receb (28 Ağustos) diyor. Sa'dü'd-dîn'de «İgomert» (Aygumert) (Mütercim). OSMANLI TARİHİ 219 Petreyun Manastırı'nda ihtiram mevkiinde tutulmuş idi. Kostantiniyye'nin zaptında mızrak, sünger, dikenden ma’ınûl tâc ile beraber hazîne-i hümâyûna alındı. Yed-i mu'cize-nümâ saraydan Rodos'a gönderilerek, orada Hazret-i Yahya Kilisesi'nin husûsî dâiresinde Hıristiyanların hürmetkar nazarlarına vaz' olundu (Not: 16). Cem, maiyyetinden ayrılmış olduğu hâlde (Not: 17) birkaç ay daha Puy'da kalarak daha sonra bir kaya üzerinde kâin kuleye ve oradan Sasnaj'a nakledildi. Orada Filipin Alen nâmında güzel bir genç kız aşkları ve mektuplaşmaları esaretinde bir eğlence sermâyesi oldu (Not: 18). Birkaç ay geçtikten sonra Şehzade Piyer Dö Busson'un doğum yeri ve malikânesi olan Burg-Nof mevkiine götürüldü. Cem'in yanında bırakılmış olan felâket yoldaşlarından Celâl Beğ hastalanarak Burg-nof'da kalmağa mecbur oldu. Şehzade, yoluna devam ederek Montoviel' ve Morestel yolundan nihayet deniz kıyısında bulunan Bukalimi Beği'ne âit bir kaleye vardı. Bu kadar uzun bir müddet kalede kapalı kalmak ve özellikle arkadaşlarından mahrum bulunmak Cem'de sabra takat bırakmadığından, muhafızlarını aldatmak için her suretle çalıştı; Sofu Hüseyin Beğ'i Frenk kıyafetinde Burbon^ Prensime gönderdi; Şehzâde'nin o sâdık bendesi üç sene —faydasız olarak— görüşmelerde bulundu. Burg-nof'da kalan Celâl Beğ'in avdetinde, Cem, onunla birlikte firar tertibatına başladı (58): Fransa Kralı, Macaristan Kralı, Papa, Napoli Kralı —Bâyezîd aleyhine tasavvur ettikleri seferde ordunun başında bulundurmak emeliyle— kendisini kurtarmak için Dö Busson ile müzâkerede bulunduklarına muttali' olduğu cihetle, firarının iyi netîce vereceğini ümîd ediyordu. Lâkin Dö Busson'un hiylekârca siyâseti —Şehzâde'nin serbestîsiyle alâkadar olan hükümdarların mesaîlerine rağmen— bu tasavvurların husulüne mâni oldu. Sultân Bâyezid'in te'diye ettiği tahsisattan mâada U&tâd-i Âzam, Şehzâde'nin karîben azimetine muktezî masrafların tesviyesi bahanesiyle, Şehzâde'nin Mısır'a çekilmiş bulunan Valide ve zevcesinden de yirmibin duka dolandırmağa muvaffak oldu. Osmanlı müverrihlerine nazaran Dö Busson gerek bu paraların alınması teşebbüslerinde, gerek şâir ahvâlde Şehzâde'nin nişancısını iğfal ederek, elde etmiş olduğu açık kâğıdlardan istifâde etmek suretiyle, bunları istediği gibi doldurmuş idi. Şehzâde'nin esîr olmayıp Şövalyeler'in arazîsinde kendi arzûsuyle ikamet ettiğini ispatlamak maksadiyle, Şehzade tarafından Avrupa hükümdarlarına hitaben yazılmış mektupları bu suretle tedârik etmişti. Bu mektup sahtekârlığı, zamanın siyâsetine ve Üstâd-i Âzam'ın karanlık teşebbüslerine muvafık olmakla beraber Cem'i temellük iddiasıyle birbiriyle rekabet eden hükümdarların hiçbirinin, Şehzâde'nin esaretinde şüphe etmiş olduğu haklı olarak zannedilemez. Dö Busson'un henüz Pa(58) Sa'dü'd-dîn, 3, varak 450. Solak-zâde; Nuhbetü't-Tevârîh. 220 HAMME R pa ve Napoli Kralı ile müzâkerede bulunduğu sırada, bu iki hükümdar arasında ittifaksızlık zuhur ederek, Cem'in Fransa'da ikameti bu suretle üç sene daha uzamış oldu. Şövalyeler Şehzâde'yi husûsî surette yaptırmış oldukları yedi katlı müstahkem bir kuleye (59) naklettiler: Mahzenin üzerinde bulunan birinci katta kiler, ikincisinde hademe odaları, üçüncü ve dördüncüsünde Şehzadenin dâireleri, son katlarda muhafazaya me’ınûr şövalyelerin ikametgâhları bulunuyordu (Not: 19). Bu mahbusluk hâli gittikçe Şehzade için tahammül kaabil olmayan bir hâle gelerek firar etmeyi cidden düşündü. Azbir vakit önce, Üstâd-i Âzam —O vakte kadar Rodos'da mahbus tutulmuş olan— Sinan ve Ayas beğlerle Şehzâde'nin maiy-yetinden geri kalanları, özür dileyici ve yakında serbest bırakılacağını vaad eden mektuplarla iade etmişti. Ancak bu vaidler icrââta dökülme-diğinden Cem ve beraberindekiler firar tertibatında bulundular. Bu teşebbüsün ruhu Cem'in iadesini, yâhud serbest bırakılmasını teklif için Bâyezid'in yeniden Fransa sarayına göndermiş olduğu Hüseyin Beğ idi. Elçi altın ve kıymetli taşlar üzerine —Kostantiniyye ele geçirilmesinden beri Sultân'ın hazînesinde mahfuz olan— azizlere âit mukaddes eşyadan hediyeler getirmişti. Ancak Rumlar'ın Avrupa'yı sahte mukaddes eşya ile doldurmuş olmaları, Türkler'in getirdikleri bu türlü şeylerin de sıhhati bakımından az şüphe vermedi. Bununla beraber, VIII. Şarl elçiyi kabul etmedikten başka (60), Papa'nın ve Tarîkat'in müzâkereye me’ınûr adamlarına «Hükümdâr-i rûhânî'nin Türk şehzadesini elinde bulundurmasından dolayı Hıristiyanlığın hayrına istihsâl edebileceği menfaatlerden haz duymuş olduğunu» ifâde ile Cem'i İtalya'ya götürmelerine müsâade gösterdi. Bundan başka elli Fransız şövalyesinden mürekkep bir muhafız kuvveti Şehzâde'nin emniyet altında bulunmasına nezâret etmesini ve eğer Papa, kendisinin muvafakati olmaksızın Cem'i diğer bir hükümete teslîm edecek olursa, bunun mukabilinde onbin duka vermesini mukaveleye bağladı (Not: 20). Roma sarayı, o zamana kadar Şövalyeler'in Pâdişah'dan almış oldukları kırkbeşbin duka senelik tahsisatın bundan sonrasına mukabil, Tarî-kat'a mühim serbestiler ve imtiyazlar bağışladı (Not: 21). Dö Busson vâki' hizmetlerine mükâfâten «Kardinallik» şapkasına nail oldu ki, Muhâ-rib'in ve Üstâd-i Âzam'ın (61) başına yakışmıyorsa da, hiylekâr papasın ve pek vicdanlı olmayan politikacının başına çok uygun geliyordu. (59) (60) (61) Sa'dü'd-dîn'de «Gros-Tor». «Binâenaleyh Pâdişah'ın elçisi - Filip Komines'in raporu üzerine - Kralı görmeksizin ve bir şeye nail olmaksızın iade olundu.» Verto, 1, 7. «Fî'l-hakîka kardinallik büyük bir me’ınûriyet ise de, bu me’ınûrînin şapkası cenk adamına ve özellikle bir hükümdarın şahsına pek münâsip değil idi.» Verto, a.g.e. OSMANLI TARİHİ 7573 221 Cem, şu suretle yedi sene esaretten sonra Tarîkat'ten Papa nın pençesine geçti. 1488 Teşrîn-i Sânî'sinin dokuzunda (5 Zilhicce 893), Şehzade, kulesinden çıkarak Marsilya tarikiyle Tulun'a gelerek, oradan adam-larıyle birlikte iki Rodos kadırgasına bindi. Çivita Vekia (Civita Vecchia)'-ya gelerek Roma'ya nakledilmesini beklemek üzere Papa VIII. İnnosan'ın oğlu Françesko Çibo'nun kulesine gitti. 13 Mart 1489 (10 Rebîü'l-evvel 894) târihinde Roma'ya resmî surette girdi. Cem'in maiyyeti önde gidiyordu. Papa'nın piyade muhafızları, sarayının hademesi, kardinallerin ve Roma asilzadelerinin hademesi ikinci sırada bulunuyorlardı. Üstâd-i Âzam'ın kardeşi Vikont Dö Monteyi —ki Rodos muhasarasında cesaretiyle şöhret kazanmıştır— at ile Papa'nın oğlu Çibo'nun yanında gidiyordu. Ondan sonra ağır takım vurulmuş bir atın üzerinde Cem gelmekte ve Overni Kilisesi duâ-hâniyle muhafazasına me’ınûr Fransız Şövalyeleri Şehzâde'yi tâkib etmekte idiler. En nihayette Papa'nın başmâbeyncisi, papaslar, kardinaller bulunuyordu. Cem, Vatikan sarayına yerleştirilerek ertesi gün Overni Duahanı ve Fransız elçisi tarafından Papa'ya takdîm olundu. Teşrifat me’ınûrunun her türlü ısrarına rağmen vakur Osmanlı kavuğunu çıkarmağa ve dizüstü çökmeğe muhalefet gösterdi. Başını açmaksızın ve eğilmeksizin doğruca Papa'nın tahtına giderek onun ve kardinallerin omuzlarına sarıldı (62). Ondan sonra gayet kısa ve seçkin bir vekarla dolu sözlerle, kendisini İnnosan'ın himayesine tevdî ederek, husûsî bir mülakat istedi. Papa muvafakat gösterdi. Bu mülakatta Şehzade, yedi seneden beri esaret musibetlerini; esaretinde validesinden, hareminden, çocuklarından ayrılığının elemini hikâye ve onları tekrar görebilmek için Mısır'a gitmek arzusunda bulunduğunu ifâde etti. Talihsiz Şehzâde'nin elemlerini hatırlayarak ağladığını görünce Papa da gözlerinden yaş gelecek derecede müteessir oldu. Ancak Mısır'a seyahati şimdilik babasının tahtını almak tasavvuruna muvafık olmadığını, Macar Kralı kendisinin Rûm-ili hududunda bulunması arzusunda olduğunu, ve herşeyden evvel Hıristiyan dinini kabul etmesi lâzım geleceğini ihtar eyledi. Cem, pek haklı olmak üzere cevaben: «Şu suretle İslâm fakîhlerinin kendi hakkında vermiş oldukları îdâm fetvasını te'yîd etmiş olacağını» ve «Ne Osmanlı saltanatı için, ne de bütün dünyânın padişahlığı için dinini terk etmeyeceğini» bildirdi. İnnosan ısrar etmeyerek, Şehzâde'yi teselli edici sözler sarfederek, ruhsat verdi (M.İ. 3). Bu sırada Roma'da Mısır Sultânı'nın bir elçisi bulunuyordu ki, Cem'in gelişinde istikbâline çıkmış ve huzurunda üç defa yere kapanarak al(62) Diario di Stefano Infessura, s. 1225. Diarium Rurchardi apud Rainaldum An nal, ecoles., 1489; Buzio ve Kaorsin (Caoursin), onlardan naklen Verto, 7; Sismondi, 11, s. 328. 222 HAMMER mm yere sürmüş ve atının ayağını öpmüş idi (63). Cem, seyahatine gerekli olan kadırgaları teçhiz etmek bahanesiyle Üstâd-i Âzam'ın Mısır Sultânı'ndan yirmibin dukayı nasıl dolandırmış olduğunu ondan öğrendi. Mısır elçisi bu paranın iadesini Rodos Şövalyelerinden taleb etti. Lâkin Papa ve kezalik Roma'da bulunan, Sultân Bâyezid'in sefiri Mustafa mü-dâhele ederek, Tarikat, yalnız beşbin duka te'diyesiyle borçtan kurtulmuş oldu (64). Osmanlı sefiri, resmî me’ınûriyeti olmak üzere Papa'ya sirkeye batırılıp da Yesu'nun susuzluğunu defetmiş olan süngeri ve bir tarafını delmiş olan mızrağı takdîm edecekti; ancak gizli bir surette de Cem'in —daha önce tâyîn olunan miktarda, yâni kırkbeşbin duka (65) senelik tahsisat verilmek şartiyle— Papa memleketinde kaleye kapatılmasını müzâkereye me’ınûr idi. Hem bu masraftan, hem de kendisi için masraf edilenden kurtulmak için, gûyâ Bâyezîd Cem ile Papa'yı öldürmeğe me’ınûr-lar göndermiş; bu rivayet üzerine Krfstof Makrino Del Kastanyo sorguya çekilerek Bâyezid'in tahriki üzerine bu iki katlı cinayet tasavvurunda bulunduğunu i'tirâf etti (66). Türk sefirinin azimetinde Cem, elem dolu hâtıralarına garkolmuş bir hâl ile kardeşine hitaben yazılmış bir mektup verdi ki, bunda tam bir itaat ve sarsılmaz bir sadâkat te’ınînâtı arzediyordu. Üç sene, Şehzade, İnnosan'ın sarayında yaşadı. Papa'yı mezara götürmüş olan hastalık esnasında Cem, Sent-Anj kulesinde şiddetle muhafaza olundu. Ancak yeni Papa Aleksandır Borciya'nın seçilmesinden sonra yine Vatikan'a geldi (Not: 22). Osmanlı Pâdişâhı'na sefîr göndermiş olan Papa, yalnız Borciya'dır: Bâyezîd'e, senelik kırkbin duka verilmek üzere, biraderinin tevkifinde devam edilmesini, yahut bir kere verilecek üçyüzbin duka mukabilinde öldürülmesini teklif ediyordu (67). Borciya'nın sefiri, teşrifat me’ınûru Jorj Boçiyardo idi. Bâyezîd, Papa'nın dostluğu te’ınînâtından o kadar cür'et aldı ki, bir papas için kardinal şapkası istedi (Not: 23). Roma'nın elçisi Kostantiniyye'de Cem'in esaret veyâhud Öldürülmesini müzâkere ettiği sırada ( M İ . 4), VIII. Şarl bir Fransız ordusuyla İtalya'ya dâhil oluyordu (18 Eylül 1494); Aleksandır'ın tekliflerine Bâyezid'in ilk verdiği cevâbın varması Kral'ın Asti önlerine gelişine tesadüf etti. İşbu 1494 senesinin son günü —ki Floransa'nın Mediçiler'i tardettiğini (63) (64) (65) (66) (67) Dia.-di Stefano Infes., s. 1225. Sismondi'de: 11, s. 328. Sa'dü'd-dîn, 3, s, 471. Renald, Kronik, 1492; Buzius Dö Kros, 1, bâb: 11; ondan naklen Daro, Venedik Târihi, 3, s. 146. Kilise Kroniği, Diario, 14.000; ve ondan naklen Sismondi, 11, 33 ve Ruskoe, II. Leon, 1, 40. VI. Aleksandr ile Bâyezid'in Muhâberâtı'na; Roskoe'de X. Leon; I>er Fundgrnben (Mine)'nin 5. cildinde s. 183, Bezanson'da Belin tarafından bulunarak Fransa hükümetine gönderilmiş mektup. OSMANLI TÂRİHİ 223 ve Piza'nın Floransalılar'ın esaret halkasını boğazından attığını görmüştür— Fransızlar Roma'ya girdi. Papa, Cem'i beraberine alarak Sent-Anj Kulesi'ne sığınmıştı (68). VIII. Şarl Roma'ya girişinden onbir gün sonra VI. Aleksandır ile bir sulh ahidnâmesi esaslarını kararlaştırdı; başlıca şartlarından biri Osmanlı Şehzadesinin —istikbâle âlet büyüleyici tasavvurlarını icra için bir âlet olmak üzere kullanmak isteyen— Fransa Kralıma teslimi idi (69). Şarl, Borciya, Cem arasında vukua gelen mülakatta, Papa, Şehzâde'nin kendisini beraberine almak isteyen Fransa Kralı'yle birlikte gitmek arzusunda (M.î. 5) bulunup bulunmadığını suâl ederken, ilk defa olmak üzere «Prens» unvanını verdi. Cem: — «Ben prens muamelesi görmedim; ister Fransa Kralı götürsün, ister burada esîr kalayım, ehemmiyeti yok.» cevâbını verdi. Papa, Cem'in bu mukabelesi üzerine şaşalayarak: — «Allah göstermesin ki siz burada esîr say ilasınız; ikiniz de prenssiniz; ben aranızda bir tercümandan başka birşey değilim.» diye haykırdı (70)'. Üç gün sonra (71) ikinci bir mülakatta Papa, Cem'i Kral'a teslîm ederek, o da saray mareşalinin muhafazasına tevdî etti. Ertesi gün Cem, Borciya'nın oğluyla beraber Roma'dan azimetle Volteri'ye vâsıl oldu ve orada beş gün kaldı. Yolculuk esnasında Monte Fortino ve Monte San-Ciovanni kanlı manzaralarına şâhid (Not: 24) ve 22 Şubat 1495'de Fransız ordusuyle beraber Napoli'ye dâhil oldu. Bununla beraber Ceneviz Bo-çiyardo, Bâyezid'in bir elçisi, refakatinde olduğu halde Ankon'a vâsıl olmuştu; ancak —daha sonra II. Jülyen ismiyle papa makamına geçen Kardinal Jülyen tarafını tutmuş olan— Sinigagliya vâlîsi Jan Rover bunları ve Bâyezid'in iki senelik tahsisat olarak gönderdiği meblâğları ele geçirdi. Osmanlı elçisi, Manto Markisi Fransuva Gonzag'a iltica etti. Marki, o zaman Osmanlı Devleti ile dostâne münâsebetlerde bulunduğu cihetle İstanbul'a avdetini kolaylaştırdı (72). Borciya, şu suretle va'desi (M.î. 6) gelen seksen bin duka ile gelecekte alabileceğini kaybettiğinden, hırsını teskin etmek için Cem'in na'-şını Bâyezîd'e satmak suretinden ibaret kalan vâsıtaya müracaat etti. İtalyan ve Türk müverrihleri Şehzâde'yi yavaş yavaş te'sîr eden bir zehirin (68) (69) (70) (71) (72) Sismondi, Güviçiyardini, Sa'dü'd-dîn, 3, 473. Sismondi, Güviçiyardini. Sa'dü'd-dîn, Paolo Ciovanni'ye nazaran Cem Kral'ın elini ve omuzunu öpmüş ve Papa'dan Kral'ın himayesine tevdî etmesini rica eylemiştir. Sa'dü'd-dîn, 1 Cümâdü'l-ulâ târihini veriyor (27 Kânunısânî); lâkin bu sehvdir; çünkü «Alegretti»nin Diar. Fanerf. eserinde s. 833'e VIII. Şarl Roma'yı 23 Kânûnısâni'de terketmiştir. Sa'dü'd-dîn, 474. Paolo Civvio ile Sismondi'ye müracaat. 224 HAMME R mezara yolladığını beyân etmekte müttefiktirler ve yalnız bunun kulla-nılışındaki usûlde birbirlerine muhalefet ederler. İtalyanların rivayetine göre Şehzademin kullanmayı i'tiyâd ettiği şekere beyaz bir toz karıştırmakla zehirlenmiştir. Borciya, kardinallerini bu suretle yolcu ettiği gibi kendisini de o toz ile zehirlemiştir (Not: 25). Türk müverrihleri ise bilâkis zehirli bir usturanın açtığı bir çizikden zehir telkih edildiğini zannederler (73). Cem'in berberini Mustafa nâmıyle isimlendirirler ki, Rûm'dan dönme olup Papa tarafından satın alınmış ve bu adam o vakitten i'ti-bâren hareketini Bâyezîd'e takdir ettirerek derece derece vezîr-i âzamlık mesnedine kadar çıkmıştır (M.İ. 7). Cem, Napoli'ye vardığı zaman o kadar zayıftı ki, validesinin Mısır'dan yazmış olduğu bir mektubu ne okuyabildi, ne de anlayabildi. Rivayete göre son sözleri şu olmuştur: — «Yâ Râb! Dîn düşmanları ehl-i İslâm'a muzırr tasavvurlarına beni âlet etmek istiyorlarsa daha ziyâde yaşatma; ruhumu bir an evvel hu-zûr-i sermediyyetine al.» 24 Şubat 1495 (29 Cumâdü'l-âhîrî 900) pazarertesi akşamı, salı gecesi son nefesini verdi. Şehzâde'nin mâbeyncileri Sinan ve Celâl Beğler derhâl cenazeyi yıkayıp duâalar okudular; elîm akıbetine cidden esef eden Fransa Kralı na'şını baharat ile tahnit ettirerek .......................... defnettirdi (74). Celâl ve Ayas Beğler kabrin muhafazasına me’ınûr olarak Sinan Beğ, biraderinin irtihâlini Bâyezîd'e haber vermek üzere bir başka kıyafetle İstanbul'a gitti. Şarl, felek-zede Şehzâde'nin metrûkâtını en sâdık hizmetkârlarından Hatîb-zâde Nasûh ma'rifetiyle Mısır'da bulunan validesine gönderdi. Lâkin havanın muhalefetinden, yâhud Hatîb-zâde'nin sadakatsizliğinden dolayı sefine İskenderiye'ye gidecek yerde İstanbul limanına demir attı. Bâyezîd, Cem'in irtihâli sırasında na'şının İslâm toprağına defnedilmesi hakkında vasiyyetini dindarca icra etti (75). Bir Türk sefareti Aragon Kralı Frederik'ten Şehzadenin cenazesini istemeğe geldi; na'ş Gelibolu'ya ve oradan da —II. Murad'ın kabrine defn olunmak üzere— Bursa'ya nakl edildi (76). Fâtih Sultân Mehmed'in ikinci şehzadesi Cem'in netîce-i hâli işte budur; otuz altı yaşında onüç sene esaretten sonra —elbirliğiyle zevaline yeminli olan Türk ve Hıristiyan siyâsetinin, Dö Bus(73) (74) (75) (76) Sa'dü'd-dîn, 3, varak 434. İdrîs, varak: 226. Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevâ-rîh, Âlî. İtalya müverrihleri Cem'in defin târihini 26 Şubat'da gösteriyorlar: Şehzâde'nin zehirlenmesi hakkında Rosku'a X. Leon, i, zeyl, 51,'e müracaat. Sa'dü'd-dîn, 3, 475; Solak-zâde; Nuhbetti't-Tevârîh; Âlî; Hacı Kalfa. Ros-kue'nin Şehzade Kapo, Butrinto, Traçine, Napoli şehirlerinden (Capoue, Butrinto, Terracine) hangisinde irtihâl eylediği hakkındaki şübhesi Osmanlı müverrihlerinin ifadeleriyle artar. Sa'dü'd-dîn, 3, varak 475; Solak-zâde; Nuhbetü't-Tevârîh; Âlî, Beliğ-i Bursevi'nin eserinde Şehzâde'nin tercüme-i hâli. OSMANLI TARİHİ 225 son'un gösterdiği hıyanetin, VIII. Şarl'ın istilâ tasavvurlarının, VI. Alek-sandr'ın para hırsının ve vahşetinin kurbânı olmak üzere— vefat etti. Kaderin kazası, Şehzâde'yi bu üç hükümdarın eline düşürdü. Halbuki Napoli ve İspanya Kralları olan iki Ferdinand, Matyas Korvinus, Venedik Cumhuriyeti ellerine geçirmiş olsaydılar, kendilerinin menfaati dahî serbest bırakmalarını ve pederinin tahtını almasına yardım etmelerini gerektirecek idi (77). Cem'in felâketleri Fransız memleketlerinde te'sîrli hâtıralar bırakmıştır. Cem, bir Sırplı anadan doğmuş olduğu için, bu memleketler hakkında nefretten ziyâde teveccühü vardı. Şiirleri memleketinde hâtıralarını ebedîleştirmiştir. Sâdık felâket arkadaşlarından en meşhurları, nişancısı Haydar ve —gazelleriyle meşhur olan— defterdarı Sa'dî'-dir. Sa'dî, efendisinin uğradığı fecî neticeden az vakit önce onun gibi bir felâkete düçâr oldu. Cem, Sa'dî'yi —devlet büyükleri ve Yeniçeriler nez-dinde gizli bir me’ınûriyetle— Fransa'dan Osmanlı memleketine göndermiş idi. Aydın'da bilinerek Pâdişah'ın emriyle boğazına bir taş bağlanıp denize atıldı, Cem'in Asya'da, Afrika'da, Avrupa'da seyahat ve ikameti esnasında Sa'dî dâima beraber bulunarak Şehzâde'nin şiirlerini toplamıştır ki, bunlardan birçoğu, özellikle Fransa üzerine bir nazmı yaygın bir şöhret kazanmıştır (Not: 26) (M.İ. 8). (77) Sismondi, 9, s. 326, Kilise vekayinâmelerinden naklen, 1481 senesi; Verto, 7. Mınıın.ı laıılıi, 15 I".: C: II. Fatih Sultan Mehmed'in devrinde (1481) Osmanlı İmparatorluğu Üçüncü Cild NOTLAR ve AÇIKLAMALAR Onüçüncü Kitap (NOT: 1) Fetihten sonra dördüncü gün Dukas'a göre 31 Mayıs'a; Fran-zes'e göre 1 Hazîran'a tesadüf eder. Dukas, kendi hesabına göre dördüncü gün olan 1 Haziran vekayiini meskût geçer. Lâkin Franzes 3. kitabın son babında tafsîlen zikr eder (M.î. kısmında İstanbul'un fethi târihine bkz.). (NOT: 2) İstanbul yağmasına şâhid olan Spandojino Kantakuzino bu hususta şöyle yazar: «Quinti a certi giorni Maometto fece intendere, che tutti quelli, i quali havessero potuto provare la lor nobilita e gen-tilezza di sangue, sarebbono stati vie meglio provisti sotto il suo governo che sotto quello de gl'Imperadori Cristiani, affer-mando ch'egli non era cosa giusta: che le personne nate di nobil sangue dovessero haver disagio et andare accentando per Dio. E cosi alcuni di loro male avedutti s'andarono a far scrivere quel giorno, ch'era disegnato a questo effetto, nel qual si pensavano che si dovesse far loro provigione, che fû il di di San Pietro Quivi raunati per commissione di sultan Maometto, a tutti fu tagliata la testa.» Thedor Spandojino Kantakuzino'nun şerhi, Franzes, 1453, s. 37) Spandojino, bunların hayatta kalıp da kendisi gibi Türkler'in dostu olmalarından şüphe edilerek IV. Adriyen zamanında bütün Hıristiyan memleketlerinde mahbûs ve sefîlâne ölüme mahkûm olan Rumlardan daha az acınacak bir hâlde bulunmuş olduklarını yazar. (NOT: 3) «Venedik tarafından firârî Hıristiyanlar'a gösterilen misafirperverlik gerçi defalarca Osmanlılar'ın hiddetine sebep olmuş ise de, bu defa gelip iltica eden Rumlar'ı Venedik Cumhur'u asla reddetmemiştir. Koleti (Coleti)'ye inanılmak lâzım gelirse, Raguza ahâlîsi Komnenler'i, Laskarisleri, Paleologlar'ı, Kan-takuzenler'i dostça kabul ve mümkün olan her türlü yardımı ifâ etmişlerdir.» Engel'in Geschichte des Freistaats Ragusa, s. 176. 228 HAMME R (NOT: 4) Türkçe değil, Rumca olan aşağıdaki vesika —ki bir nüshası Avusturya İmparatorluk hanedanı ve Kraliyet Evrak Hazînesinde Venedik Hükümeti evrakı arasında mahfuzdur— buraya nakledilmeğe her cihetten lâyıktır. Türkçe tercümesi: (Sultân İkinci Mehmed'in Tuğrası) «Devletimizin bütün arhontlarına; evvelâ bütün maiyyetiyle beraber arhont Gir Sfantazes'e; bütün maiyyetiyle Gir Manuel Raol'e; bütün maiyyetiyle Laskari Gir Dimitrius'a; Diplo Bateziler (*)'e, Kalkeliler'e, Pagomeniler'e, Pranko Poleliler'e, Peroponililer'e ve diğer avdet arzusunda bulunanlara! Zât-i Hümâyûnum size selâm eder; işbu ferman size i'lâm edecektir ki muhterem Ağam Hasambeis (Hasan Beğ) buraya gelmiş ve sizin avdetle tebeamdan bulunmağı arzu ettiğinizi hu-zûr-ı şahaneme arz ile geri çağırılmanızı lûtf-i hümâyûnumdan istid'a etmiştir; binâenaleyh taleb ettiğiniz ruhsatnameyi gönderiyorum. Müslümanların mu'tekîd oldukları Nebi-yi Â'zam Muhammed ve yedi Kur'ân (**) yüzyirmidörtbin peygamberimiz ve belimize kuşandığımız kılıç nâmına ve pederim Hudâvendigâr ruhuna yemîn ederim ki ne size, ne evlâdınıza, ne emvalinize hiçbir fenalık etmeyeceğim; bilâkis sizi âsâyiş-i hâl üzere yaşamağa terk edeceğim, o hâlde ki her vakitten daha iyi bulunacaksınız. Bu niyetde olduğum hâlde tam bir i'timâda şâyân olan işbu emir-nâme-i hümâyûnu imza eyledim. Kostantiniyye, 26 Kânun-i evvel.» (NOT: 5) Neşrî'ye göre üçyüzbin akçe (varak 200). Bu ise Maurace D'Ohsson'a nazaran otuzbin duka eder. «Sırbiyye vergisi 1454'-de otuz bin dukaya iblâğ olundu.» (c. 3, s. 438). (NOT: 6) İdrîs, varak 88. Osmân-zâde'nin Hadîkatü'l-Vüzerâ'sı. M. D'Ohsson (3, s. 326) vezîr-i âzamlık makamının ancak sekiz ay boş kaldığını beyân etmesiyle, altı ay hatâ eder. Hacı Kalfa Takvîmü'tTevârîh'inde Eski Saray'ın inşasını 1456 Kânûn-i (*) Bateziler. yâhud Vateziler her ihtimâle göre Rum İmparatoru Vatazo'nun torunlarıdır. Diplo Bateziler ise gerek ana, gerek baba cihetinden olmak üzere onlardan gelenlerdir. Krosius'un Rum-Türk kitabında Thedor Zigo-maia'ya bakınız. Orada müellif mümtaz bir necâbet sahibi olan bu ailelerden Vrales, Muzalon, Notaras, Kranzoloras, Mamales, Laskaris, Ogenius ile Kantakuzen'den indirmekte olduğu zamanının diğer ailelerinden bahseder. (**) Hammer, «Yedi Kur*ân»in ne demek olacağına dâir bâzı ihtimaller ileri sürüyorsa da «Seb'a'ü'l-semânî» mukabili olmak üzere yazılmış olacağı muhakkaktır. (Mütercim) OSMANLI TARİHÎ 229 evvelinin yirmidördünde başlayan 852 senesine koyar. Neşrî ile îdrîs Mahmûd Paşa'nın vezîr-i âzam tâyin olunduğu zaman temelleri atıldığını zannederler; Dukas 1454 senesine çıkarır. Bu müverrih daha ziyâde it'imâda lâyıktır; husûsiyle Hacı Kalfa’ınn diğer bir hatâ olmak üzere Kostantiniyye fethini 15 Rebîü'l-evvel'e yâni 29 Mayıs yerine 25 Mart târihine çıkarması ile tatbik olunursa. (İstanbul'un fethinin târihi hakkında Mütercim'in İlâveleri kısmına bkz.) (NOT: 7)' Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 144. Bu şehir Martinier'in Coğrafya Lugati'nde Otelius ile Leonklavi'ye atfen münderiçtir. Lâkin bu iki müellifin belirsiz bıraktıkları mevkii, ancak Hacı Kalfa tarafından tâyîn olunmuştur. Novoberda; ekseriya, Bosna'nın bir beldesi olan Novi Bazar (Yenipazar) ile karıştırılmıştır; hattâ Sakızlı İzidor'un tabii Leküvi bunu Macaristan'daki Neograd zannetmeğe kadar varır. (NOT: 8) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 173. Neşrî, varak: 201. İdrîs. varak 90. Ravzatü'l-Ebrâr, varak 264. Takvîmü't-Tevârîh, 859 senesi. Solak-zâde, 92 ve Âlî. Âlî, Sultân Mehmed'in zevk ile meşgul olmak istiyor gibi, fakat ahâlî hakkında icra olunabilecek her türlü taaddiyâtı huzuruyla men' etmek maksad-i hafisine binâen İstanbul'dan Selâniğe azîmet eylediğini yazar. Sırbistan Despotu'nım memleketlerinin geri kalan kısımlarını kurtarmak üzere derhâl otuz bin duka te'diye ettiğini bize haber veren de, Osmanlı müverrihleri meyânında yalnız Âlî'dir. (NOT: 9) Mağfireti mutazammın emirname Ofen'den çıkarılmıştır. Ka-tona, 3, 1078; ancak muharebe 14 Temmuz'da vuku bulmuş olamaz. Çünkü Papa'nın vekili 13 Hazîran'da ordu ile Belgrad duvarları arkasında bulunuyordu ki, ertesi gün Hıristiyan ince donanması Osmanlı donanmasını mağlûp etti. Burada, bir aydan fazla bir târih yanlışlığı vardır. Katona, Engel, Prey buna dikkat etmemişlerdir. Bu hususta Bernino'nun Papa'nın Türkler aleyhinde muharebesine dâir târihî hâtıralarına da (Memorie historich di cio che hanno operato i som mî pontifici nelle guerre contra i Türchi, Roma, 1686) pek emniyet olunamaz. Çünkü muhasara 1456'da başladığı halde o 1455'de vâki olduğunu yazar. (NOT: 10) Belgrad muhasarasını tasvir eden Avrupa müverrihleri şunlardır: Rumlar'dan Kalkondil (Halkondilas; Chaicocondilas) Dukas, Franzes, Lehistan'lı Dö Logos, Macar Turuç, İtalyan Psikolomini (Aneas Silvius). Hunyâd, Kapistrano, Taglikoço ile Nikola Dö Farat'ın —Prey ve Katona taraflarından Kngel 230 HAMME R ile Gebhardi tarafından istifâde edilmiş olan— raporlarına da müracaat. Bonfinius, eserinde Turuc'un naklini tercih ettiğinden, onun gibi gayet şüpheli târihler gösterir. Binâenaleyh muhasaranın 6 Ağustos'ta kaldırıldığını zanneder. Hâlbuki Bel-grad'ın kurtuluşu günü yazılmış olan Hunyad'ın ve Kapistrano'nun raporları 22 Temmuz târihiyle târihlenmiştir. Halkondilas Kapistrano'nun daha evvelki vekâyi-i hayâtiyesini yazdığı mahalle kadar muayyen târih gösterir; lâkin şu tafsili nereden bulmuş olduğunu anlamak müşküldür: «Boemos pra-gam urbem magnam inahabitantes, qui colebant Apolinem.» (s. 134). Daha sonraki şu ibarenin de me'hazı bilinemez: «Boemos, qui ex sexta videbantur infecti, ut iğnem colerent, nec vellent inde receder, et veram religionem apprehendere.» (s.. 124). Muhasarayı yazan Osmanlı müverrihleri şunlardır: îdrîs, varak: 91, Neşrî varak 201, Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, s. 174, Âlî, Dokuzuncu Bâb, Solak-zâde, varak: 92, Ravzatü'l-Ebrâr 246, 247, Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârih, Lutfî, Nişancı, Nuhbetü't-Tevârîh, Tursun Beğ, Hezarfen, Âşıkpaşa-zâde. Lûtfî ile Nişancı yalnız, Pâdişah'ın kalenin ele geçirilmesinin imkânsız olduğunu görmekle avdet ettiğini yazarlar. Hezarfen yaklaşan kışın ordunun ric'atine sebeb olduğunu beyân eder; hâlbuki muharebe Temmuz ortasında idi. Diğerleri de hep az çok mübhem tâbirlerle beyân ederler. (NOT: 11) Fâtih'in Alî et-Tûsî'yi müderrisliğe tâyin eylediği cami, eskiden Pantokrator Kilisesi idi ki, Kostantiniyye'nin kadîm târihinde meşhurdur. Fetih'de değiştirilerek Zeyrek Camii adını almıştır. (İstanbul ve Boğaziçi'ne bkz,«*l, s. 378. Manastırın kırk hücresi talebenin ikametine tahsîs olundu; Fâtih bunları —vezîr-i âzam Mahmûd Paşa birlikte olduğu hâlde— ekseriya huzurunda münazara ettirdi. Vuku bulan mesaîlerinden memnun olarak Pâdişâh, müderrise bin akçelik bir kese ve hil'at îtâsiyle mükâfat verdi. Fâtih'in emri üzerine Alî el-Tûsî ve Hâce-zâde İmâm Gazzâlî'nin Tehâfüt'u üzerine birer kitap yazarak, eserlerine mükâfâten onar bin akçe aldılar. Ancak Hâ-ce-zâde'nin kitabı tercih olunması üzerine Alî et-Tûsî öfkelenerek Osmanlı ülkesini terk ve İran'a avdet eylemiştir; orada ilm-i kelâm, mantık, ehâdîs-i nebeviyye ve tefsîr-i Kur'ân'a dâir olan dört büyük eserin —ki Mevâkıf, Matâli', Telvîh, Keş-şâfdır— şerhlerine haşiyeler yazmıştır. (Taşköprülü-zâde'nin Ahvâl-i Ulemâ'sına müracaat.). (Tûsî, II. Murad zamanında Osmanlı ülkesine geldi; Bur-sa'da Pâdişah'ın babası Sultân I. Mehmed medresesine günde OSMANLI TARİHİ 231 elli akçe ile müderris oldu. Fâtih, camie tahvil eylediği sekiz kiliseden birini —ki Zeyrek'dir— yevmi yüz akçe ile Tûsî'ye verdi. Bir gün Sultân II. Mehmed Mahmûd Paşa ile beraber dersine gelmişti. Müderris, Şerîf-i Cürcânî'nin Adud şerhine yazdığı haşiyelerden ders veriyordu. Huzûr-i sultanînin teşvik etmesiyle Pâdişâh dersinden pek mahzûz oldu. Tûsî'ye onbin akçe il hıl'at-i fâhire, talebesine beşer yüz akçe verdi. Sonra beraber Abdülkerîm'in dersine gittiler. Abdülkerîm, Tû-sî'nin huzurunda ders okutamadı. Tûsî ise «Bizzat Şerîf-i Cür-cânî hâzır olsa ders verirdim.» dedi. Daha sonra II. Murad'ın Edirne'deki medresesine yine o kadar vazife ile tâyin olundu. İmâm Gazzâlî ile hukemâyı muhakeme etmek üzere İmâm'ın Tehâfüt'ü tarzında birer eser tahriri emrolunmağla, Hoca-zâde dört ve Tûsî altı ayda ikmâl eylediler. Tûsî'nin eseri Zuhr unvânındadır. Asrın ulemâsının takdiri üzerine ikisine de onarbin akçe ve fakat Hoca-zâdeye bir de ester ihsan olunarak, Tûsî, infial ile Tebriz'e gitti. Bir aralık oradan Mâ-verâ'ü'n-nehr'de Şeyh Abdullah Nakşbendî-i Semerkandî nezdine azîmet ve ıslâh-i bâtına cehd eylemiştir. Zuhr'dan başka eserleri: Şerîf-i Cürcânî'nin Şerh-i Mevâkıf ma, Adud haşiyelerine, Matâli haşiyelerine, Keşşaf şerhine, Teftezânî'nin Tel-vîh'ine haşiyeler yazmıştır. Şerh-i Matâli'-i Kutbî'ye dahî fars-ça haşiye yazarak, dibacesini Fâtih'in nâmıyle tasdîr etmiştir. Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1, s. 456. Mütercimin İlâvesi). (NOT: 12) (Hammer'in notu yerine Sa'dü'd-dîn'den telhîs olundu) Hızır Beğ Çelebî Sivrihisar'da doğmuştur. Molla Yegân'dan tedrîs edip ona dâmâd olmuştur. II. Murad asrında Bursa'da Çelebî Sultân Mehmed medresesinde müderris idi. Hoca-zâde gibi, Hayalî gibi âlimler o medreseden yetişmiştir. İstanbul'un ilk kadısıdır. 863/1458'de (Sünnet düğününden iki sene sonra) ir-tihâl eylemiştir. Arabça, Farsça, Türkçe nazmı vardır. Aka-idde bir kasîde-i nûniyyesi makbul ve mütedâvildir. Hayalî onu şerh eylemiştir. (NOT: 13) Sünnet düğününün tafsilâtını ve bu sırada icra olunan mü-mârese-i bedeniyye (spor) oyunlarını yazan Halkondilas o vakit vezîr-i âzam ve Rumeli beğlerbeği olan Mahmûd Paşa hakkında «Machumetes, filius Michaelis, materno genere Try-ballus, paterno Graecus.» (Mihâl oğlu Mahmûd Paşa’nın validesi Tribal'li —Sırp—, pederi Rum'dur) diyor. (Bale basımı, s. 37). Taktal (Tactale)'den bahseder— der ki, bugünkü İstanbul'un bir mahallesinin ismi olan «Tahtü'l-kal'a» (Tah- 232 HAMME R takale)dir. (bkz. Istanbul ve Boğaziçi). Nihayet canbazlardan bahs ile, fakat bu kelimeyi «Tampezin» hâline sokar. (NOT: 14) Sa'dü'dîn, Neşrî, İdrîs, Solak-zâde. Bu hususta Halkondilas da Osmanlı müverrihleriyle müttefiktir. Halkondilas, esirlerin naklini ve pâdişâha takdîm olunduğunu söyler*. «Rex profectus est in Scopiorum urbem, et ibi moratus est, ut audiret si quid novarum rerum instituerent Pannones —Commisso autem praelio, in fugam versi sunt, paucis eo praelio amissis; quidam Capti ad regam abducti sunt.» (Bale basımı, 10, s. 144). (NOT: 15) Halkondilas Mahmûd Paşa'nın biraderi Mişel'in Sırbistan boyarları tarafından riyasete intihâb olunduğunu şu ifadesiyle yazar: «Verum Tryballi confluebant ad Machumetis fraterem Michaelem, qui Tryballorum pricipem egreat.» (9, s. 144). Engel bu hususta şüphe ederse de isabetli değildir; çünkü Mah-mûd'un validesi sırplı olduğuna dâir Halkondilas’ın yedinci kitabındaki «Materno genere Tryballus» sözlerini de tasdik eder. Bu cihet, en eski Osmanlı müverrihleri olan Neşrî ve Âşıkpaşa-zâde hafîd-zâdesi şehâdetleriyle de te'yid edilmiştir. Onlar Semendire Hâkimi'nin Mahmûd Paşa'ya valide cihetinden kardeş olduğunu söylerler. (NOT: 16) Haikondilas'da «Muhle»; Franzes'de «Muhlu». Sa'dü'd-dîn, Neşrî, Solak-zâde «Mihlu» yazarlar. «Mochlia» yâhud «Mochlion» Tripoliçe'den Mantine'ye giden yol üzerinde kâin Mukli (Moukli) kasabasıdır. Defterdar Tursun Beğ, târihinin 75. va-rakında işbu Mora seferinde Selemenk, Hulumiç (Halumiça), Gardik, YıidızHisar, Toprak-Hisar, Mihlu kalelerinin alındığını beyân eder. (NOT: 18) Halkondilas, 9, s. 77. Yanya Vâlîsi Alî Paşa’nın bu katliâma vâkıf olması gerektir ki, Gardiki yakınındaki Arnavudlar'ı katliâm ettiği zaman ona rekabet göstermiştir (Katliâmın tafsilâtı için Pöküvil'e bkz., 3, s. 392). (NOT: 19) 1824'de Hâl şehrinde, «1821 Rum İnkılâbım Gözleriyle Gören Bir Şahidin Mektupları» adiyle neşrolunan eserin müellifi Kantakuzen 93. sh.'de «Türk sefirlerinin gelişinde Mora muharebelerini kırâetle meşgul olduğu halde Malvazia'nın 1375'de bir Kantakuzen tarafından ele geçirilmesi fıkrasında tevakkuf» ettiğini yazar. Bizans müverrihlerinde bu «zannedilen» fethe dâir bir işaret yoktur. Hâlbuki Franzes Malvazia'nın II. Mehmed tarafından fethine ve bu şehre verdiği siyâsî düzenlemelere dâir birçok tafsilât yazmıştır. OSMANLI TARİHÎ 233 Ondördüncü Kitap (NOT: 1)' Bratoti'de Sa'dü'd-dîn ve Halkondilas (1, 8, s. 146) bu hususta uyuşmaktadırlar. Barletius îsâ yerine îsaac yazar. Lâkin «İskender Beğ'in Muharebeleri» eseri, târihleri garîb surette karıştırarak bu hâdiseleri 1453'de vuku bulan Kostantiniyye'nin fethinden önce gösterir; hâlbuki İskender Beğ berat-ı muhasarasında (?) 1456 vekayiinden olan Belgrad Muhasarasından bahsettiği gibi, müteakiben Napoli Kralı Alfons'un 27 Haziran 1458'de vuku bulan vefatını zikretmiştir (Barletius, varak: 171). (NOT: 2) Osmanlı müverrihleri Amasra, Sinop, Trabzon şehirlerinin hep bir sene zarfında fetholunduğunu yazarlar. Dukas, birincisinden hiç bahsetmeyip diğer ikisinin birbirini müteâkib ele geçirildiğini yazar. Halkondilas, Osmanlılar'ın Amasra seferini ve Sinop ve Trabzon'un fethiyle neticelenmiş olan seferi birbirinden ayırarak, birincisini 1461'de gösterir. Lâkin zahirdir ki aldanıyor: Çünkü Fâtih 1461'de Mora'yı zaptet-miştir. Osmanlı müverrihleri de Pâdişah'ın Sinop ve Trabzon'a girişini 864 (1459) senesinde göstermekle hatâ ederler; zîrâ Trabzon İmparatoru'na teslîm teklif olunduğu zaman, Mahmûd Paşa, Despot Dimitrius'a tahsîs olunan Aynoz (İnoz) varidatından bahsediyordu; bu ise 1460 nihayetleri hâdisele-rindendir. (NOT: 3) Halkondilas, 9, s. 155 ve 147, Bale basımı; Dukas, 45, s. 192. Halkondilas sefirin geliş zamanını şöyle tâyîn eder: «Rex, cum eo tempore nuntiatum esset quid in Asia moliretur Cha-sanes Longus, pacem dare (Despote Thomae) haud abnuit, ut posset liberius arma inferre Chasani et İsmaili Sinopes prin-cipi — Hine ira exardens rex expeditionem adversum Tho-mam sumpsit, et bellum contra Chasanem rejecit in futuram aestatem, et ontra Peloponesum aceingebatur.» Thomas ve Dimitrius aleyhindeki muharebe 1460'da açılmıştır. Bu son fıkra dahî Amasra'nın Sinop ve Trabzon fethi senesi ele geçirildiğinin yeni bir delilidir. Meğer ki Sultân Mehmed, bahis mevzuu olan sefiri Amasra'yı muhasarası sırasında kabul ve Mora'ya geçmek üzere Amasra'yı terketmiş olduğu farz olunsun. Hâlbuki bu tahmin hatâdır. Zîrâ Türkler Mora'ya Mayıs ayında dâhil olarak sene nihayetine kadar kaldılar. Franzes, 4, bâb: 16, s. 88. (NOT: 4)' İdrîs, varak: 107. Âlî, bâb: 15. Bu kumandanların sağ cenâhda mı, yoksa sol cenâhda mı durduklarının ehemmiyeti azdır. 234 HAMME R Fakat aslında devletin en büyük me’ınûriyetlerinde bulundukları cihetle, isimlerinin öğrenilmesi gereklidir. Bunlar: Evra-nos, Turhan (Turahan) Malkoç, Mihâl-oğlu idi. (NOT: 5) Engel Eflâk Târihi'nde bu esirin bizzat pâdişâh tarafından sorguya çekildiğini söylemekle hatâ eder. Bu hatanın menşei şudur ki, Halkondilas Mahmûd'u «Machumetes» yazar, bununla beraber pâdişâhı dâima «Rex» (Hükümdar) unvanıyla yazarak tefrik eder. Midilli adası muhasarası münâsebetiyle de yine o suretle «Rex Itaqne bombardas sistens pergebat consilio Machumetis» diyor. (NOT: 6) Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'ine nazaran 819 (1416) senesinde. Engel'in Eflâk Târihi'ne bkz; s. 136. Kantemir, Osmanlı müverrihlerinden naklen Eflâk üzerine konulmuş olan vergiyi hakîkî târihiyle yazar; lâkin Piyer Rareş (Pierre Ra-resch) ile Piyer Aron (P. Aaron)'un saltanatı zamanlarına âit vak'aları birbirine karıştırdığı gibi, bunda dahî aldanarak Boğ-danlılar'ın ilk defa verdikleri verginin ödendiği zamanı seksen sene sonra gösterir. P. Rareş 1516 senesinde hayattaydı, Boğdanlılar ise 1456'da P. Aaron zamanında bu vergiye tâbi idiler. Engel'in Boğdan Târihi'ne bkz; Kromer'e nazaran. (NOT: 7)' Floransa'nın tâkib ettiği bu siyâset tarîkinin şahidi Mağliape-çiana Kütüphânesi'nde Cronache di Firenze del Dei adlı eserin 25. takımdan 40 no. lu el yazısında bulunur ki, Kont Pam-peyolitta tarafından müverrihe tebliğ olunmuştur: Ondan me'-hûz ibare: «Ie galeazze fiorentine giunsero a Cp. ove furono cortesemente ricevute dal Gran Signore, ed ottennero da esso molte grazie e privilege. I Fiorentini che erano sulle galeazze manifestarono al Gran Signore i preparativi de' Christiani contro di lui, e come avrebbe potuto diffendersi dai loi sforzi, e gli promisero di far il possibile per scioglere la lega de'Cris-tiano, e render inutili i loro tentativi: a tanta iniqita li in-dusse l'odio, che portavano ai Veneziani, e la speranza di po-ter essi soli esser padroni del commercio nei paesi che il Turco conquistava. II Gran Signore fece poi grandi preparativi per la guerra contro i Christiani col consiglio e disegno de'Fiorentini, pudet meminisse! II Gran Signore nel 1461 fece e privilegi ai .P Fiorentini in prejudizio de Veneziani, e nelle guerre dal 1462 al 1466 intercattarono fino le lettere de Veneziani, e le portarono al Gran Signore, e diedero ad esso consigli.» (NOT: 8)' Halkondilas, 9, s. 169. Halkondilas’ın bu fıkrasında Evranos'un oğlu îshak ve Üsküp hükümetinde ona halef olan îshak-oğlu OSMANLI TARİHİ 235 İsâ hakkındaki ifâde şüphe götürmeyecek surette ortaya ko-nulmuşsa da, bu müverrih —Sandel, İsak ile PoTe âit olan— İllirya, Bosna, Sırbistan eyâletlerinin hududu hakkında o kadar vazıh söylemez. Hiçbir Macar, Bosna, Hırvatistan müverrihi, ne Prey, ne Şimek, ne Gebhardi bu hususta ikna edici izahat vermemişlerdir. (NOT: 9) Gayet nâdir olan işbu Itinerarium Wegraisse K. Mayst post-schafftigen Constantinopol zue dem Türkischen Kayser Sole-man, ano. XXX, (1531) adlı eserde şu fıkra okunur: «Am Samstag den 3 Septembris von Gelosch über einen hohen Berg bis zu des Kayzers Prunn gekommen darum also ge-nant das ungefaerlich vor LXXIV. Jahren, so der türkisch Kayser Bossen über kommen Lat, ist er sampt seinem Volk zu dem prunnen, und niht weiter kommen, Aber seine Wascha gen Glutschloss mit Hoereskraft geschicht, und den künig, so das bosnisch knuigreich gehabt, der sich dann auch im Schloss Glutz belaegern lassen, uberwunden, Glutz und Camergrad eingenommen nachmals inn ein Dorf Gersono da selbst beli-ben.» (NOT: 10) Halkondilas bu beğleri Stantis, Karyakos (Cariacos), Paulus diye isimlendirir. Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 222, ve Neşrî, varak 215, Kuvaç ve Pavlubakli olmak üzere yalnız iki isim yazarlar (Sa'dü'd-dîn'in ibaresi şudur: «Bosna vilâyetine Kovac ili ve Pavli dimeğile ma'rûf vilâyetlerin hâkimleri —ki Kovac oğ-lı ve Pavli oğlı nâmı ile meşhur idiler— bu sefer ... de bend olmup kapucılar odasında habs olınmışlar idi. Rûz-i katl-i kralda (Bosna kralı) anlar dahî kati olmup memleketleri ... ilhak olındı. Bosna vilâyeti bi't-temâm teshir olmup eyâleti Minnet Beğ oğlına erzânî buyuruldı.» (cild: 1, s. 495. Mütercim). Binâenaleyh Şimek (Schimeck) (s. 151), «Karyakos»un türkçe «Karagöz» kelimesinden muharref olduğunu zannetmekle hatâ eder. Osmanlı müverrihlerinin «Pavlubakli» dedikleri Paul Dö Şan mıdır, (Şimek, s. 759), Paul Dö Tor mudur (kezalik 125), yoksa Paul Radazes midir, burasını tâyine cür'et edemeyiz. Joriç'in Kanunî Süleyman'a gönderdiği temsil hey'etinden Lâtin tercümanı Benuva Köripeçiç Döremburg (Benoit Curipeschitz d'Orembourğ) Ragiça, nâm-ı diğer Çe-lebî-Pazar'da mezarını görmüş ve kitabesini okumuştur ki, harfiyyen tercümesi şudur: «Ben, bu memleketin sahip ve hükümdarı olan Paoluç Radazel bu mezarda istirahat ediyorum; Osmanlı Pâdişâhı ne lûtf ile, ne tehdîd ile, ne de silâh ile memleketimi terk ettiremedi, dînimi terk etmeği de hatırıma 236 HAMME R getirmedim, Cenâb-ı Hakk bana Türkler'in üzerine bir galebe ihsan eyledi.» (NOT: 11) Bu vak'a ehemmiyetine rağmen hiçbir Avrupalı müverrih tarafından naklolunmamıştır; yalnız Halkondilas şu ibaresiyle bunu imâ eder gibi görünür: «Tradunt regem propinas inter-ficieendum Illiriorum regem Persae praeceptori suo.» Beyne'n-nâss Musannifek nâmıyle ma'rûf olan bu şöhretli âlim «eş-Şeyh Alî bin Mecdü'd-dîn Muhammed bin Mes'ûd ibni Mahmûd bin Muhammed bin elîmâmi'l-hümâm Fahrü'd-dîn Muhammed bin Mes'ûd bin Mahmûd bin Ömeri'ş-Şâhverdi el-Bistâmî el-Herevî er-Râzî es-Sadîkî elFarûkî» dir. Son beş sıfat aslında Bistâm'da ikamet eylediklerini, kendisinin He-rat'ta doğduğunu, İmâm Fahrü'd-dîn Râzî sülâlesinden olduğunu, Ömer gibi fetva üzerine beyân-i re'y eylediğinden hükm-i kat'î bulunduğunu, o hükmü bizzat kılıciyle icra eylediğini bildirir (Es-Sadîkî el-Fârukî, Ömerü'l-Fâruk sülâlesinden demektir. Hammer bu son iki kelimede yanılmıştır. Mütercim). Aşağıdaki eserleri tasnif etmiştir: Arabça: 1 — Tuhfe-i Mahmûdiyye, 2 — Şerh-i İrşâd, 3 — Şerh-i Mısbâh, 4 — Âdâb-i Bahs, 5 — Nahvden Lübâb'a şerh, 6 — Telvîh'e haşiye, 7 — Kasîde-i Bürde şerhi, 8 — Hâşiye-i Mutavval, 9 — Ebû Alî Sina'nın Kasîde-i Rûhiyye'sine şerh, 10 — fıkıhdan Vikâye'ye şerh, 11 — Hidâye şerhi, 12 — Şerh-i Mesâbıh, 13 — Şerh-i Miftâh-i Allâme-i Cürcânî'ye haşiye, 14 — mantıktan Şerh-i Metâli'a haşiye, 15 — Usûl-i Pezdevî (kısmen) şerh, 16 — Tefsîr-i Kur'ân'dan Keşşafa şerh, Farsça: 17 — Envârü'l-Ahdak, 18 — Tuhfetü's-Selâtîn, 19 — Hadâîkü'l-îman li-Ehli'l-İrfân, 20 — mantıktan Şemsiyye'ye şerh. 803/1400 de doğmuş ve 875/1475'de vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn ve Şakaıkü'n-Nu’ınâ-niyye'ye müracaat. (NOT: 12) Neşrî'nin sâdedil ifâdesi şudur: «Musannifek fetvayı virüp bunlarun gibi kâfirleri öldürmek gazâ-yı ekberdür diyüp kılman çıkarup evvel kendü çaldı, kiralı tepeledi ve hem ol iki kâfirim (Kovac ve Pol) dahî kapucılar çadırında kayıdların gördiler.» (Musannifek'in fetvası ortada olmadığından Bosna Kralı'nın îdâmı hükmünü neye istinâd ettirdiği ma'lûm değildir. îstîmâ-nı (aman dilemesi) kabul edilmiş bir adamı öldürmek şer'an tecvîz olunamayacağı açık olduğundan, kralın aman dilemesinden sonra idamının muhakkak bir sebebi bulunmuş olsa bile Musannifek'in bizzat cellâdlık vazifesini icra etmesi takbih edilmeğe lâyıktır. Sa'dü'd-dîn'in rivayetine göre kılıcı bir- OSMANLI TARİHİ 237 kaç kere çaldırıp kestirememiştir. Allâme fıkıh bilgini, acemi bir cellâd derekesine kadar inmemeli idi. Acaba îdâm cezasını bizzat ifâ etmesi ahidnâme elinde gelmiş olan kralın başını kesmeyi kimsenin kabul etmemesinden mi neş'et eyledi? Eğer böyle ise, orduda büyük bir hakşinaslığın mevcudiyeti anlaşılır ki, Musannifek hakkında nefret daha ziyâdeleşir. Mütercim). (NOT: 13) Neşrî, varak 217, Bonfinius, Aşere 4, s. 537, «İzvornik»i «Zuaniçum», Serbernik'i «Strevernikum» yapar. Bununla beraber kralın alelacele ric'atine dâir ifâdesi Hıristiyan ordusunun mağlûbiyetine ve Osmanlılar'ın aldıkları pekçok ganimetlere dâir Neşrî ve Sa'dü'ddîn'de bulduğumuz tafsilâta pek muvafıktır: «Ae quam hie aliqui utrique prencipi volunt fuisse fortunam, quippe quae veluti ad Jayzam solo adventantis Cor-vini nomine Maumethem machinas aeneas et impedimenta deserere; ita sub zoinichi moenibusad Turci famam Ungaro-sautore turpem fugam capessere jusserit.» (s. 137). Matyas, Venedik doçuna olan bir mektupda der ki: «Sed quum novissimae hiemis asperitate discedere et trajecto amne Savo ad regnum redire cogeremur.» Solak-zâde Yaiça'nın Macarlar tarafından ele geçirilmesini ve İzvomik'in muhâsarasiyle Matyas’ın firarını meskût geçer. Hacı Kalfa bu vak'aları 870 senesinde aşağıdaki ibare ile yazar: «Sefer-i Fâtih be-cânib-i Engürüs berây-i istihlâs-i Yayiçe ve nüzûl-i kral ber îzvornik ve inhizâm-i küffâr bihücûm-i vezîr âlâ mikdâr.» 870 se-ne-i hicriyyesi 1460 Ağustosunda başladığı cihetle bu müverrih tarafından gösterilen târih, mevzû-i bahs olan vak'aların olduğu zamandan bir sene sonradır. (Takvîmü'tTevârîh'in ibaresi aynen kendisinden alındı. Kâtib Çelebî 869'da dahî «îs-tîlâ-yı Engürüs be-Hisar-i Yayiçe» demiştir). (NOT: 14) Halkondilas «Jesu Albanis fili um» diyor. «Jesu» İsâ karşılığıdır, «Albanis», Evranos'un bozulmasından başka birşey değildir; «filium» ise Evranos'un ailesinden olduğunu gösterir. (NOT: 15) İdrîs, Âlî, Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn rivayet ederler ki, Sultân Mehmed tarafından Trabzon İmparatoru'na açılan seferin hitâmına doğru Kızıl Ahmed Uzun Hasan'ın tekliflerini reddetmiştir. Lâkin bu müverrihler, bilhassa Solak-zâde bil'akis yazarlar ki, Kızıl Ahmed Uzun Hasan nezdine iltica etmiş ve bu haber üzerine Pâdişâh, onun kardeşi İsmail'i Filibe'ye göndermiştir. Bu sonuncu rivayet Dukas ve Halkondilas’ın rivayetlerine de uygun düşer. 238 HAMME R (NOT: 16) Manner hatırlatır ki Akşehir kadîm Thymbrium'dan başka bir yer değildir. Apamea (Afyon Karahisarı)ndan denize giden yol Konya'ya değil, Toros üzerinden Seyitgazi'ye gider. Jahr-bücher der Litteratur'un 14. cildinde 62-63. sh. lere bakınız. (NOT: 17) Sultân Mehmed'in o vakit İskender Beğ'e mektup yazdığı doğru ise Barletius'un 199. varakında münderic olup kahramanının bütün nutukları gibi müverrihin hayâl mahsûlü olan mektuplara benzememesi lâzım gelir. «Lettere del gran Ma-hometto imperadore de Turchi; ridotte nella volgar voce da M. Lodovico Dolce Moreme con letere di fal arid; triaano dellt Agrigentini. Venedik, 1563.» unvaniyle neşr ve Fâtih'e isnâd olunan mektuplara inanmak lâzım gelmez. Bu mektupların biri Amazonlar Kraliçesine hitaben yazılmış ve Delfi şehri ahâlîsine hitaben yazılmış olan diğer birinde Fâtih, kahir Apol-lon'dan, «Tabın mucidi» İskolab'dan bahsetmekte bulunmuştur! (NOT: 18) «Achrida Bulgariae archiepiscopatus un noscunt omnes Sebastocrator eo Provehitur, dein Deabolim movet quae se dedit cum universa circumjacenti regione» (Prespa, Pelagonia, Soscus, Moliscus Acrapolita, 92). «Prespa», şimdiki Perspe'dir. (Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 141.). Pelagonia, bir ülkenin kadîmen idare merkezi olan Kastoria'yı, yâni şimdiki Kesriye kazasını hâvidir (Hacı Kalfa, a.g.e. s. 97). «Soscus» ve «Moliscus», Nahlıç ve Bahleşte olmak melhuzdur (Kezalik, s. 67). Deapolis Tuli «Manastır» ismiyle müsemmâ olup henüz bâzı haritalarda Petaglia nâmıyle kayıtlıdır (Kezalik, 96) (Manastir vilâyetinin merkezi olan Manastır şehri. Fakat eski Betolia küçücük bir köy idi. Şimdiki Manastır, Osmanlılar'ın eser -i ümranıdır. Mütercim). Kantakuzen diyor ki: «Albani qui habitant ............................................................... et juxta Achridem, Imperator Achrida discedens relicta Castoria in Pelagoniam ve-nit.» (s. 55). Ahris'in Bedrina yahut Turesium olup olmadığını tedkîk ve Justiniyaprima'nın mevkiini tâyin etmek üzere, Nikefor Gregoras'ın eserine Dökanj tarafından yazılan hâ-şiyelerdeki incelemeler faydasız kalmıştır. Bugün mevkiine tekabül eden yer sabit olmuştur ki, eskilerin Ahrida dedikleri Ohri'dir ve Justiniana Köstendil'dir. Manner, 7, s. 108. Anvil zikrolunan Köstendil'in vücûduna dâir hiçbir tarafta emare bulamadığını yazar. Hacı Kalfa’ınn Rûmili'sinde 78'inci sahî-feyi açmış olsa, orada bulurdu. (NOT: 19) Bu akın İstirya müverrihi Julius Sezar tarafından unutulmuş-sa da Dreşeler (Drescheler), Dölogos, Bonfinius taraflarından OSMANLI TARİHÎ 239 zikr olunmuştur: Birincisi 1469 senesinde zikr ile şöyle yazar: «Eodem tempore multi Christianorum in Styria et aliqua parte Germaniae a Turcis capti et abducti sun.» Dölogos'da şu fıkra okunur: «Turcorum ingens extercitus terras Hungaro-rum et Slavorum invadens usque ad Ciliae regionem, croatis transitum eorum non impedientibus nec Hung, rege Mathia, depopulatus est. Nec imperator Fredericus, cujus regiones magna ex parte vastabat, aliquam opponebat resistentiam; ex quo factum est, ut prope viginti millia animarum de Christi-anis barbaries aut trucidavit, aut in miserabilem servitutem secum traduxit.» Bonfinius'a da müracaat, Aşere, 4, 1, 2, s. 559. (NOT: 20) Kont Daro, Sultân Mehmed'in bu tarz îdâmı istimal eylediğinde tereddüd ederse de, hatâ eder. Kumandan Leontari ve Kalavrita ile üçyüz deniz hırsızı ve beşyüz Arnavud hakkında tatbik olunmuştur. Sanuto bu bâbda birşey söylemiyorsa Venedik'in diğer müverrihleri ve ezcümle «Ağrıboz'un Zaptı» unvanlı eserin muharriri «autore incerto» (gayrı muayyen) tarafından beyân edilmiştir. Osmanlı müverrihlerine gelince onlar gerek caniler, gerek ma'sûmlar hakkında icra edilen cezalardan bahsetmezler (M.İ. 1). (NOT: 21) Bu vak'anın her ihtimâle nazaran —Avrupa müverrihleri tarafından o kadar tekrar olunan— İren hikâyesi doğurmuş olması muhtemeldir. Fakat bu türlü hikâyeler asla i'timâda şayan değildir; Sakızlı Leonard'ın son basımı Ekuy (Ecuy) Papasının bu bâbda Bandeli gibi bir küçük hikâyeler müellifinin şehâdetine istinâd etmesi anlaşılır birşey değildir. (NOT: 22) Sultân Mehmed, 1427 (823) senesinde doğduğu cihetle 1470'de kırkikinci yaşına ve cülusunda yirminci senesine giriyordu. Hatırlatırız ki Fâtih'in saltanat müddetini Hicrî takvime göre 855'den 875 senesine kadar hesab ettik. Osmanlı müverrihleri Ağrıboz fethini 1468 (873)'de gösterirler. Venedik müverrihleri ve onlara imtisâlen Lojiye ve Daro 1470'de, Ağrıbozun Zaptı» eserinin meçhul müellifi 1471'de gösterirler. Bu fetih, Neşrî tarafından Osmanlı târihinin en parlak fütuhatından biri olmak üzere yazılmıştır. Bratoti'de Sa'dü'd-dîn'e (2, s. 344); İdrîs'e (varak: 129); Solak-zâde'ye (varak: 57), Âlî'ye (Mehmed Saltanatının 22. Faslı); Nuhbetü't-Tevârih'e; Ravzatü'l-Ebrâr'a; Takvîmü't-Tevârîh'e (873 senesi); Lutfî Paşa'ya (s. 61), Cihân-nümâ'ya (s. 687) müracaat. Venedik muahedeleri ihtiva eden büyük boyda yedi cilt üzerine tertib edilmiş 240 HAMME R. mecmuadaki (Libri dei patti) vesikalar Lâtinler'in Kostanti-niyye'yi zaptlarından Ağrıboz'un Fâtih tarafından ele geçirilişine kadar olan müddete âit Ağrıboz târihini bir dereceye aydınlatırlar. Ada, evvelâ Raven Karçerio, yahut bu vesaikin dediği gibi Ravanus de Caceribus tarafından idare olunmuştur. Ada'nın ona tefvizini hâvi berât Doc Ziani tarafından imza edilmiş ve 1209 Mart'ı târihiyle târihlenmiştir. Raven 1210 târihi Şubat'ıyle imza ettiği bir mektup mucibince Cumhûr'a, onların emirgüzârlığını kabul ettiğini (Mezkûr mecmua, c. 2, varak 211 ve 212) yazar. Altı sene sonra, a.g. mecmuanın 4. c. nde 301. sahîfede taksim olunmuştur. Nihayet, Vilhelm Dö Veron ile Venedik Doc'u Rainero Jeno arasında, balyos Marko Grade Niko ma'rifetiyle aktedilen 7 Kânun-i sânı 1256 tarihli bir ittifak ahid-nâmesi mucibince Ağrıboz Hâkimi Ahai Prensi aleyhine şiddetle muharebeyi taahhüd ediyor. Onbeşinci Kitap (NOT: 1) Osmanlı müverrihleri bu sırada tatbik edilen mezâlimi sarî-hen beyân ederler: «01 sitem-pîşe hemîşe cevr ve zulmi âdet idüp...» daha sonra: «akıbet itdüği zulm ve fesâdun kendü dahî cezasını buldı.» (NOT: 2) 877 Hicrî senesi başı 1472 Milâdiyesi Hazîran'ının 9'una tesadüf eder; binâenaleyh Safer'in ilk on günü Temmuz'un ortalarına tesadüf eder. (Metinde Feridun'dan naklen, Fâtih'in oğluna berâtı târihi 887 gösterilmişse de bunda hatâ vardır. Doğrusu 877 Olacaktır; nasıl ki Takvîmü't-Tevârîh dahi bir sene sonraki Uzun Hasan muharebesini 878'de gösterir. Uzun Hasan'ın inhizâmına târih olan «Butlan keydü'l-hâineyn» ibaresi ile «Ve yensurikallahu nasaran azizen» âyet-i kerîmesi bunun iki çok kuvvetli delilidir. «Ha'ineyn» lâfzının hemzesi ya: 10 hesâb olunmalıdır. Hammer her nekadar 877 başlarını 9 Hazîran'a tesadüf ettirmiş ise de Gâzî Muhtar Paşa hazretlerinin Islâhü't-Takvîm'ine nazaran Hazîran'ın 8'ine tesadüf etmektedir. Mütercim). (NOT: 3)' Hammer burada Uzun Hasan'ın Fâtih'e önceden gönderdiği bir mektubun hülâsasını yazar. Sonra şu mütalâayı ilâve eder: Uzun Hasan'ın böyle maktüleynin başlarını gönderdiğini beyân etmesi tahkiri mutazammın idi; zîrâ pâdişâhın menfaati sebebiyle dostâne münâsebetlerde bulunduğu zevatın isimlerini söylüyor «Debirsâl-i hâkim-i divânsın re's-i maktûunun OSMANLI TARİHİ 241 (kesilmiş başının II. Mehmed'e irsali Karakoyunlu ailesinin istimdadı mutazammın Fâtih'e yazdığı mektûb onun kaleminden çıkmış olmasına mübtenî olsa gerektir (M.İ. 2). (NOT: 4) «Uzun Hasan (Sultân-ı Mısr'a) mektup gönderüp hayli tah-vîf itdi ve anı muhâlefetden tahzîr itdi.» Cenâbî, s. 228. Venedik elçisi Uğurlu Muhammed (Mehmed) in (Gurlumamech) Sultân Ebû Saîd'i, boyununda ip, ve mevte mahkûm olarak sevk ettiğini tasvir eden bir levha gördüğünü hikâye eder. (NOT: 5)' Halkondilas, 3. kitabın sonunda işbu Baysunkur'u «Pajancur» tesmiye ederek hatâen «Çokı»nun oğlu der. İki «Çokı» vardı ki, biri Baysunkur'un kardeşi, diğeri yeğeninin biraderi olan Uluğ Beğ'in torunudur. (Timur Hanedanı neseb cedveline müracaat, c. 2). Baisankour yahut Baisankor —ki Tatar ismidir— Justinianus'un 2. kitabında 4. bâbda «Rex Scythiae mittit fi-lium Panasagorum» diye yazdığı isim olmak lâzım gelir. (NOT: 6) Münşeât-i Feridun'un 223 numarasında münderic Uzun Hasan mektubunun bir madde yanlışlığı sebebiyle Sultân Mehmed'e yazıldığı, unvanında yazılı ise de, Karaman-oğlu Pîr Ahmed Beğ'e gönderilmiştir. Çünkü içinde Pir Ahmed'e hitâb olunuyor. (Bizdeki Feridun'da Sultân Mehmed'e hitâb olunmuştur. İstanbul basımı, s. 269-271). Uzun Hasan mektubunun sonunda ilkbaharda is'âf-i matlûbu içün, yâni Mehmed aleyhine muavenet için hudûdda görüneceğini beyân eder. (NOT: 7) «The town of Jezira ul Omar, the ancient roman fortress of Bezabde, is situated in low sandy island in the Tigris, about three milies in circumference, and surrounded on all sides by mountains. It occupies the greatest Part of this island, and is defended by a wall of black stone now fallen to decay. (Macd. Kinneir, Journey. London, 1818, p. 449 et 450.) (NOT: 8) Mauracea D'Ohsson, c. 1, Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, 270. Solak-zâde, varak 58. (Hammer bundan sonra Pâdişah'ın gördüğü rüya hakkında vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya gönderdiği arap-ça bir mektub ile Ak-Şemsüd'ddîn'in —kezalik arapça— ta'-bir mektubu Münşeât-i Feridun'da münderic olduğunu beyân ile ta'bire dâir îzâhât veriyorsa da bizim Münşeât-i Feridun'a nazaran Pâdişâhın arabça bir mektubu olmayıp AkŞemsü'd-dîn'in —biri kendi gördüğü rüyanın, diğeri de Sultân Mehmed'in rüyasının tâ'birine dâir— iki arabça mektubu vardır: İlanıma luıihi, C: II. I.: 16 242 HAMME R Hammer'in hatâ etmiş olduğu anlaşılmakta olduğundan, rüyaya müteallik hocanın ifâdeleri ve zikrolunan iki mektubun mündericatı Mütercim'in İlâveleri kısmında telhîs olunacaktır, bk. M.İ. 3). (NOT: 9) En eski müverrihlere i'timâden 1 Rebî'ü'l-evvel 26 Temmuz 1472 denilmişse de Avrupa müverrihlerinin ittifakı işbu Uzun Haman muharebesinin Âlî ve Hacı Kalfa’ınn beyânı veçhile 877 Rebî'ü'l-evvelinin 16'sına (21 Ağustos 1472) tesadüf etmiş olduğunu gösterir. (Yukarıda söylendiği üzere muharebeye târih olan âyet-i kerîmenin ve ibarenin (bk. Not: 2) hesabına göre ve Osmanlı müverrihlerinin ittifakı mucibince vuku senesi 878 olduğu gibi Uzun Hasan Cihânşah'a ve Sultân Ebû Saîd'e çarşamba günü galebe ettiğinden, Fâtih'le de muharebe için o günü seçtiğini Sa'dü'd-dîn'de (c. 1., s. 543) menkûl ve fî'l-hakîka 878 Rebî'ü'l-evvel'inin başı Salı'ya ve 16'sı Çarşamba'ya tesadüf etmektedir. Milâdî târihine gelince bu dahî 1473 Ağustos'unun ll'ine tesadüf eder ki, kezalik o günün çarşamba olduğu hesapla anlaşılır. Kısacası mezkûr muharebe 16 Rebî'ü'levvel 878/11 Ağustos 1473 çarşamba günü vuku bulduğunda asla şüphe yoktur. Mütercim.) (NOT: 10) Birçok el yazılarında «Adnî» yerine «Adlî» görülür. Adnî, Sultân Bâyezid'in şiirlerinde mahlasıdır. Âşık ve Hasanpaşa-zâde bu Pâdişâhın bâzı beyitlerini yazarlar (M.İ. 4). (NOT: 11) Venedik Cumhûriyeti'nin Uzun Hasan nezdindeki sefiri Zeno, Uzun Hasan'ın zevcesinin yeğeni bulunan hareminden dolayı Akkoyunlu ailesine sıhriyyet peyda etmişti. 1471'de Jozefat Barbaro ona halef olarak iki sene sonra dahî Embrocio Kon-tarani tâyin olunmuştur. Seyahatnameleri müdekkıkane yazılmış birçok coğrafî ma'lûmâtı hâvidir. Bu hususta Sismon-di'nin İtalya Cumhuriyetleri Târihime müracaat, 10, s. 289. (NOT: 12) Venedik'te San-Ciovanni ve Paulo Kilisesi'nin kabristanında Moçenigo'nun mezarı üzerinde aşağıda aynen naklolunan şu kitabe yazılıdır: «Peatro Moceni go Leonard! filio omnibus non minus optimi quam eloquetntissimi senatoris moneribus domi forique functo, maris Imperatori, qui Asia et faucibus Hellespont! usque in Cyprum ferro ignique vastata, Caramannis re-gibus, Venetorum sociis, Othomano oppressis; regno restituto, piratis undique sublatis, Cypro a conjuratis non minori cele-ritate quam prudentia recepta, Scodra ducta et auspiciis sui liberate, quam Rempublicam feliciter gessisset, absens divi Marci Procurator inde Dux grato patrum consensu creatus est, OSMANLI TARİHÎ 243 vixit annos 70, mens. 1, dies 20, obüt non sine ingenti populi gemitu, anno salutis 1476.» (NOT: 13) Bufor'un Karamania'sı, Londra, 1817, s. 126. Cihân-nümâ, s. 611; Manner, 6, 2, 129. Sid harabeleri (Bufor, s. 176) şimdi Eski Adalia diye isimlendirilir. Manner'in zannına göre bu mevkî Bizanslıların ve Eneas Silvus'un «Candelorum» yahut «Scandalorum» dedikleri şehir olacaktır. (NOT: 14) Bu zincir bugün Roma Sen Piyer Kilisesi elbise odasında harb hâtırası olmak üzere asılmıştır. Konulduğu mahalde aşağıdaki kitabe yazılıdır: «Smyrnam, ubi Oliverius Cardinalis Ca-raffa Sixti IV, Pontificae classis dux vi occuaasset, in Sataliae urbis Asiae portum, vi irrupit, ferramque catenam inde ex-traxit, et super valvis hujus Basilicae suspendit.» Bernino, s. 131; Vatikan Evrak-i Cedîdesi Mecmuasında dahî bundan bahsedilmiştir (c. 3, s. 1599; c. 4, s. 1745). (NOT: 15) «Sigi era lontano dal Curcho non piû che vinti mglie». Si-nium, Anvil'in haritasındaki Sise (Sicoe) dir; Cihân-nümâ nın «Sin» dediği de budur. Korkos, kelimenin iştikakına nazaran kadîm Korikos (Corycus) olmalıdır. Manner, 6, 1, s. 174. İleride Cem'in târihinde «Korku» nun «Korkos» tesmiye olunduğunu göreceğiz. Barbaro, s. 46, Korku'nun Ermenice kitabelerinden bahseder. Maneto'da bulunmuş ve Kont Kastiglioni'-nin «İtalyan Kütüphaneleri» esesrinin 28. cildinde 73. sahifede izahatı verilmiş olan mezar taşının bir muharebeden bir tuh-fe (armağan, kalıntı, hâtıra) olduğunda şüphe yoktur. Bu taşın 1296 senesinde Soğr (Soghr) yâni Kilikya hududunu yağmalayan harb-i mukaddes (Haçlı seferleri) eşhasından Mopa-bith nâmında bir muharip için dikildiği anlaşılır. (NOT: 16) Lojiye, Venedik Târihi, 16, 26, s. 259. Çipiko dahî Uzun Ha-san'la birbirini müteâkib vâkî olan iki harbi tafsilâtiyle nakleder ki, birincisinde Rumeli Beğlerbeği Murad Paşa dörtbin kişi ile beraber zâyî' olmuş ve ikincisinde Akkoyunlu hanedanından Zeynel Beğ'in vefatı vuku bulmuştur. Çipiko yalnız bir noktada yanılıyor: Bu iki muharebeyi kırksekiz saat içinde vâkî oldu sanır. Osmanlı müverrihleri ise iki muharebe arasında altı gün geçip, Sultân Mehmed'in bu müddeti düşman üzerine yürümekle geçirdiğini beyânda müttefiktirler. (NOT: 17) Şehzade Mustafa'nın vefatına yolaçan hastalığı hakkında Osmanlı müverrihlerinin rivâyetlerindeki birlik, Piti Dölakruva'-nın târihinde mevkî-i i'timâda koyduğu hikâyenin reddi için başlıbaşına kâfî bir delildir. Bu hikâye şudur ki: Sultân Meh- 244 HAMME R med, —Vezîr-i âzam Ahmed Paşa'nın haremine tecâvüzünden dolayı— bihakkın hiddetlenerek Şehzâde'yi idâm etmiş. Hâlbuki Ahmed Paşa Mahmûd Paşa’nın idamından sonra vezîr-i âzam olmuştur. Mahmûd Paşa ise Şehzâde'nin irtihâlinde hayatta idi. Yoksa nasıl olabilirdi ki Şehzâde'nin vefatından memnun olsun? Piti Dölakruva Mustafa'nın vefatını 882'de göstermek ile de hatâ eder, irtihâli üç sene sonradır. Onaltıncı Kitap (NOT: 1) Solak-zâde ve Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2 , s. 197. ikisi de bu vak'-ayı zikrederler. Marini Sanato'nun vekayinâmesinde ise yalnız şu ibare vardır: «Ungaria scorsiscata dai Turchi passati il Danubio.» Her ihtimâle göre bu Malkoçzâde Balı Beğ Me-siger'in «Calapan» dediği ve bir sene evvel Klagenfurt hisarları önünde zuhurunu yazdığı şahıs olacaktır. 1469'da Karni-yolu istilâsını ahd eden paşanın kim olduğunu tâyin etmek müşküldür; Valvasur bunu «Veih» tesmiye ederse de asıl ismi bu olduğunu te’ınîn etmez. Bu kelime «Veyis» olsa gerektir. (NOT: 2) Bu amiralin seksen yaşında ve vefatından ancak birkaç ay evvel Türkler'e galebesine San Fransisko Deliavinia Kilisesindeki mezartaşı kitabesi şehâdet ediyor: «Triadano Gritto, se-natori optimo Andreae, Ducis avo, Venetae classis imperatori, post superatos ad amnem Boliana Turcos, et soluta Scodrae obsidione Catari exincto publicoque funere ob rem praeclere Gestam elato Andreas Grittus dux, f.f.j. decassite octogenarius, 1474.» (NOT: 3) Engel'in Boğdan Târihi'nde 139. sahifeye nazaran Strikovski 1375'de geçerken bu tepeyi görmüştür. Bunlar, Pâdişah'ın ertesi sene Boğdanlılar üzerine kazandığı muharebenin hâtıraları olmak üzere Osmanlı müverrihlerinin zikrettikleri şeyler olmak gerektir. Bu müverrihler Süleyman Paşa’nın mağlûbiyetini teslîm ediyorlar; fakat bu mağlûbiyeti müstelzim olan muharebe ile ertesi sene Türkler'in kazandıkları muharebeyi karıştırıyorlar. O surette ki, iki -muharebe bir seferde vuku bulmuş gibi görünüyor. Hâlbuki aralarında hayli zaman vardır. Yalnız Hacı Kalfa zamanları tefrik ile Süleyman Paşa'nın mağlûbiyetini 880 (1475) ve Sultân Mehmed'in Eflâk seferini ve Boğdan ordusunu mahv ve bütün memleketi tahrîb ettikten sonra, İstanbul'a avdetini 881 (1476) senesinde gösterir (Kâtip Çelebî'nin aynen ifâdesi şudur: «880, înhizâm-i Sü- OSMANLI TARİHİ 245 leymân Paşa der ceng-i Kara Boğdan; 881, Teveccüh-i Fâtih Sultân Mehmed be-kahr-ı Kara Boğdan vü avdetiş ba'd ez kıtâl-i azîm vü gâret.» Mütercim). (NOT: 4) Cenâbî, s. 181. Yeni Rusya Târihi müellifinin zannettiği veçhile Cenâbî dahî Hacı Giray'ın oğullarını oniki yerine sekiz gösterir. Ancak Hacı Giray'ı 884'de öldürmekle hatâ eder. Hacı Giray Kefe ve Mengüb kalelerinin mezkûr senede vuku bulmuş olan fethinden az evvel vefat etmiştir. (NOT: 5)' Acem ve Türk müverrihleri Kırım Hanlarımı «Tatar Hanları», yahut «Tatar Beğleri» diye yâd ederler ki, doğru değildir; hâkîkat-i hâlde bu ahâlîye hükmeden hanlar Tatar aslından olmayıp Türk idiler. Klaprot, Asia polyglatta eserinde bu yanlışı düzeltir. Lâkin doğru olmamakla beraber bütün Şark ve Garb müverrihleri tarafından «Tatar Hanları» diye yâd olunduklarından, biz dahî bu târihte öyle yazdık ve öyle devam edeceğiz. (NOT: 6)' Bonfinius, Aşere 4, bâb: 3, s. 578. Katona'da Dölogos Turuç, 15, s. 779, Bonfinius'un «Sabacz, quod Turcica lingua mirabile quid significat» sözlerini (ki: «Sabac Türk lisanında Şâyân-i Hayret demektir» mealindedir). Sismondi İtalya Cumhuriyetleri Tarihinin onuncu kitabının 376. sahîfesinde «Sabac yâhud Şâyân-ı Hayret» diye tercüme eder. Hâlbuki «Sabac» Türkçe bir mânâya gelmez; zâten Osmanlı müverrihleri bu kaleye o kadar az verirler ki, ele geçirilişini bile zikretmezler. «Sa-bac»m Türkçesi «Böğürdelen»dir. (Farsça'da «Şâbâş» kelime-i tahsîn, yâni «Güzel!» demektir; Bonfinius bundan aldanmış olacaktır. Mütercim.) (NOT: 7)' Solak-zâde ve Bratoti'de Sa'dü'd-dîn. Bu bâbda Osmanlı müverrihleri Macar müverrihleriyle müttefiktirler. Solak-zâde ve Sa'dü'd-dîn'in gösterdikleri târihlere nazaran bu akın, Boğdan bozgunluğundan ikibuçuk ay sonra vuku bulmuştur (26 Temmuz). Lâkin şu müddet, muharebenin vukuu târihinden değil, seferin hitâmından hesab edilmelidir. Bratoti («ahşab» demek olan) «Çubîn» kelimesini anlamadığından «Kopen Kalesi» diye tercüme etmiştir. (NOT: 8)' Sinop, Kastamonu, Trabzon, Kırım'da Kefe, Menküb (Mengüb); Midilli adasında Midilli şehri; Karaman'da Konya, Lârende, Aksaray; Yunan'da Atina, Arkadia, Bosna'da Bubudiska. (NOT: 9) Lojiye, Venedik Târihi, c. 7, 1, 27, s. 354. Daro, Venedik Târihi, 2, s. 176. Sismondi, 11, 37, Sabelliko ve Naviciero'ya nazaran. Naviciero bu şehrin muhasarasını bihakkın 1477'de gösterir. 246 HAMME R Sabelliko'nun sandığı gibi 1475'de olamazdı; zira o sene Sultân Mehmed Kırım'a donanma göndermesinden evvel bir mütâreke müsâadesinde bulunduğu gibi îşkodra muhasarasının ertesi senesi Rumeli beğlerbeği Süleyman'ın Boğdan'a gittiği görülür. (NOT: 10) Takvîmü't-Tevârîh. Abdürrezzak Metâli'ü's-Sa'deyn nâmında bir büyük Tatar târihi müellifidir. İbnü Şahne Ravzatü'l-Me-nâzır fî ilmü'lEvâil ve'l-Evâhir adlı eserin de sahibidir. Bu eser, gayet mu'teber olarak Şark Kütüphanesi sahibi Herboîo ondan pekçok iktibas etmiştir. (NOT: 11) Sismondi ve Lojiye derler ki: Matyas Korvinus Sultân Mehmed'in ele geçirdiği memleketlerin terkini tasdik etmişti. Lojiye, s. 310; Pâdişâh ile Matyas arasında akdedilmiş olan bir ahidnâmeden bahseder ki, Ferdinand dahî buna idhâl olunmuştur. Lâkin Macaristan Târihi'nde bu rivayeti tasdik edecek bir söze tesadüf olunmuyor. (NOT: 12) Lojiye 8, 27, s. 319 ve 327. Bu müverrih Malipyeri'yi (s. 319) İstanbul'a iade ettiği hâlde biraz sonra (s. 328) Sofya'dan ileri gitmediğini beyân etmesiyle tenakuza düşmüş olur. Bu iki rivayetten ikincisi doğru görünüyor. Çünkü, Venedik Senato'-sunun Pâdişâh ile müzâkere etmeğe karar vermesi 3 Mayıs'-da idi, ve Pâdişâh 15 Mayıs'da Sofya'da bulunuyordu. (NOT: 13) Bu Jorj, îllirya prenslerinin Alessio'da ilk toplanmalarında görülmüş olan Jorj'dur. (NOT: 14) İskender, Bonfinius'un iki sene önce Bozaziş muharebesinde yokettiği Mihal-oğlu Alî Beğ kardeşidir. Spandojino, bunu o sene zarfında Friyol'a istilâ eden askerin kumandanı olmak üzere gösterir. (NOT: 15) Marinus Barletius (de Scodrensi expugnatione). Osmanlı ve Türk müverrihleri Akça-Hisar’ın İşkodra'dan az evvel ele geçirildiğini ifâde etmelerine nazaran, (Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde) Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili coğrafyasında ve Takvîmü't-Tevâ-rîh'da Akça-Hisar ve llbasan’ın ikisi bir vakitte inşâ olunduğu hakkındaki ifâdesini «îlbasan'ın Akça Hisar'a karşı inşâsı» suretinde anlamalıdır. (Filhakika Takvîmü't-Tevârîh 871'de 'Binâ-i kal'a-i Akhisar ve Ilbasan ba'd ez kahr-ı erbâb-i tuğyan' diyorsa da, İşkodra'nın teslimi 883'de vâkî ve Akça-Hisar'-ın zabtı az önce olmasıyle, Hammer'in dediği gibi te'vîle muhtaç dır. Mütercim). (NOT: 16) Barletius'un o kadar dar bir zamanda rahibe söylettiği nutuk, Franzes'in İstanbul muhasarasında muhataralı bir vakitte îrâd OSMANLI TARİHİ 217 ettiği nutuktan mevsuk değildir. Eğer cesur Arnavud rahibi, hemşehrilerinin cesaretini tahrik için uzun nutuklar iradına lüzum görmüş ise, onların tabîatini iyi anlayamamış demek olur. Barletius'un bu nutku îrâd ettirmekten maksadı, Osmanlılar'ın elde ettikleri memleketler ile asker ve kumandanları hakkındaki ma'lûmâtım göstermektir. Şu son nokta-i nazar i'ti-bâriyle bir fıkrasını alalım ve mümkün olduğu kadar îzâh edelim: «Veniat igitur Meumethus ille, quern tot et tan ta ges-sisse ferunt, cum Spaolanis suis, Charassariis, Angurriis, Pol-luis, Cotagiis, Menteliis, Sarchanis, Aidinis, Caracilis, Pigiis, Prusiis, Macrmis, Alajis, Amasiis, Concellis, Meneseniis, Gia-gidis. Veniant Caramani auxiliares et socii sui; veniant Urca ti nogli, Candelorii, et omnes Asiaitci; veniant item, Tur-cambei, Auranes, Castoriae, Serrae, Constantini, Sophiae, Ni-cepolaei, Zachariae, Zermai, Zurulli, Callipolei, Sfircae, Sco-piae, Coiaziae, Garrippides, Salvatorii, Magullides.. Veniant praeterea Ottomanus ipse longe stipatus Saleftariis suis, Olo-fanziis, Muselinis, Asapis, Mikhiis, Caripiitleriis, Dochanziis, Achanziis, Janizaris universaque cohorte sua.» Tercümesi: «O kadar büyük işler gördüğü söylenilen bu Mehmed, Karahisar, Ankara, Bolu, Kütahya, Menteşe, Saruhan, Aydın, Kurali (Kara Ali), Biga, Bursa, Mekri, Alâiye, Amasya, sipahi oğlanla-rıyle gelsin! (Consellii, Menesenii, Giagidi kelimelerinin aslı tâyin edilemedi.) Karamanlar ve diğer yardımcılar gelsin! Muedîn oğulları (Moueddin, Muhyîddîn olmak hâtıra gelirse de Lâtincesinde mukabili bulunamadı) Konya halkı ve bütün Anadolu halkı gelsin! Turhan ve Evranos oğulları, Kesriye, Siroz, İstanbul, Sofya, Niğbolu, Zağra, Çorlu, Gelibolu, Sırbistan, Üsküp halkı da gelsin! (Zermai, Coiaziae, Salvatarii hangi memleketler olduğu tâyin edilemedi); Mugallides Muğlalılar olmak gerekdir. Garrippides, Barletius'un biraz sonra Carripiitdleri dediği ve kelimenin aslını düşünmeksizin ayrı ayrı iki nevi asker yaptığı muhâribîerdir. —Bunlar da Gu-reba, yâni her millet efradından askere yazılan efrâd olacaktır. Mütercim—) Osmanlı Pâdişâhı silahdarlarıyle, ulûfecile-riyle, azaplarıyle, mikiserleriyle (ne olduğu anlaşılamadı), ga-ripleriyle (Gurebâ), doğancılariyle, akıncılariyle, yeniçerileriy-le, sayısız taburlarıyle çevrili olarak gelsin!» (Veniant praeterea ambo Bassae et novae Romae, et Asiae cum omnibus legionibus et copis suis) Tercümesi: «Nihayet bütün alay ve askerleriyle iki Rumeli ve Anadolu paşaları gelsin!» (Yeniçeriler, Garipler yahut Gurebâ, Silâhdarlar, Ulûfeciler, Sipâhî- 218 HAMME R ler nasıl tercüme edildikleri için bk. Halkondilas, 8. kitap, ha-teme). (NOT: 17) «Eo die centum septuaginto octo ictibus quod nonquam an-tea, urbem admodum vexarunt.» Loniçerus'da Barletius, varak: 249 (Evvelki muhasaraların hiçbirinde görülmemiş olduğu halde Osmanlılar'ın bu defa günde 117 gülle attıklarını muta-zammın metindeki ifâdenin me'hazıdır. Mütercim). Sansovi-no'nun İtalyanca'ya mütercimi Temmuz'un 10'unda 280 gülle atıldığını yazıyorsa da, aslında 104 (Centum et quatuor)'tür. (NOT: 18) îşkodra muhasarasında topların birleştirildikleri târihler: 3 kantarlık gülle atar 1. top : 22 Haziran » 2. top 4 » » 3. top 4 1 » » 26 Haziran » 6,5 4. top » 6 5. top 6 Temmuz 12 6. top » 12 7. top » » 7 8. top 7 Temmuz » 13 9. top » 6 » » 10. top 8 Temmuz 9,5 » 11. top 11 Temmuz • 83 kantarlık (NOT: 19) Barietius'a nazaran muhasarada topların her gün attıkları gülleler : 22 Haziran 7 23 %9 24 »8 25 »7 26 » 29 27 » 28 28 »— 29 »1 30 » 34 1 Temmuz 36 2 5 3 4 6 3 5 4 4 4 7 4 4 2 OSMANLI TARİHİ 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 » » » » » » 2 li) 57 42 76 104 178 187 183 168 187 182 194 131 193 148 173 TOPLAM: 2534 top güllesi (NOT: 20) Barletius îskender ve Sezar'dan dahî bahsettirir. Sansovino, Barletius'un Sultân Mehmed ile Moneta'ya isnâd eylediği nutukları geçmeyi münâsip görerek tercümenin ikinci kısmını kı-saltmıştır. (NOT: 21) Vezîr-i âzamlık makamından azl ile habs edilmiş ve hâlâ mah-bus bulunmuş olan Gedik Ahmed değil. Venedik müverrihleri ve onlardan naklen Knol (Knolles) ve Sismondi Evranos-oğlu Ahmed ile Gedik Ahmed'i karıştırırlar. Sismondi (11, s. 146) Süleyman Paşa'yı Rumeli Beğlerbeği göstermekle diğer bir hatâ yapar. Barletius'un sarîh ifâdesine nazaran bu me'-mûriyet Dâvud Paşa uhdesinde idi; zâten Osmanlı müverrihleri Süleyman'ın o vakit hapiste bulunduğunu söylüyorlar. (NOT: 22) Barletius, Ahmed Beğ'e îrâd ettirdiği nutukta coğrafya bilgisini ortaya koymaya bir vesîle daha bularak Sultân Mehmed'in fethettiği oniki hükümet ile iki yüz şehri tantanalı bir surette sayar. Bu oniki hükümet şunlardır: 1 — Pont (Pontus); 2 — Bitini (Bitinya); 3 — Kapadokya, 4 — Paflagonya, 5 — Kilik-ya; 6 — Pamfili; 7 — Lisi; 8 — Kari; 9 — Lidya; 10 — Firjia; 11 — Nikodemi; 12 — Nise ve Bursa. Onuncuya kadar sayılan mahaller birer hükümet olmayıp Cyropedia eserinde açıkça gösterilen Asya'nın eski taksimatı icâbınca birer vilâyet olmasıyla beraber, Fâtih tarafından fetholunmuş olmak üzere kabul edilebilirse de, son iki ülkede bildirilen üç şehir Fâtih'ten çok zaman evvel ele geçirilmiştir. Müteakiben saydığı şehir- 250 HAMME R ler içinde Karaman beğlerinin ikametgâhı olmak üzere Skan-delorom'un yeniden yazıldığı görülüyor. Bunun Konya olması muhtemel gibi görünüyor, husûsiyle İkoniom'dan ayrıca bahsetmemiştir. Ancak Kıbrıs fethine dâir Venedik elçisinin raporlarından anlaşılıyor ki Skandelorum deniz kenarında idi, çünkü bu şehrin limanından gemilere bindirilmiş askerden bahsolunuyor (İskenderun?). (NOT: 23) Bu hikâye Barletius'un İskender Beğin Hayat ve Ef'âli eserinde 8. kitabın sonundadır. Ancak o müellif her nekadar mev-sûkiyetini te’ınîn ediyorsa da, İskender Beğ'in Sultân Mehmed'e kılıcını göndermiş ve Pâdişah'ın da kılıcı kullanan elin gönderilmediğini teessüf sadedinde söylemiş olduğuna dâir Spandojino'nun yazdığı rivayetten daha ziyâde şâyân-i vüsûk değildir. Hattâ İmparatorluk Müzesi'nde İskender Beğ'in olmak üzere gönderilen kılıcın, hakîkaten İskender'e âid olduğunu zannetmek kolay değildir. Miralay Viyala Sommier «Karadağ'a Târihî ve Siyâsî Seyâhat»inde başka bir efsâne yazar: Güya Sultân Mehmed İskender Beğ'in mezarını açtırmış da, titreyerek ve sararıp gözü yaşla dolarak çekilmiş. Miralay Viya-la'nın bu fecî tafsilâtı nereden aldığını bilemem; Barletius buna dâir bir söz söylemiyor. Zâten Alessio bizzat Pâdişâh tarafından alınmayıp Rumeli paşası tarafından zaptedilmiş ve yakılmıştır. (NOT: 24) Sismondi, 11, s. 157. Arnavudluk seferini ve îşkodra fethini yazan Osmanlı müverrihlerinden şunları zikretmelidir: 1 — Neşrî, varak: 234; 2 — İdrîs, varak: 165-168; İdrîs Rumeli beğlerbeği Süleyman ve vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa'ların nazar-ı şahaneden ve me’ınûriyetlerinden nasıl düşmüş olduklarını tafsil eder. Ancak Süleyman'a Dâvud Paşa değil, Gü-yegü (Güveyi) Mehmed Paşa'nın halef olduğunu ve îşkodra muhasarasını, kumandan olarak Evranosoğlu Ahmed'in idare ettiğini yazar. Bu Ahmed Beğ, Avrupa müverrihlerinin bâ-zan vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa ile (Mat yahut Amat-beg), ve bâzan Turhan-oğlu Ömer Beğ (Marbeg) ile karıştırdıkları zâttır. 3 — Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, s. 305; 4 — Âlî, II. Mehmed saltanatından 19. fasıl; 5 — Solak-zâde, varak: 62; 6 — Ravzatü'l-Ebrâr; 7 — Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 883/1478, 8 — Hezârfenn; 9 — Küçük Nişancı, 10 — Lûtfî, varak 32; 1 — Nuhbetü't-Tevârîh, varak 101; 12 — Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 36. (NOT: 25) Bu sefîr Venedik müverrihlerinin ve onlardan naklen Lojiye'-nin (c. 7, s. 357) yazdığı gibi bir paşa olmadığında şüphe yok- OSMANLI TARİHİ 251 tur. Çünkü Onbeşinci asrın başlarına kadar Osmanlı Devletinin tebligatını ulaştırmak için ancak çavuş ve müteferrikalar me’ınûr olurlardı. Hattâ on ve yirmi sene sonra Pâdişâhlar Venedik'e Sipahiler ve tercümanlar göndermekle iktifa etmişlerdir. (NOT: 26) Venedikliler'in Türkler'i İtalya'ya getirmek ve Türkler'le ittifak etmek için vâki olan mesâisinden ileride sırası geldikçe bahsedeceğiz. Enek'in kroniğinde dercedilen bir fıkraya nazaran Venedikliler 1475 senesinden i'tibâren, yâni Sultân Meh-med'le aktedilmiş olan bir mütâreke esnasında Pâdişah'ın Macaristan'a yaptığı seferde mühimmat tedârik etmişlerdir. Matyas Korvinus Sabac'ı aldıktan sonra, Venedik Cumhûriyeti'-nin mühürleriyle mühürlenmiş ve oklarla dolu iki fıçı bulmuş. Ancak bunun sıhhati teslîm olunsa da, tacirlerin işi olmak lâzım gelir. Engel'in Macaristan Târihi'nde, c. 6, s. 845, Venedik'in yirmidört elçisi ve Osmanlı elçisi tarafından yapılan hasar ve münasebetsiz harekât ve şâire hakkında söylediği şeyler esastan ârîdir. Onyedinci Kitap (NOT: 1) Matyas, Papa IV. Sixt'e yazdığı mektupta Osmanlı ümerâsından dördünü zikreder: Elibeg (Alî Beğ), Scanderbeg (Mîhâl-oğlu İskender Beğ), Esibeg (İsâ Beğ), Marchos rit (Malkoç). Müverrih Olahus bunu daha doğru olmak üzere Balı Beğ diye isimlendirir. Lâkin Macar müverrihlerinden Dö Logos'un kendi lisanına âit isimleri bozarak meselâ Bator İstuan'ın «Batheystwan», Pol Kinis'i Xyacz yaptıkları görülünce, bu müverrihlerin Osmanlı isimleri imlâsını bozmalarına taaccüp olunur mu? Matyas bu dört zâttan sonra daha «Yedi voyvoda» dan bahsettiğine göre, Engel'in Macaristan Târihi'nde zannettiği gibi beş değil, cem'an onbir Osmanlı ümerâsı zikretmiş oluyor. (NOT: 2) «Incalescent Baccho militarem Pyrrhicham saltarunt», Bonfinius, Aşere 4, bâb: 6, s. 206; bu vak'a Kinis'in tercüme-i hâlinde münderictir; «Tashenbuche für die vaterlandische Gesc-hichte.» Bunun 37. sahifesinde şöyle okunuyor: «Otuz sene (Otuzyedi) önce Macar Sidi'nin yine bu muharebe meydânında yediği taarruz tokadının şu suretle intikamı alındı.» Ancak yemek esnasında esirleri öldürmek o kadar ince bir vahşîliktir ki, ne İspanyol Sid'i Kampador, hattâ ne de onun isminin kendisine verildiği sîd-i Arabî (Arab seyyidi) Battal buna asla cesaret edemezlerdi. 252 HAMME R (NOT: 3) Türkler bundan evvel beş defa İstirya içerlerine girmiştiler: 1 — 1396, Niğbolu muharebesini müteâkib (bkz. Schildberger), 2 — 1418, Radgesburg muharebesi zamanında, 3 — 1469, Silli'-ye kadar gittiler; İstirya müverrihleri bu akından ve Bâyezîd saltanatındaki birincisinden bahsetmezlerse de, işbu üçüncü akın Dö Logos'un eserinde 1, 13, s. 454, Dreşler kronik'inde ve ondan naklen Katona'da, 65, 40, beyân olunmuştur. 4 — 1473, Vindişgraç'a, Silli'ye, Volu (Volvi)'ya, Justeyn'e, Ran'a kadar gitmişlerdir. 5 — 1475, Ran surlarında mağlûp oldular. Türkler'in Yukarı îstirya'da (1480) akınlarına dâir Seka Kilisesi mahzeninde (arşivinde) kıymetli bir vesika vardır; bu akın hakkında müverrih Julius Sezar (c. 6, s. 2463) Valvasur ile İstirya Vekayinâmesi'nin (c. 3, s. 564) verdiği malûmattan fazlasını elde edememiştir. Mezkûr vesikanın varlığından bana en evvel haber veren Arşidük Jan'a müteşekkirim; daha sonraları vesikanın kendisine tevdî edilmiş bulunduğu Seka rahibi bana bir suretini göndermiştir. Aslı gayet büyük kıt'ada (14 parmak uzunluğunda ve 12 genişliğinde) iki varaka parşömenden mürekkebdir. Biri 51 ve diğeri otuzdokuz satırı hâvî iki sahîfede, başlangıç harfleri san'atkârâne yapılmış ve kâğıdın boş kısımları pek güzel arabî nakışlarla tezyin olunmuştur; yalnız bir kısmı Türklerin akınlarına müteallik olup 9 Ağustos târihinde Pelis, Alerheiligen, Şunberg, Gal'de vâki Sen-Peter, Mariabuh, Obdah, Veyskirhen, Sent-Andre, Sen-Maksimilian, Feystriç, Kravbat, Sen-Mikail, Trufajah, Mutern, Freizah, Altofen, Nevmarket mevkilerinde yaptıkları hasarlardan bahseder. (NOT: 4) De Guignes dahî Zülkadir hanedanı hükümdarlarının adlarını yazmaz. Levanklo (Leonklavi) nun Târih-i İslâm'ın Cedvel-i Ensâbı'nda varsa da, şahıslar karıştırılmış, adlar bozulmuştur. Meselâ, I. Mehmed'in kayınbiraderi Nâsirü'd-dîn Mehmed bin Halîl başka başka iki adam gösterilmiştir; bunun halefi Arslan Beğ —ki Süleyman Beğ'in büyük oğludur —ve Budak Beğ Levanklo'nun tamamen meçhulüdür. Zülkadir beğlerinin hükümranlık tertibi şudur: 1 — Zeynü'd-dîn Karaca Zülkadir, 780 (1378)'de hanedanın müessisi; 2 — Oğlu Halîl Beğ, 788 (1378)'de hanedanın müessisi; 2 — Oğlu Halîl Beğ, 788 (1386), Türkmenler tarafından maktul; 3 — Süli Beğ, Karaca’nın oğlu ve Halîl Beğ'in kardeşi, Mısır Sultânı Berkok'un emriyle Karâmita'dan biri tarafından 800 (1397) senesinde maktul; 4 — Nâsirü'd-dîn Mehmed bin Halîl ki, I. Mehmed'in kayınbiraderi olup 846 (1439) senesinde seksen yaşında vefat etmiştir; OSMANLI TARİHİ 253 5 — Nâsirü'd-dîn'in oğlu Süleyman ki, kızı Sitti Sultânı II. Mehmed'e tezvîc ve dört oğul bırakarak 858 (1451)'de vefat etmiştir; 6 — Arslan Beğ; 7 — Şehsuvar, 8 — Budak; 9 — Alâü'd-devle. Bunlar birbirini müteâkib tahta çıktılar. Ondan sonra onuncuları ve sonları Şehsuvâr-oğlu Alî Beğ gelir ki, Zülkadiriyye hanedanı —yüzyirmibir kamerî senelik bir mevcudiyeti müteâkib— bunda son bulur. Alî Beğ Osmanlılar'a tâbi olmak üzere Mar'aş sancakbeği olarak birkaç sene daha hükümrân olmuştur. Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'ine ve Nuhbetü't-Tevârîh'e müracaat. (NOT: 5) Sen-Marten, Ermeniyye'ye Dâir Hâtırât-ı Târihiyye ve Coğrâfîyye'sinde, s. 192, Renel, Keyhusrevin Seferlerinde, s. 35, Makdonal Kineir, Küçük Asya, Ermeniyye, Kurdistan Siya-hâtnâmesi'nde, s. 560; Elbistan'ın kadîm Kumana olduğunu zannederler. Ancak, Kumana, Sarus (Seyhan) üzerinde kâin idi, Elbistan'ın ise Kineir'in beyânına göre Hallis (Kızılırmak) ortasından geçer. Diğer taraftan Menâsikü'l-Hacc'a nazaran, s. 42, Ceyhan, Elbistan'ın kuzeyindeki dağlardan çıkar, Kızılırmak ise Seyhan, yâni Sarus olmak lâzım gelir. Türk ve Osmanlı coğrafyacıları arasındaki bu ihtilâfın geleceğin seyyahlarına bırakmak lâzımdır. Makdonal Kineir, haritasında Ma'-den şehrini eski Kumana harabelerinde te'sis eder. (NOT: 6)' Nişanı âlim Tâcî Beğ kalemiyle yazılmış olan bu berât kolleksiyonumda mevcud Bâyezîd Saltanatı Muharrerât-ı Dev-let'i inşâsında, 43 numarada münderictir. Bundan başka 20 numarada, son muvaffakiyetlerinden dolayı Şehsuvar’ın yazdığı tebriknâmeye cevaben Sultân Mehmed tarafından yazılmış bir mektup vardır. Bu mektupta Amasya kadısının me’ınûr-ı mahsûs sıfatiyle Zülkadiriyye ve Karaman hükümetleri hududunun Arslan Beğ ve İbrahim zamanlarında tâyin olunduğu veçhile tefrikine me’ınûr olduğu zikrolunmuştur. (NOT: 7) Sa'dü'd-dîn ile Âlî ve Solak-zâde'ye nazaran Gedik Ahmed Paşa, 1478 baharında Pâdişah'ın îşkodra'ya azimeti sırasında mah-besden çıkarılmıştır. Bu müverrihler Ahmed Paşa'nın o zaman Avlonya sancağına tâyin olunduğunu zannederler. (NOT: 8) «Ecosi veniva l'Italia in questi tempi ad esser maraviglio sa-mante afflitta, sendo combattuta di verso l'Alpi dagli Unni e di verso Napoli dai Saraceni.» Hunlar Şark müverrihlerince Hunşuvarlar yâni Hun-Avarları tesmiye olunur. «La citâ di Genova et tutte le sue riviere ferrono in questi tempi Sara- 254 7393 HAMME R ceni disfatte, — le quali cose seguirono negli anni della Christiana religione 931.» (Nikola Makyavelli'nin Fiorentina Târihi, kitap: 1). Bâzı Alman müverrihlerinin Arablar'ın işbu İtalya istilâsına nasıl olup da dikkat etmedikleri bilinemez. (NOT: 9) Lojiye'nin Venedik Târihi, 7, 77, s. 371, Naviciero'ya nazaran. O müellif bu sefer Türkler'in Rodos önünde uğradıkları mağlûbiyetten dolayı intikam almak maksadına atfetmekle vukuu zamanı bakımından açık bir hataya düşer. Zîrâ, Rodos muhasarası daha sonradır. Sismondi dahî, (c. 9, bâb: 78, s. 103) bir takımı Apoli sahillerine, diğeri Rodos'a gitmek üzere, Osmanlı donanmalarının o târihte teçhiz olunduğunu beyân etmekle öyle bir hatâ îkâ eder. Halbuki ikinci kısım denize çıkma* ğa hazır olmaktan evvel, birincisi Sen-Mur (Mavr) ve Kefa-lonya adalarını zaptetmiş idiler. (NOT: 10) Pelinius, 35, s. 10. Bu levha Jalisus ile bir sütunun ayağında oturmakta olan ve yanında bir köpek bulunan Anapao ve Me-nes ismindeki sâtîri (yarısı insan, yarısı teke olmak üzere ormanlarda bulunur yarı-ilâh yâhud cini) gösterir. Ressam Pro-tojen köpeğin ağzındaki köpüğün rengini vermeğe çalışıp da muvaffak olamayınca, fırçasını levha üzerine atmış ve tesadüf hünerin yapamadığı bir şeyi yapıvermiştir. Rivayete göre ressam bu levha için yedi sene emek vermiş ve bu müddet içinde suda haşlanmış fasulyeden başka birşey yememiştir. (NOT: 11); 124'üncü Olimpiyad'ın üçüncü senesi (M.Ö. 282) ile Milâd'ın 656’ıncı senesi arasında geçen müddeti 938 sene hesap edecek yerde 1360 sene hesap eden Bizans müverrihleri, Teofan ve Kostantin'in cehaletlerini Gibbons 5. c, 331. sahîfedeki 51 no. lu haşiyede beyân etmiştir. Ancak müverrih Sedrenos, c. 1, s. 151, Rodos büyük heykelinin bir arz hareketiyle Büyük İskender'in doğumu senesi, yâni inşâsından yetmiş dört sene önce (!) yıkılmış olduğunu beyân ettiği hâlde, Gibbons ve hattâ Mursius (Murcius) bu zamanla ilgili hatâya dikkat etmemişlerdir. Bu yıkılma rivayeti, İskender'in Filip'in sarayına iltica etmiş bulunan, Kral Nektabonun oğlundan mütevel-lid olduğunu hâki «Vekayi-i Rezâlet-nümâ» ya müsteniddir. (NOT: 12) Bu fıkra Paulus Silantiarius'un gözüne ilişmemiştir; Diez tarafından Türk Bahriye Atlası müellifi onu Rûm müelliflerinden istinsah etmiştir. Diez'in beyânına göre, Ada, Sen Jan Şövalyeleri tarafından Arablar'ın fethinden önce zapt olunmuştur. Hâlbuki Arablar, adayı Kostantiniyye İmparatorlarından ve Türk korsanlarından almış idiler. OSMANLI TARİHİ 255 (NOT: 13)' Pahimeres, 1, 4, bâb: 29, s. 257. Bunlar Aydın, Saruhan, Karesi, Menteşe beğleri tarafından etrafında dolaşmak üzere gönderilmiş Türk korsanlarından ibaret olduğu halde, Diez Arab sanmıştır. Verto'nun Osman'a icra ettirdiği bu Rodos muhasarası hakkında Gibbons diyor ki: «That pleasing writer betrays his ignorance, in supposing that Othman a freeboster of the Bithynien cauld besiege Rhodes by sea and land» (Bâb: 64, c. 6, s. 314). Bu muhasara, Rodos'un Savualı V. Amede tarafından müdâfaası rivayetine benzer ki, bu Amede'nin hanedanı olan F.E.T.R. harflerini Verto «Fortitudo ejus tenuit Rho-dame» suretinde tefsir etmiştir. Bu tefsir şekline gelince, La-martinier, bunun mekân ve zamana nisbetle hakikat olmayan Verto'nun naklettiğini ayıpladığımız bu hikâyelerle Şiller'in Dragon ile Mücadele unvanlı bir rakslı oyununa sermâye olan ve Verto tarafından tafsîlâtıyle nakledilen Dragon efsânesi arasında benzerlik vardır. Sonraları üstâd-ı âzam olan Şövalye Hudaverdi Gozon'nu müdâfaaya mecbur olduğunu Verto'nun zikrettiği ve timsah zannettiği işbu «dragon» büyük bir yılandan başka birşey olmamak gerektir. Rodos'un her vakit sürüngenlerle dolu olduğuna bu hikâye ile de istidlal olunabilir. Şövalye Gozon tarafından öldürülen işbu dragon hikâyesi Köylü Stupaç efsânesi gibi SenJorj'un dragon ile mevhum mücâdelesinin hikâyesinin tekrarından ibarettir ki, bu hayâl de eski bir hurafeye göre Triopas’ın oğlu Furbas'ın gayet cesim bir sürüngen ile mücâdelesinden iktibas edilmiştir. Bununla beraber, Rodos adası, her vakit, arazîsi üzerinde birçok sürüngenlerin te'sirlerini göstermiş olmasıyle şöhret kazanmıştır. (NOT: 14) Verto, 1, 5, s. 524. Bu müverrih Osman'ın birçok gemileri bulunduğunu zannederse de, o zannı isbat veyaâhut tefsir edecek hiçbir delîl söylemez. Halefi Orhan'ın seksen yelken gemisine mâlik olarak bunlarla Rodos'u muhasara etmiş olduğunu beyân etmesiyle de, yeni bir hatâ daha yapar. Bu donanmanın varlığı —Likaoni ve Firji mıntıkalarının Orhan tarafından ele-geçirilişi gibi— hayâlidir (Verto, s. 273). (NOT: 15) Verto, Aydın Beği Umur Beğ'in ismini —hemen bütün Avrupa müverrihleri gibi— bozmuştur: «Morbassan» yazar. (NOT: 16) Neoveno bu canavarın başını görmüş olduğunu hikâye ile şöyle tasvir eder: Bir attan daha büyük ve daha arîz idi. Ağzı kulaklarına varıyordu; kalın dişleri, büyük gözleri, müdevver yanak çukurları vardı, cildi beyaza mail boz renginde idi. Nu-midya muharebelerinde ele geçirilmiş olan Afrika yılanı Ro- 256 (NOT: (NOT: (NOT: (NOT: HAMME R ma mabedinden kaybolduğu gibi, Şövalye Gozon'un galibiyet armağanından da eser kalmamıştır. Rodos'da ikametim esnasında bundan emare bulmak için çok çalıştımsa da, birşey ele geçiremedim. 17) Mesîh Paşa, Gedik Ahmed Paşa'nın vezîr-i âzamlık makamına oturtulmasında, onun halefi olarak donanma amiralliğine (kapudanpaşalık'a) tâyin olundu. Avrupa müverrihleri bu zâtı bâzan Sismondi gibi «Mesithes» ve bâzan Verto gibi «Mi-sach» tesmiye eder. Birinci isim Mesîh Paşa'dan bozulmuş olduğuna şüphe yoktur. İkincisi Mihâl-oğlu'ndan alınmadır; ihtimâl ki Verto ile diğer bâzı müverrihleri Mesîh Paşa'yı Paleolog hanedanından bir mühtedîdir zannına götüren, bu tahriftir. Lâkin bu müverrihler ne Osmanlı müverrihlerinin, ne de —Mesîh Paşa’nın daha sonra sayılarına dâhil olduğu— vezîr-i âzamlar tercüme-i hallerinin hiçbirinin şehâdetiyle istidlal etmiyorlar. 18) Verto'ya göre, Jorj'un aile ismi «Frapan» idi. Almanca olmayan bu isim Macarların «Frangipan» isminden murahham olabilir (bâzı heceleri düşürülmek suretiyle meydana getirilmiş olabilir). Fakat o hâlde Jorj Alman değil, Macar olmak lâzım gelir. 19) «Büyük limana harb sefineleri, küçüğüne kadırgalar girer. Büyük limanın iki müntehâsmın yanlarında Sen-Jan ve Sen-Mi-şel kuleleri vardır; Sen-Nikola ve Sent-Elm tabiyeleri ikincisini müdâfaa eder» (Topographische Ansichten, s. 65). Verto'ya nazaran Sen-Jan kulesi dilin ucunda, Sen-Nikola tabiyesi mıntıkanın dışında imiş. Lâkin Sen-Nikola, Sen-Mişel kulesinin karşısında büyük limanın müntehâsında kâin olduğundan Sen-Jan kulesinin mutlaka kadırga limanının dâhilinde ve yel-değirmenleri hizasında Sent-Elm istihkâmlarının karşısında olması îcâb ederdi. 20) Verto, Rodos'un tarifinde Braydenbah ile Kaorsen'in metninden istediği gibi sapmalar yapmıştır. Braydenbah «Classem cam, quam diximus machinas se decim devixisse» dediği hâlde, Ver^o toplan mahallinde döktrüerek «Adaya gelişinden beri oniki top döktürdü» diyor. Hâlbuki az bir müddet zarfında bunu yapmak pek müşkil idi. Braydenbah, daha sonra «Glo-bos saxeos rotunditatis palmorum novem plerosgue undecim torquent» dediği hâlde, Verto, dokuzdan onbir palme kadar olan miktarı iki üç kadem muhitinde yaparak «iki yahut üç kadem muhitinde gülleler atan» diyor; çünkü dokuzdan on palme kadarı, kendisi mübalâğalı addedilmiştir. Lâkin bu top- OSMANLI TARİHİ (NOT: (NOT: (NOT: (NOT: 257 lar Kostantiniyye muhasarasında kullanılmış olan gayet büyük top çapındadır ki, Sakızlı Leonar Kostantiniyye muhasara topları hakkında «Lapide qui palmis undecim ex meis am-bibat ingyro» diyor ki, îşkodra muhasarasında kullanılmış olanlar gibi onikiden on üç kantar ağırlığına kadar gülleler atardı, demektir. 21) «Tertio decimo Calendas Julü», yâni 19 Haziran; Verto'nun ilk hücum için gösterdiği veçhile 9 değil. Verto ikinci hücum târihini sarîhen tâyin etmediği ve Braydenbah birincisinin târihini yazmadığı cihetle, 9 Haziran târihi bu hücumun vukuu zamanına ve o zamanın hâdiselerine nazaran hatalı olması muhtemeldir. 22) Osmanlı müverrihleri dahî bu köprüden bahsederler: «Deryadan ana (garb kulesine) varınca köprü yapup» Hacı Kalfa, Târîh-i Esfâr-i Bahriyye, varak 8. Sa'dü'd-dîn. 23) Verto diyor ki: «Arnavud tevkif olundu, şerîk-i töhmetini söyledi; -her ikisi mevkî-i cezaya götürülmezden evvel halk tarafından parçalandı.» Lâkin bu rivayet Braydenbah'ın ifâdesine uygun düşmüyor, o diyor ki: «Damnatus perfuga securi percussus interiit, alter a quibusdam vix confoditur, unde per-territus at Turcam revertit». Bu da Verto'nun şu muhasara hakkındaki binlerce yanlışlıklarından biridir. 24) Kitabenin sahihi Komidas'ın «İstanbul Topografyası» eserinde münderictir. Rodos kançılar muavini Gillium Kaorsen tarafından II. Mehmed'in vefatı münâsebetiyle Şövalye Tarikatı erkânı huzurunda îrâd olunan nutuk, Fâtih'in na'şımn hakîkaten mezarı içinde bulunmasından şüpheyi mutazammın gibi görünüyor. Kaorsen büsbütün Şarklı bir mecaz kullanarak o sırada vukua gelen arz harekâtının II. Mehmed'in na'şını çukurdan çukura, ( ..........) in dibine kadar attığını söyler (1495) de Eulm şehrinde Jan Rayer ma'rifetiyle basılan Kaorsen'in eseri, Haziran 1481 günü vekâyii). Kaorsen'in aynen sözü şudur: «Arbitramur enim tam scelestum, tam fetidum, tam se-vum, cadaver terram inter sua viscera minime continuisse, sed amplissimo hyatu dehiscentem praecordiis apertis ad centrum demisisse, et in Damnatorum perpetuum Chaos dejecisse, circa enim dies excessus sui frequentes terrae motus editi.» (O zaman Avrupalılar'ın ne kadar taassup hâlinde bulundukları anlaşılır. Taassup bir taraftan da —bi'tabî— kesif bir cehalet ile çevrilmişti. Bir na'şı mezardan çıkaracak çukurdan çukura atacak kadar şiddetli arz hareketi vuku bulmuş olsa Hammer Tarihi, C: II. K: 17 258 HAMME R İstanbul şehrinden asla eser kalmamak iktizâ ederdi! Allaha hamdolsun ki Belde-i Tayyibe'nin binlerce camileri mimâre-lerinde Ezân-i Muhammedi semâları süslemekte olduğu gibi, Hazret-i Fâtih'in ulvî ruhu her ân, feth eylediği beldenin bu tertîlât-i rûhefzâsiyle ravzât-i cennât-i âlîyâtda tâirdir. Mütercim). (NOT: 25) Kaorsen'in o nutkundan çıkarılmış olan aşağıdaki fıkra Fâtih aleyhinde mübalâğanın bir misâlidir: «Merito enim trucu-lentissimo mansio haec confusionis aeternae nephandissimo tyranno debetur, qui tot parvulorum animas perdidit, quos ad fidei abnegationem compulit, qui tot sacras virgines deo dicattus divinis obsequiis abdicavit, qui tot nobiles virgines prostituit, qui tot castissimas matronas feodavit, qui tot ado-leseentes juvenes senes decrepitosque trucidavit, qui tot sanctorum reliquias prophanavit, qui tot catholica phana devo-taque cenobia, horrido Mahumetae sectae ritu polluit, qui tot sancta matrimonia solvit, qui tot mulieres abortum ob sevi-ciam facere coaegit, qui patrimonia absorbuit, qui tot principals', tot urbes delevit, oppressit, occupavit, qui im-perialem urbem quidem praeclaram Constantinopolim suaem ditionis fecit, ubi quaeque crudelitatis genera, masculorum concubitus, homicidia, sortilegia, superstitiones daemonum at-que invocationes, rapinas, crapulas, obscenitatesque nulla lege, nulla ratione, nulla etiam aequitate exercuit.» (NOT: 26) Fâtih'in Şemâil-nâme'deki tasviri o kadar garibdir ki, ancak tezyîl suretiyle nakleyledik: «Burununun ucı kıvrık idi, yanakları tolgun müdevver, kırmızı ve beyaz ile mülevven idi, sakalı altun telleri gibi kalın idi, bıyığı gül gonceleri üzerine konulmuş yaprakları gibi dudaklarını tezyin eyleridi, ağzı tabiî olarak kapalı idi, baldırları adaleli, kolları kuvvetli ve etli idi, Neriman (Rüstem'in babasının babası) gibi ata binecek surette bir bünyeye mâlik idi.» Fâtih'in eşkâl-i uzviyyesin-den en ziyâde dikkati çekeni burunu olduğu anlaşılır. Üst dudağının üzerine kıvrılır ve Avrupa müverrihlerinin rivayetine göre ağzını hemen hemen örterdi. Osmanlılar kiraz üzerine konulmuş papağan gagasına benzetirlerdi. Kavuğu için babası II. Murad'ın ve büyükbabası I. Mehmed'in kullandıklarından başka bir şekil ittihaz eyledi. Dülbend, yahut muslinin, etrafına sarıldığı külah sırmalı ve yukarılarında müdevver olacak yerde üstüvânî şekil almış ve muhtelif renklerle renklendirilmiştir. O zamandan beri sırmalı külah sarayın hademesine ve diğer adamlarına mahsûs olmuştur. OSMANLİ TARİHİ 259 Onsekizinci Kitap (NOT: 1) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 393; Evliya ve Grelo'ya nazaran. Camie girilecek mahalle «harîm» tâbir olunur; camiin bahçesi, binanın hâricinde mihrabın arkasına düşen ma-haldedir. Harîm'de mü’ınînler, ber-mu'tâd abdest alırlar; bahçe, cami müessisinin türbesini içine alır. «Son hükme intizâr etmek üzere dünyâ seyâhatından orada ârâm-güzîndir.» Ha-rîm'den ibâdet mahalli olan camie 'cem' edici) girilir; Cum'a günü, husûsî namaz edâ olunduğu cihetle, mü’ıninlerin toplandığı gün demektir. İçinde her cum'a, Pâdişah'a duâ olunan ve diğer camilere mahsûs mescidlerden tefrik etmek Müslümanlar tarafından «Cami» tesmiye edilen binaların dahilî kısımları şunlardır: Mihrâb ki, orada bir Mushaf-i Şerîf mahfuz (Mihrabın yan taraflarında rahleler üzerindeki Mushaf-i Şerifler olacaktır. Mütercim) ve etrafında gayet büyük bal mumlan konulmuştur. Mahfel, ki müezzinler orada Kamet verirler, Pâdişâha mahsûs Maksure (Hünkâr Mahfili olacaktır. Mütercim), Minber, Minber Mihrâb'a muttasıl olup yüksek iki sancak ile müzeyendir. Camiin ortasında vaaz kürsüsü bulunur. Her harımda abdest için bir Şadırvan vardır, bahçesinde (ravzasmda) caminin banisinin mezân (Türbe) bulunur. (NOT: 2) II. Mehmed tarafından camie tahvil edilen ve civarında medreseler açılan diğer sekiz Hıristiyan kilisesi şunlardır: 1 — Ayasofya, ki içine bir kütüphane konulmuş ve dört minare eklenmiştir. 2 — Küçük Ayasofya, ki önce Sen Baküs ve Ser-cius (Circîs) Kilisesi olmak üzere Ayasofya plânına göre İmparator Justinien tarafından binâ olunmuştur, 3 — Kilise Camii ki eskiden Pantokrator (Pantocrator) Kilisesi idi, Latinler şehri aldıktan sonra umûmî ordugâhlarını oraya kurmuşlardır. 4 — Fethiye Camii, ki eskiden Pantepoptu (Her taraf-dan görülen) Kilisesi idi, Kostantiniyye'yi Lâtinler'in zaptından evvel, Morzukles çadırlarını orada kurmuştu. 5 — Kah-riyye Camii ki, eskiden manastır iken Türkler ismini tahrif ederek Kahriyye koymuşlardır. 6 — Gül Camii ki İmparator Argirus Triakontofilus tarafından yaptırılan kilise idi. 7 — Mermer Camii ki, eski Ekzasbonium'un yerinde binâ olunmuştur. 8 — Ebû'lVefâ Camii ki, İmparator Arkadius ve oğlu Teodor zamanlarında Roma vatandaşlarından Sforacius tarafından yapılmış bir kilise idi. Kostantiniyye ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 375-399. 260 HAMME R (NOT: 3) I. Mehmed ve II. Murad da kardeşlerini telef etmişlerdir. Lâkin onlar bunları silâh elde, isyân-ı alenî hâlinde bulmuş idiler. Hattâ I. Mehmed'in kendisine isnâd olunan cinayetle müt-tehim olduğu pek meşkûkdür. Lâkin II. Mehmed kardeşini henüz memede iken, böyle bir vahşiyâne hareketi ma'zûr gösterecek bir sebep olmadığı halde i'dâm ettirmiştir. Bununla beraber Tâbî-zâde gibi birtakım Osmanlı müverrihleri vardır ki, bu vak'ayı Sultân Mehmed-i Evvel'e şeref konusu sayarlar ve Güreşçi unvanını —kardeşleri yay kirişleriyle kati olunmasından kinaye olarak— «Kirişçi» suretinde telâkki ederek, o şerefi artırmak zannında bulunurlar. Tâbî-zâde'nin fıkrası için: Journal Asiatique, c. 5, s. 120. (NOT: 4) Osmanlılar'da kardeş öldürmek kanûn-i aslîsine dâir pek az şöhret bulmuş bir kitap vardır ki unvanı şudur: «Dissertati-onem politicam de Parricidio Osmannidarum, praeside viro proeclarissimo Dno. M. Michael Liebentantz, siles Ampliss. Fa-cult. Phllos. Adjuncto dignissimo, fautore suo honoratissimo, in illustri Academia Witterbergensi public! examinandum sistit Gottlob Becker, Stolpensis Misn. A.D. 31 Aug. anni christiani 1664: (Typis Mich. Wendt.) (NOT: 5) «Dîv» müfred, «Dîvân» lâfzı bundan gelir ki «dîv»in cemiidir. Ferheng-i Şuûrî'nin, bu kelimenin aslı hakkında verdiği ma'-lûmâta göre bir Acem hükümdarı, içtimâ hâlinde bulunan meclis önünden geçerken yanındakilerden birine «înân dîv anend» demiş ve o günden itibaren vekiller meclisi bu isimle anılmıştır. Dîv, ricâl-i devlet gibi şâire ilka-yı efkâr ettiği için, bir şâirin bütün şiirlerini topladığı mecmuaya da «dîvân» ta'bir olunmuştur. («Dîv» kelimesi Osmanlı lisanında şeytan'a ve masallardaki korkunç hayalî vucudlara verilirse de, f arsçada kahraman ve bahâdır mânâsına da geleceği, kat'î delillerden anlaşılıyor. Mütercim). (NOT: 6) «Allah ömürler vere efendimiz!». Bu Bizanslılar'ın avâmî duâ-sıdır. Yukarıda zikrolunan duâ Pöküvil'in zannettiği gibi Pâ-dişâh'ı selâmlamağa tahsîs edilmiş değildir (Yunanistan'ın İhyâsı, 2, s. 216); vezirler hakkında dahî kullanılır. Devlet-i Os-mâniyye'nin Teşkîlâtı'na, 2, s. 417. (NOT: 7) Aslında «kadı» ile müftî» arasında fark İngiltere'de «judge» ile «council» arasındaki fark gibi idi. Avukatlar (Attorneys) Osmanlılar'ca meçhul (eskiden) dür. Bununla beraber işbu (İngiltere'ce) «Atorney» kelimesi Zend-Avesta ile Şâh-nâme'de görülen Atoryân kelimesinden me'huzdur. OSMANLI TARİHİ 261 (NOT: 8) İran'daki fütuhat münâsebetiyle Anadolu dâvaları çoğalmasiy-le, Anadolu kazaskeri dîvanı iki kısma taksim olundu: Biri eşrafın işlerine, diğeri esnafın işlerine bakardı. Birincisine bizzat kazasker, ikincisine mülâzimlerden biri riyaset ederdi. Bu dîvânlar gün aşırı toplanırlardı (Alî). (NOT: 9); «Kırma», farsçada «Şikeste». Lûtfî'nin Oğuz-nâme'sinde şu fıkra okunur: «Ol eyyama dek memâlk-i Rûm'da hâlâ Bagdad gibi Acem defteri yazılıridi. Karaman oğlı ol tarafun mahirlerin kati idüp işbu eyyâm-ı şerîfde ma’ınûlün-bih olan defteri peyda itdirdi ki ba'zı ibârât-i lâzime fârisî ile olup ekserisi Türkçe'dür.» Nuhbetü'tTevârîh'e dahî müracaat. (Bu türlü ibarelerin meşhur misâli: «İn kadar araba derrah tutrakan kırılmış şedde»dir. Lûtfî'nin «ibârât-ı lâzime» dediği, herkesin bilmesi matlûb olmayan sözlerdir. Mütercim). (NOT: 10)' Arpalık, arpa kelimesinden; Pöküvil'in «Yunanistan'ın İhyâsı» kitabında iki defa beyân ettiği gibi Rumca'dan değil. Pökü-vil, bu zannına binâen paşalara herşeyi yağma etmek emri verildiği neticesini çıkarıyor!! (NOT; 11) İdrîs. İdrîs'in bu ifâdesini nakleden Âlî, bi'l-mukabele kendi zamanında ordunun baliğ olduğu miktarın hesabını gösterir (1597). Muhtelif orduların herbiri: 7.000 Sipâhî, 5.000 Silâh-dâr, 1.800 Muntazam maaş alan sağ cenah süvarileri, (Sağ Ulûfeciler), 1.500 Sol cenah Ulûfecileri; 1.000 Sağ cenah Ga-ribleri, 800 Sol cenah Garibleri, cem'an 17.100 ki, gerek muhafız askerleri, gerek Yeniçeriler teşkilâtında esas kabul edilmiş olan 8.000 adedinin iki mislini buluyordu. II. Mehmed zamanında 7.203 Sipâhî, 6.244 Silâhdâr, 410 maaşlı Sağ cenah süvarileri, 312 Sol cenah, 300'den 400'e kadar her cenâhda Ga-ribler. Bu suretle bütün muntazam süvarinin miktarı 15.000 kişiyi geçmezdi. Devlet-i Osmaniye'nin Teşkilât ve Usûl İdâ-resi'ne müracaat, 2, s. 240-241. (NOT: 12) Boz renkli doğan (falco Ianarius) muhafızlarına «Doğancı», ak doğan muhafızlarına «Şahinci», akbaba muhafızlarına (pahım barius) «Çakırcı», atmaca (nisus) muhafızlarına «Atmacı» denilir. Aynî'nin kanûn-nâmesine nazaran I. Ahmed zamanında 30 doğancı, 270 şahinci, 270 çakırcı, 45 atmacı vardı. Pâdişah'ın bütün av hizmetlileri altı-yedi yüz kişiden ibaret idi (Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2, s. 37). Yıldırım Bâyezid'in ise birkaç bin av hademesi vardı. «Aiunt Pajazitem habuisse septem millia virorum, qui acci- 262 HAMME R pitres curarent, praeterea aluisse canes sexies mille.» Halkondilas, 3, s. 5, Bale basımı. (NOT: 13) Âlî'nin zamanında birkaç bin tâne vardı, hazinedar defterdâr'dan başka vazifeyi hâizdir. Nasıl ki İngiltere'de mâliye nâzın (şansölye döleşikie) vazifesi hazîne idaresi riyaseti vazifesinden ayrıdır. Hazînenin dahilî idaresi hakkında Devlet-i Osmaniyye Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2, s. 21 ve Âlî. (NOT: 14) Bîrûn ağaları şunlardır: 1 — Yeniçeri ağası, 2 — Azab ağası, 3 — Sipâhî ağası, 4 — Silâhdâr ağası, 5 — Sağ Ulûfeciler (Ulû-feciyân-ı yemîn) ağası, 6 — Ulûfeciyân-i Yesâr (Sol Ulûfeciler) ağası, 7 — Gurebâ-yi Yemîn ağası (Sağ Garibler Ağası), 8 — Gurebâ-yı Yesâr ağası (Sol Garibler Ağası), 9 —Topçu-başı, 10 — Cebeci-başı, 11 — Top-arabacı-başı, 12 — Mehterbaşı. Rikâb ağalan: 1 — Mîr-i alem, 2-5 — Dört mâbeynci, 6-7 — İki mîrâhor (mîr-i ahûr: imrahor, 8 — Câşnîgîr-başı, 9-12 — Dört sayd ağası. Enderun Ağaları: 1 — Kapu ağası, 2 — Hazînedâr-başı, 3 — Kilerci-başı, 4 — Saray ağası, 5 — Hâsoda-başı, 6 — Silâhdâr-başı, 7 — Çukadâr, 8 — Rikâbdâr, 9 — Kapucular kâhya (kethüda) sı, 10 — Çavuş-başı, 11 — Bostancı-başı, 12 — Kızlarağası. Bu suretle Bîrûn'da kapucı-lar kâhyası hizmeti Enderun'da hâsoda-başı vazifesine ve kezalik kapuoğlan kâhyası (kapu-oğlanı «ak-hadım» demektir) hizmetine muâdildir. Kapucılar kâhyası hazîne kapusına nezâret eder. Kapuoğlanları hazînenin içinde hizmet görürler. (NOT: 15) Halkondilas, 8. kitabın nihayetlerinde II. Mehmed'in ordusu hakkındaki istatistik bir bakışta, der ki: «Asiam autem distri-buit in semoes, sive signa (sancak); singulae semae sive signa continent proefectos gua dragenos» (Aylıklı Süvariler). Filhakika Anadolu sancaklarının miktarını tâyin etmezse de Bey-ne'n-nehreyn (Mezopotamya), Kürdistan, Suriye henüz ele geçirilmediği cihetle Rumeli'deki sancaklardan ziyâde olduğu zannolunamaz. Bu mülâhazaya ve İdrîs ve Âlî ile Halkondilas’ın . hesabına nazaran, Devletin şu kadar askeri olmak lâzım gelirdi: 12.000 Yeniçeri, 30.000 Azab, 7.000 Sipâhî, 5.000 Silâhdâr, 1.800 Maaşlı Süvârî, 1.000 Gurebâ-yi Yemîn, 1.800 Maaşlı Süvârî, 800 Gurebâ-yı Yesâr, 40.000 Akıncı, 14.400 Ti-marlı Süvârî, toplamı: 103.500 (Gösterilen rakamlar toplamı 113.800'dür, müfredatında bir yanlışlık olacaktır. Mütercim) adedine çıkar. Bu miktarın üzerine Anadolu vilâyetleri için dahî —Rumeli vilâyetlerinin çıkardığı yukanda yazılı rakam-? lara yakın— Timarlı Süvârî ilâve olunabilir ki, muntazam ve OSMANLI TARİHÎ 263 gayr-i muntazam olarak bütün askerî kuvvetin mecmuu yüz-yirmibin'e (120.000) varır. (NOT: 16) Halkondilas’ın tanzim ettiğine göre vâridârt defteri şudur: Tribitum, quod rex ex Europa capit, complectitur nonaginte myriades staterum ............................................ 900.000 Redditus vectigalium continet circiter triginta myriades ......................... ......................................... 300.000 Redditus quern inquilini solvunt, viginti quinque myriades .......................................................... ........ 250.000 Ab armentis equarum circiter quinque myriades ... 50.000 Trajectum et fanım suppeditari circiter viginti myriades ..................................................................... 200.000 A reliquis accipit redditibus circiter viginti myriades 200.000 Redditus metallorum attingit decern myriades.................. 100.000 Ab oriza et reliquis vecti gali bus quae Januae milites exiguns et Chasia (khass) secernunt, viginti myriades 200.000 Tributum principum et regum circiter decern myriades ... ................................................................. 100.000 2.300.000 (Tercümesi:)' Pâdişâhın Avrupa'da aldığı vergiler ................................. 900.000 Harçlardan hâsıl olan varidat, takriben ............................ 300.000 Ecnebilerden alman vergi (Gümrük ?) ............................. 250.000 Ağnam ile kısraklardan .............. ..................................... 50.000 Zehâir esman ve nakliyesi, takriben ............................ ... .................................................................................... 200.000 Diğer vergiler ................................................................... 200.000 Mâdenler varidatı ............................................................. 100.000 Prinç çeltikleriyle Yeniçerilerin aldıklan diğer varidat ve hâsslar ....................................................... 200.000 Prensliklerden ve krallıklardan alınan varidat................... 100.000 2.300.000 (Lâtince mâliye tâbirleri bilinemediği cihetle tercümenin tamâmiyle sıhhati te’ınîn olunamaz. Mütercim). Bu muhtelif vergilerin miktarı ancak iki milyon üçyüzbin kuruş ise de, Halkondilas ilâve ediyor ki: «Etiam irraximus redditus venit ab emporiis, trajectu, metallis, oriza, aere, alu-mine, et quinta parte mancipiorum. Non dubium est, quin 264 HAMME R is, maximus sit, si quis eum ad calculos revocet.» Bu fıkra, pirinç tarlaları, enhâr (nehirler) mürûriyyesi, madenler iltizamından hâsıl mebâliğden bahseder; yalnız esirlerden alman vergiler (pencük resmi, yâni her esirin bedelinden beşte biri. Mütercim) dâhil değildir. Şu hâlde Halkondilas’ın 230 miri-yaddan 400 miriyâda nasıl vardığı bilinemez: «Summa itaque universorum reddituum quos modo memoravimus, — comp-lectitur circiter quadringentas myriades aureorum staterum.» M. D'Ohsson'a nazaran (c. 3, s. 372) II. Mehmed zamanında Devlet'in varidatı 10.000.000 kuruşa baliğ olurdu. En büyük memurların (vezirlerin) maaşları Halkondilas'da senevi 20.000 duka tâyin olunmuştur. «Horum, qui proeciui fuerunt, capiunt stpendii nomine a rege duas myriades aureorum staterum plus minusve.» İdrîs ve Âlî 200.000 akçe tahmin ederler ki Dokuzuncu Kitabın Notlar ve Açıklamalar kısmında gösterdiğimiz hesaba (o hesaba göre 1 Türk dukası 10 akçeden fazla tutmaz) tamâmiyle muvafıktır. Âlî'nin verdiği malûmat bizim dirhem hakkında verdiğimiz hesapları te'yîd eder; onun mucibince bir dirhem dört akçe ve üç dirhem bir dînâr (al-tun) idi. Şu suretle 120 akçe 1 guruş olup o vakit guruş 12 duka idi. (NOT: 17) M. D'Ohsson, silsile-i ulemâ ile silsile-i meşâyîh arasındaki farkı kâfi surette tâyin etmemiştir. Kara Çelebî-zâde'nin Devlet-i Osmâniyye Târihi'nde bundan defalarca bahsolunmuştur (Istanbul matbuu, varak: 116, 1, 5). Nakşibendî silsilesi hakkında Raşehât-i Ayni'lHayât'a müracaat (İstanbul basımı). (NOT: 18) Her Tetümme'de 8 hücre olup her hücrede 3 talebe bulunurdu. Bundan dolayı 192 tâlib-i ilm'e (talebeye) yer bulunmuş oluyordu. Talebe ceb harçlığı olarak ayda 12 akçe alırlardı. Her gün pirinç çorbası ve et haşlaması tevzî olunurdu (Âlî). (NOT: 19) Bu on ilim yüksek san'atlar taksiminde üçüncü ve dördüncü dereceye muâdil olup, daha yüksek sınıfların idâdîsi hükmündedir. Mezkûr ilimlerle, şer'î ilimler dâhil değildir. Bununla beraber yüksek tedrisâtın ayrılmaz parçası olmaktan ziyâde ilk esâsı addolunmak lâzım gelir. Türk mekteblerinde tedris olunan ilimler hakkında Piti Dölakruva’nın verdiği ve Tude-rini'nin kütüphanesinde yazdığı ma'lûmâtı buna göre tashih etmek gerekir. (NOT: 20) Kanunî Süleyman saltanatında Süleymâniye Camii medreselerinin te'sîsi münâsebetiyle bu tasnif yeniden tevsî' olunmuştur. (M. D'Ohsson, 3, s. 489). II. Mehmed zamanında «Hâ- OSMANLI TARİH t 265 ric» ve Dâhil» müderrisleriyle Semâniyye-i Sahn Müderrisleri ve bir de —yevmi altmış akçe vazife almalarından dolayı— «Altmışlılar» var idi. Eyüp Müderrisleri ancak elli akçe alırlardı; fakat bir «Dâhil Müderrisi» II. Mehmed'in Sahn-ı Semâniyye Müderrisi'nden daha az bir derecede addolunurdu (Âlî). (Sahn-ı Semâniyye müderrisleri derece-i 'itibâriye-si şimdi dahî diğer birçok derecelerden yüksektir. Mütercim). (NOT: 21) Muhtelif sınıflara mensup müderrislerin tedrisâtına esas olan kitapları Âlî aşağıdaki şekilde sayar: İlk derecedeki medreselerde (buk'a-i medrese) tecrîd ve miftâh üzerine ders verilirdi. Korklı, Ellili hâriç müderrisleri üç sınıfa ayrılmıştır: Üçüncü sınıf telhis, yahut miftâh üzerine şerhler okuturlar. İkinci sınıf Mevâkıf, birinci sınıf Hidâye tedris ederler. Ellili Dâhil Müderrisleri dahî kezalik üç sınıfa ayrılmıştır: Üçüncü sınıf —Hâriç müderrislerinin birinci sınıfı gibi— Hidâye'yi şerh ederler. İkinci sınıf Sahih ve Telvîh'i, birinci Keşşaf ve Bey-zâvî'yi okudurlar. Evvelki saltanatlarda tedrîsât-ı Osmâniyye'-nin esâsım teşkil eden başlıca oniki eseri umûmî bir cedvel hâlinde beyân ile mezkûr eserlerden bahsettiğimiz, cihetle, burada dahî Osmanlılar'da okutulması mu'tâd olan başlıca ilimlerin isimlerini aşağıya yazıyoruz: 1 — İlm-i meânî ve beyân ve hitâbetden Miftâhü'l-Ulûm, Sirâcü'd-dîn Ebî Yûsuf İbni Muhammed elSekkâkî'nin eseri, ölm. 679; Telhîsü'l-Miftâh, Muhammed Celâlü'd-dîn Muhammed bin Abdu'r-rahmân el-Kazvînî'nin eseri; «Hatîbü'dDımışkî» namiyle ma'rûf, ölm. 739. (Miftâh'dan bir kısmının telhisidir. «Telhîs» — ma'lûm olduğu üzre— yalnız «hulâsa» demek değildir; fazlalıklarını atmak ve noksanlıklarını tamamlamağa da «telhîs» denilir. Mütercim). 2 — İlm-i kelâm'dan, Tecrîdü'l-Kelâm; Nasîrü'd-dîn Ebî Ca'fer Muhammed bin Muhammed et-Tûsî, ölm. 672 nin eseri; Me vâkıf u'l-Kelâm; Adudu'd-dîn Abdu'r-rahmân ibni Ahmed el-îcî (îc şehrinden) 'nin eseri, ölm. 759. 3 — Akaid'den, Akaidü'n-Nesefî, müellifin ölm. 537; Akaidü'i-Adudî (Adudu'd-dîn-i îci); Menâru'l-Envâr; Ebî Berekât Abdu'l-lah İbni Ah-med'in eseri; «Nesefî» adiyle ma'rûf, 4 — Fıkh'dan, Hidâye, Vikaye, Sadru'ş-Şeri'a, Kudûrî (Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilât ve Usûl-i İdâresi'ne müracaat, 1, s. 6.) 5 — Hadîs'den, Sahîh-i Buhârî, Telvîh ki Sahîh-i Buhârî'nin en meşhur şerhlerinden biridir. (Sahîh-i Buhârî, önce Zühdî Paşa merhumun Maârif Nezâreti'nde —Hacı Zihnî Efendi hazretlerinin İslâm ulemâsını kıyamete kadar minnetdâr edecek himmet-i mahsûsalarıyle— kamilen meşkûl, yani harekeli olarak tab' olun- 266 HAMME R duğu gibi bugünkü Maârif Nâzın Abdurrahman Beğefendi —yine fâzıl-ı müşârün-ileyhin himmetleriyle— Sahîh-i Müslim'i evvelkinin üslûbunda tab'a başlatmışlardır. Kütüb-i Sit-te'nin kamilen bu veçhile tab'ı Mehmed Alî merhumun Bulak matbaasındaki ulvî himmetlerine bir nazire olacaktır. Mütercim). 6 — Tefsîr'den, elKeşşâf min Haka'ıki't-Tenzîl, Ze-mahşerî'nin eseri, ölm. 538; Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't-Te'vîl fî't-Tefsîr, Beyzavî'nin eseri, ölm. 685. (NOT: 22) İlmiyye kadrosunun beş sınıfının ilki büyük mollalardan (ekâ-bir-i ulemâ) müteşekkil olarak aşağıdaki kısımlara aynlır: 1 — Eski ve yeni Rumeli kazaskerleri, 2 — Anadolu kazaskerleri, 3 — İstanbul kadılan, 4 — Mekke ve Medîne kadıları (*), 5 — Edirne, Bursa, Kahire ve Dımışk (Şam) kadılan, 6 — Galata, Üsküdar, Eyüp (Bilâd-i Selâse) (**), Şunları da ilâve etmelidir: Nakîbü'l-eşrâf, sarayın hizmet-i ta'lîmîyye ve sairede müstahdem beş memuru ki rütbelerine göre derece derece terakki ederlerdi. Bunlar da muallimi sultanî (hâce, hoca), hekim-başı, müneccim-başı, iki hünkâr imamı. Doğru olmadığı halde, «Küçük mollalar» sınıfı denilen ikinci sınıf Maraş, Bağdâd, Bosnasarayı, Sofya, Belgrad, Ayıntâb, Kütahya, Konya, Filibe, Diyânbekir mollalarıdır (Bunlar devriyye müderrislikleridir. Mütercim). Üçüncü sınıf beş evkaf müfettişini hâvidir ki, üçü İstanbul'da, biri Edirne'de, diğeri Bursa'-da oturur. Dördüncü sınıf şâir şehirlerin kadılarıdır. Her memlekette miktarları ayrı ayrıdır. Rumeli kıt'asmda 187, Anadolu'da 123, Mısır ve Afrika'da 23'tür. Beşinci sınıf nâib-lerdir. Birinci sınıfa çıkmak için müderrislik için lâzım olan bütün ilimleri tahsil etmek lâzımdır; diğer dört sınıfa gelince; dânişmend olmak yâni ikinci derecede ta'lîme muktedir bulunmak kâfidir. Vaiz, imâm, hatîb, müezzin, kayyum için ancak ilk bilgiler kâfî olup, tarikata girmek için de başka bir- (*) «Ne ravza, arş-ı âıâ âstânından kinâyetdir Ne ravza, ravza-i cennet fezasından ibâretdir Mülûk-ı Âl-i Osman hıdmetiyle fahr iderleriken Kazası rütbesin dûn eylemişlerdi, ne hikmetdir Bi-hamdi'liah şimdi pâdşâh-ı âsmân-mesned Ânı hem rütbe kıldı Mekke'ye, Hakka kerâmetdir.» Nedim'in bir kasîdesindeki şu beyitler delâlet eylediği üzere, Medîne-i Münevvere mevleviyyeti şâirin memdûhu olan HI. Ahmed Hân zamanında terfi' olunmuştu. Mütercim. (**) Edirne vesaire bilâd-ı hamse, Galata ve diğer mevlevîyetler sonradan ilâve olunanlarla beraber Mahreç mevlevîyetleridir. Mütercim. OSMANLI TARİHt 267 şey aranılmaz. Bunlar mertebelendirilmiş şekilde ilimleri tedris etmiş değillerdir. Dervişler dahî kademeli bir şekilde ilimleri görmeğe mecbur olmayıp tefekkür ve tehayyrü tarikiyle (Kaal ile değil Hâl ile) hakîkata vâsıl olmuş addolunur. (NOT: 23) İbnü Temcîd, Molla Gürânî, Molla Hayrü'd-dîn, Molla Zeyrek, Hâcezâde, Velîyü'd-dîn-zâde Ahmed, Hatîb-zâde, Hasan-ı Sa-misûnî, Sinan Paşa pâdişâhın muallimi idiler. Diğerleri, yâni Mîrim Çelebî, Selâhüddîn İznikî, Molla Abdü'l-kaadir el-Ha-mîdî —ki vezîr-i âzam Mehmed Paşa'nın hud'alarıyle nazardan sakıt olmuştur— Şehzade Bâyezid'in muallimi idiler. (NOT: 24) Fâtih'in Münşeât-i Feridun'da münderic mektupları aşağıda gösterilmiştir (İstanbul matbuu Feridun ile karşılaştırılarak yazıldı. Mütercim): Hammer'in İst. mat. No. su No. su Sultân II. Mehmed'den pederine ve cevâbı ..................................................... 186-187 II. Mehmed'den Şahruh Mîrzâ'ya ve cevâbı .............................., .................... 214-216 Mehmed'den İran hükümdarı Cihânşâh'a ce cevabları ................................... 188-191 216-219 Akçesi verilen bir zırhın yaptırılmasına dâir Mehmed'den Şîrvân-Şâh'a mektup ve cevâbı (*) ............................. 192-193 219-220 Pâdişâhdan Erzincan Hâkimi Kılıç Arslan'a ve cevâbı ................................. 194-195 220-221 Uluğ Beğ-zâde Abdü'l-lâtîf Mîrzâ’nın mektubu ve cevâbı.................................. 196-197 221-224 4 (*) Hammer, buraya kadar olan evrakın II. Mehmed tahta cülus etmeden, şehzade iken yazıldığını söylüyor; 186-187 numara İstanbul matbuunda yoktur. İstanbul basımında Şahruh'a olan mektubun «Sultân Murad'ın oğlunu istihlâf ile kendisinin muharebeye azimetinde Engürüs fethine dâir» olmak üzere Sultân Mehmed tarafından yazıldığı kayıtlı ve Uluğ Beğ-zâde Abdü'l-lâtîf Mîrzâ’nın mektubuyle cevâbının ilk saltanat esnasında olduğu münderic ve diğerleri hakkında öyle bir kayıt bulunmuyor. Ancak Kılıç Arslan'a ve Karaman Beğine olan aşağıdaki mektuplar 848 târihiyle tarihlenmiş olduğundan, bunlar da ilk saltanat esnasında olmak lâzım gelir. Tertîb suretine göre İstanbul fetihnamesine kadar olanlar ilk saltanat devresinde olacaktır; fakat bizdekilerin hiçbiri Fâtih'in şehzadeliğinde değildir. Müverrihin de şehzadelikte demesi «pederinin hâl-i hayâtında» demek olacaktır. Mütercim. 268 HAMMER Hammer'in No. su Şahruh'un oğlu Baysungur'un mektubuyle cevâbı ........................................ Karaman-oğlu îbrâhîm Beğ'e ve cevabı ......................................................... İstanbul fethinde Molla Gürânî inşâsiyle azîz-i Mısır înâl şâha yazılan nâme-i hümâyûn ve cevâbı .................... Mekke Şerîfi'ne İstanbul fetihnamesi Mısır Sultânı'nın Sultân Mehmed'e cevâbı ..................................................... Şerife gönderilmek üzere azîz-i Mısır'a gönderilen fetihname ve cevâbı Hâce Kerimî inşâsiyle îran şâhı Cihânşâh Mîrzâ'ya Kostantiniyye fetihnamesi ve cevâbı .................................... Sünnet düğününe davet için Kastamonu Hâkimi'ne ve cevâbı .................... Cihânşâh Mîrzâ’nın Bağdâd fetihnamesi ve cevâbı ....................................... Çekirge suyu talebine dâir Acem sultanlarına ve cevâbı ................................. Hâce Cihan inşâsiyle Behmen-Şâh'dan ve cevâbı .......................................... Cihânşâh'a Mora fetihnamesi ve cevâbı ........................................ . .............. Azîz-i Mısır Abû Saîd Çakmak'a ve cevâbı ..................................................... Uzun Hasan muharebesi münâsebetiyle müverrihin bahsettiği mektuplar ........................................................... Kefe fethine dâir Kırım Han'ı Ahmed Giray'a ............................................ (Müverrihin icmal eylediği Uzun Hasan Muharebesi mektuplarına onun yazmadığı diğer evrak) .......................... Anadolu Beğlerbeği İsâ Paşa'ya berât Bâyezid'in lalası Fenârî-zâde Ahmed Beğ'e hükm-i şerîf ve cevâbı (M.î. 5) İst. mat. No. su 197-199 224-226 200201 226-228 202-203 228-230 204 232-233 205-206 233-236 207-208 238-243 209-210 243-244 211-212 244-250 213-214 250-251 215-216 251-255 217-218 255-257 219-220 258-261 221-236 237 282 262 263264 OSMANLI TARİHİ 269 İst. mat. No. su Vezîr Ahmed Paşa'ya berât-ı şerîf Bâyezid'in hâsslarına terakki verileceğinden nereleri istediğinin istifsâriyle alâkalı hükm-i şerîf ve cevâbı İran Şâhı Cihânşâh Mîrzâ’nın Uzun Hasan ile husûmetine dâir nâmesi ... Uzun Hasan'ın Cihânşâh'ı bozduğuna dâir nâmesi ............................................ Cihânşâh Mîrzâ ve oğlunu öldürdüğüne dâir iftihâr-nâmesi ............................. Yadigâr Muhammed'i Herât'a gönderdiğine ve kendisi Hurrem-âbâd'ı aldığına dâir yine Uzun Hasan'dan Uzun Hasan'ın Mübâhât-nâmesi ve cevâbı (Târihine naklolunmuştur. bkz. 15. kitap) ........................................ Sultân Mustafa'ya berât ve cevâbı (bkz. 15. kitap) ...................................... Ak-Şemsed'dîn'in gördüğü rüyaya dâir Mahmûd Paşa'ya ta'bîr-nâmesi Pâdişâhın gördüğü rüyanın Ak-Şemsü'd-dîn'den ta'bîr-nâmesi ...................... Uzun Hasan üzerine varılacağına dâir kadılara hüküm ................................... 275 Uzun Hasan'ın bozulduğuna dâir Şehzade Cem'e ve Horasan Şahı Hüseyin Baykara'ya ve Memâlik-i Osmâniyye'ye tebşîr-nâme ......................... 276-279 Ak-Koyunlu Rukiyye Hâtun'nun oğlunu kurtarmak için Gedik Ahmed Paşa'ya ve Pâdişâha mektupları ve müşârünileyha iki nâme-i hümâyûn 279-282 264-265 266 266-267 267-268 268-269 269-271 271-272 272-273 273-274 274-275 Müverrih'de cem'an: 50 (Hammer'de 52, İstanbul basımında 62 Mütercim). (NOT: 25) Sinan Paşa’nın eserleri: 1 — Çağmînî'nin eser-i riyazisine haşiye, 2 — Mevâkıf-i Adudü'd-dîn'e şerh, 3 —Maârif-i Sinan, 4 — Tezkiretü'lEvliyâ. Sa'dü'd-dîn ve Âlî, Taşköprü-zâde'nin 270 HAMME R Şaka'ık'ından naklen. (Mevâkıf şerhi Sa'dü'd-dîn'de münderic değildir. Mütercim). (NOT: 26) Ahmed Paşa hakkında Latîfî'nin Terâcim-i Ahvâl'ine müracaat; Şaber'in tercümesinde, s. 74. Bütün Müntehabât mecmualarında şiirleri dercedilmiştir. Belîğ-i Bursevî (varak: 184) Ahmed Paşa'dan bahs ile Bursa'da yaptırdığı cami yanında medfûn olmak cihetiyle Bursa şuarâsının ser-defteri olarak kaydeder. Vefatı: 902 (1496). Bir gün Pâdişâh, Ahmed Paşa ve musâhiblerden biri ile at üzerinde gezerken, musahibin yüzüne çamur sıçraması üzerine Ahmed Paşa bir âyet-i kerîmeden iktibas ile ................ (NOT: 27) Taşköprü-zâde'ye nazaran vezîr-i âzam Maktul Halîl Paşa’nın oğlu Molla îbrâhîm Paşa Fâtih zamanında vezîr olmuştur. Bu sehvdir; îbrâhîm Paşa ancak Bâyezîd zamanında vezâret makamına çıktı. (NOT: 28) Tezkire-i Latîfî'ye (Tercümede, s. 50) ve Raşehât-i Ayni'l-Ha-yât'a (İstanbul basımı, s. 279) müracaat. Fâtih Horasan'dan Hacc'a gitmesi için Molla Câmî'ye beşbin duka altınını hâvî bir surre göndermiş ve sarayında ikamete davet etmiştir. Hâce Ata'ullah-i Kirmânî mektubu ulaştırmaya me’ınûr idi. Fakat o, Şam'a vâsıl olduğu zaman, Câmî Horasan'a teveccüh etmişti; o sırada Uzun Hasan'ın memleketlerinden geçiyordu. Uzun Hasan da ziyâde ikram etmiştir. Bu rivayet mevsuk men-bâdan alınmış olduğundan —mütercimin ahvâlinden birinin Journal Asiatique'de yazıldığı gibi— Molla CâmVnin Fâtih'in sarayında ikameti vuku bulmuş değildir. (NOT: 29) Tezkire-i Latifi, Tercüme'de s. 139. Bu iki manzumesinden başka Mevlidi Rûhânî, Tehâfütü'l-Uşşak nâmında eserleri ve manzum Kıyâfet-nâme'si vardır. (NOT: 30) Tezkire-i Latifi, s. 50. İbrahim Gülşenî'nin, Gülşenî tarîkati müessisi olup daha sonra dünyâya gelmiş ve Kahire'de medfûn bulunmuş olan derviş Gülşenî ile bir addedilmemesini Âlî ihtar eder. (NOT: 31) «Âlihi»dir, Şaber'in Tezkire-i Latifi tercümesinde (s. 46) yazdığı gibi «İlâhî» değil. Başlıca eserleri: 1 — Zâdü'l-Müştâkîn, 2 — Necâtü'lErvâh, 3 — Meslekü't-Tâlibîn ve'l-Vasilin. Âlihî 895(1489) de vefat etmiştir. Takvîmü't-Tevârîh'e müracaat, (Takvîmü't-Tevârîh'de görülüyor. Demek olur ki Hammer bir sene hatâ ettiği gibi, Şâber'i de yanlış olarak hatalı çıkarmıştır. Mütercim.) OSMANLI TARİHİ 271 (NOT: 32) Şâir Lâlî, evvelâ İranlı zannolunarak, bu zan ile pâdişâh meclisine dâil olmuşsa da, aslı anlaşılır anlaşılmaz uzaklaştırılmıştır. Bundan dolayı aşağıdaki beyitlerle intikamını almıştır (Aslından alındı) : Gevhere kıymet olmaya kânde Dürr bahâsın bula mı ummanda? Söylenür nekbete ve meseldür bu Güvülür (?) elbet çerâğ dibi karanu Eger âdemde ma'rifetise murâd Ne fazilet virürmiş ana bilâd Taşdan sâdır oldı gerçi güher Mu'teberdür velî nite ki hüner Rûm'da kelelenmesün mi Acem Oldı bu izzetile çün ekrem Acemün her biri ki Rum'a gelir Yâ vezâret, yâ sancak uma gelir Hammer'in Fransızca tercümesindeki tercüme şudur: «Pour etre bien reçu, tu dois venir de l'etranger; le diament est sans prix tant qu'il est cache la mine; l'or n'a de valeur qu'offert part Osman. Rappelle-toi bien ce proverbe: le cierge qui pro jette la lumiere, reste lui-meme obscur son interieur. Si tu cherches le genie dans l'homme, ne t'inquiete pas de quel pays il sort. II en est de l'ame comme de la pierre preci-euse, leur grossiere enveloppe u'altere pas leur beaute Que das persans accourent vers le pays de Roum, la gloire les attend! que des persans viennent â la cour du sultan, ils seront faits sandj aks et vizirs.» («Umman» kelimesinin «Osman» okunması epeyce garîbdir.) (NOT: 33) (Hammer Molla Gürânî'nin eserlerini ve bâzı menkıbelerini yazıyor. Bu zâtın tercüme-i hâli M.İ. 6'da tafsil olunacaktır.) (NOT: 34) Molla Husrev'in başlıca eseri olan Gurer ve Dürer hakkında «Devlet-i Osmâniyye'nin Usûl-i İdare ve Teşkilâtı»na müracaat (Kezalik tercüme-i hâli M.İ. 7'de beyân olunmuştur). (NOT: 35) (Kezalik M.İ. 8'e bkz.) (NOT: 36) Hacı Hasan-zâde Sûre-i En'âm Tefsirine ve Telvîh'in dört mukaddimesine haşiyeler yazmış ve Mîzânü't-Tesârîf nâmında bir nahiv eseri bırakmıştır. Şaka'ık ve Âlî'ye müracaat. Hacı Ha-san-zâde'nin vezîr-i azama hitaben tanzim eylediği beyitler tercüme-i hâlinde dercedilmiştir. 272 HAMME R (Not: Bunda Hammer yanlışlık yapmıştır. Beyitler Şerh-i Akaid sahibi Hayalinindir. Hacı Hasan-zâde Gelibolu kazasında idi; Hayâli onu kendisine rakîb görerek, vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya beyitleri göndermişti. Mahmûd Paşa «Hayâlı o zâtın kadrini bilmiyor» dedi. Daha sonraları İznik müderrisi Tâcü'ddîn-zâde vefat ettiğinde, bundan dolayı üzülen pâdişâhın çalışkan bir müderris taleb etmesi üzerine Mahmûd Paşa Hayâlî'yi tavsiye ederek, Hayâlî'nin kadrini takdir ettiğini gösterdi. Sultân Mehmed «Şerh-i Akaid'i senün nâmunile tas-dîr iden midür?» deyip «Evet» cevâbını alınca, hemen Hayâlî'yi İznik müderrisliğine tâyin etti. Fâtih gibi zamanın ulemâsının eserlerini bilen bir pâdişâh zamanında ilimler nasıl terakki etmez? Mütercim). (NOT: 37) Yûsuf Fenârî-zâde Alî Kâfiyye'ye, ve Kasemî'nin Tecniyye'-sine şerh yazmıştır. Mehmed el-Fenârî'nin oğlu bulunan amcası Hasan Çelebî Telhîs şerhi Mutavvel'e ve Şerh-i Mevâkıf a ve Telvîh'e haşiyeler yazmıştır. Şaka'ık, Sa'dü'd-dîn, Âlî. (NOT: 38) Şükru'llah-ı Şirvânî Behcetü't-Tevârîh nâmında 851 (1456) târihiyle yazılmış güzel bir eserin sahibidir. Hacı Kalfa bunun mündericâtmı bütün tafsîlâtiyle sayar. ŞükruIIah bunun te'-lîfi için en mu'teber Acem ve Arab müverrihlerinden yirmi zâtın eserlerinden bilgi toplamıştır. (NOT: 39) İlk Türk riyazisi, Kadı-zâde-i Bursevî'dir ki, vatanını terk ederek Uluğ Beğ nezdinde ilmine lâyık hüsn-i kabul görmüştür. İsmi II. Mehmed zamanının ulemâsı meyânında görünen adaşından evvel dünyâya gelmiştir. Bu iki zât ile IV. Mehmed asrından ilk defa olarak Fetâvî Mecmuası tertîb eden Kadı-hân birbirine karıştırılmamalıdır. Kadızâde-i riyâzî Uluğ Beğ için Çağmînî ismindeki riyaziyat kitabına şerh yazmış ve Te'-sîsü'l-Eşkâl'i tercüme etmiştir. Mezkûr Eşkâl, öklid (Öklides)' in Eşkâl-i Hamse'sidir. Alî Kuşçu Fethiyye nâmmdaki eserini Fâtih'in nâmına yazmıştır. Bu eser Kostantiniyye'de 1824'-de tab' edilmiştir. Kezalik Muhammediyye nâmındaki bir eseri de II. Mehmed nâmına ithaf etmiştir. Mîrîm Çelebî Fet-hiyye'ye şerh yazmıştır. Bundan mâada Kıble'ye dâir bir eseri ve Uluğ Beğ'in Zîc'ine şerhi vardır. Kara Sinan ile Sinan Paşa Çağmînî hülâsasına şerh bırakmışlardır. Şaka'ık'da II. Murâd, II. Mehmed, II. Bâyezîd devirlerinde Kadı-zâde, Alî Kuşçu, Mîrim Çelebî tercüme-i hallerine müracaat. (NOT: 40) Bir gün huzûr-ı pâdişâhîye çıkarak ber-mu'tâd zât-ı şahanenin elini öpmek istedi. Pâdişâh lûtf-i mahsûs olarak elinin iç OSMANLI TARİHÎ 273 tarafını uzattı. Molla sâkitâne başını eğmesiyle Fâtih «Ne düşünüyorsun?» dedi. «Düşünüyorum ki, zât-ı şahaneleri beni Ayasofya'ya müderris tâyîn buyurursunuz» cevâbını verdi. «Aya» kelimesiyle «el içi» demek olan ayayı ve «sofiye» (eski yazıda «sofya», «sofiye», «sûfiye» yazılışları aynıdır) kelimesinden «Sofya»yı kasdetmiş oluyordu. Bu bedîha, Fâtih'in hoşuna giderek Hüseyn-i Tebrîzî'yi Ayasofya müderrisliğine tâyîn etmiştir. (NOT: 41) Sultân Mehmed'in vezîr-i âzami Mahmûd Paşa'ya mektubu ve AkŞemseddin'in tâbiri Münşeât-i Ferîdûn 228 ve 229 numaralarda münderiçtir. (Bu cildin «Notlar ve Açıklamalar» kısmının «Onbeşinci Kitap, Not: 3» kısmında açıklanmıştır). Ak-Şemseddîn 792 (1389)'da doğmuş olduğundan, 877 (1472)'de, yâni Tercan muharebesinin vukuu zamanında Kameriyye hesabiyle seksenbeş yaşında olmak lâzım gelirdi. Âlî'nin zannı gibi altmışaltı değil. (Muharebe 878'dedir, anlaşılan Âlî 86 diyecek idi. Mütercim). (NOT: 42) Ak-Şemseddîn tıbba dâir bâzı eserler, arapça Nûriyye nâmında bir kitap, Telhîs fî Def'i'l-Metâ'ın unvanlı bir eseriyle Ev-liyâ-nâme'yi yazmıştır. Şaka'ık ve Sa'dü'd-dîn ile Âlî'ye müracaat (Fenn-i tıbda nâfî' te'lîfâtı vardur... Tasavvuf da Risâ-letü'r-Nûr'ı, defi metâ'ın-i sûfiyyede bir risalesi vardur; tıbda mücerrebâtmı cem' iderek kitâb nâfî' olmuştur. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 519, 523. Mütercim). Ondokuzuncu Kitap (NOT: 1) Ordugâhda bulunan Neşrî, vezîr ve kazaskerlerin II. Mehmed'in arabasına refakat etmek üzere İstanbula kadar azîmet etmekte olduklarını gören halkda Fâtih'in irtihâli zannı hâsıl olduğunu ve Acemi-oğlanlarının ordugâha vusulü bu zannı i'timâda tahvil eylediğini safvet-kârâne beyân eder. Neşrî, varak: 237. (NOT: 3) Kantemir'e isnâd olunabilecek hatâların en büyüklerinden biri Bâyezid'in pederinin irtihâlini öğrenince Mekke'ye gittiğini ve bu seyahat için dokuz aylık bir zaman sarfettiğini beyân etmesidir. Vâkıâ Cenâbî ve ondan naklen Hezârfenn bu seyahatten bahsederlerse de, Bâyezid'in Amasya'dan Mekke'ye değil, İstanbul'a geldiğini ve dokuz ayda değil dokuz günde (daha az müddette) muvasalat ettiğini beyân ederler. Neşrî, Sa'Hammer Tarihi, C: II. F.: 18 274 HAMME R dü'd-dîn, İdrîs, Âlî, Solak-zâde, Lutfî bu hususta müttefiktirler. Fazla olarak Neşrî Pâdişah'ın İstanbul'a duhûlünü görmüştür. Piti Dölakrua ve Avrupa müverrihleri Kantemir'in rivayetine imtisal etmişlerdir. Cenâbî'ye gelince, onun ifâdesine şundan dolayı da mânâ verilemez ki, birkaç satır sonra Bâyezid'in 29 Cümâde'l-ûlâ 886 târihinde payitahta vâsıl olduğunu yazar; bu târih ise II. Mehmed'in vefatından ikibu-çuk ay sonrasına tesadüf eder. Kantemir, Fâtih tarafından Şehzade Korkud'un Bâyezîd yerine Amasya valiliğine tâyin kılındığını beyân etmekle de hatâ eder. (NOT: 3) İstanbul'dan Amasya'ya onbeş günlük yol hesap olunur ki, takriben yüzaltmış fersahtır (Kineir'e müracaat). Bu hâlde Mustafa sekiz gün, yirmi dört saatte yirmi saat gitmiş ve Bâyezîd dahî dörtbin süvârî ile bu mesafeyi o kadar saatte kat etmiştir. (Metinde işaret olunduğu üzere Fâtih'in irtihâli 4 Rebî'ü'l-evvel'dedir; Keklik Mustafa'nın Amasya'ya varışı 8 günde değil, 8 Rebî'ü'l-evvel'dedir. Eski tatarların sürati düşünülürse fevkalâde mühim bir haber götürmekte olan «Keklik» Mustafa'nın yirmidört saatte yirmi saat değil, menzil menzil hayvan değiştirmek ve bir iki saat uykuya kanaat etmek suretiyle günde kırk saat kat ederek dört günde vâsıl olduğu şüphe götürmez. Telgrafın icâdiyle tatarların eski zamanlardaki kadar sür'atlerine lüzum kalmadığı halde, şimdi dahî posta tatarları iki saatte bir saatte keserler. Bununla beraber dört ve sekiz târihleri birlikte hesap olunursa müddet-i sefer beş güne çıkar. Bâyezid'in dört bin süvârî ile Keklik kadar yol alamıyacağı açıktır. Mütercim). (NOT: 4) «Claudios; raised by the soldiers to the Empire, Was the first who gave a donative: he gave quina dena 120 L.» (Klodyus'da Sueton, 2, bâb: 10) «When marcus, with his colleague Lucius Verus, took quiet hossession of the throne, he gave vicena 160 L. to each of the gards.» Ogust Târihi, s. 25 (Dion 10, 73, s. 1231), Gibbons, bab: 5, haşiye 6. (NOT: 5) Kudüs Azîz Yahya Tarîkati Kançılar Muavini Kaorsan —ki Cem'i Rodos'da görmüştür —Şehzâde'nin eşkâlini tarif eder. Buna, Şehzâde'nin yaşını beş fazla göstermesinden başka bir itiraz edilemez. Cem 1459'da doğmuş olduğundan 1482'de yaşı 28 yerine 25'den fazla değildi: «28 annorum, statura parva, va-letudine prospera, ferox vultu, oculis parumpar obliquis et caeruleis, denso supercilio nasi radice fere utroque cohaerente, sinistrum in frontem elevatur, dextrum ad oculum vergit, os OSMANLI TARİHİ 275 parvum, labra grossa, quorum ritus sinistrorsus contrahit ges-tuque ipso sinistram palpebram inclinat paulo post elevat; nasus aquilinus in medio paulo eminentior, cujus extremitas in sinistrum tendit, mentum exile. Lutio colore et nucis cas-taneae; barba rara non promissa sed ad cutem forcipe tonsa, obesa cervice, parvis auribus; corpus carnis sarcina onustum, obesitas ventrem projectum magis per posteriora gravat quam caetera membra; brachia, tibia, crura ac pedes proportione sunt compacti nec adipis pondus officit, quominus saltande venando atque sagittande agilis sit, corpus enim haud gestat ac si gracilis esset et obesitas non gravaret. Si quid molesti affertur oculorum motu acutaque voce iracundiam repente indicat; at si vir gravis adsit temporis puncto facies tempe-ratur. Simulationis dissimulationisque gaudet officie. Dum excanduit vocem edit acutam caprinae haud dissimilem. Cum quieto loquitur animo gravis rursus est temporatus et modes-tus sed rarus. Hie quamvis profugus et extorris a principis dignitate non cadit. Cibi plurimi est, voracissimoque stomacho tanquam fornace fervet. Vinum respuit nisi aromate confec-tum, quod alteratum speciemque mutasse arbitratur, ut ace-tum quod ex vino gignitur quaeque originis speciem alterat. Avidius hibit comeditque quam principem deceat, ut vorare potius quam edere ilium arbitreris. Nec edulia satis dente ferit quae in os indita inglutit, ac minime trita raptim aperto hyatu vorat. Assa appetit, lixa fastidit. Melones, uvas, pyra atque poma et cujusque generis fructus appetentissime man-dit. Modico pane vescitur, aqua usui est in potu sachharo indito, quod paulatim liquefit. Calore, algore, inediaque im-patientissimus; affatim sudat, fluuntque tunc a fronte et ge-nis sudoris guttae copiosissimae. Veste gaudet illustriori. Ther-mis balneisque assiduis utitur; lavato in thermis corpore de-mum e gelida aqua perfunditur, natantique artem callet, qou-tiescumque in pelagus se margebat adstandibus cunctis irre-verecunde natabat. Circumstantes oculis lustrat. Subtristis et cogitabundus semper videtur. Si laetitiae indicia dedit ut prae-sente magistro maxime efficit. Religiossimus in Mahomettis legem, cujus cultor observantissimus est. Si quam ex suis vino madentem conspexit, in eum furibundus irruit. Instabilis est adeo, ut loco eodem se continere non possit et diu cellulas omnes lustravit ut cubaret, nec domorum superiorem plani-tiem contempsit. Quin immo cubile parato nectes aliquot illic somnum ad aurem capit. Thurcorum lingua praestantissimus, 276 HAMME R ingenium a juvenili aetate litteris applicuit ita, ut gesta scri-bere non ignoret. Res quoque genitoris gestas litteris manda-vit. Matrem, incylta regum Serviae familia natam, duosque liberos marem et foeminam tenellae aetatis apudCarras (Cairo) reliquit.» (NOT: 6) Sa'dü'd-dîn'e göre 22 Rebî'ü'l-âhire tesadüf eden bir cuma ertesi günüydü. Bunda bir yanlışlık vardır; çünkü 22 Rebî'ü'l-âhir cuma'dır. Eğer cuma ertesi doğru ise, 22 rakamı yanlıştır; 9, veya 16 yahut 23 Rebî'ü'l-âhir okunmalıdır. Her ne hâl ise, bizzat Bâyezîd tarafından kardeşi aleyhine açılan bu muharebe Cenâbî ve Hezârfenn'in yazdıkları mevhum Mekke seyyahatını reddetmeğe kâfidir (M.İ 9). (NOT: 7) Kaasım Beğ, Kaorsen'de «Cilicioe rex» yâni Kilikya Kralı nâmıyle zikr olunmuştur. Bu müverrih «Regis Cilicio verba ad Zyzymi; responsio Zyzymi» diyerek Cem ile Kaasım Beğ arasında teâtî olunan sözleri «Zyzymi soldan um alloquitur» diyerek, Şehzade ile Mısır Sultânı arasında vukuunu rivayet ettiği mükâlemeleri nakl eder. Kaorsen Cem'in Mekke'ye azimetini aşağıdaki şekilde yazar: «Zyzymi ad Mecham proficiscitur». Jean Rayer'in Ulm tab'ına müracaat, A.D. 1496, 24 Teşrîn-i evvel târihi. (NOT: 8) Verto, Cem tarafından kardeşine yazılmış ve bir okla sahile atılarak Şehzadenin takibine gönderilen sipahilerin ortasına düşmüş olan bir mektubu nakl eder. Durumun hangi cebhe-sinden bakılırsa bakılsın bu mektup musannadır. (NOT: 9) Sa'dü'd-dîn «üçüncü» yerine «on üçüncü» yazar. Güzel mevsimlerde Kilikya'dan Rodos'a nihayet üçüncü günü varılır. Ondan başka Sa'dü'd-dîn'in Cem'in varışına gösterdiği târih doğru kabul edilse, Şehzade orada kırkiki gün kalmış olamazdı. (NOT: 10) Kaorsen beyân eylediğimiz şerhde: «Zyzymi ad Magistrum Verba; responsio Magistri» diyerek Şehzâde'nin nutkunu ve Üstâd-i Âzamin cevâbını yazar. Kaorsen'in Cem'i «Zyzymi» anlaması ve «Zyzymy» kelimesinin «aşk» (Zyzymy, qui amor interpretatur) mânâsına geldiğini beyân etmesi kaabil-i tefsir değildir. «Cem» kelimesi, daha ziyâde «Cem-câh» lâfzından alınmış görünüyor; cem-câh bir lâkabdır ki «Cem-şîd» gibi «kuvvetli» mânâsını ifâde eder. Zamanımızda dahî pâdişâhın lâkablarından biridir. Sâ'dü'd-dîn, Bâyezîd'i yegâne vâ-ris-i saltanat addettiği cihetle bu unvanı yalnız Bâyezîd'e verir. O suretle ki «Cem-şâh»a mukabil (Şehzade Cem'e) olarak Bâyezîd «Cem-câh» (Cemşîd gibi kuvvetli) lakabiyle yâd olun- OSMANLI TARİHİ 277 muştur. (Cem, Cemşîd'in muhtasarı. Daha doğrusu Cemşîd, Cem'den me'huzdur; bu da eski İran hükümdar-i meşhurudur. «Şâh-i Cem-câh», Cem kadar kudret yüksekliğine sahip demek-dir. Sa'dü'd-dîn'in Bâyezîd hakkında «Cem-câh» tâbirini kullanması eski Cem'e teşbih ve yeni Cem'e telmih mânâsını mu-tazammın olmakla beraber, pâdişâh lâfzına kafiye olmasındandır. Cem'in «zyzymy» olmasına gelince, şöyle i'lâl (izah) edilebilir ki: Kaorsen ve onun gibi müverrihlere uyarak birçok Avrupalılar bunun «Cim»in kesresiyle okumuş ve kendiliklerinden bir «Cim» daha ilâve etmiş, sonra «cim»leri «z» yapmışlardır. Türkçe'de «cici» kelimesi —çocukların lisânından olmak üzere— güzel demek olarak, «güzelim» diyecek yerde «cicim» denilir. Acaba Kaorsen bu kelimeyi evirip çevirip «aşk» mânâsına mı getirmiştir? Mütercim). (NOT: 11) Sa'dü'd-dîn'e göre (3, varak 447), Receb'in ll'i 26 Ağustosa tesadüf etmektedir. Kaorsen'e nazaran «navis oneraria parata Calendis semtembris portusolvit.» ibaresi hükmünce gemi Eylülde hareket etmiştir. Kaorsen'in bu ibarede «postquam dies 42 moram traxisset» demesi, Cem'in vusulünü 22 Temmuz'da gösteren Sa'dü'd-dîn'in ifadesiyle tamamen muvafık düşer. 22 Temmuz'dan 1 Eylüı'e kadar Şehzâde'nin vusul ve hareketi günleri dâhil olduğu hâlde kırk iki gün vardır. (M.İ. 10). (NOT: 12) Kaorsen, bu ahidnâmenin başlıca maddelerini tâyîn eder: «Foederis conditiones: Miles gladium ne stringito, nec pelago armis locum dato. Classem offensam salutato negociator; com-mercia libera, commeatum sumito, litem pro tribunalis more decidito; Servum profugam si in lege versatur restituito; si extra legem 22 nummis auri exolvito. Arx S. Petri perfugis patens esto. Superstite Bajazit principe pacem servato.» Guil. Caorsin Rhodiorum Vic-Cancellerii de celebberrimo cum Thur-corum rege Bagyazit per Rhodios inito. (NOT: 13) Verto, Şehzade Cem'in tahsisatını tâyin eden ikinci ahidnâ-meyi, birincisine rabteder. Lâkin Kaorsen, kırkbeşbin duka tahsisatın Türk elçisi tarafından ancak Hıristiyan elçilerinin Rodos'a avdetinden sonra va'd olunduğunu beyân etmesiyle, iki ahidnâmeyi birbirinden vâzıhan tefrik eder. (NOT: 14): «Si quaeque suis temporibus reddere voluero interrum pendac-sunt res Asiae; quas utique ad fugam mortemque Darii In conspectu dari, et sicut inter se cohaerent tempore ita opere ipso conjungi haud paulo aptius videri potest.» Curtius, L V/ 278 HAMME R (NOT: 15) Lâtîfî (Şaber'in tercümesi, s. 65), Âşık-paşa-zâde'ye nazaran o beyit şudur: «Acâit şehr imiş bu şehr-i Nitse Ki kalur yanma her kişi n'itse» (Bu beyiti Hammer «Bu Nis ne acîb memlekettir. İnsan çıkmak istediği halde çâr ve nâçar orada kalıyor» suretinde tefsir ve beytin letafeti asıl kafiyede olduğunu îrâd etmiştir. Acizane fikrime göre, beyit şu mânâdadır ki: Cem, Nis'in acâib bir şehir olduğunu hayranlıkla söyledikten sonra, kendi hâline ve ondan sonra Bâyezid'in hâline intikal ile, kişi ne iş işlerse onun kendisine kalacağını, yâni onun karşılığını göreceğini beyân ediyor. Mütercim.) (NOT: 16) Bâyezid'in elçisi tarafından getirilen bu hediye üzerine Kaorsen, Aziz Yahya'nın elinin târihine ve bunun Rodos'da umûmun hayret nazarlarına ne kadar tantana ile arz olunduğuna dâir şu unvanla gayet şâyân-i dikkat bir şerh bırakmıştır: ■ «Guilelmi Caoursin Belgoe Duaci Rhodiorum Vice-Cancellarii de translatione sacroe dextroe sancti Joannis Baptistoe proe-cursoris rex Constantinopoli in Rhodum.» (NOT: 17) Kaorsen, Bâyezid'in elçisinin dönüşünden az vakit önce, Tarikatın toplanmış olan meclisi huzurunda Cem'in Fransa'da esareti hakkında bir nutuk irâd eylemiştir (19 Eylül). Bu nutuk, Kaorsen'in eserinde «de admission regis Zyzymi in Gallia» unvâniyle görülür. (NOT: 18) Sa'dü'd-dîn'de «Sasunaj» (yâni «Sassenage») yerine «Sasunar». Sa'dü'd-dîn'in Cem ile Sasunaj Şatosu sahibinin güzel kızı arasındaki muaşakaya dâir topladığı tafsilât, kızın hüviyeti hakkında şübheye mahal bırakmaz; bundan başka vak'anın Hoca Sa'dü'd-dîn'in Osmanlılar hakkındaki târihinde zikredilmesi Fransa'da neşr olunan Zizimi, prince Ottoman, amoureux de Philippine Helen de Sassenage, Histoire dauphinoise par L.P. A.A. (Grenoble, 1673, chez Jean Nicolas, in 12.) ve şimdiye kadar bir roman nazariyle görülen eserin tafsilâtında değilse de, esâsında doğru olduğunu gösterir. Târih-i Sa'dü'd-dîn'de şu ibare görülür: «Ol hisar beğinün bir bedî'atü'l-cemâl duh-teri var idi; şehzadeye meyi idüp miyânelerinde muaşaka ve mürâsele vâki' oldı». (Hammer, bu fıkranın tercümesinde muaşakaca gizli bir münâsebet mânâsı veriyor; müteakiben mürâsele kelimesi zikr olunmasına göre, muaşakanın ne dereceye vardığı bilinemez. Bu da gösterir ki, Cem Fransızca öğren- OSMANLI TARİHİ 279 misti. Acaba daha babasının zamanında ecnebi lisanlarına az çok kesb-i vukuf etmemiş miydi? Hattâ Rodos'a gitmesinde lisanlarma az çok vâkıf olmasının dahli yok mu idi?) (NOT: 19) Verto dahî bu kuleden ve Şehzâde'nin firar tertibinden bahseder: «Arkadaşlık etmek bahanesiyle kendisini muhafaza altında bulunduran şövalyeler, Bâyezid'in teşebbüslerine karşı mahfuz tutmak için ve belki de Şehzâde'yi ellerinden kurtulmaktan ve — sonraları şüphelerine mahal verdiği veçhile— firar etmekten men' için husûsî surette bir kule yaptırmışlardı.» (1, 7). (NOT: 20) Sa'dü'd-dîn'de dahî bu on bin dukadan bahsolunur (varak: 150), lâkin Rodos Şövalyeleri onbin dukayı Cem'i kurtarmak için aldıklarını gösterecek surette ifâde eder. Sa'dü'd-dîn, elçi Hasan Beğ'in Şehzâde'nin mâbeyncisi Sinan Beğ ve mîrâhuru Ayas Beğ ile müzâkere yapmak suretiyle tertiplediği firar suretinin, hıyanetle nasıl meydana çıkıp önlendiğini tafsîlâtiyle yazar; lâkin Osmanlı müverrihinin Azîz Yahya Tarîkati ile Papa arasında kararlaştırılan şartlan —Verto'nun bildiği gibi— bilememesi tabiîdir (M.î. 11). (NOT: 21) «Mezâr-i Mukaddes» ve «Azız Lazar» tarîkatlerinin «Azîz Yahya» tarîkatleriyle birleştirilmesi, bu tarîkatlere âit dâirelerin Papa mütemetti'âtı defterine yazılmaması, Roma'da münhal olacaklar dahî dâhil olmak üzere «komanderi» (Tarîkatin emlâki üzerinde bir nevi memuriyet) tevcihâtına Papa’nın karışmaması gibi.. (NOT: 22) Verto'ya nazaran VI. Aleksandır Cem'i Sent-Anj kulesine gönderdi. Lâkin Sa'dü'd-dîn, bizzat Şehzâde'nin rûz-nâme-i hayâtına nazaran, bu kulede yirmi gün tevkif olunduktan sonra, ilk ikametgâhı olan Vatikan'a iade olunduğunu yazar. (Sa'dü'd-dîn: «Papa-yi cedîd nasbmda şeraiti tamâm olmca şehzadeyi yiğirmi gün mıkdâfı bir mahall-i mazbûtda hıfz eylediler; sonra girü ve evvelki "mekânına iletdiler; birkaç yıl dahi uslûb-i sabık üzere anda kaldı. Ve imtidâd-i habs tâb ü tüvânm aldı» diyorsa da, bu ifâde Şehzâde'nin rûz-nâme-i hayâtına ma'tûf olduğunu tasrîh etmez. c. 2, s. 35 Mütercim). (NOT: 23) Son asrın ortalarına doğru Dalmaçyalı bir Fransisken papası bu geçmişteki muameleye istinaden kardinal şapkası isteyerek" Pâdişah'dan Papa nezdinde tavassut etmesini istirham eyledi; ancak Dîvân-i Hümâyûn kalemini bir tavsiyenâme tahrîri zahmetinden kurtarmak için istidasını terviç eden tevriyeli bir 280 HAMME R kâğıd verdi, hem Paya'ya hem Pâdişah'a hitâb olunuyordu. Meali şudur: «Âb-i Akdes! N.N. ismindeki küçük kardaşı (Küçük rahibi) kardinal yapacaksınız. Yapmadığınız takdirde Kudüs kardeşleri (râhibleri) kazığa vurulacaktır.» (!) (NOT: 24) Sa'dü'd-dîn «Montfurdin nâm hisara düşdi; halkı itaat itmek içün kaahir olup katl-i âm itdi.» diyor. Paolo Civvio'ya nazaran Sismundi dahî (c. 8, s. 169) «Bütün ahâlisi kati edildi.» diye yazıyor. Muhtelif zaman ve mekânlarda yazan müverrihlerin müttefik bulundukları bu kelâm vak'alarm hakikatine en iyi şâhiddir. («Halkı itaat itmeyicek (yani, etmeyince) kah-ren alup» ibaresini Hammer, yukarıda yazıldığı gibi, yanlış almıştır. Mütercim). (NOT: 25) VI. Aleksandır sonraları birçok kardinalleri âhirete göndermek ve nihayet kendisini zehirlemek için bu zehiri kullanmıştır. Paolo Civvio'ya göre Sismundi, 1, 2, s. 47. Bernardi Ori-cellarii şerhi, s. 64. Bembo, Venedik Târihi, 1, 2, Güviçardini, Napoli Târihi, 4. (NOT: 26) Verto, Amsterdam matbuu olan eserinden ikinci cildin nihâyetinde «İki Müverrih Hakkındaki Tedkîkat» makalesinde Dö-busson'un hıyânetkârâne hareketinden bahsederken, Şehzade Cem'in târihini yazmış olan Tarîkat'in kançılar muavini Kaorsen ile Piyer Dö Burbon'un kâtibi Jallinyi'nin ifâdelerinin hakikate uygunluğundan şübhe eder. Bu şübheler Osmanlı müverrihlerinin okunmasıyla tamamen teeyyüd eder. Kaorsen zarîf ifadesiyle, Jallinyi kısa ve açık beyâniyle defalarca ve-kayîi tahrif etmişlerdir. Meselâ, Jallinyi Bâyezîd'i Cem'den küçük göstermekle hata eder. Bâyezîd 851 (1447) de, Cem ise 864 (1459) de doğmuşlardır. Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevâ-rîh'ine ve Sa'dü'd-dîn'e müracaat. Bâyezîd, velîahd-i sânî (ikinci velîâhd) olan kardeşinden oniki yaş büyüktü. Jallinyi, Cem'in kendisini tâkib etmekte olan Bâyezîd gemilerinden kurtulmak için Rodos'a kaçıp kurtulduğunu da beyân ederek, bu hususta Kaorsen ile beraber bütün Osmanlı müverrihlerine muarız bulunmuş olur. O müverrih Şehzade elçisinin kabul olunduğu resmî mülakatın neticesi olan Senato karar-nâme-sini bize nakleder; diğerleri —az çok tafsilât ile— Cem tarafından Üstâd-i Âzam'a gönderilen nâmeden, bir yol ruhsatnamesi verileceğine dâir elçiye edilen vaadden, nihayet elçinin Üstâd-i Âzam'ın hıyanetine karşı efendisini ikaz etmek istediğinden bahs ederler. Sa'dü'd-dîn'in bir fıkrası: «Eğerçi Rodos beği ahid-nâmesinde mü'ekked-i eymân ve muhkem-i pey- OSMANLI TARİHİ 281 mân ile iânet ve imdâd itmeğe teahhüdin dere itmişidi.» Süleyman Beğ, Üstâd-i Âzam'ın sözünde sadakatle duracağına dâir, kendisine i'timâd edilemiyeceği hususunu beyân ediyordu ve Üstâd-i Cem'den iyi tanımakta olan mühtedînin tamâmiyle hakkı vardı. Sa'dü'd-dîn'in ifâdesinin bakiyyesi şudur: «dere itmişidi; Frenk Süleyman vazı'larından nîreng müşahede itmeğin anlara i'timâd itmeği tecviz itmeyüp «Anlarun et-vârından hayr âsânn feh idemedüm. Ahd ü güftden murâdları hemân şehzade hazretlerini ele getürmekdür; bu bâbda benden istişare buyurulsa bu teveccühi vecih görmez idüm.» didi. Şehzade dahî tereddüt göstericek şâir rüfekası ol kalbi kasi... ün peymân ve eymâmna (yeminlerine) firîfte olup «... onlar ahdleri üzere musırr olurlar» diyü şehzâdenün azimeti dümenin Rodos canibine tevcih itdiler.» MÜTERCİMİN İLÂVELERİ Hicrî ve Milâdî Senelerin Tatbiki Hammer, ekseriya Milâdî sene ile beraber Hicrî seneleri de göstermiş ve Hicrî târihlerden bâzıları tercümede ilâve olunduğu gibi, müverrihin bâzı rakamları incelenerek baskı hatâsı olduğuna kanâat hâsıl olarak tashih edilmişse de, Hicrî ve Milâdî târihlerin tatbiki için okuyuculara bir kolaylık olmak üzere, 601 hicrî senesinden ikinci cildin vak'alarının sonuncusunu teşkil eden 857 senesine kadar —devletlû Gâzî Ahmed Muhtar Paşa Hazretlerinin Islâhü'tTakvîra'inden iktibâsen— aşağıdaki kısa cedvel tanzim olunmuştur (*). Hicrî 601 621 623/624 641 656/657 661 681 690/691 701 721 723/724 741 757/758 Milâdı 1204 1224 1226 1243 1258 1262 1282 1291 1301 1321 1323 1340 1356 Hicrî 761 781 790/791 801 821 824/825 857 Milâdî 1359 1379 1388 1398 1814 1421 1453 İki hicrî'ye mukabil bir milâdî yazılan hanelerde iki hicrî senenin başlangıcı bir milâdî senede dâhil demek olur. Ancak bu misillü muhtasar cedvellerden bulunacak milâdî senelerde —sene başlarından denkgelmeme-sinden dolayı— bir sene yanlışlık olabilir. Üçüncü cildin vekâyii daha çok ve seneleri daha muayyen olduğundan, bu cilt için her hicrî senenin baş(*) Milâdî tarz yeni takvimin kullanılış târihi olan 1583 senesine kadar olan târihler bittabi eski tarz üzeredir. 284 HAMMER langıcı milâdî senenin hangi ay ve gününe de tesadüf ettiği bilinmek üzere, aşağıdaki cedvel tanzim edildi: 856 857 858 859 860 861 862 863 864 865 866 867 868 869 870 871 23 12 1 22 11 29 19 8 28 17 6 26 15 3 24 13 Kânunısânî » » Kânunıevvel » Teşrinisani » Teşrinievvel » » Eylül » » Ağustos » 1452 1453 1454 1454 1455 1456 1457 1458 1459 1460 1461 1462 1463 1464 1465 1466 872 873 874 875 876 877 878 879 880 881 882 883 884 885 886 887 2 22 11 30 20 8 29 18 8 26 15 4 25 13 2 20 Ağustos Temmuz Temmuz Haziran Haziran » Mayıs » Nisan » » Mart » » Şubat 1467 1468 1469 1470 1471 1472 1473 1474 1475 1476 1477 1478 1479 1480 1481 1482 Her hicrî senenin gurre-i muharremi, hizasındaki gün ve ay ve milâdî seneye tesadüf etmektedir. Her hicrî senenin günlerinin hangi milâdî senenin kaçıncı ayının kaçıncı gününe isabet ettiğini hesâb için en yeni ve en mükemmel cedvel Islâhü't-Takvîm'dir. Bundan sonraki cildler için de —Ce-nâb-ı Hak murâd etmişse— böyle cedveller yapılacaktır. KOSOVA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ Kosova muharebesine 791 Şa'bânının ondördüncü pazartesi günü hazırlanılıp ertesi gün muharebe vuku bulduğunun Hudüvendigâr-i Şehîd nâmına muharebe meydanından yazılan fermân-i hümâyûnda münderic olduğu, birinci cildin Mütereim'in İlâveleri kısmında yazılmıştı. Mezkûr cildin neşrinden sonra Arnavudluk'a seyyahât-i şâhâne (Pâdişâhın seyya-hati) münâsebetiyle Kosova muharebesinden bahsolunduğu sırada, bâzı evrak-i havadis muharebenin vuku târihi bakımından tereddüdâmîz mülâhazalarda bulunmasına ve ahiren Kosova, Niğbolu, Ankara, Varna muharebelerinin plânlan bu târihin kar'ilerine tevzi' edilmesine mebnî diğer muharebelerin târihleri tedkîk edileceği gibi Kosova muharebesi tâ-, rihi hakkında dahî aşağıdaki tafsilâtın verilmesine ibtidâr olunur: «Sene ehadî ve tes'în ve seba' mi'e (791) şa'bânmun on dördi vâki' olan düşenbe (pazartesi) günü Kos ova sahrasında... sufûf-i kattâl müheyya kılınup ol gice subha kadar her kes uyanık bulınarak irtesi gün farîza-i subhdan sonra emr-i ta'biye icra kılındığı» fermân-ı mezkûrde mu- OSMANLI TARİHÎ 285 harrer ve ferman evâsıt-i şehr-i şa'bâni'l-mu'azzam 791 târîhiyile müver-rehdür. Vak'a-i şehâdeti mutazammm Yıldırım Bâyezid'in fermanı dahî kezalik o târihi hâvidir. (Feridun Beğ Münşeatı, İstanbul baskısı, c. 1, s. 112-114). 791 Muharrem'inin ibtidâsı perşembeye ve Şa'bân'ın başı pazartesine tesadüf ettiğinden, 14'ü pazar olacaktı. Ancak tekmil sülüseyn ve rü'yet hesabının bir gün te'hîri pek çok vâkı'dir. Şu halde takvim hesabıyla 16 Şa'bân 791 olacaktır. Çünkü günün, yâni muharebeden bir gün evvelki günün düşenbe: pazartesi denilmesinde yanlışlık olamaz. Mezkûr târihin milâdîyesi hesabına gelince: 791 Muharrem'inin başı 1388 Kânun-i evvel'-inin 31'inci gününde vâki' olduğundan, Şa'bân'ın 16'ıncı salı günü 1389 Ağustosunun 10'uncu gününe isabet eder ki, Ağustos'un başı pazar olduğundan 10'u salı'ya tesadüf edeceği cihetle, şu hesabın sıhhati bununla da anlaşılır. Demek olur ki eski vesikalarımız mucibince Kosova muharebesinin vuku târihi şudur: 15 (Takvim hesabı 16) Şa'bân 791 = 10 Ağustos 1389 salı günü. Hammer, Sırblılar'ın rivayetlerine ve târihlerine göre 15 Haziran 1389 olduğunu ve yalnız Sa'dü'd-dîn, Sultân I. Murad'ın vefatını 27 Ağustos gösterdiğini yazar (Hammer tercümesi cild: 1). Bu hususda Sırplılar'a mı inanalım, bizim vesikalara mı? Bizim vesikalar elbette daha tercihe şayan görünür. Husûsiyle ki ordudan Sultân Murâd nâmına, fermanı yazan zât pek hüner sahibi bir münşidir ki, Pâdişah'ın şehâdetini gayet üstâ-dâne imâ etmiştir, (bk. 1. cild). Şu suretçe Sırplılar’ın gösterdiği târih, muharebeye azimet zamanı olabilir. (Hazîran'ın 15'i de Salı'ya tesadüf ediyordu; herhalde harbin bir salı günü olmuş olması asla şüphe götürmez.) 27 Ağustos târihine gelince: Hoca Sa'dü'd-dîn, Sultân Murâd «irtihâl it-dükde» 792 Ramazan'ın dördüncü günü Yıldırım’ın cülus ettiğini ve muhariplere ihsanlar ederek Edirne'ye azîmet ile «bir yevm-i mes'ûdda Edirne tahtına yümn ü se'ûd ile su'ûd» eylediğini yazıyor. Hammer'in 27 Ağustos dediği, bu târih olacaktır. Hâlbuki Hoca’nın 792 («isneyn ve tes'în ve seba' mi'e») demesi mutlaka yanlıştır. Muharebeyi Kâtib Çelebî dahî 791'-de zabt eylediği gibi, bütün rivayetler ve vak'alar 791 hesabına göredir. Bu yanlışlıktan sarf-ı nazar ile 791 Ramazan'ının 4'ü alınırsa, bizim he-sâbımızca Ağustos'un 28'ine gelir. Fakat Hoca'nın gösterdiği târih esasen Sultân Murad'ın şehâdeti târihi değildir, Edirne tahtına cülus târihi olması muhtemeldir. Şu ihtimâl, vesikalarla Hoca arasındaki ihtilâfı ortadan kaldırır. NİĞBOLU MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ Yıldırım Bâyezid'in Niğbolu muharebesinde muzafferiyetine dâir Osmanlı memleketlerine yazılmış bulunan evâsıt-ı safer 798 tarihli fetih- 065^ 286 HAMMER 1916 nâmesinde (Feridun, c. 1, s. 120-122) «Sene semân ve tes'în ve seba' mi'e saferinün on biri olan cum'a güninde tarafeynden sufûf» bağlandığı beyân ve vuku bulan muharebenin tafsilâtı etyân olunmuştur. Lâkin takvim hesabiyle cumaya tesadüf eden, Safer'in onbiri değil, onikisidir. İşbu bir gün fark — yukarıda yazıldığı üzere— takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rü'yet ihtilâfından doğmuş olabilir. Binâenaleyh muharebenin takvim hesabiyle vukuu târihi 12 Safer 798 cuma günü olmak lâzım gelir. Bu târihin milâdîyesi 1395 senesi Teşrîn-i sânîsinin 26'sıdır. Teşrîn-i sânî başı Pazartesi günü olduğundan 26'sı cumaya tesadüf eder ve hesabın sıhhati te'yîd edilmiş olur. Hammer ise (Tercüme, c. 1), bu muharebe için bir Avrupa vekayi-nâmesinde 25 Eylül, Bonfinius'da 29, Fransızlar tarafından 28 gösterildiğini beyân etmiştir. Plan da 28 târihini ihtiyar ediyordu. Engel'in muharebe gününü Salı göstermesine (c. l'e bk.) ve salı'nın 28'e tesadüf etmiş bulunmasına nazaran, ihtiyarın ve tercihin sebebi bu olması lâzım gelir. Fetih-nâmede gösterilen Arabî târihin milâdîsiyle, Hammer'in gösterdiği târihleri uydurmak kaabil değildir. Bu hâlde, yine hangisini mu'te-ber tutmak lâzım geleceği mes'elesi karşımıza çıkar. Madem ki fetih-nâ-me'nin târihi evâsıt-i safer 798 olmakla beraber, yukarıda yazıldığı gibi vuku bulduğu gün 11 Safer olmak üzere, içinde dere edilmiştir. Ve böyle bir galebe-i azîmenin derhâl ilânı da emr-i tabiî olarak aylarca te'hî-rine imkân yoktur, bu vesikanın mu'teber olması tabiîdir. Bir de eğer 24, 28, 29 Eylül târihlerinden biri alınsa muharebe 797 Zi'lhicce'sinde ve bayram günlerinde olmak lâzım gelirdi. Fetih-nâme'nin mukaddimesinde «geçen sene» Kostantiniyye üzerine varıldığı yazılı olarak, muharebenin 798'de vukâu bu ifâde ile de te'yîd edilmiştir. Bununla beraber eğer muharebe bayramda olsaydı, fetih-nâme'de mutlaka buna dâir bir işaret olurdu. Yazılan bu tafsilâttan sonra Niğbolu muharebesinin —Hammer'in Avrupa müverrihlerinden aldığı rivayetler gibi— 24; 28, 29 Eylül târihlerinden hiç birinde değil, 11 (takvim hesabına göre 12) Safer 798, 26 Teşrîn-i sânî 1395, Cuma olduğunu ifâde edebiliriz. ANKARA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ Ankara Muharebesinin vukuu târihini en ziyâde tâyîn eden Arab-şâh'-dır ki, onun ne dediğini 2. cildde yazmıştık. Tabiîdir ki, aldanılması en az muhtemel olan «erba'a» yâni «çarşamba» tasrîhidir. Hâlbuki 804 Zi'l-hicce'si takvim hesabiyle pazar'dan başlar. Bu ayın çarşambaları 4, 11, 18, 25 târihlerine isabet eder; evvelce yazıldığı üzere tekmîl-i sülüseyn ve re'yet ile takvim arasında bir gün ih- OSMANLI TARİHİ 287 tilâf olabilir ve bittabi tekmil ve rü'yet hesabı te'hir eder. Şu hâlde tekmil ve rü'yet hesabiyle 17 târihi çarşambaya düşer; Arabşâh'ın türkçe muhtasar tercümesinde 17 Zi'l-hicce denildiğini de, ikinci cildde göstermiştik. Vâkıâ bizdeki nüshaya ve müverrihin nakline itimâden tercümede yanlışlık olacağı beyân edilmiş ise de, tercümeye esas ittihaz edilen nüsha matbûundan daha doğru olmak muhtemeldir. Bu târih, yâni tekmil ve rü'yet hesâbınca 17, Takvim hesâbınca 18 Zi'l-hicce 1402 Temmuzunun 19'una isabet eder, 19 Temmuz çarşamba olacağı hesap yoluyla görülmüş olduğundan (Çünkü 1402 Kânun-i sânî'sinin başı pazar ve Temmuz'un başı cumartesi'dir), bu da hesabın sıhhatini te'yîd eder. Arabşâh'ın «sâ-min aşerî» kelimelerinden «yâ» (î) tertîb hatası olacağı gibi, Arab müverrihinin milâdî takvimde bir gün aldandığı farz olunursa 19 Temmuz târihi çıkar. Yazılmış olan tafsilâta göre mütercimin en muhtemel gördüğü târih: 17 (takvim hesabiyle 18) Zi'l-hicce 804, 19 Temmuz 1402 Çarşamba'dır. VARNA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ Sa'dü'd-dîn'in muharebe gününü 848 Receb'inin 9'uncu salı günü gösterdiğini yazmıştık (Tercüme'nin 2. cildine bk.) Hoca'nın ibaresi aynen şudur: «Bu gazâ-yi sürûr-efzâ sene semâne ve erba'în ve semâne mi'e recebimin tokuzmda yevm-i selâsede vuku bulup...» Hammer Sen Marten Yortusundan bir gün evvel tarafların askerlerinin harb safı üzere dizildiğini beyân ve muharebe için 10 Teşrîn'i sânî 1444 târihini göstermiştir. 848 Receb'i çarşamba ile başladığından 9'u perşembeye isabet eder, binâenaleyh «salı», ne takvim hesabına, ne tekmil ve rü'yet hesabına uyar. Bundan vazgeçerek, Receb'in 9'u 1444 Teşrîn-i evvelinin 22'sine gelir ve Hammer'in târihine tevâfuk etmez. Lâkin Hıristiyanlar, Sen-Marten Yortusu'nda aldanamazlardı. Sen Marten İmparator Konstans'ın alaylarından birinde bir askerdir ki, azizler sırasına dâhil edilmiş ve yortusu 10 Teşrîn-i Sânî'ye tesadüf ettirilmiştir. Ehl-i Sa-lîb, muharebenin bu askerden olan azîz'in gününe tesadüf etmesiyle pek memnun olmuş olacaktı. 10 Teşrîn-i Sânî târihini alırsak «Recebin dokuzu», «Recebin yirmidokuzu» olacağı hatıra gelir; lâkin 29 Receb 848 çarşamba gününe düşer; muharebe salı günü olacaktır. Çünkü Hoca «salı» dediği gibi, Hammer'in gösterdiği 10 Teşrîn-i Sânî 1445 gününün salı olduğu hesab yoluyla anlaşılır. Şu halde Hoca'nın salı kelimesini ve Hammer'in rivayetini esas kabul edersek şu târih çıkar: 28 Receb 848, 10 Teşrîn-i Sânî 1444, Salı. Sultân Mehmed'in Varna muzafferiyetine dâir Şâhruh Mîrzâ'ya mektubu (Feridun, İstanbul matbuu, c. 1, s. 214-215) 848 Ramazan'ının evâ- 288 HAMME R hırı târihiyle müverrehdir, muharebe gününü göstermez; fakat mektubun târihi, muharebe zamanına tekarrüb ederse, ihtimâle de o kadar tekarrüb eder. İSTANBUL'UN FETHİ TARİHİ Fâtih tarafından Hoca Kerimî inşâsiyle îran Şâhı Cihân-şâh Mîrzâ'-ya gönderilen farsça fetih-nâmede (Feridun, İstanbul basımı, c. 1, s. 238-241) 857 baharının başlarına tesadüf eden 12 Rebî'ü'l-evvel cuma günü Edirne'den hareket olunduğu, Rebîü'l-evvel'in 26'ıncı cuma günü Kostan-tiniyye'nin muhasara altına alındığı, ellidört gün gece gündüz muharebeden sonra cümâdi'l-ulâ’nın 20'inci salı günü şehrin fethedildiği münde-riçtir. Bu hesabın sıhhatinde hiç şüphe yoktur, çünkü: Evvelâ 857 Muharreminin birinci günü cuma ve Rebî'ü'l-evvelinin birinci günü pazartesi'ye tesadüf ettiğinden, Rebrü'l-evvel'in 12'si cuma'-dır. İkinci olarak, Rebî'ü'l-evvel'in 26'sı da tabiatiyle cuma'dır (Edirne'den ordunun bâ-husûs gayet cesîm toplarla İstanbul'a gelebilmesi ve mevkiini tutması için iki hafta geçmesi tabiîdir). Üçüncü olarak, cümâdi'l-ulâ'nın ilk günü perşembe olduğundan 20'si salı'ya tesadüf eder. Dördüncüsü, 26 Rebî'ü'l-evvel cuma ile 20 Cümâdi'l-ulâ salı arasında başlangıç ve bitiş dâhîl olmak üzere tam ellidört gün vardır. «Elli dört gün muharebeden sonra» demek de başlangıç ve bitişin dâhil olduğunu gösterir; zîrâ muharebenin başladığı ve şehrin alındığı günlerde dahî elbette muharebe edilmişti. Bu târihlerin milâdî hesabına gelince: 20 cümâde'l-ulâ 857, 29 Mayıs 1453 târihine tesadüf eder. 1453 sene-i basîtesi pazartesi ile başladığından, Mayıs'ın başı ve 29'u da salıdır. 26 Rebî'ü'l-evvel 857, 6 Nisan 1453 cuma'ya düşer. 12 Rebî'ü'l-evvel 857, 23 Mart 1453 cuma'ya tesadüf eder. Hoca Ke-rîmî'nin «evvel-bahar» demesi nevruz değil, baharın evveli, yâni başları demek olacağı anlaşılır. Fethin dördüncü cuma günü —ki Ayasofya'da Fâtih Sultân Mehmed nâmına ilk hutbenin okunduğu gündür— bittabi Dukas'ın dediği gibi 31 Mayıs'a değil, Franzes'in dediği gibi 1 Hazîran'a tesadüf eder. Vesîka ve hesaba müstenid tetkiklerden sonra, birbirini tutmayan sözlerin ve bunlara nazaran Hammer'in mütalâa ve tenkitlerinin (Elinizdeki cild, Müverrihin Notlar ve Açıklamaları Onüçüncü Kitap, Not: l'e ve ayrıca 2. cildin Notlarına bkz.) hükmü kalmaz. Müverrih-i müdekkık Kâtîb Çelebî'de «857 Feth-i Kostantmiyye, der muntasıf rebî'ü'l-evvel, bâ pencâh ve yek rûz-i muhasara» denilmesi hakkında şu kadar söylemek kâfidir ki, muntasıf- OSMANLİ TARİHİ 289 rebz'ül-evvel ordunun Edirne'den hareketidir. Takvîmü't-Tevârîh'i îbrâhim Müteferrika tab' ederken cedvelleri bırakdığı gibi «havâmiş ve havâşîde olan» menhüvâtı gerçi kitaba almışsa da, anlaşılan bunlardan bâzılarını da düşürmüş veya yanlış almıştır. Takvîmü't-Tevârîh'in müteaddid nüshaları mukabele edilerek yeniden basılması arzu olunursa da, nefs-i kitâb ve bu arzu varak-ı mihri vefâ kabîlindendir. Molla Gürânî inşâsiyle «Azîz-i Mısr»a irsal olunan fetih-nâmede dahî Hoca Kerîmî'nin inşâsiyle tamamen muvafıktır. Şerîf-i Mekke'ye ola fetihnamede dahî târih 10 cümâde'l-ulâ' gösterilmiştir. Onüçüncü Kitap (M.î. 1) İstanbul'un fethinden birkaç gün sonra vezîr-i âzam İbrahim Paşa-zâde Halîl Paşa tevâbiiyle habs olunup kırkgün sonra kati olunarak, kendisine bağlı olanlar salıverildi. (Nuhbe'den telhis, s. 28). Mütercimin fikrine göre, Halîl Paşa’nın kabahati Sultân Murad'ın tekrar cülusu sırasında Fâtih hakkında muğfilâne muamele etmesidir. İhtimâl ki Paşa’nın bu hususta mesaîsi Sultân Mehmed'in pek genç olmasından dolayı, II. Murad'ın tekrar tahta çıkması hususunda düşündüğü faydaya dayanmaktadır; lâkin yeni pâdişâh artık kendisine emniyet edemiyor ve geçmişteki muameleyi unutamıyordu. Yoksa Bizanslılar'ın Paşa'ya balıklar içinde altın göndermesi efsâne kabilinden göründüğü gibi, No-taras’ın ihbarları da mevsuk addolunamaz. Osmanlı Devletinin en büyük rütbesini taşıyan Halîl Paşa’nın, canı dudağında olan Bizans hükümetine hâmî olmasına nasıl inanılabilir? Paşa’nın kendisi itham ediliyorsa, etrafı neden habs olundu? Fakat Fâtih yine nisbeten âdildir ki, bunları salıvermiştir. İdamının kırk gün sonraya bırakılması, Edirne'de halkın efkârının anlaşılması mütâlâasından neş'et etse gerektir. (M.î. 2) îstroviç yahut îstroviça Sa'dü'd-dîn'de —Neşrî gibi— Sivrice Hisar'dır (c. 2, s. 449). Hammer'in 34 no. lu dipnotunda Onul dediği kale Sa'dü'd-dîn'de (s. 449) Amûle Hisarı'dır. (M.î. 3) Çırpıcı, çuka vesâireyi basan san'at erbabı! «Çırpıcı Çayırı»nın ne demek olduğu bu mânâdan anlaşılır. «Savetiers» lügatine istinaden «kundura eskicileri» diye tercüme olunmuş ise de, ale'l-ıtlak ayakkabı îmâl edenler olmak lâzım gelir. (M.î. 4) Novoperdabi Sa'dü'd-dîn'de «Novaberda» imlâsıyle zabtedilmiş-tir, ve eskiden II. Murad tarafından ele geçirildiğinde «Feth-i Hammer Tarihi, C: II. E: 19 290 HAMME R Şedâd-ger-i hısn-i Novaberdera» unvân-i manzûmiyle vezne getirilmiştir. (M.Î. 5) Truva (Troie) Küçük Asya'nın kuzeybatısında bulunan ve şimdi Biga sancağından (Çanakkale ili mülhakatından) ibaret olan Truva kıt'asınm merkezi ve Truva devletinin başkenti. Sonraları, Beşyeke köyünün on km. doğusunda ve Kal'a-i Sultânîye'-nin 40 km. güneybatısında Hisarcık karyesinde (Eski İstanbul) Almanyalı Dr. Şeliman tarafından keşf olunmuştur. Kaamusü'l-Â'lâm, Ş. Sâmî. (M.î. 6) Ferecik kadısı dergâh-i pâdişâhîye gelerek «İpsala ve Fere halkı Aynozlılardan bîzâr kaldılar; üserâ onlara iltica ediyor; bedelini almadıkça geri virmiyorlar; Pâdişâhın hâssı olan tuzlaya da taarruz ediyorlar» yolunda şikâyet etti. «Çâresine bakaruz» cevabiyle îâde edildi. Müteakiben hâss Yûnus'u çağırup kendisi de berren Aynoz fethine gideceğini beyân ile Yûnus'un on parçaya (kadırga) azab doldurarak —mahall-i teveccühini kimseye haber virmeksizin— o tarafa gitmesini emr eyledi. «Yûnus Beğ hût-girdâr-i keştîye yûnus-var girüp Aynoza gitdi. Müteakiben Padişahın sancakları Aynozda görindi. Aynoz beği kal'ayı teslime mecbur oldı; Yûnus Beğ emr-i pâdişâhî ile giderek Taşoz'ı da aldı. Ba'zı târihlerün rivayetine göre Aynoz beği Semâdirek'e kaçdı; Aynoz'un teshirinden sonra Edirne'ye avdet-i hümâyûnda bir sâhibetü'l-cemâl kızını hedâyâ ile takdim ederek kendisine Zihne tîmarı virilmiş ise de yolda muhafızlarını iğfal ve îdâm ile «Frenk canibine» kaçdı. (Sa'dü'd-dîn'den telhis, c. 1, s. 451. Sa'dü'ddîn bu vekayî'nin târihini tâyin etmiyorsa da, ilk Sırbistan seferinin hitâmından ve Mahmûd Paşa'nın vezîr-i âzam-lık makamına tâyininden hemen sonra yazar. Hammer ise No-voberda, Midilli seferlerinden sonra gösterir. (M.İ. 7) Belgrad'da son muharebe günü için Hammer'in ihtiyar ettiği 22 Temmuz 1456 tarihi 18 Şa'bân 8600 hicrîtârihine tesadüf eder. Sâ'dü'd-dîn ve diğerleri ayn ve yıl tâyin etmiyorlarsa da, seferin sittin ve semâne mi'e (860) baharında başladığı Sa'dü'd-dîn'de dahî zikredilmiştir. Sa'dü'ddîn'in rivayetine göre Karaca Paşa Tuna'nın öte yakasına geçip de Belgrad ile Kral arasına hâil olmak üzere ruhsat istemişse de, paşanın bu mâhirâne tedbîri muhaliflerin itirazlarıyle reddedilerek doğrudan doğruya Belgrad üzerine hücum olunmuştur. Bu kötü hareketin neticesi ise Ka-raca'yı zâyî' etti. Son muharebe günü Fâtih, üzerine hücum eden «Ehrimen-peyker» düşmanın başına o kadar şiddetle kılıç vurmuştur ki, Sa'dü'd-dîn'in manzum tâbirine göre «Nây-i halkumine OSMANLI TARİHİ 291 dek oldı iki pâre seri!» (Nây-i halkum: Boğaz, gırtlak). Sa'dü'd-dön, Belgram muvaffakıyetsizliğini (İstanbul matbuu, c. 1., s. 454-460) tefsîl eder. (M.İ. 8) «Mücevvid ve hafızlar tertîl-i Kur'ân itdiler ve na't-i şerîf oku-dılar. Kıraat olınan âyât-i kerîmeye ve ulûm-i akliyyeye müteallik mebâhis cereyan itdi. Halviyâtdan her mollanun hissesi önine konılarak sonra hanelerine götürüldü.» Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1., s. 462. Fâtih, Belgrad muvaffakıyetsizliğinin ehemmiyeti olmadığını göstermek için tam bir ay süren bu düğüne i'ti-nâ ediyordu. Düğünde dahî ulemânın sohbetleriyle vakit geçirmesi Pâdişah’ın ilme ne kadar muhabbeti olduğunu gösterir. (M.İ. 9) İkinci gün meşâyîh davet olunarak zikr ve tevhîd olındı. «ke-limât-i zevkıyye ve musâhabât-i şevkıyyelerinden» pâdişâh mün-şirah oldı. (Sa'dü'd-dîn, kezâlik). (M.İ. 10) Üçüncü gün mülûk ve ümerâya ve sipâha ziyafet virilerek si-lâhşörler hünerler arz itdiler. At koşusı icra olınarak öndüller virildi; kemân-keşler na'ller ve pulad levhalar deldiler; tîz-en-dâzlar at koşar iken yüksek sırıklara dikilmiş altunlı maşraba-lara nişan alarak bunlar mükâfâten uranlara virildi. Dördünci gün fukara, erâmil, eytâm, umûm halk ıt'âm olındı. Düğün bir ay sürdi. Sonra iki şehzade mansıblarına gitdiler. Sa'dü'd-dîn'den telhîs, s. 462463. Sûr-i Hitân-i Bâyezîd, der Edirne, 861, Takvî-mü't-Tevârîh. Kâtib Çelebî 862'de «Zuhûr-i Yeni Dünyâ bi-mübâşeret-i Kolon (Kolomb)i Efrencî ez taraf-i İspaniye» diye kay d eder. (M.İ. 11) Metnin burasındaki «emlâk vergisi» «arazî vergisi» olacaktır. Çift başına iblâğ olunduğu mikdâr, Sa'dü'd-dîn'e nazaran 23 değil, 33'dür:» Resm-i çift yiğirmi iki iken 33 kılındı.» (M.İ. 12) Cem'in doğum târihi 27 Safer 864, cumaertesi gecesi. (M.İ. 13) Yunan'ın istiklâli, o vakit Avrupa'nın durumu yanlış takdir etmesi neticesidir. Lord Aberdinin 1854 târihinde parlamentoda verdiği nutukta hakikat i'tirâf olunmuştur. (Cevdet Târihi, c. 12, s. 285). İstiklâlin kazanılmasında Navarin dahî unutulmamalıdır. Maamafih bunlar mâzîye âid ve Osmanlılarca ahvâl-i haziranın kabulü tabiî olarak, istikbâle âid menfaatler ise Osmanlı devleti ile Yunan devletinin musâfât-i kâmilesinde ve hattâ ittifakm-dadır. Ondördüncü Kitap (M.î. 1)' «îşbu Koyunlu Hisar, Kara Hisar-i Şarkî sancağında olup el-hâleti-hâzihi Koyla Hisar (Kavile Hisar?) denilen mahal olarak 292 HAMME R o zamanlar livâ-i mezkûrun merkezi imiş.» Haber-i Sahih, Fâtih Devri, s. 78, haşiye. (M.İ. 2) Uzun Hasan «Validesi Sâra Hâtunı Çemişkezek hâkimi Kürd Şeyh Hasan ile mu'teber beğleriyle» gönderdi. Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 479. (Hammer Şeyh Hüseyin yazmıştı). Pâdişâhın Sara'ya «ana» dediği Sa'dü'd-dîn'in «mâder diyü hitâb buyurmağıla» sözünden dahî anlaşılır, s. 480. Haber-i Sahih «Şâh-ana» diyor, s. 182. Pâdişâhın Kürd beğine «baba» demesini türkçe me'hazlanmız-da göremedik. Sara, pâdişâh anası idi; Çemişkezek beği onun kadar hürmet bulamazdı. Sa'dü'd-dîn'in ifâdesine göre Sara Hâtûn ağlayarak pâdişâhı açındırıp sulhe imâle etmiştir; diğer taraftan Uzun Hasan «Mahmûd Paşa'ya dahî «nihânî darâat-nâme gönderüp istid'â-yi şefaat itmişidi.» Sa'dü'd-dîn, s. 479. (M.İ. 3) Fâtih ile Sara Hâtûnun konuşmaları: «— Şâh oğlum, Trabzon kal'ası bu kadar zahmete, kendimizi yormağa değer mi? Husûsiyle buralarda kaht var; askere zahire, hayvanata ulaf bulunamıyor...» «— şâh ana, elümüzdeki seyf-i İslâm ile dâima cihâda me'-mûruz. Zahmetsiz muzafferiyet olmaz; bu kadarcık yorgunluk bizi vazîfemüzden girü bırakmaz.» Haber-i Sahîhden telhis, 182-183. Sara Hâtun'un —alâka-i musâharet-i takarrübî ile (yâni Trabzon imparatorlarının Uzun Hasan ailesine kız vermelerinden dolayı)— kelâmı garaz-âlûd idi. Sa'dü'd-dîn 481. Hoca, Erzincan ile Trabzon arasında vâki' olup, pâdişâhın büyük zahmetle geçtiği dağı «Bulgar Dağı» diye isimlendiriyor ve «ne hutût-ı şiâ'iye-i rîsmânî ile rif'ati mikdârın ölçmek müyesser, ve ne rub'-i dâire ve usturlab ile almak mutasavverdür» diye tasvir ederek (buraya sâdece mealini aldığımız) şu beyitleri ilâve eder: «Akıl almayacak kadar dolambaçlı yollar! Alemin hâkimi ve kuş diline dahî vâkıf olan Süleyman Peygamber bile oradan geçmek için tercümana muhtâc olurdu. (Sara'ya telmîh'te bulunuyor). Kuv-ve-i vahime düşerek kalkarak kaçar; bu dağa gidersen kendini zayi etmiş olursun. Akıl ondan korkar ve titrer; bu dağdan haber vermek istersen aklını verirsin!» Anlaşılan, Zigana Dağı olacaktır. Altıyüz metre yüksekliğine kadar çam ormanları bulunur ki, gittikçe harâb olmasa ağlanacak ahvâldendir. 600 m.'nin geçildiği, çam ağaçlarının düz bir hat üzerinde tükenmiş olmasından anlaşılır. Zigana'nın yol üzerindeki en yüksek tepeleri 1200 m.'yi geçer. Şose varsa da ha-rabca ve meyli ziyâdedir. Kışın geçilemediği zamanlar olur. Mü- OSMANLI TARİHİ 293 tercim (M. Ata Bey) hayli zahmetle teşrîn-i sâni-i efrencînin 23'ünde geçmiştir. (1330 Hicrî'de). (M.î. 4) Trabzon İmparatoru ordu-yi hümâyûnda Sara Hâtun'dan müsâ-heret hasebiyle şefaat isteyerek, o da ricada bulunacak olmuşsa da, Fâtih sükût ile geçiştirdi. Sinop'taki donanma Trabzon önüne gelince İmparator' da tahammüle takat kalmadı. Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 481. (M.î. 5) Kapitülasyonların ilki bu olacaktır. (M.î. 6) îşbu «Onbinler» Şehzade Keyhusrev'in Kleark (Clearch) nâmında bir Ispartalı ma'rifetiyle Yunanistan'da serseri takımından yazdırdığı muavin kuvvetlerdir ki, İran üzerine sevk olundukları hâlde Ksenofon kumandasında ric'ate mecbur olmuşlardı. (M.î. 7) Kostantiniyye eski büyük sarayı, şehrin birinci tepesi üzerinde kâin idi. îşbu birinci tepe Atmeydanı, Sultân Ahmed, Ayasofya câmileriyle Topkapı sarayını içine alan mahaldir. Eski Saray'ın muhiti 300.000 m2 idi. Lâtince ve Fransızca «Triclinium» denilen meşhur dâiresinde İmparator, devlet büyüklerini kabul eder ve împaratoriçeler burada tâc giyerlerdi. İmparator'un sekiz köşeli (Octagone) salonu ile «Kiton»un «Triclinium» ile bağlantısı vardı. Ondokuz yataklı Triclinium denilen salonda dahî İmparator ve ondokuz davetlisi —Romalılar'da olduğu gibi— yataklarına uzanmış oldukları hâlde yemek yerlerdi. Saray «Oaton, Sigma, Monothyron, Pentacubilicum» nâmlarmdaki binalarla daha birçok eserleri içine alırdı. İşbu büyük saray, milâdî XII. asırdan ve belki daha önceden beri harâb olmuş ve Osmanlılar ondan eser bulmamışlardır. Bizans İmparatorları eski Büyük Saray'ın tezyinat ve enkazının ekserisini Bukaleon (Boucouleon) ve Bla-kern (Blaquernes) saraylarında kullanmışlardır. Tafsilât almak isteyenlere —bu zeyle me'haz olan— Anjelo Zanetti (Angelo Za-notti)'nin Autour des mures de Constantinople (İstanbul Surları Etrafında), Paris, 1911, adlı eseri tavsiye olunur. Buna dâir Avrupa lisanlarındaki eski eserlerden ve bilhassa Dr. Mordtmann’ın kitabından dahî mezkûr eserde istifâde edilmiştir. Zanotti'nin eseri adı geçen müelliflerin eserlerinde ve mahallerinde tedkî-kat için rehber ittihaz olunabilir. (M.î. 8) Burada bahis mevzuu olan Yeni Saray, Topkapı Saray-i Hümâ-yûnu'dur. Fâtih, Kostantiniyye'yi fethinde, şimdiki Harbiye Ne-zâreti'nin (bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Binası) bulunduğu mahalde bir saray binâ ettirmişti. Bunun «Eski Saray» nâmı zamanımıza kadar gelmiştir. İstanbul kalesinin «Topkapu» isminde olan iki kapısından biri Sarayburnu sahilinde ve diğeri kara 294 HAMME R tarafında idi. Osmanlıların ilk dâhil oldukları «Topkapı» kara tarafındakidir ki, hâlâ o isimle mevcuttur. Fâtih'in deniz tarafındaki kapının civarında sonraları inşâ ettirdiği Topkapı Sarayı, ötekinin «Eski Saray», «Sarây-i Atîk-i Amire» isimlerine mukabil, «Yeni Saray», «Sarây-i Cedîd-i Âmire» ismini almıştır. Bugün Hırka-i Saadet Dâiresi, Darbhâne, Müzehâne, birçok binalar bunun muhiti dâiresindedir. Ayasofya tarafındaki Bâb-i Hü-mâyûn'un, —ki alaylarda ve teşrifat merasimlerinde girilip çıkılan saltanat kapısıdır— üstünde bir dâire içinde hatt-ı müsennâ ile —yâni Mısır Çarşısı'nda görülen çifte vav gibi— aşağıdaki «Besmele» ve âyât-i kerîme yazılıdır: «Bismi'llahi'r-rahmâni'r-rahîm. İnne'l-müttakîyne fî - cennâ-tin ve uyun. Üdhulûhâ bi-selâmin âminîn. Ve ne-za'nâ mâ fî sü-dûrihim min gıllin ihvânen alâ sürürin mütekaabilîn. Lâ yemes-sühüm fîhâ nasabün ve mâhüm minhâ bi-muhrecîn.» (Sûretü'l-Hicr.) Bundan sonra dört satır görülüyor. Altında yine bir dâire içinde Sultân Mahmûd Hân-i Sânî'nin bir tuğrası ve tuğranın yukarıdaki keşideleri hizasında «Adlî 230» ve altında «Ketebe-hu Rakım» yazılıdır. (Saray hakkında tafsilât için TOEM'nda Abdurrahman Şeref Beğ'in makalelerine ve son zamanlarda çıkan neşriyata bakılmalıdır.) Onbeşinci Kitap (M.î. 1) Notlar ve Açıklamalar, Onsekizinci Kitap, Not: 24'de de yazıldığı gibi, Hammer'in Fâtih şehzade iken yazdığım söylediği bâzı muharrerât ilk saltanatı zamanındadır. Şehzade Sultân Mustafâ'ya yazılan berât, unvan ve üslûbuna nazaran Dîvân-i Hümâyûn kaleminden yazılmış olacak ise de, Fâtih'in emir ve ta'-rifiyle tastîr olunduğunda şüphe olamayacağı gibi, bâzı ibareleri Sultân II Mehmed'in lisanından sâdır olduğu veçhile, belki pâdişâhın kalemiyle yazılmış olabilir. (Fermanda dercedilen (nûr-i hadîka veya) «Nevr-hadîka» terkibindeki «nevr» (nûr) kelimesinin ağaç ve nebat çiçeği mânâsına olacağı —işbu tercümeyi nazar-i mütalâalarından imrâr buyurmaları bâis-i şeref olan— bir zât-i âlînin ihtarı üzerine, Terceme-i Kaamus'a müracaatla tahkik olunduğu, Onbeşinci Kitab'ın 16 numaralı dipnotunun bir fıkrasının tashîhen beyân olunur.) (M.İ. 2) «Rebî'ü'l-evvel'irı ondördi vâki' olan şenbe güni» aslından aynen alınmıştı. Hammer, bunun sah olmak iktizâ edeceğini beyân edi- OSMANLI TARİHÎ 295 yorsa da, Islâhü't-Takvîm'e nazaran 887 senesi —Hammer'in pazar demesine muhalif olarak— pazartesi ile başladığı ve Rebî'ü'l-evvel'in ilk günü perşenbeye tesadüf edeceği cihetle, Rebî'ü'l-evvel'in 14'ü çarşamba olur (takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rü'-yet ihtilâfı olmadığı halde). Şu hâlde «şenbe» kelimesinden «cihar» sukut etmiş olacaktır. 14 Rebî'ü'l-evvel 887: 19 Ağustos 1472 çarşamba. (M.İ. 3) Uzun Hasan’ın bu mektubu —ki Hammer Fâtih'e değil, Karaman oğlu Mehmed Beğ'e yazıldığını beyân eder— Akkoyunlu Hükümdarının satvetinin derecesini göstermiştir. Mektubun son fıkraları, Karamanoğlu'na yazıldığını isbat eder. Unvanında «Ni-zâmü'd-devle Sultân Mehmed» denilmesinden maksad Karaman-oğlu olacaktır. (M.İ. 4) Onbeşinci Kitap, 51 no. lu dipnotta, ve Onsekizinci Kitap, Notlar ve Açıklamalar, Not: 24'de Fâtih'in ilk saltanatında olduğu açıklanmıştı. 51 no. İu dipnotta geçen «Cihânşâh'ın, hâl-i şebâbında...» ibaresinin doğrusu «Cihânşâh'ın Fâtihin hâl-i şebâbında...» olacaktır. (M.î. 5) Onsekizinci Kitap, Not: 24'deki 198 ve 199 numaralı mektuplar Şahruh'un oğlu Baysungur tarafmdandır. (M.î. 6) Fâtih'in Uzun Hasan'a mektubunun dahî «Şevvâl-i mübârekede... Fettâh-i zü'l-mennan destûriyile leşker-i mansûrum birle kal'a-i Karahisâr'un üzerine varırın» gibi ibareleri Pâdişâhın aynen sözleri veyâhud yazısı olacağı şüphesizdir. (M.î. 7)' Şehzade Cem'e Hüseyin Baykara'ya, Osmanlı memleketlerine Otlukbeli muzafferiyeti tebşîr-nâmeleri Feridun'un İstanbul basımından 276-279 sahîfelerinde münderiçtir. Onsekizinci kitaba âit 24 no. lu Not'da gösterilmiştir. Kastamoni Vâlîsi Şehzade Cem'e olan mektubda muzafferiyetin «ol mâh-i rebî’ın nısfından çehâr-şenbe güni» vuku bulduğu ve târih-i sâli «Ve yansu-reke Allâhu nasran azizen» âyeti ile târihlenmiş olduğu mezkûrdur. Rebî'ü'l-evvel'in son yarısının ilk çarşambası Onbeşinci Kitap, Not: 16'da yapılan hesaba muvafıktır ki, maksad bu olacağı Sa'dü'd-dîn'in ifâdesinden çıkarılabilir. Şehzadeye mektup Türkçe, Hüseyin Baykara'ya farsçadır. Lâkin Feridun'un «Memâlik-i Mahrûseye» dediği fetih-nâme dahî farsçaâır ki, bunun farsça olması emsaline muhaliftir. Bundan dolayı bu da diğer bir Asya hükümetine olmalıdır. (M.î. 8) Şehzade Sultân Mustafa Mahmûd Paşa'yı sevmezdi. Şehzadenin irtihâlinde Mahmûd Paşa, inzivâ-gâhmdan (şimdi Bulgaristan'da Uzunca-ova Hâsköyü ki havası gayet güzeldir; koleradan ma- 296 *- HAMME R sûn olmakla ma'rufdur. Fî'l-hakîka 82 kolerası o civara geldiği halde Hasköy'e girmemiştir. Mahmûd Paşa'nın orada dahî vakıfları vardı) ta'ziyye için İstanbul'a geldi. Hasımları yine ve-zîr-i âzam olmasından korkuyorlardı. Şehzade ile husûmetini, Paşa'nın şimdi sevindiğini söylediler. Hanesine gönderilen bir casus, Mahmûd Paşa'nın satranç oynamakta olduğunu haber verdi. Onyedi gün Yedikule'de habs olunduktan sonra (Metnin dipnotunda işaret olunduğu veçhile) 879 Rebî'ü'l- âhirinin 3'ünde idâm olundu. Nâmına yazılmış kitaplar, hasenat ve hayratı, ezcümle, «Mahmûd Paşa Cami ve Medresesi» maârifperverliğine, ulüvv-i himmetine delildir. Kendisi de ashâb-i maârifdendir. Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1, s. 553. Vefatına söylenilen (Târîh-i Tayyâr-zâde, c. 2, s. 8) târih, asrın hürriyet fikirlerine delildir: (878). NOT: «Târih-i bidâ» terkibinden «Bir târih zuhur itdi» mânâ-siyle — uzak bir ihtimâl ise de— ta’ıniye muhtemeldir, bu takdirde 879 olur. Onaltıncı Kitap (Mİ. 1) «Üsküdar», «İsgûdâr», «Eskidâr» şekillerinde olmak üzere üç türlü okunabilirse de, meşhuru «Üsküdar» dır. Kâf-i fârisî ile, yâni İsgüdâr olursa, menzil-hâne'ye derler, menzil atına dahî derler, ve her merhalede birbirine elden ele ulaştırılması sür'ati icâbet-tiren pâdişâh hükümleri vesâir mektupları ulaştırmak için vaz* ve tâyin olunan piyadelere ve ulaklara dahî derler. Ve ulakların mektup koydukları keseye, haritaya dahî denir. Türkçeden çö-rezin (çevrezen) tâbir ederler. (Burhân-i Kaati', Bulak basımı, 1268). Harita, içine kâğıd konulacak zarftır. Çevrezen, bunun harita mânasında tercümesi olmalıdır. (M.İ. 2) 27 Temmuz 1478: 26 Rebî'ü'l-âhir 883. Onyedinci Kitap (M.İ. 1) «Ko disünler Şâh Budağın bağı var» darb-i meseli, işbu Budak Beğ'den kalmış olsa gerekdir. «Bağ» kelimesinden dolayı «dağ» ve «şâh» da tevriye'yi mutazammmdır. Anlaşılan, Şâh Budağın Maraş'daki bağı pek de güzel bir bahçe değildi. Darb-ı mesel, «Şâh Budağın bağı var diyecekler ya! Bu kadarı kâfî» mânâsından söylenir. «Çığır Ka-racaoğlan çığır, / Taş yerinde ağır» darb-i meselindeki Türkmen şâir-i bülend-sadâsı da Maraş taraflarından olsa gerektir. Zülkadiriyyeliler'e, Maraş’ın ulemâsına, şuârâ- OSMANLI TARİHİ 297 sına, bahusus o taraflarca hâlâ lisânlarda dolaştığı anlaşılan Türkmen şâirlerine dâir malûmat toplanmasına Maraşlılar'dan birinin himmeti arzu olunur. (M.İ. 2) Fâtih'in altı lisan bilmesi uzak bir ihtimâl değildir. Huzurunda ulemâyı günlerce ilmî bahislerde sohbet ettirirdi. Bu bahsedilenler hep arabça olan ilmî ıstılahlarla ve ekseriyeti arapça yazılmış kitaplar ve te'lif eserler üzerine olduğundan, Fâtih'in yalnız arapça değil, ilmî İstılahlara da, ilimlere de vâkıf.bulunması lâzım gelir. Diğer taraftan Arabça ile beraber Farsça da bildiğine Türkçe şiirleriyle de istidlal olunabilir. Ma'rifet zevkinden hissedar olan babasının tekrar cülusunda uzun bir müddet Manisa'da münzevîyâne ömür geçiren bir şehzade, o zamanın en şöhretli birkaç lisânını daha neden öğrenmemiş olsun? Kendisine isnâd olunan ahvâlden Notaras’ın oğlu, Erico'nun kızı, Franzes'in oğlu mes'eleleri bîtaraf şehâdetlerden mahrum olduğundan Kostantiniyye Fâtihinin aleyhine — sadece Kostanti-niyyeyi fethetmiş olduğu için— uydurulan diğer efsâneler kabilinden sayılmak iktizâ eder. Husûsiyle Erico'nun kızı vak'ası hiç inanılacak birşey değildir. Bir Osmanlı Pâdişâhı'nın bir kıza nikâhsız yaklaşması, hakkında nefreti câlib olabilirdi; taaddüd-i zevcâta (çok karılı evliliğe) mesâğ olduğu cihetle, böyle bir şeye lüzum da yoktu. Erico'nun kızı ise Osmanlı Pâdişâhının zevcesi olmak şerefini niçin reddedecekti? Şehzade Ahmed'in süt emer bir yaşta mahv edilmesine, İbrâhîm ve Hâlîl Paşalar'la «âmân» dileğinin kabulünden sonra Bosna Kralı'nın idamına gelince: Bunlar ahlâk kaidelerine tevâfuk etmez; yalnız politikanın ahlâk demek olmaması noktasiyle beraber, aşağıdaki durumların dikkat nazarına alınması icâb eder: Şehzâde'nin Öldürülmesi —II. Mehmed'in pederine saltanatı terk için iğfal edilmiş olmasından hâsıl olmuş— bir emniyetsizlikten doğmuştur. Pâdişâh, kendisinden bir türlü emîn olamayan Halîl Paşa ile diğer kumandanların bu şehzadeyi kendi fikirlerine âlet ederek bir hâdise çıkaracaklarını düşünüyordu. Pederinin vefatı haberini alınca azimette koşması da bunu gösterir. Fâtih'in bir Hıristiyan prensesinden doğmuş olmasından dolayı çıkarıldığı anlaşılan şayialar da buna eklenmelidir. Halîl Paşa Fâtih'in teveccühünü kaybetmiş olduğu gibi, Mahmûd Paşa da, husûsiyle Bosna Kralı mes'elesinde Pâdişâh’ın arzusuna ve siyâsetinin gereklerine muhalif hareket etmiş idi. Osmanlı saltanatına, payitahtını Fâtih verdiği gibi, onun zamanına kadar hükümet idâresinin gayet basit bir halde bulunmasına ve memleketin eski hükümdarlarından birçoğunun hanedanları her fırsattan istifâde ile hak iddiasına *X HAMMER 298 B2D kalkışacak bir halde bırakılmasına nazaran, devletin asıl kurucusu — şümullü kanunî te'sisler ortaya koyan ve eski hanedanların kaldırılmasıyla mülkî vahdetini te’ınîn eden— Fâtih'tir. Bosna Kralı da bu siyâset muktezâsıyle idâm edilmiştir. O zamanın hükmüne göre Bosna Kralı başka bir tarafta daha iyi bir muamele mi görecekti?... Endelüs hâileleri o vakitler olunuyordu. (Kanun-i Mehmedî'nin türkçe nüshası henüz elde değildir. (TOEM. İlâveleri, 1943'de neşredilmiştir. Hazırlayan) Şehzadelerin eyâlete çıkarılması kaidesi —ki Fâtih'ten sonra haylî zaman bakî idi— mer'î oldukça cülûsda kardeşlerin idamından büyük mahzurlar çıkacağından, Fâtih'in bunu kaide ittihaz etmesi uzak ihtimâl değildir. Sultânların erkek çocuklarının öldürülmesi rivayeti Tâıih-i Cevdet'de tenkîd olunmuştur.) Onsekizinci Kitap (M.İ. 1) Hadîs-i şerîf «Kostantiniyye elbette ve elbette fetholunacaktır. Onun emîri ne güzel emîr ve o asker ne güzel askerdir» meâlin-dedir. îşbu hadîs-i şerîf İmâm Süyûtî'nin Câmi'-i Sağîr'inde, îmam Ahmed'in Müsned'nden, ve Hâkim'in Müstedrik'inden nakl olunmuştur. Bişr-i Ganevî (R.A.) Fahr-i Âlem'e îsâl eder. Feth-i Kostantiniyye, îmâmzâde Es'ad Efendi, İstanbul basımı, 1285. (Diğer hadîsler, «Azîz-i Mısr'a» ve «İran Şahına» yazılan fetihnamelerin metinlerindedir.) (M.î. 2) Müderrislerin şimdiki derece-i i'tibârîsinde «İbtidâ-yi Altmışlı», «Hareket-i Altmışlı» tabirleri, bunların vaktiyle yevmî altmış akçe vazife almalarından kaldığı anlaşılır. (M.î. 3) Fâtih'in ilmî terakkilere vukuf ve himmeti ve o zaman Asya'-daki maârifperver hükümdarlarla münâsebeti ma'lûm ise de, bunlarla muharebe evrak-i mevcudesi —mukaddema beyân olunduğu üzere— hep ilk saltanatı zamanında olup, cülusundan evvel değildir. (M.î. 4) Ak-Şemsü'd-dîn-zâde Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf ve Züleyhâ'sı mânâ itibariyle Câmî'nin eserine tercih olunabilir. Şu kadar ki, Câmî'nin eseri farsçanm tekemmülünden sonraya tesadüf etmiş olduğu halde, Hamdî'nin zamanında Osmanlı lisanı henüz takarrür etmemişti. Binâenaleyh şivesi bize bâzan garîb görünür. Hamdullah Hamdı, Yûsuf ve Züleyhâ'yı yazıp satar, onunla geçinirdi, tesadüf edilen yazma nüshalar nâzımın hattıyle zuhur etmek ihtimâli vardır. îktitâf, tab-i nevîn, kısım: 1, bir na't-i şerîf alınmıştır. OSMANLI TARİHİ 299 Ondokuzuncu Kitap (M.İ. 1) Münşeât-i Feridun'da (İstanbul basımı, c. 1, s. 284-287) Şehzade Cem'in Sultân Bâyezîd'e iki mektubu ve Pâdişâh'ın iki cevâbı münderiçtir. Birinci mektupta Şehzade, Büyük kardeşinden atıfet dilemektedir. Mektup farsçadır, bunun türkçe cevâbının meali şudur: «Adamınız ile mektup göndermişsiniz. Daha önce gönderdiğimiz mektuba münâsip bir cevab verilmeyip, memleket istid'a olunmuştu. Evvelce bildirildiği üzere bu mümkün değildir. Bir mahalde feragati ihtiyar ediniz. Elbette sizi ecnebilere muhtâc etmeyiz. Bu surete razı iseniz bir adam gönderiniz.» Bu mektupların târihi yoksa da, Şehzâde'nin Mısır taraflarında veyâhud mağlûbiyetden sonra henüz meâlik-i Osmâniy-yede iken yazdığı cevâbdan anlaşılır. Çünkü ikinci muharebeden de açıkça anlaşılmış olacağı üzere, sonraları «ihtiyar-i feragat» edebilmesi kaabil değil idi. Şehzâde'nin ikinci mektubunda —ki Rodos'tan gönderildiği Münşeât'da işaret olunmuştur— yine yardım talebinde bulunulmuş ve cevâbında eğer kendisini «Efrenc elinden tahlîs edebilecek olursa» evvelce tâyin olunan yıllığın gönderileceği bildirilmiştir. Mektub ve cevâbı farsçadır. (M.İ. 2) Blanşefor, Sa'dü'd-dîn'de Rodos beğinin «akaribinden beğler be-ğisi olan Biyanke Fort» dur. Sa'dü'd-dîn Rodos beğine Mağal Mas-tori der ki, «Üstâd-i Âzam»ın rumcası Magalo Mastori'dir. (M.İ. 3)' Sa'dü'-dîn, Cem'in Papa ile mülakatını şu telhis veçhile yazar: (Papa) «murassa koronasm» başına koymuş, parmaklarına ağır yüzükler geçirmiş idi. Beğlerinin kimisi oturuyor, kimisi ayakta duruyordu. Fransa, İspanya, Portakal, Ceneviz, Venedik, Alman, Engürüs, Leh, Çeh, Rus elçileri hâzır idi. Sultân Cem maiy-yeti ile girdi; Papa görünce ayağa kalktı. Şehzâde'nin boynunu iki tarafından Öptü. Üç gün sonra yalnızca davet eyledi. Buralara gelmekten maksadını Şehzâde'den sordu. Cem «Ben Rûm-iline geçmek için Rodoslular'dan ahd almıştım, sözlerinde durmadılar; yedi yıldır beni habs ettiler» dedi. Papa, Şehzâde'nin valide ve evlâdına iştiyakından dolayı ağladığını görerek kendisi de ağladıktan sonra Cem'i Engürüs canibine gitmeğe teşvik ve muahharan Engürüs'den elçi gelmesi üzerine teşviki tekrîr etti. Şehzade «Ben Engürüs'e gitsem ulemâ-yi İslâm katlime fetva verirler. Dînimi Osman memleketi değil, cihan saltanatına vermem» dedi. Papa bu ısrar üzerine yüzünü çevirip kendi lisâ- 300 HAMME R nınca münasebetsiz sözler söyledi. Şehzade Frenkçe öğrenmişti; :;Size gelen daha ziyâde hakarete müstehaktır» dedi. Papa «Sizin hayrınıza dâir sözümüzü reddettiğiniz için bî-ihtiyâr sâdır oldu» diyerek i'tizâr eyledi. C. 2, s. 33-34. (Mİ. 4) Sa'dü'd-dîn'in rivayetine göre Rodoslular Cem'i ellerinden bırakmak istemediklerinden Fransa vükelâsına rüşvet vererek Şehzâde'nin istenilmesine mâni olurlar imiş. Fransa Kralı Cem'i görmek istedikçe «Sizinle görüşmek istemez» cevâbı verildiği gibi, Şehzâde'ye dahî «Fransa Kralı memleketine Türk ayağı bastığına razı değil» denilir imiş. Fakat, Kral'ın Cem ile mülakat eden bir «kapudân»ı niçin Paris'e gelip de görmediğini Şehzâde'ye suâl etmesi üzerine Cem kendisine söylenilen sözleri nakletmiş. Şehzade Papa'nın kendisine verdiği iki yorgadan birini bu zâta, «ka-pudan»a hediye eylemiş. Fransa Kralı bu hayvanı görerek nereden aldığını sormasına binâen, kapudan Şehzâde'nin evsâfını haber vermiş... Fransa Kralı Şehzâde'ye gıyabında muhabbet etmekle beraber Osmanlı memleketlerine taaddî azminde bulunduğundan Roma'ya azimetle muharebesi, Şehzâde'yi ele geçirmek maksadından kaynaklanıyormuş, c. 1., s. 36, 37. («Kapudân», yâni kumandanlarından)1. (Mİ. 5) Sa'dü'd-dîn, Papa'nın Poliya beğini de zehirlediği hakkında Fransa Kralı'na bir haber verildiğini yazar. c. 1, s. 30. Görülüyor ki, Hoca Avrupa'nın ahvâl-i târihiyyesine de vâkıf idi. (Mİ. 6) Şehzade merhumun «Allahu yensuri's-sultân Cem!» diyen tûtîsi (papağanı) «Allahu yerhamü's-sultân Cem» diyerek bâb-i saadet erdi. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 50. Cem'in Avrupa'da bulunuşu Osmanlılar’ın hatt-i istilâsına azîm bir mania teşkil ettiği derkâr ise de, zehirlenerek öldürülmesinin o yolda tefsiri yakışmazdı. (Mİ. 7) Cem'in berberi Mustafa, Koca Mustafa Paşa'dır. Hadîkatü'l-Ce-vâmî', Koca Mustafa Paşa Câmi'i İstanbul'da iki ve ikisi de kiliseden çevirme olduğunu beyân ile, haylî tafsilât verdikten sonra bânîsi hakkında şu telhis olunan ma'lûmâtı veriyor (c. 1, s. 161-166): «Efrencîyü'l-asıldır. Devr-i Bâyezîd'de saray gulâmlarından iken baş tirâş etmekde mahareti olduğundan Şehzade Cem'in i'dâmına müteahhid olup alâ-rivâyetin kapucı-başı olduktan sonra «rûyini mûydan ârî iderek hey'et-i efrencî» üzere daramaya (Romaya olacak) gitdi ve Şehzâde'nin hizmetine girdi. Lisân-i Efrenc'e dahî vâkıf idi. Az müddetde ser-terâşüik hizmetine nail OSMANLI TARİHİ 301 olarak şehzâde'yi zehirli ustura ile tirâş etti. Müteakiben kaçıp İstanbul'a geldi. İhbâr-i hâl itdiği sırada Şehzâde'nin vefatı haberi de Efrenc tarafından vâsıl oldu. Sonra Rûm-ili eyâletine, daha sonra vezîr-i âzamhğa tâyin olundu. Cülûs-i Selîm Hânî'de Şehzade Ahmed'i iltizâm etmiş bulunduğu için cinâyet-i sabıkası da buna munzam olarak Bursa'da i'dâm olundu. Mezarı Bur-sa'da Mevlevî-hâne mukabilindedir.» Meşhur olan Koca Mustafa Paşa Câmi'inde Şeyhu'l-İslâm Efdâl-zâde Seyyid Hamîdü'd-dîn Efendi'nin târihinde «Mustafâ, zü'l-menâkıbil-â'lâ» denilmekle gâliben —irâde-i müfâd-i ma'kûs tarikiyle— Şehzade Cem'in berberliğine işaret edilmiş olsa gerektir. (M.İ. 8) Cem'in Fransa hakkındaki nazmı Duk Dö Savua ile görüşdüğü zamanın ahvâlini musavver: «Câm-ı Cem nûş eyle, ey Cem, bu Frengistân'dur Her kulun başına yazılan gelir, devrândür.» matla'ındaki kasidesi olacaktır. Haber-i Sahîh'in «Sergüzeşt-i Cem» kısmında dahî dercedilmiştir. Pek meşhur olduğu için nakline hacet görülmedi. Notlar ve Açıklamalar'a Mütercimin İlâveleri (M.İ. 1) (14. Kitap, Not: 20): Sultân Mehmed'ın insanları ikiye biçmekten mütelezziz olduğu hakkındaki rivayetten Kont Daro şüphe ettiği gibi, biz de bunu külliyen reddederiz. Sefer ve hazarda ulemânın mübâhaseleri ile mahzûz olan bir pâdişâh bu türlü vahşetlerin temaşasına tahammül edemez. Bu hususta Hammer'in belirsiz bir muharriri (Autore incerto) şâhid göstermesi garîb ve iddianın aksini te'yîd eder. Fâtih'in böyle insanları ikiye bölmek merakı Belgrad muharebesinde üzerine yürüyen bir hasmın başını darbe-i tîğ-i hayderâne ile boğazına kadar iki parça etmiş olmasından münteşir olsa gerektir. (M.İ. 2) (15. Kitap, Not: 3): Kara-Koyunlu ailesi reisinin, yâni Cihânşâh'ın Fâtih'e mektubunda Uzun Hasan «Hasan Akkoyunlu» kısa tabiriyle yâd olunduğu gibi, zahir ve bâtını birbirine uymaz, ahd ü misâkını nakz eder olmasından şikâyet olunmuştu. (M.İ. 3) (15. Kitap, Not: 8): Fâtih'in rüyası hakkında Sa'dü'd-dîn'in özet olarak ifadesi şudur: Uzun Hasan güreşçi kıyafetiyle görünmüş. Pâdişâh da soyunup güreşçi rubası giymiş. Güreşmeye başlamışlar. Uzun Hasan Fâtih'i diz üstüne düşürmüş. Pâdişâh ise tırnakla- 302 HAMME R rıyla Uzun Hasan’ın ciğerini çıkarıp bir parçasını kopararak yere atmış. Fazilet sahiplerinden biri galebenin nihayet Osmanlılarda kalacağını ta'bîr ile beraber, kendisi Kur'ân'dan «Yansu-reke Allahu nasran azîza» âyet-i kerîmesi zuhur ettiğini, âyet-i kerîmenin 878 târihini gösterdiğini, ve «kâf-ı hitâb» Hazret-i Pey-gamber'e işaret olup, nâm-ı pâdişâhî dahî «Muhammed» olmağ-la nusratm bu tarafta olacağına delâlet eylediğini söylemiştir. Hâs Murad’ın düştüğü ve yanındaki ümerâya Türkmenlerin üş-düğü haberi üzerine, Pâdişâh bu sükût-ı cüz'îyi rüyanın ilk kısmının ta'bîrine hamlederek, kendini teselli etmiş ve fî'l-hakîka sonraki muharebede Hasan’ın ciğer köşesi olan oğlu Zeynel maktul olmuştur. Ak-Şemseddîn'in Mahmûd Paşa'ya iki mektubundan (Ferîdûn, c. 1, 273-275) birincisinin meali şudur: 20 Zilhicce gecesi âlem-i menâmda Bursa'daki Seyyîd Buhârî türbesini defalarca ziyaret eylemiş ve sâdâttan hâzır bulunan bir zât AkŞemseddîn'in türbede bulunmadığı bir zaman kabir yarılarak Seyyîd Buhârî'nin zuhur eylediğini ve kendisi Hazret-i Peygamberden istifsarı üzerine galebenin bu tarafta kalacağına dâir tebşir aldığını söylemiş. Sâlihlerden biri dahî rüyasında Hazret-i Peygamber'e telâki etmiş; sağ tarafta Ebû Bekr ve Ömer, sol tarafında Alî ve Osman (Alî fi-Osmân; keza, fî'1-asl) hazerâtı bulundukları gibi birçok ashâb-i kiram hâzır imiş. Ahyardan üç kişi Sultân Mehmed'in Uzun Hasan'a galebesini istirham ve ce-vâb alamamaları üzerine istirhamı tekrîr eylemişler; Hazret-i Peygamber bir müddet Esedu'llah ile müzâkere eyledikten sonra Hazret-i Alî yüksek sesle üç defa «Kad galebü's-sultân Muhammed alâ Hasan Beg» demiş. Konya ve Karaman evliyası Hasan Beğ'i ve Ebû Eyyûb Ensârî ve Şeyh Arabî ve Seyyîd Buhârî Fâtih'i iltizâm etmişler. Ak-Şemseddîn bu rüyanın sıdkına dâir delilleri açıkladıktan sonra, galebenin kan dökülmeğe hacet olmak vukuunu temenni ile beraber, nihayet ta'bîr-nâme-de esîr almak ve kati ve mal yağması zuhura gelmemesi hakkında Pâdişâh'dan ahd ü mîsâk aldığını' ifâde eder. Ak-Şemseddîn bu suretle vazîfe-i âlemânesini îfâ ediyor. Ftâih'in rüyasının ta'bîrini mutazammm olan ikinci mektupta rüyanın sıdkına dâir kezâlik delail iradından sonra «teneyn» (ejder), mehîb, me-hûf, zalûm (zulmedici) bir hükümdar olduğunu, teneyn iki dilli olduğundan sözü bir olmadığını, ondan korkmak düşmandan korkmak demek olacağını, uçarak hücum etmesi sür'atine ve üç defa hücumu üç muharebe vukuuna, nihayet hücum edenlerin Ölümü zevaline delâlet edeceğini be3'ân ile «Ger tehevvürle gele o seyl var / Sernigûn olup düşe ol hâr ü zâr» türkçe beytini OSMANLI TARİHİ 303 ırâd eyler. Daha sonra Pâdişah'ın teneynî libasiyle def etmesi hassa askerlerinden istifâdesine, hançer mala ve zenginliğe kavuşmasına, başındaki «harze» (mutlak cevher) hazînelerin en azîzi olan cevahir istemesine delâlet edip, Pâdişah'ın tanımadığı yardımcının ricalden imdâd-i halîfeye me’ınûr bir zât olacağını ifâde ile sadaka verilmesini ve sülehâdan istimdâd olunmasını hâtime-i kelâm ittihaz eder. Rüyanın tafsilâtı, ta'bîrden anlaşılır. (M.İ. 4) (15. Kitap, Not: 10): Bu notta, Sultân Bâyezîd'in bir beyti tercümesi olmak üzere şu ibare münderiçtir: «Aie pitie de mes 1ar-mes, ne les dedaigne pas; ce sont des fils de l'homme (de la prunelle), enfantes par les yeux.» Bunun aslı «Gözüm yaşına rahm et, sürme (sorma) derdin ki merdümzâdedir düşmüş nazardan» müfredidir. Tercümede eski edebiyatın meftn olduğu incelikler edâ olunamamıştır. Beyit ise —Adnî mahlasında olan— Mahmûd Paşa’nın olmak üzere ma'rûftur. Sultân Bâyezîd'in Türkçeden başka Farsça şiirleri de vardır. Bir beytine birçok şâirler tarafından nazireler yazılmıştır . Nasreddin Şâh zamanında İran'da basılan Mecmâ'üİ-Füsehâ'-da II. Bâyezîd'in beyti, Yıldırım Bâyezîd'e isnâd olunmak hatâsında bulunulmuştur. (M.İ. 5) (18 kitap Not: 24): Fâtih'in Fenarî-zâde Ahmed Beğ'e hükmü, fikirlerini göstermek cihetiyle, bâzı fıkraları meâlen ve en ziyâde şâyân-ı dikkat olanları aynen naklolunur: «Oğlum Bâyezîd'in hıdmetinde bulunan Mahmûd ve talebeden Müeyyed-zâde Abdu'r-rahmân'ın bir çok nâ-şâyeste ahvâli olduğu, mukaddema Uğurlu Mehmed'in firarına ve Alâü'd-dev-le'nin mahbûs ve Âşık Beğ'in maktul olmasına ve oğlumun hazînesine birtakım şerirlerin el uzatmasına sebep oldukları, o taraflarda avam ve havass kendilerinden müteezzî oldukları taf-sîlen arz olunmuştur.» Envâ-i husûsâtile fesâdlarmdan gayrı be-nüm oğlumu tab'-i zâtı muktezâsından çıkarup esrâri mühim-mile ilkâ idüp hâtır-i şerifine gubâr-i hayretden inkisar müte-rettib olmuş, maâcîn-i garibe ve dahi berş ve afyondan mürek-keb olmuş niçe mükeyyefât-i acibe getürüp menâfi'-i kesîre ve fevâid-i latife arz idüp dâirei insâniyyetden çıkarup mizâc-i şerifine fütur târî olmuş. İmdi sen anda ne maslahat içün konup turursun ve ne beklersün?» Bunun gibi fazâhat anlaşılmaz mı? Eğer muttali' olup da tecâhül ediyorsan bundan eşedd hıyanet olur mu? İntizâm-i mesâlih için sana siyâset ettirmek muktezî idi; lâkin oğlumun şeref-i hıdmetiyiçün, Ecdâd beğin yüzü suyu 304 HAMME R için afv ettim. Hükm-i vâcibü'l-imtisâl vardığı gibi bir an te'-hîr ve terâhî etmeyerek mazmûniyle amel eylesin. Fermanım oldur ki «bu bedbahtlarun vücûd-i nâ-pâki... bâ-yi vech-i kân zail ola.» «Sen benüm i'timâd itdüğüm abd-i muhlis misin, ta-rîk-i definde re'y-i sâibüme ve fikr-i sâkıbuma nev'â tereddüd vâki' olduğu ecilden bu vaz'-i lâzimi'ddef senün tedbîrine tefviz olındı. Bundan garaz budur ki oğlumun mübarek hatırına gâh ola tağyir gele. Akıbet kendülerin devleti maslahatı ve ırz-ı namusları muhâfazasıyçün olduğuna hod muttali' olsa gerekdür. îmdi ne tarîkla mümkindür? Atebe-i ulyâdan hükm-i hümâyûn gönderüp timâr ve cihet virülmeğle mi, yohsa âsitâne-i saâdet-âşîyâna da'vet idüp sekametlerine mülayim ilâçla mı olur? Amma sen benüm mu'temed hıdmetkârumsin, senün kemâl-i tedbîrine nihayet mertebe i'timâdum vardur; senden umarın ki ol bî-temîzlerün (temeyyüz?) bu kadar hıyanetleri sabit ve zahir olup velî-i ni’ınetlerine ve mahdumlarına bed-nâmlık kasd idüp se-beb olanları helak itmek ayn-i sevâbdür; belki mukabelede dünyevî ve uhrevî nef-i cemîl ve ecr-i cezîl bulasın. Bu takdirde sevâb oldur ki bir tedârik idüp ma'cûn ile veya esrar ile veyâ-hûd gayrı tarîkıla ikisini dahî ale't-ta'cîl helak idesin.» Bana «bundan mühim maslahat ve enfa' hıdmet yokdur.». «01 bedbahtlarun sûr kazâyâsını mufassıl ve oğlum maâcîn ve afyon ve berş ve hubûb ve ne keyfiyyet ile tenâvül itdüğüni ve ne zamandanberü mübaşeret itdüğüni yazup bildiresin ve hükm-i şerîf-i âlîşân sana ne günde ve ne vakitde ve ne sâatde ve ne ânda vardığını ve sende ne hînde mübaşeret ve tarîk-i def ün kangı kısmını ihtiyar itdüğüni yazup bildiresin ve kemâl-i ihtiyat ve fart-ı tayakkuz üzere olasın ki, mazmûn-i şerifine senden gayrı kimesne muttali' olmaya.» 10 Muharrem 884. Be-ma-kam-i Kostantiniyye. Evvelâ, Şehzade Mustafa'nın irtihâliyle kalbi dağlanan Fâtih'in Sultân Bâyezîd'e ne kadar muhabbeti olduğu anlaşılır. Mahmûd ile Abdurrahman genç şehzadeyi mükeyyefâta alıştırmakla devlete büyük fenalık etmişlerdir. İkinci olarak, Fâtih'in ne kadar tedkîk ve tahkike mail olduğu görünüyor. Fâtih'in irâdesi yerine getirilmek mecburiyeti olan bir emirdir. Lâkin Fenâ-rî-zâde'nin Şehzâde'yi gücendirmemesi lâzım gelirdi. Çünkü onun gücenmesi Fenârî-zâde hakkında vahîm sonuçlanabilirdi; aynı zamanda, Şehzâde'yi haberdâr etmeksizin ferman hükmünü infaz etmesi kendisini fena bir mevkide bulundurmuş olacaktı. Ne yapılacak ise Şehzâde'ye haber verilmesi ve haber verildiğinin de Pâdişâh'a arzı iktizâ ediyordu. Mahmûd ile Abdurrahman'- OSMANLI TARİHİ 305 dan dolayı Pâdişâh kendisini tekdîr ettiğinden, ıcx-mâm tekzîb etmeksizin tebriyye-i zimmet de icâb ediyordu. Fenârî-zâde buralarını —satrançta yedinci hareketi düşünen mahir bir oyuncu gibi— tefekkür ile cevaben şu arızayı takdim etmiştir: «Dergâh-i muallâ ve bârgâh-i i'lâya ve lâ-zâl-i âliyâ arz-ı bende-i bi-mık-dâr ve zerre-i hâkisâr budur ki, hâlâ hükm-i şerîf-i vâcibü't-teşrîf mazmûn-i hümâyûnunda münderic olan şehzâde-i nâmdâr tâl-i bekah ve nâl-i menâh hazretlerinün mukarreblerinden Mahmûd-i nâ-Mahmûd ve Müeyyed-zâde Abdu'r-rahmân nâm kimes-nelerün bedbahtlığı ve vâcibü'l-hazf olduklarından giderilmesi ne veçhile müyesser ise te'hîr olunmaya diyü buyurulmışidi. Zikr olınan bedbahtlar didüklerinden ziyâde itdüklerinde şübhe yok-dur. Lâkin Şehzâde-i Saâdet-destgâh hazretleriyle südde-i seniy-yeye arz olunduğu kadar ihtilâtları olmayup ve fermân-i vâci-bü'l-iz'ân üzere giderilmesi husûsi şehzade hazretlerine arz olunsa inkıyadı muhakkak olmağın ihfâ olunmayup hikmet-i kâmile üzere arz olunduğu gibi redd idüp giderilsün diyü saâdetlü pâd-şâhun rızâ-yı şerifine göre amel olunduğu şol ki vâki'-i hâldür, südde-i merâhim-bahşa arz olundu. Bende Ahmed.» «Hazf» şâyân-i dikkatli*. Bu hazf adaletli davranışa uygun mudur? Siyâsette burası aranmaz. (M.İ. 6) (18. Kitap, Not: 33): Molla Gürânî Mısır'da tahsil etmiştir. Molla Yegân hacdan dönüşünde Molla Gürânî'yi İstanbul'a getirmiş ve II. Murad «Bize ne getirdiniz?» deyince Molla'yı takdim etmiştir. Derhâl Bursa'da Kaplıca ve sonra Yıldırım Bâyezîd Medresesi verildi; daha sonra Fâtih'in yetiştirilmesine me’ınûr oldu. Fâtih vezîr-i âzam yapmak istediyse de Molla Gürânî «Bu kadar ümerâ bu mesned için çalışıyorlar, onların ümîdlerini kesmek caiz değildir» diye kabul etmedi. Kazasker ve sonra evkaf tev-liyyeti zammiylo Bursa kadısı oldu. Fâtih'in bir emrini «Şer'e muhaliftir» diyerek yırttığı ve getiren çavuşu kovduğu için arada bir soğukluk meydana gelerek Mısır'a gitti. Lâkin Fâtih'in arzusu üzerine geri geldi. Yine Bursa kadısı oldu. Yevmî 200, aylık 20.000, senelik 50.000 akçe alırdı. Vezirleri «Mahmûd! Dâ-vud!» diye isimleriyle çağırırdı. Selâmı musafahadan ibaret idi. Bir bayram günü çamurdan i'tizâr beyân etmesiyle Fâtih Babü's-Saâde'ye kadar arabasıyla getirtmiştir. Sultân Mehmed'e «Haramdan perhiz et» derdi. Bir gün beraber yemek yediler; Fâtih: — «Siz de haramdan yediniz.» dedi. Molla Gürânî: — «Benim önüme helâl düşmüştür.» cevâbını verdi. Hammer Tarihi, C: II. F.: 20 306 HAMME R Padişah sahanı çevirdi; Molla Gürânî yemeğe devam edince Fâtih: — «Artık bu defa haram yediğinizde şübhe kalmadı.» dedi. Molla: — «Hayır, sizin önünüzde haram, benim önümde helâl kalmadığı için çevirdiniz.» diye mukabele etti. Bir gün Fâtih'e: — «Timur bir tarafa ulak göndermişti. Bu adam Sa'dü'd-dîn'in otlamakta olan hayvanlarından birini alır; Sa'dü'd-dîn'in hademesi ulağı döğerler; Timur bunu işitince «Bunu yapan oğlum olsaydı öldürürdüm; lâkin âsâr-i kalemiyyesi kalem-rûyumun hâricinde carî olan bir adama ne yapabilirim? demiştir. Benim de âsânm Mekke'de okunur.» demesi üzerine, zarîf Pâdişâh: — «Evet, fakat siz asarınızı kendiniz himmet buyurup gönderiyorsunuz; Sa'dü'd-dîn âsânm yazar, götürürlerdi.» cevâbını vermiştir. Vefat ederken: — «Bâyezîd'e söyleyiniz, adaletten ayrılmasın!» diye vasiy-yet etmiştir. Pâdişâh bütün borçlarını şâhid aramaksızın ödedikten sonra, bizzat namazını kılmıştır, (vefatı: 893). Eserleri: Gâ-yetü'l-Emânî fî Tefsîri's-Seb'i's-Semânî», El-Kevserü'l-Cârî ilâ Ri-yâzi'l-Buhârî (Sahîh-i Buhârî'ye şerh), Kasîde-i Şatbiyye'nin şerh-i Ca'berîsine haşiye, Arabça Kostantiniyye fetihnameleri ke-mâl-i fazlına işarettir. (M.î. 7) (18. Kitap Not: 34): Molla Husrev'in asıl ismi Muhammed'dir. Eniştesi Husrev Beğ'in yanında terbiye gördüğü için «Husrev'in kayını» ve kısaca «Husrev» denilmiştir. Pederi Rum'dan dönmedir. Teftezânî'nin tilmizlerinden bulunan Hayder-i Herevî'den tahsil edip Edirne'de Şâh-Melek Medresesine müderris olmuş, Mutavvel haşiyesini orada yazmıştır. Hızır Beğ'in vefatından sonra Eyüp, Galata, Üsküdar ile beraber İstanbul kadılığı Molla Husrev'e verilmişti. Ayasofya'da dahî ders verirdi. Talebesi hanesine gelip yemek yerler, müderrisi — atının önünden yürüyerek— camie götürürler, sonra böylece hanesine getirirlerdi. Bütün hizmetlerini kendisi görürdü. Tedris ve kazâ ile beraber kendinden öncekilerin kitaplarından günde iki varaka yazardı. Eserleri: Mutavvel haşiyesinden mâada, Telvîh'e Adud havâşîsine, Tefsîr-i Beyzâvî'nin Evâiline haşiye, usûlden Mirkat ve şerhi Mir'ât, Gurer ve Dürer, Sûre-i En'âm âhirine tefsir, Velayete müteallik risale. İstanbul'da mescidleri vardır. Vefatı: 885/1480. OSMANLI TARİHÎ (M.İ. 307 8)| (18. Kitap, Not: 35): «Tâcir-zâde mânâsına olarak «Hoca-zâde» lakabıyla şöhret kazanan Muslihü'd-dîn Mustafa, kendisinin mesleğini tutmadığı için, pederinin günde bir akçe olmak üzere tâyin ettiği maaş ile tam bir zaruret içinde ilim tahsilinde bulunmuştur. Hızır Beğ'e muîd (asistan) yâni muavin olduktan sonra II. Murad zamanında Bursa'nın Esediyye medresesine müderris olmuştu. Fâtih'in bir Edirne'ye gidişinde Mahmûd Paşa delaletiyle pâdişâhın elini öpmeğe nail olarak, Pâdişâha refakat eden Zeyrek-zâde ile mübâhese ve galebe etmesiyle muallim-i sultanî ve sonra Mehmed Paşa’nın istirkabiyle kazasker oldu. Daha sonra 50 akçe vazîîe ile Bursa Sultaniyyesi müderrisliğine tâyin edildi. Bu müderrislikte iken İstanbul'a davet olunarak Molla Zeyrek ile «Burhân-i Tevhîd» üzerine mübâhase eylediler. Ho-câ-zâde, Fâtih'in huzurunda «Delili inkârdan medlulü inkâr lâzım gelmez» dedikten sonra, yedi gün Molla Zeyrek'in bütün îrâ-dâtına cevap vererek, Molla Husrev'in tasdik ve hükmüyle galebe edip Molla Zeyrek Medresesi uhdesine tevcih kılındı. Daha sonraları Edirne ve İstanbul kadılıklarında bulundu. Karamanlı Mehmed Paşa «Hoca-zâde İstanbul'un havası mûcib-i nis-yân olmasından müteşekkîdir» tarzında bir hiyle ile İznik medresesini verdirdi. Oradan da Hatîb-zâde ile mübâhaseye çağ-nldıysa da Sinan Paşa Hatîb-zâde'yi korumak için mübâhase-den sarf-ı nazar ettirdi. İmam Gazali ile cevaben hükemâ (filozofları) yı müdâfaa eden İbnü Rüşd'ün içtihadlarmm muhakemesine dâir Tehâfüt eser-i meşhurunun bir nüshası Bâyezîd kütüphanesinde istirahât-güzîndir. Hayâtının son günlerinde sol elinden başka âzası hareket etmediği halde, Şerh-i Mevâkıf a haşiye yazardı. Tevali' ve Telvîh'e haşiye ve şerh yazdıysa da müsveddede kamlıştır. îrtihâli: 893. Hatîbzâde dahî Fâtih zamanında muallim-i pâdişâhî idi. Sultân Bâyezîd zamanında günde 160 akçe ile tekaüd edilmiş olduğu halde müftî Efdal-zâde'ye tekad-düm ederdi. Bir bayram günü bayramlaşmada Hatîb-zâde huzura girip selâm verdiği zaman Sultân Bâyezîd yedi adım ileri gelmiştir. Vefatı: 901. Tecrîd Hâşiyyesine ta'likatı erbâb-ı tedris arasında hâlen okutulmaktadır. Sadrü'ş-Şerî'a ve Keşşaf ile Şerh-i Muhtasar İbnü Hâcib haşiyeleri evâiline ta'likatı vardır. Şerh-i Mevâkıf evâiline de haşiyeler yazmıştır. Telvîh'in dört mukaddimesini dahî tahşiyye etmiştir. Rü'yet bahsine ve cihâdın faziletlerine dâir risaleleri vardır. (Sa'dü'ddîn'den hülâsa). (M.İ. 9) (19. Kitap Not: 6): Rebî'ü'l-âhir'in 22'si bizim hesâbımızca pazara tesadüf eder. Sa'dü'd-dîn'in cumartesi demesi takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rüyet hesaplarında ihtilâftan doğmuş ola- 308 HAMME R çaktır. Hammer diğer bâzı çevirme hesaplarında da birer ikişer gün hatâ görülüyorsa da, mühim olmayanların tashihine lüzum görülmedi. (M.Î. 10) (19. Kitap, Not: 11) Sa'dü'd-dîn'e nazaran Cem Rodos'a 13 cü-mâdi'lâhirede varup 17 Receb'de çıkmıştır. Hammer, Kaorsen'in ifâdesine uygun olarak 19. Kitap Not: 9'da Cem'in varışını 13 yerine 3 tarihine irca ederek, Kilikya'dan Rodos'a güzel mevsimlerde 3 günde gidileceğini beyân etmişse de, havanın müsâid bulunmuş olduğu bilinemez. Şehzade Rodos'da birkaç gün daha az kalmış olabilir. (M.î. 11) (19. Kitap, Not: 20): Firar teşebbüsüne dâir Sa'dü'd-dîn'in verdiği tafsilâtın telhisi: Şehzade —Hoca'nın rivayetine göre Rodos beğinin 3500 altın harcayarak yaptırmış olduğu— Gros Tor'da iken Bâyezîd'in elçisi oralara gelerek ve Ayas Beğ, Celâl Beğ, Sinan Beğ, Şîr Merd Ağa ile buluşarak birtakım anahtarlar vermiş. Firar için tâyin olunan günde haylî at vesaire ile Hüseyin Beğ dahî hazır bulunacak imiş. Şehzâde'nin adamları ber-mutâd seyre çıktıkları sırada 12 eli zenberekli, yâni tüfekli muhafızın ellerinden latife tarikiyle tüfenklerini alıp öldürmeyi kararlaştırmışlar. Lâkin bunlardan biri muhafızlardan biriyle hem-kadeh olarak \ sırrı haber vermiş. Muhâfızlarca bu iş Sinan Beğ'den bilinerek, onun idamına kalkışıldığı halde, Şehzade pek güç kurtarabilmiştir. Ondan sonra hapis daha sıkılaştırılmış ve Şehzade bu kulede iki sene kalmıştır. Sa'dü'd-dîn —kim olduğu anlaşılamayan— bir Hıristiyan beğinin firar tedârikâtı için yirmi bin altın koyduğunu yazarsa da, bu uzak bir ihtimâldir. Hüseyin Beğin, Cem gailesinden kurtulmak isteyen Sultân Bâyezîd hesabına hareket ettiği aşikârdır. Tuasne'nin Djem Sultan (Paris, 1892) adlı eserinde, Sanatu'dan naklen, Fransa Kralı Şehzâde'nin na'şıni Sultân Bâyezîd'e beşbin duka altununa satdığı yazılıdır. Şehzâde'nin Fransa Kralı'nın eline geçmesi üzerine İstanbul'da haylî telâş edildiği ve Boğazlar'a. istihkâm verildiği ve Sergüzeşt-i Cem'in tafsilâtı mezkûr eserde dercedilmiştir. ÜÇÜNCÜ CİLDİN SONU Sultan Bayezid HAMMER (Baron Joseph Von Hammer Purgstall) BUYUK OSMANLI TARİHİ 2 (DÖRDÜNCÜ CİLT) Yavuz Sultan Selim Külliyesi YİRMİNCİ KİTAP Bâyezîd'in tabiatı. — Bosna sevkıyatı. — Venedik ve Ra-guza ile muahedelerin yenilenmesi. — Morava üzerindeki kalelerin tahkim edilmesi. — Eflâk seferi. — Ecnebi sefirleri. — Ramazan-oğlu Hanedanı. — Mısır aleyhine ilk muharebe ve iki mağlûbiyetten sonra sulh akdi. — Karaman seferi. — Bâyezîd şehzadelerinin eyâlet valilikleri. — Sünnet difgünü. — Belgrad aleyhine tertîb. — Bâyezîd'e sû-i kasd. — Türklerin Avusturya, Transilvan-ya, Hırvatistan içerlerine duhûlü. — Derengzeni bozgunluğu. — Kanızai akınları, Kanizai ve Balı Beğ. — Ruslar'la Türkler'in ilk teması. — Bâyezîd'in ve Cem'in kızlarının evlendirilmeleri. — Bâyezîd'in Avrupa hükümetleriyle diplomatik münâsebetleri. — Venedik seferi. — Sapienza yakınlarında harb. — tnebahtı'nın ele geçirilmesi ve Tagliamento taraflarında akınlar. — Ke-falonya, Modon, Koron, Zunkiyo ve Santa-Mavra'nın zabtı. — Venedik ve Macaristan ile sulh. — Cem'in kızının evlendirilmesi. Târih sahnesinin Bâyezîd saltanatı başlarında en mühim şahsiyeti olan Cem üzerinde nazarlarımızı uzunca bir zaman dolaştırdıktan sonra, artık bizzat pâdişâha ve hükümetinin vekâyiine gözlerimizi çevirmek vakti gelmiştir. Bâyezîd, tahta çıkışında otuzbeş yaşında idi; bu zamana kadar si-lâhdan ziyâde mütalâa ile meşgul olarak Amasya hükümetinde sükûnetkârâne ömür geçirmişti. Tab'an halîm ve sükûna mail olarak şiirden ve dünyevî olayları hayret nazarlarıyla temaşa etmek mesleğinden mah-zûz olduğu cihetle, hâriçte düşmanlarının ve dâhilde Yeniçeriler'in taarruzlarını defetmek veya saltanatın başlangıcında ve sonunda olduğu gibi birâderiyle oğullarının isyanını bastırmak için mecbur olmadıkça harb etmemiştir. Devletinin ilk devresinde saltanatın kurucusu Osman'ın otuz senelik muharebelerini (1) Orhan'ın sükûnet içinde geçen saltanatı tâkib ettiği gibi, bu ikinci devrede dahî II. Mehmed'in otuz senelik fütuhatını Bâyezîd'in nisbeten barışçı olan hükümeti tâkib etmiştir. II. Bâyezîd, devlet binasını II. Mehmed'in kurduğu esaslar üzerinde bulmuş olduğu için Orhan gibi «kanun vâzıı» unvanını almağa istihkak kazanmamışsa da, bâzı kanunları ikmâl ve bâzılarını asıl vazediliş maksadlarma irca etmiştir. (1) Sultân Osman uhdesine Karaca-Hisar şehrinin verilmesinden (1289/688) irtihâline kadar (1326/727). 318 HAMMER Babasının son vezîr-i âzami Karamanlı Mehmed Papa'nın timar ve zeamet hâline koyduğu malikâneleri, tam tasarruf ile mâlik olmak üzere sahiplerine iade ettiği gibi, Rûm Mehmed Paşa'nın ihdas ettiği şeyleri de ilga etmiştir (2). Kardeşi Cem gibi, enerjik hareketlerine, kuvvetli bünyesine, ucu kıvrık ve oldukça kavisli burnuna vâris olduğu pederinin elbisece koyduğu usûle harfiyyen riâyet etmiştir (3). Yalnız Cem'in saçları, sakalı, kaşları kumral, Bâyezîd'in ise siyahtı; Cem dâima pederinin muhteşem tantanasını gösterdiği halde Bâyezîd ahlâk sadeliği ile mutta-sıf olarak ilimlere ve sadeliğe olan meyli kendisine «Sofu» lâkabının verilmesine sebep olmuştur. Nasıl ki birçok Osmanlı müverrihleri bu unvan ile yâd ederler. İhtimâldir ki eğer Cem taht için münazaa etmek üzere silâha sarılmış olmasaydı Sultân Bâyezîd, pederinin birader idamı hakkında vaz eylediği usûlün tatbikinden vazgeçecekti; hatta kardeşine ilk muharebede galebe ettikten sonra Osmanlı memleketinden uzaklaşarak Kudüs'e çekilmesi şartıyle sulh etmek ve idare ettiği memleketin varidatını vermek teklifinde bulundu. Daha sonraları Bâyezîd, yedi Hıristiyan hükümetinin Türkiye aleyhinde bir muharebeye bayrak yapmak ve kendisinin başı üzerinde dâimi bir tehdîd ittihâz etmek maksadiyle Cem'i ele geçirmek için münazaa ettikleri sırada, kardeşinin uyuşmaz düşmanı olarak görünmüş veya, ölü veya diri mutlaka ele geçirmeğe çalışmış ise, saltanatının asayişini te’ınîn etmek mecburiyetinde olduğu için ma'zûr demek olduğu gibi, aile âzalarının idamı kanununun vahşîce tatbiki, haleflerinin mâsûm kardeş ve yeğenlerini cülus eder etmez öldürmelerine nis-betle, daha az nefreti celbedecek bir surette vuku bulmuştur. Bâyezîd saltanatının, biraderi Cem ile muharebeden sonra, ilk muharebesi II. Mehmed tarafından İtalya'da başlanılmış olan seferin devamı ve Bosna, Sırbistan valileri tarafından Dalmaçya ve Macaristan'da münferit surette vukua getirilen cevelânlardır. Otranto fâtihi Gedik Ahmed, II. Mehmed'in vefatı neticesinde, yarımadadan ayrılmıştı; halefi Hayreddîn (4)', parlak bir müdâfaaya rağmen, Kalabur şehrini —Sırbistan'a çekilmek şartıyle— nihayet Dük dö Kalabr'a teslime mecbur oldu (10 Eylül 1481). Bununla beraber Dük manâsız bahanelerle binbeşyüz Türk'den mürekkep bir fırkayı alıkoymuş ve sonraları İtalya muharebelerinde bunlardan pek çok istifâde etmiştir (5). Dalmaçya'da Sırbistan beğlerbeği İskender Paşa, Fâtih ile akdedilmiş olan ahidnâmenin yeni sultan tarafından uzatılma(2) (3) (4) (5) Neşrî, varak: 250. Semâil-nâme, Cem'i bizzat görmüş olan Bosio der ki: «Burnu o kadar kıvrık ve o kadar kavisli idi ki hemen üst dudağına gelirdi.» Verto. İtalya müverrihlerinin «Ariadeno» dedikleri. Sismondi, 9, s. 201; Rokoe (Roscoe), X. Leon, 2, 9. Birincisi Jacobi Vola-terrani Diarium'dan. s. 146, ve Gianonne'nin Medeniyet TârUıi'nden, 1, 28, 613, nakleder; ikincisi Muratori'den, Şuûn, c. 5, 9, s. 37, nakleder. OSMANLI TARİHİ 319 dıkça halefi için icrasının mecburî olmadığını ileri sürerek, Zârâ mıntıkasını hasara uğrattı (6). Venedik hükümeti Pâdişah'a tebriklerini arzet-mek ve Sultân Mehmed ile akdolunan muahedeyi (les Capitulations) yenilemek üzere şövalye Antonyo Vetorini'yi İstanbul'a gönderdi. Lâkin müzâkereler müşkilâta mâruz kalarak, ancak ertesi sene neticelenebildi. Ra-güza Cumhuriyeti'nin sefareti daha müsaadeli bir surette kabul olunarak, Ragüza'nın o zamana kadar mâlik olduğu imtiyazların tasdikinden başka, senelik verginin üçbin dukaya indirilmesine muvaffak oldu (7). Bosna'da sancak beği Yâkûb, Rizano, Pusretinça, Kosk (Kosak) hisarla-rıyle Ragüza'ya âit Barstavik kalesini ele geçirdi; İskender Paşa dahî Semendire ordugâhından Macaristan'a akınlar yaptı. Türkler'i arazîlerine ric'at ettirmek için Macaristan ordusu umûmî kumandanı Pol Kiniş otuz-ikibin kişi ile Tamışvar'dan çıktı; Tökeli ailesinden Nikola ve Andıre kumandalarında bulunan yüz süvari çok ileri gitmiş olduklarından (2 Teşrinisani 1481) dört mislinde bir Türk fırkası tarafından orman içinde sarıldı; biri ileri gelenlerinden olmak üzere elli kişi savaş meydanında kalarak diğerleri az çok ağır yaralı oldukları halde, orduya iltihak ettiler. Kiniş Tuna'yı geçerek Kolombaç üzerine yürüdü. Dışarıya hücum eden bin Türk süvarisi tamamen kati veya esir edildiler. Kiniş esirlerin cümlesini karşısına getirterek bir tanesinden mâadasını kılıçtan geçirtti. Bu kıtal sırasında Macaristan rüesâsından Yakiş Semendire kumandanını Kolombaç kapılarına kadar takip etti ve orada yakalayarak idâm ettirdi. Kiniş ordusunun Ruzgonili Ladislas ile bir Sırp despotunun kumandasında bulunan diğer bir fırkası Tuna'yı geçerek ordunun asıl kısmını takviye etti. Ordu bu iltihakdan sonra Krozvaç nehrine kadar ilerledi. Kiniş, oniki gün civardaki boş yerleri hasara uğratarak, nehrin üç geçit yerinde bulunan Kevi, Haram, Bozazin (8) kalelerini tahkim etmekle beraber daha sonra ellibin Sırplı ve bin Türk esîr ile çekildi. Diğer taraftan İskender Paşa, Alî Paşa, Malkoç-oğlu Tuna'da Semendire karşısında bulunan adaya istihkâm verdiler (9). Ertesi senenin başlarında (16 Kânûnısânî 1482) Bâyezîd Venedik ile yeni ahidnâmeyi imza etti. Venedik, bununla senelik onbin duka vergi(6) (7) (8) (9) Avusturya İmparatorluk ve 'kraliyet hanedanı hazîne-i evrakında Marini Noto'nun şuûnunda: «Scenderbassa scoregia il territorio di Zara dicendo che era in pace col padre, et non con questo Signore» (İskender Paşa sulhun şimdiki pâdişâh ile değil, babasiyie akdedilmiş olduğunu beyân ederek Zara'yı talan etti) diye yazmaktadır. Engel, Ragüza Târihi, s. 187. Katona'da «Korvini»nin mektupları, 80, s. 395. Şimek, Bosna ve Ragüza Târihi. Korvini, mektubunda bunları «Alibeg, Zkenderbassa, Mankotsenicz» diye yâd eder. 320 HAMME R den kurtuluyor, fakat Osmanlı gümrüğüne medyun olduğu ellibin dukanın üç taksitte ödenmesini taahüd ediyor, bütün ticarî eşyası üzerinden yüzde dört resm-i ihdâl (idhâl vergisi) itasına muvafakat ediyordu. Buna mukabil pâdişâh dahî Osmanlı ordularının son musalehadan beri verdikleri zayiatın Venedikliler'e tazminini, o zamandan beri esaretle getirilen Hıristiyanların iadesini, Venedik'in ticâretinin Osmanlı silâh gücü ile himayesini, Venedik'in civarda bulunan müstemlekelerinin hududunun eskiden tâyin olunduğu gibi bırakılacağını kabul ve taahhüd ediyordu (10). îşte Venedik siyâseti, Pâdişah'ın —tahinin Anadolu'da Cem tarafından tehdit edilmesinden dolayı— bulunduğu tehlikeli vaziyetten istifâde ile bu müsait şartlan sağlayabilmiştir. Bu senenin geri kalan kısmını hemen kamilen Karaman seferi işgal etti. Sultân Bâyezîd, bu seferin sonunda İstanbul'a avdet etti (1 Ramazan 887/14 Teşrinievvel 1482). Avdetinden beş hafta sonra (6 Şevvâl-18 Kânunıevvel), sarayında büyük bir ziyafet çekti, buna bütün vezirlerini davet etti. Dönmelerine ruhsat verdiği sırada hepsine hil'at giydirilerek, yalnız Kefe ve Otranto fâtihi ve Cem ile Kaasım Beğ'in galibi Gedik Ahmed Paşa istisna edildi ve ona sırmalı kaftan yerine acilen öldürülmesine alâmet olmak üzere siyah ketenden bir kaftan verildi. Pâdişah'ın işareti üzerine bir dilsiz, Ahmed Pa-şa'yı hançerle öldürdü. Bu vak'a ansızın zuhur etmiş bir hiddet eseri değil, çoktan beri tasavvur olunmuş bir intikam idi (11). Sultân Bâyezîd, daha babasının hayâtında Ahmed Paşa'nın kaba ve sert tabiatından müteessir olmuştu. Çünkü bir muharebe günü kötü hareketinden ve emri altındaki askeri maharetsizlikle taksim etmiş olmasından dolayı şehzadeyi tenkîd ve takbih etmişti. Bâyezîd bu cür'etine pişman edeceğini söyleyerek tehdîd etmesi üzerine Ahmed: — «Bana ne yapabilirsin? Babamın ruhuna yemîn ederim ki bir gün tahta nail olursan senin hizmetin için kılıç kuşanmam.» cevâbını verdi. Vaktâ ki Gedik Ahmed Paşa Otranto kumandanlığından davet olunarak Yenişehir muharebesinde ilk defa olmak üzere Bâyezîd'in huzuruna çıktı, kılıcı ber-mutâd beline bağlanmış olacak yerde âtının eyer kaşına asılmış idi. Pâdişâh: — «Üstadım, sen pek eski şeyleri hatırına gefiriyorsun; gençliğim zamanının hatâlarını unut; kılıcını kuşan ve düşmanlarımın aleyhinde kullan.» dedi. Ahmed ile Pâdişâh arasındaki bu zahirî barışma, Bâyezîd'in intikam tasavvurlarını unutmasmdan ziyâde Karaman'da kardeşi Cem'e karşı edecek olduğu muhataralı muharebede vezirinin askerî maharetine muhtâc olmasından neş'et ediyordu. Lâkin Ahmed Paşa'nın iştigâl vâsıtası ve ha--------------------------- ;-------- 4 (10) (11) Lojiye, Venedik Târihi, 7, s. 377. Engel, Ragüza Târihi, s. 285, 286. OSMANLI TARİHİ 321 yatı harbden ibaret olarak, Pâdişâh ise sükûnet taraftarı olduğu cihetle, Gedik Ahmed Paşa Venedik ile akdolunan sulhu şiddıetle takbih ettiği gibi, Rodos Şövalyelerimin elçileriyle icrasına me’ınûr olduğu müzâkereden çekilmiş ve Pâdişâhsın, biraderinin esareti için tarikata senelik bir vergi vermek suretiyle milletin vekarını ayaklar altına aldığından dolayı alenî şikâyetlerde bulunmuştu (12). II. Mehmed'in irtihâlinde ve kendisinin Bursa'dan avdetinde iki defa Yeniçerilerin isyanını altın ve bir takım vaadlerle teskine mecbur olan Bâyezîd, defalarca muzafferiyetlerine rehber olan kumandanın (13) hasmâne tutumunun, Yeniçeriler üzerinde saltanat tacını muhataraya koyacak bir te'sîrde bulunmasından —pek de yersiz olmamak üzere— korktu. Gedik Ahmed'in, kayınpederi İshâk Paşa ile ittifak ederek Pâdişâh'ın iltifatını kazanmış olan Hızır Beğ-zâde Mustafa Paşa aleyhinde tertîb ettiği hiyleler Sultân Bâyezîd'in kalbinde veziri hakkındaki eski infiallerinin hâtıralarını yeniledi ve haylî vakitten beri düşman olarak telâkki ettiği bu hizmet-güzârından kurtulmağa karar verdirdi. Gedik Ahmed Paşa'nın katliyle son bulan ziyafetin ahvâl-i muhîtasmı meskût geçiyoruz. Osmanlı müverrihleri bu hususta büsbütün suskun oldukları gibi, Avrupalılar tarafından verilen tafsilâtın sıhhati hiç olmazsa şüphe götürür (Not: 1). İdrîs'e nazaran (14), Gedik Ahmed Paşa'nın ansızın idamı bir ziyafette değil, Edirne yolu üzerinde vuku bulmuştur; yalnız şurası muhakkaktır ki, bu vak'ayı müteâkib devletin Avrupa'da ikinci payitahtı olan Edirne'de Yeniçeriler'in bir isyanı vuku bulmuş ve Edirne valisinin ziyâını icâb ettirmiştir (15). Az bir müddet sonra İshâk Paşa vezîr-i âzamlıktan azl ile yerine Anadolu beğlerbeği Dâvud Paşa tâyin olundu (16). Bu Dâvud Paşa, is(12) (13) (14) (15) (16) Kaorsen, «de foedere cum Bajazite». Âlî, varak: 155, Ahmed'in idâm sebebi olmak üzere, İdrîs ve Sa'dü'd-dhVe mugayir olarak, kaba tabiatlı oluşu ve sarhoş iken tahkir edici sözler söylediğini beyân eder. İdrîs, varak: 240. Sultân Bâyezîd 880 Ramazanının birinci gününde Edirne'ye gitmişti. Şev-vâl'in altıncı günü gecesi «Saray-i Cedîd»de işret meclisi toplamış ve gece yarısına kadar eğlence ve zevkle vakit geçirdikten sonra, o gece diğer vezirlerin taltifi sırasında Gedik Ahmed Paşa idâm olunmuştur. İdrîs-i Bitlîsî, bu idamı, Hızır Beğ-zâde Mustafa Paşa’nın hiyle ile katlettirilmiş olmasına hamleder. O aralık İshâk Paşa dahî azl ile mütekaiden Selânik'e gönderildi. Bâzı müverrihlerin rivayetine göre, Ahmed Paşa’nın katlinden sonra Yeniçeri kavga edip Edirne subaşısını öioürdüler. (Tâ-cü't-Tevârîh'den hülâsa, c. 2, s. 24 ,25). İfâdeye bakılırsa «Saray-ı Cedîd» Edirne'deki saray olacaktır. Mütercim. Sa'dü'd-dîn, Yeniçeri hadisesinden dolayı Dâvud Paşa’nın da azledildiğiHammer Tarihi, C: 11. F.: 21 322 HAMME R mini verdiği mahalle ile bir cami (17), bir medrese, bir imaret inşâsiyle nâmını ebedîleştirmiştir. Vezîr-i âzamin camii İstanbul'un Avrupalılar'a ikametgâh olan mahallelerinin güney ucunda tatlı bir yokuş üzerinde muhteşem bir surette yükselmiştir. Yokuşun eteklerinde uzanan Dâvud Paşa sahrası, Avrupa seferlerinde toplanma ve buluşma mevkîidir. Nasıl ki Üsküdar sahrası da Asya seferleri için bu hizmeti görür (18). Bâyezîd'in zamanında Dâvud Paşa sahrası — ki birçok Bizans İmparatorlarının burada «meydân-ı mülâebât» (eğlence meydanı) fırkaları tarafından saltanatları ilân ve tâc giyme merasimleri icra olunmuştur— «Hebdomon» (19) diye isimlendirildiği gibi, o civardaki saray ve mahkemeye dahî o isim verilirdi. Avrupa taraflarına yapılan seferlerde Peygamberin Sancağı orada bulunarak, Padişah orduyu bu sahraya kadar teşyi ve avdetinde yine oradan istikbâl eder. Diğer birkaç vezîri âzam da camiler inşâ ettirmişlerdir. Sonraları bunlardan ikisi (Pîrî ve Kaasım Paşalar) birer mahalle yaptırarak, bunlara kendi isimlerini vermişlerdir. Lâkin Dâvud Paşa camii ve Hayreddin Paşa (Barbaros) türbesi çıkış mahalli olarak bilhassa şöhret kazanmışlardır ki, birincisi orduların, ikincisi donanmaların sefere çıkış yerleridir. 1483 (888) baharının (20) başlarında Bâyezîd —saray erkân ve hademesi refakatinde olduğu halde— Sultân Mehmed'in (ele geçirmek mak-sadiyle) hasara uğratmış olduğu Morava kalelerini müdâfaa durumuna koymak üzere Filibe'ye gitti (Not: 2). Filibe'den Köstence'ye, Samakov'a, Çamurlu'ya, Sarıyar'a, Sofya'ya gitti. Asker kalelerin tekrar inşâsiyle meşgul olduğu sırada Bosna Beğlerbeği Mustafa Corceviç, Hersek'i istilâ etti etti ki, bu mıntıka o zaman sûret-i kat'iyyede Osmanlı ülkeleri dâiresine girmiştir. Babaları Etienne Vlatko'nun vefatından beri memleketi aralarında taksim eden iki kardeşten Kosarik Vlatko Ragüza'ya kaçtı. Pâdişâh ile vezîr-i âzamin infialini izâle için hediye olarak zât-i şahaneye oniki-binbeşyüz, vezîr-i azama beşyüz duka altını İstanbul sarayına geldi (21). Morava kalelerinin takviyesi sırasında kendisinin hudud üzerinde bulunmasından istifâde ederek mütârekenin yenilenmesi için Macaristan Kralı (17) (18) (19) (20) (21) ni ve fakat az bir müddet sonra mevkiine tekrar iade edildiğini yazar, (s. 25) (Mütercim). Hadîkatü'LVüzıerâ, 1, Osman Efendi'nin eseri; Câmî, 889/1484'de binâ olunmuştur. İstanbul ve Boğaziçi, 2, s. 12-15 (Haydarpaşa tarafları ki, Ayrılık Çeşmesi de son uğurlama ve ayrılma mevkii olacaktır. Mütercim.) Hebdomon «yedinci tepe», yâhud «Yedinci tepenin nişane (nişânfcaşı) si» demektir. B*zim târihlerde hicrî sene baharı denildiği zaman o seneye tesadüf eden rebî mevsimi (bahar mevsimi) kasd olunur. Mütercim. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, İdrîs, Neşrî. OSMANLI TARİHİ 323 Korvinus ile müzâkere arzusu gösterdi. O zaman Bohemya'da harble meşgul olan Korvinus bu arzuyu memnuniyetle kabul etti ve beş senelik bir mütâreke akdedildi (22). Yine bu aralık Venedik, geçen sene akdolunan sulh muahedesinin tasdiki için Domeniko Bollani ile kardeşi Françesko Orelio'yu sefir sıfatıyle gönderdi (23). Yine bu senenin nihâyetinde Karaman hükümdarlarının son erkek evlâdı olan Kaaslm Beğ ile o zaman Karaman vilâyeti valisi bulunan Bâyezîd'in şehzadesi Abdullah vefat ettiler. Cem'in hezimetinden sonra Pâdişâh’ın Kaasım Beğ'e bırakmış olduğu Taş-ili hükümeti zeamet olmak üzere Kaasım Beğ'in torunu Turgud oğlu Mehmed Beğ'e verildi (24). Ertesi sene, yâni 1484 Mayıs’ının birinde (4 Rebîülahır 889) Bâyezîd Edirne'ye azimetle (25) —son olarak Macarlar'la akdolunan mütârekeye dâhil olmayan— Boğdan üzerine yürümek için tertibata başladı. Muhasara topları Karadeniz'den Tuna ağzına gönderildi. Pâdişâh Edirne'de ikameti esnasında kendi nâmını taşıyan camiin temelini attı (23 Mayıs 1484 -26 Rebîülahır 889). Bundan başka Tunca üzerinde bir medrese, bir imaret, ve —o zamana kadar Edirne ahâlîsinin mahrum bulundukları— bir has-tahâne inşâ ettirdi. Ahşab çarşı bir ay önce (26) yanmış olduğundan, dönüşünde bitmiş görmek üzere, kârgir olarak inşâsını emretti. 27 Hazîrân (2 Cumâdelahırî) târihinde ordu İshaklı, yahut İsakçı denilen mahalden geçerek Eflâk Voyvodası burada muahedelere uygun olarak yirmibin kişilik bir muavin kuvvet ile orduya iltihak ve hâk-i pây-i şahaneye vergisini takdîm eyledi (27). 6 Temmuz'da (11 Cümâdelahirî) Kiliya kalesini karadan, denizden muhasara ile Temmuz'un onbeşine tesadüf eden çarşanba günü zaptetti. Bâyezîd, Kiliya (Kili) dan Akkirman üzerine yürüdü. Ve yol esnasında Mingli Giray Han kumandasında ellibin Tatar'dan mürekkeb bir yardmıcı kuvvet aldı. Osmanlı saflarında harb eden ilk Kırım askerleri bunlar olmuştur. Kiliya’nın zabtından dokuz gün sonra (29 Cümâdelahirî - 24 Temmuz) ordu Akkirman duvarları önüne vâsıl olarak, şehir onaltı gün muhasaradan sonra (Not: 3) kapılarını açtı (28). (22) (23) (24) (25) (26) (27) (28) Bâyezîd'in mektubu ve Korvinus'un cevâbı Katona'da münderictir, c. 12, 16, s. 525. Marino Sanato'nun «Şuûn»u. Sa'dü'd-dîn, 3, s. 475. Solak-zâde, 70. Nuhbetü't-Tevârîh. Hacı Kalfa'nın Takvîmü'tTevârîh'i bu vekayii 888 senesinde göstererek bir güneş tutulması ve Mekke'de su taşkını ile tesadüf ettirir. (Turgud-oğlu —ki Tâcü't. Tevârîh'de ismi Mahmûd'dur— Kaasım Beğ'in kızından torunu idi. Onu Karaman Beğliğine oturtan Karaman ümerâsıdır. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 41. Mütercim.) Engel, Eflâk Târihi, s. 182. Sa'dü'd-dîn, 2, 474. Engel, Eflâk Târihi, s. 182. Kiliya’nın, bizim târihlerimizde «Kjlbnin ele geçirilmesi 11 Cümâdelahirî 324 HAMME R Pâdişâh Kırım Hânı'na bir sırmalı kalpak (29) vererek kıymetli hediyelerle terhis eyledi. Kendisi de altı gün sonra (22 Receb - 15 Ağustos) Ak-kirman'ı terk ile Kiliya tarafına geçip, gelirken geçtiği yoldan, yâni —Osmanlı saltanatının kuruluşundan evvel Saltuk Dede'nin Türk Selçuklularından bir miktarını getirip yerleştirmiş olduğu— Tataristan Dobruca-sı'ndan avdet etti (30). Eflâk seferi esnasında yedibin kişilik bir akıncı fıı kası Hırvatistan, Karinti, Karniyol mıntıkalarını istilâ ile Sen-Veyt'e kadar ilerlemiş ve oradan onbin ahâlîyi esîr olarak getirmişti. Ancak Hırvatistan «ban»ı Lopo Volkoviç ve Frangipan Kontu Bernar, esirleri geri almak ve bir sene önce îvan Zarini ile Misel Seloinin Volkoviç ile ittifak ederek nail oldukları galibiyetten aşağı olmayan bir muvaffakiyetle Türkleri ric'ata mecbur bıraktılar (31). Sultân Bâyezîd Edirne'ye avdetinde Filibe'yi —II. Mehmed zamanında Rodos muhasarasına kumanda etmiş olan— ikinci vezir Mesih Paşa'ya tekaüdiye olmak üzere tahsis etti; yine o sırada İskender Paşa'yı Rumeli eyâletinden azl ile yerine Semendire vâlîsi Hadım Alî Paşa'yı tâyîn etti (32). Kışın sonunda Pâdişâh Edirne'den ayrılarak Çöle Dağı (M.İ. 1) üzerine çekilerek orada (1486) Macaristan Kralı ile Mısır Sultâm’nın ve Hind Şâhı'nın sefirlerini (33) kabul etti. Hediyeleri fillerden, zürâfalar-dan, ince baharattan, altından mürekkeb olan Hind elçisi Sultân Bâye-zîd'e efendisinin tebriklerini teblîğ etti. Macaristan elçisi son muahedenin tasdiknamesini getiriyordu. Mısır elçisi de Sultân tarafından Cem hakkında gösterilen misafirperverlikten ve Şehzâde'nin hacca gidişinde himayesinden dolayı i'tizâra me’ınûr idi. Bâyezîd birincisini büyük bir ihtiramla kabul etti. Macaristan elçisi bu tercîhden müteessir olduysa da; Çerkeş Sultâm’nın elçisine tekaddüm etmekle teselli buldu (34). Sefirlerin ikametleri esnasında, Sultân Bâyezîd'in Kiliya ve Akkirman fethine dâir Türkmen hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu ve halefi Yâkûb'a gönderdiği nâmenin cevâbı geldi (35). Bu iki mektup İrânîbelâgatin muhbesi idi; Pâdi- (29) (30) (31) (32) (33) (34) (35) ve Akkirman'ın 16 Receb 839 târihleridir. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 43. Hoca' nın rivayetine göre, A ıkirman m otuz senelik zahiresi ve pek çok emvali var imiş; hendek de gayet derin imiş. (aynı sahîfe). Mütercim. «Ak börk ve sırmalı üsküf», Sa'dü'd-dîn. (Mütercim). Sa'dü'd-dîn, 3, arak: 477. Luıtîî Paşa, Oğuz-nâme bidayetinde. Sarı Saltuk Dede Tataristan Dobrucası'na, 662 (1263)de gelmiştir. Valuasor ve Mejizer. Engel, Macaristan Târihi, «Caesarem Turcarum vayvodatum de Zendere (Semend're) familiari suo Alibek vayvodatum autem de Bodon (Vidin) cuidam Malkowich contulisse.» Sa'dü'd-dîn, 3, 476. Münşeât-i FeHdûn. îdrîs, varak: 235. İdrîs, varak: 231. OSMANLI TARİHİ 325 şâh'ın nâmesi, kâtibi İranlı Hâce Seyyid Mehmed Şîrâzî ve Yâkûb'un mektubu o zaman Uzun Hasan'ın oğlunun sarayında tevkî'î hizmetinde bulunan İdrîs tarafından kaleme alınmış idi. Bu münâsebetledir ki Bâyezîd İdrîs'in âlimâne ve mâhirâne yazı üslûbuna hayran olarak kendi sarayına alıp da devletinin târihini ona yazdırmayı şiddetle arzu etmiştir. Fî'l-hakîka, daha sonraları İdrîs bu târihi yazmıştır. Bu sırada Boğdan Voyvodası Ak-kirman'ı istirdada kalkıştığından Bâyezîd Rumeli beğlerbeği Alî Paşa'ya Boğdan ve mülhakatının zaptedilmesini emretti. Boğdan'a asker sevkı ertesi sene Silistre kumandanı Balı Beğ Malkoç* tarafından tekrîr olunmuş ve Balı Beğ birçok akıncı ile birlikte Prut'u geçip esîr ve hayvan olarak zengin ganimetlerle dönmüştür (36). Şimdiye kadar, Bâyezîd saltanatının ilk senelerini dolduran vekâyie göz attık. Avrupa tarafında vukua gelen askerî sevkıyatı sür'atle gözden geçirmiş olduğumuzdan, Asya tarafına dikkatimizi çevirmek zamanî gelmiştir. Bu kıt'ada, Osmanlı pâdişahlarıyle Memlûk sultânları arasında ilk defa olarak harb kıvılcımları zuhur etti. Bâyezîd —âsâyîşe meyyal tabiati-ne rağmen— Mısır'ın Karaman ülkesinde her an ziyâdeleşen istilâlarına bir mukavemet şeddi te'sîsini icâb ettiren kuvvetli sebeplere uygun şekilde harekete mecbur kaldı. II. Mehmed'in saltanatının son zamanlarında Memlûkler'le Osmanlı Devleti arasındaki münâsebet husûsî bir surette soğuklaşmıştı: Melik Eşref Kaytbay, hac yolundaki çeşme ve mahzenlerin (37) kendi parasıyle tamiri hakkında Fâtih tarafından vuku bulan teklifi reddetmiş, Dülkadir hanedanından bir hükümdârzâdeye —II. Mehmed'in »himâyesi altına aldığı bu aileye karşı— yardımcı olmuştu. Bundan başka Bâyezîd nezdine sefaretle gönderilen, Hindistan Pâdişâhı Beh-menşâh'ın vezîr-i âzami Mısır ülkesinden geçerken tevkif olunarak, Osmanlı Pâdişâhına takdîm edecek olduğu kıymetli eşyanın büyük kısmı elinden alınmıştı. Cem'in Kaahire'de gördüğü misafirperverlik, Adana VP Tarsus civarında Ramazan-oğulları'ndan birçok kalelerin zabtı, hacılar hakkında icra olunan mütemâdi zulümler yaygın şikâyetlerin sebeblerine eklendi. Karaman Vâlîsi Karagöz Paşa, Ramazan-oğulları'ndan alman kalelerin geri alınmasına me’ınûr edildi (38) (Cümâdelulâ 890 - Nisan 1490). İşte bu hâdise, I. Selî mzamânında Memlûkler saltanatının mahvı ve Mısır'ın fethi ile hitâm bulan muharebeye başlama işareti olmuştur. Küçük Asya ve Suriye hududu —ki burada Toros Dağları eteklerinden denize kadar uzanır— muharebe mevkii oldu. Türkmen ailesinden şu (36) (37) (38) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 478. İdrîs, varak: 234. Âlî, Bâyezîd Saltanatının birinci ve sekizinci faslı. Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, Ravzatü'l-Ebrâr, Neşrî, varak: 244. «Mesâlik-i hacda olan berkeler», Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 46. Mütercim. Sa'dü'd-dîn, 3, s. 420. Solak-zâde, 71, Neşri, 242, İdrîs, 229, Nuhbetü't-Tevârîh, Alî, Bâyezîd Saltanatından Dokuzuncu Fasıl. 326 HAMME R vak'alar sırasında nazar-ı dikkatimize mâruz ve Avrupalı müverrihlerce mevcudiyetleri bile bilinmeyen (39) Ramazanoğulları ikiyüz sene bu zirveler üzerinde hüküm sürmüşlerdir. Osmanlı saltanatının kurucusunun ceddi Süleyman Horasan'a dönerken Fırat geçidi ve Ca'ber yakınında boğulduğu zaman oğulları kuzeye yönelmiş ve hepsi Üç-ok Türkmen kabilesinden olan yedi arkadaşı aileleriyle birlikte Çukurovada yerleşmiştir. Bunlar Yüreğir, Koşun, Varsak, Karaisâ, özer, Gündüz, Kış Timur idi (40). Bu aşiretin reisi Yüregir oldu; o taraflarda ikamet eden Ermenîler'den Adana, Masis, Tarsus civarında hayvan otlatma hakkını alarak Bucak-oğlu Ramazan'a iltihak etti. Ramazan, Kosun'a kışlak olarak Asarlık ve yaylak olarak Gülek Dağı'nı tahsis etti. Hayvanlarını mevsime göre gâh ovalarda, gâh tepelerde otlatırlardı. Bu suretle Kış Timur, yaz ile kışı Tarsus ile Bulgar Dağı'nda (Bolkar dağı) Gündüz Sis ovasıyle Masis Dağları'nda, Ramazan Adana vâdî ve yaylalarında geçirirlerdi. Üç-oklar bütün ovalık mahallerin hâkimi olmakla beraber, henüz Ermenîler'i söylediğimiz şehirlerden uzaklaştıracak kadar kuvvetli değil idiler. Ancak elli sene sonradır ki, Özer'in torunlarından Dâvud bu tasavvuru icra için Mısır Sultânı Şeyh Ahmed'den yardım istedi. Sultân, bu talebi müsâadekâ-râne kabul ederek, asker gönderdi. Bu asker ise memleketi Sultân'ın hesabına ele geçirdiler; Davud'a memleketin beği unvanından başka birşey bırakılmadı. Davud'un gösterdiği misâl, diğer aile reislerine nümûne-i imtisal oldu: Gündüz-oğulları Ayas kalesini Sultân'ın askerine bırakarak Mısır'a iltica ettiler; Ramazan-oğlu İbrahim de Mısırlılar'ı davet ve Adana ve Sis ele geçirilmek için yardım edildi. Nihayet Kış Timur'un bir oğlu Tarsus'un zabtını kolaylaştırdı. Şu suretledir ki, Şeyh Ahmed hemen hiç harb etmeksizin Küçük Ermenistan'ın en müstahkem altı kalesini, yâni Ayas, Gülek, Sis, Masis, Adana ile Tarsus'a (Not: 4) ve daha sonraları —Suriye boğazlarının korunağı ittihaz ettiği— diğer birçok hisarlara kadar hükümranlık dâiresini genişletti. Karagöz Paşa —yine Gülek nâmındaki boğazın medhâlinde kâin— Gülek kalesi üzerine hücum etmek için Karaman'dan hareket etti: Onun yolda bulunduğu sırada Alan-kaş, Molen kaleleri ahâlîsiyle Tarsus'un ileri gelenleri ve Türkmen aşiretleri reisleri olan Kış Timur, Koşun (Not: 5), Karasa Karagöz Paşa'nın sancağı altına koşup geldiler. Dört kale, yâni Gülek, Alan-kaş, Molen, Pirsbert Karagöz Paşa'ya teslim olarak Osmanlı Devletine muayyen bir vergi vermeyi taahhüd ettiler. Lâkin diğer (39) (40) Dögini (De Guignes) bile bunların mevcudiyetinden haberdar değildir. Âşıkpaşa-zâde (Vatikan Kütüphanesi nüshası), s. 517. Mısır muharebesi sebebleri için 527'inci sahîfeye müracaat. (Sa'dü'd-dîn'de Yüregir, Koşun, Kaştimur (veya Kuştimur), Varsak, Kara-tsâ, Özer, Gündüz, c. 2, s. 48. Mütercim.) OSMANLI TARİHİ 327 bir noktada Osmanlı ordusu —bu seferde birbirini tâkib eden— üç bozgunluğun birincisine uğradı. Dülkadir hâkimi Alâü'd-devle'ye imdâd için Sultân Bâyezîd tarafından gönderilen Yâkûb Paşa Malatya'ya doğru giderken Mısır Sultânı'nın imrâhoru Biş Beğ'in kurmuş olduğu bir tuzağa düştü. Heme kadar evvelce Alâü'd-devle ile birleşmiş ise de mağlûb ve büyük bir zayiatla ric'ate mecbur oldu (41). Karagöz Paşa Adana ve Tarsus civarında ele geçirdiği kalelerin müdâfaasını Mûsâ Beğ ile Bâyezîd'in kayın biraderi Ferhâd Beğ'e tevdî etti. Ancak Paşa’nın nail olduğu muvaffakiyet, kendisini zafer sarhoşluğuna gark etmiş ve nefsine cesurca bir itimâd duymasına sebep olmuştu. Emîr-i Kebîr, diğer bir unvanla Mısır askeri başkumandanı Öz Beğ ve Haleb Beği Temrüz (42) büyük bir kuvvetle —körükörüne bir emniyet içinde taraf taraf dağılmış bulunan— Tarsus ve Adana muhafızlarını basarak Musa ve Ferhâd beğlere Sa'dü'd-dîn'in tâbirince şerbet-i şehâdeti nûş itdirdükden sonra (43) bunları oralardan tard ettiler (44). Bu iki mağlûbiyetin intikamını almak için Anadolu Beğlerbeği Hersek Ahmed Paşa ordunun başkumandanlığıyle Tarsus ve Adana'ya gönderildi; Karagöz Paşa ile Hızır-beğzâde Mehmed Paşa onun kumandası altında idi. Birincisi Karaman Vâlîsi olmak ve ikincisi Ahmed Paşa'dan yaşlı bulunmak cihetiyle bu yeni kumandanın emri altına girmekten münfail oldular: Düşman üzerine yürünüldü; lâkin Ahmed muharebeye başladığı halde Karagöz ve Mehmed kavganın lâkayd seyircisi olarak kaldılar; Ahmed Paşa fevkalâde hamaset örnekleri göstermekle beraber mağlûp ve esîr oldu. Öteki iki paşa Adana ve Tarsus kalelerini Mısırlılarda bırakarak kaçtılar (891/1486) (45). Sultân Bâyezîd bir kaym biraderinin ölümüne ve diğerinin esaretine yolaçan bu mütekerrir mağlûbiyetlerden asla me'yûs olmayarak ve-zîr-i âzam Davud Paşa’nın kırkbin Yeniçeri ve bütün kapısı halkıyle Karaman hududuna yürümesini emretti. Rumeli Beğlerbeği Hadım Alî Paşa dahî Semendire'den hareketle vezîr-i âzamm ordusuna iltihak için Gelibolu'dan gemilere binmeğe me’ınûr oldu. Dâvud Paşa Karaman hududu üzerinde ve Koca Kale yakınında Aladağ (Tarsus) eteğine vâsıl olunca (Not: 6) Dülkadiriyye Beği Alâü'd-devle istikbâline gelerek hareketi istikametinde devam edecek yerde — Kaasım Beğ'in kızından torunu Mehmed Beğ'in isyan çıkarmış olduğu— Varsak ve Turgud aşiretleri arâzî(41) (42) (43) (44) (45) Sa'dü'd-dîn, 3, 482. Solak-zâde, varak: 81, Âlî, 9. Fası!. Sa'dü'd-dîn'de «Temraz» (veya Temerrüz) (Mütercim) Sa'dü'd-dîn’ın aynen tâbiri şudur: «şehd-i şehâdet-i tecerru'yile» (c. 3, s. 51) Mütercim. Sa'dü'd-dîn, 3, 482. Solak-zâde, varak: 71. Âlî, 9. fasıl. Sa'dü'd-dîn 3, 487. Solak-zâde, 71, Âlî. Hacı Kalfa, Takvünti't Tevârîh'de şu bozgunluğu 892 senesinde gösterir. 328 HAMME R sine gitmesini tavsiye etti (892/1487), Vezîr-i âzam bu re'ye uyarak kumandası altında bulunan Rumeli ve Anadolu beğlerbeğilerinin —birincisi Tarsus yolundan, ikincisi Alaşyurdu Boğazımdan— Karaman’ın içerisine dâhil oldukları sırada, Bulgar Dağı'nı geçerek Varsak arazîsini istilâ etti (Not: 7). Kaasım Beğ'in torunu Turgud Mehmed, memleketinin Osmanlı ordusu istilâsına mâruz kaldığını görerek zevcesi ve çocuklarıy-le beraber Haleb'e kaçtı. Bu aralık Varsak reisleri itaat arzetmek için ta-kımiyle vezîr-i âzamin huzuruna geldiler. Dâvud Paşa bahadırlığı derecesinde siyasetçi olduğundan, bunları hediyelere boğduktan ve kendilerine hil'atlar giydirdikten sonra iade etti (46). Mevsim çok ilerlemiş olduğu cihetle Davut Paşa Istabl Çayırımda ordusunu terhis ederek Rumeli'ne dönüp Vize'de Pâdişâh'ın ayağını öpmek şerefine nail oldu (47). Vezîr-i âzam, Karaman'ın âsî aşiretlerini itaat altına aldığı sırada Sultân Bâyezîd İstanbul'da sefirleri kabul ediyordu. Bu sefirlerin, gerek itimâdnâmesinin şekli, gerek maiyyetindeki şahıslar itibariyle en şâyân-i dikkat olanı İspanya'nın son Müslüman hükümdarının sefiri idi. Benî Ah-mer'den Gırnata Pâdişâhı olan bu zât, Aragan ve Kastil Kralı Ferdinand tarafından şiddetle tazyik olunarak gayrimüslimlerin istilâsına karşı «Sul-tânü'l-Berreyn ve Hâkanü'lBahreyn»den istimdâd eyliyordu. Sefirin iti-mâd-nâmesi Elhamra Pâdişâhlarının bahâdırâne ve şairane fikrine göre yazılmış idi; Müslümanlar’ın düçâr olduğu ıstırapları, İslâm'ın İspanya'da sükûtunu ve yedi asır bu kıt'ada hâkim olduktan sonra yakında çıkarılacaklarını bildiren arapça bir kasîde idi. En müessir bir ifâde şekliyle Müslüman millet ve hükümdarlarının merhametlerini taleb ediyordu (48). Bâyezîd diyânetperver ve kendisi de şâir olduğu için İspanya sahillerini tahrîb etmek üzere bir donanma göndermekle cevap verdi. Donanmanın kumandasını eski hademelerinden bulunan hüsnü mümtazı cihetiyle «Kemâl» (Not: 8) tesmiye olunarak «Kemâl Reîs» unvânıyle Hıristiyan donanmalarına dehşet salan amirale verdi. İkinci sefaret, Venedik'ten gönderilmişti (49). Onaltı yıl muharebeden sonra yedi sene önce II. Mehmed ile sulh akdetmiş olan Antoni Ferrera ve Ciovanni Dario Pâdişâh'a Vene(46) (47) (48) (49) Sa'dü'd-dîn, 3, 484, şunları sayar: Buğa oğlı, Ak-baş oğlı, Elvan oğlı, Sümük oğlı, İğdir oğlı, Artufc, Şeytan oğlı (Bizim nüshada aynen şöyle yazılıdır: «Buğa oğlı, Akbaş oğlı, Elvan (Ulvan) oğlı, Sümük oğlı (Simek oğlı), ören (veya Evren) oğlı, Ulu oğlı, Arık Şeytân, Oğuz Beğ oğlı gibi nice boy beğ/eri...» Sa'dü'd-dîn, 484. Hacı Kalfa Takvîmü't-Tevârîh'de 882 vakayiinde şunları yazıyor: «Reften Kemâl Reîs bâ donanma be-gâret-i İspaniye ba'd ez istlmdâd-i Benî Ah-mer bâ kasîde-i garrâ.» (Müverrihin tercümesi yerine aslından alındı.) Marini Sanato, 1487 senesi vak* alarmda. OSMANLI TARİHİ 329 dik'in dostâne teminâtlarını tecdide geldiler (50). Diğer taraftan, Sultân Bâyezîd dahî Mısır ile muhârib bulunduğu müddetçe Famagusta (51) limanında donanmasının bekletilmesine müsâade ve Bukolino Küzini'nin devletle açmış olduğu müzâkerelere devam olunmasını talep etmek me'-mûriyetleriyle Venedik'e bir elçi gönderdi. Marş mıntıkasında Usimo beldesi Papa'nın eline düşmüş ve bu değişiklik üzerine beldenin vatandaş payesini hâiz ahâlîsinden biri kendisini hâkim nasbettirmişti. Ancak bu yeni makamında uzun müddet kendisini tutamıyacağını ve İtalya'nın diğer prenslerinden himaye göremiyeceğini keşfederek, Sultân Bâyezîd'e şehrin —malikâne suretinde uhdesine bırakılmak kaydıyle— kabulünü teklif etti (Not: 9). Bukolino'nun —Roverli Julyen kumandasında bulunan— Papa VIII. İnnosan'ın askerine kahramanca mukavemeti ile Türkler gelecek korkusu Loranzo Do Mediçi'yi —Hıristiyanlık hakkında vahîm neticelere yol açması muhakkak olan— bu münazaaya bir son vermek için müdâhaleye ikna etti. Türkler bir kere Roma hükümeti memleketlerinde yerleşince bir daha çıkarılabilmeleri pek meşkûk idi. Mediçi, öyle bir düzenleme şekli buldu ki, bu akdin hükmünce Bukolino, şehri ye-dibin filorin mukabilinde Papa'ya iade edecekti. Bundan dolayı rûhânî sıfatlı hükümdar Usimo'yu elde etti; Bukolino, Floransa'dan Milân'a giden yol üzerinde tevkif olunarak muhakeme edilmeksizin asıldı (52). Venedik Senatosu, Venedik ile Mısır arasında sulh mevcut olduğunu ileriye sürerek, Osmanlı donanmalarının Famagusta'da beklemesine müsâade edemiyeceğini özür dileyerek beyân etti. Yine o elçi, yahut yine Venedik'e gönderilen diğer bir sefir Pâdişah'ın derin saygılarına işaret olmak üzere Mediçi'ye nâdir hayvanlardan mürekkeb kıymetli hediyeler getirmiştir ki, bunlardan —Avrupa'ya ilk defa olarak giren— bir zürâfa nazar-ı dikkati celbediyordu (53). Yine o zamana doğru Boğdan Voyvodası’nın bir elçisi son iki sene vergisini Osmanlı hazînesine te'diyeye geldi; bir Macar elçisi İstanbul'a geldiği gibi, bir Osmanlı elçisi de Maty as Korvinus'un Nevştad'daki ordugâhına gönderildi. Aslen Sırplı olan Macar sefiri Demitrius Yaksic, dönüşü için Pâdişâh'dan ruhsat aldığı sırada, hürmet alâmeti olmak üzere (50) (51) (52) (53) 1483 vak'alarında Marini Sanoto bunu şöyle kaydeder: «Arriva a Constan-tinopoli Robani nostro oratore Francesco Aurelio fra suo.» (Avusturya İmparafcor-i Hânedânî Hazine-i evrakı.) Kıbrıs'ta Magosa, Sismundi, 11, s. 284 ve 285. Stefano'dan naklen İnfessura Dario, s. 1213, Marini Sanoto VUe de Drçchi, Reynald, Kilise Vekayinâmesi, 1487, bâb: 7, s. 381. Loranzo Dö Mediçi (Loranzo de Medici) eserine Roskoe (Roscoe) tarafından yazılan 49 numaralı haşiye Dükün kâtibi Pietro da Bibiena tarafından yazılmış defter hediyeleri ihtiva eder. 330 HAMMER taraf-ı şahaneden kendisine bir hil'at verildi. Lâkin Macaristan'a dönüşünde Semendire yakınında Gâzî Mustafa tarafından üzerine hücum edilerek bütün maiyyetiyle birlikte kati olundu. Yaksic, evvelki muharebelerin birinde Mustafa'yı esîr etmiş, dişlerini kırdıktan sonra şişe sokulan kardeşini yavaş yavaş yanar bir ateş üzerinde bizzat kızartmağa mecbur etmişti. Bu emsali işitilmemiş vahşet hukuk-ı insaniyyenin bir sefîr üzerinde hetk edilmesine (yâni insanlık hukukunun bir sefîr üzerinde yırtılıp atılmasına) hakkaniyet sureti vermezse de, hiç olmazsa ma'zûr gösterir. Bununla beraber Yaksic o kadar şecaat gösterdi ki, vücûdu aldığı yaralardan kalbura dönmüş olduğu halde düşmüş ve intikamı yerde kalmayarak hayâtını terketmiştir; çünkü o da hasmını öldürmüştü (54). Yak-sic'in Pâdişâh nezdinde bulunduğu sıradadır ki, Matyas Korvinus o zaman muhasara etmekte olduğu Nevştad önündeki ordugâhında Osmanlı elçisini kabul etti. Bu sefîr, daha önce Pâdişâh tarafından Mısır Sultâ-nı'na gönderilmiş ve bâzı müzâkereleri iyi idare etmesi diplomatlıkla maharetini göstermişti. Bundan haberdâr olan Matyas, top gürültüleriyle dane uğultuları arasında kabul etmek üzere elçiyi bir batarya içine getirtti. Pâdişâhın nâmesine orada cevap verdi. Sefîr, Kralın nutkunu gerek korku ile unutmuş olsun, gerek topların mütemâdi sayhaları iyi işitmesine mâni bulunmuş olsun, sözlerini tekrar etmesini Matyas'dan rica eyledi. Korvinus: — «Bundan sonra Pâdişah'ın istediklerini hatırında tutar elçi göndermesi» cevabiyle iktifa etti (55). Fîl-hakika Bâyezîd ertesi sene Yaksic'in katlinden dolayı ma'zeret beyânı ile beraber, sona ermiş olan mütârekeyi üç sene uzatmak me’ınûriyetiyle ikinci bir elçi daha gönderdi. 1488 senesi seferi mutâd olan mevsimden evvel açıldı. 18 Mart (3 Rebiyülâhîr 893) târihinden itibaren Alî Paşa —Rumeli yeni beğlerbeği Halîl Paşa ve Anadolu beğlerbeği Sinan Paşa kendisini takip etmekte oldukları hâlde— Gelibolu'dan Anadolu'ya azimet etti. Mısır Sultâm’nın —şu müsaadesiyle sulh kararını tâcîl edeceği ümidine binâen— hürriyetini iade etmiş olduğu Hersek Ahmed Paşa, kara kuvvetlerinin hareketine denizden imdâd etmek için yüz yelkenden mürekkeb bir donanma ile Karaman sahiline gönderildi. Alî Paşa, Karaman Vâlîsi Yâkûb Paşa askerini kendi askerleriyle birleştirdikten sonra Çakıd Boğazı tarikiyle Ereğli'den Adana üzerine yürüdü (Not: 10); Adana ve Tarsus istihkâmlarını tâmîr ve Anaverza, Küre, Nemrin, Melvâne hisarlarını zaptetti ve yıkılmış olan Ayas duvarlarını eski hâline getirdi. Halîl Paşa Sis şehrini ha(54) (55) Engel, Sırbistan Târihi, s. 449. Sa'dü'd-dîn, 3, 484. Solak-zade, Âlî, Bâye-zîd-i Sânî Saltanatından 13. Fasıl. Katona'da, 12, 14, s. 182, Raab Papası Paul Gregorianes'in raporuna müracaat. OSMANLI TARİHÎ 331 sara uğratıp zaptetti; bu mevkideki Mısır kumandanı İstanbul'a gönderildi ise de, Hersek Ahmed Paşa’nın bırakılmasına mukabil zincirleri alınarak ve hil'at giydirilerek Mısır'a iade olundu. Memlûkler Sultânı, Alî Paşa aleyhine Devlet'in en büyük ümerâsı, yâni başkumandan Özbek, üçüncü sınıf ümerâdan Temrüz Beğ, dördüncü dereceden baş-silâhdâr ve im-rahur Kansuy kumandanlarında yeni bir ordu gönderdi; bunlardan başka her rütbeden binbeşyüz zabit ile Dımışk, Haleb, Trablus, Sayda, Remle kumandanlarını, Ramazan ve Turgudlu aşiretlerinin yardımcı askerlerini de zikretmeliyiz (56). Mısır ordusu, Suriye boğazında Bagras önüne vâsıl olunca Hersek Ahmed Paşa donanmasının deniz tarafından yolunu kesecek bir surette orada beklemekte bulunduğunu gördü. Burada geçit, dağ ile sahil arasında o kadar dardır ki, «Sakal Tutan» ismini almıştır (Not: 11). Boğazı geçmek ümîdi tamâmiyle kesildiği bir anda şiddetli bir fırtına Osmanlı gemilerini dağıttı: Özbek —İrân Pâdişâhı Dârâ'-nın Bîlân'dan gelerek Amanos dağından inmekte olduğu hâlde onun mukabelesine azimet eden İskender'in geçmiş olduğu— bu tehlikeli boğazdan geçmek üzere koştu. Mısırlılar hareketlerine devam ederek ve Ceyhan (Piramus) ve Seyhan (Saros) nehirlerinden geçerek Tarsus ve Adana şehirleri arasında —bir taraftan Çakıd ve diğer taraftan Seyhan ile mahdûd olan— Ağa Çayırımda durdular, iki ordu işte burada çarpıştılar (17 Ağustos 1488 - 8 Ramazan 893). Alî Paşa, —en mahir generalleri olan İsfendiyâr-zâde Kızıl Ahmed, Turhan oğlu Ömer Beğ, Mahmûd Beğ etrafında olduğu hâlde— merkezde durdu. Sağ cenahda Anadolu ve Karaman beğlerbeğileri Sinan ve Yâkub bulunuyordu ki, şâir Velîyyü'd-dîn oğlu Ahmed Paşa ile Süleyman Beğ onların maiyyetinde idiler; sol cenahda Rumeli beğlerbeği Halîl Paşa muharebe ediyordu. Anadolu askerinin pişdarları Evranosoğlu ve Rumeli pişdarları Hüseyin Beğ kumandasında idi. Öz-bek, sağ cenah kumandanlığını Şâm beğlerbeğine vermiş ve Sultân Kaytbay sarayının en büyük me’ınûrları onun maiyyetine me'-mûr bulunmuştu. Suriye yardımcı askerlerinin harbetmekte olduğu sol cenahı da Haleb beğlerbeğine tevdi etmişti. Temrüz Beğ kumandasında dörtbin mızraklı pişdarları teşkil ediyordu. Özbek de bizzat merkezi işgal ediyordu. İki Evrenos-oğulları İsâ ve Süleyman ilk müsademede düştük(56) «Mısır Sultânı Rûm-ili asâkirinün hücumlarından haberdâr olıcak kalem-revende olan ümerâ ve sipahi cem' idüp sânîsi olan öz-beg ki emîr-i kebîr-i Mısr idi serdâr itdi ve sâl'si olan Temriz'i ki emîr-i silâh huvey-şâvendî idi ve râbi'î olan Kansuy'yı ki emîr-i âhûr-ı â'zamı idi ve elf ve hamse mi'e serdârlarını ve Şâm ve Haleb ve Tarablus ve Sayda nâible-rini bile koşup Alî Paşa'ya gönderdi.» (Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 56) (Hammer'in bmbeşyüz zabit dediği elff ve hamse mi'e tesmiye olunan güruhun ümerâsı olup, bunların neslinden olan E'tfiyye takımı Mehmed Alî zamanına kadar Mısır'da mevcûd idi. Mütercim.) 332 HAMME R lerinden Anadolu ordusu sebat edemeyerek firar etti; Temrûz'un süvarileri firarileri şiddetle takip ederek kendilerine terk olunan ordugâhı yağma etti. Sol cenahda Rumeli ordusu muzafferiye ti almağa büyük bir gayretle çalıştıysa da, saflarının aralanmakta olduğunu görmesiyle toplarını, mühimmatını, ağırlıklarını harb armağanı olmak üzere bırakarak, sayıca üstün olan düşmandan ric'ate mecbur oldu. Ganimetin Mısır'a ulaştırılmasında muhafazaya me’ınûr olan bir Mısır fırkası Suriye yolunu tuttu; lâkin Bagras'a vardığında Boğaz’ın Hersek Ahmed Paşa tarafından çıkarılan askerle kapanmış olduğunu görerek kendisine, silâh elde yol açmağa mecbur olmakla beraber birçok telefat verdi, mağlûbların terket-tiği kıymetli şeyleri harb meydanında bıraktı. Bununla beraber Kilikya'-da muzafferiyetlerini takip etmekte ve Versak ve Turgud aşiretleri tarafından gayyûrâne yardım görmekte olan Özbek Adana'yı muhasara ederek barut mahzeninin işgalinden sonra eline geçirdi (1 Nisan 1489 - 1 Cü-mâdelulâ 894). Alî Paşa Ereğli ve Lârende üzerine çekilerek ordusunun dağılmış olan bakiyyesini orada topladı; müessir bir ibret göstermek arzusunda Pâdişah'ın emri üzerine —bu defa dahî âmirine rekabeten ilk önce firar etmiş olan— Karagöz Paşa ile —Alî Paşa'nın bu seferin musibetine sebeb olarak gördüğü (57)— bâzı ümerâ İstanbul'a gönderildi. Karagöz Paşa idâm ile diğerlerinden birtakımı hapis ve birtakımı azlolun-du. Ertesi sene (1490-895) dâhilde, Edirne'de bir cami, bir medrese, bir hastahâne inşâsından, birçok dükkânlarla İshak Paşa mahallesinin kamilen yanmasından ve o şehrin yedi mahallesine şiddetli bir fırtına esnasında yıldırım düşerek hasara yolaçmasından başka vakıa olmadı ise de (Not: 12), hâriçte yeni muvaffakıyetsizlikler hazırlanmakta idi. Mısır ile muharebe Dülkadiriyye Beği'nin hıyanetinden dolayı Osmanlı orduları için musibete yol açtı. II. Mehmed'in saltanatının son senesinde tahtına iade ve Mısır Sultâm’nın iltizâm ettiği birader ve rakibi Budak Beğ'e karşı himaye eylediği Alâü'd-devle eski düşmanı Kaytbay’ın muzafferiyetlerine kapıldı; Özbek vâsıtasiyle hıyanetini müzâkere etti ve Özbek'in oğluna kızını verdi (58). O zamana kadar Mısırlılar’ın Şam'da mahbûs tuttukları kardeşi Budak Beğ ise firara muvaffak olarak İstanbul'a gitti ve Pâdişâh'a dehalet etmesiyle Vize sancak beyliğine tâyin olundu. Sonraları Osmanlı siyâseti, Budak Beğ'e eski taraftarlarını rabtet-mek ve emareti ehemmiyetsiz olmayan bir müttefiki Anadolu'da idâme eylemek ümidiyle Budak Beğ'in tarafını tutmayı gerekli gördü. Bundan dolayı Sultân Bâyezîd, Budak'ı babasının mirasını ele geçirmek için Anadolu'ya gönderdi ve Amasya Beği Hızır Beğ-zâde Mehmed Paşa, KayseKayseriyye sancakdârı Yular-kısdı Sinan; Karesi sancakdârı Kralı oğlu İshak, Rumeli'de Kızılca mütesellimi Karaca-zâde İskender Çelebi. (58) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 489. (57) OSMANLI TARİHİ 333 riyye Beği Mihâl-oğlu ile Karaman Beğleri reîsi Mutanzar-oğlu Mahmûd'u onun refakatine verdi. Budak, zabitlerinin kumanda etmekte oldukları asker ile hemen hemen hiç mukavemet görmeksizin Dülkadir toprağına girdi. Lâkin Alâü'ddevle'nin oğlu olup babasının Kırşehri (Kırşehir) sancağına tâyin etmiş bulunduğu yeğeninin gözlerini çıkarmakla, bu ilk muvaffakiyetinin kadrini pâymâl eyledi. Alâü'd-devle müthiş bir ordu ile onun üzerine yürüdü, Budak’ın yardım talep etmek üzere Mahmûd Beğ'e göndermekte olduğu bir mektup Alâü'd-devle'nin eline geçerek, bunun yerine başka bir mektup gönderdi ki, düşmanın sefil bir vaziyette bulunması sebebiyle imdâd gönderilmesine asla lüzum bulunmadığını işaret ediyordu. Budak, Mahmûd'un göndereceği askeri beklerken ansızın üstün kuvvetler tarafından yapılan bir hücum ile karşılaştı. Oğlunun elde silâh ölünceye kadar cesurca müdâfaasına ve İskender Beğ'in kahramanca şecaatler göstermesine rağmen, Budak, kardeşinin eline esir düşerek Mısır Sultânına gönderildi (59). Bu muzafferiyet haberi üzerine, Özbek — Kayseriyye'yi muhasara için— ordusunu Alâü'd-devle ordusuyla birleştirmeğe gayret etti (895/1490). Bâyezîd, Alî Paşa'nın talihsizliğinden korkarak, onun yerine kapudân-paşa mevkiinde bulunan Hersek Ah-med'i gönderdi. Ancak Özbek ile Alâü'd-devle'nin Kayseriyye önüne gelmiş ve Ereğli ile Lârende civarını yağmalamakta bulunmuş olduklarına muttali olarak, Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçip de sefer hazırlıklarını bizzat yerine getirmeye karar verdi. Azimet hazırlıkları sırasında bir nüsha Kelâm-i Kadîm ile hadîs kitaplarından müretteb hediyeleri hâmil bir Tunus elçisi Dersaâdet'e geldi ki, Osmanlı Devleti ile Mısır arasında asayişin iadesi için Tunus hükümdarının tavassutunu arza me’ınûr idi. Molla Arabî unvanıyla meşhur olan âlim müftî Alî el-Arabî dahî bu niyyet üzerine haylî zamandan beri Mısır ile muhabere ediyordu (60). Hersek Ahmed Paşa’nın yaklaşması üzerine Osmanlı toprağının Özbek ve Alâü'd-devle tarafından tahliye olunduğuna dâir şu aralık gelmiş olan haber, Müftî ile Tunus sefirinin sulh tekliflerini kolaylaştırdı. Bâyezîd, evvelce niyyet ettiği veçhile Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçecek yerde, avlayarak Edirne, İpsala, Gümülcine taraflarına azimet etti ve daha sonra bir torununun sünnet ve kızlarının tezvîci düğünlerini icra etmek üzere payitahtına döndü (61). Bu sene zarfında bir Türk fırkası Karniyol mıntıkasını istilâ teşebbüsünde bulunmuşsa da, Birnbaum ormanında memleket milis askeri tara(59) (60) (61) Sa'dü'd-dîn, 3, 490. Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 492. Soak-zâde, varak: 72. Nuhbetü't-Tevârîh, varak: 109. Âlî, II. Bâyezîd saltanatının 14. faslı. Ravzatü'l-Ebrâr. Osmanlı müverrihlerinde -MD'Ohsson'un (c. 1, s. 171) dediği gibi bu seyahatin veba korkusuyla vukuunu zannettirecek hiçbir fıkraya tesadüf olunmaz. 336 HAMMER Bâyezîd'in işbu Arnâvudluk seferi esnasında hayli akıncı fırkaları Avusturya içinde her yanı perişan ederek, evvelki akınlarının hiçbirinde görülmemiş derecede tahribat yaptılar. İstirya'da beşinci (75), Karinti-ya'da altıncı (76), Karniyol'da yedinci (77) olmuştur. Türkler, üç fırkaya ayrılarak her fırka bu bedbaht memleketin bir tarafına gitti. Birinci fırka Karniyol'a girip düşünülebilecek her türlü dehşetleri icra ederek Mutling ve Rudolfsvert tarikiyle Laybah'a kadar gitti. İmparator Maksimilyen'in Karintiya'ya gönderdiği asker Türkler'in ikinci fırkasını tehdîd ediyordu; Rudolf Dö Ge-venhüller'in emri altında başka asker toplanarak, Karintiya asilzâdegânı olan Jan Ungand, Nikola Lihtenştayn, Pankras, Dietriştayn, Leonar DÖ Koloniz, Kristof Veysteryah, Jorj Veyssenek, Nikola Raber dahî bunlara iltihak ettiler. Hıristiyan ve Türkler Vilah yakınında karşılaşarak birkaç saat gayet şiddetle muharebe ettiler; Türkler'in arkalarından getirmekte olduğu onbeşbin esîr kavga esnasında zincirlerini kırarak Osmanlılar'ın arka tarafından hücum ile dehşetli bir kıtal yaptılar. Yedibin Hıristiyan muharebe meydanında kaldı; Türkler onbin telefat verdikten başka ye-dibini esîr oldu (78). Reisleri Mihâl-oğlu Alî Paşa (79), Gevenhüller'in, yahut Koloniza'nın emriyle idâm olundu (80). Muharebenin vuku bulduğu mahalde yapılan bir tepe defnolunan ölülerin miktarının çokluğuna bugün dahî şehâdet etmektedir. Osmanlılar'ın üçüncü fırkası Silli'ye kadar Aşağı İstirya'yı istilâ etti. (81) (82). Bununla beraber bu korkunç manzara- (75) (76) (77) (78) (79) (80) (81) (82) Birincisi 1386'da Yıldırım Bâyezîd zamanı; ikincisi 1418'de Radgesburg civarında; üçüncüsü 1475'de Rande; 1480'de Yukarı İstirya'da» Mejizer. Valvasur. Kezalik. (Bu akınların tahribatına mübalağa karışmış olduğunda şüphe yoktur. Bununla beraber, şimdi müverrihin yazacağı veçhile o zaman Osmanlı ülkelerine taarruz eden düşmanlar insâniyetkârâne muamele etmezlerdi. Mütercim) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde. Valvasur, 1, 4, Mejizer. Mejizer, Engel, Macaristan Târihi, s. 183. Burada Türk akıncılarına izafe edilen su mezâlim, iki husustan kaynaklanmaktadır. Birincisi, Osmanlı-Türk akıncıları bu asrin komandolarına OSMANLI TARİHİ 337 ların Türkler'e mahsus olmadığını hemen söyleyelim. Macarlar da ekse riya vahşette onlarla rekabet ettiler. Vahşetler icadında hudutsuz tasavvur genişliğine sahip olan Kiniş Sureni muhasarasını terke mecbur ettiği zaman Türkler'den aldığı esirlere en müthiş işkenceleri yaptı: Birtakımı çuvallar içine konulup, çuvallar dikilerek suya atıldı; birtakımı değirmen taşlarının altına konularak ezildi; diğer birtakımı diri diri derileri yüzüldü ya ateşte kebâb edildi, yahut diri diri aç domuzlara yedi-rildı (83). Mihâl-oğlu'nun Vilâh yakınında bütün ordusuyla telef olduğu sene Semendire Valisi Hadım Alî Paşa Transilvanya'dan ric'ate mecbur ve Kırmızı Kule geçidinde Etienne tarafından tamamen mağlûb olarak, ölü ve yaralı onbeşbin kişi kaybettikten .ve ganimetlerle bütün esirleri bıraktıktan sonra Eflâk'a dönebildi. Osmanlı ordularının bir sene içinde Sureni, Vilâh ile Kırmızı Kule boğazında birbirini müteâkib uğradığı üç mağlûbiyetin intikamını almak için Yâkup Paşa sekizbin kişi ile yedinci defa olarak Aşağı İstirya'ya girdi ve Silli ile Peto mıntıkalarını hasara uğrattı (84). Bâyezîd'in Amasya Vâlîsi bulunduğu sırada, kapıağası hizmetinde bulunmuş olan Yâkub, daha sonraları beğlerbeği sıf atiyle Bâyezîd (in şehzadelerinden Karaman Vâlîsi Alemşâh'ın yanma gönderilmişti. Yâkub Paşa Yayca önünden geçerken, bu kalenin kumandanı Konizai'yi fert ferde bir mübârezeye davet etti. Lâkin Konizai buna cevap olmak üzere şiddetli bir hücum yaparak Yâkub Paşa'yı pek perişan bir halde ric'ate zorladı (85). Osmanlılar Ost-roviç yakınında Unna'yı geçerek Slavin ve Kulpa üzerine yürüdüler ki, evvelki akınların hiçbirinde buralara kadar gelememiş idiler. Bunlar on-beşgün Hırvatistan ile Aşağı İstirya'yı harâb ettiler; lâkin Jak Segeley ve diğer Alman şefleri Hırvatistan'a çekilmeğe mecbur ettiler. O vakit —Osmanlı trâihinin Macar târihinden ziyâde isimlerini kaydettiği (Not: 13)— birçok Hırvatlık asilzadeleri birbiriyle şiddetli bir muharebeye tu- (83) (84) (85) benzer; akıncılar, düşman ülkesinin derinlerine kadar nüfuz ederek, düşmanın ekonomik ve askerî gücünü tahribe uğratırlar ve düşman ahâlisi ve askerinin moralman ve iktisadî cihetten iyice zayıflamasını temîn ederlerdi, ki yukarıdaki malûmat, akıncıların bu maksadı te’ınîn ettiklerini göstermektedir. İkincisi, o devrin mehazları, yâni Hıristiyan müverrihler bu hâdiseleri o kadar mübalağa etmişlerdir ki, Türkler'in saldıkları bu dehşeti, Hıristiyan taassubunu kuvvetlendirmek maksadıyle ger-çek-dışı mezâlim haberleriyle süslemişlerdir. (Hazırlayan) Engel, Macaristan Tarihi, 3, s. 55. Bonfinius, Aşere, 5, 1, 3, s. 707.. Civvio Hadım Alî Paşa Karintiya'yı istilâ eden üçüncü fırkaya kumanda ettiğini beyân etmekle aldanıyor. Sa'dü'd-dîn, 3, varak 497. Hammer Tarihi, C: II R: 22 47 338 HAMME R DM tuştular. İlk önde Derengzeni Ban'ı Franjiyan (Frangipan) kontları, Nikola ile Bernarden, Modroç Kontu Jan bulunuyorlardı. Bir takımı Macaristan Kralımdan, diğerleri Yâkub Paşa'dan yardım istemiş idiler (Not: 14); ancak Osmanlı generali ric'ate mecbur olup da Hırvatistan'a geldiği zaman müşterek düşman ile harbetmek üzere barıştılar (86) (M.İ. 2). Yâkub Paşa, Sadbâr ayağına vâsıl olunca ağaç ve taşlarla sed çekilmiş ve her taraftan düşmanla çevrilmiş olduğunu gördü. Bulunduğu hâl-i mecburiyetten dolayı subaylarından birini ric'atini para ile satın almak üzere gönderdi; lâkin Derengzeni esirlerin ve ganimetin iadesini şart olarak ileri sürdüğünden Yâkub muharebeye karar verdi. Derengzeni, düşmanın sayıda üstünlüğünden korkarak ric'at etmek üzere bulunduğu halde Berdarden Dö Franjipan kendisini oğluyla kardeşini bir muharebenin ihtimâllerinden kurtarmak istemiş olmakla ayıplayarak— muhalefet gösterdiler. Yâkub Hıristiyan generalleriyle müzâkerede geçen vakitten istifâde ederek yoluna mâni olan bir ağaçlığı kestirdi ve boğazdan kurtuldu. Hıristiyan ordusu arkasından geldiğinden Osmanlı generali 1493 Eylülünün 9'unda Adbina (87) yakınında muharebeye girişti: Beşbin yedi-yüz Macarlı maktul ve Derengzeni ailesinden üç Hırvat reisi esir oldu; üç Franjipan kontundan biri muharebede telef olarak, bir diğeri Türkler eline düştü; üçüncüsü kaçtı, kurtuldu. Yâkub Paşa Hırvatistan Ban'ı Derengzeni'nin oğluyla kardeşinin başlarının kesiîemsini emr ederek —Osmanlı ordusu Derengzeni'nin toprağı üzerine ric'at etmek istediği zaman sulhu bozmuş olmasından dolayı onu şiddetle kınayarak— hediyesi olmak üzere İstanbul'a gönderdi. Hırvatistan generali Pâdişah’ın huzuruna götürüldüğü zaman vekarım ve mu'tâdı olan huşuneti asla tebdil etmedi. Maahaza Sultân Bâyezîd idâm ettirmeyerek iki hizmetçisiyle beraber bir adaya göndermekle iktifa etmiş ve üç ay sonra orada zehîr yahut iklimin öldürücü te'sîriyle ölmüştür (Not: 15). Yâkub, muzafferiye-tine mükâfat olmak üzere Pâdişâh'dan bir kılıç aldığı gibi, istabl-i hümâyûndan (pâdişâha âit tavladan) bir de at ihsan olundu; Sultân Bâyezîd bu derece ile de yetinmeyerek, Rumeli beğlerbeğini Bosna'ya nakledip, onun yerine Yâkub Paşa'yı tâyin etti (88). Pol Kiniş hayâtının son dakikasına kadar Osmanlılar’ın barışmaz düşmanı olmuştur. Ölüm yatağına uzanmış olduğu halde dahî akıncıların, Derengzeni'nin hezimetinden sonra Petu'ya kadar İstirya'da ve Tamış(86) (87) (88) Osmanlı müverrihlerinde bu i'tilâftan bahsolunmuyor, yalnız Macar müverrihleri zikrediyorlar. Sa'dü'd-dîn'de Kurbova yahut Karatova. Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 500. OSMANLI TARİHÎ 339 var'a kadar Banat'a vâki' olan akınlarından dolayı intikam almak için Macaristan Kralı'nı iknâ'a çalıştı (89); nüzul darbesiyle dili tutulmuş iken bir harita getirterek ve hükümdarına Osmanlı hududunu göstererek eliyle kendi boğazını sıkıp Hıristiyanlık düşmanlarına ne muamele yapmak lâzım geleceğini bu şiddet işareti ile gösterdi. İmparator Mak-similyen akıncıları İstirya'dan çıkardıysa da, yedibin esîr alıp götürdüler. Yeni İmparator'un bu sırada göstermiş olduğu şiddet, saltanatının yirmi beş senesinde akıncıların bir daha görünmemesi neticesini verdi. Osmanlılar'ın Tamışvar Banlığı'nda yaptıkları hasarların Semendire zabtiyle intikamı alınmış ve Kiniş hayâtı terketmek üzere olduğu halde bu muharebede hazır bulunmuştur. Semendire haricindeki mahalleler yakılarak bu mıntıkanın yağma edilmesi Hıristiyanlara esîr, hayvan, buğday, kıymetli eşya olmak üzere o kadar çok ganimet sağlamıştır ki, beş öküz bir dukadan, dört kızıyle bir kadın onsekiz gümüş sikke'den fazla etmezdi (90). Macarlar Türkler'e mukabele-i bi'l-misil muamelesi yaparak esirleri sattılar. Zîrâ o zamanda esirleri satmak veyahut hepsini birden öldürmek iki millet arasında müşterek bir âdetti. Hıristiyanlar istifâde sağlayan şu haydutlukları yaptıktan sonra 1494 Teşrinievvelinin birinde, Belgrad duvarları önüne geldiler. Sereni'nin akrabasından «Başkeser» (Not: 16), lakabiyle yâd olunan Piyer More —ki 1494 nihayetlerinde elçi sıfa-tıyle İstanbul'a gitmiş idi— ertesi sene hediyeler ve sulhun on sene için uzatılması teklifi ile gelen bir Türk elçisiyle birlikte avdet eyledi (91). Macar Kralı, Derengzeni'nin hezimetinde esîr düşen Hıristiyanların hürriyetlerinin iadesini, mütâreke müddeti içinde her türlü akınların kesilmesini, hitâmından üç ay evvel devleti haberdâr etmek üzere mütârekenin yenilenmesi veyahut kesilmesinin kendi reyine bağlı olmasını husûsî bir şart ittihaz etmekle beraber, sulhu yalnız üç sene için kabul etti (92). Macarlar'ın musalahanın akdinden önce vukua gelen son çarpışmaları Ya-yiçe (Yayca) vâlîsi Vladislas Kanizai'nin muharebesidir ki, son sene zarfında kumandasındaki kaleden hârice hücum etmek suretiyle Yâkub Paşa'yı ric'ate zorlamış ve dört bin atlı ile Sırbistan'ı istilâ ederek —Hadım Alî Paşa'nın ganimetlerini koymuş olduğu— iki hisarı eline geçirmişti (93). Derengzeni'nin vefatından sonra Hırvatistan Ban'ı tâyîn edilen cesur Kanizai —onun tavsiyeleri üzerine yapılan son Sırbistan seferinden dönüşünde Belgrad'dan pek uzak olmayan bir mahalde vefat (89) (90) (91) (92) (93) Bonfinius, Aşere, 5, 1, 4, s. 719. Julius Sezar, Staat und Kirchengeschîchte. Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 72. Bonfinius, Aşere, 5, 4, s. 719-20. Bonfinius, Aşere 5, 4, s. 728. Bonfinius ile Katona, 10, s. 708. Şimek, (Schimeck), Politische Geschichte des Herzogthums Bosnien und Rama, s. 183. 340 HAMME R eden— Pol Kinis'in izinden yürüdü (94). Belgrad muhafız askeri zabitleri nirt şehri Türkler'e teslim etmek üzere kurdukları fesad Kanizai tarafından keşf olunarak, bu hıyanetin başlıca failleri olan Oranad Duahanı ve Sen-Jan Şövalyesi ile Sirnıi mıntıkasının irsen dukası olan Loran Oylak yalnız mansıb ve emvalini kaybederek, daha aşağı sınıftan olanlar idamla cezalandırıldılar (95) (1495). 1496'da Trükler Bosna'da Komotya, Tersas, Neretva, Kozruvar kalelerini istilâ ettiler (96). Ertesi sene Dalmaçya'ya girerek Zara etrafını talan edip Friyul'da Rayfniç, Zirkniç, Levriç (Loriç), Obeıiaybah şehirlerine kadar ilerlediler. İşkodra Beği Fîrûz Beğ —O vakte kadar Venedik himayesinde bulunmuş olan—■ Karadağ Beği Jorj Çemoviç"in arazisini muhafaza için Pâdişâh’ın emriyle Kataru'ya geldiğini Venedikli kumandan Marçes Trevizan'a haber verdi (97). Trevizan'ın verdiği cevapta bu arazîde Venedik Cumhuriyetinin hiçbir tasarruf fikri beslemediği beyân olunarak, şu cevap muvakkaten Padişahı ikna etmiş ise de, Venedik hükümeti hakkında Osmanlıları endîşeye düşürmüştür. İki sene sonra Osmanlı Devleti ile Venedik arasında patlak veren harbin esâsı işte bu vakıadan doğmuştur. Bu senenin baharında (3 Mart 1497) vezîr-i âzam Dâvud Paşa ondört sene şu mühim hizmette bulunduktan sonra senelik üçyüzbin akçe ile tekaüd olundu (98). Vezîr-i âzamlık mesnedinin kuruluşundan beri o makama geçen ondört zâttan Pâdişâh’ın teveccühünün bekasiyle beraber ilk çekilmiş olan, Dâvud Paşa'dır. Dâvud Paşa’nın onüç selefinden birtakımı bütün hayâtları müddetince o makamda bulunmuş ve diğerleri gözden düşerek —üçü de vezîr-i âzamlıktan kapudan-paşalığa ve Gelibolu beğ-ligine tenzil edilmiş olan Mahmûd Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Mesîh Paşa gibi—• küçük hizmetlerle iktifaya mecbur olmuştur. Dâvud Paşa’nın çekilmesiyle boşalan makam, Pâdişâh’ın eniştesi Hersek Ahmed Paşaya ve(94) (95) (96) (97) (98) Sen-Kleman'da 24 Teşrinisani; Bonfinius. Aşere, 5, 1; Engel, Macaristan Târihi, 3, s. 272. Şimek, s. 183, Engel, Dataı&çya Târihi, s. 562; Macaristan Târihi. 3. S. 35. Marini Sanatu, Bu mektub 24 Haziran 1497 târihiyledir Hadîkatü'LVüzerâ. Osman Efendi-zâde. Çio'daki Venedik elçisinin cumhura yazılmış 5 Mayıs 1497 tarihli mektubuna müracaat; 11 grun S:g~ nore dimisse al 3 di marzo il Wezind Daud, et l'ha mandal o al suo Tımar presso Andrinopoli con provisione di aspri 300 mille. Davit era amissimo dei Venezianie e pacifico.» (Dâvud Paşa’nın Edirne yakınında üçyüzbin akçe ile tekaüde memur olduğunu ve Paşa’nın Venedikliler'e muhibb ve sulh-perver bulunduğunu mutazammındır) Marini Sanato'nun Şuiin'u (Kronik) OSMANLI TARİHİ 341 rilerek (99), o da yine o sene zarfında —II. Mehmed zamanında idâm olunan-— Halil Paşa'nın oğlu Çandarlı İbrahim'e terk etmiştir. Devletinin haysjyetj müsâiâ oldukça eski mütârekeleri yenilemeyi ve komşularıyle sulh hâlinde yaşamayı düşünen Sultân Bâyezîd, Lehistan ile yedi seneden beri dostça münâsebetlere devam etmekte olduğu halde, Silistre Beği Balı Beğ'in meşhur olan sevkıyatı üzerine, o zamana kadar iki millet arasında hüküm sürmüş olan hüsn-i imtizacın birdenbire kesilmesine sebep oldu. 1490 senesinde Bâyezîd ile Jagellonlar’ın üçüncüsü Kazimir saltanatlarında Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında ilk ahid-nâme akdolunmuştu (100). Bu muahede sonradan—Bohemya ve Macaristan Kralı bulunan iki büyük kardeşi Sigismund ve Vladislas'ın emel-leı-inin çalışması sebebiyle— Lehistan Kraliyet tahtına çıkan Jan Alber tarafından üç sene daha uzatılmıştı (101). Belirtilen müddetin sonunda Jan Alber Türkler aleyhine değil, Boğdanlılar aleyhine taarruz bahaneleri arayıp müteakiben uğursuz Sökçava muharebesini açtı. Macaristan Kralı Vladisîas Lehistan işlerinde tavassut arzetmek ve Boğdan’ın Lehistan askeri tarafından istilâsı Osmanlı Devleti'nin değil, Boğdan’ın vergi verdiği Macaristan'ın hükümranlık hukukuna muhalif olduğunu tebliğ etmek üzere, İstanbul'a bir sefir gönderdi (1497) (102). Bu müdâheleye rağmen Silistire Beği Malkoç-oğlu Balı Beğ muharebe emrini alarak 1497 senesi içinde —biri ilkbaharda ve diğeri sonbaharda olmak üzere— iki defa asker gönderdi. Birinci defasında altmış bin kişi ile Tuna'dan geçerek onbin esirle döndü. İkinci defasında —eğer Macaristan müverrihlerinin sözlerine inanılmak lâzım gelirse— bu sevk olunan kuvvetin kumandanı olan Osmanlı generalinin (Balı Beğ'in) emri altında seksenbin kişiden ziyâde vardı (103). Dinyester nehrini kayıklardan kurulmuş bir köprüden geçtikten sonra öncü kumandanlığını küçük oğlu Tur Alî (Durali) Beğ'e ve ordunun ikinci fırkası kumandanlığım büyük oğlu Alî Beğ'e verdi. Dinyester üzerinde bulunan Süruka Hisar'a uğrayıp nehrin geçidini müdâfaa eden kule hâk ile yeksan edildi. Bir göl kenarındaki Derekzeni (De-reczny) (104) şehri ansızın zapt edilerek yakıldı. Kankçuga (Kanczuga; (99) (100) (101) (102) (103) (104) İşbu 1497 senesinde ilk Osmanlı büyük şâir-i rebâbîsi Ahmed Paşa ile son büyük İran müverrihi Mîrhond vefat etmişlerdir, TakvînuYt-Tevârîh. Martens'in Diplomasi Rehberi adlı eserinde bu ahidnâmeden bahsolun-mayıp, lâkin 1607 senesinde yenilenmesi münâsebetiyle Naimâ'da zikro* ummuştur. s, 251. Solinyak (Solignac), Macaristan Târihi, 1, 16, 1493. Kromer (Crumer), s. 660. Noygebaver (Neugebauer), s. 430. Herburt de Fulstein, s. 209. Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 100. Prey, 4, s. 274. Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 100. Bu belde Sa'dü'd-dtn'de ztkrolunraanuştır. 342 HAMME R yahut Cinanca) (105), Gelebanya, Braklav dahî bu hâle uğradılar. Ra-dimin (Not: 17) kalesi istihkâmları sayesinde taarruzdan masun kaldıysa da Perovorsk (106) hücumla zaptedildi. Bu şehrin yakınında Balı Beğ pekçok ganimetlerle oğlunun fırkasına iltihak etti. Hazan Voyvoda (?) bütün memleketi dolaşarak Dinyester üzerinde Lehliler tarafından yıkılmış olan köprüyü yeniden yaptırch. Kaasım Beğ-zâde Mustafa oğlu —muvaffakiyetten ziyâde şecaatle müdâfaa edilen— bir boğazdan silâh kuvvetiyle geçerek elli süvari ile Saana Köprüsünden geçti ve Yaroslav (107) şehri ve mıntıkasını tamamen hasara uğrattığı gibi, beldenin altın ve gümüş servetiyle meşhur olan bir kilisesini yağma ettirdi. Bu müddet esnasında Balı Beğ Haliç, Zidakon, Sambur, Drahubiç (108) havalisini ha-râb etti. Eğer soğuk ve erzak yokluğu Türkler arasında büyük zayiata yol açmasaydı, memlekette daha ileri gideceklerdi. Lehistan müverrihleri bu seferde telef olan Osmanlılar'ın miktarını kırkbine çıkarırlar. Osmanlı müverrihleri ise Balı Beğ'in ordusu kırkbin kişiden mürekkep olup, Kiliya ve Akkirman'a büyük ganimetlerle gelindiğini ve Pâdişâh'a âit beşte bir'in alınmasından sonra, muavin askerlerin terhîs olduğunu yazarlar. Moldavya Voyvodası Boğdan’ın (?) Lehistan Seferi esnasındaki hizmetlerine mükâfaten kendisine Pâdişâh tarafından samur kürklü bir kaftan ve bir sancak ile iki tuğ, koka (tüylü serpuş) gönderildi. Bu şeref alâmetlerinden tuğlar paşa rütbesine terfî, koka Yeniçeri miralaylığına tâyîn edildiğine işaret idi (109). 1492 senesi —ki Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfettiği senedir (M.İ. 3)'.— Rusya ile Osmanlı Devleti arasında ilk siyaâsî münâsebetler vukua gelmiştir. Çar III. Jan, Osmanlı Devleti'nin genişlemesine dikkat nazarlarını atfederek, bu devletle münâsebete girişmeyi haylî vakitten beri arzu ediyordu. Piyelogrod'da Çarın kâtibi Koroçin ile birkaç paşa arasında müzâkerelerde Osmanlı kumandanları dahî metbûlarınm Rusya Çâ-rı'yle münâsebetler kurulması arzusunda bulunduğunu Koroçin'e tebliğ ettiler. Çar bundan haberdâr olarak, müttefiki olan Kırım Hanı Mengli (105) Sa'dü'd-dîn'de «Cinânca». (106) Sa'dü'd-dîn'de «Andre Prevorsk» (107) Sa'dü'd-dîn'de «Yâreslav». (İstanbul matbuu Sa'dü'd-din'de şehrin ismi tasrîh edilmiş değildir. Fakat yayımlayan «Sâne» denildiğini sahife kenarın ayazmıştır. Yayımlayanın Hammer'e müracaat etmiş olan bir malûmatlı kişi olduğu zannedil'r. Sa'dü'd-dîn Matbaa-i Âmire'de tab' olunduğundan, tâbı'i Matbaa-i Âmire müdürü olacaktır. İstanbul matbuun-da «Yaroslav»a «Yaruşlav» şeklinde yazılıdır. M.İ. 4'de bu akınlara dâir daha geniş izâhât verilecektir.) (108) Solinyak (Solignac), 1..16, c. 3, s. 172, Amsterdam 1751. (109) M. Ö'Önsson, 7, 445. OSMANLI TARİHÎ 343 Giray'a bu husustaki efkar-ı şahanenin (pâdişâhın düşüncelerinin) alınmasını bildirdi. Sultân Bâyezîd: — «Mengli Giray, Moskpv hükümdarı senün kardasın ise benim de kardaşım olacakdur» cevâbını verdi (110). Bir müddet sonra, Azof ve Kefe Rus tacirleri bu iki şehir mutasarrıflarından şikâyetçi olduklarından, oradaki ticâretlerini kamilen terkettiler. Kefe Paşası, bu neticenin Mengli Giray'ın hiylelerinden doğduğu iftirasını Pâdişâh'a bildirdi. Bu münâsebetledir ki, III. Jan, müttefikinin bu işte bir kusuru olmadığının bildirilmesi için Sultân Bâyezîd'e aşağıdaki mektubu yazmıştır: «Türkiye beğlerinin hükümdarı ve berr ü bahrin pâdişâhı sultân-i zî-istiklâl Bâyezîd'e. Biz ki Tanrının inâyetiyle bütün Rusyalar’ın ve kuzeydoğuda diğer birçok ülkelerin yegâne hakîkî hükümdarı Jan'ız, zât-i şevketlerine yazmak istediğimiz şudur ki: Şimdiye kadar beyân-i ihlâs için sefîr göndermedik. Bununla beraber Rus tacirleri sizin memleketinizi dolaşmış ve iki hükümete de faydalı bir ticâret icra etmişlerdir. Bunlar sizin hâkimlerinizden görmüş oldukları mezâlimden dolayı bana defalarca şikâyet ettiler. Lâkin ben sükût ettim. Geçen sene Azof Paşası bunları bir hendek açmağa ve muhtelif inşaat işleri için arabayla taş taşımağa mecbur etmiştir. Bundan daha ileri gidilerek Azof ve Kefe tacirlerimiz mallarını yarı fiatiyle teslime icbar olunmuştur. Eğer bunlardan biri hastalanacak olursa hepsinin malları hacz olunuyor. Eğer vefat edecek olursa hükümet bütün mallarını zaptediyor. İyileşecek olursa, malının yarısından ziyâdesi verilmiyor. Vasiyyetnâmelerin şartları mer'î tutulmuyor. Türk hâkimleri bütün Rus emvali için kendilerinden başka vâris tanımıyorlar. Bu kadar haksız muameleler tacirlerime sizin memleketinizde ticâreti men' için beni icbar eylemiştir. Bu tacirler eskiden, ancak kanunen muayyen olan miktarı te'diye eyledikleri ve kendilerine serbestçe ticârete müsâade olunduğu hâlde şimdi bu ef âl-i taaddîkârâne-nin (saldırgan işlerin) sebebi nedir? Bunu biliyor musunuz? Yoksa bilmiyor musunuz? Babanız II. Mehmed büyük ve meşhur bir hükümdar idi; rivayete göre bize beyân-i meveddet (sevgisini göstermek) için sefîr göndermek arzusunda bulunmuş; lâkin Cenâb-ı Hak müyesser etmemiş. Bu tasavvurun şimdi icra olunduğunu neden görmeyelim? Cevâbınızı intizâr ederiz. Moskov, 31 Ağustos 1942 (111) Üç sene sonra İstanbul'a ilk Rûs sefareti geldi. Sefîr Misel Pleçeyef III. Jan'a veda ederken metbûundan bir itimâdnâme ile beraber aldığı ta'lîmât mucibince Sultânın memleketlerinde Rus ticâretinin serbestçe ya(110) Karamsin, Rusya Târihi, 1820, c. 6. s. 289. (111) Karamsin, Rusya Târihi, s. 290. 344 HAMME R pılmasına dair müzâkerelere başlamağa me’ınûr idi; Sultân Bâyezîd ve oğlu Mehmed'e (112) arz-ı ihlâs ettiği sırada diz çökmemesi; vezirler vâ-sıtasiyle değil, doğrudan doğruya zât-ı şâhâne ile muamele etmesi; hiçbir sefirden geri kalmaması ta'lîmâtda tenbîh ediliyordu. Pleçeyef, talimatının fikrini tecâvüz ile İstanbul'a varışından itibaren soğuk ve kibirli göründü, ihtiram ve riâyete gark edildiği halde kendi şerefine vezirler tarafından verilen ziyafet davetlerini, hediye edilen kıymetli elbiseleri; masrafları için tahsis olunan onbin «seken»i reddetti. Bunun üzerine Sultân Bâyezîd, Mengli Giray'a aşağıdaki şekilde imâda bulunmuştur: — «Kendisiyle dostâne rabıtalar kurmayı şiddetle arzu ettiğim Rusya hükümdarı, bana kaba bir adam göndermiştir; orada tahkir görecekleri korkusuyla, kullarımdan hiçbirini kendisinin refakatine katıp da Rusya'ya gönderemiyeceğim. Şark ve Garb'da ihtiram gördüğüm hâlde, kendimi Öyle bir hakarete arz etmekten mahcûb olacağım.» Bununla beraber Bâyezîd, büyük hükümdara (Rusya Çarına) sefirinin hafife alıcı üslûbundan asla şikâyetçi olmayarak, yazmış olduğu mektupta tebeasmın ticâretine müteallik her türlü taleplerini yerine getiriyordu. 1499'da III. Jan, Bâyezîd ile Kefe Vâlîsi bulunan oğlu Mehmed için i'timâdnâmeleri hâmil olarak İstanbul'a Aleksi Golokvastof nâmında bir sefir gönderdi. Golokvastof, Pâdişâhın memleketlerinde Moskof ticâreti için yeni faydalar sağlamağa nail olduğundan ve Bâyezîd'e: — «Büyük hükümdar, sefiri Misel Pleçeyef i neden dolayı itham etmekte olduğunuzu bilmiyor; ancak ma'lûmunuz olsun ki pek çok hükümdar metbuuma (efendime) sefîr gönderirler ve bunlar lutûf ve hürmet görürler. Bu husus Pâdişah'ın bizzat tecrübe ile emniyet kesb edebileceği bir şeydir (Not: 18).» yolunda tebligat icra etmeğe me’ınûr idi. Türkiye ve Rusya arasındaki bu yakınlaşma bir taraftan Rusya'nın ticâreti için yeni mahreçler bulmak ihtiyâcını hissetmesinden ve bir taraftan da Osmanlılar'ın Lehistan'daki yeni akınlarıyle Rus hükümetinin, Pâdişah'ın emîrgüzârı olan Kırım Hanları'yle devamlı münâsebette bulunmalarından neş'et etmişti. O zaman bütün Rumeli ve Anadolu Osmanlı vilâyetleri baştanbaşa Leh esîrleriyle doluydu (113). Bu milletin en güzel kız ve delikanlılarından seçilmiş olan birtakım esirler, Mısır Sultânı Kaytbay-zâde Nasır Mu-hammed'in — cülusundan ve Şehzadenin Napoli'de vefatından az bir müddet sonra— kendisine tezvîcini Bâb-ı Hümâyûn'dan talep etmiş olduğu, Cem'in kerîmesinin düğünü için hediye olmak üzere gönderildi (114). Şu (112) Pederlerinin saltanatı terk etmesinden evvel irtihâl eden Bayezâö'in şefczâdelerindendir. Mütercim , (U3) Engel, Moldavya Târihi, s. 151, Vrage Divornik'in ifâdesinden. (114) Ali, Bâyezîd Saltanatından 27. Fasıl. OSMANLI TARİHİ suretle, Fâtih'in iki kız torunu Osmanlı Devleti'nin en kuvvetli iki komşusuna verilmiş idi: Şehzade Cem'in kızı Çerkeş Sultanıma, Sultân Bâyezîd'in kızı Uzun Hasan'ın torunu ve İran tahtının velîahdi Ahmed Mîrzâ'ya. Devlet için pek mühim bir siyâseti mutazammın olan bu iki izdivaç, II. Murad'ın Sırbistan Prensesi Mara ile izdivacını hatırlatır ki, II. Mehmed Bosna ve Sırbistan hakkındaki iddialarını bunun üzerine binâ etmişti (115). Gerçi Bâyezîd'in halefleri olan pâdişâhlar, akrabalık kurdukları hükümdarların memleketlerindeki fetihlerine hukukî bir şekil vermek için, veyahut bahis konusu memleketlerde veraset hakkı iddiasında bulunmak için hiç bir vakit bu izdivaçları taleplerine vesile ittihaz etmemiş iseler de, bu izdivaçlar, Sultân Bâyezîd'in devlete hemhudûd olan en büyük iki hükümet, yâni İran ile Mısır'da nüfuz te’ınîn etmek emelinde bulunduğuna aşikâr bir surette delâlel ediyordu. Türk hârici siyâseti Sultân Bâyezîd'in zamanında husûsî bir şekil kazanmağa başlamış, ve Osmanlı Pâdişâhları içinde Bâyezîd, Avrupa ve Asya'ya birçok sefirler göndermek suretiyle ilk defa olarak bu siyâsete büyük bir vüs'at kazandırmıştır. Osmanlı diplomasisinin nasıl yürütüldüğünü takdir için hareket noktamızı emîn bir surette te'sîs etmek ve sonraları uğradığı muhtelif değişiklikleri anlamak üzere, onbeşinci asrın sonuna doğru Bâyezîd'i Avrupa hükümetleriyle, özellikle İtalya ile münâsebetlerde bulunduran sefirlerle sulh ahidnâmelerine bir nazar atfedelim: Macaristan Kralı Vladislas, kendisiyle Devlet-i Aliyye arasında akdolunan (116) otuz senelik mütârekenâmeye kardeşi Lehistan Kralı Jan Al-ber'i dâhil etmek için 1497'de İstanbul'a bir sefîr göndermişti; ancak müzâkereler bir netice vermeyip, bil'akis Osmanlılar'ın Lehistan'da iki istilâsını ta'cîle sebep olmuştu. Yine o zamanlarda İtalya'nın altı hükümeti, yâni Papa, Floransa, Piza, Milân, Napoli, Venedik Pâdişâh'ın dostluğunu veyahut yardımını kazanmak için birbiriyle rekabet ediyorlar ve tehalük gösteriyorlardı. Bâyezîd'in —Yesua'nın (Hz. İsa'nın) iki yanını delen demir mızrağını Roma'ya getirmiş ve Cem'in iaşesi için kırkbin duka vaad etmiş olan Mustafa nâmında bir elçiyi Papa nezdine gönderdiğini ve Boçi-yardi'nin müzâkerelerini ve tertîblerini ve Pâdişâh'ın Rodos Ustâd-ı Azamı'na, Fransa Kralı VIII. Şarl'a da sefîr gönderdiğini, evvelce zikretmiş idik. Yine işbu 1497 senesinde Bâyezîd İtalya'nın iki sefirini kabul etti ki, biri Papa Aleksandr (117) tarafından gönderilmiş ve Luici Sforzâ’ınn (118) elçisi olan diğeri Venedik aleyhindeki menfaat çatışmasına Osman(115) Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, s. 14. (118) Prey, Şuûn (Kronük), 4; Katona, 11, 18, s. 309; Marini Sanoto, 1498 Senesi. (117) «1497 da Constantinopli 5 et 5 settemıbre, vi era un oratore deı papa e uno del duce di Milano.» Marini Sanoto. (118) Guvviciardlnl, 1, l t 346 HAMME R lılar'ı idhâle çalışmağa me’ınûr idi. Beş sene Önce (1494), Napoli Kralı Alfons Fransızlar aleyhinde Pâdişâh'dan yardım talep etmişti. Ferdinand'-m vefatından sonra Napoli elçisi Tomazi Paleologos, Kral’ın halefi Fre-derik d'Aragon ile Devlet-i Osmâniyye arasında kat'î bir muahede akdetti (15 Temmuz 1498) (Not: 19). Venedik bu sırada birçok düşmanlar tarafından tehdîd edildiğinden Zanta adasının vergisini vermek ve Osmanlı Devleti ile her türlü ihtilâflarını düzeltmek ve mütârekeyi yenilemek üzere Andrea Zankani'yi İstanbul'a gönderdi. Zankani'nin varışından evvel müzâkereler, Andrea Gariti tarafından idare edilmekte idi. Ga-riti yalnız tacir gibi hareket etmeyerek, elçilik liyâkatini ve yirmibeş sene sonra «Doc» sıfatıyle Venedik Cumhûriyeti'nin idaresinde gösterdiği siyâsî mahareti göstermekteydi (119). Hadım Alî Paşa, bir sene önce iki-bin Türk ile Kataro'dan hareket ederek (1498) Zara havalisini talan etmiş ve Laybah surlarına kadar uzanan bir akın ile birçok esîr getirmiş (120) olduğundan, Bâyezîd, Venedik elçisinin maksadından şüphelenmekle beraber, hakîki düşüncesini keşfettirmek istemediğinden, îşkodra san-cak-beği Fîrûz'u bundan dolayı şikâyet etmekte olan Garitfye i'tizâr bildirmeğe me’ınûr etti. Kendisinden önce vâsıl olan Macar sefirinin daha evvel kabul olunması lâzım geleceği bahanesiyle Zankani huzûr-ı şahaneye müsûlünün (yani: pâdişâhın huzurunda, saygıyla ayakta durmak üzere kabul edilme merasiminin) her gün bir başka güne te'hîr edilmekte olduğunu gördü; nihayet kabul zamanı geldi. Zankani, İstanbul'a vardığında —hâlen (Hammer zamanında) yabancı sefirler hakkında mu'tâd olduğu veçhile— tercüman vâsıtasiyle ihtirama mazhar olmuş ise de, kabul salonuna çavuş-başı, sonraki tâbirle saray müşirliği vazifesini ifâ eden me’ınûr tarafından getirilmeyip «zabıta me’ınûru» demek olan subayı tarafından rehberlik edilmek suretiyle farklı bir muamele gösterildi; bundan mâada, i'timâdnâmelerini takdîm ettiği zaman zât-ı şâhâne doğrudan doğruya sefire hitâb etmeye tenezzül göstermeyerek —Hersek Dukası Ole-rik'in kardeşi olup eskiden Hristiyan dîninde ve Venedik vatandaşlığı payesinde bulunan ve şimdi Müslüman ve Pâdişah'ın damadı olan— vezîr-i âzam Hersek Ahmed Paşa'ya hitaben îrâd-i kelâm eyliyordu. Bu zamanın diğer vezirleri yetmişbeş yaşında ihtiyar îbrâhîm Paşa ile yine Bâyezîd'in dâmâdı olan, Hırvat generali Derengzeni'nin galibi Yâkûb Paşa ve yirmibeş sene önce Tagliamento nehri sahillerine saldığı dehşeti işbu 1499 senesinde yenileyecek olan İskender Paşa idiler. Venedik hükümeti, Gelibolu tersânesindeki falâliyete ve kumandası Kemâl Reîs'e verilmek üzere bir donanma teçhiz edilmekte olduğuna vâkıf olduğu cihetle, Zankani hakkında hafife alıcı muamele tabiatiyle Cum(119) Marini Senoto, Lujiye, 1, 8, 91. (120) Marini Sanoto, Paolo Civvio, Valvasur, Mejizer. OSMANLI TARİHİ 347 hûr'a emniyet-bahş olmuyordu. Sefirin kabulünden onbeşgün önce yirmi büyük gemi ve altmış yedi kadırgayı ihtiva eden ve cem'an yüzaltmış yelkenden mürekkeb olan Osmanlı donanması (121) Mora sahillerinden Motion ve İnebahtı (Aynabahtı) taraflarına yirmisekizbin Rumeli ve onse-kizbin Anadolu askeriyle sekizbin sipahi ve hemen bir o kadar yeniçeriden tertîb edilmiş altmışüçbin kişilik bir (122) bir ordu götürmek üzere yelken açmıştı (123). Bu zamanda devletin safî gelirleri (124) takriben ikibuçuk milyon du-ka'yı buluyordu (125); Sultân Bâyezîd'in yedi şehzadesinden herbiri bir eyâlet hükümetinde olduğu gibi, yedi kerîmesi de birer kudretli vezirle evlendirilmiş olduğundan, Osmanlı hanedanının şevketi en yüksek mertebesinde idi (126). Bu saadet ve kudret Osmanlı Devleti ile sulhun muhafazasına Venedik'i bir kat daha teşvik ediyordu. Bununla beraber ânî bir hücuma karşı kendini koruyabilmek için kuvvetli bir donanma teçhiz etti. Şu tedârikleri nazar-i dikkatte bulundurmakta olan Pâdişâh, Venedik sefiri Zankani vâsıtasiyle —fakat Türkçe değil, Lâtince— bir ahid-nâme akdetti. Ahidnâmenin Lâtince olması Bâyezîd'in fikrince menfaatlerine uygun gördüğü zaman bozulması için bahane olabilirdi (127). Osmanlı Devletimin böyle mer'î usûllere aykırı bir ahidnâme akdi ve müteakiben nakz etmesinde Milân, Floransa, Napoli sefirlerinin —Papa ve İmparator Maksimilyen'in muvafakatlariyle— pekçok telkinleri vuku bulmuştur. Bundan da maksadları kendileri Venedik aleyhine taarruza başlayacakları zaman Venedik'in, Osmanlı Devleti'nin sahte gösterilerine al-danıp da Türkler'in hücumuna müdafaasız bir halde ma'rûz kalması idi. Sultân Bâyezîd, Ludvik Sforza'nın elçileri tarafından tahrik edilerek 1 Haziran 1499 (21 Şevval 904) târihinde İstanbul'dan Edirne'ye gidip, oradan Rumeli beğlerbeği Mustafa Paşa'y1 İnebahtı’nın ele geçirilmesi için gönderdi. Kapdân Dâvud Paşa kumandasında bulunan donanma dahî o tarafa teveccüh eyledi (128). Muhalif rüzgârlar Dâvud Paşa'yı üç ay mü(121) Marini Sanoto, Adrien G&ıiti'zıin. raporu. (122) Marini Sanoto'nun Kroniğinde, 1496, İstanbul'da Cumhur'un kâtibi Sa-kündino'nun lâyihası. (123) Kezalik. (124) Yâni vezirlere ve eyâlet valilerine mahsus aidattan başka. (Mütercim). (125) Marini Sanoto'nun Şuûn (Kronik)u. (126) Kezalik. (127) Marini Sanoto; Lojiye, Venedik Târihi, c. 8, s. 91. 15 Mart 1499 târihiyle akdedilen bir ahidnâme Venedik Hazîne-i Evrakımda mahfuzdur. (128) Marini Sanoto'nun Kronik'inde Venediklilerin akdini bozmasından şikâyetini mutazammın olarak Sultân Bâyezîd'in Fransa Kralı'na iki mektubu vardır ki, biri İstanbul'dan Şubat târihiyle ve diğeri Papaslı'dan 14 Nisan 1500 târihiyle târihlenmiştir. 348 HAMME R temâdiyen, güney tarafından Modon'u muhafaza etmekte olan Sapienza adası altında durmağa icbar etti. Bu aralık kara ordusu İnebahtı yakınında Çatalca vadisine kadar ilerlemişti. Mora sancak-beyi Halîl (129) Dâvud Paşa'nın zarurî olarak durmağa icbar edilmesi üzerine sabık vezîr-i âzam Hersek Ahmed Paşa birkaç bin yeniçeri ile koşarak Osmanlı donanmasının —yüzaltmış gemiden mürekkeb olan ve İnebahtı Körfezi girişini Türkler'e karşı kapatmak arzusunda bulunan— Venedik donanmasına tesadüf ettiği sırada Halomiça (130) limanına vâsıl oldu. Venedik Amirali Antonyo Grimani, kendi kuvveti Osmanlılar'ın kuvvetinden pek aşağı olduğu halde, muharebeye hazırlanmakta iken, Korfu'dan iyi teçhiz olunmuş onbeş gemi getirmekte olan Loredano iltihak etti. Venediklilerin en mahir amiral olmak üzere götürdükleri Loredano'nun gelmesi, Grimani'nin rekabetini tahrik etti; bununla beraber gemiler muharebe nizâmı üzerine dizildi. İki donanma birkaç gün birbirinin karşısında manevra yaptılar. Alban Armenyo öncülere, Loredano ve Grimani kendi emirleri altındaki gemilere kumanda ediyorlardı. Venedik amirallerinden daha az mahir olmayan üç denizci de Osmanlı donanmasının kumandasını aralarında taksim ettiler; ancak bu donanmanın tâlimsiz ve henüz sapandan ayrılmış taifesi mücâdele zamanının gelip çattığını dehşetle görüyorlardı. Bununla beraber Kapdân Dâvud Paşa ve onun emri altında bulunan ve donanmanın en büyük gemileri olmak üzere ikibinbeşer yüz tono-luk iki sefineye binmiş olan Kemâl Reîs ve Burak Reîs (Not: 20) Porto-Longo limanından çıkarak harb safı üzere dizildiler (131). İki donanma —o zamandan beri Burak Reîs nâmını alan-— Sapienza adası yakınlarında karşılaştılar (132). Öncü kumandanı Alban Armenyo, Burak Reîs'in büyük gemisi ötekilerden ayrılıp Hiarenta yukarılarına doğru geldiğini görerek ve bunu evvelâ Kemâl Reîs'in gemisi zannederek (133), ona yanaşmak üzere Venedik donanması arasından çıktı. Loredano dahî ona imdada giderek iki kapdân —hemen hemen ikisi aynı zamanda— çengelli borda kancalarını Türk gemisinin üzerine attılar ve ellerinde kılıç geminin güvertesine atıldılar. Geminin zaptolunacağı sı(129) Marini Sanoto'nun Kronik'i biri Halîl tarafından ve diğeri 1499 Haziranı târihiyle Korint Sancakbeyi Mehmed canibinden Napoli Di Malvaziya'nın Venedik Valisine yazılmış iki mektup zikreder. (130) Kâtib Çelefoî'nin «Esfâr-i Babriyye»sinde «Halûmic» denilmiştir. Sa'dü'd-dîn'de müstensih hatâsiyle «Olumiş» diye yazılıdır. (İstanbul matbuun-da «Alûhuş», c. 2, s. 92). (131) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 507 ve 508. Solak-zâde, İdrîs; Hacı Kalfa, Târih-i Esfâr.ı Bahriyye (Tuhfetü'l-Kibar fi Esfârl'l-BUıâr) s. 8-9. (132) Hacı Kalfa, Târih-i Esfâr-i Bahryye, 9. Aşıkpaşa-zâde, s. 456, Bahriyye. (133) Spandojino, s. 75 ve Marini Sanoto. OSMANLI TARİHİ 349 rada Burak Reîs ümitsizlik gösterdi ve başka birşeye bakmayarak —kendi gemisinin ortalarında bulunduğu-— iki düşman gemisine ateş verdi. Yangın derhâl teçhizata sirayet ederek, müteakiben üç gemiden gayet büyük bir alev hortumundan başka birşey görünmez oldu. İki donanmanın en meşhur kapdânları olan Armenyo ile Loredano; Kara Hasan ile Burak tâifeleriyle beraber gemilerini yutan ateş içinde mahvoldular (28 Temmuz 1499). Rekabet saikasına kapılıp da Loredano'nun imdadına gelmemiş olan Grimani înebahtı Körfezimin medhalini Osmanlı donanmasına serbest bırakarak Korfu'ya avdet etti (134). înebahtı, mahrûtî bir yokuşun üzerindedir. Birbiri üzerine kondurulmuş üç kaleyi (135) ihtiva eder; Bunların birincisi Peritorio, ikincisi Oremazio, üçüncüsü Neo-Kastren ismiyle yâd olunur (136). En son zamanlarında istihkâmlar ihmâl edilmiş olduğundan, taş duvarlar her taraftan yıkılıyordu. Grimani, yirmiiki Fransız ve iki Rodos gemisinin ilti-hakiyle kuvvetini artırmış olduğu halde, Korfu'dan avdetinde Osmanlı donanmasına yeniden tesadüf ettiyse de birkaç yaylım ateşle iktifa etti. •Venedik amiralinin bu derecede faaliyetsizliği ve tereddüdü üzerine Fransız donanması Grimani'yi yalnız başına bırakmağa karar verdi. Osmanlı donanması Înebahtı önüne demir attı. Grimani'nin cesareti kırıldığından şehre yardım edemedi. Venedik donanmasının ayrılmasından sonra kumandan Zuano Mori her taraftan terkedilmiş olduğunu görerek, kendisini kaleyi teslime mecbur gördü (137) (26 Ağustos 1499). Türkler'in înebahtı (Aynabahtı) dedikleri Lepanto (Neopaktos), Körfezimin medhali olan boğaza yakınlığından dolayı, körfezin en Ko-rint (134) Lojiye. 8, s. 114-115. (Venedikiiler'in Kemâl Reîs'e ötedenberi kinleri olduğu için —Yenişehir hâkimi Kemâl Beğ, Burak Reis'in gemisinde olduğundan dolayı— onu Kemâl Reîs'in gemisi sanarak, her biri bin kişiyi hâmil iki gemiyle, herbirinde beşyüz kişi olan diğer iki gemi Osmanlı gemisini ortaya aldılar. Beşer yüz kişilik iki gemi çatışmanın başlangıcında yakıldı. Berikiler bizim gemiye çengel attıklarından, muharebe uza-yınca Burak Reîs düşman gemilerine neft ve ateş attı: fakat Osmanlı gemisi de kurtarılamayıp beraber yandı. Yenişehir Hâkimi Kemâl Beğ, Burak. Kara Hasan, beşyüz di'.âver şehid oldu. Düşmana yardıma gelen bir kalyon aaptedildi. Donanma înebahtı limanına girerken dc cenk edildi Sa'dü'd-dîn, c. 2. s. 94, Mütercim) (135) Koronelü (Coronelli), Mora Krallığı Târihi Hâtırat ve Coğrafyası. Amsterdam, 1686. (136) Marini Sanoto'da, D. Ğuan Moskos (D. Ğuan Moschos) raporu. (137) Sa'dü'd-din'e nazaran, 3, varak: 507, Lepanto kumandanı iliç ihtarı mü-te.âkib Mustafa Paşa'ya bildirmişti ki, hiçbir Osmanlı donanması hisarlar önünde görünmediği müddetçe şehri müdâfaaya me’ınûrdur. Marini Sanoto. 350 HAMME R mühim limanıdır (138). Bu şehir eskiden Lokrililer'e âit olduğu halde, Atinalılar onlardan alarak Spartlar tarafından mağlûb edilen Mesinalı-lar'ın bakiyyesini buraya nakl ettiler. Daha sonra Makedonyalı Filip Eto-lular'a, Romalılar da ilk mutasarrıfları olan Lokrililer'e iade ettiler. II. Bâyezîd Venedikliler'in Hellad mıntıkasının en mühim ticâret limanına sahip olunca —eskiden Rion ve Antirion adı verilen— Mora ve Rumeli tepeleri üzerine iki istihkâm inşâsı suretiyle, boğazın tutulmasını emretti. Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa, bu inşâatın idaresine memur oldu ve Preveze Hâkimi Mustafa Paşa'ya dahî —gelecek sene Modon ve Koron fethinde kullanılmak üzere— Venedik gemileri modelinde kırk sefine (139) inşâsı vazifesi tevdî, edildi. Ondan sonra pâdişâh, İnebahtı muhasarasında hazır bulunmak üzere karargâh ittihaz etmiş olduğu Korint Körfezi'nden hareketle Yenişehir, Manastır, Köprülü, Üsküb tarikiyle İstanbul'a döndü (140). Osmanlı donanması Korint Körfezi yakınındaki Umur Beğ limanında kışı geçirdi. Sultân Bâyezîd'in, ikinci payitahtına geldiği gün Çandarlı ailesinden Halîl Paşa-zâde İbrâhîm Paşa irtihâl etti (141); bu mühim me’ınûriyette babasına, büyük babasına, ecdâdından ikisine halef olmuştu ki, onlar vezîr-i âzamlık hizmetini müteselsilen tevarüs etmiş idiler. İstanbul'da binâ olunan bir cami ve bir medrese İbrâhîm Paşa'yı yâd ettirir (142). Son Rodos muhasarasını gerçekleştirmiş olan Mesîh Paşa, İbrâhîm Paşa'ya halef oldu. Bâyezîd İnebahtı'ya gitmek üzere Edirne'den ayrılmazdan önce Bosna Vâlîsi İskender Paşa, Zârâ seferinde alınan ganimetlerden hükümdarlık hissesini hâk-i pây-i şahaneye takdim etmeğe gelmişti. İskender'in, bu sefer ile Venedikliler'e taarruza başlaması (143) Dalmaçya'da fetihlerde bulunmaktan ziyâde, düşmanın kuvvetini parçalamak ve İnebahtı muhâ(138) Hacı Kalfa'nın Bûm,-ili'si, s. 125. Manner'in Cografya'sı, s. 120. (139) İdrîs, varak: 171. Marini Sanoto yalnız yirmi gemiden bahseder: «Fabri-care gaile 20 grosse a la forma di quelli dei Veneziani». (140) İnebahtı muhafızları Mustafa Paşa'dan aman dileyerek 905 Muharreminde kal'a teslim olundu. Körfeze düşmen gemisi girmemek içün iki tarafında rûberû iki kal'a binası Mustafa ve Sinan Paşalar'a tefviz olunup Ahmed Paşa gemiden çıkarak huzûr-i şahaneye kabul kılındı. Mevkeb-i hümâyûn Yenişehir Çay-Hisar, Sarı-Göl, Manastır, Köprülü, tarikiyle Üs-küb'e gelerek ondört gün orada tutulduktan sonra Edirne'ye vürûd itdi ve kış orada çıkarıldı. Sa'dü'd-dîn, c. 2, 95. Müteıpim. (141) İnebahtı, yazın pek sıcak olduğundan, Sultân Bâyezîd yaylakta İkamet ediyordu. Sa'dü'd-dîn'in ifâdesine göre, İbrâhîm Paşa, yaylağa otağ kurulduğu gün vefat etmiştir, Edirne'de değil. Tâcü't-Tevârîh, c. 2, s. 95-96. Mütercim. (142) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 510. (143) Sa'dü'd-dîn, 504; Marini Sanoto, 1499 senesi. OSMANLI TARİHİ 351 sarası esnasında Bosna'yı Venedikliler'in her türlü hücumlarından korumak maksadına dayanıyordu. Sonbahara doğru, yâni İnebahtı'nın ele geçirilmesini müteakiben, İskender, İzonzo ve Drava kenarlarına kadar Friul ve Karintiya mıntıkalarına ikinci defa olmak üzere istilâda bulundu ve birincisinde göstermiş olduğu müthiş manzaraları bir kere daha gösterdi. Üç kola ayrılan onbin süvari ile beşbin piyade Eylül nihayetine doğru Gardiska ve Udina sahrasında ordugâh kurarak Friul ve Karintiya arasında her türlü muvasalayı kestiler. İkibin süvârî yol güzergâhlarında bulunan herşeyi tahrîb ederek, Tagliamento'yu (144) geçdiler; bir fırkası Trevize yolundan ve Porto-Bufalo'dan Viçenza karşısına kadar geldiler; Venedik Cumhuriyeti bunların karşısına, beşyüzü süvârî olmak üzere üçbin güzîde asker (145) gönderdi. Bu fırka Sasile'de üç bin piyâ-delik bir yardım kuvveti alarak Gradiska üzerine yürüdü. İstradiot denilen hafîf süvarilerden yüzelli kişi bu şehirden dışarı çıkarak bir hücum yaptı ve beşyüz Türk'ten mürekkeb bir fırkayı yenerek az bulunur yüz kesik başla dönmüş idiler (146). 8 Teşrîn-i evvel 1499'da Osmanlı askeri Kerç'den hareketle İzonzo'dan geçdiler ve yüzotuz şehir, kasaba ve karyeyi yangın yerine çevirerek bu seferden sekiz bin esir alıp götürdüler. Bu vahşeti asla mukavemet kaydında bulunmaksızın temâşâ etmiş olan Venedik generali Andrea Zankani, daha sonra haklı olarak cezalandırılmıştır (147). Bir diğer Osmanlı fırkası yine bu aralık Karniyol ve Karintiya (148) mıntıkalarını talan ederek, genç erkek ve kızlardan müretteb büyük bir ganimetle Kastel-Nuovo üzerinden döndüler (149). Türkler Dalmaçya'da Taranta'ya kadar bütün Makarska ve Frimori bölgelerini istilâ etmiş iseler de Almisa üzerine vuku bulan bir teşebbüslerinde muvaffak olamamış idiler (150). Avusturya'da, Macaristan'da, Transilvanya'-da, Lehistan'da otuz sene zarfında yirmi defa tekerrür eden büyük akınların en sonuncusu budur. Ondan sonra bu akınlar Viyana'nın ilk muhasarasına kadar kesilmiştir (Not: 21). İzonzo ve Tagliamento arasındaki mıntıkaları üç defa harâb etmiş olan İskender Paşa, ertesi sene askerini Bosna'ya sevkederek Yayca (Yaiça)'yı muhasara etti. Lâkin Jan Korvinus tarafından ric'ate mecbur bırakılarak, az bir müddet sonra da hükûme67 (144) Sa'dü'd-dîn'de Aksu. (145) «Fu nominato il conte di Vicenza con 3000 cernidi, fra i qualli 500 Cavalli erano zonti a Sacil, e era adunato 600 nomini verso Gradisca.» (146) Marini Sanoto. (147) Marini Sanoto. (148) Mejizer, s. 68. 1499 senesi yerine 1498 der. İstvanfi dahî 1499 yerine 1500 yazar. Valvasur. (149) «Passavano per Castel-Nuovo loco nuovo con la preda larga di bambini di 4 annb Marini Sanoto'nun Kronüç'i. (150) Engel, Dalmaçya Târihi, s. 652. 352 HAMMER tine komşu bulunan Hıristiyan ahâlîsinin memnuniyetine mûcib olarak bir «maraz-ı kamlî» (151) den vefat etti (152) (Not: 22). Venedik'in 1498 senesinde înebahtı'nın teslîmiyle uğradığı büyük zararın bir dereceye kadar karşılığı olmak üzere Kefalonya adası Osmanlılar'ın elinden zaptolunmuştur. Onüçüncü yüzyıl başlarında Bizans İmpa-ratorları'nın Venedik'e terketmiş oldukları Kefalonya, II. Mehmed'in saltanatın sona ermesinden bir sene evvel Gedik Ahmed Paşa tarafından zaptedilmiş ve Bâyezîd'in cülusunda Osmanlı Devleti ile Venedik arasında akdolunan muâhedenâme adanın Osmanlılar tarafından temellükünü tasdik etmiştir (153). Gedik Ahmed Paşa'nın Kefalonya, Zanta, Santamav-ra adalarını elinden almış olduğu vatandaş rütbesini hâiz Lionardo'nun kardeşi Antony a Kefalonya'yı silâh kuvvetiyle geri aldı; lâkin Venedik Cumhuriyeti muahedelerin şartlarına harfiyyen riâyetle Antonyo aleyhine dört kadırga gönderdi. Vuku bulan müsademede Antonyo maktul olarak ada Osmanhlar'a iade olundu. O zamandan beri Kefalonya Osmanlı Devleti'nin elinde kalmıştı. Fakat înebahtı'nın zabtı senesi, yâhud ertesi sene Piazni ve Gonzaloe Vebian kumandasında iki Venedik ve İspanyol donanması Kefalonya önünde görünerek, az bir müddet devam eden muhasarayı takiben idare merkezini hücumla zaptettiler (154). Pizani'nin bu parlak savaş hâtırasını te'bîd için kalenin büyük kapısının üzerine mermer bir kitabe konuldu (Not: 23). 1499-1500 kışı esnasında Preveze Beği Mustafa, Bâyezîd'in inşâsını emretmiş olduğu kırk gemiyi yaptırmıştı. Bunlardan yirmisi tersaneden çıkmak üzere hazır bulunduğu halde, karanlık bir gecede Venedikliler tarafından yakıldı (155). Venedik askeri Regniasa (156) kalesini de zabt ederek bu mevkiin ianesiyle Arta Körfezi'nden Osmanlı Donanmasını takviye için gidecek imdadı önlediler. 7 Nisan 1500'de Sultân Bâyezid. askerin şecaatini kendisinin huzûruyle artırmak için İstanbul'dan Mora'ya gitti. Onsekiz gün Leontari'de kalarak Ramazan bayramı merasimini orada icra etti. 7 Temmuz 1500 (9 Zilhicce 905) târihinde Yâkub Paşa'nın donanma ile Modon önüne vardığı haberi Pâdişâh'a vâsıl oldu (157). Dört gün sonra da Bâyezîd, kara ve denizden kuşatılmış olan şehrin önünde (151) «maladie pediculaire», derinin altında birtakım hayvancıkların zuhurunu mûcib olan hastalık. Ş, Sami (Mütercim). (152) Engel, a-g.e., 435. (153) Spandojino, e. 63. (154) Koronelii. s. 125. Verdizeti ve Andrea Morisini'den naklen. (155) Bu vak'adan yalnız Sa'dü'd-dîn, Âlî, İdrîs, Solak-zâde bahseder. (156) «Rakya» ki, zamanımızda oraya iltica eden Soliutler'in katliâmiyle önlüdür. Pöküvil, Yunanistan'da Seyahat, 2, 1, 39; 3, 111; 5, 184. U57) Sa'dü'd-din, 3, varak: 512. OSMANLI TARİHİ 353 göründü. Osmanlı topları çeşitli yerlerden kale duvarlarını yıkmış olduklarından, umûmî bir hücuma karar verildi. Lâkin asker o kadar intizamsızlıkla ve o kadar şiddetle hücum ettiler ki, ilk taburlar ric'ate icbar edildikleri halde onları takip edenler tarafından hendeklerde ezildiler. O surette ki Osmanlılar gediklere kendi maktul ve yaralılarının cesetlerini çiğneyerek çıktılar. Muhafızlar bu birinci müsademeye kahramanca mukavemet ettilerse de, Osmanlılar Modon kasabasına hâkim olarak, oradan hücumlarına devam ettiler. Muhasara üç hafta kadar uzamış idî ki, Venedik yeni amirali Melşior Trevizani, Türkler yeni bir hücuma hazırlandıkları sırada geldi. Trevizani'nin askeri, Osmanlılar'a nisbetle az olmakla beraber kuşatılmış olanlara yardıma karar verdi. Hasmının nazar-ı dikkatini kendi üzerine çektiği esnada, donanmasından yardım malzemesi, her türlü mühimmat ve zahirelerle dolu olan dört kadırga yakıldı (158). Bu tasavvurun icrası müşkil idi; lâkin Modon müzayakanın son derecesinde olduğundan, oldukça tehlikeli bir harekete cesurca teşebbüs etti: Dört kadırga dolu yelken Osmanlı donanmasının ortasından geçerek limanın girişine kadar gittiler, fakat liman girişini kuvvetli bir zincir ile kapatılmış buldular. Muhafız askerlerin cümlesi birden, istihkâmları bırakarak kadırgaların geçmesini kolaylaştırmak için zinciri kırmağa geldiler. Bu dakikada Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa, istihkâmlardan birçok mevkilerin boş kaldığını görerek hücum emri verdi; Türkler mukavemet gömleksizin duvarlardan tırmanarak, gediklerden girerek ellerinde kılıç ve ateş bütün şehre yayıldılar (10 Ağustos 1500). Dağılan muhafızlar toplanıp da harb nizâmına girmeğe çalıştılarsa da faydasız kaldı. Çünkü Müslümanlar şehrin bütün caddelerini ellerine geçirmiş idiler (159), yaşa bakılmaksızın ve erkek, kadın denilmeksizin kıtal birkaç saat devam etti; hemen bütün asilzadeler idâm edildi. Papas Andrea Falkoni ahâlîyi teşvik etmekte olduğu bir sırada öldürüldü. Türkler şehri ateşe vererek, beş gün yandı. Altıncı gün Bâyezîd, büyük kiliseyi İslâm'a tahsis etti ve cuma namazını (160) edâ etmek üzere dâhil oldu( Not: 24). Pâdişâh duvarların »yüksekliğini, hendeklerin derinliğini görünce: — «Beğlerbeğim Sinan Paşa'nın ve Yeniçerilerimin şecâatiyle bu kaVayı Tanrı verdi» (161) demiştir. Duvardan ilk tırmanın Yeniçeri devletin en ma’ınûr sancaklarından birine beğ olmuştur. Modon'un tahribi Navarin, nâm-ı diğer Zonkio (es(158) (159) (160) (161) Kezalik. Loj'ye ve Koronelli, Sa'dü'd-dîn, Âlî, diğer Osmanlı müverrihleri. Sa'dü'd-dîn. Spandojino, «Tanrı virdi» ibaresini aynen nakleder. Hammer Tarihi, Crli. t.: 23 354 HAMMB R ki Pilus) ve Koron'un düşmesi ile neticelenmiştir: Vezîr-i âzam Alî Paşa ve kapdân Dâvûd Paşa birincisi ordu ile, ikincisi deniz kuvvetleri ile (15 Ağustos) bunların fethine gittiler. Bu iki şehir, Modon ahâlîsinin uğradığına uğramamak için derhâl teslîm oldular. Pâdişâh Koron'a 20 Ağustos 1500'de girip büyük kilisede namaz kıldı ve Modon'da olduğu gibi bin azab ve binbeşyüz yeniçeri muhafız bırakarak 23 Ağustos'da şehri ter-ketti. Silâhının muzafferiyetlerinden dolayı Cenâb-ı Hakk'a müteşekkir olarak, bu iki şehrin varidatını Mekke ve Medine belde-i mukaddesele-rine tahsis etti (162). Modon istihkâmlarının yenilenmesi ve yeni kuleler inşâsı için üçyüz amele istihdam olundu; burasını şenlendirmek için Mora’nın her beldesinden beş aile istenildi. Bâyezîd Koron'dan ayrılışında Napoli Di Malvaziya önüne çıkmışsa da, Paul Kontarini, mevkii teslîm etmektense harabeleri altında kalmak azmiyle oraya kapanmış olduğundan, ısrarlı mukavemeti Osmanlılar'ın muhasarayı kaldırmasına yol-açmıştır (163). II. Bâyezîd, Nişancı Tâcî Beğin maharetli kaleminden çıkmış fetihnamelerle İnebahtı'nın, Koron'un, Modon'un zabtedildiğini eyâletler valilerine, ecnebi hükümdar veyahut sefirlerine tebliğ ediyordu (164). Siüde Ceneviz hükümeti reisine, Rodos Üstâd-i Âzamı'na, İspanya, Fransa, Lehistan, Macaristan krallarına da fetihname gönderildi. Macaristan Kralı'nın göndermiş olduğu iki casus —ki Modon muhasarası esnasında esîr edilmişti— bu şehir asilzadelerinin idamında hazır bulunduktan sonra, Kral'a iade olundu (165). Pâdişâh fetihnamelerde Venedik'i âsî gösterip «Şeytânın iğvâsına kapılarak itâatdan imtina' etmiş» (Not: 25) olduğunu beyân ediyordu. Venedik bu müthiş muharebenin ağırlığına yalnız başına tahammüle kudreti yetmediğinden Papa’nın, Almanya İmparatoru'nun, İngiltere, Fransa, İspanya, Napoli, Lehistan, Macaristan krallarının yardımlarını istirham etti (166). Papa VI. Aleksandr, istenilen imdadı gönderecek yerde yazdığı cevabda Türkler'in hareketlerini, kilisenin uğradığı hakaretleri, Hıristiyanlığım düştüğü tehlikeleri kuvvetli tâbirlerle tasvir etmekle iktifa ediyordu (Not; 26). Ancak, bu nefret-i kudsiyetperverâne, hakikatte Pâdişâh'ın tahribatından ziyâde Şehzade Cem tahsisatını kaybetmiş olmasına esef eden Papa Borcio’nın davranışına muvafakat gösteriyordu. Nihayet müşterek menfaatler Venedik'i, Papa'yı, Macaristan Kralı'nı taarrûzî ve tedafüi bir ittifakta toplayarak, bu itti(162) Spandojino. (163) Marini Sanato, Lojiye, 8, 126. (164) Bu fetihnameler Âlî'nin bendeki nüshasında Bâyezîd saltanatının 26. ve 27. fasıllarında yazılıdır. (165) Sa'dü'd-dîn. (166) Bernino, «Memorie istoriche cio che anno operato i sommi ponti îici nelle querre contro i Turchi, 1685, s. 148. OSMANLI TARİHİ 355 fak 1501 Pantakot Yortusu'nun pazar günü Roma'da Papa Kilisesi'nde ilân olundu ki, bu, Hıristiyan hükümetlerinin Türkiye aleyhine ikinci ittifaklarıdır; Osmanlılar'ın tecâvüzlerine karşı bu türlü karşılıklı taahhütler Ehl-i Salîb Muharebeleri yerine kaaim olmuştu. O büyük dînî çağların taarruz ve zapt etme fikirleri —basîretkârâne bir surette olmak üzere— bir «zamanını kollama» ve tedâfü'den ibaret bir siyâsî usûle dönüşmüştü. Bunların birincisi Pa"pa VIII. İnnosan’ın vefatından az vakit önce teşkil ettiği ittifaktır (167), ki netîce cihetinden akim kalmıştır. İnno-san tarafından tanzim olunan ahîdnâme şartları mucibince İmparator Friedric'in oğlu Maksimilien'in, Matyas Korvinus'un bütün güçleri Fransa, İngiltere, İspanya Krallarının yüksek nezâretlerine konulacak ve kardinallerden ekserisini beraber alacak olan Papa donanmasıyle müttehid olarak Türkler aleyhine hareket edecekti. Gırnata Müslümanları'na karşı İspanyollar'a gönderdiği yardımlardan dolayı hazînesi boşalmış olan Papa, tasavvur olunan sefer için yirmibin söğüdü hare etmiş bulunduğu hâlde, ölüm kendisini vurmuş ve neticede tasavvuru gerçekleşememişti. Venedik, Papa, Macaristan arasındaki ittifak birincisinden daha semereli bir neticeye vâsıl oldu; Venedik ve Papa donanmaları İspanyol ve Fransız deniz kuvvetleriyle büsbütün kuvvetlenerek, Türk gemilerini vurup ele geçirmek üzere denize açılmakta gecikmediler. Venedik Amirali Trevizani bütün gayretini sarfedip de kurtaramamış olduğu İnebahtı, Modon, Koron kalelerinin düşmesi üzerine çok yaşaya-madı. Halefi Beneditto Pesaro, Korfu'daki mevkiinde Navarin'i Osmanlılardan almak ve Voisa'da bulunan oniki kadırgayı yakmak teşebbüsünde bulundu. Fî'l-hakîka sekiz gemi ile hareket edip Türk donanmasını gaflette bularak ilk tesadüf ettiği kadırgayı yaktı ve diğer onbirini zab-tetti(168). Lâkin Pesaro, aldığı gemileri muzâfferâne Korfu'ya getirdiği ve «Büyük Kapdân» lâkabını alan Kordolu (M.İ. 5) Gonzaloo kumandasındaki İspanyol donanması Küçük Asya sahillerini tahrîb ettiği sırada (169), Kemâl Reîs ansızın Navarin üzerine gelerek limanda bulunan dört kadırgayı ve —Karlo Kontarini'nin serbestçe çekilmek vaadi üzerine Alî Paşa'ya (170) alçakça teslîm etmiş olduğu— kaleyi zabtediverdi. Pesaro, (167) Bernino, s. 141. Almanya râhiblerini varidatından onda birini Türkler aleyhine harb için almak üzere İmparator Friedric'e me'zûniyeti muta-zammın Papa'nın çıkardığı 20 Nisan 1487 tarihli emirnamenin esâs nüshası Avusturya Hânedan-i İmparatori ve Kralîsi Hazîne-i Evrakı'nda mevcuddur. Burgonya Dukası Şarl'ı Türkler aleyhinde İttifaka celb için Maksimilyen ile Şarl arasında tavassutta bulunmayı teklif eden VI. Alek-sandr'ın 16 Şubat 1490 tarihli emirnamesi de oradadır. (168) Lojiye, 8, 128. (169) Prema De Spandojino. (170) Spandojino «Alî» yerine «Heli Eunuco» yazar. 356 HAMME R Venedik silâhlarına edilen hakaretin intikamını, Kontarini'yi idama mahkûm ederek başını kestirmekle aldı. Bununla beraber, Pesaro ve Gon-zaloo kumandanlarında bulunan Venedik ve İspanyol donanmaları İyonien Denizimi dolaştılar (1500). Kardinal Dö Busson'ım emri altındaki Papa donanması Boğaz'a kadar Akdeniz'de Osmanlı elinde bulunan adaları ha-râb ettiler (171). Türk donanması İstanbul'a çekildiğinden Pesaro, Eji-na'yı alarak eline geçmiş olan birkaç Osmanlı gemisi taifesini astırdı. Amiral Ravestayn kumandasında olan ve karaya çıkarılmak üzere onbin askeri hâmil bulunan Fransız gemileri Midilli adasına yanaşmağa gittiler. Ravestayn, adaya çıkarak ada merkezini yirmi gün muhasara etti (172). Bu haber üzerine, Manisa Valisi Şehzade Korkud, Fransızlar't çıkarmak için Ayazmend iskelesinden sekizyüz kişiyi gemilere bindirdi; bu sırada Karası Sancak-beği de kuvvetleriyle Şehzâde'ye iltihak ediyordu. Bâyezîd. düşmanın eylâetine bu kadar yaklaşmasına hiddet ederek, yeni teçhizat masraflarının karşılanması için ilk defa olarak fevkalâde vergiler ve cerimeler alınması yoluna başvurdu. O zamandan itibaren buna benzer akçeler, Osmanlı mâliye usûlünde «hudûs-i avarız», yâni ansızın zuhur eden masraf nâmı altında (173) muntazam bir irâd menbâ'ı olmuştur. Padişah Hersek-zâde Ahmed Paşa'yı Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa'yı da refakatine vererek, Midilli'nin yardımına gönderdi. Hersek Ahmed'in azimetini tâkîb eden gece (Teşrîn-i evvel 1500) (Cümâde'i-ulâ 906) Galata'-da Barut-hâne yakınında yangın çıktı. Vezîr-i âzam Mesîh Paşa, Galata kadısı, Yeniçeri Ağası Karagöz yangının sirayetini önlemek için elbirliğiyle çalıştılarsa da, Baruthane berhava olarak, uçan taşlardan birkaçı kadı ile vezîr-i âzami yaraladı ve beş gün sonra vefatları vuku buldu. Vezîr-i âzmlıkta Hadım Alî Paşa, Mesîh Paşa'ya halef oldu. Midilli'nin imdadına koşan Hersek Ahmed'in yaklaştığı sırada, Fransız amirali Ravens-tayn, Rodos Üstâd-ı Âzaminin yardım olarak getirmekte olduğu yirmido-kuz yelkeni beklemeksizin demir aldı. Fransız donanması Çerigo açıklarında şiddetli bir fırtınaya tutulup tamamen battı, ancak pek az gemici kurtulabildi. Pesaro, medhalinin dar ve iyi tahkim edilmiş olmasına rağmen Preveze limanına girdi, sekiz kadırgayı yaktı ve bu cesurca vuruşmadan yalnız bir kişi kaybederek döndü. Pietrosani kumandasında yeni bir Fransız donanması Bafo piskoposu Jak Pesaro kumandasında yirmi kadırgadan mürekkep Papa donanması, Benedetto Pesaro'nun emri altında bulunan Venedik donanması Santa-Mavra diğer adıyla Lukas'ı muhasara etmek üzere birleştiler (174) (1502). Santa-Mavra adası karadan yalU71) Bernino, ag.e,, s. 149. (172) Lojiye, Bernino, Sa'dü'd-din, varak: 519. (173) Ravzatü'I-Ebrâr, Midilli Muhasarası, Hacı Kalfa'nin Takvîmü't-Tevârî’ıne göre 907/1501 senesinde, (174) Spandojino, s. 82. Bu seferin vuku bulduğu târih hakkında Venedik mü- OSMANLI TARİHİ 357 nız dar bir boğazla ayrılmıştır. Müttefikler, boğazın iki sahiline asker çıkararak mevkiin dâhilden alabileceği her türlü imdada mâni olmak üzere, karada müstahkem bir ordugâh te'sîs ettiler. Ada önünde dolaşan Müttefikler donanması da denizden muvasalayı men' ediyordu. Venedik topları Santa-Mavra duvarlarını düğmekte olduğu sırada karada Pesaro ku-mandasıyla bırakılmış olan askerin saflarına üçbin Türk tarafından hücum edildi. İstihkâmların metaneti, askerin şecaati, reislerinin faaliyeti Osmanlılar'ın atılışlarını te'sîrsiz bıraktı; binbeşyüz maktul ve esir vererek perişan bir halde çekildiler. Yanya, Argiro Kastro, İnebahtı sancak beğleri kumandasında Santa-Mavra'yı müdâfaa eden ve muhasarada içlerinden birkaç yüzünü kaybeden (175) Yeniçeriler, Azablar'ın şiddetli muhalefetine rağmen teslim olmağa karar verdiler. Türkler tarafından tehdîd edilen Kıbrıs adası Venedik kumandanı Nikolai Kabello'nun akıllıca alınmış tedbîrleri ve şecaati sayesinde kurtuldu (Not: 27). Pesaro, donanmasıyle Cezâyir-i Bahr-i Sefîd (Ege Adaları: Oniki Adalar)'i dolaşarak Türkler'-den haylî gemi aldı. Devletinin deniz ticâretinin yakında harâb olacağını takdir etmekte olan Bâyezîd, Cezâir-i Bahr-i Sefîd'i Hıristiyan korsan gemilerinden temizlemek ve adaların vergisini almak için kapdân-paşa'yı gönderdi (176). O zamandan itibaren cevelânı her sene tekerrür eder muntazam bir usûl hükmünü almıştır. Pâdişâh Kefalonya’nın kaybını, Dalmaçya ve Bosna'da yaptığı fetihlerle karşılamak arzusunda bulundu: İlbasan sancak beği, Evranos torunlarından İsâ Beğ-zâde Mehmed vâsıtasiyle Durazo (Drac)'-yu aldı (177). İskender Paşa'nın oğlu Mustafa Lofca ve Brusca kalelerini zabtetti (178) ve Türkler'in üçüncü bir fırkası Pozağa ve Valkon civarını tahrîb etti (1502). Osmanlılar'ın daha ilerlemelerine mâni olmak için Transilvanya ve Tamışvar banlığı kumandanları Sent-Jorj Kontu Piyer ile Josef ve Jan Korvinus Sen-Severin hudud kumandanı Piyer Tar-nok ve Belgrad Vâlîsi Jorj Koniza ile birleştiler; bunlar Belgrad ve Pank-sova arasında Haram yakınından Tuna'yı geçerek Vidin'i, Kladuva'yı, Niğbolu kasabasını tahrîb ve birçok esîr ve arabalar dolusu başlarla avdet ettiler. Türk esirleri müzayede ile satılarak Bulgar kavmine mensub Rumlar Belgrad ile Tamışvar arasını imâr ettirmek üzere yerleştirildiler. HAMMER b4 r verrihleri arasında büyük şüphe vardır. Osmanlı müverrihleri ise, San-taMavra'nın zabtını bile sükûtla geçerler. (175) Bâyezîd, alçakça teslim olmalarından dolayı, ceza olarak daha sonra bu Yeniçerileri astırmıştır (Argiro Kastro, Ergiri'dir. Mütercim) (176) M. D'Ohsson, 7, s. 426. (177) Sa'dü'd-dîn, 2, varak: 521. Solak-zâde, Âli. (178) Sa'dü'd-dîn, 520. Lofça, belki Aşağı Miloşevzi (Miloshevzi)'dir. «Brusca* da Priçieka (Priccieka) yahut Yukarı Miloşevzi olmalıdır. Seferden getirilen Türk başları Ofen'de Kraliyet Kasrı Çeşmesi etrafında kazıklara geçirildi; fakat bunlardan çıkan koku okadar müessir idi ki, kraliçe, bir müddet için kokuşmuş olan sudan bir daha içemedi (179). Bâyezîd ordusunun kuzeyde mağlûbiyetlerine mukabil Mora'da Atti-ka'yı (180) ve Astro (181) limanını zabtetti. Lâkin henüz tamâmiyle itaat etmemiş ve isyan fikirleri Karaman hükümdarları nesli tarafından tahrik edilmekte bulunmuş olan Turgud ve Varsak aşiretleri yeniden Karaman sahillerinde isyan bayrağını kaldırdılar. Asîlerin kuvveti o derecede idi ki, Bâyezîd'in üç şehzadesi, yâni Amasya Valisi Sultan Ahmed, Karaman Vâlîsi Sultân Şehinşâh, Beğşehri Vâlîsi Sultân Mehmed —Dülkadir Hâkimi Alâü'd-devle ile birleşmelerine rağmen— müdâfaa durumunda kalmağa mecbur oldular. Muhatara ta'ciliyet kazanmış olduğundan, hacdan dönmekte olan vezîr-i âzam Mesîh Paşa (M.î. 6), başkumandanlığı almağa lüzum gördü. Mesîh Paşa, umûmî ordugâh ittihaz etmiş olduğu Lârende'den Taş-il'e azimetle âsîleri firara mecbur bıratık ve Tarsuş'dan Haleb'e giden yol üzerinde takîb etti (182). îranlı İsmail Safevî, Osmanlı Devleti'nin Venedik ile muharebelerinden fırsat bularak, Osmanlı kuzey hududlarına taarruz etmişti; daha sonra muharebeden vazgeçerek mu'tâd olan hediyeler ve sulh teklifi ile Pâdişâh'a bir sefîr gönderdi. Bâyezîd, sefiri kabulden bidayette imtina gösterdiyse de, Santa-Mavra’nın Venedikliler tarafından zabtı haberinin gelmesi üzerine, görüşmek üzere bir zaman tâyinine muvafakat gösterdi. Venedik ve Macaristan'la muharebe büyük masrafları icâb ettirdiğinden, Bâyezîd, düşmanlığın ortadan kaldırılmasını cidden düşündü; Lehistan elçisini arabulucu yaparak Macaris-• tan ile bir ahidnâme müzâkeresine ve Hersek Ahmed Paşa'yı —ticarî işlerinden dolayı İstanbul'a gelen iki vatandaşıyle birlikte harbin başlangıcında habse atılmış olan— Andrea Gariti ile konuşmaya me’ınûr etti. Venedikliler, istifadeli şartlar sağlamak için ordularının muvaffakiyetlerinden istifâde etmek isteyerek Zaharya Freşi'yi payitahta gönderdiler (27 Eylül X502) Bu elçi, Gariti'nin başlamış olduğu müzâkerelere devam ederek 14 Kânunıevvel 1502 târihinde Sultân Bâyezîd ile Venedik arasında otuzbir maddelik bir ahidnâme imza edildi (183). Venedikliler Santa-Mav-ra'yı iade ve Kefalonya'yı muhafaza ettiler; Modon, Koron, İnebahtı üzerindeki hukuklarını terk ederek, fakat harbin başlangıcında zabtedilen hususî malların iadesi şartına muvaffak oldular. Ahidnâmenin imzâsın(179) (180) (181) (182) (183) İstuanfi, Katona, c. 11, 18, s. 311. Sa'dü'd-dîn, s. 518. Pöküvil, Yunanistan'da Seyahat, 2, 21-22. Kezalik. Sa'dü'd-dîn, 3, 517. Solak-zâde, Âlî. Marini Sanoto. 908 (1502) senesinde Âşıkpaşa-zâde'nin târihi sona erer. Bunun Avrupa'da yalnız bir nüshası vardır ki, Kraliçe Kristin tarafından Vatikan Kütübhânesine itâ olunmuştur. OSMANLI TARİHİ dan ongun sonra, buna harfiyyen uyulması için devletin bütün sancaklarına ta'limât gönderildi. Târihte, devletin ilk tercümanı olmak üzere zikrolunan Subaşı Alî, Venedik Senatosu'na muahedenin tasdiknâmesiyle Santa-Mavra'nın zabtında Pesaro'nun eline düşmüş olan yirmidörtbin dukanın iadesi talebini bildiren bir Pâdişâh mektubunu (Not: 28) götürdü: Bu akçe ile diğer bâzı tazminat talebleri otuzdörtbin dukaya varıyordu. Türk elçisi, yahut iti-mâdnâmedeki tâbire göre «Kul Alî» (184), Venedik Doc'uyla Senatomun huzuruna kabul olunarak muahedenin bütün şartlarına riayet olunacağına yemîn etti (Not: 29). 8 Ağustos 1503'de Andrea Gariti Doc'un tasdiknamesini vermek ve sulhun iadesinden dolayı tebriklerini arzetmek üzere İstanbul'a gönderildi; lâkin me’ınûriy e tinden başlıca maksad yeni hududların kesilmesiydi. Devlet kapısına gönderilmiş olan Alvazio Sagün-dino Venedik tarafından Gariti'ye refakatçi verildi. Sagündino'nun ismi yalnız hizmetlerini zikreden Venedik hükümet evrakında (Not: 30) değil, Türkîer'in aslı hakkında te'lîf ettiği bir eserle de bize vâsıl olmuştur (385). 1502 Kânunıevveli'nde Andrea Gariti İstanbul'dan ayrılarak bir Rum kadınıyla gayrımeşrû münâsebetinden hâsıl olma veledi Alvazio Gariti ile beraber Venedik'e döndü. Biz bu delikanlıyı yirmi sene sonra Kanunî Süleyman'ın Macaristan tahtına oturtmuş olduğu Zapolya’nın nezd-i şahanede ;—Macaristan için bir musibet olmak üzere— husûsî me’ınûru olmak üzere göreceğiz. Siyâsî mahareti derecesinde mahâret-i harbiyyesiyle mümtaz olan Andrea, vatanına dönüşünde kendisinin sefareti ve Osmanlı Pâdişâhımın o zamanki kuvveti hakkında Venedik idarecilerine mufassal bir rapor verdi (Not: 31). Hâmil olduğu nâme-i pâdişâhî üç sene ikametten sonra değiştirilmek üzere, payitahta bir Venedik Balyozu gönderilmesine müsâade ediyordu. Bâyezîd, bundan başka yine o sene zarfında Macaristan sefiri Barha-bas Belayi ile yedi senelik bir mütâreke akdetti. Vladislas, mütârekenâ-meye kendisinin Macaristan ve Bohemya krallıklarıyle beraber Dalmaç-ya, Hırvatistan, İsklavonya, Moravya, Silezya, Luzas hükümetlerini de dâhil etti. Boğdan'ı, Eflâk'ı, Raguza Cumhuriyetim mütârekenin faydalarından hissedar eden bir husûsî madde, bu üç hükümetin gerek Osmanlı Devleti'ne, gerek Macaristan'a vergi vereceğini zikr ediyordu (Not: 32), Vladislas’ın Sırbistan, Bosna, Bulgaristan'daki memleketlerinden herbiri sarîhen zikr olunmuş ve mütâreke geniş bir mânâ ile İngiltere, Fransa, (184) İt;mâd-nâme'de «Kullarımdan Alî» veyahut «Kulum Alî» denilmesi kas-dedilmiş olacaktır. Mütercim. (185) «Othoman<mım famlUa, seu de Turcarum imperio Hlstoria, N. Segundino autore, Halkondilas'in 1551 Bale ve 1551 Viyana basımlarında (Türkîer'in asılları hakkındaki kitabin adıdır). 360 HAMME R İspanya, Portukal (Portekiz), Lehistan, Napoli krallariyle Venedik Doc'-una, Rodos Üstâd-ı Âzamı'na, Sakız Cenevizliler'ine şâmil bulunmuştu. Zikredilen bu şartlardan başka, dost devletlerin sefir ve tacirleri ahidnâ-meye taraf olanların memleketlerinde seyahat edebilecekleri, serbestçe ticâret yapabilecekleri kararlaştırıldı. Tasdiknamelerin mübadelesi Macaristan Kralı ile Pâdişah'ın bir sene zarfında karşılıklı olarak ve resmen gönderecekleri sefirler ma'rifetiyle vuku bulacaktı. Vladislas 20 Ağustos 1503 târihinde Ofen'de, Meryemü'l-Betül ile Dört İncili, Hıristiyanlık aziz ve azizelerini yâd ederek muâhedenâmeye yemîn etti. Osmanlılar tarafından Hersek Ahmed muahedenin şartlarına riâyet olunacağını Kur'ân (-ı Kerîm) üzerine taahhüt etti. Venedik'le muharebenin başlarında Ahmed Paşa vezîr-i âzamlıktan azledilmişti; lâkin Venedik ve Macaristan ile müzâkerelerinin muvaffakiyeti ve geçmişteki hizmetlerinin yâd edilmesi ikinci defa olarak o makama yükseltilmesini icâbettirdi (186). Bu zamanda Ahmed ile birlikte memleketin idaresine mesâi sarfeden vezirler —Cem'in zehirlenmesi pazarlığı ile Bâyezîd tarafından Roma'ya gönderilmiş olan— aslen Rum olan Mustafa Paşa ile debdebe ve ihtişama meyilli ve fakat ilimlerin gayretli hâmîsi olan aslen Dalmaçyalı Dâvud Paşa idi. Bu sûre'le devletin en büyük üç mansıbı üç mühtedi (sonradan müslüman olmuş kimse) tarafından idare olunuyordu. Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa Şehzade Cem'in Mısır Sultânı'ndan mahlûle kerîmesiyle izdivaca muvaflak oldu. Bu Sultân, Gûrı (Gavri) ailesi hükümdarı tarafından —biraderi Mekke Şerifi aleyhine ayaklanmış— Katâde ailesinden bir emîre va'd olunmuş ise de, Bâyezîd'in sefiri Haydar vâsıtasiyle Bâyezîd nâmına taleb olunması üzerine Gûrî onu İstanbul'a göndermiştir (Not; 33). Şu suretle Cem'in kendinden sonraya kalmış olan yalnız bir kızı da Bâyezîd'in kullarından birinin haremine girmiş olmasıyle Pâdişah'ın tahtına rekabetinden korkmasına bir sebep kalmadı. Nasıl ki, Venedik ve Macaristan ile akdolunan muâdehelerle de devletin haricî asayişi de te’ınîn olunmuştu. (186) Andrea Gariti'nin Venedik İdarecilerine Raporu, Kânumevvel 1503. (De~ lazione di Andrea Gritti ai Pregadic). M. Sanoto. YİRMİBİRİNCİ KİTAP Osmanlı Devleti'nin rakibi olan komşu hükümetler. — Akkoyunlu Hânedânı'nın sona ermesi ve Şâh İsmail Hâ-nedânı'nın zuhuru. — Şâh’ın Osmanlılar'a teması. — Korkud'un Mısır'a firarı. — Büyük Zelzele. —- Şehzadelerin hükümetleri ve sefaretleri. — Bâyezîd ve Selîm arasında dahilî muharebe. — Asya'da isyan. — Vezîr-i âzam' ın harb meydanında vefatı, Şâh İsmail'in âsîleri te'dîbi. — Yeniçerilerin ayaklanması, dâhili muharebeler, Bâyezîd'in tahttan indirilmesi ve irtihâli. — Askerî güçler. — Dîvân erkânı. — Sultân Bâyezîd'in zamanında inşâat, te'sîsât, ulemâ ve şâirler. Venedik ve Macaristan ile akdolunan muahedenin sebebini Bâyezîd'in âsâyişperver tabîatinden ziyâde, Anadolu hududunda zuhur eden ahvâlde aramalıdır. Akkoyunlu Hânedânı'nın sukutu ve Uzun Hasan torunlarının hükümetleri enkazı üzerinde İsmâil-i Safevî Hânedânı'nın şevketli zuhuru, Osmanlı Devleti'nce tehlikeli bir durum olarak görülmüştür. Bir milletin târihi, komşusu olan diğer bir milletin târihiyle kuvvetli bir şekilde irtibatlar kesbettiği zaman, birincisnin etrâfıyle bilinmesi ikincisi hakkında hiç olmazsa bâzı incelemelerin bilinmesini gerektirir. Tâ ki aralarında mevcut bulunmuş olan münâsebetler ve karşılıklı olarak icra eyledikleri muameleler hakkıyle takdir edilebilsin. Okuyucuların Macaristan, Venedik, Lehistan, Rusya gibi — mukadderatı Osmanlılar'ın mukadderatına bağlı olan— hükümetlerin târihi hakkında hâiz olduğu malûmat bu memleketlerde cereyan eden vekayî hakkında dâima istitradlar yazmağa hacet bırakmaz. Lâkin Asya hükümetlerinden ekserisinin vekayiini hâlâ kaplamış olan karanlık, müverrih ve okuyucuya vakit vakit bu memleketlerin târihini hülâsa etmek vazifesini yükler. Çünkü ekseriya onlar, bu meşgul olduğumuz târihin —gözden uzak tutulması mümkün olmayan— birer şerhidir. Bundan dolayı evvelki kitaplarda Rûm Selçukluları (Anadolu Selçukluları)'nı, Timur Hanedanımı, Karadeniz Tatar Hânları'nı, Kilikya Karaman hükümdarlarını, Dülkadir, Ramazan, Akkoyunlu, Kara-koyunlu Hanedanlarını okuyucuların gözleri önünden sür'atle geçirmiştik. Bu defa da yine o sebeplerden dolayı, zamanında ve yerinde Özbek Han-ları'ndan, Mekke Şerîfleri'nden, Mısır Memlûkleri'nden, Iran Şahları'n-dan bahsedeceğiz. Osmanlı Devleti, bu oniki hanedan ile muharebelerinden dâima muzaffer çıkmıştır: Hattâ bunlardan birçokları Osmanlılar'ın darbeleriyle sukut etmiştir; Özbeklerle Timur'un torunları gibi bâzıları 362 737341 HAMME R da Hindistan ortasından ve Ceyhun ötesinden Osmanlı Devletimin dostluğunu aramışlardır. Mekke Şerifleri ve Kırım Hânları sonraları bu devletin vergi verir müttefikleri olmuşlardır. Yalnız gâh galib, gâh mağlûb olan îran Şahlarındır ki, zamanımıza kadar Osmanlı Pâdişâhları ile fasılasız uğraşmakta devam etmişlerdir. Mısır'ın, Arabistan'ın, bütün Asya hükümetlerinin ele geçirilmesinden sonra, ancak İran Türkler tarafından imtisas (absorbe) edilmeyerek, müstakil bir târih ve mevki sahibi olmak üzere kalmıştır. Onaltıncı asrın başlarından onsekizinci asrın nihayetine kadar İran tahtında Saf evi (1) Hânedânı'ndan oniki şâh birbirini takiben tahta çıkmışlardır. İkiyüz senelik bir müddet zarfında bunların saltanatları târihi, Osmanlı Pâdişâhlarının târihlerine paralel olarak gelişmiş olduğundan her an nazar-i dikkatimizin bunlar üzerine affedilmesine ihtiyaç vardır. 1500 senesinde, Bâyezîd'in Modon ve Koron fetihnamelerini gönderdiği sırada idi ki, Şâh İsmail de İran tahtına cülusunu bütün Asya saraylarına bildiriyordu. İsmail'in saltanatından evvel İran Devleti uzun bir müddet dahilî muharebeler, aile çekişmeleri, her türlü siyâsî cinayetler içinde kalmıştır. AKKOYUNLULAR'IN SONU VE ŞÂH İSMAİL'İN ZUHURU Akkoyunlu Hânedâm’nın en kuvvetli hükümdarı olan ve gururuyle, II. Mehmed'in silâhlarını üzerine çevirtmiş bulunan Uzun Hasan’ın Tercan Sahrâsı'nda kendisi için şeâmetli bir şekil gösteren muharebede kaybettiği Şehzade Zeynel'den başka, Halîl, Yâkûb, Yûsuf, Maksûd, Mesîh, Uğurlu Mehmed nâmında altı oğlu vardı. Uğurlu Mehmed'in şecaati, ih-tişâmkârâne tavırları orduyu kendisine bağlamıştı. Bununla beraber Uzun Hasan —en ziyâde sevdiği, yahut hiç olmazsa en entrikacı zevcesinden doğmuş bulunan— Halil'i tahtın vârisi olmak üzere tâyîn etti. Uğurlu Mehmed bu tercihten muğber olarak, babasının aleyhine silâh kullandı. Lâkin iki defa Fars ve Azerbaycan'da Uzun Hasan'a mağlûb olarak II. Mehmed nezdine iltica etmesiyle, ikametgâh ve maişet vesilesi olmak üzere Sivas'a tâyîn olundu. Babasından hoşnûd olmayan bâzı adamların ihtarlarına kapılarak hududu geçip yeni bir ordu ile tekrar babasının üzerine yürüdüyse de, isyanının cezası olmak üzere muharebe meydanında öldürüldü. Oğlu Mîrzâ Ahmed o vakitten Bâyezîd'in yardım ve himayesini istedi ve Bâyezîd'in kızlarından biriyle evlendi. Uzun Hasan iki ay fasıla ile âlem-i uhrâda Uğurlu'yu tâkîb etti (1478); Halîl, tahta çıkarak, gayrımeşrû biraderi olan Maksûd'u Uğurlu'nun teşebbüslerinde medhal-dar olmak bahanesiyle idâm ettirdi. Validesinin ricası üzerine; ana tara(1) Sehve mebnî olmak üzeredir ki, Avrupalılar ve hattâ bunların arasında Dögini (De Guignes )glbi müsteşrikler «Sûfî» adını verirler. OSMANLI TARİHİ 363 fmdan da kardeş olan Yâkûb ve Yûsuf'u —Uzun Hasan'ın ve Süleyman Beğ'in akrabasından— saray muhafızı Bayındır Beğ ma'rifetiyle Diyâr-bekir'e gönderdi. Henüz altı ay geçmişti ki, daha ondört yaşında olduğu halde pek büyük ümîdler vermekte bulunmuş olan Yâkûb, Bayındır Beğ'in telkinleriyle Azerbaycan'a giderek, biraderinin saltanatını zabtetmeğe teşebbüs etti. Hoy ve Selmas yakınında vuku bulan muharebe, genç saltanat davacısı için fena emarelerle başladı; lâkin Halil'in ölümüyle nihayet bularak (1479) Yâkûb'un Akkoyunlu Hanedanı tahına cülusu ile neticelendi (2)'. Yâkûb, II. Bâyezîd ile dostâne münâsebetlerde bulunmuş ve şân ve şereften mahrum olmaksızın geçen oniki senelik saltanat müddeti zarfında İstanbul'a defalarca sefîr ve hediyeler göndermiştir. 886 (1481)'de Bayındır Beğ'in tahrikiyle zuhur eden isyanı onun kanıyle söndürdü ve El-cezîre Hâkimi Müşafaas (Müşfa'as) (??)’ın oğlunun arazîsini zabtetti (3). Yine o sene zarfında iki kumandanı Süleyman Beğ ile Halîl Sofî'yi, Sa-fevî ailesi müessisi olup Safevîler'den ve taassub erbabından tertîblenmiş bir ordu ile Şımahı şehrini zabtetmiş olan Şeyh Haydar aleyhine olmak üzere Şîrvân hâkiminin imâdına gönderdi. Şeyh mağlûb ve maktul olarak şehir eski mutasarrıfına iade olundu (4). Uğurlu'yu saltanat tahtından mahrum edip de Halil'i onun yerine ikame ettirmiş olan valide sultân, Yâkûb'un isyanının netice vermesinde dahî yabancı kalmamış ve saltanat kudretini Yâkûb'un elinden de Yûsuf'a geçirmek tasavvurunu kurmuştu. Maksadına ulaşmak için en mîn ve serî vâsıta olmak üzere zehiri seçti. Lâkin cinayeti hiç beklemediği bir netîce vermiştir ki, üç sene sonra Valentin Borcio'nın kardinaller için hazırlamış olduğu bir şerbeti yanlışlıkla babası ve kendisi içerek mezara gitmelerini icâb ettiren tesadüfü hatırlatır: Yâkûb ve Yûsuf valideleri tarafından tertîb edilen zehiri birbirini müteâkib içtiler; valide sultân da üzüntüsünden bakiyesini içti (5). Yâkûb'un Baysunkur (Baysungur), Murâd, Hasan nâmlarında pek genç üç oğlu kaldı. Memleketin en kuvvetli iki beği olan saray muhafızı Süleyman Beğ ile Sofi Halîl veraset mes'elesinde ihtilâfa düştüler. Süleyman Beğ Uzun Hasan'ın yedi oğlundan bu ihtilâlde hayatta kalmış olan Mesih'i, Sofi Halîl Yâkûb'un büyük oğlu Baysunkur'un tarafını tuttu. Vu-kûbulan muharebede Mesîh hayâtını kaybetti. Şu suretle Uzun Hasan'ın yedi oğlundan yedisi de kazaya uğramıştır: Zeynel, Fâtih aleyhine açılan Tercan muhasarasında; Uğurlu Mehmed babası aleyhine Tebriz mu(2) (3) (4) (5) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 522, 524. Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâtoî, Viyana'kütüphanesinde aded: 496, s. 229. İdrîs, varak: 260 vd. Cezîretü'l-ömer. Mac Donald Kineir'in Seyahatnâmesi'ne müracaat, s. 450. Cihânnümâ, s, 439. Cenâbî, s. 230. Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 524. Cenâbî, CâmS'ü't-Tevârîh, İdrîs. 364 HAMME R hârebesinde; Halîl kardeşi aleyhine Selmas muharebesinde; Mesîh yeğeni ile muharebede maktul oldukları gibi, Maksûd biraderi Yâkub tarafından idâm ve Yâkûb ile Yûsuf anaları tarafından ,zehir ile öldürülmüşlerdir. Halil'in oğlu Alî Beğ, Uğurlu Mehmed'in oğlu ve Bâyezîd'in sarayına iltica ettiğini gördüğümüz Mîrzâ Ahmed'in kardeşi II. Mahmûd Baysun-kur ile taht için münazaa etmek istediler. Lâkin Baysunkur Akkoyunlu Hanedanı tebeasının en kuvvetlisi olup onsekiz oğlu devletin en büyük me’ınûriyetlerini ve en büyük eyâletlerini idare etmekte ve taraftarları da en mühim hizmetleri işgal etmekte olan Nûr-Sofî menfaatleri öyle icâbettirdiğinden Baysunkur'a meclûb idi. Sofî Halîl Baysunkur ile beraber Karabağ'dan sür'atle Dergüzin'e giderek, orada yapılan muharebede Alî Beğ ile Mahmûd telef oldular (6). Van ve Vastân yakınında Sofî Halil Süleyman Beğ'in alelacele toplamış olduğu bir Kürd ordusuna tesadüf etti; erzak bulunmaması ve ordusunda hergün firarlar olması sebebiyle miktarının azalması Tebriz'e ric'atini mûcib oldu. Süleyman Beğ Nûr-Sofî ordusunun reislerini vaidler ve taltiflerle kazanarak henüz dokuz yaşında bulunan Şehzade Baysunkur'u birlikte alıp kendi sancakları altına gelmeğe ikna etti. NûrSofî Tebrîz hisarları önünde vukua gelen muharebede maktul oldu (7). Müverrih Sa'dü'd-dîn'in büyük pederi Hafız Muhammed —ki Nûr-Sofî'nin mahremi idi— bu muharebede hâzır bulunmuştur. Süleyman Beğ muzaffer olduktan sonra Tebriz'de Şehzade Baysunkur'u Akkoyunlu hükümetinin pâdişâhı olmak üzere ilân etti (896 / 1490) (8). Fakat Süleyman Beğ'in, vesâyet-gerdesi nâmına hükümet dizginlerini eline geçirdiğinden beri henüz sekiz ay geçmişti ki, Halil'in oğlu ve Uzun Hasan'ın torunu îbrâhîm Sultân, gayrımemnûnlardan mürekkep bir fırkanın başına geçerek, Maksûd'un oğlu olup Nûr-Sofî tarafından Alancuk kalesinde habsedilen Şehzade Rüstem Mîrzâ'yı kurtardı ve Yâ-kûb'un genç oğluna karşı saltanat davacısı olmak üzere ortaya çıkardı. Baysunkur ve kardeşi Murâd, valide tarafından büyük pederleri olan Şirvan hâkiminin nezdine gittiler. Şîrvân hâkimi hemen Rüstem üzerine yürüyerek bir muharebe etti; lâkin iki fırka arasındaki müzâkereler üzerine Baysunkur'un Şîrvân ile hem-hûdûd olan Karabağ Kende, Gence, Berda' (?) memleketleriyle iktifa etmesine karar verildi (9). Baysunkur, bu mukavelenameye çok zaman riâyet etmedi; yeni karışıklıklardan dolayı İsfahan'a gitmiş olan rakibinin gaybubetinden istifâde ederek Azerbaycan'ı istilâ etti. Lâkin Rüstem askerinin kumandanı (10) Baysunkur'a galebe (6) (7) (8) (9) (10) Câmi'ü't-Tevârîh. Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 525. Cenâbî, varak: 231. Cenâbî, varak: 231, îdrîs. Sa'dü'd-dîn, 3, 527. îdrîs. Seyyîd Alî Beğ, Tâctt't-Tevârîh, c. 2, s. 121 (Mütercim). OSMANLI TARİHÎ 365 etti ve kendisini yakalayarak İsfahan'a gönderdi ve orada idâm edildi. Hayâtı dâimi bir sefahatten ve hükümdarlığı onun nâmına İbrahim'in hükümranlığından ibaret olan Rüstem'in saltanatı da altı seneden fazla devam etmedi. II. Bâyezîd'in dâmâdı Ahmed Mirza, bu karışıklıkların saltanat kudretini ele geçirmeğe müsait bir vesîle olacağını düşünerek posta tatan kıyafetinde İstanbul'dan firar ile (11) bir engele rastlamaksızm «Araks» (12) sahillerine kadar vâsıl oldu ve Rüstem ordusunun firârîle-riyle kuvveti hergün artmağa başladı. Nihayet İbrâhîm dahî bu tarafa geçtiğinden (13) Ahmed Araks'ı (Aras nehri) geçerek —Rüstem Gürcistan'a çekilmekte iken— Tebriz'e vardı. Rüstem, toplamış olduğu bir ordu ile, bir müddet sonra döndü; Ahmed Mîrzâ onu karşılamağa giderek, galip geldi ve başını kesti. Ahmed, saltanat tahtına çıkar çıkmaz, tahta çıkmasına sebep olan hâle benzer bir sebeple, yâni İbrahim'in ondan da yüz çevirmesi ile hükümdarlıktan düştü. İbrâhîm birçok devlet büyükleriyle ittifak ederek — Yâkûb'un oğlu olup Rüstem'in teşebbüsleri sırasında Baysunkur ile birlikte büyük babası Şîrvân hâkiminin nezdine iltica etmiş olan - Murâd'ın saltanatını ilâna karar verdi (14) ve Ahmed'in üzerine yürüdü. Ahmed, kendi tarafını tutan bir ordu ile ve Şîrvân hâkiminin yardımiyle mukabele ederek iki taraf Isfahan yakınlarında muharebe ettiler. Kavganın başlangıcında Sultân İbrâhîm kendisine mutaassıbâne muhabbeti olan (15) bir fırka erbâb-ı şecaatle Ahmed Mırzâ'nın üzerine atılarak, Mîrzâ, en sâdık adaylarıyle beraber harb meydânında maktul oldu (Not: 1). Ahmed Mırzâ'nın kardeşi Yûsuf un oğulları Mehmed Mîrzâ ve Elvend Mîrzâ bu muharebede amcalarının sancakları altında bulunuyorlardı. Birincisi Yezd'e, ikincisi Azerbaycan'a ve oradan Kürdistân'a iltica etti. Sultân İbrâhîm, o zamana kadar Şîrvân hâkimi nezdinde mülteci bulunan Murad'ı hükümdarlığa davet ettiyse de, Murâd'ın hükümdarlığı İbrahim'in saltanatına bir bahaneden ibaret olarak, asıl hükümdar kendisi idi. Murâd'ın kumandanları bu hâlden endişeye kapıldılar. İbrâhîm, kendi hükümranlığının sarsıldığını görerek, selefleri hakkında yaptığı gibi, yeni hükümdara dahi hıyanet ederek Elvend Mîrzâ'yı buna «Âdet-i me'lûfesi üzere işret itmeğe gidiyor gibi Galata'ya ve oradan Üsküdar'a geçdi. 'Ulak' tavrında kaçarak —İslâm arasında kıtal vuku bulmamak içün Mirzâ'ya müsâade virmemiş olan- - Sultân Bâyezîd henüz firarından haberdâr olamadığı hâlde hayîî yol almış idi.» Sa'dü'd-dîn, s. 122. Mütercim. (12) «Rûd-Ares», Aras Çayı ki, alabalığı meşhurdur. Mütercim. (13) Sa'dü'd-dîn, 3, 528. Câmi'ü't-Tevârîh, îdrîs. f 14) «Sultân Murâd bin Sultân Ya'kûb'a gâibâne biat ile hutbe ve sikkeyi onun nâmına itdiler.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 124. Mütercim. (15) Sa'dü'd-dîn bunlara «fedaî» der. «Fedaî» kelimesi fırka-i îsmâiliyye'ye, başka deyişle Hasan Sabbâh emrindeki kaatillere verilen bir isimdi. (11) 72573 7 366 HAMMER rakib çıkardı. Elvend, İbrahim'in yardımlarıyla Murad'a galebe ederek, onu Meraga kalesi zindanına atlı. Bu sırada Mehmed Mîrzâ Irak'da biraderine rekabeten hükümdarlığını ilân etti. İbrahim, Elvend Mîrzâ ile birlikte Mehmed'in üzerine yürüdü. Lâkin Sultaniye yakınında yapılan muharebede defalarca hıyânetiyle haylî vakittir müstehak olduğu ölümü buldu. Elvend Karabağ'a kaçtı; Mehmed muzaffer bir şekilde Tebriz'e girdi. Bu haber üzerine İbrahim'in kardeşi Güzel Ahmed, Elvend'in Meraga kalesinde habsettiği Murâd'ı kurtardı. Murâd, Irak-ı Acem'den bir ordu toplayıp Mehmed Mîrzâ'yı Isfahan yakınında mağlûb edip ortadan kaldırarak, ikinci defa İran tahtına cülus etti. Mehmed, Murad'ı karşılamak üzere Tebriz'den İsfahan'a yürürken kardeşi Elvend Karabağ'dan çıkmış, ve Tebriz'i zabtetmişti. Lâkin Mehmed ve Elvend'in muharebeleri sırasında bir üçüncü rakîb zuhur etti ki, epey bir müddetten beri sarsılmakta olan Karakoyunlu Devleti'ne son darbeyi vurmak üzere isyan ordusuyla ve isyandan daha müthiş olan yeni bir mezheb silâhıyle geliyordu (16). Bu rakîb, onüç sene önce Süleyman Beğ ile müsademesinde maktul olan Şeyh Haydar'ın vefatından sonra Geylân (Gilân)'a iltica eden İsmail idi (17). İsmail, Şirvan hâkimine galebe ve kendisini idâm etmek suretiyle babasının intikamını aldı (1499/905). İki sene sonra Tebriz hükümdarı Elvend Mîrzâ ile Nahcıvan yakınında kanlı bir muharebe yaparak, bunda, Akkoyunlu ailesinden yedibin Türkmen maktul olmuştur (18). Elvend, Bağdad'a kaçıp oradan Diyârbekir'e giderek amucası Kaasım Beğ'den Diyârbekir'i aldı ve bu gasbdan üç sene sonra (915/1504) orada vefat etti (19). Nahcıvan muharebesini tâkîb eden senenin sonuna doğru İsmail, Hemedan yakınında Sultân Murad'ı büsbtüün mağlûb etti; Murad Bağdad'a iltica etti; lâkin İsmail'in askerine karşı orada durama-yarak Dülkadiriyye Beği Alâ'ü'd-devle'nin yanma çekildi. Alâ'ü'd-devle'nin yardımı Muradın Bağdad'a dönmesini ve beş sene hüküm sürmesini te'-mîn ettiyse de, İsmail tekrar Bağdad'dan çıkardığından Diyârbekir'e kaçtı ve Elvend'in vefatından on sene sonra (920/1514) orada İsmail'in darbesiyle telef oldu (20). Murad'ın vefâtiyle Uzun Hasan Hanedanı söndü; Hasan'ın yedi oğlu gibi yedi torunu da cümleten ecel-i kazaya uğradılar (21). Halil'in oğlu Ali Beğ ve Uğurlu Mehmed'in oğlu Mehmed, Yâkûb'un oğlu Baysunkur aleyhine muharebede maktul olmuşlardı. Baysunkur, Maksûd'un oğlu Rüs- (16) (17) (18) (19) (20) (21) Sa'dü'd-dîn, 3, 570. İdrîs, Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâbî. Şâh İsmail b. Şeyh Haydar b. Cüneyd b. İbrahim b. Hâce Alîb. Şeyh Sarü'd-dîn ibni Şeyh Safiyyüd'dîn-i Erdebîlî. Sa'dü'd-dîn, 2, 126. Câmi'ü't-Tevârîh. Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâbî. Câmi'ü't-Tevârîh; Cenâbî. Sa'dü'd-dîn, İdrîs. İkinci cildin sonundaki Karakoyunlu Hanedanı cedveline bkz. OSMANLI TARİHİ 367 tem Mîrzâ’nın emriyle idâm olunmuş, Rüstem de Uğurlu Mehmed'in ikinci oğlu Ahmed Mîrzâ'ya mağlûb olduktan sonra aynı akıbete uğramıştır. Ahmed Mîrzâ, Yâkûb'un dîğer oğlu Sultân Murâd île müsademesinde silâh elde hayâtını ikmâl ettiği gibi, Murad dahî Yûsuf'un oğlu Mahmûd Mîrzâ'yı öldürdükten sonra İsmail'in silâhı altında ademe gitmiştir. Akkoyunlu Hânedânı'nın enkazı üzerine, onüçüncü asrın başlarında — Avrupalılar'ca «Sûfî» diye ma'rûf olan— Şâh İsmâil-i Erdebîlî Hanedanı kuruldu. İsmail Hanedanı, mevcûdiyyetini hayât-ı mütehayyirâne-ye vakfetmiş bir meşâyîh âilesidir. Şark târihi, İsmail'den evvel altınca batına, yâni yeni hükümdarlığın kuruluşundan ikiyüz sene öncesine kadar silsile-i nesebini zikreder. Cengiz Hân torunları zamanında hayatta olan en büyük mutasavvıf şeyhlerinden Safiyyü'd-dîn Ebû İshâk Erdebîlî, on-dördüncü asrın başlarında vefat ederek takva dolu hayâtının güzergâhı olan Erebîl'de mütevârî-i hâk oldu (toprağa saklandı; üzeri toprakla örtülerek gömüldü, defnedildi). Safevî ailesi onun nâmına nisbet olunmuştur. Bu aile «Sûfî» nâmını —kudret menbâmı daha güzel ifâde etmekle beraber— kabulden imtina ederdi. Safiyyü'd-dîn oğlu Sadrü'd-dîn Mûsâ, torunu Hâce Alî torun-zâdesi İbrâhîm, onun tasavvuf mesleğine sâlik oldular. İbrahim'in oğlu ve babası gibi şeyh olan Cüneyd'dir ki, bu aileden ilk defa bir siyâsî te'sîr kazanmak arzusunda bulunmuştur. Onun ikbâl hırsı Karakoyunlu Hânedânı'ndan Erebîl hükümdarı CihânŞâh'ın infialini celbetti. Cüneyd, bu sırada Cihân-Şâh ile muhârib bulunan Akkoyunlu hükümdarının sarayına iltica etti. Uzun Hasan Cüneyd'e yardam ve himaye göstermekle yetinmeyerek hemşiresi Hadîce Begüm'ü (22) de onunla evlendirdi. Cihân-Şâh'ın Uzun Hasan'a mağlûb olması üzerine Er-debîl'e dönerek, İran fâtihinin akrabalığından cesaret alarak yine siyâsî hayâtın entrikalarına girdi. Tasavvurlarını gizlemek ve kendisini bî-karar eden içindeki hırsı keşfettirmemek için gayrimüslim olan Gürcüler'le bir cihâdı bahane yaptı. Lâkin Hıristiyanlar üzerine yürüyecek yerde, taraf-tarlarıyle birlikte kuzeye ve Şirvan hâkiminin arazîsine yöneldi ve istilâ etti. Ancak mahallî askerler ile giriştiği cenkte telef oldu. Uzun Hasan Cüneyd'e olan muhabbetini oğlu Haydar'a intikal ettirerek, onu kızı Alem-şâh Bânû ile evlendirdi. Haydar, Uzun Hasan hayatta bulunduğu müddetçe sakin durdu; ancak onun vefatiyle memleketin her tarafında karışıklıklar çıkınca, atâleti terkederek, babası Cüneyd'in yolundan yürüdü. Taraftarlarını zahirî bir alâmet ile ayırmak için, onlara kızıl külah giydirmiş (23) ve işte bu buluş, daha sonraları İranlılar'a «kızılbaş» nâmı(22) Begüm ve Bigim lâfzı, kâf-ı farisînin zammesiyle okunur. Nihâyetindeki mim (-im,-üm) (23) türkçenin te'ennîsldir; nasıl ki «hânım» kelimesi de «han» in müennesinden başka birşey değildir. Mütercim. Câmi'ii't-Tevârîh. 368 HAMME R nın verilmesini mûcib olmuştur ki, bunlar bu ismi o vakitten beri bir hakaret addetmekte ve zamanımızda dahî reddetmektedirler. İranlılar millî gururları hasebiyle dâima iddia ederler ki, bu lakab vaktiyle giymiş oldukları altın serpuşlardan kaynaklanmakta ve «kızıl» lafzı «kızıl altın» mânâsına gelmektedir (Not: 2). Haydar, babasının kullanmış olduğu bahaneyi kullanarak, yâni Gürcistan gayrimüslimlerine karşı asker şevkini vesile edinerek, altı bin kişiyle Kafkas'a yöneldi ve babası gibi Şirvan'ı zabtetti ve memleketin beğini bir müddet Gülistan kalesinde kuşattı. Uzun Hasan'ın oğlu ve halefi Yâkûb, Şîrvân-Şâh'a imdâd için saray emîri Süleyman Beğ'i gönderdi. Haydar, yukarıda yazıldığı üzere, Süleyman Beğ ile bir müsademesinde maktul oldu kî. bu kavga Tabserân (M.î. 1) yakınında vuku bulmuştur (893/1488) (24). Haydar'ın iki oğlu Yâr Alî ve İsmail, Yâkûb tarafından Isfahan kalesi zindanlarına atıldı; Yâkûb'un yerine geçen Rüstem Mîrzâ hürriyetlerini iade ile, evvelki gibi şeyhlikle vakit geçirmek üzere kendilerini Erebîl'e gönderdi. Yâr Alî, haylî zaman Rüstem'e sâdık kaldıktan sonra isyan etti. Lâkin kanlı bir muharebede mağlûb oldu ve öldürüldü (25). Henüz altıbuçuk yaşında bulunan İsmail, Geylân (Gîlân) hâkimi (Not: 3) Şerîf Hasan Hân'ın himayesine tevdî olundu. Uğurlu'nun oğlu Ahmed Mîrzâ —ki o zaman Akkoyunlu pâdişâhı idi— daha sonra İsmail'in memleketten çıkarılmasını istedi. Lâkin Şerîf Hasan bu firarinin hükümranlık sahasında bulunmadığını söyledi. Genç mülteciyi yüksek ağaçların zirvelerine asılmış bir çadır içinde muhafaza etti. Ağaçların yapraklarla dolu dalları İsmâl'i gözlerden ırak tutuyordu. İran Şâhı'nın ikinci bir sefiri İsmail'in kendi toprağında bulunmadığına Şerîf Hasan'ın yemin etmesini istedi. Mülteci, toprak üzerinde değil, hava içinde bulunduğu için Hasan, yalancı düşmeksizin yemîn edebildi. İsmail altı sene Geylân hâkiminin yanında vakit geçirdikten sonra, memleketin payitahtı olan Lahcan'da taraftarlarını topladı. Şeyh Sadrü'd-dîn Konevî'nin Osmanlı memleketlerinden Teke ve Diyârbekir taraflarında ikamet eden mürîdleri de ona iltihakla kendisini takviye ettiler. Şeyh Sadrü'd-dîn, Timur'un istilâsında ekserisi kendi tarîkatine sâlik olan Teke ahâlîsinin Tatar orduları arkasından esaretle götürülmemesini cihangirden rica etmiş ve ricasını kabul ettirmiş olduğundan, o vakitten beri bu mıntıkların bütün ahâlisi İranlı şeyhlere bağlı bulunmuşlardı. Bu sırada takımıyle Geylan'a hicret etmeleri sebebiyle, İsmail onları Lahcan'da sancağının altına topladı (*). Ondört yaşında bulunan İsmail takriben yedi (24) (25) Câmi'ü't-Tevârîhe göre, bu muharebe Şâban'da vuku buldu. Cenâbî, s. 134. Bu müverrihe nazaran İsmail, kendisine taraftar tedârik etmek için. bizzat Lahcan'dan Sımahı/va gitm'ştir. İhtimal ki Sadrü'd-dîn, Timur'dan Egirdir'in affedilmesini sağlayan Şeyh Baha'dır. (1. cilde bkz.). ( * ) Câmi'ü't.Tevârîh. bunların mensub oldukları aşiretleri zikr eder: Ustaclu, OSMANLI TARİHİ 369 bin Türk ve Acem'den mürekkep bir ordu ile babasının ve büyük babasının Şîrvân mülkünde katledilmiş olmalarından dolayı, intikam almak için orayı istilâ etti (906). Şîrvân-Şâh'ı kanlı bir muharebede bozup öldürdü (26). Bu muzafferiyetin neticesi olarak Şımahı teslim oldu (27). Azerbaycan boğazlarına hâkim olan vezîr-i âzam Şemsü'd-dîn Geylânî'-nin İsmail tarafına geçip onun veziri olması, İran ordusu kuvvetini ziyâ-deleştirdi. Şemsü'd-dîn ile diğer Akkoyunlu ümerâsının yardımıyle genç fâtih ertesi sene bu hanedanın son istinadgâhı olan ve İran hükümdarı bulunan Elvend Mîrzâ'ya hücum etti ve galib gelerek onaltıncı asrın ilk senesinde Azerbaycan'ın payitahtı olan Tebriz'de devletinin esâsını vaz' etti (28). ŞÂH İSMAİL'İN OSMANLILARLA TEMASI Osmanlı Pâdişâhı, Teke mutaassıblarının hicretlerine mâni olmak için bu vilâyet ahâlîsinden ekserisini yeni fethedilen Koron ve Modon şehirlerine naklettirmiş olmakla beraber, İsmail'in Bâyezîd ile ilk münâsebetleri dostça oldu. Fakat İsmail, taraftarlarının serbestçe hicretlerine müsâade istemek üzere İstanbul'a sefîr gönderdiyse de bu talep reddedildi (29). (26) (27) (28) (29) Şamlu, Rasava, Zülkadir (Dülkadır), Kaçar aşiretleri. Şu suretle şimdiki (Hammer zamanı) İran şahlarının mensûb bulundukları Kaçar aşireti Safevî Hânedânı'nın kurulmasından öceki tarihçe ma'rûftur. (Kaçarlar* m Türk oldukları ve hattâ İran Şâhları'nin anadillerinin Âzerbayncan Türkçesi olduğu malûmdur. Mütercim). Şîrvân Hâkimi Ferruh Yesârî, Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 126. (Mütercim). Cenâbî, Safevî târihinde, s. 139; Şîrvân-Şâhları Târihinde, s. 131; Akkoyunlu Hanedanı târihinde, s. 230. «906, İnhizâm-ı Şîrvân-Şâh der- ceng-i Şâh İsmail ve zuhûr-ı devlet-i Kızılbaş», Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh. «Târih-i Hurûc-ı Şâh İsmail: Kaahir-i kahraman-ı mülk-i Bitlisi, Şâh İsmail'in icâd ettiği yeni mezhebe «mezheb-i nâ-hak» terkibini târih bulmuştu. Bu târih, Şâh İsmail'in kulağına kadar gitti; Şâh İdrîs'e geçmiş hukukunu hatırlatarak iğbirarını tebliğ etti. İdrîs, «Şâh hazretlerine yanlış duyurmuşlar. Ben ‘ınezheb-i nâ-hak' demedim; «mezhebina Hak» dedim» cevâbım verdi. Solak-zâde bu fıkravı yazar, ve fakat lâlettayîn bir şâire isnâd eder. 906 hîcrî senesi müverrihin gösterdiği veçhile onaltıncı asrın birinci senesi olan 1501 milâdî senesine tesadüf edip, İdris'in târihi de 906 senesini gösterir. (Mütercim). Sa'dü'd-dîn, 3, s. 530. (Doğuya giden Hâricîler'in çoğu Teke ve Hamîd vilâyetlerinden olduklarından, orada merede ve ahbâb nâmındaki eşhası Mutun ve Kurun canibine gönderdiler, ve ba'demâ sûfî nâmına kimesne-nün hudûddan geçîrilmemesine emr virildi. Erdebîl oğlı der-i devlete ubû-diyyet-nâme gönderüp ahbâbmun Acem diyarına geçmesine icazet rica eylediyse de kabul olunmadı.» Tâctit-Tevârîh, c. 2, s. 127. Şâh İsmail'in Hammer Tarihi. C: 11. K: 24 370 HAMME R Kızını evlendirmek istediği Alâ'ü'd-devle'den de hüsn-i kabul göremedi. İsmail, Dülkadirli hâkiminin bu reddinden dolayı, intikam almak istedi; lâkin Osmanlı Devletinin müthiş gücünden de korkarak, askerinin Osmanlı toprağından geçmesinden dolayı i'tizâr için yeniden sefirler gönderdi. Yeni bir cenge girişmek hususunda isteksiz olan Sultân Bâyezid, Yahya kumandasında Ankara'ya hududların muhafazası için bir ordu göndermekle yetindi (Not: 4). İsmail'in müdafaasız Dülkadirıyye arazisini talan ve Âmid ile Harput müstahkem şehirlerini zabtettikten sonra (3ü) İran'a, dönüşüne (913 1507) kadar, Yahya, Ankara önünde kurduğu ordu^ahd;» kaldı. Alâ'ü'd-devle'nin oğlu ve iki torunu İsmail'in eline düştüğünden. İran merdümhorları tarafından ateşte kızartılarak yenildi (31). Ertesi sene (1503) İsmail, Trabzon Valisi Şehzade Selim'den şikâyet, etmek ve Pâ-dişâh'a dostluk te’ıninâtıni yenilemek maksadıyle İstanbul'a yine elçiler gönderdi. Şehzade Selim, İran toprağına geçmiş, ve Erzincan ve Bayburd'a kadar olan yerleri hasara uğratmıştı (32). Hattâ bu akınlarda İsmail'in kardeşi İbrahim'i esîr etmişti (Not: 5). Acem elçisi sırmalı elbise ile — fakat Pâdişâh'ın elini değil— dizini öpmek şerefine mazhar oldu. Sefir, s o n husûmetlerinin Osmanlı Devleti aleyhine değil, Alâ'ü'd-devle aleyhine vukua getirildiğini söyleyerek efendisinin barışçı niyetlerini yeniden arz etti. Dönüsünde Bâyezid tarafından İsmail'e gönderilen elçi —kendisini ayakta îfâ-yı me’ınûriyette mecbur etmek için— yere halı serilmemiş olduğunu görünce kaftanını çıkarıp sererek, şu kaliçe-i nev-i icâd (yâni: bu yeni icâd edilmiş! kahçe) üzerine oturdu. İran sarayı halkı bundan pek (30) (31) ahbabı atalarının halifelerinin igvâ ettikleri adamlardan ibarettir. Mütercim.) Ando adosso a Alaedule in la piû estrema montagna chiamata Turnadji. cio £ delle grue. Tolse due terre grosse al A. Amid prese un fioîe îigKa.s-Marini Sanoto A'audule. Amid e Corpot d'Aİauduîe. Sa'dÜ'd-din, 2. varak: 305. Solak-zâde, 76. (Alâ'ü'd-devle Şâh İsmail ile biraz cenk ettiyse de bir oglı ve iki nebiresi (kız torunu) esir olarak nâ-câr bir sarp dağa kaçdı. Şâh, Alâ'Ü'â-devle'nÜn payitahtını yskup yıkdı; ecdâdmun mezarlarını açup kemiklerini ateşe ardı. Bu esnada Yahya Paşa'nun Engüri'ye geldiğünl işiderek veziri Şeyh Neem-i Gİlâni" nün tedbiri üzerine İran'a gitdi. Nak] iderler ki .-Vâ'üddevle'nün oglım ve nebîrelerini kebâb itdirmiş ve İrâniler birbirinün ellerinden kaprşup yimişler. Tâcü't-Tevârîh, He Soiafc-zâdeden hülâsa. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 131, S. zade, İstanbul basımı, s. 320. Son fıkra pek de inandırıcı değildir. Mütercim). (32) Siyo (Scio) Venedik Konsolosu'nun raporunda: *I1 Sofi si trova, in Arzengan lontan da Caraserai loco di questo S'gnore (Ottomano? 4 gio-rante.s. (Yâni: (Şâh İsmail) Sofi, Osmanlı Pâdişâhının memleketlerinden Karahisar'a dört günlük olan Erzincan'daydı) diye yazar. İsmail ordusunun kuvveti, oniki bin süvari ve otuzöeşbin kemankeş tahmin olunmuştur. Marini Sanoto. OSMANLI TARİHİ 371 taaccüb ederek ve şu cesaretin İsmail'in gururu huzurunda affedilir görülmesinden hayrete kapılarak, hattâ Şâh'ın bu vakur Osmanlı'yı hemân öldürmemiş olmasını çok gördüler (33). Acem elçisinin İstanbul'a varışı, İsmail'in komşusu ve tabiî düşmanı Özbekler Hânı Şeybek (34) tarafından gönderilen elçinin gelişine tesadüf etmişti (35). ŞEHZADE KORKUD'UN MISIR'A KAÇMASI Şimdi —yedi sene sonra I. Selîm'in cesur ve liyakatli hasmı olmak üzere zuhuruna kadar— Acem fâtihinden gözlerimizi ayırarak, Venedik ve Macaristan sulhunu tâkib eden vekayii yazacağız. Bu sıralardadır ki, Burak Reis gemisinin Sapienza Deniz Muhârebesi'nde yakılmasında vefat eden Kara Hasan (Kara Hasan)'ın kardeşi olup «Kara Turmuş» nâmıyle şöhret kazanmış olan bir deniz haydudu itaatini arz etti. Kara Turmuş doğum yeri olan Sivrihisar'da (36) birkaç gemi teçhiz ederek vatanının ticâretine büyük hasar vermiş ve aleyhine on kadırgadan mürekkeb bir donanma şevkine mecbur olunacak derecede dehşet salmıştı (909/1503) (37). Bununla beraber idarenin muhtelif şubelerinde bâzı değişikliklerde bulundu. Üç sene önce vezîr-i azamlık makamına iade edilen Hersek Ahmed Paşa, ikinci defa azledildi ve bu hizmet tekrar Hadım Alî Paşa'ya verildi. Pâdişâhın kendi hanedanına âit endîşelerinden haberdâr olan bu vezir ise, Şehzade Korkud'un hilâfına olmak üzere her (33) «E pocho manchio non lo fece taiar in pezzi il Soph i.» Kezâlik. (34) Şeybek Hân, Özbek Hânları'ndan ve Cengiz'in oğlu Cuci'nin neslindendir. Hicrî dokuzuncu asrın başlarında Mâverâünnehir ve sonra Horasan'ı zab-tetmekle Hüseyin Baykara oğlu Bediüzzamân mağlûb olarak Şâh İsmail Safevi'ye iltica etmiş ve 916'da Şâh İsmail'in askeri Merv'de Şeybek Hân'a galebe çalmıştır. Şeybek Hân muharebede vefat ederek, Horasan İsmail* in eline geçmişse de, Bedîüzzamân'a vermeyip kendisi muhafaza etmiştir. Şeybek Hânın nesli Mâverâünnehir'de daha çok, zaman hüküm sürmüştür. Kaamusu'l-A'lâm, c. 4, s. 2893. Mütercim. Venedik sefirlerinin raporlarında Özbek elçisi «delîa testa verda»; Şâh* ın elçisi «della testa rossa» diye yazılıdır. Osmanlılar için «della testa bianca», ve Gürcistan elçisi için «della testa nera» deniliyor ki, şu suretle «yeşü baş», «kızıl baş», «ak baş», «kara baş» sırasıyle Özbekler'e, Acemler'e, Türkler'e. Gürcüler'e alem olmuş oluyor. (Mütercim) (35) (36) (37) Sa'düd-dîn'in «Seferihisar» diye yazdığı bu Sivrihisar, tzre yakın olan Sivrihisar olacaktır. Ankara'daki Sivrihisar sahile çok uzaktır. (Mütercim) Sa'dü'd-dîn, 3, Yarak: 53. 372 HAMME R vesileyle Şehzade Ahmed'in tarafını tutmakla Bâyezîd'in üzüntülerini artırdı. Alî Paşa ile Korkud arasındaki uyuşmazlık bir hâdise ile artarak şehzadenin izzet-i nefsine o kadar te'sîr etti ki, Korkud'u —hakkında felâkete yol açabilecek— fevkalâde bir harekete sevk etti: Bu dediğimiz hâdise, deniz kenarında kâin ve hakikatte asıl olarak «hass» unvanı altında vezîr-i a'zâmlara mahsûs arazîye dâhil olup, fakat eski vezîr-i azamların eyâlet valiliklerindeki şehzadelere hürmeten vazgeçdikleri bir kazanın Hadım Alî Paşa tarafından zabtıdır. Korkud, vezîr-i azamın şu kindârâne hareketinden öfkelenerek bizzat ihkak-ı hak etmek için amcası Cem gibi Mısır'a kaçmağa karar verdi; babasına Hacc için Mekke'ye gideceğini haber vererek maiyyetindeki seksenyedi kişi ile Akbaş Reîs kumandasındaki beş gemiye bindi (Muharrem 915/Nisan 1509) (38). Beş gün sonra Is-kenderiyye'ye vardı; gelişini Memlûk Sultânı'na bildirdi. Sultân'ın cevâbı gecikmedi; dokuz cins at, dokuz katar deve, üç katar hecin, kıymetli örtülerle müzeyyen olarak şehzadenin bizzat binmesi için iki katar deve, maiyyeti halkı için yetmiş katar deve ile yüz at, matbah için kırk katar deve, dokuz bin duka, dokuz top sırmalı kumaş, gayet güzel dokuz delikanlı gönderdi. Korkud bu alayla, kırk davulunu vurdurarak Mısır payitahtına yöneldi. Divitdâr, yâni «emîri kebîr» ve başka bir deyişle Mısır devletinin baş veziri —«îfâ-yı resm-i hoşâmedî ile nezd-i sultanîye da'vet içün»— rikâbdar zâbitiyle birlikte istikbâline geldi (1 Safer - 21 Mayıs). 1509 Mayıs'ınm yirmidokuzunda Şehzade ihtişâm-ı resmî ile Kaahire'ye girdi. Cömertlik şiarı olan Sultân, her gün Şehzâde'ye elli koyun, elli kantar şeker, elliüç müd pirinç, ikibin piliç, ikibin kaz, yüzelli kantar bal, cep harçlığı için elli kese altın tâyin etti (39). Korkud gelişinden üç gün sonra Sultân'ın müsâadesi veçhile mülakata gitti. Sultân ile Şehzade karşı karşıya gelince, ikisi de bir anda atlarından indiler; Sultân «hoş geldiniz» mânâsına olmak üzere, kendi oğlu gibi Şehzadenin gözlerinden; Korkud da ihtiram işareti olmak üzere babası gibi Memlûk Pâdişâhı'nın gerdanından öptü; lâkin şiddetli ısrarına rağmen, Şehzâde'nin —seyahati için bahane ittihaz ettiği— Hacc için kendi toprağından geçmesine mümanaat gösterdiği gibi, Sultân Bâyezîd ile sulhu ihlâl edecek diğer her türlü ta(38) (39) Venedik elçisinin raporuna nazaran Korkud'un donanması sekiz gemiden mürekkebdi. «4 fuste e 4 brigantini, e non si sa dove sia andato». Yine bu rapora göre Korkud'un infialine Alî Paşa değil. Hersek Ahmed Paşa sebep olmuştu. Korkud'un Mısır'a seyahati ve orada ikameti hakkında Sa'dü'd-dîn ve So-lakzâde'den ziyâde tafsilât veren Âlî Şehzâde'nin Kaahire'ye 9 Safer pa* zar günü dâhil olduğunu yazar (Bâyezîd Saltanatının Otuzyedinci Hâdisesi). Lâkin 915 Muharrem'! cuma ertesine müsadif olduğundan, Safer'in 9'u bittabi pazar değil, salı'dir. (Hammer'in bu hesabı Islâhü't-Taikvîm'e dâhi mutabıktır. Mütercim.) OSMANLI TARİHİ 37a leplerini de reddetti. Korkud, babasının vezîr-i a'zamının üstün nüfûzuy-la uğraşamıyacağını görerek, Alî Paşa'ya bir mektupla müracaat etmek suretiyle mevkiinin müşkilâtından kurtulmak için en akıllıca çâreyi buldu (40). Mekke'ye gitmek tasavvurunda bulunmasından dolayı özür beyân ederek, babası tarafından hükümetine iade olunması hakkında vezîr-i a'zamın tavassutunu rica ediyordu. Talebi kabul edilerek, Kilikya'ya avdette isti'câl gösterdi. Seyahatinde, donanması birçok Rodos Şövalyeleri gemilerine tesadüf etti; Rodos bayrağı çekmekten Şehzâde'nin imtinâı üzerine Rodoslular cenge başladılar: Şehzade mağlûp ve kendini Küçük Asya sahiline atmağa mecbur oldu (Not: 6). Korkud'un alın yazısı, firarından başka birçok ahvâlde dahî amcası Cem'in alın yazısına benzer. İkisi de irfan sahibi idiler, ikisi de korkunç bir ölümle hayatlarını bitirdiler. Korkud da Cem gibi şâir ve onun gibi üdebâ ve ulemâ ile çevrili idi; bilhassa kendisinin de ihtisas kazanmış olduğu mûsikî bilgilerini ve san'at-kârlarmı himaye eder ve onların sohbetleriyle büyük bir haz duyarak vakit geçirirdi. İslâmın hukuk kaideleriyle pek derinden meşgul olarak, hukukun müşkil mes'eleleri hakkında bir eser te'lîf etmiştir (41). Korkud'un ilmiyyedeki derinliği şâirleri ve fakîhleri adetâ büyülemişti. Lâkin Ye-niçeriler'le vezirlerin teveccühsüzlüklerini müstelzim olarak, bunlar Bâyezîd'in son saltanat günlerinde ve ölümünden sonra, Korkud'dan küçük olan Ahmed ve Selîm'i tercih ettiklerini alenen ortaya koydular. BÜYÜK ZELZELE 1509 EylüTünün ondördünde İstanbul, Osmanlı târihinin kaydettiği zelzelelerin en müdhişine uğradı (Not: 7). 109 cami, 1500 ev, kara tarafındaki surların hepsi, deniz tarafındakilerin çoğu, Yedikule, denizden Bah-çekapısı'na kadar saray duvarları —temellerinden zirvelerine kadar— hâk ile yeksan oldu (42). Fâtih Câmii'nin en büyük dört sütununun başlıkları düşerek kubbenin bir tarafı eğildi. Hastâhâne'nin, imaretin, cami tarafındaki sekiz medresenin ve diğer birçok umûmî binaların kubbeleri yıkıldı. II. Bâyezîd Câmii'nin medresesi yıkılarak bir büyük harabe yığınından ibaret kaldı. Binlerce erkek, kadın, çocuk enkaz altında medfûn oldular (43). Yalnız vezîr-i a'zam Mustafa Paşa’nın hanesinde atlarıyla birlikte üçyüz süvârî telef oldu. Bu arz hareketi kırkbeş gün İstanbul'u, Ru(40) (41) (42) (43) Korkud'un mektubu ve Âlî Paşa’nın cevabı, bendeki Âli nüshasının haşiyesinde mündericdir. Latîfî, Tezkire-i Şua-râ, Şâıber'in tercümesi, s. 62 ve 341. Âlî, Otuzyedincî Hâdisenin bidayeti; Neşri ve Dermiknun (?) Sa'dü'd-dîn, 3, varak 525 .Solak-zâde. Ravzatu'l-Eferâr, Âlî, 38'inci Hâdise; Hacı Kalfa, Tafcvîmü't-Tevârîh. Âlî, Solak-zâde. 374 HAMME R meli ve Anadolu eyâletlerini dâima heyecanda bıraktı. Çorum şehri ahâlîsinin üçte ikisi, yarılıp açılan toprak içine göçtüler. Gelibolu istihkâmları (44) yıkıldı. Bâyezîd'in doğduğu Dimetoka beldesi baştanbaşa toprak yığınından ibaret kaldı. Köpürmüş deniz, dalgalarını İstanbul ve Galata surlarını aşırarak o belde ve karyenin sokaklarını tûfâna boğuyordu. Eski su bendleri yıkıldı. Ayasofya Câmii'nde —Bizans imparatorları zamanından beri mevcud olan— muhteşem mozaîkı örten sıva kamilen düşdü, güya şu tahrîb olmuş eseri görmek ve Hıristiyan kiliselerini —ki bu umûmî harabı içinde hepsi sağlam kalmışlardır— huzûrlarıyla muhafaza etmek istiyor gibi İnciller'in sahiplerinin büyük tasvirlerinin yeniden meydana çıktığı görüldü. Bâyezîd, sarayının duvarlarına i'timâd edemediğinden bahçesine gayet hafif bir çadır yaptırarak on gün orada ikamet etti. Daha sonra, Kostantiniyye'nin arzetmekte olduğu dehşet verici manzarayı görmemek için, saltanatın ikinci payitahtı olan Edirne'ye iltica etti (45) (9 Receb 915/23 Teşrinievvel 1509). Lâkin pâdişâhın gelişinden az bir vakit sonra Edirne'de dahî İstanbul derecesinde arz hareketi oldu; altı gün sonra da korkunç bir fırtına çıkarak Tunca taştı ve mecrasından çıkarak zelzele felâketinin meydana getirdiği harabeleri sular altında bıraktı. «Unsurların galeyanı» geçince, Bâyezîd İstanbul duvarlarının derhâl ta’ınîrini te’ınîn edecek tedbirleri müzâkere için bir «at divanı» (46) topladı: «O kadar haksızlık, o kadar zulm ettiniz ki mazlumların ahları göklere kadar çıkarak belde ve memlekete Gazab-ı İlâhî'yi davet eyledi (47)». Osmanlı memleketlerinin her tarafından üç bin duvarcı getirildi; amele olmak üzere üçbin müsellem ve kireççi olmak üzere sekizyüz yaya dahî bunlara ilâve olundu (48). İki ay zarfında (29 Mart 1510/18 Zilhicce 915'den 1 Haziran / 23 Safer'e kadar) yalnız İstanbul ve Galata surları değil, Galata Kulesi, Kız Kulesi (Leandr Kulesi), Yaldızlı-kapı'daki (44) «In civitate Calipoli castrum fortissimum penes ruptum; brachium maris inter Galatam et Constantihopolim ultra murum acuam in jecit.» Viyana Hazîne-i Evrakında Mişne'nin mektubu. (45) Sa'dü'd-dîn, Âlî, Solak-zâde. Spandojino, s. 84. Bu felâketde vukua gelen telefatın miktarını Osmanlı müverrihleri beşbin, Mişne (MichnĞ)'nin mektubu onüç bin tahmîn eder. Atı dizgin'nden tutarak ve bir ayağını üzengiye koyarak binmeğe hazır surette müzâkere oluna ndîvana «At Divanı» denilir. Âlî, Solak-zâde. Spandojino bu işlerde istihdam edilen adamların miktarını altmışüçbin olarak gösterir. Marini Sanoto'da dercedilen Venedik elçileri raporlarında Dimetoka inşaatında istihdam edilen onbin kişiden hâriç olarak, yalnız elli bin tahmîn edilmektedir. Bu inşâatı yanlış olarak 1511 senesinde gösteren Civvio'ya nazaran amelinin miktarı onbeşbinden ziyâde değildi bk. Sansovino'nun «Fattd iiiustıı ^ selim» unvanlı eseri, 2, 337. (46) (47) (48) OSMANLI TARİHÎ 375 deniz feneri, Yeni Saray, Büyük ve Küçük Çekmece köprüleri, Silivri hisarları tamir edildi (49). Kostantiniyye duvarlarının tamirinin sene-i devriyesi için verdiği ziyafette Sultân Bâyezid, ulemânın büyüklerinin şiddetli ve sürekli ısrarlarına uygun olarak, üç gün fukaraya gümüş tabak ve sahanlar içinde yiyecek ve içecek dağıttı (50). Şu suretle gösterilen servet ve refâhetten maksat, geçen senenin zelzelesini, Yeniçerilerin Yahudi hanelerini yakmak suretiyle meydana getirdikleri hasarları, şehrin büyük binalarının tekrar inşâsı için sarfı icâb eden külliyetli akçelerden mütevelli d vergileri unutturarak, halka cesaret vermek idi (51). Bununla beraber şu vatanperverâne sebebin a l t ı n d a o tedbîri i l t i z a m edenlerin gizli bir maksadı da vardı ki, bu da ziynet ve ihtişamın düşmanı olduğu cihetle ilk halifelere imtisâlen gümüş avânî kullanılmasının menini arzu edebilecek olan pâdişâhın şiddetli takvasına mukavemetten ibaretti (52). Ziynet ve ihtişam ise milletin ahlâkında o kadar ilerlemişti ki, zayıf bir tabiatın her türlü birbirine zıd durumlarını şahsında cem etmiş olan Bâyezîd gibi bir hükümdarın bunu yok edebilmesi kaabil değildi. O zaman Türkîer'in sarhoşluğu ve itidâlsizlikte ifratlığı o derecedeydi ki, iki sene evvel pâdişâh şarab içilmesini idâm cezasıyla men* etmiş ve şarab satılan umûmî yerlerin kapanmasını emretmeyi muktezî görmüş idi; lâkin Yeniçeriler meyhaneleri cebren açtılar, Bâyezid de zabtı kaabil olmayan bu güruhun daha müfritâne muamelelerde bulunmasından korkarak, dört gün sonra bu yasağın kaldırılmasına mecbur oldu (53). (49) (50) (51) (52) (53) Âlî ve Solak-zâde. «Fuogo a ConstantinopoÜ 45 Luglio di none brusero 800 case. Fü posto per 1 Turchi aile case degli Judei.» (Met'ndeki rivayete dâirdir) Venedik Sefirinin raporundan. (Marini Sanoto'dan). Bu büyük zelzele felâketinin açtığı yaraların tamiri hususunda Or d. Prof. Î.H. TJzunçarşılı şunları kaydetmektedir: «İstanbul'daki yıkılan yerleri yaptırmak için yirmi evden b'r kişi ve ev başına yirmiikişer akçe takdiriyle cerahor, yâni ücretli amele tedârik edildi; bu suretle Anadolu'dan otuz-yedi bin ve Rumeli'den yirmidokuz bin cerahor çıkarılıp üçbin kadar mimar ve dülger getirildi. Bunlardan başka yaya'lardan seklzbin ve müsellem tayfasından üçbin kişiye de kireç yaktırıldı. Bu suretle devlete âit olan İstanbul ve Galata taraflarmdaki yerler için 915 ^İlhtccesi'nde onseki-zinde başlayan inşaat altmışbeş günde sona erdi» «... Bu tamir edilen yerler arasında kale surları, Galata'daki mahzenler vesâireden başka Kale-İ bahreyn denilen Kızkulesl, Rumeli ve Anadolu hisarları fenerliği, Çekmece köprüleri, Silivri kalesi ve Burgus denilen hisarlar da vardır. Bütün inşaat Mimar Hayreddin b. Mimar Murad'ın nezâreti altında yapılmıştır.» (Ord. Prof. Î.H. TJzunçarşılı, Osmanlı Tarihî, c. H, Ankara 1975, s. 233-234; Âlî* c. 1., s. 200-201'e atfen). (Hazırlayanın Notu). M.D*Ohsson, Osmanlı Saltanatına dâir cedvel. Venedik elçilerinin 1508 senesi raporlarına nazaran. 376 HAMME R ŞEHZADELERİN HÜKÜMETLERİ ve SEFARETLERİ İstanbul surları yapılınca Bâyezîd vilâyetlerin idaresini kendisince en ma'kûl görünen esaslar üzerine te'sîs etmeyi düşündü. Eyâletlerin oğulları ve torunları arasında taksimiyle dâhilen ve Macaristan ve Venedik ile evvelki muahedelerin yenilenmesiyle haricen devletinin emniyetini tezyin edeceğini ümîd ediyordu. Bâyezîd'in şehzadeleri Şehenşâh, Korkud, Ahmed, Selîm birçok senelerden beri Karaman, Teke, Amasya, Trabzon hükümetlerini idare etmekte oldukları gibi, Selîm'in onaltı yaşındaki oğlu Süleyman'a da Bolu eyâletini verdi. Bu tedbir ise pekçok zamandan beri ihtilâf ve kin menbaından başka birşey olmayan kendi hanedanı arasında yeni tahriklere sebeb oldu. Şehzade Ahmed genç yeğeninin Amasya'dan İstanbul'a, yâni kendisini tahta ulaştıracak olan yol üzerinde —güya gidişine mâni' olmak ve kendisi saltanat tahtını alabilmek için—-■ ikamesinden şikâyetle hoşnudsuzluk gösterdi. Bâyezîd bir kere kararlaştırdığı şeyden geri dönmek alışkanlığında olmamakla beraber, hanedanının asayişi için genç şehzadenin me’ınûriyetini Kefe eyâleti olarak değiştirdi. Zan-nolundu ki, şu suretle Şehzade Süleyman'ın padişahlık iddiasında bulunmasına sed çekilmiştir. Lâkin hakîkat-i halde, devlette dahilî muharebe zuhur ettiği zaman şehzadeyi o muharebelerin tehlikelerinden masun bı-rakmakdan başka bir netîce vermemiştir (54). Bu sırada Mısır Sultâm’nın bir elçisi gelerek Şehzade Korkud'un eyâletine avdetini haber verdiği gibi (55), bir Osmanlı elçisi son müsaleha-nâmeyi yenilemek için Ofen'-de bulunmakta olduğu halde, bir Macar murahhası (56) İstanbul'a gelerek ahidnâmeyi yeniledi (57). Sultân Bâyezîd Venedik'e de mütârekeyi uzatmak ve Cumhuriyetin birçok düşmanlarından her tarafta gördüğü taz-yîkat üzerine Nikola Custiniani vâsıtasiyle Türkler'den ilk defa olarak isteyip de nail olamadığı yardım hakkında müzâkerelerde bulunmak me'-mûriyetiyle Venedik'e dahî bir elçi gönderdi (Not: 8). İstanbul'da mukîm Venedik Balyozu ise Venedikliler tarafından esîr edilmiş olduğu halde devletin kudretli müdâhelesini taleb etmiş olan Marki Dö Mantu'nun hürriyetinin iadesini Venedik Cumhuriyeti nâmına vaad etmeğe mecbur oldu (58). BÂYEZÎD İLE SELİM ARASINDA MUHAREBE Bâyezîd, yaşı ilerlemiş ve sıhhati sarsılmış olduğu halde, muâhedeleSa'dü'd-dîn, 3, varak: 356. Solak-zâde, varak: 77, Âlî. «A di 26 Luio venuto un orator del Cairo per dir al Signore che il suo figlio Korkoud venia al suo Sandjiak con 24.000.000 aspri di entrada cio e da 50 M'glioni» (Marini Sanotu'da Venedik Elçilerinin raporu). (56) Kezalik: «Li 16 Luio baso la man del Signore l'orator ungaro». (57) îstoanfi, Târih, 1, 4, s. 37. Katona, c 11, Bâb: 18, s. 306. (58) Guvviçiyardini, 1, 8, (54) (55) OSMANLI TARİHİ 377 rin yenilenmesiyle ümîd ettiği âsâyiş ve rahatı göremedi. Diğer taraftan, evvelâ oğullan arasında, sonra oğullarıyla kendi arasında dâhili bir muharebe ortaya çıkmakta gecikmedi. Hepsi babalarına halef olmak hırsında ve padişahlık için birbirleriyle uğraşmak üzere saltanat tahtının bir an evvel boşalmasını görmek sabırsızlığında bulunan şehzadeler arasında dâima hükmünü yürütmekte olan gizli rekabet, Süleyman'ın valiliği mes'elesinden dolayı meydana çıktı. Çoktanberi kül altında alevlenmeğe hazırlanmakta olan kıvılcım, bir yangın oldu. II. Bâyezîd'in sekiz oğlundan üçü hayatta idi. Pâdişâh kendisine halef olmak üzere Şehenşâh ve Korkud'a tercîhan Ahmed'i seçmiş olduğu halde, Bâyezîd evlâdının büyüğü olan Şehenşâh vefat etmiş olduğundan, padişahlık en büyükevlâ-dın hakkı olmak prensibiyle, Korkud'a âit olmak lâzım geliyordu. Lâkin Bâyezîd'in kendilerine ilkâ ettiği atâlet hâlinden hiç hoşlanmayan Yeniçeriler, şiir ve mûsikîye muhabbetinden dolayı Korkud'u saltanata lâyık görmüyorlardı. Mu'tâd olan veraset nizâmının şu suretle Ahmed'in lehine bozulması, Selîm'in hırsını tahrik ederek, her ne kadar iki kardeşinden genç ise de, ya cebir yahûd hiyle ile saltanat tahtını almağa karar verdi. Selîm'in savaşçı fikir ve düşünceleri, izzet-i nefis ve feverandan meydana gelmiş tabiatı —eğer zulüm ve şiddetinden korkmamış olsalar— askerin muhabbetini te’ınîn edecek idi. Bununla beraber Ahmed'in Yeniçeri reislerine verdiği ihtiyatsızca bir cevab, cenk için yetişmiş adamların Selîm'e teveccühlerini te'yîd eyledi. Selim, bunların kendi hakkında mü-sâid bir fikirde bulunduklarından haberdâr olmasıyle beraber maskesini çıkarmak zamanı geldiğine hükmetti. Babasıyle kendi arasında bir hoşnûdsuzluğun ilk alâmeti olmak üzere, pâdişâhın müsâadesini almaksızın Trabzon eyâletinden oğlu Süleyman'ın eyâletine (Kefe Sancağına) giderek, oraya bağlı bulunan arazînin idaresini kendi arzusu veçhile tâyin etmekle beraber, Kefe'den Çerkezistan içerilerine akınlar yaptı. Bâyezîd, haklı olarak öfkelendi ve Selîm'in kendi eyâletine dönmesini emretti. Selim ise itaate bedel, babasına ve hükümet merkezi yakın olmak maksadına atfen Rumeli'nde bir sancak istedi (59). Selîm bu yakınlıkla, Bâyezîd'in saltanatını Ahmed'e devretmek tasavvuruna mâni' olmak ve Bâyezîd'in irtihâlini haber alır almaz saltanat tahtını ele geçirmeğe müsâid bir mevki'de bulunmak istiyordu. Yirmialtı seneden beri görmediği babasının elini öpmek bahanesiyle Edirne'ye gitmesine müsâade olunmasını üç defa taleb etti. Vâkıâ müslümanlar sebeb-i vücûduna (yâni babasına) ihtiram arzım bir fiil-i cemîl add ederlerse de, pâdişâh, oğlunun tasavvurlarını keşf ederek o müsâaadeyi üç defa reddet(59) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 557-559. Solak-zâde, Gembini, Menavino, Sansovino. varak: 78. Ravzatül-Eftrar Clvvio, Spandojino, HAMMER tiği gibi (60), Rurneîinde sancak talebini de kabul etmedi. Şu tekerrür eden red muameleleri üzerine, eyâletin değiştirilmesi talebini bizzat teyîd etmek üzere bir ordu denilebilecek maiyyetiyle Karadeniz'den geçip Edirne'ye gitmeğe karar verdi (Mart 1511). Vezirler böyle bir teşebbüsün doğuracağı neticelerden dehşete kapılarak, pâdişâhı ilk kararında sebat ettirmek için hepsi ittifak ettiler. Eğer Selîm'in şu isyanı hemen bastırıl-mazsa, diğer oğulları arasında da bunu örnek alacaklar bulunacağını ve zâten devletin o vakte kadar harfiyyen riâyet olunan asıl prensibinin saltanat tahtında bulunan hükümdar oğullarından birinin Rumeli'de bir eyâlette bulunabilmesine muhalif olduğunu Bâyezîd'e arz ettiler. Padişah, Selini hakkında şiddet göstermeden evvel, en müessir ihtarlarda bulunmak üzere Molla Nûreddîn Sarıgürz'ü (61) şehzadeye gönderdi. Lâkin bir faydası olmadı. Bunun üzerine Bâyezîd, vezirlerinin ısrarlı tazyiklerine dayanarak, Rumeli beğlerbeği Hasan Paşa'yı onbeşbin kişi ile âsî şehzadenin üzerine göndermeğe karar verdi. Hasan Paşa, henüz bir merhale almamış olduğu halde, Selim'in sancakları göründü; Hasan Paşa ile asker şevkinden maksad Şehzâde'yi korkutmaktan ibaret olduğundan, Paşa hemen Edirne'ye çekildi. İki ordu bu ricâti Selîm için hayra yorumlayarak, taraftarları ise saltanat tahtına sâhib-i mutlak olacağına şimdiden hükmettiler. Şehzade Edirne kapılarında bulunan Çukurova vadisine henüz ordugâh kurmuştu ki, pâdişâh dahî muztarip olmakla beraber ordusuna iltihak etti; orada çadırının perdelerini indirmiş olduğu halde, oğlunun —harb düzenine girmiş ve meşru efendisine karşı harbetmek üzere işaretini bekleyen— askerini gözyaşlarıyla hayretler içinde seyrediyordu. Rumeli beğlerbeği, Selîm'in yanına gidip «gerçi babasını göremez ise de, pâdişâh hayatta bulunduğu sürece Şehzade Ahmed'e saltanatı devret-memeğe söz verdiğini» söyleyerek bu defalık oğul ile baba arasında cenge mâni oldu. Şehzâde'nin Rumeli'nde sancak talebi de kabul edildi: Semendire eyâleti Vidin ve Alaca-hisar arazîsinin ilhakıyle uhdesine verildi. Bu şartları mutazammın bir sened-i kat'î Bâyezîd'e arz olunmasıyle tasdik edilerek genç yiğitlerden, atlardan, paradan müteşekkil birçok hediyelerle Şehzâde'ye gönderildi (Not: 9). Daha sonra pâdişâh İstanbul'a, Şehzade Semendire'ye gitti. ŞAHKULU İSYANI Rumeli'nde bu vak'alar cereyan ederken, Anadolu dahî bir dahilî muharebe tehlikesi altında bulunuyordu. Şehzade Korkud, kardeşinin Edir(60) (61) Sa'dü'd-dîn, varak: 570. Solak-zâde, Âlî, Onsekizinci Hâdise; Civvıo, Spandojino, Menavino, Sansovino. «Mevlânâ Nûrü'd-dîn Sarugürz lakabiyle Rûm'da iştihar bulmuş âlim-i dindar ve edîb-i nâm,dar» (Sa'dü'd-dîn) (Mütercim) OSMANLI TARİHÎ 379 ne önüne geldiğini haber alınca hemen Antalya'dan çıkmış ve Bâyezîd'in daha önce kendisine vermekten imtina gösterdiği Saruhan eyâletini zabt etmiş idi, Korkud'un niyeti saltanat varisliği mes'elesinin halledileceği mücâdele mevkine yakın bulunup da o mes'eleyi ekberiyet hakkıyla kendi lehine halletmek idi. Korkud Teke eyâletinden geçerken, o zaman memleketi talan eden haydud fırkaları Almalu Köyü civarında bütün eşyasını yağma ettiler. Bu haydutların başı Karabıyık nâmında birinin oğlu idi; o taraflarda pek çok olan Şâh İsmail'in mutaassıp taraftarlarının başına geçerek, kendisine «Şahkulu» unvanını vermişti; lâkin Osmanlılarca tehlikeli bir âsî olarak görüldüğünden «Şeytankulu» nâmı verilmiştir (Not: 10). Bâyezîd'in âsîlere karşı gönderdiği Anadolu beğlerbeğini Şeytan-kulu gafleten basarak ordusuyla beraber mahvetti (1511 Şubat nihayeti yâhud Mart başları). Beğlerbeği Karagöz Paşa’nın bu hezimeti Rumeli'de Selîm yeni sancağa giderken duyuldu. Şehzade, Anadolu'daki karışıklığın neticesi beklemek bahanesiyle Zağra'da durdu. Bâyezîd Semendire'ye doğru yolunda devam etmesini defalarca emrettiyse de te'sîri olmadı. Pâdişâh o zaman payitahtının bir darbeyle zabt olunmasından korkmağa başlayarak sür'atle İstanbul'a döndü (62). Bâyezîd'in gidişinden sonra, Selîm Edirne'ye girdi (Rebîülevvel 917/Hazîrân 1511). Hapishaneleri açtı; hükümet sandıklarını boşalttı. Kendi nâmına yeni hâkimler tâyin etti. Bununla beraber İstanbul'da Şehzade Ahmed'in fırkası —ki Bâyezîd'in feragat etmesiyle taht yolunu Şehzâde'ye açmak istiyorlardı— büyük bir te'sir kazanmışlardı. Bu fırkanın reisi ve Ahmed'in muhibb-i hâssı Alî Paşa'nın telkinleri üzerine Bâyezîl —ordusuyla Edirne'den çıkmış olan— oğlu Selîm üzerine tekrar yürüdü. Uğraş Köyü civarında, Çorlu'dan (kadîm Ço-rulum) uzak olmayan bir mevki'de iki ordu karşılaştılar. Çorlu, Bizans târihinde meşhurdur: Aleksi Komnen düşmanlarının saflarına karışıklık vermek için dağ tepelerinden tekerlekler yuvarlamak hiylesinde bulunmuş idi (63). Alî Paşa nikrîsden muztarip olan Pâdişâhın yatağına yaklaşıp perdeyi çekerek, Selîm'in ekseriyetle Kırım Tatarlarından mürekkeb ordusunu gösterdi ve dedi ki: — Bu hâl ile gelen bir oğul babasının elini öpmek mi, yoksa onu tahtından indirmek mi ister? öteki vezirler de, Bâyezîd'in harb için emir vermeğe ikna' etmek üzere bu yolda sözler söylediler. Pâdişâh kalkıp yastıklarına dayanarak orduya hitaben: — Kullarım, siz ki benim ekmeğimi yiyorsunuz, âsîler üzerine yürüyünüz!» (64) dedi. Onbin askerin hepsi birden «Allahu Ekber» diye ba(62) (63) (64) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 548. Anna Komnena, 1, 7, Paris basımı, s. 215. Osmanlı müverrihleri tarafından naklolunan şu birkaç söz, Ciwio'nun 380 HAMMER ğırarak düşman üzerine hücum edip, bozdular (8 Cumâdi'l-ulâ 917 / 3 Ağustos 1511) (65). Selim, ancak —Osmanlı târihinin «Bosefal»i (66) olan— «Karabulut» (67) adındaki alâ cins atının sür'ati ve tâkib eden birkaç süvari ile Şehzâde'nin arasına atılan sâdık arkadaşı Ferhâd Paşa'nın —daha sonraları dâmâd ve vezîr-i a'zâmı olmuştur— fedâkârlığı sayesinde selâmet bulmuş ve şu suretle hareketinin cezasını görmekten masun kalmıştır (68). Selîm, Karadeniz üzerinde bulunan Ahiyoli (eski Anhiyalos) kasabasına kaçarak —âsîlerin gemilerini yakmak emrini getiren— posta tatarının gelişinden evvel gemilere binip Kırım'a teveccüh eyledi (Not: 11). Selîm, şu muharebede ikibin süvârî kaybetmişti; ordusunun bakıyyesi dağıldı. Yâhud Kırım'da Şehzâde'ye iltihak etti. Şehzadenin kayınpederi olan Tatar hanı misafirperverlik göstermekle beraber, saltanat dâvasını desteklemek için yeniden imdâd vaad etti (Not: 12). HADIM ALİ PAŞA'NIN ŞEHÂDETİ Şeytankulu'na esîr olup da kazığa vurulmak gibi öldürücü bir hakarete uğrayan Anadolu beğlerbeği Karagöz'ün hezimeti Şehzade Selîm'in Edirne'ye azimetine sebep olmuştu. Çünkü, vezîr-i a'zâmm üçbin Yeniçeri ve dörtbin Azab (69) ile Anadolu'ya gitmesinden dolayı Rumeli askerinin uğradığı zaaf kendisine daha az mukavemet edileceğini ümîd ettiriyordu. Alî Paşa ise, Anadolu ordusu kumandasını eline almakla beğler-beğinin vefatından ve Osmanlı silâhına edilen hakaretten dolayı —bir bölüğü Bursa civarına kadar gelen— Şeytan-kulu takımının kamilen mahvı suretiyle intikam almak sevdasına düşmüştü (70). Bundan başka şu vesileden istifâde ederek —Bâyezîd'in muvafakatine binâen ve Selîm ile yapılan mukaveleye rağmen— Şehzade Ahmed'i tahta iclâs edeceğini ümîd ediyordu. O aralık, Saruhan vâlîsi bulunan Şehzade Korkud'dan gelen bir mektub (71), düşmanın Bursa'dan çıkarak Şehzâde'nin yedisekiz bin kiSultân Selîm hakkındaki (Sanşovino'da 2, s. 336'de münderic) eserinde Bâyezîd'e söylettiği uzun nutuktan ziyâde hakikate muvafık görünüyor. (65) (66) (67) (68) (69) (70) (71) Menavino, pâdişâhın ordusunu dörfcbinden ibaret gösteren Osmanlı müverrihlerinden ziyâde itimâda şayandır. Büyük İskender'in garîb vasıfları hâiz atı. Nasıl ki Husrev ve Şîrîn'in «Şebdîz» ve «Gülgûn» nâmındaki atları da İran târihinde meşhurdur. (Mütercim). Clvvio «Charabulo» yazar. Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 551. Âlî ,Solak-zâde, varak: 79. Âlî, Hâdise 52. Sa'dü'd-dîn'e nazaran (varak: 555, c. 4) dörtbin Yeniçeri. Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 555; Venedik elçisinin Edirne'den gönderdiği 9 Mart 1511 tarihli raporuyla müttefiktir. Bu mektub bendeki Âli nüshasının kenarında mündericdir. OSMANLI TARİHİ 381 silik ordusuna hücum ile galebe ettiğini ve Alaşehir'de beğlerbeğinin hazînesini zabt ile kırk katar deve sürerek çekilip gitmiş olduğunu vezîr-i azama bildiriyordu. Şehzade Ahmed ile vezîr-i a'zam Altuntaş (72) Köyü yakınında ve Germiyân arazîsi üzerinde tesadüf ederek, Pâdişah'ı tahttan feragate bir an önce ikna edecek tedbîrleri müzâkere edip kararlaştırdılar; lâkin ele avuca sığmaz tabiatına büyülenmişcesine kapılmış olan Yeniçerilerin Şehzade Selîm'e tam bir sadâkatle bağlanmaları, bunların müşterek ümîdlerini neticesiz bıraktı. Şehzade Ahmed Yeniçerilere birçok hediyeler verdiyse de, faydası olmadı: Askerin düşüncesinde kardeşinin yüksek vasıfları hakkında yerleşmiş olan i'tikadı bozamadı. Şehzade ve vezîr-i a'zam tasavvurlarını daha münâsib bir zamana te'hîre mecbur olarak, şimdilik Teke mutaassıbları üzerine yürümekle iktifa ettiler. Ordunun yaklaşması haberi üzerine Şeytankulu takımı Kızılkaya boğazlarına çekildiler. Her taraftan duvar gibi büyük kayalarla çevrili olan bu vâdî, bir cihetten Karaman ile hem-hudûd olmasıyle vezîr-i a'zam Karaman eyâletinde Şehzade Şehenşâh'a halef olan kardeşi Alemşâh'ın lalası Haydar Beğ'e Kayseri beği ile iki bin kişi alarak dağın Karaman ciheti nde-ki medhallerini işgal etmesini emretti. Kendisiyle Şehzade Ahmed dahî düşmanı diğer taraflarından kuşattılar. Bu garîb ablukadan otuzsekiz gün sonra Şeytankulu kayalar arasından bir yol açarak yolunu kesen Haydar Beğ takımını mahvetti ve Kayseri yolu üzerinden Sivas'a doğru kaçdı. Ancak iki gün vakıadan haberdâr olan vezîr-i a'zam Yeniçeriler'in en cesurlarından ikibin kişi ayırarak ve atlara bindirerek bâgîlerin takibine koştu; ordunun bakıyyesini de arkasından gelecek olan Şehzade Ahmed'e bıraktı. Alî Paşa Sarmısaklık (73) Köyü yakınında düşmana yetişerek (74), maiyyeti az olmakla beraber cenge girişti ve pek şiddetli bir muharebe vuku buldu (Rebîülevvel 917 / Ağustos 1515). Şeytankulu ile vezîr-i a'zam ikisi birden maktul düşerek muharebe bitti. İki ordu dağıldı. İşte Koron ve Modon fâtihi ve İstanbul'da iki cami ve bir medrese banisi Hadım Alî Paşa (75) şu suretle zayi oldu. Alî Paşa, cenk meydanında şehîd düşmüş ilk Osmanlı vezîr-i a'zamıdır. Yüksek fikirli, ilim ve san'atların münevver bir hâmisi olan Alî Paşa her ay bir defa âlimler ve şâirleri sarayında toplamak i'tiyâdında idi. Bunlara gösterdiği cömertlik, bâzan israf derecesini (72) (73) (74) (75) Civvio, Sultân Selîm hakkındaki eseri, Bu mevki —eğer Taş-ill ile karıştırılmamış ise— eski Tascia dedikleri yer olabilir. «Sarımsaklı» veya «Sarımsaklı» hâlâ bu isimle mâruftur. Âlî, Kırkikinci Hâdise, Sâdü'd-dîn'e nazaran (varak: 561, c. 4), bu müsademe Gökçay kenarında vuku bulmuştur. Celâl-zâde'nin Selîm-nâme'si, Dresd nüshası, bâb: 8, varak: 19. Bu vak'a Şeytankulu'nun Osmanlılar'a üçüncü galebesi olmuş oluyor. Hacı birinci olan Karagöz hezimetini 916 (1510) ve Şehzade Korkud ile Alî Paşa mağlûbiyetlerini 917 senelerinde zikreder. HAMMER bulurdu. Yalnız bir günde üçyüz keseye kadar dağıttığı olurdu (76). Birçok kıymetli eserler, onun nâmına yazılmıştır. Kendisine şeref veren bu ithafnâmeler arasında — vezîr-i a'zam hakkında bezi eylediği o kadar med-hiyelerden dolayı değil, Alî Paşa «devlet târih-nüvisi» unvanını vermiş olmasından dolayı— İranlı İdrîs'in (77) Osmanlı tarihindeki mukaddimeyi bilhassa nazar-ı dikkate alırız. Paşa'nın askerî ve siyâsî faziletlerinin yâd edilmesi İdrîs'in târihi ve şâir Mesîhî'nin mersiyesi vâsıtasiyle sonraki nesillere nakl olunmuştur (78). ŞÂH İSMAİL'İN ÂSÎLERİ CEZALANDIRMASI Teke âsileri başsız kalarak Şâh İsmail'in memleketine doğru kaçmağa devam ettiler. Yolda bir Acem kervanını vurarak yağma ve binden ziyâde adam kati ettiler. Maktullerden biri de Enbiyâ-nâme nâzımı ve Tuğrayî'nin meşhur kasîdesiyle aynı kudrette olarak kabul edilen bir kasidenin sahibi ve kendisine ikinci Sibeveyh unvanını verdiren manzum bir nahvin müellifi İranlı en büyük âlimlerden Şeyh İbrahim Şebüsterî idi (Not: 13). Mutaassıplar, Şeyhi, -—oğlunu gözü önünde öldürdükten sonra— kati ettiler. Şâh İsmail bu türlü ef'âli her ne kadar taraftarları tarafından yapılmışsa da cezasız bırakamazdı; hattâ lâkayd kalması bile tasvîb olarak kabul edilebilirdi. Bununla beraber hükümdarların hakkıy-le anlaşılmış menfaatine — ki kendi haklarına riâyet ettirmektir— vâkıftı. Bundan dolayı tebeası hakkında yapılan bu haydutluğa cesaret edenleri büyük bir ziyafete davet etti: Güya yemek hazırlamak için iki büyük kazan kaynattırdı. Teke mutaassıplarının iki yeni reisi —ki biri Sultân ve öteki Vezir nâmım alıyordu— huzuruna getirterek meşru efendileri Bâyezîd'e isyan etmeleri ve müdafaasız kervanlar üzerindeki alçakça vahşîliklerini şiddet ve istihza ile yüzlerine vurdu. İki mücrim af dileyerek ayağa kapandılar: onları tutturup kaynar sü dolu iki kazana attırdı. Bu cezada hazır bulunmağa mecbur olan maiyyetieri muhtelif Acem askerî (76) (77) (78) Sa'dü'd-dîn. 4, varak: 555-556, İdris-i Bitlisi târihi farsçadır. Bundan Hammer İdris'i İranlı saymaktadır. (Mütercim) Târihinin son babı hatimesinde. Mesihi'nin mersiyyesi Divân’ındâ mün-derietir. Sa'dü'ddîn, 4. s. 566. bu mersiyeden aşağıdaki beyti zikreder (aslından alınmıştır); Kalb-i Paşa ile peykân-ı adüvv Kan yaiaşdı ve karındaş oldı (Müverrihin «La lance de Zennemi qui perça îe coeur du pascha s'unit â lui en lechant son sang» suretinde tercüme ettiği bu beyti Sa'dÜ'd-din'in intihâb etmesi, İki kimsenin birbirinin kanından yalayarak kardeş olmaları şeklindeki bugün terkedilmiş bulunan eski bir âdeti telmih etmeOSMANLI TARİHÎ 14). Bu insanlığa dan istiyordu ki fırkalarına alındılar (79) (Not: ilka etmiş idi: Bir taraf sinden (79) neş'et etmiş yakışmaz mücâzâü olacaktır. Sa'dü'd-dîn, İstanbul tab% c, Şâh İsmail'e iki menfaat mülâhazası 2, s. 179). (Mütercim) Sadü'd-in'in buna dâir olan fıkraları Mütercim tarafından aşağıda zik-rolunur: -O meha/ii, Şâh İsmail Ue mülakat itdükde cem'iyyetini tefrik tedârikine düşüp her bölüği ümerasından birine havale iderek «ziyafet it-sünler* diye ferman eyledi Uç Unci gün âli bir ziyafet tertibi gördi Meydânın ortasında âb iıe memlû iki azim kazgan harnim-i cehennem gibi gemi ü cüşân idi. Görenler tabah-ı taam iç ün ihzar olunmış sanırdı. Meğer birini serdânarı. ve o birini vezirıeri içün ihzar itm.ş ki, ol hâmkâr-ları puhte eyleye. Bunları envâ-ı tekrim ve tevkir üe akd-ı meelis-i ziyafet itdüği sebzezâra götürüp vaz" olunan otak-ı dil keş ve sâyebân-ı münakkaş sâyegâhında. iclâs ile izhâr-ı sûret -i istinas itdi. Ahvâl-i âıeme müteallik musâhabete şürû idüp takrib Ue sebeb-i hurucundan istikşaf itdi ve eyitdi ki: ? Babam Suıtân Bâyezid Hân hazretlerinin sâye-i himayelinde bunca zamandan berü ehU >y âliniz müreftehüL'hal olrmş iken ne ieâb itdi ki rakabeni ribka-i itaatinden ihrâc idüp hurûc zırvasına urûc itdtin?» Cevab virdi i'ülâl-i mizacı ihtilâl-i mülke müeddî olup tedbır -i ki: «Pir ölüp -i vüzerâ ile umurdan el çekmişdür, Tetavül çok mezâlim cereyan itdi. Zulümlerine tahammül idemeyüp bu sureti ihtiyar itdük. Husûsâ Şah hazretlerinin dergâhma yüz sürmek müntehâ-yı murâd idi. Âstânelerinde kul olmağı hıdmeî-i makbule add iderek geidük.? Şâh dahi eyitdi ki: «Memleketi yakup yıkmak ne lâzım idi?» Ana dahi böyle ce-vâb virdi ki: *Çeke geidüğümüz taaddilerin intikamın almağıçün ve cem*-i anbâb ve a'vân âsân olmağıyiçün nehb ü gârete cesaret olundı.» Şâh eyitdi: «Bu cevâb dahi makûl değildür. Makbul olduğu takdir üzere, bu canibe hod da'vâ-yı muhabbet idersm, bizümle Sultân Bâyezid Hân miyânında übüvvet ve bünüvvet merasimi mürâât olundığı ma'lû-mun idi; anlara tetâvüî bize âid idüğin ne hoş mülâhaza itmedün? Ale'l-husus bizüm kârbântmuza ne vech ile taarruz eyledün? Tüccara taarruz katta' tarik-i amelidür; fi'lün kavlinü gayr-ı musaddak ve klzbini muhakkakdur.» Bu i'tirâzm cevâbına kaadir olamayup cerimesini i'tirâf itdi. Şah eyitdi ki: «Yâ bu otağayı başına selâtinden kimün izniyle vaz' eyie-dün?» Ol dahi «Gaziler alâmetidür» didi. Şâh eyitdi: «Otağa takınmak pâdşâh icazetine mevkufdur: hem sen ne zamanda gâzî oldun? Müselmânların kanını nâ-hak yire dökmek gazâ mıdur ve böyle gazâ da'vâsı sezâmıdur?» Badehu havâss-ı ümerâsından Div-Sultân'a hi t âb İdüp eyitdi ki: -Bu otağadan hazzm varışa başından a i ve başına sal» Dîv-Suîtân dahî hemândem otağasın alup başına takup Şâh' a secde eyledi. Hemân lâhza İsmâililer üşüşüp ikisini de ol iki kazgana pürtâb itdiler. Şâir ümerâsını kati idüp bakıyye-i sipahini intihâb itdi: Beğendüğüne vazife ta'yin idüp ma'âdasın a'zâd eyledi. Ve saz ve sülblerin esb ü esvâblarin ziyafet idoniere temlik ile ıtlak eyledi. Anlar dahî çoluk çocuklarıyla çırçıplak, yalın ayak sokakları dolaşarak teseüî eylediler. Bed ame irmez emel-i pâyânma Kâr-ı nâ-hemvârî kalmaz yanma» 384 HAMME R henüz doğmakta olan hükümetine, kendisini dâhili tahriklerden muhafaza edecek son ve şiddetli bir darbe vursun, diğer taraftan da metbû-larına başkaldıran ecnebi âsîleri cezaya uğratmakla, onları örnek alacak kend itebeasını mutlaka korkutmağa kâfî bir misâl ortaya koyuyordu. Bundan başka Osmanlı pâdişâhına hoş geçinmek arzusunda olduğunun bir delilini göstermiş oluyordu. Teke âsîleri hakkındaki mûcâzâtını haber vermek üzere Bâyezîd'e bir elçi göndermekte acele etti. Ancak şu sırada satvetini de göstermek istediğinden Özbekler Hânı Şeybek'in tahnit edilmiş başını —fakat kafa kemiğini kendisine kadeh yapmak üzere alıkoyarak— o vâsıta ile gönderdi. Bu iş fiilen pâdişâha meydan okumak idi; zîrâ Mâverâ-yı Ceyhun'da hüküm süren Şeybek (Şîbek) sünnî olduğundan, siyâsî menfaatleri ve dînî i'tikadları ile —şiî olan korkunç komşusu Acem-ler'e karşı— Osmanlılar'la irtibatlı idi. YENİÇERİLERİN İSYANI Acem elçisi Bâyezîd'i İstanbul'da buldu. Pâdişâh Selîm'e galebesinin ertesi günü payitahtına gelmişti (18 cumadi'l-ulâ / 13 Ağustos). Bâyezîd'in büyük oğlu Şehenşâh ve ikinci oğlu Korkud (80) hayâtda oldukları halde, kendisinin yerine geçmek üzere seçtiği Şehzadesi Ahmed —nice vakitten beri kurduğu tasavvuru icra mevkiine koymak için— Alî Paşa'nın hezimetinden sonra (81) Gegbüze civarına kadar payitahta yaklaşmıştı. Hersek Ahmed Paşa —ki Alî Paşa'nın vefatı üzerine üçüncü defa olarak vezîr-i a'zamlık makamına getirilmişti— Yeniçeriler'in Selîm'e taraftar olduklarını açıkçtan açığa ilân etmelerine mâni' olamadı; Yeniçeriler Anadolu'da Osmanlı ordularının son defa uğradıkları musibetleri en ziyâde Ahmed'e isnâd ederek, Selîm'in denenmiş kahramanlığı sayesinde askerî şanlarını iade edeceklerini ümîd ediyorlardı. Bundan dolayı, Bâyezîd'in Aleksandr Borjia nezdinde vaktiyle elçisi olan, ikinci vezîr Mustafa Paşa'nın Şehzade Ahmed'i istikbâl için Üsküdar'a geçmeğe hazırlandığı haber alınınca, İstanbul'da isyan koptu (21 Ağustos 1511). Geceleyin, Yeniçeriler Mustafa'nın sarayını yağma ettiler. Kendisi ellerinden güç kur-tulabildi. Ondan sonra vezîr-i a'zamın sarayına gittiler. Ahmed Paşa' mü-saadekârâne hareket ederek ve altın dağıtarak (82) askeri teskine çalıştı. Lâkin vezîr Hasan Paşa'nın, Anadolu kazaskeri Müeyyed-zâde'nin, nişancı Ca'fer Çelebî'nin —ki üçü de Ahmed'e taraftar olmak üzere ma'rûf idiler— hanelerini yağmadan kurtarmağa çâre bulunamadı. Avrupalı ve !80) Maurace D'Ohsson, 1, s. 284. (81) Âlî, Kırküçüncü Vak'a. Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 569. (82) Venedik elçileri raporlarında 23 Eylül târihiyle târihlenmiş ve İstanbul'dan yazılmış mektuplarda şöyle denilmiştir: «Disse (Herseko ave gran ragion, vegni de Siıgnor 1000 aspri donoe ei Janisserie». OSMANLI TARİHİ 385 özellikle Floransalı tacirlerin mağazaları da şu tahribat arasında masun kalamadı (83). Bâyezîd, isyanın büyümesinden korkarak vezîr-i a'zamın yerine Mustafa Paşa'yı, kazaskerin yerine Molla Halil'i, nişancının yerine Çandarlı Hânedânı'ndan son vezîr-i a'zam îbrâhim Paşa-zâde'yi tâyîn etti (84). DÂHİLİ MUHAREBELER Şehzade Ahmed İstanbul kapılarında demek olmakla beraber anladı ki, bu karışıklıklar arasında payitahta giremiyecektir (85); bunun üzerine geldiği yoldan dönerek Karaman vâlîsi iken vefat eden Şehzade Şe-henşâh'ın oğlu ve kendisinin yeğeni Mehmed'in ikametgâhı bulunan Konya'yı muhasaraya gitti. Genç Şehzade yiyecek olmadığı için, hayâtını taarruz etmiyeceğini vaad etmiş olan amcasına teslim mecburiyetinde bulundu. Bâyezîd bu hâdiseden haberdâr olur olmaz şehrin iadesi emrini tebliğ etmek üzere saray ümerâsından birini Ahmed'e gönderdi. Lâkin Ahmed de artık kendi nöbetinde yüzünden maskeyi atarak babasının gönderdiği elçinin burnunu, kulaklarını kestirdi. Bununla beraber genç Şehzade Mehmed'i mahbûs tutmağa cür'et etmedi (86). Karaman beğlerin-den cesur ve sâdık Deli Gögüz'ün —ki Mehmed ile birlikte Konya kafasına girmiş ve cân-i gönülden mukavemeti Ahmed'in ilerlemesine mâni olmuştu— başı kesilerek pâdişâha gönderildi. Ahmed'in yeğeni ile cenk etmesinden zâten pek münfail olan Yeni-çeriler'in hoşnudsuzluğunu bu vahşet son dereceye çıkardı. Lâkin Ahmed'in veziri Yularkasdı Sinan Paşa'nın —yirmi bin Türkmen ile Karahisar ve Niksar taraflarını talan etmekte olan— Mîr Alî Halîfe'ye mağlûp olduğu haber alınınca, Selîm'in rakibi aleyhine olan kini doldu, taştı. Şehzade Ahmed hakkındaki bu infiallere Şeytankulu'nun —haklı haksız Şehzâde'nin ihmâl ve ilgisizliğine hami olunan— üç galebesi hâtırası da eklendi; o zaman milletin ve Yeniçeriler'in sadâsı Selîm lehine yeni bir kuvvetle yükseldi. Bâyezîd sevgili oğlunun, sefirini (*) idâm etmek suretiyle kendi hakkında gösterdiği hakaretten şiddetle müteessir olarak ve maahaza yeni iki veziri Mustafa (88) ve Hersek Ahemd Paşa (ki âhi(83) Âlî, bu vak'anm zamanını cumadi'l-âhirî olarak gösterir. (84) Âlî, Sa'dü'd-dîn, Solakzâde. (85) Menavino'da «Del movimento del Sultan Ahamat deli' Amassia». (86) Civvio, «Fatfli Ulustu di Selim; Sansovino'da, 2, s. 339. Osmanlı müverrihlerine nazaran Şehenşâh'ın yalnız Mehmed nâmında bir oğlu vardı, (87) Sa'dü'd-dîn, 4. varak: 572. (*) Ulloa, Dias Tanco'nun tercümesi, s. 98. (88) Sa'dü'd-dîn, 4, yarak: 573. Hammer Tarihi, C: II. F: 25 386 HAMME R ren affedilmişti) ‘nın ısrarlarına uygun olarak Semendire hükümetini tekrar Selîm'e tevcih edip bu suretle Kırım'dan Rumeli'ne avdetine müsâade gösterdi. Bu sırada o zamana kadar kendi eyâletinde sükûn hâlinde kalmış olan ve fakat yeğeni Mehmed'in uğradığı muameleye nazaran Ahmed tarafından o yolda bir taarruzdan korkmağa başlamış olan Korkud, biraderlerinin teşebbüslerine karşı uğraşmak ve pâdişâh ile Yeniçeriler'in teveccühünü ve onun neticesi olarak saltanat tacını te’ınîn etmek arzusuna düştü. Korkud yalnız üç sâdık hizmetkârını alarak tebdîl-i kıyafetle İstanbul'a geldi ve Yeniçeriler camiine inerek kendisini onlara misafir yaptı. Ümîd ediyordu ki şu gösterdiği tavr-ı emniyet ile misafirperverlik hukuku kendisine bu askerin teveccühünü kazandırsın; otuz sene önce, II. Mehmed'in vefatında babasının gelişine kadar iki hafta idarenin başında bulunduğu zaman Yeniçeriler'e verdiği hediyelere de istinâd ediyordu (89). Lâkin bu askerin, Korkud'un ehliyetsizliğine i'tikadı ve Selîm'in hakkındaki muhabbetleri o tasavvurları bozdu: Bununla beraber Korkud'a mevkiine lâyık şekilde hürmet gösterdiler ve otuz seneden beri görmemiş olduğu babasının elini öpmek arzusunu izhâr ettiği zaman huzûr-ı pâdişâhîye kadar refakatinde gittiler; şu kadar ki İstanbul'a doğru ilerlemekte olan Selîm'in vusulüne kadar Korkud'un bütün hareketlerini dikkatle nezâret altında bulundurdular (90). Bir taraftan da Ahmed maksadına nail olmak için hiçbir şeyde kusur etmemişti. Kırım yarımadasının hükümdarlık suretiyle temellüküne muvafakatini vaad ederek gizlice Kırım Hanı Mengli Giray'dan yardım istedi. Bu teklif Hân'ın Selîm'e olan meylini sarsmak maksadını güdüyordu. Ancak Hân'ın oğlu Saadet Giray —ki Selîm'in sâdık dostu idi— Ahmed'in hiylelerinî Selîm'e haber vermekle beraber, Şehzade Ahmed tarafını tutan biraderi Mehmed Giray'ın te'sîrine karşı pederinin nezdinde onu muzafferâne müdâfaa etti (91). Selîm, Semendire eyâletine daveti bildiren babasının gönderdiği mektubu almazdan evvel, takriben binbeşyüzü Tatar olan üçbin süvârî ile 1512 kânun-ı sânîsi nihayetlerine doğru Akkirman civarından Tuna buzlarını geçmişti. Soğuğun şiddetinden maiyyeti halkının birçoğu telef oldu. İstanbul'da martın altıncı günü Yeniçeriler gürültülü bir cem'iyyet kurarak kendilerini Ahmed aleyhine götürmek üzere Selîm'in payitahta getirilmesini Pâdişah'dan istediler. Bâyezîd korktu. Muvafakat gösterdi. Babasının kararını haber vermek ve İstanbul'a gelişini ta'cîl etmek üzere Yeniçeriler Selîm'e derhal bir nâme gönderdiler (92). Selîm ile pâyi- (89) Civvio ye Spandojino Âlî ve Sa'dü'd-dîn ile tamamen müttefiktirler. Sansovino, 2, Fatti illustrj di Selim, varak: 340. (90) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 574. Alî. (91) Celâl-zâde'nin Selîm-nâme'si, Dresden nüshası, ban: 4, s. 17. (92) İstanbul'da Venedik balyozu Andrea Fuskolo'nun 6 mart 1512 tarihli raporu. OSMANLI TARİHİ 387 taht arasında otuz milden fazla mesafe kalmayınca Yeniçeri ağası istikbâline gitti (93). 1512 nisanının ondokuzunda (2 safer) (94) Selîm mutantan bir surette İstanbul'a girerek, Yenibağçe Kapışımda (95) vezirler, diğer devlet büyükleri, biraderi Korkud tarafından selâmlandı (96). Bâyezîd saltanatı sırasında büyük hazîneler toplamış olduğundan, bunların sayesinde kendisini taht üzerinde tutacağını ümîd ediyordu. Eğer Selîm eyâletine gitmek isterse defaten üçyüzbin duka vereceğini ve senelik iki-yüzbin duka îrâd tâyin edeceğini tebliğ ettirdi. Lâkin Selim —ki tahta cülus ederse günde üç akçe terakki vereceğini Yeniçeriler'e vaad etmişti— onların iltizamından emin olduğu cihetle bu teklifleri reddetti. İhtiyar pâdişâh, sûret-i rızâ göstermek lâzım geleceğini hissederek, kendisi irtihâline kadar tahtta kalmak, hazinedarına ve hazînesine ilişilmemek, Selîm biraderi Ahmed ile uyuşmak şartlarıyla Selîm'i halef göstermeğe muvafakat eyledi. Fakat âsî şehzade bu şartların ancak üçüncüsünü ifâ etti ve bir an evvel padişahlık etmek sabırsızlığıyla babasını tahttan feragate zorlamak için her tedbîre müracaat etti (97). II. BÂYEZÎD'İN TAHTTAN ÇEKİLMESİ ve İRTİHÂLİ 25 Nisan 1512 (8 Safer 918) cuma ertesi günü Yeniçeri ve Sipahiler bütün halk arkalarında olduğu halde vezirleri önlerine katarak sarayın önünde toplandılar; Bâyezîd bunları tahtın sahibi olarak kabul edip meramlarını suâl etti (98). Hepsi bir ağızdan «Padişahımız ihtiyar ve hastadır; onun yerine Sultân Selîm'i isteriz.» diye bağrıştılar. Bu sırada oniki bin Yeniçeri cenk naraları atmağa başladılar. Padişah oğlunun, halkın, ordunun elbirliğiyle kendi aleyhinde bulunduklarını görerek mukavemete cesaret edemeyip şu sözleri söyledi: — «Saltanatı oğlum Selîm'e terk ediyorum; Allah pâ işahlığım mü barek etsin.» (99). O anda sarayın duvarlarında ve şehrin yedi tepesinde «Allahu Ek-ber» sadâsı yankılandı. Sultân Selîm babasının hükümet asasını şu suretle cebren aldığı sırada, sarayın birinci ve ikinci avlusu arasında mu(93) (94) (95) (96) (97) (98) (99) Marini Sanoto'da Andrea Fuskolo'nun raporundan: «Selim venne 30 mighe di Constantinopoli, e il capo dei Janissari ando lo visitar.» Andrea Fuskoio'nun raporu. Âlî, Kırkikinci vak'a; Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 574. Spandojino. s. 88. İstanbul ve Boğaziçi, 1, s. 101; Menavino. Civvio'nun Fatti Ulustu di S«lhn isimli eseri. Marini Sanoto'da Justiniano'nun raporu. Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn, s. 574, Cuma ertesi hakkında bu günün saadetini mutazammm olan «Bârik Allah fî sebtehâ... e hadîs(- şerîf)ini zikreder. Civvio'nun bu münâsebetle naklettiği nutuk sırf ihtirâîdir. 388 HAMME R vâsala vâsıtası olan kapıda bugün vezirler ve sefirlerin huzûr-ı hümâyûna çıkmazdan evvel durdukları mevkide bulunuyordu. îdâma mahkûm olan vezirlerin saraydan çıktıkları, yâhud saraya girdikleri zaman kendilerine felâket ipini atmağa veyâhud boyunlarını kesmeğe me’ınûr cellâd dahî orada durmak mu'tâddır. Ne korkunç durak yeridir ki pâdişâhın kulu müthiş bir endîşe içinde, metbûunun huzuruna girmek müsâadesini, yâhud ölmek emrini burada bekler. Vezirler, Selîm'e Bâyezîd'in cevâbını tebliğe gelerek kendisini saray derûnuna getirdiler. Şehzade hal' eylediği babasının ellerini evlâdlığın bütün ihtiramlarını göstererek öptü. Bâyezîd padişahlık alâmetini bir hakîm sükûniyle üzerinden terk ile yeni saraydan hemen çıkmak tedârikinde acele etti. Yeni pâdişâha şan ve uzun ömür temennilerinde bulunan halkın Eski-Saray'a kadar babasına refakat eden muhafız kuvvetlerinin başında bulunduktan sonra Yeni-Saray'a döndü. Devlet erkânı kendisine sadakat yemîni arzına geldiler. Yirmi gün sonra Bâyezîd —artık her taraftan yüz çevrildiğini görerek— doğum yeri olan Dimetoka'da ömrünü tamamlamak üzere, oraya gitmesi için oğlundan müsâade istedi (100). İhtiyar pâdişâh bu ruhsatı alınca vezîr Yûnus Paşa ve ancak bir milyondan fazla fedâkârlıkla hayâtını kurtarabilmiş olan defterdar Kaasım refakatinde olduğu halde azimet eyledi (101). Selîm Edirne yoluna giden payitaht kapısına kadar babasının arabası yanında yayan yürüyerek Bâyezîd'in vermekte olduğu nasîhatları apaçık bir ihtiram ile dinlemekteydi. Tahttan indirilmiş Sultân Dimetoka'ya kadar varamadı. Azimetinin üçüncü günü Hafsa civarında Aya (Not: 16) nâm mahalde ir-tihâl eyledi (10 Rebîü'l-evvel 918 / 26 Mayıs 1512) (102). Bâyezîd'in vefatı yaşından ve uzun müddet ıztırabından mı, yoksa hizmetkâr sıfatıyle yanında bulunan Ceneviz Menavino'nun isnâd ettiği veçhile aslında Yahudi olan tabibinin Selîm'in emri üzerine verdiği zehirden mi neş'et etmiştir, burası bilinemez. Bu hususta Venedik elçilerinin raporlarında sükût edilmiş olması bütün müverrihler tarafından tekrar edilen bu isnadı fi'l-hakîka tekzîb eder; lâkin devletin müverrihlerinin de sükûtu ve Selîm'in bütün hayatı bunu te'yîd eder görünmektedir. II. BÂYEZÎD'İN ŞAHSİYETİ ve SALTANATI ZAMANINDA DEVLETİN DURUMU Bâyezîd, Osmanlı tahtından gelip geçişini ekseriya felâketli muharebeler ve korkaklık, çekingenlikten ibaret bir siyâsetle işaret etmiştir. Saltanatı birçok münâsebetlerle mutasavvıfâne ve şairane bir tavır alâmeti (100) Spandojino, s. 189. Celâl-zâde'nin Seiîın-nâıne'si, b&b: 12. (101) Venedik elçilerinin raporları, Marini Sanoto'da. (102) Edirne c" varında «Söğütlüdere» nâm mevzi'de irtihâı etti. Sa'dü'd-dîn, s. 207. ^Mütercim). OSMANLI TARİHİ 389 gösterir ki, bu hâl pâdişâhın çehresinde ve zamanının bütün müesseselerinde görülür. Muahharan Venedik docluğuna yükselen elçi Andrea Gariti, hükümetine yazdığı raporların birinde bu bâbda şöyle diyor: «Etli ve dolgun çehresinde asla bir zâlim ve korkunç adam alâmeti yoktur; bilakis hüzün, evhâmperestlik, ısrar, biraz da cimrilik emaresi görünür. Makine sanayiini ziyâde sever; iyi kesilmiş kırmızı akiklerden, işlenmiş gümüşten, güzel imâl edilmiş eşyadan pek hoşlanır. Nücûm ve ilâhiyât'ta derîn bir ma'lûmât sahibi olup dâima bu ilimlerde mütalâa ile meşguldür. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz. Hayli vakitten beri şarâbdan el çekmişse de, diğer zevk aldığı şeylerden el çekmemiştir. Bununla beraber sû-i istîmâl kendisini zamanından evvel ihtiyar bir adam yapmıştır» (Not: 17). Şâh İsmail'in İran tahini gasbetmek için öne sürmüş olduğu tasavvuf fikri o zaman yalnız Acemler'e değil, Türkler'e dahî hâkim idi. Bu devrin mezhebi temayülleri yarım asırdan beri tasavvuf ile nişânedâr olan birçok eserler ve özellikle pek çok münzevî tarîkatleri te'sîsiyle tezahür etmiş idi. Osmanlı devletinin ilk asrında Nakşbendîler, Sa'dîler, Bektâşîler olmak üzere yalnız üç derviş tarîkati bulunuyordu ki, Orhan saltanatının sonunda bunlardan bahsettik; devletin ikinci asrında Halveti (103), Zey-nı(104), Babayî(105), Bayrâmî (106), Eşrefi (Not: 18), Bekri (Not: 19) tarîkatleri teessüs etti. Bu muhtelif tarîkatlerin bugün de birçok mürîd-leri vardır; en meşhur zevatının mezarları ihlâslı müslümanlar için ziyâ-retgâhdır. Bâyezîd münzevîliğine ve tabiatının yumuşaklığına rağmen işrete düşkün olmak (107) ve Şehzade Cem ile kendi oğullarından birini zehirlemekle itham edilmiştir; şu kadar ki, bu zehirleme hususuna târihçe mu-hakkıyyet verecek bir delîl yoktur. Kırkbin duka tahsisattan kurtulmak için kardeşinin vefatına sebep olması (Not: 20) —hele birader idamının II. Mehmed tarafından devletin esas kanunları arasına dâhil edilmiş olması düşünülürse —bir dereceye kadar ihtimâl kabul eden bir zandır. Ancak oğlu Mehmed'i tebdîl-i kıyafet İstanbul'a gelmiş olmasına cezâen çaş-nigîr-başı vâsıtasiyle zehirlettirdiği hakkında Menavino'nun rivayetini (103) Ömer Halvetî Kayserî'de 800/1397'de vefat etmiştir. (104) Zeynü'd-dîrı Ebûbekr Hâfî Kûfe'de 813/1424'de vefat etmiştir (Bu târihin doğrusu 838/1434 olacaktır. Hammer'in Fransızca iki basımında ikisi de yanlıştır. Zeynü'ddîn'in vefatı târihi Tafcvîmü't-Tevârîh'de hicrî olarak mukayyed ve 838 hicriyyesi hesâben gösterdiğimiz milâdiyyeye tesadüf eder. (Mütercim). (105) Abdülganî Pîr Babâyî Edirne'de 870/1465 tarihinde vefat etmiştir. (106) Hacı Bayram Ankara'da 876/1471'de vefat etmiştir. (107) M.D'Qhsson, 4, s. 56 ye 168. 390 HAMME R (108) padişahın oğulları hakkında dâima gösterdiği şefkat ve kendisinden evvel vefat eden evlâdı için dökdüğü samimî gözyaşları ile tekzib olunur görmekteyiz. Şehzade Alemşâh'ın irtihâlinde —ki vefat haberi ber-mu'tâd siyah kâğıd üzerine beyaz yazı ile yazılmıştı— başından kavuğunu yere attı; dâirelerinin halılarını tersine çevirtti; üç gün her türlü mu-zıkayı men etti. Fukaraya yedi bin akçe tevzî' eyledi (109). Kendisine cimrilik isnâd olunmasıyle beraber Bâyezîd saltanatı müddetinde birçok sadakalar vermiştir ki, onun zamanından kalma defterlere nazaran bunlar sekizmilyonaltıyüzbin (110) akçeyi bulmaktadır. Yalnız Mekke-i Mükerre-me'ye fukara için senevi kırk bin duka hediye gönderirdi (111). Elbisesine gelince, Bâyezîd ne ilk altı pâdişâh gibi altında serpuş (üsküf), he de II. Murad gibi kisve-i ulemâ (örf) giyerdi. Mahrûtî şekilli ve etrafına dül-bend sarılı bir kavuk intihâb etmiştir ki, o zamandan bu vakte (yani Ham-mer'in yaşıdığı zamana) kadar «mücevveze» nâmı altında teşrifat serpuşu olarak kalmıştır (112). Venedik elçileri Justiniani ve Fuskolo'nun —ki Bâyezîd'in irtihâli senesinde birincisi Edirne'de ve ikincisi İstanbul'da ikamet ederdi— raporlarına nazaran, o zaman devletin varidatı dört beş milyon duka miktarına varıyordu (Not: 21). Anadolu'da yirmidört (113); Rumeli'nde otuzdört sancak vardı. İki milyon dukadan on milyona kadar değişen varidatlarına göre bu sancakların beğleri kendi masraflanyle iyi mücehhez ve müsel-lah olarak beşyüzden bine kadar süvârî beslemeğe mecburdular. Şu suretle sulh zamanında hayvanları mükemmel elli bin zaîm ve timârlı ile onikibin Yeniçeri'den mürekkeb daimî bir ordu bulunurdu (Not: 22). Donanma tertibatı alelade yetmiş kadırgadan ziyâde değildi. Eyâlet vâlîsi olan şehzadelerin senelik iradı seksenbin duka kadar tahmîn olunabilirdi. Vezirlerin yirmibeşbine, Anadolu ve Rumeli beğlerbeğilerinin otuzbine, iki ordu kadılarının beşerbine, iki defterdarın dörder bine, iki kapıcıbaşı'nın biner akçeye varırdı. Üç tuğlu üç vezîr —ki birincisi vezîr-i a'zamdır— ile iki kazasker, iki defterdar (114), dîvân-ı hümâyûn nişan(108) «Come Sultan Paiazit fece avelenare Sultan Mahomet suo îlgloulo» (Sultân Bâyezîd'in kendi oğlunu öldürdüğüne dâir Menavino'nun ifadesidir). (109) Menavino. (110) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 579. Solak-zâde, îdrîs. O zaman 50 akçe 1 duka olduğu cihetle 172.000 duka demektir, bk. M.D'Ohsson, 2, 422. (111) M.D'Ohsson, 3. 258. (112) M.D'Ohsson, 4, 114. (113) «Sanzachi nella Grecia 34, in Natolia 19, e poi quelli dei filioli che sono Sanzachi 5. (Rumel"de 34 ve Anadolu'da 19 ve şehzadelerle pâdişâha has 5 sancak bulunduğuna dâir M. Sanoto'nun ifadesidir.) (114) îki defterdarı olan ilk padişah, Bâyezîd'dir. Kendinden öncekilerin yalnız birer defterdarı vardı. MD'Ohsson, 7, s. 261. OSMANLI TARİHÎ 391 cısı «dîvân»ı teşkil ederek, her hafta cumartesi günüyle onu tâkib eden üç günde saray-ı hümâyûnda içtimâ' ederlerdi. Yirmibeş kâtib —ki sonraları her biri dîvânı hümâyûn kalemlerinden birine baş olmuştur— sarayda devletin kuyudâtıyle meşgul olurlardı. Devletin bütün eyâletlerinden akıp gelmekte olan altın ve gümüşü vezne (ölçmeğe, tesbit etmeğe) mahsûs üçyüz kişi bulunurdu. Dîvândan sonra vezirler sarayda yemek yerlerdi. Vezirlerin herbiri kendi nezâretine âit işler hakkında husûsî bir mülakatta pâdişâha ma'lûmât verirlerdi. Çavuş-başı’nın emri altında bulunan ve hükümetin emirlerini lâzım gelen yerlere ulaştıran ve gereken şahısları tevkif ve vergileri tahsil vazifesiyle mükellef olan altmış çavuş dîvânın yanındaki odada kendilerine verilecek emre dâima hazır bulunurlardı. Sarayın kapılarını üçyüz kapıcı beklerdi. Ordunun erkân-ı harbi altı süvârî generalinden (Bu süvariler sipahilerden, silâhdarlardan, aylıklı süvarilerden, gurebâ-yı yemîn ve yesâr (Sağ ve Sol Garibler) 'den mürek-kebdir), dört muavini ile Yeniçeri ağasından, topçu-başı'dan müteşekkildi. Hâss-ahur'daki üçbin süvârî saray mîrâhorunun emri altında bulunurdu. Pâdişâh at ile çıktığı zaman ikiyüz solak ve üçyüz hademe maiyye-tinde bulunarak, bunlar muharebelerde ve ordugâhlarda zât-ı şahaneyi asla terk etmezlerdi. İkinci hatda Yeniçeriler'in çadırları pâdişâhın otağı etrafında bir dâire teşkil ederdi. Sultân Bâyezîd tab'an sulha mail olmakla beraber dinî düşünceleri cihetiyle cihâdın sevablarını çok azîz bildiğinden İslâm'ın en meşhur iki hükümdarına, yâni Ehl-i Salîb tarihinde şöhret kazanmış olan Nûred-dîn (115) ile Timur'u örnek alarak, muharebelerinde elbise ve ayakkabılarına isabet eden tozları büyük bir itinâ ile toplattırarak, bunların vefatında yanakları altına konulmasını vasıyyet etti; tâ ki, Sa'dü'd-dîn'in ifâ-resi veçhile «bût-i latîf-i gazâ kabrini misk gibi muattar ve ber-mûcib-i hadîs-i şerîf (116) âteş-i cehîmi andan dûr eylesün». Kur'ânın emrettiklerine tamâmiyle riayetkar olduğundan İstanbul'un yedi tepesinden üçüncüsünde (117) bir cami binâ ettirmiştir ki, ancak dokuz senede hitâm bulmuştur. Onun yanında fukara için bir imaret (118) ile bir de medrese inşâ (115) Câmi'ü't-Tevârîh. (116) Şeref ü'd-dîn. (117) Cenâbî, s. 413. (Hadîs-i şerifin meali: «Allah yolunda (Cihad için) iki ayağı tozlanan kimseye nâr (ateş) haram edilmiştir» Metindeki İbareye Sa' dü'd-dîn'in İstanbul basımında tesadüf olunamadı; başka bir Osmanlı müverrihinden alınmış olsa gerektir. Mütercim) (118) Bu tepe Osmanlı müverrihleri tarafından «İstanbul sürresinde» denilmiş, yâni İstanbul'un göbeği addedilmiştir. Ancak Varon da Delf hakkında dünyânın göbeği dediği halde (de lingua lâtinâ, 6) bu doğru olmadığı gibi, o tepenin İstanbul'un göbeği addedilmesi de muvâfık-i hakikat değildir. (Bâyezîd mevkîı şehrin hemen ortasında olduğundan, mü- 392 HAMME R edilmiştir (119). Edirne'de dahî İstanbul'daki cami tarzında bir cami ile hastahâne, imaret, hamam, medrese yaptırmıştır. Bu camie Tunca üzerindeki altı kemerli köprü yanında bulunan değirmenlerin varidatını tahsis etmiştir (120). Sultânın emri ile Amasya'da bir tekye, bir mekteb, bir imaret, bir medrese şehrin manzarasını süslemiş ve bu medresenin idaresine me’ınûr zâta yevmî seksen akçe tahsîs olunmuştur (121). Sultân Bâyezîd'in inşâatı bunlardan ibaret de kalmayıp —pederinin Şeyh Ebû'l-Vefâ için yaptırdığı gibi— o da Şeyh Şemsü'ddîn Buhârî için bir tekye ve bir medrese binâ ettirmiştir (122). I. Mehmed zamanında te'sîs edilen ve II. Mehmed zamanında kaldırılan riyâset-i sâdât mansıbı halîfeler zamanında carî olan «Nakîbü'l-Eşrâf» unvânıyle Bâyezîd zamanında tekrar vücûd bulmuştur (123). Pâdişâhın birçok vezirleri kendisine imtisal ederek ezcümle Alî ve Mustafa Paşalar İstanbul'da fukara için imaret yaptırmışlar ve lâzımgelen tahsisatını tayîn etmişlerdir (124). Ergene nehri üzerinde bir köprü yaptırmış olan büyük babasına iktitâfen (125) Bâyezîd dahî Osmancık'ta Kızılırmak üzerinde dokuz ve Sakarya üzerinde ondört ve Saruhan sancağında Gedüs (Hermos; bugünki Gediz) nehri üzerinde ondokuz kemerli birer köprü kurmuştur (Not: 24). İnşâata ve sadakalara verdiği pek büyük meblâğlardan mâada her sene fukahâya, müftilere, kazaskerlere, müderrislere, şeyhlere pekçok hediyeler dağıtırdı (Not: 25). Tasdik etmek lâzım gelir ki, Bâyezîd'in ilimler hakkındaki himayesinden, asrında ilmî terakkiler büyük çapta etkilenmiştir. Bilhassa fıkıh oldukça sür'atli bir şekilde genişleyip gelişerek, en muhterem fakîhlere müs-tesnî riâyetler gösterilmiştir. Bunlardan Sarıgürz (126), Bâyezîd ile Selîm verrihlerimizin teşbihi yerinde görünür. Sa'dü'd-dîn'in İstanbul basımının 2. cildinden 311'inci sahifesinde «İstanbul sürresi» yerine «İstanbul süd-desi» denilnrştir ki, bunun bir baskı hatası olduğunu Hammer'in delaletiyle anlıyoruz. Mütercim) (119) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 579. İstanbul ve Boğaziçi, 1, 402. (Î20) «Câmi'de yevmî onaltışar akçe vazife ile imam; o kadar yevmiye ile onaitı kaari-i Kur'ân; yiğirmidörder akçe ile dört kayyım; yiğirmidörder akçe ile altı ferâş; otuz akçe ile kandilciler ta'yîn eyledi. Fukaranın masârif-1 iaşesi dokuz milyon yüzbin akçeye baliğ olurdu; imaretin hademesinden herbiri yiğirmi akçe alırdı.» îdrîs, 200 ve 201. Burada müstensihin bir sehvi olmak gerekdir; çünkü imâmın tahsisatı kandilci tahsisatından daha az olamaz. (121) Hacı Ka'fa'nın Rûm-ili'si. (122) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 58. (123) Âlî, varak: 174. (124) M.D'Ohsson, 4, 562. (125) Mustafa'nın inşâ ettirdiği bitişini ilân etmek maksadıyle verdiği ziyafette Menavino pâdişâhın hademesmden olmak sıfatıyla hazır bulunmuştur. (126) 929/1522'de vefat eden Sarıgürz, îslâm hukukuna dâir «Murtaza» unvanıyla bîr eser yazmıştır. OSMANLI TARİHİ 393 arasında yakınlaşma sağlamağa me’ınûr edilmişti. İmâm Alî (127) sefaretle Mısır Sultânı Kaytbay nezdine ve muahharan Şehzade Korkud'a gönderilmiştir. Niksârî (Not: 26) ve Yûsuf-i Cüneyd (128) câmi'lerde te'sîs olunan kütübhânelerin hâfız-ı kütüblüklerine me’ınûr edilmişlerdir. Bâzı fukahâ bulundukları yüksek şer'î mansıblarda büyük servetlere mâlik olmalarıyla, bunları husûsî kütübhâneler te'sîsine sarf etmişlerdir. Şiirleriyle şöhret kazanmış olan Mihrî ile âşıkane münâsebetlerde bulunan Müeyyidü'd-dîn (Not: 27) —ki büyük şâir Necâtî, Dîvân'ını onun nâmına ihdâ eylemiştir— bu ulemâ zümresindendir. Vefatında şimdiki İstanbul kütübhânelerinin herbirinden zengin bir kütübhâne bırakmıştır; zîrâ bu müessesede yedibin cild kitap bulunuyordu. Bâyezîd asrında şöhrete mazhar olan Sinan Paşa tilmîzî Lutfî (Not: 28), eserlerinden ziyâde hayâtının felâketle sona ermesi sebebiyle ün kazanmıştır. Rakibi bulunan fakîh Kâ-tib-zâde tarafından ifrata varan serbest fikirleri sebebiyle itham olunup kendisiyle birlik olanların verdiği bir hüküm ile idama mahkûm olarak ortadan kaldırılmıştır. Bâyezîd asrına şeref veren altmış fakîh arasında ikisi diğer bir ilim şubesinde yüksek şöhret kazanmışlardır; bunlar —birincisi tıbda, ikincisi riyâziyâtda ün kazanan— Hakîm-şâh ve Mirim Çelebi (Not: 29)'dir. Bâyezîd'in saltanatı devri Tâcî Beğ'in iki oğlu Ca'fer ve Sa'dî'nin eserleriyle Osmanlı lisânında inşat mektubların (resmî mek-tûblar) iki numunesini görmüştür (Not: 30). Müverrih Neşri ve İdrîs'i (Not: 31) sûret-i mahsûsada zikr etmemiz lâzımdır ki, Pâdişâh'ın emri üzerine kuruluşundan II. Bâyezîd asrı nihayetine kadar devletin târihini yazmışlardır. Neşri, Osmanlı lisânında sâde bir üblûb ile yazmış; İdrîs farsça ve Arab müverrihi Yemînî ile Acem müverrihi Vassâfın tumturaklı tarzını seçmiştir. Birincisi sâde ve hâlis bir vekâyi-nüvis, ikincisi ise Osmanlı hanedanının mübâlağakâr meddahıdır. Bâyezîd'in edebiyat hakkında fazlasıyle gösterdiği himaye ecnebî memleketlere, hattâ Horasan ile İran'ın diğer vilâyetlerine kadar uzanmıştı. Bu son memlekette şâir-i a'zam Câmî (129) ve mütebahhir fakîh Devvânî —birincisi bin altın, ikincisi beşyüz altın olmak üzere— senelik tahsisat alırlardı. İranlı müftî Mevlânâ Seyfu'd-dîn Ahmed ve Peygamber'in hadîslerini toplamış olan Mîr Cemâlü'd-dîn Atâu'llah (Not: 32) Pâdişâh'ın cömertliğinden hissedar olmuşlardır. (127) Alî, 927/1520'de vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn, varak: 598. (128) Sadrü'ş-şuarâ'ya birçok haşiyeler yazmış olan Tokat'h Ahî Yûsuf bi n Cüneyd. Sa'dü'd-dîn, varak: 587. Âlî. (129) Câmî, Heft-Meclis unvanıyle meşhur olan yedi romantik şiir mecmuasını teşekkürlerini arzetmek sadedinde, Bâyezîd nâmına ithaf etmiştir. Câmî'nin bu ithafına dâir olan mukaddimesi Kalküta'da basılmış İnşâsında mündericdir. s. 118, 119, Bâyezîd'e yazdığı bir mektup ile beraber 897 (1491) * târihiyle müverr endir. 394 HAMME R Bu saltanat devrinin en büyük şeyhi (130) İskilibli Yavusî'dir ki, Bâyezîd Amasya vâlîsi iken hacdan avdetinde saltanat tahtında göreceğini keşf ile şehzadeye beyân etmişti; Yavusî'nin büyük şöhreti, kendisine şeyhu's-selâtîn ve sultânü'l-meşâyîh unvanının verilmesine sebep olmuştur. Zaviyesi dâima devletin en büyük me’ınurları ve fakîhlerin en büyükleri ile dolu idi (131). Sultân Selîm istanbul'a * gelip de payitaht meşâyîhini kamilen davet ettiği zaman yalnız Seyyîd-i Velayet Şeyh Hüseynî (132) bu davete icabet etmemeğe cür'et etmişti. Bunun sebebi sorulduğunda yeni pâdişâhın saltanat müddetinin az olacağı keşfinde bulunduğunu beyân etmiştir. II. Murad zamanında İstanbul muhasarasına fiilen iştirak eden nâmdâşmm akrabasından bulunan Şeyh Ahmed Buhârî bir sene Mekke'de kalarak her gün yedi defa Kabe'yi tavaf etmiştir (Not: 33). Nihayet Mudurnulu Şeyh Dâvûl mutasavvıfâne bir eser yazmıştır ki, Şeyh Şe-büsterî'nin Gülşen-i Râz’ına lahika teşkil eder (Not: 34). Yavûsî ve Dâvûd gibi meşâyîh ile sohbetlerde bulunmuş olmasındandır ki Bâyezîd, şiirlerine hâsse-i farikası olmak üzere tasavvuf ve uzlet rengi vermiştir. Kardeşi Cem'in (133) ve oğlu Korkud'un (134) şiirleri ise bilâkis aşk ve aşktan şikâyeti ihtiva eder. Lâkin Bâyezîd'in evlâdı arasında şairane tabiatı ile en ziyâde mümtaz olan Selîm'dir. Diğer şehzadeler şairlik iddiasında bulunmamakla beraber şâirlerin sohbetlerinden hoşnûd olurlardı. Bundan dolayıdır ki Zekâî (135) Şehzade Alemşâh'ın kâtibi; Zihnî (136), Şehzade Mehmed-Şâh'ın defterdarı olmuştur. Büyük İskender hakkında kasîde tanzim etmiş olan şâir Figânî Şehzade Abdullah'ın medîha-hânı olmuştur (137). Âftâbî (138), Münîrî (139), Necâtî —ki birçok îrân eserini tercüme etmiş saz şâiridirler—. Şehzade Ahmed'in hizmetinde bulunmuşlardır. Şehzade Abdullah'ın vefatından sonra Şehzade Mahmûd'un sarayı nişancı sıfatıyle Necati'yi (140), medîha-gû ve hikâye-nüvis sıfatıyle Figanî ve OSMANLI TARİHİ (130) Sa'dü'd-dîn ve Âlî Taşköprülü-zâde'den naklen Bâyezîd asrından otuz şeyhin tercüme-i halini yazarlar. (131) Muslîhü'd-dîn Fîrûz Yavsî 926 (1519) târihinde vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn, varak: 606. (Karşılaştırınız: Osmanlı Müellifleri, Bursalı M. Tâhir Efendi, c. 1, s. 226), Yeni harflerle Istanbul basımı, M. Fikri Yavuz-tsmail özen'in haz.) (132) Hüseynî, 73 yaşında olduğu halde İstanbul'da 929 (1522) de vefat etmiştir. Sa'dü'ddîn, varak: 607. (133) Şâber'in Osmanh Şâirteri ve Terâcim-i Ahvâli eserinde Cem, s. 62. (134) Kezalik, s. 68. (135) Kezalik. (136) Âlî, 184. ü Husrev manzumelerinin sahibi olduğu gibi Farsça Cami'ü'l-Hi-kâyât'ı ile Gül (137) Âşık Hasan-zâde. tercüme etmiştir. (138) Âlî, (141) Âlî, varak: 185. 184; Şâber, ş. 100. (139) varak: 186. (142) Âlî, Kezalik. (140) Şâber, 187. Âşıkpaşa-zâde, Kınalı-zâde, Riyâzî. Necâtî Leylâ vü Mecnûn (143) Kezalik, 175. (144) Şâber, s. 251, Latîfî ye Âşık Hasan'dan naklen. (Bu cikTleri «CÜZ» saymalıdır. Mütercim). Andelîbı'yi (141), defterdar sıfatıyle Tâli'î'yi (142), kâtib-i dîvân sıfatıyle Sâni'î'yi (143) cem'etmiştir. Behiştî ve Firdevsî Bâyezîd asrında şi'r-rebâ-bîde Figânî ve Necâtî. ile rekabet etmişlerdir. Acem şâirleri gibi Hamse yazan ilk Osmanlı şâiri Behiştî dir (Not: 35). Süleyman Peygamber'in târihini yarısı mensur, yarısı manzum olarak üçyüzaltmış ciltte yazmıştır. Bunları pâdişâha takdim etmesiyle zât-ı şâhâne seksenini seçerek, geri kalanlarını yaktırmıştır (144). Temennâî —ki hulûl-i ervah (ruhun bedenden bedene geçmesi) mezhebini kabul ve izhâr etmiş ve her mahlûku zât-ı ulûhiyyetin mütemmim cüz'ü addetmekte bulunmuş idi—. II. Murad zamanında idâm olunan Nesîmî ve Kemâl Ümmî i'tikâdına muvafık bir meslekte olmasından dolayı, onlar gibi maktul oldu. Bu şâirler listesinin sonu olmak üzere, Amasya'da doğmuş olan güzel Mihrî İskender'e aşkını azm ve teşhir etmiştir ki, bu şâire, Osmanlılar'ın «Safo»sudur (Not: 36). YIRMIIKINCİ KİTAP 1. Selîm'in tabiatı. — Cülus bahşişi. — Pâdişâhın kardeşleri ve yeğenleri. — Yeğenleri ile Korkud'un idamı. — Ecnebi devletleriyle siyâsî münâsebetler. — Şâh İsmail'in devam eden istilâları, İslâm'da Sünnîler ile Şiiler arasındaki büyük ihtilâfa bir nazar. — İrân aleyhinde muharebe mukaddimesi olmak üzere Osmanlı memleketlerindeki Şiîler'in katliâmı. — Pâdişâh ile Şâh arasında karşılıklı taarruzkârâne muhbereler. — Sultân Selîm'in Çaldıran muzafferiyeti. — Ve Tebriz'e girişi. — Kışlağa çekilmesi. — Selîm'in milletlerarası hukuku nakzı. Yavuz Sultan Selîm'in Tabiatı Büyük hükümdarların (1) şân hırsı —ki kendilerini muzafferiyetlere ve fetihlere sevk eden ve onları rahat bırakmayan bir marazdır— bâzan pek büyük vekayîlerinin cazibesiyle, parlak ve fakat faydasız bir hodbinliğe fedâ edilen milletlerin musibetlerini muvakkaten unutturursa da, vahşîlik ve kan teşneliği Şark milletleri arasında bile dâima nefretle karşılanmış ve tahtı kati ile lekeleyen hükümdarlar muasırlarının muahezesinden ve kendilerine halef olanların tel'îninden kurtulamamıştır. Vazifelendirilmiş bir takım adamlar her cinayetin yanına bir ma'zeret, yâhud makbul bir sebeb koyarlarsa da, beyhudedir; daha müstakil fikirli erbâb-ı kalem bu yalanların mâhiyetini açığa çıkararak, hükümdarların işledikleri kötülük ve hatâları, bize her türlü kapalılıktan ârî olarak aslî hakikatleri veçhile görünür. Osmanlılar'ın «keskin ve eğilmez» mânâsına olarak «Yavuz» (2) adını verdikleri Selîm dahî şu suretle Asya'da, Avrupa'da Bu devletin en büyük iki pâdişâhı Fâtih ile Yavuz'dur ki, biri Kostan-tiniyye gibi dünyânın gıbta ett'ği bir beldeyi fethederek saltanatının merkezi ittihaz etmiş ve hükümete devamını te’ınîn edecek intizamlı bir şekil vermiş; diğeri Osmanlı saltanatını İslâm Halifeliği kuvvetiyle sağlamlaştınp te'yîd eylemiştir. Hammer, Kostantiniyye Fâtihi'nin faaliyetlerinin muhakemesi olarak şiddeti iltizâm ettiği gibi, Mısır ve Haremeyn Fâtihi hakkında da bî-taraî görünmüyor. Müverrihin aynen tercümesi vazîfesi terkedUmemekle beraber, gerekli başlıca yerlerde, ten-kîd edilecektir; ancak ifâdelerinin bu durum gözönünde bulundurularak okunması şimdiden muhterem okuyuculara hatırlatılır. Mütercim. «Yavuz» kelimesi hakkında bâzı tedkîklerin yazılmasını faydadan hâlî görmedik: Ahmed Vefîk Paşa «L©hce»de bu kelimeyi «Şedîd, yaramaz, haşîn, uz zıddı» suretinde ve «uz» kelimesini «uygun, iyi yarar, ceyyld OSMANLI TARİHİ kendini medhedecek kimseler bulmuş ve onların kalem-i esaretleri mezâlimini âdilâne ve siyâsetkârâne icrâât; istibdadını büyük bir devletin hükümdarına lâyık bir sıfat olarak göstermiş ise de, târih bundan dolayı, o hükümdar hakkında aldanmamış ve kendisini faaliyetlerine göre muhakeme etmiştir. Nezdine gönderilmiş olan sefirlerin, hattâ bâzı Osmanlı müelliflerinin şehâdetleri menfaatperest dalkavukların mübalağalarına kâfi derecede tekabül etmiştir. Venedik elçisi Fuskolo'nun reis-i cumhura göndermiş olduğu bir raporda şu sözler yazılıdır: (3) «Veçhen kırmızı olan Selîm hunhar görünüyor; zalimane tabiati kendisine Yeniçerilerin muhabbetini celbetmiştir; Selîm güzel olmaktan ziyâde çirkindir.» (4) 5 Nisan 1512 tarihli diğer bir raporda Venedik sefiri şu suretle fikrini beyân eder: «Bu hükümdar insanların en zâlimidir; yalnız fütuhat düşünüyor ve yalnız harbe müteallik işlerle meşgul oluyor» (5). Selîm'in cülusundan birkaç gün sonra, Venedik sefirlerinin onun hakkındaki hükümleri budur. Şimdi Osmanlı müverrihlerinden Cenâbî ile Hezarfenn'i dinleyelim: Cenabı der ki: «Selîm uzun boylu idi; fikrinde cür'et ve ziyâde selâmet 619 3 (3) (4) (5) (hoş, iyi), sâlîh, halîm, Oğuz» diye izâiı ile ikinci kelimede «Az olsun uz (veya öz?) olsun, çok olup yavuz olacağına» suretinde bir de darb-ı mesel yazar. Şu darb-ı meselin birinci kısmı ma'lûm ise de, ikinci kısmını işittiğimiz yokdur. Çağatay lehçesi olan «Apoşkada» da ne «ya-vuz»u, ne de uz'un bu mânâsını göremiyoruz. Paris'te 1870'de İmparatorluk Matbaası matbuu «Luga4-4 Nevâî»de «yavuz» «mauvais, querel-leur, faible» (yani: Fena, münâzaacı, zaîf) diye izah edilmiştir. İstanbul matbuu Çağatay ve Osmanlı Türkçesi lügatinde ise «Yavuz- pâkize, a'lâ, nîk, hûlb; güzel, müstesna» suretinde yazılmıştır. Filhakika Osmanlılıkta «yavuz at» denildiği zaman herkes atin alâsını, en kuvvetlisini anlar. Hammer'in büyük tab'ında «yavuz» «tranchant, inflexible* (yâni: Keskin, eğilmez) ve muhtasarında, «keskimden sonra «Vigoureux (kuvvetli) kelimesiyle tefsir edilmiştir. Buhârâlı Süleyman Efendi'nin kaydettiği şekil Hammer'in tercümesine muvafık olmakla beraber, en doğru görünüyor. Yavuz kılıç, yavuz at kılıcın ve atın bütün özelliklerini toplayan, en iyisi, a'lâsı, müstesnası demek olduğu gibi, Sultân Se-lîm'e «Yavuz» denilmesi padişahlık hasletlerini tamâmiyle hâiz olmasından neş'et etmiş olacaktır. Mütercim. Venedik elçisi Sultân Bâyezîd'in hilm ve sükûnuna bedel Sultân Selîm* in satvet ve feveranını görünce bittabi' Venedik hakkında birçok endîşelere düşecekdir; onun raporu bu endîşenin bir aynasıdır. Mütercim. «Questo Signor di anni 38 rossula faccia, mostra crudelissimo e per questo amato dei Janizzari (Halbuki Selîm 1467'de doğmuş ve 1512'de II. Bâyezîd'e halef olduğu zaman 45 yaşında idi), pui tosto bruto che altramente.» Marini Sanoto'da Fuskolo'nun raporu. «Signor de 36 anni, feroccissumo e tutto di guerra, ne abada ad altro che cose martiale.» (Şu halde yaşından on sene daha genç görürüyor demektir. HAMMER var idi. Şi're muhabbet eder ve muvaffakiyetle söylerdi; hadîd (hiddetli), müstebid, tazyıka mail olarak kendisini büsbütün umûr-ı âmmeye hasr etmiş idi; âlemin intizâmını muhafaza azminde idi. Şâyân-ı hayret bir zekâya mâlik büyük bir pâdişâh idi; ekseriya halk arasında gezer ve tanınmamak için her defasında elbisesini değiştirirdi. Birçok mahremleri vardı ki her tarafa girip çıkarlar, ve şuûn-ı cihandan kendisini haberdâr ederler idi. Selîm Acem, Türk, Arab şiirlerinde temeyyüz etmiş-dir. Mısır seferi esnasında Ravza (Roza) adasında bulunduğu sırada evâmirine tevfikan inşâ edilmiş olan bir arab köşkünün dıvârına kendi karihası mahsûlü olarak iki beyt yazmışdır. Müf-tî ve şâir-i meşhur Kemâl-paşa-zâde'nin bu pâdişâh hakkında az zaman içinde çok iş yapmış ve şems-i garb gibi zamân-ı ka-sîr içinde arz üzerine bir zıll-ı memdûd vermiş olduğunu söylemesi haklıdır.» (Not: 1). Hezarfen ile şâir bâzıları Cenâbî'nin ifâdelerini hemen hemen aynen naklederler. Lâkin hemen cümlesi devletin resmi vak'anüvisi Sa'dü'd-dîn ile beraber Selîm'in faziletlerine hayran olmaktan başka birşey söylemezler. Sa'dü'ddîn'in mütalâası ise —pederi pâdişâhın husûsî hizmetinde bulunarak kendisi de sarayın bozulmuş muhitinde yaşadığı için— kıymetten sakıttır (Not: 2). Usûle riâyet eden Âlî evvelâ —îran şahmı mağlûb, Memlûkler saltanatını tenkil, Kürdistan ile Mısır'ı zabt etmiş olan— Selîm'in yüksek vasıfları ve faaliyetlerinin yüceliği hakkında mutantan bir övgü yazar. Bunun içindir ki birçok müverrihler I. Selîm'e —II. Mehmed gibi— taraf-ı İlâhî'den bilhassa mazhar-ı himâyet olmuş nazariyle bakarlar. Maamafih, Âlî, Selîm'i pederini tahtından indirmeğe ve biraderleriyle beraber birâ-der-zâdelerini kati ettirmeğe sevk eden sebebleri serbestçe beyân eder. Âlî, îran seferi esnasında Yeniçeriler'in isyanına neyin sebeb olduğunu hikâye ettikten sonra Seîîm zamanında Osmanlılar arasında yaygın şekilde söylenilen «Sultân Selîm'e vezîr olasın!» (6) temennisinin menşeini de saflıkla izah ederek der ki: «Bu söz (Solak-zâde' de .bu rivayeti nakleder) vezirlerin dâima bir ay hizmetten sonra azl ile cellâda teslîm edilmiş olmalarından ileri gelir; bunun içindir ki vezirlerin vasıyyetnâmelerini ceb-lerinde taşımaları mu'tâd idi; huzûr-ı pâdişâhîden her çıkdıkça kendilerini yeniden dünyâya gelmiş sayarlardı.» Bundan dolayı —büyük bir cesaret ve necîbâne bir serbesti sahibi olan— vezîr-i a'zam Pîrî Paşa, yan ciddî yarı latife olarak Selîm'e şöyle söylemeğe cesaret etmişti: «PâdiOSMANLI TARİHt (6) Bir Türk şâiri şöyle demişti: «Rakibin ölmesine çâre yokdur Vezir ola meğer Sultân Selîm>!» şahım bu sâdık kulunu da er geç bir bahane ile öldüreceğini biliyorum; o gün gelmeden, bu dünyâdaki işlerimi tanzim etmek ve öbür dünyâya hazırlanabilmek için bana birkaç saat müsâade etmez misin?» Pâdişâh gülmekten kendini men' edemiyerek: «Hakikat, çoktan beri onu düşünüyorum. Lâkin vezîr-i a'zamlık me’ınûriyetini senin gibi görecek bir kimse bulamıyorum; yoksa arzunu yerine getirmek benim için kolaydı.» (Not: 3), cevâbını verdi (M.İ. 1). Selîm addedilecek surette sevdiği cihetledir ki, Yeniçeriler'in teveccühünü celbetmişti. Harikulade bir faaliyete mâlik olarak ne taama, ne de harem zevklerine mail idi; lâkin beden eğitiminin en zorlularına yatkındı ve günlerini av ile yâhud silâh kullanmakla geçirirdi (7). Uykuya pek az vakit ayırdığından, gecelerinin büyük kısmını târih, yâhud farsça şiirler okumakla geçirirdi (8). Selîm, husûsî bir tercih gösterdiği Farsça lisânında bir dîvân yazmıştır (Not: 4). Civvio, Selîm'in —II. Mehmed gibi Sezar ve İskender târihini okumaktan zevk aldığını söylemekle, Sezar'ın ve Pansa'nın şerhlerini yâhud Kinte-Gürse ve Arria'nın eserlerini murad etmemiştir; onun bahsettiği ancak eski «Kayserler» yâhud İran imparatorları olan Key (Keyyânîyân) lerin târihi ve tabl-i revend (Rond?) denilen destanlarla «Rolan» kahramanlık efsânesine oldukça benzeyen cenk hikâyelerinden ibaret ve «İs-kendernâme» (9) unvanıyla ma'rûf olan Türk ve Acem şiirleri olabilir. Selîm ulemâya hürmet ve takdiri cihetiyle, en iktidarlılarını büyük mevkilere nasb etti. Saltanatı zamanında tarihçi İdrîs Kürdistan'ın idare usûlünü tanzime ve fakîh Kemalpaşa-zâde vak'a-nüvis sıfatıyle Mısır seferinde refakate me’ınûr olmuşlardır. Necati'nin liyakatli rakibi Zatî —ki evvelce II. Bâyezîd, biri bahar ibtidâsma doğru, diğer ikisi bayramlara tesadüf etmek üzere, senede üç kaside inşadına me’ınûr etmişti— Selîm'in cülusunu tebrîk için yazmış olduğu bir kasideye mükâfat olarak, senede onbirbinbeşyüz akçe irâd getirir üç köy almıştı (10). Selîm Mısır'a gittiği vakit, sefer esnasında ma'lûmât sahihlerinden olan zevatın sohbetlerin- (7) (8) «Fu gran cacciatore e vigilante, pocco intertenitore delle Dam e, e nel man-giare fü di tal modestia, che non toccava re non d'una vianda, attacon-donsi a venation! e cose grosse plû che a ucelli.», Paolo Civvio. Cihân-nümâ, s. 689. Sa'dü'd-dîn'in Selîm-nâme'si. Diez'in Denk-würd*g-keiten (Asya Hâtıraları), s. 266. (9) Nizâmî'nin İsfcender-nâme'si Farsça'dan Türkçe'ye Figânî ve Ahmed Dâî tarafından tercüme edilmiştir, bk. Şâber'in Terâcim-i Ahvâli, s. 85 ve Kı-nalı-zâde. (10) Lâtifî'nin Terâcim-i AhvâVi, s. 287. 100 A7A HAMME R den haz duyduğundan, üç- şâir davet etmiş idi. Bunlar Pâdişâhın huzuruna çıktıkları vakit elini öpmek için ilerlediler. Fakat bu hareketi pek acemice yaptıklarından kılıçları Pâdişah'a dokundu. Selîm evvelâ öfkeye kapılarak şâirlerin idamını emrettiyse de, biraz sonra emrini geri almış ve talihsiz şâirleri ayaklaıının altına yüzer deynek vurulmağa mahkûm etmişti. Pâdişâh'ın ilim adamlarına ve ilme hürmeti sayesinde bu ceza da affedildi. Ertesi gün şâirler — kaftansız, uzun elbise yerine kısasını giymiş ve başlarına sarık yerine âdî bez sarmış olduklan halde— Pâdişâh'ın huzuruna çıktılar. Selîm satranç oynamakta olduğu halde, şâirleri kabul için başını çevirdi, fakat ağızlarından galîz ve kaba lâfızlardan başka bir şey işitmediğinden, bu durum hayret ederek, onları nezdînden zelîlâne çıkardı (11). Selîm, elbisesinde ziyneti sever ve dâima zarafetle, zevk-i selîm ile temeyyüz ederdi. Kaftanı kıymetdâr işlemelerle müzeyyen idi. Kendinden öncekiler silindir şeklinde ve aşağı kısmında dülbend sarılı bir kavuk giymişlerdi; Selîm o serpuşun yerine müdevver şekilde ve yukarısı tamâ-miyle şal ile örtülü bir kavuk kabul etti (12). Zamanımızda dahî (Hammer zamanında) «selîmî» denilen bu serpuş —bizzat Pâdişâh'ın söylediği veçhile— İran hükümdarı Keyhusrev'in tacına benziyordu (13). Mahremleri bu değişikliğin sebebini kendisinden sormaları üzerine, pâdişâh huzuruna devletin büyükleri silindir şeklinde bir sank (mücevveze) ve saray zabitleri sırmalı serpuşlar (üsküf) ile çıktıkları halde, hükümdarın onlar gibi bir kisve giymesi münâsib olmadığı ve başında Acem şahları gibi bir tâc bulundurması lâzım geldiği cevâbını verdi (14). Kendinden öncekiler sakal bırakmış oldukları halde, Selîm, onlara rağmen sakalını tıraş ettirdi. Fakat bıyıklarını bıraktı (15). Bacakları kısa, yukarı kısmı pek uzundu; yüzü müdevver ve gayet renkli, gözleri büyük ve parlaktı; siyah ve sık kışlarıyle büyük bıyıkları da bütün manevî hüviyetini tâyin eden şiddetli tavrına az yardım etmiyordu (16) (M.İ. 2). CÜLUS BAHŞİŞİ Bâyezîd, devletin dizginlerini daha kavî ellere teslîm ederek, Kostantiniyye'den çıktığı gün (7 Rebîü'l-evvel 918/23 Mayıs 1512) Yeniçeriler (11) (12) (13) (14) (15) (16) Şâber, Osmanlı Şâirlerinin Terâciım-i Ahvâli, s. 27 ve 29. ŞemâiLnâme. M. D'Ohsson, 4, s: 115. Âlî, varak: 184. Avrupalıların âdetlerine göre sakal tıraş edilince bıyık da tıraş edilebilir zannından doğan düşünceye âit bir sözdür. Sultân Selîm'in bıyıklarını tıraş etmek ihtimâli bizce hiç hâtıra gelmez. Mütercim. Ciwio. OSMANLI TARİHİ 401 Selîm'i, mu'tâd olan cülus bahşişini vermek için icbara karar verdiler ve bunun için geçeceği sokakta saf teşkil ederek durdular (17). Selîm, payitahtın Edirne yolu üzerindeki kapısına kadar pederini geçirmeğe gitmişti. Yeniçeriler, Pâdişâh'ın dönüşünde' —kendilerinin kılıçları sayesinde tahta çıktığını ve yine o sayede taht üzerinde kalabileceğini ihtar etmek için— kılıçlarını birbirine çatmayı kararlaştırmışlardı. Düşüncelerine göre bu nümayiş, sayesinde Pâdişah'dan —ber-mu'tâd her yeni cülusun nişanesi olan— bahşişlerin kurtarılması mümkün değildi. Fakat Selîm bu suretle adetâ Yeniçeriler'in boyunduruğu altında tahta çıkmak istemediğinden, İstanbul kapılarına vâsıl olunca —Yedikule'ye giderek pederinin hazînelerini almak bahanesiyle— birdenbire yolunu değiştirdi; sonra şehrin sûrlarını tâkib ederek yalnız maiyyeti zâbitânıyle birlikte saraya gitti. Ve hâlâ eski mevkilerinde beklemekte olan Yeniçeriler'in ümidini boşa çıkardı. Bununla beraber Padişah kendisinin — Bâyezîd henüz tahtta iken— artırılmasını vaad etmiş olduğu bahşişi vermemeğe cesaret edemedi; Bâyezîd'in itâ etmiş olduğu iki bin akçe yerine her Yeniçeri üçbin akçe, yâ-hud Türk sikkesinin o vakitki kıymetine göre elli duka aldı (Not: 5). Bundan cesaretlenmiş olan bir sancak-beği kendi gelirinin de artırılmasını taleb etti. Selîm cevâb olmak üzere kılıcını çekerek başını kesti (18). Ye-niçeriler'e karşı gösterilen cömertlik hazîneyi boşaltmış olduğundan bilumum tebea-i devlet —Hıristiyan, Yahûdî, Müslüman— fevkalâde bir vergi ile mükellef tutuldular (19). Yeni Pâdişâh'ı ilk olarak selâmlamak ve himayesini taleb etmek üzere gelmiş olan Raguza temsilcileri nail oldukları kabul suretinden memnun, fakat —az sonra, mutâd olan vergiden başka ticarî eşyanın devlet limanlarına girişinde yüzde beş resim vermeğe mecbur kaldıkları için— pek me'yûs olarak geri döndüler (20). Selîm, takriben yine o târihte, pederiyle Boğdan Beği arasında akdedilmiş olan muahedeyi yeniledi; bu muahede ile Boğdan kendisini Bâb-ı Hümâyûn'un tabii ve haracgüzârı tanımıştı (21). PÂDİŞÂHIN KARDEŞLERİ VE YEĞENLERİ Selîm, Bâyezîd'i tahtından inmeğe icbar ile yerine cülus ederken, kendisini (17) (18) (19) (20) (21) Cenâbî, varak: 412. Soiak-zâde, varak: 82. «Selim a imposto una unpozizione a tutta Grecia, a Indii, a Turchi, a Carabodjan, a Natalo it tribato.» Marini Sanoto'da Venedik raporları. Engel, Raguza Târihi, s. 196. Engel, Boğdan Târihi, s. 162. Mamma ianhı. C: U. F.: 26 en büyük tehlikelere mâruz bırakmıştı: Her biri en iyi eyâletlerin 2 6 402 HAMME R valileri olan ve pederlerinin mirası için kavgaya hazır bulunan biraderlerinin hasedleri karşısında bulunacaktı. Bâyezîd'in sekiz oğlundan beşi, yâni Abdullah, Mehmed, Şehenşâh, Aiemşâh, Mahmûd kendisinden evvel vefat etmişlerdi. îlk ikisinin evlâdı yoktu. Şehenşâh’ın Mahmûd isminde bir oğlu ile Alemşâh'ın Osman nâmında bir oğlu kaldı; Mahmûd ise Mûsâ, Orhan, Emin nâmlarında üç erkek çocuk bıraktı. Bâyezîd'in henüz hayatta olan diğer üç oğlundan, yâni Korkud ile Mehmed ve Selîm'den, Korkud'un evlâdı olmadığı halde Ahmed'in Alâeddîn, Murâd, Süleyman, Osman isimlerinde dört oğlu vardı. Selîm'e gelince, onun da birkaç kızıyla Kefe'de vâlî bulunan Süleyman isminde bir oğlu vardı: Bununla beraber o vakit Bâyezîd'in zürriyetinden oniki şehzade mevcuttu (22). Korkud ile Ahmed —pederlerinin inzivası esnasında— Selîm tarafından, me’ınûriyetleri olan Saruhan ve Amasya valiliklerinde devam etmişlerdi; hattâ Ahmed'in arazîsine Midilli adası ilâve edilmişti. Yeni Pâdişah'ın oğlu Süleyman, bîat merasimine dâhil olmak üzere Kefe'den çağrıldı; fakat genç Şehzâde'nin İstanbul'da bulunmasından dolayı icra edilen şenlikler sırasında, Selîm, Ahmed'in oğlu Alâeddîn'in pederinin muvafakatiyle Bursa'yı zaptederek şehrin subaşısını idâm ettiğini ve ahâlîden haddinden fazla vergi aldığını haber aldı. Kaçınılmaz olan tehlike büyük ve sür'atli tedbîr alınmasına muhtâc olduğundan, Selîm hükümet dizginlerini oğluna bırakarak hemen yetmişbin kişilik bir ordunun başında olduğu halde, (15 Cümâde'l-ulâ 918/29 Temmuz 1512) Alâeddîn'e karşı yürüdü (23); bir taraftan da hiçbir şehzadenin —vaktiyle Cem'in yaptığı gibi— Avrupa'ya savuşmaması için Küçük Asya sahillerinde dolaşmak üzere yirmibeş kadırga gönderdi (24). Ordunun hareketi esnasında Yeniçeriler'le Sipahiler arasında bazı münazaalar zuhur etmişti; fakat Selîm'in metaneti —o gibi ahvâlde fena neticeler vermesi mümkün olan— bu münâzaalan yatıştırdı (25). Selîm'in öncü kuvvetleri kumandanı olan Malkoç oğlu Tur-Alî Beğ, Alâeddîn'i Bur-sa'dan çıkararak — kılıcını hemen onun arkasına isabet etmekte olduğu halde— Amasya yolu üzerinde Malatya ve Darende'ye kadar tâkîb etti. Diğer taraftan Pâdişâh da Ankara üzerine yönelmişti. Fakat Ahmed, Pâ(22) (23) (24) (25) Sa'dü'd-dîn, varak: 580-582. Şehzadelerinin adedi Avrupalı müverrihlerde altı ile yedi arasında değişir; sarayda hizmet etmiş olan Menavino ibile ancak altı şehzade saymıştır: Verdiği malûmatın ne kadar az mevsuk olduğu bununla anlaşılır. Solak-zâde, varak: 83; Sa'dü'd-dîn, varak: 661. Marini Sanoto'da Venedik sefirlerinin raporları. «E armata vele 25, per manderle accio questo fratello non fugisse, e voul tagliar legnami per 300.» (6 Ağustos tarihli Venedik raporu). «Li Janissari e Sipahi in discordo e stati a le man, e esser amazzati 12 Janissari» (Venedik raporu). OSMANLI TARİHİ 403 dişah’ın yaklaşması üzerine kaçmış ve oğullarından zâten şecâatleriyle mâruf olan ikisini Şâh İsmail'den yardım istemeğe göndermiş olduğundan, onu tutamadı (26). Selîm, Ahmed'in firarından sonra münhal kalmış olan Amasya valiliğini Dâvûd Paşa'nın oğlu Mustafa Beğ'e vererek Teşrîn-i sânî nihayetine doğru (1512) (Ramazan 918) Bursa'ya döndü. Bu şehre girince ilk işi ecdadının kabirlerini ziyaret oldu; sonra askerine cömertçe mükâfat vererek, onları kışlaklarına dağıttı (Not: 6). Ahmed Pâdişah'ın dönüşünü haber alınca kaybetmiş olduğu hükümeti tekrar elde etmek için zamanı müsâid zannederek, iltica etmiş olduğu Kemah'dan sür'atle yol-alarak Niksar'a, Niksar'dan da Amasya'ya giderek orayı ansızın zaptetti; Mustafa Beğ Ahmed'in vâadlerine aldanarak onun verdiği vezâret unvanını kabul etti; şu suretle kendisini Pâdişah'a alenî bir düşman olarak göstermiş oldu (27). Selîm Ahmed'in muvaffakiyetini haber alınca, bunu —zâten vaktiyle Bâyezîd'e yapmış olduğu gibi kendisine de hıyanet etmekle itham ettiği— vezîr-i a'zam Mustafa Paşa'nın ifsâdlarına hami etti; zannı isabetli olduğundan biraz sonra hakikat olarak açığa çıktı. Selîm —biraderinin haremini bertakrîb almak üzere— Amasya'ya gayet gizli olarak bir kol ulûfeci (muvazzaf süvariler) göndermiş idi. Mustafa Paşa bundan, o aralık ey aletiyle hem-hudûd olan memleketlerde harb etmekte olan Ahmed'i haberdâr etti. Ahmed şu tahkirden oldukça hiddetlenerek kalabalık bir ordu ile döndü ve haremini ele geçirecek olanları yol üzerinde bekledi. Pâdişâhın süvarileri birdenbire hücuma uğrayarak her taraftan çevrildiklerinden kayıtsız şartsız teslîm olmağa mecbur oldular (Not: 7). Vezîr-i a'zamın hıyaneti Selîm'e ulûfecilerin reîsi tarafından mı, yoksa Pâdişah'ın elde ettiği bir mektup ile mi haber verildiği ma'-lûm değildir. Herhalde Padişah hâinin cezasını gayet alenî ve müessir surette vermek için dört vezirini fevkalâde bir dîvâna davet etti (28); vezirler Bâb-ı Hümâyûn'a geldikçe kendilerine hil'at-ı fâhire giydirildi: Yalnız Mustafa siyah bir libas giymiş olduğu halde içeriye alındı; hiç şübhe bırakmayan bu işaret üzerine cellâdlar Mustafa'yı yakalayarak boğdular; cenazesi sokağa atılarak köpeklere yem oldu (29) (Not: 8). Mustafa'nın vefâtıyle vezîr-i a'zamlık münhal kalmış olduğundan Hersek Ahmed Paşa dördüncü defa olarak bu en yüksek, fakat tehlikeli me’ınûriyete getirildi. ŞEHZADELERİN İDAMLARI Selîm'in şübheleri ve selâmeti uğruna fedâ (30) edilen yalnız Musta(26) (27) (28) (29) (30) Venedik sefirinin 9 ve 26 Teşrîn-i evvel ve 12 Eylül 1512 tarihli raporu. Sa'dü'd-dîn, varak: 613, Solak-zâde, varak: 83. Nuhbetüt-Tevârîh, Âlî. Marini Sanoto'da Venedik raporu. Menavino, Civvio. İstanbul'da Venedik sefirinin 3 Kânun-ı eweı tarihli raporunda şöyle görülür: «II Signore, venuto in Brousa, avea fatto strangolar Mustafa HAMMER fa'nın başı değildi; bu birinci idâm, Selîm'in saltanat senesi Teşrîn-i sâ-nisinin 27'inci cuma ertesi günü (31) —ki dîvân-ı hümâyûn toplanması için tâyîn edilen günlerdendi— Selîm at üzerinde bir dîvân yaptıktan sonra askerine resm-i geçit yaptırdı. Yeniçeri kumandanlarından beşi Bur-sa'ya giderek herbiri Pâdişâh'ın orada mahbûs olan beş birâder-zâdesin-den birini saraya getirmek üzere emir aldı; bu şehzadeler Sultân Mah-mûd'un üç oğluyla, Alemşah'ın oğlu Osman ve Şehenşâh'ın Mehmed idi: Mehmed ancak yedi yaşında, diğerlerinin yaşları ise ondört ile yirmibir arasındaydı. Şehzadeler İstanbul'a getirildiklerinde bir odaya kapatılarak ertesi günü idâm edildiler (M.İ. 3). Cellâdlar içeriye girdikleri zaman bu bîçâre çocukların en küçüğü diz-üstü çökerek hayâtının bağışlanmasını istirham ile günde bir akçe ile Pâdişah'a hizmet edeceğini söyledi (32). Alemşah'ın oğlu Osman —ki yirmi yaşındaydı ve daha o yaşta yüksek hasletlerini gösteriyordu— kendini tutmağa gelen cellâdlara karşı nefsini cesurca müdâfaa etti; mücâdele arasında o müdhiş takımın reislerinden birinin kolu kırıldı, bir diğeri de öldürücü bir bıçak darbesi aldı (33). Pâdişâhın kardeş-çocukları canilerin çokluğuna takat yetiremeye-rek bağlandılar ve zâlimce boğuldular. Cenazeleri Bursa'ya nakledilerek Selîm'in emriyle II. Murad'ın yanına defnedildi. Korkud, bu şehzadelerin idamı haberi üzerine (34), Selîm'in kendisi için de bu akıbeti hazırlamasından korkarak sancak beğlerini ikna ve diğer Yeniçerileri kendi tarafına celb etmek üzere her çâreye tevessül etti. Korkud, Yeniçeriler'in yardımlarıyle kendisini tehdîd eden fırtınayı ber- (31) (32) (33) (34) bascia per due cause; Tuna per che il se intentdeva ccLL Ahmet. L'altra, perche l'havea cuhcsiato a levarsis de Angoli (Angora) de che e seguito che il fraelello Ahmet con ajuto avuto da Sofi e co li altri Sofi de pease (Teke beyleri) a dato rota Sg r Turco su la Natolia, e a rlcuperato Ama. sia.» Marini Sanoto. Menavino: «Bir cuma ertesi» sefirin 3 Kânun-ı evvel tarihli raporundan evvelki cuma ertesi 27 Teşrin-i sânî idi. «Si buto in ginocchione che li dasse la vita e un aspro al giorno che lui non voleva Signoria, tamen fece di segno che fossestrangulato.» Marini Sanoto, Civvio: Fatti illuetri di Selini (Selîm'in Vekayi-i Meşhû-resi). Sansovino, 1, s. 344. Sansovino, şehzadelerin vefâtmı yanlış olarak Mustafa'nın vefatından evveı gösterir. Menavino. Korkud'un Pâdişah'a sulh teklifini mübeyyen mektubuyla Selîm'in cevâbı Feridun Beğ Münşeâtı'nda 244, 245 numaralardadır. Codex di Paris, s. 79 OSMANLI TARİHÎ 405 edeceğini ümîd ediyordu. Fakat Selîm onun ifsâdâtından vaktinde haberdâr olduğundan bir av bahanesiyle birdenbire Bursa'dan çıkarak beş gün gittikten sonra maiyyetinde onbin süvari ile Manisa önüne vardı. Korkud ancak kaçabilmek için vakit buldu ve mûtemed, sâdık dostu Pi-yâle refakatinde olduğu halde, sarayının arka kapısından çıktı. İki firârî yirmi gün bir mağarada saklı kaldılar. Gizlendikleri yerden çıkmağa mecbur olduklarından tebdîl-i kıyafetle Teke vilâyetine iltica ettiler. Oradan da Avrupa'ya gitmek çâresini bulacaklarını ümîd ediyorlardı; lâkin bir ihtiyatsızlık kendilerini kaybettirdi. Bir kaya oyuğunda yeni bir sığınak aramağa mecbur olduklarından bir Türkmeni kendilerine yiyecek getirmek için göndermişlerdi. Piyâle bunun için kendi atını vermişti. Türkmen'i yeni hayvanının sırmalı eyeri arkadaşlarına şübhe verdiğinden mültecilerin itimâd ettikleri şahsı tâkib ederek onların sığınaklarım buldular ve Teke vâlîsi Kaasım Beğ'e haber verdiler (35). Kaasım gayretini göstermek hususunda hırslı olduğundan, mültecileri basarak esîr etti. Selîm, Korkud'un haremini getirerek Bursa'ya girerken bu haberi de aldı (36). Neticede, esirleri getirmek için Kara Çinoğlu'nu me’ınûr etti. Şehre yaklaştıklarında kapıcı-başı Sinan —zahirde Korkud'u biraderi adına selâmlamak, fakat hakikatte onu idâm etmek üzere— istikbâline çıktı. Geceleyin Sinan Piyâle'yi —maksadını anlamağa vakit bırakmadan— efendisinden ayırdı ve Korkud'u uyandırarak Pâdişah'ın kendi hakkında çıkardığı idâm kararını bildirdi (37). Korkud, bir saat müsâade taleb ederek, Pâ-dişah'a —hıyanetinden dolayı kendisini azarlar mâhiyette— manzum bir taraf (35) (36) (37) ve 283 (Beşinci cildin Açıklamalarına bk). (Mütercimin İlâvesi: Korkud' un arz-ı itaattan ibaret ve Muhlis-i bUştibâh Korkud-i izzet-hâh» imzasıyla imzalanmış olan mektubuyla Pâdişah'ın cevâbnâmesi, İstanbul matbuu Feridun'un birinci cildinde 345 ve 346’ıncı sahîfelerdedir. Gayet vecîz olan Pâdişah'ın cevâbı aşağıda aynen naklolunur: «Cenâb-ı izzet-meâb, uhuvvet-i nisâ-b, muhabbet-i iyâb, meveddet-i kıbâb, şevket-iktisâb birâderüm Sultân Korkud-ı kâmbeyn ve kamyâb hafazanallahü teâlâ ve idamehu cenabına tevkî-i refi-i hümâyûn vâsıl oldukda ma'lûm ola ki: ahd-ı sabıkam ibkasına irsal eyledüğin tazarru'-nâme vâsıl oldı ve ol bâbda senün dahî ma'lûmundur ki benüm garazım saltanatdan intifâ-ı nâr-ı fiten olup sabıka celâlî Şeytan-kulı nâm mel'ûnun tuğyanında ve Erdebîl oğlı denen İsmâil-i pelîdün şarka istilâsında ve Kaysariya hududuna gelüp itdüği evzâ'dan dîn ü devlete ne denlü kusur irişmiş'di. Hâlâ bi-lnâyetullahu teâlâ izn-i şer'-i kavîmüle şark canibine azîmet-i hümâyûnum mukarrer olup mâdâm ki siz ahd-i sabık üzre olasız, bu cânibden asla endîşe itmeyüp duaya İştigâl buyu-rasiz vesselam.» Sa'dü'd-dîn, varak: 665. Solak-zâde, varak: 83. Nuhbetüt-TevâHh. Menavino, Della morta Sulthan Coructh fratello di Sulthan Selim; Civvio, Selim'i Meşhûresi; Sansovino, 345. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, Âlî. 406 HAMME R mektup yazdı. Mektubu bitirdikten sonra başını meş'ûm ipe teslim eyledi. Ertesi gün Korkud'un cenazesi kendisine arz edildiği vakit, Selîm biraderinin figânnâmesini okurken —gerek nedamet ile gerek riyâ ile olsun— pek çok gözyaşı döktü. Yalnız o kadar keder ile de kalmayarak üç günlük umûmî bir matem emretti, ve biraderinin iltica ettiği yeri haber vermiş ve hizmetlerine mükâfat istemek üzere Bursa'ya gelmiş olan Türk-menler'den onbeşini —Şehzade Cem'in eşyasını yağma etmiş olmakla iftihar eden haydutları çarmıha germiş olan Bâyezîd'i taklîden— hakaretle idâm ettirdi (38). Piyâle, Korkud'un türbedarlığına me’ınûr edilerek, hayâtının geri kalanını efendisi için ağlamakla geçirdi (M.î. 4). Kış sona ermek üzereyken Ahmed yirmi bin süvârî ile Amasya'dan hareket ederek Bursa yolunu tuttu. Zâten biraderinin şecaati hakkında pek zayıf bir fikir peyda etmiş olan Selîm, Yeniçeri ağasını —üç gün içinde onbin Yeniçeri'den mürekkeb bir ordu getirmek üzere— ale'l-acele İstanbul'a gönderdi. Ağa, Pâdişâh'ın tâyin ettiği müddet zarfında gelerek Mudanya Körfezi'ne çıktı (39). Hemen o gün Selîm hasmının karşısına koştu. Ahmed Keşîş Dağımın kenarından geçerek Bursa'ya giden yola hâkim bulunuyordu. Selîm'in öncü askerine kumanda eden imrahor Mehmed Ağa ile Anadolu Beğlerbeği, Ahmed'in geçişine engel olmak istedilerse de tamâmiyle mağlûb olarak yedibin telefân ile geri çekilmeğe mecbur oldular (14 Nisan 1513). Şu hâlde Pâdişah'a ancak sekiz, nihayet onbin asker kalıyordu (40); Ahmed kendisine müsâid olan ahvâlden istifâde edebilmiş olsaydı, Pâdişâh'ın hâli fena idi. Birinci muharebenin sonunda edeceği yeni bir muharebe şübhesiz kendisini tahta götürecekti. Lâkin Şehzade Ahmed, kardeşini tâkîb edecek yerde, Dukakin-oğlu Ahmed Paşa ile Tatar Hanı'nın oğlu ve Selîm'in dâmâdı Saadet Giray'ın birbirini müte-âkib getirdikleri asker ile Pâdişâh'ın bir ordu teşkil etmesine vakit bıraktı. Hân-zâde —herbiri yedeğine dört hayvan almış— beşyüz Tatar'ın (41) riyasetinde olarak hânın ihtiramlarını tebliğ için gelmişti. Bu yeni kuvvetler toparlanınca, Pâdişâh — ordugâhını biraderinin ordugâhından ayıran— Aksu Çayı'nı (Not: 10) geçti. İki ordu, 24 Nisan 1513'de (42), Bâyezîd'in tahttan ayrılışının yıldönümünden bir gün evvel, Yenişehri ovasında mevkî aldılar.. Kavga başlamadan evvel Ahmed —beyhude kan dökmemek için— münazaalarını şahsî mübâreze ile halletmeyi Pâdişah'a teklif etti; lâkin Nuhbetü't-Tevârîh, Âlî. Neşrî, varak: 26: Âlî, varak: 10; Cihân-nümâ, s. 626, Menavino. (40) Menavino'ya nazaran 8.000, Venedik sefirlerinin raporlarına nazaran 10.000 (38) (39) kişi. (41) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Âlî, Menavino, Civvio, Tubero. (42) Alfonson Ollua, s: 105. OSMANLI TARİHÎ 407 Selîm, muharebedeki ümîdleri tercih ederek, bunu reddetti ve teklifi duyurmağa gelen münâdîye bin akçe hediye vererek ruhsat verdi. Beşyüz çarhacı iki taraftan muharebeye başladılar. Selîm, düşman safına karşı üçbin süvârî ayırdı; Ahmed üç misli bir kuvvetle onları bozdu. Zafer Ahmed tarafına yönelmek üzereyken Anadolu Beğlerbeği (43) Yeniçeriler'le ve Saadet Giray Tatarlarıyle Ahmed'i yan taraflarından sardılar. Onların darbeleri o kadar şiddetli oldu ki, Ahmed'in askeri bozularak taraf taraf kaçtı. Ahmed, hareketin umûmî vaziyetine uymağa mecbur olduğundan, atının dizginini çevirerek su dolu hendeği tâkîb eden ince bir yolu tuttu; lâkin toprağın birdenbire atının ayağı altından kayması üzerine at yıkıldı; takibine koyulmuş olan Dukakin-oğlu (44), Şehzade henüz kendisini kurtarmağa vakit bulamaksızın yetişip onu esîr etti. Ahmed, biraderinin nezdine götürülmesini istedi; lâkin Selîm görüşmekten istinkâf ve bir Osmanlı şehzadesine (45) lâyık bir sancak vereceğini ilâve etti. Bu îmâlı ce-vâb idâm kararı idi; Korkud'un cellâdı olan Sinan karârın icrası için emir aldı (46). Ahmed, meş'ûm darbeden evvel parmağından —kıymeti Rumeli'nin bir senelik vergisine muâdil olduğu rivayet edilen— bir yüzüğü çıkarıp değersizliğine bakmayarak bir yadigâr olmak üzere kabulü ricâsiy-le (47) Pâdişâh'a vermesini tenbîh etti. Cenazesi Bursa'da II. Murad türbesi dâhilinde Selîm'in beş birâder-zâdesinin cenazelerinin yanına defn edildi (48). ECNEBİ DEVLETLERLE SİYÂSÎ MÜNÂSEBETLER Selîm , Bursa'dan hareket ederek Gelibolu'ya gitti; yolu üzerinde, Çanakkale Boğazı'nda Avrupa sahiline hâkim olup Türkler'in «Kilidü'l(43) (44) (45) (46) (47) (48) Tubero, Anadolu Beğlerbeğini «Sinan» tesmiye ederse de, bu bir hatâdır; çünkü Sinan bir sene sonra beğlerbeği olmuştur. Menavino, ve Civvio. Tubero. Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn, Âlî. Venedik sefirinin raporunda (Marini Sanoto'ya müracaat) Ahmed'in Du-kakinoğlu'na vermek istediği, fakat onun «Pâdişâhın bir kulu için ÇOK kıymetli» bularak reddetmiş olduğu ikibin duka değerinde bir tuğdan bahsedilmiştir. Solak-zâde, bu hususda şöyle söyler: «Nizâm-ı âlem içün, kavâid-l âl-i Osman eyeddühümullahü'l-mennân üzere kaydı görüldü.» Solakzâde, varak: 84. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü'-tTevârîh, Âlî, Belîğ-i Bursevî Selîm'in târih-nüvis ve o vakit dîvân-ı hümâyûn kâtibi olan Mehmed nişancıdan rivayet ile, Ahmed'in af talebi için Selîm'e mektup yazmış olduğunu, fakat Pâdişah'ın Ahmed'e Şeytan-Kulu zamanındaki atâletinden ve kadınlara yakışacak surette ömür geçirmesinden dolayı kızarak Ahmed için hazırladığı müthiş cezadan dolayı bu suretle kendini temize çıkardığını iddia eder 408 HAMME R Bahir» adını verdikleri kaleyi ziyaret ettikten sonra, Aynaroz'a vâsıl oldu (49). Vezirler, Pâdişâh'ı orada bekliyorlardı. Selîm onları maiyyetine alarak İstanbul'a ve oradan Edirne'ye gitti. O vakte kadar yeni pâdişâhı tanımakta gecikmiş olan devletler, tahtın hakîkî vârisinin kim olduğuna şübheleri kalmadığından, Selîm'in dostluğunu kazanmak için Edirne'de birbirleriyle rekabete başladılar. Selîm, evvelâ —bağlılıklarını arzetmek mîâdı dolmuş olan vergiyi ödemek için gelmiş olan— Boğdan ve Eflâk sefirlerini, daha sonra eski ahidnâmeleri yenilemeğe me’ınûr Macaristan ve Venedik sefirlerini kabul etti. Selîm'in bütün nazar-ı dikkati Şark üzerine müteveccih olarak, harîsâne maksadları arasında Garb henüz hiçbir mevkî tutmamakta olduğundan, bu ahidnâmelerin müzâkeresi pek kolay oldu. Pâdişâh, cülusunun başlarında Venedik hükümeti reisine mektup yazmış ve bunda Bâyezîd'in saltanattan kendi nzâsıyle feragat eylediğini göstermeyi bilhassa iltizâm etmişti. Pâdişâh'ın bu mektubu tevdî etmiş olduğu Semîz Çavuş (50) kalabalık bir maiyyet ile Venedik'e giderek orada tamamen Şark'a yakışır bir debdebe ile görünmüş ve Senato'ya on asilzade tarafından götürülmüş idi (51) (14 Temmuz 1513). Nikola Justi-niani, Selîm'in cülusunda İstanbul'a gönderilmiş ve Pâdişah'a Bursa'ya kadar refakat ederek, oradan Korkud'un ve Ahmed'in mağlûbiyet ve idamlarını Venedik hükümetine yazmış idi. Bunun için Venedik Pâdişâh'ın nezdine yeniden bir sefîr göndermeğe davranarak, Antonio Justiniani'yi intihâb etti. Bu sefîr Pâdişah'ı Edirne suru dâhiline kadar tâkîb etti. Jus-tiniani hüsn-i kabule mazhar olduysa da, ümîd etmiş olduğu şeylerin hepsini istihsâl edemedi. Selîm; yerlilerle Venedikliler arasında çıkan dâvalarda Hıristiyanlar'ın şehâdetinin kabulü; Venedik Cumhuriyeti tebeasmm Türkiye'de yaptıkları vasıyyetnâmelerin kabul edilirliği; o vakte kadar İstanbul'da üç sene kalmış olan (52) Venedik sefirinin bir sene daha uzatılması gibi taleblerinin bâzılarını reddetti. Bununla beraber sulh ahid nâmesi yine imza edilerek (17 Teşrîn-i evvel 1513), eski ahidnâmedeki şartlara dokunulmadı. Selîm ordularını İran hududuna götürmeğe hazırlandığından, şimdilik Avrupa devletlerini hoş tutmakta büyük menfaat görüyordu. Justiniani'nin Venedik'e dönüşüde bir Türk sefiri pâdişâhın ahid tasdiknamesini hükümet reisine vermek me’ınûriyetiyle ona refakat etti. Bu sefîr, —selefleri gibi— hizmet ettiği hükümdara yaraşır bir ihtişam (49) (50) (51) (52) Lutfî, Yarak: 76. Marini Sanoto. Marini Sanoto: «A di 14 luio la matina venne l'Orater del S. Turcho vestito de vestagna d'oro fodero di raso e con la veste vetudo, e li soi alcuni vestiti di veludo ponazo, altri veludo verde altri di scarlato.» Marini Sanoto'da, Justiniani'nin 1513 Eylül tarihli raporu sulh ahid-nâmesinin aslı 17 Teşrîn-i evvel tarihli (Şa'bân 919) ve Türkçe'dir. îti-mâd nâme Yunanca yazılmış olup Venedik Hazîne-i Evrakı'nda mevcuttur. OSMANLI TARİHİ 409 ve debdebe gösterdi (53). Marten Çobur —Macar Kralı nâmına Türkler'in Sava nehri sahillerini istilâları üzerine sonunda inkıta'ya uğramış olan mütârekeyi yenilemek için— Antonio Justiniani ile hemen aynı zamanda Edirne'ye vâsıl olmuştu (54). Lâkin Çobur'un seyahati esnasında —kumandanlıkta Pereni'ye halef olmuş olan— Vesprim Piskoposu Piyer Berislov Avenna (Onna) ve Sava nehirleri arasında Türkler üzerine hücum ederek ikibin kişiyi öldürmüş idi. Diğer taraftan Jan Zopolya, Transilvanya'dan Eflâk'a girmiş ve Sureni'ye kadar ilerleyerek pekçok esîr almış idi. Bu düşmanca hareketler ciddî bir muharebe doğurabilirdi; lâkin Selîm ile Macar sefiri arasında mütâreke üç sene müddetle yenilendiğinden Berislov Zopolya derhâl geri dönerek, mes'ele orada kaldı. Yine o zamana doğru, Selîm iki sefîr daha kabul etti. Bunların biri Mısır Sultânı Kansu Gorî (Gavri) tarafından paha biçilmez hediyeler getiriyordu (55), diğeri de Rusya büyük-hükümdârı Vasili tarafından idi. Vasili tebeasının ticâretini dâima daha ziyâde artırmak istediğinden ve Osmanlı Devleti ile ittifak akdetmenin kendisi için pek faydalı olacağını hissettiğinden, selefi III. Jan'ıh politikasına uygun olarak, zabitlerinden Alek-sief isminde birini Selîm'e göndermiş idi (1514). Bu sefîr —milletinin haysiyetini pek alçakça ta'zîmât ile lekelemeksizin— Pâdişah'ı Vasili'nin kendisine karşı beslediği samimî hisler hakkında te’ınîn etmeğe me’ınûr idi. Zât-ı şahaneyi selâmlarken huzurunda diz çökmek yerine kollarını kavuşturması ve efendisinin nâmesini Hünkâr'a verirken —zât-ı şâhâne evvelce Vasili'nin afiyetini sormadığı halde— onun da Sultân'ın afiyetini suâl etmemesi sefire tenbîh edilmiş idi. Bununla beraber Aleksief'in aldığı talimatta bunlardan başka mu'tâdm hâricinde birşey yoktu. Hükümdarın nâmesi saygı tabirleriyle yazılmıştı; şu sözleri ihtiva ediyordu: «Babalarımız hakîkaten birâderâne bir ittihâd ile yaşamış idiler; niçin onların oğulları da öyle yapmasınlar?» Aleksief Selîm tarafından hüsn-i kabule mazhar olduktan sonra Men-kûb Beği Kemâl refakatinde olduğu halde, Moskova'ya döndü. Hükümdar, etrafında «boyar»ları bulunduğu halde, Osmanlı sefirini kabul etti. Sefîr, biri Arab, diğeri Sırp lisânında yazılmış iki pâdişâh nâmesini itâ etti. Bundan başka efendisinin dostâne hislerini tebliğe me’ınûr idi. Bu, Selîm'in, (53) (54) (55) «Vestito de veludo cram esin e vestagna d'oro, fodera di zibellino, avuto 500 ducati per spese del viaggio .accompagnato da 10 gentiluomini Li altri Türeni vestiti de damascho giallo e lionado, chi panno turchesco, chi di scarlato.» Engel, Macaristan Târihi, 2, s. 161. Mısır sefaretinin geçmiş olduğu Dımışk (Şam) şehirlerindeki Venedik konsolosunun 25 Eylül 1512 tarihli raporu. 410 HAMME R pederinin tahtından ferağı üzerine Rusya sarayına göndermiş olduğu sefîr idi. Ertesi sene (1515), Çâr'ın en sâdık bendelerinden olan, Kurubof Menkûb Beği'ni İstanbul'a kadar tâkîb ederek Vasili'nin cevâbını getirdi. Bunda Vasili, Mengli Giray'ın Litvanyalılar'a yardım etmiş olmasından şikâyet ederek, o kavim ile dostâne münâsebetlerinin kesilmesini Hân'a emretmesini rica ediyordu. Kurubof bir de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tecâvüzî ve tedâfûî ahidnâme müzâkeresine me’ınûr idi. Lâkin bu mühim mes'ele te'hîr edildi. Selîm, cevâb olarak, bu iş için Moskova'ya başka bir sefîr göndereceğini söyledi ve bir kere İran ile harbe başladıktan sonra vaadini hatırına getirmedi. Yalnız Kefe'de ve Azof'da ticarî serbestiye dâir bir muahede akdedildi (56). Burada, Vasili'nin hayâtının son senelerinde Pâdişah'a göndermiş olduğu diğer bir nâme hakkında birkaç kelime söyledikten sonra, tekrar vukuatı tâkîb ederek vak'aların sırasını bir daha kesmeyeceğiz. Vasili, (1514'de vefat eden) Mengli Giray'ın büyük oğlu ve halefi Mehmed Giray ile harb ettiği zaman — Pâdişâh'ın Tatar Hânı üzerinde nüfuzu olduğunu bildiği için— Selîm'in nezdine yeni bir sefîr gönderdi. Bu sefîr Pâdişâh'ın vaad etmiş olduğu ikinci nâmeyi almamış olmasından dolayı efendisinin teessüfünü tebliğ etmekle ve Hân'ın teşebbüslerine son verecek ve hem Litvanya, hem de Polonya hükümetlerini korkutacak bir ahidnâme müzâkeresine me’ınûr idi. Bu yeni müracaat da birincisinden daha fazla muvaffakiyete nail olamadı. Selîm, Glohvastof adı verilen, Moskof sefirine Rusya hükümdarı hakkında pek meveddetkârâne bir cevâbnâme vererek, iki millet arasında ticâretin serbestliğini te'kîd etmekle iktifa etti. ŞAH İSMAİL'İN DEVAM EDEN İSTİLÂLARI VE ŞİİLİK FESADI Yeni Pâdişâhın, mensûb oldukları sarayların tebriklerini ulaştırmak için acele etmekte olan Venedik, Macaristan, Mısır, Rusya sefirlerinin tehacümünden, İran tarafından bir sefîr gelmemiş olması, daha ziyâde na-zar-ı dikkatini cerbetmişti. Sultân Selîm ile müthiş rakibi Şâh İsmail arasında harb çıkacağını o zamandan itibaren herkes anlamıştı. Safevî Hânedânı'nın müessisi alenen Şehzade Ahmed tarafını tutmuştu. Sarayı o bedbaht şehzadenin —ilk ikisi Ahmed'in pederinin mirası için münazaa etmek üzere silâha sarıldığı vakit, üçüncüsü Yenişehir muharebesinden sonra— birbirini müteâkib iltica eden üç oğluna kurtuluş kapısı olmuştu; Alâeddîn Kaahire'ye firar ederek orada vebadan vefat etmişti (57). Şâh İsmail memleketini Selîm'in düşmanlarına açmakla ik(56) Karamsin, Rusya Târihi, Riga 1825, 7, s. 47, 58, 78. (57) Venedik sefirlerinin 9 ve 26 Teşrîn-i evvel 1512 tarihli raporları. Marini Sanoto. OSMANLI TARİHİ 411 tifâ etmeyerek, onunla bizzat harbetmeğe hazırlanıyordu. Bu niyetle —Osmanlılar'a karşı tasavvur ettiği harbe iştirak ettirmek ve ikiyüz köle ile on tane diri vaşak takdim etmek me’ınûriyetiyle— Mısır Sultânı'na parlak bir sefaret hey'eti göndermekte acele etmişti (58). Sultân Selîm ise bu ahvâle vâkıf olduğundan şu zuhur eden yeni şikâyet sebepleri, İran Şâhı aleyhinde —menşe'i eski hâtıralara kadar çıkan— nefretini büsbütün artırdı. Lâkin iki hükümdarın birbirine karşı mevkilerini iyi anlamak için, geriye doğru bir nazar atfederek, Şâh İsmail'in cülusunun yedinci senesinden itibaren İran'da geçen vak.alara dönmek lâzımdır. *** Hatırlanacaktır ki, —ikisi de Selîm'e dostluk bağlarıyla bağlı bulunan— Akkoyunlu ve Karakoyunlu beğlerinin (59) sükûtu İran hükümdarının askerî muvaffakiyetlerini bilhassa taçlandırmıştı. Şâh İsmail, hem bu beğlerin itaati altında bulunan memleketlere, hem de Şirvan ve Mâ-zenderân Şâhları'nın memleketlerine hâkim olunca, Irâk-ı Arab ile Horasan'ı dahî hükümetine ilhak etmek istemişti (913/1507). İsmail, Dülka-dir Beği'ni te'dîb ettikten sonra, İran'a avdete hazırlandığı sırada —Akkoyunlu sülâlesinin en son vârisi Murad tarafından Diyâr-ı Bekr hükümetine tâyîn edilmiş olan— Emir Beğ istikbâline çıkarak, kalenin anahtarlarını kendisine teslim etti ve memleketi kolayca fethetmesine yol gösterdi. Ertesi sene (914/1508) İsmail, Murâd'ın hükümet merkezine yürüdüğünden Murad, memleketini terk ederek Suriye'ye gitmiş idi. Bütün arazîye hâkim olan İsmail, oranm idaresini, hânlarının en cesuru olan Mehmed Ustaclu'ya verdi; Bağdâd'ı da —şübhesiz ki bu şehrin eski hâkimlerinin hâtıralarıyle istihza etmek için «Halîfetii'l-Hulefâ» (60) gibi. muhteşem bir unvanla tezyin edilmiş olan— bir hadım ağasına verdi. İsmail bütün seneyi (915/1509) kalabalık bir ordu ile, Basra Körfezi ile Hazar Denizi arasında uzanan ve Hûzistân'da Şüster şehrinden Şirvan'da Bâkû şehrine kadar olan mıntıkaları dolaşmakla geçirerek, ordugâhını kış- (58) (59) (60) Şam'da ikamet eden Venedik konsolosu —ki Kaahire'ye giden hey'et-i sefaret oradan geçmişti 25 Eylül 1512 tarihli raporunda şöyle söyler: «II sophi mando al Soldan ambasc'atori da li primi suoi baroni e uno suo segretario scientifico. Li quali insieme passi per questa terra molto honestamente con curalli 200, con dieci lovi cervieri.» Marini Sanoto. Selîm'in henüz Trabzon vâlîsi iken Elvend ve Yâkûb Beğler'e yazmış olduğu mektuplar Münşeât-ı Feridun'da 242've 244 nu.larda; cevâbları da 245 ve 246 nu.lardadır. Paris nüshası, s. 301 ve 303. Yâkûb'un mektubu Karabağ kışlağındandır ki, Langles «Kaz Dağ» diye isimlendirilen yer zannetmişti. «Notices et extraits des Manuscrlts du Roi», 5, s. 684. (M.İ. 5) Nuhbetü't-Tevârih'de. — 412 HAMME R lamak üzere —henüz mukavemet etmekte olan kaleleri zapt etmek için— Bâkû şehri civarında kurdu. Şâh îsmâil, 1510 senesi yazı esnasında askerini —Timur'un torununun oğlu olan Hüseyin Baykara'ya âit-ve Ceyhun'un beri tarafındaki memleketleri fethederek hükümranlık sahasını genişletmiş olan— Özbekler Hânı Şîbek'e karşı (M.İ. 6) götürdü. İsmail, pek kat'î olmayan birkaç muharebeden sonra düşmanın önünden kaçar gibi görünerek onu bir pusuya getirdi; onbeşbin süvârî ile İsmail'i tâkib etmekte olan (1510/916) (61) Şî-bek Hân, ihtiyatsızlığının cezası olarak hem kendisinin hem de maiyyetin-den onbin kişinin hayâtını kaybetti. Bu muvaffakiyetle mağrur olan gâ-lib, düşmanın kafatasını en paha biçilmez taşlarla süsleyerek ömrünün geri kalan kısmında kâse makamında kullandı. Başının üzerindeki deriyi de baharat ile doldurduktan sonra zafer nişanesi olarak Sultân Bâyezîd'e gönderdi (62). Şâh Horasan hükümetini kurucularının reisi olan —vaktiyle İsmail'in pederinin kaatilinden intikamını almış olan— Abdal De-de'ye tevdî etti (63). Teke âsîlerine —yukarıda söylemiş olduğumuz— müthiş cezayı bu seferden İran'a döndüğünde icra etti (64). İsmail (65) kışlık karargâhını Kum'da te'sîs ederek, «Necm-i Sânî» (İkinci Yıldız) lakabı verilmiş olan Emîr Ahmed İsfahânî'yi Ceyhun'un öte tarafındaki memleketlerin fethine gönderdi. Ahmed nehrin sahiline varınca kendi askerini —Gazne hükümdarı ve Timur'un beşinci derecede torunu— Mîrzâ Bâbur'un askeriyle birleştirdi. Demir Geçidi'ni birlikte geçerek Herşî şehrini hücumla zabtedip ahâlîsini katlettikten sonra —Şîbek Hân'ın oğlu Demir Hân'ın (Not: 11) kendi ordusuyle yeğeninin askeri başında olduğu halde— Buhârâ ve Gucduvân şehirlerine (66) doğru yollarına devam ettiler. Bu defa muzafferiyet Özbekler tarafında kaldı: Ahmed İsfahânî bütün askeriyle birlikte mahv oldu. Bilâhare Hind'de Büyük Moğol Hü-kûmeti'nin müessisi olan Mîrzâ Bâbur da binbir güçlükle Gazne'ye dönebildi. Demir Hân ile yeğeni Ubeyd Sultân Ceyhun'u geçtiler. Fakat İsmail'in kendilerine karşı ilerlemekte olduğunu haber alınca alelacele döndüler (67). İran Şâhı, kumandanlarının mağlûbiyetine hiddetlendiğinden, OSMANLI TARİHİ (61) Nuhbetü't-Tevârîh. (62) Cenâbî, e. 135. (63) Nuhbetü't-Tevârîh. (64) Cengiz Hân birçok Moğol kabilelerine karşı büyük muzafferiyet kazanması üzerine esirleri kaynar su dolu yetmiş iki kazana attırarak bu işkencenin ilk misâlini göstermişti. (65) Malkolm, İran Târihi'nde: «İranlılar'ın bu Şâh-Velîsi Acem kitablarında ekseriya Şeytan-kulı ismiyle anılır» demekle fahiş bir hata yapar. Malkolm şu suretle Teke âsîsi Şeytan-kulı'yı Şâh İsmail ile karıştırır. (66) Gucduvân Buhârâ'ya altı fersah mesafede bir kasabadır. Râşehâtü Ayni'l-Hayât, istanbul basımı. (67) Nuhbetü't-Tevârîh ve Cenâbî. korkaklıklanyle askerinin şerefini düşürmüş olanları cezalandırmak suretiyle bu mağlûbiyetlerin önünü almak istedi. Özbekler'in üstün kuvvetleri önünde firar etmiş olan Abdal Dede —geçmiş hizmetlerine rağmen— misâl olarak seçildi: İsmail onu kadın elbisesiyle bir eşeğe bindirilmiş olduğu halde davul-zurna ile gezdirdi. Horasan'ın idaresi Sûriye'li Zeynel Hân'a, Belh de menşei Anadolu olan Dîv Sultân'a verildi. Bu vak'alar —İsmail'in oğlu ve halefi Tahmasb'ın doğumunu (68) görmüş olan—■ 919 (1513) senesinde cereyan etti. Baykara'nın torun-zâdesi, Timur neslinden Bedî'ü'z-Zamân o zaman İran sarayında idi. Bedî'ü'z-Za-mân —Şîbek Hân tarafından katledilmiş olan— pederi Sultân Baykara'nın vefatından sonra — Amasya Vâlîsi Ahmed'in oğullarını dahî kabul etmiş olan— Şâh'ın nezdine iltica etmiş idi. İsmail Ahmed'in ikinci oğlu Murad'ın tarafını tutarak büyük bir ordunun başında olduğu halde Osmanlı ülkesine tecâvüz etti. Şâh, ondört seneden beri dâima harbde bulunarak dâima muzaffer olmuş ve kendisine boyun eğmek istemeyen ondört hükümdarı mağlûp etmişti (69); Şirvan, Mâzenderân, Dülkadir, beğleriyle Akkoyunlu ve Özbek beğleri gibi Sultân Selîm'e de galebe edeceğini ümîd ediyordu: Lâkin bu mağrur galibin muzafferiyeti son noktaya varmış ve Osmanlı âmir-i mutlakının yükselen yıldızı karşısında onun muvaffakiyetinin yıldızı bütün parlaklığını kaybetmeğe mecbur olmuştu. İsmail'in yıldızı Çaldıran Muhârebesi'nde (Not: 12) karardı, on sene sonra da büsbütün kayboldu. i* •** Bununla beraber, İran hükümdarının o zaman uğradığı mağlûbiyetler ilk muzafferiyetlerini unutturamaz. Zâten Şâh İsmail'in XVI. asrın başlarına doğru ortaya çıkışı o kadar dikkate şâyân vak'alara sebeb olmuştur ki, bundan dolayı saltanatı zamanı Orta Asya siyâsî ve dînî târihinin en mühim devirlerinden birini teşkil eder. Avrupa —bilâhare Hıristiyan dînini ikiye ayıran karışıklık tohumlarının gelişmekte olduğunu hissettiği zaman— yüzelli seneden beri Asya'da gizlice intişâr etmiş olan yeni bir mezheb gittikçe müesseseleşerek İslâm âlemini birbirine düşman iki fırkaya ayırmıştı. Sünnîler ile Şiiler'in münazaaları Osmanlı ve İran devletlerinin mukadderatlarına o derecelerde te'sîr etmiştir ki, burada —aşağıdaki vak'aların anlaşılmasını kolaylaştırmak için— bâzı tafsilâta girişmekten sarf-ı nazar edemiyeceğiz. Bu râfızîlik de, Hıristiyan dinindeki râfızîlik gibidir (70); bağlı oldukS8) 919 hicrî senesinin 21 Zilhiccesinde (3 Mart 1513). 9) «Ondört nefer şehryâr-i evrengnişînün başların kesüp»... Solak-zâde, 84. ) Müverrih, Hıristiyanlık'taki râfızîlik tabiriyle Protestanların diğer Hıristiyan mezhebleri ile ihtilâfını kasdeder. Hemen hemen esâsa âit demek 414 HAMME R lan vak'alar iyi anlaşılmak istenilirse, ikisinin de epeyce tedkîk edilmesi lâzımdır. Lâkin ikisinin mâhiyyeti esasen birbirine zıddır; zîrâ Hıristiyan dîni birçok defâ kanlı muharebelere sebep olmuş olmakla beraber, Katolik ve Protestan mezheblerinin ne maksadlarında, ne ilk çıkış noktalarında hiçbir siyâsî ilke yoktur denebilir. Hıristiyanlığın hâkim olduğu memleketlerde dîn, devletten ayrıdır. İslâm'da ise bil'akis hükümetin esasları —kadîm Benî İsrail'in ruhanî hükümetinde ve Asya'daki mezheblerin hemen hepsinde olduğu gibi— dînin esaslarının aynıdır; taht'a tesadüf eden her darbe mihrâb'ı da sarsar. Nitekim Sünnîler ve Şiîler tefrikası yalnız mezhebi i'tikadlar hususunda değil, tahta tevarüs kaidesini tanzim eden siyâsî prensipler hususunda dahî bir tefrikadır. Bundan mâada Hıristiyan dîni başlangıcından birkaç asır sonra Katolik ve Protestan kiliselerine ayrılmış olduğu halde, İslâm'da yekdiğerine hasım olan iki mezheb, bu dînin daha ilk devresinde başlamıştır. (Hazret-i Muhammed'in vefatından ancak otuz sene geçmişti ki, Müslümanlar «hilâfet» mes'elesinde ayrıldılar. Bâzılarını Peygamber'in dâmâdı (Hz.) Alî ile evlâdı tarafını, diğerleri onun hilafını ve daha sonra Emeviyye hanedanının tarafını tuttular. Mes'ele âlemi İslâm'ın hükümeti (Hz.) Alî'nin evlâdına mı, Emeviyye (71) hanedanına mı âit olacağını bilmek idi. Alî'nin hasımları —ki hilâfet neticede onların tarafına geçmiştir— Sünnî yâni Peygamber'in yolunu harfiyyen tâkîb edenler unvanını aldılar; Alî taraftarları da Şiî ve Rafızî olarak isimlendirildiler. Peygamber'in damadından hükümeti almak isteyen ilk ordunun başında (Hz.) Muhammed'in en genç ve en sevdiği haremi ve Alî'nin muhalifi Âîşe bulunuyordu. Âîşe'nin Alî'ye muhalefeti, Peygamber'in bu gözde zevcesinin gerdanlığının kaybolması vak'asın-dan başlamıştı. Âîşe'nin mâsûmiyyeti hakkında âyet nazil olmuş idi. Bu sefer esnasında Âîşe'nin bir deve üzerinde olduğu halde Alî'ye karşı vâki' olan cengi Cemel Vak'ası diye adlandırılmıştır (36/656). Muaviye, Alî ve onun taraftarlarına karşı birçok muharebelerde bulunmuştur. Lâkin bu muharebelerin en kanlısı Hicret'in 37'inci senesinde vuku bulan (657) Sıffîn Muhârebesi'dir. 22 sene sonra Muaviye'nin oğlu ve hilâfet tahtında halefi olan Yezîd'in saltanatı zamanında, 10 Muharrem 60 / 21 Teşrîn-i evvel 679, Alî Evlâdı'nın en küçüğü olan Hüseyn —hiçbir düşmanı bulunmamış olsa susuzluktan öldürmeğe kâfî olan— Kerbelâ sahrasında mahv edildi. Bunun üzerine Âîşe ile Muâviye ve Yezîd, Alî Sü-lâlesi'yle taraftarlarının nefretlerini celbettiler. Ve onların nefreti tam bir ayrılık doğmasına sebep oldu. olan bu ihtilâf, Dört Mezheb ile Şiîler arasındaki ihtilâfın aynı olmadığı gibi, müverrihin Sünnîlik ve Rafızîlik hakkındaki ifâdeleri de kendi takdirinden ibaret olup, İslâm'a dâir sözlerin hakîloTği ve tafsîlâtı âit olduğu kitaplarda münderic bulunmuştur. (Mütercim) (71) Ümeyye de denilir. OSMANLI TARİHİ 415 (Hz.) Alî'nin oniki evlâd ve ahfadına «İmâm» unvanı verildi; bu unvan — camilerde cemâatle edâ edilen namazlarda isimleriyle beraber zikredilen— ilk İslâm halîfelerine dahî verilmişti. Bilâhare bu 12 adedi Alî taraftarlarınca mukaddes addedildi. İlk yedi imâm —hiçbiri Alî hanedanının hilâfetini te'sîs edemeksizin— irtihâl etmişlerdi. Abbasî halîfelerinin yedincisi olan Me’ınûn (Not: 13) —ki târihte ilim ve san'atları himayesiyle mâruftur— sekizinci imâm olan Alî bin Musa'yı kendisine vâris intihâb ederek kızı Ümmü'l-Fazl'ı onunla evlendirdi (201/ 816). Bu karar, ya vicdanî bir kanâatden, yâhûd kuvvetleri gittikçe artmakta olan Alî taraftarlarına akrabalık bağıyla merbut olmaksızın tahtı onlara karşı müdâfaa edememek korkusundan ileri gelmişti. Ali, «Rızâ» tesmiye edildi ve halîfe iki muhalif fırkanın barışmış olduğunu dışa karşı bir alâmet ile göstermek için Abbâsîler'in kullandıkları siyah rengi terk-ederek, Alî ailesinin ittihaz etmiş olduğu yeşil rengi kabul etti. Lâkin Me’ınûn'un bu kararı uzun müddet sürmedi; Rızâ'nın vefatında (211/826), Halîfe, Alî Evlâdı'nın hilâfetin vârisi olduğunu ilân eden irâdesini feshederek eski rengi iade etti. Bununla beraber Me’ınûn —Sünnîler'in memnuniyetsizliklerine rağmen— (Hz.) Alî'yi Peygamber ashabının hepsine tercih eylediğini söylemekten geri kalmadı. Me’ınûn'dan sonra tahta geçen torunu Mütevekkil, tamâmiyle muhalif bir vaziyet aldı. Bunun neticesi olarak minberler üzerinde (Hz.) Alî ve Hüseyn'in nâmlarını tel'în, kabirlerini tahrîb ettirdi ve türbelerini ziyaret etmeyi men' etti. Mütevekkil, onbeş sene süren saltanatında bîçâre Şiîler'i kılıç ve ateş ile tâkib etti. Mütevekkil'in oğlu, kaatili ve halefi olan Mustansır (861) pederinin izinden gitmedi; Alî'nin ahfadına hürmetle muamele etti. Bir asır zarfında Alî Evlâdı hiç rahatsız edilmediler. Fakat onlar hakkında, Âl-i Bûye (Büveyh)'nin kudretli hükümdarı olan Muizzü'd-devle kadar hiç bir hükümdar ihtiram göstermedi. Muizzü'd-devle sadece kendi menfaatini tâkib ile Abbâs-oğullarını düşürerek yerine Alî Evlâdı'nı geçirmek için her-şeyi yaptı. Halîfe Mutî'ullah'ın meâîsine rağmen, Hüseyn'in şerefine husûsî bir gün te'sîs eden (Not: 14) Muizzü'ddevle'dir. Kamerî senenin birinci ayının 10'una tesadüf eden gün —ki o vakte kadar Müslümanlar arasında, Nuh'un gemiden ve Yûsuf'un mahbesden çıkdığı gün olarak maruf idi— Muizzü'd-devle'nin emriyle bir kan ve matem bayramına çevrildi (352/953): Dükkânlar, çarşılar, umûmî binalar kapanırdı; kadınlar — saçları dağınık— Hüsyen-i Şehîd'in vefatı için acı acı bağırarak ve ağlayarak sokakları dolaşırlardı (72). Bu matem günü, Sünnîler ile Şiîler ara- (72) Malkolm, Porter, Moriye, Sarden; ona nazaran Döpre, Tankoani, Jöber. «Hacı Baba» nâmındaki romana dahî müracaat. 416 HAMKgR sında mukateleye sebep olarak üçyüz sene zarfında payitaht ile devletin bütün ülkesi kana boyandı. Şiîler; şu matem günü te'sîs edildiği günden beri, mezheblerinin bir âyîn-i esasisi addettiler: Bunun te'sîsinden otuz sene sonra, Bahâü'd-devle'nin veziri Ebû'l-Hasen Kevkebî onu lâğv etmek istediğinden galeyana gelen halk tarafından parçalandı (382/992). Bu matem günü zamanımıza kadar kalmış ve İran'da hâlâ tiyatrovârî bir tantana ile icra edilmektedir (73). Uzun müddet zaptedilebilmiş olan nifak, Kaadir-i Bi'llah'ın saltanatı sırasında, Bağdâd'da şiddetle zuhur etti. Sünnîler ile Şiîler arasında vuku bulan harbde şehrin Tavukpazan tamâmiyle yandı; Halîfe, ancak Gazne hükümdarı Mahmûd'un yardımlarıyla asâyîşi sağlayabildi (407/1016). Pek çok Şiî de kılıçla, ateşle (74) imha edildi (408/1017). Bu müthiş felâketlere rağmen, Râfızîler 12 (75) ve 20 sene (76) sonra —hep mâtem-i âşûra bahanesiyle— iki defa daha silâha sarıldılar. Hasımlarına karşı ettikleri son muharebede tamâmiyle imha edildikleri gibi ikamet ettikleri Kerh Mahallesi de baştan aşağı tahrik edildi. Şiîler, bu kadar zâyiâtdan ve mağlûbiyetlerden sonra zayıflamak şöyle dursun, fırkaları her gün yeniden iltihâk edenlerle büyümekte idi. Hicret'in beşinci (Hıristiyan takviminin onbirinci) asrından itibaren —kendilerini Alî Evlâdı olarak gösteren— Fâtımîler'in iddiaları Abbasî halîfeleri tahtı için gittikçe daha ziyâde tehdîd edici bir vaziyet aldı. Bezâzîrî Bağdâd'da hilâfet tahtını işgal eden Kaaim Bi'llah'ın zaafından istifâde ederek Fâtımîler tarafını tuttu ve kuvvetle müdâhele ederek Şiîler'in muzafferiyetini te’ınîn etti (77). O zaman hutbe, Mısır'daki Ftâımî Halîfesi Mustansır nâmına okunur ve sikke de onun nâmına basılırdı (78). Onsekiz sene sonra, Mütevekkil Bi'llah'ın saltanatı zamanında (79) Sünnîler eski üstünlüklerini tekrar elde ettiler. Şiîler on sene sonunda mücâdeleye başladıkları halde (80) hasımları tarafından mağlûp oldular (81). (Not: 10). Tefrika —bir asır zarfında— (73) M. D'ohsson. Gülşen-i Hulefâ, İstanbul'da matbu. Süyûtî: Târîh-i Hulefâ. Zehebî ve İbnü Şahne . (74) Zehebî, Gülşen-i Hulefâ. Suyûtî, İbnü Şahne ve Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene 408. (75) Kezalik, sene 440 (1048). (76) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene 444 (1052). (77) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene 444 (1052). (78) Kezalik, sene 450 (1058). (79) Kezalik, sene 468 (1078). (80) Takvîmüt'-Tevârîh, sene 478 (1085). (81) Takvîmü't-Tevârîh, sene 483 (1090). OSMANLI TARİHİ 417 yer değiştirerek Bağdâd'dan Suriye ve İran'a geçti. Şam'da (82) ve İsfahan'da (83) onaltışar bin kişi sadece İsmâîlî mezhebini tâkib etmek şüphesiyle boğazlandı. İsfahan'da katliâm sekiz gün sürdü. Bağdâd Halîfesi Nâsirü'd-dîn-illah'ın saltanatı zamanında Sünnîler ile Şiîler arasında aşure matemi münâsebetiyle yeniden münazaa zuhur etti. Bu —yedi seyyarenin mîzân burcunda toplandıkları için— Şark müneccimlerinin duyanın sonu olmak üzere gösterdikleri sene zarfında idi (84). Mezheb muharebesi bir defa uyandıktan sonra Nâsir'in — kırkaltı senelik bir devri kuşatan— bütün saltanatı zamanında devam etti. Nihayet Abbâsîler'in otuz-yedinci ve son halîfesi olan Musta'sım zuhur etti. Halîfe —Şark târihinde ile'l-ebed bir hâin olarak mâruf olan— veziri Alkame'nin hâinâne telkinleriyle Alî atraftarlarını Mütevekkil ve Kaadir-li Bi'llah'ın göstermiş oldukları dereceden daha büyük bir şiddetle tazyik etti (85) (M.İ. 7). Mus-ta'sım'ın mezâlimi düşmesine sebep oldu. Alkame, gizlice Şiîler tarafına bağlı olduğundan zavallı kardeşlerinin mallarını, haremlerini, çocuklarını Sünnîler'in düşman ellerinde gördükleri vakit, efendisinden gördüğü iyilikleri unuttu; onun müracaatı üzerine Hulâgû Bağdâd'ı istilâ ederek Abbasî Halîfeleri'nin kudret merkezi olan bu şehri harabeler altına gömdü (86). Şiî mezhebi, iki asırlık bir uykudan sonra Şâh İsmail zamanında yeni bir şaşaa ile zuhur ederek o vakitten beri İran eyâletleri üzerinde dâima hâkim kaldı. Osmanlı Hânedânı'yle İran'da Safevî Hanedanı, Alî ve Muâviye hanedanlarına neslen hiç mensûb değildiler; lâkin her biri bu iki ismin sembolize ettiği ayrı ayrı iki mezhebe mensup idi. Gerek kudret, gerek şöhret cihetinden birbirinin rakibi olduklarından dolayı Selîm ile İsmail arasında tabiî olarak meydana gelmiş olan nifak sebeblerine mezheb fikri de eklenmesiyle, Pâdişâh ile Şâh şahsî düşmanlıklarını mezhebdaşlarının nizâlarıyle karıştırdılar. Kendileri de bizzat cenk meydânına çıkarak Şiîler ile Sünnîler arasındaki eski husûmetleri birdenbire uyandırdılar: Bunun üzerine yeni bir mücâdele başlayarak buna hükümdarlar da, tebea-ları da eşit nisbette iştirak ettiler. Uzun ve müthiş bir mukatele iki memleket halkı arasında pek çok telefata sebeb oldu. (82) (83) (84) (85) (86) Takvîmü't-Tevârîh, sene 523 (1128). Takvîmü't-Tevârîh, sene 560 (1164). Takvîmü't-Tevârîh, sene 582 (1186). Takvîmü't-Tevârîh, sene 656 (1258). M. D'Ohsson, 1, 118. Hammer Tarihi, C: II. F.: 27 418 HAMME R MUHAREBE BAŞLIYOR Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar tarafından neşredilen ve Şâh İsmail tarafından tutulan Şiîlik mezhebinin Osmanlı memleketlerinde nasıl yayılmış olduğunu yukarıda söylemiştik. Teke âsîlerinin başlangıçta elde ettikleri muvaffakiyetler, Şeytan-kulı'nın Alî Paşa ile muharebede telef edilmesi ve ona halef olan iki reisin sefîlâne akıbetleri de hatırlardadır. O vakte kadar bu mezheb muharebesi —Osmanlı Devleti için— I. Mehmed zamanında Torlak Hû Kemâli (87) ve Simavlı (Simavna'lı olacaktır. Hazin.) Şeyh Bedreddîn'in isyanlarındaki mezheb muharebesinden daha vahim bir a'râz göstermemiş idi; lâkin yangın için için yanmakta olduğundan, az bir müddet içinde bütün şiddetiyle parladı. Selîm'in saray içinde tasavvur ettiği ve hazırladığ