HAMMER (Baron Joseph Von Hammer Purgstall) BÜYÜK OSMANLI

advertisement
HAMMER
(Baron Joseph Von Hammer Purgstall)
BÜYÜK OSMANLI
TARİHİ
2
(ÜÇÜNCÜ CİLT)
HİKMET NEŞRİYAT S A N . VE
TİC. LTD.
Sümer Mah. 24. Sokak No: 13 Zeytinburnu İSTANBUL Tel: (0212) 415 22 41 - 415 22 42
Faks: (0212) 415 33 35
Copyriht: S™ ÜÇDAL NEŞRİYAT
Bu cild, Almanca aslı ve Fransızca tercümesi karşılaştırılarak,
Mehmed ATA Bey'in tercümesi esas alınarak, yayına Mümin ÇEVİK
Erol KILIÇ tarafından hazırlanmıştır.
Çevik Matbaacılık Tel: 501 30 19
BU TARİHİN İKİNCİ DEVRESİ İÇİN
MÜELLİFİN MÜRACAAT ETTİĞİ
ŞARK MENBÂLARI CEDVELİ
Birinci ciltte beyan edilen vekayi nâmeler, küllî ve umûmî târihler, hal
tercümeleri, coğrafya eserleri, mecmualar ile vesikalardan bu ikinci devrede dahî
iktibas olunmuştur; bunlardan başka şu eserlere de müracaat edilmiştir:
1 — HUSÛSÎ TÂRİHLER:
1 — Selâm-nâme-i İshak Çelebi yahut Üskübî; Ishak Çelebî şuarâdan-dır;
pederi Üsküblü İbrahim'dir. 949/1542'de vefat etmiştir. Yalnız I. Se-lîm'in
cülusundan ve biraderi Ahmed ile muharebesindeki vekayiden bahseder. Üç
muhtelif nüshası vardır; biri büyük kıt'ada 38 varaktır; diğerleri küçük kıt'ada
seksenden yüz'e kadar varakayı muhtevidir (Keşfü'z-Zünûn'a göre vefatı târihi
944).
2 — Selim-nâme-i Sücûdî; şâir; îshak'ı tezyîl eder. Eseri Mısır fethine kadar
gider. Küçük kıt'ada 38 varakalık bir cilt; kolleksiyonumda mevcuttur.
3 — Selîm-nâme-i Keşfî: Küçük kıt'ada 90 varaka; kolleksiyonumda
mevcuttur.
4 — Selîm-nâme-i Sa'dü'd-dîn. Sa'dü'd-dîn'in Osmanlı devleti târihinden
büsbütün başkadır. Küçük kıt'ada 21 varaka; kolleksiyonumda mevcut. Diez'in
Denkwurdigkeiten A&ien's (Asya'ya Dâir Hâtıralar) kitabına müracaat (c. 1, s.
256). Kezâlik Paris'te Millî Kütüphâne'nin 74 numarasında Selîm-nâme- i Sa'dî
îbni Abdü'l-Mutaallis (?)'e müracaat. Bu sonuncu kitabın Sa'dü'd-dîn'in Selîmnâme'sinden başka bir şey olmadığı görünüyor. (Selîm-nâme, İstanbul matbuu
Tâcü't-Tevârîh'in zeylinde münderiçtir.)
5 — Selîm-nâme-i Celâl-zâde; Kanunî Süleyman'ın nişancısı; büyük kıt'ada.
Dresden Kraliyet Kütüphânesi'nde.
6 — Selîm-nâme-i Şükri; Türkçe, manzum; kolleksiyonumda orta boyda 90
sahifelik bir cih (Keşfü'z-Zünûn bunun müellifini ümerâ-yı Ek-râd'dan Emîr
Şükrî olmak üzere kaydeder).
6
HAMME
R
7 — Selîm-nâme-i Yûsuf; Kâtib Mısrî; Şükrî'nin Selîm-nâme'sini de nesir
hâlinde nakletmiştir. Şu yedi kitabın en iyisi olan işbu Selîm-nâme, îran ve Mısır
seferlerinde Pâdişah’ın maiyyetinde bulunmuş olan Zül-kadiriye sancağı
mutasarrıfı Koçı Beğ'in verdiği malûmat üzerine tertîb olunmuştur. Orta boyda
118 varaka; kolleksiyonumda mevcuttur.
Aşağıdaki eserler bilhassa Mısır fethinden bahsederler:
8 — Târihçe-i Şeyh Ahmed bin Zeynel el-Reminâl; Memlûk sultanlarının
sonu olan Tomanbay'ın sarayında remmal sıfatıyla müstahdem idi. Bir cilttir. Orta
boyda 80 varaka.
9 — Târih-i Mısr-ı Kadîm ve Cedîd; müellifi Süheyl, İstanbul, 1142/ 1729. Bu
eserin ekser münderecâtı Celâl-zâde Salih ile İbrâhîm Vâsıf Şâh' ın eserlerinden
kaynaklanmıştır (Birinci cildin baş tarafındaki kitap listesinde 19 ve 20 numaraya
müracaat).
10 — el Menhi'r-Rahmâniyye fî DevletrT-Osmâniyye; müellifi Zeynü'd-dîn
Muhammed bin Ebî's-Sürûri'l-Bekrî es-Sıddîkî el-Felekî; (1) orta kıt'ada 104
varak, kolleksiyonumda mevcuttur.
11 — Letâifü'l-Münîfe fî zikri'd-DevletrT-Osmâniyye ve Temeliükiha lihaza
el-Aktâri'l-Mısriyye. 1038/1628 târihine kadar muhtasar Mısır târihi. Küçük kıt'ada
310 sahîfe; kolleksiyonumda mevcuttur.
12 — Nüzhetü't-Tâlib. Sultân I. Ahmed asrında Mehmed Paşa'nın emriyle
Avlonyalı Ahmed Çavuş tarafından türkçeye tercüme edilmiş. Bu eser, Mısır târih
ve coğrafyasından bahseden evvelki eserlerin bir hülâsasından ibarettir. Orta
boyda 116 varak; kolleksiyonumda mevcuttur.
13 — Nüzhetü'n-Nâzırîn fî Târih min velâ Mısr min el-Hulefâ ve's-Selâtîn.
Müellifi Şeyh îmâm Merî'î İbni Yûsuf el-Hanbelî. Bu eser Kahire kadısı Azmîzâde nâmına ithaf olunmuştur; 1032/1623'e kadar Mısır'ın muhtasar bir târihidir.
Orta boyda biri 79 ve diğeri 75 varaklık iki arap-ça nüsha; kolleksiyonumda
mevcuttur.
14 — Târih-i Mısr; müellifi Muhammed bin Yûsuf; orta boyda 279 varaklık
bir cilt Osmanlı sultanlarının temellükünden beri Mısır'da hüküm süren valiler
zamanında yazılan târihlerin en iyisi budur.
15 — es-Seba'ü's-Seyyâr fî Ahbâr Mülûki't-Tatâr. Kırım Hanlarının birincisi
olan Mengli Giray'dan Selâmet Giray'a (1150-1737) kadar Kırım Hanlarının en iyi
târihlerinden biridir; 234 varaklık büyük kıt'ada bir cilt. Rusya împaratoru'nun
Roma Sefiri Şövalye İtâlinski tarafından
(1) Aşağıdaki eserler de onundur: Dârü'l-Cüınân îî-asl m«nbâ-ı Âl-i Osman. Feyzu'lMennân fî D^vlet-i Âl-i Osman; el-Kevâkibi's-Sâire fî Ahbâr Mısr ve Kaahire; el
yazıları hakkındaki izahatta Silvestre
ŞttTefâ'ya müracaat.
Dö Sasi'ye (c. 1, s. 165) ve Tejakiretü'ş-
OSMANLI TARİHÎ
7
muvakkaten bana verilmiş ve daha sonra Şövalye'nin Petersburg şehrine hediye
ettiği el yazmaları arasına iade olunmuştur. Bu kıymetli kitaptan istinsah
olunmuş bir nüsha —ki gözümün önündedir— Karahi-sar-ı Şarkî'de îbrâhîm
Edhemî tarîkati dervişlerinden Halil Ratib tarafından yazılmıştır.
n — MECMUALAR'LA VESİKALAR:
16 — İnşâ. Sultân Bâyezîd ile biraderi Şehzade Cem ve valideleri arasında teâtî
olunan mektuplar; küçük kıt'ada, 79 varakalık bir cild, kolleksiyonumda mevcuttur.
17 — Münşeât-ı İbrahim Beğ ed-Defterî (2) Viyana İmparatorluk Kütüphanesinde
404 numarada, küçük boyda 100 varaklık bir cilt.
18 — İnşâ. Farsça ve Türkçe lisanlarında yazılmış siyâsî eserler hakkında kıymetli
bir mecmuadır. Orta boyda 114 varaklık bir cilttir ki, Pâdişâhların ve Şahlar'ın 150
kadar mektubunu ihtiva eder.
19 — DüstûrüT-İnşâ, Reîs Sarı Abdâh Efendi'nin siyâsî eserlerini ihtiva eden
kıymetli bir mecmuadır. Orta boyda 171 varakalık bir cilt.
(2) «Defterdar» demektir; rfasıl ki eskiden mâliye dâiresine «diâre-i defterî» derlerdi. (Mütercim,).
ONÜÇÜNCÜ KİTAP
Patrik'in yerinde bırakılması. — istanbul'un yeni muhacirlerle
şenlendirilmesi. — Vezîr-i âzamm idamı. — Mora işleri ve
âmânnâmeler. — Sırbistan'a ordu şevki. — Sırbistan ve Venedik
ile sulh. — Novobrada'nin zaptı, ve Belgrad’ın muhasarası. —
Macaristan'a duhûl. — Sırbistan'ın kamilen itaat altına alınması.
— Sünnet düğünü. — Mpra’nın fethi. — Mora'nin inkısamı, iki
despot ile son Atina Dukasının kafî âkıibetleri.
II. Mehmed Kostantiniyye'ye hâkim ve sahip olunca —beldenin «.ele
geçirilişinin üçüncü günü donanmasını pekçok ganimetle gönderdikten sonra—
dördüncü gün bir muzafferiyet alayıyla fâtihâne şehre girdi. Ayasofya Kilisesinin
önüne vardığında, Hıristiyanlığın Şark'daki merkezini tesellüm etmek üzere
atından indi (1). Oradan da bu kadar asırlardan beri Büyük Kostantin neslinin
ikametgâhı olan saraya azimet etti. Bomboş dâireleri görünce, insanlara âit
eşyadaki gelişmişliğe mahzûnâne bir nazarla bakmaktan kendisini men
edemiyerek —ikinci cildin sonunda bildirildiği gibi— bir İranlı şâirin o meşhur
beytini irâd eyledi (2).
Silâhla itaat ettirdiği Hıristiyanların muhabbetlerini kazanmak için, II.
Mehmed onların hâmisi olduğunu ilân etti ve 1453 Haziranının birinden itibaren
yeni bir Rum Patrikinin intihabına girişti (Not: 1). Şu suretle bir büyük
kumandanlık hünerine bir devlet adamı maharetini ilâve ediyordu; eli henüz
kılıcında iken yeni fethettiği memleketlerde hükümranlığını bilgece siyâsî
müesseselerle te’ınîn etmek istiyordu. Firar eden ahâlînin her türlü korkudan
âzâde olarak evlerine dönmelerini, halli) Ayasofya Kilisesi Fâtih tarafından — Salıya tesadüf eden fetih günü — teslim alınmış ve o
gün camie tahvil edilmiştir. Dördüncü Cumâ'ya tesadüf etmiş olmakla, o gün cuma
namazı orada edâ edilmiş ve Sultan Mehmed nâmına hutbe okunmuştur (Sa'dü'd-dîn,
c. 1, s. 429). Metinde Rum târihlerinden menkûl olduğu zannedilen «alay», işbu cuma
alayı olacaktır. (Mütercim,.)
(2) Sa'd bin Vakkas, Fâtih'ten sekizyüz sene önce Acem kisrâlarının meşhur sarayları olan
Eyvân-ı Medâin'e girdiği zaman Sûre-i Dühân'da âl-i Fir'avn hakkında nazil olan
«Kem terekû min c©nnâtin ve uyûnin...» âyet-i kerîmesini tezkâr etmişti. Hakan!,
Eyvân-ı Medâin hakkındaki 'bir kasidesinde «Zerrin terekû?, ber kû, rû, kem terekû
ber hân» mıs-râiyle buna işaret eder, Tercüme mecmuasına müracaat (Mütercim).
10
HAMME
R
kın işleriyle iştigâl ve evvelki maişetlerinde devam etmelerini ilân etti. Yine bu
sırada vefat eden patrik'in yerine yenisinin intihâb ve öteden beri uyulan âdetlere
göre takdis edilmesini emretti. Bizans hükümdarları zamanında câri olan teşrifat
usûlü şöyle idi: Yeni patrik, İmparatorluk ahırından çıkarılmış ve üzerine gayet
kıymetli takım vurulup beyaz gâşiye konulmuş bir at ile Bukoleon Sarayindan
Patrikhâne'ye giderek, orada büyük râhibler kendisine yemin ederlerdi. Bütün
âyân meclisi âzası etrafında bulunduğu ve kendisi taht üzerinde olduğu halde, İmparator dahî hazır bulunur ve başı açık olarak patrike incilerle, kıymetli taşlarla
müyezzen bir asâ verirdi. Sarayın başrâhibi (3) bu topluluğu «mü-bâreke» (4)
eder; hâdim-i âzam (büyük dömestik) ilâhîlerle «Temcîd» manzumesini, kandiller
muhafızı da «Yâ melekü's-Semâvât!» manzumesini tegannî eylerdi. Bu
terennümler sona erince, İmparator, elinde hükümdarlık asası, sağ tarafında
velîahd, sol tarafında Ereğli Metropoliti bulunduğu halde ayağa kalkardı. Seçilmiş
olan patrik, hey'et huzurunda üç defa başını rükû suretinde eğer, ve imparatorun
ayaklarına kapanırdı. İmparator, asasını patrik'in üzerine uzatarak şu sözleri
söylerdi:
—■ Bana bu devleti vermiş olan mukaddes ekanim-i selâse (Teslis) sana yeni
Roma Patrikliği'ni veriyor.»
Patrik bu suretle İmparator tarafından memuriyetim alır, ve ondan sonra
İmparator'a «eucharistie» (Hz. İsa'nın kanı ve eti makamına kaim olmak üzere
verilen şarab ve ekmek) vermek âyinini icra ederdi. Kilise mugannileri hepbir
ağızdan:
— «Bu efendimiz çok seneler yaşasın!» mealindeki manzume ile günahların
affı duasını okurlardı. Müesses olan teşrifat usûlünde şu son noktadan başka
hiçbir şey değiştirilmedi. II. Mehmed, —Gennadius' dahî denilen— patrik Yorgi
Holaiors'un intihabına iştirak eden az sayıdaki büyük papaslarla ruhanî sıfatı hâiz
olmayan memurların fetihten evvel mer'î âdetleri muhafaza etmelerini istedi.
Daha sonra Patrik'i mükellef bir ziyafete davet ederek tantanalı bir şekilde kabul
etti. Uzun ve dostâne bir mülakattan sonra, Gennadius'un ayrılacağı sırada II.
Mehmed kendisine kıymetli bir asâ vererek:
— «Patrik olunuz, Cenâb-ı Hak sizi muhafaza etsin; her vakit meveddetimden istifâde edebilirsiniz; her hususta sizden öncekilerin hak ve
imtiyazlarına mâlik olunuz,» dedi.
İslâm Pâdişâhı, Patrik'i avlıya kadar teşyî arzusunda bulunarak orada, büyük
devlet ricalinin sinoda kadar Gennadius'a refakat etmelerini emretti. Patrik, —
vezirlerden, diğer paşalardan mürekkep bir alay içinde— Pâdişah'ın en güzel
atlarından birine bindiği halde, Ayasofya'nın
(3)
Franzes, 3. kitasbin nihayeti; Alter tab'ı.
(4) «Temennî-i devâm-ı bereket» mânâsına kullanıldı (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
11
camie tahvil olunmasından dolayı Patriklik merkezi olmak üzere tâyîn olunan
Havariyun Kilisesine gitti. Ancak bu kilisenin bulunduğu mahalle hasar görmüş ve
boşalmış olduğundan ve kilisenin ön avlusunda bir Türk maktul bulunmuş olduğundan
Gennadius Patrikhâne'nin —sonradan Fethiye Camiine tahvil olunan— Meryem
Kilisesine nakline Pâdişâh müsâade aldı (5). O zamana kadar Meryem Kilisesi'nde
ikamet eden münzevî rahibeler (Trollus) üzerindeki Azîz Yahya Kilisesine naklolunmuştur ki, Justinien Rinotmetus zamanında beşinci Râhibler Meclisi burada
toplanmıştı. Şu nakil isbât ediyor ki, bu rahibelerden bâzıları ırzlarım değilse bile
hayatlarını Türkler'in elinden muhafaza etmişlerdir (6). Yeni Patrikhâne'nin
kuzeyindeki mükellef saray, patrik'e ikametgâh oldu. Pâdişâh, kendisine şahsının
taarruzdan masuniyeti (dokunulmazlığı olduğunu) bildiren bir berât gönderdi. Berâtta
şöyle yazıyordu:
«Kimse Patrik'e tahakküm etmesin; kim olursa olsun hiçbir kimse kendisine
ilişmesin; Patrik ve maiyyetinde bulunan büyük râhibler her türlü umumî hizmetlerden
müebbeden muaf olsun.»
Yine bu berât, Rumlar'a şu üç imtiyazı temîn ediyordu:
«Kiliseleri camie tahvîl edilmiyecektir; izdivaç ve definleri Rum Kilisesi usûl ve
kaidelerine uygun olarak eskiden olduğu gibi ifâ olunacaktır; ıyd-ı fasih (?) icrasında
devam olunarak bu münâsebetle Fener, yâni 'Rum mahallesi kapıları üç gece açık
kalacaktır.» (7)
Mehmed, iyi niyetlerine te’ınînât olmak üzere yeni patrik tâyîn ederek
Rumlar'ın asayişini te’ınîn eyledikten sonra, Haziran'ın ikisinde Galata
Cenevizlileriyle iştigâl eyledi. Mevcud sakinler tahrîr olundu; Lâtin gemilerine
kaçmış olanların haneleri açıldıysa da, yağma edilmedi. Menkûl eşyanın defteri
yapılarak sahiplerinin haklarını isbât etmesi için üç ay tâyîn ile bu müddetin
hitâmında geri kalan eşyanın hükümete âit olması kararlaştırıldı. Ondan sonra
Pâdişâh Galata’nın kara tarafı duvarlarını yıktırdı; lâkin liman istihkâmlarını
bıraktı. İstanbul surlarını tamir etmek ve boş kalan içini şenlendirmek için birçok
dülgerler ve kireççi celb ettiği gibi, gelmedikleri hâlde idâm edilecekleri
tehdidiyle Trabzon, Sinop, Asprokastron beldelerinden beşbin hanenin İstanbul'a
naklini emretti. Kölelerinden Süleyman, duvarların tamiri için gereken kirecin
ağustosta hazır bulunmasına ve muhacirlerin yeni vatanlarına gel(5)
(6)
(7)
Meryem Kilisesi'ni camie tahvil eden II. Mehmed'dir. Kantemir'in, ha-tâen Âlî'nin şahadetine
istinâd ile dediği gibi (c. 2, s. 120). I. Selîm değildir.
Bizans müverrihlerinin ifâdesi olduğundan, garezden hâli değildir. Mt.
Bir yangın esnasında zayi olan bu berâtın sıhhati I. Selîm zamanında —Kostantiniyye fethinde
hazır bulunmuş— bir Yeniçeri'nin şahâdetiyle isfbât olunmuştur. Kantemir, 119.
12
HAMME
R
mek üzere eski vatanlarını eylülde terketmelerine nezâret etmeğe memur dilmişti
(8-9). Asaletlerini isbât edecek Rumlar'ın, Bizans İmparatorları zamanından
ziyâde hürmete nail olacağına ve eskiden hâiz oldukları rütbelere muâdil rütbeler
verileceğine dâir Pâdişah’ın alenî te’ınînâtı üzerine, bunlardan birçoğu bunun için
tâyîn olunan Aya-Petro Yortusu gününde hazır bulundular; lâkin sâdedilliklerinin
cezasını çekerek kesilmiş başlan saray merdivenlerini kana boyamakta gecikmedi
(Not: 2).
Kostantiniyye fethinin yirminci günü (18 Haziran 1453) II. Mehmed
Edirne'ye azîmet ederek —Rum asilzâdegânı kız ve kadınları uzun bir sıra teşkil
etmekte oldukları halde— tantanalı bir alay ile şehre dâhil oldu. Kadınların
arasında Grandük Notaras'ın zevcesi de bulunuyordu. Bu prenses —ki fazileti,
ulvî tabiatıyla dikkate şâyân idi— yol esnasında Mezene köyü yakınında vefat
ederek oraya defn edildi. Muzafferiyet alayını terkîb edenlerden biri de vezîr-i
âzam Halil Paşa idi ki, Çandarlılar' ın dördüncüsüdür. Ve vezîr-i âzamlık hizmeti
kendisine kadar hanedanına fasılasız intikal etmiştir. Halil Paşa’nın başı kesildi.
Devletin en büyük memurunun idamına bu birinci misâldir ki, Osmanlı târihinin
bugüne kadar (Hammer zamânma kadar) saydığı 202 sadrâzam saflarında yirmi
defadan ziyâde tekerrür etmiştir. Sultan Mehmed'in bu hareketini Rumlar’ın gizli
dostu olan ve kendisini irtişadan alamamış bulunan Halil'in geçmişteki entrikaları
haklı çıkarır. Notaras'ın Padişah ile ilk mülakatında II. Mehmed şehrin ısrarlı bir
şekilde mukavemet etmesi sebebini suâl etmesi üzerine, Halil'in İmparatoru ve
senatosunu sebata ve müdâfaayı terk etmemeğe teşvik eden mektublarmm sebep
olduğunu ifâde etmişti. Mehmed, iki gün kötü niyetini gizlediyse de, üçüncü gün
ve-zâr-i âzami mahbese attırdı, ki oradan ancak kırk gün sonra —idâm olunmak
üzere (M. İ. 1)— çıkmıştır (10). Yüzyirmibin duka ile dolu olan hazînesi
müsadere ve odası matemini tutmaktan men olundu. Muavinleri olan Yâkûb ve
Mehmed Paşalar mansıblarından azl ile bütün emvalleri zaptedildikten sonra nefy
edildiler (11). Pekçok zamandan beri Sultân
«Fâtih İstanbul'u teshîr ve sûr ve bârusunu ta’ınîr ettikde Süleyman beğ nâm kulunu
İstanbul sü-başısı tâ'yîn ile ta’ınîr-i şehri âna tevvlz eyledi» (Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 447
Mütercim)
(9) Franzes, 3. kitabın nihayetlerinde bunları «sürgün» diye adlandırır. (Mütercim'in
ilâvesi: Müverrih Hammer bu kelimeyi sürgün mânâsına anlamıştır; vâkıâ o mânâda
dahî kullanılırsa da «ileri sürmek» tâbirinden anlaşıldığı veçhile sevk mânâsına gelir;
burada, bu mânâdadır.)
(10) Osman-zâde'nin Hadîkatü'I-Vtizerâ'sı. (Kâtip Çelebi Takvîmüt-Tevârîh'-inde
(İstanbul tab'ı, s. 174) Halli Paşa’nın cülus hususunda Sultân Mehmed'in kendisine
incinmiş olduğu ve fetihte sulh için rüşvet aldığı cihetle, Yedikule'de hapis ve
katlolunduğunu 858 târihiyle kaydeder. Hoca Sa'dü'd-dln bu bahiste sükût eder.
Mütercim).
(11) Kalkondii (Halkondüas), 1, 8.
(8)
OSMANLI TARİHİ
Mehmed, Halil'in kendisini Rum altınlarına satmış olmasından şüpheleniyordu.
Bir gün bir kapıya zincir ile bağlanmış bir tilki görerek:
— «Zavallı mecnûn! Hürriyetini satın almak üzere niçin Halil'e müracaat
etmedin?» demişti.
Bu sözler vezire dehşet verdiğinden Mekke'ye gitmek suretiyle Pâdi-şah'ın
gazabından kendisini korumaya niyet etmişti. Bununla beraber şüphelerini izâle
eden bir nâme-i husûsî-i şâhâne (Pâdişâhın husûsî bir mektubu) üzerine
hizmetinde devama karar verdi. Lâkin hıyanetine bedel ve —Murad'ı ikinci defa
olmak üzere tahta iclâs ettiğini asla affet-memiş olan— Mehmed'in eski kini
eseri olmak üzere, hayâtını verdi. Pâdişâh, Edirne'den Mısır Sultânı'na, İran
şahına, Mekke Şerifine zafer-nâmeler irsal ve komşuları olan Hıristiyan
hükümetlerinin senelik vergilerini takdîm etmek temennileriyle muzafferiyetini
tebrik etmelerine cevaplar gönderdi (12). Sırbistan ve Mora despotları Pâdişah'ın
huzurunda —birincisi oniki bin, ikincisi onbin duka altıniyle— her sene birer elçi
göndermeğe muvafakat etmek mecburiyetinde bulundular. Sakız ve Midilli
hâkimleri olan iki Ceneviz beğinden biri üç bin, diğeri altı bin duka senelik vergi
vermeğe taahhüd ettirildiler. Trabzon ile Karadeniz'in Asya sahili için her sene
bir elçi vâsıtasiyle hâk-i pâ-yi şâhâne'ye takdîm olunmak üzere ikibin duka vergi
vaz' olundu (13). Osmanlı Padişahlarına en evvel itaat etmiş Hıristiyan hükümeti
olan Raguza hükümetinin de vergisi binbeşyüz dukadan üçbin duka'ya çıkarıldı.
Cumhuriyet, firârî Rumlar'a gösterdiği misafirperverliğin; Komnen, Laskaris,
Paleolog, Kan-takuzen asıl aileleri hakkında gösterdiği ihtiramın, Jan Laskaris,
Dimit-rius, Kalkondil (Halkondilas; Chalcocondilas), Teodor, Spandojino, Pol
Tarhunyates gibi o zamanın âlimleri hakkında o aileler derecesinde gösterdikleri
hürmet ile, bunların Lorenço Dö Mediçi'nin sarayına seyahât(12)
(13)
Münşe&t-ı Feridun'da: 202 numara Mısır Sultânı'na 203 onun cevâbı; 204 Mekke
Şerifi'ne, 205 cevâbı; 207 numara îran hükümdarı Cihan-şah'a 208 cevâbı. (İstanbul
fethinde Azîz-i Mısr İnal Şâh'a —Molla Gtirânî inşâsiyle— yazılmış olan nâme-i
hümâyûn İstanbul matbuu Münşeât-ı Feridun'un 228-231 ve cevâJbı 231 ve 232
sahîfelerindedir. Azîz-i Mısr bâzı nefîs hediyeler gönderiyor. Şerif «es-Seyyîdi'l-Ahsenî
el-İclânî el-Hasenî»ye yazılmış fetih-nâme-i hümûyûn 232 ve 233 ve yine Mekke
Şerifine gönderilmek üzere Azîz-i Mısr'a irsal olunan nâme-i hümâyûn 233-236 ve adı
geçen şerif tarafından tebrik hediyeleriyle gelen cevâbnâme 236-237 sahîfelerde
münderiçtir. İran Şâhı Cihanşâh Mirzâ'ya Hoca Kerimî inşâsiyle muharrer nâme-i
hümâyûn 237-241 ve cevâbı 241-243 sahîfelerdedir. İran Şâhı da mufassal defterile
beraber hediyeler gönderiyor. Azîz-i Mısr ve Mekke Şerifi ile muhabere arapça, îran
Şâ nı'yle farsçadır. (Mütercim).
Dukas, 13, s. 177 Kalkondil, 9, s. 142. Kaikondil'e nazaran Midilli de —Trabzon
gibi— ikibin duka vergi verirdi.
14
HAMME
R
leri için iane olmak üzere verdiği hediyelerin cezasını, vergisinin artırılmasıyla
çekmiş oluyordu (Not: 3). Rodos Üstâd-ı Âzami ile Venedik Do-çu'nun sefirleri
sulh müzâkeresi için Edirne'de bekleniyordu. Bu sıralarda, yâni Ağustos ayında
Sırbistan Despotu'nun elçisi vaz' olunan vergi ile geldi. Elçi, bu vergiden başka,
esirlere pekçok sadakalar verdiği gibi, despot Jorj'un emri mucibince esirlerden
genç, ihtiyar yüz rahibeyi satın •aldı (14).
Son Bizans împaratoru'nun kardeşleri Dimitrius ve Tomas, Kostan-tiniyye'nin
fethinden sonra İtalya'ya gitmek üzere gemiye binmek istedikleri zaman, Mora
Rumları'yla onların Arnavudlar'dan olan yardımcıları arasında, ve hattâ bizzat
Rumlar'ın saflarında ihtilâflar meydana gelmişti. Arnavudlar împarator'un
kardeşlerine itaatten istinkâf ile Topal Piyer'in emri altında açıktan açığa ihtilâl
çıkardılar ve Mora'nın hâkimiyeti için onlarla münazaaya çıkıştılar. Vâkıâ
Dimitrius ve Tomas, korkakça firar tasavvurlarından vazgeçerek II. Mehmed'in
kendilerine yüklediği oniki bin duka vergiyi vaad etmiş iseler de, Rumlar ikiye
ayrılmış ve Emanuel Kantakuzen, Paleologlar'a muhalif fırkanın riyasetine geçmiştir. Arnavudlar memleketi tahrîb etmek için bu karışıklıktan istifâde ettiler ve
eğer Mora kıt'asının hâkimiyetini zât-ı şahaneleri kendilerine bahşedecek olursa,
Rumlar'ın vereceği vergiyi vereceklerini Pâdişah'a arz ettiler.
Mora Despotluğu'nu gaspetmiş olan Emanuel Kantakuzen'den sonra
Dimitrius ve Tomas aleyhine isyanın en tehlikeli iki elebaşısı, son Bizans
împaratoru'nun kayınları Lukanos ve Santerion Zaharya nâmında iki Rum
olmuştur. Tomas bunları bir zamandan beri Hlomuça (15) şehrinde, daha doğrusu
şehrin yakınındaki Turnes Kulesi'nde mahbus bulunduruyordu. Santerion, II.
Murad'ın Heksamilon aleyhindeki teşebbüsünde Ahai mıntıkasına firar ettiğinden
Lukanos da bir takım nev-zuhûrlarm başına geçerek Rum ve Arnavudlan
despotları aleyhine ayaklandırdığından dolayı, bu mahbûsiyete müstehak olmuş
idiler (16). Bunlar, mahbeslerin-den firara muvaffak olarak Rum ve Arnavud
ihtilâlcilerinin kumandasını ellerine aldılar ve son İmparatorun kardeşlerini —
Mehmed'in bir vergi mukabilinde kendilerine terk etmek lûtfunda bulunduğu—
hâkimiyeti ellerinden almakla tehdîd ettiler. Korint Rum kumandanı Hazan, bâb-ı
hü-mâyûn'dan yardım talep etmemiş ve Pâdişâh bu yardımı fazlasıyla yapmış
olmasaydı, iki despotun Mora'daki hükümetleri bitmiş olacaktı (17).
(14)
(15)
(16)
(17)
Dukas, 13, sf 177.
Franzes, 4, 14, s. 85; Alter basımı. Pöküvil'e de müracaat, 4, s. 244. Hlomuça, yahut
Turnes Kulesi, bugün Halemostir, yahut Kule Muzi nâmıy-la yâd olunur.
Kalkondil, 1, 13, s. 128, Bale basımı.
«Et profecto parum aberat, quin res Pelopormesi translatae ess en t ad
OSMANLI TARİHİ
15
Otuz sene önce (18) Türkler'in birincisi olmak üzere Heksamilon'un zaptından
sonra Berzahtan geçerek Spart'a (Lakedemon), İşkodra'ya (Leon-topolis),
Gardika'ya kadar ilerlemiş ve Tavia'da Arhavudları mağlûp etmiş olan Turhan —
oğulları (19) kendisiyle birlikte ve bir Türk ordusunun başında— Rumlar'ı yine
Arnavudlar'a karşı himaye etmek için Mo-ra'da tekrar göründü (1454).
Turhan, Paleologlar'ı davet ile —hernekadar şimdi müttefikse de eskiden
düşman olduğundan— halkın kendisinden ziyâde vatandaşları olan Paleologlar'a
emniyeti olacağını söyledi ve onları ahâlîye görünmeğe teşvik etti. Halkondilas,
Turhan'ın nutkuna şöyle hitâm veriyor:
— «Eğer Pâdişâh size merhamet edip kaybolmak derecesini bulan hükümetini
tekrar elinize vermek için imdadınıza yetişmemiş olsaydı, işinizin bitmiş olacağını ben
pek güzel bilirim. Kendi husûsî tecrübeniz size öğretmiştir ki, idareniz fenadır.
İstikbalde tebeanız üzerinde daha iyi hükümdarlık etmenizi hâlin icâbı size hakimane
emrediyor. Bilhassa tavsiye ederim ki, dâhili ihtilâflarla kendi harâbînizi
çabuklaştırmaymız. Her türlü ihtilâl müsebbiblerine karşı amansız olunuz. Yeniliklere
teşebbüs edenlere karşı pek merhametli görünmeyiniz. Biz Türkler'i iki şey iktidarın
zirvesine çıkarmıştır: Onların biri yaramazlara mücâzât, diğeri iyilere mükâfattır (20).
Eğer kararlaştırmış olduğumuz te'dîblerin gecikmesine ahvâl bizi icbar ederse, talep
edilen affı veririz. Fakat tamâmiyle emniyetli bir halde bulunmak üzere, onu icraya
muktedir olduğumuz vakit hak edilmiş olan cezayı icra eder, ve bize edilen
hakaretlerin intikamını sebatla tâkîb ederiz» (21).
Turhan sözünü ikmâl edince, Arnavudlar üzerine yürümek emrini verdi; Dimitrius
zayıf bir Rum fırkasıyla Türkler'in arkasından —Epir-liler'in kadınlarına, çocuklarına
ilticâgâh yapmış oldukları— Barbuste-
(18)
(19)
(20)
(21)
Albanos, ni Asan es profectus in januas regis ab eo exercitum impetras-set.» (Metindeki
ifâdenin mehazıdır. «Hazan» kelimesi «Hasan» imlâsında olduğundan müslüman ismi
olması hatıra gelirse de, bu şahsın Korint Rum kumandam olması, müslüman bulunmasına
mânidir. Galiba Hammer'ni de me'hazı aynen nakletmesi bundan dolayı olacaktır. Me'haz,
Kalkondil'in lâtince tercümesi olduğu istidlal olunuyor. Mütercim).
1423'de, CWonicon *d calcem Ducae'dan.
Franzes, 4, 14.
İşitilerek hatırda kalmış bir rivayete göre, Hz. Fârûk kendisinden talimat isteyen bir vâlîye
şu hatt-ı hareketi çizmişti: «Tahvîf-i işrâr, ter-gîb-i ahyâr». Mütercim.
Halkondilas, Rumca metinde Türkler'den Turhan gâib sigâsıyla bahseder.
16
HAMME
R
nis (22) boğazına gitti. Ordunun bu kısmı düşmanı muhafaza eden istihkâmların
altına derhâl lâğım kazmağa başladılar. Arnavudlar gece kaçtıklarından, on bin
kadın Türkler'in eline düştü. Dimitrius'un küçük kardeşi Tomas diğer bir fırka ile
İkom (Volkano Tepesi) yolundan Etos şehrine gitti. Bu belde Santerion tarafını
tutmuştu, bin esir ile eslîha ve zahire vererek kendisini satın aldı. Şâir Arnavud
reisleri —Rumlar'dan alman atları iadeye mecbur olmamak şart-ı mahsûsuyla—
itaatlerini arz etmekte gecikmediler. Turhan, azimetinden önce Paleologlar'ı
birbirleriyle uyuşarak yaşamağa tekrar teşvik ve yeni şeylere kalkışanlar hakkında tam bir şiddet tavsiye ederek, şu sözleri söyledi:
— «Rum beğleri, sizin kendi menfaatinize olmak üzere yapmanızı istediğim
hususları kâfi şekilde izah eyledim: Siz müttehid bulundukça hükümetiniz saâdeti hâl bulacak ve asla sarsılmıyacaktır; lâkin aranıza ittifaksızlık girerse, aksi vuku
bulacaktır. Husûsiyle şuna dikkat ediniz ki, tebeanız âsâyîş hâlinde size hürmet
etsin ve fenalık yapanların merhametsiz intikamcısı olunuz.»
Turhan bu sözleri söyleyerek vedâ etti ve Mora'yı terketmek üzere atına
atladı (23).
Bu Türk siyâseti kaideleri iki despota faydalı olmadı. Turhan'ın azimetinden
sonra akıllıca bir şiddet gösterecek yerde, tebealarına her vakitten ziyâde yüz
verdiler. Bu suretle onların sadâkatlerini te’ınîn etmek ümidinde idiler. Halbuki
ihtilâl ve mesele çıkarmak fikrini teşvik etmekten başka bir şey yapmıyorlardı
(24). Lukanos bir fesâd fırkasının başına geçerek birçok Bizanslı'yı, Arnavudlar'ı,
Moralıları' bu fırkaya dâhil etti. Fırkanın maksadı despotların hükümranlığından
kurtulmaktı. Bunun için Korint ile hemen bilumum Mora mıntıkası kumandanı
Hazan'a müracaat ettiler. Hazan —daha ziyâde, Pâdişâh tarafından konulan
vergiyi peşin olarak te'diyeye muktedir olmadıkları cihetle— Bâb-ı Hümâyûn'a
durumu bildiremiyeceğini beyân etti. Dimitrius ve Tomas, oniki bin du-ka'y*
(25) derhal İstanbul sarayına göndererek, ihtilâlcilerin tasavvurlarını bozdular.
Pâdişâh, bu sür'atli hareketten hoşnûd olarak, Mora'nın başlıca aileleri hakkında
bir lütuf berâtı gönderdi ki, bunda Rumlar'ın şahıs ve mallarında taarruz
görmeyecekleri ve kendi hükümdarlığı zamanında Rumlar'ın menfaatlan, evvelki
hükümetler zamanından ziyâde himaye göreceği için babasının toprağına,
belindeki kılıca, Müslümanlar'ın
(22)
(23)
(24)
(25)
Halkondilas'ın «Barbustenis» adını verdiği kapıların boğazındaki Sardunya,
Yunanistan'da, Seyahat eserinde, 2, s. 594.
Halkondilas, 1, 8, s. 129.
Kezalik, 1, 130. Turcu-Greaecia (TÜrk-Rum) târihi, s. 17.
Kezalki, 130, Bale basımı.
OSMANLI TARİHİ
17
yüzyirmidörtbin peygamberlerine, Kur'ân-ı Kerîm'e kasem (yemin) ediyordu (Not: 4).
Mehmed, eski Bizans'ın fethini takip eden kışı Edirne'de istirahatle geçirdi.
Payitahtın ileri muhafızları demek olan ve duvarlarının metanetine güvenerek
bütün civar mahaller içinde, Osmanlı ordularının hücumunu okadar çok defalar
yalnızca def etmiş bulunan (26) Silivri ve Bigados, Sultân Mehmed'in İstanbul'u
fethini müteâkib (27) muhârebe-sizce teslimiyetlerini arz ettiler. Silivri, eski
«Slimbria»dır ki, bunun met-fopolid makam olan baş kilisesinde Azize
Ofemin'in iskeletinin bakiy-yeleri, yahut Türkler'in tâbiri veçhile «kadîd»i (28)
muhafaza olundu. Şimdi dahî orada Kantakuzen'in .sarayı harabeleri müşahede
edilir. Bi-zanslılar'ın Epibados dedikleri Bigados, son zikrolunan İmparatorun
kudretli rakibi Apokbkos'un sarayıyla meşhurdur (29). Rum İmparatorluğu
pâyitahtıyla geri kalan memleketlerinin sükûnet içinde temellükleri esnasında, II.
Mehmed daha o zamandan Sırbistan'ın fethini düşündü. Kos-tantiniyye'den
azimetinden bir sene sonraki bahar içinde (1454/858) ihtiyar Sırbistan kralına şu
yolda bir nâme ile elçi gönderdi:
«Hüküm sürmekte olduğun memleket senin değil, Lazar'ın oğlu Eti-enne (Etiyen)
'indir; binâenaleyh benimdir (Lazar'ın kızının kayın validesinin hâiz olduğu hukuktan
dolayı). Bununla beraber baban Volek'in hissesiyle Sofya şehir ve arazîsini sana
bırakabilirim. Eğer bu şekilde bir tesviyeye muvafakat etmezsen (30) silâha müracaat
edeceğim.»
Sefîr, hilâfında hareket ederse başı kesilerek cesedi vahşî hayvanlar önüne
atılacağı tehdidiyle, yirmibeş gün içinde avdete me’ınûrdu. Jorj, Hunyad'dan istimdâd
için Tuna'yı geçmişti. Elçi muhtelif bahanelerle oyalandırılarak, şehirlere zahire
doldurmak ve istihkâmlarını ale'l-acele tamir etmek için lâzım olan vakit şu suretle
kazanıldı. Otuzuncu gün Mehmed, elçisinin avdet etmediğini görerek ve artık sabra
tahammülü kalmayarak, bütün kuvvetiyle Filibe üzerine yürüdü. Orada elçisine tesadüf
etti. Jorj'un Macaristan'a kaçtığı hakkında verdiği malûmatı ria-zar-ı dikkate alarak,
elçinin hayâtını bağışladı. Bu malûmat kendisine vaktinde, yâni ordunun hareket
şeklini tâyine müsâid bir zamanda vâsıl olmuştu. Osmanlı ordusunun hareketi
esnasında, Macarlar Tuna'dan geçe(26)
(27)
(28)
(29)
(30)
Dukas, 38, s. 145.
Kantemir, s, 160.
Kantemir, II. Mehmed'in Saltanat Zamanı, «n» işaretli" nota, 1, s. 121. (Metinde «Momie»
denilmiş ise de haşiyede «kadîd» (kurumuş et parçası )aynen mezkûrdur. Mütercim).
Kostantiniyye ve Boğaziçi, 2, s. 90.
Dukas, 52, fi, 178.
_
Hammer Tarihi, C: 11. F.: 2
V*«&
^/«Mt VK*
18 HAMMER
rek Tırnova ve havalisindeki memleketleri kamilen yağmalamış ve aldıkları
ganimetlerle tekrar nehirden geçmiş idiler. II. Mehmed Sofya'ya vardığında,
ordusunun büyük kısmıyla bütün divânı orada bırakarak yirmi-bin hafif süvari ile
düşmana rastlamaksızm Sırbistan hududunu geçti. Jorj, Macarlar'ın yakın bir zamanda
imdada geleceklerini vaadle tebe-asının müstahkem mevkilere iltica etmelerini
emretmişti (31). Mehmed, ordusunu ikiye taksim ederek, bunlardan biri Semendire ve
diğeri İstroviç üzerine hareket ettiler ki, şu iki mevki memleketin anahtarlarıdır. Süvariler bütün Sırbistan'ı dolaşarak, beraberlerinde eîlibin esir getirdiler; bunlardan
dörtbiniyle Pâdişâh Kostantiniyye yakınındaki köyleri şenlendirdi (32). II. Mehmed'in
bütün kuvveti Semendire'ye karşı bir netice elde edemedi. Hâriçteki istihkâm
Türkler'in eline düştüğü sırada, şehre hâkim olan kale galebeye imkân vermiyecek bir
mukavemet gösterdi (33). İstroviç, (34) duvarlarının Osmanlı toplarıyla kül yığınına
döndürüldüğünü görerek (M. İ. 2) —şecîâne müdâfaasına ve muhafızlarının şiddetli bir
hücumuna rağmen— kapılarını açtı; fakat muhafızlarının serbestçe çekilebilmelerini
şart kıldı. Bu şart Türkler tarafından kabul ve bunun için yemin edilmiş ise de,
muhafızlar esir edildiler. Mehmed Semendire' nin muhasarasını kaldırıp Sofya'ya ve
oradan Edirne'ye döndü ve kendisine âit olan beşte bir için en güzel delikanlıları alarak
esirleri taksim etti. Fîrûz Beğ'i (35) —Hunyâd ile despot Jorj'un kumandası altında
toplanmış olan orduyu tutmak için— otuziki bin kişi ile Morava üzerinde bulunan
Krosvaç'da bırakmıştı. Hunyâd ile Jorj, Fîrûz Beğ'i mağlûp ve esîr ettikten sonra,
Pirota ve Vidin üzerine yürüyerek bu iki şehri yaktılar ve bütün o havaliyi talan ettiler.
Mehmed, Macar ordusunun muzaf-feriyâtına son vermek için Pirota ve Sofya arasına
gelip ordu kurdu (36). Lâkin Hunyad, Belgrad üzerinden muzaffer bir surette
Macaristan'a döndü ve Jorj otuz bin duka senelik vergi vermeyi arz etmiş olduğundan
(Not: 5), Pâdişâh, sulha muvafakat ederek Edirne yoluyla İstanbul'a avdet etti (37). Az
önce, Venedik ile bir ahidnâme akdetmişti; Cumhur'un
(31)
(32)
(33)
(34)
(35)
(36)
(37)
Dukas, 1, 179.
Turuç ve ondan naklen Engel, Sırbistan Târihi.
Dukas, sr 179.
Ostroviça, Neşri tarafından (s. 200), «Sivrice-Hisar» ve İdrîs tarafından (varak: 87)
«Sivrihisar» ismiyle zikrolunuyor, İdrîs bundan başka «Ohul kal'ası»ndan da bahseder.
Hunyad, İmparator'a olan raporunda (Katona'ya müracaat, 1, 13, 3, s. 964) Fîrûz'u «Friz»
beğ yazar, Turuç da öyle, s. 970.
Hunyad'ın Nandoralba'dan yazdığı rapor, Katona, s. 965.
Engel, Sırbistan Târihi, s. 406; Dukas'a nazaran, 42, s. 179. (Hunyad'ın avdeti Sırbistan
Despotu'nun vergi vermeğe muvafakati, Pâdişâh ile harbe kudretsizliklerinden neş'et
eylediği aşikâr görünüyor. Müterc.)
OSMANLI TARİHÎ
19
sefiri Marsello ile müzâkere olunan bu ahidnâmede iki memleket tüccarlarına
ticâret serbestisi te’ınîn olunmaktaydı. Dük Dö Naksus Venediklin malikâne
sahiplerinden olmak sıfatıyla bu ahidnâme hükümlerine dâhil bulunuyordu.
Arnavudluk'taki Venedik müstemlekeleri vergisi II. Murad zamanındaki
miktarda tâyîn olundu ve Venedik tebeasının himâyesi için Kostantiniyye'de elçi
(38) ikameti hakkı verildi (39) (18 Nisan 1454). (19 Rebi'ü's-sâni 858).
Mehmed bu suretle sulhu te'sis ettikten sonra, yeni payitahtında tezyinat ve
dahilî idare tasavvurlarına devam etti. İstanbul'un muhasarası esnasında
Peygamber'in Sahâbesi'nin kabrinin keşf olunduğu mahalde Eyüp Câmii'nin ilk
taşını vaz' eyledi. Havariyyun Kilisesi'nin ve eski İmparatorlar makberlerinin
(Teodos Meydanı) harabeleri üzerine, kendi ikametgâhı olmak üzere bugün
«Eski Saray» denilen savayı inşâ etti (40). Türkler Mehmed'in dönüşüne kadar
şehrin en meşhur manastırlarını temellük etmiş idiler. Şimdiki sarayın
müntehâsında bulunan Tersane Ma-nastırı'na dervişler ve Pantokrator Sarayı
Çırpıcılar (M.İ. 3) ve kundura eskicileri yerleşmiş idiler (41).
Devletin birinci mansıbı bir sene açık kalmıştı (Not: 6). O zamandan beri
devletin vekâyîi safhalarında bu hâdisenin tekerrürünü görmüyoruz. Pâdişâh,
vezîr-i azamlık makamına —validesi Sırplı, pederi Rum olan-Mahmûd Paşa'yı
tâyin etti. Mahmûd Paşa henüz pek genç iken Novo-berda'dan Semendire'ye
giden yol üzerinde ele geçirilmişti. Saray hademesi sınıfına kabul olunarak
hazîne dâiresinde istihdam olunmuş ve zekâsıyla Mehmed'in teveccühüne nail
olarak, cülusunda mahrem-i hâss derecesini ve Rumeli valiliğini ihraz etmişti
(42).
1455/859 baharında Sırbistan hudud kumandanı İshak-zâde Isâ Beğ
Pâdişah'a takdim ettiği bir arızada, bu memleketin ele geçirilmesindeki
kolaylıkları arzediyordu. Mehmed, hemen ordusunu Edirne sahrasında topladı.
Teftiş ettikten sonra, Üsküb'ün batısında gümüş mâdenleriyle meşhur olan
Karatova Dağı eteğinde ordusunu kurmağa gitti (43). Orada top20 HAMMER
OS) Venedik elçilerine Fransızca «bayie» tâbir olunur ki, İtalyancası «bal-yos»tur,
(Mütercim).
(39) Lojiye. Venedik Târihi, 7. s. 99. Marino Sanoto. 6, s, 288 Mouradja D'Ohsson. 7, s. 44,
(40) Dukas, 52. s. 179 Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'inde 858 senesi: tdrig, varak: 88.
(41) Dukas, 42, s. 179.
(42) Osman-zâde Efendi'nin Terâeimri AhvâH Vüzerâ'sında Mahmûd Paşa* nin Hırvat
asıllı olduğu beyan olunmuştur. Halkondilas (7, s. 837) şöyle yazıyor: «Materno genre
tryballus, paterno genere graecus erat.» (Validesi Sırplı, pederi Rum)
<43) Hacı Kalfa’ınn RûnMU'si. s. 92
(44)
(45)
11 Haziran târihindeydi ki Rab şehrine bir posta tatarı gelerek Sultân Mehmed'in
Sitinça Nehri üzerindeki diğer şehirlerle Novoberdo'yı. istilâsını haber verdi: NovoBerdo caput illius et ob mineras belli neryus. (Engel, Sırbistan Târihi, s. 407).
Kosova'da I. Murad şehid olduysa da muharebe kazanılmıştı; muzaffe-riyetin semeresi
zayi olmadı. Mütercim.
ladığı mecliste muharebeye -—Sırbistan'ın müstahkem şehirlerinin en mâmuru
ve en dayanıklısı olan— Novoberda'nın teslimi teklifiyle başlanılması
kararlaştırıldı. Novoberda (M.İ. 4) yahut Novobrodoa —ki Neub-ridum,
Novobirjum, Novomonte (Not: 7) isimleriyle de mâruftur— eski çağ târihinde
zengin gümüş mâdenlerinden dolayı «beldelerin anası» nâ-mıyla yâd olunurdu.
Onsekiz sene önce, Sırbistan hududu Türk kumandanının, babası Evranos-zâde
İshak Beğ'in, bu şehrin ele geçirilmesini II. Murad'dan ne suretle istida eylediğini
ve Semendire'nin ele geçirilmesinden sonra ne veçhile Osmanlılar eline
düştüğünü evvelce nakletmiştik. Novoberda daha sonra. Sırbistan Despotu'nun
hükümranlığı altına geçtiğinden, îsâ, vaktiyle fetholunmuş olan bu beldeyi
devlete iade edip de —pederinin II. Murad'ın iltifatına mazhar olması yoluyla—
II. Mehmed'in teveccühüne nail olmak istemişti. İsâ, Sırbistan'ın son despotu
Lazar kendisine halef olacak oğul bırakmadığı cihetle - şehrin Pâdişah'a ait olduğunu beyân ederek teslimini kumandanına teklif etti. Kumandan, Lazar oğul
bırakmamış ise, bir kızı kaldığını ve kız Bosna Kralı'yla evlendirilmiş
olduğundan, Kral'ın şu suretle Lazar'a vâris olduğunu ifâde etti. Bu red cevâbı
üzerine Pâdişâh bizzat gelerek muhasaranın kumandasını deruhde etti. Şehir, yedi
gün topa tutularak, nihayet haziran başlarında (1455) hücumla zaptolundu (44).
Ordunun şehirde bulduğu muazzam servet, gâlibler arasında taksim edildi. Sultân
Mehmed, kaleye beğ, kadı, kale kumandanı tâyin ve fethedilen bu mühim yerin
muhafazasını 1 kumandana tevdi etti. Trepçiya (Trepeçya) ve Taş-Hisar kaleleri
de bütün hazîneleriyle Pâdişah'ın pençesine düşerek, II. Mehmed oradan —
Türkler'in Hristiyanlar'a iki galebesiyle meşhur— o civardaki Kosova sahrasına
azimet etti. Kosova'da Miloş'un hançeriyle hayâtını ve muzaf-feriyetinin
semeresini kaybetmiş olan (45) ceddi I. Murad'ın hâtırası hürmetine II. Mehmed,
akıncılara kıymetli hediyeler dağıtarak, yalnız şahsı için ayrılmış olan
maiyyetiyle Kostantiniyye'ye avdet etti. Bu kadar mu-zafferâne kazanılmış bir
muharebenin yorgunluğunu birkaç ay harem (Not: 8) içinde kalmak suretiyle
çıkarıyordu. Mehmed, ordusunu terketmekle —o zaman Adalar Denizi'nde dolaşmakta bulunan— donanmasının harekât sahnesine yakın olmak istemişti. Sakız,
İstanköy, Rodos adaları üzerine muhtelif teşebbüslerini arzu edilen neticelerle
taçlandıramamış olan amiralinin cesaretini bizzat huzuruyla artıracağını ümîd
ediyordu. Kısa bir süre önce Rodos Üstâd-ı Âzami
OSMANLI TARİHİ
21
aleyhinde ilân olunmuş olan muharebe, bu deniz kuvvetinin kullanılmasına
ihtiyâç hissettirmişti. Mehmed'in Sırbistan muharebesine azimetinden önce,
Üstâd-ı Âzam, Aziz, Yahya tarîkatinden birkaç şövalyeyi gayet güzel hediyeleri
hamilen sefaretle Kostantiniyye'ye göndererek, Lisi ve Kari sahillerinde ve
Türkler'in Rodos adasında serbestî-i ticâretini te’ınîn edecek bir ahidnâme akdini
teklif, etmişti. Vezirler Sakız, Midilli, Limni, îmroz gibi diğer Cezâir-i Bahr-i
Sefîd (Akdeniz; Ege adaları) gibi, Rodos Şövalyeleri'nin de bir vergi vermelerini
teklif ettiler. Sefirler, kendilerinin talimatında böyle bir teklif ihtimâli
bulunmadığından bahisle, hiç-birşeye karar veremiyeceklerini beyân ettiler.
Binâenaleyh Üstâd-ı Âzam ile müzâkere etmek üzere, vekâletnameyi hâiz bir
Türk elçisi bunların refakatine verildi. Rodos'a sarayın birinci derecede
memurlarından biri 0r derilmişti; lâkin vergi talebi üzerine Üstâd-ı Âzam,
tarîkatin Papa'ya bağlı olmasından dolayı kendisinin yalnız başka bir dine
inanmış olan hükümdarlara değil, Hıristiyan hükümetlerine bile hiçbir türlü vergi
vermekten memnu bulunduğunu ve bununla beraber Bâb-ı Hümâyun'a her sene
hediyelerle bir sefaret göndermeğe hazır olduğunu ifâde ederek, eğer bu teklifleri
Pâdişâh tarafından kabul olunmazsa, kendisi de istediği gibi hareket edeceğini
ilâve etti. Mehmed, müzâkelerin neticesini haber alınca Üstâd-ı Âzam’ın
mağrûrâne tarzından cerîhadar olarak^ Rodos Şöval-yelerine harb ilân etti. Kari
sahillerinde dolaşan otuz Osmanlı gemisi muhâsamete başlamak için emir aldılar
ve Rodos ve Istanköy adalarına çıkarak birçok ganimetler ve esirler aldılar. Bu
aralık, Mehmed yirmi-beşi üç sıra, ellisi iki sıra, yüzden ziyâdesi bir sıra kürekli
gemilerden mürekkep— bir donanma techîz etti. Novoberda'nın fethinden sonra
bu donanma Derya Kapudânı Hamza kumandasıyla Gelibolu'ya azimet ve oradan
da Rodos'a yanaşacak yerde, Midilli'ye teveccüh etti (46). Hamza limana
girmiyerek açıkta demir attı. Midilli Dukası Katelozir âdete uygun olarak amiral
gemisine hediyeler gönderdi. Müverrih Dukas'ın takdimine memur olduuğ bu
hediyeler ipek elbise, altıbin gümüş florin, yirmi öküz, elli koyun, sekizyüz ölçü
şarâb, ekmek ve gevrek, on kantar peynirden ve taifeye mahsûs olmak üzere
serinlik verecek birçok meşrubattan ibaretti, Donanma kîrksekiz saat ikametten
sonra Sakız'a gitti; lâkin orada Midilli'de olduğu, gibi ihtiram alâmetleri ile kabul
olunmadı. Kısa bir süre önce Pâdişâh, Galata tacirlerinden Fransuva Draper'in
(47) —vermiş olduğu şap bedeli olarak— Sakız'dan alacağı bulunan kırkbin dukayı tacir nâmına talep etmişti. Türk Amirali de bu talebi tekrarladı ve Sakız
ahâlîsi para vermediği takdirde adayı tahrîb edeceğini beyân ede-
(46)
(47)
Dukas, 43, s. 181.
Beyoğlu'nda bugün meveud olan Fransisken Kilisesi, bu Ceneviz, ailesinin ismiyle,
yâni Santa-Maria â Draperis nâmıyla adlandırılır.
22 HAMMER
rek tehdid etti. Hamza, Padişahın emrini adanın temsilcilerine okuttu; bunlar borcu inkâr
ederek, hiçbir şey vermiyeceklerini beyân ettiler. Amiral, ne —medhali yirmiden ziyâde
iyi silâhlanmış gemiyle tecâvüzden masun olan— limana, de ne —üç «tüvaz» (48)
derinliğinde çifte hendek ve çok miktarda İtalyan muhafızlarla müdâfaa edilen—şehre
girmek'tasavvurunda bulunabildi. Belde yakınındaki bağ ve bahçeleri hasara uğratmakla
iktifaya mecbur oldu. Ondan sonra ada hâkimlerinin Draper ile uyuşmak üzere içlerinden
birkaç kişiyi gemiye göndermelerini teklif etti. Bunlar —bir ruhsat-nâme aldıktan sonra—
Kirikos Custini ailesinden (49) beraberine verdikleri genç ile birlikte bir ihtiyarı tâyîn
ettiler. Bu adamlar yolda verilmiş sözü bozmayı yalnız caiz değil, medhe lâyık bir harb
hiylesi addeden (50) Türkler'in kendilerini esir sayarak bırakmamaktan ictinâb
etmiyecekleri korkusuna kapıldılar. Derhal müthiş bir heyecana tutularak atlarının başını
çevirip şehre dönmek için iki taraftan mahmuz-îadılar; lâkin henüz bahçelerde bulunan
Türkler onlara mâni oldular. İki temsilciye refakat eden Frenk süvarileri hasımlarına
mukavemet edecek miktarda olmadıklarından, kaçtılar. İhtiyar ile genç arkadaşı cebren
donanmaya götürüldü. Donanma da müteakiben demir alarak Rodos'a doğru yelken açtı.
Rodos liman ve şehri istihkâmları Sakız'dan da büsbütün başka surette mahfuz ve
elegeçirilemez olduğundan, her türlü taarruzda imkânsızlık görülerek, Hamza, îstanköy
sularına gitti. Lâkin o adanın merkezinde harabeden başka birşey bulamadı; kalmış olan
birkaç ihtiyar, ahâlînin Raşeya'ya çekilmiş olduklarını haber verdiler. Bunlar gemilere alınarak Raşeya kalesi sularına gidildi; Draper. Hristiyanlar'ı teslime davet etti. Yirmiiki gün
duvarlardan çıkmağa çalışmak ve mancınıklarla uğraşmak suretleriyle, beyhude
muhasaradan ve asker arasında zuhur eden bir dizanteri sebebiyle birçok adam
kaybettikten sonra, Hamza çekilmeğe mecbur oldu. Yolda, Sakız ahâlîsinin bir anlaşma
yolu bulmak üzere, Pâdişah'a bir sefaret hey'eti göndermesini Kirikos ile müzâkere etti.
Kirikos ve Sakız hâkimleri buna pek müsâid bulundular; fakat Hamza, adanın karşısında
demir atarak, kendisiyle beraber gelecek temsilciler hey'eti-ni beklediği sırada, musibetti
bir hâdise yeni ihtilâflara yol açtı. Amiralin donanmadan çıkmamaları hakkındaki emrine
muhalif olarak, sarhoş birkaç gemici yüzerek karaya çıkmak üzere denize atılmışlardı.
Bunlardan biri bir kilisenin sakkafma çıkarak kiremitleri yere atmağa başladı.
(48) <Tüvaz». altı kademden ibaret bir nevi eski ölçü (Kaıamus-ı Fransevî, Ş. Sâmî).
'49) Bu «Kirikos»u Lesbos (Midilli) Dukası Kirikos yahut Kiryakos ile ka-rıştırmamalıdır.
Halkondilas, 10. b. 165.
(50) rTurci, qui scelu.s ejusmodi generosum facinus ac stratagema prudens aesüraaturl suni.»
(Naklolunan ibarenin me'hazıdır; bu. Dukas'vn düşmanca zannından ibarettir.)
(Dukas, 43, s. 183).
OSMANLI TARİHİ
23
Bir Lâtin gemiciye vurduğundan, şu hâl bir karışıklık vukuuna işaret oldu.
Değnek ve kılıç ile müsellâh olan Lâtin ve Rumlar, arkadaşlarının imdadına
koşuşan Türkler'in üzerine atıldılar. Bunlar Hamza'nın kadırgalarından birinin
demir atmış olduğu sahile doğru kaçtılar, Hıristiyanlar takip ettiler; kaçanlar ve
gâlibler karmakarışık kadırgaya atladıklarından, gemi bu sıklete tahammül
edemedi, masum ve canileri birlikte çekip götürerek deryanın derinliklerine
gömüldü. Adanın arhontlan —esasen muatdal olan— kadırganın iki kat bedelini
ve gemi ile birlikte batan eşya ve esirlerin bedelini vererek Hamza'yı teskine
muvaffak oldular. Bu tarziyenin istihsâlinden sonra Hamza Midilliye giderek,
orada müverrih Dukas, ada Duka'sının emriyle gemiye mükellef bir taam
(yemek) getirmiştir. Amiral iki ay ayrılıktan sonra oradan Gelibolu'ya döndü.
(Teşrîn-i evvel 1455).
Hamza, Edirne'ye dönerek Mehmed'in huzuruna çıktığı zaman, Pâdişâh
tehdîdkâr bir tavırla:
—• «Eğer babam sevmemiş olsaydı, diri diri, senin derini yüzdürürdüm!»
diyerek, sefere dâir ifâdesini dinlemek istemeksizin, huzurundan def etti. Lâkin
kadırgalarından birinin Sakız önünde kaybolduğunu haber alması üzerine,
Amiral'i yeniden çağırarak:
— «Hamza! Sakız ahâlîsinin batırmış oldukları kadırga nerededir?» diye
suâl etti.
Hamza:
— «Denizin dibindedir.» cevâbını verdi.
Pâdişâh bu hâdisenin nasıl vuku bulduğunu sordu. Hamza, birkaç askerin
emri hilâfına hareketle müstehak oldukları bir ölümü bulmuş olduklarını ve
bundan dolayı Sakızlılardın itham olunamıyacağını ifâde etti. O zaman Pâdişâh
Draper'e dönerek:
— «Sana olan kırkbin duka borcu ben taahhüd ediyorum; telef olan
Türkler'in bedeli olmak üzere iki mislini ben isteyeceğim!» dedi.
Draper, Pâdişah'ın elini öpmek şerefine nail oldu; Hamza amirallikten
azledilerek. Gelibolu'ya bedel Adalya hükümetine tâyin olundu. Hamza'nın
uğradığı bu talihsizlik, Mehmed'in Sakız Prensi hakkındaki niyetlerini oldukça
izah ediyordu; Pâdişah'ın Prens'e harb ilân etmesi gecikmedi (30 Haziran 1456)
(51).
Bu aralık Midilli Prensi Doria Gatelozio Limni'de vefat etti. Onun vefatından
bir ay sonra (1 Ağustos 1455) müverrih Dukas —ki Midilli sarayında yüksek bir
rütbede bulunuyordu— yeni prens Nikola tarafından birincisi üçbin, ikincisi
ikibinbeşyüz duka'yı bulan Midilli ve Limni'nin senelik vergileriyle Pâdişah'ın
nezdine gönderildi. İmroz adasının temel(51) Dukas, 43, s. 183-185.
24
HAMME
R
lükü için muayyen olan iki bin duka altınıyla da Aynoz (İnoz) prensi geldi. Dukas
Pâdişâhın huzuruna çıktığında, o zamanın teşrifat usulünce —Padişah yemek
yemekte olduğu halde— onun karşısına oturarak, yemekten sonra vergiyi takdîm
etti. Vezirler —yeni prensi bizzat gelip de Bâb-ı Hümâyûn'a te’ınînât ve sadâkat
arz etmedikçe onu tanımak istemediklerinden —evvelkinin vefatını
bilmiyorlarmış gibi— ihtiyar Midilli Prensinin hatırını sordular. Dukas, Doria’ınn
büyük oğlu olan genç prensi alıp Pâdişah'ın huzuruna getirmek üzere Midilli'ye
davet etti. Ancak Mehmed; İstanbul'da ve Balkan'ın öte tarafındaki vilâyetlerde
hasara yol açan vebadan (52) dolayı, bu aralık ikametgâhını sık sık değiştirmekte
idi. Dukas Pâdişah'ı Edirne'de, Sofya'da, Filibe'de aradıktan sonra, nihayet İz-ladi
Boğazı'nda ordusunu kurmuş olduğu bir dağ üzerinde tesadüf etti. Midilli Prensi
vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya ikinci vezir Seydî Ahmed Paşa'ya hediyeler
verdikten sonra Pâdişah'ın çadırına kabul olunarak Zât-ı Şâhâne kendisine iltifat
gösterdi ve hattâ Öpmek üzere elini uzattı. Lâkin ertesi gün işler değişti: Vezirler,
efendilerinin nâmına olarak Taşoz (Tasos) adasının terkini ve o zamana kadar
ödenen verginin iki katını istediler. Dukas, o kadar parayı toplamaktaki
imkânsızlığı ifâdeye çalıştı ise de, nihayet verginin üçte birden ziyâde
artırılmamasına ancak muvaffak olabildi. Binâenaleyh yeni ahidnâmede üçbin
dukaya çıkarıldı. Prense, dönmeden evvel, kenarları sırma işlemeli bir kaftan,
Dukas ile diğer maiyyeti halkına ipekli kaftanlar giydirildi (53). Bu arada iki ve
üç sıra kürek çeker, onar sefineden mürekkep donanma, yeni amiral ve yeni
Gelibolu valisi olan (54) —II. Mehmed'in güzel yüzlü nedimi— Yûnus Paşa (55)
kumandasında Sakız aleyhine hareket etmişti. Bir fırtına donanmayı Truva (M.î.
5) sahillerinde perişan ettiğinden, yedi gemi kazazede olarak yalnız amiral
kadırgası Sakız sularına düştü, diğer onikisi Midilli limanında beklemeğe mecbur
oldular. Yûnus Paşa Sakız karşılarında Prens Nikola'nın kardeşi tarafından
Katalan deniz haydudları aleyhine keşif için gönderilmiş bir Midilli kadırgasına
tesadüf etti. Çünkü Midilli Prensi'ne vergiden başka Cezâir-i Bahr-i Sefîd ile
şimdi «Bayram» denilen (56) Asos şehrinden Kirmah (Kaikus) mansabına kadar
Anadolu sahillerinin muhâzası tevdî. oldunduğu cihetle, bu taraflarda Osmanlılardan alınacak esirlerden de Prens mes'ûldü. Yûnus Paşa —içinde Sakızlı zengin
bir Rum kadını, yâni Midilli Prensi'nin kayın validesi bulunan—
(52)
(53)
(54)
(55)
(56)
Halkondilas dahî (1, 8, s. 148, Bale basımı) bu vebadan ve Pâdişah'ın Filibe'de
ikametinden bahseder.
Dukas, 44, s. 185-187.
«Comes classium».
Bkz. Dukas. Hacı Kalfa’ınn kapudân-paşa'lar cedvelinde Balta-oğlu'nu müteâkib
Yûnus Paşa zikrolunmuş ve Hamza'dan bahsolunmamıştir.
Bkz. Dukas, 44, s. 180.
OSMANLI TARİHİ
25
bu geminin arkasına düştü. Midilli limanına kadar takip ederek orada —
bernekadar sefine Pâdişah'ın himayesinde ve hizmetinde sefer etmekte idiyse
de— Amiral kendisine âit bir ganimet olmak üzere gemiyi istedi. Aksi takdirde
efendisinin gazâbıyla tehdîd etti. Midilli'den Yeni Foça'ya doğru yelken açarak
oraya Türk muhafızları koydu. Belde asla mukavemet göstermemiş olmakla
beraber, yüz delikanlı ve genç kızı beraber alarak Pâdişıah'a hediye olmak üzere
Gelibolu'dan kara yoluyla İstanbul'a gönderdi. Yûnus Paşa’nın hareketinde
Dukas Pâdişâh nezdinde yeni bir memuriyete tâyin edilmişti. Ancak dâvasında
haklı bulunması Amiralin nüfûzuyla müsavi gelemedi. Hattâ Foça'nın zaptı
haberi alınıncaya kadar alıkonuldu. Mehmed o zaman İstanbul'u terkederek
Aynoz (İnoz; Aynös; Enez) 'a gitti ki, Yûnus Paşa on kadırga ile Aynoz'da
kendisine katılacaktı (24 kânunisâni 1456). Karaferye ve İpsala kadıları kendi
kazaları dâhilinde Aynoz hâkimi Doria (57) tarafından yapılmış olan mütehakkimâne faaliyetlerden ve onların Müslümanlar'dan başkasına tuz satmaları,
Müslümanlar'a büyük zarar vermiş olmasından dolayı, Pâdişh'a şikâyet etmiştiler.
II. Mehmed bu fenalığa Aynoz'un fethiyle sür'atle bir çâre bulacağını vaad etti.
Doria, Türkler yaklaştıklarında evvelâ Sümatraki (Se-madirek) adasına iltica
ettiyse de, sonraları daha iyi düşünerek, nâdir bir güzelliğe mâlik olan kızını ağır
hediyelerle Pâdişah'a gönderdi. Kız Pâ-dişah'dan babasının affı ve bâzı
memleketlerinin timar olarak uhdesine tevcihi atıfetine nail oldu. Fakat Doria
yolda giderken kendisine refaket eden Türkler'in üzerine atılarak, onların hepsini
idâm ederek Hıristiyan memleketlerine gitti (58). Dukas, Aynoz'un fethi
hakkında ancak birkaç kelime söylüyor. Lâkin Osmanlı müverrihleri Aynoz ile
Aynoz körfezinin medhalindeki (59) Türkler'in Taşoz (60), Semendirek, İmroz
dedikleri sos, Samutraki, İmbros adalarının ele geçirilişini husûsî bir bâbda
büyük bir tafsilât ile naklederler (61). (M.İ. 6).
Sakız kendisini tehdîd eden fırtınadan kurtulmak için kaybolan kadırganın
tazminatı olmak üzere otuz bin duka ödedi ve bundan başka senelik onbin duka
vergi taahhüt etti (62). Mehmed bu defalık Sakız ve Midilli'nin ele
geçirilmesinden vazgeçerek, yalnız Limni'nin (İstalimne) zaptıyla iktifa etti.
Limni ahâlîsiyle Midilli Prensi'nin kardeşi Nikola Ga(57)
(58)
(59)
(60)
(61)
(62)
Halkondilas'da «Ntaria».
Bratutu'da Sa'dü'd^dîn, 2, s. 168.
«Ad Aenum movit, qua receptâ abductisque puerilis aetatis maribus ac feminis
Adrianopolim contendit». Dukas, 4, s. 189.
İdrîs, varak: 88; Neşrî, varak: 199; Âlî, Yedinci fasıı ;Solakzâde, varak 52; Ravzatti'lEbrâr, varak: 264, Hacı Kalfa, Takvîmüt-Tevârih, 859 (1454) Vekâyii; Defterdar
Dursun Beğ Târihi, varak: 52.
Hacı Kalfa’ınn Ruın-ili'si, s. 196 ve İnoz, s. 68.
Dukas, 45, s. 190.
26
HAMME
R
teloziyo arasındaki ihtilâftan dolayı adalılardın bir Türk valisi istemeleri, bu yeni
gasba vesile oldu (63). Mehmed, bu memuriyete —yakında Beğ sıfatıyla
Adalia'ya gönderilmiş olan Hamza Beğ'i tâyin ve yeni amiral ve Gelibolu Beği
olan Hadim İsmail'i (64) Hamza'nın Limni'ye ikamesine memur etti. Bu haber
üzerine Midilli Prensi —eğer kardeşiyle Limni ahâlîsi arasında bir anlaşma
mümkün değilse— kardeşini alıp getirmek üzere Jan Fontana ve Spinata
Lumbutos kumandalarında büyük bir aceleyle bir kadırga hazırlattı (65). Bunlar
vazifelerini ifâ eylediler; fakat silâha müracaata mecbur oldular (Mayıs 1456).
Üç gün sonra Amiral İsmail, yeni beğ ile birlikte karaya çıktı. Limlililer'i pekçok
överek azimetinde adada bulunan Midillileri beraber götürdü. Devletin
Macaristan ile muharebesi Gateloziyo kardeşler için bahtiyarlık sebebi olmak
üzere, II. Mehmed'in nazarlarını bu taraftan çevirerek intikamının gecikmesine
vesile oldu (66).
Nisan başlarında bütün Macaristan'da bir rivayet yayıldı ki, Mehmed —
Belgrad'ı muhasara etmek üzere— büyük bir ordu toplamaktadır; o zaman ele
geçirilmesi imkânsız sayılan bu kale kuzeyde Tuna ve batıda Sava nehirlerinden
müteşekkil bir yarımada üzerine binâ edilmiştir. Yine o aralık haber alındı ki,
Padişah bu niyete binâen Morava (Markus) üzerinde kâin Grosvaç'da (67) toplar
döktürmektedir. 13 Hazîran'da Osmanlı ordusu takriben yüzelli bin kişiyle (68)
Belgrad önünde göründü. Ordunun arkasında üçyüzden ziyâde ateşli silâhlarla
donatılmış bir topçu zümresi bulunuyordu ki, bu toplardan yedisi taştan gülleler
atar havan topları olduğu gibi, yirmi ikisi de (69) yirmiyedi kadem uzunluğunda
pek büyüktü (70). Topçular gece gündüz kaleye yıldırımlar yağdırarak
(63)
(64)
(65)
(66)
(67)
(68)
(69)
(70)
Osmanlıların adaletle hüküm sürmeleri ve adalardaki prensler hükümetinin fetret
hâlinde bulunması ahâlînin padişaha ilticasını icâb ettirdiğinden, o zamanın siyâsî
muamelelerine göre bunu gasp saymak doğru değildir. Zâten ahidler ve devletler arası
hukuk zamanımızda bile ne kadar mer'îdir? Mütercim.
Dukas, 45, s. 190. Bu îsmâil de Hacı Kalfa’ınn Derya Kapûdanları defterinde yoktur.
Halkondilas (7, s. 248) İsmail'in halefi olmak üzere «Zu-ğanos»u (Zağnos. Zağanos)
gösterir ki, Hacı Kalfa bunu da yazmamıştır.
Dukas, 45, s. 190.
Dukas, 1 ve Halkondilas, 7, s. 248, ki İnoz (Aynoz), Taşoz, imroz ile Se-madirek'in ele
geçirilişinden târihi bir tertibe riâyet etmeksizin bahseder.
Turuç. 55; Bonfinius, üçüncü aşere, s. d.
İbidus Junii. Bonfinius. 3, 18, s. 188. Taglia Kozu'ya nazaran yüzalt-mış bin;
Brankoviç'e nazaran yüzelli bin. Engel, Sırbistan Târihi, s. 408.
Üçyüz top gâliblerin eline düşmüştür. Engel, a.g.e.
Katona'da Taglia Kozu, 3, s. 1068. Engel, a.g.e., s. 48, yalnız yirmiiki kadem diyor.
OSMANLI TARİHÎ
27
topların sesi Segedin'de, yâni yirmidört Macar mili mesafeye kadar işitilirdi (71).
Mehmed, Kostantiniyye'nin fethine nisbetle Belgrad’ın fethini bir çocuk
oyuncağı zannettiğinden, bâzı müverrihlerin sözlerine itimâd etmek lâzım gelirse
—babasının altı ay boşyere muhasara ettiği— kaleyi onbeş gün içinde alacağını
iftiharla söylemiş ve iki aya kadar Orfen önünde görünmeyi ümîd etmekte
bulunmuş idi (72). İkiyüz çekdirmeden (73) meydana gelen bir ince donanma,
Segedin'de hazır bulundurulmakta olan imdâdlara engel olmak üzere Vidin'de
toplanarak Tuna'dan yukarı çıktı. Macaristan'ın büyük harb adamı Hunyad —ki o
vakit krallığın umûmî kumandanı idi— evvelâ Ofen'de, sonra Segedin'de ehl-i
Salip ordusunu topladı. O ehl-i Salip ordusunu ki, Papa III. Kalikst tarafından
nâme-i umûmî ile davet ve vekili Jan Anjelo tarafından günahlarının kamilen
mağfiret edileceği vaad edilerek, Türkler aleyhine olmak üzere ellerine silâh ve
haç almış idiler (Not: 9). Papa'nın dâvetine, daha doğrusu gay-ı etli vaiz
Johannes Kapistranonun teşviklerine tahminen altmış bin kişi icabetle, Hunyad'ın
bayrakları altında toplanmış idiler. Bununla beraber bu kalabalık arasında ancak
üç «manyat» (74) bulunuyordu: Makov, Urban, Pozeganın büyük palatini ve banı
(75) Jan Dö Korog —ki Belgrad (76), onun «ban»lığı dahilindedir—; Bisteria'nın
büyük palatini kaptan Misel Zelaki; Kanije'li genç Ladislas (77). Hakîkat-ı hâlde
diğer birçok asilzadeler «haç»a sarıldılarsa da kılıc'a el atmadılar. Hunyad'ın
askeri kazık, değnek, saban, kılıç ile silâhlanmış olmak üzere, esnaftan,
köylüden, talebeden, dilenci papaslardan mürekkep bir karışım idi (78).
Kapistrano kendisi gibi Fransisken tarîkatinden altı arkadaşını beraber almıştı
(79), ki onlardan ikisi., yâni Jan Tegliakozu ve Fara'lı Nikola bu dikkate şayan
zaman hakkındaki eserleriyle kendilerinin ve Kapistranonun isimlerini
haleflerine nakletmişlerdir (80). Temmuz'un 14'ünde Hunyad, Çitari
Selankamen'de toplanmış, bir kısmı Belgrad'da Zelaki'nin nezâretiyle inşâ
olunmuş olan ve Osmanlı donanmasına eşit olarak ikiyüz çekdirmeden meydana
gelmiş bulunan bir ince donanma ile Osmanlı donanmasını karşılamağa çıktı.
Harb hemen bir yanaşmadan ibaret kaldı. Türk geni) Turuç, 55.
(72)
(73)
(74)
(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
(80)
Katona'da Tagliokozu, 13. s. 1070; Turuç. s. 1092.
Halkondilas, «Naves autem erant mımero ducentae».
«Manyat» Macaristan asilzadeler sınıfının unvanıdır. (Mütercim).
Palatin, Almanya ve Macaristan'da vâlî. Eski târihlerimizde pekçok tesadüf
olunan «ban» dahî mülkî hükümranlığın reisine verilen bir unvandır. (Mütercim).
Katona'da Tagliakozo (Tagliacozzo), 13, s. 1078.
Turuç, 55.
Tagliakozo, kezalik, 1079.
Kezalik.
Prey. Şuûn (Gerçek), üçüncü kısım, Katona, 13. s. 1072 ve 1096,
28
HAMME
R
milerinin manevraları ağır ve gemicileri tecrübesiz olduğundan, az vakit içinde
perişan oldular (81). Mehmed, direkleri kırılmış ve taifeleri telef olmuş olan
gemileri, Macarlar'ın eline geçmemesi için yaktırdı (82). Türkler yedi kadırga
kaybettiler ki, üçü batmış ve dördü zaptedilmiştir. Muharebede de beşyüzden
fazla Osmanlı telef oldu (83). Kapistrano muharebenin devamı müddetinde
Mesih'in ismini yâd ederek ve Haçlı bayrağını tahrik ederek sahilde duruyordu.
Tuna üzerindeki mağlûbiyetten yedi gün sonra, umûmî bir hücum emrederek, II.
Mehmed, bizzat Yeniçe-riler'in başına geçti (84). O zamana kadar muhasarayı
mâhirâne ve bah-tiyârâne idare etmiş olan Rumeli Beğlerbeği Karaca, bir gün
evvel bir top güllesi isâbetiyle hayâtını kaybetmişti. 1456 Temmuz'unuri
yirmibirin-ci günü sabahı Osmanlı ordugâhı davul ve tranpete sesleriyle
dolmuştu; Yeniçeriler şiddetli bir hücum ile gediklerden varoşa girerek, orayı ele
geçirdiler;. oradan da şehrin dâhiline giden köprüyü o kadar cesûrâne istilâ
ettiler*-ki, Hunyad bile mağlûbiyete inanmıştı. Lâkin Kapistrano'nun dindârân^r
şecaati o zaman da bütün canlılığını muhafaza ederek, galebeye inancı devam
ettirdi. Kaleye arka kapıdan yeni imdâd döktü, hücuma kalkışan Türkler'in
üzerine kükürt dökülmüş çalı demetleri attırarak, onları bu suretle hendeklere
ric'at ettirdi (85). Öğleye doğru muhâsırlar, tutmuş oldukları mevkileri terk
etmeğe mecbur oldular (22 Temmuz). Bu sırada Kapistrano, alemdar Piyer ile
hem tarîkatlerinden, hem silâh arkadaşlarından ikisini —ki biri Tagliakozo'dur—
beraber alarak düşmanın muhasara toplarını ele geçirmek üzere, bin ehl-i Salip ile
hârice şiddetli bir hücum yaptı (86). Türkler taraf taraf «Allah!» diye bağırışarak
kaçtılar; Hıristiyanlar İsa'nın ismini yâd erek Türk ordugâhına kadar girdiler.
Mehmed, Azapların hep kaçmakta olduklarını ve toplarının zapt edilmek üzere
bulunduğunu görerek, arslan gibi cenk etti. Bir kılıç darbesiyle bir Hıristiyan'ın
başım yardı (87); lâkin kendisi de kalçasından yaralanarak (88) çekilmeğe
mecbur oldu. Hiddetten parlayarak Yeniçeri Ağası Hasan'a müthiş tehdîdlerde
bulundu. Hasan Ağa, askerin ekserisinin yaralı olduğunu, diğerleri de kendisine
itaat etmedikleri cevâbını verdi.
(81)
(82)
(83)
(84)
(85)
(86)
(87)
(88)
Halkondilas, Turuç, 55. Tagliakozo.
«Has quidem naves illico rex incendi curavit, ne in pannonum po-testatem
redigerentur.» (Metindeki ifâdenin me'hazıdır).
Katona'da Tagliakozo, 13, s. 1075. Katona, s. 1065'de, Lehistan'lı tarihçi Dlugoss ile
Hunyad ve Kapistrano'nun raporlarını, dahî nakl ediyor.
Halkondilas.
Katona'da Tagliakozo, 13, s. 1082.
Halkondilas, s. 132; Tagliakozo, a.g.e., s. 1086.
îdrîs ve ondan naklen Sa'dü'd-dîn. Halkondilas, «Eo loco peremit virum Pannonum
rex» (Metindeki ifâdenin aslıdır).
«Verum vulneratur femur» (Metindeki ifâdenin aslıdır).
OSMANLI TARİHİ
29
Ondan sonra gözü önünde şerefli bir ölümün üzerine atılarak, Macarlar'ın safları içinde
hayatını terk etmekte gecikmedi (89).
Ehl-i Salib'i nihayet ric'ate icbar etmek üzere, altıbin Osmanlı süvarisi
vaktinde yetişti. Mehmed intizamsız bir surette muhasarayı kaldırarak ve yüz
arabaya yaralılar dolmuş olduğu halde Sofya'ya çekilerek, firarileri idâm etmek
tedbiriyle askerin kaçmasının önünü aldı (90). Üç-yüz top gâliblerin eline
geçerek, kalenin duvarları altında da yirmi dört bin Türk (Not: 10) telef olmuştu
(M.İ. 7). Lâkin Hunyad, bu galebeden sonra çok yaşamadı: Bu son muharebenin
yorgunlukları, muhasara esnasında almış olduğu yara, defn edilmeden kalmış (?)
Osmanlı cesedlerinden yayılan ağır kokularla dolu mahallerin havası birleşerek
şiddetli bir sıtmaya tutulup, Mehmed'in firarından yirmi gün sonra hayatını
terket-ti (11 Ağustos 1456). Kapistrano da onun peşinden gitmekte gecikmedi. O
sene teşrinievvelinin yirmi üçünde —muharebe meydânında kendisine daha lâyık
bir ölümü birçok defalar aradıktan sonra— Belgrad'da, yatağında can verdi.
Kapistrano, azizler zümresine dâhil oldu; şimdi dahî Vi yana'da Sent-Etienne
Kilisesi'nde yortusu tutulur; kendisi ekseriya orada Türkler'in aleyhine ehl-i Salip
kıyamı için vaazlar vererek, sözleri hazır bulunanları coşturur, itikad edenlere
mukaddes bir gayret ve itiKad etmeyenlere dahî vaiz hakkında hürmet telkîn
ederdi (91).
Bu muzafferiyeti ve Hıristiyanlar’ın Belgrad'a yardımlarını hatırlatmak için Papa
III. Kalikst «Iyd-ı Tecellî» (52) yi Kapistrano'nun o kadar şecaatle döğüşmüş olduğu 6
Ağustos târihi olarak tâyin etti. Yine bu Pa-pa'dır ki, seksen yaşında olduğu halde
Türkler aleyhine Beşinci Haçlı Mu-hârebesi'ni çıkarmıştır. Kapistrano'nun galebesi, bu
Haçlı seferi'ne aittir;
(89)
(90)
(91)
(92)
Halkondilas, at 133.
Engel, Macaristan Târihi, s. 409.
Kapistrano'nun tercüme-i hâli için şu esere müracaat: «Nâın-ı Mukaddes Mesih'in Müdafii,
i'tizaj Mezhebinin Savaşçısı, Katolik Ordusunun Kâfirlere Karşı Sâiki Olan Ciovanni
Kapistrano'nun Hayat ve Fazilet ve Azameti (İtalyanca); Müellifi: Ciovanni Batista Barbero
Romano, Roma, 1690, orta boyda. Bu eserde Kapistrano'nun Belgrad Muhâsara-sındaki
fevkalâde vekayii 35. bâıbda, 213-223. sahîfeleri dolduran yüz-seksenaltı kerametine nisbetle
ikinci derecede kalıyor. (Hammer, bu kerametleri, bittabi, inanmıyarak yazmışsa da papas'in
ehl-i Salib'e verdiği vaazları zamanı icâbınca takdir etmeden geçememiştri. «Kâfirler» tâbiri,
İtalyanca'nın «infideli» kelimesinin mukabili olup, bundan, adı geçen eseri yazanın maksadı
Türkler olduğunu izaha hacet yoktur. Burası, eski Avrupa tarihlerindeki taassup eseri
sözlerin, bizim eski tarihlerdeki mutaassıbâne lâfızlardan aşağı olmadığını isbat eder.
Mütercim.)
Hazret-i İsa'nın Hıristiyan itikadına göre şekiı değiştirerek görünüşü. Mütercim.
30
HAMME
R
nasıl ki, İzmir'in zaptı (93) Papa VI. Kleman zamanındaki Birinci; Sırb-lılar’ın
cengi (94) Papa VI. Uurben'in zamanındaki İkinci; Niğbolu bozgunluğu (95) XI.
Greguar zamanındaki Üçüncü; Varna felâketi (96) de IV. Ojen zamanındaki
Dördüncü Haçlı Seferlerine taalluk eder. Bu Haçlı Muharebeleri için dâima
gayretle dolu olan Kalikst, ertesi sene (861/1457) kendi masrafiyle onsekiz
kadırgadan mürekkep bir donanma teçhiz ederek, Venedik Patrik'i Kardinal Lui
İskarampa kumandasında Akdeniz'e gönderdi. Bu donanma Osmanlılar'a karşı
(97), Akdeniz'in başlıca yedi adasını, yâni Rodos, Sakız, Midilli, Limni, İmroz,
Taşoz, Semadirek adalarını muhafaza edecekti. Papa donanması evvelâ Rodos,
ondan sonra Sakız ve Midilli adalarına demir attı. Sakız ve Midilli ahâlîsi,
Kardinal'in Osmanlılar tarafından konulan vergiyi vermemek hakkındaki
teklifinden memnun olmadılar. Sakız Arhontları, donanmanın azimetinden sonra,
Mehmed tarafından yeni taarruzlar yapılmasından korktukları gibi, Midilli Prensi
bir sene evvel, yâni Belgrad'ın kurtuluşundan sonra, sefiri Dukas vâsıtasiyle
vergisini göndermişti (98). Üçüncü defa olarak sefirlik yapan Dukas, Limni
ahâlîsini, haklarında isnâd edilen hıyanet töhmetinden kurtarmağa çalıştıysa da,
faydası olmadı; yalnız şu kadarına muvaffak olabildi ki, idama mahkûm olanlar
Kısas meydânından Esir pazarına götürülerek, orada Mehmed tarafından bin
duka altınına sattırıldılar (99). Papa donanması kırk Katalan korsan gemisiyle
kuvvetini artırmış olduğu halde Limni önüne geldiğinde, Sakız ve Midilli'den
gördüğü muameleden büsbütün başka bir surette kabul olundu. İskarampa,
Limni, Semadirek, İmroz, Taşoz adalarına muhafız bırakarak Rodos'a avdet etti.
Lâtin-lerin bu teşebbüse kalkışmasını Limni Prensi'nin el altından teşvik ettiğinden şüphelenmekte olan Sultân Mehmed, Ağustos ayında onun aleyhine
İsmail kumandasında müdhiş bir donanma gönderdi. Türkler Me-timnos beldesini
muhasara ettilerse de, muvaffak olamayarak, çekildiler (100). Dukas'ın Pâdişah'a
Midilli vergisini götürdüğü zaman, Moldavya Prensi de kendiliğinden vergi
takdîm etmek üzere gelmiş ve iki bin duka senelik bir vergi te'diyesi mukabilinde
—Osmanlı kuvvetlerinin komşu(93) 28 teşrinievvel 1344 (747).
(94) 1363 ( 766) «enesi. (95 )
29 Eylül 1396 (797).
(96) 1 Teşrinisani 1444 (848).
(97) Dukas, 45, s. 190; Bernini, s. 86.
(98) Dukas, 45, s: 190.
(99) Dukas, a.g.e.
(100) Halkondil, 135. sahifede işbu Papa Donanmasının şevkini yazar: lâkin sehven; III.
Kalikst'in halefi II. Pi zamanına koyar. İskarampa'nin zapt ettiği mahaller sırasında
İmroz'u da gösterir ki, Dukas bundan söz etmez. Fakat Halkondilas ne Taşoz'dan, ne
de Semadirek'ten bahseder.
OSMANLI TARİHİ
31
luğundan dolayı— tehlike altında gördüğü memleketlerinin asayişini satın almıştı
(101).
Mehmed, Edirne'ye dönüşünde Belgrad mağlûbiyetini muhteşem düğünlerle
unutturmak istedi (1457/861). Birincisi Amasya'da, ikincisi Manisa'da ikamet
eden şehzadeleri Bâyezid ve Mustafa'nın sünnet düğünlerini tertipledi. İki
şehzade, sarayları halkıyle Edirne şehrine davet olundular. Memleketin her
tarafına yayınlanan emirler (102) emirleri, fakirleri, fukahâyı, beğleri, şâirleri,
kadıları düğüne davet ediyordu. Edirne yakınında Meriç sularının teşkil ettiği
büyük adaya ordugâh tertîb olunarak, Pâdişah'ın debdebeli kabullerine tahsis
olunan çadıra da bir taht kuruldu. Sultân Mehmed, düğüne ulemânın bir
içtimâiyle başladı; bütün devletlu alâmetleri hâmil olarak tahtı üzerine oturmuş
olduğu halde, en mümtaz ulemâdan dördü etrafında şeref mevkiinde
bulunuyordu. Sağında muallim-i sultanî Hayr'd-dîn (103), solunda II. Murad
zamanında İran'dan gelmiş olan Mevlânâ Alî et-Tûsî vardı. İstanbul'un fethinden
sonra Tûsî Fâtih'in medreseye tahvil ettiği kiliselerin birinde müderrislikte (Not;
11) istihdam ediliyordu. Daha sonraları, İstanbul yakınında bulunan ve o
zamandan beri Müderris Köyü (104) denilen kariye —ilmî olgunluğuna
mükâfâten—- Pâdişâh tarafından kendisine devredilerek hediye edildi. Pâdişah'ın
karşısında Bizans payitahtının fetihten sonraki ilk Osmanlı kadısı Hızır Beğ
Çelebi (Not: 12) ile doğum yeri Şirvan olan tabib-i sultânı (sultânın hekimi)
Şükrullah bulunuyordu (105). Bu dört zât —Mehmed'in huzurunda Kur'ân
veyâhud makama münâsip kasideler okumakta (M.İ. 8) olan— ulemâ meclisine
riyaset etmekte idiler. Türk encümen-i dânişi (akademik hey'eti) azasının bu
içtimâi sonunda müderrislere şekerlemelerle dolu tepsiler, «müderrislik namzedi»
demek olan «dânişmend» lere meyve şekerlemeleri kutuları verildi ki, bunları
alıp hanelerine götürdüler. Cümlesi altından mâmûl kıymetli hediyeler ve
mükellef elbiseler ile avdet ettiler (106). İkinci gün şeyhler, fakirler kabul
olunarak, Pâ(101) Engel, Moldavya Târihi, s. 131. Kantemir'in, Moldavya'nın ancak 1536'da vergi te'diyesine
başladığı hakkındaki ifâdesi yanlıştır demek olur. Halkondilas (4, s. 64) vergiyi
zikretmiyerek, yalnız bu prens ile sulh ahid-nâmesi akdolunduğundan bahseder.
(102) Kastamonu Hâkimi İsmail'e yazılan davetname Münşeât-ı Feridun'un 209 numarasında ve
cevâbı 211 numarada dercedilmiştir. (İstanbul basımında, s. 243 ve 244).
(103) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, s. 204.
(104) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, s. 572.
(105) Taşköprî-zâde'nin Şakaıku'n-Nu’ınâniye^si. Sa'düd-dîn ve Âlî, Hızır Beğ Çelebî'yi II.
Mehmed Saltanatı ulemâsı meyânında zikrederler.
(106) Neşri, varak: 202; Bratutu'da Sa'dü'd-din, 2, 179. Defterdar Dursun, varak: 58, bu düğün
hakkında tafsilât verir (Bizim târihlerin ifâdesi Mü-tercim'in İlâveleri kısmında
özetlenecektir.).
32
HAMME
R
dişah onlarla dinî mes'eleler hakkında karşılıklı konuştu (M.İ. 9). Bunlar da bir
gün evvel davet olunan zevat gibi ululanarak ağırlandılar. Üçüncü gün silâh
tâlimleri, at koşuları, ok tâlimleri yapıldı (M.İ. 10). Sünnet düğününün hatemesi
olan dördüncü gün halka para atıldı. Devletin ileri gelenleri kendi sıralarmca
Pâdişâh'a hediye takdîm ettiler: Sadrâzam, hediyelerinin tantanalı ağırlığıyla
cümlesine tekaddüm etti (Not: 13). Bu düğün sona erer ermez. Evranos Beğ'in
torunlarından —ki Hasan'ın oğlu İsâ ve İshâk'ın oğlu İsa'dır— birincisi
Arnavudluk'ta, ikincisi Macaristan'da sefere me’ınûr oldular. Ofen şehri bir ay
Türkler'in akınlarına mâruz kaldı (107). ;
Bundan sonraki kitapta, İskender Beğ ile Türkler arasında akdolu-nan
mütâreke münâsebetiyle, II. Murad'ın irtihâlinden 1458 (862) senesine kadar
Arnavudluk'ta cereyan eden vak'aları nakledeceğiz. Ancak burada İsa'nın
Macaristan'a girmesini hafızalara yerleştirmek üzere, bir dakika ifâdemizin
silsilesini kesmek mecburiyetindeyiz. Bu vak'ayı Macar müverrihleri sükûtla
geçerlerse de, Halkondilas ile Osmanlı müverrihleri, zikrederler. Bunun gibi,
Sırbistan muharebesini de anlatacağız ki, bu memleket ondan sonra kat'iyyen bir
Osmanlı vilâyeti olmuştur. Nihayet Rumların hürriyetlerini büsbütün kaybetmiş
olduklarını beyân etmeksizin, bahse son vermiyeceğiz.
1458 senesi başlarında Mehmed, Yaldızlı Kapı yakınındaki Yedikule'-nin
temellerini attıktan sonra, Mora'nın istilâsına tahsis ettiği ordunun kumandasını
bizzat ele almıştı (108). Yine o.sırada Sadrâzam Mahmûd Paşa —gerek Rumeli
beğlerbeğiyken Belgrad'da vefat eden Karaca'ya halef olmasından dolayı
vazifeleri dâhilinde bulunduğu için olsun, gerek Mahmûd Paşa her ne kadar
Sultân'ın harîminde terbiye görmüşse de, vatanı olan Rum memleketlerini itaati
altına almağa onu me’ınûr etmek, ihtiyatsızca bir hareket olacağını Pâdişâh
düşünmüş olduğu için olsun— henüz mukavemet etmekte olan Sırbistan
kalelerinin zaptedilmesine me’ınûr oldu. Mahmûd, büyük bir kısmını kendi
masrafiyle techîz etmiş (109) ve kendi irâdesi altındaki ve Anadolu
sancaklarından toplamış olduğu ordusunu, Pâdişâh tarafından emrine verilen bin
kiişlik Yeniçeri fırkasiyle takviye etti. Ondan sonra askerine, İstanbul yakınındaki
sahrada bir geçit resmi icra ettirerek, sür'atli bir yürüyüşle Tuna'ya yöneldi. Az
bir zaman içinde Respva, Gürikvaç, Druno, Branikvaç kalelerini (110) zabt ede(107) Arenpek «Şuûn», varak: 1261. Celley, «Şuûn», varak: 110, Julius Caesar, İstirya
Târihi, 6, s. 187.
(108) Dukas, 55, s. 192; İstanbul ve Boğazjiçi'ne müracaat, 1, s. 619. .
(109) «Nam hie cum primus inter duces Januarum ferret exercitum proprium alere potuit.»
Halkondilas, a.g.e., 137.
(110) Sa'dü'd-dîn, Neşri, İdrîs, Solak-zâde, bu kaleleri «Resao», «Kuruca»,
OSMANLI TARİHÎ
3.1
rek, Belgrad'ın güneydoğusunda ve Jesuva ve Tuna nehirlerinin birleştiği yerde kâin
Semendire kalesinin muhasarasına azimet etti. İshâk Beğ ile Karaman Paşa, kalenin
teslimini teklife ve müzâkereye me’ınûr oldularsa da, bütün hâriçteki müstahkem
mevkiler Türkler'in eline düşmüş olmakla beraber, kumandan, kalenin tesliminden
istinkâf etti (111). Mahmûd, zaman ve kuvveti Semendire duvarları önünde kaybetmek
istemeyerek, muhasarayı kaldırarak —Belgrad'a ancak üç fersah mesafede II. Mehmed
tarafından inşâ olunmuş olan (112)— havale kalesine gitti. Bunu müdâfaaya hazır bir
hâle koyduktan sonra, birbirine müteakip Ostro-viça, Rudnik, Marjona kalelerine
hücum ve zapt etti (113). Bayramı Niş'-de geçirerek, Tuna'nın sağ tarafında bulunan
Kolumbac (Kolombraria) (114) nâmındaki küçük müstahkem mevkie gitti. Muhafızları
susuzluktan dolayı teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Mahmûd, mevkie su vermekte olan menbâın yolunu değiştirmiş ve nehirden su almağa gelen askerin önünü
kesmişti. Bu şehrin duvarlarını tamir ve müdâfaa imkânlarını yeni istihkâmlarla ikmâl
ettikten sonra, Minnet Beğ oğlu Mehmed Beğ'i Tuna'nın öte tarafındaki memleketleri
vurmak üzere kendisinden ayırdı. Mehmed Beğ Simlin yakınlarında «Tarak» kalesini
(Kerk olması muhtemeldir) zaptederek, Sava ve Tuna nehirleri arasında bulunan Rahve kazasını hasara uğratarak, genç delikanlılardan ve genç kızlardan, hayvanâttan,
kıymetli eşyadan meydana gelen ganimetler ve altınlarla mücehhez ikiyüz askerle,
nehir yolundan dönerek bunları —o zaman Üs-küb'de bulunan (Not: 14)— Pâdişah'a
takdîm etmeğe gitti.
Belgrad'ın kurtulmasından az vakit sonra Despot Jorj —karısı İreni, II.
Murad'dan dul kalmış olan kızı Mara'yı, Greguar ve Etienne ve Lazar isminde üç
oğlunu bırakarak— beldenin cesur müdafii Hunyad ile Ka-pistrano'yu takiben
ölmüştü. Üç oğlundan ilk ikisinin hapiste bulundukları sırada II. Murad'ın
emriyle gözleri çıkarılmıştı. Lazar bu iki âmâ kardeşi memleketten uzaklaştırarak
ve validesini zehirleyerek (115) —Pâdişah'a senelik vergi nâmı altında yirmibin
altın takdîm etmek suretiyle— gasbını takviye etmek istedi. Lâkin cinayetinin
semeresinden uzun zaman istifâde edemeyerek, hükümdarlığının ikinci ayında
hayâtı terketti. Hem-
(111)
(112)
(113)
(114)
(115)
«Branice» diye isimlendirirler. Bratutu'ya müracaat, 2, s. 186 (Sa'dü'd-din'de Rasau, Amûl,
Save, Geruçe, Brançe. c. 1, s. 564, Mütercim)
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2. s. 186. Neşri, varak: 204: îdris. varak: 95: Solak-zâde, 53.
Hacı Kalfa’ınn Rûm-iü'si, s. 52.
Osmanlı müverrihleriyle, Marini ve Bratutu'da «Ostrovica» yerine «Sivrice» yazılıdır.
Güvercinlik. (Mütercim).
Engel, Sırbistan Târihi, s. 416. Raitsch. 3, 222.
Hammer Tarihi, C: li
34 HAMMER
\.i
şiresi Mara Sultan, biraderi Greguvar ve amcası Thomas Kantakuzen ile birlikte,
Sultân Mehmed'in nezdine iltica etti. Pâdişâh, Mara Sultân'ın Sırbistan tahtı üzerindeki
hukukunu iltizam edeceğini taahhüd ederek, kendisine Aynaroz'dan pek uzak olmayan,
İstirimun (Strimon) nehri üzerindeki Yasovo'da ikametgâh (116) gösterdi. Sultân
Murad'ın dul sevgilisi «Despot Jorj'un kızı muttakîye çariçe Mara» (117) orada hâl-i
uzlette yaşıyordu. Kardeşi Jorj'un vefatından sonra Poil şehrinden getirmiş olduğu —
Kont Dö Siley'den dul kalmış— hemşiresi Katerin beraberinde bulunuyordu (118).
Lazar'ın dul kalan zevcesi Elen, kızını Bosna tahtı ve-lîahdine tezvîc ve Sırbistan
Krallığı'nı Papa'ya malikâne şeklinde takdîm etmek suretiyle, Sırbistan'ı Türkler'in
elinden kurtarmak istedi. Papa da vekili Kardinal Sen Anjelo vâsıtasiyle Sırbistan'ın
hükümranlığını (119) kabul etti. Sırbistan Boyarları (120) memleketlerinin şu suretle
bahşolun-masından ve Kraliçe'nin Katolik mezhebine gösterdiği teveccühten hoş-nûd
olmayarak, Osmanlılar'ın hükümranlığını Papa'nın hükümranlığına tercih ve Sadrâzam
Mahmûd Paşa'nın biraderi Misel Abugoviç'i kendilerine reis intihâb ettiler (Not: 15).
Elen, parlak ihtiramlarla Abugoviç'i kaleye celbederek, esirler arasında Macaristan'a
gönderdi. Mahmûd bu sırada Prizrin'i (121) itaat altına alıyordu; hiç beklenilmediği bir
zamanda Semendire önünde görünerek —Elen, hazîneleriyle beraber serbestçe çıkabilmek şartıyla— mevkii ilk teklifte teslim aldı. Vişeslav, Çernov, Be-lastena
kaleleri, Semendire'nin gösterdiği misâle uydular (8 Teşrinisani 1459); Milçev yakıldı
(122). Aneas Silvius'a inanılmak lâzım gelirse iki-yüzbin ahâlî esir edilmiştir. İşte bu
suretle, Kostantiniyye'nin fethinden altı sene sonra Sırbistan Osmanlı Devleti'nin bir
vilâyeti ve eski Tribali-yenler'in payitahtı olan ve iki defa Osmanlılar'ın hücumuna
mukavemet eden Semendire, yahut Spandrop Türkiye'nin kuzeyinde müstahkem bir
mevki olmuştur. I. Mehmed'in rakibi Mûsâ 1414 (817)'de (123), üç gün topla
döğdükten sonra (124) şehri zaptetti; lâkin bir müddet geçince iade
(116) Engel, a.g.e. Siandojino, s. 46.
(117) Raitsch tarafından muhafaza olunmuş olan 13 Nisan 1479 tarihli bir vesikayı bu veçhile imza
ediyor.
(118) Engel, a.g.e., s. 412.
(119) «Suzerainete» karşılığı olarak kullanıldı.
(120) Sırbistan ve Romanya as-lzâdegânının unvâm.
(121) 1458 (862)'de. Engel, Sırbistan Târihi, s. 414.
(122) Engel, a.g.e., s. 415.
(123) Halkondilas, 3, s. 56.
(124) Bu târihin ikinci cildinde Onuncu Kitab'a müracaat. Türkler o vakit birinci defa olmak
üzere —Venediklilerden altmış sene sonra— muhasara topu kullanmışlardır.
Guicciardini'nin ttaıya Târihi'ne de müracaat, 1.
OSMANLI TARİHİ
edilerek, Sadrâzam Halil Paşa'nın —îzladi muharebesinde esir edilen— biraderi
Mahmûd Beğ'in fidye-i necatının ödenmesine hizmet etti. Nihayet Mahmûd Paşa
birbirini takip eden iki sene zarfında iki defa muhasara ederek, birinci defa —ki emlâk
vergisinin (M.İ. 11) bütün Osmanlı memleketlerinde bir çift öküz başına yirmiüç
akçeye (125) çıkarıldığı senedir— muvaffakiyete nail olamadıysa da, ikinci defa —ki
talihsiz Cem'in doğum yılma tesadüf eder— tam bir netice elde etti (126) (M.İ. 12).
Bizans İmparatorunun kardeşleri iki Mora despotu Dimitrius ve Tomas,
kendilerini tehdîd eden tehlikeleri görmemek hamakatında bulunarak, aile ihtilâflarıyla
kendilerine zaaf vermekten başka, yapacak iyi bir-şey bulamıyorlardı. II. Mehmed
kudretinin hudutlarını genişletme fırsatını hiç kaybetmeyerek —Evranos'un iki
torunundan birini Arnavudluk'a, diğerini Sırbistan'a gönderdikten sonra— Mora
ordusunun kumandasını bizzat eline aldı (15 Mayıs 1458).
Sultân Mehmed, Kostantiniyye'nin fethinden başka birşey düşünmediği ve bütün
kuvvetini bu maksat için toplayıp, bu maksada hasr ettiği zaman, Rum
vatanperverlerinin son kalıntıları Mora'ya göçtüklerinden, Pâdişâh da onların orada son
nefesini vermekte olan hükümetlerini rahatsız etmemeğe muvafakat göstermişti. Bu
geçici anlaşma, Spart'ı ikametgâh yapan Dimitrius ile Patras'da hüküm süren Tomas'ı
te’ınîne kifayet etti. İki kardeşin arasındaki ittifaksızlık (127) intizamdan mahrum bir
takım Arnavudlar'ın memleketleri içine getirilmesine yol açarak, bunların ise isyanda
gecikmediklerini ve iki kardeşin, hükümranlıklarını ancak Osmanlılar'ın muâvenetiyle
ve senelik ağır bir vergi taahhüdüyle nasıl elde edebildiklerini evvelce nakletmiştik.
Türkler'e Mora'nın fethini kolaylaştıran vaziyetleri daha iyi anlamak için, o zaman
memlekette birbiriyle çekişen fırkalara bir nazar atfetmek münâsip olur.
Kostantin, payitahtını müdâfaa ederken silâh elde hayâtı terk ettiği zaman,
«Arhont»lar «hakk-ı ekberiyet» ile tacın vârisi olan Dimitrius'u imparator ilân etmek
istediler. Batıda havaî, hırslı, zâlim (128) bir tabiat
(125) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 53.
(126) Sa'dû'd-dîn, Solak-zâde, 864 (1459). İtalyan menbâlarından alan Sismon-di, Semendire'nin
ele geçirilişini 1458'de zikreder. Marini Sanuto'nun bir kronolojik cedveline nazaran, şehir
ancak 15 Nisan 1460 tarihinde teslim olmuştur; bu ise Sırb ve Türk menbâlarından alınan
malûmata açıktan açığa mugayirdir.
(127) «Tanta era la discordia, che sit rovava tra Demitri e Tommaso su fratello, che l'uno nevrebbe
mangiato il cuor all'altro». Spanda. jino. s. 29.
(128) Spandajino, s. 41 «quale veramente fü tiranno» Metindeki ifâdenin aslıdır.
36 HAMMER
sahibi olan küçük kardeşi Tomas, hükümeti ona terketmeğe kat'iyyen muhalefet
ettiğinden —Arnavudlar'ın ihtilâli pek yakında ellerinden alacakları tehdidini
göstermekte bulunan— Mora hükümetini aralarında taksim etmek mecburiyeti hâsıl
oldu.
II. Mehmed'e denk fakat maharet ve iktidarda benzeri olmaktan uzak olan
Tomas, onun siyâsetini taklîd etti (129). Glarenza ve Ahaî memleketlerini zapt etmek
için bu kazaların —kendisinin akrabasından bulunan— hâkimini bir âmân-nâme ile
Patras'a getirterek, oğullarıyla beraber mahbesde açlıktan öldürdü. 3u vahşilikleri Ahai
Prensi'nin dâmâdı hakkında da icraya kadar giderek —kayınpederinin esareti sırasında
izdivaca cür'et etmiş olduğu için— gözlerini çıkarttı; burnunu, ellerini, kulaklarını
kestirdi. Mora’nın en büyük emlâk sahiplerinden olan Teodor Bukali --durumundan
ötürü hâiz olduğu nüfuzdan dolayı— gözünü ve mallarını kaybetmek cezasına uğradı.
Emanuel Kantakuzen için de böyle bir tuzak tertiplenmişse de, onlardan daha bahtiyar
olarak, kurtulmanın bir çâresini buldu. Rumca ismini bir Arnavud ismiyle değiştirmek
suretiyle isyan hâlindeki Arnavudlar'ın hoşnûdluğunu celb edip, onların başına geçerek
bütün memleketi tahrîb etti ve Patras ile Spart'ı ikametgâh ittihaz ederek, iki despotu
muhasara etti (130).
Mehmed, şu karışıklık zamanını —haklı olarak— fetih tasavvurları için en müsait
fırsat olarak gördü. 1458 Mayıs'ımn onbeşinde (hicrî 862) İstanbul'dan hareketle
Korint'i ablukaya aldı ve ordusunun bakiyyesiyle Mora kıt'asında —eskiden Ahai
federasyonunun bir parçası olan— Fili us'a (131) kadar ilerlemekte devam etti. Ancak
Filius'un Arnavud kumandanı Duksias, şehri şiddetli bir mukavemet göstermedikçe
terk etmemeğe karar vererek, Osmanlı ordusunu —müstahkem ve bütün arazîye
hâkim— bir tepe üzerinde karşıladı. Mehmed, başlıca mevkilerin ele geçirilmesinden
sonra, mutlaka pençesine düşecek olan bir düşman ile uğraşmayı faydasız görerek,
Tarsus üzerine yürüdü. Oranın muhafızları ilk ihtarda teslîm oldular. Pâdişâh üçyüz
delikanlıyı beraber alarak şehre bir muhafız tâyîn etti ve mıntıkanın daha içerilerine
yürüdü. Tarsus'da teslîm olan Arnavudlar firar teşebbüsünde bulunduklarından, onları
korkunç bir misâl ile dehşete düşürmek için içlerinden yirmisi işkence edil(129) Fâtih hakkınaa Bizans müverrihlerinden intikal eden bu ütifât (!) tenkide bile değmez.
(130) Spandajino. 42.
(131) Halkondilas, Dokuzuncu Kitabın başlarında. Osmanlı müverrihleri «Felek» (Fizik; Feiik)
diye adlandırırlar. Bratutu (s. 184) «Telek» diyor. İşbu Filius şehrinde eskiçağda Ganimede,
Hebe, Dioscures mâbedlerine güzellik, gençlik, kuvvet nâmına ibâdet olunur, bütün Mora
saranları arasında meşhur olan o mıntıkanın şarabı için bağbozumu nâzımı olan Bdüüs
nâmını arz-ı tâ'zimât edilirdi. (Puzanias, 1, 2, s. 12.)
OSMANLI TARİHİ
37
mek üzere alındı; ayaklarının ve ellerinin kemikleri tokmaklarla kırılarak, bu
halde ölümlerini beklemeğe mecbur oldular. Bu vahşetin icra edildiği mevki
«Tokmak-Hisar» nâmını aldı (132). Daha içeride ve yüksek bir noktada bulunan
ve Halkondilas tarafından ismi zikredilmeyip, fakat Franzes'in «Etus» (133)
dediği yer olması lâzım gelen belde, suyun çevrilmesi suretiyle o kadar
müzayakaya düşürüldü ki, ahâlîsi, ekmeklerini, kestikleri yük hayvanlarının
kanıyla yoğururlardı. Bu baskı altında ezilerek teslîm olacakları sırada
Yeniçeriler duvarlardan tırmanıp, içeri girerek şehri yağmaya başladılar. Buradan
Mehmed, ordusunu— Akobe de denilen— Rupela beldesine (134) doğru sevk
etti, ki Arnavudlar ve Rumlar aileleriyle orayı bir iltica yeri hâline getirmişlerdi.
İki gün hücumdan sonra, Pâdişâh, askerinden büyük bir kısmının yaralanmış
olduğunu görerek çekileceği sırada, şehrin temsilcileri itaatlerini arzetmeğe
geldiler. Binaların tahribinden ictinâb olunduysa da, ahâlîsi İstanbul'a
nakledildiler. Mantine yoluyla Pazenika'ya (135) doğru harekette devam edilerek,
Pazenika'nın Arnavud muhafızları Kantakuzen vâsıtasiyle Pâdişâh tarafından
teslime davet edildi. Arnavudlar'ın Kantakuzen'in teklifine muvafakat etmemeleri
üzerine, bunları müdâfaaya teşvik etmiş olmasından şüphe edilerek, Kantakuzen
gözden düştü; Arnavudlar ise -—Türkler istihkâmların eteğine kadar gelmiş
oldukları halde— mukavemet gösterdiler. îkinci gün Mehmed, bu mevkii terk ile
Teje'ye yaklaştı ve ondan sonra —Tomas’ın kapanmış olduğu Spart üzerine mi,
yoksa Dimitrius'un çekildiği Apiyador üzerine mi yürüyeceğini bilmeyerek— tereddüd içinde kaldı. Yolun Teje'den ilerisinin, asker için geçilemez durumda
olduğunu öğrenmesi üzerine, ordusunu Teje kazasında Muhla üzerine yürüttü
(Not: 16). Bu mevkî Azanes Dimitrius tarafından ve daha ziyâde sarp bir dağ
üzerindeki çetin mevkii ile müdâfaa olunuyordu. Yalnız bir tarafından girilmek
mümkün olduğu halde, o cihette üç kat duvarla korunuyordu. Ordugâh kurularak
toplar yerleştirildi. Su yolu çevrildi. Evranos-torunu İsâ, mevkiin teslimini teklif
etmek üzere bir tercüman alarak Azanes ile görüşmeğe gitti. Halkondilas,
Osmanlı me’ınû-runun Pâdişah'ın kudretini göklere çıkardığı ve Rum
kumandanının Muh-la’nın kuvvetini mübalâğa eden nutuklarını anlatır. Beyhude
konuşmalardan sonra Pâdişâh —yegâne yaklaşılabilir ve üç kat duvarla
korunmuş olan cihetten— kaleye taarruz etti. Birinci istihkâm ağır toplar
vâsıtasiyle toprak yığınına dönüştükten sonra, Azanes ikincisinin arkasında sebatla müdâfaa etti. Lâkin yedi kantarlık büyük bir gülle ekmek yapı(132) Halkondilas, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, İdrîs, Âlî.
(133) Franzes, 4, 15, s. 86.
(134) Sa'dü'd-dîn'den vâzıhan anlaşılır ki, Halkondilas'in
mahallerin ikisi, aynı şehirdir.
(135) Neşrî'de «Pazenika», Solak-zâde'de «Becene».
38 HAMMER
Rupela ve Fran-zes'in Akobe dediği
lan yere düşerek, muhafızların zâten az olan ekmek lâzımesini mahv etti. Papas,
vatanına hıyanetle, raiyyetini sadıkane muhafaza edecek yerde, yiyeceğin azlığını
Pâdişah'a ihbar ederek, muhasarada devam etmesi için teşvik etti. Mehmed, mevkiin
teslimini tekrar ihtar ederek, aynı zamanda, mahsurların yiyecek hususunda düçâr
oldukları müzayakayı, içerideki dostları marifetiyle pek iyi haber almış olduğunu bu
ihtara ilâve etti. Bunun üzerine Azanes Dimitrius ve Spart'lı Lukanos ordugâhta Pâdişah'ın huzuruna geldiler. Sultân Mehmed bunlara hitaben :
— «Efendinize haber veriniz ki, Mora'nın şimdiye kadar geçtiğim yerleri, bana âit
olmak ve henüz onun elindeki yerler için senelik beşyüz libre altın vermek şartıyle,
kendisine sulh ve dostluk itasına hazırım. Patras Prensi Tomas'a gelince; ona da
bildiriniz ki, hemen memleketi bana terk etmek lâzım gelir; olmadığı takdirde elindeki
silâhla onu bizzat ben derdest edeceğim!» dedi.
Azanes Dimitrius ve Lukanos bu haberlerle —müşterek menfaatleri hakkında
müzâkere etmek üzere Tripiner, Pona (136) (Şimdiki Tripolice) (137)'de yerleşmiş
olan iki despotu görmeğe gittiler. Muhla'nın sukutunu müteâkib Korint (138), Despot
Dimitrius'un kayını ve Palus'un oğlu başka bir Azanes ile diğer bir Lukanos Nikeforas
(139) tarafından Pâdişah'a müdafaasızca teslîm olunmuştu. Despotlar, Pâdişâh
tarafından bildirilen tekliflere muvafakat gösterdiler (Temmuz 1458). Dimitrius —Osmanlı ordusunun geçmiş bulunduğu— Filiazia nâhiyeleriyle beraber Korint ve
Kalavrita civarını Pâdişah'a terketti. Tomas da Patras'ı, mülha-katındaki beldelerle
beraber terk ve Lazar nâmındaki bir memuriyle teslim etti (140). Bu suretle sulh
anlaşması yapılarak Mora'nın bütün kuzey tarafları Osmanlı hükümetine geçti. İlk defa
olarak Eksamilon'u geçmiş olan Turhan'ın oğlu Ömer Patras'dan Kalavrita'ya (141)
kadar Ahai'nin idaresine memur edilerek şehirlere Yeniçeri ikame edildi.
Mehmed, Akçiauli ailesinin bir hıyânetiyle Turhan'ın sonunda zapt etmiş olduğu
Atina'yı görmeğe gitti.
Atina'nın son dukası olan Rainer'in dul karısı —Venedik Senatosu'-nun Napoli'de
Romanya valiliğini vermiş olduğu— Venedikli bir genç asıi(136) Franzes, 1, 4, s. 15.
(137) Bizim târihlerde Tarâpulice imlâsında dahi görülür. Mütercim.
(138) Bratutu «Korint»i «Korka» yapıyor. Âşık Paşa-zâde (Vatikan nüshası, s. 341) «Mora'nın
kilidi» dediği Aydoz (Aydos) kalesiyle şüphesiz ki svAkro-Korint»i murad ediyor.
(139) Franzes, 1, 4, 15.
(140) Kezalik.
(141) Kezalik.
OSMANLI TARİHÎ
39
zadeye âşık olarak —kocası gibi bir Venedik asilzade ailesinden olan—
zevcesini öldürmek şartıyle, Venedikli'ye kendisiyle evlenmesini ve Atina
hükümdarlığını teklif etmişti (142). Düşes'in kocası ve Rainer'in henüz çocuk
yaşta bulunan oğlunun vasisi olmuş olan kaatil, Pâdişah'ın nez-dinde bu cinayetle
itham edildiği gibi, Atinalılar'ın kini ile de takip ediliyordu. Rainer'in genç
oğluyla birlikte maiyyeti Osmanlı tabiiyyetine sığındılar ki, son Atina Dukası’nın
yeğeni Franko Akçiaoli dahî orada bulunuyordu. II. Mehmed, Atina hükümetini,
himâyesi altındaki Franko'-ya verdi ki, bundan, gadre uğramışlığın
çekiciliğinden yararlanılmak ümid ediliyordu (143). Franko, Atinalılar tarafından
—Pâdişah'ın emrine uygun olarak— büyük sevinç alâmetleriyle kabul olundu.
Hükümetinin birinci işi olmak üzere rakîbesinin ölümüne sebep olan Düşes'i
Megar'da habs ve idâm etti. İlk zevcesinin kaatili olan Venedik delikanlısı da,
ikinci zevcesi Düşes'in katlinden dolayı Franko'yu itham etti. Bunun üzerine
Mehmed, çekişmeyi bertaraf etmek için, Atina'yı kendi nâmına zaptetmesini
Ömer'e emretti. Ömer —Pâdişâh tarafından Teb ve Beoti vilâyetini vaad
ederek— Franko'yu hazîneleriyle birlikte çekilip gitmeğe kolaylıkla ikna etti.
Bunun üzerinedir ki, Pâdişâh —Ömer'in siyâsî manev-ralariyle bu kadar
sulhperverâne bir yoldan elde etmiş olduğu— Atina'nın ziyaretine gitmiştir.
Sultân Mehmed, Akropolis'in mevkî ve haşmetini, o kadar mahfuz olan limanın
genişliğini görünce büyük bir hayretle:
— «Din ve devlet böyle bir yerin ele geçirilmesinden dolayı Turhan'ın oğluna
nasıl müteşekkir olmasın?» demiştir (144).
Sultân Mehmed, şehrin bütün âbidelerini —herbirini görerek— ziyaret ettikten
sonra, Mora'nın iki despotunu akdedilen sulh üzerine yemîn ettirmek ve Dimitrius'a
kızının tezvîcini teklif etmek için bir elçi gönderdi (Teşrinievvel 1458) (145).
Despotlar talep edilen yemîni ettiler; Dimitrius da —evvelki kitaplarda görüldüğü
üzere ekserisi Bizans prenseslerini haremlerine dâhil etmiş olan seleflerinin utanç
verici misâllerine uygun olarak— kızını verdi (146). Fakat o kadar utanç verici ve
ondan daha fazla meş'ûm olmak üzere, diğer despot, verdiği yemîni az vakit içinde
nakzetmek cürmünü işledi (147). Franzes'in bundan dolayı Mora'(142) Halkondilas, 1, 9, 5. 142.
(143) «Quo per amorem abusus fuerat, ut fertur.» (Halkondilas, s. 153). (Metindeki ifâdenin —
bizce mevsûkıyeti şüphe götürür— me'hazı).
(144) Quanta gratia debetur lege nostra Omari Turchanis filio.» (Aynen tercümesi: «Dînimiz
Turhan-oğlu Ömer'e teşekkür etmeğe nekadar borçludur?» Halkondilas, s. 122.
(145) Halkondilas, s. 143; Franzes, 4, s. 16.
(146) Bizans müverrihleri böyle görmek istemişlerdir. (Mütercim),
(147) Halkondilas ve Franzes, beyân edilen sahifeler,
40
HAMMER
am kaybedilmesine sebep olmakla itham ettiği Lukanos Nikeforas’ın gösterdiği
delillere binâen, Tomas Mora Rumlarıyla Arnavudlar'ın Türkler aleyhinde
ayaklanmağa hazır bulunduklarına kanâat getirerek, ahidnâ-menin yemin ile
te'yîdinden üç ay sonra, yalnız Türkler'in değil, kendi kardeşinin de aleyhinde
açıktan açığa husûmete başladı (Kânunusâni 1459). Bu hıyaneti icra eden şahsın
muâvenetiyle Tornas Türkler'den yalnız Kalavrita'yı aldı (148). Lâkin
kardeşinden —bundan böyle memleketlerinin idaresi kendilerine âit olacağını
ahâlîsine vaad ederek— Karitena (Şubat 1459), Ayayorgi, Burdunia, Kastriça
şehirlerini zapta muvaffak oldu. Messina Körfezi'nde bulunan Zarnata ve
Kalamate kasabalarını muhasara etti. Hâlbuki o aralık kardeşi Dimitrius da
askeriyle Tomas'ın elindeki mahallerden Leontari ve Akoba'yı istilâ ediyordu
(149). Lâkin en musîbetli belâ Arnavudlar'dı ki, Franzes bunları «En ahlâkı
bozuk, en faydasız ve dâima bir despottan diğerinin hükmü altına geçerek, bir pazar günü içinde üç defa efendi değiştirir,» bir kavim olmak üzere yâd eder (150).
Korint, Patras, Amikla Türkleri ise fırsattan istifâde ile kati gâret eder, dahilî
çekişmelerden kendilerini muhakkak bir harâbîye sev-keden despot ve
arhontlarla istihza ederlerdi (151). Bu aralık Sultân Mehmed Üsküb'de bulunarak,
Mahmûd Paşa Macaristan seferinden almış olduğu esirleri kendisine arz
ediyordu. Pâdişâh, Mora karışıklıklarını Tur-han-oğlu'na atf ederek onu azledip,
yerine Hamza'yı tâyin etti (152). Hamza, Patras'ın Rumlar tarafından
muhasarasını kaldırdırttıktan sonra Despot Dimitrius'un müttefiki sıfatıyla —
Tomas'ın içine kapanmış bulunduğu— Leontari önünde göründü. Tomas, davet
olunduğu harbi kabule mü-sâid bulunduysa da, bilhassa Sipahiler kumandanı
Yûnus Beğ'in mâhi-râne hareketleriyle mağlûp oldu ve iki yüz adam kaybetti
(153). Rumlar'ın, Arnavudlar'ın, arhontların, despotların eline geçmeyen eşya
Türkler'in şikârı olarak (154). tahribat tâ o vakte kadar devam etti ki, nihayet iki
kardeş vâki zayiatlarının ne kadar büyük olduğunu ve büsbütün mahvolmağa ne
kadar yaklaşmış bulunduklarını hesap ederek Koriça'da mülakat ve Spart
Metropolidinin icra ettiği Litorya Ayîni'nde ikisi birlikte bulunarak yeniden
yemin etmek suretiyle musaleha eylediler (155).
Sultân Mehmed, iki kardeşin ittifakından haberdar olması üzerine dâhili
muharebeyi Turhan oğlu Ömer'in hatâsına isnâd ettiği gibi, bu defa
(148)
(149)
(150)
(151)
(152)
(153)
(154)
(155)
Crucii (Kruçii)'nin Türk ve Rum Târihi'nde Rum vekâyii, s. 17.
Franzes, 1. 4, 16.
Franzes'in Arnavudlar hakkındaki bu takdiri cevabtan müstağnidir. (Mütercim) .
Franzes, s. 86.
Halkondilas. 1. 20. s. 144.
Kezalik.
Franzes. 4. 16. s. 87.
Franzes, a. 88.
OSMANLI TARİHİ
41
da Hamza Paşa'ya kusur atfederek, onun yerine Gelibolu Beği ve donanma
kumandanı Zağanos Paşa'yı tâyin etti. Zağanos'un Mora'ya vusulünde
Osmanlılarla açıktan açığa muhâsım halde bulunan despotların yardımcısı olan
askerlerin derhal dağıldığı görüldü. Tomas, bu defa da Os-manlılar'a karşı
yeminini bozmuş olmasının neticelerini düşünerek, kardeşinin hâkim olduğu
arazîden Lakonya ve Messina'yı muhasara ve bu sırada kendi hesabına Pâdişâh
ile muhabereye girişti. Mehmed, Uzun Hasan aleyhinde Anadolu'ya asker şevki
tedârikinde olduğundan, şu üç şart iîe. yâni: Rum askerleri Türk kalelerinden
uzaklaşmak; vergi olarak senelik üçbin libre altın verilmek; bir Türk elçisinin
gönderileceği Korint'e yirmi güne kadar Despot bizzat gelmek üzere. Tomas’ın
tekliflerini dinleyip itibâr etti. Tomas hepsini vaad etti; fakat vergiyi tedârik
edemedi. Mehmed buna öfkelenerek, Anadolu'ya asker şevkini ertesi seneye
te'hir ederek, iki kardeş aleyhine Mora'ya doğru bizzat yürüdü (13 Nisan 1460)
(156). Korint'te Azanes'in kayını Dimitrius'u zincire vurdurduktan sonra, Spart
önünde göründü. Dimitrius kardeşi tarafından hıyanet gördüğü gibi, kendisi de
Yunanistan'ın dâvasına hıyanet etmek suretiyle, bir iltica mahalli bulmak için,
Pâdişah'ın ordugâhına gitti. Sultân Mehmed, kendisini mültefitâne kabul etti,
kızını zevce olarak kabul edeceği vaadinde bulundu ve Mora'nın terkinden
dolayı kendisine bir bedel ödeyeceğini bildirdi. Ve Dimitrius'u orduda
alıkoyarak Spart şehrine Türk muhafızları tâyin ettikten sonra. Kastriça üzerine
yürüdü. Belde derhâl hücum ile zapt ve yağma edildi. Lâkin ele geçirilmesi
kaabil olmayan bir mevkide bulunan kale mukavemet ederek birçok Yeniçeriler,
duvarların yukarısından aşağıya düşürüldüier. Bununla beraber kalenin üçyüz
kişi olan muhafızları idâm ettirdi (157).
Daha sonra Leontari önünde göründü ki, şehrin sakinleri
kadınlariyle, çocuklarıyla Gardika kalesine iltica etmişlerdi. Ümidsiz bir cesaretle bir
müddet Azaplar’ın hücumlarına mukavemet ettilerse de, şecaatleri kendilerini
kurtaramıyarak, şehir, hücumla zaptedildi.
Mora'da diğer mevkilerin cesaretini kırarak, kendi ihtiyarlanyle teslîm olmak
üzere, her taraftan temsilciler geldiler. Ayayorgi kumandanı Krokontelos —ki
Franzes'in tâbirince «Timsah» (158) nâmını alması lâ(156) Franzes, 4, 16, s. 88. Halkondilas, 1, 9, s. 148.
(157) Halkondilas, 1, 9, s. 150.
(158) «Timsahnn Rumcası «Krokondilus» olduğundan, Franzes böyle bir teşbih-de bulunmuştur.
Mütercim.
42
HAMME
R
zım gelir— Pâdişah'ın ayaklarına kapandı (159). Batı taraflarının en müstahkem
iki limanı olan Avarin ve Arkadya teslîm oldular. Arkadya'nın onbini bulan
ahâlîsi zincirlere vurularak, Mehmed, bunları idâm edeceği tehdidinde
bulunduysa da, civardaki kariyeleri «şenlendirmek» üzere İstanbul'a nakledildiler.
Rumlar üzerinde icra olunan vahşîliklere şâhid olmak için maiyyetinde götürdüğü
Dimitrius'un re'yi mucibince Pâdişâh, Evranos-torunu İsâ Beğ'i —şehri teslim
almak ve despotun zevce ve kerîmesini alıp getirmek üzere— Doğu cihetine, yâni
Epidor'a, sonraki adıyla Monambazia (Malvaziya)'ya (Not: 19) gönderdi (160).
Nikola Paleolog —damarlarında cereyan eden kana despottan ziyâde lâyık olduğu
için— onun emriyle şehri Türkler'e teslimden imtina etti (161), fakat Prenses ile
kızının serbestçe gitmelerine müsâade gösterdi. Mehmed, bunları mevkileriyle
mütenâsip bir şekilde ağırlamak için bir hadımağası vererek Peuti'ye gönderdi ve
Despot Dimitrius'un da beraber gitmesini emretti. Kardeşi Tomas, Leontari ve
Gardika'nın düşmesinden sonra muvaffakiyetten ümidini keserek, Kalamata'yı
terk ile, Hıristiyan memleketlerinde sığınacak bir yer bulmak için çocuklarıyla
beraber gemiye binmişti (162).
Sultân, henüz mukavemet eden diğer şehirlerin ele geçirilmesini beğ-lerbeği
Zağanos'a tevdî ederek kendisi —Venedikliler'de bulunan Modon ve Pilus
limanlarını bizzat keşfetmek üzere— sahil boyunca ilerledi. Bu ikinci şehrin
önüne vardığı zaman Despot Tomas'ın gemisi henüz limanda, yâhud sahilden
görülecek bir noktada idi. Venedikliler bu prense oralardan uzaklaşmasını ihtar
ederek, sulhda ve dostlukta kararlı olduklarını Pâdişah'a yeniden ifâde ettiler
(163). Bununla beraber Türk süvarileri Pilus etrafını tahrîbde devam ederek
Arnavudlar'ı esîr ettiler. Mehmed, kuzeye doğru yürüyerek, yolu üzerinde
bulunan ve henüz teslîm olmayan diğer şehirleri, yâni Postiça, Lestrene, Patras,
Kalavrita beldelerini fethetti (164). Bu son şehrin cesur kumandanı olan Arnavud
Doksas (165) ki —Franzes'in tâbirine göre ne Pâdişah'a, ne Despot'a, ne de
Allah'ına sâdık olmuştur— ikiye biçildi; muhafız askerlerin ya başları kesildi, yahut esîr olarak satıldı. Paleolog Sgurumalo (166) tarafından müdâfaa edilen
Karitena, ancak şecîâne bir müdâfaadan sonra teslimiyet gösterdiği
(159)
(160)
(161)
(162)
(163)
(164)
(165)
Franzes, 1, 4, 19,
Halkondilas ve Franzes, 1, 4, s. 16, ve 18.
Halkondilas ve Spandojino, s. 44.
Franzes, 4, 18, 91.
Halkondilas, 9, s. 151.
Franzes, 4, 19, s. 91.
Franzes, kumandanın ismini söylemiyor; Halkondilas tasrîh ediyor.
(166) Pâdişah'ın Hasan Ağa vâsıtasiyle Moralılar'a verdiği âmân-nâme'de, Pa-leologlar'ın
bir şubesi olan Sgurumalo ailesinden defâatle bahsolunmuş-tur.
OSMANLI TARİHÎ
43
gibi —Paleologlar'dan bir diğeri olan Greças'ın (167) müdâfaa etmekte olduğu—
Salmenikos kalesi, şehir teslîm olup yağma edildikten sonra da mukavemet etti.
Nihayet Greças —ric'ati haleldar olmaması için Osmanlı askeri ordugâhını
kaleden bir fersah mesafeye nakletmek şartiyle— mevkiini terk edeceğini
Pâdişah'a bildirdi. Sultân Mehmed, Paleologlar'ın şecaatlerine hürmeten bu
teklife muvafakat etti ve kalenin teslim alınmasını —Zağanos'un yerine eski
mevkiine îâde olunan— Hamza'ya tevdî ederek, büsbütün çekildi. Ancak
Pâdişah'ın gitmesinden sonra da kale —Greças'ın hafif süvâpî kumandanı
sıfatiyle Venedik (168) hizmetine girişine kadar— tam bir sene daha mukavemet
etti. Zağanos Paşa’nın Hamza'ya halef olduktan sonra mevkiini tekrar selefine
vermeğe mecbur olması Santa-Maria kalesi Arnavud muhafızları hakkında
gösterdiği hıyanetten dolayıdır ki, Pâdişâh bu hareketine pek öfkelenmişti (169).
Zağanos bunların serbestçe geçmesine söz verdikten sonra, bir kısmını idâm
ettirmiş ve kalanlarını da esîr almıştı (170). Sultan Mehmed tarafından, verilmiş
sözün bozulması yolunda vâki olan hareket, Rumlar'ın mevkilerini kısa bir
müddet zarfında teslîm ettirmek gibi faydalı bir netîce sağlamış olduğu halde,
Zağanos'un muamelesi henüz itaat etmemiş olan beldelerin Arnavud muhafızları
üzerine aksine te'sîr ederek, onların silâhlarıyla sonuna kadar müdâfaalarına yol
açtı. Mehmed, kendisinin izince hareket etmiş olan kumandanın azliyle,
doğrudan doğruya fiilini değil, bunun icrasında gösterilen maharetsizliği
cezalandırmıştı. Atina'ya vardığında, Franko Akçiaulinin müstakil bir hükümet
te'sîs etmek tasavvurunda bulunduğundan haberdâr oldu. Muteber kişilerden on'u
derhâl rehin olmak üzere İstanbul'a gönderilerek, Zağanos da Franko'nun izâlesine me’ınûr oldu. Dukalıktan azl edilmiş olan Franko'yu bayrağı altına davetle
gece uzun müddet teklifsizce konuştuktan sonra, husûsî bir lütuf olmak üzere onu
kendisinin çadırına iade ile, orada boğdurdu (171). Son Atina Dukası olan
Pâdişah'ın eski nediminin akıbeti buna müncer olarak, bütün Yunanistan Osmanlı
hükümetine geçti. Despot Dimitrius'a înoz (Aynoz) beldesi ikametgâh
gösterilerek, tuzlaların vâridâtiyle senelik altmışbin akçe, maişetine tahsis edildi
(172). Ancak Mehmed, onun
(167) Franzes, 4, 19, 91. Bu Greças —Spandojiro'nun Muhl mevkiini Mehmed'e karşı ellidört gün
müdâfaa ettirdiği— Paleolog Gıriçi olmak gerektir. Spandojino, s. 44.
(168) Halkondilas, 1, mezkûr sahîfe.
(169) Halkondilas, 9, 150 ve 152.
(170) Franzes, .4, 19. Pöküvil «Santamerb diyor, 3, 563; 4, 436.
(171) Halkondilas, 9, s. 153. Spandojino, 44.
(172) Franzes'e nazaran, (1, 4, 20, s. 92) Limni, imroz, Semadirek adaları vergileri de tahsis
edilmişti.
44
HAMME
R
kızını bundan böyle harem-i sultânî'de bulunmağa lâyık görmeyerek hizmetinde
bulunan yalnız bir hadımağası da alındı (173). Despot Tomas hazîne yerine AyaAndre'nin (174) başının iskeleti kalıntılarını alarak Avrupa'ya firar etmişti.
Ancak Roma'ya gitmezden evvel, Monambazia (Mal-vaziya) şehrini Mora'nın
güney doğu hükümetiyle mübadele etmeyi teklif etmek üzere, mahremlerinden
Arhont Ralles'i Korfu'dan Pâdişah'a göndermişti. Ralles, Sultân Mehmed'i Aşağı
Makedonya'da ve Karaferye (Be-roya')de buldu. Ralles, maiyyetiyle beraber
derhâl zincire vurulduysa da, birkaç gün sonra Pâdişah'ın infiali sükûnet bularak,
mahbusların hürriyetini iade etti ve eğer Despot bizzat* gelir, yahut kendi yerine
oğlunu gönderirse, hakkında riâyet ve hürmet göstereceğini, aksi takdirde istediğini yapacağını bildirdi (175). Sultân Mehmed, «Mora Fâtihi sıfatiyle Edirne'ye
döndü (176).
Sultân II. Mehmed, şu suretle cülusunun onuncu ve Kostantiniyye fethinin
yedinci senesinde, Venedikliler elinde bulunan birkaç limandan (177) başka,
bütün Mora'yı eline geçirmişti. Lakonia, Ahai, Attik prenslerini tutmuş, sürmüş,
boğazlamış, şehirleri yıkmış, yakmış, ıssız bırakmış, mü-dâfilerini idâm etmişti.
(173) Halkondilas, ft, 153.
(174) Kezalik ve Spandojino, s. 42,
(175) Halkondilas, 1, 9, s. 153; Franzes, 1, 4, 19, s. 91.
(176) II. Mehmed'in Mora fethnie dâir İran hükümdarı Cihanşâh'a nâmesi Milnşeât-ı
Feridun'da 217 ve cevâbı 218 numaradadır (İstanbul mat-buu, s. 255-257. Bkz.
Mütercimin İlâveleri).
(177) Bizim târihler Mora fethi hakkında tafsilât vermiyorlar. Hammer bu vekayîi hep Rum
müverrihlerinden almış ve mütalâalarını onların verdiği malûmata binâ etmiştir. Rum
müverrihleri ise, tabiatiyle bitaraf addolunamazlar. Bu târihin bâzı yerlerinde beyân
ettiğim veçhile, Endülüs kıt'asında Müslim ve Mûsevîler'den kimse bırakılmadığı,
Osmanlılar'ın fethettikleri yerlerde ise eski ahâlînin kaldığı mukayese edilince iki
tarafın farkı anlaşılır. Osmanlılar, istilâ devirlerinde bulunduklarından memleketleri
ele geçirmeleri sırasında şehirlerin tahribi tabiî olduğu gibi, o zamanın cevaz verdiği
işlerden olan esîr alma (istirkak) kaidesinin cereyan ettiği inkâr olunmazsa da, eski
unsurların mevcudiyetlerini muhafaza etmiş bulunmaları, Rum müverrihlerinin bu
husustaki ifâdelerinin büyük mübalâğalardan hâlî olmadığını isbât eder. Bu
müverrihler Rumlar'a da iyilik etmemişlerdir. Çünkü şu mübalâğakâr rivayetler
fethedilen memleketlerin eski unsurlarıyla Türk unsuru arasında karşılıklı bir
düşmanlık beslemeğe hizmet ederek, her iki unsurun ittihadından doğacak faydaları
ihlâı etmiştir. Hâlbuki, Fâtih'in asıl maksadı idaresi altındakilere eşit muamele ederek,
hepsini refâhiyyet ve medeniyyete sevk etmekti. (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
45
Mora'da Rumlar'ın hükümet kalıntıları da bu suretle yıkılmış oldu. Ancak şu
bedbaht memleket silâh ile talihin müsâadesine mazhar olamamış ise, ekseriya
faydasız ve fakat dâima şerefli mukavemetlerden geri durmadı. Türkler aleyhine
husûmet toprakta yerleşmiş ve Rumlar'da irsi bir şevki- tabiî olmuştur. Milletin
istiklâli için üçyüzaltmışyedi sene dalga dalga kanlar akarak, nihayet asrımızda
Yunanistan, müteaddîlerle muhâsamadan muzafferâne çıkmış ve bu ayrılıştan
dolayı kaybettiği bir milliyeti kazanmıştır (M.İ. 13).
Im
H I
I
jN
9H h
ONDÖRDÜNCÜ KİTAP
İskender Beğ'in galebelerine bir bakış. — Muharebe ve muhasaralar. — Mütâreke. — Sulh akdi. — Sinop, Amasra ve
Trabzon fethi. — Kazıklı Voyvoda Vlad. — Midilli, Bosna,
Eksamilon ile Venedikliler aleyhine muharebede Korint'in ele
geçirilişi. — Sultân Mehmed'in İskender Beğ üzerine asker şevki.
— Hersek'in zaptı. — İstirya istilâsı. — Birkaç adanın
kaybedilmesi. — İkinci Mehmed'in inşâatı. — Ağriboz fethi.
Kostantiniyye'nin zaptından beri yedi sene geçmiş olduğu halde Sultân II.
Mehmed Avrupa'daki fetihleri, Yunanistan'ın itaat altına alınması, Sırbistan ve
Arnavudluk muharebeleri ile o kadar meşgul olmuştu ki, bu müddet zarfında
Anadolu'ya ayak basmağa vakit bulamadı. Sırbistan itaat ettirildi; lâkin
Arnavudluk İskender Beğ'in kahramanca sebatı sayesinde istiklâlini muhafaza
etmişti. Mora'da Bizans imparatorlarının hükümranlık bakiyyeleri Osmanlı
silâhlarıyle ortadan kaldırıldı; fakat Trabzon'da bir Kommen henüz Rum
İmparatorluğu harabeleri üzerinde hükümdarlık ediyordu. Bu son hükümeti yerin
dibine sokmak için Anadolu'da bir muharebe iktizâ ediyorsa da, evvelâ Rumeli
tarafının asayişini te’ınîn etmek lâzım geliyordu. Bu sebepledir ki, II. Mehmed
Mora'nın fethini müteâkib denilebilecek bir zamanda, İskender Beğ ile sulh
ahidnâ-mesi imzalanmasına karar verdi. II. Murad'ın vefatından beri Arnavud
kahramanı hakkında sükût ettik; bu on sene zarfında İskender Beğ, aleyhine
gönderilmiş olan ordulara —dâima şân ve ekseriya muvaffakiyetle— karşı
koymaktan geri durmamıştı. Osmanlı müverrihleri yalnız bu müddet içinde değil,
ondan sonraki yedi sene zarfında dahî İskender Beğ'in muharebeleri hakkında
hiçbir şey söylemeyerek, Sultân Mehmed'in bizzat Arnavudluğa hareketine kadar
Epir kahramanından bahse tenezzül etmezler. Osmanlılar'ın mağlûbiyetleri
bildirmek hususunda onların gösterdikleri ihtiyata uymağa hiçbir suretle mecbur
olmadığımız gibi, İskender Beğ'in hayatındaki vak'aları nakleden Avrupalılar’ın
sözlerini işitmek vazifemiz icâbındandır; şu kadar ki, bu muhtelif muharebelerin
bütün ahvâl ve vekayii hakkında —onun tercüme-i hâlini yazan diğer müverrihlerin hepsine me'haz olan Barleti kadar tafsilât vermek cihetine gidemi-yeceğiz.
Daha mühim vak'alar ile meşgul olacağımızdan —Barleti'nin eserinde Yedi'den
Onbirinci'ye kadar üç büyük kitapta uzun uzadıya anlatılan— bu on senelik
vukuatı sıkıştırarak, şu üç neticeye irca edeceğiz:
OSMANLI TARİH t
47
1 — Muharebe ve muhasaralar,
2 — Mozes ve Hamza’ınn İskender'den ayrılışı,
3 — Birinci mütâreke ve onu takip eden iki senelik musâleha.
II. Mehmed'in cülusunu müteâkib İskender Beğ'in yeğeni Hamza bir Türk
askerî kuvvetinin yine Hamza adını taşıyan kumandanını esîr etmişti (1).
Osmanlılar'ın diğer asker şevklerinde dâhi dörtbin Türk —İskender Beğ'in
mızrağını (2) bir tarafından bir tarafına geçirdiği— kumandanları Dbereas ile
beraber maktul olmuşlardı. Daha sonraları İskender Beğ —Sırbistan'daki şanlı
muharebelerini naklettiği (3)— Hunyad ve Kapistrano'yu misâl göstermek
suretiyle, askerinin şecaatini alevlendirerek Arnavudluk'ta Belgrad mevkiini
muhasara etti. Bu mevkiin muhasarasında askerî strateji nokta-i nazarından
gayet mâhirâne tedbirler uygulayarak, kendisini kalenin sahibi addetmekte
bulunduğu halde imdâd yetişmesinin (4) ümidiyle akdolunan bir mütârekenin
yürürlüğe girmesinden evvel Sevali (5) bir Osmanlı ordusuyla yetişip gelerek,
Arnavudlar'ı mağlûp etti. İskender Beğ avını elinden kaçırmış olmasından dolayı
büyük bir öfkeye kapılarak —müzâkere meclisinde, yahut muharebe mevkiinde
şiddetli bir duyguya kapıldığı zamanlar olduğu gibi— alt dudağının çatlayıp kan
fışkırdığını hissetti (6). Beşbin şecâatli muhârib kaybettikten başka, en mahir
kumandanlarının, en sâdık dostlarının ve —ismi Arna-vudluk'un bir kazasında
ebedî kalmış olan— Mozaki'nin kaybedilmesiyle de bir hayli kederlendi. Ölüler
arasında Morenapolis halkından —hemen hepsi Mozaki'nin yanında can
vermiş— yardımcıları da bulunuyordu. Bu galibiyetten mağrur olan Türkler,
maktullerin İstanbul'a göndermek için cesedlerle dolu muharebe mevkiini
dolaştılar (7). Muharebe meydânında kalan Arnavudlar iri cüsseü olduklarından,
Türkler şu hareketleriyle ne türlü adamlarla uğraştıklarını göstermek istiyorlardı.
İskender, bu şecâatli adamların naaşlarmı tahkirden kurtarmak için en seçkin askerinden yedi bin kişiyi silâh arkadaşları hakkında son vazifeyi ifâya me’ınûr etti
(8). Ve mağlûbiyetinden mahcûb ve silâh arkadaşı Debreli MoCD Luniçeros'da Barleti, varak: 126.
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
Kezalik, varak: 130.
Barleti'de İskender Beğ'in nutuklarına müracaat, varak: 134.
Luniçeros'da Barleti, varak: 138.
Barleti «Sebalias» diyor. (Bu vak'alar bizim târihlerimizde beyân edilmediği için —
yanlışlığında şüphe olmayan— bu «Sevali» ismiyle diğerlerini Hammer tatbik ve tashih
edememiş olduğu gibi, biz de bulamadık. Fakat yukarıda «Mozes» yazılan ismin «Musa» ve
Debreas’ın «Debreli» demek olduğu büyük ihtimaldir. Mütercim.)
Barleti, varak: 142.
Barleti, yarak: 144.
Kezalik, 145.
48
HAMME
R
zes'in kef idi sini terk ile öteki tarafa geçmesinden daha ziyâde müteessir olarak,
çadırında kaldı. İskender'i Stefigrad muhasarasından döndürmüş olan bu hâin,
Arnavudluk Belgrad’ında vâki olan hücumlarda çekilerek (9) Sevali'nin fâtihâne
surette İstanbul'a dönüşünde Türk galibine refakat etmişti. Lâkin Sultân Mehmed
—ki İskender Beğ'in meziyyetine hayranlığını beyân etmek için hiçbir fırsatı
kaçırmazdı— bu adama öyle büyük bu riayet eseri göstermedi. Bununla beraber
âsî İskender'in başını Sultanın ayakları önüne koymak üzere Mozes tarafından
arz olunan teklifi nuısâadekârâne kabul ederek, bu tasavvurun icrası için
Mozes'in emri altına onbeşbin kişilik bir ordu verdi (10). İskender Beğ, hâini
onbin kişi ile Aşağı Debre'de bekleyerek mağlûp ve firara mecbur etti. Mozes,
Pâdişâh tarafından hakaretle muamele görmesi üzerine kendisini gizliye-rek
vatanına avdetle, İskender Beğ'in ayağına kapandı; İskender*maziyi affederek
onu eski bir dost gibi kabul etti (11). Ancak İskender Beğ'e en elem verici darbe,
yeğeni Hamza'nın hıyanetidir ki, Sultân Mehmed'in iğfallerine kapılarak
vatanını, ailesini ve dinini inkâr etmiştir (12). Pâdişâh, Hamza ile Evranos'un
torunu İsâ Beğ'i (Not: 1) kırkbin süvârî ile Arnavudluk'un tahribine me’ınûr etti.
Bütün askeri onbirbinden ziyâde olmayan ve içinde altıbinden fazla süvârî
bulunmayan İskender Beğ, Venedik idaresindeki Alessio üzerine çekildi (13).
Hamza, Pâdişâh tarafından Epir Valisi tâyîn olunarak (14) memleketi harab etti.
Nihayet Matya ve Albula (Drin ve Drilev: Drilo) nehirleri arasında muharebeye
tutuşuldu. İskender Beğ'in azlık askerine mukabil mevkii iyi olduğu gibi, arkasını
Temeniun dağına vermişti. Otuzbin Türk (15) muharebe meydânında kalarak
Drin nehrinin dalgaları kana boyandı (16). Reisleri İsâ Beğ çok zahmetle
kurtulabildi; lâkin bir sancak beği ile Hamza ele geçirilerek, İskender Beğ
muzaffer bir şekilde Kroya'ya girdi. Sultân Mehmed, muharebenin
kaybedilmesinden ve sancak beğinin ele geçirilmesinden dolayı hicâb duyarak
esîr olan beğin fidye-i necatı (kurtuluş fidyesi) olmak üzere onbeşbin duka
vermeyi teklif etti. Parayı, sulh müzâkeresine de me’ınûr olan Mezid Beğ'le
gönderdi. İskender Beğ Sfetigrad ve Bel(9) Kezalik, 146.
(10) Kezalik, 148, ve Türkiye ile Corclo İskender Beğ'in Muharebeleri Tafsilâtı unvanıyle 1451'de Venedik'te basılmış eserin 20. varakı.
(11) Luçineros'da Marini Barleti, Yedinci Kitabın nihayeti, varak: 154; İskender Beğ Muharebeleri, varak: 20.
(12)
(13)
(14)
(15)
(16)
Barleti, zamanının muktezâsı olarak bunları ve aşağıdaki tafsilâtı Hıristiyanlık
taassubuyla yazıyor (Mütercim).
Barleti, varak: 160, İskender Beğ Muharebeleri, varak: 21.
Barleti. varak: 161.
İskender Beğ Muhârebe:<eri, varak: 21.
Barleti. varak: 166.
OSMANLI TARİHİ
49
grad kendisine verilmedikçe harbe ara vermek istemedi (17). Buna /rağmen
Mezid Beğ —İskender'in taleplerini Pâdişah'a bildirmek üzere— bir mütâreke
akdine muvaffak oldu; İskender de teklif olunan paraya mukabil yalnız sancak
beğini vermekle iktifa etmiyerek, mu'teber Türk esirlerinden kırk'ının hürriyetini
iade etti (18). Sultân Mehmed, İskender Beğ'-le harbe bir ara vermek maksadının
müzâkeresi için derhâl Umur ve Sinan Beğler'i gönderdi. Ve böylece zımnî bir
muvafakat hâsıl oldu (19).
Arnavudluk Prensi yeğeni Hamza'yı affetti; Hamza'nın İstanbul'da bırakmış
olduğu zevcesini ve çocuklarını alıp vatanına getirmek üzere, firar eder gibi
görünerek payitahta gitmesine müsâade gösterdi. Ancak bu tasavvuru icra
etmeğe, yahut icrasını istemeğe vakit bulmaksızın Hamza, zannedildiğine göre
—Drin üzerindeki bozgunluğun sebebi olmak hakkında nefret peyda eden— II.
Mehmed tarafından zehirlettirilerek hayâtını kaybetti (20). İskender Beğ Napoli
Kralı Alfons'un vefatından sonra halefi Ferdinand'a giderek, onun tarafından
Fransa Kralı VII. Şarl aleyhine silâhını kullandı. Bu müddet zarfında Sultân
Mehmed Mora'yı ele geçirdi. O ülkenin fethinden sonra Anadolu'ya asker
şevkini gayet gizli olarak tasavvur ettiği sırada, İskender Beğ gibi bir düşmana
—oğlunu rehin göndermek üzere— barış yapmanın ve Arnavudluk ile Epir
kıt'alarının endişesizce tasarrufunu teklif etmenin ihtiyata aykırı ve sânına
mugayir olmayacağını düşündü (21). İskender Beğ pek ma'kûl olmak üzere bu
şartı kabul etmemekle beraber sulhe muvafakat etti (22) ve derhâl keyfiyet ilân
olundu (23) (856/1461).
Bizans İmparatorluğu sülâlesinin iki şubesinden batı şubesi Mora'nın fethiyle
sönüp gitmişti. Şimdi Trabzon tahini yıkarak doğu şubesinin de kökünü kurutmak
lâzım geliyordu. Fakat Karadeniz'in doğu sahilinde.
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)
(22)
(23)
Barleti, varak: 168.
Kezalik.
Barleti, 169 ve 198; İskender Beğ Muharebeleri, 21.
Barleti, varak: 172, Dokuzuncu Kitabın nihayeti. (Hamza zehirlenmiş ise. İskender Beğ
tarafından zehirlenmiş olması lâzım gelir: çünkü İskender onun tarafından defalarca zarar
görmüştü. Sultân Mehmed tarafından zehirlenmesi zayıf bir ihtimâldir. Mütercim).
Sultân Mehmed'in İskender Beğ'e 6 Mayıs 1461 tarihli mektubu.
İskender Beğ'in 1 Haziran 1461 tarihli cevâbı, Barleti'de varak 192.
Sultân Mehmed'in İskender Beğ'e iknci mektubu, 22 Haziran, varak: 193. (Bu mektuplar
Münşe'ât-ı Feridun'da yoktur; ne dereceye kadar mevsuk oldukları malûm olmadığı gibi,
İskender Beğ'e Hıristiyan olduğu için. yahut belki Hıristiyanlık isnâdiyle ve bir taraftan da
Osmanlılar aleyhine gayzlarının şevkiyle Avrupa müverrihleri onun tarafını tuttuklarından,
İskender Beğ'in —arazînin sarp olmasından istifâde ile- serkeşlikte devamını mübalâğa
eyledikleri anlaşılır. Mütercim.».
Hammc Tarihi, C : II. F.: 4
50
HAMME
R
Trabzon'dan daha yakın olmak üzere İsfendiyâr Oğulları memleketlerinin
payitahtı olan Sinop ve Cenevizliler'in Karadeniz'deki müstemlekelerinin
merkezi olan Amasra (Amastri) bulunuyordu. Trabzon'a buralardan gidilirdi.
Padişah tasavvurlarını pek gizli tuttuğundan harb hazırlıkları Amasra
Cenevizlileri üzerine midir, Sinop Türklerine midir, yoksa Trabzon Rumları'na
mıdır, buraları bilinemezdi. Üç hükümet hakkında da hasmâne duyguları vardı.
Ancak, nihayet bir ilân-ı harb ile Cenevizliler aleyhine husûmetini açığa vurdu.
Cenevizliler İstanbul'un fethinden beri Padişah ile sulh hâlinde bulunarak, Bizans
İmparatorları zamanında olduğu gibi, Galata'yı tasarruf etmelerine Pâdişah'ın
müsâade göstereceğine ümitvâr olmuş ve bu talebi bir sefir vâsıtasiyle
arzetmiştiler. Mehmed, Galata hakkında gadr ve hiyle suretinde bir muameleye
teşebbüs etmediği gibi, zor kullanarak da ele geçirmiş olmayıp, Kostantiniyye'nin fethinden sonra ahâlîsinin Galata anahtarlarını kendiliklerinden teslîm etmiş
olduklarını ve bunları kötülük değil, iyilik yapmak için kabul etmiş olduğunu
bildirdi. Bu ifâde, Ceneviz Cumhurunu ilân-ı harbe karar verdirmiş olması
üzerine. Sultân Mehmed derhâl Cenevizliler'i te'dîb için bir donanma ve bir ordu
techîz ederek, Boğaziçi yakınındaki Galata'yı vermek şöyle dursun,
Karadeniz'deki Amasra'yı da almağa teşebbüs etti. Sadrâzam Mahmûd Paşa
yüzelli gemiden mürekkep deniz kuvvetlerinin başkumandanlığını aldı (24).
Pâdişâh, Anadolu ordusunu İzmid-Sapanca yolu üzerindeki Akyazı'dan birçok
deve ve diğer yük hayvanlarıyla karadan şevketti (25). Şimdi «Amasra» ve bir
zamanlar «Sema-sos» denilen «Amastri», küçük bir yarımadanın üzerinde kâin
doğu ve batı rüzgârlarından mahfuz iki limana mâliktir. Âbidelerinin güzelliğinden dolayı Genç Plin «çeşm-i âlem» (Dünyânın gözbebeği) adını verir (26);
ondan sonraki kalem erbabı mühim bir ticâret beldesi olmak üzere överler (27).
Bu menfaatler, Cenevizliler'in nazar-ı dikkatini celbettiğinden, son zamanlarda
Karadeniz ticâretleri için mahzen ittihaz etmişlerdi. Sultân Mehmed'in ilk ihtarı
üzerine Ceneviz tacirleri teslimiyet gösterdiler (Not: 2). Pâdişâh, ahâlîsinin üçte
birini şehirde bırakarak —en yakışıklı delikanlıları hassa hademesi mesleğine
sokmak için aldıktan sonra— üçte ikisini beldenin imârı için İstanbul'a nakletti.
Pâdişâh, yazın İstanbul'dan muharebe için ayrıldığı zaman (28)
yukarıda dahî yazılmış olduğu gibi— asıl maksadını kimse bilmezdi. Or(24)
(25)
(26)
(27)
(28)
—az
Halkondilas, 1, 10, s. 153.
Kezalik, s. 145. Neşri, varak: 206. Bratutu'da Sa'dÜ'd-dîn; Solak-zâde; varak: 53;
İdrîs, varak: 100.
Plinius. Mekâtib, 1, 10. s. 99.
Paflagonyalı Niçeta. Hiasint, 1, 28: Manner'de, 1. 6, s. 7.
Halkondilas, 1, 9, 145.
OSMANLI TARİHİ
du kadılarından biri hangi tarafa gittiğini suâl etmesi üzerine, öfkelenerek :
— «Eğer sakalımın tellerinden biri tasavvurlarıma muttali olsa idi, onu
derhâl koparır yakardım!» cevâbını verdi (29).
Bursa'da bir müddet Mahmûd Paşa'nın yüzelli gemisinin teçhizatının
ikmâlini bekliyerek, bu sırada eskiden oğullarının sünnet düğününe davet etmiş
olduğu (30) Sinop Beğ'i İsfendiyâr-zâde İsmail'e, donanma için yiyecek
tedârikini ve gerektiği takdirde bakır mâdenleri hâsılatından akçe itasını yazdı
(31). İkinci bir mektupla da İsmail Beğ'in, oğlu Hasan'ı Ankara'da kendisinin
istikbâline göndermesini bildirdi (32). İsmail Beğ —ki biraderi Kızıl Ahmed (33)
Pâdişah'ın ordusunda bulunuyordu— emre itaatle, oğlunu Ankara'da Fâtih'e
ta'zîmâtını arz etmek üzere gönderdi. Hasan iltifatlarla kabul olunduysa da,
müteakiben şöyle bir haber ile iade olundu:
— «Babana söyle ki, elindeki Sinop şehrini şiddetle arzu ediyorum; ona
mukabil Filibe hükümetini vereceğim. Razı olmadığı takdirde, pek yakında
ikametgâhında bulunacağım.» (34).
Bu sırada Sinop Beğ'i İsmail'e âid arazînin büyük kısmı, yânî Kastamonu
kazası Kızıl Ahmed Beğ'e verildi ve daha sonra berâtı gönderildi (35). Mehmed
Sinop önünde görünerek, Mahmûd Paşa, elindeki memleketin yarısı biraderine
verilmiş olmasından dolayı, hiçbir surette mukavemet etmenin imkânı olmadığı
hakkında, İsmail'i yazıyla ve sözlü olarak ikna etmeğe muvaffak oldu (36).
İsfendiyâr-zâde Pâdişah'ın kuvvetine kendiliğinden itaat gösterdi. Mahmûd Paşa,
İsmail Beğ'in kendi elini öpmeğe hazırlandığını görmesi üzerine, buna meydan
vermiyerek ve «Büyük kardeşim» (37) diyerek boynuna sarıldı (38). İsfendiyârzâde,
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
(35)
(36)
(37)
(38)
Yine böyle bir münâsebetle Aragon Kralı Pier (Pierre) «Eğer bir eli diğerinin
sırrından haberdâr olursa, onu kestireceğini» söylemiştir. Ciovanni Villani, 8, 177.
Davetname (Münşeât-ı Feridun'da 211 ve cevâbı 212 Nu.dadır. (İstanbul matbuunda
243 ve 244).
Neşrî, varak: 208; Mektubun tamâmı ancak Defterdar Dursun Beğ Tâ-rihi'nde
(varak: 78) vardır.
Neşrî, varak: 208.
Halkondilas, «Kızıl Ahmed»i «Amares» şekline koymuştur.
Dukas, 1, 41, s. 193; Halkondilas, 1, 9, s. 154.
Mahmûd Paşa’nın kendi kalemiyle yazdığı mektup ÂH Târihinde II. Mehmed
Saltanatının Onikinci Faslı'nda yazılıdır. Halkondilas (1, 10) Mahmûd Paşa ile İsmail
Beğ'in nutuklarını yazıyor.
Neşrî, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, İdrîs.
Neşrî, varak: 209.
Kezalik, Dukas ve Halkondilas'a nazaran İsmail Beğ'e Filibe'de verildi: Neşri'ye göre,
Filibe'nin verilmesi daha sonradır.
52
HAMME
R
Sultân Mehmed'in kendi hakkında her türlü hakkaniyet kaidelerini ihlâl
etmesinden bahsederek Mahmûd Paşa'ya şikâyet ettiyse de (39) bunun bir faydası
olamayıp, Pâdişah'ın değiştirilmesi mümkün olmayan kararına itaat etmeğe
mecbur oldu. İsmail Beğ, teslimiyetini arz etmesi müdâfaa vâsıtalarının
olmamasından kaynaklanmadığını isbât için, Sinop'un mevkiini ve
istihkâmlarının hâlini gösterdi. Sinop Karadeniz'in güney sahilinde ve hemen her
taraftan denizle çevrilmiş olarak, o zaman istihkâmları dörtyüz topla mücehhez
idi; muhafızları ikibin topçu ile onbin muntazam askerden mürekkep idi.
Memleketlerinin ziyamdan dolayı Yenişehir, İnegöl ile Yâr-Hisar tazminat olarak
tâyîn edildi. Böylece Sinop ateş edilmeksizin teslîm oldu (40). Limandaki
gemiler içinde dokuz yüz tono'luk bir gemi bulunuyordu ki, Venedikliler'in
gemilerinden ve Aragon Kralı Alfons'un yaptırdığı ikibin tono'luk meşhur
gemiden sonra, o çağda bilinenlerin en büyüğü bu idi.
Mehmed, bu ganimetin İstanbul'a gönderilmesini emretti ve ondan sonra
Venedikliler'le Aragonlular'ın bu kabîl inşâatına rekabet eyledi. İlk ikibin tono'luk
gemi Alfons'un tersanelerinden çıkmış olduğu gibi, Pâdişâh da kendi
tersanelerinde üçbin tonoluk gemi inşâsını emretti. Ancak, Alfons'un gemisi
hakkında vâkî olduğu gibi, bu üç tonoluk gemi de açık denize çıkmaksızın
limanda battı (41).
Sinop'un da Amarsa gibi iki limanı vardır. Pek eski zamanlardan beri ticarî
ehemmiyeti cihetiyle PÖn kral ve fâtihlerinin gezdikleri bir yer olmuştur. Bu
krallığın kurucusu I. Mitrîdâd şehre karşı taarruzlarıyla, Sinop ahâlîsini
beldelerini müstahkem bir hâle sokmağa mecbur etmiştir. Pön hükümdarlığı
kendisiyle beraber batmış olan Mitrîdât Sinop'u payitaht yaptı. Lükûllus Sizik
hükümetini ortadan kaldırınca Sinop'u ele geçirdi ve şehre girişinde —firara vakit
bulamayan— sekiz bin Silezyalı'yı-katliâm etti. Ancak şehir sâkinlerinin
mallarını ve Sinop şehrinin banisi olduğu rivayet edilen Argonut Autulikus'un
san'atlı heykelini iade etti. Şehri süsleyen san'at âbideleri içinde Bilarus Küresi ve
Jüpiter Heykeli seyredenlerin gözlerini kamaştırıyordu. Bunlar İskenderiye'ye
nakledilerek Jupiter îstrapis nâmında muhteşem bir mâbed içinde ma'bûd-ı enam
(bütün mahlûkların yaratıcısı olan mâbûd) ittihaz olunmuştur. Lâkin Sinop'un
daha ziyâde iştihar ve iftiharına lâyık bir unvanı, Diyo-jen'in vatanı olmasıdır.
Memleketin o zamanki ticâreti, bugünkü gibi başlıca halat, ip ve o sahillerde pek
bol olan palamut ile diğer balıklardan ibaretti.
Mehmed Sinop'u doğrudan doğruya idaresi altına aldı. Bolu'yu (ka(39)
(40)
(41)
Neşrî, Sa'dü'd-dîn, İdrîs.
Halkondilas, 1, 9, s. 154.
Halkondilas, 1, 9, s. 154.
OSMANLI TARİHÎ
53
dim Adrianopolis) İsmail'in oğlu Hasan'a ve Paflagonya’ınn geri kalan
kısımlarını, merkezi olan Kastamonu ve zengin mâdenleri ile birlikte senelik elli
bin duka vergi ile sancak olmak üzere, İsmail'in biraderi Kızıl Ahmed'e vermiş
idi (42). Kastamonu Türk hazînesi defterlerinde mühim menbâlarıyla câlib-i
ehemmiyet olduğu kadar, Osmanlı edebiyatı târihinde dahî şiir ile ehemmiyet
bulmuştur. Terâcim-i ahvâl yazarı Latîfî, vatan muhabbetiyle müncezib olarak
bu şehirde doğmuş olan oniki şâir sayar (43). Lâkin ancak birkaçı zikre şayandır.
Sultân Mehmed, Sinop'tan sahili takip etmedi. Ordusunun hedefi Trabzon değil
de, Ak-Koyunlu Hânedânı’nın büyük hükümdarı Uzun Hasan'a komşu memleketler
imiş gibi, Amasya ve Sivas tankıyla Erzurum'a giden yolu tuttu (44). Trabzon
împaratoru'yla akrabalığı bulunan Uzun Hasan bir sene önce —kayın biraderi David
Komnen'in menafatleri için— Pâdişah'a bir sefaret hey'eti göndererek, İmparator'un
Bâb-ı Hümâyûn'a borçlu bulunduğu ikibin duka (Not: 3) verginin terkini talep etmişti.
An-, cak bu sefaret Pâdişah'ın izzet-i nefsine dokunarak, fikirleri uzlaştıracak yerde
kızıştırdı. Trabzon üzerine vaz'olunan vergiyi daha emîn bir surette terkettirebilmek
için Uzun Hasan da asrın pâdişâhının büyük babası I. Mehmed'in Kara Yuluğ
(Yülük)'a her sene vermekte olduğu bin halı ile gâşiye ve sarıkları istedi. Elçiler altmış
seneden beri verilmeyen bu hediyenin birikmiş yekûnunu da talep ettiler. Pâdişâh
bunlara:
— «Haydi, siz rahatça gidiniz; gelecek sene ben kendim gelir, borcumu öderim!»
cevâbını verdi (45).
Tokad'ın doğusuna tesadüf eden, Sivas'tan iki merhale uzaklıkta ve Erzurum yolu
üzerinde —ki buralarda münbit sahralardan geçer— kâin Koyunlu-Hisar kalesini Uzun
Hasan bir zaman önce sahibi Hüseyin'in elinden almıştı. Mehmed, Rumeli Beğlerbeği
Hamza Beğ'i bu mevkiin zaptına, bu mümkün olmadığı takdirde o tarafların hasara
uğratılmasına me’ınûr etti. Hamza Beğ sahraları tahrîb etti ve Ermeni kız ve delikanlılarını askerinin saldırılarına teslîm ederek, bunların şikâyetleri Uzun Ha-san'ın
Pâdişah'a örkesini artırdı. Lâkin Sultân Mehmed Koyunlu-Hisar'ı (M.İ. 1) alıp da
Erzincan üzerine yürüyünce, Ak-Koyunlu hükümdarı validesi Sara'yı ve Çemişgezek
Kürd Beği Şeyh Hüseyin'i —sulh müzâkeresi için— kıymetli hediyelerle Pâdişah'ı
karşılamağa gönderdi (46). Sul(42)
(43)
(44)
(45)
(46)
Kezalik.
Lâtîfî, Tezikiretü'ş-Şuarâ
Lusong d'Haller.
Dukas, s. 192.
Bu sefaret bahsi Halkondilas'da dercedilmiştir: 1, 9, s. 155. Halkondil Uzun Hasan'ın
validesine uzun bir nutuk söylettirir; idrîs, Neşrî, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Âlî, Ravzatü'lEbrâr, cümleten Koyunlu-Hisar fethinden bahsederler.
54
HAMME
R
tan Mehmed Bulgar Dağı yakınlarına vardığında elçilerle karşılaştı ve büyük
ihtiramlarla kabul etti. Uzun Hasan'ın validesine «ana» diye hitâb ederek (M.İ. 2)
ve Şeyh'e «baba» unvanı vererek, onların arabuluculuğu üzerine Uzun Hasan ile
musâleha (47) ve daha sonra Bulgar Dağı üzerinden Trabzon'a teveccüh etti. Bu
dağ yüksek ve çıkılması müşkül olduğundan Padişah hemen dâima yayan
giderdi. Uzun Hasan'ın validesi Sara:
— «Oğlum, bir Trabzon için kendini bu kadar yormak çok değil midir?»
dedi.
Sultân Mehmed ise :
— «Valide seyf-i tslâm benim elimdedir; eğer bu meşekkatlere katlanmayacak olursam Gaazî unvanına müstehak olamam ve bugün yâhud yann
Huzûr-u Rabbi'l-Âlemîn'e çıktığım zaman dûçâr-ı mahcubiyet olurum.» cevâbını
verdi; dağı geçti, Trabzon'a indi (M.İ. 3).
Trabzon'un (48) en eski zamanlarda ismi, sofra veya murabba demek
(47)
(48)
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh.
Bugün Trabzon nâmıyle yâd olunan Trapezos, üç tuğlu bir paşanın ikâmetgâhı ve
Lazistan’ın başlıca şehridir. Kâtib Çelebi Lazlar'ı Dağıstan Lezgileri cinsinden
addetmiştir. Paşa'nın hükümeti şehirden başka Sürmene, Of, Keşap, Giresun
(Kresunt), Tirebolu (Tripoli), Rize, Cavri, Macuga (Maçuka), Arapoli, Yünye
(Auinepolis), Gümüşhane, Keaurgon, Atene, Arui Bâtûm, Hemşîn, Soğucak. Şaş,
Sohum kazalarına şâmildir.
Şehir bir burun üzerinde vâki'dir ki, bunun bir tarafı geniş, diğer
tarafı dar olduğu cihetle, ahâlî tavusa benzetirler. Şehrin etrafı bir saatte dolaşılabilir. Surundan başka, ortadaki kalenin de bir duvarı vardır. Ortada Rumlar'ın ................................. dedikleri kule bulunur ki, Trabzon
İmparatorları'nin ikametgâhı idi. Orada bir cami ile Müslüman haneleri vardır.
Şehrin ortasında kâin olup «Orta-Hisar» denilen kulenin dört kapısı, birkaç güzel
camii, iki hamamı olduğu gibi, Paşa Sarayı dahî o mevkîdedir.
Aşağı Hisar tâbir olunan mahallin de dört kapısı vardır ve demir kapılı iki çifte
siper ile Aşağı Hisar'dan tefrik olunmuştur. Türkler'in ileri gelenleri ve bâzı sanayi
erbabı burada ikamet ederler. Duvarlar kaya parçalarıyla, üzerinden araba geçecek
kadar kalın yapılmıştır. Zikr olunan iki hisar da yalçın kaya üzerine açılmış bir
hendek ile çevrilmiştir. Buradan uzakça bir mahalde Kuzgundere ve Îse-Lepoı
ırmakları akar ve üzerlerinde köprüler bina edilmiştir.
Rumlar, Ermeniler asıl şehir denilen çevredeki mahallerde sakindir -lr; (çünkü
bakiyyesi «Kale» diye adlandırılır ve Hıristiyanların orada ikametleri yasaktır) (Bu
memnûiyet eski zamana âit olduğu ihtara muhtaç değildir. Mütercim). Bu
mahallelerde sekizbin hâne mevcud olarak, beşyüzü Ermenîler'e aittir. Ermehîler'in
haneleri sekiz mahalle teşkil eder. Binbeşyüzü Rumlar'a ve altıbini Müslümanlar'a
aittir; onlar da yirmisekiz mahalleye ayrılır. Sultân Ahmed ve Sultân Mahmûd
zamanlarında (III. Ahmed ve I. Mahmûd olacaktır) onsekizbin hâne bulunduğu
rivayet edilmiştir, Ermenîler'in dört, Rumlar'ın yirmidört kiliseleri
OSMANLI TARİHÎ
55
olan Trapezos'dur ki, —bir dağ yokuşu üzerinde vâki kaleyi bugün kuşatmakta
olan— surunun şeklinden dolayı bu suretle adlandırılmış olması çok
muhtemeldir (49). Trabzon merkeze tâbi olmak üzere bir Sinop Rum
müstemlekesi hâlinde iken Ksenoîon'un İran hükümdarı tarafından takip
olunarak avdetinde, beraber bulunan onbin Yunanlı'ya misafirperverce bir
şekilde kabul göstermiştir. Mitrîdâd'ın Trabzon için ne türlü imâr işlerinde
bulunduğu meçhul ise de, Trajan, Adrien, Justinien tarafından yaptırılan tezyinat
hâlâ kitabelerden, madalyalardan, liman ve su bendi eserlerinin kalıntılarından
istidlal olunmaktadır (50). Trajan'dan beri Kapadokya payitahtı derecesine
yükselmiş ve Gotlar’ın denizdeki ilk haydudluklarına hedef olmuştur. Çifte
suruna ve on bin muhafızına rağmen bu vahşîlerin ansızın istilâsına uğrayarak
yağma ve ahâlîsi katliâm olundu. Gotlar gemilerini aldıkları ganimetlerle
doldurdular (51). İstanbul'un Ehl-i Salîb tarafından zaptından sonra Anjeli ve
Laskaris hanedanları Epir ve İznik'de Bizans İmparatorluğu enkazı üzerinde
hükümrân oldukları zaman, Komnen Hanedanı Trabzon'da tahtlarını kurdular.
«İmparator» unvanını alan işbu kudretsiz Trabzon hükümdarları her taraftan,
kendilerine nisbetle daha kuvvetli, komşularla çevrili kalarak, sıhriyyet
(akrabalık) ile onların himayelerini te’ınîn etmek istediler. Kızlarını yal-
(49)
(50)
(51)
vardır; fakat Rum kiliselerinden yalnız yedisi kullanılmaktadır. Bunlardan biri Lazistan
Rum Ruhanî Reîsi'nin merkezidir.
Beyân olunan mahallelerde dikkate şâyân altı cami vardır kî, biri I. Selîm'in validesinin
türbesi yanında binâ olunan îmâret Câmlidir. Mektebi, imareti, matbahı, fırını vardır.
İmaretten günde iki defa fukara ve talebeye ekmek verilir. Misafirlerin hayvanları için bir
de ahır yapılmıştır. Trabzon'un dükkânları, mağazaları, kârgir bezâzistânı, yolcular için on
bâb hânı dahî burada kâindir. Doğusunda dört köşe bir meydan vardır ki, kervanlar orada
dururlar; bu meydânın batı tarafında Meydân Camii bulunur. Bu cami Trabzon'un en
güzel su menbâmı ve 1791 senesinde vâlî bulunan Gürcü Hacı Abdullah Paşa tarafından
inşâ olunmuş bir su fıskiyesini hâvidir. Varoşun denize nazır olan ucunda «Vîrân-Hisar»
denilen mevki vardır ki, rivayete göre, vaktiyle Frenkler'in ikametgâhı olmak itibariyle
«Frenk Hisar» diye adlandırıhrmış. 1794 senesine doğru Trabzon Vâlîsi Arşmcı-oğlu
Ahmed Paşa orada Rumlar'ın hanelerini istîiâ ederek kârgir bir saray yaptırmıştır ki,
bugün harabe halindedir.
Trabzon limanının derinliği az ve poyraz rüzgârına ma'rûz olduğundan, kış
mevsiminde gemiler barınmak için Trabzon'a yakın Platana limanına giderler. «Mumhâne
Önü» denilen başlıca iskelesi, moloz iskeleden dalgaların şiddetini kırmak üzere konulmuş
kazıklarla tefrik olunmuştur. (Fransızca Müterciminin hâşlyesidir) (Trabzon Vilâyeti'nin
daha sonraki taksîmâtı için Kaam,ûsü'l-Â'lâm'a müracaat.).
Turnfort, 1, 3, 47, s. 79.
Kezalik.
Jusim, 1, 1, s. 32, 33; Gibbons, 1, 1, s. 219.
56
HAMME
R
mz Bizans'a göndermediler; Ak-Koyunlu, Kara-Koyunlu aileleri şehzadeleri
içinde de onlara koca aradılar; Timur'un torunlarına ve Lazlar'la Aba-zalar gibi
diğer komşu vahşîler (52) ile dahî kızlarını evlendirdiler. Ak-Koyunlu
Hükümdarı Uzun Hasan'ın zevcesi, Trabzon'un son imparatoru David'in selefi ve
biraderi Jan'ın kızıdır ki, bu Jan, Şeyh Erdebelî tarafından şiddetle tazyik
olunduğu ve maiyyeti halkı dağılarak yalnız elli kişi ile kalmış olduğu halde, kale
içinde mukavemete kudret-yâb olmuştu. İranlı Şeyh çekildi; lâkin Amasya
Osmanlı kumandanı Hızır Beğ —ki orada mukîm olan Şehzade Bâyezîd nâmına
sancağı idare ederdi— Trabzon'u gafletinden istifâdeyle basarak takriben iki bin
esîr alıp götürdü. O zaman Jan, biraderi David'i Osmanlı'nın yeni padişahı II.
Mehmed'e göndererek, senelik iki bin duka vergi taahhüdüyle esirleri geri almağa
muvaffak oldu (53).
David, biraderinin makamına geçince, sallanan Trabzon tahtı üzerinde
bekasını o vergiyi te'diyede devam ile te’ınîn edebildi; tâ o zamana kadar ki,
dâmâdı Uzun Hasan'ın mağrûrâne müdâhalesi üzerine vergi-alıcısmdan
kurtulacak yerde, tahtının yıkıldığını gördü. Sultân Mehmed'in ordu ile Trabzon
önlerine vusulünde, haylî gün önce donanma ile gelmiş bulunan Mahmûd Paşa
birkaç defâ taarruz ettiyse de, bir neticeye nail olamadı. Pâdişâh, împarator'un
hazîneleri ve bendegânı ile birlikte serbestçe çekilip gitmesini ve aksi hâlinde
hayatiyle beraber her-şeyi kaybedeceğini kendisine bildirdi (54). Mahmûd Paşa
Aynoz (Enez)'da Dimitrius'un refâhiyet ve rahatla vakit geçirdiğini misâl
göstererek, İmparatoru bu suretle teslimiyet arzına imâle etmek istediyse de,
David bir türlü rızâ göstermemişti. Lâkin Pâdişah'ın gayet kısa olan ihtarı üzerine
hemen muvafakat etti (M.İ. 4). İmparator, bir gemiye binerek İstanbul'a gitti;
Trabzon da Gelibolu Sancak Beği'nin kumandası altında bulunan Yeniçeri ve
Azablar tarafından işgal olundu. Amasya Beği Hızır Beğ Trabzon civarını
tasarruf eyledi (55). Trabzon delikanlılarından bir takımı Sipahiler, silâhdarlar,
Yeniçeriler arasına alınarak, bir takımı da çadır hizmetine ve Sultân'ın menfur
zevklerine tahsis olundular (56). Trabzon İmparatoru kızını Pâdişah'ı tezvîc
etmek istedi. Lâkin bu da Dimitrius'un kızı gidi reddolundu. David'in biraderi ve
selefi Jan'ın oğlu —ki Bizans tahtının asıl vârisidir— esaret altında
bulunduruldu. David'in sekiz oğlun< 52) Halkondilas, 1. 9, s. 145, Bale basımı. Halkondilas «Abazalarn «Cabo-ezitoeb diye
isimlendirir.
(53) Halkondilas, 1, 9, 147; Dukas, 1, 42, s. 177.
(54) Dukas, 1, 45 s. 194. Dukas'da Pâdişâhın kısa ihtarı Halkondilas'da (s. 156) Mahmûd
Paşa’nın uzun nutkundan ziyâde Türkler'in asıl fikrine muvafıktır.
(55) Halkondilas, s. 156 ve 157.
(56) Halkondilas, t. 157. (Bu söz, Halkondüas'ın garazı eseridir. Mütercim.)
OSMANLI TARİHİ
57
dan en küçüğü Edirne'de babalarının dinini terk ile İslâmiyet'i kabul etti. Bizans
İmparatorluğu'nun son iki prensi olan Paleolog Dimitrius ve Komnen David —ki
ikisi de hükümdarlıklarından ayrılarak, gâliblerinin merhameti sayesinde
hayatlarını muhafaza etmekteydiler-— Edirne sarayında hâk-i pây-i şahaneye
yüz sürerken birbirleriyle karşılaşmışlardır. Bunlardan Paleolog Dimitrius Aynoz
(Enez)'da, Komnen David Siroz'da ikame edilmişlerdi. Daha sonraları Paleolog
İmparatorluk kisvesi hayâllerini unutmak için ruhbâniyyet elbisesine büründü.
Komnen'in ve ailesinin düçâr olduğu cezadan bu suretle kurtularak yaşadı.
Komnen'e gelince; Uzun Hasan'ın zevcesi bulunan yeğeninin —sabık
İmparator'un oğullarından birini, yâhud amcası Aleksi'yi kendi yanma davet
ettiğini bildiren— Dâvid'e göndermiş olduğu mektubun verdiği şüphe üzerine
Sultân Mehmed bütün Komnenler'i Edirne'de zincire vurdurdu ve ondan sonra da
bu eski hükümdar ailesinin cümlesi İstanbul'da îdâm edildi. David, kardeşi
Aleksi, selefi Jan'ın çocuk yaştaki oğlu olan yeğeni, David'in yedi oğlu cellâd
satırı altında hayatlarını terkettiler (57). Yalnız sekizinci oğlu Müslüman olduğu
için hayâtını muhafaza etmiş (58) ve babasının Pâdişâhla evlendirmek emelinde
bulunduğu Prenses Anna harem-i sultanîye girerek (59) fakat Hıristiyanlık'ta
kalmıştır. Sonraları bu prenses, Hıristiyan dinini muhafaza ettiği halde Tesalya
Valisi Zağanos Paşa ile, daha sonra İslâm'ı kabul ederek Evranos-zâdeler'den
biriyle izdivaç eylemiştir (60). David'in sarayındaki başlıca zabitlerin ve
hükümet memurlarının oğulları Yeniçeriliğe, yâhud saray hademeliğine alındılar;
Pâdişâh, genç kızları oğullarına, yâhud hademesine hediye etti, bir takımını da
esîr olmak üzere hareme almış ve sonraları bunlardan bâzılarını ev-lendirmiştir
(61). Trabzon hükümdarlık hanedanı âzasından yalnız biri —ki Kantakuzen
ailesinden bulunan İmparatoriçe Eleni'dir— kuvvet ve cesaretle meşakkatlere
tahammül etmiş ve Mâkaabeler'in (62) validesi gibi şân ile hayâtını terketmiştir.
îdâm olunan Komnen ailesi cesedlerin-den köpeklere, yırtıcı kuşlara yemeklik
olması hakkında çıkan zalimane irâdeye rağmen, yüzüne kalın bir örtü örterek ve
eline bir kazma alarak siyâsetgâha (yâni idamın infaz edildiği yere) gelmiş, bir
çukur kazarak
(57)
(58)
(59)
(60)
(61)
(62)
Halkondilas, 1, 9. 157; Spandojino, s. 47.
Spandojino, s: 47.
Halkondilas, s. 157 ve 168. Bunu iki defa yazdığı cihetle, Spandojino'dan ziyâde itimâda
şayandır.
Halkondilas, s. 167. Türk-Rum Târihi sahihinin zannı gibi, muallim-i sultanî ile İzdivaç etmiş
değildir.
Halkondilas, 1, 9, s. 158.
Makaabeler, İsrailli yedi kardeşlerdir ki, seleflerinin günlerinde putlara ibâdet etmedikleri
için vâlideleriyle birlikte îdâm edilmişlerdir. Hammer' in teşbihinde taassup kokusu vardır.
Mütercim.
58 HAMMER
muhabbetlerine bütün hassasiyetini tahsis ettiği evlâdının na'şları üzerinden akşama
kadar köpekleri ve yırtıcı kuşları kovmuş ve gece on na'şı defnetmiştir. Bu kadın bir
müddet sonra büyük kederler içinde hayattan çekildi ve makberde evlâdını takip etti.
Batıda olduğu gibi Do-ğu'da dahî Bizans hükümdarlık nesli bu suretle yok olarak, hacâlet
içinde kaybolarak ve kana boğularak yok olmuş ve Bizans Devleti gerek Avrupa'da,
gerek Asya'da —Kostantiniyye fethinden beri «Hâkimü'l-Berreyn ve'l-Bahreyn» (İki
Karanın ve İki Denizin Hâkimi) unvanını kendilerine tahsis etmiş olan— Sultân
Mehmed'in hükümranlığı dâiresine girmiştir.
Pâdişâh, Trabzon seferinden döner dönmez, Eflâk Voyvodası Vlad tarafından harb meydânına davet olunmuştur. Bu voyvoda II. Mehmed'den
daha mahir ve
gaddar bir zâlimdi (63). Macaristan, Eflâk ve Türkiye vekayînâmeleri —korkunç tabiatını oldukça gösteren— üç muhtelif nâm ile yâd
ederler. Vlad, Macarlar tarafından umumiyetle «Drakul» (Şeytân», Ulahlar tarafından
«Çpelpuç» (Cellâd), Türkler tarafından «Kazıklı Voyvoda» (64) diye isimlendirilmiştir.
Yılanca vahşeti hakkında bir fikir hâsıl etmeğe kifayet etmek üzere, şu birkaç vak'ayı
nakledeceğiz: En sevdiği temâşâ, kazık işkencesi idi; bilhassa kazıklara vurulmuş ve
işkencelerle can vermekte olan Türkler'in teşkil etmiş oldukları kalın bir dâirenin
ortasında sarayının halkiyle birlikte yemek yemekten pek büyük haz duyardı (65). Eline
Türk esirleri geçince, ayaklarındaki derinin yüzülmesini ve meydana çıkan kırmızı
etlerin tuz ile oğuşturulma-sını ve ondan sonra elem ve azabın artması için keçilere
yalattırılma-sını emrederdi (66). Kendisine gönderilen Osmanlı elçileri başları açık olarak kendilerini tanıtmak protokolünden istinkâf etmeleriyle, babalarının âdetlerine uygun
olarak ve daha kuvvetli bir surette başlarında durması için sarıklarını üçer çivi ile
başlarına çaktırmıştır. Bir gün memleketin bütün dilencilerini büyük bir ziyafete
çağırarak, iyice doyurduktan sonra, sofra masasını ateşlettirip hepsini yakmıştır. Bir defa
da bir takım zavallı kadınların memelerini kestirerek, onların yerine çocuklarının başlarını yapıştırtmıştır. Çocukları validelerinin ateşte kızartılmış etlerini yemeğe icbar
etmiştir. İnsanları sebze gibi doğramak ve çömlek içinde pişirip kaynatmak için husûsî
usûller icâd etmiştir. Birgün eşek üzerinde tesadüf ettiği bir papası, eşekle beraber
kazıklatmıştır. Başkasının malı(63)
(64)
(65)
(66)
Voyvodanın işlediği şen'îlikler ite Fâtih'in işleri arasında asla münâsebet olmadığından, bu
kıyâsı kat'iyyen reddederiz. Mütercim.
Birinci cilddeki bir haşiyede bu unvanın başkasına atfı yanlışlık eseridir. Mütercim.
Bonfinius, Aşere 3, 1, 10, s. 532; Engel, Eflâk Târihi, s. 178 ve mukaddimesinde, 1 22.
Bonfinius s. 352; Engel, s. 178 ve mukaddimesinde, 22.
OSMANLI TARİHİ
59
na el dokundurulmamasmı va'z etmiş olan bir rahip, sofrada DrakuTun kendisine
ayırdığı bir ekmek parçasını almış olmasından dolayı, hemen orada kazığa
vurulmuştur. Sevgililerinden biri kendisini yanlışlıkla hâmile zannetmesi üzerine,
canavar bizzat kadının karnını varmıştır. En büyük şenlikleri, birçok adamları birden
işkenceye koymaktı. Lisan öğrenmek için Eflâk'a gönderilmiş olan dörtyüz Macaristan
ve Transilvanya delikanlılarının hepsini birden ateşte yakmıştır. Altıyüz Bohemya tacirini pazar yerinde kazığa vurdurmuştur. Asilzâdegândan kendisince şüpheli görünen
beşyüz kişi —bulundukları kazadaki ahâlînin doğru bir defterini vermemiş oldukları
bahanesiyle— yine o cezaya uğramışlardır (67). Fakat bunların cümlesi Osmanlılar'ın
aleyhindeki muharebesinde Bulgaristan ahâlîsi hakkında yapmış olduğu katliâma
nisbetle hiçbirşey hükmündedir.
Bu kandökücü, Eflâk hükümetine Sultân Mehmed'in yardımiyle nail olarak,
erkek, kadın, çocuk yirmibinden ziyâde insanın az vakit içinde telef edilmesi
suretiyle kuvvetini te'yîd etmişti (68). Pâdişâh onun mezâlimi için değil, MatyasKorvinos'a elçiler gönderdiği ve hazîneye senelik onbin duka vergiyi te'diyeye
hazır olduğunu beyân ederek ve fakat bundan başka talep olunan beşyüz
delikanlıyı göndermekten ve bizzat Bâb-ı Hümâyûn'a gelmekten imtina etmiş
olduğu için hükümetini yıkmak istiyordu (69). Vlad'ın ele geçirmesine müsâid
bulunmuş olan Eflak'ı da, onun biraderi Radul'e vermek arzusundaydı (70). Bu
Radul, kardeşinin hükümetini alabilmek için II. Mehmed'in menfurca arzularına
teslimiyet göstermek şenaatinde bulunmuştur (71). Pâdişâh bunu en ziyâde şunun
için severdi ki, delikanlı evvelâ elindeki kılıçla kendini müdâfaa etmişti; fakat
ikbâl hırsı sonraları II. Mehmed'in açıktan açığa mahbûbu olmasına karar
verdirmiştir (72-73). Vlad'ı itaat altına almak için, Pâdişâh evvelâ —II. Murad'ın
şarabdârı olup daha sonraları donanma kapdânı ve
(67)
(68)
(69)
(70)
(71)
(72)
(73)
Osmanlı elçilerini kazıklara vurdurmaktan başlıyarak buraya kadar zik-rolunan on
vahşîliğin me'hazı Engel'in Eflâk Târihi Mukaddimesi ve Târihi ve bilhassa Mukaddimede ve
Târihde eski Sakson yazılarıdır. Mukaddime, 22, s. 76, 77, 78, 79; Târih, 178.
Halkondilas, 1, 9, s. 153 (866/1461).
Halkondilas ve Dukas, 1, 45, 194.
Halkondilas ve Dukas.
«Cum enim amore ardens puerum vocaret adcoitum.» Halkondilas. s. 158.
«Non multo post rediit in Januas regis ejusque concubinus factus est.» Halkondilas, kezalik.
Hammer, bu iki fıkranın me'hazını göstermek için Halkondilas’ın Rumca'dan Lâtince'ye
tercüme edilmiş olan târihinin fıkralarını aynen naklediyor; fakat Halkondilas’ın bu rivayeti
asla itimâda şâyân olamaz. O asrın Yunanî müverrihleri Kostantaniyye'yi fethetmiş olan
Sultân Mehmed'in aleyhinde idiler. Mütercim.
60
HAMME
R
Mora valisi ve en son olarak da Vidin valisi olan —Çakırcı Hamza Pa-şa'yı— ve
eskiden Katabolinus ve şimdi Yûnus Beğ denilen Rum'dan dönme kâtibiyle
beraber' gönderdi (74). Bu iki adam Voyvoda'yı bir görüşmeye davet ettiler.
Maksadİarı hiyle ile kendisim ellerine geçirmek idi. Vlad ise niyetlerini keşfedip
maiyyetleriyle beraber eline geçirerek, ayaklarını ve ellerini kestikten sonra,
hepsini kazığa vurdu; fakat Pa-şa'ya şerefli bir mevki verdi: yâni, diğerlerinden
daha yüksek bir kazığa vurdurdu. Drakul, bu imtiyazı eskiden kendi maiyyetinden
biri hakkında da kullanmıştı: Bir yaz günü, kazığa vurulmuş birçok insanların
içinden ikisi beraber geçerken, maiyyetinde bulundurduğu şahıs bu cesedler-den
intişâr eden kokuya nasıl tahammül ettiğini sormuştu; Voyvoda onu derhâl —
kokudan muztarib olmasın diye— daha yüksek bir kazığa vur-durmuştur (75).
Kazıklı Voyvoda, Pâdişah'ın teşebbüsüne hiddetlenerek Hamza Paşa ile
Yûnus Beğ'in İdamından sonra, Bulgaristan'ı istilâ suretiyle muhâsa-maya
başladı. Memleketi harâb ettikten, yolu üzerindeki kasaba ve köyleri yaktıktan
sonra —arkasında jdrmibeşbin esîr bulunduğu halde— (76) Tuna'dan geçerek
Eflâk'a döndü. Sadrâzam Mahmûd Paşa, elçinin fecî ölümünü ve Bulgaristan'ın
tahribini arzetmeğe geldiği zaman II. Mehmed, bunun ilk hiddetiyle Mahmûd
Paşa'ya vurmuştu. Halkondilas’ın mütalâasına göre, «Pâdişâhların kapısında —
zilletin en aşağı noktasından ikbâlin en yüksek mertebesine çıkardıkları kulları
için— dayak yemek utanmayı icâb ettirecek birşey değildir.» (77) Sultân
Mehmed derhâl Kostanti-niyye fethindeki miktara muâdil olarak ikiyüzellibin
tahmin olunan (78) ordusunu toplamak için bütün vilâyetlere tatarlar çıkardı.
Sadrâzam iki-yüzbin kişi ile Tuna üzerine ilerledi. Pâdişâh vuku bulan tahkirin
intikamının alınmasında bizzat bulunmak isteyerek, yirmibeş kadırga ve yüzelli
diğer sefine ile Karadeniz'i geçip Vidin'e kadar Tuna'dan yukarı çıktı. O zaman
geniş ticaretiyle çok meşhur olan îbrâil (Braillabus) ile Osmanlı askerlerinin yol
güzergâhında bulunan şehirler kül hâline geldi. Drakul. Eflâk kazaları
kadınlarından ve çocuklarından bir takımını Pra-şova'ya (Kronştad), bir takımım
memleketi setr eden ormanlara gönderdi. Ordusunu iki fırkaya böldü (79);
birincisini —Osmanlılarla ittifak ederek bir müddet Kilya'yı muhasara etmiş ve
muvaffak olamaması üzerine Eflâk üzerine atılıp, geçtiği yerleri kan ve ateşe gark
etmiş olan—
(74)
(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
Neşrî, İdrîs, Âlî.
Engel'in târihi mukaddimesinde Sakson eskiyazısı.
Halkondilas, 9, 159 ve Engel, a.g.e., s. 79.
Halkondilas, 1, 9, 159.
Kezaük s. 160. Dukas, 45, s. 194, Osmanlı ordusunu ancak yüzelli bin olarak zikreder.
Osmanlı müverrihleri Drakul'un ordusunu yüzbine çıkarırlar.
Alî, II. Mehmed Saltanatının Onbeşinci Bâb'ı ve Halkondilas.
OSMANLI TARİHİ
61
Moldavya Prensi üzerine sevk etti; yedi, yâhud onbin kişi kadar olan ikinci fırka ile de
(80) Osmanlı ordusuna karşı yürüdü. Drakul, kıyafet değiştirerek bizzat Pâdişah'ın
askeri arasına girerek, dikkatli bir keşiften sonra, bir gece baskını tasavvurunda
bulundu. Türkler'in gece vakti her ne olursa olsun yerlerinden kımıldanmamak âdetinde
bulunmaları, kendisini ümidvâr ediyordu. Drakul'un süvarileri fenerler, fanuslar tedârik
etmiş oldukları halde Osmanlı ordusunun üzerine düştüler. Türkler bir heyecana
tutularak, hiçbir harekete muktedir olamıyorlardı. Vlad’ın maksadı doğrudan doğruya
Pâdişah'ın çadırına gitmekti. Lâkin yanılarak Sadrâzam ile İshâk Paşa’nın çadırlarına
taarruz ederek; insanlardan ziyâde atları, develeri Öldürdü. Bu sırada ise Osmanlı
süvarisi atlanmış idiler. Eflâklılar Sultân'ın çadırına vardıkları zaman, Yeniçerilerin
müdâfaaya hazır olduklarını gördüler (81). Aniden vuku bulan ilk hücumun verdiği
intizamsızlığa rağmen, Osmanlı ordusu harb saflarını kurmağa muvaffak olmuştu. Sağ
cenâhda eski Mora Beği Turhan'ın oğlu Ömer Beğ; Evranos-oğlu Ahmed Beğ; Mihâloğlu Alî Beğ, ile Malkoç-oğlu Balı Beğ bulunuyordu. Sol cenâhda, Arnavudluk Beği
Nasuh Beğ, Esved Beğ, Mihâl Beğ'in diğer oğlu İskender Beğ vardı (Not; 4). Her iki
tarafça büyük bir zayiatı mûcib olmaksızın, sabaha kadar bütün gece karakol
muharebeleri devam etti. Güneş doğarken Vlad ric'at etti. Akıncı kumandanlığı ailesinde ırsî olan Alî Beğ, Akıncılarla düşmanı takip edip, bin esîr ile döndü (82). Mehmed,
bunları oracıkta îdâm ettirdi. Evvelki gece muharebesinde Osmanlılar'ın eline düşmüş
olan bir Eflâklı Sadrâzam Mahmûd Paşa’nın çadırına götürüldü (Not: 5). Esîr,
kendisine sorulan ilk suâllere yeterli cevâbı verdi; lâkin Vlad'ın ne taraftan gelmiş, ne
tarafa çekilmiş olduğu sorulunca bunları pek iyi bilirse de, hiçbir vakit söylemeyeceği
cevâbını verdi; çünkü Drakul'un vahşetinden çok fazla korkuyordu. Ölümle tehdîd
olundu; birşey söylememekte ısrar etti. Mahmûd Paşa derhâl tehdidini icra mevkiine
koydu; lâkin esirin idamı kararını söylediği sırada, bu âdî nefer için hayretini izhâr
etmekten kendisini men' edemi-yerek:
— «Eğer bu adam bir ordunun başında bulunsaydı, mutlaka bir büyük şân
kazanırdı.» (83) dedi.
Vlad sanki sihirli bir güç ile ortadan kaybolduğundan Mehmed, Drakul'un
payitahtı üzerine yürüyerek, Eflâk içinde ilerledi. Fakat payitahtı muhasara etmeksizin
geçti. Bu şehirden az bir mesafede, bir nehrin su(80)
(81)
(82)
(83)
«Biadus habebat equites pauciores quam decern mille. Sunt tamen qui tradunt cum nc-n
plures quam septem mille equites ductasse» (İkinci fırkanın miktarının yedibin olduğunu
bildiriyor.) Halkondilas.
Halkondilas, 9, s. 162.
Âlî, Akıncılar'a onbin esîr aldırıyor; fakat idamlarından bahs etmiyor.
Halkondilas, 9, s. 162.
62
HAMME
R
ladığı ovanın başlangıcında kazıklardan bir orman teşekkül etmiş olduğunu görünce nefretini açığa vurmaktan men' edemedi; yarım fersah
uzunluğunda bir mesafe içinde, (84) —bir takımı kazığa vurulmuş, bir
takımı çarmıha gerilmiş— yirmi bin Türk ve Bulgar bulunuyordu. Bunların ortasında ve diğer kazıklardan daha uzun bir kazık üzerinde —ipek
ve erguvânî en güzel elbisesini giymiş olarak— Hamza Paşa'nın (85) cesedi hâlâ tefrik edilebiliyordu. Anaların yanında çocuklar görülüyordu ki,
kuşlar bağırsaklarının üzerine yuva kurmuşlardı (86). Bu dehşet verici
manzarayı görünce
Pâdişâh (87) :
— «Bu kadar büyük işler yapmış, tebeasını ve kuvvetini bu kadar iyi bir
surette kullanmış olan bir adamı memleketinden çıkarmak muhaldir.» dedi. Lâkin
gizli düşüncelerini bu şekilde ortaya çıkarmış olmasından dolayı, korkuya
kapılmış olması gerektir ki, müteakiben:
— «Bu kadar cinayetler yapan bir adam şâyân-ı hürmet değildir» (88-89)
sözlerini ilâve etti.
Vlad, arazînin durumuna olan bilgisi sayesinde —kâh bir tarafta, kâh başka
tarafta görünerek— Mehmed'in ordusunu hareket hâlinde bulunduğu yollarda
mütemadiyen rahatsız etti. Lâkin nihayet Osmanlılar'a karşı müdâfaa için
memlekette ancak altıbin kişi bırakabilerek, Moldavya tarafına çekilmeğe mecbur
oldu. Bu bir avuç süvârî Turhan-oğlu Ömer Beğ'e karşı aşırı derecede bir şecaatle
muharebe ettilerse de, nihayet galebe sayı üstünlüğünde görünerek, Ömer Beğ —
askerin mızraklarına saplanmış— iki bin Eflâklı başı tuhfesiyle (hediyesiyle)
ordugâha döndü. Pâdişâh, hizmetine mükâfâten Ömer Beğ'e Tesalya Beğliği'ni
verdi. Osmanlı süvarileri karşılarında döğüşecek ordu bulamadıklarından, birçok
fırkalara ayrılarak ve bütün Eflâk'a yayılarak ikiyüzbine yakın at ve yük hayvanı
getirdiler. Drakul, Moldavya hududu üzerindeki mevkiini terke mecbur olarak,
Macaristan'a çekilmişti. Kendisi, Matyas Korvinos'dan yardım talep etmiş ve bu
ümîdle oraya gitmiş olduğu halde, Matyas, Voy(84)
(85)
(86)
(87)
(88)
(89)
Ondört sitad uzunluğunda ve yedi sitad genişliğinde. Halkondilas.
Dukas, 45, s. 195.
«Volucres nidos fecerant in inferioribus eorum.» (Metindeki ifâdenin me* nazıdır)
Dukas.
«Virum qui tanta patraverit non multi faciendum esse.» (Metindeki ifâdenin aslıdır).
Rum müverrihlerinin garezinden dolayı yazdıklarıdır. Mütercim.
Rum müverrihinin pâdişâha söylettirdiği bu sözlerin birinci parçası sırf hayâl eseri
olduğunda şüphe olmadığı gibi, Kazıklı Voyvoda ordusuna isnâd ettiği şecaat dahî
hayalî olacaktır. Bu sefer hakkında bizim müverrihlerin ifâdeleri Mütercimin İlâveleri
kısmında hulâsa edilecektir. Mütercim.
OSMANLI TARİHİ
63
voda'yı Ofen'de, yâhud Belgrad'da mahbese kapattırdı. Sultân Mehmed, iki
kardeş fırkası muharebesi demek olan bu seferden yorularak iltifat-gerdesi
Radul'u Eflâk Voyvodalığı makamına oturmak emriyle Akıncı kumandanı Alî
Beği bırakıp, kendisi İstanbul'a teveccüh etti (90). Radul, senelik onbin duka
vergi vererek, on sene hüküm sürdü (91). Lâkin bu prensin kazaen vefatı üzerine
Vlad mahbesinden kaçarak, yâhud bırakılarak, Eflâk üzerinde kanlı bir yıldız gibi
yine göründü. İki sene sonra bir köle, insaniyetin yüzkarası ve belâsı olan bu
canavardan yeryüzünü müebbeden kurtardı (92). Türkler bunun başını zafer
alâmeti olmak üzere bütün beldelerde dolaştırdılar. Vakıa I. Mehmed, elli sene
önce Eflâk'ı vergi altına almış ve bunun te'diyesini te’ınîn için Yerkökü
(bazılarınca Yerköyü Hzln) (Not: 6) kalesini inşâ etmişse de, Osmanlı
Pâdişâhları ancak Vlad'ın ölümünden beri kendilerini Eflâk'ın sahibi addederler.
Sultân II. Mehmed Eflâk seferinden dönüşünde, 866/1462 yaz mevsiminin
nihayetine doğru Lesbos'un fethine yürüdü ve kışın girişinden evvel adayı Osmanlı
memleketlerine ilhak etti. Lesbos (ki idare merkezi olan Mitilen şehrinin isminden
dolayı Türkler «Midillü», «Midilli» adını verirler) İmparator I. Jan Paleolog tarafından
—Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz; Ege Adaları)'i Katalan deniz haydudlarından
temizlemek için imparatorluğa vâki olan hizmetine mükâfaten— Gattelosio nâmındaki
zengin bir Ceneviz ailesine verilmişti. Bu aile —coğrafî mevkileri iktizâsm-ca
Midilli'ye bağlı görünen— Aynoz (Enez: İnoz) beldesiyle İmroz, Taşoz, Limni,
Semâdirek adalarını hissettirmeksizin tasarrufu altına aldı. Midilli adası Türkler'in
Adalar Denizi'nde cevelân etmelerinden defalarca müteessir olmuştu: Orhan
zamanında (93) İyoni (İyonya) sahili beği Umur Beğ tarafından Tahrîb edildi; I. Murad
zamanında Yeniçeri zabiti Yûnus Beğ Molyuva (Molva) denilen Molibos (94)
kasabasını muhasara etmişse de, ele geçiremedi; II. Murad zamanında, Osmanlı
Devleti'nin birinci amirali Balta-oğlu —ki Boğaziçi'nin bir köyü, nâmını haleflerine
naklet-miştir— Kalona (Kaluniye) (eski Pirha) müstahkem şehrini zaptettikten sonra,
Midilli Adasını tahrîb etti (95). Hamza Paşa ile Yûnus Paşa'nın teşebbüslerinden
yukarıda bahsetmiştik. Vekayini yazmakla meşgul olduğumuz zamandan yedi sene
önce, Nikola Gattelosio adanın hükümdarlı(90)
(91)
(92)
(93)
(94)
(95)
Halkondilas, 9, nihayete doğru; Neşrî, varak: 213. Solak-zâde, varak: 55. Bratutu'da
Sa'dü'd-dîn, s. 215-222, Dokuzuncu Bâb. İdrîs, varak: 106-110. Âşık Paşa-zâde'ye nazaran
(Vatikan Kütb. elyazısı) Vlad'ın oğlu babasının yerine geçmiştir.
Dukas, 45, s. 194. Del Şivrö'ye nazaran (s. 177), onikibin duka.
Engel, Eflâk Târihi, s. 179.
Pahimares, 4, 19, s. 237; 5, 26, s. 312.
Halkondilas, 10, İlk kitapta.
Halkondilas.
64
HAMME
R
ğını —Ceneviz Batista'nın yardımiyle.— büyük kardeşi Dominik Gate-losio'dan
zorla alarak onu boğmuştu. Mehmed, Ada’nın yeni dukasının bir cinayetle tahta
mâlik olmasına asla ehemmiyet vermiyerek, yeni duka'run İzladi Boğazı'nda
arzetmeğe geldiği vergi ile ta'zîmâtı kabul etti. Lakin Nikola'nın Aragan deniz
haydudlarıyla ittifak etmesi ve onların haı(ketlerinden hâsıl olan tehlikelere ve
menfaatlere iştirak etmesi hiddetini celbetmiş olduğundan, o zaman Dominik'in
idamından dolayı intikam almayı düşündü (96). Bununla beraber, kardeşini
öldüren Cenevizliye karşı, II. Mehmed'in ortaya koyduğu bu sebep —Ada'ya
taarruza hakkaniyet sureti vermek üzere— düşünülmüş âdi bir bahaneden ibaret
idi. Altmış kadırga ve yedi gemi (97) —ki bunlara birçok top ve havanlar ile
ikibin taş gülle yüklenmişti— Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın emri altında
Midilli'ye gittiler. Mehmed, birkaç bin Yeniçeri'yi bizzat, Ada'-daki dağ
silsilesinin güneyinde bulunan Asos ovasına sevk etti (98). Pâdişâh, Asos'dan
Edremiti, yâni Edremid (Adramitum) ve Kemer (Kuri-fas) üzerinden Ayazma'ya
giderek oradan Midilli Adası'na geçti ve mukabilinde ma’ınûr arazî vereceğini
vaad ederek emaret ve payitahtını teslîm etmesini Duka'ya ihtar etti. Nikola,
şehri müdâafaya hazır tutarak ve birçok topları olmasına, beldenin
istihkâmlarına, mükemmel surette techîz edilmiş beşbin askerine, erkek, kadın,
çocuk yirmibine varan nüfûsa mağrûren Türk elçisine:
— «Kendisi hayatta kaldığı müddetçe Ada ve payitahtına hıyanet ile teslîm
edemiyeceği» cevâbını verdi (99). Bu cevâb üzerine Pâdişâh muhasaranın
idaresini vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya vererek Anadolu'ya avdet etti. Mahmûd
Paşa yirmiyedi gün şehri topa tuttu. Nikola, askerinin kahramanca müdâfaasına
rağmen, şehrin Melanodiun denilen kulelerden birçoğunun artık toprak yığını
hâline geldiğini görerek (100) ve muhafızlarla korsanların huruç hareketlerinde
dâima zâyiât vererek döndüklerine bakarak, Mehmed tarafından teklif olunan
şartlarla teslîm olacağını Sadrâzama bildirdi. Mahmûd Paşa derhâl Pâdişah'a bir
posta tatarı gönderdi. II. Mehmed, hemen Midilli'ye döndü ve Duka tarafından
arz olunan ahidnâmeyi kabul etti (101). Nikola, ağlayarak Pâdişah'ın ayaklarına
kapanıp ilk ihtar üzerine teslîm olmamış olmasından afvını istirham etti. Pâdişâh,
ihtiyatsızlıkla, hiffetle hareket etmiş olduğu için Du-ka'yı tevbîh etti. Bununla
beraber hernekadar itaatte te'hîr etmişse de hayât ve mallarının emniyet altında
bulunduğunu teselli sadedinde be(96)
(97)
(98)
(99)
(100)
(101)
Kezalik 10, s. 166.
Dukas, s. 195. Halkondilas'a göre yirmibeş kadırga ve yüzden fazla gemi.
Halkondilas'da Essipedon.
Dukas, s. 195.
Dukas.
Halkondilas, varak: 166.
OSMANLI TARİHİ
65
yân etti; lâkin Osmanlı askerini Ada’nın başlıca şehirlerine Duka'nın bizzat
yerleştirmesini istedi. II. Mehmed, Midilli şehrine ikiyüz Yeniçeri muhafız bıraktı;
beldede bulunan üçyüz korsanı —Mahmûd Paşanın ve kendisinin vaadleri askerin
hayât ve mallarının te’ıniniyle tamamen ifâ edilmiş olduğunu bildirerek— ikiye
böldürmek suretiyle îdâm ettirdi (102).
Midilli sakinlerini üç sınıfa taksim etti: Fukaradan ibaret olan birinci
sınıf şehirde kalacaktı; orta sınıf esîr olarak Yeniçerilere verildi; zenginlerin teşkil
ettiği üçüncü sınıf İstanbul'a gönderildi. Asil ailelerden kendisi için sekizyüz kız ve
delikanlı ayırdı. Son Trabzon İmparatorunun amcası Komnen Aleksias'ın dul zevcesi
—ki o zamanın en güzel kadını idi— harem-i sultanîye alınmak şerefine lâyık
görülerek, oğluna da iltifatkârca muamele edildi. İmparator David'in dul kızı Anna
Makedonya Beği'yle evlendirildi (104). Midilli Dukası'yla onun yeğeni ve Dominik'in
katlinde suç ortağı olan eski Aynos (İnos: Enez olmalıdır) hâkimi Luçio serbest
bırakıldı. Sultân Mehmed, kardeş öldürmek ve silâhlı isyanda bulunmak cinayetlerini
affedebilmişti; fakat nazarında büyük suç olan başka bir mes'ele, bu iki Cenevizli'nin
itaatini faydasız bıraktı. Bir iç-oğlanı saraydan kaçarak Midilli'ye iltica etmiş ve
Midilli Dukası onu Hıristiyan yaparak kendisine nedim ittihaz etmişti (105). Saray'da
unutulmuş olan bu delikanlı, Midilli'nin teslim olmasından sonra, Sultân Mehmed'in
seçtiği diğer iç-oğlanlarına karışarak saraya geldi; fakat eski arkadaşları tarafından
bilindi. Pâdişah'ın bundan haberi oldu; halbuki her-şeyi affedebilir, fakat hademesine
göz dikilmesini asla affedemezdi. Derhâl Midilli Dukası'nı ve yeğenini hapsettirdi.
Bunlar Müslüman olarak ve alenî surette sünnet edilip kaftan giyerek mahbesten
çıktılar. Lâkin dîn değiştirmekten de uzun müddet istifâde edemediler; Mehmed, dinlerini birdenbire değiştirmelerinden dolayı daha çok hakarete lâyık görerek, geriye
bırakmış olduğu cezayı icra etmekte gecikmedi. Bir müddet sonra ikisi de bir
hapishanede boğulmuş olarak bulundular (106-107).
(102) Halkondilas. Dukas'ın Mustugizidi tarafından İtalyanca yazılmış ve Sen-Mark Kütp.nde
mevcud İtalyanca trc.sine bk. MüntehaMt, c. 5, 19, s. 51.
(103) Halkondilas, 1, s. 167.
(104) Kezalik.
(105) Halkondilas, s. 168.
(106) Halkondilas, 10, s. 168. Müntehabât (c. 5, 19, s. 52), bu prenslerin ölümü hakkında başka
tafsilât vermez.
(107) Bu iç-oğlanı mes'elesinin ne kadar mevsuk olacağını anlamak için rivayet edenin Bizans
müverrihi olduğunu ve İstanbulu fethetmesi onların nokta-i nazarına göre en büyük
kabahati olan Fâtih hakkında garazkârâ-ne lisan kullandıklarını düşünmek kâfidir. Şurasını
da ihtar ederiz ki,
Hammer Tarihi, ( : II F.:
5
66
HAMME
R
İşte Lesbos (Midilli) bu suretle Osmanlılar'ın hükümranlığı dâiresine
girmiştir. Bu ada, eskiçağ târihinde tabiî serveti kadar ahâlîsinin de zekâsiyle
şöhret bulmuştu. Midilli şarabları, Midilli şarkıları Hellad (108) yortularında
bütün şarab ve şarkılara tekaddüm ederdi. Dalgaların He-ber (109) denize
karıştığı yerden Midilli sahiline getirmiş olduğu Orfe'-nin başını dindarca defn
etmiş oldukları için Apollon, Lesboslular'ı himâyesi altına almıştı. Safo (Sapho),
Alse (Alcee), Terpandır (Terpandre), Arion (Arion) (110) isimleri Yunan
tanrılarının Midilliler'e iltifatının işareti olmak üzere bize kadar duyulmuştur.
Lesbos, yalnız şâirler ve musikişinaslar değil, hakimler, siyâsîler dahî
yetiştirmiştir. Eski Yunan'ın meşhur Yedi Akillerinden biri olan Lesboslu
Pitakos memleketini zâlimlerin elinden kurtarmıştır. Epikür ve Aristo Midilli'de
felsefelerini öğretirlerdi. Alsibyad ve Trasibul —Midilli'den başkası
Lakedemonyalılar'a sâdık olan— Lesbos adası kasabalarının kadîm Yunanistan
ile ittifakına çalışmışlardır. Hetmin kasabası, Trasibul'un Lakedemonyalılar
aleyhine kazandığı muharebe ile meşhurdur. Jül Sezar, ilk silâhşorluğunu Midilli
şehri muhasarasında göstererek erbâb-ı harb arasında mümtaz olmuş ve orada bir
neferin hayâtını kurtarmakla «Medenîlik Tâcı»na (Couronne civique) (111) hak
kazanmıştır. Farsal muharebesinden sonra Marsellus (Marcellus) Roma'ya gidip
de gâlibden merhamet dilenmektense, hayâtını tefekküre hasretmeyi tercihe
şâyân görerek, Lisbos'a iltica etmiştir. Eskiçağ târihinin bu hâtıralarından şimdi
Türkler'de kalan şey, Lesbos kızlarının aşk serüvenlerine dâir haremlerde
muhafaza edilen bâzı hikâyelerden ibarettir. Lâkin toprağının verimliliği,
şarabları, zeytin yağı, buğdayı, incirleri eski şöhretlerini korumaktadır (112).
Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Ege Adaları) içinde Midilli'den daha geniş olan yalnız
Ağrıboz (Eğriboz)' dur.
oğlan, kelimesinin eski kullanılışına göre «delikanlı» demek olduğu gibi, «iç-oğanı»
sarayda ve muhâfaza-i zâtiyye için istihdam olur delikanlılar demektir. Mütercim.
(108) Eskiçağ'da Mora'nın kuzeyinde bir kıt'a. Mütercim
(109) Merih'in eski ismi. Mütercim.
(110) Sakız, nâm-ı diğer Sabhu, İsa'dan altı asır evvel Lesbos adasının Midilli şehrinde
doğmuş bir kadın şâirdir. Alse, yine Midilli şehrinde M.Ö. VH. asırda doğmuş bi r saz
şâiridir. Terpandır, kezalik yedi asır evvel yaşamış Lesbos'lu musikişinas bir şâirdir
ki rebaba dört tel ilâve etmiştir; Arion da yedi asır önce yaşamış bir şâir ve
müzisyendir ki, mûsikî sayesinde bir ölümden kurtulmuştur. Mütercim.
(111) Eski Roma'da can kurtaranlara verilen iftihâr tacı. Mütercim.
(112) Midilli'nin zeytin mahsûlü Türkler'in zamanında eskisinden oldukça fazla bir
miktara ulaşmıştır. Bâzı mahsûl senelerinin zeytinleri beşyüzbin Osmanlı lirası
miktarına baliğ olur. Mütercim.
OSMANLİ TARİHİ
67
Midilli Adası’nın muhasarası sırasında, Floransalılar —Sen-Mark cumhuru
aleyhinde iftirada bulunmuş ve Hıristiyan prenslerinin harb teçhizatım Osmanlılarca
haber vermek suretiyle alçakça bir casusluğa tenezzül etmiş olmalarından dolayı—
Venedikliler'in zararına olarak, Pâdişah'-dan ticari imtiyazlar te’ıninine muvaffak ve
nail olmuşlardır (113) (NOT: 7) (M.İ. 5).
Sultân Mehmed, Venedik ve Midilli seferlerini takip eden kış esnasında
İstanbul'un tahkim ve tezyin edilmesiyle meşgul oldu. Deniz üzerinde kudret
te'sîs etmek emeline düşüncelerini hasretmiş olduğundan birçok gemiler ve
İstanbul'da ve memleketlerinin sahillerinin muhtelif noktalarında tersaneler inşâ
ettirdi (114). Kostantiniyye'de İmparator Julien'-in yaptırmış olduğu limanı (115)
genişletmeğe bilhassa dikkat etti. Anas-tas Dikorus bunu temizlemiş ve sedlerle
tahkim etmiş; genç Julien ve zevcesi Sofi'nin şerefine olmak üzere, rıhtım
üzerinde bir saray inşâ ettirmişti. Bu liman Fâtih zamanında «Kadırga Limanı»
ismini aldı. Sonraları liman kalmamış ise de isim kalmıştır. Sultân Mehmed
Helespon üzerinde Sestos ve Abidos (Aydos)'dan az bir mesafede Akdeniz
Boğazı kalelerini inşâ ettirdi. Avrupa sahilindeki, «Seddül'-Bahir» şeklinde, fahhârâne bir unvan aldı; Asya sahilindeki —topraktan yapılmış olduğu cihetle—
«Çanak Kal'ası» (Çanakkale) şeklinde tevazu ifâde eden bir isimle adlandırıldı.
Bu kalelerin her ikisi de büyük çapta otuzar top ile teçhiz edildi ki, gülleleri bir
taraftan öbür tarafa ulaşırdı. Bununla beraber, Boğaz'dan ruhsatsız geçmek
isteyen gemi mutlaka vurulacaktı. II. Mehmed, bu tedbirleri almakla payitahtını,
bilhassa —Cezâir-i Bahr-i Se-fîd sularından ve eski Şark İmparatorluğu'na dâhil
bulunan müstemlekelerinin cümlesinden çıkarmağa karar vermiş olduğu—
Venedikliler'in taarruzundan masun bulundurmak istemişti. Osmanlı
coğrafyacılarının ifâdesine göre, Rumlar'ın «Yunanistan'ın nişanlısı» diye
isimlendirdikleri (116) Üsküb (Skopi) şehrinde dahî Vardar (Aksius) nehri
üzerinde kulelerle korunan bir köprü binâ ettirdiği gibi, Tunca ve Meriç nehirlerinin birleştikleri yerde bulunan Edirne Sarayı'na da o sırada istihkâm yaptırdı
(117). Yine bu aralık —eskiden Ayasofya Kilisesi ve İmparator'un kabri ile
beraber İmparator Justinien'in zevcesi Teodora tarafından in(113) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 867 (1462) senesi. Halkondilas, 10, s. 168.
(114) Fâtih, herşeye nüfuz eden nazar-ı ihâtasiyle —merkez ile aralarında denizler bulunan
mahaller gibi— Adalar'ın da muhafazası donanmaya muh taç olduğunu takdir etmiştir.
Mütercim.
(115) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 123. Sultân Mehmed üçbin tonluk büyük gemiyi bu
limanda inşâ ettirmiştir.
(116) Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si. s. 95.
(117) Halkondilas, s. 168.
68
HAMME
R
şâ olunan Havariyyûn Kilisesi'nin (118) bulunduğu mahalde— Câmi-i Kebîrin
temelini attırdı. Yedi tepenin ortasında kâin olup diğer mâbedle-rin cümlesine
emir ve işaret veriyor gibi görünen bu camiin (Fâtih Camii) mimarı Rum asıllı
Hristo Dulas, hizmetine mükâfâten şehrin bir sokağını, ebedîyyen olmak üzere,
bütünüyle almıştır. Sultân Mehmed'in bu temlik için verdiği berât üç asır sonra
Sultân III. Ahmed tarafından muteber tutulmuş ve o mahallenin Rumlarına
kiliselerinin temellük edilmesini sağlamıştır (119).
Sultân Mehmed, Venedikliler'e harb ilân etmezden evvel Adriyatik sahilinde
bulunan o mağrur cumhuriyetçilere ianeye muktedir olamayacak bir hâle
getirmeyi, ihtiyata muvafık gördü. İlkbaharın girmesiyle (868/1463) yeni
fetihlerde bulunmak üzere, yüzelli bin kişilik bir ordu ile, memleketlerinin kuzey
cihetine mütecevvihen İstanbul'dan hareket etti. Bir sene önce Bosna Kralı'nı
vergi altına almak istemişti. Kral, gelen Osmanlı elçisini hazînesine götürerek ve
talep olunan parayı (120) göstererek:
— «İşte görüyorsun ki para burada hazırdır; lâkin Pâdişah'a göndermek
niyetinde hiç değilim: Çünkü benimle muharebeye karar vermiştir, daha ziyâde
muvaffakiyetle harb edebilmek ve vatanı terke mecbur kaldığımda refâhiyetle
geçinebilmek için paraya ihtiyacım vardır.» (121) demişti.
Pâdişâh, bu cevâbı haber alınca, hemen Bosna'ya girmek istedi; lâkin
Drakul'un ansızın hücumu ve ısrarla mukavemet etmesi, intikamını ertesi seneye
te'hîre mecbur bıraktı. Rumeli ve Anadolu askerlerini topladıktan sonra, hudûd
muhafazasına me’ınûr Evranos-torunu İsa'nın ika-mer merkezi olan Üsküb'e gitti
(NOT: 8). Vulçetrin'e vardığında Kral'ın Babiça-Ocak kalesinde müdâfaa etmek
istediğini haber alması üzerine, Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın ileriye gitmesini
emrederek, kendisi de ordunun geri kalan büyük kısmıyla Sırbistan ve Bosna'yı
ayıran Drin (Dri-nos; Drina)' ve sol sahilinde yükselen bir dağ üzerinde BabiçaOcak (122) bulunduğu Karayeva (İllirisus) nehirlerini geçerek öncü fırkasını
yakından takip etti. Kale, toplardan tazyik görmekle beraber, daha ziyâde kumandanının hıyanetine binâen muhasaranın üçüncü günü teslimiyet gösterdi (19
Haziran 1463) (123). Midilli Adası halkı gibi ahâlîsi üç sınıfa
(118) İstanbul ve Boğaziçi, 1, s. 387.
(119) Kantemir, Mehmed-i Sânî, «N-N» işaretli haşiye, s. 22 ve Selim-i Evvel, «M M» işaretli
haşiye, s. 183.
(120) Halkondilas, 10, 170.
(121) Neşrî ve Âlî ve İdris'e nazaran, Kral elçiyi habsettirmiştir; hattâ müşaviri tarafından
müdâhale edilmemiş olsa idâm ettirecekti.
(122) Halkondilas «Dububika» diye adlandırır.
'123) Ş’ınek, 147; Lukaris'den naklen.
OSMANLI TARİHÎ
69
ayrılarak avam takımı şehirde kaldı; orta takım askere verilerek, en zenginler İstanbul'a
gönderildi (124). Mahmûd Paşa, payitahtı olan Yaiça (Ba-biça?) (Gaitia)'ya varmadan
evvel Kral'ı ele geçirmek üzere hafif süvârî ile ileri gitmeğe memur oldu. Sadrâzam bu
şehre yaklaştıığnda Kral'ın orada durmayarak, batı cihetinde iki merhale daha ötede ve
Santa üzerinde Klikus (NOT: 9) kalesine kaçmış olduğunu öğrendi. Şehrin altında, üç
kola ayrılıp da geçiş için tam bir kolaylık sağladığı mahalde, Ver-bas nehrinden geçti.
Turhân-oğlu Ömer hemen kendini nehre atıp yüzerek geçti ve bu suretle, bütün orduya
nümûne-i imtisal oldu. İkinci gün Mahmûd Paşa'nın süvarileri Klikus önünde
bulunuyordu. Daha yavaş bir sü^ rette orduyu takip etmekte olan Sultân Mehmed,
Yaiça kalesinin düşmesinden sonra itaat arzetmekte birbiriyle yarışan Yaiça şehriyle
diğer beldelerin anahtarlarını aldı. Hâk-i pâyine ta'zîmle yüz sürmek için istikbâline
gelen Yaiça ahâlîsinin istirhamı üzerine kendi işlerini kendileri görmek müsâadesini
ihsan ile beraber kalelerine bir miktar muhafız askeri tâyin ve başlıca ailelerin
delikanlılarını kendisine ve kumandanlarına taksim ve tahsis eyledi. Şu sırada
Sadrâzam Klikus'un muhasarasına başlamak üzereydi ki, mağlûp olan Kral artık
döğüşmeğe muktedir olamadığı için, onüç yaşındaki yeğeniyle birlikte oraya iltica
etmişti. Klikus bataklıklarla çevrili olduğundan, bunlardan geçmek pek güç olduğu
halde, mevsimin fevkalâde sıcakları bataklığı kurutmuş ve içindeki kamış ve dalları
kesmek kolaylaşmıştı. Pâdişâh bunlardan yığınlar yaptırarak şehrin hendeklerine
attırdı. Ve sonra ateşe verildi. Ahâlî bundan korkuya kapılarak, kendilerinin ve Kral'ın
hayâtını dokunulmamak ve bunun için yemîn edilmek şartıyle itaatlerini arzetmek
üzere Sadrâzam'a bir temsilciler hey'eti gönderdiler. Mahmûd, taleplerini kabul ederek,
tes-lîm-nâmeyi imza etti. Şâir mahallerde olduğu gibi, sakinler üç kısma taksim ile
birincisi yerlerinde bırakıldı, ikincisi askere verildi, üçüncüsü esir olarak İstanbula'
götürüldü. Mahmûd Paşa, Kral'ın hayâtına ilişmemek suretiyle yeminini muhafaza
etmiş ise de, onu serbest bırakmaya mecburiyet görmeyerek tevkif etti ve yeğeniyle
birlikte Pâdişah'ın huzuruna gönderdi (125).
Mehmed, Sadrâzam'ının muvafakat gösterdiği teslîm şartlarından hoş-nûd olmadı.
Çünkü kendisinin siyâsî kaidesi gereğince, fetholunan memleketlerin hükümranlığı
ancak eski hükümdarlar ailesinin yok edilmesiyle mümkün olurdu. Trabzon
İmparatoru'nu, Atina ve Midilli Dukalarını idâm ettiği zaman, bu kaideye uygun
^davranmıştı. Sadrâzadının imza ettiği mukavelename, değiştirilemez olmak üzere
koyduğu hareket kaidesinden, şimdilik inhiraf etmesini gerektiriyordu; binâenaleyh
Kral ve ye(124) Halkondilas, 10, s. 170.
(125) Halkondilas, Solak-zâde, Neşrî, İdrîs, Âlî, Sa'dü'd-dîn.
70
HAMME
R
geni (126) ordunun arkasından getiriliyordu. Padişah, Sadrâzam, Tırhala Vâlîsi
Turhân-zâde Ömer, herbiri bir fırkanın başında bütün Bosna'yı dolaşarak fetih
işini tamamlamakla uğraştıkları sırada, üç küçük Bosna prensleri —ki Kostantin,
Kovac, Pol (NOT: 10) isimleriyle mârufturlar— terketmekte oldukları mahallere
mukabil diğer yerlerden tâvizler almak şartıyla teslîm olmak için, Sadrâzam'ın
nezdine bizzat geldiler. Her arzularına muvafakat gösterildi; fakat Hünkâr'ın
niyetlerini ta'yînde al-danmış olduklarını az vakit zarfında anladılar. Az bir
müddet sonra —Bosna Kralı gibi— zincire vuruldular.
Sultân Mehmed, bu seferinde —ilmî derecesinde taassubiyle meşhur olan—
Şeyh Alî-i Bistâmî'yi beraber almıştı. Bu azîz adamın silsile-i nesebi doğrudan
doğruya İmâm Fahrü'd-dîn Râzî'ye dayanıyordu. Osmanlı târihinde, «küçük
musannif» demek olan «musannifek» (127) unvâniyle meşhurdur ki, henüz pek
genç iken te'lîfe başlamış olduğu için bu lâkab verilmiştir. Eserlerinin aded ve
meziyyeti kendisini asrının birinci müellifleri sırasına koymuştur. Bosna
seferinden yirmi sene Önce, Osmanlı ülkesine gelmek üzere İran'dan hicret
etmişti. Ulemânın hâmîsi olan Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa tarafından hüsn-i
kabul görerek, onun nâmına Tuhfe-i Mahmûdiyye unvanlı bir eser te'lîf etmiştir.
Takvayı şiar edinmiş olan Şeyh, Pâdişah'ın da nazar-ı teveccühünü celbe
muvaffak oldu. Sultân Mehmed, Mahmûd Paşa tarafından yenıîn ile tevsik
olunan ahid-nâmeyi ibtâl edip de Bosna Kralı hakkındaki hakîkî maksadını icra
etmek için İranlı Şeyh'i alet ittihâz etmek istemişti. On sene önce Kostan-tiniyye
Fâtihi'yle birlikte bulunan meşâyîh, Peygamber'in silâh arkadaşı olan Eyyûb'un
(128) kabrini keşf ederek ve şu suretle hücum edenlerin gayretini artırarak
kendisine büyük hizmetler görmüş idiler. Pâdişâh bu defa mutaassıb fakihden
daha mühim bir hizmet istiyordu: Müslüman bulunmayan bir adam hakkında
Mahmûd Paşa tarafından vâki olan taahhüdü iptal ile cellâdın eline teslîm etmek
için, kendisine bir fetva lâzımdı. Bu şekil, halde mevcûd olan bir müşkili ortadan
kaldırmış olacağı gibi. yemin ile te’ınîn olunan ahidlerin nasıl iptal
olunabileceğini öğrenmekle, gelecekte seleflerine de imtisâle şâyân bir misâl
göstermiş olacaktı. Pâdişah'ın açıkça beyân ettiği arzu üzerine Şeyh-i Alim, velî-i
nimeti olan Mahmûd Paşa'ya şükran borçlu olduğunu unutarak, istenilen surette
fetva verdi. Müdâhenekârlığı, yâhud taassubu kendisini daha ile(126) Osmanlı müverrihlerinin cümlesi, Kral’ın bu yeğenini, kardeşi yaparlar.
(127) «Küçük adam» demek olan «merdümek» lâfzında olduğu gibi, sondaki «-k» (kâf)
küçültme edatıdır. Mütercim.
(128) «Silâh arkadaşı» vasfı Hz. Hâlid'in «Alemdâr-ı Peygamberi» olması zannından
dolayıdır. Halbuki, o zât-ı muhterem 2. c.'de işaret olunduğu gibi, «Mihmandâr-ı
Peygamberi»dir. Mütercim.
I■
OSMANLI TARİHİ
71
ri götürdü: Çünkü hükmün, yânî cellâdlık vazifesinin icrası için de kendini öne
sürdü ve hiç olmazsa Pâdişah'ın emri üzerine bunu taahhüd etti (NOT: 11).
Sabahla beraber, ordu Bosna'dan hareket etmek üzere emir aldığı sırada, Sultân
Mehmed Bosna Kralı’ın huzuruna getirtti. Kral, elîm bir şüphe içinde bulunduğu
için yemin ile te’ınîn edilmiş ahidnâme elinde bulunduğu halde göründü. Fetva
mucibince ahidnâmenin hükümsüz bulunduğu beyân edilerek, bu kararı vermiş
olan müftî, yâni fakîh-i âlim —altmışüç yaşında bir pir olduğu halde— cellâdın
kılıcını aldı ve Kral'ın başını bizzat düşürdü (129) (NOT: 12). Üç Bosnalı prens
de çadırlarında boğuldular.
Yedi asırdan beri Skalovonlar'ın Bizans İmparatorluğu'ndan ayırmış oldukları
Bosna, şu suretle, Sırblılar'ın Meriç üzerindeki bozgunluklarından bir asır ve
Kostantiniyye'nin fethinden on sene sonra, bir Osmanlı vilâyeti olmuştur. Sancak-beği
rütbesine terfi ettirilen Minnet Beğ, yeni fethedilen bu memleketin idaresini aldı (130).
Hizmete muktedir olan ahâlînin cümlesi Pâdişâh için ellerine silâh almağa mecbur
oldular (131). Otuz bin Bosnalı Yeniçeri gibi hizmet etmek üzere Pâdişah'ın sancakları
altında yemîn ettiler. Bu ilk Bosna seferi esnasında başlanılmış ve o seferden sonra
Mahmûd Paşa tarafından Mora'da icrasına devam edilmiş olan Venedik seferinden az
sonra bahsedeceğimizden, sırada bir vekayî zikrine mahal kalmaması için bu târihten
bir sene sonra, yâni 1464 (868) senesinde vukua gelen ikinci Bosna seferini de burada
ele alacağız.
Matyas Korvinos'un, geçen senenin nihayetine doğru (16 Kânuni-evvel 1463 (132)
kanlı bir muhasaradan sonra zaptetmiş olduğu Yaiça'yı tekrar almak için Sultân
Mehmed bizzat orada görünmüştü. Bu mevkiin kumandanı Hurrem Beğ ile ikiyüz
Osmanlı esîri Kral'ın evlenmek için Ofen şehrine muzaffer bir şekilde girişinde harb
hediyesi olarak arkasında bulundurulduğu içindir ki, Pâdişâh kalenin zaptını büyük bir
hakaret olarak telâkki etmiştir. Mehmed, fethedilmiş mülkünün bu kadar az bir vakit
içinde sukutuna infial ile, kışın geçmesine kadar güçlükle sabr ederek, otuz bin kişilik
bir ordu ve birçok topçu ile ve büyük bir sür'atle yetişti. 1464 baharında Yaiça'yı
muhasara etti ki, şu tazyik, şehrin üç ay önce Matyas Korvinos tarafından düçâr olduğu
muhasaradan az dehşetli olmamıştır. Pâdişâh askerini —birbiri ardınca üç gün zarfında
gedikler üzerine yeni kuvvetler sevk olunabilmesi için— onar bin kişilik üç fırkaya
taksim etti. Va'd-ü-vaîdde imsak etmeyen Pâdişah'ın hu(129)
(130)
(131)
(132)
Bu husus için 14. kitab, Not: 12'ye ve burada Mütercimin izahına bkz.
Neşrî, Solak-zâde. Sa'dü'd-dîn.
Neşrî, Âşık Paşa-zâde, Vatikan Kütüphanesi el yazısı.
Şimek (Schimek), s. 154.
■m
S3
?
■
■■
■
72
HAMMER
zûriyie şevke gelen Türkler arsianiar gibi hücuma geçtiler (133). Bir çoğu
kalenin bârûsuna (duvarına, burcuna) çıkmıştı. Hattâ bir asker Kor-vinos'un
bayrağını oradan kapmak üzere olduğu halde bir Macar, bayrağı kurtarmak için
Osmanlı'yı yakalayarak ikisi birlikte kalenin zirvesinden düştüler. Mehmed,
ordunun kanını, şecaatini beyhude israf etti; şehri alamayıp, Korvinos'un imdâd
kuvvetleriyle yaklaştığı haberi üzerine muhasarayı kaldırdı. Matyas, Bosna'ya
duhûlünde Serbertin kalesini zapt ve İzvornik'i muhasara etti. Lâkin îzvornik
muhafızları Mahmûd Paşa'nın pek yakında imdada yetişeceğini ümîd ederek
Yaiça'nın Macar muhafızları kadar şecaatle mukavemet ettiler. Mahmûd Paşa
bütün Rumeli beğlerini, yâni Umur, Evranos-torunu İsâ, Mihâl-oğlu sülâlesinden
Alî Beğleri toplayarak, mahsurlara yakında kurtarmağa geleceklerini bildirdi.
Mihâl-oğlu Akıncılar'la birlikte görününce Matyas ric'at için o kadar acele emir
verdi ki, Macar ordusu toplarını, ağırlıklarını terket-ti (134). Büyük bir sür'atle
ve ordunun kısm-ı küllîsiyle yetişmekte olan Mahmûd Paşa birçok esir ve at
alarak Kral'ı Sava nehri kenarına kadar takip etti (NOT: 13). îzvornik
I■
muhasarasının Matyas tarafından kaldırılmasından iki ay sonra Kral'ın amcası
Misel Silaci ile Greguvar La-batan Semendire yakınında Buzaris nâmındaki
mevkide Alî ve İskender Beğ kardeşler tarafından kuşatılıp teslimine mecbur
bırakılarak, İstanbul'a götürüldüler. Misel Silaci idam olundu; daha önce Varna
muharebesinde dahî esîr düştüğü halde firara muvaffak olmuş olan Labatan idâm
olunacağı sırada, bir Türk'ün istirhamı üzerine oğluyla beraber affolunarak,
külliyetli bir fidye-i necat mukabilinde serbest bırakıldı (135).
Bosna seferi açıldığı sırada, yâni 1463/867 baharında idi ki, Mora'da
Venediklilerle muharebeye başlanılmıştı. Fakat bu muharebe Bosna seferi gibi
az müddet içinde hitâm bulmadı; on altı sene karada, denizde hasara yolaçtı. Bu
belâlar ise küçük bir sebeple ortaya çıkmıştı. Atina paşasının bir kölesi onbin
akçe alarak Koron'a kaçmış Venedik asilzadelerinden Venedik hükümeti
müşaviri Jerom Valareso'nun hanesinde ilti-câgâh bulmuştu. Paşa, esirini istedi.
Tanassur etmiş olduğu için iade olunmadı (136). Mora Beği Evranos-oğlu İsâ
Venediklinin iadesi talebinin red(133) Bonfinius, Aşere 3, 40, s. 534. 535.
(134) Bratutu'da Sa'dü'd-din, 3, s. 237.
( 1 3 5 ) Bonfinius, Aşere 4, s. 544 ve 582.
< 136) Daro, Venedik Târihi, 2. s. 443: Paris'te Millî Kütüphâne'de 9960 numarada 1457'den
1500 Senesine Kadar Venedik Tâirlhi. Lakin gerek Daro, gerek Lojiye bu muharebe
için en iyi me'haz olan Lettre d'un segretamio del Sigrnor Sigismondo malatesta delle
cos o fatte in Morea per Mohammed II, Collection de Sansovüıo, (II Mehmed'in
Mora'da muharebesine dâir Senyör Sigismondo Malatesta'nin bir kâtibi tarafından
yazılmış mektup; ki Sanvovino'nun kolleksiyonunda mevcuttur) adlı me'haza
müracaat etmemişlerdir.
OSMANLI TARİHÎ
73
dinden dolayı intikam almak için Argos önünde göründü. Şehir mezheb ayrılığı
taassubuyle Lâtinler'in istilâsına Türk istilâsını tercih eden Rum papaslarından birinin
hıyânetiyle teslîm olundu (137). Bir taraftan da Tur-hân-oğlu Ömer Lepanto
(Nopaktos) havalisindeki Venedik arazîsini işgal ve başka bir Türk fırkası Modon
mıntıkasını tahrîb etti.
Bu taarruzlar üzerine Venedik Osmanlı Devleti'ne harb ilân etti. Lu-icci
Loredano deniz kuvvetlerinin umûmî kapdânı tâyîn olunarak, o sıralarda
Venedikliler elinde bulunan Ağrıboz (Negrepon, eski adı Obe) sularına
gönderildi; Bertoldo Desta kara ordusu başkumandanlığına nasb edildi. Venedik
donanması yirmibeş kadırga ile oniki diğer gemiden mürekkep idi. İkibin İtalyan
süvârîsiyle Girid'e iltica etmiş olan dörtbin er-bâb-ı şirret —ki Venedik Senatosu
kendilerine tam bir umûmî af va'd etmişti— muharebeden ziyâde memleketi
isyan ettirmek için Mora'ya çıkarıldılar. Bertoldo dahî, bir taraftan —Haçlılar
tarafından müessir surette yardıma mazhar olacaklarını ümîd ettirerek— ahâlîyi
teşcî'den hâlî kalmadı. Az bir müddet içinde Spart, Tenaros, Epidamnos, Arkadi,
Atina ahâlîsi tamâmiyle isyan hâline geldi. Loredano Napoli Di Romania'ya, yâni
Monambazia (Malvaziya)'ya buğday verdi; çünkü bu kazâ dağlık olduğundan
zahireleri az olurdu. Monambaziya'ya otuz mil mesafede bulunan Vatika kalesini
aldıktan sonra, Napoli'ye dönerek mayıs, haziran, temmuz aylarında Cezâir-i
Bahr-i Sefîd'i dolaşıp 1463 Ağustos'unun birinde yine Napoli'ye geldi. Bertoldo
kara askeriyle orada Loredano'ya muntazır idi (138). Bunlar fazla mukavemet
görmeksizin Argos şehrini zapt ve talan ettiler; kalesindeki Arnavud muhafızlar
bir müddet daha müdâfaa gösterdilerse de, nihayet onlar da teslime mecbur
oldular. Muhasara eden askerin yardımına gönderilmiş olan bir Napoli askerî
müfrezesi —elindeki ta'lîmât mucibince sahili takip edecek yerde memleketin
içerisine ilerliyerek Türkler'in pususuna düşmüş olan— reislerinin ha-tâsıyle
birkaç yüz adam kaybetti (139). Argos kalesi Arnavud muhafızları da Korint'e
çekilirken Napoli müfrezesine pusu kuran Türkler tarafından idâm edilmişlerdir.
Argos'un teslimi Mora isyanının şiddetlenmesine sebep oldu. Rumlarla
Arnavudlar'ın ricası üzerine Venedik generalleri bütün Mora'nın yardımlarını te’ınîn
için Korint Berzahı istihkâmlarını tekrar inşâ etmeyi düşündüler. İşbu dil (berzah)
üzerinde Despot Tomas ve Kostantin tarafından inşâ olunan istihkâmlarının II. Murad
tarafından ne suretle tahrîb edildiği daha önce görülmüştür (140). Bunları tekrar
yapmak için
(137)
(138)
(139)
(140)
Halkondilas; Malatesta’nın kâtibi.
Halkondilas, 10, s. 178; Malatesta’nın kâtibi.
Halkondilas, Malatesta’nın kâtibi.
Bu târihin 2. cildinde 11. Kitaba vd. bkz.
74
HAMME
R
Luicci Loredano ve Bertoldo Desta bütün mevcûd maiyyetlerini istihdam ettiler:
İki hafta içinde otuz bin amele Berzah'ta bir denizden öteki denize kadar altı mil
mesafede ve oniki kadem yüksekliğinde bir kuru duvar yaptıkları gibi, bu
duvarları müdâfaa için çifte hendek ve yüzotuz-altı kule de inşâ ettiler; ortasına
bir ibadethane yapılarak üzerine Sen-Mark'ın bayrağı dikildi ve içinde bir umûmî
duâ âyîni icra edildi (141). Venedikliler bu istihkâmlara top nakliyle meşgul
oldukları sırada idi ki, Turhan'ın oğlu Ömer'in yüzbin kişi ile gelmekte olduğu
haber alındı. Hakîkaten Ömer geldi. İstihkâmları keşif için bizzat üçyüz adım
mesafeye kadar gelmişti (25 Eylül); bunlar hayretini celbetti. Az kaldı, kendisi de
merakının kurbanı olacaktı; çünkü zabitlerden ikisi yanıbaşında bir gülle ile
ruhlarını teslim ettiler. Ondan sonra Venedik askerinden onbeşbin kişi (142)
Korint'i muhasaraya gittiler. Şehrin duvarları altında Loredano ve Bertoldo 20
teşrinievvel 1463 târihinde Türkler'le muharebe ettiler. Bu kavgada Bertoldo'nun
başına bir taş isabet ederek onbeş gün sonra Aksamilon istihkâmları üzerinde can
verdi. Onun vefatı günü (4 kânunievvel) haber alındı ki, Mahmûd Paşa seksen
binden ziyâde adamla yaklaşmaktadır. Turhân-oğlu Ömer Beğ Sadrâzama bir
Arnavud göndererek Berzah'ın ikiyüz top, ikibin topçu, birçok arkebüz tüfenkçisi
ve zırhlı asker ile muhafaza olunmakta bulunduğunu bildirmiş idi (143).
Mahmûd Paşa bu haberi Pâdişah'a arz ile beraber Mora'da şiddetli harb edilmek
üzere vakit kaybedilmemesi lüzumunu ilâve eylediğinden Sad-râzam'ın, Bosna'yı
ele geçiren ordunun büyük bir kısmını alarak hemen Mora yarımadasına gitmesi
taraf-ı sultanîden emrolunmuştu. Venedikliler Sadrâzam Mahmûd Paşa'nın
yaklaştığını işitir işitmez, o kadar zahmetle inşâ ettikleri istihkâmları alçakça terk
ederek ve Korint muhasarasını kaldırarak Napoli Di Roma'ya doğru perişanlıkla
firara şitâb ettiler. Güneş doğarken vâsıl olan ve Venedikliler'e ansızın hücum
tasavvurunda bulunan Mahmûd Paşa, gemilerin demir almak üzere bulunduklarını gördü. Aksamilon'u işgal ve Korint yoluyla Argos üzerine hareket etti; bu
sonuncu mevkii de hemen tüfenk patlatmaksızın aldı. Argos'daki Venedik
muhafızlarından yetmişini boğazlarında zincir ile Pâdişah'a göndererek (144)
Giridli altmış arkebüzcü de kılıçtan geçirildi (145). Argos'-dan Tege arazîsi
yoluyla Leontari'ye giderek orada Evranos-torunu İsa'yı (NOT: 14) Mora
beğliğinden azledip yerine ikinci defa olarak Zağanos Paşa'yı tâyîn etti ve Patras
ile Ahai kıt'asının diğer beldelerine zahire yetiştirilmesini ona tevdî etti. Turhânoğlu Ömer'i de yirmibin süvârî ile
(141)
(142)
(143)
(144)
(145)
Malatesta’nın kâtibi. Daru, Venedik Târihi, 2, s. 440 ve 445.
Kezalik.
Halkondilas, a. 179.
Halkondilas, kezalik.
Malatesta’nın kâtibinin mektubu.
OSMANLI TARİHİ
75
Venedik arazîsini talan etmeğe me’ınûr etti (146). Ömer'in Modon havalisini
tahrîb ederek Sadrâzam'a getirdiği beşyüz esîr, onun tarafından da Pâdişah'a
gönderildi. Bu hâl, Pâdişah'ın evhâmperest düşüncesinde o türlü cürümlere son
verilmesi hakkında âsûmânî bir işaret değil, ölünün mensup bulunduğu millet
hakkında büyük bir mes'ûdiyet nişanesi olmak üzere, telâkki olunarak, bu
kerametli çâr-pâ (dört ayaklı) saray ahurla-rında beslendi (147). Yüzelli senelik
bir müddet içinde bize rehber olan Halkondilas (Halkondil; Chalcacondyîas)
târihî rivayetlerine, bu mevhum tefsirle ve Spart ahâlîsini Pâdişah'ın itaati
dâiresine dönmeğe teşvik için Ömer ile Hasan'ın onlara hitaben irâd ettikleri
nutuk ile son veriyor (148).
İsyandan sonra Osmanlı kuvvetlerine mukavemet edememiş olan Spartlılar, tekrar
Osmanlılar'ın hükümranlığı altına girmektense memleketlerini terketmeyi tercih etmiş
idiler. Bunların hanelerine dönmeleri için Ömer ve Hasan tarafından sarfedilen mesaî
neticesiz kalarak, ekserisi Pantadaktilon ve Egetes Dağları’nın saldırılması, geçilmesi
imkânsız yerlerine çekilmiş idiler ki, Mistra'dan pek uzak olmayan Spart (İsparta) antik
şehri harabeleri bu dağların eteğindedir. Bu adamların Maynut un-vâniyle yâd olunan
torunları şu ilticâgâhda birkaç asır Türkler'e mukavemet etmiş ve tamâmiyle izâle
edilmeleri hiçbir vakit mümkün olma-mıtşır.
Ertesi sene baharının başlarında (Nisan 1464) Venedik Amirali Lu-icci
Loredano'nun halefi Orsano Custiniani, Lesbos adasına hücum ederek, merkezi olan
Midilli şehrini altı hafta muhasara etti. Fakat Mahmûd Paşa, adedce Venedik deniz
kuvvetlerine üstün bir Osmanlı donanma-sıyle yetişip gelmiş ve son yapılan hücum (15
Mayıs) dahî muhafızların müdâfaasiyle neticesiz kalmış olduğu cihetle, Amiral
muhasarayı kaldırmağa mecbur oldu. Şehirden alabildiği kadar Rum'u gemilere
koyarak Venedikliler elinde bulunan Ağrıboz'a götürdükten sonra tekrar Ada'ya geldi
(10 Temmuz); Aya-Teödor kalesine asker çıkararak yine alabildiği kadar Hıristiyan'ı
Türklerin esaretinden kurtarıp Ağrıboz Adası'na götürdü. Amiral bir müddet sonra
vefat etti (149). Kara askerleri kumandanı Bertoldo Desta’nın yerine Rimini Sinyoru
Sigismondo Malatesta nasb
(146) Halkondilas, 10, s. 179.
(147) Kezalik, st 180.
(148) Halkondilas’ın öküz masalının, târihine güzel bir hateme teşkil etmediğini müverrih
(Hammer) de zımnen anlatmış oluyor. Mütercim.
(149) Malatesta’nın kâtibinin eseri.
76
HAMME
R
olunmuştu; bu muharebenin en tafsîilli, en ziyâde vesîkalandırılmış (150) olan
vekayiini onun husûsî kâtibinden alıyoruz. Malatesta Spart'ı muhasara ve hattâ
çifte siperi zaptetmiş ise de, kaleyi alamayıp hemen İtalya'ya avdet etti (151). IV.
Ojen zamanı Râhibler Meclisi'nde belâgatiy-le imtiyaz kazanmış olan Bizanslı
feylesof Jorjias Gemistus Plito'nun kemiklerini birlikte getirdiğinden Rimini'de
feylesof için bir kabir inşâ ettirdi (152). Venedik tarafından Mora vâlîsi tâyîn
olunan Jak Barbarigo Malatesta’nın avdetinden sonra kara askeri kumandanlığını
eline almışsa da, seleflerinden daha az muvaffakiyete nail olmuştur. Patras'ı muhasara ett; lâkin Ömer Beğ onikibin kişiyle yetişerek Barbarigo'yu harbe icbar
etmesi üzerine vuku bulan müsademede Venedik valisiyle birçok zabitler
muharebe mevkiinde kaldılar (153). Venedikliler'in zayiatı on-bine çıktı. Cumhur
hizmetinde bulunan Misel Ralli nâmındaki Rum ka-pitanı, teşebbüsünü tasvîb
etmemiş olmasıyla beraber, kazığa vuruldu. Mağlûp ordunun bakiyyesi
Kalamate'ye çekildi; orada da bir muharebe vuku bularak Venedikliler Patras'taki
kadar felâkete uğradılar. Osmanlılar'ın aldıkları esirler Gelibolu'ya gönderildi.
Müverrih Kantakuzen Spandojino henüz çocuk olduğu halde, o vakit bunlardan
bazılarıyla orada görülmüştür (154). Deniz kuvvetleri kumandanlığında Aurasto
Justi-niani'ye halef olan Jak Loredano Gelibolu'ya doğru yelken açtı; fakat
filosunun bakiyyesi gelmezden evvel Boğaz'a girmeye cesaret edemeyerek,
Çanakkale önünde top menzili hâricinde bir yere demir attı. Venedik Körfezi
kapdânı Jak Venerio toplanmış olan donanmaya, faydasız olduğu kadar
cesâretkârâne bir teşebbüs arzetti. Kalelerin topu altında olduğu halde —
azimetinde yalnız yedi sekiz, avdetinde ise beş telef vererek— Boğaz'dan inip
çıktı. Amiral Jak Loredano'nun halefi Viktor Ka-pello İmroz, Taşoz, Semâdirek
adalarını zaptetti. Hattâ Atina'yı da aldıysa da, muhafaza edemiyerek yine
Türkler'e terketti (155). Daha ciddî teşebbüste bulunamayacak kadar zayıf olan
Venedik donanmasının hareketi bunlardan ibaret kaldı. Papa II. Pi'nin Türkler
aleyhine altıncı bir haçlı muharebesine davet etmiş olduğu prenslerin kendilerine
kuvvetli müttefik olacağını tasavvur ederek ümîdlenmiş olan Venedikliler, Papamın 16 Ağustos 1464'de birdenbire vefatı üzerine ye'ise kapıldılar. Venedik
doç'larından Kristof Maro'nun riyaset, Papa'nın bizzat onu takiben refakat,
Burgonya Dukası Filip'in de iştirak edeceği ve Luk, Bolonya, Mo-den
şehirleriyle diğer beldelerin birçok akçeler ve müteaddid kadırgalarla
(150)
(151)
(152)
(153)
(154)
(155)
Kumandanın kâtibi bî-târaf olamıyacağma dikkat edilmelidir. Mütercim.
Malatesta’nın kâtibi.
Spandojino, s. 50.
Malatesta’nın kâtibi.
Spandojino, s. 52.
Malatesta’nın kâtibi.
OSMANLI TARİHİ
77
muavenet göstereceği bu sefer, derhâl denilebilecek bir zamanda, terk olundu.
Ankona'da cedelci Papa'ya refakat eden kardinallerin Papa riyasetinde akd
ettikleri meclis Cumhur'un emri altına beş kadırga vererek, Venedik donanması
bunlarla birlikte denize açıldı. Lâkin Osmanlılar'a mukabeleye değil, Venedik
bayrağına vuku bulan tahkirinden dolayı Rodos Şövalyelerini te'dîbe gitti (156).
Bu zamanın ulemasından Eneas Silvius'-un da Türkler aleyhine büyük çapta harb
hazırlıkları yapılması için Hıristiyanlık âlemine neşrettiği davetten bir netice elde
edildiğini görmesi müyesser olamadı. Papa vekili sıfatiyle söylediği beliğ
nutuklar, Papalık makamına geçtiği zamna hedef aldığı emirnameler «abede-i
Yesû»ı (İsa'nın kullarını) küffâr (157) aleyhine yürütmek için ihtiyar ettiği bunca
uzun ve yorucu mesâi, kuvvetini imha etmekten, ömrünü kısaltmaktan başka bir
semere verememiştir.
Yine bu 1463/868 senesinde —ki Avrupa'da Bosna ve Venedik muharebelerinin
de zuhur ettiği zamandır— Asya'da dahî Osmanlı Devleti için pek mühim bir vakıa
ortaya çıkmıştır: Karaman-oğlu İbrahim Beğ'in vefatından bahsetmek istiyoruz. Beğ'in
ömrünü tamamlaması, babalarının mîrâsı münazaası sebebiyle kıyam eden yedi oğlu
arasında dâhili muharebelerin ortaya çıkışı, Sultân Mehmed ile münâsebetlerin
kesintiye uğraması ve nihayet hükümranlıklarının vahîm neticesine sebep olmuştur.
Karaman Oğulları yüzelli senedir Osmanlı Hanedanına muhataralı bir rakîb olmuş ve
pâdişâhlar her ne vakit başka bir tarafta seferle meşgul oldular ise, bu beğler derhâl
harb açmışlardır: I. Murad zamanında Karaman Beği Alâü'd-dîn mağlûp ve esîr olmuş
idi (1386/788). Yıldırım Bâyezîd Karamanlılarla iki defa harb ederek, birincisi iki
hükümet için Çarşanba Suyu'ndan sınır kesilmesini (1390/793), ikincisi memleketin tamamen ele geçirilerek Beğ'in idamını (1392/805 intâc etmiştir. Bu beğin halefi Timur'a
iltica ile Ankara Muhârebesi'nden sonra hükümetine iade edildi. I. Mehmed zamanında
Karaman Beğleri ile yalnız bir muharebe vuku buldu (1414/817); II. Murad zamanında
ise üç muharebe oldu: 1426/ 830; 1432/836; 1444/848. II. Mehmed, cülusunu
müteâkib Karaman Beği İbrahim'i itaat altına almıştır. (1451/855); son olarak, vefat
eden bu İbrahim Beğ'dir. Bundan yedi evlâd kalmıştır ki, altısı, yânî Pîr Ahmed,
Karaman, Kaasım, Alâü'd-dîn, Süleyman, Nûr-Sofî (158), Sultân Mehmed'in halasından doğmuşlardır. Yedincisi İshâk bir cariyeden dünyâya gelmişti; fa(156) Daru, 2, s. 455. Papa’ınn Türkler aleyhine açtığı muharebeye dâir «Ber-nini Memorie
historiche di cio che han.no operato i somon! pontifici neUe guerre contre i Turchi, s. 97, 116.
(157) Burada Türkler hakkında olan bu kelimenin, Hammer tarafından istihza etmek için
kullanıldığı görülüyor. Mütercim.
(158) Sa'dü'd-dîn'de «Nûre-Sofî.» Mütercim.
78
7
9
HAMME
R
kat babasının sevgilisi olduğundan İbrahim Beğ, onu Sultân'dan olan evlâdının
mahrum bırakılması suretiyle, hükümetin vârisi ilân etti (159). İbrahim hayâtında
hazîneleriyle İç-il (Kilikya) kazasını bu oğluna (160) vererek, Silifke (161)
şehrini ikametgâh göstermişti. İbrahim'in Sultân'dan doğma altı oğlu, şu suretle
haklarından iskat edilmeleri üzerine, açıktan açığa husûmetlerini ilân ederek,
babalarını Konya'da muhasara edip, oradan çıkardıkları İbrahim Beğ Kâvâle
kalesinde kederinden ve ihtiyarlığından öldü (162). Bu haber üzerine Hâle Sultân
oğullarının en büyüğü Pir Ahmed Konya ile hükümetin bütün kuzey cihetlerini
zabtederek kardeşi İshak için Taşeli'ni bırakdı. Süleyman ve Nûr-Sûfî Sarây-ı
Hümâyûna iltica ettiklerinden, Pâdişâh tarafından timârlar ihsan olundu.
Kendisiyle taht ve tâc münazaasında bulunan kardeşinden gördüğü taz-yîka
binâen İshak Beğ Ak-Koyunlu Hanedanı hükümdarı Uzun Hasan'a müracaatla
ondan yardım istedi. İshak, yardım için göndereceği askerin yiyeceği için
merhale başına bin duka altını da vaad eylediği cihetle Uzun Hasan bu da'veti
hemen kabul etti. Uzun Hasan Erzincan'dan Sivas'a bizzat yürdüğünden, İshâk,
müttefikinin Karaman ülkesinde rehberi olmak için istikbâline gitti (163).
Türkmen Hükümdarının himâyesi, askerinin birbiri ardınca saldırıları memleketi
harâb etti ve ahâlîyi ümid-sizliğe düşürdü (164). Pir Ahmed'in mağlûbiyetinden
sonra Uzun Hasan dönerken, memleketin geri kalan kısımlarının itaat altına
alınmasını eski Kastamonu beği Kızıl Ahmed'e tevdî eylemişdir ki, bunun Sultan
Meh-med'i, kendisinin kardeşi aleyhine tahrik eylediğini ve biraderinin ıskatı ve
Sinob'un zabtıyle mükâfeten uhdesine Kastamonu Sancağı'nın verildiğini evvelce
görmüştük. Kızıl Ahmed Kastamonu hükümetinde iken Uzun Hasan'ın
iğfallerine kapılarak onun sarayına firar etmişti (Not: 15). İshak Beğ, hem Uzun
Hasan'ın himayesini, hem de Pâdişah'ın muhabbetini te’ınin için hükümetinin en
âlim adamlarından Ya'kûb oğlu Ahmed Çelebî'yi Sultân Mehmed nezdine
göndererek —kendisi Akşehir ile Beğşehri'ni terk etmek üzere— yeğenlerine
yardım etmekten sarf-ı na(159) Sa'dü'd-dîn, Neşrî, Solak-zâde, Ravzatü'l-Ebrâr, îdrîs, Tâarih-i Mehm©d-i Sânî,
Tursun Beğ (Dursun Beğ), varak, 25 ve 98.
(160) Kenyez-zâde, Sa'dü'd-dîn. Mütercim.
(161) Selucia Trachea, Ortaçağ'da: Castrum Seleph.
(162) Feraş-ı mevtde iken Konya'dan çıkardılar; kaçup Kevâle hisarına girmek üzere iken
galebe-i za'af ile helak oldu. Sa'dü'd-dîn, İstanbul tabı, 498 (Mütercim.)
(163) Pir Ahmed ile kardeşleri pâdişâha iltica ederek kendileri va'd-i imdâd ile tesliye
olundı. Sa'dü'd-dîn, s. 499. Mütercim.
(164) Bulduğu devâbb ve mevâşîyi memleketine götürdü; dişi erkek yiğirmi bin deve
götürdüğü mervîdir. Kezalik. Mütercim.
OSMANLI TARİHİ
79
zar edilmesini istirham eyledi. Bu şehirler zâten Osmanlılar elinde bulunduğundan,. Pâdişâh, çavuş-başı (165) vâsıtasiyle elçiye :
— «Böyle hediyeler vermek kanburun suçunu bağışlamaktır (166), eğer
kardeşlerinden korkmayacak bir halde bulunmak istiyorsa Yıldırım Bâyezîd
zamanında olduğu gibi, Çarşanba Suyu'nun öte tarafından sınır kesmeğe
muvafakat etmelidir» cevâbını verdi.
İshak Beğ bu teklife muvafakat göstermediğinden, Sultân Mehmed Antalya
(Aulbia) valisi Hamza Beğe Karaman’ın istilâsını emretti. Osmanlı ve Karaman
orduları Ermenek'de ve bâzılarının rivayetine göre Dağ Pazarında tesadüf ettiler;
İshak Beğ büsbütün mağlûp olarak Ki-likya'ya kaçıp zevcesi ve evlâdiyle beraber
Silifke kalesine kapandı. Pir Ahmed iâde-i hükümet ile Akşehir, Beğşehri,
Saklan Hisar (167), Ilgın (İlgun) beldelerinin anahtarlarını —şükran nişanesi
olmak üzere— ka-râbetiyle şerefyâb olduğu pâdişâh-ı muazzama takdîm eyledi
(Not: 16). Karaman muharebesi, Bosna ve Mora'nın Pâdişah'ın bizzat
bulunmasına ihtiyaç gösterdikleri sırada, bu veçhile hitâm bulmuş oldu. Fakat
Avrupa işleri sükûnet bulunca Sultân Mehmed, cariyenin oğlu İshak ile Hâle
Sultân'ın oğlu Pîr Ahmed'i müebbeden def ile Karaman diyarını kendi
memleketleri arasına ilâve etmek için bu halden istifâdeye karar verdi. Karaman
beğlerinin Osmanlı Devleti'nin düşmanlarıyla münâsebetlerini ve Uzun Hasan ve
Venediklilerle (168) taarruzî ve tedafüi ittifaklarını bu yeni gasbı için bahane
ittihaz eyledi.
Mehmed, vezîr-i âzamiyle birlikte ve külliyetli bir ordu ile Anadolu'ya geçti. Yol
esnasında Kâvâle (169) kalesini elegeçirdi (871/1466) ve Ahmed Beğ'in ikametgâhı
olan Konya'yı zaptetti. Bu mühim mevkîye sâ-hib olunca Mahmûd Paşa'yı —İshak
Beğ'in sığınak olarak seçtiği— Lâ-rende'yi, yâni bu memleketin kadîmen payitahtı
bulunmuş olan işmdiki Karaman'ı istilâya gönderdi. Bu şehrin surları altında kanlı bir
muharebe vuku bularak İshak Beğ' uzun ve müthiş bir kavgadan sonra mağlûp
olmuştur. Eğer daha şiddetle takip edilse ele geçirilecekti. Mehmed, Beğ'(165) Server Çavuş oğlu Çavuş-başı Ahmed Beğ İshak Beğ'e gönderilmişti. Kezalik (Mütercim).
(166) Türkler'in darb-ı meselidir. Bir adama mâlik olduğu şeyi vermek demektir. (Asıldan).
«Pâdişâh ilcisi vâsıtasiyle buyurdılar ki arz itdiği yiş-kiş mukaddema satun aldığımız
yerlerdir; böyle hediye virmek, mür-de âzâd itmekdir.» (Sa'dü'd-dîn, s. 500. Mütercim).
(167) Sıklan Hisarı, İlnur Bazarı, Sa'dü'd-dîn, s. 500. Mütercim.
(168) Daru, Venedifc Târihi, 2, s. 457.
(169) İdris, varak: 128, bu kaleyi Kâvâle, yâhud Kevâle diye isimlendirir. Ki-likya'nin ikinci
boğazındaki Külek Kalesi olmak gerektir, ki gene Key-husrev ve İskender oradan
geçmişlerdir. (Aslından). Sa'dü'd-dîn'de Kü-vâle imlâsmdadır. Mütercim.
80
HAMME
R
in firarından, esirlerin katliâmiyle intikam aldı. Mahmûd Paşa, Timur'un
dönüşünden sonra Karaman taraflarında yerleşip kalmış olan Turgud Tatar
ocağının zayıf bakiyyelerinin araştırılması ve yok edilmesi (dağıtılması) işine
memur oldu. Sadrâzam Toros dağ silsilesinin bir bölümü olan Bulgar Dağı'ndan
mürur ile Tarsus'a kadar Turgudlar'ı arayarak Bulgar Dağı vadileri içinde
saklanır buldu. Ele geçirdiği Turgudlar'ı zincire vurdurarak Pâdişah'a gönderdi.
O da —Osmanlı müverrihlerinin tâbiri üzere— bunlarla hesaplarını kesti, yâni
idâm ettirdi (170). Sadrâzam henüz ordugâhına avdet etmiş idi ki, Karaman'ın iki
payitahtı olan Konya ve Lârende şehirlerindeki amele ve zanaat erbabının
kamilen İstanbul'a gönderilmesi için emir aldı. Mahmûd Paşa insaniyetperver
hislerden mahrum olmadığını mükerreren göstermiş olduğu gibi, vatanlarından
ayıracağı şahıslardan bir takımını bırakmak suretiyle bu defa da isbât etti. Lâkin
Mahmûd Paşa'nın zorlu bir rakibi olan Rum Mehmed Paşa, sadrazam hakkındaki
eski kini sebebiyle ona zarar vermek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Pek çok
zamandan beri sadâret makamına geçmek için hırslanan bu adam, Mahmûd
Paşa'yı, gönderilecek şahısların bir takımını yerlerinde bırakmak ve gevşeklik
göstermek suçlarıyla itham etti. Pâdişâh, sadrâzamını insaniyetine mukabil işi
onun elinden alıp defterdarına vermekle cezalandırdı. Rum Mehmed Paşa —ki
dînini değiştirmiş olmakla her türlü hakkaniyetle alâkalı duygulardan da
sıyrılmış görünüyordu— Pâdişah'dan aldığı emir üzerine müfritâne hareketle
ahâlînin itibarlı kişilerini de amele sırasına katarak memleketlerinden ayırdı. Pîri tarikat Mevlânâ Celâlü'd-dîn sülâlesinden biri dahî bunların arasında idi (171).
Lâkin Pâdişâh bundan haberdâr olunca özür dilemekte
(170) Cümlesine siyâset olunup kayıdları görüldü. (Aslından). Sa'dü'd-dîn, Lââ-rende
muharebesinde esîr düşen Karamanlılar için «kayıdları görüldü» cümlesine «tomar-ı
â’ınârları dürüldb cümlesiyle sec' (kafiye) yazıyor. Bu esirlerin idamı hiçbir mazeret
kabûı etmeyen pek çirkin bir şey olduğunda şüphe yoktur. Turgudlar öteden beri
Türkler'le düşmanca münâsebetlerde bulunduklarından ve Türkler'e adâvet-i kadîme
ile mütehassis bir kavim, olduklarından bunların —siyasî işlerde menfaatin hakk-ı
sarfa tekaddüm-i zarurîsi ezelî kaidesince— tenkili ötekilerin idamından çok ehven
kalır. Mütercim.
(171) Emîr Alî Çelebî'nin oğlu Ahmed Çelebi, Solak-zâde, varak: 56. Neşrî, varak: 220. Âlî,
Onsekizinci Bâb, (asıldan). Rum Mehmed Paşa Mahmûd Paşa ile tezâd üzre olup
Pâdişah'ın vezîr-i âzam hakkındaki iğbirârmı rnladığından savâlif etvârını tahtı ile
beraber ol sürgünlerin ahvâlini hilafı üzere arz iderek ve «fakirlerini sürdi (Sa'dü'ddîn'in matbuun-daki ihlâ tertip hatası olduğu, sahihi iclâ olacağı anlaşılır), zenginlerini rüşvet alup bırakdı!» diyerek Pâdişah'a şüphe virdi. Bu takrîb ile vezâret-i uzmâ
Mehmed Paşa'yı Rûmî'ye tevfiz olundu. Oı sitem-pîşe o diyar ahâlîsini teşvişe düşürüp
bulduğını yazdı. Hattâ «Mevlânâ Celâ-lü'd-dîn-i Rûmî Kuddüsü sırrıhü'l-azîz
hazretlerinin sülâle-yi tayyibe-
OSMANLI TARİHİ
81
çabuk davranarak ve birçok hediyeler vererek vatanına iade etti. Mahmûd Paşa
—herşeyden şüphelenen tabîati icâbınca, sadrâzamla Bosna Kralı arasında
aktedilmiş olan muahedeyi afv etmemiş olan— Pâdişah'ın teveccühsüzlüğünü
celb etmiş ve îshak Beğ'in firârıyla Karaman'ın iki payitahtı ahâlisi hakkındaki
göstermiş olduğu müsamaha, Sultân Mehmed'in hoşnudsuzluğunu artırmış
olduğundan, Hünkâr mücâzatın icrası için ancak harbin son bulmasını
bekliyordu. Ordunun uzun bir merhale ile yorularak çadırlarını kurmuş olduğu
bir gün II. Mehmed sadrâzamını bir muâmele-i mahsûsa ile azl eyledi. Her türlü
zevahire göre Tatarlar'dan kalmış olması lâzım gelen bu âdet o zaman
Osmanlılar'da birinci defa olarak icra olunup, ondan sonra sık sık tekerrür
eylemiştir. Mahmûd Paşa’nın çadırına girmesi üzerine Pâdişâh çadırın iplerini o
sû-retde kesdirdi ki çadır, iltifâtdan sakıt olan sadrâzamın başı üzerine düştü
(172). Mehmed Paşa (173) —ki Rum iken müslüman olmuştur— Mahmûd
Paşa'ya halef oldu. Üçüncü şehzade Mustafa yeni fethedilen yerlere vâlı tâyin
olundu. Selçuklu Devleti harabeleri üzerine Osmanlı hanedanının teessüs ettiği
vakit yerleşmiş olan Karaman sülâlesi işte bu suretle yüzaltmışaltı sene sonra,
kendisiyle birlikte zuhur eden Osmanlı hükümetinin eliyle zîr-ü zeber olmuştur
(174). İshak Beğ Uzun Hasan'ın sarayına iltica etmişti. Zevcesinin içinde daha
bir müddet mukavemet eylediği Silifke'den başka bütün Karaman Osmanlı
Devleti'nin hükmü altına girdi. Başlıca ahâlîsi çıkarılmış olan iki idare merkezi
eski ihtişamlarını gittikçe kaybettiler.
Karaman ailesinin müessisi tarafından eski Lârende —ki bakayası yeni beldeden
az bir mesafede hâlâ görülmektedir— harabelerinden çıkarılan enkaz ile inşâ olunan
Karaman şehri Konya (İkonium) beldesinin târihî ehemmiyetini hiçbir vakit ihraz
etmemiştir. Konya «Onbinler»in (M.İ.
sinden Emir Alî Çelebî oğlu Ahmed Çelebî'yi» beraber sürdi. Tecâvüzi Pâdişah'ın ma'lûmu
olunca sair mutazeccir olan eşraf ile birlikde itlâk iderek nüvâziş ve eltâf ile avdetlerine
ruhsat virdi. «Sa'dü'd-dîn'den telhîs, İstanbul basımı, s. 512 (Mütercim).
(172) «Padişah Karaman vilâyetini Sultân Mustafa'ya tevcih ile payitahta teveccüh itmişlerdi.
Kara-Hisar'a geldikde Mahmûd Paşa’nın otağını kendisi iken yıkdırup ma'zûl itdiler. Bu
seferde Rûm Mehmed Paşa Kepe-lüoğlu'nu kazaskerlikden azl itdirüp Mevlânâ Vildân onun
yerine tâyîn olundı. Karaman-oğlu İshak Beğ bir rivâyetde Uzun Hasan'ın yanında, diğer
rivayete göre Uzun Hasan'ın imdâdiyle mülk-i mevrûsunu taleb etmek üzere gelirken Ruha
(Urfa)da vefat eyledi. Sa'dü'd-dîn'den telhîs. s. 512. Mütercim.
(173) Bu vezîr, Osman-zâde'nin Hadîkatü'l-Vüzerâ'sında yokdur. Fakat Hacı Kalfa’ınn
Takvîmü't-Tevârîh'inde münderiçtir.
(174) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 871/1466 vekayii.
Hammer Tarihi, C: II. E: 6
82
HAMME
R
6) geçişi ve Friedrich Barbarossa’nın (175) zaptıyla şöhret almış ve Selçuklu
sultânları ve en ziyâde Büyük Alâü'd-dîn zamanında inşâ olunan âbideleriyle
seyyahların nazar-ı dikkatini celbetmekte bulunmuştur. Mevlevi tarîkati müessisi
şâir mutasavvıf Celâlü'd-dîn-i Rûmî'nin türbesini hâvi olmak (176) ve tarikata
beşiklik etmek cihetiyle Konya bütün Müslümanların hürmetine mazhar olarak,
tahtlarından uzaklaştırılmış olan hükümdarlar oraya iltica ederlerdi. Oldukça
güzel muhafaza olunmuş kabartma nakışlar —güya— İkonium'un «Perse» (177)
tarafından te'sîs olunduğu hakkındaki esâtîri rivayeti tasdiklemektedir. Lâkin
kapılar, duvarlar üzerindeki arabça kitabeler şehrin binasını Selçuk Pâdişâhlarına
atf ederler (178). Büyük Alâü'd-dîn'in başlıca inşâatı kale, vâsî bir su hazînesi,
şehrin duvarları ve kendisinin türbesidir. Sonraları Osmanlı Pâdişâhları Mevlevîhâne ile cami yaptırmışlardır; Sultân Selîm Ayasofya'yı nümûne ittihaz ederek bir
cami ile müteaddid medreseler binâ etdirmiş-tir. İşbu cami, kapılarını tezyin eden
taş oymalarının tabiatın güzelliklerine uygunluğuyla nazar-ı dikkatleri celbeder
(179). Konya, zamanımızda dahî Plin'in verdiği nâma müstahakdır (180).
Sultân Mehmed'in, hemen hepsi bir zamanda olmak üzere, Bosna'da,
Mora'da, Karaman'da vâki olan muhârebâtını takip ettikten sonra, şimdi İskender
Beğ'in bu müddet zarfında ve 871/1466 senesinde vefatına kadar kazandığı
galebeleri sür'atle gözden geçirmemiz lâzım gelir.
Pâdişâh ile İskender arasında akdedilmiş olan sulh üç seneden ziyâde devam
etmemişti, çünkü Papa II. Pi Haçlı Seferi'ni ilân ettiği zaman İskender Beğ
Venedik elçisinin ve Papa vekilinin ısrar ve tazyikleri üzerine —yemîn ile te’ınîn
etmiş olduğu— ahdi bozmuştu (181). Dıraç (Do-raçu, Draçium) başpiskoposu ve
İskender Beğ'in müşaviri ve muhibbi olan Pauli Ancelo —ki Drivasto'lu bir
Arnavud'dur— kendi dininde bulunmayanlara karşı vuku bulan taahhütlerini
tutmak lâzım gelmiyeceği
(175) Haçlı Seferleri târihine ve bilhassa Raumer'in G«schichte Frîedrich Barbarossas adlı
eserine müracaat.
(176) Cihân-nüınâ, s. 615.
(177) Macdonald Kneir, Asya'da Seyahat, s. 220.
(178) Konya'nın cenûb-ı şarkîsindeki Meram vadisi seyrâb ve çiçeklerle meyvelerle mestur
pekçok bağçeleri hâvidir; bunların içinde «kamerü'd-dîn» tesmiye olunur bir kayısı
olduğu gibi «debbağ çiçeği» nâmında bir çiçek vardır ki, sahtiyanın kırmızılığını gök
mavisine tebdil eder. Cihân-nüınâ.
(179) Evliya Çelebi.
(180) Manner, 4, 2, s. 195. Plin —Ondört beldeden mürekkep bir «tetrarchic»nin (Roma
hükümeti Dioklesiyen zamanında dört kısma ayrılarak herbirine bu unvan verilmişti)
başında bulunduğu için— Konya'yı «Urbs celeber-rima» (en şöhretli şehir) diye
adlandırıyor.
(181) Lonicerus'da (Barleti'nin İskender Beğ'in Hayât ve Efâli) Rarietii de vita et gestis
Scanderbegi, dans Lonicerus.
OSMANLI TARÎHt
83
hakkında İskender'i ikna için —Sultân Mehmed'in Bosna Kralı hakkında kasem
ile tevsik edilmiş teslîm mukavelesini nakz hususundaki tasarılarını teyiden—
müftî Bistâmî Musannifek'in irâd eylediği delilleri kullandı. İskender bâzı
müverrihlerin rivayetine nazaran, sulhun devamı için gönderdiği mektupta (Not:
17) ileri sürülen delillerden ziyâde başpiskoposun ilkaâtına tebaiyyet ederek,
harbe karar verildi; başpiskopos kardinal oldu (182). Sulhun bozulması haberi
üzerine Sultân Mehmed Şirmet Beğ'i ondört bin süvârî ile Arnavudluk'un
tahribine gönderdi; İskender Beğ de ordusunu Ohri'de topladı. Ohri eski
«Liknus» yâhud «Liknodus» dur ki, Bizanslılar «Ahrida» nâmıyla anarlar ve
Bulgaristan başpiskoposluğunun merkezi olmak üzere zikr ederler. Balığı çok bir
büyük göl üzerinde kain olarak, gölden akan sular Drimon yâhud Kara Dirilon
(Drin) nehrini teşkil eder. Askerlik nokta-i nazarından gayet iyi bir mevkî'de
bulunması cihetiyle Romalılar ile İllirya Kralı Gentius arasında ortaya çıkan
muharebelerde bu şehir hususî bir ehemmiyet kazanmıştır (Not: 18).
İskender Beğ onbin kişi ile Ohri'ye üç mil mesafede ve öteki taraf askerinin
bulunduğu mevkî arasında bir mevkî tutarak Şirmet Beğ'i mağlûp etti ve muharebe
meydanında Türkler'e kendi kuvveti miktarında telefat verdirdi. Defterdar ile başlıca
esirlerden onikisi kırkbin duka fidye-i necat vererek kendilerini satın aldılar. Sultân
Mehmed, Şirmet Beğ'in mağlûbiyetinden dolayı intikam almak için —aslen Arnavud
olarak çocukluğunda esîr düşmüş ve Kostantiniyye hisarlarına ilk önce merdiven iie
tırmanmış olan— Balaban Badra idaresinde onbeşbin süvârî ve üçbin piyade gönderdi.
İskender Beğ Valhâliyâ vâdi-i lâtifinde dörtbin süvari ve binbeşyüz piyade ile bunların
gelmesini bekledi. Türkler etrafındaki tepeleri zaptettiler (183). İskender Beğ üç misli
kuvvetinde olan Türk saflarının ortasından kendisine bir yol açtı. Lâkin en cesur
kapitanlarm-dan sekizi —ki yeğeni Mozaki ile Debreli Mozes bunların içinde bulunuyordu— Osmanlılar'ın eline düşerek İstanbul'a gönderildiler. Bununla beraber
Balaban bu ilk muzafferiyetine pek çok itimâd etmeyip Ohri'ye çekildi ve İskender de
Yukarı Debre'de bulunan Avronik mevkiini tuttu. Balaban İskender'e ansızın hücum
emelinde bulunmuşsa da, büyük zâyiât vererek ric'ate ve ordugâhı bırakmağa mecbur
oldu. Ancak az bir müddet içinde üçbin piyade ve onyedi bin süvârî ile tekrar Ohri'de
göründü. Korkutulmuş düşmanını hediyelerle ikna etmek ümidinde idi. Uç ay
müddetle İskender'i gaflet üzere ele geçirmeğe fırsat bulmak için beyhude çalıştıktan
sonra, nihayet saff-ı harb üzere bir cidale karar verdi
(182) Barleti, s, 198.
(183) Barleti, varak: 204. 206.
84
HAMME
R
İskender Beğ'in atı yıkılıp düşerek, kendisi de kolundan ağır surette yaralandı.
Fakat Türkler mağlûp oldular; Balaban büyük müşkilâtla kurtuldu. Üçüncü defa
olarak Osmanlı kumandanı bir ordu ile geldiği gibi, Arnavud Ya'kûb da diğer bir
askeri birlikle diğer bir taraftan İskender Beğ'in idaresi altındaki memleketlere
dâhil oldu. Lâkin bu imdâd kuvvetleri Balaban ile birleşmezden evvel İskender
Beğ Balaban'ı harbe icbar eyledi. Azaplardan mürekkep olan piyadeyi sol
cenâhda öne, «ulû-feci» tâbir olunan aylıklı süvarileri İskender'in kapitanlarından
Tanoziyo-Tufie'nin karşısına koyduğu gibi, Akıncılar'ı Zaharia Gropa'nın karşısına, Yeniçerileri Manuel Plek'in mukabelesine yerleştirmişti. Kendisi de en talimli
ve seçkin askerle sağ cenâhda bulunuyordu. Bütün bu tedâri-kâta rağmen,
tamâmiyle mağlûb oldu. Ganimetler orduda henüz taksim olunmamış olduğu bir
zamanda idi ki, İskender Beğ'in hemşiresi Mami-za'nın Petrale'den göndermiş
olduğu bir ulak vâsıl oldu; Arnavud Ya'kûb'-un onaltı bin kişilik bir ordu ile —
geçtiği yerleri ve şahısları yakıp katliâm ederek— Brat'a kadar gelmiş ve şimdi
Arkilata nehri yakınında Küçük Tirana (Tiran) da ordu kurmuş olduğunu haber
veriyordu. İskender Beğ Ya'kûb ile karşılaşmağa çıktı. İki asker tutuşarak göğüs
göğüse kavga ettiler. İskender en kesif bir kitle arasına girerek Ya'kûb'un
bulunduğu yere kadar vardı; mızrağını bir tarafından bir tarafına geçirerek başını
kesdi. Türkler bu hâli görünce muharebe meydânında dört bin maktul ve yaralı
ve altı bin esîr bırakarak kaçtılar. Arnavudluk Prensi Va-halia vadisinde maktul
düşen cesur arkadaşlarının, bu çifte muzafferiyet-le intikamını aldıktan sonra
Kroya (Akçahisar) ya döndü (184).
Bu mağlûbiyetlerden ve yeni tanassur etmiş kıyafetine giren kaatil-ler
vâsıtasiyle iki defa İskender Beğ'i beyhude kati teşebbüsünde bulunduktan (185)
sonra II. Mehmed nihayet yüzbin kişiden ziyâde bir ordu ile bizzat Arnavudluk'a
yürüdü (186). 869/1465 senesinde Kroya'yı ele geçirmek niyetiyle bu mıntıkaya
dâhil olarak haylî kaleleri ve özellikle Sfetigrad ve Belgrad mevkilerini istilâ
etmiş ise de, büyük telefat verdi. İskender Beğ bu mevkiin hiçbirinde
kapanmayarak oralardan çıkar ve Türkler'in üzerine düşerdi. II. Mehmed her
mevkide İskender Beğ tarafından ta'cîz olunarak ve dâima en seçme askerinin
kaybından teessüf duyarak Kroya muhasarasını kaldırmağa mecbur oldu. Ancak
Epir ile Makedonya'yı ayıran dağları geçmezden evvel eski Haoni kıt'asında kâin
Gydna kazasının kahraman ahâlîsinden, Kroya'lıların mukavemeti intikamını
aldı: Bu ahâlî, müstebidin vaadlerinin cazibesine kapılarak tes(184) Marini Barleti, 210, 212, 214, 215, 217, 11. Kitabın sonu.
(185) Barleti, 218 (Mutaassıp düşmanın sözü olduğu unutulmamalıdır) MÜt.
(186) Barleti, Pâdişah'ın ordusunu ikiyüzbine, Balaban'in ordusunu seksen bine çıkarıyor.
OSMANLI TARİHİ
85
lîm olmuşlardı; fakat onları eline geçirince içlerinden sekiz binini birden idâm etti
(187). Balaban'ı seksen bin kişi ile ve muhasarayı ablukaya tahvil etmek üzere Kroya
karşısıdna bıraktı. Balaban, askerinin bir kısmını vadiye hâkim bir dağ (188) üzerine
yerleştirerek kardeşi Yûnus'un (189) getireceği imdâd kuvvetini bekliyordu. İskender
Beğ Yûnus'un hareketinden vaktiyle haberdar olduğundan, onu karşılamak için bir
gece sabaha kadar yürüyerek vuku bulan muharebede Yûnus Beğ'i mağlûp ve kendisiyle oğlu Hızır Beğ'i esîr etti (190). İskender emri üzerine Yûnus zincirlere
vurularak şu hâl ile Balaban'ın inzâr-ı temaşası önüne konuldu. İskender Beğ, bu elîm
manzaranın Osmanlı saflarına saldığı dehşetten istifâde ile ileri yürüdü. Balaban
kendini zaptedemiyerek Kroya duvarları önüne koştu ve mahsurlara tasavvur
olunabilecek her türlü vaad-lerde bulundu. Lâkin Arnavud Jorj Aleksi'nin attığı bir
tüfenk dâne-siyle (mermisiyle) boğazından pek ağır surette yaralandı, son bir sevk-i
tabiî ile atının başını ordugâhına çevirip çadırının önüne kadar geldi; orada bî-rûh
olarak atından düştü. Bunu müteakip Osmanlı ordusu ric'at-le, Kroya'ya sekiz mil
hatvede bulunan Tiran'da ordu kurmak üzere, oraya gitti. İskender Beğ hiddet
sâikasıyla düşmanın takibine atılan askerini tutmağa çalıştıysa da, bir faydası olmadı.
Üç gün muharebeden ve büyük kayıplardan sonra kendilerine Tiran'dan bir yol açtılar;
ancak muhtelif mevkilere tefrik edilmiş olan muhafızların cümlesi esîr, yâhud idâm
edildi (191).
Mehmed, şimdilik Kroya'yı ele geçiremiyerek ve bununla beraber Arnavudlar'ın
gemini çekmek isteyerek Valiniyenler'in kadîm şehrini —ki zamanımızda sancak
merkezi olan İlbasan'dır (192)— yeniden inşâ ve ih-kâm etti. İskender Beğ'in Draç
yakınında ve deniz sahilinde yaptırdığı Çorlu şehrini de tahrîb etti (193). Az bir zaman
sonra İskender Beğ şanlı hayâtına Alessio'da hateme verdi. Bu şehir eskiçağ târihinde
—kurucusu Siraküza'lı Denis'e çıkan asliyle ve Makedonyalı III. Filip'in muhâsarasıyla— İskender Beğ'in vefat ettiği yer olmasından az şöhret kazanmada?) Barleti, 219.
Barleti, varak: 223, bu dağı Korvinus tesmiye ediyor.
Barleti «Yunimas» diyor.
«Hızır»a da «Heder» diyor.
Barleti, 225.
Osmanlı müverrihlerinin İskender Beğ'in Sultan Mehmed ile muharebeleri vekayünden
zikrettikleri ahvâl Pâdişah'ın Arnavudluğa asker sevket-mesi ve İlbasan’ın zabtı
hususlarından ibaret olmağla beraber, işbu asker şevkini 872'de, yâni İskender Beğ'in
vefatından bir sene sonra gösterirler. Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, Sa'dü'd-dîn, İdrîs,
Neşri, Solak-zâde, Alî.
(193) Barletius, bu şehri «Çiburilvus» diye isimlendirir. Varak: 226.
(188)
(189)
(190)
(191)
(192)
86 HAMMER
mıştır. İskender Beğ otuz sene müddetle memleketinin din ve hürriyeti için (194) II.
Murad ile II. Mehmed'in istilâcı kudretlerine karşı muzaf-ferâne karşı koyduktan sonra,
1467 (871) kânunisânîsinin ondördüncü alt-mışüç yaşında ölmüştür. Pirus gibi (195)
ülkesinin hasmının kalbine silâhını saplayamamış ise de, Gentius'dan (196) daha büyük
görünüp mağlûpların netîce-i hâline düçâr olmamıştır. Epir kahramanı büyük kumandanların imtiyazına vesile olan evsâfı cem' etmiştir; ancak millî tabiatının mümeyyiz
bir sıfatını, yâni eski Epir ahâlîsinin hiçbir zamanda terk etmemiş oldukları vahşeti
nefsinden tamâmiyle izâle edememiştir. Yine o sene, İskender'in komşularından olan
Hersek Prensi Etienne Kosarik de ölmüştür. Etienne, oğullarıyla münazaa hâlinde
bulunarak en gencini rehin sıfatıyla Bâb-ı Hümâyûn'a göndermişti. Bu çocuk bir
müddet sonra dinini terkederek Sultân Mehmed'in iltifatını kazanmış ve II. Bâyezid
zamanında dâmâd ve sadrâzam olmuştur. Babalarının vefatında Kosa-rik'in diğer iki
oğlundan Vladislas Yukarı Hersek'e, Vladko Aşağı Her-sek'e nail oldu. Ancak
Vladislas bir müddet sonra Macaristan'a (197) kaçtı; Vladko dahî birkaç kalede ancak
bir müddet tutunabildi. Bütün memleket az vakit içinde Osmanlı hükümeti eline
geçerek, Hersek nâmıyla devletin bir sancağını teşkil eyledi (198).
Karaman beğleriyle İskender Beğ'in vefatını takip eden sene içinde serî
muzafferiyetler silsilesi kesintiye uğrayarak, ne bir memleket tahrîb ve fethedilmiş, ne
de muhafızları öldürülmüş veyahut biçilmiştir. Sultân Mehmed bu sükûn zamanını
kısmen deniz kuvvetlerinin teçhizatına, kıs(194) İskender Beğ'in şân-ı hükümet için açtığı faidesiz muharebeleri «din ve hürriyet
muharebesi» addetmek taassup eseri ve hatâdır. (Müt.)
(195) Pirus (Pyrrhus). kadîm Epir Kralı'dır ki, Romalılar'a karşı muharebe ederek İtalya'nın
fethine teşebbüs etmiş ve İsa'dan 279 sene önce Asko-lum (Ascolum) şehrinde büyük zâyiât
ile bir muharebe kazanarak, bu münâsebetle «böyle bir muzafferiyete daha nail olursam işim
bitmiştir» sözlerini söylemiştir. 272'de muzafferen Argos şehrine girdiği sırada, bir
kocakarının dam üzerinden attığı kiremitle maktul olmuştur. Kat'î ne-tîceyi getirmeyen
muzafferiyet hakkında «Piros'un muzafferiyeti kabilinden» denilir. (Mütercim).
(196) Gentius, milâddan iki asır evvel İllirya Kralı idi. Zâlim, şiddetli, sarhoş bir hükümdar olup
zevcesini almak için kardeşini öldürdü. Tebeasınm deniz haydutluğuna son vermek için
Romalılar 171'de donanmasını zap-tettiler. 168'de Romalılar aleyhine Makedonya Kralı
Perse ile ittifak etti. Bir ay sonra mağlûp olarak teslimiyet göstermiş ve Roma'ya götürülerek
galiblerin muzaffetiyet hediyesi olmuştur. Mütercim.
(197) Spandojino, s. 54.
(198) Sa'dü'd-dîn, İdrîs, Neşrî, Solak-zâde, Âlî, Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 174. Engel'in Sırbistan
Târihi'ne (s. 430) ve Gebhardin'in Bosna Târihi'ne (s. 472) müracaat. «Hersek» kelimesi
Almanca dukalık demek olan «Herzogt-hum» kelimesinden alınmıştır.
OSMANLI TARİHÎ
87
men yeni sarayın inşâatına hasr etmiştir. Bu sarayın yapıldığı mahal eski
Bizans'ın Akropolis âbidesinin ve daha sonraları İmparatorlar sarayının yeridir
ki, eski çağ târihinde muzaffer Palas ile Neptün, Baküs, Jüpiter, Hekat, Prozerpin
(199) mâbedleri ve Hıristiyanlık devrinde azizlerden Dimitrius, Minas, Teodor
Sergius (Circîs) ile Meryemü'l-Betül Kiliseleri burada inşâ olunmuştu. Halik
Sarayı, kıdemli hassa askerleri ve muhafız birlikleri (200) koğuşları ve bunların
yedi kubbeleri bu mevkide görülür. Asma saatiyle, İmparatorun ondokuz
davetlisinin sofrası (201), hazîne odası, bütün altınlarla pırıl pırıl parıldayan taht
salonu, kayserlerin erguvanı kumaşlar içinde velâdetgâhı olan kırmızı salon
burada insanın hayretten gözlerini kamaştırır (M.İ. 7). Osmanlı saltanatının yeni
sarayının inşâatı Hicret'in sekizyüzyetmişikinci senesinde tamamlanmış ve üzeri
«Allah sahibinin sânını te'yîd eylesin! Allah binasını teşyîd eylesin! Allah esâsını
muhkem kılsın!» kitâbeleriyle süslenmiştir (202).
Tersanenin teçhizatına sür'atle devam olunduğu sırada «Akıncı» denilen Osmanlı hafif süvarileri, devletin kuzey hududlarını geçerek Iskalavonya, Karintiye, îstirya (Stirya) eyâletlerini dolaşıp Silli'ye kadar nüfuz etti (Not: 19)binden ziyâde esir olarak beri tarafa naklolundu (203).
Ancak bu kolay ve semereli
sevincine mukabil, Nikola Kanale
kumandasındaki Venedik donanması birkaç adaya ve birkaç limana isti-
fi 99) Eski Yunan'in ilahları. Mütercim.
(200) «Scholae et excubia» (hassa ve muhafız askerleri).
(201) «Novemdecim accobitorum» (Ondokuz davetli).
(202) İstanbul ve Boğaziçi, 1, 1, 197, 221, 225 asıldan. (Bu üç cümleden birincisi —ki fransızcası
«Que Dieueternise l'honneur de son posseesseur!»dur— «Haledullahu azze sahibini» arapça
duâ cümlesinin türkçesi olacağı anlaşılır. Bu cümle Sa'dü'd-dîn'in İstanbul baskısının
448'inci sahifesine göre fuzala-i asrdan birinin: târih kıt'asınm târih mısraıdir ki 883'ü gösterir. Fransızcaları «Que Dieu consolide sa construction!» ve «Que Dieu foıtifle ses
fundements» olan ikincisi ile Üçüncüsü «Haledullahu liâlâ ebeden» târihinin tercümesine
benzer. Abdurrahman Şeref beyefendi hazretleri Târih-i Osmânî Encümeni Mecmuası'nda
Topkapı Saray-ı Hü-mâyûnu'na dâir bir makale tahrîr buyurduklarından, ondan ve şâir
malûmattan Mütercimin İlâveleri kısmında (M.İ. 8) daha bâzı tafsilât verilecektir.)
(203) Moelke'in Şuûn (Gerçek)'ine nazaran 1469. «Turci abducunt ex Slavonia 30.000 hominum»
(Türkler Slovanya'da otuzbin kişi öldürdüler). Papanın bir kardinalinin —Prey ve Katerina
tarafından naklolunan— mektubu da Karintiya ve İstirya'da Türklerin tahribatından
bahseder. Marini Sa-nato'nun Şuûn'u «1469 Allemania scorgada dal Turchi fin a Goricia»
diyor.
88
HAMME
R
lâda bulunmasıyla, zâyiât vukua gelmiştir (204). Trakya sahilinde Aynoz (İnoz;
Enez) ile İmroz adası da Venedik askeri tarafından tahrîb edildi ve Patras
körfezinde Lustiça limanı sağlamlaştırıldı (205). Venedikliler bu muhasamata
sulhun iadesi için neticesiz teşebbüslerde bulunduktan sonra başladılar. Bir
ahidnâme müzâkeresine memur edilecek Jan Kapello için ruhsatname,talep
etmek üzere İstanbul'a gönderilen Yahudi David, Bâb-ı Hümâyûn'dan pek sert
bir cevap ile iade olunduğu cihetle, Venedik hükümeti bütün şiddetiyle
muharebede devam etmeğe karar verdi. Bununla beraber her iki taraftan faydasız
tahribattan başka birşey yapılmaksızın üç sene geçti (206).
Sultân Mehmed, Venedikliler'in hareketlerinden büyük bir teşebbüs ile
intikam almak azminde bulunarak, bu tasavvurla kararsız olduğundan,
Eğriboz'un ele geçirilmesini tasarladı. Kapudan Paşalık ile Gelibolu'da bulunan
Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa, yetmişbin cengâveri, yüz kadırga ve ikiyüz diğer
sefineye bindirerek limandan çıktı (207). Padişah dahî kuvveti ondan az olmayan
bir ordu ile bizzat İstanbul'dan hareketle Ağriboz (Eğriboz) karşısına azimet etti.
Serahs zamanından beri Adalar Denizi bu kadar kesretli bir donanma
görmemişti, vaktiyle İran ordularınca tamamen örtülmüş bulunan o sahiller
üzerinde Osmanlı ordusu kurularak. Sultân II. Mehmed'in otağı da İran
Şehinşâhı'nın otağının kurulduğu tepenin üzerine dikilmişti. Lâkin Nikola Kanale
Serahs'ın mukabelesinde bulunan Temistokles değildi. Mahmûd Paşa geçerken
Şire'yi hasara uğrattıktan sonra, Ağrıboz'a yanaşıp bir fırka asker çıkardı ve
Vasilikon ile Stora beldelerini ansızın zapt ve tahrîb eyledi. Bu sırada Nikola Kanale ise otuzbeş kadırga ile Salamın adası altında Sarone körfezi içinde Girid'den
gelecek imdâd kuvvetlerini bekleyerek demir üzerinde bulunuyor ve şu suretle
Osmanlılar'ın kadırgalardan bir iskele kurup da bütün kuvvetlerini Ağrıboz'a
geçirmelerine karşı bir hareket icra etmiyordu. Eğer Venedik donanması amirali
şu vak'ada işgal ettiği yüksek mevkî pek de lâyık olmayan bir surette davranmış
ise de, bâzı zabitler ona imtisal etmediklerinden, hareket tarzları tarihçe
zikredilmeğe şayandır. Bunlardan Antonyo Ottoboni kadırgasiyle Osmanlı
donanması arasından bir yol
(204) Lojiye, 7, 522.
(205) Sansovino'da Malatesta’nın Kâtibinin eseri, s. 249. Osmanlı müverrihleri Aynoz'un
Venedikliler tarafından zabtını 872 (1467)'de gösterirler. Neşrî, varak: 221.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 244. Solak-zâde, 56. Pranzes'e de bakınız, 4, 23, s. 99, Alter
bas.
(206) «David Ebreo mandato a Constantinopoli per salvaçondotto per Zuan Capello per
trattar la pace, Porta la riposta datta dal bassa.» (Metindeki ifâdenin M. Sanato'nun
Şuûn-i Osmaniye'sinden menkûl mehazıdır).
(207) Daru. Venedik Târihi, 2, s. 465. Malatesta’nın Kâtibi tarafından yazılmış esere
nazaran Mehmed'in ordusu ikiyüzbin askerden ziyâde İdi.
OSMANLI TARİHİ
8S
açarak eskiden Haliki denilen Ağrıboz yâiıut Negrepont limanına demir atmağa
muvaffak oldu. Kardeşi Stefano daha az bahtiyar olarak kadırgası —yanaşmış
olduğu bir Türk sefinesi tarafından— yakıldı (208). Ağrıboz adasının vâlî ve
kumandanı Venedik balyoslarından Pol Ariço idi. Bir fırka kumandanlığında
bulunan Luiçi Kaluv ve onun selefi Ciovani Badoer tecrübe edilmiş meziyetlere
ve büyük bir basirete sahip idiler. Ağrıboz sâkinlerinin şecaatleri —istihkâmlar
üzerinde erkeklere yardım eden ve yaralıların tedavisiyle uğraşan ve hattâ bâzan
gedikler üzerinde harb eden— kadınların cesaretiyle büsbütün artıyordu. Onyedi
gün zarfında (209) Türkler beş müthiş hücum yaptılar. Kalenin ateşi ilk üç
hücumda yirmi kişinin telef olmasına ve otuz kadırganın mahvına yolaçtı. Sultân
Mehmed şehri cebren almaktan ümidini keserek şu tedbîre müracaat eyledi:
Mahsurların topçu kumandanı Lebeno'lu Tomaso Ciavo'yu (210) tamahlandırdı.
Ancak Ariço, Tomas'ın cinâyetkârca münâsebetini sezerek boğdurup odasının
pencerelerindeki demirlere astırdı. O vakit Mehmed, sefînelerindeki taifenin
bakiyyesini karaya çıkartarak civardaki vilâyetlerden yeni asker ve gemici
toplattı. Şehrin imdadına gelmek, adanın boğazında karaya doğru uzanan kadırga
köprüsünü kırmak, şu suretle her türlü haricî münâsebetlerden mahrum olarak
Ağrıboz'da mahsur kalacak muhâsırları açlığa düşürmek için Venedikliler'in
fırsat kollamakta oldukları bir zamandı. Lâkin Nikola Kanale. zabitlerin ihtarlarına kulaklarını vererek olsun itibâr etmiyerek ve Pol Ariço'nun büyük bir
müzayaka içinde bulunduğundan bahisle vâki olan istimdâdlarından habersiz
görünerek hiçbir harekette bulunmadı (211). Dördüncü bir hücumda Türkler
onbeşbin kişi kaybettiler (212); kale birkaç gün daha mukavemet ettiyse de
kumandan Ariço, vuku bulan muharebede verdiği telefat ile muhafızların altıbin
kişi kaybettiğini görerek, daha ziyâde mukavemet azminde bulunamayıp,
kendisinin ve askerinin hayâtına ilişilmemek şartıyla teslîm oldu (213). Mehmed
buna muvafakat etti; lâkin sözünün şerefini —Ağrıboz surları önünde (214)
ellibin Osmanlı'nın zi(208) Bu iki kardeş için Venedik'in Sen-Antonyo Kilisesi'nde şu kitabe görülür: «Stephano
patri, Antonio avo, Hector Othobonus monumentum P.P. Hic eoboicum portum ab
hoste occupatum trepidant© classe navi sua solus ingressus est A. 1470 ille, praelio
navali ad coriplasium expugnata Turca-rum maxima navi iğne concepto
comburittur.»
(209) Beş hücumun târihleri: 25, 30 haziran, 5, 8, 12 temmuz, (Lojiye, Venedik Târihi, c. 26)
(210) Malatesta’nın Kâtibi'nin eseri, Sansovino'da meçhul bir müellif «Ağrı-boz'un Zaptı»
(La Presa di Negroponte) eserine bkz. Sansovino, s. 322.
(211) Daru, Venedik Târihi, 2, s. 466. Loujiye, 235.
(212) Daru ve Lojiye, yine aynı sahifeler.
(213) Daru, 2, 467.
(214) Osmanlı müverrihlerine nazaran yetmişbin.
90 HAMMER
yâından dolayı— almak istediği intikama feda ederek, bütün muhafızları idâm etti
(215).
Eskiler —Azopus'un kızı nâmına nisbetle— Obea, yahut şeklinin uzunluğundan
dolayı Makris, yahut demir mâdenlerinden dolayı Halkis ve Halkondantis, yahut ilk
sakinleri olan Abanti'lere nisbetle Abantis adlarını verdikleri Negropont (Ağrıboz),
vüs'atiyle, ehemmiyetiyle, arazîsinin verimliliğiyle, burunlarıyla, Örip'in (216) yedi
defa vuku bulan medd ve ceziriyle bir an için okuyucuların nazarı dikkatlerini
çekmeğe şayandır. Omirus (Homerus) tarafından (217) bağlarının sitâyişiyle şöhret verilen Histiea, yahut Aureos şehri —ki adanın eski payitahtı idi— Teletri-yus (218)
Dağının kuzey yamaçlarında ve Kolenum burnuyla Artemis Mabedi ve Temistokles'in
Acemler'e (219) ilk galebesiyle ün kazanan Artemis adasının batısında kâindir. Şimdi
«Negrepont» denilen ve eski ismi Halkis olan idare merkezi daha güneyde olup Orip
Denizi burada o kadar darlaşmıştır ki, adadan asıl karaya kulelerle çevrili bir köprü
atmak mümkün olmuştur (220). Ortaçağ'da aradaki berzah «Eğripos» diye isimlendirilmiş ve biraz bozularak ondan alınan «Negrepont» ismi «Egrip Köprüsü»
mânâsını mutazammın bulunmuştur. Şimdi Gravalinais köyünün bulunduğu mevkide
Obe'nin en eski ve en meşhur şehirlerinden biri olan Eretriya ve Etus (Vetus) şehirleri
kaaim idi. Daha güneye doğru, şimdi Kastelroso denilen ve şarabları, mermeri, yanmaş
taşı (hacer-i fetîle) ile meşhur olan Karistos ve bir Neptün Mâbedi'ni hâvî olan Greistus
şehirleri bulunuyordu. Öbe (Obe) buğday, şarâb, demir, tuz, mâden suları hâlâ bütün
Yunanistan'ın en çok rağbet ettikleri sulardır. Mevkî ve tabiatiyle şu suretle imtiyaza
hâiz olan bu ada civar hükümetler arasında ebedî bir ihtilâf sermâyesi olmuştur. Zaman
zaman, Yunanistan'da birbirini takip eden hükümetlerin eline geçmiştir. Bir vakit
Atinalılar, Spartlar (Ispartahlar) Makedonyalılar Ağrıboz için aralarında münazaaya
tutuştular. Makedonya Kralları'ndan Roma cumhuriyetine, sonra Bizans
imparatorlarına, onlardan Venedikliler'e geçmiştir. Eskiçağ târihinde bir müddetçik
büyük hükümdarlardan Serahs’ın, Antiokus'ün, Mitrî-dâd’ın, elinde bulunmuştu. II.
Mehmed Hân'ın kırkiki yaşında ve cülusunun v irminci senesinde diğer fetihlerine
ilâve etmesine kadar Venedikliler'in mülkiyetinde idi (221) (Not: 22).
(215)
(216)
(217)
(218)
(219)
(220)
(221)
Ağrıboz'un Zaptı eseri.
Liusus, 28, 6.
Omirus (Homerus), 2, 537.
Strabon, 9; Tit-Liö, 28.
Kornelyus Nepos, Temistokles, 3.
Valpol'un Hâtıralarma bakınız. Aded: 33, s. 528.
Yunan’ın istiklâliyle kaybedildi. (Mütercim).
Fatih Sultan Mehmed
ONBEŞİNCİ KİTAP
İltizam usûlünün ihdası. — Tokat önünde tahribat. —
Mahmûd Paşa'nın ikinci vezîr-i âzamlıgı. — Pâdişah'ın
mektubu. — Akkoyunlu ve Karakoyunlu sülâleleri. — Karaman'a dördüncü sefer. — Uzun Hasan'ın târihi. — Uzun
Hasan'ın Beğlerbeği Murad Paşa'ya galebesi. — Tercan'da
Pâdişâh ile muharebesinde hezîmeti. — Ehl-i Salîb donanmasının teshîrâtı. — Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa’nın
azl ve idamı. — Adalia'ya hücum. — Karaman kalelerinin
fethi. — Beşinci seferde tâbiiyyet altına alınan Kara-man'a
Şehzade Cem'in vâlî nâsbı.
Sultân Mehmed, ne kadar memleket fethetse kanamadığından, Anadolu'da
yeniden seferler tasarladı ki, bunlar kendisini beş sene mütemadiyen ve
münhasıran işgal edecekti. Pâdişah'ın muzafferiyetleri Karaman halkının kendi
namlarına mensup aileye irtibatlarını tamâmiyle mah-vedememişti. İshâk’ın
oğluyla validesi —ki Silifke şehrini hâlâ ellerinde bulunduruyorlardı— halk
arasında gizli gizli cereyan eden isyan temayüllerini alevlendirmek için hükümet
merkezlerini ilkaât merkezi hâline koymuşlardı. Bir taraftan da genç beğin
amcası ve İshâk'ın kardeşi olan Kaasım Beğ, hâmisi Uzun Hasan'ın yardımıyla
ahâlînin eski hanedana muhabbetinden tamâmiyle istifâde ediyordu. Mehmed,
Karaman'dan azimetinden önce Turgud Tatarları aşiretini yarı yarıya tenkil
eylemiş ise de, yine Tatarlar'dan Varsak denilen ve Timur'un istilâsından beri
oralarda kalmış olan aşirete ilişmemişti. Alâiye arazîsi de Küçük Asya'nın son
hükümdarları olan Selçuklular Hânedânı'ndan Kılıç Arslan'ın hükümranlığı
altında henüz müstakildi. Bir takım halkın muhabbetsizliği, bir takımının da
korkusu, aralarında —Osmanlılarca muhataralı olabilecek— bir yakınlaşmayı
istilzam etmiş ve bir fesad çıkması hususunda şüphe bırakmayacak surette vukua
gelen hareketler, tehlikeyi artırmıştı. Bu fesadı bastırmak için Vezîr-i âzam Rûm
Mehmed Paşa külliyetli bir ordu ile Anadolu'ya yürümek emrini aldı (Not: 1).
Tama'kârlığı yüzünden, Ka-raman'ın Ereğli ve Lârende kazalarını vergi altında
ezdi. Lârendeliler, cami ve medreselerinin ravza-i Peygamberî'yi içine alan
Medîne-i Mu-kaddese'ye vakf (1) edilmiş olduğunu beyanla, hiç olmazsa bunlara
iliOSMANLI TARİHİ
(1) «Vakf» kelimesi, umumiyetle, terk, tahsîs, tevdî hususlarını mutazammın
olup, alelade kabû suretine göre bir şefkat hissiyle mukaddes bir cihete,
insanî ihtiyaçlara, umûmî dinî vazifelere tahsîs edilmek düşüncesini
şilmemesini istirham ettiler; Zâlim Vezir, cevâp yerine geçmek üzere temsilcilerden mpydana gelmiş olan hey'eti kamilen idâm ettirdi.
Rum Mehmed Paşa Karaman beldelerini baştanbaşa mezâlim altında
inleterek Varsaklar’ın (2) bulundukları yerlere tecâvüz ve onlar hakkında da
vahşîyâne muamelesini tekrar eyledi. Fakat Varsak reislerinden Uyuz Beğ
nâmında biri Taş-il derbendlerine atılmış ve kahraman arkadaşlarıyla Türk
süvarisinin hücumunu beklemişti. Mevkiinin manialarla mahfuz olması,
aleyhinde yapılan hücumları müdâfaaya kifayet etti. Bu kavgalarda Osmanlı
askerinin yarısı zayi olarak, Rum Mehmed Paşa bunların bakiyyesini ancak o
vakte kadar alabilmiş olduğu ganimetleri terke-derek kurtarabildi. Varsaklar
Mehmed Paşa ile askerinin hep kaçmakta olduklarını görmeleri üzerine Vezîr-i
âzami parmaklarıyla reislerine göstererek müstehziyâne:
— «Ne vezîr-i kerîm imiş ki bizim ayağumuza kadar altunlar getirdi!» diye
bağırdılar (3).
Pâdişâh —hezimetinden dolayı haysiyetini kaybetmiş olan— Vezîr-i âzam'ı
azlederek, makamını, esaretten Bosna Vâlîliği'ne kadar yükselmiş olan İshâk
Paşa'ya verdi. Bu vezîr-i âzamin mezâlimi, vahşîliği devletine (iktidarına) sebeb
olduğu gibi, felâketine de yol açmıştır. Rum Mehmed Paşa —milletinin saadeti
eseri olmak üzere ancak üç ay vezîr-i âzam-lık makamında bulunmuştur—
Osmanlı târihinde ancak iki cinayetinin hâtırasını bırakmıştır; onun iktidarı
zamanındadır ki, «mukataa» usûl-i mâliyesi idhâl edilmiştir. Sultân Mehmed
bunu bizzat kendisi tasavvur ettiği için, nazarında kıymetdâr idi.
Kostantiniyye'nin fethini müteakip, Mehmed, ıssız olan payitahtı şenlendirmek
için her taraftan muhacirler gönderildiği sırada, bu yeni gelenlere verilen haneler
üzerine icâre (kira, gelir) makamına kaaim bir vergi tarhetmiş idi. Bu muamele
fethedilmiş olan şehre yeni nakledilmiş olan birçok Müslümanların avdetine
sebep oldu. II. Murad'ın silâh arkadaşı Lala Şâhîn'in arz ve ihtârâtı üzerine,
—
(2)
(3)
—
içine alır. Üç nevi vakf vardır: 1
Camiler, 2
Fukaraya ve umumî olarak
insanların ihtiyaçlarına iane için açılan müesseseler, 3 — Camilere bağlı bulunan âdi
vakıflar (Fransızcaya tercüme edenin haşiyesi). (Bu mütercimin kendi nokta-i
nazarına göre yürüttüğü bir düşüncedir; evkafın tarif ve taksimi sadedden hâriç
olmakla beraber, nakledilmiş olan haşiyede izaha muhtaç birşey olmadığından
mtitalâa ilâvesine lüzum görülmedi. Mütercim).
Toros Dağı'nın, Silifke'nin kuzeydoğusundaki kısmına Varsak Dağı denilir. Cihânnümâ, s, 611.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, s. 250; Solak-zâde, varak: 57, Neşrî, s. 222. Asıldan. «Varsak
beğceğizleri Uyuz Beği karşulayup «Bu paşa ne hoş dev-letlîi imiş ki cem' itdüğü mâli
ayağumuza getürüp dökdü» diyu tahakküm tarîkî ile alkışladılar.» Sa'dü'd-dîn, s.
517. Mütercim.
Mehmed bu icâreyi lağvetti. Lâkin Rum Mehmed Paşa sadâreti za-
94
HAMME
R
mânmda o vergiyi tekrar ihdas etti ve zirâat yapılan arazîye de ta’ınîm ettiğinden,
bu târihte birkaç defa zikri geçecek olan mukataa, yâni kurada iltizâm usûlünün
ihdası yine onun idaresi zamanında olmuştur (4).
Yeni vezîr-i âzam İshak Paşa Rum Mehmed Paşa'nın bozgunluğundan sonra
bütün memleketi eski beğlerinin lehine kıyam ettirmiş olan îshak Beğ'in kardeşi
Kaasım Beğ'i vurmak üzere zaman kaybetmeksizin Karaman'a azîmet eyledi.
Vezîr-i âzam, Kaasım Beğ'e Mut kalesinde tesadüf ederek muharebeye icbar etti
ve tamâmiyle hezimete uğrattı. Mut ve Niğde kalelerini tekrar inşâ ettirdikten
sonra Varköy (5), Uç-Hisar, Ortahisar kaleleri ile Aksaray (Garsaora) şehrini
fetheyledi (6). Pâdişah'ın kat'î emri üzerine Aksaray ahâlisini kaldırarak
Kostantiniyye'ye nakletti ki, bugün «Aksaray» adıyla isimlendirilmiş olan
mahallede iskân edilmişlerdir. Bütün bu vak'alar, Mehmed'in Ağrıboz adası
seferini icra ettiği sene zarfında cereyan etmişti (1471/876). Ertesi sene, âdî bir
yeniçeri neferliğinden üç tuğlu paşalığa yükselmiş olan Gedik Ahmed Paşa, bir
ordu ile Alâîye'nin zaptına gönderildi. Selçuklu Sultânı Alâü'd-dîn Keykubâd (7)
tarafından deniz sahilinde ve eski Koreçezium beldesinin yerinde inşâ edilmiş
olan bu şehir, beş-altı yüz kadem yüksekliğinde ve birbirini takip eden beyaz ve
kırmızı tabakalardan dolayı şâyân-ı dikkat bulunan kayalıklar üzerine binâ
edilmişti (8). Paşa, Alâîye hükümdarı Kılıç Arslan'ı teslîm olmak için ikna ile
haremi ve çocuğuyla birlikte Bâb-ı Hümâyûn'a gönderdi. Pâdişâh, hemen itaat
etmesinden dolayı, mükâfâten, idaresi için Gümülcine'yi tahsîs eyledi (9). Fakat
biraz sonra Kılıç Arslan av bahanesiyle firar ederek Mısır'a gitti. Haremi ve oğlu
kederlerinden terk-i hayat ederek Gümülcine'de ikisi bir kabire defn edildiler.
Kılıç Arslan Pâdişah'ın vermiş olduğu bir elması Zât-ı Şâhâ-ne'ye iade olunmak
üzere Mısır'dan Gedik Ahmed Paşa'ya göndermişti. Ahmed Paşa bunu
kuyumcudan aldığı birçok pahalı taşların içine katarak —İstanbul'a vusulünde—
cümlesini Pâdişah'a takdîm eyledi. Sultân Mehmed mücevherâtdan pek güzel
anlardı; kendi elmasını görür görmez tanıdı. Her ne kadar paşalarının bu türlü
hallerine müsamaha etmek mu'tâdı değilse de Gedik Ahmed Paşa'nın Karaman'da
asayişi iade işindeki hizmetlerini nazar-ı dikkate alarak, kendisini affetti (10).
Karaman
Neşrî, varak: 193, Kostantinîyye'nin fethini müteakip.
Sa'dü'd-dîn'de «Vara Köyü». Mütercim.
Kaufer'in Kostantiniyye haritasına müracaat.
(7) Cihân-nümâ, s. 621.
(8) Bufor'un Karamania'sı. Salnâme-i Edebiyat, Ondördüncü Kitâb.
(9) Hacı Kalfa’ınn Rûm-İli'si, s. 69.
(10) Sa'dü'd-dîn'in mütercimi Hammer (Bratutu?) bu elmas fıkrasının rengini biraz
değiştirmiştir. Hoca'dan özetlenmişi şudur: «Kılıç Arslan seya hat tarîkiyle Mısır'a
gitmişidi. Kendisi cevahir san'atında mahir oldu(4)
(5)
(6)
OSMANLI TARİHÎ
95
Beğ'i İshak Beğ Uzun Hasan nezdine firar ettiği vakit haremiyle oğlu Mehmed
Beğ'in Silifke kalesine kapanmış ve Osmanlılar'ın bütün kuvvetlerine karşı orada
sebat eylemiş olduklarını evvelce söylemiştik. Beğin haremi, zevcinin vefatı
haberi üzerine Pâdişâha bir sefaret hey'eti göndererek itaat arzetmiş olduğundan,
Sultân Mehmed Gedik Ahmed Paşa'yı kaleyi tesellüm etmeğe memur eyledi.
Vezir bu emri ifa ettikten sonra, —içerisinde İshak Beğ'in biraderi Pir Ahmed'in
ailesiyle İbrahim Beğ'in oğullarından babası sağ iken vefat eden Mehmed Beğ'in
kerîmesi ve bu beğlerin yeğeni olan fevkalâde güzelliğiyle meşhur bir kızın bulunduğu— Mukan (11) kalesi üzerine yürüdü. Gedik Ahmed kalenin teslîm
olması üzerine bulduğu hazînelerle Mehmed Beğ'in kerîmesini Pâdişah'a
gönderdikten sonra Levleke (Lülge) (12) kalesini muhasaraya gitti. Kaleyi
zaptettiği vakit muhafızlarından bir kısmını kati ettirerek diğer kısmını da
surlardan aşağı attırdı. Lâkin Uzun Hasan ordusunun yaklaşması Paşa'nın yeni
fetihlerini muhafazaya müsâade etmediğinden, Gedik Ahmed Konya'ya doğru
çekildi.
Uzun Hasan Sultân Mehmede' karşı Karaman Beğlerinin hukukunu
müdâfaaya karar vererek Osmanlı hududunu tecâvüz ile Tokad'a doğru
ilerlemişti. Nezdinde, Mehmed'in amca-zâdeleri Pîr Ahmed ile Kaasım Beğ
bulunuyordu. Ordu, Uzun Hasan'ın veziri Ömer Beğ ile yeğeni Yu-sufca
Mirza'nın kumandaları altında idi. Tokad'ın Timur tarafından zaptı esnasında
görülmüş olan vahşetler bu defa şehir tekrar alındığı vakit yenilendi. Belde kül
hâline getirilip, ahâlîye bin türlü işkence icra edildi. Bu Türkmenler —Osmanlı
müverrihlerinin kavlince tabiatlarının gereği olan (13)— vahşetlerini icra ettikten
sonra Ömer Beğ, Uzun Hasan'ın yeğeni Yusufça Mirza ile Pîr Ahmed ve
Kaasım'ı onbin neferle Tokad harabelerinde bırakarak Diyarbekir üzerine yürüdü.
Yusufça, Karaman Beğlerinin telkinlerine uygun olarak, onların hak iddia
ettikleri memleketleri tahrîb etti (14).
(11)
(12)
(13)
(14)
ğundan renge çekmek üzere mukaddema Padişah bi r ağır taş vermiş; taş, Arslan
Beğ'in yanında kalmış; Mısır'da boyamış; huzûr-ı şahaneye îsâl olunmak üzere Gedik
Ahmed Paşa'ya göndermiş. Paşa «bir kuyumcu getirdi, satılıktır.» diye arz etmiş.
Fâtih görür görmez, teşhis ile «Bu benim Kılıç Arslan'a verdiğim taştır» buyurmuşlar.
Pâdişâhın gördüğü elmasların nihayeti yok iken bunu tanıması üzerine Gedik Ahmed
Paşa'yı hayret almış. Hoca Efendi fıkrayı «Ukulü'l-mülûk mülûkü'l-ukûl» kelime
oyunuyla sona erdirir. Mütercim.
Bratutu'da Mukanu, kitap: 2, s. 255 (Sa'dü'd-dîn'de Mim. Vav. Kaf. Nun.)
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, kitap: 2, s. 255. Solak-zâde, varak: 57, Neşrî, v: 224.
«Tabîat-ı Ttirkmâniye muktezâsını zuhura getirdikten sonra» Solakzâde.
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Neşrî, İdrîs.
96
HAMME
R
Tokad'da irtikâb edilen vahşetler ve Karaman'da icra olunan tahribat
haberleri üzerine Sultân Mehmed'in hiddetine nihayet olmadı. İlk sözü çadırının
hemen Üsküdar'da kurulmasını emretmek oldu. Bütün paşalara, beğ-lere umûmî
bir emirname gönderdi. Anadolu sahilinde ve maiyyetinde toplanmak üzere
meşiyyet-i seri'a ile gelmelerini emretti. Tehlike pek yakın idi; düşman birkaç
merhale daha gelmiş olsa Küçük Asya'nın kalbinde bulunacaktı. Vezîr-i âzam
İshak ile Karaman valisi bulunan Şehzade Mustafa bütün İran ordularının
hücumuna mâruz idiler. Maiyyet-lerinde müdâfaa edecek asker pek olduğu
cihetle —dişlerinin vaziyetinden dolayı «Gedik» adı verilen— Ahmed Paşa'nın
fırkasının Yusufça Mirza'ya mağlûbiyetinden sonra her dakika düşmanın eline
geçmek tehlikesinde bulunuyorlardı. Sultan Mehmed, Mahmûd Paşa'yı vezîr-i
âzam-lıktan azletmiş olmasından dolayı kendisine terettüb eden zararı şu tehlikeli
zamanda takdir ve hatâsının tamirinde acele ederek, o muhterem hâdim-i devleti
ikinci defa olarak devletin en büyük mesnedine davet etti. Yine bu zamanda idi
ki, bu ahvâlde ne suretle hareket edeceğini mutazammın olarak oğlu Sultân
Mustafa'ya (Sultân değil, şehzade) kendi eliyle yazılmış bir emir (hatt-ı şerîf)
gönderdi. Osmanlı Devleti'nin bidayetlerinde pâdişâhlar yazı yazmak san'atma
âşinâ olmadıkları zaman ellerini mürekkebe batırarak kâğıd üzerine bastıkları
nişaneden başka hatt-ı şerîf yok idi. Bu nişaneden bugün görülen tuğra-yı
hümâyûn'un ortaya çıktığı daha önce yazılmıştı. Sonraları pâdişâhlar bizzat yazı
yazmağa ve bizzat hükümet idaresine tenezzül ettikleri vakitlerde dahî kamilen
kendi ellerinden çıkmış vesaik pek nâdir olmuştur. Şimdi dahî hatt-ı şerîf bir
ahidnâmenin, bir berâtın, dîvân-ı hümâyûnden çıkmış emirnamelerin üstlerine,
pâdişâhların kendi elleriyle yazdıkları bir satırdan, yâhud birkaç kelimeden
ibarettir. Umûmî surette, sultânların nâme ve fermanları kendi kalemlerinin
mahsûlü değildir. Nasıl ki Avrupa hükümdarlarının el yazısı denilen vesikalar da
—birçok defalar bir kâtibin kalemi eseri olmadığı farz olunsa bile— kendi
fikirlerinin mahsûlü değildir. Türkiye'de bu kaidenin müstesnaları şâir
memleketlerden daha azdır. Bununla beraber o türlü vesikalar —ale'l-husus
kalem oynatmaktan ziyâde kılıç kullanmakla tanınmış bir âmir-i mutlakın, yâhud
bir fâtihin yazısı olduğu halde— târih nokta-i nazarına göre husûsî bir
ehemmiyet kazanırlar. Sultân Mehmed'e gelince, yalnız edebiyat ve san'atın
gayretli bir hâmisi olmayıp, her ne zaman şan ve zafer arzusu nefsinde sükûn
bulup da yeni fetihler tasavvurundan hâlî kalır ise, ilimlerle ve bilhassa şiir ile iştigâl ederdi. Bununla beraber, saltanatı zamanına âid devlet evrakı, otuz sene
zarfında bütün Avrupa ve Asya hükümdarlarına gönderilen mektuplar —ki
Osmanlılar'ın revnak muzafferiyetlerini hissetirmek için hep ez-hâr-ı beyân ile
müzeyyendir— pâdişâhın değil, sarayın en mümtaz ulemâsının kalemi eseridir.
İstanbul fethinde Mısır sultaniyle İran şahına
OSMANLI TARİHİ
yazılan zafer-nâmeler, zamanının en itibarlı ulemâsından olan muallim-i sultânı
Molla Gürânî inşâsıyladır. Fâtih'in yirmibeş kıt'a olan siyâsî yazışmalarından (ki
vak'alarını yazmakla meşgul olduğumuz vakitden bir asır sonra —evvelâ reîsü'lküttâb, sonra nişancı-başı olan— Feridun'un Osmanlı târih araştırmalan için
takdiri kaabil olmayacak derecede bir kıymeti hâiz bulunan eserinde
toplanmıştır) yalnız dördü, yâhud beşi II. Mehmed'in kalemiyle olmak gerektir.
Diğer birkaçı da, belki gençliğinde Manisa valisi iken —tahta câlis olduktan
sonra muhabere işlerini muallimine yâhud devletinin kâtibine terke mecburiyeti
vaktinde bulamayacak olduğu— boş vakitleri içinde yazılmıştır. Eğer o
vesikalardan birkaçı bizzat pâdişâhın kalemi eseri ise, bunlardan biri Uzun
Hasan'a karşı gönderilen ordunun ser-askerliğine yâni başkumandanlığına tâyîn
olunduğunu mutazammın oğlu Mustafa'ya muharrer olan mektuplar (M.î. 1).
Bunun her ibaresinde Mehmed'in fikrinin cevelân tarzı görülür. Mektup aşağıda
nakl olunmuştur (15).
«Ebû'l-feth ve'l-magâzî cennetmekân Sultân Mehmed Hân Gâ-zî
hazretlerinin taraflarından mahdumları ve Karaman Hâkimi olan
Şehzâde-i Sultân Mustafa hazretlerini mumaileyh Uzun Hasan'ın
muharebesine serdâr nasb eylediklerinde ısdar buyurdukları berât-ı
şerifin suretidir:
«Ferzend-i ercümend-i devletyâr ve veled-i saâdet-mend-i kâm-kâr,
nûr-i hadaka-i saltanat ve şehryârî, nûr-i hadîka-i hilâfet ve nâmdârî,
adudü'd-dünyâ ve'd-dîn, avnü'l-islâm ve'l-müslimîn, el-müeyyed min
inda'llahi'l-meliki'l-a'lâ, oğlum Mustafâ, tale bikahu ve nâle menâhu,
tevkî'-i refî'-i hümâyûn vâsıl olıcak ma'lûm ola ki: Merhûm-ı
mağfurunleh Cihânşâh pâdşâh ve saîd ve şehîd Sultân Ebû Saîd,
nurullahu merkadhüma vak'-alarından âonra müstehak-ı darûresen
olan Uzun Hasan deme-rehullah, bu canibe merreten ba'de âhiri bîedebâne mekâtib gönderüp kinayeden hâli olmamağın (cevâbu'lesfehi's-sükût) üzere rubah-ı mezbûre hâb-ı hargûş virilüp şîrân-bîşei gazâ ve hizebrân-ı kûh ü gabirle anın tedârikindeyiz, inşa'allahü
Tealâ. Amma bu eyyamda anın ba'zı ümerâ-i nikû-sarı Kara-manoğlu
tahrikiyle diyâr-i İslâm'a kasd itdügin arz eyledüğin ecilden def'n ve
ref'iyçün seni ser-asker idüp büyürdüm ki
(15) Müverrihin tercümesi yerine ünvanıyle beraber Münşeât-ı Feridun'dan aynını alıyoruz.
(Bu hatt-ı hümâyûn Münşeât-ı Feridun'da ikiyüzyirmi-altmcı parçadır. Bütün
Münşeat 267 parçadan mürekkep olarak bunların 128*1 pâdişâhlar tarafından
gönderilmiştir. Yarısından ziyâdesi onların cevâbı, yâhud şâir yesîkalardır.)
Hammer Tarihi, C: II. F.: 7
HAMMER
Anatoli ve Rûm-ili beğlerbeğisi ile vakt-i hâcetde üzerlerine varup
bitevfiku'llah bâb-i müdâfaada dakika fevt itmeyesiz. Tahriren fî
evâil-i şehr-i safer hatem bi'l-hayr ve'z-zafer, sene seb'a ve semânîn
ve semânemâihu. Be-makam-ı Kostantiniy-ye(16X- (887/1472) (Not:
2).
Mahmûd Paşa, donanma amiralinin (kapudân paşanın) mu'tad makam olan
Gelibolu'dan Üsküdar'a azimetle pâdişâhın elini öpmek şerefine nail oldu.
Şimdiye kadar icra olunan tedârikâtın bu sene kış gelmezden evvel Uzun
Hasan'ın müthiş ordusuna galebe etmek ümidiyle muharebeye girişebilmeğe kâfi
olmadığına hükmetmesinden, yahut Sultân Mustafa'ya olan şahsî garazından,
bizzat Pâdişâhın maiyyetinde olmadıkça sefer muhatarât ve şerefini Şehzade ile
paylaşmağa rızâ göstermemeyi ve onun emri altında hizmet etmemeyi azmetmiş
bulunmasından dolayı, mevsimin pek ilerlemiş olduğunu, Karaman'da kışın pek
şiddetli hüküm sürdüğünü, ordunun harb levazımı ve zahirelerin henüz ikmâl
edilmemiş bulunduğunu, Pâdişah'a arz ile memleketin başlıca mevkilerine imdâd
ve Türkmen aşiretlerinin zulümlerini men etmek üzere Anadolu Beğlerbeği
Dâvûd Paşa'nın ileri gönderilmesini istirham etti. Mehmed bu surete muvafakat
ederek, karârın Pâdişâh tarafından Sultân Mustaaf'ya tebliğini müteâkib Dâvud
Paşa me’ınûr edildiği cihete gitti. Bununla beraber, Yusufça Mirza Karaman
Oğulları'yla birlikte müttefiklerinin memleketleri-in talan ediyordu. Akşehir'den
(17) güneye doğru, yâni Hamîd (18) kazasında vâki Karamut (19) üzerine
yürüdü; oradan da doğuda —yine o nâm ile yâd olunan— göl üzerinde Kuraili'ne (20) yöneldi. Bu gölün kenarında bir gün evvel Yalvac'dan gelmiş olan
Şehzade Mustafa ile Dâvûd Paşa kumandasında bulunan Osmanlı ordusuna
tesadüf etti; kanlı bir cenk vuku buldu. Yusufça Mirza ordusu tamâmiyle
bozularak tam bir ka(16)
(17)
(18)
(19)
(20)
Münşeât-ı Feridun'un İstanbul temsilinin 272. s.den. «Nûr-i hadîka» kelimesi yerinde
başka bir kelime olacaktı, zannolunur. Çünkü tekrar etmiş bulunuyor. Nâl-i menâh:
Arzusuna nail olsun. «Ve saîd ve şehîd» harf-i âtıfe-i ziyâde olmak muhtemeldir.»
Cevâbü'l-esfehi's-sükût». «Akılsıza, verilecek cevâb sükûtdan ibarettir»; Hammer'in
de işaret etmiş bulunduğu üzere darb-ı meseldir. (Mütercim).
Akşehir Türkler'in hikmet sahibi mizahperesti Nasreddîn Hoca’nın yattığı yerdir.
Evliya Seyâhatmâmesi'ne ve Jahrfoucher der Litteratur eserine müracaat, 19, s. 64.
Mc Kineir, s. 208. Bu Karamut (bizim Sa'dü'd-dîn'de s. 524, Karamuk) yukarıdaki
«Mut» değildir. Karamut, Karaman ile Hamîd-İli hududu üzerinde, Mut ise Adana
sâhilindedir.
Cihân-nüınâ, s. 639; Jahrbucher der Litteratur, 19, s. 72.
Kura-İli eskilerin «Coralis» (Koralis) dedikleri göldür. Cihan-nümâ’nın 619. s.nde
taşkınlara karşı göl kenarında yapılmış sedlerden bahs ediliyor (Sa'dü'd-dîn'de, s. 524,
Kır-ili.)
OSMANLİ TARİHİ
99
çiş hâlinde Uzun Hasan'ın ülkesine döndü. Ser-asker Şehzade Mustafa'nın muharebe
neticesini bildirmek için gönderdiği arîza evvelce naklettiğimiz hatt-ı şerîf gibi
sahibinin tefekkür tarzını gösterdiğinden bizce fi'l-hakika şehzade tarafından yazılmış
görünüyor. Veciz, basit, fermân-berâne, mahviyetkârâne olması cihetiyle diğer zafer
nâmelerinden mümtaz olduğu için tercümesini vecîbe addediyoruz (21):
«Dergâh-ı feth-i karîn ve bârgâh-ı zafer-i zamîn türabına arz-ı bende-i
kemtereyn budur ki: Hâliyâ fermân-ı şerîf vürûdun-dan sonra müstehak-ı
darûresen olan Uzun Hasan, demrehul'lla-hın akaarib-i akarib (akreblerden
ibaret olan akrabalarından) — şiarından İbnü Ümmî Yûsuf-i bedbaht bir
iki karındaşla-rıyle ve nice benâm Şark beğleriyle Karaman bî-hânümânın
evlâdından Pîr Ahmed ve Kaasım’ın önlerine düşüp Kaysariy-ye'den berî
ubur itdüklerinde bu bendeleri dahî mahmiyye-i Konya önünde yoklama
idüp, hâzır bulunan leşker-i zafer-eser ile müdâfaalarına müteveccih olup,
Anatolu beğlerbeğisi lalam Gedik Ahmed Paşa sağ koluma ve Rûm
beğlerbeğisi Mehmed Paşa bendeleri sol kolumda turup, mâh-ı
rebî'ü'levvelin on-dördü vâki' olan şenbe güni (M.İ. 2) müsâdeme-i saffeyn
ol-dukdan sonra ba'de'l-asr düşmanın bahtı güneşi guruba irişüp ve serdâr-ı
serbedârı olan Yûsuf-ı mezkûrden karındaşları Zeynel ve Amrû Muzaffer
ile dil tutulup ve şâir ümerâsı Mehmed Bakır ve gayri nâmdârları hâk-i
mezellete düşüp ve başları kesilüp hüsrü'd-dünyâ ve'l-âhire makûlesinden
oldılar. Ve ba-kiyyetü's-süyûf vâdî-i mahûfoan girizân olanların ekseri tîhi mühlikeden baş kurtarmayup helak oldılar: «Fekutıa dabirü'Ikavmi'llezîne zalemû ve'l-hamdulillâhi rabbi'l-âlemîn». Ve bu cümle-i
fütuhat saâdetlü pâdişâh-ı âlem-penâhın hayr duaları berekâtında olup,
ümîddür ki, başbuğları olan Uzun Hasan dahî tîğ-i siyâset-i guzâtdan geşte
ve serkeşte bî-gûr ve kefen tîh-i felâkete düşüp İaşesi ta’ıne-i mûr ve mâr
ola, inşa'allahu Tealâ. Ve bu müjde ile çaşnıgîr-başı Mahmûd kulları
gönde-rilüp akabince mîr-âhûr Keyvân bendeleri bil-cümle alınan baş ve
diller ile semm-i saâdet-mendlerine yüz süriyi irişmek üz-redür. Bakî
ferman dergâh-ı muallânmdur.» «Bende-i bî-riyâ Mustafâ» (22).
Mehmed, düşman ordusu kumandanının demire vurulmasını, şâir esirlerin de
başlarının kesilmesini emretti. îki Karaman beği Ahmed ve Kaasım harb meydanından
kurtulmuşlardı. Ahmed Uzun Hasan'ın nezdine
(21) Müverrihin tercümesi yerine Münşeât-ı Feridun'dan aynen alınmıştır.
(22)
Münşeât-ı Feridun, Nu: 227 (İstanbul basımı, s. 272 ve 273. Mütercim).
100
HAMME
R
gitti; Kaasım Kilikya taraflarına giderek Silifke'ye iltica etti ve kaleyi tahkim
eyledi (23).
Sultân Mehmed'i Uzun Hasan'la muharebesinde takip etmezden evvel AkKoyunlu Türkmen Hânedânı'nın bu kudretli hükümdarı ile o aileye bir nazar atf
etmek icâb eder. Uzun Hasan'ın faaliyetleri, hattî nâmı Avrupa müverrihlerinde
pek noksan olarak bilindiği içindir ki, bu açıklamanın faydalı olacağını
zannediyoruz. Hicretin sekizinci, Mîlâd'ın on-dördüncü asrı nihâyetinde Cengiz
Hân Sülâlesi'nden Moğol İmparatoru Argun'un hükümeti zamanında —biri AkKoyunlu, diğeri Kara-Koyunlu diye adlandırılan— iki Türkmen aşireti,
bulundukları çölleri terkedip, doğudan batıya yönelerek, birincisi Kapadokya,
ikincisi Beynü'n-nehreyn (Mezopotamya) mıntıkalarına gelip yerleşmişlerdi. Biri
güneyde Diyârbe-kir'de, diğeri kuzeyde Sivas'da. Ancak bir asır sonra, yâni
Moğollar'ın İran'daki hükümetlerinin tahribinden pekçok zaman geçtikten sonra,
dokuzuncu hicrî asır başlarındadır ki Asya'da bu iki aşiret ilk defa hükümdarlık
hanedanı olmak üzere görünürler. Kara-Koyunlu Hânedânı'ndan doksanyedi
senelik bir mevcudiyet içinde ancak dört (24), Ak-Koyunlu-lar'dan ise
doksandokuz sene zarfında dokuz hükümdar (25) gelmiştir. Türkmen Kara
Yûsuf, Kara-Koyunlular’ın hükümetini te'sîs etti. Timur tarafından,
memleketinden çıkarılması üzerine Yıldırım Bâyezid'e iltica ve Pâdişah'ı Tatar
Cihangîri'yle muharebeye teşvik etmişti. Bu hanedanın en kudretli pâdişâhı olan
Cihân-Şâh'ın sukutu, Uzun Hasan'ın şerefin zirvesine çıkardığı Ak-Koyunlu
Hanedanı târihiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cihân-Şâh, Kara Yûsuf'un torunu ve
ikinci cânişîni idi: İrâkeyn'i (Irâk-ı Arab ve Acem) ve eskiden Antropaten denilen
Azerbaycan'ı harben elde etmişti; Moğol şehinşahlarının eski payitahtları olan
Tebriz'de ikamet ederdi. Defalarca bahis mevzuu etmek fırsatına nail olduğumuz
Kara Yuluk (Kara Sülük; Kara Yülük), Ak-Koyunlu Hânedânı'nın riyasetinde
bulunmuştu. Kara-Koyunlu Hânedânı'ndan bir hükümdar, Asya'nın batısında
Timur'a rehberlik ederek, bu sayede memleketlerini genişlettiği sırada (26), Kara
Yuluk'un kardeşi olan Ak-Koyunlu Hanedanı memleketini Tatar Cihângiri'nin
tahribatına terkeylemeğe mecburiyet görüyordu. İşbu «Kara Yuluk» ismi, sahibi
olan hükümdarın defalarca göstermiş olduğu hunhârâne tabîate delâlet eder ki, şu
hareketi bu ismin bihakkın verildiğini isbâta kâfidir: Kendisine mağlûp ve esîr
olan üç hükümdarın üçünü de öldürmüştür. Bunlar Tokad ve Sivas hükümdarı
Kadı Burha(23)
(24)
(25)
(26)
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, kitap: 2, s. 255, Solak-zâde, varak: 58.
Bu Hanedan 777/1370 senesinde te'sîs edilerek, 874/1469 senesinde yıkü-mıştır.
809/1406'da başlar ve 908/1502'de yıkılır. Takvîmü't-Tevârîh.
Chardin, Seyahatler, 4, s. 94. Amsterdam, 1740.
05
OSMANLI TARİHÎ
101
nü'd-dîn (27), Haleb ve Şam hükümdarı Melik Âdil (28), Mardin hükümdarı
Melik Zahir îsâ (29) idi. Nihayet Kara Yuluk, Kara Yûsuf oğlu İskender'e
mağlûp olmasıyle kendisini Erzurum hendeğine atarak, yahut kazaen düşerek
hayatını terkedip orada dem edildi. Lâkin İskender üç gün sonra mezarından
çıkararak vücûdundan ayırdığı başını Mısır Sultânı'na gönderdi; Mısır Sultânı da
emirgüzârları olan Şam ve Haleb ve Mardin hükümdarlarının katlinden —hayli
geç olmak üzere— intikamını almış bulunmak için Kaahire'nin Süveyde denilen
kapısında teşhir etti (30). Uzun Hasan Kara Yuluk'un torunu ve üçüncü halefi
idi. Târihin kendisine verdiği Büyük (31) unvanına büsbütün liyâkati yok
değildir. Zamanında Ak-Koyunlu Hânedânı'nın hükümdarı bulunan kardeşi
Cihangir'e hizmetle yolunu açmıştır. Cihangir bir müddetten beri Kara Yuluk'un
kardeşi ve kendisinin amcası olan Hasan ile muharebede bulunduğundan,
biraderi Uzun Hasan'ı düşmanının üzerine gönderdi. Öteki Hasan büsbütün
mağlûp olarak esîr düştüğü cihetle, yeğeninin emri mucibince çocukları ve
ümerâsıyla birlikte idâm olundu (855/1451) (32). Bir müddet sonra biraderinin
çekilmiş olduğu Âmid (Diyârbekir) kalesini ansızın zaptetti. Uzun Hasan'ın
Gürcü ve ot taciri sıfatıyla sokmuş olduğu askerin sarayına hücum etmesi
üzerine, kardeşi ale'l-acele kaçmaktan başka bir kurtuluş çâresi bulamadı (33).
Uzun Hasan Ak-Koyunlu ailesinin henüz hükümdarı değil idi. Bununla beraber,
Âmid şehrine mâlik olur olmaz Osmanlı toprağı üzerine tecavüze başlayarak,
Develi-Hisar kalesini zaptetti. Ancak —yukarıda söylediğimiz veçhile— Sultân
Mehmed Trabzon fethine gittiği vakit Pâdişah'tan sulh talebine koşarak, validesi
Sara ma'rifetiyle (34) bir muâhede-nâme akdetti ki, onun hükmünce Fâtih'in
Trabzon împaratoru'yla muharebesinde tamâmiyle bî-taraf kalmayı taah-hüd
ediyordu (867/1462). Sara'nın —Uzun Hasan büyük anne ve zevcesi gibi—
Komnen sülâlesinden olması muhtemeldir; komuşları olan Osman-lılar'a karşı
aralarındaki menfaat müşterekliğini izdivaçlarla te'yîd etmek —Ermenistan'da
hâkim olan Ak-Koyunlu hükümdarları gibi— Trabzon İmparatorlarımın da
siyâsetlerine muvafık geliyordu. Bunun içindir ki, Kara Yuluk Trabzon
İmparatoru Aleksis Komnen'in kızıyla izdivaç et(27)
(28)
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
801/1398'de. Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh. Arabşâh, Tfaqur Târihi, 5, 3, Arab basımı.
809/1406 Hacı Kalfa, a.g.e.; Cenâbî.
Cenâbî, Viyana Kütüphânesi'nde, Nu: 469, s. 227.
Kezalik.
«His name was Alexius; and the epithete of great was applied perhaps to his stature rather
than to his exploits.* 41, 6, 182 (Aleksius, Kara Yuluk'un kayınbiraderidir).
Cenâbî, s. 228.
Kezalik.
Osmanlı müverrihleri ve Halkondilas.
102 HAMMER
miş olduğu gibi, torunu Uzun Hasan da (35) babası Aleksis'in hükümetine vâris olan
Jan Komnen'in kızı prenses Katerin ile izdivaç eyledi; bilâhare Sultân Mehmed Uzun
Hasan'a hediye olarak bir Komnen prensesi daha gönderdi (36). Uzun Hasan, biraderi
Cihangir'in vefâtiyle Ak-Koyunlu tahtının yegâne mâliki olur olmaz, Kara-Koyunlu
hükümdarı Cihân-şâh ile muharebe etti. Cihânşâh Sultân ‘ınehmed'den yardım
dilemişti (37). Lâkin Pâdişâh o vakit İskender Beğ muharebesi ve İlbâsan kalesinin
binası ile meşgul olduğundan, Cihânşâh'ın ricasını is'âf edemedi. Cihânşâh yardıma
mazhar olamamakla beraber kahramanca muharebeye devam ettiyse de birçok
kavgalarda tâli'in müsâadesizliğine uğrayıp esîr düşerek idâm edildi (38). Hasmının
Sultân Mehmed'den yardım istemiş olduğuna malûmatı olan Uzun Hasan, Pâdişah'a
bir zafernâme yazarak, biri Cihânşâh'ın müşavirinin (39) olmak üzere, üç de baş
gönderdi (NOT: 3). Uzun Hasan, mektubunun nihâyetinde aralarında akdedilmiş olan
ittifakın hakkaniyet ve samîmîyetiyle muhafazasını tavsiye etmekle beraber, Pâdişah'ı
Ak-Koyunlu Hânedânı'nın ikbâli ve memleketlerinin genişliği için duacı olmağa
davet ediyordu. Timur'un torunu olup bütün Mâverâ-yı Ceyhun'da saltanat etmekte
olan Mîrân-şâh-zâde Ebû Saîd'e —ki Uzun Hasan'a karşı ilân-ı harb etmiş idi— daha
mağrûrâne bir zafernâme gönderdi; bizzat Cihânşâh'ın başı da beraber idi (40). Ebû
Saîd'in pederi Mîrân-şâh, Azerbaycan Hükûmeti'ni Timur'un mîrâsı olarak almış
olduğu halde, Uzun Hasan, Cihânşâh'ın vefatından sonra, bu kıt'ayı kendi memleketlerine ilhak etmek istiyordu. Ebû Saîd, bedbaht hükümdarın kesilmiş başının
manzarasıyla korkuya kapılmayarak, babasından ve büyük babasından kalan
memleketi istirdâd için bizzat hareket etti. Uzun Hasan bir derbendde pusuya girerek
düşman ordusunu hemen kamilen mahv ve Timur'un torununu esir etti (41). Ne
Timur'un torunlarından bir hükümdara gösterilmesi lâzım olan hürmet, ne de
memleketlerinin hükümranlığını Batı Asya'da kendisine rehberlik ettiği bu cihangire
medyun bulunan ceddinin hâtırası gaalibin intikamına mâni olabildi; sağ bırakılmayacak derecede büyük kudret sahibi olan Ebû Saîd'in de başını kesti. Seyhûn
memleketlerinin hükümdarının başı tehdit-âmiz bir zafernâme ile Mısır Sultânına
gönderildi. Mısır Sultânı Uzun Hasan'ın ihtarlarına ve tehditlerine ehemmiyet
vermeyerek Ebû Saîd'in başını yıkattı ve ihtiramlarla defn ettirdi (Not: 4).
(35)
(36)
(37)
(38)
(39)
(40)
(41)
Halkondilas, Bale basımı, s. 155 ve 157.
Spandojino, s. 47, Halkondilas'a atfen.v
Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde.
Cenâbî.
Uzun Hasan'ın mektubunda «hâkim-i dîvânadır. Mütercim.
Cenâbî, s. 228.
Kezalik.
OSMANLI TARİHİ
103
Uzun Hasan, Mâverâünnehr pâdişâh-ı şevket-iktirânına galebesiyle kabına
sığmayacak kadar mağrur olarak, Timur hafîd-zâdesi yâni Hüseyin Baykara'nın
oğlu ve Ömer Şeyh'in torunu Hüseyin'i de Horasan tahtından ayırmak gibi,
cüretkârca bir karar verdi. Bu maksada binâen Hüseyin'in yeğeni olup neseb
silsilesi Muhammed, Baysunkur (Not: 5), Cihangir'in oğlu Şahruh vâsıtasiyle
Timur'a dayanan Yadigâr Muhammed'-in Horasan tahini zapt için iddia ettiği
hukuku muhafaza edeceğini ilân etti. Sultân Hüseyin, rakibinin mâlik olabildiği
üstün kudret önünde ric'-atle evvelâ Herât'a, sonra orasını da terkederek Belh'e
çekildi (42); Uzun Hasan'ın mahmîsi olan Muhammed Yadigâr, Herât tahtına
cülus ve se-fîhâne işleriyle ortalığı berbâd etti (43). Uzun Hasan'ın misafiri ve
müttefiki olan Karaman Beği Pîr Ahmed'e yazdığı zafernâme, onun saltanatı
zamanı târihi için kıymetli bir vesikadır. İçini dolduran övünmeler bir tarafa
bırakılarak, ihtiva ettiği vak'alar, o zaman saltanatının hududu Horasan'dan
Karaman'a kadar uzanan ve İran'ın büyük bir kısmını içine alan Uzun Hasan'ın
kudretinin vüs'atini isbât eder (Not: 6).
Bu tumturaklı zafernâme Pîr Ahmed'e:
«Sultân Hüseyin Baykara evvelâ Uzun Hasan'a dostluk te’ınin ederek,
Uzun Hasan da onun izhâr eylediği meveddete muka-beleten sefîr
göndermiş ise de (44). bu muhabbetin ne sabit, ne de sâmîmî olmadığını
az vakit içinde anladığından, Timur Sülâlesinden Yadigâr Muhammed'i
babalarının mirasına nail olmak için intihâb ederek, bunun hukukunu
kendisinin oğlu Halil Bahadır ve ümerâsından Yûsuf Beğ, Şâh Mansûr
Beğ, Alî-cân Beğ kumandanlarında bir ordu ile müdâfaa etmiş olduğunu;
şâşâadâr seferine mükâfaten Halil'e Seyhûn ve Sind nehirlerine kadar
Horasan'ın Şark ve Garb kısmını bağışladığını (45); diğer oğlu
Muhammed'i Mâzenderân, Taberistan, Esterâ-bâd, Kumîs, ve Efgân,
Sünân, Bistâm", Fîrûzkûh, Lârcân (46) beldelerine vâlî tâyîn ederek,
hükümetine hürmet ettirmek için maiyyetine otuz bin kişilik bir ordu
verdiğini; üçüncü oğlu Zeynel Beğ Bahadır'a dahî Basra Körfezi'ne kadar
Kirman ve Sircân eyâletleriyle Irak'ın bir kısmı (47) valiliğini tefviz eyle(42)
(43)
(44)
(45)
(46)
(47)
Cenâbî, s. 173.
Kezalik. .
Sefîr'in ismi «Kaadı» (Kadı) dır. Sa'dü'd-dîn, Âlî, Yûnus. (Kaadı Sadrü'd-dîn Alî leşker
nüvîs» Mütercim).
«Şehr-i Herât, tâ kenâr-ı ab-ı Âmûye ve serhâd-ı Hindustan* (Mütercim).
«Memleket4 Mâzenderân ve mecmû-ı Taberistan çün Sârî vü Esterâbâd vü bilâd-ı Kum vü
Horasan vü Damgan vü Bistâm vü Sümnân vü Fîrûzkûh vü Lârcân.» (Mütercim).
«Ez memâlek mergûb Irak msil-i Sultaniye vü diğer vilâyet» (Mütercim)
104
HAMME
R
diğini; Horasan, Nün, Kaîs, Tâîn (48) beldeleri arasında yirmi bin
asker ikamesiyle bu mahaller ahâlisinin kendisinin hükümetine itaat
ve sadakat ibrâs etmeğe mecbur edildiğini» bildiriyordu.
Uzun Hasan bunlara ilâveten müttefiki Pîr Ahmed'e şurasını da haber
veriyordu ki:
«îklîm-i Fars'ı itaati altında tutmağa kâfî askerle işgal etmekte olduğu
gibi, Lûristân'da Ebû Saîd ve Cihânşâh'ın zaptede-memiş oldukları
Hurremâbâd kalesini ele geçirmiş ve Kürdis-tân’ın payitahtı olan
Cezire şehrini (Not: 7) taht-ı temlikine idhâl eylemiştir; el-hâsıl,
beinâyetullâhi Teâlâ şimdi hükûmet-i vâsi ası bir sedd-i İskender ile
muhat imiş gibi— bütün yabancı istilâlara karşı tamâmiyle mahfuz
bulunmuştur» (49).
Bu muvaffakiyetler Uzun Hasan'a o kadar gurur verdi ki, kendisini Şark’ın
hudâvendi, âmir-i mutlak'ı nazarıyla görmeğe başladı. O zamandan itibaren —
vaktiyle Timur'un Bâyezîd ile cenk etdiği gibi— o da II. Mehmed ile harb
edebilirim sandı. Timur'un gösterdiği misâle imtisâlen, Osmanlılar'ın
tahtlarından tardettikleri beğlerin dehaletini kabul ile, memleketlerini istirdâd
etmeleri için yardım etti. Kastamonu Hâkimi Kızıl Ahmed ile Karaman Beğleri
onun sarayında ilticâgâh bulmuşlardı. Bu hareket, Fâtih'in öfkesini çekmek
maksadiyle yapılmıştı; lâkin Pâdişah'ın en ziyâde hamiyyetine dokunan şey —
Mehmed ile dâima dostâne münâsebetlerde bulunmuş olan— Cihânşâh'ın
bozulduğunu ve öldürüldüğünü mutazammın Uzun Hasan'ın göndermiş olduğu
zafernâmedir (50-51). Uzun
(48)
(49)
(50)
(51)
«Tün vü Tabs Kaaîn vü Câlr Tâşarcân» (Mütercim). (Merâsıdün-tttüâ, c. 2, s. 195'e
göre Tâîn, yahut Tâyls ve Tays olmayıp Tabs'dır. Tün (veya Tavn) Asya'da bir
bölgenin, Nûn (Nevn) bir beldenin ismi (Burhan-ı Kralı') olmağla, Hammer'in dediği
gibi Nûn (Nevn) mi, yoksa bizim naklimiz gibi Tûn (Tavn) mı olacağı kat'iyyen
kestirilemez. Merpâsıdü'l-It-tda' (c. 3, s. 239, haşiye nu: 7) «Medînetü Nevn» (Nûn?)
ve (c. 1. s. 219) «Tûn» (Tavn), «medinetü min nâhiyetihi Kûhistân kurbi Kaain» demesine: ğöve «Tûn» (Tavn veya Tevn) olması daha muhtemeldir. Mütercim)
Mtia&eât-ı Feridun'da nu. 223 (asıldan). İstanbul basımı Münşeât-ı Feridun'da Uzun
Hasan'ın Pîr Ahmed'e zafer-nâmesi münderic değildir. Ancak şu mealde Sultân
Mehmed'e irsal eylediği bir nâme münderictir. (s. 269-271). Bu farşça mektub
mütercimin ilâveleri kısmına eklenecektir) Yukarıda metin içinde (haşiyelerde)
nakledilen ibareler o mektuptandır (M.İ. 3).
Zafernâme, Feridun Beğ Münşeâtı'nda nu: 222, tarihsiz ve cevapsız (İstanbul basımı,
s. 266, 267. Mütercim).
Feridun Beğ Münşeâtı’nın 207 ve 217 nu.larmda Kostantmiyye ve Mora fethi
münâsebetiyle Pâdişah'ın Cihânşâh'a gönderdiği iki mektupla, ce-
OSMANLI TARİHÎ
105
Hasan diğer bir mektubunda da Pâdişah'a Sultân unvanını vermiyerek sâdece
«Mehmed Beğ» tesmiye ediyordu (52). Bu son mektubunda Uzun Hasan bütün
Fars iklimini feth ile düşmanlarının tamamını hezimete uğratmış ve Şîrâz'ı
payitaht ittihaz etmiş olduğunu; Hüseyin Baykara'nın kendisini metbû tanımakta
olduğunu; onun memleketlerinde hep hutbelerde yalnız kendi nâmının
zikredildiğini ve sikkelerin kendi ismine darb edilmekte bulunduğunu beyân
ederek Hakk'ın lûtfuyla artık korkacak düşmanı kalmadığını söylüyordu. Sultân
Mehmed'in Hüseyin Baykara ile münâsebetleri Cihânşâh ile olduğu kadar
dostâne bulunduğundan (53), şu mektup daha ziyâde infialini mûcib oldu (54).
Cevâbı, Uzun Hasan'ın mektubundan daha tahkir ediciydi. Fâtih Uzun Hasan'ı
âdi bir Acem hanı gibi tutarak hitâb ediyordu. Mektubu şudur:
FÂTİH'İN UZUN HASAN'A CEVABI
«Bismi'l-lahi'r-rahmani'r-rahîm...
Ve's-selâmü alâ min etba'l-hediy, hâlıkü'l-kevneyn, ve râzıkü's-sakaleyn, celletü
kudretihi ve illetü kelimetihi hazretlerinin ben kulı ki vâliyü'l-bilâd, hâmîyü'libâd, muhyî-i sünnet-i re-sûlu'llah, ve mücrî-i şerîat-i nebiyyu'llah, aleyhi ve alâ âlihi
sa-lavatu'llah, şâh-ı serverân, Sultân Mehmed bin Murad bin Mehmed bin
Bâyezîd Hân'ım; sana ki serdâr-ı Acem, hân-ı a'zam, Keyhusrev-i yegâne,
Ferîdûn-i zemâne Hasan Han'sın, misâl-i şerifimde şöyle ısdar büyürdüm ki:
Agâh olasın. Kişi devlete mağrur olup haddinden tecavüz idüp bî-insâflar
harekâtın kılmak alâmet-i intikal-i devlet ve emâret-i zevâl-i memleketdûr; pes
şol vesâvis-i şeytâniyye kim dimağın cevfini makarr idün-mişdür, istinşâh-ı
ma'-i inâbet birle anı zail ve akl imamını pişvâ idesin ki bizüm memleketimüz
dârü'l-İslâm'dür, abâ an ceddin devletim üz çerâğı küfr ehlinün yüreği yağıyle
rûşen-dür; îslâm ehline eger yavuz kasdın var ise â'dâ-yı devlet ve
(52)
(53)
(54)
vaplan münderiçtir. 211 nu.da dahî Cihânşâh'ın Bağdat fethine dâir nâmesi ve 212 nu.da
cevâbı görülür. 188 ve 190 nu.larda Cihânşahın gençlik yularında ve henüz II. Murad'ın
pâdişâh bulunduğu zamanda gönderdiği nâmeler ve 189 ve 191 nu.larda cevaplan yazılıdır
(bkz. M.İ. 4).
Feidûn, nu. 224 (İstanbul basımı, s. 271).
Ferîdûn, nu: 198, cevâbı 199. (bkz. M.î. 5)
Fâtih'in cevabiyle mukabele olunabilmek için Uzun Hasan'ın mektubunu Feridun'un
271'inci sahîfeîsinde bulabilirsiniz.
106
HAMMER
şerîatden ba'zı sensin ve sana mutâbaat idüp muavenet iden-lerdür;
pes bizüm dahî ol taifenin kam'ı kasdına atımız eyer-lenmişdür, ve
kılıcımız kuşanılmışdur; «Belmedim, veya gaafil idim» dimeyesin. Hiç
sen berü gelmek hacet değildir; Şavvâl-i mübârekde umt-ı meyâmına
(?) fettâh-ı zü'l-mennân destûriyle leşker-i mansûrum birle kal'a-i
Kara-Hisar'ın üzerine varırım şol kasda ki kahhâr-ı cebâbire,
takaddeset-i esmâühü, ben ku-lını sebeb kılup, senün zulmüni
mazlumlar üzerinden götürem, ve nâm ve nişanını nâ-bedîd kılam.
Bi'l-cümle tatvîl-i kelâm lâzım değildür. Misâl-i meymûnuma cevâb
gönderesin. Ve's-selâmü alâ min aradnâ bi'l-hayr, ve'l-hamdüli'llahi'lvâhibi'n-nusretin alâ hayr'l-halaka Muhammedin ve âlihi ve ashabihi
ecma'în alâ hayrü'l-halaka Muhammedin ve âlihi ve ashabihi ecma'în,
ilâ yevmi'd-dîn» (55) (M.İ. 6).
Mart nihayetine doğru (56) Fâtih Üsküdar'dan hareket ederek Yenişehir'e
gitti; Rumeli askeri de Gelibolu iskelesinden Anadolu'ya naklolundu. Ordu
Beğpazarı'na vardığı zaman Karaman Vâlîsi Şehzade Mustafa gelerek pederinin
elini öptü; biraz ileride olan Kazâbâd'da dahî Amasya Vâlîsi Şehzade Bâyezîd
yetişip ve o vazifeyi ifâya müsâraat eyledi. Mehmed, Sivas sahrasında ordusunu
yoklama etti. Rumeli Beğlerbeği —Paleolog sülâlesinden Vitos'un (57) oğlu—
Hâss Murad Paşa, Şehzade Bâye-zîd'in maiyyetinde, kırk sancak ve yirmibin
yeniçeriden mürekkep olan sağ cenaha kumanda ediyordu; Şehzade Mustafa'nın
maiyyetinde bulunan Dâvûd Paşa yirmidört sancak ile yirmibin Azab'dan
mürekkep sol cenahın başında idi. Merkez'de, mûtad veçhile, bizzat Pâdişah'ın
maiy-yetine mahsûs süvârî askeri bulunuyordu: Sağda Sipahiler, solda silâhdarlar, Sipâhîler'in arkasında Ulûfeciler, Silâhdarlar'ın arkasında Garib-ler vardı;
şu suretle taksim edilmiş olan ordu yüzbin kişiyi buluyordu (58). Akıncılar reîsi
olan Mihâl-oğlu Alî Beğ düşmanın Tokat'ta yapmış olduğu vahşetlerin intikamını
almak ve bütün ovadaki memleketleri tahrîb
(55)
(56)
(57)
(58)
Münşeât-ı Feridun'dan, nu: 244. Bu mektubun ne târihi, ne de cevabı vardır. Lâkin,
Kont Dö Löçov'un lutfuna medyun bulunduğumuz diğer bir Türk ve Acem vesikalar
mecmuasında —ki Münşeat_ı Feridun kadar kıymetlidir— mektubun cevabı Şavval'in
l'i târihiyledir. (İstanbul basımı, 271 ve 272'lnci sahîf elerden nakledilmiştir.
Mütercim).
Hicret'in 877 senesi Şevval'i içerisinde.
Grusii (Kruzü)'nin Türk-Rûm Târiht'nde, s. 24.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 265; Solak-zâde, varak 59; İdrîs, 141. Bu müverrihlerin
cümlesi muharebe tertibatını bu suretle gösteriyorlar. Şu halde, Anadolu kıfasında
harb edildiği için Anadolu Beğlerbeği'nin sağ, ve Rumeli Beğlerbeği'nin sol kola
kumanda etmesi kaidesinde bir istisna vukuuna şüphe edilmemek lâzım gelir; meğer ki
İdrîs bir hatâ etmiş ve diğerleri de onu istinsah eylemiş olsun.
OSMANLI TARİHİ
107
etmek üzere ileriye gönderilmişti. Uzun Hasan Sultân Mehmed'in gelişinden hem
Akıncılar'ın hücumu, hem de Pâdişah'ın yukarıda naklettiğimiz mektubu ile
haberdâr olmuştu. Bunun için Fırat kenarında kendisine müsâid bir mevkî
seçmeğe vakit buldu; sağını nehre vererek, arkasını da dağ ile örterek mevkî aldı.
Mihâl-oğlu Acemler'in manevra üstünlüklerini görerek ric'at etmiş olduğu halde
taliadaki (öncü birliklerinde-ki) hafîf süvariye kumanda eden genç general Hâs
Murad Paşa şiddetle Acem ordusuyla çarpışmak arzusuna kapılmış ve birkaç
karakol müsâ-demesindeki muvaffakiyetine aldanmış olduğundan, düşmanın
arkasından ayrılmayarak hücum etti. Murad Paşa'yı takip etmekte olan Mahmûd
Paşa, ona geri dönmek ve bir adım ileri gitmemek için emir verdiyse de, Murad,
şecaatine mağrûren ilerlediğinden Uzun Hasan'ın —sahte bir ric'at hareketi icra
ederek— kurmuş olduğu tuzağa düştü. Murad, tedbirsizliğinin vahim neticesini
pek geç anladı; kahramanlık meziyyeti kendisini kurtarmağa yetmediğinden
kumanda ettiği askerin büyük kısmıyla beraber harb meydanında kaldı. Osmanlı
ordusunun en itibarlı zevatından üçü, yâni eski Mora vâlîsi Turhan'ın oğlu Ömer
Beğ, Rumeli defterdarı Hacı Beğ, fukahâ'dan Fenârî-zâde Fakîh Ahmed Çelebî
düşman eline esîr düştüler. Uzun Hasan bunları —çadırlarında sıkı muhafaza
altında bulundurarak— arkasından götürdü. Şâir esirler Bayburt'a (Beberdum)
nakledildi. Uzun Hasan, bu necîb esirleri görünce, muzafferâne bir tavırla Ömer
Beğ'e hitâb ederek: «Osmanlı ordusunun en güzîde askeri olan Rumeli askerini
tenkil ettikten ve Mora Fâtihi'nin oğlu kendi eline esîr düştükten sonra artık
Osmanlı Devleti'nde artık eski kuvvet kalmamış» olduğunu söyledi. Ömer Beğ
ona cevaben neş'esinin henüz vakitsiz olduğunu ve Pâdişah'ın daha kendi gibi
yüzbinlerce adamı bulunduğunu beyân etti. Bu sözler îran Fâtihinin hiddetini
mûcib olduğundan Ömer Beğ ancak bâzı müdâhenekâr sözlerle onu teskin
edebildi (59).
Sultân Mehmed, bu mağlûbiyete karşı —hakîkaten görmüş, yâhud askerinin
yeniden cesaretini yükseltmek için öyle gösterilmesini münâsip bulmuş (60)
olduğu— bir rüya ile müteselli oldu. İkisi de pehlivan kıyafetinde olarak kendisini
Uzun Hasan'la güreşiyor görmüştü; Sultân Mehmed, Hasan'ın ilk hamlesine
mukavemet edemiyerek diz üstü düşmüş ise de, müteakiben bütün kuvvetini
toplayarak Uzun Hasan'ın göğsüne öyle bir darbe indirdi ki, hasmının yüreğinden bir
parçası yere düştü (Not: 8). Fâtih uyanınca bu rüyayı kumandanlarına ve vezirlerine
nakletti. Rüya pek müsâid bir surette tâbir edilerek bütün orduya yayılıp herkesi teşcî
(59)
(60)
Neşrî, s. 227. Bu hâdiseyi bizzat Mehmed Beğ'in ağzından rivayet eder. Sa'dü'd-dîn ve
Solak-zâde daha mufassal nakl ederler.
Daha sonraki fennî terakkiler dahî rüyaların ehemmiyetini artırmıştır. Sultân
Mehmed'in rüyayı hakîkaten gördüğü bizce şüphesizdir. Mütercim.
108
HAMME
R
etmiş olduğundan, düşmanın üzerine emniyetle yürünüldü. Bu rüya, kendisinden
beklenilen neticeleri tamâmiyle istihsâl etti. Çünkü birkaç gün sonra hakikat oldu.
Pâdişâh, Erzincan yakınlarında Uzun Hasan'a karşı meşhur bir muvaffakiyet
kazandı. Osmanlı ordusu Bayburd'a (61) yönelerek, Uzun Hasan'ın ülkesi içinde
altı gün yol almıştı. Yedinci gün —ki 877 Rebî'ü'l-evvel'inin bir'ine (62) ve 1473
Temmuz'unun yirmialtısına tesadüf eden pazartesi (Not: 9) günüdür— Tercan
yakınlarında «Üç Ağızlı» nâmıyla yâd olunan yere varıldı. Orada Mehmed,
düşman ordusunun Otlukbeli tepelerinde harb safı üzerine dizilmiş olduğunu
gördü; Uzun Hasan'ın sağ cenahı küçük oğlu Zeynel'in, sol cenahı da büyük oğlu
Uğurlu Muhammed'in kumandası altındaydı. Pâdişâh, iki şehzadesini Uzun
Hasan'ın oğullarının karşısına gönderdi. Şehzade Mustafa Anadolu askeri ve
Azablar'la sol cenaha, Şehzade Bâyezîd de Rumeli askerleri ve Yeniçerilerle sağ
cenaha gittiler. Zeynel-, Sultân (Şehzade) Mustafa'nın şiddetli taarruzuna
mukavemet edemedi; askeri mağlûp oldu, kendisi de harb meydânında düştü.
Azablar Ağası Mahmûd (63), Zeynel'in başını kesip Şehzâde'nin ayakları dibine
koyarak, o da Pâdişah'a göndermekte müsâraat eyledi. Türkçe'de ve Farsça'da
çocuklara babalarının ciğer-pâ-resi denildiği veçhile (64), Mehmed'in rüyası bu
suretle hakikat olmuş bulunuyordu. Bu esnada Bâyezîd dahî, biraderi kadar tâliin
müsâadesine mazhar olarak, düşmanın Uğurlu Muhammed kumandası altında
bulunan sol cenahı mağlûp edildi; bunun üzerine Türkmen ordusu pek perîşân bir
halde kaldığından, Uzun Hasan muharebeyi kaybetmiş olduğunu anlayarak, harb
meydânını terkedip firar etti. Mehmed, üç gün muharebe meydânında kalarak
esirleri idâm ettirdi (65). Yalnız ilmin ve âlimlerin hâmîsi olan Uzun Hasan'ın
dâima beraber bulundurduğu ulemâya ilişmedi. Bunların arasında, Irak'ın en
namlı ulemâsından olan Kadı Mahmûd Şerîhî ile Uzun Hasan'ın imâmı Kadı
Hasan Keyfî ve nişancısı Sey-yîd Muhammed vardı. Sultân Mehmed bunların
zincirlerinin alınmasını emrederek bizzat iltifatta bulundu.
Uzun Hasan'ın Cihânşâh'ın mağlûbiyetinde esîr ederek o vakitten beri
arkasında dolaştırdığı Kara-Koyunlu ümerâsından herkes serbest bırakıldı. Fâtih
bunların öteden beri Osmanlı Pâdişâhlarının mahmîsi olduklarını hatırladı. Timur
sülâlesinden üç mirza, yâni Mirza Muhammed
(61)
(62)
(63)
(64)
(65)
Makdonal Kineir, s. 355; Cmân-nümâ, 424; Sâl-nâ-me1-* Edebiyyât, 14, s. 32.
Müverrihin (Not: 9) zeylinde ve mütercimin izahında işaret olunacağı üzere, 878
Rebî'ü'l-evvel'inin onaltıncı günü olacaktır (Mütercim).
Âlî'nin, Mehmed'in Zamân-ı Saltanatı'nın 24. bâbmdaki rivayetine nazaran, Zeynel'i
kati eden Oruç nâmındaki Sivaslı bir Sipâhî'dir.
«Pâre-i ciğer»: Yürek paresi.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 279. Solak-zâde, varak: 59. Neşrî, varak: 228--230. İdrîs,
143-147. Âşık-paşa-zâde, 411-423.
OSMANLI TARİHİ
109
Beğ Bakır, Mirza Zeynel, Muzaffer —ki valideleri cihetinden Uzun Hasan'ın
ceddi Osman Bayındırî'nin akrabasından idiler— Pâdişah'ın esiri sıfatıyle
Amasya'ya gönderildi. Uzun Hasan'ın başlıca kumandanlarından diğer ikisi, yâni
Alpagut Muhammed Beğ ile Çakırlı Bâyezîd'in oğlu Ömer Beğ zincire vuruldu.
Titrek Sinan Beğ'in oğlu olup Osmanlı olduğu hâlde tahsilini ikmâl etmek
maksadıyle İran'a, Şâh'ın nezdine gitmiş ve Uzun Hasan'ı Rûm (Anadolu)
üzerine yürümeğe teşvik etmiş olan Sinan Beğ idâm edildi (66). Üç bin Türkmen
de bu akıbete düçâr oldular. Fakat hepsi birden ve ilk muzafferiyet neş'esi
hengâmmda idâm edilmedi. Bu zalimane manzarayı sürdürmek için esirler ordu
ile götürülerek, her merhalede dörtyüzü ayrılıp başlan kesilirdi. Otlukbeli
Muhârebesi'nde düşen Osmanlılar'ın ruhları için bu kurbanların kesilmesi yedi
gün devam etti (67). Sekizinci gün, muzaffer ordu —Ermenistan'ın o kısmının en
müstahkem mevkîlerinden olan— Kara-Hisar önüne vâsıl oldu. Uzun Hasan'la
muharebenin bidayetinden beri Mahmûd Paşa dîvân-ı hümâyûnda evvelâ KaraHisar kalesinin fetholunması lâzım geleceğini ve o kadar müstahkem bir kalenin
ordunun arkasında ve düşmanın elinde bırakılmasının pek tehlikeli olduğunu
söylemişti. Pâdişâh bunun üzerine hiddetlenerek «Maksâd kaleler fethi değil,
ordular mağlûp etmektir» demiş, fakat gazabının eserlerini göstermeyi geleceği
bırakmıştı. İran'ın Fâ-tihi'nin mağlûbiyetinden sonra, Kara-Hisar Sultân
Mehmed'in ilk teklifi üzerine teslîm oldu. Neşrî'nin rivâyetince, bu kale
Pâdişah'ın heybet-i nazarından titredi (68). Kara-Hisar kuamndanı Dârâb Beğ'in
itâatinde-ki sür'ate mükâfaten Çirmen sancağı verildi. Fâtih bu münâsebetle —
harb başlangıcında askerin maaşına mahsuben tevzî ettirmiş olduğu on milyon
akçeyi— bağışladı; yine bu münâsebetle —gerek Cenâb-ı Hakk'a arz-ı şükran
zımnında bir nezir neticesi olsun, gerek mücerred bir insaniyet hissiyle olsun—
erkek ve kadın bi'l-cümle esirlerini de âzâd etti. Pâdişah'ın bir sözü kırkbinden
ziyâde delikanlı ile birçok genç kızın hürriyetlerine sebep oldu. Mehmed, bu
suretle hem adalet, hem merhamet gösterdikten sonra, zafernâmeler yazdırmayı
düşünerek —kalenin civarındaki şap mâdenlerinden dolayı bu ismi almış olan—
Şebin-Karahisarı'n-dan târihledi. Bu zafernâmeler, Timur'un torun-zâdesi ve
Horasan Emîri olup daha önce Uzun Hasan'ın galebe eylediği Hüseyin Baykara
(69) ile Kastamonu Vâlîsi Şehzade Cem'e (70) gönderildi. Bundan mâada Devlet'in bi'l-umûm sancaklarına ve beğlerbeğilerine Otlukbeli muzafferiye(66)
(67)
(68)
(69)
(70)
İdrîs, varak: 149, Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 278.
Neşrî, Âlî, İdrîs.
«Hudâvendigâr’ın bir nazar-ı heybetiyle feth olundu». Sa'dü'd-dînî, Âlî, Solak-zâde, İdrîs,
Ravzatti'l-Ebrâr, Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh.
Münşeât-ı Feridun, nu: 231.
Kezalik, nu: 232.
110
HAMME
R
ti şerefine şenlikler yapılması için hazırlıklarda bulunmaları emr olundu (71) (M.Î.
7).
Mehmed'in Kostantiniyye'ye dönüşünden sonra ilk siyâsî hareketi sadrâzam
Mahmûd Paşa'yı azletmek oldu. Mahmûd Paşa, bu suretle ikinci defa vezîr-i
azamlık mevkiinden düştü. sPâdişâhın Mahmûd Paşa hakkındaki infialine birçok
sebepler vardı: Mahmûd, evvelâ, Üsküdar'da toplanan ve kış ortasında sefere
gidecek olan ordunun kumandasını taahhüd etmek istememişti. İkincisi, harb
harekâtına Şebin-Karahisan kalesinin zaptıyla başlanması hususundaki ısrarı
Pâdişah'ın hiddetini artırmıştı. Bundan başka, Otlukbeli Muhârebesi'nden sonra
düşmanın kendi memleketleri içerisine kadar tâkib edilmemesini teklif etmiş ve
bu teklifinin Sultân Mehmed'in re'yine mugayir olarak galebe etmiş olması
Pâdişah'ın mutlak gazabını celbetmişti. Bununla beraber, Mehmed, vezîr-i
â'zamınm dirayet ve şecaatine muhtâc olduğu müddetçe intikam hissini izhâr etmemişti. Lâkin harb sona erdiği vakit bu his evvelâ Mahmûd Paşa'nın azliyle
zahir oldu; Pâdişahı'n müthiş tabiatı, yalnız azl ile iktifa edemediği için, az bir
müddet sonra katline de ferman sâdır oldu (1474) (72). Bunun için bahane
bulmak da müşkil olmadı. Osmanlı müverrihlerine nazaran Mahmûd Paşa bu
bahaneyi bizzat kendisi çıkardı. O müverrihlerin kavline göre, Şehzade
Mustafa'nın (73) vefatı üzerine sabık vezîr sevinç izhâr ederek satranç oynamış
ve matem elbisesi giyecek yerde beyaz elbiseler ile meydana çıkmıştı (M.İ. 8).
Lâkin Mahmûd Paşa'nın asıl cür-mü bu değildi: Pâdişah'ın en ziyâde gazabına
sebep olan, vezîr-i â'zamın birçok hallerde göstermiş olduğu istiklâl fikri idi. Bir
de Sultân Mehmed, Mahmûd Paşa'nın insaniyet hissine uygun olarak, Bosna
Beği'nin hayâtını uzatması ve Karaman Beği İshak Beğ'in firarını kolaylaştırmış
olmasından dolayı intikam almak istiyordu. Pâdişah'ın, bu istiklâl fikrinden
dolayı beslediği intikam, hissi, Bosna, Sırbistan, Ağrıboz Fâtihi'nin hizmetlerini
unutturmağa kâfî gelmişti. Mahmûd Paşa'nın ilim ve âlimler hakkında ibraz
eylediği maârif-perverâne himaye ve devletin kendisine medyun olduğu nâfiâ
te'sîsleri, Paşa'yı tahkir edici bir ölümden kurtaramadı. Bir Rûm ile İlliryalı bir
anadan doğan Mahmûd Paşa'ya çocukluğunda cebren İslâmiyet kabul ettirilmişti.
Osmanlı Devleti'nde mevkiinin ehli olan ilk vezîr-i â'zam budur. Birçoğu dört
asır, yâni zamanımıza (Hammer'in zamanı: XVIII. asır sonları XIX. asır başları)
pekçok binalar kendisinin san'âta olan muhabbetine ve umûmun menfaatlerine
(71)
(72)
(73)
Kezalik, nu: 233. Kont dö Cov'un. yukarıda zikredilen Münşeat kitabında, nu: 6,
Sa'dü'd-dîn dahî bu zafernâmelerden bahsetmiştir.
878 Rebi'ü'l-âhirinin üçüncü günü. Mütercim.
Solak-zâde, va: 61, Belîğ-i Bursevi'nin Terâcim-i Ahvâl Mecmuâsı'nda Mustafa
bahsine müracaat, varak: 20.
OSMANLI TAR tüt
111
müteallik müesseseler için gösterdiği ihtimama şehâdet ederler. Bu binalar
arasında İstanbul'da (74) ve Sofya'da banileri ismiyle yâd olunan camiler ve
hamamlar şâyân-ı dikkattir. Mahmûd Paşa’nın —Sultân Ebû Saîd'in veziri olan
Farsça ve Çağatayca şiirleriyle meşhur ve bunlardan ziyâde birçok cami,
medrese, kervansaray, hastahâne, yolcular için han, hamam ve köprü yaptırmakla
mâruf olan— Mîr Alî Şîr'e göndermiş olduğu Mektuplar Mecmuası,
zamanımızda dahî ma'lûmdur (75). Mahmûd Paşa şiir dahî söyler ve «Adnî»
mahlasını kullanırdı (Not: 10). Ulemâya hakkını verir ve cömert davranırdı.
Birçokları eserlerini onun nâmına ithaf etmişlerdir (76). İstanbul'da inşâ ettirmiş
olduğu medresenin binası tamamlanınca, dânişmend (asistan) lara ikişer imame,
kışlık için birer top yün kumaş, yazlık libâs için birer top erguvânî kumaş, beşer
yüz akçe hediye etmişti. Haftada bir gün ulemâyı sofrasına davet eder ve dâima
yemekde —birçoğu altından olan— nohut dâneleriyle karışık pilâv bulunurdu.
Herkes kaşığında bulduğu kısmetine sâhib olurdu. Mahmûd Paşa sofraya
otururken «Servete nail olan her kimsenin ağzında dâima bol bol harcamak için
altun bulunmalıdır» (77) demek mûtadı idi. Bu manidar ve muhıkk sözleri birkaç
defa da Pâdişah'ın huzurunda sarfetmiş-ti. Bir gün Pâdişâh bir mollaya; vaktiyle
Kırım'ın ilim tedrisiyle meşgul dörtyüzden ziyâde ulemâsı bulunduğu halde
sür'atle zeval bulmasının fik-rince neden ileri gelmiş olduğunu sormuştu. Molla,
cevaben, kabahatin Kırım'daki en son vezirde olduğunu ve bu vezirin ulemâya
hakaret ederek cennet gibi olan Kırım'ı harâb bir çöle çevirdiğini söyledi.
Mehmed, bunu vesîle ittihaz ederek sadrâzamına, ulemâya ne yolda muamele ve
ilimleri nasıl himaye etmek lâzım geldiğini hatırlattı. Mahmûd, vezîr-i â'zamın
kabahati, Pâdişah'ın, daha liyakatlisini sadrâzam yapmamaktaki hatâsının tabiî
bir neticesi olduğu cevâbını verdi (78). Sadrâzamın böyle serbestçe ve Pâdişah'ın
hoşuna gitmeyecek bir surette idâre-i kelam etmesi de fecî ölümünün bir an önce
gerçekleşmesine az yardım etmedi. Mahmûd, öldürücü darbeyi yemezden önce
vasiyetnamesini tertîb etti. Orada şu sözler bulunur:
(74)
(75)
(76)
(77)
(78)
Osman Efendi-zâde, Terâcfan-i Vüzerâ; Tezıkire-i Şuarâ, Âşık Hasan ve Kınalı-zâde'nin
eserleri.
Târîh4 Be!âgat-i Fârsiyye, s. 312.
Ezcümle Tabîb Şükrullah.
Latîfi'ye müracaat. Şâber tercümesinde, s. 230, Mahmûd Paşa'nın Pâdişah'ın emri ile
damarları kesilerek vefat ettiği hakkında hiçbir vesikaya dayanmayan haşiyeyi izah etmek
müşküldür. Bu hususta şâhid diye gösterilen Latîfî'de buna dâir tek harf yoktur. Zâten
Osmanlılar bu tarz öldürmeyi hiçbir vakit tatbik etmemişlerdir.
Şâber, Şuarâ-i Osmâniyye TeTâckn-i Ahvâli, s. 232. Âşık Hasan ile Kınalı-zâde'ye dahî
müracaat.
112
HAMME
R
«Ben padişahın kapısına bir at, bir kılıç, beşyüz akçe ile geldim; o vakitten
beri kazanmış olduğum her ne mâlım var ise Pâdişâhındır. Oğlum Mehmed
Beğ'in hayâtını muhafaza eylemesini kendisinden niyaz eylerim; vakıflarımı
dahî muhafaza eyleyeceğini ümîd ederim.» (79).
Mehmed, sadrâzamını idâm ettirmekle beraber, onun halk indinde mazlum
bir şehîd olarak telâkki edilmesini de istemiyordu. Mahmûd Paşa’nın vefatına
dâir bir mersiye zamanımıza kadar gelmiştir (80).
Padişah, Uzun Hasan aleyhindeki seferinden döndükten sonra Karaman
Vâlîsi Şehzade Mustafa ile —bilâhare Mahmûd Paşa'ya halef olan— Gedik
Ahmed Paşa'yı birkaç kalesi henüz Pîr Ahmed ve Kaasım Beğ'in elinde bulunan
Adana taraflarıyla Küçük Asya sahilinde harbi itmam etmeğe me’ınûr etti. Bu
seferin nasıl sona erdiğini, Osmanlı müverrihlerine nazaran nakl etmezden önce,
Pâdişah'ın Uzun Hasan'a karşı yürüdüğü esnada Venedik amirali Piyer Moze
Nikos'un kumandası altında Karaman sahilinde toplanmış olan Haçlı
donanmasının harekâtına bir göz atmalıyız. Papa IV. Sikst, Pâdişah'ın
Kostantiniyye'den hareketi haberini işitince, vekilleri olan Kardinal Besariun ile
Bembu ve Borciya'yı Fran-, sa, Almanya ve İspanya'yı Türkler aleyhine haç
kaldırmağa teşvik ve bu memleketlerin hükümdarlarını Lateran Sarayı'nda
toplanmağa davet için göndermişti. Papa onların gelişini beklemek üzere Venedik
ve Napoli ile bir üçlü ittifak akdetti; bu ittifak, muâhedenâmenin imzası
hususunda en ziyâde hizmet etmiş olan me’ınûrun ismine izafeten «Karafa
İttifakı» nâmını aldı (81). Diğer taraftan, Karaman'da zuhur eden kargaşalıklar
başlayınca, Uzun Hasan da Rodos'a ve Venedik'e bir sefîr göndererek, Venedik
Cumhuriyeti ve Sen Jan Şövalyeleri ile tedafüi ve tecâvüzî bir ittifak
müzâkeresine ve bilhassa bu iki hükümetten ateşli silâhlar ile kendi
memleketlerinde top dökümüne nezâret için topçular istemeğe me’ınûr etmişti.
Çünkü Uzun Hasan, bundan evvelki mağlûbiyetlerine askerin şecaat
noksanlığından ziyâde, ordusunda yalnız ismen mevcûd olan toplarının
noksanlığının sebep olduğuna kaani idi. Venedik Senatosu bu yeni müttefikleri
sür'atle kabul ederek Jozefat Barbaro'yu dört kadırga ile Karaman sahillerine
gönderdi: Kadırgalardan ikisi Asya'ya ikiyüz topçu nak(79)
(80)
(81)
Âşık Hasan, Mahmûd'un vakıflarının cedveiini öğrendiğini söyler. Bunların hepsi
hayır müessese'erindendir.
Bu manzume, Ma-hmûd-nâme ismi ile herkes'in ağzında idi. Berlin Imp. Ktp. sinde
Diez'in el yazması kitapları mecmuasında 57 numarada bulunur.
Bernini, s, 128).
OSMANLI TARİHİ
113
letti; diğer ikisi de barut ve top ile tamamen doldurulmuştu (82). Joze-fat Barbaro, o
tarihten otuzyedi sene evvel, ancak 16 yaşında iken Azak Denizi (83) sahilinde
Tana'ya seyahat ederek, bu seyahati^ Liri" etmişti. Venedik Cumhuru, bu uzun sefere,
Uzun Hasan'ın nezçlindeki sefiri Katerino Zeno'nun işareti (Not: 11) ve Nikolokoko
ile Fransisko Kapello'-nun Mehmed ile başlamış ve II. Murad'ın haremi, Sırbistan
prensesi Ma-ra'nın (84) müdâfaa etmiş olduğu müzâkerelerin muvaffakıyetsizliği üzerine karar vermişti. Mehmed de Venedikliler'in Uzun Hasan'ın lehine olarak
müdâhalelerinden çekinerek, İşkodra kalesi kumandanı Leonardo Bul-do vâsıtasiyle,
Venedik'e sulh teklif etmişti, lâkin uzlaşma sağlanamamış olduğundan teklifler
neticesiz kalmıştı. Mehmed —Venedik Cumhuriyetinin himayesine mazhar olmuş
olan İskender Beğ'in II. Murad'dan zap-tetmiş olduğu Kroya şehrinin Senato
tarafından kendisine iade edilmesi şartıyle— Venedik tüccarının vermekte oldukları
yüzellibin dukadan vazgeçmeyi teklif ediyordu; lâkin Cumhur, herşeyden evvel
Ağrıboz'un kendisine terkedilmesini istiyordu. Bu şart —tarafların sû-i niyetinden
ziyâde mesafenin uzaklığından ve aradaki müşkilâttan dolayı— zâten güçlükle
ilerlemekte olan müzâkerelere son verdirdi ve harb her zamankinden ziyâde şiddetle
başladı.
Seksenbeş kadırgadan mürekkep bir donanma Delos ve Midilli'yi yağma (85)
ettikten ve İzmir şehrini yaktıktan sonra, Karaman sahillerine ulaştı. Bu donanma
Papa'nın —Kardinal Karafa kumandası altında— ondokuz, Napoli'nin onyedi,
Venedik'in —onikisi Isklavonlar, ikisi Rodos Sen Jan Şövalyeleri tarafından
hazırlanmış— kırkyedi kadırgasından mürekkepti. Venedik donanmasının
başkumandanlığına getirilmiş olan Pietr'o Mosenigo (Not: 12) bütün sefere kumanda
ediyor ve maiyyetinde Venedik Valileri Meser Maren Malipierro ile Meser Luici
Bembo, Vittore Su-ranco bulunuyordu. Kadırga kapdânları arasında —bu seferin
târihini yazmış olan —Dalmaçya'da Traiolo (Tragorium) Koriyulano Çippiko vardı.
Haçlı donanması geçtiği yerleri ateşe ve kana boğdu; tahribatından zarar gören
şehirler arasında Adalya ve İzmir kadar meş'ûm bir tâli'e duçar olmuş olanlar yoktur.
Asıl Haçlılar'ın ilk hücûmlan Adalya üzerine oldu. İyice tahkim ve birçok muhafızlar
tarafından müdâfaa edilmiş bir liman olan Satalya yâhud Adalya (Antalya) (Not: 13)
Pamfili'nin bomboş sahilinde kâindir. Burası o zamanlar Küçük Asya'nın en büyük ve
en zengin sahil şehirlerinden biri idi. Antalya gayet geniş bir ticâret mer(82)
(83)
(84)
(85)
Jozefat Barbaro'nun tercüme-i hâli ve Venedik'in Asya'da 1469-1474 seferine dâir
Koriyolano Çippiko'nun kitabı, s, 34, Venedik 1976.
Eski adı: Palus Meotis.
Çippiko, s. 7.
Çippiko.
Hammer Tarihi, C: II. K: 8
114
HAMME
R
kezi olduğundan her milletten ve bilhassa Mısır ve Suriye'den pekçok tacir
gelirdi. Hindistan ve Arabistan'dan gelen ıtriyyât, bahariyyât, kuru karanfil,
darçın, her nev'iden attariyye ile halı vesâir san'at mahsûlleri gibi eşya hep
Antalya'ya getirilir ve orada bol bol bulunurdu. Vittore Suranco (Severanco)
şehrin hizasına gelince on kadırga ile ilerleyerek limanı kapatan zinciri top
dâneleri ile kırdı (Not: 14). Bunun üzerine Venedikliler ile müttefikleri şehrin
surları önüne gelerek lenger attılar. Çarşıyı yağma ve şehirde buldukları kıymetli
eşya ile gemilerini doldurduktan sonra, iki katlı sur ve iki katlı hendek ile çevrili
olan kaleyi zaptetmeğe kalkıştılar. Birinci sur hücumla zaptedildi; ikinci suru da
düşürmek için lâğım kazıldıysa da muvaffakiyet görülmedi. Mahsurlar pek ziyâde
şecîâne müdâfaa ederek Venedikliler'in mesâisini neticesiz bıraktırdılar.
Venedikliler her taraftan geri püskürtülmüştü. Hücum zaaf peyda etmiş olduğu bir
zamanda, surların üzerinden ortaya çıkan bir kadın sadâsı cesaretleri kırılmakta
olan Hıristiyanları çağırdı: Bu, senelerden beri Türkler'in esareti altında bulunan
İskaiavonyalı bir kadın idi ki, intihar etmezden evvel kahramanca bir hareketle
Hıristiyanlar'ın, kendisini esaret altında bulunduranlar aleyhindeki hücumlarını
şiddetlendirmek istiyordu. Kadın Hıristiyanlar'ı devam için teşci ettikten sonra
surdan aşağı atıldı ve orada ruhunu teslîm etti (86). Güneş gurûb eyleyin-ce
muhâsırlar hücumu bıraktılar. Hücum edenlerin, surlarda gedik açmak için büyük
topları olmadığı gibi duvarları aşmak için hazırlamış oldukları merdivenler de pek
kısa olduğundan, Venedik generalleri gece bir harb meclisi toplayarak
teşebbüslerinden vazgeçmeğe ve ertesi gün hareket etmeğe karar verdiler. Lâkin
lenger almazdan önce tüccar dükkânları bulunan mahalleleri yaktılar ve şehri
çepeçevre kuşatan güzel ağaçlıkları söktüler. Donanma Antalya'dan Rodos'a
doğru giderek, oradan Adalar Denizi'ne ve İyonya (Batı Anadolu) sahiline kadar
ilerledi. Türkler'in bugün îzmir dedikleri «Smirna», Antalya kadar ticâret merkezi
ve onun kadar zengin bir şehir idi. Lâkin İzmir'in müdâfaa vâsıtaları noksandı.
Mosenigo, İyonya sahiline yaptığı akınların birinde karaya kalabalık bir ordu
çıkardı. Çok geçmeden, bu ordu İzmir'i zaptetti. Venedikliler bu şehirde,
Osmanlılar'ın hücum ile zaptolunan şehirlerde ettikleri muamelenin hemen aynını
yaptılar. Mahallelere dağılarak erkekleri kati ettiler, kadınların ve kızların, onların
hayvancasma ihtiraslarından kurtulmak için sığınmış oldukları cami kapılarını
kırdılar. Zâten —ticaretiyle olduğu gibi sanaâyî ve imâlâthâneleriyle de meşhur
olan— İzmir, Venedikliler'in vahşiyâne tamâ'larını teskin için yağlı bir av idi.
Mosenigo askerine insaniyet hissi telkin etmek şöyle dursun, bilakis onları
yağmaya ve vahşete teşvik ediyordu. Mosenigo kendisine getirilecek olan her
(86) Çippiko, s. 23.
OSMANLI TARİHİ
115
Türk başı için bir duka altını ve diri olarak getirilecek her erkek yâhud kadın için
üç duka altını vaad etmişti. Esîr tutulanlar müzayede ile satıldı. Pietro
Mosenigo'nun emri altında bulunan askerin büyük bir kısmı —daha ziyâde
Stradiot nâmıyla mâruf, bu türlü muharebeye pek yatkın, yağmagerliğe pek hırslı
olan— Epirliler'den mürekkep idi; her Venedik gemisinde Epirli on atlı vardı.
izmir'in zaptının ertesi senesi Mosenigo —Silifke şehrini muhasara etmekte
olan— Kaasım Beğ'e yardım için Karaman sahillerine döndü. Mosenigo —
Venedikliler tarafından «San Teodoros» adı verilen ve vaktiyle Sicilya korsanlarının
en meşhur yataklarından olan— Ağa limanında lenger attı (87). Vittore Süranco,
Mosenigo'nun. Sefiri sıfatıyle harb harekâtının müzâkeresi için Karaman Beği'nin
ordugâhına gitti. Kaasım Beğ, hem Silifke'yi, hem de Silifke'nin batısında ve az bir
mesafe ötesinde Siğin ve Korko'yu muhasara ediyordu (88). Siğin'de kumanda eden
Mustafa —sarp bir dağ üzerinde bulunan mevkii müdâfaa için kendisine kolaylık
sağlamakla beraber— efendisinin emniyetine karşı hıyanet ederek teslîm oldu. Kale,
Mosenigo tarafından derhâl Kaasım Beğ'in kumandanlarından Yûsuf'a teslîm edildi
(89). Donanma bu seferden dönüşünde Korko (Not: 15) kalesine yöneldi. îki
tarafından denizle çevrili olan Kor-ko, karadan geniş ve derin bir hendek ve iki katlı
bir sur ile muhafaza edilmişti. Çippiko'nun «Eloza» (90) adını verdiği «Arsnue»
küçük adası doğuda ve antik çağdan kalma binâ harâbeleriyle doludur. Yeniçeri kumandanı, İskalavonluk'tan dönme İsmâîl «Korko» yâhud «Korgos» kalesine kumanda
ediyordu; pekçok müdâfaa etmeksizin teslîm oldu. Bir kayanın tepesinde (91) olup
ikiyüz muhafızı bulunan Silifke kumandanı Rûm Azi Beğ de kaleyi kolayca müdâfaa
edebilecekken diğerlerinin hareketine uydu. Bu üç kalenin zaptı üzerine, Kaasım Beğ
Venedik donanması başkumandanına —gayet kıymetdâr bir surette donatılmış cins
bir at ile memleketinin âdetlerine uygun olarak terbiye edilmiş bir pars hediye ederek— minnetdârlığını gösterdi (92). Doksandokuz gemiden mürekkep olan Venedik
donanması (93) bundan sonra Meğri Körfezi'ne (eski Telmison)
(87)
(88)
(89)
(90)
(91)
(92)
(93)
Çippiko, s. 38. Burası Grimston'un «Mağara» dediği mahal olması muhtemeldir. Grimston
bu mevkii korsanların eski bir yatağı olarak bildirmiştir. Bufor'un Karamania kitabına
müracaat, s. 173.
Çippiko, s. 39 ve Jozefat Barbaro.
Çippiko, s, 41.
Çippiko, s. 42; Bufor, 199.
Bufor, s. 45.
Çipiko, fi. 45.
Altmış Venedik kadırgası, onaltı Napoli Krallığı kadırgası, beş tane Napoli Kralı'ndan, iki
tane Rodos Baş-şövaiyesi'nden, onaltı tane Papa'dan, Barbaro, s. 23.
116
HAMME
R
gitti. Sırb'dan dönme Karagu limana hâkim olan kaleyi biraz müdâfaadan sonra
teslîm oldu. Şehir yağma edilerek yakıldı, bahçeler ateşle, balta ile tahrîb edildi.
Yağma olunan mal mûtâd olduğu üzere taksim edildi: Stradiotlar'ın getirdikleri
—bilâhare müzayede ile satılan— her esîr için üç duka altını verildi. Şu suretle o
vakit esîr ticâreti Türkler için olduğu kadar Venedikliler için de kârlı idi (94).
Mosenigo Lisi sahilinde Fisküs ve Mira şehirlerine de taarruz etti; lâkin Uzun
Hasan'ın (Not: 16) mağlûbiyetini işitince Kıbrıs Adası'na (95) doğru gitti. Uzun
Hasan Otlukbeli Muhârebesi'ni kaybettikten sonra nezdinde bulunan Venedik,
Roma ve Napoli sefirlerine ruhsat vererek, ertesi sene için yeniden imdâd taleb
etmişti.
Şehzade Mustafa'nın maiyyetinde olarak Osmanlı ordusuna kumanda
etmekte olan Gedik Ahmed Paşa, Karaman Seferi'ni bitirmek ve henüz Karaman
Beğlerine tabî bulunan kaleleri zabt eylemek üzere Kilikya dâhiline gitti.
Mosenigo'nun askeri tarafından Türklerden alınmış olan Si-ğin, Silifke ve Korku
mevkîlerinden başka Ermene, Minan, Develi-Hisar kaleleri de henüz Kaasım
Beğ ile Pîr Ahmed'e tabî bulunuyordu. Pîr Ahmed Lârende yakınlarında Yellitepe üzerinde ordu kurmuştu; dostâne bir mülakat talep eden Ahmed Paşa'nın
sefirlerini orada kabul etti. Kendisini esîr etmekten başka bir maksadı olmayan
bir hâinin sözüne yersiz bir îtimâd göstermiş bulunan Karaman Beği, onu zapt
için pusu kurmuş olan Osmanlı süvarilerinin elinden ancak bir mucize olarak
kurtuldu (96). Ahmed Paşa, hazırlamış olduğu ihânetkâr tertibinin başarısızlığa
uğramasından, Ermenek kalesini ânî bir hücum (97) ile zaptederek teselli buldu.
Ermenek şehrinin civarında bulunan Koriçalılar'ın meşhur Safran mağarası,
henüz bir Avrupalı tarafından ziyaret edilmemiştir (98). Gedik Ahmed Paşa
Ermenek'i zapt ettikten sonra —Pîr Ahmed'in hazîneleri ve haremi ile birlikte
iltica etmiş olduğu— Mînan kalesini muhasara etti. Mînan kalesi sarp bir kaya
üzerinde kâin olarak, bu suretle iyi müdâfaa edilmiş olduğundan, Pîr Ahmed
muhasırların hücumlarına ehemmiyet vermedi. Kaleye hâkim olan mevkilere top
nakli hemen hemen mümkün değildi. Muhâsırlar pek büyük zahmetlerden sonra
ancak birkaç top çıkarabildiler. Muhafızlar şiddetle müdâfaada bulundular. Lâkin
kaleye kumanda etmekte olan Yûsuf nihayet teslîm olmağa mecbur oldu. Ya
muhasara esnasında kale dâhilinde bulunan yâhud kalenin teslimi zamanında
gelmiş olan Pîr Ahmed, kendisini daha ziyâde muhafaza ede(94)
(95)
(96)
(97)
(98)
Daro: Venedik Târihi, s. 464, Çippiko, s. 12.
Kezalik.
Sa'dü'd-dîn, İdrîs, Solak-zâde.
«darb-ı dest».
Cihân-nümâ, s. 611; Târih-i Edebiyyât, 14, s. 56.
OSMANLI TARİHÎ
117
meyen bu surdan aşağıya atladı (99). Pîr Ahmed haremiyle hazînesini kaybetmiş
olmak ve Osmanlılar'ın eliyle hakarete uğrayarak ölmek ıztı-râbına tahammül
edememişti. Ahmed Paşa Mînan'dan Silifke üzerine yürüdü; orada da kuvvet yerine
hiyle kullanmayı tercih etti. Ahmed Paşa bu defa Pîr Ahmed'i esîr etmek istediği
vakitten daha ziyâde muvaffak oldu. Silifke topçuları birtakım vaadleriyle ikna
edilmiş olduklarından, barut mahzenlerini tutuşturdular. Hâsıl olan yangın ve
patlamadan duvarlarda gedikler açıldı. Osmanlılar bu hâdisenin muhafızlara saldığı
telâş ve ümitsizlikten istifâde ederek gediklerden içeri atıldılar ve şehri zapt etmekte
müşkilât çekmediler. Beğlerine sâdık kalmış ve kaleyi müdâfaa etmiş olan yüzseksen
asker ıklıçtan geçirildi. Şehzade Mustafa De-veli-Hisar kalesini bizzat zaptetmek
istiyordu. Fakat kendisinde hastalık hissettiğinden bu işi, en cesur kumandanlardan
Koçı Beğ'e bıraktı. Koçı Beğ, Develi kumandanı Atmaca Beğ'e teslîm olmasını teklif
etmesi üzerine, Atmaca Beğ ancak Şehzade Mustafa'ya teslîm olacağı cevâbını verdi.
Şehzade zayıf bir halde bulunmakla beraber Develi-Hisar'a gitti. Sözünde sâdık olan
Atmaca Beğ şehrin anahtarlarını takdîm için istikbâline geldi. Lâkin Şehzade pek
hasta olduğundan şehri bizzat alamadı; Ahmed Paşa'yı bu işe me’ınûr etti. Mustafa
Konya'ya hareket ederken Niğde yakınlarında Buz-Pazarcığı'nda vefat etti (100).
Yukarıda söylediğimiz veçhile, bu vak'a Mahmûd Paşa'nın idamına sebep oldu (Not:
17). Vezîr-i âzamlık Gedik Ahmed Paşa'ya verildi; Şehzade Mustafa'nın ve-fâtıyle
münhal kalmış olan Karaman Vâlîliği'ne de evvelce Kastamonu'da vâlî bulunan
biraderi Şehzade Cem getirildi (101).
Henüz 18 yaşında bir şehzade olan Cem, büyük ümîdler bahşediyor ve
münevver bir fikirle her türlü bedenî güçlükler için bir istidâd gösteriyordu.
Şehzade Cem'in bu cismânî üstünlüğü, kendisine Karaman ahâlîsi gibi cesur bir
halkın muhabbetini celbetti. On yaşında iken Kastamonu vâlîsi tâyin edilmişti.
Şiire olan isti'dâdı —birçok şâirlerin doğum yeri olan— bu şehirde inkişâf
etmiştir. İlk eseri, bir manzum İran hikâye(99) Sa'dü'd-dîn, s. 288; Solak-zâde, varak: 60
(100) Şehzade hastalıktan pek zayıf olmakla beraber «Şahin-vâr Atmaca üzerine pervâz» etti.
Atmaca Beğ Hisar'ı teslîm eyledi; ba'de't-teshîr Gedik Ahmed Paşa'ya haber gönderüp
dergâh-ı âlî huddâmından âdem istedi. Bu hareket-i anîfe ile Şehzâde'nin marazı iştidâd
eyledi. Konya'ya müteveccihen Niğde'ye giderek Buz-Pazarcığı'na vusulünde istihmâm
idüp hamamdan çıkınca hamam önünde kurulmuş olan otakda teslîm-i rûh it-di. Lalası
Ahmed Beğ, defterdarı Timur-taş oğlu Umur Beğzâde Ali Çelebi vefatını sakladılar; araba
ile Konya'ya götürdüler. Gedik Ahmed Paşa bu haberi amca tç-il'den ılgar ile gelerek na'şı
Bursa'ya gönderdi. (Sa'dü'd-dîn'den telhîs, c. 1, s. 551-Mütercim).
(101) Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde.
118
II
a-
4S
HAMME
R
»S.
2S .
III
1
IS*
'
H
sinin (102) tercümesidir ki, pederinin nâmına ithaf eylemiştir. Ondan sonra Cem
bizzat gazeller tertîb etmiştir (103). Karaman'a gittikten sonra şiiri terk
etmemekle beraber, bedenî sporlara devam ederek bilhassa güreşte maharet
kazanmıştı. Kilikya ahâlîsi Selçuklu sultanları zamanından beri güreşte pek
mahir idiler. Genç Şehzade, —Konya ve Lârende'de mahfuz bulunan— Büyük
Alâ'id-dîn'in kullanmış olduğu gürzün ağırlığını birkaç okka artırdı. Bu silâhı
kolaylıkla kullanmasından dolayı zamanın birinci pehlivanı unvanını aldı (104).
Mûtâd üzere pek ateşli olan Karaman ahâlîsi ve İç-il dağlıları o tabîatte bir
şehzadenin vilâyeti sayesinde, Fâtih'in kendilerine vurmuş olduğu zincire sıkıca
bağlı kaldılar.
(102) Hurşîd vü Cemşîd.
(103) Dîvân-ı Cem, Berlin Kraliyet Kütüphanesinde, Diez'in el yazısı kitapları meyânında
129 numarada bulunuyor.
(104) Solak-zâde, varak: 57, Âlî ve Belîğ-i Bursevî, Şehzadelerin Tercüme-i hâli,
ONALTINCI KİTAP
Sabac kalesinin te'sisi. — Avusturya içerlerine girilmesi. —
îşkodra'nin ilk muhasarası. — Boğdân Seferi. — Kefe, Azak, Kili ile
Akkirman’ın fethi. — Boğdân'da yeni sefer. — Tuna üzerinde üç
ahşâJb kalenin tahribi. — Avus-. turya içlerinde. —
Kostantiniyye'nin surlarının tamiri. — Lepanto ve Akçehisar
muhasarası. — Türkler îzonzo üzerinde. — Venedik ve Napoli ile
görüşmeler. — îşkodra'nin ikinci muhasarası, Venedik ile sulh
ahidnâmesi üzerine kalenin iadesi.
Osmanlı orduları doğuda ve güneyde Ermenistan ve Karaman'da devletin en
ileri hududunda muzafferiyetler kazandıkları ve güneyde ve batıda Macaristan ve
Hırvatistan'a doğru kaleler ele geçirmekte oldukları halde, Osmanlı hükümeti
müstahkem mevkiler inşâsiyle ve askere ser-mâye-i servet ve düşman mülküne
me'yûsiyete mûcib olan seferleriyle dahî o derecede dehşet verici oluyordu.
1471/876 baharında Rumeli ordusu kırkbin kişiden mürekkep ve iki kola
ayrılmış olduğu halde karargâhından çıktı. Yirmibin kişi âletler ve inşâat
levâzımıyle yüklü olarak pek gizli bir surette Sava nehrine yöneldiler; bunlar
orada Sirmi' (Sirmiye) ye mukavemet edebilecek bir kale inşâsına me’ınûr idiler.
Sabac yâhud Şâ-bâc kalesi adı verildi. Takriben yirmibeşbin akıncıdan mürekkep
bulunan diğer kolordu Bosna Beğlerbeği İshak Beğ'in kumandasında Bosna ve
Hırvatistan'ı sür'atle geçtikten sonra Karniyola'yı istilâ etti. Matyas Korvinus, o
vakit büsbütün Bohemya (Çehistan) ve Polonya (Lehistan) işleriyle pek meşgul
olmakla beraber Kuluça Metropolidi Gabriel ve gayet meşhur bir general olan
Yuanes Unger'i vergi ve asker toplamağa me’ınûr etti. Bu asker Sabac
taraflarında ve o mevkilerin palatini, yâni hâkimi olan şahsın kumandası altında
askerle birleşerek, Sabac'ın inşâsına mâni olacaktı. Fakat daha onlar vâsıl
olmazdan önce hendekler kazılmış ve duvarlar yukarı çıkmağa başlamıştı.
Hıristiyanlar'ın bu inşâatı tahrîb için gösterdikleri bütün gayretleri beyhude oldu:
Türkler, ameleyi Macar toplarının ateşinden muhafaza için hemen bir siper inşâ
ettiler; Macarlar'ın yapabildikleri şey, ancak Türkler'den birkaç kişi öldürmekten
ve Sabac'ın karşısında ve Sirmi'nin yanında bir kalenin temellerini atmaktan
ibaret oldu (1).
(1) Bonfinius, 4, kitap: 2, s. 562; Prey, Salname, 4, s. 72; Katona, 8, 15, s. 535-538.
120
32
HAMME
R
Almanya İmparatoru III. Frederik'de, Akıncıların Hırvatistan, Kar-niyola,
Karintiya, İstirya eyâletlerine tecâvüzlerine mâni olmak için, Matyas Korvinus
kadar da iktidar yoktu. Osmanlılar'ın Karniyola, Karintiya, İstirya eyâletlerine
akınları 1470 senesinde başlamış ve on sene muntazaman devam etmişti.
Sonraları daha seyrek olmak üzere onaltmcı asrın ortalarına kadar
tekrarlanmıştır. Sensenlik bir paşa (2) hayâtının son günlerinde Karniyola'da akın
yapmayı ahdetmiş 1470, yâhud 1472 târihinde ahdini ifâ eylemişti. İki kol asker
Laybah ve Rudofsvert yâhud Nevstad-tel üzerine yürüdüler. Bizzat paşanın
idaresinde bulunan ve dümdâr kolunu teşkil eden üçüncü bir kol da Kulpa
üzerinde ve İnrid yakınında mevki aldı. Bu askerin geçtiği yanmış köyler ve
harâb olmuş tarlalar ile belli oldu. Ayğ (İg) ve Hoflayn kasabalarına kadar
geldiler (1470). Beş günden az bir müddet içerisinde Osmanlılar'a karşı yirmibin
gönüllü toplandı; lâkin bu ordu Sen Bartelmi ovasına vâsıl olduğu vakit Türk süvarisi Kulpa nehrini geçip gitmiş ve köy ve kasabaların yangınları şulesinin
altında sekiz bin esir alıp götürmüştü. Ertesi sene, (1471) İshak Paşa’nın
onbeşbin akıncısı Hırvatistan'ı ateş ve kana boğarak yirmi binden ziyâde esîr
almış ve birçok koyun sürüsü götürmüşlerdir (3). Ganimetleri kendi
memleketlerindeki şehir ve kalelere bıraktıktan sonra, onbin kişiden mürekkep
olarak döndüler ve bütün Karniyola'yı vurdular ve Ayğ kasabasiyle
Sitiç’ınanastırımı yaktılar (4). 1472'de Akıncılar Laybah surları Önünde tekrar
güründüler. Hâlâ iki yerde ordugâhlarını muhafaza eden hendekler
görülmektedir. Akıncılar kale toplarının sıkı ateşine dayanamadıklarından, ale'lacele ric'at ettiler. Türkler'in Karniyola dâhilinde üçüncü akını —ki Karintiya'ya
doğru bir tecâvüz ile son bulmuştu— evvelkilerin hepsinden daha mühimdir (5).
Türkleri, Frankipan kontlariyle dâima muharebede bulunan Kroya kontları
çağırmıştı. Bunun üzerine. onbeşbin Akıncı Hırvatistan'ı geçerek Karniyola'ya
dâhil oldular ve paskalyanın pazartesi günü akşamı Laybah surları Önünde
gölündüler. Türkler'in yaktığı civar köylerin alevi ve dumanıyle uyanan ahâlî
ancak şehrin kapılarını kapamağa vakit bulabildiler. Oradan Akıncılar iki fırkaya
ayrılarak, biri batıda Karintiya'ya gitti; sonra geri gelerek Silli'-yi bastı; diğeri
doğuya doğru giderek İskalavonya'ya ve Macaristan'a girdi (6). (25 Eylül 1473).
Dokuz bin piyade ile sekizbin süvariden mürekkep birinci fırka dar olan Kaolu
derbendinden geçerek 25 Eylül'de Sen Jor(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
Valvasur, 4.
Katona'da Dö Logos, 15, s. 357.
Yulyus Sezar'ın Chronicon Olileiense kitabı, Ütirya Salnamesi, 3, s. 154. Katona, s. 358;
Valvasur, 4, s. 373.
Ru akın, bizzat gören Yuanes Tufs tarafından nakledilmiştir. Turs'un tarifi Mejistr ve
Valvasur'da bulumnv 4, s. 358.
Dö Logos, Katona'da, 15, s. 358.
OSMANLI TARİHÎ
121
jen önünde göründü; fırka, geceleyin üç kola ayrıldı: Kolların biri Velkermark yolunu tutarak Drava nehri üzerinde Blayburg yakınında Pork'da durdu; Mehlingen tepelerinde mevkî almış olan ikinci kol, süvarilerini Lavamund ve Velkermark'a kadar şevketti; üçüncü kolu teşkil eden
altı bin kişi Drava nehrini geçerek Lenkdorf ve Polzestet'ne kadar girdiler ve orada herşeyi ateşe, kana boğdular: dönüşlerinde Sen Vayt, Mühlstad, Glanek, Felsenek ve Vert Gölü tarikiyle Klagenfort'a kadar gittiler
(7)'. Bu şehirden —düşmanın birlikte götürdüğü ve aralarında Zera Beği ile Lionar Ravber'in (8) bulunduğu iki bin (9) esirden birkaçını geri
alabilmek ümidiyle— birkaç yüz süvârî çıktıysa da, bunlar da arkadaşlarından seksenini kaybettikten sonra dönmeğe mecbur oldular. Yağmacılar Sen Misal Yortusu gecesini Gotenştayn Manastırı yakınında geçirdiler. Volfgang'da Şulthavzig Vâlîsi Akıncılar'ın bir kısmıyla şiddetli bir
muharebe etti; sekiz gün sonra Akıncılar Karintiya'dan çıktılar ve îstirya'ya girerek 1474 Teşrîn-i sânî'sinin beşinde Vendişgreç'de ordu kurdular. Üç gün sonra tekrar iki kola ayrıldılar; biri Vaytanistayn ve Gonoviç'e doğru gitti; diğeri de esirlerle birlikte Vuluo ve Şallek yoluyla Şunstayn üzerine yürüdü. Teşrînisânî'nin dokuzuncu cumartesi günü sabahı
sekiz bin esîr saat sekizde şehre girmeğe başladılar; akşam dörtte bunların geçişi henüz sona ermemişti (10). Iskalavonya'yı istilâ etmiş olan
ikinci kol Ağustos içerisinde bu eyâleti tahrîb etti. Teşrinîsânî'nin birinci günü birdenbire ve hiç beklenmedik bir sırada da îzonzo nehri üzerinde Güre surları karşısına vardılar (11). Ertesi sene kış ortasına doğru
Türkler Karniyola ile Karintiya ve İstirya'yı istilâ edecekleri yerde Macaristan'a ve ona komşu olan civardaki memleketlere dağıldılar. 1474 Şubat'ınm altısında —Sen Vladislas'ın mezarının bulunduğu— Varadin'de,
kadınlar, ihtiyarlar dâhil olduğu halde ahâlîyi katliâm ettikten sonra şehri de yaktılar. Yalnız delikanlılar ile genç kızlar
gâliblerin elinden
hayâtlarını kurtarabildiler (12).
Türkler Arnavudluk'tan îşkodra surları önünde, o vakte kadar tahrîb ettikleri
memleketlerin hiçbirinde görmedikleri bir mukavemete tesadüf ettiler. Rumeli
Beğlerbeği Süleyman Paşa 1474 Mayısı'nın ilk gün(7)
(8)
(9)
Mejisr'de Turs, s. 1196 ve Valvasur.
Valvasur, 5, s. 573.
Valvasur yirmi bin esîri onda birine tenzil etmiştir. Memleketin sicclileri de ancak iki bin
gösterir.
(10)
(11)
(12)
Turs'a nazaran Mejlsr ve Valvasur.
Katona'da Döltoa, 15, s. 537, 3.
Katona'da Timon, 20, s. 725-727.
122
HAMME
R
lerinde îşkodra önünde görünmüş ve Antuvan Loredano kaleye kapanmış idi.
Süleyman Paşa iki batarya top kurdu; bunların ateşi az zaman içinde surların bir
kısmını yıktı. Kale müdafileri ahâlî ile birlikte gedikleri tamir için çalışıyor, lâkin
Türklerin topları o kadar acele ile yapılan bu tâmiratı derhâl tahrîb ediyordu.
Süleyman kendinin artık galebe etmiş olduğunu farz ederek hücum emrini
vermezden evvel kale kumandanına teslîm olmasını ve şu suretle askerinin kanını
beyhude akıtmamasını teklif etti. Lâkin Loredano Türk elçisine şöhreti ve
Venedik Cum-huriyeti'nin kendisine göstermiş olduğu itimâda uygun olmak
üzere, şu tarzda cevâp verdi: «Ven Venedikliyim ve muhafazasına tevdî olunan
kaleyi teslimin ne demek olduğunu bilmeyen bir ailedenim; ya îşkod-ra'yı
muhafaza edeceğim, ya burada öleceğim.» Bunun üzerine hücuma karar verildi.
Mahsurların kahramanca mukavemetine rağmen, Türkler iki yerde açılan
gediklerden kaleye girdiler. O vakit, bir tarafın zafer sarhoşluğu, diğer tarafın
ümitsizliği, hücum edenlerle mahsurlar arasında sekiz saat devam eden şiddetli
bir muharebeye sebep oldu. Türkler pek çok asker kaybetmiş idiler; muharebeye
devam edebilmek için pek zayıf olduklarından —yaralılardan başka— gedikler
üzerinde ve hendekler içerisinde yedi bin maktul bırakarak ric'at ettiler. îşkodra
ahâlîsi muharebenin başlangıcında herkese nasîb olmayacak derecede şecaat ve
metanet göstermişlerdi; lakin zahire azalmağa başlayınca kale dâhilinde isyan ve
gürültü çoğaldı; teslîm olmak sözleri meydana çıktı. Loredano, bu yeni tehlikeye
karşı koymak için isyan etmiş olan ahâlîyi topladı ve Türkler'in şehre hâkim
oldukları hâlde ahâlînin şüphesiz surette düçâr olacakları esaret musibet ve
vahşetlerini müessir bir surette tasvir ederek, Venedik tarafından kendisine vaad
edilen ve îşkodra'ya vâsıl olmak üzere bulunan askerî yardımdan bahsetti.
Nihayet göğsünü açarak: «Açlığa tahammül edemeyenler benim etimi yesinler;
ben etimi onlara veriyorum, onunla doyabilirler» dedi. Bu sözler büyük bir te'sir
icra ettiğinden, şehir içerisinde «Venedikliler'den başkasını istemeyiz; teslîm olmaktansa ölürüz» nidasından başka birşey işitilmedi (*). Süleyman Paşa Ağustos
ortalarına kadar, tekrar hücuma cesaret etmeden, kaleyi muhasara altında tuttu.
Amiral (Not: 2), Boyana nehri mansabında Türk donanmasını mağlûp ettiği
zaman, o da muhasarayı kaldırdı (13). Bu mağlûbiyet arını temizlemek için
îşkodra önünde toplanmış olan onbeşbin hafif süvârî askeri —ırsî reisleri olan
Mihâl-oğlu'nun kumandası altında
(*) Lojiye, Venedik Târihi, 7, s. 282-285; îşkodralı Barletti del Asedio, 1; Sa' dü'd-dîn.
(13) Bonfinius, 6, 5, s. 206. Bu istilâyı Ömer Beğ'in 1477'de îzonzo'yu istilâ etmesinden sonra
olarak gösterir. Katona, îşkodra'nın 1474'deki birinci muhasarasını 1478'deki
muhâsarâsıyla karıştırmış olduğundan, bunu yanlış olarak 1478'de göstermiştir.
OSMANLI TARİHİ
123
olarak Dalmaçya'yı ve Karniyola'yı tahrîb etmek üzere yola çıktılar ve oralardan
yirmibin esîr getirdiler. îşkodra muhafızları arasında zabitlik eden iki Raguzalı,
müdâfaa esnasında kahramanlıklarıyla temeyyüz etmiş olduklarından,
vatanlarının Osmanlılar'a vermekte olduğu cizye sekiz bin dukadan onbin
dukaya çıkarıldı; üç sene evvel de buna benzer bir vak'adan dolayı vergi
beşbinden sekiz bine çıkarılmıştı (14).
Rumeli Beğlerbeği Hadim Süleyman Paşa (15). İşkodra'dan hareket ederken,
Pâdişah'dan askeriyle Moldovya'ya gitmek emrini aldı. Bu memleketin beği olan
Piyer Aron bir Türk istîlâsiyle beraber gelen felâketlere meydan vermemek için
1457'de Mehmed'e kendi arzusuyla bir vergi takdîm etmişti. Halefi Etienne,
muktedir düşmanların Pâdişah'a çıkardıkları müşkilâttan istifâde ederek bu
vergiyi ödemekten vazgeçti, yâhud —Neşrı'nin rivayetine göre— vergiyi Dîvân-ı
Hümâyûn'a bizzat getirmekten istinkâf etti (16). Hadim Süleyman Paşa bu istiklâl
teşebbüsünden dolayı Boğdan Beği'ni te'dîb için Arnavudluk'tan çağrıldı.
Süleyman Paşa, yüzbinden ziyâde askerden mürekkep bir ordu ile —kışın
şiddetine ve o kadar kalabalık bir orduya gereken zahirenin eksikliğine rağmen—
Etien-ne'ye karşı yürüdü (17). Etienne'nin kuvveti bir meydan muhaberesine
girişmeğe müsâid olmadığından düşmanı —Türkler'in «Ağaç Denizi» tâbir
ettikleri— sık ormanlar içerisinden, Beri at nehri yakınında Krakoviç Gölü'ne
kadar celbetti; kendisi de bütün kuvvetiyle orada münâsib bir mevkide
bekliyordu. Ekserisi ale'l-acele silâhlandırılmış kırkbin Boğdan-lı'dan başka,
Etienne'nin kumandasında —hemen hepsi Çekelyâ kıt'ası halkından— beşbin
Macar ile iki bin Lehli piyade askeri var idi (18). Bu meşhur muharebe 1475
senesi Kânunisânî'sinin onyedinci günü sabahı başladı. Türkler —Çekelyalılar'ın
birlikte harb ettikleri— ilk safı bozdukları sırada Etienne, düşman^ saflarının
ortasına atılarak ve fevkalâde yiğitlik göstererek askerine tekrar intizam verdi.
Askerin yeni bir gayreti muzafferiyeti te’ınîn etti. Türkler'in ancak pek azı firar
ederek kurtula-bildi; bakiyyesi harb meydanında düşmüş, yâhud gâliblerin
şiddetli tâ-kiblerinden kurtulabilmek için Berlat ve Seret sularına atılmıştı. Türkler'in aç kalmış olan atları bu âcil ric'atte harb hâlinden ziyâde işe yaramadı;
çünkü Etienne düşmanı, harb için seçmiş olduğu mahalle çekerken Boğdan'ın —
Osmanlı ordusunun oraya kadar gitmek üzere mecburen geçeceği— kısmını
yakıp çöle çevirmişti. Harb meydanını örten cesed-ler yakıldı: Esirlerin hemen
cümlesi kazık cezasına düçâr olarak birbiri
(14)
(15)
(16)
(17)
(18)
Engel, Ra^uza Târihi, s. 185-186.
Solak-zâde, Neşrî, İdrîs, Sa'dü'd-dîn, Âlî, Çippiko, 1, 21.
Neşrî, s. 232.
Katona, Dö Logos'dan naklen, 15, s. 766.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 297.
124
HAMME
R
üzerine yığılan kemiklerinden tâk-ı zaferler inşâ olundu (19). Lâkin ga-liblerin
zayiatı da mağlûblar derecesine varmıştı. Harb meydanında telef olan
Hıristiyanlar üç tepeye defn edildiler Ve —Yesua’nın asıldığı mahalde olduğu
gibi— üzerlerine salîb dikildi (Not: 3). Türkler'den üç paşa muharebede düşmüş
ve yüz sancak galiblerin elinde kalmıştı. Etienne, Lehistan Kralı Kazimir'in
göstermiş olduğu yardımın şükran nişanesi olmak üzere dört Türk kumandanıyle
otuzaltı sancağı ona gönderdi. Birkaç esîr ile birkaç sancak da —Etienne'nin
Osmanlılar'a karşı kendilerinden tekrar istediği yardım talebini te'yîd için—
Matyas Korvinus ile Papa IV. Sikst gönderildi. Boğdan Beği bütün memlekete
bir emirname göndererek hiç kimsenin muzafferiyeti — orduların Mevlâsı olan
Allah'-dan başkasına isnâd edecek kadar mağrur olmamasını ve dört gün oruç
tutularak Cenâb-ı Hakk'a ârz-ı şükran edilmesini tebliğ etti. Krakoviç
muzafferiyetinin neticesi olarak birçok kıymetli ganimetler galiblerin eline
geçtikten başka, Tuna üzerindeki kaleler de teslîm oldular (20).
Osmanlı ordusunun bir kısmı Arnavudluk'ta ve Boğdan'da harb etmekte
iken, Sultân Mehmed Kostantiniyye'de üçyüz yelkenden mürekkep bir donanma
hazırlattırıyordu (21). Donanma için Girid adasından başka gönderilecek yer
yoksa da, nereye gideceği herkes için bir sır idi. Diğer taraftan Mehmed
Venedikliler'le sulh yapmak ister gibi görünüyordu; çünkü 1474 Kânunievveli
zarfında Türkiye'den Venedik'e bir maslahatgüzar gelerek Pâdişah'dan değil,
kadınlarından —Venedikli olması pek muhtemel bulunan— biri tarafından bir
mektup getirdi. Bu mektuptan Pâdişah'ın uzun bir sulh akdine hazır olduğu beyân
edilerek, Kos-tantiniyye'ye bir sefaret hey'eti gönderilmesi için Venedik
Cumhur'u teşvik ediliyordu. Senato bu mektup hakkında üç gün müzâkere etti,
08 neticesinde kabulüne karar verildi. Bunun üzerine Venedik Doc'u —Sultân
Mehmed tarafından yol ruhsat tezkeresi beklemek üzere— Jerom Zorci'yi
Korfu'ya gönderdi; Zorci ancak ertesi sene, yâni 1475 Martının yirmise-kizinde
tezkereyi hâmil olarak Kostantiniyye'ye gidebildi. Vezîr-i azamla daha ilk
mülakatında, Cumhur —İskender Beğ'in vefatından beri— Arnavudluk'ta işgal
etmekte oldukları mevkileri, bilhassa, Kroya (Akçehi-sar) kalesini, Pâdişah'a
teslîm ve Dîvân-ı Hümâyûn'a medyun olduğu yüzelli bin dukayı tediye
etmedikçe sulhun akdedilemiyeceği beyân edildi.
(19)
(20)
(21)
Katona'da Dö Logos, Sismondi, 11, 32, Venedik müverrihlerine inanarak bu
muharebeyi 1474'de göstermekle büyük, hatâ etmiştir.
Dö Logos, a.g.e., s. 768; Engel, Boğdan T&ribi, s. 139.
Sa'dü'd-dîn üçyüz demekle beraber donanmanın kadırgalar ile at gemilerinden ve
büyük mavnalar ile kayıklardan mürekkep olduğunu söyler («Kadırga, at gemisi,
kevge, mavna aksamından üç yüz gemi... süfun tezâhümü bir mertebede idi ki
Karadeniz ordu-yı sultanîye dönmüş idi» Tâctt't-Tevârih, c. 1, s. 553 ve 554
Mütercim).
OSMANLİ TARİHİ
125
Venedik sefiri, bu taleplerin kendi me'zûniyeti dercesini pek ziyâde geçtiğini
beyân ederek özür diledi. O vakit —sefiri korkutmak maksadiyle— yelkenlerini
açmağa hazırlanan donanmanın manzarası gösterildi. Pâdişâh sefire, başlamak
üzere bulunan sefer esnasında —Cumhur'un şu müddetçe tebea-i devlet hakkında
hiçbir suretle muhâsamada bulunmamayı taahhüt etmesi şartıyle— Venedik
aleyhinde silâh kullanmayacağını vaad etti. Bunun üzerine Zorci Korfu'ya
dönerek Kostantiniyye'deki müzâkerelerin neticesini oradan Doc'a bildirdi. Bu
sıradaydı ki, vezîr-i âzam, limandan çıkarak Adalar ve Adriyatik Denizleri'ndeki
Venedik müstemlekelerine değil, Kırım'daki Ceneviz müstemlekelerine, Azak
Denizi'ne karşı yelken açmak ve Cenevizliler'i orada işgal ettikleri mevkilerden
ve bu cümleden olarak Kırım kalelerinin en mühimmi olan Kefe'den tard etmek
için emir aldı. Muhârib olmaktan ziyâde tacir olan Cenevizliler ancak* kazanç
için silâha müracaat ederlerdi; yukarıda görüldüğü üzere, Fâtih ile uyuşmak
hıyanetinde bulunmamış olsalardı, Kostanti-niyye'nin zaptını geciktirmeleri,
belki büsbütün men' etmeleri mümkün idi. Pâdişâhın Cenevizliler'e karşı
minnetarlığı, onlara ihtiyâcı kalmadığı günden itibaren sona erdi. Gedik Ahmed
Paşa —harb ilân etmeksizin— Cenevizliler'in en az muntazır oldukları bir
zamanda üzerlerine hücum etti. Kefe o zaman Karadeniz sahilinde bulunan
memleketlerde Ceneviz ticâretinin anbarı makammdaydı, İran'ın ipek ve pamuğu
Ejderhan tarikiyle Kefe ticâretgâhlarına gelirdi; Kırım Hânları da Ceneviz Konsoloslarına bütün ticâretgâhlarmda büyük imtiyazlar vermişlerdi (22). Sultân
Mehmed'in nafiz düşüncesi, Kefe'yi almakla Osmanlı ticâretinin ne-kadar
istifâdeler sağlayacağını keşfetmişti. Fâtih Kırım'ın devletine lüzumunu
hissediyor ve onu —bir eyâlet olarak değilse bile kendini met-bû tanıyan bir
hükümet olarak— memleketine ilhak için vesile arıyordu. Bu vesile de az müddet
içinde bulundu. Ceneviz milletinden İskoer Çiafiko nâmında biri Kefe kapılarını
açacağını Pâdişah'a arz eylediğinden (23), Sultân Mehmed hemen vezîr-i âzami
gönderdi. Ahmed Paşa, vedâ için huzura girdiği zaman Pâdişâh kendisine bir
hil'at-ı fâhire ile sırma eyerli bir at ihsan eyledi (24). 1475 Hazîran'ının birinci
günü Ahmed Kefe surları önüne demir atarak karaya kırkbin asker çıkardı ve
(22)
(23)
(24)
Sizmondi, 9, s, 38.
Türid Târihi, (Yeni Rusya), 1, s. 220. (Tevrîd-i Târihi ?)
Sa'dü'd-dîn. (... (Gedik Ahmed Paşa) üçyüz gemi donadup zahire ve esbabını ihzar ve
Yeniçeri ve Azabın amade ve tayyâr (!) itdikten sonra âstâne-i saadete mesh-i cebin
idüp imtisâl-i ferman itdüğin arz idicek şâh-ı âlî-i cenâb «hâzır oldm mı?» diye hitâb
buyurdukda «Saaâdetlû pâdişâhımın himmet bî-hemtâsı ve hayr duası refîk-ı tarîk
olursa hâzır-dur» diyü cevâb virdi. Bu cevâb-ı dil-pezîr hâtır-i hatîr-i pâdşâhîye hoş
geldi... Paşa dahî dîvân-ı âlîden kemâl-i haşmet ve dârât ve zeyn-i zer-
126
HAMME
R
muhasara bataryalarını kurmağa başladı. Şehir ancak üç gün mukavemet
edebildikten sonra kayıtsız şartsız teslîm oldu. Kırkbin kişi muhacir olarak
Kostantiniyye'ye gönderildi; Cenevizliler'den binbeşyüz delikanlı Yeniçeriler
arasına idhâl edildi. Sekiz gün sonra Ahmed Paşa Ermeni ahâlîden İskoer
Çiafiko'ya ve onunla müttefiken şehri kendisine teslîm eden başlıca itibarlı
kişilere büyük bir ziyafet çekti. Ziyafetin sonunda vezîr-i âzam misafirlerine
ruhsat verdi: Ziyafet mahallinin kapısı —ancak bir kişinin geçmesine müsâid bir
şekilde— dar bir merdivene açılıyordu. Merdivenin son basamağında duran
cellâd, merdivenden inenlerden herbiri-nin boynunu kesti; yalnız Çiafiko
00 Kostantiniyye'de idâm edilmek üzere alı-konuldu (25). Türkler, bilhassa ipek
mensucatından mürekkep azîm ganimet malıyla (26) döndüler. Kefe'nin zaptıyle
dehşete düşmüş olan Kırım Hânı Ahmed Giray, Fâtih'in Cenevizliler'in
mağlûbiyetine dâir kendisine yazmış olduğu zafer-nâme gelince, daha ziyâde
korktu (27). Kefe'nin düşmesi üzerine Azof (Tana) şehriyle Karadeniz
sahilindeki şâir kaleler hiç mukavemet teşebbüsünde bulunmayarak teslîm
oldular (28). Ahmed Hân, kendisinden tahtı almak isteyen onbir kardeşiyle harb
etmekte iken, Fâtih'in Kefe'de Hıristiyanların tenkilini bildiren ikinci bir zafernâmesi geldi (29). Bu mektubun hemen akabinde, Gedik Ahmed Paşa da
Menküb surları önünde zuhur etti. Ahmed Paşa, harb için hazırlanmıştı; Paşa bir
harb hiylesiyle aniden hücum etmiş olmasaydı, şehir şüphesiz uzun müddet
mukavemet edecekti (30). Tana gibi Mengüb dahî Cenevizliler'in elinde olarak
biraderi Ahmed Giray tarafından tardedilmiş
(25)
(26)
(27)
(28)
(29)
(30)
rîn ve murassa' âlât ile iskele canibine teveccüh eyledi. Erkân-ı saadet cümlesi âyîn-i
osmânî üzere müşâyaat resmim icra itdüer.» Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 553 ve 554.
Mütercim).
Türid tarihi, mezkûr kitap; Justiniani, Cenova Vekayinâınesi; Morav-yef Apostol,
Türidde Seyahat, s. 191, 1820.
«Kakım, samur, zencab —ki sipâh-ı zafer-intisâb eline girdi— bî-hisâb idi.» (Sa'dü'ddîn, c. 1, s. 555) Mütercim.
Münşeât-ı Fetrîdûn, nu: 231; cevâbsız ve tarihsizdir.
«Kefe hisarının miftahı keffe girdikden sonra tevabi* ve levâhıkı teshirine (Ahmed
Paşa) ikdam idüp Yapükrüme karasını eshel-i vücûh ile feth eyledi; andan Azak
vilâyetin —ki memâlik-i Sakalibe ve vilâyât-ı şimâliyyenin bender-i mûteberidür ve
kişver-i Türkistan ve Mâverâ'ün-nehr ve diyâr-ı Hâce-Tarhan'dan gelen tüccarın rehgüzeridür— ... za-mîme-i memâlik-i îslâmiyye eyledi». Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 555
(Hammer'in Kaffa şeklinde yazdığı «Kefe»nln bugünkü nâmı Teodosia'dır.
Mütercim).
Münşeat-1 Feridun. (İstanbul basımı Ferûdûn'da yalnız bir zafer-nâme vardır, s. 282.
Mütercim).
Neşrî, varak: 232; Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 295. Solak-zâde, varak: 61. İdrîs,
varak: 158, Âlî, 28. Bâb. Ravzatüİ-Ebrâr, varak: 268. He-zârfenn, varak: 94.
Rıdvân.zâde Târihi, varak: 101, Hacı Kalfa, Tak-vîmü't-Tevârih, 880 (1474).
OSMANLI TARİHİ
127
olan Mengli Giray da oraya iltica etmişti. Menküb'de biriktirilmiş kıymetli
eşyalar Mehmed'in hazînelerini süsledi, şehrin ahâlîsi de Kostantiniyye'ye
gönderildi (31). Bunun üzerine Osmanlılar'ın Turid kıt'asında hâkimiyeti
tamamlanmış idi. Kefe'nin zaptından sonra Türkiye'nin btı yarımada üzerine
hâkimiyeti üç asır devam etmiş ve Tatar Hânları'nın târihi —kendilerinin emîrgüzâr olmaları sıfâtıyle— Osmanlı Devleti'nin târihine pek ziyâde karışmış
olduğundan, Kırım'daki Giray Hanedanı hakkında biraz malûmat vermeğe lüzum
görüyoruz. Ale'l-husûs ki, târihin bu kısmını kapatan meçhûliyet perdesi, bugüne
kadar Şark menbâlarından bu işi anlamağa muktedir hiç bir Avrupalı tarafından
açılamamıştır (32).
KIRIM HANLARI (GİRAY HANEDANI)
Cengiz Hân'ın oğlu Tuçı’nın (Çoçı veya Cuci) ahfadından Tokatmışı, yâhud
daha doğrusu Tohtamış'ı, Timur —o tarafların meşru hükümdarı olan— Oruz
(Orus) Hân'ın yerine Kıpçak hükümdarlığına oturtmuştu (33). «Kıpçak» nâmıyle
anılan memleket, bir taraftan Kafkasya ile Don nehri, diğer taraftan Doğuda
Volga nehri ile Emba ırmağı arasında bulunan ve Hazar Denizi'nden Karadeniz'e
doğru uzanan sahraları ihtiva ediyordu. Yukarılarda yazdığımız Timur târihinde
görülmüştü ki, Tohtamış, bu cihangir aleyhine isyan ederek üç defa muharebe
etmiş ve 798/1395'de Timur'un generali İdeku'ya mağlûp olmuştu. Özbek İdeku
(*), evvelâ Toh-tamış'ın hizmetinde bulunduğu halde, bilâhare 791/1388'de
Semerkand'a firar etmiş ve Tatar Cihangiri'nin Tohtamış ile muharebesinde
başlıca müşevvik olmuştu. İdeku, onaltı sene mütemadiyen Kıpçak memleketini
mutlak hâkim olarak idare ettikten sonra, hükümranlığını Tohtamış'ın iki oğluna
karşı müdâfaaya mecburiyet gördü (814/1411). Tohtamış'ın bu iki oğlu —biri
Büyük Muhammed, diğeri Küçük Muhammed nâmıyle ma'rûf— Kaadir-birdi
Hân ve Celâl-birdi Hân idi. Celâl-birdi bir ok isâbetiyle harb meydânında kaldı.
Büyük Muhammed Kaadir-birdi düşmanı tamâmiyle mağlûp etti; İdeku
muharebede yaralanarak Seyhün nehrine atılıp telef oldu. Kırım Hânlar'nın
silsile-i nesebi (34) Celâl-birdi'ye, Nogay Hânları'nın silsile-i nesebi de İdeku'ya
çıkar. Celâl-birdi İdeku'nun vefatından sonra bile babasının tahtında duramadı.
Cengiz Hân'ın ahfadından diğer biri olan Mahmûd, Celâl-birdî'yi tahtından
indirdi; lâkin o da
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 297.
Bu hususta en iyi eser şüphesiz şudur: Histoid du royaume de la Chersonese
tau'rique, Petersburg, 1824. (Kırım Hükümeti tarihi).
(33) Piti Dölakruva, Timur Beğ Târihi, 2, 20, s. 277. (*)
Edttge. (Hazırlayan).
(34) Cenâbî, s. 129.
(31)
(32)
128
HAMME
R
gasbetmiş olduğu tahtı diğer bir gâsıba, yâni Özbek Ebû'l-Hayr'a terket-meğe
mecbur oldu. Ebü'l-Hayr, evvelâ Mahmûd-ı Cengizî'nin haremiyle, sonra
Timur'un torunu Ulu Beğ'in kızı ve Abdullah Beğ'in haremi ile nikahlandı. Bu
iki izdivaç ile Ebû'l-Hayr, Asya'nın iki cihangiri olan Cengiz ve Timur
hanedanlarına sıhriyyet peyda etmiş idi. Ceyhun nehrinin ilerisindeki
memleketlerin Özbek prensleri Ebû'l-Hayr neslindendir. Deşt-i Kıpçak (Kıpçak
Bozkırı) hâkimiyetini talep eden birçok saltanat davacısı arasındaki uzun
muharebelerden sonra, Küçük Muhammed'in oğlu Hacı Giray, nihayet tahtın
yegâne sahibi olarak kaldı. Lâkin onun vefâtıyle oniki oğlu babalarının mirası
için silâh ile münazaaya başladılar (NOT: 4): Bunlardan bâzıları on ay, bâzıları
da otuz gün saltanat etti (35). Ahmed Giray biraderlerinin hepsini mağlûp etti.
Mengli Giray da Ceneviz Valisinin himayesine, Kefe'ye ilticaya mecbur oldu.
Ahmed Giray Cenevizliler'e hoş görünmek için Eminek Beği (36) —Kefe'nin dâhil bulunduğu— eyâlet valiliğinden azlederek, valiliği Eminek Beğ'in selefinin
oğlu Şeytân'a vermiş idi. Bunlar altı haftadan beri Kefe'yi muhasara etmekte iken
Osmanlı donanması gelerek şehrin önüne demir attı. Mengli Giray —idâm
edilmek üzere— Menküb, Tana, Kefe Ceneviz-liler'iyle beraber Kostantiniyye'ye
sevk olunarak, Boğaz kalelerinin birinde hapsedildi. Cenevizliler'in kelleleri
düşmüş ve Mengli Giray idâm edilmeğe hazırlanıp, mûtâd olmak üzere iki defa
secde etmiş olduğu bir sırada, Pâdişah'ın afvı vâsıl olarak, Mengli Giray'ın
başına inmek üzere olan darbeyi durdurdu. Mengli'yi evvelce bir defa Kırım
Hükümdarı olarak tanımış olan Eminek Beğ, bu hânın iadesini ve ancak birkaç
ay muhafaza edebildiği tahtına tekrar oturtulmasını bütün Kırım halkı nâmına
istirham ediyordu. Mehmed, Mengli Giray'ı dârü'l-cezâdan muhteşem bir saraya
göndererek bir sancak ile bir tuğ verdi (37), ve kendisini Kırım Hânı olarak
tanıdı (NOT: 5). Bunun üzerine Mengli Giray babasından miras kalan tahtta
kendisini muhafazaya me’ınûr bir miktar asker ile hareket etti (38).
Kırım'ın vergi verir bir eyâlet olduğu o sene Mehmed, dinî müesseselerin
idaresi hususunda mühim değişiklikler yaptı: İmamlar ile diğer cami memurları
(din hizmetlileri) Pâdişâh tarafından me’ınûriyetlerini
(35)
(36)
(37)
(38)
Cenâbî.
Kezalik.
Cenâbî. Biraz evvel zikredilen Kırım Târihi müellifi bu tevcihi Peysunel'e nazaran (2,
s. 228-231) 147«'de gösterir.
Cenâbî, s. 120, Hân'ın cülusu şenlikleri hakkında hicbirşey söylemez. Mu-hilof
Başpiskoposu Kırım Târihi'nde bu şenlikleri, Peysunel'ln rivayetine itimâdennaklediyor, s. 357.
OSMANLI TARİHİ
129
musaddak birer berât aldılar. Bu me’ınûrlar o vakte kadar âmirlerinin keyfiyle
tâyîn ve azl edilirlerdi; yeni nizâm mucibince tâyinleri Pâdişah'ın irâdesi ile
olduğundan, azlleri de dîvân-ı hümâyûn'dan kat'î emire bağlı idi.
Kırım mağlûp ve Kefe zapt edildikten sonra, Mehmed'in, Macaristan ve
Boğdan'da muharebeye gitmekten daha müstacel bir işi kalmadı. Pâdişâh,
askerinin Berlat üzerinde vâki Krakoviç muharebesindeki mağlûbiyetinin
intikamını almak ve yeni inşâ ettirdiği halde düşman tarafından zaptolunan Sabaç
(Türkçe: Böğürdelen) (39) kalesini geri almak istiyordu (Not: 6). Sünnet edilerek
Yeniçeri ortalarına dâhil edilmek üzere Kostantiniyye'ye nakledilmiş olan
binbeşyüz Ceneviz asilzadesi Türk gemilerine bindirilmişti. Bu gayrı iradî
muhtedî (dönme) lerden yüzellisi bindikleri gemiyi mâhirâne bir isyan ile
zaptederek Kilia (Kilya, Kili) limanına girmiş ve orada ahâlî tarafından hüsn-i
kabul görmüşlerdi (40). Kefe'nin zaptı haberi Kostantiniyye'ye vâsıl olunca,
mültecilere gösterdiği himayeden dolayı Boğdan'ı te'dîb etmek üzere bir ordu
yola çıktı: Osmanlılar Besarabya'yı istilâ ederek Akkirman'ı (Yâhud «Beyaz
Kale» mânâsına olan Biyelgorod) zapt ettiler. Bu kale Timur zamanında Besarabya'da Baba Dağ'a ve Edirne civarına gelerek yerleşen Kutavlı Tatar
muhacirlerinden dolayı «Akkirman» adını almıştı (41). Boğdan Beği Etienne ile
Lehistan kralı Kazimir kendilerini tehdîd etmekte olan fırtınayı def etmek
istediler. Etienne, eşkıya güruhunun kendi arazîsi üzerinde icra ettikleri
tahribattan dolayı onları cezalandırmak için silâh kullanmağa mecbur olduğunu
sefirleri vâsıtasiyle beyân etti. Diğer taraftan Kazimir de Bâb-ı Âlî'nin
Boğdan'dan taleb etmeğe hakkı olan tarziyyeyi kararlaştırmak için Türk ve Leh
vekillerinden mürekkep bir komisyon teşkilini teklif ederek, Pâdişah'a Leh
tâbiiyyetinde bulunan bir beğe karşı harbetmemeyi tavsiye etti. Mehmed,
Etienne'nin sefirlerine hakaretle muamele ederek, onlan atlarından indirtti ve
yaya olarak tahkîr-âmiz bir surette geri gönderdi (42). Leh elçilerine gelince,
(39) Bonfinius, 4, 3, s. 378, Dölogos, Katona'da Turuç, 15, s. 779.
(40) Obertus Folieta, 11, s. 627-628. Bizaro, Târih: 14, s. 327, Augustino Justiniani, Cenova Vekayinâmesi, 5, s. 226; Türk-Rûrn Târih-i Siyâsîsi, 1, s. 25,
Sizmondi, 10, 42.
(41) Târih-1 Umûmînin 48. cildi olan Ukranya Târihi; Engel, Eflâk Târihi, s. 180 ve
Boğdan Târihi, s. 141; Yeni Rusya Târihi, 1, s. 220. Bu târih yukarıdaki esirleri
yüzelli yerine beşyüz olarak gösteriyor.
(42) Engel, Boğdan Târihi, s. 140.
Hammer Tarihi. C: 11. F: 9
onları da kendisi Boğ-
130
HAMME
R
dan üzerine gidinceye kadar, bir sene alıkoydu (43). Bahar başlarında, Osmanlı
ordusu Edirne yakınlarında toplandı; Lehistan'dan gelen yeni bir sefaret hey'eti
ordunun hareketi esansında ve Varna civarında mülâki oldu (44). Pâdişâh
ültimatomunu verdi: Vergi te'diyesi, esirlerin ihracı, Ki-lia'nın iadesi; bu şartlarla
sulh etmeğe razı oluyordu. Etienne bu teklifleri birkaç defa reddettiğinden,
Mehmed ilerlemekte devamla Tuna'yı beş köprü üzerinden geçerek Boğdan'a
girdi. Osmanlı ordusu —sık ormanlarından dolayı Türkler'in «Ağaç Denizi» adım
verdikleri— Rûzboynu vadisi (45)'ne dâhil olunca Boğdanlılar'la karşı karşıya
geldiler. 26 Tem-muz'da, eşit bir şiddetle muharebeye başladılar (46). Boğdanlılar
ormanın ağaçları arkasında siper alarak sıkı ateş ettiklerinden, bu hâl, bataryalar
üzerine kılıç elde hücuma alışmış olan Yeniçeriler'i şaşırttı; Yeniçeriler yüzüstü
yere yattılar; kumandanları olan Trabzonlu Sekban-başı Mehmed Ağa'nın ne
ısrarları, ne teşcîleri onları yerden kaldırabildi (47). Pâdişâh bu hezimeti görünce
Yeniçeri Ağasına: «Bak adamlarına! Ne kolay mağlûp oluyorlar; ben onlardan
daha ziyâde cesaret beklerdim» dedi ve bunun üzerine bir kalkan alarak ve atını
iki tarafından mahmuz-layarak düşman üzerine atıldı. Bu misâl askerin şecaatini
tahrik etti; onlar da yerden kalkarak ormana girdiler. Orada boğaz boğaza bir
muharebe başlayarak, güneşin doğuşundan öğle vaktinin çıkışına kadar devam etti
(48). Etienne atından düşerek büyük müşkilâtla kurtulabildi (49). Türkler harb
meydânında düşmanların başlarından ehramlar yaptılar; ordu ganimet mallarını
paylaştı. Pâdişâhın sancağı altında harb eden Ef-lâklılar da mükâfat olarak birçok
domuz sürüleri aldılar (50). Bundan sonra Osmanlılar her tarafı ateşe, kana
boğarak çekildiler. Lâkin Hotin, Su-çava şehirlerini zaptedemeden hududu tekrar
geçtiler (51).
Mehmed Boğdan'ı tahrîb etmekte iken Mihâl-oğlu Alî Beğ ile biraderi
İskender Akıncılarla' Macaristan'ı ve Tuna üzerinde kâin memleketleri
dolaşıyorlardı. Lâkin karşılarında Piyer ve Fransuva Dosi biraderler gibi iki
müthiş düşman buldular. Semendre'den otuz bin adım mesafede kâin Buzazis'de
oniki sene evvel kral Matyas Korvinus'un dayısı Misel Silaci ile Greguvar
Labata'nın esîr oldukları mahalde (52) iki Dosi
(43) Kezalik, s. 141; Dölogos, Kramere nazaran.
(44) Dölogos, a.g.e., 16, s, 2.
(45) Engel, a.g.e., s. 142.
(46) Engel, Macaristan Târihi, 3, s 348.
(47) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, 303; Solak-zâde, varak: 61.
(48) Kezalik.
(49) Dölogos, a.g.e., s. 9.
(50) Solak-zâde.
(51) Dölogos, a.g.e., 15, 10.
(52) Bonfinius, 4, 1. 544.
OSMANLI TARİHİ
131
Biraderler iki Mihâl-oğlu Kardeşler'den Silaci'nin katlinin intikamını aldılar. Alî
Beğ Semendre'den idmadına gelen hafif donanmaya kadar büyük müşkilâtla vâsıl
olabildi (53), bütün Osmanlı ordusu mahv olmuştu. Civarda bir vadide muhafaza
altında bulunan Macar esirleri, vatandaşlarının zafer nidalarını işitince Türkler'in
ordugâhı üzerine hücum ederek muhafızları öldürdüler ve —biraz evvel
kendilerinin de bir parçası sayıldıkları— ganimet malını zapt ettiler. Erkek,
kadın, çocuk herkesin —biri bizzat binmiş olduğu ve diğeri ganimet malını
taşıyan— iki atı vardı (54). İkiyüzelli esîr ile beş sancak zafer nişanesi olmak
üzere kral Matyas'a gönderildi (55). Matyas o aralık hem izdivaç merasiminin hazırlıklarıyla, hem de —karşısında üç ahşab kale inşâ ettirdiği— Semen-dre
kalesinin muhâsarasıyle meşgul idi (56). Mehmed, Matyas'ı Semen-dre
muhasarasından vazgeçirmek üzere — Akıncılar'ı Dalmaçya ve Hırvatistan ile
Kral'ın nişanlısı olan Napoli'li prenses Beatris'in Macaristan'a gitmek için
geçeceği bütün memleketleri tahribe gönderdi. Esîr olarak sevkedilen insan
sürüleri, köylülerden gasbedilen (57) hayvan sürüleri, yakılmış kiliseler,
manastırlar, bunların harabeleri üzerinde boğazlanmış râhibler; işte Kral'ın
nişanlısının Dalmaçya'dan geçerken gördüğü manzaralar bunlar oldu. Prenses her
akşam müthiş bir korku içerisinde ve henüz dumanı çıkmakta olan harabelerin
ortasında ekseriya Türkler'in daha birkaç saat evvel bıraktıkları mahallerde
duruyordu; yol üzerinde de prensesin atları, henüz can çekişmekte olan zavallı
Dalmaçlar’ın ce-sedlerini çiğniyordu (58). Prenses ancak Drava nehrini geçtikten
sonra kendini emîn bir mahalde gördü. Akıncılar, düğün alayının geçtiği yerlerde
şehirleri, kaleleri —onların miktarınca meş'aleler gibi— yakarak alayın yol
güzergâhını bu suretle aydınlattıktan sonra, izdivaç merasiminin icra edildiği
zamanı fırsat ittihaz ederek —o şiddetli mevsimde ondört kadem derinliğine
kadar buz tutmuş olan— Tuna'yı geçtiler (Not: 7). Matyas'ın —Türkler'in
Koviloviç dedikleri— Kolic'de ve Morava’nın Tu-na'ya karıştığı mahallin
karşısında inşâ ettirdikleri üç ahşâb kaleyi yukarıdan aşağı tahrib ettiler.
(53)
Bonfinius, İskender Beğ'in Macarlar'ın eline düştüğünü ve kati edildiğini sarahaten
söylediği halde, İskender Beğ iki sene sonra tşkodranın 2. muhasarasında sancak beği
olarak tekrar zuhur eder.
(54)
(55)
(56)
Bonfinius, 4, 6. s. 582.
Bonfinius: «Haec quinque fere mensibus ante nuptias gesta.»
Bonfinius, s. 582: «Postquam enim trinis Senderoviam castris, quae cir-cumvenerat,
obsedit.»
(57)
Kezalik, s. 583: «Quin et vulgo bestiarum more utrumque sexum ineunt,
abutunturque.*
Kezalik, s. 584: «Ubique jacentia caesorum corpora nondum contabefacta.»
(58)
132
HAMME
R
Osmanlı süvarilerinin Dalmaçya ve Hırvatistan'da icra ettikleri hasarlar, bir
sene evvel Karintiya'da, Karniyola'da, îstirya'da vuku bulan tahribatın
tekerrüründen başka birşey değildi. 1478 baharında Türkler, üçüncü defa olarak
Istirya'ya (Stirya) girdiler ve Karintiya'da ikinci bir akın yaptılar. Türkler'in
zuhuru haberi vâsıl olunca, Jorj Şenk memleketin askerini Ran yakınındaki Uz
vadisinde ale'l-acele toplayarak, Osmanlılar üzerine yürüdü. Türkler ilk
müsademede birkaç yüz asker kaybetti. Lâkin Ahmed Paşa, îstirya'da dolaşmakta
olan Türk ordusunu biraz sonra oniki bin kişi ile takviye etti; Şenk, yakından
kuşatıldığından, kendi askerinden beş defa fazla olan bir askere karşı harbetmeğe
mecbur oldu. Altı bin îstiryalı harb meydanında kaldı; memleketin yüzyir-midört
asilzadesi esîr edildi: Radkesburg kumandanı Sigismund Döpol-haym, Wilhelm
Dösaurau, Marten Ditriştayn, Hanri Prişenç var idi; Kris-tof Rauber, Bernar Dö
Harak, Kristof Dö Rutmansdorf, Marten Kapfenş-tayner gibi şâir bâzıları da
muharebede telef olmuşlardı. Yalnız onbeş îstiryalı asilzade fevkalâde gayretle,
düşman safları arasından kendilerine bir yol açabildiler ki, Ostermann
Dauersberg, Gaspar, Kristof Dö Ham-berg, Jorj Rauber bu takımdandı. Silli
hâkimi Jorj Hohenvarter ile Kris-tian Taufenbach'a gelince, bunlar Türkler'e
teslîm olarak hayatlarını kurtarabilecek oldukları halde, şerefli bir ölümü
düşmanın merhametine tercih ettiler (59). îstiryalılar’ın mağlûbiyeti, Radkesburg
şehrinin yüzelli sene evvel hasımlarının mağlubiyetiyle sağladıkları şöhreti Ran
şehrine verdi. Bu hâdiseden sonraki sene içerisinde, bir ordu Bosna'dan yine Karniyola'ya girdi (60); yine o sene içerisinde iki Dosi Biraderler iki Mihâl-oğlu'nu
külliyen mağlûp ettiler. Bu zaman (883/1476) Osmanlı Devleti târihinde üç yeni
te'sîs ile mâruftur. Bu tesisler, Mehmed'in fâtihâne dehasıyla beraber kanunî
dehâsını da isbât ettiğinden, burada onları izah etmemiz icâb eder.
Boğdan seferine kadar timâr ve zeamet tevcihâtı, siciller üzerinde yalnız bu
tevcihâta nail olanların isimleriyle kaydedilirdi. Bu zamandan itibaren Mehmed,
timâr ve zeamet sahiplerine muntazam berâtlar verdirdi. Berâtlar üzerinde timâr
yâhud zeamete dâhil olan kurâ'nın varidatı zikredildiği gibi, berâtların suretleri
dîvân-ı hümâyûnda kaydolundu (61). Yine o târihte Pâdişâh bir irâde çıkararak,
Rumeli Müslümanları'na her-gün beş vakit namazı edâ etmeyi emretti;
Rumeli'nde iskân edilmiş ve henüz ihtida etmiş Müslümanlar'ın pekçok olduğu
düşünülürse, bu namaz
39
(59)
(60)
(61)
Yulyus Sezar: İstirya Dukalığının Târih-i Siyâsî ve Mezhebîsi, 6, s. 230; Ve
Rembrand'ın İstirya Veifcayinârnesi'ne nazaran; Mejisr, Karintiya Ve-kayinâmesi,
Valvasur, Karniyola Vekayüıâmesi.
Valvasur, 4, fi. 376.
Sa'dü'd-dîn, Solaklzâde, varak: 62,
OSMANLI TARİHİ
133
i'tiyâdmm unutulmuş olması garîb görülemez (62). Çulhalara bir vergi tarhı da yine o
sene vâki olmuştur. Bu verginin garîb sebebi zikre şayandır. Sultân Mehmed,
ordusunu Boğdan'a sevkettiği esnada, yanında yürümekte olan Anadolu Beğlerbeği
Davud Paşa Tavşanlı-Pazar'da oniki çulhanın (63) dükkânlarına giren bir tilkiyi
tutamadıklarını gördüğünü nak-letmişti. Mehmed çulhaların pek büyük beceriksizlik
göstermiş olduklarını düşünerek mücâzâtı olmak üzere, her sene memleketin zabitine
beşer vermeye mecbur olmalarını emretti; bu ceza vergi olarak zamanımızda dahî
ödettirilmektedir (64).
Bir asırdan beri tamir edilmemiş ve son muhasarada bilhassa deniz
tarafından Osmanlı toplarıyle tahrîb edilmiş olan Kostantiniyye surları yeniden
tamâmiyle tamir edildi. Barbizes'in kızı Fidalia —ki şehir onun kocası Bizas'a
nisbetle «Bizans» (65) diye isimlendirilmiştir— Kostanti-niyye'yi ilk defa olarak
bir sûr ile çevirtirmiş idi. Puzanias surun ikinci bânîsi olarak kabul edilir (66).
İmparator Seuer (Sever) Bizans surlarının —kendisine müdâfaaları esnasında—
mahsurlara ne kadar faydası olduğunu görmüş olduğundan, surları yeniden inşâ
ettirdi (67). Doğu Roma İmparatorluğumun müessisi Kostantin, surlan limanın
iki tarafında da devam ettirmişti; bir yer hareketinde (zelzelede) hasara
uğradığından İmparator Arkadius yeniden yaptırdı (68). Büyük Kostantin'den bir
asır sonra Genç Teodos zamanında, gerek kara, gerek deniz tarafından yıkılmış
olan surların yeniden inşâsı —Atemius ve Sirus isminde iki şehremininin
nezâreti altında— iki aydan az bir müddet zarfında ikmâl edildi (69). Elli sene
büyük Leon batı tarafındaki surlan yeniden inşâ ettirdi (70). I. Jüs(62)
(63)
Bu irâde müellifin kütübhânesinde bulunan bir inşâ kitabının 38. nu-marasındadır.
«Culah dest-gâhları olan kârhâneye bir rubâh girüp...» Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 562. Hammer'in
fransızcasmda «cardeur» yazılmıştır ki, «hallaç» demektir; lâkin doğrusu «çulha»
(tisserand) olacaktır. Mütercim.
(64)
Solak-zâde ve Sa'dü'd-dîn, 2, s. 304. (Habea-i Sahih der ki: «Bu hikâyenin îrâdı fâidesiz gibi
görünüyorsa da çulhaların kârhâne derûnuna giren bir tilkiyi öldtiremiyecek kadar
korkaklıklarına mukab'l pâdişâh tarafından resm vaz'ıyle te'dîbleri o asırda şecaatin ne
kadar gözedildiği-ni bildirir.» Sa'dü'd-dîn'in «Culah başına beş akçe cerîme buyurulup
Tav-şanlu sü-başısına mahsûl kayd olundu.» demesine göre, bu vergi umûmî olmayacaktır.
Hammer'in ifâdesine muhalif olarak bu vergi on iki çulhanın şahıslarına münhasır idiyse
haksızlık az olmuş olur. Mütercim.)
Heşisius, Millesius.
Justinus, 11, 1.
Herodyanus, 3. 1.
Melala, Arkadius Vekayinâmesl
Nikefor Gregoras, 14, 1; Zonaras.
Kodini: Kostaııtlniyye'nin tbtidâsı; Apot Bandori, s. 55 ve 82.
(65)
(66)
(67)
(68)
(69)
(70)
134
HAMME
R
tinyen bu taraftaki suru denize ,yâni Yedıkule'nin bulunduğu mahalle kadar
uzatmak için birçok akçe sarf etti (71); Tiberius Absimares deniz tarafındaki suru
tamir ettirdi (72). İzorlu Leon, saltanat zamanının son senesinde yıkılmış olan
(73) surların tekrar inşâsı için bir vergi tarhını emretmişti. Leon Bardas —
Bulgarlar'ın istilâsından muhafaza için— Bla-hern Sarayı'na sur çevirmişti (74).
Romanus da bu büyük sarayı şehiı ahâlîsinin isyanına karşı müdâfaa için sur ile
çevirmişti; bundan dolayıdır ki sarayı şehir ahâlîsi Zâlimler Kalesi diye
isimlendirirlerdi (75). İmparator Teofil ile İmparator Misel (76) onlardan sonra
büyük Androni-kos Paleolog (77) buzdan yâhud denizin vurmasından bozulmuş
olan surları tamir ettirdiler. Kantakuzen'in hasımı ve rakibi Apokokus Bizans'ın
eski surunu tamir ile iktifa etmeyerek (78) birincisinden daha alçak ve saray
kapısından (liman tarafından müntehâsı) Yaldızlı-Kapı'ya (deniz tarafından
müntehâsı) kadar uzanan yeni bir sur yaptırdı. Yuannes Paleolog Yaldızlı-Kapı ve
Yedikule taraflarında kesme taştan iki kule yaptırarak şehrin tahkim edilmesine
teşebbüs etmişti. Lâkin Yıldırım Bâye-zîd'in, inşâat derhâl tatil edilmediği
takdirde Prens Manuel'in gözlerini oyduracağını söyleyerek tehdîd etmesi üzerine
teşebbüsünden vazgeçti (79). Bizans istihkâmlarını bu suretle tamir ettirmiş,
ilâveler yaparak tahkim etmiş olanların arasında, yalnız Kostantin şehrin ikinci
bânîsi olarak kabul edilebilir; Kostantin, hükümet merkezini Tiber nehri
kenarından Bos-for sahiline getirmiş ve şehir bu unvanı almıştı. Bizans'a gelen ilk
muhacirler Megar Rumları ile bunlara karışmış olan birkaç Trakyalı idi;
Kostantin buraya yalnız Romalılar'dan getirdi. Mehmed'in Kostantiniy-ye
ahâlîsini hemen tamamen mahvettikten sonra, oraya ahâlî getirtmek için tatbik
ettiği usûl büsbütün başka idi. Asya'nın kuzey ve doğusundaki fütuhatı, yeni
payitahtının şenlendirilmesine hizmet etti. Pont ülkesi içerlerinden,
Kapadokya'dan, Sırbistan'dan, Mora'dan Lazlar, Karamanlılar, İlliryalılar, Rumlar
saltanat merkezine nakledildi. Yeni fetho-lunan oniki payitahtın (Not: 8) en
zengin ahâlîsi Pâdişah'ın ikametgâhı olan beldede vatan, tutmak üzere tâyin
edildiler. Bu muhacirlerden pek azı, yâni Karamanlılar Müslüman idi; muhtelif
mezheblerden Hıristiyan olan şâirleri âyinlerini icra için müsâade aldılar.
(71)
(72)
(73)
(74)
(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
Prokop.
Kodinus, a.g.e., s. 56 ve 82.
Teofanes, Sedrenus, Manases.
Simon Legoft, Leon Bardas.
Zonaras.
Tornfor'un «Kitabeler» isimü eserine müracaat; 2, s. 176.
Nikefor Gregoras, 9, 143; Nikefor, s. 29.
Nikefor Gregoras, 14, 5.
Dukas, 8, 12; Nikefor Gregoras.
OSMANLI TARİHÎ
135
Mehmed'in Venedik'e vermiş olduğu bir sene mütâreke sona ermişti. Bu müddet
zarfında muhasamata ara verilmesine tamâmiyle riâyet edil misti. Lâkin Pâdişah'ın
sû-i niyeti kat'î bir sulh akdi için başlatılmış ol. müzâkerelerin iyi bir neticeye
ulaşmasına mâni olmuştu:
Venedik sefiri Pâdişah'ın tekliflerine razı oldukça, o dâima yeni bir şart
meydana çıkararak, mes'elenin her cihetini tekrar müzâkere mevzuu haline
getiriyordu. Bunun üzerine Cumhur'un baş-generali Antuvan Loredano —ki
Napoli Di Romania'da bekleyen donanmanın kumandanıdır— çatışmaya
başlamak için emir aldı. Bu generalin seçilmesi seferin muvaffakiyetini te’ınîn
için en büyük sebeb idi. Loredano, Osmanlılar'ı denizden uzaklaştırdıktan sonra
Küçük Asya'ya doğru yelken açtı ve sahilde birkaç yere hücum ederek, yazın bir
kısmı zarfında memleketi tahrîb etti. Ertesi sene (1477) Dîvân-ı Hümâyûn'da
Lepanto (80) muhasarasına karar verildi. îşkodra muhasarasının kaldırılması
üzerine Krakoviç muharebesinde Boğdan Beği Etienne'ye mağlûp olmuş olan
Hadim Süleyman Paşa bu muhasarasının icrasına me’ınûr edilerek, maiyyetine
kırkbin kişi verildi. Hellade'nin başlıca şehirlerinden biri olan Lepanto
(Nopaktos) Bizans împaratorluğu'nun zevali hengâmında Venedikliler'e verilmiş
idi. Venedikliler şehri tezyin ve tahkim etmiş olduklarından, burası onların
Yunanistan üzerine hâkimiyetlerini sağlayan başlıca müstemlekeleri olarak kabul
ediliyordu. Antuvan Loredano, Sultân Mehmed'in tasavvurlarından haberdar
olduğundan, otuz iki kadırga ile Lepanto Körfezi'ne gitti; Senato dahî bu şehri
tehdîd etmekte olan tehlikeyi haber almış olduğu için, birçok muavin askerler
göndererek, kaleye asker ve mühimmat sokuldu. Bu ihtiyatî tedbirler henüz
ittihaz edilmişti ki, Osmanlı ordusu kale önünde zuhur ederek, muhasaraya
başladı. Süleyman Paşa'nın bataryaları pek az zaman içinde surları tahrîb ederek
gedik açtı. Gedik kâfi derecede genişlik kazanınca hücum edildi; lâkin Osmanlı
askeri şiddetle geri püskürtüldü. Süleyman Paşa bizzat askerinin başında tekrar
hücum ettiyse de muhafız askerler, donanmanın yardımı ile hücumları te'sîrsiz
bıraktılar. Süleyman Paşa, Osmanlı donanması iştirak etmeksizin muvaffak
olamayacağına kaani olduğundan, muhasarayı kaldırdı ve hiddetini teskin için,
zâten metruk olan birkaç kaleyi tahrîb ederek, oralarda taş taş üzerine bırakmadı
(Not: 9).
Lepanto muhasarasını müteâkib Kroya muhasarası başladı. Arnavudluk Sancak
Beği Alî Beğ, kaleyi sekiz bin kişiyle kuşattı. Pietro Vetori bütün yaz mevsimi
zarfında müdâfaa etti. Osmanlılar —Tiran vadisinde Kroya'nın dayandığı— tepelerin
eteklerinde ordu kurmuşlardı. 2 Eylül 1477'de, Venedik Senatosu kaleyi kurtarmak ve
hiç olmazsa —zahirece
(80) înebahtı. (Mütercim).
136
HAMME
R
noksan hissedilmeğe başlanıldığı cihetle— erzak sokmak üzere Vali Fran-çesko
Kontarini'yi dörtbin beşyüz süvârî ve bir kol Arnavud piyâdesiyle gönderdi.
Maksadı te’ınin için muharebe etmek lâzım idi. Kontarini, Osmanlılar'ın askerî
hatlarını yararak, onları dağlara firar etmeğe mecbur etti ve akşama doğru
ordugâhı zaptederek yağma etti. Mahsurlar derhâl şehirden çıkarak gâliblerle
birlikte ganimet mallarını taksim ettiler. Türkler bulundukları tepelerden
Hıristiyan askeri arasındaki intizamsızlığı görünce tekrar toplanarak yağmacılar
üzerine hücum ile, ekserisini katlettiler ve kalanları esîr aldılar. Françesko
Kontarini de esîr edilerek başı kesildi. Birkaç saat içerisinde hem mağlûp, hem
gâlib olan Türkler, muhasaraya daha büyük bir gayretle başladılar. Arnavudlar
muharebeden sonra dağılmış idiler; İtalyanlar da bin kişiden ziyâde kaybettiler
(81).
Bu bozgunluktan henüz bir ay geçmişti ki, bizzat Venedik Cumhuru
Türkler'in Kriyol kıt'asını istîlâ etmelerine mâruz kaldı. Bu haber üzerine
Venedikliler'e büyük bir me'yûsiyet geldi. Biri Gradiska'da, diğeri Koğliyana'da
tesîs edilmiş olan iki müstahkem ordugâh ile Akile yakınında tzonzo
mansabmdan Kerç'e kadar uzanan fasılasız hat üzerindeki hendekler Türkler'in
istilâlarına karşı durmak için yapılmıştı; lâkin 1477 Teşrinievvel başlarında
Gradiska ordugâhında Osmanlılar'ın gelişinden henüz haber alınmamış olduğu
halde, onlar Kerç köprüsünü zapt etmişlerdi. Bosna Sancak Beği Ömer Beğ (82),
bu köprü üzerinden bin süvârî geçirdi. İkinci bir fırka da nehri dîğer bir taraftan
yüze yüze geçerek pusuya girdi. Ertesi günü Ömer, Venedik generali Novellu
(Novellüs)'ya meydan okudular, o da muharebeyi kabul etti. İlk müsademede
Türkler kaçar gibi göründüler. Novellu'nun oğlu —pederinin ihtarlarına
rağmen— Osmanlılar'ı tâkipde ısrar etti ve bu suretle —bir gün evvel
hazırlanmış olan— pusuya düştü. Kendisiyle refakatinde bulunanlar tamamen
katledildiler. Bu vak'a bütün Venedik ordusunun mağlûbiyetine sebep oldu; ordu
dağılarak herkes firar etti, İki Novellu harb meydanında kalmışlardı. Kendilerini
kurtarabilen pek az kimseler de civardaki kalelere iltica ettiler. Ömer, süvarilerini
derhâl İzonzo ile Tagliyamento arasındaki ovaya yaydı; bunlar bir ay memleketi
yağma ettiler. Zahîre anbarları, ormanlar, şehirler, kaleler hep bir ateş ummanı
içine gark oldu. Müverrih Sabelliko bu vak'ayı Odin civarında bir tepeden
görerek nakletmiştir (83). Türkler, İtalya muharebelerinde —kâh cebren
geçenlere, kâh geçmek is(81)
(82)
(83)
Sabelliko, Ç'ppiko.
Sismondi, 11, s. 139. Sabelliko'ya nazaran, 3, 10, s. 228. Sismondi'nin Avrupalı
müverrihlerce «Marbek» denilen zâtın sadrâzam Gedik Ahmed Paşa olduğunu
söylemesi yanlıştır. Osmanlı müverrihlerinin yazdıkları veçhile, bu, Turhan
(Turahan)’ın oğlu Ömer Beğ'dlr.
Sismondi, s. 141. Sabelliko'ya atfen, a.g.e., varak: 224.
OSMANLI TARİHÎ
137
teyenlere karşı kahramanca müdâfaa eden— o kadar generallerin fevkalâde
harekâtıyla şöhret bulan Tagliyamento nehrini geçtiler. Bu defa nehrin sahilinde
asker yoktu. Osmanlılar da hiç silâh atmadan geçerek bu nehir ile Piyao (Piyave)
nehri arasını kolayca istilâ ettiler. Venedikliler, büyük bir yangının köylerini,
saraylarını nasıl yaktığını kulelerinin üzerinden temâşâ eylediler (84). Hükümet
reisi, elinde bulunan bütün kuvvetleri ve Lombardiya askerlerini ale'l-acele
gönderdi. Yalnız Venedik ahâlîsi iyi silâhlanmış dörtyüz asker çıkardı. 2
Teşrinisani 1477'de bu muhtelif kuvvetler şehirden çıkarak düşmanı takibe
koyuldular. Bu esnada Ömer Beğ, teşebbüsünün pek cür'etkârâne olmasından
korkmağa ve neticelerinden endîşe etmeğe başlayarak ric'at emrini vermişti:
Lâkin süvârî askeri yağmagerlik hırsına kapılarak, sarp ve uçurumlarla çevrili
kayalıkların tepelerine kadar gitmişlerdi. Bunlar orduya kavuşmak istedikleri
zaman, atlarını, çıktıkları yüksek yerlerden indirmek için pek çok müşkilât
çekdiler. Nihayet, bir çâre buldular: Esirlerin elbiselerini uzun uzun keserek
kolan yaptılar ve atlarını karınlarından bunlara bağlayarak ve kayadan kayaya
götürerek ovaya kadar indiler. Ömer Beğ, îzon-zo'yu tekrar geçti ve az bir
müddet sonra Kriyol'u büsbütün tahliye etti. Lâkin arkasında bıraktığı harabeler,
geçişinin nişanesi olarak kaldı. Büyük bir felaket olmak üzere veba da zuhur etti.
Kânunievvel zarfında Cumhur'un pâyitahına girdi. Ve müthiş bir hasar yaptı (85).
1477 senesi şu suretle sona erdi. Bu sene zarfında Türkler ilk defa olarak Tagliyamento sahilinde göründüler. Matyas Korvinus Viyana'yı muhasara etti;
Burgonya Dukası Pervasız Şarl îsviçreliler'le muharebesinde telef oldu; Acem
Şâhı Uzun Hasan —ki o da Şarl gibi «Pervasız» lâkabiyle adlandırılabilir— beş
oğlunun arasında çıkan münâferetleri ve çatışmayı yatıştıramadığından ve altıncı
oğlunu da bir ok ile öldürttüğünden dolayı, keder ve ıztırabtan vefat etti. Uzun
Hasan'ın hayatının sona erdiğini zikreden Şark vekayinâmeleri, Timur ve Şahruh
târihlerini yazmış olan İranlı müverrih Abdü'r-rezzak ve Arab müverrihi İbnü
Şıhne'nın (Not: 10) dahî büyük vak'alarla dolu olan bu sene zarfında irtihâl
eylediklerini bildirirler (86).
Kroya muhasarası bir seneye yakın bir zamandan beri devam ediyorken,
Mehmed yine —muharebede muvaffakiyetini hazırlamak için sulha girişmekten
ibaret olan— mûtad siyâsetine müracaat etti. Bu muharebeye bizzat başlamayı
tasarlamıştı. Binâenaleyh bir Yahudi'ye Loredano ile Kroya'da görüşmek üzere
tam selâhiyet verdi. Yahûdî hâmil olduğu ta'-lîmâtı tebliğ ettikten sonra
Venedik'e gitmek için müsâade ve bir kadır(84)
(85)
(86)
Sandi, Venedik Târih-i Medenîsi, 8, fasıl: 9; Daru, 2, 477.
Daru, 2, st 477.
Cenâbî.
138
HAMME
R
ga istedi. Loredano bu talepleri derhâl kabul etti. Lâkin müzâkereye gelen Yahudi
Kapo Distirya Tepesi'ne gelince, fücceten öldü. Bununla beraber, Senato
Mehmed'in teşebbüsünden haberdâr olmuş ve kendisi için felâketi mûcib olan bir
harbin yıkıntılarına yalnız başına tahammül etmekten yorulmuş olduğundan —o
aralık Venedik donanması üzerinde nezâret vazifesini ifâ eden— Tomas
Malpiyeri'ye hemen İstanbul'a gitmesi emrini gönderdi. Malpiyeri tam selâhiyetle
1478 Kânunisânîsinin ilk günlerinde Kostantiniyye'ye vâsıl oldu. Bu elçi Kroya
şehrini, Limni adasını, Mora'nın Braçyu Di Manya denilen kısmını Pâdişah'a terk
etmeğe me'zûn idi. Bundan mâada, Venedik, harbin başlangıcından beri Osmanlılardan alınan bütün mevkileri, bütün arazîyi iade etmeğe razı idi; en sonra da
Mehmed'in —şap mâdenleri iltizâm bedeli olarak— çoktan beri talep ettiği
yüzbin dukayı ödemeyi teklif ediyordu. Bu teklifler Sultân Mehmed tarafından
kabul edildi. Pâdişâh, ahidnâmeyi neticelendirmek için Venedik'in her sene
kendisine onbin duka vergi vereceğinin de derce-dilmesini istedi. Malpiyeri bu
şartın kabulünü taahhüd edemiyeceğini beyân etti. Bununla beraber, Senato ile
istişare ve yeni ta'lîmât ile dönmek üzere 15 Nisan 1478'e kadar iki aylık bir
mütâreke talep etti ve aldı.
Bu esnada Cumhur —yakında bir izdivaç ile menfaat bağları kurulmuş
olan— Macar ve Napoli krallarının Sultân Mehmed ile sulh akdetmek üzere
olduklarını haber aldı. Matyas Korvinus Macaristan'da elde ettiği yerleri Pâdişah'a
iade etmeyi taahhüd edecekti. Macar Kralı böyle bir sulhu kabulden nefret
gösteriyorsa da, kayınpederi Aragon Kralı Ferdinand, Pâdişah'ın teklif ettiği
muâhedenâmeyi imza ederek, damadının tereddütlerini izâde etti (Not: 11).
Mehmed ile Napoli Kralı arasında başlamış olan dostluk rabıtalarına Ağrıboz'un
zaptını müteâkib son verilmişti. Padişah, Hıristiyan hükümdarları arasında
düşmanlık yaratmak için her vesileden istifâde ettiği cihetle, Ferdinand'a
ihtiramkâr te’ınînât ile dolu bir mektup yazarak, yeni fethini haber vermişti. Lâkin
o vakit Ferdinand, Sultân Mehmed'in Avrupa'daki muvaffakiyetlerinden her birini
bizzat kendi hükümranlığına Vurulmuş bir darbe gibi telâkki ettiğinden, şu cevâbı
verdi:
«Osmanlılar'ın pâdişâhı hudâvend-i emced ve ekrem Mehmed'e beinâyetu'llah Sicilya, Kudüs-i Şerîf, Macaristan Kralı Ferdi-nand'dan
selâm olsun; Ağrıboz'un zabtını i'lâm ile muzafferi-yetin kendilerine
verdiği meserretten hissedar olmaklığımız için sefirlerin vâsıtasiyle
göndermiş oldukları nâmeleri aldık. Son yıllarda tebeamızm nezd-i
hümâyûnlarında himayeye mazhar olduklarını ve hüsn-i muameleden
başka birşey görmediklerini bildiğimizden, bir sefîr göndermekte ve
haysiyyet ve dinimiz ile mütenâsip olabilecek dostluk rabıtalarına
devam etOSMANLI TARİHİ
mekte müşkilât izhâr etmemiştik. Lâkin zât-ı saâdet-meâbları-nın
Hıristiyanlarca ve bilhassa dostlarımız ve müttefiklerimiz olan
Venedikliler'e karşı icra ettikleri zalimane harbi haber alınca zât-ı
şevketleri ile aramızda yerleşmiş bulunan hüsn-i muaşereti muhafaza
etmek bizim için imkânsız olmuştur. Binâenaleyh tam bir Hıristiyanm
vazifesi olmak üzere, bütün kuvvetimizle zât-ı saâdet-meâblarma karşı
harb etmeğe karar verdik; Venedik'in Hıristiyanlık şeriatını ve
mukaddes dînimizi müdâfaa etmesine yardım etmek üzere,
donanmalarımızı onun donanmalarına ilhak edeceğiz. Zât-ı şevketleri
—kemâl-i hamiyyetle sâlik olduğumuz— dîn-i İseviyye'nin bize
emreyle-diği zâifi unutarak —bütün muhabbetimize lâyık olan—
Venedikliler'e karşı hıyanet edeceğimizi zannediyorlarsa hatâ etmiş
oluyorlar. Bunun içindir ki Ağrıboz'un zaptından dolayı bizimle
birlikte neşvedâr-ı mahzûziyet olmak istemelerine mütehay-yîr kaldık;
bu bizim için ancak bir ıztırap sebebidir. Napoli, 4 Eylül 1470» (87).
Bu mektupta dercedilmiş olan tehdîdlerin icrası iki hükümdar arasındaki
münâsebetleri birkaç sene büsbütün kesti, Lâkin vâsıl olduğumuz târihte,
Ferdinand'ın siyâseti başka bir istikamete yönelmiş idi. Bunun için Mehmed'in
tekliflerini müsâadekârâne kabul ederek Türk sefinelerinin Napoli limanlarına
serbestçe girmesine ruhsat verdi ve nihayet ta-raf-ı şahaneden teklif olunan
ahidnâmeyi kabul etti. Bu müzâkereler için Napoli'ye gönderilmiş olan sefir,
efendisinin nezdine muahedenin tasdiknamesi ve paha biçilmez hediyelerle
döndü. Bu ahidnâme, bir Hıristiyan devletiyle İsâ ismine hürmet eden herşeyin
alenî düşmanı olanlar arasında ittifak edilmesinin târih-i siyâsette ilk misâlidir.
Ferdinand, ahidnâmeyi imza ederken Venedikliler'e karşı gizlice beslediği
garazdan mâada bir şeyi düşünmemişti.
O vakit Venedik dahî Pâdişah'ın şartlarını —nekadar ağır olursa olsun—■
kabule mecbur bir halde idi. Napoli siyâsetinin takip ettiği istikamet, İran'da Uzun
Hasan'ın vefatından beri zuhur eden fetret, Kroya şehrinin son derecede uğradığı
zaruret, Papa IV. Sikst'in Cumhûr'a —Hıristiyanlığın düşmanı olanlara karşı—
muharebe için yardım etmekte gösterdiği rehavet, hâsılı bütün vak'alar Venedik'in
sulhu kabul etmesini zarurî kılıyordu. Bununla beraber Tomas Malpiyeri 1478
Mayısının üçüncü günü Kostantiniyye'ye döndü. Lâkin Pâdişâh Arnavudluk
üzerine gitmiş idi; Malpiyeri Pâdişah'a Sofya'da iltihak için acele etti. Orada ise
Pâdişâh, sözünü geri almış olduğunu; Venedik sefirinin gaybubeti esnâ(87) Lojiye, 7, 27. Kitap, s. 243.
140
HAMMER
sında tarafların mevkileri değişerek Kroya şehri büyük bir ordu tarafından ve her
yandan kuşatılmış olmasıyla, bu kaleyi şimdiden kendi hükmü altında
addetmekte bulunduğunu; Venedik sulhu hakîkaten istiyorsa îşkodra şehrini de
vermesi lâzım geleceğini beyân etti (Not: 12). Malpiyeri böyle bir talebe razı
olmak için me'zûn bulunmadığından tekrar Venedik yolunu tuttu; Mehmed de
Arnavudluk üzerine hareketine devam etti.
Kadîm zamanlardan beri «îşkodra» denilen îşkodra şehrinin ismi —
Kostantiniyye'nin karşısında bulunan Üsküdar şehrinin ismi gibi— «bir yolun
müntehâsı» (88) yâhud «bir yol üzerinde bekleme (duraklama) mahalli» mânâsı
ifâde ettiği muhtemeldir. Türkler îşkodra'yı «îskenderiyye» yâni «îskender Bey
şehri» diye isimlendirirler (89). îşkodra, bugün Zen-ta, îşkodra yâhud oradan
kaynakan nehrin nâmına izafetle Buyana ismi verilen —Titliyev'in Labeatis
dediği— büyük bir gölün doğusunda kâindir. Eskiden Barbana (90) tâbir edilen
Buyana nehri, gölden ve şehrin güney batısından çıkar; kuzey batısından Küçük
Drina nehri inerek (91) gölden biraz ileride Buyana'ya dökülür. îşkodra'ya
girileceği zaman üzerinden geçilen ahşâb bir köprüyü suların taşkınları sık sık
tahrîb eder; lâkin yakında bir köyün ahâlîsi köprüyü dâima sağlam bir halde
muhafaza etmeye mecbur tutulmuşlardır (92). Gölbaşı, Drivasto yâhud Darkoz,
Kasabyako (Şabibak) isminde üç kale, şehrin az bir mesafe hâricinde kâin olarak
îşkodra'ya giden üç yola hâkim bulunurlar (93). İllirya'da vuku bulan iki
muharebe Romalılar'a bu mevkiin askerî ehemmiyetini anlatmıştı. Bunların
birincisini Senyus Fulviyus Çentimalus, Kraliçe To-ta'dan (94) Roma sefirlerinin
katliyle Cumhur'un birkaç gemisinin yakılmasının intikamını almak için icra
etmişti. Diğer harb de Pretor (95) Aniç-yus tarafından yapılmış ve Senato harbin
başladığından haberdâr olmadan sona ermiş idi; biraderini katleden Jentius
Romalılar'ın yaklaşması üzerine korkarak îşkodra'ya atılmış ve burayı müdâfaa
bile edememişti (96). Asya krallarından üçü, yâni Atalus, Omen, Prusias
Ançiyus'un
(88)
(89)
(90)
(91)
(92)
(93)
(94)
(95)
(96)
İran'da posta muvakkıflarına Üsküdar denilir, Yunanlılar bu kelimeyi tahrif
etmişlerdir.
Büyük İskender'e nisbet ederler, nasıl ki ileride izah olunacaktır. Mütercim (M.î. 1)
Titliyev, 44, fasıl: 31.
Titliyev'in Kluzula, Pelin'in Drilus adını verdikleri nehir, Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'sine
müracaat.
Hacı Kalfa’ınn Rûm-üi'si.
Solak-zâde, varak: 62; Sa'dü'd-dîn, 2, s. 336; Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 133 ve 137.
Florus, 2, s. 13.
Eski Romalılar'da mahkeme-i âlîye reîsi ve vilâyet valisi. Mütercim.
Titliyev. 44, fasıl: 31 ve 32.
OSMANLI TARİHİ
141
muzafferiyet alayında bulunmak için Roma'ya koştular. Jentius ile oğulları
alayda dâhil bulunarak zafer alayının önünde gidiyorlardı. O zamandan sonra,
târihte İllirya'nın ve hükümdarlarının ahvâline dâir hiçbir şey bırakılmamış ve
nihayet siyâset sahnesinde Osmanlılar zuhur ederek, İskender Beğ'in
muzafferiyetleri Jentius'un hacâletlerini unutdurmuştur.
Ondördüncü asrın başlarında Baliş sülâlesinin Îşkodra'ya hâkim oldukları görülür.
Zenta Gölü ve Buyana nehri sahillerindeki arazîye mâlik olan bu aileden üç birader
evvelâ Dukakin (97) ailesine, ismini vermiş olduğu arazîden ihrâc ettikten biraz sonra
Sofi ailesini Kroya şehrinden tard ve nihayet Bosna Kralı Etienne'nin kapanmış
olduğu Raguzayı muhasara ettiler. Bu üç birader Bosna hükümdarını sulhu kabule
mecbur ve hükümranlıklarını Narenta nehrine kadar tevsî eyledikten sonra az zaman
içinde —Bugün «Arnavud Belgradı» adı verilen— Albagreka, Kas-torea (Kesriye),
Apolonia (Avlonya) şehirlerini zabt ettiler. Ondan sonra aralarından ikisi vefat
edinceye kadar memleketi sükûnetle idare ettiler. Üçüncü Arnavud Belgradı yakınında
Sao ovasında, II. Murad'ın ku-madanlarından Evranos (Evrenus, Evremiz)'a mağlûp
oldu. Bu muzafferiyet neticesinde Osmanlılar Arnavudluk'un başlıca üç kalesi olan
Kas-torea, Albagreka, Kroya'yı ilk defa aldılar (98). Arnavud Belgradı muâhrebesinde telef olan prensin halefi Istrasimer Baliş îşkodra, Drivasto, Lisos yâhud
Alessio, Antiovari üzerine hâkim kaldı. Onun oğlu Jorj (Not: 13), îşkodra'yı II.
Murad'a teslîm etti. Lâkin II. Murad Jorj'a —akrabasından olan gayet güzel bir kızı
haremine göndermiş olmasından dolayı— mükâfatlandırmak istediğinden, îşkodra'yı
ona iade etti. Bilâhare Jorj, îşkodra'yı Venedikliler'e rehin vererek, bir daha rehini
kurtaramadı, îşkodra bu suretle Cumhûr'un bir müstemlekesi olarak 1474'de üç ay
mahsur kalmış ve bu muhasara esnasında Hadım Süleyman Paşa’nın bütün mesâisini
semeresiz bırakmıştı. Bu defa îşkodra'yı muhasaraya —bütün askerinin başında
olarak— bizzat Mehmed geliyordu. Lâkin îşkodra bu hücumu beklediğinden, şiddetle
müdâfaada bulunmak için her-şeyi hazırlamış idi. Şehir ahâlîsi ile Buyana nehrine
girmiş olan birçok kadırgaların taifesi surlan tahkim etmek ve istihkâmlan
ziyâdeleştir-mek için gece gündüz çalışmışlardı. Silâh kullanamayacak bir halde bulunanlar başka bir yere nakledildiğinden, îşkodra içerisinde ahâlîden bin-altıyüz erkek
ile ikiyüzelli kadın kalmış idi; muhafız askerleri dahî ancak altıyüz kişi idiler. Çok
geçmeden şehrin kuzeyindeki tepelerden yükselen duman sütunlan Osmanlılar'ın
gelişini haber verdi; 1478 Mayısının
(97) Hacı Kalfa’ınn Rûm-iü'si, s. 145.
(&8) Marini Barletti, de Scodrensi obsidione et expugrxatione, Loniçerus'da, s. 321,
142
HAMME
R
14'üncü günü (99) ile 15'inci günü arasındaki gece, Mihâl-oğlu Alî'nin kumandası altında sekizbin akıncı gelerek mevkii muhasara etti (100). Alî Beğ'in
biraderi Bosna Beği İskender (Not: 14), dört bin süvârî ile onu takip ediyordu;
ondan sonra da üç bin hafif süvârî ile Sırbistan Sancak Beği Malkoviç (Malkoç)
(101) geliyordu. O günden itibaren İşkodra'nın bütün erkek ahâlîsi üç kısma
taksim edildi: birincisi tabiyeleri müdâfaa ediyor, ikincisi surların tamirinde
istihdam olunuyor, üçüncü bir kısım da Cumhûru'n hâmisi olan Sen Mark ile
şehrin hâmîsi olan Sen Etienne'nin yaldızlı sancaklarını muhafazaya me’ınûr
bulunuyordu. Muhasaranın te'sîsine gelen onbeş bin süvârî ise, Osmanlı
ordusunun ancak öncü birlikleriydi.
Mehmed Evranos-zâde Ahmed Beğ ile Turhan-oğlu Ömer Beğ'e topların ve
eşya arabalarının geçmesine müsâid olacak derecede yollar açarak tanzim ve
yeniden köprüler yaptırmakla beraber, lüzum görüldüğü hallerde eskilerini tamir
ettirmeleri için emir vermiş idi (102) Karaman ve Kefe fâtihi Gedik Ahmed Paşa,
önce bu seferin başkumandanlığına tayin edilmiş ise de, Arnavutluk'ta harbin
müşkilata uğrayacağına dâir mütalâalarda bulunmağa cür'et ettiğinden Mehmed
—geçmiş hizmetlerini hiç nazar-ı dikkate almaksızın— derhâl azletti. Bu defa
devletin en büyük mansıbına tâyîn edilen bir askerî kumandan değil, itibarlı bir
devlet ricali ve şâir olan —şâir mutasavvıf Mevlânâ Celâlü'd-dîn-i Rûmî
ahfadından— Nişancı Karamanlı Mehmed Paşa idi. Mehmed Paşa, kanuna âşinâ
olmak sıfatiyle büyük bir şöhret sahibi olarak (103) Osmanlı devletinde birçok
mühim kanunların vâzıı ise de, onun nâmına askerî bir şöhret izafe etmemiştir.
Artık Sultân Mehmed seferin başkumandanlığını kendine tahsîs etti.
Arnavudluk'a girince kendisi Akçehisar üzerine giderek, îşkodra'ya da —Hadım
Süleyman Paşa'ya halef olan— Rumeli Beğlerbeği Dâvud Paşa'yı i'zâm etti.
Pâdişâh, Dâvud Paşa’nın dört sene evvel îşkodra muhasarasını kaldırmağa
mecbur olmasını ve Boğdan'da mağlûp olmasını affetmiş ise de, Lepanto
muhasarasını kaldırmış olmasından dolayı Boğaziçi'nde Rumeli Hisarı zindanına
attırrmştı; Gedik Ahmed Paşa dahî İşkodra'nın ikinci muhasarasını taahhüd
etmekte tereddüd
(99)
(100)
(101)
(102)
(103)
Hammer bu bahiste arabî târihleri göstermemiştir. Lâkin 883 H. senesi Muharreminin
ibtidâsı 1478 M. senenin 4 Nisan'ına müsadif ve Muharremi 30 olduğundan 1478
Mayısının 14'ü, 883 Safer'inin İline tesadüf eder. Hoca Sa'dü'd-dîn ve Kâtib Çelebî
dahî Pâdişâhın muharebeye azimetini ve muharebenin vukuunu 883'de gösterirler.
Mütercim.
Barletius. Axincilar'in istedikleri vakit ve Pâdişah'tan emir beklemeksizin sefere
çıkmak imtiyazına mâlik olduklarını söyler.
Osmanlılar'ca «Malkoç-oğlu» adıyla anılır.
Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2. 305; Evranos, Solak-zâde, İdrîs, Âlî.
Terâcim-i Ahvâl-i Vüzerâ, Osman Efendi. Sa'dü'd-dîn ve Âlî, II. Mehmed'in saltanatı
zamanının vüzevirleri hakkında.
OSMANLI TARİHİ
143
ettiği için, yine o cezaya düçâr olmuştu (104). O zaman, Kroya şehri bir seneden
beri muhasara altında bulunmaktaydı (105). Şehirde bütün erzak sarf edilmiş
olduğundan ahâlî açlıktan at, köpek, kedi etlerini yemeğe mecbur olmuştu.
Mehmed oraya vâsıl olduğu vakit Kroya artık kurtulabilecek bir halde değildi.
Loredano'nun donanmasından ayırabileceği cüz'î yardım da pek kifayetsiz idi.
Ahâlî, açlıktan ölmek veya şehrin hücum ile zaptedildiğini görmek arasında
kaldıklarından, 1478 Haziranımın onbeşinde Pâdişâh nezdine bir temsilci hey'eti
göndererek, hayâtlarına dokunulmamak ve eşyâlarıyle çekilebilmek şartıyle
teslîm olmayı teklif ettiler. Temsilciler, bizzat Mehmed tarafından imzalı ve
onların taleplerinin kabulüyle —Pâdişah'ın lütuf ve himâyesi altında Kroya'da
kalmak istemedikleri takdirde— arzu ettikleri yere gidebileceklerini
mutazammın bir kâğıd almağa muvaffak oldular. Ahâlîsinin tamâmı
vatanlarından vazgeçtiklerini ve Venedik Cumhûru'nun gösterecekleri yere
gideceklerini beyân ettiler. Bunun üzerine kaleyi teslîm ederek —kendilerini
şevke me’ınûr olan— Hârûn Paşa’nın nezâreti altında hareket ettiler. Lâkin surların hâricine çıkar. çıkmaz Hârûn onları zincire vurdurarak, bu hâl ile Sultân
Mehmed'e götürdü. Mehmed, esirlerden itibarlı birkaçını —çokça fidye-i necat
almak ümidiyle— ayırarak, diğerlerinin kamilen başını kestirdi. İskender Beğ'in
en son silâh arkadaşları da bu suretle yokedildi-ler. İskender Beğ'in bütün milleti
dahî az bir müddet sonra onu mezarında takip eyledi (106).
Kahramanca düşüşünü naklettiğimiz Kroya —ihtiva ettiği su menbâlarından
dolayı— «Su Hazînesi» diye isimlendirilirdi (107); Türkler «Ak-Hisar» (108) adını
verdiler. Kroya, sarp kayalıklar üzerinde kâin olarak —Sezar ile Pompe'nin Farsal
meydânında Roma'nın istikbâlini tahavvülü kaabil olmayacak bir surette tâyîn eden
muhrâebeye başlamazdan evvel mütekabilen birbirini tarassud etmiş oldukları—
ovalara hâkimdir. Draç'-dan (Diraşium) ancak ondört, İşkodra'dan elliyedi mil
mesafede bulunan bu kaleyi Sofi Hanedanı prenslerinden biri inşâ ettirmiş ve sonra
Baliş'e vermiş idi; Baliş de Türkler'e teslîm etmeğe mecbur oldu. İskender Beğ
Kroya'yı hiyle ile Türkler'in elinden almış olduğundan, kale II. Murad'ın
(104) Sa'dü'd-dîn, a.g.e., s. 305, Solak-zâde.
(105) İşbu Kroya, yâhud Akçe-Hisar tasavvur olunamıyacak derecede sarp bir arazîye mâlik
olarak o zamanlar müessir top şevki de kaabil olamadığından, Fâtih'e karşı uzun müddet
mukavemeti bundan neş'et etmiştir. (Mütercim)
(106) Barletius, de Scodrensi expugnatione, 2, s. 399. (Bu fıkranın Hıristiyanlık taassubu ile
yazıldığı unutulmamalıdır. Akçehisarlılar pek fakîr adamlar olduklarmdan, onlardan fidyei necat da alamazdı. Mütercim)
(107) Kroya, Arnavudça «Çeşme» demektir. Mütercim.
(108) Yazdığımız veçhile Akçe-Hisar'dır. Mütercim.
144
39
6
HAMME
R
ve II. Mehmed'in muhasaralarına mukavemetle meşhur oldu. İskender Beğ
Kroya'ya yirmibeş sene hâkim olduktan sonra, pek ihtiyar olduğu için şehri
Venedikliler'e teslîm etmişti (Not: 15). Nihayet Mehmed, kaleye giderek, son
müdâfîlerin kendisine teslîm etmeğe mecbur oldukları anahtarları aldı. Bu esnada
—aslı Arnavud ve gençliğinde esîr olduğu halde dehâ ve liyâkati sayesinde
Rumeli Beğlerbeğiliği makamına kadar yükselmiş olan— Dâvud Paşa, Îşkodra
surları önünde ordu kurmuştu. Dâvud Paşa, Hazîran'ın ilk günlerinde Sen Mark
Dağı'nın tepesine çıkarak oradan şehri keşfetti ve Buyana nehri üzerine yaptırdığı
köprüden hemen yirmibin süvârî geçirerek, civarları yağma ettirdi. 1478
Hazîranı’ınn sekizinde Anadolu Beğlerbeği Mustafa Asya askeriyle gelerek
Drinas (Dri-lus) (109) üzerinde ordu kurdu. Oradan —İşkodra-i Bâlâ denilen
tepeler üzerinde mevkî tutmak için— onaltı bin süvârî askeri gönderdi. Türk süvarisi beş kola ayrılarak, sancaklarının aded ve renkleriyle yekdiğerle-rinden
tamâmiyle tefrik ediliyorlardı. Birinci kolun —dördü beyaz, biri yeşil, biri
penbe— altı sancağı; ikinci ile üçüncü ve dördüncü kolların ikişer erguvânî,
ikişer yeşil, ikişer san; Dâvud Paşa'nın bulunduğu beşinci kolun da —dördü
penbe, biri sırma işlemeli penbe, ikisi yeşil— yedi sancağı vardı. îşkodra surları
önünde toplanmış olan Asya askerlerinin tamamı otuz bin kişi tahmin ediliyordu.
Lâkin muhasara ordusu henüz tamam değil idi. 15 Haziran 1478'de ufukta
dalgalanan dört beyaz sancak —mu'tâd üzere Pâdişah'ın önünde giden— dörtbin
Yeniçeri'nin gelişini bildiriyordu. Üç gün sonra —ki 18 Hazîran'dır— Türk
ordusu, Drinas nehri üzerine kurulan köprüyü geçerek «Oblika» adı verilen (110)
ve Buyana nehrinden ileriye doğru uzanan ovadaki köyleri işgal ettiler.
İki Türk asilzadesi îşkodra muhafızlarına Kroya şehrinin düştüğü haberini
getirerek Venedik Vâlîsi Antonyo Doleçe'yi teslîm olmağa teşvik ettiler. Vâlînin
reddetmesi üzerine Türkler —hergün gölden Buyana nehrine geçerek muhasara
ile meşgul askere büyük hasar veren Arnavud donanmasının (Venedik
donanması?) geçişini önlemek için— şehrin karşısında Katilina denilen mevkide,
iki kadırga inşâ ettiler. 20 Hazîran'da Osmanlılar —ilk muhasarada Hadım
Süleyman Paşa çadırlarını orada kurdurmuş olduğu için— «Paşa Dağı» adı
verilen dağ üzerine ahşâb bir kale inşâsına başladılar. Bu kale —topçularla harb
makinelerini mahsurların ateşinden muhafaza için— içi taş dolu dört kule ile
çevrilmiş idi. Erzak ile toplar da on bin deve ile getirilerek Paşa Dağı'nın
arkasına Kiru Çayı yanına indirilmişti. Osmanlılar 22 Haziran 1478'de surları
döğ-meğe başladılar: îlk günü ellerinde bulunan iki büyük top ile yedi defa
(109) Pelin'in Drilus, Titliyev'in Ktazula tesmiye eylediği nehir.
(110) Marini Barletti, de Scodrensi expugnatione, 2. kitap; Sansovino: «Ista-ria universale
dell Origine guerre et Imperio de Turchi, I.»
OSMANLI TARİHİ
145
attılar; fakat dâima şehrin en büyük kapısına nişan alındı. Bu topların biri üç
kantarlık, diğeri dört kantarlık gülle atıyordu. Beş gün sonra —hendek
doldurmaya mahsûs çalıyı taşıyan— altı bin Azab geldi. Evvelce Paşa Dağı
üzerine yerletşirilmiş olan iki ağır top günde ancak yedi, nihayet dokuz defa
atabiliyordu; lâkin her güllesi dört kantar çeker üçüncü bir top getirildi.
İşkodra'dan Drivasto'ya giden yol üzerinde diğerlerinin yanına yerleştirilen bu
top, yalnız başına günde yirmidokuz gülle atıyordu. 26 Hazîran'da yeniden ikibin
Azab gelerek çalı getirdiler; yine ogün muhâsırlar Paşa Dağı üzerinde Sent
Veteranda Kilisesi karşısında yedi kantarlık gülle atar bir top yerleştirdiler (111).
1 Temmuz gecesi, sekizyüz yük hayvanı, Pâdişah'ın eşyasını hamilen Drinas
köprüsünü geçti; Rumeli ve Anadolu beğlerbeğileri derhâl Pâdişah'ı istikbâle
çıktılar. Ertesi günü, Sultân Mehmed şehrin mevkiini keşfe çıktığı vakit, bir dağın
üzerindeki istihkâmları görünce: «Kartal, yavrularını saklamak için ne âlâ yuva
bulmuş» dedi. Pâdişâhın ordugâhı iki mil mesafe üzerinde dokuz çadırdan
mürekkep bir dâire teşkil ediyordu. Ordugâha yalnız bir taraftan girilebilir ve üç
sıra Yeniçeri tarafından muhafaza edilirdi. Kırk mil mesafe dâhilinde bulunan
tepeler Türk çadırlarının beyazlığından parlıyordu. Mahsurlar düşmanın adedini
—şübhesiz mübalâğa ile— üçyüzellibin kişiye çıkarıyorlardı. îşkodra ahâlîsiyle
muhafızlarında düşmanın o kadar kesretli kuvvetine karşı koyacak,
cesaretlerinden başka birşey kalmamıştı. Epirli Bartelemi nâmında bir Dominiken
rahibi —ikinci bir Kapistran gibi— Meryem Ana Kilisesi'ne İtalyanlar'la Arnavudlar'ı, ahâlî ile gemicileri toplayarak, cesaret verici nutuklarıyla onlara
Hıristiyan şehidlerinin kahramanlığını telkin ediyordu (Not: 16). îki gün sonra
Mehmed, bataryalarına, evvelkiler kadar kuvvetli iki top ilâve etti; bunlar Drinas
nehrinin suladığı dağın eteğine konuldu: Birinin çapı altı kantar idi; diğeri —ki
«Mehmed Topu» diye adlandırılırdı— dağın üzerine konularak, oradan Sen Lazar
Kilisesi üzerine —Kostantiniyye muhasarasında kullanılanlara benzer—
binikiyüz librelik gülleler saçıyordu. Şehir, birkaç günden beri nâm-ı şahaneye
mensup topun tehdidi altında bulunuyordu. Birinci Kadın, bu topun dökümü için
varidatından bir kısmını vermiş idi. Türkler bu muhasarada —birinci defa
olarak— zeytin yağma batırılmış yün, balmumu-kükürt ve daha şâir yanıcı maddelerden mürekkep bir nevî mermi kullandılar: Bunlar geçtikleri yerde geceleri
—kuyruklu yıldızın kuyruğuna benzer— parlak bir iz bırakıyordu; inanılmaz bir
sür'atle atıldığından havayı yararken ince bir ses çıkarıyor, her neye dokunsa
yakıyor, düştüğü menbâm, kuyunun suyunu kurutuyordu. Mahsurlar, yangının
önünü almak için evlerinin damlarını
(111) Barletius,
a.g.e.
Hammer Tarihi, C: 11. E: 10
146
HAMME
R
yıktılar ve yalnız yangını çıktığı yerde bastırmağa me’ınûr ve delikanlılardan
mürekkep bir bölük teşkil ettiler. Türkler topların fitillerini yaklaştırdıkları vakit,
kulelerin üzerine me’ınûr edilen nöbetçiler çan çalarlardı. Bu işaret üzerine,
herkes dikkatli bulunurdu. Ahâlî ve askerlik vazifesiyle mükellef olmayanlar yer
altlarına sığınarak, bu suretle tehlikeden âzâde bulunurlardı. 7 Temmuz'da, oniki
kantarlık gülle atar yeni bir top Sen-Blez Kilisesi karşısına yerleştirildi. Bu
gülleler geçtikleri yerde her ne tesadüf ederse parça parça ediyor ve yere düştüğü
vakit oniki el ayası kadar derinliğe saplanıyordu: Bununla beraber tesadüf eseri
olarak bunlardan yalnız iki kişi telef oldu. Güllelerin patlaması o kadar şiddetli idi
ki, uzak mesafelere kadar yer ve binalar titrerdi. 7 Temmuzda' Türkler yediyüz
librelik gülle atar yeni bir topu işletmeğe başladılar. Türkler bu topu Buyana
nehrinin diğer sahiline götürmüş, fakat —köprü topun ağırlığından kırılacağı
için— köprüden değil, nehrin içinden geçirmişlerdi. 8 Temmuz'da bataryalara iki
top daha ilâve edildi; biri —ki topçuluk târihinde zikri geçen en büyük
toplardandır— onüç kantarlık taş gülle atardı. O kadar büyük olan bu topların
hepsi mahallinde, Paşa Dağı'nın batısında dökülmüştü. Nihayet 11 Temmuz'da
Sultân Mehmed, onbirinci ve son bir topu yerleştirtti. Bu top îşkodra ahâlîsinden
birinin bahçesine onbir kantarlık gülleler attı. Onbir azîm top, bir gün zarfında
yüzyetmişsekiz dâne (mermi) atardı, ki bu miktar, Türkler'in evvelki muhasaralarının hiçbirinde görülmemişti (Not: 17). İşte bu onbir topun her atılışında,
seksenüç kantarlık gülle atılırdı (Not: 18). Bu suretle atılan güllelerin adedi otuz
gün zarfında ikibinbeşyüzotuzdörd'ü buldu (Not: 19).
Sultân Mehmed îşkodra'yı herneye mal olursa olsun, zaptetmeye azmetmiş olduğundan, umûmî hücum için —Sent Madlen'e tahsîs edilmiş
ve İşkodra'da dâima dînî bir yortu günü olarak i'tibâr edilmiş olan— 22
Temmuz 1478 târihini intihâb etti. Surların birkaç yerinde geçmeğe müsait gedikler açılmış olduğu gibi, hendekler de çalı ve taş ile doldurulmuştu. Mehmed hücumun
manzarasını görmek üzere, Paşa Dağı'nın tepesine kırmızı bir çadır kurdurdu. Şehir ahâlîsi kiliselere toplanmakta iken dört top sadâsıyle hücum işareti verildi. Hemen akabinde,
yüzellibin Türk metîn adımlarla ilerleyerek dört taraftan tabiyeleri çevirdiler. Biraz evvel ahâlîyi kiliseye çağıran çanların acı sadâsı, îşkodra
muhafızlarını yerlerine getirdi. Osmanlılar, hendekleri geçerek surlara
tırmanmağa başlamış ve sancaklarından biri, en büyük kapıyı müdâfaa
eden tabiye üzerine dikilmiş iken, muhafızlar, Dominiken rahibi Bartelemi'nin kumandası altında yaralı arslan öfkesiyle düşman üzerine hücum
edip Osmanlılar'ı zaptetmiş oldukları tabiyeden çıkardılar.
Bir aralık kendisini kaleye hâkim olmuş zanneden Mehmed, büyük
kapıya karşı ikinci defa olarak hücum edilmesini emretti. Bu ka-
OSMANLI TARİHİ
147
pıyı müdâfaa eden iki yekpare kule muhâsırların daimî ateşi altında yıkılmış ve
muhafızların ellerinde ale'l-acele inşâ edilmiş toprak bir tabiyeden başka birşey
kalmamıştı. Lâkin harbin en dehşetlisi, müteaddid topların birbiri arkasından
düğmekte oldukları —kaya içlerinde açılmış— bir hendek içinde görüldü.
Türkler'in öldürücü ateşi mahsurları nihayet bu mevkii bırakmağa mecbur ederek
«Hilâl» ikinci defa tabiye üzerine dikildi. Tehlike pek yakındı; o vakit şehirdeki
mevkilerinde ihtiyat olarak bırakılmış olan bir alay delikanlı ilerleyerek ve
Osmanlılar'ı geri sürerek —biraz evvel Osmanlı bayrağına yerini bırakmış olan—
Sen Mark bayrağını, mevkiine çıkardılar. Gün bu suretle son buldu ve bütün şerefi mahsurlarda kaldı. Mahsurlar yalnız dörtyüz kişi kaybetmiş oldukları halde,
Türkler oniki bin kişiyi hendekler içerisinde bırakmış idiler. Pâdişâh şu birinci
hücumun bu suretle netice vermesine pek ziyâde hiddet ederek, ikinci bir hücum
ile intikamını almağa ve bu defa daha intizam ile hareket etmeye ahdetti.
Herkesin, Ay'ın Hilâl'i görünmeğe başlayınca tekrar hücuma hazırlanmasını
ordugâhda ilân etti (M.î. 2). Beş gün sonra —ki 27 Temmuz'dur— Sen Pantaleon
Günü, Türk ordusu ikinci hücumu yaptı. Bir gece evvel ordugâh «Allah» ve
«Muhammed» nidalarını hiç kesmemiş idi, tabiyeler üzerinde de îşkodra ahâlîsi
Cenâb-ı Hakk'dan, Hz. Meryem'den, Sen Mark'tan, Sen Etienne'den niyaz ederek
harbe hazırlanmış idiler. Dominiken Rahibi Fra Bartelemeo (Bartelemi) ile
süvarilerin reîsi Nikolomoneta at ile şehri dolaşarak, müdâfaa için her-şeyi
hazırladılar ve herkesi vazifesini ifâ için teşcî ettiler. Gün doğmağa başlayınca,
her taraftan da hücum başladı. Yeniçeriler, tabiyelerin üzerinden yuvarlanan
taşlara ve kendilerini çeviren ok bulutlarına rağmen, cesurca gediklere çıktılar.
Harâb olmuş olan istihkâmları böylece geçtikten sonra —şehrin son dâiresini
teşkil eden— dahilî sura tırmanmağa çalışıyorlardı; arkalarından gelen yeni yeni
muhacimler ilk safları itiyor ve onları tabiyenin tepesine kadar adetâ zorla
götürüyordu: Lâkin muhacimler tabiyenin tepesine varmadan mızrak ve kılıç
darbeleriyle delik deşik oluyor, daha harb etmeden hayatı terkederek arkadaşlarının üzerlerine düşüyorlardı. Fakat arkadaşları da bundan cesaretlerini
kaybetmiyorlardı (112). Mehmed o kadar muannidâne bir mukabeleye tesadüf
ettiğinden dolayı pek ziyâde hiddetlendiğinden onbir topu birden büyük kapı
üzerine yöneltmek ve —muhâsırları da birlikte döğ-mekten korkmuyarak—
mahsurlar üzerine ateş etmek için emir verdi. Bu emir yerine getirildiği vakit,
şehir içerisine girebilmiş olan Yeniçeriler, arkalarından ansızın gelen bu
hücumdan korkarak durdular ve fevkalâde bir bozgunluk içerisinde firar ettiler.
Mehmed bunu görünce vermiş olduğu dehşetli cidal emrinin faydasız olduğuna
kanaat getirerek ve: «İş(112) Barletius, a.g.e., 2, s. 420, 432 .Andrea Navaciero, s. 1155, Sismondi, s. 148.
148
HAMME
R
kodra'nın ismini bile hiç işitmemeli idim; bütün gayretim bunun surlan önünde
akîm kaldı!» (Not; 20) diyerek, ric'at işaretini verdirdi.
îşkodra'ya birinci ve ikinci hücum Mehmed için ordusunun en güzide
kısmından üçte birine yakın bir miktara mâl olmuştu. Pâdişâh, üç gün sonra bir
harb meclisi topladı. Evranos-oğlu Ahmed, (Not: 21), efendisinin arzusunu
keşfederek îşkodra muhasarasını kaldırmayı ve şehri abluka için askerin bir
kısmını bırakmayı teklif etti (Not: 22). Muhâsırla-rın her türlü yardım alma
ümîdlerini yoketmek için, herşeyden evvel eyâletin bakiyyesini itaat altına
almağa ve civarda —henüz Venedikliler'in elinde bulunan— kalelerden
başlamağa karar verildi. Rumeli Beğlerbeği, Şabibak'ın (Ksabyako) zabtına
me’ınûr edildi. Işkodra'dan kırk mil mesafede Zenta Gölü'nün sarp sahili
üzerinde bulunan bu müstahkem mevkie Jan Çernoviç hâkimdi. Bu, hiç
muharebe etmeden, alçakça teslîm oldu. Bilakis Drivasto kalesi onaltı gün, surları
yıkılıp da bir hurûcda se-kizyüz kişi, yâni muhafızlarının büyük kısmı esîr
edilinceye kadar mukabele etti. Bir taraftan Türklerin toplarıyla, bir taraftan veba
ile telef olan mahsurların geri kalanları adedce noksanlarını şecaatle tamamladılar
ve hemen hepsi silâh ellerinde olarak öldüler. Mehmed kaleyi hücumla zaptetmek
şerefini muhafaza etmişti, kaleye kumanda eden Jak DÖ-musto, beşyüz esîr ve
ahâlînin bakiyyesi ile birlikte îşkodra surları önüne götürüldü. Pâdişâh îşkodra
önünde, sekiz bin askerle Ömer Beğ'i bırakmıştı; bu esirlerin hepsi —îşkodra'da
mahsur olanlara, müdâfaada daha fazla ısrar ettikleri takdirde akıbetlerinin neye
müncer olacağını anlatmak için— onların gözleri önünde idâm edildi. Alessio
şehrini ahâlîsi terketmişti. Burası da Rumeli Beğlerbeği'nin emriyle yakıldı.
Yalnız An-tivari kalesi Türkler'in bütün gayretlerine karşı koydu. Yaz
mevsiminin büyük kısmı bu muhasaralarla geçmişti. 8 ve 9 Eylül 1478 arasında
bulunan gecede, Mehmed, Paşa Dağı'ndaki ordugâhı kaldırarak, kırkbin kişi ile
yürüdü. Rumeli ve Anadolu Beğlerbeğileri, Alessio ve Drino (?) nehrinin
mansabındaki çevresi 7 mil olan adanın zaptından sonra, îşkodra'ya döndüler.
Ada'da ansızın esîr edilen iki kadırganın taifesi olan elli kişiyi îşkodra surlan
önünde idâm ettiler. Bu iki Osmanlı kumandanı şehrin etrafında kurduklan sıkı
ablukaya rağmen, Venedik donanmasının Buyana nehrinden çıkarak îşkodra
kenarına kadar gelebilmesini önlemek için nehir üzerine kurduklan tâbiyeli
köprüyü Katilina Meydanı denilen mahalle kadar uzattılar ve mahsurlara
gelebilecek her türlü imdadı kesmek için, bu ovanın kenarında kaleler yaptırdılar.
18 Eylül'de, mevsim pek ilerlemiş olduğundan Anadolu Beğlerbeği Asya yolunu
tuttu; Teşrî-nisânı'nin başlarında da Rumeli Beğlerbeği ordugâhını kaldırarak
Kostantiniyye'ye döndü. Evranos-oğlu Ahmed Beğ, ablukaya devam etmek için,
kırk bin süvârî ile İşkodar önünde kaldı. Bu esnada îşkodra içerisinde zahire
noksanı hissedilmeğe başlamış ve mahsurların ekmekle sudan
OSMANLI TARİHİ
149
başka yiyecekleri kalmamıştı. İsa'nın doğum günü arefesinde birkaç İtalyan şehre
girip, bir Venedik sefaret hey'etinin kat'iyyen sulh akdetmek me’ınûriyetiyle
Kostantiniyye'ye gitmek üzere yolda bulunduklarını söyleyerek, ahâlînin
şecaatini artırdılar. Bu haber ahâlîyi ıztıraba cesurca tahammül etmeğe teşvik
etti. Bir ay sonra sulh ahidnâmesinin İşkodra'nın teslimini bildiren husûsî şartla
akdedildiğini haber aldılar. Bu ahid-nâme mucibince, mahsurlar Osmanlı
tâbiiyyetiyle müsterih bir şekilde îşkodra'da kalmakta, yâhud istedikleri yere
çekilmekte serbest idiler. Florida Yunima'nın bir nutku üzerine, yalnız muhafız
askerleri değil, ahâlî dahî ikinci şıkkı tercih ettiler. Antuvan Döleze,
ahidnâmenin tamamen icrasını rehinlerle te’ınîn ettikten sonra, bu kanlı
muhasaradan hayatta kalan dörtyüzelli erkek ve yüzelli kadın ile İşkodra'dan
çıktı. Bunlar kilise eşyasını, zurûf-ı mukaddeseyi, topları, servetlerinden kalan
şeyleri yanlarına alarak Osmanlı ordusunun arkasından —kendilerine hiç ilişilmiyerek— geçtiler; bu masuniyet, İşkodralılar’ın Türklere telkîn ettikleri
hürmetten ziyâde, onların evvelce te’ınîn etmiş oldukları rehinlerden ileri
geliyordu. Mahsurların gidişini takiben Osmanlı ordusu muzaffer bir şekilde
îşkodra'ya girdi (113-114).
Venedik ile Osmanlı hükümeti arasındaki harbe son veren sulhun tafsilâtını
söylemezden evvel, îşkodra muhasarası esnasında Kriyol'da, Karcı 13) Barletius, a.g.e., 3, nihayette.
(114) Îşkodra fethine dâir olan bu tafsilâtı Hammer ecnebi müverrihlerinden almıştır. Bizimkilerin
telhisi şudur: «Gedik Ahmed Paşa Arnavud İsken-deriyye'i teshirine me’ınûr olduğu halde
i'tizâr eylediğinden vezâret-i uz-mâdan azl ve Boğaz-kesen karasında, habs edilerek 883'de
Pâdişâh bizzat azimet eyledi. Evranos oğlu Ahmed ve Turhân-oğlu Ömer beğler yollan,
köprüleri ta’ınîr etmek, lâzım gelen yerlerde yeniden köprüler kurmak üzere önden
gönderilmiş idiler. Esnâ-yı râhda Akce-Hisar istîmân eyledi. İşkodra'nın bir tarafından
Drin cereyan ider. Üç tarafı Leş, Dragos (Drigos), Gölbaşı kal'alarıyle mahfuzdur. Leş, Drin
ve Buyana nehirlerinin mansabmda; Dragos bir tepenin üzerinde; Gölbaşı gölün ağzındadır
Mevkeb-i hümâyûn îşkodra'ya vâsıl olunca, Drin kemâl-i tuğyan hâl'nde olduğundan
üzerine köprü kuruldu. Bundan sonra şehir muhasara edildi. Ve pek çok bakir (?)
getirilerek, kaleye hâk’ın yerlerde «ejder-peyker» toplar döküldü; fakat hisar alınamadı.
Rumeli Beğlerbeği Dâvud Paşa, Gölbaşı kal'asını teshir eyledikten sonra Anadolu
Beğlerbeği Süleyman Paşa ile birlikde Dragos (Dargus, Dri.gus)'u ve muaahharan Leş'i
aldılar. Leşliier gemi ile nehirden kaçarken Osmanlılar nehre atılarak onları esîr ettiler.
İşkodra'nın karşısında bir kal'a İnşâ ve muhafazasına Evranos-oğlu Ahmed Beğ me’ınûr
ed'lerek, ordu İstanbul'a avdet etti ve Süleyman Paşa azl ile mansıbı Köygü (Kökî) Mehmed
Paşa'ya verildi. Altı ay sonra İşkodralılar mal ve ıyâllerine taarruz edilmemek şartıyle
teslîm teklifinde oldukları ma'rûz olarak, bu suret kabul edildi. İşkodralılar hisarı boşaldup
beş Venedik gemisi ile gitdiler.» Tâcü't-Tevârîh, Nuhbe, Haber-i sahih. (Mütercim)
150
HAMME
R
niyola'da, Karintiya'da, îstirya'da vak'alara bir göz atmalıyız. Akmcılar'ın, irsi
reisleri Mihâl-oğlu Alî Beğ ile biraderi İskender ve Malkoç-oğlu kumandasında
olarak, muhasara ordusunun ileri gittikleri ve her tarafı yağma ettikleri evvelce
görülmüştü. Akıncılar, Dâvud Paşa’nın nizamî ordusu ile gelişini müteâkib
Arnavudluk'tan hareket ederek —bir sene evvel İzonzo nehri sahillerinde
yaptıkları tahribatı yenilemek için— Kriyol üzerine hücum etmişlerdi.
1466/870'de Misel Silaci ve Greguvar Labatan'a karşı muzafferiyeti ve
1476/88Ö'de iki Dosi'lere karşı hezimeti ile malûmumuz olan (115) İskender, yaz
hasadını müteâkib İzonzo nehri sahilinde zuhur etti (116). Venedik Senatosu bu
hareketten haberdâr olunca o hat üzerine, büyük bir şöhret sahibi bir zabit olan
Şarl Dömonton (117) kumandası altında bir ordu gönderdi. İskender, ordusunu iki
fırkaya taksim etti; birincisiyle Gradiska yakınından nehri geçerek, diğerini —
ric'at hattını emniyet altında bulundurmak üzere— karşı sahilde bıraktı. Bu
hareket stratejik kaidelere uygun olduğu gibi, İskender Beğ —süvârîsiy-le
Gradiska surlan önünde siper almış olan— Monton'un muharebeye girişeceğini
ümîd ediyordu. Lâkin Venedik generali bir sene evvelki felâketlerden ibret almış
olduğundan, askerinin şiddetini zaptederek yerinden kımıldamadı. İskender,
bütün bir gün bekledikten sonra, Gradiska'-dan dört bin adım mesafede Medea ve
Kormons Dağları arasında ordu kurdu (118). Ertesi gün bu mevkii de terkederek,
Mansan tarafından geçip Karintiya ve Aşağı İstirya dağlarına doğru giden yolu
tuttu. Otuz bin Türk —memleketleri her taraftan kateden yolları bilmedikleri
halde— Karintiya yaylâlan üzerinde dolaştılar ve geçilmesi en güç yerlerden hayrete şâyân bir cür'etle geçtiler. Yolları bir kayalığa tesadüf ettiği vakit, atlarını
kayadan kayaya iplerle çekerlerdi, dik bir kayalığı —ki üzerinde ikiyüz adım bir
mesafede hiçkimse çalılara tutunmadan geçmeğe cesaret edememiştir— bu
suretle geçtiler. Karniyola'dan Karintiya'ya giden yegâne kavşak üzerindeki
derbend olan Levabil mevkiine geldikleri vakit derbendi, memleket ahâlîsi
tarafından işgal edilmiş buldular. Lâkin bunlar Türkler'in en sarp kayalardan ne
kadar cür'etle aştıklarını görünce kaçarak, memleketlerini düşmanın tahribat ve
mezâlimine terketti-ler (119). 19 Temmuz 1478'de Türkler —üçüncü defa
olarak— Drava neh-
(115) Bonfinius, 1, 4, s. 554 ve 582; Sismondi'de Diarium Parmense'ye dahi müracaat, 11, s.
150.
(116)
(117)
(118)
(119)
Sabelliko, 3, kitap: 10, varak: 226; Halkondilas’ın lahikasında, s. 320, Bale basımı.
Sabelliko bunu Karulus Forte Braçius tesmiye eder.
Sabelliko: Intra Medeae montem et Cremonem.
Halkondilas'da Sabelliko, Bale basımı, s. 340.
OSMANLI TARİHÎ
151
ri kenarında ortaya çıkarak oradan Vâisenfels ve Villah'a doğru gittiler; oralardan
da on bin esîr getirdiler (120).
îşkodra Osmanlılar'ın eline düşmezden evvel ve Drivasto ile Alessio kalelerinin
teslimine mecbur oldukları esnada Antivari onlara şiddetle mukabele etmekten geri
kalmamıştı. Eskiden «Lisos» adı verilen Alessio'-yu Siraküza'lı Denis te'sîs etmiş ve
bununla Adriyatik Denizi üzerinde hâkimiyetini te’ınîn eylemek istemişti.
Makedonya Kralı III. Filip Alessio'-yu bir harb hiylesi ile zaptetmişti. İllirya Kralı
Jentius bu kaleyi Roma-lılar'a teslîm etmiş olduğundan, onlar da cumhur (Roma
cumhuriyet) ahâlîsinden oraya muhacir nakletmişlerdi. Pornpe'nin generallerinden
Ota-silius o mevkii bir müddet işgal etti.
Otasilius Alessio'dan silâhlandırılmış ve onun yeminine inanarak
teslîm olmuş olan donanmanın taifesini gaddarca katliâm ettirdi. Bundan sonra
İskender Beğ'in, muzafferiyetleriyle oraya canlılık verinceye kadar târih, Lisos'un ne
olduğuna dâir hiçbir şey söyleyemez. Osmanlılar şehrin surları dâhiline girdikleri
vakit bütün ordu İskender Beğ'in mezarı etrafına toplandı. Na'şı kemâl-i hürmetle
mezardan çıkararak, cesedinden kalmış olan kemiklere hayretle temas ettiler;
aralarından bâzıları bu kemiklerden bir parça ele geçirmek bahtiyarlığına nail olunca,
yadigâr makamında altın ve gümüş mahfazalara koyarak —kuvvet ve şecaat verir
muskalar gibi— boyunlarına taktılar (Not: 23). İskender Beğ ismine bağlı olan şecaat
ve muzafferiyet fikri bu derecelerde büyüktü. İskender Beğ'in Türkler indinde hâtırası
o kadar yaşamakta idi ki -^vaktiyle onun nâmı kuvvetiyle Osmanlılara karşı kendisini
müdâfaa etmiş olan— îşkodra şehrinin ismini —zamanımızda dahî hâiz olduğu—
«îsken-deriyye» yâni «İskender Beğ şehri»ne tahvil eylediler (121).
Venedikliler'in îşkodra havalisini II. Mehmed'e terkettiğini bildiren ahidnâme 26
Kânunisânî 1479 (883) târihinde Venedik vükelâsından Ciovanni Daryo (122)
tarafından imza edildi. Cumhur (Venedik) bu ahidnâme ile Pâdişah'a yalnız îşkodra
şehrini değil, son harbte zaptetmiş ol(120) Mejiser, Osmanlı ordusunun takip ettiği yolu ve konakladığı mahalleri tamâmiyle tarif
eder. Bonfin'us, kitap: 4, s. 613, otuz bin kişi eder. Me-Mten.se Vakayinamesi 1478/882;
Katona'da Dölogos, 12, s. 165.
(121) Hacı Kalfa’ınn Rûm-üi'si, s .136. (Hoca'ya nazaran Osmanlılar îşkodra'yı Arnavud
İskender Beğ'e değil, Makedonyalı Büyük İskender'e nisbet ediyorlardı: «İskenderiyye
Rûm-ili vilâyetinin cânib-i garbisinde bir kûh-bü-lend üzere yapılmış İskender-i
Zülkarneyn'e mensûb bir hısn-ı hasîndür.» Sa'dü'd-dîn, c. 1, 563. «Zülkarneyn» tâbiri
yanlıştır. Mütercim).
(122) Lojiye, 7, kitap: 27, 347. Daro, 2, s. 478. Sismondi, 10, s. 154. Spandojino, s. 60. Sabelliko,
sefîri Benediktus Trevizanus tesmiye eder.
152
HAMME
R
duğu kalelerin hepsini de —muhafızları silâh ve eşyalarıyle çıkmak şar-tıyle—
teslîm etmeyi taahhüd ediyordu. Bundan başka, çatışma başlamazdan önce
Pâdişah'ın şap iltizâmı için taleb ettiği ellibin duka yerine, iki sene zarfında
yüzbin duka ödemeye muvafakat ediyordu. Sultân Mehmed de, muharebeden
evvel Arnavudluk'da, Mora'da, Dalmaçya'da hâkim olduğu yerleri —îşkodra ve
Kroya ile oralara tâbi arazîden mâada— tamamen iadeye razı oluyordu. îki
hükümetin hududunu kat'î surette tâyîn için iki taraftan husûsî me’ınûrlar
gönderilecekti. Padişah, Kostantiniyye'-de bir Venedik balyosu (sefiri) ikamet
ederek, vatandaşları olan Venedikliler üzerinde hukukî mes'elelerde kazâ hakkı
olmasına rızâ göstermişti. Bunlardan başka Venedik senelik onbin duka vergi
vermeye mecbur idi; bu şart bir zillet konusu olarak görülürse de, esasen Osmanlı
Devleti gümrükleri için bir nevi aboneden başka birşey değildi: Çünkü bu meblâğ
mukabilinde, Venedik emtiası Zât-ı Şâhâne'nin bütün memleketleri
gümrüklerinde husûsî bir serbestiye nail olacak idi. Ciovanni Dar-yo, bir maharet
daha göstererek, husûrî bir madde ile «Şayet bir hükümet, Pâdişah'ın askerleri
tarafından hücuma düçâr olmazdan evvel kendi rızâsı ile Sen Mark bayrağını
açacak olursa, Pâdişah'ın o hükümeti Cumhûr'un tabii yâhud müttefiki tanıyarak
arazîsine tecâvüz etmeyeceğini» de kabul ettirdi. Osmanlı askerlerinin saldıkları
dehşeti Venedik Cumhuru şu suretle kendi lehine çeviriyordu (123). Sulh
akdedilince Ciovanni Daryo Pâdişâhın huzuruna kabul olunarak kendisine
işlemeli çuhadan üç kaftan giydirildi. Ciovanni Daryo, Kroya’nın cesur müdafii
Piyetro Vettore'nin serbestisini de istihsâl ederek, zevcesi ve çocuklarıyle mahbesden çıkardı. Senato yeni bir sefîr intihâb edinceye kadar Daryo'nun
Kostantiniyye'de balyos vazifesini ifâ etmesini kararlaştırdı. Bu ahidnâ-me, i'tirâz
edilmeksizin icra edildi. Venedik'in husûsî me’ınûrları Türk-ler'e Mora'da
Himara, Manya dağlarıyle Strimoli, Sarafona, Rumpana kalelerini terk ettiler.
Limni adası dahî Türkler'e terkedildi. İki taraftaki esirler fidyesiz bırakıldılar.
Sen Mark Yortusu günü, yâni 25 Nisan 1479 (883) de Cumhûr'un o vakte kadar
icra etmiş olduğu muharebelerin en müthişi olan onaltı senelik bir harbden sonra,
Venedik hükümet reîsi sulh için yemîn ederek, bütün ahâlî bunu sevinçle kabul
etti (Not: 24).
Sultân Mehmed ahidnâmeyi te'yîd ve Bâb-ı Hümâyûn ile Cumhur arasındaki
rabıtaları genişletmek için yeni müttefiki nezdine bir sefîr gönderdi (Not: 25).
Sefîr hükümet reisinin nezdine mutantanJbir surette kabul olunarak —me’ınûr
olduğu üzere— iki millet arasında teessüs eden iyi münâsebetlerden dolayı
Pâdişâhın hoşnudluğunu tebliğ etti. Sefîr, II.
(123) Andrea Navaciyero, Venedik Târihi, s. 1159-1160. Kantemir, 3, 1, bâb: 32.
Galümakus: Venedik'in Osmanhiar'a Karşı Seferleri (Sefirleri?), s. 419. Sismondi, 11,
s. 155. Lojiye, Venedik Târihi, 7, 27, e, 348.
OSMANLI TARİHİ
153
Mehmed Venedik Cumhur Reısi'ne karşı bir hürmet-i mahsûsa beslediğine delil
olmak üzere, reis murassa bir kemer takdîm ederek, Pâdişâh bu kemeri ne vakit
geri isterse derhâl iade edilmesini arzu ettiğini tebliğ ettikten sonra, o yolda bir
talebin son ahidnâmenin ve Cumhur ile Bâb-ı Hümâyûn arasında akdedilmiş
bilcümle muahedelerin bozulmasına açık bir delîl olacağını beyân etti. Sefîr,
bundan başka bir de büyük altın kadeh getirmiş idi ki, Venedik'te ikameti
esnasında Hükümet Reisinin sofrasına her davet edilişinde ve reis ve oniki husûsî
müşâbir ile birlikte taam ettikçe bu kadehten içmek için emir almıştı. Venedik
asilzadeleri sefiri pek büyük teşrifat ile kabul ettiler; o da bu teşrifatı pek yüksekten telâkki eyledi. Diarium Parmense müellifinin söylediğine göre, senato,
başka bir ahidnâme daha imza etti ki, bunun hükmünce Pâdişah'ın
memleketlerinden bir tarafı hücuma uğrayınca, Cumhur orasını müdâfaa için yüz
kadırgadan mürekkep bir donanma çıkarmayı taahhüd ediyordu; sefîr de,
Cumhur talep ettiği zaman Osmanlı Devleti hesabına silâhlandırılmış yüzbin
süvârî askeri vermeyi Pâdişâh nâmına va'd etti (Not: 26) (124). Bu hususta yalnız
bir müverrihin sözüne i'timâd etmek caiz değilse de, Cumhûr'un bu ahidnâmenin
akdinden itibaren o vakte kadar takip etmiş olduğu siyâsetten büsbütün başka bir
hatt-ı hareket ittihaz ettiği şübhe götürmez. Venedik Senatosu «Katolik»
lâkabiyle yâdolunan Ferdinand'ın misâline uygun olarak düşmanlarına karşı
Türkler'in dost-luğuyla kuvvet kazanmıştı. Senato'nun Bâb-ı Hümâyûn ile
akdetmiş olduğu ittifak evvelâ Ferdinand'ın, sonra Macarlar'ın aleyhine döndü.
Senato Pâdişah'ın askerlerini Venedik hududundan uzak tutmağa çalışırken,
onları mümkün olduğu kadar düşmanları üzerine sevkediyordu. Şu suretle —
«Gayet Hıristiyan» kral ile Hıristiyanlık düşmanları arasında akdedilen ve
Avrupaca kötü bir şöhreti olan ahidnâmeden takriben yarım asır evvel— Napoli
ile Venedik, vukua gelen münazaalarında Osmanlılarca dayanıyorlardı. Diğer
taraftan Pâdişâh da Hıristiyanlar'la körükö-rüne ve fasılasız harbedecek kadar
maharetsiz olmadığından, zamanına göre Hıristiyanlar'a yine Hıristiyanlar
aleyhine, yâhud —Osmanlı müverrihlerinin tâbiri veçhile— domuzlara karşı
köpeklere ve köpeklere karşı domuzlara (125) yardım gösterdi.
(124) Bütün İtalyan müverrihleri arasında yalnız Diarium Parmense müellifi bu
ittifak ahidnâmesinden bahseder. Lojiye'ye müracaat, 7, s. 359.
(125) Hammer bunu hangi müverrihten aldığını söylemiyorsa da, asrin muktezâsı olmak üzere her milletin târihlerinde bu türlü tâbirler vardır.
Mütercim.
ONYEDİNCİ KİTAP
Türkler'in Transilvanya'yı ve Avusturya Dukalığını istilâsı. — Dülkadir
Hânedânı'nın târihi. — italya ile siyâsi münâsebetler. — Zanta’nın fethi.
— Türkler İtalya'da. — Rodos Adası'nın Eskiçağlar'da ve Ortaçağ'da
târihi. — Rodos'un Türkler tarafından ilk muhasarası. — Sultân
Mehmed'in vefatı, vasıfları, zulümleri, hakîkî azameti.
Türk akın ve yangıncılarının tahrîb edici dalgalarına Venedik muahedesiyle
Kriyol cihetinden bir sed çekilmiş olduğundan, bunlar yine 1479/ 884 senesinde
şiddetlerini bir kat daha artırarak Macaristan'a doğru yürüdüler. Teşrinievvel
başlarında kırkbin kişiden mürekkep bir Türk ordusu (1), oniki paşanın kumandasında
olduğu halde, Transilvanya'yı istilâ etti (Not: 1), İki Mihâl-oğlu Alî ve İskender ile iki
Evranos-zâde Hasan ve İsâ Beğler ve Malkoç-oğlu Bali Beğ, bu kumandanlardan idi.
Lâkin Macaristan için bahtiyarlığı mûcib ahvâlden olmak üzere bu reisler arasında az
vakit içinde ittihadsızlık çıkarak, orduyu zayıf bıraktı (2). Transilvanya Voyvodası
Etienne Bator —ganimet mallarını hamilen Kı-zıl-kule derbendinden dönmeğe
hazırlanan— Türk ordusunun ric'at yolunu kesmek için bütün askerini ale'l-acele
Sasvarus'da (Brosk) topladı. Kral Matyas Korvinus'un Bohemya ve Lehistan
muharebelerinde mu-zafferiyetleriyle temeyyüz etmiş olan Tamışvar kontunu imdada
çağırdı. 13 Teşrinievvel 1479'da Karlsburg'dan yirmibeşbin adım mesafede kâin
Genkermeje ovasında iki ordu muharebeye başladı. Bator, Saksonları sol cenaha,
Çekelyenler'i sağ cenaha koydu. Onların arkasında Eflâklılar, en son saf da dahî
Macar ihtiyat askeri bulunuyordu. Merkezde bulunan ağır süvarilerle Transilvanya
Piskoposu Vladislas Dökereb maiyyetindeki askerin kumandasını bizzat voyvoda aldı.
Muharebeden evvel icra ettirdiği bir dînî âyinde bütün asker hazır bulunarak,
âmirlerinin emri olmaksızın mevkilerini terketmiyeceklerine yemîn ettiler.
Hıristiyanlar'ın sol cenahı evvelâ mağlûp oldu; üçbin Sakson kendilerini Muruz
nehrine atarak, büsbütün mahvolmaktan bu suretle kurtuldular. Bunun üzerine sağ
47
(1) Dölogos'a nazaran yüzbin kişi; Kronştad'da bir kitabeye nazaran altmış-beşbin;
Bonfinius ve Oalhus'a nazaran altmış bin; Solakzâde, Sa'dü'd-dîn, « Âlî'ye nazaran
otuz bin. Katona'ya müracaat, 16, s. 240.
(2)
Osmanlı müverrihleri ordunun mağlûbiyetini reislerin ittihadsızlığma atfeder.
OSMANLI TARİHÎ
155
cenah ric'ate başladı. Lâkin Bator, firarilerin önüne atılarak, onları yine düşman
karşısına getirdi; Bator'un altında iki at telef olarak, kendisi de aldığı altı yaradan
kan kaybettiği ve askerinin tekrar mevkiini terkede-ceği sıradaydı ki Tamışvar
Kontu Kiniş (veya: Keynis)'in getirdiği (3) yardımcı askerler tam vaktinde olmak
üzere yetişti; Kont şiddetle harb meydanına atıldı. Kiniş, yaralıların hırıltı ve
iniltileri, şiddetli olan muharebenin gürültüleri arasında, gök gürlemesine benzer
bir ses ile «Neredesin Bator?» diye haykırdı. Bator, ölüm derecesinde olduğu
halde bu nida üzerine kuvvetini son defa olarak topladı ve askerini harbe teşci
etti. Bundan sonra harbin tâli'i değişerek Türkler tamamen münhezim oldular.
Aralarından otuz bin kişi harb meydanında kaldı (4). Maatteessüf, gâlibler
muzafferiyetlerini vahşîce mezâlimlerle lekelediler. Hunyad, Mezîd Beğ'e karşı
muzafferiyetinden sonra yemek yerken esirleri karşısına getirerek baltalanmasını
emrettiği gibi, Kiniş de mağlûpların ce-sedleri üzerine sofrasını kurdurarak (5) —
bu gibi bir tasavvurda bulunduğu İslâm Hâlifeleri târihinde görülen— Ebû
Abdullah es-Seffâh'a benzedi. Şarab, ölülerin kanma karıştı; gâlibler —insan eti
yiyen vahşîler gibi— mevtaların üzerinde raksettiler ve onları ayaklarıyle
çiğnediler. Kiniş, kendisi de mevtalardan birini dişleriyle ısırdı ve bunu öylece
tutarak harb raksını icra etti (Not: 2). Ertesi gün Kiniş, düşman cesedlerini ehram
şeklinde yığdırarak ve bu harbde telef olan Etienne Bator ile sekiz bin Macar'ın
cenazelerine son tâzîm vazifesini ifâ ettirdi. Bunların kabirleri üzerine inşâ edilen
mâbed —Morten Mezarlığının İsviçreliler'e ihtân gibi— bugün Macarlar'a
ecdâdlarınm kahramanlıklarını hatırlatmaktadır, şu kadar ki, İsviçreliler
babalarınm böyle bir ziyafetlerinden dolayı hicaba düçâr değildirler.
Lâkin Türkler, muvaffakıyetsizliklerinden daha ziyâde cesaret alıyorlardı.
Genkermeje mağlûbiyetinden bir sene sonra, Akıncılar, Karniyola, Karintiya ve
îstirya'da yine tecâvüze başladılar. 1480 Temmuz'unun 29'-unda, Karniyola'da
Sirginç ve Lügoş (veya Lüküş) (6) civarını yağma ettiler; Ağustos'un beşinde
Sava nehrini dördüncü defa olmak üzere geçerek bütün Karintiya içerisine dehşet
verdiler. Ramberg muhafızı Jorj Dö Şomburg Ran yakınında atlı köylülerden
kalabalık bir asker toplayarak, bununla kendi süvârî askerini takviye etti.
Geceleyin o kadar trampete ve boru çaldırdı ki, Türkler bunları hakîkî
miktarlarından pek çok
(3)
(4)
(5)
(6)
Engel, Macaristan Târihi, 3, s. 360. Liç'e nazaran Kiniş Bator'a hasedinden dolayı
yürüyüşünü geciktirmiştir. Lâkin Kinis'in tercüme-i hâlinde ıböyle bir zanna meydan
verecek hiçbir şey bulunmaz.
Osmanlı müverrihleri bile —otuz bin tahmin ettikleri— ordularının büyük bir
kısmının bu muharebede telef olduğunu itiraf ederler.
Bonfinius, 4, fasıl: 6, s. 612. «Süper cadavera etratae menrae.»
Mejiser, s, 1217,
156
HAMME
R
zannederek çekildiler (7). Karniyola ve Karintiya'dan sonra, altıncı defa olarak
yine îstirya'yı istilâ ettiler ve buraya iki taraftan birden girdiler (8). Bir fırka
Karniyola tarafından dâhil olarak Aşağı îstirya'da Mur nehri boyunca Graç'a
kadar bütün memleketi tahrîb etti. Diğer bir fırka da Karintiya tarafından gelerek
Yukarı îstirya'da ahâlîden pek çoklarını esîr ettiler ki, bunların arasında beşyüz
de râhib bulunuyordu. Se-kao Baş-kilisesiyle şâir daha birçok kiliseler yağma ve
tahrîb edildi (Not: 3). Akıncılar, Türkiye ile kuzey tarafından hem-hudûd olan
memleketleri bu suretle tahrîb etmekte iken, Mehmed, Azak Denizi sahilinde
Muta kalesinin fethini donanmasına, Ermenistan'da Bayburd ve Erzincan
yakınında Torul yâhud Tirol (9) kalesinin fethini de oğlu Bâyezîd'e emretti.
Mehmed ile Uzun Hasan arasındaki son muharebede, bu kalenin hâkimi Uzun
Hasan tarafını tutmuş idi (10). Sultân Mehmed, takriben yine o sene zarfında
Midilli adasında yeni bir kale inşâ ettirdi. Yine o sene zarfındadır ki, bir Osmanlı
hükümdarının, idarî işlerin cüz'iyyâtı-na bir nazar atfettiği görüldü: Pâdişâhın —
Yunanlılar zamanında Lim-ni'nin pek ziyâde şöhretine yol açmış olan— tıyn-ı
mahtumun (mürekkep boyasının) özelliklerini tedkîk için, bu adaya tabîbler
göndermesi, Fâtih'in zaptettiği yerlerden kendinden evvelki sahiplerinden daha
çok istifâde etmesini bildiğini isbât eder (11).
63
Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri Osmanlı pâdişâhları Mısır Sultânları
ile fasılalı, fakat dostâne münâsebetlerde bulunmuşlardı. 1480/884 senesinden
i'tibâren, bu iki devlet arasında o vakte kadar geçerli olan iyi niyeti ihlâl edecek
iki sebeb ortaya çıktı. Sultân Mehmed, Mekke yolu üzerinde hacılar için yapılmış
olan bendlerle çeşmeleri kendi hesabına tamir ettirmeyi Mısır Sultânı
Hoşkadem'e teklif etmişti. Mısır Sultânının kibiri bu hayır müesseselerinin
idaresini terk etmesine mâni olduğundan, Mehmed'in teklifini reddederek
mukabele etti. Bu da Sultân Mehmed'in vesveseci gururunu yaraladı. Lâkin iki
devlet arasında münâsebetlerin kesilmesini gerektirecek daha ağır başka bir
sebep zuhur etti. Bu da, Sultân Hoşkadem'in halefi Kayıtbay (Kaytbay)’ın
Dülkadir Beğlerinin işlerine şiddetle müdâhele etmesiydi. Türkmen Zeynü'd-dîn
Karaca Dülkadir bugün Mar'aş sancağını teşkil eden eski Kapadokya kıt'-asında
—târihi Avrupaca şimdiye kadar bilinmeyen (Not: 4) ve fakat Os-
(7)
(8)
Valvasur, 4, s. 378.
Document monast in annaıibus Styriae ve Julyus'un Târih-i Siyâsî ve Mez-hebî'si, 6, s.
245.
(9) Durul, şimdiki «Ardase» (Ardeşen) kasabası. (Trabzon vilâyetinde) Mütercim.
(10) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 63-2. kezalik.
(11) CÜıân-nümâ'ya müracaat. s; 600.
OSMANLI TARİHİ
157
manii Padişahlarının izdivaçları münâsebetiyle eserimizde zikredilmiş olan— bir
hanedan te'sîs etmesinden beri takriben bir asır geçmişti. Sultân II. Mehmed —
biraderi Mûsâ ile muharebelerinde kayın biraderinden büyük hizmet gören ceddi I.
Mehmed gibi— Dülkadir Hânedânı'ndan bir kız ile evlenmişti. Dülkadir Hânedânı'nın
Osmanlı Pâdişâhları ile sıh-riyyetinden ve bundan ziyâde Dülkariyye târihinin —
bizim şimdi meşgul olduğumuz zamandan itibaren— otuzbeş sene zarfında Osmanlı
Devleti târihiyle münâsebeti bulunmasından dolayı, bu hanedanın başlangıcı hakkında
burada hulasaten malûmat vermemiz icâp eder:
Türkmen Zeynü'd-dîn Dülkadir Karaca Mar'aş (Maraş) (12), Elbistan yâhud
Elbüstân (13) şehirlerini fethederek 780/1379 senesinde sülâlenin esâsını vaz' etmiş
idi (Not: 5). Onun oğlu Halil Harput, Behisni (14), Malatya şehirlerini zaptederek
hâkimiyetini genişletti. Halîl Beğ Mısır ordularıyle muzaffer bir şekilde harbettikten
sonra 788/1387 senesinde kendi tebeasının eliyle katledildi. Halil'in halefi ve biraderi
Suli Beğ, kızlarından birini Sivas Beği Gazi Burhanü'd-dîn'e, diğerini de Sultân Bâyezîd'in en küçük oğlu Mehmed Güreşçi'ye tezvîc ederek, komşusu bulunan
hükümetlerin dostluğunu te’ınîn etmişti. Süli Beğ, Hama Beği'ni mağlûp ederek, onun
toprağını da kendî hükümetine ilhak etti. Lâkin onu idâm ettikten sonra kendisi de —
Mısır Sultânı Berkok'un para ile sevkettiği— bir müslümanın hançeriyle maktul oldu
(800/1398). Süli Beğ'in vefatı târihi, I. Bâyezîd ordularının başkumandanı Timurtaş'ın
bu havalideki fetihleri zamâmna tesadüf eder. Timurtaş o târihte Kengırı yâhud
Kangırı (bugünkü Çankırı; eski Paflagonya hükümdarlarının makar-rı), Divriği
(kadîm Nikopolis) ile Darende'yi zaptettikten sonra —Dül-kadiriyye hükümetinin
arazîsinden olan— Behisni, Maraş, Malatya şehirlerini almıştı (15). Süli Beğ'in halefi
olan yeğeni Nâsirü'd-dîn Mehmed kırk yaşında tahta çıkarak, kırk sene hükümdarlık
etmiştir. Bu hükümdar Mısır Sultânı bulunan Melikü'l-Müeyyed ile bir müddet
muharebe ettikten sonra, onunla tedâfüî ve tecâvüzî bir muahede akdetti. Ve Sul-tân'ın
yardımıyle 822 (1420)'de Karaman Beği Mehmed'i mağlûp ederek, zincire vurulmuş
bir halde Kaahire'ye gönderdi. Nâsırü'd-dîn 840/1437'de Malatya Vâlîsi vâsıtasiyle
Karaman Beği İbrahim'e karşı Bâb-ı Hümâ-yûn'dan yardım talep etti. O zaman tahta
oturan II. Murad Amasya askerini gönderdiğinden, Nâsirü'd-dîn onların muâvenetiyle
İbrahim'den Kayseriyye arazîsini aldı. Nâsirü'd-dîn, vefatından üç sene evvel Mısır'a
(12)
(13)
(14)
(15)
dhân-nüınâ'ya müracaat, s. 601.
Doğrusu «ba»nın zammesiyle «Bustân>dır. Farsça'nın «Bostânn arabçada bu şekle girer.
«El» harf-i tariftir. (Mütercim).
Cihân-nünıâ'ya müracaat, s. 601.
Yukarıda, Altıncı Kitap'a müracaat.
158
HAMME
R
seyahat ederek, Sultân Çakmak tarafından büyük bir ta'zîmâtla kabul edildi (16).
Oğlu Süleyman Beğ 846/1443'de pederine halef oldu; Süleyman Beğ hem güzel
kadınlara, hem de güzel yemeklere meclûb idi. II. Murad'ın göndermiş olduğu
sefaret hey'eti Süleyman Beğ'in beş kızını görerek, bunlardan prenses Sitti'yi (17)
intihâb etti. Bu hanım II. Mehmed ile evlendirildi. Süleyman Beğ oniki sene
sükûn içinde saltanattan sonra 858/1454'de vefat etti. Arslan, Şehsuvar,
Şahbudak, Alâü'd-devle nâmında dört oğlu, hepsi birbirini müteakiben tahta
çıktılar (18). Evvelâ Arslan saltanat etti. Pederi gibi oniki sene tahtta kaldıktan
sonra camide namaz kılarken (19) —biraderi Şahbudak’ın ricası üzerine Mısır
Sultanı Hoşkadem'in gönderdiği— bir Karmatî tarafından kati edildi. Şahbudak
yâhud Budak Beğ, Hoşkadem tarafından Dülkadiriyye hükümdarlığına nasbedildi
(870/1466). Lâkin memleketin beğleri kardeş katlinden nefret ettiklerinden Budak
Beğ'in yerine biraderi Şehsuvar’ın başa getirilmesini Sultân II. Mehmed'den
istediler. Mehmed, bir ferman göndererek Şehsuvar'ı resmen Dülkadir ve Bozoklu
aşiretlerinin reisi olarak tanıdı (Not: 6). Budak, biraderi tarafından tahttan
indirilince Mısır'a giderek Çerkeş Memlûkları Sultânı Kaytbay'dan yardım aldı
(872/1468). Mısır askeriyle Dülkadiriyye askeri birkaç defa muharebe ettikleri
halde kat'î bir netice hâsıl olamadığından Kaytbay, II. Mehmed'e kıymetli hediyelerle bir sefaret gönderdi ve Şehsuvar'ı himayede devam etmemesini rica etti.
Kendisi düşmanından intikam almak için serbest bırakıldığı takdirde, Şehsuvar’ın
memleketlerini Osmanlılar'a terketmeyi teklif ediyordu (20). Mehmed, bu teklifi
reddetmiyerek sefarete, Şehsuvar nasihatlerini dinlemediği takdirde onu kendi
tâli'ine bırakacağını beyân etti. Kaytbay, bu cevap üzerine kuvvet bularak, bunu
Dülkadir Beğlerine ihbar ile, onları hükümdarlarından ayrılmağa teşvik etti. Mısır
ordusu yeniden harbe başladı; Şehsuvar maiyyeti kendisini terkettiğinden Samanten kalesine ilticaya mecbur oldu (21). Şehsuvar Mısır ordusu kumandanının
vaadlerine aldanarak, kaleden çıktı; kumandan onu Kaahi-re'ye göndererek,
Sultân’ın emriyle zincire vurulmuş olduğu halde Sü-veyle Kapısı (Bâbü'zZüveyle) nda asıldı (22). Kaytbay sözünde durup da Dülkadir toprağını Fâtih'e
vermiş olsaydı, Pâdişâh ihtimâl ki kayın biraderinin idamından pek müteessir
olmayacaktı. Sultân Kaytbay aksine hareketle Şahbudak'ı yine Dülkadir tahtına
oturttu. II. Mehmed o va(16)
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)
(22)
Nuhbe*ü*t-Terârlh.
Hacı Kalfa’ınn Rûm-ilisi. s. 10 (610?)
Nuhbetü't-Tevârîh.
Kezalik, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde.
Nuhbetü't-Tevârîh, Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde.
Nuhbetü't-Tevârîh'de kalenin ismi «Samantı»dır.
Nuhbetü't-Tevârîh'e nazaran Şehsuvar, bir kazığa mıhlanmıştır.
OSMANLI TARİHİ
159
kit Avrupa'da pek meşgul olduğundan intikamını mecburi olarak te'hir etti.
Budak (M.İ. 1), ondan sonra on sene saltanatta bulunmuşken, Pâdişâh birdenbire
—zikri geçen dört biraderin dördüncüsü olan —Alâü'd-dev-le tarafını tuttu.
Alâü'd-devle bir Osmanlı ordusunun yardımıyle Budak'ı memleketinden
çıkardığından, o da tekrar Mısır'a ilticaya mecbur oldu (885/1481). Alâü'ddevle'den II. Bâyezîd ve I. Selîm zamanlarında tekrar bahsedilecektir (23).
Budak aleyhindeki sefer, Mehmed'in Asya'daki muharebelerine son verdi. Sultân
Mehmed saltanatının son zamanları Avrupa'nın yeni teşebbüsleri ve İtalya vak'aları
ile geçti. Pâdişah'ın nazar-ı dikkati yalnız müttefikleri olan Venedik ve Napoli (24)
tarafına değil, Floransa Dukası Lo-renço Dö Mediçi (Loren Dö Mediçi) ile SantaMavra, Zanta, Kefalonya Hâkimi Leonardo tarafına dahî teveccüh etmişti. Mediçiler
aleyhindeki meşhur fesâddan sonra, fesâd erbabından Bandino Kostantiniyye'ye iltica
etmişti; lâkin Sultân II. Mehmed'in —kendisi gibi ilim ve san'atı himaye eden—
Lorenço'ya hürmet-i mahsûsası olduğundan, Lorenço'nun biraderi Julien'in kaatili
olan bu şahıs Floransa Dukası'na teslîm edildi. Lorenço Pâdişah'a bir sefaret hey'eti
göndererek Cumhur nâmına teşekkürlerini arzetti (25). Lorenço tarafından
Kostantiniyye antik binalarının resmini yapmağa me’ınûr edilmiş olan Floransalı
ressam Bellino Pâdişah'ın Lorenço hakkındaki lutufkâr hislerinin gelişmesine gayret
etmiş olması muhtemeldir.
Sultân Mehmed'in, Ege adaları hâkimi bulunan Leonardo hakkında ise o yolda
bir teveccühü yoktu. Leonardo, evvelâ Sırbistan Despotu (Kralı) Lazar'ın kızı
Meliza'yı tezevvüc etmiş iken, prensesin vefatından sonra Napoli Kralı II.
Ferdinand'ın akrabasından bir kız almıştı; lâkin —o vakit Ferdinand ile harb hâlinde
bulunan— Venedik hükümetinin ve Bâb-ı Hümâyûn'un bu husus hakkında
müsâadesini almamış olduğundan, Pâdişâh ile Cumhur arasında akdedilen
muâhedenâmeye Leonardo dâhil edilmemişti. Bununla beraber Leonardo Bâb-ı Âlî'ye
verdiği senelik vergiden mâada, Yanya'nın her iki sancak beğine —«harcırah»
nâmıyle— beşyüz duka altını hediye vermeğe mecburdu (26). Leonardo'nun akra(23)
(24)
(25)
(26)
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde.
Venedik Evrak Mahzeni'nde 1476 senesinden hiçbir Türk vesikası yoktur. Lâkin o tarihte
Mısır Sultânı tarafından Venedik Hükümet reisine yazılmış arabça bir mektup vardır.
Bundan başka o evrak mahzeninde Dar-yo'nun getirmiş olduğu (Capltuîi della pace) sulh
ahidnâmeleri ve sefirlerin i'timadnâmeleri vardır. Ahidnâmelerin ikisi de Türkçe değil,
Rumca yazılmıştır. Birincisinin târihi 25, ikincisinin 29 Kânunısânî'dir. Bunlar Venedik ile
Bâb-ı Hümâyûn arasındaki en eski siyâsî vesikalardır.
Ruskoe, Lorenço Di Mediçi, 1, s. 194.
Spandojino, s, 61.
Hi
HAMMER
basından biri «paşalık» payesinden «sancak beğliği»ne indirilerek Yanya
hükümetine tâyîn edilmiş olmasıyle, me’ınûriyet merkezine gitmek Zan-t&'âv ,ı
16 geçti. Leonardo, yeni sancak beğinin nazar-ı iltifattan sakıt olmuş olması ve
0 kendisinin akrabasından bulunmasının, beşyüz dukayı vermemeğe sebep
olabileceğini tasavvur ederek, Yanya Beğine akçe yerine meyve gönderdi.
Sancak Beği bu muameleden pek dilgîr olarak alenî surette bir intikam almağa
ahdetti. Leonardo'nun Venedik ile son harb esnasında el altından dâima Venedik
donanmasına yardım ettiğini ve Venedik ile Devlet arasında akdedilmiş olan
ahidnâmede Leonardo dâhil bulunmadığından, kendisini cezalandırmak kolay
olacağını Pâdişah'a arz etti (27). Mehmed'in hırslı tabiatına uygun düşen
mütalâalar te'sîrden hâlî kalmazdı. Bundan dolayı hemen yirmidokuz kadırgadan
mürekkep bir donanma techîz ederek —Hersek-zâde'nin istirhamı üzerine
mahbesden çıkarümış ve yeniden iltifata mazhar olarak Avlonya paşası
nasbedilmiş olan— sabık vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa'nın kumandası altına
verildi (Not:
7) . Osmanlı askeri Santa-Mavra ve Zanta'ya çıktılarsa da, Leonardo hazîneleriyle birlikte Napoli'ye kaçmış olduğundan onu bulamadılar (28).
54
73
Gedik Ahmed Paşa donanması Ege Adaları'nın ileri karakolları hükmünde
bulunan bu iki adayı zaptettikten sonra, Sultân Mehmed —o vakte kadar hiçbir
Osmanlı'nın ayak basmamış olduğu— Napoli sahillerine hücum etmek
cür'etkârca tasavvurunda bulundu. Vahşi kavimlerin bunca tahribatından sonra
dahî henüz pek çok ganimet mallarını ümidini besleyen İtalya'yı, bu kadîm
melike-i dünyâyı itaat altına almak tasavvuru, Yunanistan'ın mağrur fâtihine
yakışır bir fikirdi. Müslümanlar'ın Ld-kurya sahillerinden ilk zuhurlarından,
Arablar’ın Napoli ve Cenova seferlerinden, Avarlar'ın İtalya yarımadası
kuzeyindeki tahribatından (Not:
8) beşyüzelli sene geçmişti ki, Türkler Puy (Polya) sahillerinde güründüler. Mehmed'in bu azmine en ziyâde Venedik siyâseti sebep oldu: Venedik hükümeti o vakit Napoli ile harb hâlinde bulunduğundan, Katolik Ferdinand'ın ordusunu başka bir taraftan meşgul etmek üzere Pâdişah'ı sefere teşvik etmişti. Venedik bu maksatla senatör Sebastiyano
Gariti'yi sefaretle Kostantiniyye'ye göndermişti. Sefîr, Puy ve Kalabra'nın büyük şehirleri Şark İmparatorluğu'na âit olarak Yunan muhacirleri tarafından te'sîs edilmiş olduğu cihetle, Yunan ve Bizans İmparatorluğu fâtihinin bu şehirleri kendi malı olarak taleb etmekte hakkı olduğuna Sultân Mehmed'i ikna için müşkilât çekmedi. Bunun üzerine Mehmed, Gedik Ahmed Paşa'ya donanmasını Yukarı Arnavudluk sahilinde
Avlonya limanına götürmesini ve oradan asker alarak Puy şehrine çıkart(27)
(28)
Spandojino, s. 62.
Spandojino, s. 63. Marino Sanuto'nun Vekâyînâmesinde 1479 târihiyle şöyle görülür:
Santa-Maura e Zante con armata acquistate.»
OSMANLI
161
TARİHİ
ma yapmasını emretti. Osmanlı donanması yüz sefineden mürekkep olduğu
halde 1480 senesi Temmuzunun 28'inde Otranto limanına demir attı. Kara askeri
hemen şehri muhasara etti. Otranto böyle birdenbire hücuma düçâr olmakla
beraber, kendini kahramanca müdâfaa ettiyse de, uzun müddet mukavemet
edemediğinden, 1480 Ağustosu'nun 11'inde hücumla zaptedildi.
Gedik Ahmed Paşa Puy sahiline hücum etmeden evvel, Mesih Paşa 60
kadırgadan ziyâde bir donanma ile Rodos önünde göründü; Fâtih'in ileriyi gören
dehâsı Hıristiyanlığın İtalya'da ve Adalar Denizi'nde iki mühim askerî üssünün
ikisini birden fethetmeyi tasavvur etmişti. Rodos, târihî ehemmiyetinden ve
Avrupa devletlerinin Türkler aleyhindeki muharebelerde görmüş olduğu
hizmetlerden dolayı, burada üzerinde biraz durmamıza şayandır.
Küçük Asya'nın güneybatısından ancak üç, dört coğrafî mil mesafe ile ayrılmış
bulunan bu ada, kadîm zamanlardan beri Fenike ile Yunan arasında en mühim irtibat
noktalarından biriydi. Rodos'un Telkinler'i (31) kadîm çağların heykeltraşlıkta,
sihirbazlıkta (32) —Girid Daktiller'inin (33) madencilikte ve silâhçılıktaki şöhretleri
kadar— meşhur idiler. Poseidon ile Telkinler'in hemşiresinin aşkları ve onların kızı
olan Rodos ile Helyos'un münâsebetleri hakkındaki hurafeler —bu münâsebetlerden
Heliadlar (34) adı verilen yedi erkek çocuk hâsıl olmuştu— adanın dâima güneş ve
denizin lutfuna mazhar olduğunu remizli bir dille gösterir. Rodos adasının ismi
(Yunan lisanında «Gül», Fenike lisanında «Yı(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
Bezoldi: Historia regum Slculoirum et Napolitanoram (Arzenturati, 1636), s. 1142;
Bonfinius'a nazaran, ikinci kitap, De pudicitia conjugali.
Jakobi ve Vlateranl, Diar Rom, s. 106, Diar Parmense, s. 344. Marino Sa-nato, Vite de duchi
di Venezia, c. 22, s. 1213. Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 62, İdrîs, Sismondi, s. 177, haşiye.
Esâtîre göre —Rodos'ta kendilerine ihtiram gösterilen— ateş üzerine müekkel birileri
(Mütercim).
Diodorus Sikulus; Strabon'a nazaran, 14, Telkinler Girid adasından gelmiştir. Daktiller
gibi onlar da silâhçilıkta meşhur idiler.
Esatire göre İlahlar ve Ruhlar. (Mütercim)
Pelin, 2, 87.
Hammer Tarihi, C: II. F.: II
162
7
HAMMm
lanlar» manasınadır (35) ki, bu isimlendirme Yunan ve Finike gemicilerinin
adayı güller ve sürüngenler ile dolu görmelerinden neşe't etmiş olsa gerektir.
Helyos Rodos'a âşık olduğundan, onu örten deniz dalgalarını tefrik etmiş olması
hurafesine nazaran bu adanın —Delos gibi— deniz içinden zuhur etmiş olduğu
anlaşılır. Bu faraziyye Rodos arazîsinin ter-kîb şekliyle sabittir. Yedi Helyad'lar
meşhur müneccim ve gemici idiler. En büyükleri olan Kerfakes Ahaya, Dedal,
Koridal isminde üç şehir, onun üç oğlu da —kendi isimleriyle anılan— Lindos,
Lalisos, Kamiros payitahtlarını te'sîs etmişlerdi. Kadmos'un Lalisos'a getirdiği
Fenike muhacirleri, orada Poseidon nâmına bir mâbed inşâ ettiler; Altemenes'in
kumandası altında gelen Giridliler de Atabirus Dağı'nın etrafında ve Jupiter mabedi yakınında yerleştiler (36). Lindos'da Danaidler meşhur Pallas Mâ-bedi'ni
binâ ettiler (37). Bütün bu vak'alar Omiros (Homeros) 'dan öncedir. Omiros bu
adayı pek iyi biliyordu (38).
İranlılar ile Yunanlılar arasındaki muharebelerde Rodos dâima en kuvvetli
olan tarafı iltizâm ederek bazen îran, bâzan Spart (İsparta) ve Atina askeri
arasında harb ederdi. Lindos, Lalisos, Kamiros şehirleri Pe-leponnes
muharebesinin son senelerinde, bütün gayretlerini toplayarak adanın kuzey
kısmında bir payitaht te'sîs ettiler ki, Pire limanıyle surunu inşâ etmiş olan mîmâr
tarafından anfiteatr şeklinde inşâ edildi (39). Adanın en mühim mevkii olan bu
payitahtı —ilk defa olarak— Karya büyük kraliçesi II. Artemis zaptederek
Mozulus için aşkını Dünyânın Yedi Hârikasından biriyle te'yîd eyledi. Kraliçe
ahâlîye haber ederek heykelini bir zafer âbidesi gibi diktirdi (40). Bâzı dînî
mülâhazalardan dolayı, Rodoslular sonraları —onlar için şenî bir hâtıra olan—
bu binayı tahrîb etmediler; lâkin heykelin içerisinde bulunduğu mabedi bir
duvarla örttüler, bunun girilmesine mâni olduğu içindir ki mabede «Abaton» (Girilmesi mümkün olmayan) nâmı verildi (41).
Adarün payitahtı olan Rodos şehri, Makedonya hükümdarı İskender'e
harbsiz teslîm oldu (42). Lâkin Suriye hükümdarı Antigo'nun oğlu Dimitrius
Poliurset'e karşı —muhasaralar târihinde meşhur— şiddetli bir mukavemet
gösterdi. Dimitrius Poliurset Helepol denilen meşhur harb
(35)
(36)
(37)
(38)
(39)
(40)
(41)
(42)
Bocharti Fhaleg.
Diodorus, 5.
Strabon, 14.
Omrios, 2, 5, 656 ve 662.
Diodorus, 13, Strabon.
Vitrov.
Morsius'un Rodos eserine müracaat.
Diodorus Sikulus, Kitap: 20, bâb: 91, Plutark, Dimitrlo eserinde, Vitrovius, 10, %%.
OSMANLI TARİHİ
163
kulesini Rodos surları önünde icâd etmişti. Bu muhasaraya alâkalı işlerle otuz bin
kişi istihdam edildi. O müthiş harb âletinin darbelerinin te'-siriyle birinci sur
yıkılınca, mahsurlar, mâbedlerin, tiyatroların, yıkılmış binaların inşâat
maddeleriyle ikinci bir sur, bu da yıkılınca bir üçüncüsünü inşâ ettiler. Yunan
hükümetlerinden elli vekil, muhâsırların ordugâhına gelerek, Rodos'un lehinde
bir sulh elde etmek için müzâkere ettiler. Dimitrius —kendisine yüz rehin ve bir
ordu yardımcı asker verilmek şartıyle—, sulha razı oldu. Muhasara esnasında
Rodos ahâlisi Di-mitrius'a bir temsilci hey'eti göndererek şehirde Protoje'nin
tasvirlerinden en güzel tasvirin bulunduğu kısmın masun tutulmasını rica etmişlerdi. Dimitrius cevaben, kendi babasının bir tasvirini yakabilirse de Protoje'nin
tasvirini yakamıyacağını söyledi. Bu, bediî san'atlara olan muhabbetin
muharebenin vahşiyâne ihtiraslarına üstün geldiğinin târihte en eski misâlidir
(Not: 10).
Rodoslular —kendilerinin şeref ve şecâatleriyle sona eren— hâtırasını te'yid için
o meşhur ve büyük heykeli inşâ ettiler ki, açılmış iki bacağı ağzında heybetli bir kapı
gibi görünüyordu (43). Bu heybetli heykelin yüksekliği seksenyedi arşın ve ağırlığı
dokuzbin kental idi. Şu harikulade esere Lindos'lu Hâres başlayarak, yine o şehirden
Lahes ikmâl etti. Lâkin o muazzam heykel, inşâsından ellialtı sene sonra yıkıldı;
dokuz asır sonra da enkazı dokuzyüz deve yükü tuttu (44) (Not: 11). O heykelden
sonra Jüpiter'in nâmına yüzyirmi kadem yüksekliğinde muazzam bir heykel ile —
herbiri bir şehri süslemeğe kâfî— yüz kadar heykel daha yapıldı. Şehirde bunlardan
başka —nadiren tesadüf olunabilecek derecede güzel— üçbin heykel ile şâir nefîs
eserler vardı. Bu enfes eserlerden yalnız Akragas'ın hafif kabartma tarzındaki Baküs
(Şarab ilâhı) mürîdeleri eseriyle (yansı insan, yarısı at şeklinde) Kan-tores heykelini,
Misos'un Baküs mâbedindeki Silen (?) ve Aşk heykellerini ve bilhassa Lizip'in Güneş
kuvadırikasını (Dört atlı araba) zikr edeceğiz. Bu kuvadırika —Roma generali
Kassius'un Rodos'ta bıraktığı— pek nâdir nefîs eserlerden biridir. Protoje'nin meşhur
tablosu, Roma'da Ya-nos Mâbe'ne konulmuş ve beş asır sonra bir yağında yanmıştır.
Yine o san'atkârın o meşhur tablosuyle şâir eserlerinden mâada Rodos'ta Yu-nan’ın
en meşhur ressamlarının enfes eserleri, ezcümle Apel'in Meandr ve Oleus tasvirleri,
Zoksis'in Meleagr, Herkül, Perse tabloları var idi. Rodos'taki ressamların
heykeltraşların, san'atkârların, bülegânın, filozofların medreseleri, san'at ekolleri,
imalâthaneleri ile kuvvetli donanmalar Rodos hükümetine kadîm zamanlarda azîm ve
muhteşem unvanlarının ve(43)
(44)
Strabon, 14, Pelin (Plin?), 34, 7.
1 deve yükü 10 kental (50 kilo) hesâb edilir.
164
HAMMER
rilmesine sebep olmuştu (45). Rodos hükümetinin şekli eşraf hükümeti (asiller
hükümeti) idi; senatörlere «mastri», hükümet reisine «pritanis» unvanı verilirdi.
Rodos hükümeti İspanya'daki Rodosda Yunanistan'ın Partinop, Sicilya'nın
Agrijant, Kilikya'nın Suli eyâletleriyle Balear adalarından ve daha şâir
memleketlerde müstemlekeler te'sîs etmiştir. Adayı tahrîb eden zelzeleden sonra
'Jelali Hiero —memleketinin bağlı olduğu minnetdarlık göstererek— Rodos'a
heykeller ve kayıpların bir kısmını tamir için birçok paralar gönderdi.
Rodos, komşuları olan Suriye hükümdarlarını denizcilik gücünün en
tehlikeli düşmam olarak telâkki ettiğinden, Antiokus'a karşı Romalılar'-la ittifak
etti. Rodos'tan çıakrılmış olan Poliksenides Antiokus tarafından kabul ve
donanmasına kumandan tâyîn edilmişti. Poliksenides, Korikus boğazı hizpasında
ve İyonya sahilinde Romalılar'a mağlûp oldu (46). Lâkin Rodos donanmasını
Karya körfezinde ve Patarmos yakınında mağlûp ederek intikam aldı (47).
Rodoslular bu muharebede gençlerinin en güzî-deleriyle donanma kumandanı
Puzistrati ve emri altında bulunan donanmanın hemen tamâmım kaybettiler.
Rodoslular —bir hıyanetten kaynaklanmış olan— bu mağlûbiyetten dolayı pek
fazla hiddet göstererek (48) yeni bir donanma inşâ ve Roma donanmasına ilhak
ettiler. Roma deniz kuvvetlerinin kumandanı Livius, Rodoslular'la müzâkere
etmeksizin hiçbir şey yapmamak üzere emir almıştı (49). Patara'nın
muhasarasına karar verildi. Lâkin biraz sonra muhasara kaldırıldı ve Rodos
donanması hiçbir iş görmeden iade edildi (50). Antiokus sulh tekliflerinde
bulunduğundan Livius'un halefi olan Amilius Regilus, müttefikleri olan Bergama
Kralı Omen (Aumen) ve Rodoslular ile, alınacak karara dâir istişare etti. Omen
ile Rodoslular, yekdiğerine muhalif re'yde bulunduklarından harb devam etti
(51). Otuz iki adet dört sıra kürekli kadırga ile dört aded üç sıra kürekli
kadırgadan mürekkep bir Rodos donanması, Anibal'in binmiş olduğu Suriye
donanmasına karşı çıktı. Kırk yedi sefineden mürekkep olan bu donanma Pamfili
sahilinde vâkî Suda'da (52) iken Rodoslular hücum ettiler. Muharebe müthiş
oldu; muzafferiyet birçok mücâdelelerden sonra Ada’nın deniz kuvvetleri
kumandanı Audamos tarafında kaldı. Bu muzafferiyet Anibal'e karşı sağlandığı
için, bir kat daha şeref veriyordu. Roma'da ve Rodos'ta büyük şenlikler yapıldı.
Yirmiikisi Rodos'a
(45) Horas (Horace), 1, Pindar, 7. Olymp. Ciceron prodege Manilla.
(46) Tit-Lio, 36, fasıl: 15.
(47) Kezalik, 37, fasıl: 11
(48) Kezalik.
(49) Kezalik, 30, fasıl: 16.
(50) Tit-Lio, fasıl: 19.
<5Ü Kezalik, fasıl: 23.
(52) Kezalik, fasıl: 35.
OSMANLI TARİHÎ
ve sekseni Roma'ya âit olmak üzere yüz sefineden mürekkep diğer bir donanma
Korikus boğazı hizasında Suriye donanmasını bir daha mağlûp ederek, evvelce
yine o sularda zuhur eden muvaffakıyetsizlik ânnı büsbütün ortadan kaldırdı.
Romalılar sefinelerinin metaneti ve askerlerinin şecaati ile Suriyelilere faik
idiler. Lâkin Rodoslular, gemilerinin hafifliği, gemicilik ilminde ve
manevralardaki mahâretleriyle Romalılar! da, Suriyelileri de geçerlerdi (53).
Çippion, Antiokus aleyhindeki seferine Hermus muhârebesiyle son vererek
Asya'da Toros Dağları'nın beri tarafındaki kısmın terki şartıyle sulha razı oldu.
Lâkin Roma'nın iki müttefiki olan Bergama Kralı'yle Rodoslular arasında
düşmanlık ortaya çıktı. Bergama Kralı Toros Dağları'nın berisinde kendi
hükümetiyle hemhudûd olan memleketleri talep ettiği gibi, Rodoslular da
Asya'nın o kısmındaki Yunan şehirlerinin serbestisini istiyor idiler (54). Senato,
Çippion'un temsilcisiyle Antiokus'un, Omen (Aumen) in, Rodos'un sefirlerini
dinledikten sonra, Asya'da Toros'un beri tarafındaki memleketlerin Omen'e tâbi;
Lisya ve Karya sahillerinin de ...Telmisos ve Solis şehirleri müstesna olmak
üzere— Rodoslular'a âid (55) olmasına karar verdi. Rodos sefirleri bu istisnaya
itiraz ettilerse de fayda vermedi. Rodoslular Roma'ya yardım etmekteki
ihtiyatsızlıklarını pek geç anladılar. Romalılar da biraz sonra müttefiklerinden
şübheye düştüler. Perse ile harb esnasında, Roma Asya'daki şehir ve adalara
sefirler göndererek bunların Cumhûr'a (Roma'ya) karşı bağlılıklarını takviye etti.
O vakit Rodos Pritanis (Prina nis?)'i, yâni hükümet reisi olan Mekelizoküs,
hemşehrilerini limanda bulunan kırk geminin sefirlerin emrine müheyya edilmesi
için teşvik ettiyse de, Rodoslular reddettiler; lâkin Perse'nin tekliflerini
reddetmemiş olmakla beraber, alenen Roma aleyhinde bulunmağa cesaret
edemediler (56). Buna rağmen, Roma bu türlü bî-taraflığı ve bilhassa Rodos'un
Roma ile Perse arasında aracılık teklifini unutmadı. Perse'nin zapturapta alınmasından sonra Senato muzafferiyetini tebrike gelmiş olan Rodos temsilciler
hey'etine: «Sefaretin gereken zamandan geç kalmış ve Yunanistan'ın umûmî
menfaati, yâhud Roma'nın faydası için değil, sadece Perse'ye hizmet gayesiyle
gelmiş olduğu» cevâbını verdi (57). Rodos eşrafı bu cevap üzerine telâş
ettiklerinden, Roma ile barışmak için ellerinden geleni yaptılar. Eşraf —
Suriye'ye giderken yollan üzerinde ve Rodos'un karşısm(53)
(54)
(55)
(56)
(57)
Livius, 30, fasıl: 29 ve 30. «Robore navium et virtule milîtum Romani longe regios
praestabant; Rhodiae naves agilitale etarte gubarnatorum et scieutia remigum et erant
Rhodiae longe omnium celerremae tota classe.»
Livius, fasıl: 53 ve 54.
Kezalik, fasıl: 56.
Kezalik. 42, fasıl: 45.
Tit-Lio, 45, fasıl: 3.
166
HAMME
R
daki Levrima (bugünkü Marmaris) şehrine uğramış bulunan— Roma sefirleri S.
Deçimius ile S. Popilius'a Rodos'taki ahvâli görmek üzere oraya gelmelerini rica
ettiler. Popilius, muharebe esnasında Perse'ye hizmet etmiş olmalarından dolayı
Rodosluları şiddetle ayıpladı. Refiki Deçimius yalnız —milleti iğfal etmiş olan—
birkaç fesatçıyı azarlamakla iktifa etti. Rodos senatosu derhâl fiilen veyahut
kavlen Roma aleyhinde bulunmuş olanların umûmu hakkında idam kararı verdi.
Bunlardan birkaçı sefirlerin gelişi üzerine eşhirden çıkmışlardı; bâzıları da intihar
ettiler (58). Şu suretle Rodos —o vakitten itibaren— ancak lâfzen müstakil kaldı;
Roma ile Mitridâd arasındaki muharebelerinde ise Rodos —ancak
mecburiyetinden dolayı— Roma'ya sadâkat ve muharebeler esnasında bütün
Yunan adalarından yalnız bu ada Mitridâd'a karşı uzun ve kahramanca bir
mukavemet göstermiştir. Sezar ile Pompe arasındaki muharebelerde adanın
donanmaları kâh biri, kâh diğeri tarafında harb etmekle beraber (59) her
muharebede temeyyüz ettiler (60). Farsal muharebesini müteâkib Rodoslular
Pompe fırkasına ve sonra —Rodos'ta nâtıka-perdâzî (retorik; belagat ilm) tahsil
eden Brutus aralarında bulunmakla beraber— kaatillerine kapılarını kapadılar
(61). Kasius, Rodos'u muhasara ederek bir hıyanetle şehre girdi; önüne geleni
öldürerek .ahâlîden cebir ve tehdîd ile her ne alabilmek mümkün ise cümlesini
aldı (62). İmparator Klod zamanında Rodos, Roma vatandaşlarından bâzılarını
çarmıha gererek astığı için, istiklâlini kaybetti (63); lâkin yine o hükümdarın
saltanatının son senelerinde tekrar istiklâlini kazandı (64). Nihayet Vespazien
zamanında istiklâlini büsbütün kaybederek, Roma'nın bir eyâleti olmak üzere ilân
edildi (65).
Kostantin zamanında, Rodos Anadolu sahilinden bâzı şehirlerin teşkil
ettikleri federasyona ve daha sonraları onbeş piskoposluğu içine alan bir
başpiskoposluğa merkez oldu. Bizans târihi Rodos'tan yalnız Ayasof-ya'nın inşâsı
münâsebetiyle bahseder. Ayasofya kubbesinde Rodos'ta imâl edilen beyaz ve
hafif tuğlalar kullanılmıştı (Not: 12). Muâviye'nin sal(58)
(59)
(60)
(61)
(62)
(63)
(64)
(65)
Tit-Lio, fasıl: 4.
Hirtü de beî!o Alex, XI.
Sezar, de beilo çivili, 3, 102. Bu fıkra Morsius'da yoktur. Lâkin, Morsius, Lentolus'un
bir mektubundan (Epistol, Cicero, 12, 15) aldığı diğer bir fıkrayı nakleder ki, burada
Leontolus Rodos kapılarının kendisine karşı kapanmış olmasından şikâyet eder.
Orelius Viktor, İn Marco Bmto.
Apianus, 4, 72 (de beilo çivili)
Diokasus, kitap, 9 (Anno ab urbe condita 97)
Kezalik, 806. Tasitus (Tacitus) 12, Suetonius, İn vita Claudii. fasıl: 25.
Sueton'us, İn Vespas., fasıl: 8. Sekstus Rufus, Pavlos Diakonus, Otripius, İn Vespaslno.
OSMANLI TARİHÎ
167
tanatında —ki Kostantin'in saltanatı zamanının onikinci senesine tesadüf eder
(653)— Arablar Rodos'u zaptettiler. Büyük heykelin enkazı dokuz-yüz deve
yükü olarak götürülmesi de o zamandır. Bizans müverrihi Arab-lar’ın adadan
çıktıkları târih hakkında kat'î malûmat vermezler; lâkin ertesi sene
donanmalarının Fenike koyunda mağlûp olduğu vakit çıkmış olmaları pek
muhtemeldir (66). Herhalde elli sene sonra ve İmparator Anastas zamanında
Rodos Bizans donanmalarının toplanma mevkii idi. Rûm İmparatorluğu'nun ehl-i
Salîb tarafından taksimi hengâmmda Rodos —ismi târihte kalmamış olan— bir
İtalya prensinin hissesine düşmüştü. 1249'da Rodos Cenevizliler'in eline düştü;
İmparator Yuannes Dukas'ın şarabdârı Jan Kantakuzen adayı onlardan almak
istedi; lâkin —o aralık Mısır'da Sen Lui nezdine gitmekte olan— Ahaiya Prensi
Vilharduen, kendi askerini Cenevizliler'in askerine ilhak etmiş olduğundan,
Kantakuzen çekilmeğe mecbur oldu. Lukas bilâhare Protosebast Teodor'u
göndererek, o da Cenevizliler'i çıkararak Rodos'u yeniden Bizans hükümetine
teslîm etti (67). Bununla beraber, Bizans İmparatorlarının ada üzerinde hâkimiyetleri şekilde ve zayıf idi. Zîrâ Rodos Vâlîsi olan Kuala asilzadelerinden biri
istiklâlini ilân ettiği halde, İmparator bu isyanı yatıştıramadığı gibi, Türk
korsanları Sakız, Sisam ile Adalar Denizi'ndeki şâir bâzı adalar gibi, bu adayı da
istedikleri gibi tahrîb ederlerid (Not: 13).
Sen-Jan Tarikatı üstâd-ı âzami Giliyom Vilare, Rodos'taki karışıklıktan istifâde
ederek Türkler'i adadan çıkarmağa ve kendi hesabına ele geçirmeğe karar verdi.
Biraderi ve halefi olan Folk Dö Vilare bu tasavvuru icra mevkiine koydu; Papa V.
Klemen'in ve Güzel Filip'in tasvîbiyle Rum İmparatoru Andronikos'dan adayı talep
etti; buna mukabil Türk korsanlarını Rodos'tan çıkarmayı (68), her sene İmparator'a
üçyüz şövalyeden mürekkep bir fırka muavin asker göndermeyi taahhüd ediyordu.
Teklifleri tebliğe me’ınûr olan sefirler, bunları Kostantiniyye'de kabul
ettiremediklerinden şövalyeler Rodos'u muhasara ve hücum ile zapt ettiler (69). Ve
dört günden az bir müddet içerisinde bütün memleketi ve Nisiros, Leros, Kalimno,
Apiskopi, Simba, Kus gibi civardaki adalara hâkim oldular (70).
Kus veya Lungo —ki meyveleri ve şarablarıyle, Bukrat ve Apel'in doğum yeri
olmakla mâruftur— bu adaların en büyüğü idi. Folk Dö Vilare orayı —kare şeklinde
dört kule ile çevrili olan— bir kale ile tahkim
(66)
(67)
(68)
(69)
(70)
Teofanes, c. 13, 654.
Nikefor Gregoras, kitap: 2; Martinier'in Coğrafya Kaamusu'na müracaat.
Verto, kitap: 4, Pahimeres'e nazaran, 7, fasıl: 30-31; Bernardos Gido.
Verto, 6.
Kezalik (Nisiros, İncir Adası; Leros, Leryus; Kalimno, Kalimnos; Simba, Sömbeki; Kus,
İstanköy. Mütercim).
168
HAMME
R
ettiği gibi halefleri de bu vilâyet ve piskoposluk merkezini mermerden yapılmış
şaheser binalarla süslediler (71). Kus limanı vaktiyle girişi kolay ve emin olduğu
halde, bugün kum ile dolmuştur; bununla beraber şehirde bulunan Yunan antik
paralarından ve —bütün Akdeniz adalarındaki çınarların en güzeli olan— meşhur
çınar ağacından dolayı seyyahlar Kus'a rağbet ederler (72). Simba, ilkçağda —en
güzel sefineler imâl eden— doğramacılarıyle meşhur olduğu gibi, bugün de —
deniz altında (73) sünger arayan— dalgıçlanyle mâruftur. Üstâd-ı Âzam —Rodos
ile Kus arasında muhâberât vâsıtası olmak üzere— bir işaret kulesi inşâ ettirdi
(74). Tekrar Türk korsanlarının (75) hükmü altına düşmüş olan Apis-kopi,
Rodos'un fethinden on sene sonra (1321/722), komandor Jerar Dö Pino'nun
kumandası altında, on kadırgalık bir donanma tarafından tekrar zaptedildi. Silâh
taşımağa kudreti olan erkeklerin hepsi öldürülüp, ihtiyarlarla kadınlar, çocuklar
esîr olarak satıldılar (Not: 14).
Folk'un halefi ve Rodos'un fâtihi Helion Dö Vilnöv, şehrin eskimiş olan
surlarını tamir ettirmek ve kendi hesabına yaptırdığı bir tabiye ile etrafını
çevirttirmekle beraber, bilhassa Rodos'ta ve ona tâbi olan civar adalarda birçok
askerî mevkilerin te'sîsi ve eskilerin idâmesiyle meşgul oldu (76). On sene sonra,
Birinci Haçlılar zamanında Rodos kadırgaları Venedik ve Kıbrıs kadırgalarıyle
birleşerek 1344 Teşrinievvelinin 28'inde İzmir'i, Aydın Beği Umur Beğ'den
zaptettiler (Not: 15), Helion Dö Vii-növ'ün halefi ve Dragon şövalyesi Hudâverdi
Dö Guzon 1436'da îmroz hizasında bir Türk donanmasını bozdu (77) Rodos'un
dış mahallelerini surlarla çevirdi ve kadırga limanındaki şeddi denize kadar uzattı
(78). Dö Guzon'un «Dragon Şövalyesi» lâkabı, heybetli bir yılanı (ihtimal ki Rodos'un eski isimlerine sebep olan yılanlardan biri (79) dir) öldürmesi üzerine
verildi ve yılanın cesedi şehrin kapısı üzerine asıldı (Not: 16). I. Mehmed, İzmir'i
Cüneyd'den zaptettiği vakit, bu şehrin yakınında Sen -Jan Tarîkati'ne âid kaleyi
de almıştı. Üstâd-ı Âzam Filiber Dö Nayyak
(71)
(72)
(73)
(74)
(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
Kezalik, 461, Amsterdam basımı.
Şuvazul (Şvazvel?) - Gofiye*nin Garîb Seyahatleri, c. 1. (Bu çınar ağacı Bukrat
(Hyppokrates) zamanından kalmış olmakla mâruftur ki, bir-çok tabloları yapılmıştır.
Mütercim).
Kezalik, Verto, Şarka Bir Seyahat Esnasında Topografyaya Dâir Müşahedeler, s. 88,
müellifi Hammer.
Verto, s, 462.
Bunlar, İzmir ve Aydın taraflarındaki Tevâif-i Mülûk Türkleridir (Mütercim).
Verto, 5, s. 530.
Kezalik, a. 553.
Kezalik, s. 560.
bk. Buşar. (Fenike lisanında: Rod).
OSMANLI TARİHİ
169
bu husus için Pâdişâh nezdine davet edildiğinden, mukabeleten Osmanlı
memleketlerinin başka bir yerinde ona muâdil bir müstemleke istedi. I. Mehmed buna
razı olarak —Filiber'in 1414'de zaptetmiş olduğu-1- Alikar-nas (Halikarnas) limanını
ona terketti; Filiber bu limanı bir kale gibi sağlamlaştırdı (80). Alman şövalyesi Piyer
Şekkelhold kalenin inşâsı için —tam bir vahşî gibi— Melike Artemis'in kabrinin
kalıntılarını işgal etti (81). 1437'de Üstâd-ı Azam olan Jan Lastik makamına oturur
oturmaz —Mısır Sultânımın tecâvüz tasavvurlarına mâni olmak maksadıyle— Rodos'a yeniden kaleler ilâvesiyle meşgul oldu. Mısır Sultânı Rodos ve Kıbrıs adalarının
vaktiyle Arablar’ın elinde bulunmuş olmasına istinaden, bu adaları kendi mülkü
olmak üzere ilân ederek, bu iddiasını te'yîd için onsekiz kadırgadan mürekkep bir
donanma gönderdi. Donanma —şövalyelerin üzerinde bir kale inşâ etmiş oldukları—
küçük Kastelruso adasını (82) zapt ve 1440 Eylül'ünün onbeşinde Rodos adasına
hücum etti. Lâkin payitahtı muhasaraya başlayamaksızm çekilmeğe mecbur oldu (83).
Dört sene sonra, yâni 1444 Ağustos'unda bir Mısır ordusu Rodos'a çıkarak, şehri
kırkiki gün muhasara ettiyse de zaptedemedi.
Kostantiniyye'nin fethinden az bir müddet sonra II. Mehmed, Edirne
Sarayı'nda Adalar Denizi hükümetlerinin sefirlerini kabul ettiği sırada Rodos
elçilerinin bulunmaması nazar-ı dikkati celbetmişti. Mehmed, Üstâd-ı Âzam'ın
vergi vermekten imtina etmesine zâten hiddetlenmiş olduğu cihetle, harb ilân etti.
Otuz gemiden mürekkep bir donanma Karya sahillerini, İstanköy ve Rodos
adalarını tahrîb etti ve birçok ganimetler ve esîr getirdi (83). Daha sonra
yüzseksen gemi ile Hamza Beğ Adalar Denizi'nde göründü. Hamza Beğ —
Mehmed'in saltanatının ilk yıllarında bahsetmiş olduğumuz veçhile— Midilli ve
Sakız adalarına tecâvüzlerde bulunduktan sonra, İstanköy'deki Raherya kalesini
(84) yirmiiki gün muhasara etti; lâkin kaleyi alamadığından Simya üzerine
gitmeğe ve oradan da dönmeğe mecbur oldu. Ondan sonra —İstanköy gibi SenJan Şöval-yeleri'ne âit bulunan— Rodos, Lerios, Kalamus, Nisiros adalarını
tahribe gitti. Osmanlılar Rodos adasına Arhancelos karyesi civarına çıktılar (85).
Lâkin akınlarının neticesi delikanlılar ile genç kızları kaldırarak esâret(80)
(81)
(82)
(83)
(84)
(85)
Dukas'a nazaran 21, s. 60 ve 22, s. 64. Üstâd-i Âzam, Petronioni (Kastil-lum Petri) —
ki zamanımızda Bodrum denilmektedir— ancak Pâdişâhın müsâadesi üzerine inşâ
ettirmiştir. Vertoya nazaran, 7, Üstâd evvelce orada bulunan Tatar askerini
çıkarmıştır.
Fontanus.
Verto, 6, 2, s. 88.
Dukas, fasü: 43, s. 181.
Kezalik. Verto, Dukas'ın yazdığı fıkrayı bilmediğinden, bu kaleyi «Landi-makio diye
isimlendirir. 2, s. 118.
Verto, 2, a, 119.
170
HAMME
R
le götürmekten ibaret kaldı. Üstâd-ı Âzam Jak Dö Milli o vakit Memlûk-ler,
Türkler, Venedikliler ile muharebede ve kırkiki kadırgadan mürekkep Venedik
Donanması Rodos limanının muhasarasında bulunduğundan, Mehmed ile
müzâkerelere girişti. Mehmed evvelâ, Rum piskoposu De-mitrius Numfilatus'un
Komandor Sakona için istediği yol tezkirelerini îtâya muvafakat etmedi (86);
lâkin bilâhare Trabzon'un fethini tasvir ettiğinden tezkireleri verdi. Bunlar vâsıl
olunca Üstâd-ı Âzam Raymon Ja-kosta, Vilfranş komandoru Marşal Giyom'un
Rodoslu iki Rûm ile birlikte Kostantiniyye'ye gönderilmesinde acele etti. Giy
om, 1461'de Şövalyeler ile Türkler arasındaki ilk mütârekeyi akdetmiştir.
Mehmed bunu iki sene için imza ederek, vergi talebinden vazgeçti (87).
4
Pâdişâhın devam etmekte olan muharebeleri sulhu dört sene daha uzattı.
Lâkin 1467'de otuz Türk kadırgasından Rodos'a birçok asker çıkarak Lindos,
Herakle, Drianda, Katoda kaleleriyle Arhancelon ve Noburg kariyelerini tahrîb
etti (88). Zahirde Rodos'a karşı hazırlanmış olan yeni bir Türk donanması
gelerek, adaya dehşet verdi; lâkin Pâdişah'ın böyle bir rivayet yayılmasından
maksadı Ağrıboz seferinin gizli tutulması maksadına matuf olduğundan, ada,
Osmanlılar'ın Venedikliler ile muharebeleri esnasında geçici bir sükûna nail
oldu. Bununla beraber, Venedik ile aktedilen sulhden sonra Osmanlı
donanmaları işsiz kalınca, Piyer Dö Bu-son bu atâletin uzun müddet
sürmeyeceğini tahmin ederek, bir hücum ihtimâline karşı hazırlanmayı düşündü.
Son Üstâd-ı Âzam Jan Dö Ris-nö'nün vefatından az bir müddet evvel, Piyer Dö
Buson —henüz Overni başrâhibi iken— masraflarını bizzat karşılayarak deniz
tarafında, Limori^'ya doğru iki ve Sent Margrit civarında da bir kale inşâ ettirmişti (89). Piyer
Dö Buson, bütün kilise baş-duâhanlarına mektuplar (90) göndererek, tarîkatin
bütün şövalyelerini Hıristiyanlığın bir merkezi olan Rodos'un müdâfaasına
iştirake davet etti. Mehmed, Üstâd-ı Âzam nezdine —Oğlu Karaman Vâlîsi Cem
tarafından sefîr resmî unvânıyle— bir casus gönderdi. Bu sefîr Rum'dan dönme
Demitrius Sufyân idi. Her sene vergi verilmek şartıyle sulh teklif etmeğe
geliyordu. Üstâd, bu teklifin —donanmanın tamâmiyle hazırlanmasına kadar
vakit kazanmak için— bir desiseden başka birşey olmadığını Kostantiniyye'deki
me’ınûrları vâsıtasiyle haber almış olduğundan, hiyleye aldanmış gibi göründü.
Dö Busen, Avrupa'dan Rodos'u muhafaza için koşup gelen şövalyelerin serbestçe
geçmesini te’ınîn maksadıyle, Pâdişah'ın vergi talebinden vazgeçmesini, yâ(86)
(87)
(88)
(89)
(90)
Verto, 2, s. 127.
Kezalik, s. 131.
Kezalik, 7, 2, s. 141.
Verto, 7, 2, s. 154.
Kezalik, s. 160. Verto bu mektupları aynen nakleder.
OSMANLI TARİHÎ
171
hud kendisine —Papa ile Hıristiyan hükümdarlarının müsâadesini almak için—
hiç olmazsa üç ay müsâade etmesini istedi. Demitrius Sofyan ikinci defa olarak
Rodos'a geldi ve Pâdişah'ın istediği «vergi» nâmının —ta-rîkatin haysiyetini
kırmamak için— «senelik hediye»ye çevrilmesi teklifini tebliğ etti. Üstâd-ı
Âzam, teklifin reddinde ısrar gösterdi. Bununla beraber yeniden bir ahidnâme
akdedildi ve gelen bir ikinci Türk elçisi tarafından imzalanarak, bununla ticâret
serbestisi te’ınîn olundu (1479) (91).
Piyer Dö Buson imza ettiği şu mütârekeye îtimâd etmediğinden, Mısır
Sultânı ve Tunus Beği ile ale'l-acele sulh akdetti. Tunus Beği ihtiyâç hâlinde
Tunus payitahtı limanından otuz bin minut (?) buğday çıkarılması için müsâade
göstereceğine sarîhen muvafakat ediyordu (27 Teşrinievvel) (92). Tarîkatin
umûmî meclisi toplanarak —yakında zuhur edeceğini herkesin hissettiği— harb
esnasında hazîne ile askerî kuvvetlerin yüksek idâresinin yalnız Üstâd'ın elinde
bulunmasına karar verildi. Dö Buson, Rodos Hastahâne Müdîri (93)'ni, amiralini,
kançılarını, hazinedarını kendisine muavin olarak seçti. Büyük biraderi olan
Monteyi Vikontu Antuan Dö Buson'u başkumandan tâyîn ederek, süvârî askeri
kumandanlığını da Brandenburg Baş-duâhânı Rudolf Dö Valenburg'a verdi. Şehir haricindeki evleri, ağaçları yıktırdı; Sent-Aantuan ve Sent-Mari Dö Fileremus
Kiliseleri'ni büsbütün kaldırttı (94). Mehmed, bu hazırlıklardan haberdâr olarak,
donanmasının tamâmiyle teçhizini beklemeksizin, 1479 Kânunievvel'inin
dördünde —adanın durumunu keşfetmek maksa-diyle— bir donanma ile Mesîh
Paşa'yı Rodos'a gönderdi. (Not: 17). Osmanlı amirali, Fano kalesi önünde
demirleyerek Rodos'un köylerine birkaç sipâhî müfrezesi gönderdi; lâkin
Brandenburg Duahanı bunları gemilerine dönmeğe mecbur etti. Mesîh Paşa
Rodos'tan püskürtüldüğünden —yine tarîkate âit olan— Tilo adasına hücum ve
kalenin zaptına teşebbüs etti. Lâkin bu tasavvurunu da icra edemediğinden,
Fenika (eski Fiskus) limanına giderek bahar mevsiminde büyük Osmanlı
donanmasının gelişini bekledi. Bu donanma yüzaltmış gemiden mürekkep olarak
1480 Ni-sanı'nda Çanakkale Boğazı'ndan çıktı (95), Rodos sahilinden geçerek
Fenika limanına doğru gitti; orada kara askerini alarak 1480 Mayısı’nın 23'-ünde
tekrar ada önünde zuhur etti.
Sen-Jan Şövalyelerine karşı bu teşebbüs Mehmed'e, üç mühtedî tarafından telkîn
edilmişti: Bunların herbiri Pâdişah'a Rodos istihkâmlarının bir plânını takdîm ettiler.
Her üçü de bilâhare sefîlâne bir ölümle
(91)
(92)
(93)
(94)
(95)
Verto, 7, 2, s. 160-165.
Verto, s. 167.
Tarîkatin unvanlarından biri (Mütercim).
Kezalik, s. 169.
Osmanlı müverrihlerine nazaran yalnız altmış kadırga.
172
0332
HAMMER
hıyanetlerinin cezasını görmüşlerdir. Bu mühtedîler —Rodos'un Rum asîlzâdegânından olup kaybettiği servetini dinini (Hıristiyanlığı) terk ederek tekrar
kazanacağını ümîd etmiş olan— Antuan Meligalo ile —Ağrı-boz'da doğmuş,
Cem tarafından Üstâd-ı Âzam'a gönderilmiş, sihir ile ulûm-ı hafiyye'de şöhret
bulmuş olan— Demitrius Sofyan ve —herkes tarafından «Usta Jorj» (Not: 18)
ismi verilen— riyaziye ilimleri ve topçulukta geniş mâlâmât sahibi bir Alman idi.
Bu Alman evvelâ Rodos'ta bulunmuş, sonra Kostantiniyye'ye gelerek Pâdişah'ın
iltifatına mazhar olmuştu. Şu üç mühtedi Rodos'un fethinde lüzum ve suhulet
olduğunu Mesîh Paşa'ya ısrarla söylediklerinden, Mesîh Paşa bunları Pâdişah'a
takdîm etti. Üçü de şehrin istihkâmlarına âit plânlarını ve muhasara hakkındaki
tasavvurlarını arz ettiler. Usta Jorj'un tertibatı diğerlerine üstün görüldüğünden,
hücum buna göre hazırlandı. Bu muhasarayı doğru nakledebilmek için 1803'de,
târih elimde olarak mevkii kule kule ve istihkâm istihkâm dolaşmış olduğum
cihetle, mevkiin topoğrafisinin muayyen surette tarifi, Verto ile Gofiye'nin
düşmüş oldukları hatâların tashihine medar olur ümidindeyim.
Rodos adasının kuzey ucunu teşkil eden burun üzerinde, yine o isimle
müsemmâ olan payitahtı (Rodos şehri) vardır. Denize doğru uzanmış ve
uçlarında bir kavis gibi bükülerek birbirine yaklaşmış olan iki dil ise emîn, vâsi',
derin bir liman teşkil eder. Bunun içinde bir sed yapılarak sandallara mahsûs
havuz ile gemilerin girdiği iskele yekdiğerinden ayrılmıştır. Limana giren
gemilerin solunda kalan dil, şehir istihkâmlarının dışında olup, bütün
uzunluğunca yel değirmenleri inşâ edilmiş ve nihâyetinde «Melekler Kulesi»
denilen kule ile muhafaza olunmuştur. Diğer taraftaki dil üzerinde dahî, bir
ucundan bir ucuna kadar hep yel değirmenleri bulunur. Kavisin —Melekler
Kulesi'ne yakın olan— ucu şehrin surları içinde kalır. Rodos kulelerinin en
meşhur ve en mühimmi olup evvelâ Arablar tarafından tahkim edilmiş, sonra
Üstâd-ı Âzam Jakosta zamanında Sen Nikola'ya izafe edilmiş olan kule dahî, yine
o kavsin ucu üzerindedir. Bu kule zamanımızda (Hammer zamanında Türklerce
«Arab Kulesi», Hıristiyanlarca «Sen Nikola Kulesi» diye adlandırılmaktadır. Dâhilen büyük limanı teşkil eden o iki dilin hâricinde, sahil kıvrılarak bir kavis
yapar ve limana giren gemilerin sol tarafında kumla dolu bir kavis, sağ tarafında
da —«Kadırga Limanı» denilen ve bir cihetinden bir kule (Not: 19), diğer
cihetinden Sent-Aim kalesiyle mahfuz olan— bir liman teşkil eder. Büyük
limanın içinde kalan uçta ve hemen deniz kenarında şehrin iki kat surları görülür;
Kadırga Limanı'nın nihâyetinde bir mahalle vardır ki, şimdi Vâlî Konağı orada ve
surların hâricinde bulunur, îşbu birinci muhasarada —müdâfaası yedi lisana
mensup (96) şövalyele(96) Rodos tarîkatinde her milletten şövalyelerin
hepsine birden «Usan>
OSMANLI TARİHİ
173
re tevdi edilmiş olan— yedi tabiye ile şehrin kayıplarından (kapılarından olsa
gerektir. Hazırlayan) bahsedilmemiş olduğu için, bunları saymaktan sarf-ı nazar
edeceğiz; zâten bunların mevkii ikinci muhasara târihinde olduğundan, buraya
sayılması zâid olur. Ağaçlıklık, manzarası latif, bir tepe üzerinde ve şehrin yarım
mil kuzeyinde bulunan Fileremus Kilisesinden daha önce bahsetmiştik. Evvelce
kilisenin nâmıyle anılan o tepe bugün «Sünbüllü» adıyla anılır (97).
Şehrin bir mil batısında, denize yakın bir yerde Sent Etienne Dağı bulunur.
Mesîh Paşa donanması oraya yanaştı, muhafız askerlerin şiddetli müdâfaalarına
rağmen ordu ile topların çıkartılması işlerini icra etti. Osmanlı askeri derhâl o
dağın üzerinde ve eteklerinde mevkî tuttu. îki gün sonra Türk kumandanı —
evvelce orada bulunup da yıkılmış olan— Sent-Antuan Kilisesi'nin yerinde SenNikola Kulesi'ne karşı üç büyük toptan mürekkep bir batarya tabiye etti. Toplara,
üç mühtedîden o vakit hayatta bulunan Usta Jorj kumanda ediyordu. Meligalo
ayağında zuhur eden bir hastalıktan denizde ve ikincisi Demitrius Sofyan daha
muhasaranın ilk günleri Rodos önünde vuku bulan bir çarpışmada telef olmuştu.
Usta Jorj'a gelince,, onu da şehirde âdilâne bir ceza bekliyordu. Jorj fiiline nadim
bir mülteci gibi görünerek surların önüne gelip kapının açılmasını rica etti,
Üstâd-ı Âzam'ın huzuruna götürülerek orada, dinini değiştirmiş ise de, sonra
hareketinden samîmi nadim olduğunu beyân etti. Lâkin muhâsırların kuvveti ve
galebeyi imkânsız kılan topları hakkında pek çok tafsilât vererek Türkler'in
adedini yüzbine çıkarması ve herbiri onsekiz kadem uzunluğunda olan dokuz-on
parmak çapında gülleler atan uzun topları müthiş bir surette tasvir etmesi
üzerine, şübheyi davet etti (Not: 20). Üstâd-ı Âzam, mülteciyi —kendisini hiçbir
an nazardan kaybetmemekle mükellef— altı askerin muhafazasına vererek
tabiyeler üzerinde bizzat seçtiği bir bataryanın kumandasına memur etti. Türkler
o vakte kadar Sen-Nikola Kulesi üzerine üçyüzden ziyâde gülle atmış ve kulenin
kara tarafını bir enkaz yığını hâline koymuşlardı. Lâkin Üstâd, gediği yeni bir
hendek ve ahşâb bir tabiye ile kapatarak müdâfaasını —İtalyan lisanından—
Komandor Karet'e verdi. Sen-Nikola Kulesi'nden Sen-Piyer Kulesi'ne giden
surun kenarına ve şehrin aşağı kısmına birkaç süvârî bölüğü himayesinde piyade
neferleri gönderdiği gibi denizin
unvanı verilirdi. Meselâ «Fransız lisanı», Fransız şövalyeleri» demektir. Mütercim.
(97) 1201/1787 senesinde Rodos hükûmet-i şer'iyyesinde bulunmuş olan Ma-raş'ın Sünbtil-zâde
hanedanından meşhur nâzım Tuhfe sahibi Vehbî su getirmek suretiyle o mevkii bir mesire
hâline getirmiş olduğundan ona nisbet olunur. Arazîsinin yapısından dolayı adanın suları
pek iyi değildir, nisbeten iyisi «Sümbül Suyu»dur. Mütercim.
174
HAMME
R
—Türklerin geçebilmeleri mümkün olan— sığ kısmına dikenli tahtalar
koydurdu. Türkler Sent-Etienne limanından getirmiş oldukları sandallarla kuleye
hücumlarında yediyüz kişi kaybederek ric'at ettiler. Üstâd, düşmana karşı
kazanılan şu muvaffakiyetten dolayı —Sent-Mari Dö Filere-mus'un mucize
gösteren tasviri, konulmuş olan— kilisede niyazda bulundu. Ertesi gün Mesîh
Paşa hareket tarzını değiştirdi ve deniz tarafından hücumu terkederek, kara
tarafından taarruza başladı. Sekiz büyük top ile Yahudî mahallesinde gedik açtı.
Dokuzuncu bir top da şeddin mün-tehâsından dil üzerindeki yel değirmenlerine
çevirildi. Dö Buson, derhâl Yahudî mahallesi tamamen hak ile yeksan edilerek
enkazıyle, içeride ikin-cir bir sur inşâsını ve bunun da hendek ile çevrilmesini
emretti. Şövalyelerle köylüler, tacirlerle esnaf, kadınlarla çocuklar bu yeni suru
inşâ için gayrette yarıştıkları esnada, Türk toplan haricî surları öyle bir gürültü ile
yıkıyorlardı ki, topların sadâsı Rodos'un yüz mil batısındaki îstan-köy'den ve yüz
mil doğusundaki Kastel Ruso'dan işitildi.
Türkler'in şehir içine attıkları kumbaralar ahâlîye az hasar verdi: Kadınlarla
çocuklar bunların nadiren yetişebildiği bir kaleye sığınmışlardı. Diğer taraftan
muhafız askerleri dahî kilise ve kale bodrumlarına kaçarak bu kumbaralardan
korunuyorlardı. Osmanlılar gemilerden uzattıkları bir köprü ile Sen-Nikola
Kulesi üzerine tekrar bir hücum tertîb ettiler. Altı kişinin yanyana geçebilmesine
müsâid olacak derecede geniş olan bu köprü, dilin —evvelce Sent-Aantuan
Kilisesi'nin bulunduğu— zaviyesinden Sen-Nikola Kulesi'ne kadar uzanıyordu.
Türkler gemi de-miriyle karaya bağlanmış bir halatla, köprüyü kulenin altına
kadar götürmüşlerdi. İngiliz gemicisi Jervasius Roje, geceleyin denize atılarak
halatı kesti, köprü bağlantısız kaldığından denize açıldı, lâkin Türkler sandallarla
çekerek tekrar şedde bağladılar. 1480 senesi Haziran ayının on-dokuzunda,
fırtınalı bir gecede, Sen-Nikola Kulesine hücum başladı (Not: 21). İki taraftan
şiddetli bir top ateşi açıldı. Gemilerden yapılan köprü ayrıldı (Not: 22).
Muhâsırların büyük kısmiyle dört tane top şalopesi denize battı. Karaya çıkmak
için kullanılan sandalların ekserisi yandı. Muharebe gece yarısından sabahın
onuna kadar kanlı ve şiddetli bir şekilde devam etti. Türkler nihayet ikibinbeşyüz
kişi kaybettikten sonra çekilmeğe mecbur oldular ki, Kastamonu Sancak Beği
Süleyman da bunlar arasında idi (98)'.
Mesîh Paşa, hücumunda ric'ate mecbur olması üzerine hep toplarını bir
noktaya topladı. Bu muazzam kuvvet kamilen, şehrin Sen-Nikola Kulesi'ne civar
olan kısmına, yâni İtalyanlar’ın bulundukları istihkâmlarla
(98) Verto (Vertot)'da «Merla Beğ, Sultân Mehmed'in bi r oğlunun dâmâdı»; Breydenbah
(Breidenbach)'da «viri strenuissimi Turcoquc dilecti»; yâni: Türklerin mümtaz
kumandanlarından biri.
OSMANLI TÂRİHİ
175
Yahudî mahallesine yöneltildi. Üçbinbeşyüz gülle az vakit içinde büyük gedikler
açtı. Rodoslular bu toplara mukabil, uzaklara kadar gayet büyük taşlar atar
makine kullandılar. Bu makine, —ki Türkler'in istihkâmlarını tahrîb eder ve
istihkâmda çalışanları ezerdi— Sultân Mehmed'in istediği vergiden kinaye
olarak, mahsurlar tarafından «Vergi» diye isimlendirilmiştir. Makine, Türkler'in
şehir içine attıkları cesîm taş gülleler ile, hendekleri doldurdukları kaya
parçalarıyla doldurulurdu. Rodoslular yeraltındaki yollardan gelerek bu kaya
parçalarını alırlardı; o surette ki, Türkler hendeklerin her gün nasıl olup da
boşaltıldığını bir türlü anlayamazlardı. Piyer Dö Buson umûmî bir hücumu
beklediğinden, istihkâmların üzerine kükürt, zift, balmumu ve diğer yanıcı
maddeler, taştan üstüvaneler, barut ve demir kesikleriyle dolu küçük torbalar
naklettirdi ki, bunlar düşman üzerine atılacaktı. Usta Jorj'u getirterek bu korkunç
hücum başladığında ne yapılacağı hakkında re'yini sordu. Jorj muhâsırların
istihkâmlarını tahrîb edecek yeni bir mancınık teklif etti. Ancak bu makinenin
sadmeleri Türk bataryalarını tahrîb edecek yerde, şehrin surlarına
dokunduğundan Jorj'un düşman ile müttefik olduğu hakkındaki şüphe arttı;
işkenceye konulması üzerine îtirâf ederek şüphe tamâmiyle kat'-iyyet kazandı.
Jorj belki bu ikinci hıyanet hususunda zemmedilemez ise de, başı kesilerek
birinci hıyanetinin gerektirdiği cezayı buldu. Diğer bir mültecinin dahî hıyanette
bulunduğu anlaşılıyor: Bu da daha muhasaranın başlangıcında işkenceye
konulunca Mesîh Paşa’nın emriyle Üstâd-ı Azam'ı zehirlemek tasavvurunda
bulunduğunu îtirâf etmiş ve bunun üzerine başı kesilmişti (Not: 23).
Muhâsırlar ordusunun başkumandanı bütün hücumlarının neticesiz kaldığını
görünce, şehrin teslimini sağlamak için müzâkere yoluna teşebbüs ederek, bunun için
Üstâd-ı Azam'a bir Rum gönderdi. Lâkin o da hiçbir şey yapamaksızın geri geldi.
Mesîh Paşa buna ziyâde hiddet etti; ale'l-husûs ki hiddetinden dolayı şehri teslîm
suretiyle alıp da askerin hücum yoluyla zaptettikleri takdirde alacakları büyük
ganimeti onlara bırakmamak isterdi. Mamafih umûmî bir hücum emriyle yağmaya
müsâade edeceğini vaad etti. «Allah, Allah!» sadâlarıyla yer gök çınlıyordu. Sekiz
büyük toptan mürekkep batarya bir gün evvel Yahudî mahallesini o kadar döğdü ki,
şehrin o tarafındaki surları tamamen tahrîb edilmiş ve hendek ağzına kadar dolmuş
idi.
1480 Temmuzunun 28'inde —ki Osmanlı donanması yine o gün Ot-ranto'ya
yanaşmış idi— güneş doğarken, bir havan topu darbesiyle hü-
176
HAMME
R
cûm işareti verildi (99). Türkler karşı konulamaz bir cesaretle gedikler üzerine
atıldılar. Üçbinbeşyüzü orada müthiş bir muharebeye başladılar. Onların
arkasında bulunan kırkbin kişilik bir ordu dahî sür'atle şehrin bütün noktalarına
birden hücum etti. Her iki taraf fevkalâde şecaat gösterdi. Muhâsırlar şehir
üzerinde —Sa'dü'd-dîn'in tâbiri veçhile— «zencir-den kurtulan arslanlar gibi»
(100) hücum ettiler; mahsurlar da —Breiden-bach’ın tâbiri veçhile— «dinlerini
ve serbestilerini müdâfaa için Maka-beler (101) gibi» mücâdele ettiler (102).
Mesîh Paşa’nın sancağı mazgallar üzerine dikilmiş ve Yahudî mahallesini örten
yirmi kadem (103) yüksekliğindeki surun iç tarafına dört merdiven kurulmuş idi
ki, Mesîh Paşa «yağmaya müsâade edilmediğini ve Rodos hazînelerinin
Pâdişah'a âit olduğunu» tabiye üzerinde îlân ettirdi. Bu îlân muhâsırların
gayretini birdenbire kırdı. Dışarıda bulunan asker, içeride harbetmekte olanların
imdadına gitmekten imtina etti; içeridekiler de, surun kenarında saff-ı harb üzere
dizilmiş olan şövalyeler tarafından püskürtüldüler. Osmanlılar'ın kurdukları
merdivenler bu defa mahsurların işine yaradı. Bunlardan birine bizzat Üstâd-ı
Âzam çıktı. Şu suretle mahsurlar eski mevkilerini tekrar elde ettiler. Yeniden bir
cenk başlayarak iki saat devam etti. Lâkin Türk askeri her tarafta mağlûp
olduğundan sancağıyle beraber birçok telefat bırakarak firar etti. Rodoslular
muzafferiyetlerini altından bir haç'ın, ve elinde kalkan ve mızrak olduğu halde
şaşa'alı bir surette Hz. Meryem'in ve birçok maiyyeti efradı ile semavî bir şahısın
îsâ, Meryem, Yahya sancakları bulunan mahallin üzerinde görünmelerinden dolayı Türkler arasında birdenbire zuhur eden korku ve heyecana hamlet-mişlerdir.
Osmanlı müverrihleri ise, ordunun mağlûbiyetine Mesîh Paşa' nm hasisliğinin
sebep olduğunu söylemekte müttefiktirler; lâkin —muhasaranın târihini yazmış
olan— Şövalyeler Tarîkati ikinci kançıları, bu hususta birşey söylemez ki, bu da
—şüphesiz— şövalyelerin şerefini tenkis etmemek içindir. Son hücumda Türkler
gedikler üzerinde ve hendekler içerisinde üçbinbeşyüz maktul bırakmış idiler;
bunların hepsi yakıldı. Muhasaranın devam ettiği üç ay zarfında Mesîh Paşa
cem'an dokuz bin telefat ve onbeşbin yaralı vermişti. Osmanlı ordusu gemilerine
bindiği
(99) Breidenbach'a nazaran 28; Vertot'a nazaran 27; kitap: 7, 2, s. 197.
(100) Sa'dü'd-dîn, İstanbul basımı, c. 1, s. 574 (Mütercim).
(101) «Makabeler» bu cildin «Ondördüncü Kitap, 62 No.lu dipnot»unda îzâh olunmuştu.
Mütercim,
(102) «Nec aliter pro fidecatholica et republica christianorum pugnavere,
quam olim gloriosi Machabaei pro cultu divino et Hebrâerum libertate
praeliati sunt.» (Metnin kaynağı).
(103) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, varak: 64, Âlî, 35. Bâb, İdrîs, varak: 172. Ravzatü'l-Ebrâr'da (varak: 271), yalnız askerin tamâmdan, bahsedilmiş olup,
Paşa'nın hasisliği hiç zikredilmemiştir.
ÖSMÂMJ TARİHİ
177
vakit iki Napoli gemisi gelerek Rodos şehrine imdâd kuvveti ve Papa'nın daha
ziyâde yardım edeceği vaadini ulaştırdı. Türk kadırgaları bu gemilerin girmesine
müsâade etmemek istediler: Gemilerden birisi epeyce hasar görmüşken yine
limana girdi; diğeri bütün düşman kadırgalarının arasından muzafferâne bir yol
açtı; kadırgaların kumandanı bu mücâdelede telef oldu. Mesîh Paşa, ordusunun
bakiyyesiyle Fenika limanına avdet etti; sonra, Halikarnas'da Petronion kalesini
muhasara ettiyse de, onda da muvaffak olamıyarak donanmasını Kostantiniyye'ye
götürdü. Mehmed, kumandanlarının mağlûbiyetini mûtâd üzere idâm veya
hapisle cezalandırdığı halde, Mesîh Paşa'yı yalnız «paşa» rütbesinden «Gelibolu
Sancak Beği» rütbesine tenzil ile iktifa etti. Mesîh «vüzerâ» yâhud «üç tuğlu
paşa»lar listesinden silinmekle bahtiyar kaldığından makamı —o vakte kadar
Anadolu ve Rumeli kazaskerliğini şahsında toplamış olan— Mağ-nisa Çelebî'ye
verildi. O vakitten beri bu iki me’ınûriyet yekdiğerinden tefrik edildi. Molla
Muslihü'd-dîn Kastalanî Rumeli Kazaskerliği'ne, Molla Hacı Hasan-zâde dahî
Anadolu Kazaskerliği'ne tâyin edildiler. Yine Rodos muhasarası senesi, II.
Mehmed'in saltanatı zamanının en meşhur ulemâsından biri olan Molla Hüsrev
ile Şeyh Kutbü'd-dîn Attâr-zâde vefat ettiler. Molla Husrev Osmanlı fıkhının ana
kitaplarından olan Dürerü'l-Ahkâm müellifidir (104). Kutbü'd-dîn de
Kostantiniyye muhasarasında Eyyûb'un kabrini keşfetmiş olan Şeyh AkŞemsü'd-dîn'in en meşhur tilmizlerinden biridir. 1480 senesi, Osmanlılarca I.
Mehmed zamanında te' sîs edilmiş olan «nakîbü'l-eşrâf» mansıbının
lâğvedilmesiyle de mâruftur (105).
Mehmed ordusunun felâketinden, askerinin yalnız kendi kumandası altında
bulunduğu vakit hiç mağlûp olmaz olduğunu düşünerek, kendini teselli etti ve
ordunun Rodos muharebesinde kaybetmiş olduğu itibârı iade etmek istedi. 1481
baharının girişinden itibaren, Pâdişah'ın tuğları —Asya'da bir muharebe alâmeti
olarak— Anadolu sahiline dikildi. Mehmed, ittihaz etmiş olduğu kaideye uygun
olarak —gideceği hedefi kimseye söylemediği cihette—, seferin Mısır Sultânı üzerine
mi, yoksa Rodos üzerine mi tertîb edildiği meçhul kaldı. Ordu Üsküdar'dan Gekbüze
(Gebze)'ye doğru yürüdü; fakat bu iki şehir arasında bulunan Hünkâr Ça-yırı'na
gelince —bir zamandan beri sıhhati bozulmuş olan— Pâdişâh dur»evlet-i Osmâniyye'nln Teşkilât ve İdâresi'ne müracaat, 1, s. 9. (Hammer'in
Fransızcasında «Dourer-al-Ahkam (les perles de la loi) görülüyorsa da, galiba me'hazı
kendisini hatâya sevketmlştir. Ma'lûm olduğu üzere kitabın ismi «Dürerü'l-Htikkâm» ve
şerhinin ismi «Gurerü'l-Ahkâm» dır. Mütercim.)
(105) Maurace d'Ohsson, 4, s. 562.
(104)
Hammer Tarihi, C: II. F.: 12
9<VfE
K"TBV.'W""1Pİ... M Mı ılB'. Ml
M|
HI
■■■■■I ^HMH
178 HAMMER
mağa mecbur oldu. Fâtih, yeni bir muzafferiyetle sıhhatini kazanacağını ümîd etmiş
idi; lâkin 1481 Mayısı'nın üçüncü perşenbe günü (4 Rebîyülev-vel) saltanatının
otuzuncu senesinde ve elliiki yaşında olduğu halde ve fat etti. Sultân Mehmed bu
suretle son seferinin hangi devlete karşı ter-tîb edildiği hakkında âlemi mütereddid
bıraktı. Osmanlı târihinin Meh-med'e —diğer pâdişâhlardan temyiz için— vermiş
olduğu «Fâtih unvanı yalnız Bizans'ı fethettiği için değil, devletin hududunu her
cihetinden genişlettiği içindir. Bâzı Avrupalı müverrihler Spandojino'ya îtimâd ederek
Mehmed'in fütuhat ve dehâsı hakkında pek mübalâğa göstermişlerdir. İnsaflı bir
tarihçinin vazifesi kendinden önceki tarihçilerin şahadetlerini ölçüp biçerek, onların
hatâlarını tashih etmektir.
O müverrihler, Mehmed'in iki imparatorluk, ondört devlet, ikiyüz şehir fethetmiş
olduğunu söylerler ve iddialarını yine Mehmed'in dehâ-sıyle isbat etmek için —
Spandojino'nun mezar taşında yazılıdır dediği— şu «Rodos'u almak, İtalya'yı da teshir
etmek isterdim» sözlerini yazarlar. Mehmed, vakıa iki imparatorluğu, yâni Bizans ve
Trabzon imparatorluklarını ve —zaptetmiş olduğu memleketlerin bütün kasaba ve
köyleri hesaba dâhil edilirse— ikiyüzden ziyâde şehir zaptetmiştir. Krallıkların
adedine gelince: Bunun yansı fazladır; zîrâ Sırbistan, Bosna, Arnavudluk devlet
addolunduğu gibi, Boğdan, Mora, Karaman, Kastamonu da birer devlet sayılsa bile,
yedi'den geri kalan kısmı bulmak için Ağrıboz'u, Kefalonya'yı, Midilli'yi, Limni'yi,
İmroz'u, Taşoz'u da devlet hesab etmek lâzım gelir. Spandojino'nun, Mehmed'in
mezar taşında bulunduğunu söylediği kitabe (Not: 24) güven verici olmayan bir delile
müstenid ve bir hayâlden ibarettir; Mehmed'in kitâbe-i seng-i mezarında Rodos'a ve
İtalya'ya dâir hiçbir kelime yoktur. Bu türbe, Fâtih'in Kostantiniyye'de inşâ ettirmiş
olduğu câmi'in mihrabı arkasındadır; selefleri olan sultânlar, Bursa'da istirahatgüzîndirler.
Târihte bî-taraflık, bâzı müverrihlerin Sultân Mehmed'e isnâd ettikleri birtakım
zalimane hareketleri kabule de müsâid değildir. Meselâ, fakir bir kadının hıyarını
kimin yediğini meydana çıkarmak için saray hademesinden ondördünün karnını
yardırmış olduğu; ordunun, kendisinin atâleti hakkındaki şikâyetini ortadan kaldırmak
için İren isminde sevdiği bir cariyenin kendi eliyle başını kestiği; oğlu Şehzade
Mustafa'yı —bir paşanın haremine tasallutundan dolayı— zehirlediği; bir hâkimi —
emriyle diri diri şişe geçirilen— babasının derisi üzerine oturttuğu hiçbir suretle
kabule şâyân değildir. Şâir birçok rivayetler gibi, bunlar da (106) efsâne kabilinden
addedilmelidir. Bu türlü mübalâğalar târihin ciddiyetine yakışmaz; târih, Mehmed'in
mezâlimi, ayıplanacak ihtirasları, dehâsı, te'sîsâtı hakkında bî-tarafâne bir hüküm
vermelidir. Saltanatının
(106) Spandojino, s. 67 Ye 68.
OSMANLİ TARİHİ
179
ilk vakıası olan kardeş katli, vazifelerine sâdık kalmış olan askerin katliâmı,
Trabzon İmparatoru, Bosna Kralı, Midilli ve Atina Beğleri hanedanlarının idamı
—başka bir ilâveye lüzum bırakmaksızın— aleyhinde oldukça yüksek bir surette
lâzım geleni söylemektedirler. Zaptettiği şehirlerde asîlsâdelerin kadınlarından en
güzidelerinin hareme atılarak pây-mâl edilmesi, Yunanistan, Pont, Cenova,
Venedik, Sırbistan, Eflâk genç erkeklerine koymuş olduğu beddua edilmeğe
şâyân cizye, kötü temayüllerini kâfi derecede isbat eder. Arzularına mukavemet,
idâm ile ile ceza görürdü. Kostantiniyye'nin fethinden sonra idâm edilmiş olan
Grandük Notaras'ın oğluyla Ağrıboz muhasarasında katledilmiş olan Erico'nun
cesur kızı ve henüz ondört yaşında iken ihtiras ve intikamının pençesinden
kurtulamamış olan Protovestier Franzes'in oğlu bu suretle namus ve dinlerinin
kurbanı olarak ortadan kaldırılmışlardır.
Bizanslılarla —Barletius ve Kaorsen gibi— muasır Avrupalı müverrihler, bizzat
görerek tarif ettikleri îşkodra ve Rodos muhasaralarında kendisini zalimliğin her
çeşidiyle tavsif ve kötülüklerinde mübalâğa ettikleri gibi (Not: 25), Spandojino,
Civvio, Sansovino gibi diğer bâzı müverrihler de pek ziyâde överek târihî
hakikatlerden, evvelkiler kadar uzaklaşmışlardır. Meselâ, Spandojino, Mehmed'in
Rum Patriki Skularius tarafından yarı-Hıristiyanlığa meyi ettirildiğini, vefatından az
evvelki zamanlarında kilisenin mukaddes eşyalarına ziyâde hürmet ettiğini, bunların
önünde mütemadiyen kandil yaktırdığını söyler (107). Civvio daha ileri giderek
Büyük İskender ile Jul Sezar (108) târihlerinin kıraatini bilhassa sevdiğini; Yunan,
Lâtin, Arab, Arab, Acem, hattâ Keldânî, lisanlarını bildiğini iddia eder. Biz —bütün
bu asılsız rivayetler üzerinde durmaksızın— Sultân Mehmed'in hâiz olduğu dehânın,
o rivayetten daha beliğ delillerini fetihlerinde, devletini genişletmesinde, te'sîs ettiği
mekteb-lerde, camilerde, hastahânelerde, ilimler ve san'atları himayesinde, bizzat şiir
ve edebiyat ile iştigâlinde görürüz. İdâri kanunları, askerî ıslahatı te'sîsleri, saltanatı
zamanına şaşaa veren birçok âlimlerin eserleri ise, mezâlimini unutturmasalar bile,
târihte kendisine mümtaz bir mevkî te’ınîn ederler (Not: 26) (109).
(107)
(108)
(109)
Spandojino'nun güya medh için yazdığı bu sözler hayâlden ve bunun hakikati Fâtih'in
Rumlar'a adalet ve lutufla muamelesinden ibarettir.
Şarklılar Büyük İskender'in târihini ancak bir hikâye yâhud destan tarzında bilirler. Jul
Sezar'ın ise Osmanlı literatüründe ancak ismi bilinir.
Bu husus Mİ. 2'de ele alınacaktır. Mütercim.
ONSEKİZİNCİ KİTAP
II. Mehmed devri saltanatının âbideleri. — Binalar. — Müesseseler. —
Kardeş öldürmenin siyâsî bir kanun hâline konulması. — Devlet dört
sınıf erkânı. — Vezirler, Kazaskerler, Defterdarlar, Nişancılar. —
Enderun ve Bi-rûn (İçeri ve Dışarı) Ağaları. — Ordu ile Saray halkı. —
Âlimler. — Mektebler. — Mehmed'in almış olduğu terbiye. — Yedi
vezîr. — Ulemâ, şuârâ, fukahâ, tabîbler ve meşâyîh.
Sultân Mehmed, Kostantiniyye'yi fethettikten sonra başlıca sekiz kiliseyi câmi'e
çevirdi ve sonra yeniden daha dört cami te'sîs etti. Fâtih'in oniki camiinden
kubbelerinin yüksekliği ve güzelliğiyle en ziyâde şâyân-ı dikkat olanı —
Ayasofya'dan sonra— nâmına mensub olarak şehrin yedi tepesinden biri üzerine
yaptırdığı camidir. Fâtih Camii vaktiyle Hava-riyyûn Kilisesi'nin bulunduğu mevkide
ve dört / on (?) yüksekliğinde bir satıh üzerindedir. Havalisi dört köşe ve üç tarafı
sütunlarla müzeyyen olarak dördüncü cihet, camiin cebhesidir. Büyük kapı mihrabın
tam karşısı hizasındadır. Kurşunla kaplı kubbeler granit ve mermer sütunlar üzerine
kurulmuştur. Avlunun revakı (1) uzunluğunca mücellâ mermerden bir sofa
mevcuddur ki, yalnız kapılarla kesintiye uğramıştır. Ortada kurşun kubbeli bir
şadırvan yapılmış ve etrafına yüksek serviler dikilmiştir. Avlunun hâricinde ve demir
parmaklıklı pencerelerin üzerinde rengârenk mermer levhalar üzerine gayet güzel
yazı ile kabartmalı olarak Fatiha Sûresi hakkedilmiştir. Cümle kapısında ve kebûdî
(mavî) bir mermer üzerinde Kostantiniyye'nin fethine dâir olan hâdîs-i şerîf kıraat
olunur (M.İ. 1) (Not: 1).
Câmi'in «sahn» adı verilen dış havâlisinde sekiz medrese binâ olunmuştur.
Bunların herbirinin arkasında talebeye mahsûs hücreler bulunan bir tetümme vardır.
Bu binalara bitişik imaretler mevcuddur ki, bunlardan muhtâc olan talebeye ve şâir
kişilere günde iki defa yemek verilir. «Dârü'ş-şifâ» denilen hastahâne, «timârhâne»
denilen dârü'l-mecânîn (akıl hastahânesi), seyyahların, yabancıların gecelemesine
mahsûs ve «kervansaray» yâhud «han» adı verilen binalar, nihayet erkek çocukları
için mektebler mevcuddur. Kütüphane oâmi içindedir; bir oda ayrılarak kütüphane
yapılmıştır. Osmanlılar'ın İstanbul'da te'sîs ettikleri ilk kütüphane
(1) Son cemâat mahalli. (Mütercim),
OSMANLI TARİHİ
181
budur. Camii çeviren bu binalardan başka, yine camiin etrafında, fakat daha uzak
bir dâire içinde bir sebilhane, hamamlar, bir kütübhâne, hadîs tedrisine mahsûs
bir medrese, bir sofayı hâvi avlu, bir türbe görülür. II. Mehmed'in validesi Alîme
Hanım'ın kabri onun yakınındadır (2).
Sultân Mehmed, «Fâtih» adı verilen camiden başka, üç cami daha
yaptırmıştır: Ebû Eyyûb Ensârî Camii ki, kabri Kostantiniyye muhasarasında pek
zamanında keşf olunarak hücum edenlere yeni bir gayret vermiştir; Şeyh-i Âzam
Buhârî Camii ki, şehrin yakınında Edirne-Kapı-sı'ndadır (Emîr Buhârî II. Murad
ordusunu surların yanma kadar sev-ketmiş idi); Yeniçeriler kışlasındaki
Yeniçeriler Camii (Ortacami) (Not: 2). Devletin eski iki payitahtı olan Edirne ve
Bursa şehirlerinde I. Mehmed ve II. Murad tarafından inşâ olunan birçok güzel
camilere kendisi birşey ilâve etmedi. Ancak sultanlarıyle vezirleri Fâtih'in
saltanatında o şehirlerde bâzı âbideler inşâ etmişlerdir ki, burada onları
zikretmekli-ğimiz lâzım gelir: Kaasım Paşa, Edirne'de Tunca sahilinde bir cami
yaptırmıştır ki, onun adiyle yâd olunur; banisinin türbesi de cami içindedir (3).
On sene önce Fâtih'in kızı Ayşe Sultân yine Edirne'de diğer bir cami binâ
ettirmişti ki, o da yaptıranın ismiyle anılır. Kaasım Paşa Câmii'nin inşâsından
dört sene sonra Dülkadirli hükümdarı Süleyman'ın kızı ve Fâtih'in halîlesi Sitti
Sultân’ın camii ikmâl edilmiştir (4). Sultân Mehmed Eski ve Yeni Saray'ı, Atîk
Bezazistanı'nı da (5) yaptırmış ve yukarıda gördüğümüz veçhile İstanbul'un harâb
olmuş duvarlarını tamir ettirmiştir.
Şimdi umûmî mâhiyetteki binalardan idare usûlüne geçiyoruz: Şarklılar
memleketi bütün bir hâne, yâhud asıl tabiriyle, bir çadır gibi tasavvur ederek, idarenin
başlıca şubelerine işaret edilen şu mefhuma uygun isimler verirler. Hükümranlığın
esâsı şer'iat, âdet, hükümdarın husûsî emirleri, yâni kanundur. «Kapı» lâfzından bizzat
hükümet anlaşılır. Çünkü en eski zamanlardan beri Şark milletlerinin işleri
hükümdarların sarayları kapılarında görülegelmiştir (6). Kapı, müdâfaasına me’ınûr
askerle muhafaza olunduğu cihetle bu mecaz yalnız hükümete (bâb-ı devlet; bâb-ı
hümâyûn) delâlet için kullanılarak, asker için de kullanılmıştır. Ordunun onauıuu
bulan muhtelif şubelerine" «kapı» denilmiştir (7). Bu kelimenin üçüncü bir mecazî
mânâsı da umumiyetle devlete yâhud
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
Mauracea d'Ohsson, 2, 511. Avrupa müverrihlerinin yazdıkları kitâbe-i seng-i mezar sırf
hayâlidir.
Hacı Kalfa, Rûm.-Ui, s. 9.
Kezalik, s. 10.
Üstü kapalı çarşı.
Ksenofon, Cyropedie.
La Constitution de l'Emp. Ott©. (Osmanlı Devleti'nin Teşkilâtı) eserinde II. Mehmed'in
Kanun-nâmesi kısmına müracaat.
182
HAMME
R
hükümete ait olmayıp özellikle saray ve harem halkını gösterir ki, bâb-ı hükümete,
«bâb-ı hümâyûn-i saltanat» ve «bâb-ı devlet» tâbir olunduğu halde, saray ve harem
için «dârü's-saâde» denilir. Şu suretle hükümet mazhar-ı ikbâl, saray ise «mes'ûd»
mânâsını almış oluyor. «Bâb-ı devlet» yâhud «bâb-ı hümâyûn» önünde asker
ikame olunarak muhafazası onlara tevdi olunmuş ve hükümet vezirlere verilmiştir.
Bâbü's-saâde'den mes'-ûdiyet-i âsmânîye, yâni saraya, harem dâiresine gidilir.
Saray dâhilinde «oda» tâbir olunan mahalde hazîne bulunur. Mâliye idaresine
me’ınûr olanlar orada toplanır. «Dîvân» en büyük kanun memurlarına mahsustur.
Daha geride olan dâireler asıl saray halkına tahsîs olunmuştur. Kanun, yâni II.
Mehmed'in nizâm-i esâsîsi —ki son sadrâzamı olan Karamanlı Mehmed Paşa
onunla idareyi tanzim ve devletin teşrifat usûlünü tâyin etmişti— hükümet ile
sarayın vazifelerini taksimde «dört» adedini esas ittihaz etmiştir. Bu da çadırın
dayandığı dört direkten alınmış olduğu gibi, târihî bir hususiyete, yâni «çâr-yâr»,
«Dört Halîfe» bulunmasına müsteniddir. Bu taksime göre en önde devletin dört
direği bulunur ki, vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancılar'dır. Ondan sonra
bîrûn ağaları, sonraki tâbirle kullandıkları silâhlara göre muhtelif asker kumandanları, daha sonra Enderun ağalan, diğer tâbirle saray me’ınûrları, nihayet ulemâ
ve fukahâ geliyor. Ancak hükümet binasının bu kısımlarım tâyîn olunan sıraya
göre gözden geçirmezden evvel, II. Mehmed tarafından hükümetine esas ittihaz
edilmiş olan ve «Kanun-nâme» denilen nizâm-i esâsîyi gözden geçirmek münâsip
olur.
Kanun-nâme dört bâb'a, üç husûsî kısma taksim edilmiştir. Birincisi devletin
büyük me’ınûrlarının mertebelerinden; ikincisi âdetler ve teşrî fâttan, üçüncüsü
cürümlere terettüp eden cezalar ile hükümet hizmetlilerine tahsîs olunan
aidatlardan bahseder. Devlette terakki usûlünün mâhiyetini göstermekte olan
birinci babın ehemmiyeti daha ziyâde tafsilât verilmeğe lâyıktır. Bunun tamâmiyle
anlaşılması evvelce bâzı bilgilerin alınmasına ihtiyaç gösterir. Binâenaleyh ileride
bahsetmek üzere şimdilik ondan vaz geçerek Kanıın-nâme'nin son iki bâbıyla
meşgul olacağız. İkinci Bâb’ın en ziyâde şâyân-ı dikkat olan nizâmları bayram
merasimine, sofra-i hümâyûna, mühr-i sultâni'ye, saltanat merasimi usûlüne aittir.
Birincisi Yahudîler'in kamış bayramına ve diğeri Hıristiyanların ıyd-i faslıma
mukabil olan iki bayram, Osmanlı takviminin en büyük iki dînî günleridir. Sultân
Mehmed, «Mâtem-i Hüseyn» ile Nevrûz'u, diğer tâbirle Acem yılbaşı resmini
lağvederek, o vakte kadar icra olunan meşhur merasimin adedini şu suretle yarıya
indirmiştiı. Lâkin iki bayramı saray tantanalariyle çerçeveleyerek bunlara yeni bir
revnak ilâve etmiştir. Bu bayramlar için:
«îrâde-i şahanem budur ki eyyâm-i iydde dîvân odası pişgâ-hındaki
meydân-i umûmîye bir taht kurulsun ve râsime-i dest-
87
OSMANLI TARİHİ
183
bûsî orada icra olunsun; vezirlerim, kadı-askerlerim, defterdarlarım
arkamda durmak lâzım gelir. Hâcem vezirlerin, kadı-as-kerlerin önünde
kaaim bulunacakdır. Çavuşlar ile maâş-i mahsûsları olsun olmasın sancak
beğleri ve müteferrikalar el öpmek resmini ifâ edeceklerdir.» diyor.
Eyyâm-i îyd kanunu (Bayram merasimi hakkındaki kanun) muhtelif
derecedeki hükümet me’ınûrlarma pâdişâhın elini öpmek şerefine nail olmak
müsâadesini vermekte semahat gösterdikleri halde, sofra-i şâhâne nizâmı bütün
kulları efendileriyle birlikte taam yemek şerefinden istisnasız mahrum ediyor:
Bunun için de:
«îrâde-i mahsûsam zât-ı şahanemle birlikde hiç kimsenin taam
itmemesidir. Ecdâd-i izamım mukaddema vezirlerini sofralarına kabul
etmişler idi; ben bu âdeti lâğv etdim» (8).
demiştir. Kanunun mühr'e müteallik hükmü, kudret-i âliyye nişanesi demek olan
«hâtem-i hümâyûn»un muhafazasını sadrâzama tevdi ediyor:
«Mühr-i hümâyûnum vezîr-i âzamin muhafazasında bulunsun; hazîne açılup
kapanmak iktizâ ederse, dâima onun ve defterdarlarımın huzurunda açılup
kapansun.» (9). üzerinde Pâdişâhın tuğrası kazılı bulunan müh-i hümâyûn'un tevdii o
zamandan beri devletin en büyük mansıbı olan vezâret-i uzmâ'nın tevcih edildiğini
gösterir. Hazîne odasının mühürlenmesinden maada ahvalde mühr-i hümâyûn
kullanılması sadrâzamın pâdişah'a hitaben yazacağı arî-zalara tahsîs olunmuştur.
Bütün ma'rûzât evvelce vezîr-i âzamin elinden geçeceği ve zât-ı şahaneye arz hakkı
vezîr-i azama münhasır bulunduğu cihetle, pâdişâh kendi mühründen ve ecnebî
hükümdarları sefirlerinin saygılı bir şekilde ayakta durarak (yâni müsûl-i resmî)
takdîm ettikleri îtimâdnâmelerdeki mühürlerden başkasını görmez. Kulların
mühürleri nazar-ı şahaneye lâyık değildir.
II. Mehmed'in kanunlarından en müthişi kardeş öldürmeyi —her pâdişâhın
saltanat tahtına zahmetsizce sahip olması için— devletin bir nizâmı halinde emir ve
te'yîd etmesidir. Avrupa'nın eski cumhurlarının ve padişahlıklarının târihi siyâseten
birader idamına emsal gösteriyor ki, bunlar haleflerinin haklı olarak nefretlerine
mazhar olmuştur. Ancak Asya hükümdarlarının asalarını kanlandıran bu türlü
cinayetlerin başka yerde emsali yoktur. Acem târihi safhalarında yazılı cinayetlerin
en korkunç olanlarından biri hiç şüphesiz ki Dârâ ile elli kardeşinin —doksan
yaşındaki babaları Erdeşîr üzerinde ika ettikleri— baba katli cinayeti ve
(8)
(9)
Kezalik.
Kanun nâme-i Mehmed-i Sâni (II. Mehmed'in Kanun-nâmesi) s. 99.
184
HAMME
R
kardeşleri Okevs'in (Okûs?) elli kaatil ile bunların bütün ailelerini idâm etmek
suretiyle aldığı intikamdır. Keyânîler tarafından gösterilen misâle halefleri olan
Sâsânîler de imtisal etmişlerdir. IV. Ferhad babasını, büyük oğlunu, otuz
kardeşini işkenceye teslîm etmiştir (10). Romalı müverrih Justinianus, İran'da
pederinin ve biraderinin cesedleri üzerinden tahta çıkmak bir nev'i şeref
addolunduğunu bu bâbda nazar-ı dikkate arz eder. Ancak İran istibdadı, birader
idamını kanun hâline koyup da kanunî bir muamele addetmek derecesine
çıkmamış ve bu vahşîlik Osmanlılar'ın siyâsî hukukuna kalmıştı. Mehmed'in
Kanun-nâme'si bu bâbda diyor ki:
«Fukahânın ekserisi evlâd ve ahfâd-i ecdadımdan câlis-i taht olacak
olanlar âmmenin selâmeti içün kardaşlarmı öldürebileceklerini beyân
etmişlerdir (11). Binâenaleyh onlar da böylece hareket etmelidirler.»
Saltanatın kurucusu Osman, amcasını ok ile vurmak suretiyle hanedanın
azalarından birini kati için ilk misâli göstermişti; Bâyezîd, kardeş Öldürmek
misâlini gösterdi; onu taklîd eden Mehmed-i Sânı bu cinayeti kanunî bir muamele
hâline koymak ve husûsî bir kanun hâlinde vaz'et-mekle haleflerini onunla
mükellef kılmak istemiştir (Not: 3). Lâkin bu korkunç kanun, mucidinin
müstehak olduğu ân kanlı bir kalemle yazmış olduğundan, ile'l-ebed gerek kendi
milletinin, gerek şâir medenî milletlerin nazar-ı istihkarına arzedecektir (Not: 4).
Şu suretle katlin esas kaide ittihaz olunduğu görüldükten sonra, Ka-nunnâme'nin üçüncü babında aşağıdaki fıkranın okunması taaccübü icâb ettirmez:
«Su-başılarımm alacakları kan bahası kati içün üçbin, göz çıkarmak
içün binbeşyüz, baş yarmak için beşyüz akçedir.»
Kan bahâsı, Osmanlı adliyesi varidatında birinci derecede bulunur; ondan sonra
Hıristiyan hükümetleri tarafından te'diye olunan senelik vergiler gelir ki, yeni
vergiler yülkenmesinden ve eskilerin tahsilinden men-faatdâr kılmak için,
Padişah, işbu vergileri vezîr ve defterdârlariyle paylaşır:
«Ecnebî hükümetleri rikâb-i hümâyûnuma vergi takdîm etdik-lerinde
vezîr ve defterdarlanm kendi hisselerini ahzedecekler-dir (12)».
Bu bâb, vezirlerin, beğlerbeğilerin, defterdarların, sancak beğlerinin tahsisatlarının listesini rakam rakam belirttikten sonra, şu madde ile sona eriyor:
(10)
(11)
(12)
Justinianus, 10 ve 42.
Osm^nische Staatverfasstmg (Osmanlı Devleti Teşkilâtı), 1, s. 99.
Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilâtı, 1, s. 99.
OSMANLI TARİHİ
185
«Kızlarımın evlâdı beğlerbeği hizmetlerine tâyîn olunamayıp ancak
nemâdâr sancaklara nasb olunacaklardır.»
Sultân Mehmed, bununla, vezirlerle evlendirilmiş sultanların evlâd ve torunları
sancak beğliğinden yüksek bir me’ınûriyete geçtikleri takdirde devleti tehdîd
edebilecek tehlikeler ortaya çıkması ihtimâlinin önünü almak istiyordu. Lâkin bu
kanun sultanların ancak torunları hakkında tatbik olunabilir; çünkü evlâdları
doğdukları anda göbekleri bağlanmamak suretiyle ölüme mahkûm edilir.
Osmanlılarca hâlâ mer'î olan (13) işbu yeni doğmuş bebeklerin îdâmı hakkında
Kanun-nâme'de birşey denilmemiş olması, bunun çoktan beri âdet hâline gelmiş
ve kardeş idamı hakkındaki kanunî maddede zımnen dâhil bulunmuş olduğunu
isbât eder. Şu suretle katlin kanuniliği, pâdişâhın yalnız biraderleri için değil
(14), yeğenleri ve torunları için de te'yîd olunmuştur. Arablar, İslâm Peygamberimden evvel kızlarını doğar doğmaz boğmayı âdet edinmişlerdi; (Haz-ret-i)
Muhammed'in insaniyet nazarında en güzel işlerinden biri bu vah-şiyâne âdeti bir
Kur'ân âyeti mucibince lağv etmiş olmasıdır. Nasıl tahmin olunabilirdi ki,
Peygamber'in kanununa tâbi olduğunu ilân eden ve «Emîrü'l-mü’ıninîn»
unvanından başka, «halîfe» unvânıyle de iftihar eyleyen hükümdarlar, katl'i dînî
vâsıtalarla caiz hâle getirsinler ve nefret celbeden bu fetvalar açıkça bir masumun
katlini men* eden ve fakat en geniş mânâda tefsiri itibariyle hakikatte her türlü
katle cevaz veren bir Kur'ân hükmüne müstenid bulunsunlar? (15).
DEVLETİN DÖRT RÜKNÜ
Şimdi, Osmanlı teşkilâtı nizâmının muhtelif kısımlarını tafsîlen tahlil
edeceğiz. Mukaddes «Dört» sayısı (16) —evvelce beyân ettiğimiz veçhile—
merâtib taksiminin esâsını teşkil eder. Çadırın dört direği vardır. Kur'ân
mucibince dört melek tahtın medâr-ı istinadıdırlar. Havanın dört belli başlı
noktasında dört rüzgâr hâkimdir. «Alem-i hayret» hayâtının daimî surette
müştereken mevcûd olan en meşhur dört üstadı sûfîyye tarafından «evtâd»
(direkler) diye adlandırılmıştır; dört İncil sahibi ol
(13)
(14)
(15)
(16)
Müverrihin zamanında. Bu mes'ele Mütercimin İlâveleri kısmında tetkik edilecektir.
Mauracea d'Ohsson, 3, 315.
Müverrih burada «El-fitnetün...» delilini aynen —fakat lâtin harfleriyle— yazar. Ancak
şer'an ihtimâl üzerine değil, hattâ niyet üzerine ceza tertibine imkân olmadığı ve şer'î
hükümlerin ma'sûm kanı dökülmesine hiçbir veçhile mesâğ vermediği gibi, Hammer'in
beyân ettiği fetvalar dahî malûm değildir. Mütercim.
Bu kudsiyet ve kıyâs müverrihin kendi şahsî görüşünden ibarettir. (Mütercim).
HAMMER
duğu gibi, Peygamberin de dört şâkird-i hikmeti bulunmuştur ki, îslâ-mın ilk dört
halîfesidir. II. Mehmed dahî devletin dört direğini (erkân-ı devlet) bu adede göre te'sîs
etmiştir. Onlar da Vezirler, Kazaskerle, Defterdarlar, Nişancılar'dır ki, dîvân’ın,
başka bir tâbirle «Şûrây-ı Devlet»in direkleri olup «div»lerin faaliyet ve basiretini
hâiz olmaları lâzım geleceği için «dîv» (Not: 5) diye isimlendirilirler.
Vezirler: Devletin ilk erkânı vezirler, yâni «hamahlardır (17), ki genel olarak
hükümet işlerinin bütün yükü onların üzerine yüklendiği için böyle
isimlendirilmişlerdir. Eskiden yalnız bir vezîr vardı. Sonraları ikiye, üçe çıkarak, II.
Mehmed tarafından dörd'e yükseltildi. Bunlar arasında vezîr-i âzam teftişe tâbi
olmayanıdır ve yüksek bir selâhiyete sahiptir. Vezîr-i âzam pâdişâhın vekili, idarenin
bütün şubelerinin en büyük âmiri, hükümetin merkezi, herşeyin hareketi ona bağlı
olan harekete geçirici güçtür. Şark'da her zaman —«Zıllu'llahi fî'l-arz» (Allah'ın
yeryüzünde gölgesi) olan— hükümdarın kudreti vezîr-i âzam vâsıtasiyle icra
olunmuştur. Bu, suretledir ki, Şark târihinin en eski zamanları Tûrân'da vezîr-i şehiı-i
Pîrân Vise'yi (?), İran'da Zerdüşt'ün muasırı Câmâsb'ı, Nû-şirevân-ı Adil'in veziri
Büzürc-mühr'ü (18), Fir'avun'un saracında Yûsuf'u, Sûzân'ın sarayında Danyal'ı,
Süleyman'ın vezir-i âzami Asaf'ı, meliklere mahsûs bir atâlet ve kapıları herkese karşı
örtülü bir şevket içinde bulunan hükümdarların milletler nezdinde vekilleri olmak
üzere gösterilirler (19). Bu mühim me’ınûriyetin Halîfeler zamanında Bermekîler,
Selçuklular zamanında Nizâmü'i-mülk'ler, Osmanlı zamanında Çandarh-lar'da olduğu
gibi bir ailede irsen bekası pek nâdirdir. Vezîr-i âzamlık bu son ailede I. Murad'dan II.
Mehmed'e kadar irsi olmuş ve Sultân Mehmed, Halil Paşa'nın îdâmıyle Çandarlılar'ın
kuvvetini müebbeden imha ederek ondan sonra yalnız başına ve ortak kabul
etmeksizin hüküm sürmüştür. Bir sene sonra diğer bir vezîr-i âzam tâyîn ettiği vakit,
ona yalnız ordunun kumandasını vermiş ve dîvân'a kendisi riyaset etmiştir. Kefe,
Karaman, Otranto fâtihi Gedik Ahmed Paşa'nın vezîr-i âzamlığında hâdise-yi
mahsûsa bu mansıbın eski imtiyazını iadeye sebep olmuştur: Bir gün, perişan kıyafetli
bir Türkmen dîvân odasına girerek, kendi kavmine mahsûs kaba bir telâffuz ile:
— «Devletli hunker kangunuzdür?» (20) diye suâl etti. Sultân Meh-
(17)
41
(18)
(19)
(20)
Daha önce de hatırlatıldığı gibi. «vezir» lâfzı «muavin» mânâsına alınmak gerekir.
Mütercim.
«Mühr-i âzam, Hurşid-i âzam» büyük güneş demektir. «Büzürg» (Buzurg» m f z m m
diğer bir telâffuz şekli «Büzürotür. (Mütercim)
Hond-zâde Hond-mîr'in Târîh-î Vüzerâ'sı, ikiyüzden ziyâde vüzerânm ter, cüme-i
hallerini ihtiva eden, bu nefis eser kolleksiyonumdadır.
Solak-zâde, varak: 64, o sözleri nakleder. «Devletli hünkâr hangintzdir?» İfâdesinin
kaba bir şekilde telâffuzudur.
OSMANLI TARİHİ
187
med bu sözlerden öfkelenmiş ve vezîr-i âzam bu fırsattan istifâde ile bundan sonra
şahs-ı mukaddesini şu suretle bilinmemek hakaretine arz etmemek için, dîvânın
hükümet işlerini vezirlere bırakmak daha münâsib olacağını arz etmiştir. Mehmed, bu
re'yi kabul ettiğinden, o vakitten beri bütün idare vezirlerin ve bilhassa vezîr-i âzamin
elinde bulunmuştur. Birbirini takip eden dört gün yâni cumâertesi, pazar, pazarertesi,
salı günleri vezîr-i âzam —vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancılar kendisinden
evvel azîmet etmekte oldukları halde— saraya giderlerdi. Dîvân odası kapısına ilk
varanlar ellerini göğüsleri üzerinde kavuşturmakla beraber kemâl-i dikkatle yenleri
içine saklayarak beklerlerdi (21). Vezîr-i âzam şûra erkânının teşkil ettiği çifte sırayı
selâm verip selâm alarak geçtikten sonra, dîvân'a girer ve onlar da dîvânın önüne ilk
gelenler südde-i dîvânı (dîvânın kapısını) en sonra geçmek üzere— ikişer ikişer vezîri âzami takip ederlerdi (22). Vezîr-i âzam kendine mahsus olan minder üzerine
oturarak, vezirlerle kazaskerleri sağ, defterdarlarla nişancıları sol tarafa alırdı. Takrîr-i
mesâlih'e (yâni, hükümet işlerinin, kabine gündeminin zaptını tutmağa) memur olan
tezkireciler vezîr-i âzamin önünde ayak üzerinde ve reîs efendi minderin kenarında
bulunurdu. «Baş-mâ-beynci» demek olan «kapıcılar kâhyası» ve «mâbeyn müşiri»
demek v>ıan «çavuş-başı» dîvân'da hazır olarak, maiyyetlerindeki mâbeynci ve
çavuşları da bulundurmakla dîvân'a bir kat daha ihtişam verirlerdi. Çavuş-başı
intizamın muhafazasına me’ınûr olduğundan «dîvân beği» unvânıyle adlandırılırdı.
Rütbelerine alâmet olmak üzere vezirin üç, beğlerbeğilerinin iki, sancak
beğlerinin yalnız birer tuğlan vardır. Bizanslılar'ın «Çok yıllara!» sadâlarınm yerine
kaaim olan «selâm-ı mübârek-bâd» (Alkış) (Not: 6) vezirlere mahsûs idi. Vezirler
altın düğmeli ve sırma şeritli kadife kaftan giyer; kışın bunlara samur kürk kaplanırdı
(23). Vezirlerin îrâdları fî'l-asıl yüzbin akçeden ibaret idi; sonraları ikiyüzbine
çıkarıldı; ancak kendilerine tahsîs olunan zeametler de ayrıca bu akçenin beş-altı
mislini getirir idi. Vezîr-i âzamlara âit olan on imtiyaz bu me’ınûriyetle ale'l-âde
vezirlikler arasında nihayetsiz bir mesafe bulunduğunu gösterir. Vezîr-i âzamların
imtiyâzlan şunlardı:
1. Hazîne kapılarını ye dîvân günleri akşamı dîvânı mühürleyen mühr-i
hümâyûn'un muhafızı olmak;
(21)
(22)
(23)
Elleri saklamak Ksenofon zamanında dahî câri idi; 1, 3. 52. Ksenofon ayrıca şunu da ilâve
eder: «Zîrâ yenler içinde saklanılmış olan eller hiçbir şeye teşebbüs edemezler.»
Âlî.
Alî.
188
HAMME
R
2. Münâsip gördüğü zaman öğleden sonra «bâb-ı âlî» adı verilen kendi
sarayında husûsî bir dîvân toplayabilmek;
3. Hanesinden saraya ve saraydan hanesine her gittikçe refakatinde çavuşbaşı ve çavuşlar bulunmak;
4. Çarşamba günleri kazaskerler ve defterdarlar —saraya gittiklerinde
kullandıkları resmî kavukları giymiş bulundukları halde— kendisini ziyaret
etmek;
5. Pazarertesi günleri dîvân ortasında rikâb-ı hümâyûn me’ınûrları
tarafından alkışlanmak;
6. Her cuma günü câmi'e giderken —hepsi resmî külahlarını giyinmiş
olmak üzere— çavuşlar, çaşnigîrler ve müteferrikalar alay teşkil etmek;
7. Diğer vezirlere yalnız ayda bir defa giden Yeniçeri Ağası tarafından her
hafta ziyaret olunmak;
8. Istanbul kadısı, Yeniçeri Ağası, pazarların en büyük me’ınûru demek
olan muhtesip, şehr-emîni demek olan subaşı kendisinin refakatinde bulunduğu
halde şehri teftiş etmek;
9. Diğer vezirlere pek nâdir ve âdı elbiseleriyle gitmekte olan şeriat
me’ınûrları ile sancak beğlerinîn, sarayda giydikleri kavuk ve libas-larıyle
haftada bir ta'zîmâtlarını kabul etmek;
10. Her iki bayramda vezirler, defterdarlar, beğler, ulemâ, ordu kumandanları tarafından resmî surette tebrîk edilmek (24).
Kazaskerler: Devlet ve dîvânın ikinci derecede erkânı kazaskerler, yâni ordu
kadılarıdır. Devletin kuruluşundan II. Mehmed saltanatının hitâmına kadar
Rumeli ve Anadolu eyâletlerinde ortaya çıkan dâvaların görülüp halledilmesi en
son derecede yalnız bir kazaskere verilmişti. Lâkin Sultân Mehmed'in
hükümranlığının son senesinde bu vazife ikiye taksim olunmuştur. Yukarıda
gördüğümüz veçhile Mesîh Paşa Rodos muhasarasını müteâkib azledildi; onun
mevkii kazasker Mağnisa Çelebisine verilerek, bu zâta Molla Kastalânî halef
oldu. Vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa —ki Osmanlı'nın yeni kanun
mecmuasının büyük kısmı onun zamanında tanzim olunmuştur— Kastalânî'nin
şahsî hasmı olduğu cihetle Pâdişah'a —biri Rumeli dâvalarına, diğeri Anadolu
dâvalarına bakmak üzere— iki kazasker tâyini lüzumunu arzetti (25). Teklifi
kabule nail olarak Hacı Hasan-zâde Kastalânî'ye rakîb olmak üzere Rumeli
Kazas-kerliğin'e tâyîn ve Ötekine yalnız Anadolu Kazaskerliği tevcih kılındı. Ordu kadılığı me’ınûriyetlerinden en yüksek ilmiyye hizmeti Pâdişâh ve şehzade
muallimliği (hoca) ile şer'î ahkâmı son derecede tefsire selâhi-yetli olan en büyük
me’ınûr idi, ki «müftîlik» demektir. Sonraları Kanu(24)
(25)
«Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilâtı» eserine müracaat, 2, s. 83.
Solak-zâde, varak: 64, Hacı Kalfa’ınn Tafcvîmü't-Tevârth'i, s. 187.
OSMANLI TARİHÎ
189
rrî Sultân Süleyman zamanında «iftâ» mansıbı bütün şer'î mansıbların birincisi
olmuştur. Üzerinde şüphe bulunan konularda kendisine müracaat olunup da kadı
tarafından kendisiyle amel olunabilir olmak üzere bir karar veren fakîhe, «karan
kat'î ve istinafı kaabil olmayan mânâsına» olarak, «müftî» unvanı verilir (Not: 7).
Bu müftilerdir ki, biri hayâtına ilişilmiyeceğine dâir olan vaade rağmen, Bosna
Krah'nın idamına me'zû-niyet veren ve diğeri her pâdişâhın cülusunda
kardeşlerinin idamını kanun emri hâline koyan iki meşhur fetvayı II. Mehmed'e
îtâ etmişlerdir. İlk müftîlik hizmeti Kostantiniyye'nin fethinden sonra yeni
payitahtın kadısı Celâl-zâde Hızır Beğ Çelebî'ye tevcih olundu; daha sonraları
Edirne Kadısı Abdülkerîm Efendi'ye ve daha sonra bir medresenin müderrisi Alî
el-Arabî'ye verilerek daimî hâlini iktisap etti. Lâkin müftiler son-ralan nail
oldukları nüfuza o vakit mâlik olmadıkları gibi, ilmiyye silsile-i merâtibinde
Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin ve onları takiben muallim-i sultanî (pâdişâh
hocalığı) ile İstanbul kadısı'nın henüz muhafaza etmekte oldukları birinci
dereceye yükselememiş idiler. Kazaskerlerin kendilerine ayrılmış olan tahsisat
günde beşyüz akçe olmak üzere hesâb edilmiş ise de, aynî olarak verilen
zahirelerle bu miktarın on misline baliğ olurdu. İşbu büyük me’ınûrlar o zaman
dîvân günleri vezirleri takiben huzûr-ı şahaneye girmek hakkını hâiz oldukları
gibi, salı ve çarşamba müstesna olmak üzere, hergün öğleden sonra kendi
ikametgâhlarında husûsî bir dîvân toplayarak (Not: 8) kadı ve müderrisleri kabul
ederlerdi. Kazaskerlerin herbiri kendi dâirelerinde bulunan kadılık ve müderrisliklerin tevcîhâtını icra ederlerdi. Fakat İstanbul, Bursa, Edirne kadılıkları gibi
yevmi yüzelli akçe ve kezalik mezkûr şehirler müderrislikleri gibi yevmî yüzelli
akçe ve kezalik mezkur şehirler müderrislikleri gibi günde kırk akçe muhassesâtı
(Ödeneği, kadrosu) olan kadı ve müderrislikler müstesna tutularak, bunlar bizzat
vezîr-i âzam tarafından tevcih olunurdu (26).
Defterdarlar: Osmanlılar; hükümetin umûr-ı idaresinde kullandıkları istiareyi
takip ederek, mâliye nezâretinde defter tutucu demek olan defterdarları, devletin
üçüncü erkânı addetmişlerdir. Vergi kaydına mahsus olan «defter» kelimesi
Rumlar'dan (27) Acemler'e mi, yoksa Acemler'den Rumlar'a mı geçmiştir, bunun
tâyini müşkildir. Zîra, Şark müverrihlerine göre —«hazîne» (28) gibi— «defter» dahî
eski Acemler'in te'sîsatın-dan idi. Ancak Husrevierin sukutundan sonra Halîfeler'in
hükümranlıkları zamanında vergi kayıtları için İran'da Fars lisanı, Suriye ve Mısır'da
Yunan lisanı kullanılmağa devam edildi; tâ o vakte kadar ki, Halîfe Abdüi-melik
Farsça ve Yunanca yerine Arab lisanını ikaame etti. Sel(26) Âli.
(27 ve 28) Eski metinde, kelimelerin Rumca yazılışları da vardır.
190
HAMME
R
çuklular zamanında —ki defter tutucularının ekserisi Acem idi— Farsça lisanı
kabul olundu; nasıl ki Cengiz Hânin torunları zamanında Türkler tarafından
Uygur lisanı ve Mısır'da Kıbtîler tarafından Kıbtî lisanı kullanılmıştır. II.
Keyhusrev ve Gıyâsü'd-dîn zamanında kendi ismine mensup ailenin müessisi
olan Karaman en iyi Acem defter-nüvislerini îdâm ettiği zaman, defterleri
kısmen Farsça, kısmen Arabça yazdırmak yolunda bir değişiklik ortaya koydu;
hâlâ Osmanlılar'da bu usûl tatbik olunur (Not: 9). II. Mehmed saltanatı
zamanında yalnız bir defterdar bulundurdu (Sonraları dört olmuştur); buna
«Rumeli Defterdarı» denilir ve Anadolu eyâleti için bir muavini bulunurdu.
Mâliye idâresinin bugün için ayrılmış olduğu yüzyirmiyedi oda, yeni ortaya
konmuştur. Defterdarlar her salı günleri vezirlerle birlikte huzûr-ı sultanîye kabul
olunurlardı; ancak, vezîr-i âzamlar tarafından görülerek, onların kabulüne nail
olan ma'-rûzatı -arz edebilirlerdi (29).
2
Nişancılar: Nâm-ı şâhâne (pâdişâh nâmı, ismi) işaretinin kâtibi demek olan
nişancılar, Osmanlılar'ın siyâset binalarının dördüncü rüknünü ikmâl ederlerdi.
Esas olarak bunlar devlet müsteşarı ve bu sıfatla dîvân âzasından sayılır idiler.
Reîsüi-küttâb henüz meclise dâhil değildi; bir-çolç zaman sonradır ki reîsüiküttâb nişancıya tekaddüm etmiştir. Bu son me’ınûriyet, yâni nişancılık,
hükümetin umûmî işlerinde hakîkî bir te'sîr sahibi olmayıp, bir mefharet
unvanından başka birşey değildir. Eskiden nişancı, işâret-i şahaneyi, yâni tuğra'yı
ferman ve berâtların üzerine bizzat vaz'etmeğe mecbur idi; şimdi bu vazife ile
mükellef olan, kâtibler-dir. Divân-ı hümâyûn'dan çıkan bütün evraka şâmil işbu
tuğra konulması hususuna «tevkî» tâbir olunur. Bu vazife Halîfeler zamanında
önceleri vezirler tarafından ve sonraları —bu münâsebetle «dîvân-ı tevkî» (30)
adı verilen— hey'et-i kalemiyyenin reîsi olup vezîr derecesinde bulunan bir
me’ınûr tarafından îfâ edilirdi. Osmanlı kanununun ilk maddelerine uygun olarak
nişancı, reîsüi-küttâb tarafından tanzim olunan emirler ve berâtları görüp, tashih
ve yazılmasını emr etmeğe me’ınûr idi. Bugün ise bil'akis, devletin yazışmalarını
dikkatli bir şekilde gözden geçirmeğe me’ınûr demek olan «mümeyyiz» ile
«beğlikçi» ve «reîs» sahhlarını (doğrudur, olur dedikten) çektikten sonra, yalnız
tuğra-yı hümâyûnu vaz' etmeğe me’ınûrdur (31).
Bîrûn Ağaları: Vezîr-i âzam kapısından (Bâb-ı Âlî) Yeniçeri Ağası kapısına
geçiyoruz. Yeniçeri Ağası ile diğer ağalar, yani ordu generalleri —ancak saray-ı
hümâyûn'a mahsus olan— Enderun Ağaları (Ağayân-ı Anderûn) sınıfına mukabil
olarak, Bîrûn Ağaları (Ağayân-ı Bîrûn) sını(29)
(30)
(31)
ÂH.
İbnü Haldun, bâb: 34,
Devlet-i Osmaniyye'nin Teşkilâtı, 2, 113.
OSMANLI TARİHİ
191
fını teşkil ederler. Bîrûn Ağaları’nın birincisi Yeniçeri Ağası'dır ki, fî'l-asıl ancak
günde beşyüz akçe tahsisatı var idi; lâkin «arpalık» (Not: 10) nâmmdaki husûsî
irâd menbâı, senelik maaşını altmışbin akçe artırırdı. Yeniçeri Ağası, icra
kuvvetlerinin reîsi olmak sıfatıyle —İstanbul Kadısı ve Rumeli Kazaskerimin
emri altında bulunduğu gibi— Sadrâzamın da emri altında idi. Bu mansıbdan
Rumeli beğlerbeğiliğine yâhud kapûdan-paşalığa geçerdi. Fakat idaresi pâdişâhın
tam hoşnudluğuna mazhar olamamış ise, Kastamonu sancak beğliğine tâyîn
olunurdu. Nasıl ki nazar-ı iltifattan yarı-düşmüş olan bir vezîr de Gelibolu sancak
beğliğine ve donanma amiralliğine (kapdan paşalık) nasb edilirdi. Yeniçeri ağası
umûmî asayişi ihlâl eden ahvâle dâir ma'rûzâtmı doğrudan doğruya vezîr-i azama,
hattâ pâdiaşha takdîm ederdi; ancak diğer ağalar gibi onun da nakdî ceza almağa
hakkı olmayıp, bu selâhiyet zabıta me’ınûruna mahsûs idi. Yeniçeri zabitlerinin
tevcîhâtı Ağa'nın vazifesi dâhilinde olarak, şu kadar ki, Yeniçeri kâtibi vezîr-i
âzam tarafından tâyîn olunur ve Ağa'nın idaresini teftiş altında bulundurabilmek
üzere dâima Yeniçeri Oca-ğı'na mensup olmayanlardan seçilirdi. II. Mehmed
zamanında Yeniçeri-ler'in miktarı, te'sîs olunduklarını müteâkib tâyîn olunan
dereceyi geçmemiş idi (32). Ocağın intizâmı değnek kuvvetiyle te’ınîn edilmişti;
bütün neferler ve zâbitân bilâ-istisnâ bundan hissedar olurdu. Karaman'a vuku
bulan bir seferde, Fâtih, isyan eden alayların zabitlerini umûmen döğ-dürmüştü
(33). Alelade otuz bin miktarında olan (34) Azablar ile Mü-sellemler'den (35),
Yayalar'dan, Voynaklar'dan evvelce bahsetmiştik. Bu muhtelif askerlerin
zabitlerinin içinde o asır târihinin bahsettiği yalnız Azablar Ağası'dır (36);
muntazam süvârî Sipâhîler'le Silâhdârlar'dan mürekkep bulunurdu; dört bölük
aylıklı ve Garibler —sağ ve sol cenah itibariyle— Sipâhî ve Silâhdarlar arasına
taksim olunurdu. Bu fırkaların altı generali «Süvârî Ağalan» kadrosunu teşkil
ederdi. İşbu ağalar günde yüz akçe ve bundan mâada altı bin akçeden onyedi bin
akçeye kadar arpalık alırlardı. Fırkaların umûmî miktan Fâtih zamanında
sonraları çıkarıldıkları miktardan henüz uzaktı. Sipâhî ve Silâhdarlar ancak takriben ikibin neferdi; dört bölüğü de herbiri bin nefer olduğundan, bütün muntazam
süvârî sekizbinden ziyâde değildi (Not: 11). Buna mukabil Akmcılarin (37)
miktarı pek çoktu; şu kadar ki, onların reîsi Bîrûn Ağa(32) . Âlî.
(33) Mauracea d'Ohsson, 31, s. 355.
(34) İdrîs, varak: 31.
(35) «Teslîm» babından ism-i mef'ûl. Mütercim.
(36) Halkondilas, 1, 5 , s. 72, Bale basımı. «Azapides sub uno duce collecti sti-pendia faciunt.»
(Metnin mehazıdır)
(37) İdrîs, varak: 31, bunların mûtâd miktannı kırkbin kişiye çıkarır ki, Macar tarihçilerinin
ifâdelerine tamâmiyle uygundur.
192
HAMM&f
t
lan yâni muntazam ordu generalleri sayısına dâhil değildiler. Topçu, Levazım,
Nakliye, Ordugâh generalleri demek olan Topçu-başı, Cebeci-başı, Toparabacıbaşısı, Mehter-başı Bîrûn Ağaları'ndan sayılırlar. Bu oniki generalden başka,
Pâdişâh atının yanında yürümek imtiyazına mâlik olan oniki «Rikâb-ı hümâyûn
zabitleri» de Bîrûn Ağaları ndandır. Bu zabitler rikâbdârân-ı livâ-yı sultanîmin
hâmili (mîr-i alem) dört birinci mâbeyncî (Kapucı-başı), iki mîrâhor, bir çaşnıgîrbaşı, dört avcı-başı yâni iki «do-ğancı-başı» ile iki «atmacı-başı» idi (Not: 12).
Enderun Ağalan: Enderun Ağaları, devletin diğer me’ınûrları gibi dört
husûsî sınıfa ayrılmıştır. Enderun Ağaları'nın reîsi sarây-ı hümâyûn nâzın demek
olan «kapı ağası» yâni «bâb-ı hümâyûn ağası»dır. Bu ağa beyaz bir hadım (Akağa) olarak, «kapı oğlanı» denilen ve saray hademesine nezârete me’ınûr olan
otuzdan kırk'a kadar hadım ağası bunun maiyyetinde bulunurdu. Dört kapı oğlanı
baş-ağanın doğrudan doğruya maiyyetinde idi ki, bunlar da «miftâh oğlanı»,
«pîşgîr oğlanı», «şerbet oğlanı», «ibrik oğlanı»dır. Kapı Ağası, her vakit zât-ı
şahaneye refakat ederdi; yalnız ava gittikçe beraber bulunmadığı gibi, saraydan
uzak bir mahalle pâdişâhın deniz yoluyla gitmesi durumunda, sarayın muhafazası
hizmetine kalırdı. Yine onun gibi beyaz hadım ağalarından olan ve onun gibi
pâdişâhın zatî hizmetine me’ınûr olan hazînedâr-başı, Enderun Ağaları'nın
ikincisi idi. Bu ikinci ağa, pâdişâha resmî kavuğu takdîm eder ve câmi'de —
zehirlenmiş olmadığını tahkik için, kendi hayâtını tehlikeye koyarak birkaç defa
yere kapandıktan sonra— pâdişâhın namaz kılacağı seccadeyi sererdi. Hazîne-i
hümâyûn me’ınûrları bu ağanın maiyyetinde bulunur ve aylıklarını ondan
alırlardı (Not: 13). Enderun Ağaları'nın üçüncüsü, «kilerci-başı» idi. Onun
vazifesi pâdişâha her yemek sahanı getirildikçe, önde gelmek; bizzat sofrayı
koymak, tatlıları, şekerlemeleri, şerbetleri hazır bulundurmak; her türlü
zehirleme şübhelerini ortadan kaldırmak için, evvelâ kendisi tatmak idi.
Dördüncüsü de, «Saray ağası» idi ki, sarayın muhafaza ve idaresiyle mükellef
idi. Terakki aşağıdaki şekilde derecelerden geçmek suretiyle vuku bulurdu: Saray
ağalığından kilerci-başılığa, o hizmetten hazînedâr-başılığa, bundan da kapu
ağalığı'na geçilirdi; bu terakkilerde «kilercbden boşalan kadro-kapu-oğlanı
kâhyasına verilirdi. Kapu ağasının iltifattan düşmesi saraydan uzaklaştırılmasını
icâp ettirdiği hâlde mûtâd olduğu üzere uhdesine bir beğlerbeğilik tevcih
olunurdu. Kapı ağası'nın emri altındaki beyaz hadımların başlıca işleri, üç saray
odasının muhafazası idi ki, bunların birincisi ve en içeride bulunanı hass-oda;
ikincisi ve en büyüğü büyük oda; üçüncüsü ve en küçüğü küçük oda diye
isimlendirilirdi. Hasoda-başı, pâdişâhı soyup giydirmek hizmetiyle mükellef
olduğundan, bu vazifesi iktizâsınca zât-ı şahane ile doğrudan doğruya münâsebet
kesbederek, hernekadar kapı ağası emri altında ise de, ona müsavi bir mevkide
bulunmuş olurdu. Diğer üç
OSMANLI TÂRİHİ
193
ağanın başında bulunarak onlarla birlikte Enderun Ağaları'nın bir ikinci sınıfını
teşkil ederdi. Sultânın husûsî hizmetine me’ınûr olan bu dört ağa: «Hasoda-başı»,
şimdiki mâruf tâbiri ile «baş-mâbeynci»; pâdişâhın kılıcını götüren «silâhdâr»;
merasimde pâdişâhın hırvânîsini götüren «çuka-dâr», yâhud birinci oda
hizmetkârı; üzengiyi tutarak zât-ı şâhâne'nin ata binmesine yardımcı olan
«rikâbdâr» idi (38). Hasoda hizmetçileri büyük odanın ve büyük oda hizmetçileri
küçük odanın hizmetçileri arasından seçilirdi. Cüce ve dilsizler, muganni ve
muzıkacılar hademe sınıflarına taksim olunmuştu. Bütün Enderun Ağaları
muayyen başlarından başka «kavuk» ve «kuşak bahâsı» nâmıyle senelik tahsisat
alırlardı. Bu akçe, Bîrûn Ağaları'nın «arpalık»ına muâdil idi; çünkü Bîrûn
Ağaları'na hayvanlarını beslemek için «arpa» ne kadar lâzım ise, saray merasimi
için Enderun Ağaları'na da «kavuk» ve «kuşak» o derecede gerekli idi. Hasodabaşı her sene pâdişâhın bizzat giydiği elbiseden beş takımını alırdı. Sarayda iki
takım muhafız bulunarak, kapıların ve havluların (avluların) muhafazası
kapıcılara, bahçe ve kayıkların muhâfzası bostancılar'a tevdî olunmuştu.
Kapıcılarin zabitleri yâni «kapıcı-başı»lar, hemen hemen Avrupa saraylarının
mâbeyncilerine muâdildir. Bunların reîsi «kapıcılar kâhyası» yâni «büyük
mâbeynci»dir ki, onun büsbütün haricî olan vazifesi, dâhildeki «baş-hazînedâr»
hizmetiyle karıştırılmamak lâzım gelir. Kapıcılar kâhyâsı'yle Avrupa'nın saray
müşirlerine muâdil olan «çavuş-başı», dîvân günleri gümüşlü bastonlarını yere
vurarak devlet erkânının önünden giderler. Bostan-ıbaşı'nın maiyyetinde birçok
bostancılar bulunarak, hem saray bahçesinin ekilip biçilmesi, hem de muhafazası
ile meşgul oldukları gibi, pâdişâha nezâret edilmesi siyah hadımlara (Zencî
ağalara) tevdî edilmiş ve bunların reîsi olan «kızlar ağası»mn ekseriya Bîrûn
Ağa-ları'ndan ve Rikâb Ağaları'ndan ziyâde nüfuzu olmuştur (Not: 14).
II. Mehmed zamanında ordunun, adliye'nin, sarayin, hazîne'nin, payitahtın idarî
teşkilâtı bu surette idi. Vilâyetlerin idaresi beğlere, beğler-beğilere verilerek bunlar —
timâr ve zeametlerinin tevcih edilişindeki şartlar icâbında harb zamanında süvarilik
hizmetiyle mükellef olan— timâr ve zeamet sahiplerinin bi't-tabî riyasetlerinde
bulunur ve timâr ve zeamet sahiplerini sancakları altında toplarlardı. O zaman
Osmanlı Dev-leti'nin Rumeli kıt'asındaki otuzajtı sancağının herbirinden takriben
dört-yüz süvârî çıkardı (Not: 15). Ordunun süvârî ve piyade umûmî gücü yüz-bin
kişiden fazlayı bulurdu. Devletin vâridât-ı muânedesi iki milyon du(38)
Iç-odaların bu dört hizmetinden başka kiler, anahtar, şerbet, ibrik hademesi zabitleri vardı;
bunlardan daha dûn bir sınıf olmak üzere de çamaşırcılar, berberler, sofracılar, at
hademesi, tırnakçılar bulunurdu. Devlet-! Osmanîyye'nin Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2. 15.
Hammer Tarihi, C: II. K: 13
194
HAMME
R
ka altınım geçerdi (Not: 16). Bu tahminde yalnız vergiler, harçlar, gümrük
resimleri, sair resimler, muhtelif hükümetlerden alman maktu' vergiler ve mâden
hâsılatı dâhildir.
Ulemâmın silsilesi: Geriye, eğitim ve öğretim kadrosundan, yâni ulemâdan
bahsetmemiz kalır. Ulemâ, hem ilm-i kelâm, hem de fıkıh ile iştigâl ederler.
Müderrislik ve kadılık hizmetleri kendilerine mahsustur. Tedricen en büyük
şeriat me’ınûriyetlerine yâni ordu kadılıklarına ve müftîliğe yükselirler. Ulemâ'yı
Avrupa'nın yalnız kelâm ilmiyle uğraşan râhibler sınıfı gibi addetmek büyük bir
hatâdır. Ulemâ (âlimler) aslında kelâm ilmiyle de iştigâl ederler; zîrâ İslâm'da
bütün hukukun esâsı —Osmanlı mülkünde fıkıh hükümlerinin aslî menbâı
olan— Şerîat'e, yâni Kur'-ân'a müsteniddir. Ancak Avrupalılarin «râhib» lâfzına
verdikleri mânâ ulemâ hakkında geçerli değildir. Bununla beraber, geniş
mânâsıyle ule-mâ'dan sayılan cami imamları ve vaizler yâni şeyhler Avrupa'nın
kilise memurlarına muâdil tutulabilir. Müezzinler ile cum'a günleri, hükümdarlık
tahtında bulunan pâdişâh için duâ eden hatîbleri, kayyımları, diğer cami
hizmetlilerini de onlara ilâve etmek lâzım gelir. Lâkin bunlar münhasıran
müderris ve kadıların teşkil ettikleri ilmiyye kadrosundan büsbütün hâriç olup,
maaşlı ilmiyye hizmetlerine geçmeğe selâhiyetleri yoktur (39). Her ne kadar
Sultân Orhan, Osmanlı Devletimde ilk te'sîs ettiği medresede müderrislikler
koymuş ve Yıldırım Bâyezîd kadıların alacakları rüsum miktarını tâyîn etmiş ise
de, ilmiyye hey'etinin teşkilâtı ancak II. Mehmed zamanından başlar. Kadı ve
müderrisliklerin merâ-tib silsilesi ve —birbirine tamâmiyle bağlı olan— bu iki
idare şubesinde terakki usûlünü Fâtih te'sîs eylemiştir. Câmî hizmetlileri,
müezzinler, imamlar ile vaizlerin nüfuzu Türkiye'de her yerden azdır; ulemânın
ise Çin'den başka hiçbir hükümette Osmanlı Devleti'nde olduğu kadar kudretleri
yoktur. Evvelce Orhan saltanatında dahî bahis mevzuu olan dervişler ve meşâyîh,
cami me’ınûrları ile ulemâ arasında bir ara-kadro teşkil ederler. Ancak, ilmiyye
kadrosunun bütün mansıblarmdan geçmiş olmadıkça, en yüksek şer'î hizmetleri
yerine getiren müderris ve kadı mevkilerine nail olamazlardı. En yukarıdaki
ilmîyye hizmetini en aşağı mertebede bulunanlara rabteden işbu Osmanlı dârüifünûnu (üniversitesi) «tedricî surette terakki ve ulemâ silsilesinin muntazamlığı»
denilen usûlü teşkil eder ki, Osmanlı Devleti'nde ilk defa olarak II. Mehmed
zamanında konulmuştur. Bunun «Meşâyîh silsilesi»nden esasta farkı açıktır (Not:
17). Ulemâ silsilesi, bütün Osmanlı iâdresini gördüğü ve kapladığı ve haylî
vakitten beri harâb olmak tehlikesinde bulunan «ilim» binasının erkânı hâlâ
bununla bakî olduğu cihetle, Devlet'in dayandığı
(39)
d'Ohsson, c. 4, İkinci Kısım, s. 435. Devtet-i Osm. Teşkilâtı ve Usûl-i
İdaresi, 2, s. 392.
OSMANLI TARİHİ
195
esasları anlamak ve Fâtih'in «kanun koyucu» sıfatıyla hâiz olduğu me-ziyyeti
takdir edebilmek için, teşkilâtının sarih mânâsını görmek ehemmiyetten hâli
değildir. Bunun için söylenecek birkaç söz, bu târihte ulemâ silsilesi'nin ve onu
teşkil eden muhtelif halkaların bahis mevzuu olacağı sahîfelerin kolaylıkla
anlaşılmasını sağlayacaktır.
Mektebler ve Tedris: II. Mehmed'in Kostantiniyye'yi feth eder etmez başlıca
kiliselerden sekizini câıni'e çevirdiğini ve herbirinde bir mek-teb-i âlî (medrese)
te'sîs ettiğini daha önce görmüş idik. Yerlerinde binâ olundukları kiliselerin
varidatını da bu camilere tahsîs etmişti. Vaktâ ki, daha sonra kendi nâmını hâiz
olan câmi'i inşâ etti, orada sekiz medrese te'sîs etti ki, camiin mevkii etrafında
binâ olundukları cihetle «Semâni-ye-i Sahn Medreseleri» unvanını aldılar;
bunların müderrislerinin tahsisatı o zamana kadar, diğer medreselerin
müderrislerine tâyîn olunan miktardan ziyâde idi. Öğretim şubeleri ve ilmî
mertebelerin teşkilâtı vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'nın eseridir ki, kendisi de âlim
olduğu cihetle bu te'-sîse mutlak bir himmet ile mesaî sarfetmiştir. Medreselerin
müteallimîn (öğretim-eğitim görücüler) i tâlib (tâlib-i ilm) ve ilm (ilim) aşkıyle
yanmalarından kinaye olarak, halk arasında «suhte» (*) diye adlandırıldılar. Sekiz
medreseye bitişik olarak «Tetimme» tâbir olunan husûsî binalarda yedirildiler vo
oturtuldular (Not: 18). Dersleri nizâm ve usûl tahtında tedris olunur ve 'ilim»
umûmî adı altında on dersi içine alırdı: İlm-i sarf, ilm-i nahiv, ilm-i mantık, ilm-i
kelâm, ilm-i edeb, ilm-i bedî, ilm-i maânî, ilm-i beyân, ilm-i hendese, ilm-i hey'et
(Not: 19). Bu ilimlerin hepsini birden tahsil edenler «Dânişmend» unvanını
alarak bu sıfatla yâhud «Mu'-îd» unvânıyle genç talebelere taiîm ederler.
Dânişmendler, başka bir tâbirle yüksek sınıflardan yetişen talebeler daha aşağı
derecede bulunan mekteblere muallim yâhud imam olurlar ve bu takdirde daha
yüksek bir tahsile muhtâc olmazlar; ancak şu takdirde, «müderrislik» ve
«mollalık» gibi yüksek mansıblara çıkmak hakkından kendilerini iskat etmiş olurlar. Bu hizmetlere seçilebilmek hukuk ilminin tahsil edilmesine ve ilmin muhtelif
derecelerine nail olmağa bağlıdır. O hizmetlere namzed olanlara «mülâzim» tâbir
olunur. Müderrisler, günde yirmi'den altmış akçe'ye kadar tahsisat alır.
Maaşlarının nisbetine göre «yirmili», «otuzluk», kırklı», «ellili», «altmışlı»
nâmiyle yâd olunur (M.İ. 2). İkinci Mehmed'in «Sekiz Medrese»sine me’ınûr
olan müderrisler hernekadar günde elli akçe alırlarsa da, bunlara «semâniyye»
denildiği gibi, medreseleri Osmanlı târihinde «Semâniyye-i Cennât-ı Ulûm»
(İlimlerin Sekiz Cenneti» unvân-ı iftihârıyle zikr olunur. II. Mehmed diğer iki
medrese, yâni Eyyûp ve Aya-sofya Medreselerini te'sîs ederek, birincisinin
müderrislerine günde elli ve ikincisine altmış akçe tahsîs etmiştir. Maaşları eşit
olan müderrisler
(*) Suhte: Yanmış, tutuşmuş. «Softa» bu kelimeden bozmadır.
196
HAMMER
arasında şeref (fahr) imtiyazı te'sîs edilerek, «dâhil» ve «hâriç» kısımlarına
taksim olunmuştur. Terâkki mertebelerine nazaran en aşağı dereceden başlayarak
birincisine ulaşmak üzere, dereceleri şunlardır: Hâriç, Dâhil, Semâniyye, ve en
yukarıda Altmışlı (Not: 20). Müderrislerin rütbe ve maaşları tedris ettikleri
derslerin ehemmiyeti derecesindeydi. Yirmililer ilm-i kelâm'dan, Otuzlular ilm-i
beyân'dan, Kırklılar ilm-i fıkıhdan, Ellililer hadîs-i Nebevî'den, Altmışlılar tefsîri Kur'ân'dan bir eser îzâh ve şerh ederlerdi. Müderrislerin yüksek tabakasına
mensup olanlar, mebâdîsi ilk sınıflarda öğrenilen ilm-i beyân ve ilm-i kelâmın
yüksek derecelerinden başka, şer'î ilimlerin dört şubesini, yâni ilm-i kelâm, ilm-i
fıkıh, ilm-i hadîs, ilm-i tefsir tedris ederlerdi (Not: 21) Yedi sene bu muhtelif
dersleri takiple, şiddetli bir imtihanda muvaffak olmuş olan mülâzım, müderris
ve kadı olmak gibi yüksek hizmetlere hak kazanabilirlerdi. Zîrâ ilk mertebedeki
kadılar, başka bir tâbirle nâibler —ki gündelik tahsisatları yirmibeş akçeden
ibarettir— ancak dânişmendlik derecesinde tahsil ile mükelleftirler.
Müderrislerin en son payesi «mahreç mollalığı»dır. «Molla» unvanı yalnız
birinci sınıf kadılara mahsustur. Bunlar ilmiyye kadrosunun beş sınıfından
birincisini teşkil ederler ki, onlar da altı kısma ayrılmışlardır (Not: 22).
Mektepler teşkili ve müderrisler kanunî yüksek mertebeler yolunun açılışı
hakkındaki bu müsbet çalışmalar, II. Mehmed zamanında ilimlerin terakkisini ve
ulemânın büyük bir hürmete mahzar olmasını isbât eder. Kendisi de mümtaz bir
terbiye görmüş ve şiirleri Osmanlı şâirleri arasında addedilmeğe hak verdirmiştir.
Onun saltanatı zamanından itibaren, «hâce» denilen «uallim-i sultanî» (pâdişâh
hocalığı) hizmeti —ki yalnız şehzadeleri değil, bizzat pâdişâhı da okutmağa
me’ınûr idi— en büyük mertebedeki ulemâya mahsus bir mansıb olmuştur. II.
Mehmed'in gençliğinden hükümdarlığının son günlerine kadar bu makamda, o
zamanın en namlı ulemâsından —ya kendisine, yâhud velîahdi Bâyezîd'e
mensup— oniki kadar âlim birbirine halef olmuşlardır (Not: 23). Molla Gürânî,
Molla Zeyrek, Hoca-zâde, Hatib-zâde, Riyâzî, Mîrim Çelebi bu zâtlardandır.
Diğer bir matematikçi ve hey'et-şinâs (astronomi âlimi) —ki Alî Kuş-çu'dur—
sofralarda Pâdişâha refakat ve Uzun Hasan seferinde ilm-i hey'-et'den Fethiyye'yi
te'lîf etmiştir. Bu eser, zamanımızda dahî, II. Mehmed'in vaktinden beri
Osmanlılar'ın ilm-i hey'et terakkîyâtı bakımından hangi hududda durmuş
olduklarını gösterir. Sultân Mehmed, cülusundan evvel, o zamanın ilmî
terakkilerini himaye eden münevver fikirli hüküm-darlarıyle muharebe ederdi. Bu
suretledir ki, Timur'un torunu ve torununun çocuklarıyle ,yâni Uluğ Beğ'in
kardeşi Bay-sungur ve Uluğ Beğ'in oğlu olup Avrupalılarca nâmına mensup
hey'et cedvelleriyle ma'rûf bulunan Abdü'l-lâtîf ile; Kara-Koyunlu Hanedanı
hükümdarı Cihân-şâh ile; Şirvan hükümdarı Şirvân-Şâh ile münâsebetler
kurmuştur (M.İ. 3). Mim-
OSMANLI TARİHİ
197
şeât-ı Feridun'daki mektuplarından birkaçı belki bizzat Osmanlı şehzadesinin
kalemi mahsûlüdür: Bu mülâhazayı şu sebeple söylüyoruz ki; Sonraları
Kostantiniyye, Mora, Kefe fetihleriyle Uzun Hasan'ın mağlûbiyetini
mutazammm olarak İran Şahma, Mısır Sultânına, Kastamonu ve Kırım
Beğlerine, Mekke Şerîfi'ne, Hindistan pâdişâhına yazılmış mektupların başında
—Molla Gürânî ve Molla Kerîm gibi— münşisinin isimleri dercedilmiştir. Bu iki
âlim o zaman, İrân nâme-nüvislerinin (mektupçu-larımn) meyûsiyyetlerini mûcib
olan, Hindistan hükümdarı Behmen-Şâh'-m veziri ve kendilerinin muasırı Hâce
Cihan ile rekabet ediyorlardı (Not: 24)'.
II. Mehmed zamanında yalnız fakîhler değil, ulemâ dahî ilim tahsil etmeğe
âşıkane gayret sarf ederek, ilmî eserleri ve hareketleriyle, ilmin erbâb-ı seyf (kılıç
erbabı) ve ricâl-i devletin meziyyetini yükselttiğini ve yüksek mansıb sahiplerinin
devletler için bir mes'ûdiyet sermâyesi olduğunu parlak bir surette isbât etmişlerdir.
Meziyyetini evvelce beyân etmek hakkaniyet-şinâslığında bulunduğumuz vezîr-i
âzam dahi ilimlerde imtiyaz kazanmışlardır: Sinan Paşa, iki Ahmed Paşalar, Yâkub
Paşa, Cezerî Paşa, vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa, Hızır Beğ'in oğlu Sinan
Paşa gençliğinde o derecede şükûkperverlik (septiklik; şüphecilik) gösterdi ki, bakırın
bakır olmasından şüphelendiği için, babası bir gün bakır sahanını başına fırlatmıştı.
Sonraları riyaziyat çalışarak muallim-i sultanî ve vezîr olmuştur. Daha sonra Sinan
Paşa nazar-ı iltifattan düşerek mecnûnluktan kurtarılmak bahanesiyle hergün
muayyen miktarda değnek vurulması Padişah tarafından emrolundu. Nihayet, ulemâ
hey'eti, lehinde müdâhele ederek, müderris sıfatıyle Sivrihisar ve Edirne'ye gönderildi. Hey'et'e, ilm-i kelâma, ahlâka dâir eserleriyle, hikayeleriyle ma'-rûftur (40)
(Not: 25). Sinan gibi kadı Hızır Beğ'in oğlu olan Ahmed ve Yâkub Paşalar, «paşalık»
rütbesini kendi meziyyetlerinden ziyâde babalarının, kardeşlerinin meziyy etleri ne
medyun görünürler (41). Velîyyü'd-dîn-zâde Ahmed Paşa, evvelâ şehzadelerin
muallimi, sonra vezîr tâyîn olunmuş; Necati'nin kendisini aşmasına kadar
Osmanlılar'ın birinci şâiri (şâir-i rübâî?) olmuştur, nasıl ki Necati'yi de Bakî geçmiştir
(Not: 26). Cezerî Kaasım Paşa «Safı» nâmıyle Ahmed Paşa'nın gazellerine rekabet
etmiştir. II. Mehmed'in son vezîr-i âzami Karamânî Mehmed Paşa bâb-ı hümâyunda
henüz nişancı olduğu sırada, Pâdişah'ın emirleri üzerine îran Şâhı'na yazdığı şairane
hayâllerle dolu nâmelerden dolayı o kadar teveccühe nail oldu ki, vezîr-i âzamlık
mertebesine kadar yükseldi. Şiirde me'-mûriyetine nisbetle «Nişânî» adını
kullanmıştır. İlimlere vâkıf olan dev(40)
(41)
Sinan Paşa'nın tercüme-i hâli, müverrihin Not: 25'inin sırası geldiği zaman mütercim
tarafından ele alınacaktır.
Şakaık-ı Nu’ınânlyye. Yâkup Paşa VHpaye ve Muyakkıf a şerh yazmıştır.
198
26
HAMME
R
let müsteşarlarının ilk zuhurudur ki, bunlardan üç müverrih eserlerinin
ehemmiyet derecesine göre «Büyük», «Orta», «Küçük Nişancı» unvanlarını
almışlardır. Fâtih'in üdebâdan olan yedi vezirinin (Not: 27) dördü şâir idi. Bu
vezirlerin arasında dahî iki vezâr-i âzam —ki biri ulemâ silsilesini tanzim eden
Mahmûd Paşa; diğeri devletin dâhili idaresini teşkilâtlandıran Karamânî Mehmed
Paşa'dır— nazar-ı itibarları en ziyâde cel-betmişlerdi. Avrupa'da «Zirim»
nâmiyle mâruf olan, II. Mehmed'in ikinci oğlu Şehzade Cem dahî muvaffakiyetle
şiirler yazmış, ilim ve san'at-ların büyük bir hâmisi olmuştur. Onun idaresindeki
hükümette, sarayının yüksek mansıblarında şâirler bulunurdu. Bunlardan
nişancısı Sa'dî'-yi, defterdarları Hayder ve Şâhidî'yi zikredeceğiz. II. Mehmed
şiirlerinde Avnî mahlasını kullanmış ve millî ve ecnebî şâirlere ayırım yapmaksızın yaptığı cömertçe yardımlarla mahlasını hak ettiğini göstermiştir. Bu
şâirlerden otuzu kayd-ı hayât maaş alır; zamanında Hindistan'ın birinci kalem
sahibi olan Hâce Cihan ile İran'ın son büyük şâiri Molla Câmî'ye senelik bin
duka altını gönderirdi (Not: 28).
Osmanlı şiiri bu suretle rağbet kazanarak sür'atle terakki kazanmıştır.
Bursa'da (42), Kastamonu'da (43) birçok saz şâiri yetişmiştir ki, bunlardan biri de
Zeyneb nâmında bir şâiredir (44). Ancak Câmî ve Mîr Alî Şîr gibi Farsça (yazan)
ve Çağatay büyük şâirlerinin bunlar üzerindeki te'sîrleri olmamış olsaydı, Sultân
Mehmed'in tahsisat verdiği otuz şâirden hiçbirinin, kazandığı şöhret derecesine
yükselemiyeceği zannolunur. I. Murad zamanı Husrev vü Şîrîn manzumesinde
İranlı meşhur saz şâiri Nizâmî'ye nazire yazan Şeyhî gibi Yûsuf vü Zelîha ile
Leylâ vü Mecnûn (Not: 29) manzumelerinin nâzımı Osmanlı sarayının hikâye
şâiri Hamdî —hamse ve seb'asmda bunları tasvir eden— İranlı şâir Câmî'ye
imtisal eylemiştir (M.İ. 4). Osmanlılar'ın birinci saz şâiri Ahmed Paşa yükseldiği
maharet derecesine ancak Mîr Alî Şîr'in gazellerinden ilham aldıktan sonra vâsıl
olabilmiştir (45). Cemâlî dahî Mîr Alî Şîr'in «Hümâ ve Hümâyûn» isimli
efsâneyi andıran manzumesini taklîd etmiş ve eserinde o unvanı muhafaza
etmiştir (46). Şehdî, Osmanlı târihini Firdevsî tarzında nazmetmek istemiş ise de
dörtbin beyit yazdıktan sonra mevt ile şiirine fasıla vermiştir (47). Celâlü'd-dîn
Rûmi'nin Mesnevî'sini (Not: 30) örnek alan Şeyh Gülşenî o mevzuda kırkbin
beyit yazmıştır. Nihayet ta(42)
(43)
(44)
(45)
(46)
(47)
Harîrî, Resmî, Dâ'î, Sân'î, Alevî. Kitabî, Mihrî. Lâtîfî, Aşık Hasan ile Kı-nalı-zâde’ınn
Ezhâr-ı Belagat unvanlı eseri ve onlardan naklen Âlî.
Senâyî, Câmî, Dâ'î, Şehrî, Hamdî, Türâbî, Hâkî. Lâtîfî'nin Terâcüm-I Ah-vâl-i
Şuarâ'sı, s. 144 ve 146.
Terâcüm-i Ahvâl-i Şuarâ, Scheiber'in tercümesi, s. 190.
Kezalik, s. 74. Ahdî, Sehî, Âşık Hasan, Kınalı-zâde'nin Müntehabat Mecmuası'na
dahî müracaat.
Âşık Hasan, Âlî.
Kezalik.
OSMANLI TARİHİ
199
savvuf şâiri Lehi —ki kabri Vardar Yenicesi'nde zamanımızda dahî pek-çok
kimsenin ziyaret ettiği bir yerdir— Buhâra'da Nakşbendî tarîkatine intisap
eyledikten ve meşhur Fars şâiri Câmî ile uzun müddet birlikte bulunduktan
sonra, vatanını manzum ve mensur tasavvufla ilgili eserlerle servetdâr eylemiştir
(Not: 31). Sultân Mehmed şâirlerin, bilhassa Acem şâirlerinin sohbet
meclislerinden pek hoşlanırdı (Not: 32). Gerçi onları, sefîhâne hallerinden dolayı
bazan hapsederek, sarayından uzaklaştırarak cezalandırırdı; fakat haklarında
dâima pek müsâmahakârâne davranırdı (48). Pâdişah'ın yaptığı gibi, Mahmûd,
Karamanlı Mehmed, Ahmed, Kaasım Paşalar gibi vezirleri de etraflarını şâirlerle
çevrili bulundurarak, onları husûsî muhabbet meclislerinde bulundurmuşlardır
(49).
Fukahâ'dan altmış kadar zât, Fâtih'in tahsisat verdiği otuz şâir ile rekabette
meziyyet göstermişler ve şeref kazanmışlardır. Bunlardan II. Mehmed'in henüz
Manisa Vâlîsi iken muallim-i sultanî hizmetinde bulunan Molla Gürânî'yi
mümtaz bir surette zikretmeğe mecburuz. II. Mehmed henüz pek küçük yaşta
olduğundan, bir türlü Kur'ân okumak istemezdi (50). Pederi II. Murad Grüânî'yi
Manisa'ya gönderdi ve eline bir değnek vererek Şehzâde'nin yetiştirilmesi için
bunun kullanılmasına ruhsat gösterdi. Gürânî asla sapma kabul etmez, saraya
yakın çevrelerin mü-dâhenesini bilmez bir tabîatte olduğu cihetle, Sultân
Murad'dan aldığı ta'-lîmatı Mehmed'e beyân etti. Mehmed, cevap olmak üzere
hoca ile istihzaya kalkıştı, lâkin Molla Gürânî bir değnek darbesiyle Murad'ın o
emrini uygulamaya başladığından, Şehzade, mualliminin metanetini derhâl
tecrübe etmiş oldu. Mehmed tahta cülus ettikten eski hocasına vezâret mansıbı
tevcihiyle, mükâfat vermek istedi. Fakat Gürânî reddetti. Fakîh âlîm, ordu kadısı
ve Evkaf-ı Hümâyûn mütevellisi olarak talebesiyle vezirlerden hiçbirisinin
gösteremeyeceği kadar serbestâne muamele ederdi. Pâdişah'ın huzuruna çıktığı
zaman yere kapanmazdı; yalnız, kendisiyle müsavi bir şahıs gibi «Esselâmün
aleyke» diyerek sâdece elini uzatırdı. Gürânî saraydan hoşnûd olmayarak Mısır'a
gitti ve Sultân Kaytbay tarafından pek büyük hürmetlere nail oldu. Ondan sonra,
Anadolu'ya dönerek ilminin ve istiklâl ile davranmaya alışmış tabîatinin celb
ettiği ihtiram ile çevrili olduğu halde irtihâl eyledi (Not: 33). Rûm asıllı (*)
(48) Latîfî, a.g.e., 383.
(49) Kezalik, s. 133.
(50) Yani ale'l-ıtlak okumak istemezdi (Mütercim).
(*) Molla Husrev'in Rûm asıllı olduğu iddiası, doğru değildir. Bu hususta Ord. Prof. Dr.
ismail Hakkı üzunçarşılı şunları kaydetmektedir: «Molla Husrev'in babası Yozgat
civarında Yerköy'de bulunan bir Türkmen aşiretine mensuptu; bu âlimin ismi
Mehmed Hüsrev, babasının adı Fermerz ve onun babası da Alî adında bir
Türkmen'dir.» (Osmanlı Târihi, C II, s, 356 -3, baskı, Ankara, 1975). (Hazırlayanın
Notu)
200
HAMME
R
olan Molla Hüsrev —ki Gürânî nin rakibidir-- ilimce, izzet-i nefisçe, şerefçe
ondan asla geri kalmazdı. Gurer ve Dürer nâmmdaki kitabı Osmanlı fıkhının (51)
temel eseridir. Husrev, İstanbul ve havalisi kadısı olduktan sonra Müftîlik
mevkiine yükselerek, onüç sene bunu muhafaza etti. Ayasofya'ya her girişinde
cemaat hürmetle saf bağlayarak mihraba kadar aralarından yol açarlardı; Pâdişâh,
defalarca, halkın kendisine gösterdiği itibarı görerek yanında bulunanlara
«Zamanımızın Ebû Hanîfe'-sidir» demişti. Bir sünnet düğününde Sultân Mehmed
Molla Gürânî'ye sağında ve Molla Husrev'e solunda yer verdiğinden, Husrev
bunu sânına lâyık bulmayarak hemen Bursa'ya gitmiş ve orada bir medrese binâ
ettirerek bizzat tedris ile meşgul olmuştur (Not: 34). Hoca-zâde (Bursa tüccarından birinin oğlu), Hatîb-zâde, yalnız eserleriyle (Not: 35) değil, muhtelif
meseleler hakkında Pâdişah'ın huzurundaki münâzaralarıyle şöhret
kazanmışlardır. Her ikisi de, —fetihleri arasında dâima onlardan ilim öğrenmeğe
vakit bulmakta olan— Fâtih'in muallimi olmuşlardır. Yaptığı muharebelerin
yorgunluğunu ulemânın sükûnperverâne dehâsını gösterdiği mücâdelelerle alırdı.
Bir gün Sultân Mehmed Hoca-zâde'ye «Benimle mübâheseye cür'et edebilir
misin?» diye sormuştu; Hoca-zâde: «Muallimin sıfatıyle cür'et ederim» cevâbını
verdi. Pâdişâh bu cevaptan öfkelenerek derhâl azlettiyse de, bir müddet sonra
tekrar iltifatına mazhar etti (52). Hatîb-zâde, birçok mühim bahisler üzerine
münazara etmiş, ve özellikle Alâü'd-dîn-i Arabî ile bir mübâhesede bulunmuştur.
Alâü'd-dîn-i Arabî —o zaman henüz Osmanlı adliye teşkilâtının en yüksek
mansıbı olmayan— Müftîliğe iki defa çıkmışlardır, tbnü Mağnisa (53) ile beraber
Mehmed zamanının en büyük ulemâsından sayılırsa da, yalnız bir büyük eser
bırakmıştır. Fakat şurasını söylemek hakkaniyete de uygun düşer ki, ona mukabil
doksan dokuz çocuk terk eylemiştir. İbnü Mağnisa bütün mesâisini bir maksada,
yâni vezîr olmağa hasrettiğinden te'lifâta muvaffak olamamıştır. Ordu
kazaskerliği makamında Kastalânî ve Hacı Hasan-zâde, İbnü Mağnisa'ya halifelik
etmişlerdir (Not: 36) ki, evvelce söylediğimiz gibi, o zamana kadar ikisi bir olan
«kazaskerlik» makamından Anadolu Kazaskerliği'ni ayırmışlardı (54). Büyük
Fenârî'nin bir oğluyla bir
(51)
(52)
(53)
(54)
Osmanlı âlimleri tarafından te'lif olunan İslâm fıkhı kitaplarının iki mühim eseridir.
Şakaik, Âlî, Sa'dü'd-dîn, Molla Ali Arabi 901 (1495)'de vefat etmiştir. Tak-vîrnü'tTevârîh.
«Eş-şehîr be-ibni Mağnîsâ», Sa'dü'd-dîn, 2, s. 505, ismini yazmıyor (Mütercim).
901 (1495)'de irtihâl eden Akaid-i Nesefî üzerine haşiyesi ve Mevâkıf'dan yedi eşkali
vardır. (Şerh-i Akaid'de makbul bir haşiyesi vardır ve Mevâkıf Şerh!'ne bir risale
ilâve ederek yedi eşkâı yazmıştır» Sa'dü'd-dîn'den telhîs, c. 2, s. 484. Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
201
torunu, eserleriyle asıllarına liyâkatlerini göstermişlerdir. (Not: 37). Hacı Baba,
yalnız nahvi ve vaiz sıfatıyle değil, şiirde «Nişânî» mahlasını kullanan Karamânî
Mehmed Paşa'nın pederi sıfatiyle de nazar-ı dikkati celbe-der (55). Âlim vezîr
Sinan Paşa ile Bosna Kralı’ınn cellâdı Musannifek'-den evvelce bahsetmek
fırsatına mâlik olmuştuk.
II. Mehmed'in saltanatı zamanının sonlarına renk katan ulemâ defterinin son
yedi ismi tabîblerdir. Bunlardan dördü Acem, üçü de Türk (56), Arab (57) ve
Musevî (58) idi. Bu son zikrettiğimiz tabîb, dinini terket-mezden evvel
«defterdarlık» mansıbına çıkmış ve ihtidasından bir müddet sonra «vezâret»
mertebesine yükselmiştir. Eğer Karamânî Mahmûd Paşa, İranlı tabîb Lârî'nin (59)
rekabet maksadıyle olan tedbirlerine uymamış olsaydı, mühtetedî tabibin tecrübe
ve ilmi, belki II. Mehmed'in hayatının son günlerini uzatırdı. Kezalik aslen İranlı
olan Kutbü'd-dîn, ilk defa olarak —her iki cinsten esirlerine sarfettiği— ayda iki
bin akçe maaş ile Mehmed'in tıbbî meclisine riyaset etmiştir (60). Şükrullah-ı
Şirvânî Kur'ân tefsiri vesâir eserleriyle, Atâu'llah riyaziyeye müteallik mâlûmâtıyle Pâdişah'ın teveccühüne mazhar olmuşlardır. Şehzade Bâyezîd'in muallimi
İranlı (Türk; hazırlayan) Alî Kuşçu, Mîrim Çelebi ve Alî Kuşçu'yu şerheden Kara
Sinan, yine riyaziye ve tabiî ilimlerde mümtaz şahsiyetler olmuşlardır (Not: 38 ve
39). Nihayet Hüseyn-i Tebrîzî dahî recîb ta-vırlarıyle ve ilmiyye Sultân
Mehmed'in teveccühüne nail olmuştur (Not: 40)'.
Meşâyîh. Sofralarında Fâtih'e refaket eden ve Kur'ân âyetleri ve Peygamber'in hadîslerini tefsir eden, askerî teşcî eden meşâyîhden Kostan-tiniyye
muhasarasında (Hz. Eyyûb'un kabrini keşfeden ve Mehmed'in Tercan
muharebesinden evvel rüyasını (Not: 41) tâbir etmesiyle malûmumuz bulunan
Ak-Şemseddîn'i tabîb, mûsıkî-şinâs, müellif olmak nokta-i nazarından da
tanımaklığımız kalır (Not: 42). Ak-Şemseddîn Osmancık'ta Şeyh-i Âzam
Bayram'dan, Haleb'de Şeyh Zeynü'd-dîn Hâfî'den —ki ikisi de kendi namlarıyle
anılan birer tarikat kurucusudurlar— ta'lîm eylediği hikmet-i sûfiyyeye dört
şakirdi ile yedi oğlunu intisap ettirdi. Bunların yedisi de Mehmed isminde idiler;
en genci —yukarıda dahî zikri geçtiği veçhile— «Hamdî» mahlâsıyle Yûsuf vü
Zelîha manzum hikâyesini tertîb etmiştir. Ak-Şemseddîn yedi defa hacca
etmiştir. Ondan sonHacı Baba Kâflye'yi şerh ve Mısbâh' (?)ı tahrîr eylemiştir. Avâmil ile diğer nahivle
ilgili eserler ve Şemsiyye-i Teftazânî üzerine bir şerhin sahibidir. Şakaikü'nNu’ınâniyye, Sa'dü'd-dîn, Âlî.
(56) Altuncu-zâde, yahud Kuyumcu-zâde.
(57) Hekîm Arab.
(58) Hekîm Ya'kûb.
(59) Şakaik ve Alî.
(80) Kezalik.
(55)
202
HAMME
R
ra Göynük'e çekilmiştir. Mezarı birçok ziyaretçi çeker. Bu zâtın rakibi (61) Ebû'lVefâ'dır ki, Fâtih onun şerefine bir cami binâ ettirmiştir. Osmanlı târihinde şiir ve
mûsikîye vukufu ve —inzivâgâhında Pâdişah'ın kendisini ziyaretini men' ile isbât
ettiği— ulüvv-i tab'ı ile müzkûrdur (62). Hekîm mutasavvıf Şeyh Hacı Halîfe,
İslâm'da işlerin İrâde-i İlâhiyye'ye bırakılmasının makbul ve bâtıl suretlerine dâir,
yâni «Cebr-i Münakkah ve Cebr-i Mukalled» hakkında bir kitap te'lîf etmiştir.
Şâirlerden bahsederken İlâhî ve Gülşenî'yi yâd etmiştik. Nihayet Halveti
dervişleri şeyhi Hacı Çelebiden bahsetmeliyiz. II. Mehmed'in irtihâlinden sonra
veraset hakkının kime âit olduğunu bu zât tâyîn etmiştir. Şehzade Cem'e yalnız
vezîr-i âzam Karamânî Mehmed Paşa müsâid idi. Hacı Çelebî ona muhalefetle
Bâyezîd tarafını tuttu ve kendisine mensûb olan Karaman dervişlerinin ve
şeyhlerinin arasını bulmuştur; ikisi de Karamanlı olan bu iki iktidar sahibinin
ihdas ve tahrik ettikleri mes'ele Hacı Çelebî'nin istediği gibi hallolunarak, Şeyh
Vezîr'e galebe etmiştir (63),
(61)
(62)
(63)
«Ak-Şemseddîn kadar ma'rûf ve muhterem» mânâsına alınmalıdır (Mütercim)
şakaik, Sa'dü'd-dîn, Âlî s
Şakaik, Sa'dü'd-dîn, Âlî.
ONDOKUZUNCU KİTAP
Bâyezid'in İstanbul'a gelmesi, cülusu. — Biraderi Cem'in bir
harbden sonra Mısır'a firarı; dönüp tekrar muharebesi. — Cem'in
mağlûb olarak Rodos'a ilticası. — Esîr olarak Fransa'ya i'zâmı. —
Napoli'de zehirlenerek öldürülmesi.
Vezîr-i âzam Nişancı Mehmed Paşa, Sultân II. Mehmed'in vefatını —meşru
vârisin gelişine kadar— askerden, payitahttan saklamağa teşebbüs etti. Bu
cür'etkârca tasavvurunun başarısızlığa uğraması, velîahdin saltanatından, vezîr-i
âzamin hayatından mahrum kalmasını icâb ettirebilirdi. Nişncı, hatâsını kaniyle
ödedi; tabiatiyle bu hususta şikâyete de hakkı olamazdı.
Fâtih, son nefesini verince, na'şı kapalı bir araba içine konularak ve etrafını
ber-mu'tâd muhafızlar çevirerek —sıhhatinin iadesi için pâyitaht-da istirahat
edecekmiş gibi— İstanbul'a nakl olundu. Vezîr-i âzam bir taraf dan da mâbeynci
(1) Keklik (2) Mustafa'ya gizlice ta'lîmât vererek, Fâtih'in büyük oğlu olan
Amasya valisi Şehzade Bâyezîd'e göndermiş idi; lâkin bu resmî teşebbüsü icra
ettiği sırada, Şehzade Cem'i büyük kardeşinin yerine tahta çıkarma sebeplerini
hazırlamak maksadıyle mahremlerinden bir adamı Karaamn'a gönderdi. Vezîr-i
âzam teşebbüsünde daha ileriye gitti; Şehzade Cem'e muhabbeti sebebiyle
İstanbul kapılarıyle ordunun bulunduğu Anadolu sahilinin medhallerini kapattığı
gibi, payitaht ile askerin haberleşmesini önlemek için bütün gemileri tevkif
ettirdi. Acemi oğlanlarına, yâni Yeniçerilik için ta'lîm edilmekte olan askere —
Or-dugâh-i Hümâyûn yakınındaki Fil Çayırı Köprüsü'nün (3) (Not: 1) tamiri
bahanesiyle— İstanbul'u terk etmek üzere emir verildi. Pâdişâhın vefatı haberi
bunlardan şüyu' bularak Anadolu tarafındaki asker arasında yayıldı. Bunun
üzerine Yeniçeriler toplanarak alenî isyan çıkardılar; Pendik önünde demir
üzerinde birkaç gemiyi zaptederek Üsküdar'a yanaştılar; oradan İstanbul'a
geçerek Yahûdîler'in, zengin ahâlinin hanelerini
(1)
(2)
(3)
«Hicâb-ı bâb-i saâdet-meabdan», Sa'dü'd-dîn; «Hademe-i hâssadan», Haber-i Sahîh
(Mütercim).
Neşrî ve Sa'dü'd-dîn, Âlî «Leylek Mustafa» diyor.
«Pil Çayırından akan nehir üzere yapılan Nesbene (?) köprüsü» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s.
3. (Tertîb hatâsına uğrama ihtimâli sebebiyle, doğrusu «Nisbe-tiye» olabilir.
Mütercim),
204
HAMMER
yağma ettiler; bü yağmalardan1 sonra da vezîr-i âzami öldürdüler. İşte Karamanlı
Mehmed Paşa'nın netîce-i hâli buna müncer olmuştur. Mehmed Paşa kanıyle bir
yol çizmiş oldu; haleflerinin birçoğu o yolda kendisini tâkib edecektir. Şu
muhataralı zamanda —Fâtih'in yokluğu esnasında İstanbul hükümet ve
muhafazasına bırakmak üzere Silifke'den getirtmiş olduğu— İshak Paşa, idarî
işlerine eline aldı. Vezirler tarafından kendisine tam selâhiyet verilerek bu sırada
gösterdiği metanetle, hiç olmazsa muvakkaten âsâyîşi iade etmeğe muvaffak
oldu. İsyan şundan dolayı daha ziyâde korkunçlaşıyordu ki, sarayda Fâtih'in iki
torunu vardı: Biri Bâyezid'in oğlu Korkud, diğeri Cem'in oğlu Oğuz Hân. Bu iki
şehzade, II. Mehmed'e —kendi oğullarının sadâkatini te’ınîn etmek üzere— rehin
hükmünde idiler. Korkud henüz çocukluk çağından çıkıyordu; Oğuz Çocuk idi;
çünkü babası 22 yaşında bulunuyordu. Karamanlı Mehmed Paşa dâima Şehzade
Cem tarafını tuttuğu içindir ki, ordu daha ziyâde kolaylıkla Şehzade Bâyezîd
tarafını tuttu. Binâenaleyh 886 Rebî'ü'l-evvel'inin beşinci günü (4 Mayıs 1481)
Bâyezid'in yokluğu devresi için kaim-i ma-kam-i saltanat ilân olundu (Not: 2).
Fâtih'in irtihâli haberini Şehzade Cem'e ulaştıracak olan adam —Bâyezid'in
bir hemşiresi (4) ile evlenmiş olması yüzünden, menfaatleri onunla müttehid
olan— Anadolu Vâlîsi (beğlerbeği) Sinan Paşa tarafından tevkif ve idâm olundu
(5). Bâyezîd'e gönderilen nâme-res (mektupçu; ulak) yüz altmış fersah mesafeyi
sekiz günde kat ederek Amasya'ya (Not: 3) vâsıl oldu (6). Keklik Mustafa'nın
gelişinin ertesi günü (7) (13 Rebî'ü'l-evvel 886 Pazar) Bâyezîd dörtbin süvariyi
yanına alarak İstanbul'a müteveccihen yola çıktı. Dokuz gün sonra Üsküdar'a
vardı. Rumeli ve Anadolu arasında denizin üzeri birçok sefinelerle Örtülü idi (8).
Devletin ile(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
«Lâbeveyn», iki taraftan olacaktır (Mütercim).
Sa'dü'd-dîn, s. 433, Viyana İmparatorluk ve Kraliyet KütÜbhânesi, nu: 122.
Sa'dü'd-dîn'e nazaran Keklik'deki mektûb erkân-i devlet tarafından idi, yalnız
Karamânî'nin değil. İkincisi, Hoca’nın «kebg-i kühsârî» (dağların kekliği)ye teşbih
etmeyi unutmadığı Keklik Mustafa —ki İstanbul'dan Fâtih'in vefatı târihi olan 4
Rebi'ü'l-evvel perşenbeden sonra çıkmıştı— Amasya'ya sekiz günde değil, Rebî'ü'levvelin sekizinci günü vâsıl oldu (Mütercim).
Sa'dü'd-dîn, Bâyezid'in Keklik Mustafa'nın gelişinden üç gün sonra (İstanbul basımı,
c. 2, s. 4, dördüncü gün) hareket ettiğini yazar; lâkin bu ifâde Bâyezid'in 21 Rebî'ü'levvel 886'da (20 Mayıs 1481*de) Üsküdar'a varması ile uyuşmaz. (Keklik'in
Amasya'ya vusulü, 8 Rebîülevvel; Bâyezid'in hareketi, 11 perşenbe veyahut 12 cuma,
Üsküdar'a vusulünü müteâkib Üsküdar'dan İstanbul'a geçiş 21, pazar. Hoca'dan
aldığımız doğru hesap budur. Bunda tenakuz yoktur. Mütercim).
«Gemilerden deniz görinmez oldı; sefîneler kürek küreğe birbirine çat-dılar; askerün
elbise-i rerjıgârenginden rûy-i derya sebze-zâde döndi; ge-milerün serenleri serv vü
şimşâd görindi. Sa'dü'd-dîn. Mütercim.
OSMANLI TARİHİ
205
ri gelenleri, askerin reisleri yeni pâdişâha arz-ı ta'zîmâta geliyorlardı. Bununla
beraber Yeniçerilerle dolu sandallar iki tarafdan pâdişâhın kadırgasını sardılar.
Hamza Beğ'in oğlu Mustafa Paşa'nın uzaklaştırılmasını pâdişahdan taleb eden
karışık sesler işitildi. İshâk Paşa, kendisinin istediği vezîr-i âzamlık makamı
Mustafa Paşa'ya nasîb olur korkusuyla, rakibini Yeniçeriler'e maaşlarının
artırılmasına muarız olarak bildirmişti. Bâyezîd korkarak, daha karaya ayak
basmadan Yeniçeriler'in bütün istediklerini yerine getirdi. Gegbüze (Gebze)
yakınındaki asker arasında intizâmı sağlayabilmek ümidiyle veziri Mustafa'yı
Anadolu'ya gönderdi 9). Bu tedbîrlerden sonra başına siyah bir kavuk koyarak ve
siyah renk--e keten elbise giyerek payitahta girdi (10). Saray kapısına gelince
harb safı üzere durmuş olan Yeniçeriler zabitleri vâsıtasiyle bir arz-i hâl verdiler.
Bundan Nişancı Mehmed Paşa'yı idâm ve şehri yağma etmiş olmalarından dolayı
ma'zeret arz etmekle beraber (11) mu'tâd suretinde değilse bile «bahşiş-i
fevkalâde» suretinde tahsisatlarının arttırılmasını istiyorlardı. Pâdişâh buna da
müsâade etti. Yeniçeriler'e verilen cülus bahşişinin ikinci misâli budur. Şu vak'a
tesadüfi gibi görünmekle beraber Bâyezid'in saltanatından itibaren muntazam bir
şekil alarak 1774 (1187) senesine kadar her saltanatın bidayetinde tekerrür
etmiştir. Bunun için sarf edilen akçeler devlet masrafları sırasında ve
Yeniçeriler'in gelirleri meyânında görülür (12). Bu âdeti ilk defa II. Mehmed
koymuş ve her saltanat değiştikçe bahşişin miktarı artmıştır. Şu akçe her ne kadar
bu münâsebetle Roma alaylarına tevzî olunan muazzam meblâğların derecesine
asla varmamış ise de, devletin mâliyesini harâb edecek kadar külliyetli idi. Bu
seyyianm kabulünden üçyüz sene sonradır ki, Sultân Ab-dülhamîd (-i Evvel)
Rusya muharebesi sırasında defaten lâğvetti (Not: 4). Bâyezid'in Yeniçeriler'le
muamelesi Klodius'un hâssa askerleriyle muamelesine benzer: Zaafının reddi
kaabil olmayan delilini bizzat imza ve Yeniçeriler'in hükümdarların intihabı
hususunda kendilerine verdikleri imtiyazı bir dereceye kadar tasdik etmiştir. Bu
meş'ûm muvafakat, o intizamdan çıkmış mağrur askeri her yeni saltanatta aidatını
artırmağa teşvik eylemiştir. Bâyezid'in İstanbul'a duhûlünün ertesi günü (22
Rebî'ülev-vel 886 — 21 Mayıs 1481) cenaze alayı icra olunmuş ve namazda Şeyh
Ebû'l-Vefâ imamet etmiştir. Bâyezîd vüzerâ ve ümerâ ile birlikte bizzat tâbutun
altına girmiş ve na'ş, II. Mehmed tarafından inşâ olunan camiin
(9) «Mustafa Paşa kayıkla Üsküdar'a geçirildi, Sa'dü'd-dîn. (Mütercim).
(10) «Sultân Bâyezîd matem libâsiyle şehre girdi. İmameleri semle idi: beğ-ler, paşalar,
ağalar semle kuşak sarmup mâtem-gîrlikde pâdşâha mu-tabaat eylediler.» Sa'dü'ddîn (Mütercim).
(11) Cürümlerini «Ban-i isyan mîzend nâkus-i istiğfâr-i mâ» sözünün tam karşılığı olarak
cebren affettirdiler, Habe^-i Sahîh, c. 4, s. 3. (Mütercim).
(12) Maurace d'Ohsson, 7, s. 122.
206
HAMME
R
arkasındaki türbeye kadar bu suretle götürülmüştür. Defin merasimi birçok
sadakalar dağıtılmasıyle sona erdikten sonra, bütün saray halkı matem elbiselerini
çıkararak en muhteşem libaslariyle pâdişâha ta'zîmât arz etmişlerdir. İshâk Paşa
vezîr-i âzamlık mesnedine tâyîn ve pâdişâhın Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken
Anadolu'ya gönderdiği Mustafa Paşa Manisa Çelebisinin azliyle münhal olan
vezârete yükseltildi (13). II. Mehmed'in koyduğu kanun devletin saltanat
tahtındaki hükümdarın biraderlerini idama dâir olan fıkrası, Bâyezid'in cülusunda
tatbik olunamadı. Yeni pâdişâhın kardeşi yalnız Şehzade Cem idi. O da
pâyitahtdan uzak olmakla beraber sâde hayâtını muhafazaya değil, saltanat tahtı
için münazaaya hazır görünüyordu. Avrupaca daha ziyâde «Zizim» nâmıyle
mâruf olan Şehzade Cem, zâten sâhib-i kalem ve şâir olmak sıfatıyle müstehak
olduğu ehemmiyet nazarlarını münhasıran sergüzeştiyle de celbetmeğe şayandır
(14). Şehzade —daha önce yazıldığı gibi— her türlü bedenî mü-mâresetde,
bilhassa güreşte mahir idi; lâkin ekseriyetle sefahat derecesine varan zevk
düşkünü bir yaşayışa kapılmıştı (Not: 5).
şâirleri meclisinden çıkarmazdı. Sarayında birçok şâirler yüksek
mansıblarda bulunuyorlardı. Ezcümle Hayder mühürdar, Sa'dî defterdar idi.
Pederinin irtihâli ve vezîr-i âzam Nişancı Mehmed Paşa’nın îdâmı haberi üzerine
Cem, sür'atle bir miktar asker toplayarak devletin kadîm payitahtını zaptetmek
niyetiyle Bursa üzerine yürüdü. Bâyezîd dahî eski lalası Ayâs Paşa kumandasında
ikibin çeriyi pişdar olarak Mudanya yolu üzerine gönderdi. Kendisi de ordusunu
toplamak üzere bizzat Üsküdar'a geçti. Ayas Paşa Bursa kaplıcalarında, Cem
askerinin kumandanı Gedik Nasûh Yıldırım Bâyezîd Cami ve türbesi yanında
tevakkuf eyledi. Bu iki kumandan şehre dâhil olabilmek üzere ahâlî ile müzâkereye giriştiler; ancak Bursalılar Yıldırım Bâyezîd evlâdının muharebelerinden dolayı uğradıkları felâketi hatırlayarak ve sonra Yeniçeriler tarafından
vukua getirilen İstanbul yağması safahatının Bursa'da da tekerrüründen korkarak,
iki tarafın da tekliflerini reddettiler. Bununla beraber Şehzade Cem askerine
zahire ve kuvve-i imdâdiye vererek, şu suretle hakîkî niyetlerini açığa vurdular.
Müteakiben Bursa hisarları altında bir muharebe vukua gelerek Yeniçeriler
mağlûb ve Ayas Paşa dâhil
(13)
(14)
Sa'dü'd-dîn, 3, 437. (Pâdişâh cülusunun üçüncü günü İshâk Paşayı vezîr-i âzam nasb
ile teskîn-i fesâd içün vürûdundan evvel virdiği terakkiyâtı kabul ve Mustafa Paşa'yı
Üsküdar'dan celb ile vezîr iderek Mağnisa Çelebisini medâris-i Osmâniyye'den birine
müderris ta'yln eyledi. Sa'dü'd-dîn (Mütercim).
Latîfî'nin Terâcim-i Ahvâl'ine müracaat, Şâber'in tercümesi, s. 62. Ahdî, Sehî, Riyâzî,
Kınalı-zâde tezkireleri. Cem'in Dîvân'ı Berlin Kraliyet Kü-tüphânesi'nde, Di ez'in el
yazıları mecmuâsındadır, nu: 129.
OSMANLI
TARİHİ
207
olduğu hâlde birçokları esîr oldular. Üç gün sonra Cem ordugâha vâsıl oldu;
şehir, kapılarını açtı. Cem'in ilk işi saraydaki hazîneleri muhafaza altına almak
oldu. Kendisini Osmanlılar'ın pâdişâhı ilân ederek sikke darbetmek ve nâmını
hutbelerde yâd ettirmek hükümdarlık hakkının istimaliyle saltanatının icrasına
başladı. Şehzade onsekiz gün bu saltanat hayâlinden müsterîhâne istifâde etti.
Lâkin müteakiben haber aldı ki Bâyezîd bütün ordusuyla yürüyüp gelmektedir.
İstikbâline çıkmadan evvel pâdişâha bir sefaret hey'eti gönderdi. Hey'etin
me’ınûriyeti, Rûmili vilâyetleri Bâyezîd'e kalmak üzere Anadolu vilâyetlerinin
Cem'e terkini teklif ederek, aradaki nizâa' dostâne bir şekilde son vermeğe
çalışmaktı. Sefaret hey'eti Molla Ayâs, Hamdî Çelebi (15) ile Sultân I.
Mehmed'in kızı, Fâtih Sultân Mehmed'in halası, yeni rakibinin de büyük halaları
olan ihtiyar Selçuk Hâtûn-Sultân'dan mürekkeb idi. Selçuk Hâtûn Cem lehinde
Bâyezid'in kardeşlik hislerini tahrike çalıştı (16). Bâyezîd «Lâ erhâm beyne'lmülûk» (Melikler arasında merhamet yoktur) Arabça darb-ı meselini söylemekle
iktifa etti. Ondan sonra kendi askerinin miktarından ziyâde kardeşinin ordusunda
bir hıyanete istinâd ederek Bursa üzerine yürüdü: Çünkü Cem'in baş-mâbeyncisi
(lalası) Aştin-oğlu Ya'kûb Beğ'e gizlice gönderdiği mektupda, Şehzâde'nin
Karaman'a ric'atine mâni olarak Yenişehir sahrasında muntazır kalmağa ikna'
etmek üzere yüzbin akçe tahsisat ile Anadolu beğlerbeğiliğini va'd etmişti (17).
Ya'kûb bu teklifin cazibesine kapılarak Cem'i ric'at etmemeğe karar verdirmişti.
Felâketin tamamlayıcısı olmak üzere Cem, ordusunu iki fırkaya taksim etti:
Birincisini Gedik Nasûh kumandasıyle İznik'e gönderdi; ikincisinin kumandasını
bizzat alarak Yenişehir üzerine ric'at etti (18). Bununla beraber, Bâyezid'in büyük
oğlu olup Fâtih zamanında Manisa valiliğinde bu(15)
(16)
(17)
(18)
Şükrullah oğlu Ahmed Çelebi; Sa'dü'd-dîn. (Mütercim)
Selçuk Hâtûn padişahın elini öptükten sonra «Can beraber birader kanını dökmekten ve
İslâm arasında cenk çıkarmaktan ise Rûm iü ile iktifa idiniz; Cem de bundan sonra size
muhalefet itmez» didiyisede Bâyezid'in cevâbı bu darb-ı meselin hükmünü gösterdi
Mütercim).
Mektub Bâyezid'in emri ile gönderilmiş ise de bizzat pâdişâh tarafından değil, Ya'kûb'un
âşinâları tarafından yazılmış idi. Yüzbin akçe mah-sûllü karyeler temlik olunacaktı.
(Mütercim).
Neşrî'ye nazaran Yenişehir'e azîmet nasihati Fenârî-zâde Hasan Çelebi tarafından
verilmiştir (varak: 239). Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde İdrîs ve Neşrî'nin rivayetini naklederler.
(Fenârî-zâde Çelebi ve nasihati —kötü neticesini bilerek vermiş, Şehzâde'yi kasden iğfal
eyelmiş olduğu hâlde Sa'dü'd-dîn'in «Güzîde-i mevâlî-i Rûm, câmi-i iştât-i ulûm»
vasıflariyle tavsif etmiş olması mes'ûliyetini tezyîd eder. Râvînin eteğinde arpa var gibi
göstererek hayvanı aldattığı için— ondan aldığı hadîsleri çizen imâmı Muhakkak ile böyle
âdî politikacılık eden âlimi düşünmelidir!... Mütercim).
208
HAMME
R
lunan Şehzade Abdullah, askeriyle babasının ordusuna iltihâk etmişti. Abdullah
Cem'in Bursa üzerine yürüdüğünü haber alınca evvelâ oraya yönelmişti, lâkin
Ayas Paşa’nın mağlûbiyetini işittikten sonra Balıkesrî üzerine ric'atle Marmara
sahillerine inerek gemi ile Gelibolu'ya çıkmış ve oradan Kostantiniyye'ye,
Üsküdar, İzmit tarikiyle pederinin nezdine azimet eylemiştir (19). İznik duvarları
altındaki Dikili-taşta ordu kurmuş olan Gedik Nasûh, Anadolu beğlerbeği Sinan
Paşa serdarlığıyle gönderilen öncü kuvvetlerini görünce Azvad derbendine
çekildi. Beğlerbeğinin fırkası boğaza girerek Gedik Nasûh'un askerini bozdu ve
Yenişehir'e kadar tâkib etti. Bâyezîd dahî o gün bizzat İznik'e vâsıl olarak geceyi
Azvad Boğazlarında geçirip, sabahı Yenişehir'de göründü. İtalya seferinden
henüz avdet etmiş olan Kefe ve Otranto Fâtihi Gedik Ahmed Paşa orada
pâdişâha ta'zîmâtım arzetti. Ahmed Paşa, cülusundan evvel Sultân Bâyezîd'e
intisâb eylemiş olduğu gibi, bu defa da hizmet edeceğini te’ınîn ederek teveccühe
nail oldu. Böyle meşhur bir kumandanın iltihakı ve Cem ordusundan bir kısmının
bozulması Bâyezîd ordusu için fâl-i hayr olduğu halde, Yenişehir ovasında
vâdîyi sulayan nehrin sağ tarafında (26 Rebîülâhir 886/20 Haziran 1481 (20) bir
muharebe vukua geldi (Not: 6). Cem ordusunun bir cenahı Anadolu süvarilerinin
hücûmuyle büyük zayiata uğramış olduğu bir sırada Aştin-oğlu Ya'kûb kendisine
va'd olunan valiliği kazanmak arzûsuyle —Bâyezîd ordusunun nehirden geçişini
önlemek üzere— ordunun en güzîde kısmiyle hasmın mukabelesine gitmek için
Şehzâde'den ruhsat aldı. Cem'in muvafakatini alınca Bâyezîd üzerine yürüyor
gibi görünerek kumandasındaki askeri teslîm ve şu suretle pâdişâhın
muzafferiyetini te’ınîn etti. Muharebe sabahtan öğle vaktine kadar devam
etmişti; neticesi tezahür ettiği zaman Gedik Nasûh tarafından Bursa'da esîr
edilmiş olup şimdi firar fırsatı bulan Ayas Paşa Yeniçerilerinin koşuştukları
görüldü. Cem ordusunu teşkil eden Türkmenler, Karamanlar, Turgudlar,
Varsaklar arasında bozgunluk umûmî oldu. Saltanat davacısı dahî o kadar sür'atle
kaçtı ki, o gün gurûb vaktinde —muharebe mevkiine iki günlük mesafede olan—
Ermeni Derbendi'ne yetişti. Firarı esnasında bir at tekmesiyle bacağından aldığı
yarayı bağlamak için Oyucak'da (21) bekledi. Bütün gece yürüyerek ertesi gün
Eskişehir'e vâsıl oldu. Muharebede bütün hazîne ve eşyasını kaybetmiş olmakla
beraber kurtarabilmiş olduğu esvabı Ermeni Derbendi'nde Türkmenler tarafından
yağma edilmişti; o hâlde ki, mâbeyncisi (kapıcı-başısı) Sinan Beğ, gece
rutubetinden muhafaza için Şehzâde'ye kendi kepene(19)
(20)
(21)
Sa'dü'd-dîn, 3, 438.
Hammer'in Fransızcasında 26 Rebîülâhir olması tertîb hatası olacaktır (Not: 6'ya
bkz.) Doğrusu, 22'dir. Mütercim.
Sa'dü'd-dîn'de İvecik (yahut: Eyücek) (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
209
ğini verdi (22). Cem bir haftada Konya'ya vâsıl olarak (23) üç gün istirahat
ettikten sonra validesi ve haremiyle birlikte Suriye ve Mısır'a müteveccihen
azimet etti (1 cemâdi'l-ulâ / 28 Haziran). Bulgar Dağında (Bugünkü Bolkar
dağları) iken arkada kalmış olan bâzı firariler iltihak etti; lâkin Oyuz Beğ takımı
oralarını hasara uğratmakta olduğundan Şeh-zâde'ye hayli zararları dokundu,
birçok zahmet çekilerek ve bir takımına hakk-ı mürur (geçiş hakkı) ve bir
takımına istimâlet verilerek Şehzade Tarsus sahrasına çıktı. Tarsus hâkimi ve
daha sonra Adana'da Ramazan Hânedânı'ndan Türkmen Beği, firariyi ihtiram ile
karşıladılar. Mısır'ın Haleb ve Şâm beğlerbeğileri Şehzâde'ye felâketini
unutturmak için hizmetinde kusur etmediler; Şam'da üçyüzü bulan maiyyeti
halkıyle birlikte Kasr-ı Ablak'a konduruldu. Yedi hafta orada kaldıktan sonra
Kudüs'ü ziyaretle Hebron ve Gazze tarikiyle Kahire'ye vâsıl oldu. Bütün şehir ve
saray halkı istikbâle çıktılar (24). Şehzade Cem, Çerkeş hükümdarlarının vezîr-i
âzami demek olan Divitdâr (25) sarayına indirildi. Ertesi gün büyük teşrifatla
Sultân Kaytbay'ın sarayına götürüldü. Sultân, oğlu gibi kabul ederek, kucaklayıp
kemâl-i muhabbetle ellerini sıkdı ve teselli verdi; kendi saraylarından birini de
ikametine gösterdi (26). Yenişehir muharebesinden sonra, Bâyezîd kardeşini
izinden takibe başlamıştı. Ermeni Boğazı'na vardığında o tarafın Türkmenleri
huzuruna çıkarak —Şehzade Cem'in kaldığı gece üzerine hücum ile esîr etmek
derecesine getirmiş ve maiyyeti halkının eşyasını yağma etmiş olmalarından
dolayı— resim ve vergilerden muafiyetlerini taleb ettiler. Pâdişâh hareketlerini
tasvîb eder gibi göründü; müstehak oldukları mükâfatı almak üzere bâb-ı devlete
müracaatlarını tebliğ ettirdi. Birçoğu tama' sâikasıyle isbât-i vücûd ettiler. Fakat
gelenlerin hepsi tutulup asıldı. Bâyezîd bu hususta, biraderi Süleyman'ın
katillerine Öyle bir ceza tertîb etmiş olan Şehzade Musa'yı örnek alıyordu.
Sa'dü'd-dîn, Sultân Bâyezid'in bunlara şöyle hitâb ettiğini yazar:
—«Reâyânun selâtîn umûrına dahi ve taarruz ve vazîfesidür? Anlara
lâzım olan saltanat kime nasîb olur ise ribka-i itaatine rakabelerin
idhâldür; selâtîne reâyâ kılıç çekmek müstevcib-i nekâldür. İki vâris-i
mülk birbiriyile münazaa iderise ecnebî(22)
(23)
(24)
(25)
(26)
Yağmurluk gibi en üste giyilir bir libas. (Mütercim)
27 Rebî'ü'l-âhir .(Mütercim).
Gurre-i Şa'bân. Sa'dü'd-dîn. (Mütercim).
«Dividâriyyeye kondurdılar» (Sa'dü'd-dîn) Mütercim.
«Sultân-i Mısr bir şâhâne kâşanede kondırup küllî riâyetler eyledi; Ramazân giceleri
ekseriya iftara da'vet idüp inbisât gösterdi. Birlikde teferrüc iderleridi.» Sa'dü'd-dîn
(Mütercim)
Hammer Tarihi. C: U. 1-.: 14
210
HAMME
R
nün ne medhâli var? Erâzîl ve edânînün eâlîye sell-i seyf itmeğe ne eli
var?»
Bâyezîd Konya'ya vusulünde Filîbâd (Filâbâd olmalıdır. H.) ovasında durarak
Gedik Ahmed Paşa'yı Cem'in takibine me’ınûr ve Karaman eyâletini oğlu
Abdullah'a tefviz ettikten sonra, Iılgm tarikiyle İstanbul'a yöneldi.
Bursa'ya yaklaştığı sırada Yeniçeriler —ahâlînin silâh arkadaşlarına kapıları
kapamış ve Ayas Paşa'ya karşı Cem ordusuna yardım etmiş olmaları
bahanesiyle— şehri yağma etmeğe ruhsat istediler. Pâdişâhın buna mâni olması
üzerine bütün ordu isyan etti. Bâyezîd:
— «Cesur muhâribler! Bu şehri bana bağışlayasınız!» diyordu. Lâkin her söz
te'sîrsiz kaldı; her Yeniçeri'ye bin akçe ihsanı suretiyle belde için fidye-i necat
verilmedikçe intizâmın iadesi kaabil olamadı.
Gedik Ahmed Paşa, Cem'e yetişmeksizin Ereğli'ye vâsıl oldu. Orada dört
alayı Şehzade Abdullah'a bırakıp da dîvândaki vezirlik mevkiinde bulunmak üzere
İstanbul'a dönmek üzere emir aldı. Ahmed Paşa mağrur ve muannid olmakla
beraber II. Mehmed zamanında vezîr-i âzamlık mesnedinden ve birçok fetihlerde
bulunmuş olmasından dolayı böbürlendiğinden dolayı bu defa da Bâyezid'in
infialini celbederek, sarayda kapıcılar odasında hapsedildi. Buradan alelade ancak
katledilmeğe gidilirdi. Bununla beraber Sultân Bâyezîd vezîr-i âzam İshâk
Paşa’nın ricalarına ve Karaman'da âsâyîşin iadesi için Ahmed Paşa’nın iktidarlı
eline ihtiyaç olacağını hissetmesine binâen affedildi (27). Karaman Hânedânı'nın
son vârisi olan Kaasım Beğ, Karaman Beğlerbeği ve Şehzade Abdullah'ın
müşaviri Hadım Alî Paşa'yı Pervane sahrasında mağlûp ettikten sonra Konya'yı
muhasaraya gelmişti (28). Gedik Ahmed Paşa, vezîr Mustafa Paşa'nın telkinleri
üzerine hapsedildiği, ancak kendisine ihtiyaç olmasından dolayı hapisten
çıkarıldığını bildiği cihetle, hasmından parlak bir intikam almadıkça sefere gitmek
istemedi. Yeniçeriler'den yardım görerek Mustafa Paşa’nın tevkifini taleb etti;
muvaffak da oldu. Ondan sonra oğlunu sadakatine rehin olmak üzere bâb-ı
saltanatta bırakarak ikibin Yeniçeri, dörtbin Azab ile kapısı halkını alıp
Anadolu'ya teveccüh etti. Yaklaştığını bildiren haber üzerine Kaasım Beğ Konya
muhasarasını kaldırarak Taş-ili Kilikya'ya (Taş-İl) kaçmıştı. Ahmed Paşa ordusu
Karaman'da bulunan Osmanlı askeri ile birleşerek firârî Kaasım Beğ'i Silifke'ye
kadar tâkib etti. Lâkin zahirelerinin azlığı sebebiyle Hadım Alî Paşa'yı ordudan
ayırarak Mut'a gitmeğe icbar eyledi. Kaasım Beğ Tarsus üzeri-
(27)
06
(28)
İshâk ve Hersek-oğlu Ahmed Paşa şefâatleriyle afv olunarak vezâretde ibkâ* olındı.
Sa'dü'd-dîn (Mütercim).
Bofor'un Kaj-amania'sı, 213, 214.
OSMANLI TARİHİ
211
ne ric'at etmekte olduğu hâlde, bundan haber alarak Alî Paşa'ya hücum etmek
üzere döndü. Alî Paşa hasmın bu hareketini tahmin etmiş olduğu için Gedik
Ahmed'den imdâd istemeğe vakit bulabildi. Kaasım Beğ Osmanlı ordusunun
toplanan kuvvetlerine mukabelede âciz olmakla beraber ric'atini tamâmiyle
gizlemek için gece ordugâhında ateşler yakıp bırakarak, bulunduğu müşkil
mevkiden kendisini bu suretle kurtarabildi ve Tarsus yolunu tuttu. Suriye ve
Karaman hududu üzerinde Teke nehrine kadar faydasız bir şekilde hasmını tâkib
etmiş olan Ahmed Paşa, ondan sonra «İlmas» (29) kalesi üzerine dönerek yerle
yeksan edip ganimetleri askerine taksim etti. Bu aralık Alî Paşa Silifke kalesine
zahjire vermiş olduğundan Gedik Ahmed Paşa baharı beklemek üzere Lârende
kışlağına çekildi (30).
Mısır Sultânının sarayına iltica etmiş olan Cem, bu mecburi istirahattan istifâde
ile Mekke ve Medîne belde-i mukaddeslerini ziyaret etmek istedi (31). Dört ay kadar
Kahire'de kaldıktan sonra Mekke'ye (28 Şevval 886 / 20 Kânunievvel 1481) ve iki ay
sonra Ravza-i Peygamberî'ye azimet eyledi. Medine'ye 22 Zi'l-hicce 886/ 11 Şubat
1482 târihinde vâsıl olarak 21 Muharrem 887 /12 Mart 1482 târihinde Kahire'ye
avdetinde yeniden talihini tecrübe etmeğe davet olundu. Kendisini çağıranlar yalnız
Kaasım Beğ olmayıp II. Mehmed zamanında Yeniçeri ağalığında bulunan Ankara
Sancak-beği Mahmûd (32) dahî dâhil olmak üzere, büyük timâr ve zeamet
sahiplerinden birçokları da beraber idi; bunların cümlesi pederinin mirasını ele
geçirmek üzere hâl-i hâzırın müsâid vakit olduğunu arz eylediler. Cem, bunların
vaadlerine kapılarak Kahire'den ayrıldı ve altı hafta sonra Haleb'e ulaştı (18 Rebîü'levvel 887/6 Mayıs 1482). Mahmûd Beğ ile pâdişâh hizmetinden ve Ahmed Paşa'nın
kışlağından firar etmiş olan diğer şahısları orada buldu. Bâyezîd, bu meş'ûm haberi
alması üzerine —askerden bir kısmının firarını Ahmed Paşa'ya isnâd etmekte
bulunduğu cihetle— Paşa’nın Şehzade Abdullah'ı Kara-Hisar'a göndererek,
kendisinin huzuruna avdet etmesini emretti. Pâdişâh bizzat Anadolu'ya geçerek
Aydos sahrasında sancaklarını kurdu; ordunun muhtelif fırkaları orada toplanmağa
me’ınûr oldular. Bu aralık Cem Kilikya'ya vâsıl olmuştu. Adana'da Kaasım Beğ ile
mülakatında, onun muâvenetiyle kardeşinden saltanatı almağa muvaffak olursa
Kaasım Beğ'i ecdadının tah(29)
(30)
(31)
(32)
Ne Bofor, ne de Cihân-nümâ «İlmas» kalesinin mevkiini tâyin etmezler. Bu kale belki
Lamas (Latmus) nehri üzerinde kâindir; Bofor, s. 245.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 433. İdrîs, varak 122, 123. Solak-zâde, varak 67. Nuhbetü't.Tevârîh,
varak 107.
Osmanlı Hânedânı'ndan hacc edenler Şehzade Cem ile vezîr -i âzam İbrahim Paşa'nın
metrûkesi bulunan, Sultân I. Mehmed'in bir kızmdan ibarettir. M. D'Ohsson'a mür., 3, s.
256.
Engüriye Beği Ttabzonlı Mehmed Beğ. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 219.
212
HAMME
R
«ma iclâs ve II. Mehmed'in aldığı vilâyetleri iade etmeyi te’ınîn ile taahhüd
eyledi. îki prens kuvvetlerini birleştirerek Ereğli üzerine gittiler. Oradan Cem,
mâbeyncisi Sinan Beğ'i sulh teklifleriyle Ahmed Paşa'ya gönderdi. Bundan
maksadı Ahmed Paşa'yı kendi tarafına celbetmekten ziyâde, onu gaflet hâlinde
bulundurmaktı; çünkü öteden buraya kaçmış olan Mahmûd Beğ Gedik Ahmed
Paşa ile Şehzade Abdullah'ı ansızın ele geçirmek için bir süvârî firkasıyle Sinan
Beğ'i tâkib ediyordu. Ahmed, Pâdişah'ın emirlerine uygun olarak Lârende'den
çıkmış ve Konya'da ordu kurmuştu. Oradan Şehzade Abdullah'ı Kara-Hisar
kalesine gönderecekti. Çukur-Çimen yaylalarında Cem süvarisinin kumandanı
Mehmed ile Ahmed Paşa birbiriyle tutuştularsa da, her iki taraf için kat'î bir
netice hâsıl olmadı. Bu müsademeden sonra Ahmed ric'at hareketine devam ederek Seyyîd Gazî'de pâdişâh askerine mülâki oldu. Cem ile Kaasım Beğ Konya
önüne vararak her taraftan muhasara etmiş idiler (18 Rebîü'l-âhir / 6 Haziran
1482). Ancak Alî Paşa’nın cesurca müdâfaası şehri hücum ile almaktan
muhâsırların ümîdlerinin kırılması üzerine Mahmûd Beğ —Ankara'da bırakmış
olduğu zevce ve çocuklarını almak için— bin atlı ile Ankara'ya kadar gitmeğe
Şehzâde'den ruhsat istedi. Ankara'ya vardığında, bunların Pâdişah'ın emri üzerine
İstanbul'a nakledilmiş bulunduğunu haber alarak kedere kapıldı. Bu infial üzerine
—Amasya Beği olup Bâyezîd ordusuna iltihak etmek üzere Ankara yakınlarından
geçmekte olan— Süleyman Paşa'nın üzerine atıldı. Mücâdelenin neticesi (33)
Mahmûd Beğ hakkında vahîm olarak, kesilen başı Pâdişah'a gönderildi. Cem,
Süleyman Paşa'yı ansızın vurmak için o tarafa azimette sür'atli davrandıysa da,
muharebenin vukuundan iki gün sonra Ankara'ya gelebildi. Şehzade orada
Pâdişâhın yaklaştığını haber aldı. Ordusu korkuya kapılıp dağılarak, kendisi de
ikinci defa olarak Taş-ili'ne doğru kaçtı. Beşbin güzide süvârî ile takibine
me’ınûr olan İskender Paşa Aksaray'a kadar hasımdan eser görmedi. Orada
Cem'in Ereğli'ye gittiğini haber alarak, o da Ereğli'ye gitti. Lâkin Ereğli
yakınında bir sazlık içinde kaldığı gece atlar ürkerek topluluğu târ-mâr
olduğundan dağlıktan ileri gecem ey ip Pâdişah'ın gelişini bekledi; Bâyezid'in
Ereğli'ye gelişinde Cem'in Karaman-oğlu ile birlikte Taş-ili'ne tahassun ettiklerini
arz etti (34). Sultân Bâyezîd, Sekban-başı'yı (35) Cem'e göndererek, bir i'tilâf
sureti kararlaştırılmak üzere elçi göndermesini tebliğ etti. Cem, evvelâ Lalası
Cinân Beğ'i, sonra defter---------------------------- ,——4
(33)
(34)
(35)
Muharebe Çubuk Ovası'nda vuku bulmuştu. Müverrihin «Mahmûd» dediği Sa'dü'ddîn'in İstanbul baskısında hep «Mehmed»dir. (Mütercim)
Sa'dü'd-dîn, 3, s. 415. Sismondi sehven, 16 Haziran 1482'de Cem'i Konya yakınında
Serviçe'de bozduğunu yazar. (Sismondi'nin yazdığı Çubuk Ova-sı'ndaki muharebe
olmak ihtimâli vardır. Mütercim).
Sa'dü'd-dîn, «Koca Sekbân-başı» diyor (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
213
dârı Mehmed Beğ'i göndererek, bunları Anadolu'dan bâzı eyâletlerin kendisine
terki şartıyle sulh müzâkeresine me’ınûr eti. Bâyezîd, elçilere Bah-şâyiş ve
İmâm Alî (36) vâsıtasiyle :
— «Arûs-i devlet iki rakîb arasında kaabil-i taksim olmadığından, atımın
ayaklarını ve libâsınun eteğini hûn-i ma'sûm-i müslimîn ile lekedâr itmeyerek
Kudüs'de vâridâtıyile sükûn içinde imrâr-i hayât itmesini» cevaben tebliğ eyledi
(37). Bu teklifler reddolunmasıyle Hersek Ahmed Paşa Anadolu süvarileriyle
Kilikya'ya girdi. Cem, henüz vakit müsâid iken bir ilticâgâh aramak lüzumuna
kaani olarak, bu hususta Karaman oğlu Kaasim Beğ ile müzâkere etmişti (Not:
7). Kaasım Beğ, Şehzâde'nin İran'da yahut Arabistan'da ilticâgâh aramak
tasavvurunun aleyhinde bulunarak, I. Bâyezid'in oğlu Mûsâ gibi Rûm-ili
vilâyetlerini kendi lehine ayaklandırmak üzere Avrupa tarafına firar etmesini
tavsiye etti (38). Cem, bu re'ye tâbi olarak mahremlerinden aslen Frenk olan
Süleyman'ı hediyeler takdîm etmek ve kendisinin kabulüyle beraber Rûm-ili'ne
geçmesi vâsıtalarının tedârikini taleb etmek üzere Rodos Üstâd-ı Âzam'ına
gönderdi.
Cem'in elçisi, Rodos şövalyeleri tarafından resmî bir karşılama töreniyle kabul
edildi. Sefîr çekildikten sonra, me’ınûr olduğu husus Şövalyeler Meclisi'nde
müzâkere olunarak, Müslüman Şehzadesinin taleblerinin kabulü tarîkatin haysiyyet
ve siyâseti iktizâsından olduğuna karar verildi (39). Bu müzâkereler esnasında, Cem
—yanında yalnız otuz kişi olduğu hâlde— Kilikya sahillerinde Korkos (Korikus)
limanına (40) vâsıl ve Rodos'tan gelecek olan cevâbı beklemek üzere bir Karaman
gemisine
(36) Bahşâyiş Ağa oğlu İmâm Alî. Sa'dü'd-dîn. Hammer, bu ismi sehven iki adam zanneder.
(Mütercim).
(37) Sa'dü'd-dîn, 3, 446. Kaorsin (Caorsin)'e nazaran: «Pollicetur Bagyazit 200 millia
nummoru mregium supellectilem, pueros viginti, si extra regni fines deget.» (Sa'dü'd-dîn'in
ibaresi şudur: «K'şver-i Rûm bir serpûşide 'Arûs pür nâmüsdur ki iki dâmâd hutbesine tâb
getürmez ve müşareket kahrın götürmez. Birader kerîm-i kereminüz böyle iltimas iderler
kim yed-âmuzlar sözin gûş itmeyüp bîhûde yire semm-i semend-i ikdâmgeri fersude ve
dâmen-i ismetinüzi bunca musülmânlarun hûn-i nâ-hakkıyile sûde itmeyesiz ve izz ü
saâdetile Kuds-i Şerîf mücâveretini ihtiyâr idüp ol arz-i mukaddesede ârâm idesiz ki
şimdiye dek hızâne-i âmirenüz varidatı ne ise her sâl huzûr-i şerîfinüze irsal itmeği
taahhüd buyurmış-lardur.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 22. Mütercim)
(38) Karaman-oğlu'nun maksadı bu idi ki: «Rûm-ili canibinde fetret zuhuri Hudâvendigâr
Hazretleri»nün ol tarafa teveccüh buyurmaların icâb it-meğile kendüsi ferâğ-i hatır ile
Karaman vilâyetme destres bulmağa ka-adir ola.» Sa'dü'd-dîn, a.g.e, s. 21 ve 22.
(Mütercim).
(39) Senatus consultum: «Regem excipiendum, alendum, fovendum.» Caour-sin. (Metnin
me'hazıdır.)
(40) Sa'dü'd-dîn'de Gerküs, s. 23 (Mütercim).
214
HAMME
R
binmişti (Not: 8). Ertesi gün (3 Cemâdü'l-âhırî 887/20 Temmuz 1482) Anamur
açıklarında elçinin sefinesi göründü. Sefîr, Üstâd-i Âzâm'ın ruhsatnamesini
getirdiği gibi, Cem'i almak üzere Kastil dâ'î-i kebîr'i Don Alvarez Dö Zoniga
kumandasında gönderilen bir donanma ile birlikte geliyordu. Şehzade bir
müddetcik Süleyman ile istişare etti. Süleyman, üstâd-i Âzam'ın ifâdesinin pek de
i'timâda şâyân görülmediğini söylediyse de Cem tarîkatin kadırgalarından birine
binmeğe karar verdi ve üç gün yol aldıktan sonra (Not: 9) Rodos'a vâsıl olarak
büyük ihtiramlarla kabul olundu. Şehzadenin gemiden at üzerinde çıkabilmesi
için sahilden kadırgaya onsekiz kadem uzunluğunda ve dört kadem genişliğinde,
kıymetli kumaşlarla örtülmüş bir köprü uzatılmıştı. Karaya çıkınca, maiyyetinde
gelmek üzere şövalyeleri kendisini bekler buldu. Alayın geçeceği sokaklar
kaliçelerle, çiçeklerle, mersin dallarıyle müzeyyendi; pencereler, balkonlar merak
sâikasıyla temâşâ için toplanmış rengârenk elbiseleriyle parlıyordu; dirâçeler
temâşâ edenlerin sıkletiyle sarsılıyordu. Yortu rubası giymiş hademe ve
muzıkacılar önden yol açmakta ve Fransız şarkıları söylemekteydiler. «Hieruzu
Lömiten» denilen delikanlılar ipekli libâslariyle onları tâkib ediyorlardı. Nihayet
solunda Üstâd-i Âzam ve arkasında tarikat erkânı bulunduğu hâlde Şehzdâe
geliyordu. Azîz Etienne meydanına varıldığında Üstâd-i Âzam Dö Busson işaret
parmağını üç defa göğsü üzerine koyarak Şark usûlünde Şehzâde'yi selâmladıktan
sonra sağ elini uzattı. Yol esnasında tercüman vâsıtasiyle konuşarak —
Şehzâde'nin ikametine tahsîs olunan Fransız Lisanı (41) sarayına kadar refakat
etti (Not: 10). Şehzâde'nin mahremlerinden Alî Beğ Cem'in eşyasını, zevcesini,
çocuklarını, bütün maiyyeti halkını Kilikya sahilinden alıp getirmek üzere bir
kadırga ile Kaasım Beğ'e gönderildi (42). Bir müddet av, cirid oyunu, muzıka
Şehzâde'yi meşgul etti. Müteakiben sefîr geldi (M.İ. 1). Biri Karaman Valisi
tarafından geliyordu; diğeri vezîr Ahmed Paşa'nın bir mektubunu hâmil" olarak,
69 Tarikat sulh akdi için elçi gönderdiği takdirde uzun bir müddetle musalehâ
edileceğini beyân ediyordu. Üstâd-i Âzam ve tarikat erkânı, menfaatlerini ve
misafirperverlik vazifelerini na-zar-i i'tinâya alarak ve Cem'in iadesi teklif
olunacağı muhakkak olup, buna muhalefet edilse bile, hançer veyahut zehir
kullanılması suretiyle dâima hayâtının tehlikede bulunacağını düşünerek,
Şehzâde'yi adadan uzaklaştırarak tarikatın Fransa'da bulunan malikânelerinden
birine gönderilmesine karar verdiler (43). Bununla beraber Üstâd-i Âzam Cem'in
tahta
(41)
(42)
(43)
Yukarıda dahi yazıldığı üzere, Şuvalye Tarikatı milliyet üzerine şubelere ayrılmış olup,
her şubeye «Lisan» (Langue) tâbir olunurdu. (Mütercim)
Sa'dü'd-dîn, 3, s. 446.
Kaorsin (Caoursin), Verto, 1, 7. (Merdliği kimseye vermeyen Şövalyeler'in Şehzâde'yi
kabûı için söz vermeleri, onu ellerinde bulundurup da Pâdişâh'
0008
OSMANLI TARİHİ
215
çıkması ihtimâline binâen, Şehzade ile bir ahid-nâme imza etti ki, bununla Cem
Osmanlı memleketlerinde bütün limanlan tarîkatin donanmalarına açık bulundurmayı,
her sene üçyüz Hıristiyan'ı bedelsiz âzâd etmeyi, kendisi için edilen masraflara
mukabil yüzellibin duka vermeyi taahhüd ediyordu (44).
1482 Ağustos'unun son günü Şehzade Cem, otuz hademesi ve esaretten satın
alınan haylî Türkler'le birlikte Üstâd-i Âzam'ın yeğeni Şövalye Blanşfor'un (M.İ.
2) kumandası altında bulunan bir gemiye binerek, gemi 1 EylüTde demir aldı
(Not: 11). Yine o gün Şövalyeler'den Küvi Dö-mont, Arno, Döpra Tarîkat'in
sefiri sıfatiyle Sultân Bâyezîd nezâretine gittiler. Bunlar ihtiramla kabul edilerek
Bâyezid'in murahhasları olan vezîr Ahmed ve daha önce Rodos'u muhasara etmiş
olan Mesîh Paşa'larla hemen müzâkereye giriştiler. Ahmed Paşa müzâkerenin
başlangıcında Tarîkat'in bir vergi kabulüyle beraber Şehzâde'yi iade etmesini
taleb eylediğinden ve Tarîkat'in şerefi bu esâs üzerine müzakereye müsâid olmadığı cihetle Paşa'nın teklifleri reddedildiğinden, az daha görüşmeler kesintiye
uğrayacaktı. Ancak Mesîh Paşa, Pâdişah'ın ne kadar ağıra mâl olursa olsun,
Tarîkat'le musâlehâ arzusunda bulunduğunu Gedik Ahmed Paşa'ya ihtar etmesi
üzerine cenk isteyen vezîr müzâkerenin tamamlanması vazifesini sulh isteyen
yoldaşına terk ederek görüşmelerden çekildi. Ahidnâmenin dayandığı esaslar
şunlardır: Karalarda ve denizlerde musâlehâ; taraflar için ticâret serbestisi;
bundan başka her iki hükümet aldıkları esirleri —dîn değiştirmemiş oldukları
takdirde— karşılıklı olarak iade etmeyi ve din değiştirmiş iseler bedeline yirmiiki
duka vermeyi taahhüd ediyorlardı; Alikarnas (Halikarnas: Bodrum) vâki Sen
Piyer Ka-lesi'ne iltica edecekler mahfuz kalmak üzere, bu kalenin taarruzdan masûniyyeti dahî şartlardan biri idi (Not: 12). Sefirler kıymetli hediyeleri hâmil
oldukları halde, bir Türk elçisi ile birlikte Rodos'a avdet ettiler. Bu elçi, Cem'in
şahsına müteallik olarak Üstâd-ı Âzam ile bir gizli anlaşma akdetti ki, onun
hükmüne göre, Pâdişâh, biraderinin tarikat elindeki yerlerden birinde tevkifi
zımnında her senenin Ağustos'unda kırkbeşbin duka itasını taahhüd ediyordu
(Not: 13).
dan para koparmak maksadına mebni idi; Şehzâde'ye gösterdikleri hürmet de bu maksadın
icâblarındandır. Binâenaleyh müverrih Kaorsin'e ve Ver-to'nun Cem Rodos'da bulunursa gadren
öldürüleceğine dâir, Şövalyelerin müzâkerelerine atıfta bulunarak beyân ettikleri ihtimâl
sonradan düşünülmüş bir özürdür. Mütercim) (44) «Şehzade Cem'in eliyle imza edilmiş olan bu
ahidnâme hâlâ Malta ha-zîne-i evrakında mahfuzdur; 887 Receb'inin beşi târihiyle tarihienmiş
olup bizim târih usûlümüze göre 1482 sene-i mübârekesi Ağustos'unun otuz birine tesadüf eder.»
Verto, 1, 7. Bunda sehv vardır. 5 Receb, Ağus-tos'un 31'ine değil, 20'sine tesadüf eder.
216 HAMMER
Cem'in Fransa'ya müteveccihen azimetinden İtalya'da gadren vefatına kadar on
sene geçmiş ve Şehzade bu müddeti az çok sıkı bir esaret içinde ve Şövalyeler'in,
Fransa Kralı'nın, Papa'nın elinde geçirmiştir. Bâyezîd saltanatı vekâyiinde ve birçok
Avrupa hükümdarları siyasetindeki te'sîrlerinden, felek-zedeler hakkında bi't-tabi
hissolunan şefkatten dolayı bu Şehzâde'nin kader çizgisi bir an durmamıza şayandır
(Not: 14). Cem'in binmiş olduğu kadırga muhalif rüzgârlara tesadüf ettiğinden dokuz
gün sonra îstanköy'e yanaşmağa mecbur oldu. Zahiresini tamamlamak için
Messina'ya varışında (2 Teşrîn-i evvel 1482 / 18 Şa'bân 887) Blanşfor'un Rodos'tan
hareketinden beri bir ay geçmişti. Sefîne yeniden denize açılarak gündüz yûnus
balıklarının su atmaları, gece Etna yanardağının feveranlarının latîf manzarası
Şehzâde'nin hayret nazarlarını celb etmekten hâlî klmıyordu (45). Bir akşam Şehzade
yemek yerken güverte üzerinde birçok fanuslar yakılmak ihtiyatsızlığında
bulunulduğundan küçük bir Napoli yelkenlisinin nazar-ı dikkatini celbetti. Eğer Cem
görülmüş olsaydı belki Napoli Kralı'nın eline düşecekti. Bütün Avrupa hükümdarları
büyük bir servet demek olan böyle bir esiri ele geçirmeğe hırslı oldukları gibi, Napoli
Kralı da Şehzâde'yi ele geçirmeye oldukça istekli idi. Blanşfor Şehzâde'yi ve bütün
maiyyetini kadırganın içerilerine doldurarak Tarîkat'in bayrağıyle yoluna devam etti.
Artık ne o gemi tarafından, ne de Polya sahillerinde tesadüf ettiği diğer onyedi
sefineden bir taarruz görmedi. Uyanık davranmayı icâbettiren bu hâlden sonra
güverte üzerinde fânûs yakmaktan dikkatle kaçınıldı (46). Altı hafta yolculuktan
sonra kadırga, Nis limanına vardı (47). Cem, bu şehrin etrafındaki lâtif
(45)
(46)
(47)
«Muhalefet-! hevâ ile tokuz günde Îstanköy'e geldiler. 8 Şaban'da Ceçil-ya (Sicilya) adasına
vürûd ile zâd ü züvâde tedâriki içün iki gün kaldılar. Ondan Messina adlı şehr öninde bir
gün turup Çeçilya boğazın geçdükde Yanar-Ada dimeğile ma'rûf cezire nümâyân oldı: «Bir
kûh-i bülenddür ki sabândan ahşama dek gâh siyah ve gâh kebûd dûd-i pîçân olup mak'ar-i
feleke suûd eyler ve ahşamdan sabaha dek kûh misâl-i âteş-zebâneleri peyda olup hevâ
yüzinde tağılur... Acâ'b-i bahrden çok nesneye irdiler. Cümleden biri keştî-i bâzgûn (tersine
çevrilmiş gemi) gibi azîm hûtlara mülâkî oldılar ki dem urdukda cû-şân olan âb iki nîze
kadından ziyâde bülend oluridi.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 25 (Mtiterc’ın).
Güvertede mum yakıldığının ertesi sabahı gördüler ki bir 'Kevke* —bir sereni göğe çıkmış,
bâl ü per açup, uçup gelir; bunlar cenk içün âmâde oldılar; Cem'i, halkı ile anbara
koydılar; öteki gemiden âdem gönde-rüp Cem'i sorduklarında «Rodos'da bırakduk»
didiler. Gelen âdemleri he-dîyelerile göndererek ayruk şem' ve âteş yakmadılar. Sa'dü'ddîn'den telhîs, s. 26. (Müterc'nz)
Ramazân'ün üçinde Savâye (Savoie) memleketinün bir limanına lenger atup irtesi gün
«Nitse» (Nis) nâm şehre geldiler ki hûbları çok, bağ-çelerinün hesabı yok, bir hûş-nümâ
şehrdür.» Sa'dü'd-din, s. 26. (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
217
güzellikleri dolaşmak arzusunda bulunmuşsa da, bir müddet sonra —ihtiraslı
nazarının yönelmiş olduğu Rûm-ili'ye azimet emelini saklaya-madı. Geminin kapdânı
ile Şövalyeler Fransız toprağı üzerinde bulunduğu cihetle Fransa Kralı'nın muvafakati
olmadıkça gitmesinin mümkün olamayacağını Şehzâde'ye hatırlatarak maiyyetinden
bir adamı Tarikat erkânından biri refâkatiyle Kral'ın sarayına göndermesini teklif
ettiler ve bu adamın oniki gün zarfında dönebileceğini beyân eylediler. Bunun üzerine
Cem, Hatîb-zâde Nasûh Çelebî'yi Paris'e gönderdi. Hatîb-zâde, iki merhale gittikten
sonra tevkif edilerek göz habsine alındı. Nasûh'un dönmesini bekleyerek dört ay geçti.
Cem'in şiire meyletmesi bu müddet içinde sermâye-i iştigâl olarak, bâzı şiirler ve
bilhassa Nis hakkında bir beyit nazm etti. Nis şehri, şu suretle bir Türk şâiri, bilhassa
bir şâir şehzade tarafından övülmüş yegâne Hıristiyan beldesi olmak üzere Osmanlı
vukuatı içerisinde nâmım ebedîleştirmiştir (Not: 15).
Bu dört aylık uzun bekleyiş içinde Cem'in monoton hayâtını ihlâl eden tek
hâdise, mahremi Süleyman Beğ'in uğradığı tehlikeli durumdur: Süleyman,
Osmanlılar'ca affedilmesi kaabil bir hatâ olmak üzere telâkki edilen ve fakat
Şövalyeler'ce îdâm cezasını gerektiren bir cinayetle itham edilmişti (48).
Şehzade, Süleyman'ın cezasını bizzat tertîb edeceğini beyân ederek, mahkeme
me’ınurlarınm elinden güç hâl ile alabildi. Cem; fî'l-hakîka Süleyman'ı hazîne
odasında hapsetmişse de, Frenk kılığına girerek Roma'ya firarı sebeblerini
tedârikte gecikmedi. O târihte Nis ve civarını hasara uğratan veba, Tarîkat'in
Cem'i içerilere doğru sevk etmesine münâsip bir sebep teşkil etti (27 Zilhicce 887
/ 5 Şubat 1483) (49). Yolda Şehzade, elçisi Nasûh Çelebî'ye tesadüf etti ve SenJan Dö Mo-riyen (50) tarikiyle Şamberi'ye gönderildi. Şamber Vâlîsi Dük Dö
Savua dayısı bulunan Fransa Kralımı ziyarete gitmişti (51). Birkaç gün sonra
Cem, Tarîkat'e âit bir kuleyi hâvi bulunan Rosiyon'a (52) doğru yoluna devam
etti. Cem oradan Mustafa ve Ahmed nâmında iki sâdık beği birkaç cesur adam
refâkatiyle —tasavvur ettiği yolda tutacağı yolun keşfini yapmak ve emniyetli
olup olmadığını anlamak üzere— Frenk kıyâ(48)
(49)
(50)
(51)
(52)
Frenk Süleymânı «Zebân-şinâsdur» diye cüz'î bahane ile öldürmek istediler. Sa'dü'ddîn, s. 27. Görünüyor ki Süleyman'a isnâd olunan töhmet yakıştırmadır. Mütercim.
Zilhicce'nin 7. günü leng-i bî-dem ve şikeste (topal, kuyruksuz, tırnağı kırık)
bârgirlere süvâr olup Alşire nâm şehre geldiler. Sa'dü'd-dîn, s. 27. Hammer
«Alşire»yi «Exites» tahmin eder (Mütercim).
Sa'dü'd-dîn'de «Sencuvan» (Sencon?).
Savâye (Savoie eyâletinin) taht şehri olan Çembri (Şamberi) şehrinde konuldı. Hâkimi
olan «Bakca Duka Di» («dukası» olsa gerekdir) dayısı olan Fanse beğini iyâdete gitmiş
idi. Sa'dü'd-dîn, s. 27. Mütercim.
Sa'dü'd-dîn'de «Riçiliyye» (Riçilye), s. 27. Mütercim.
218
HAMME
R
fetinde Macaristan Kralına gönderdi. Ancak yolun emin görünmediği anlaşılır;
çünkü bir daha Cem'in adamlarından bahsolunduğu işitilmemiştir. Bütün
Rosiyon civarı köylüleri (53) İstanbul Fâtihi'nin oğlu olan Şehzâde'yi görmeğe
koşuştular. Ondört yaşında güzel bir genç olan Dük Dö Savua dahî Şamberi'ye
avdetinde Rosiyon'dan geçti. Cem, Prens'in, hüsnünden büyülenerek altın
işlemeli bir Şâm silâhı hediye etti (54). Dük, Şehzâde'yi Şövalyeler elinden
kurtarmak için elinden geleni yapacağını va'd etti. Birkaç gün sonra Cem İzer
nehri üzerinde ve daha sonra Poi'ye gitmek için (21 Cümâdül-ulâ / 27 Haziran)
Ron nehrinde gemiye bindi (55). Eskiden me’ınûriyetle Rodos'a gelmiş olan
sefaretle Fransa sarayına gitmek üzere Şamberi'ye vâsıl olduğu, orada haber
alındı. Lâkin Kral, Türk elçisinin varışından evvel vefat ettiğinden (30 Ağustos
1483) (56) Şövalyeler —Krallık içinde karışıklıklar zuhur edeceği cihetle— bir
ihtiyatî tedbire lüzum göründüğünden bahisle bedbaht Şehzâde'yi adamlarından
ayırdılar. Cem'in maiyyeti halkını sekizyüz zırhlı ihata ile yirmi dokuz kişiyi —
bir defterini yaparak— beraber götürdüler. Cem'in ihtarları, kardeşinin elçisini
görmek talebi beyhude oldu; kendilerinin hareket şekli Cem'in tasavvurlarının
sür'atle husulü için en iyi tarîk olduğunu ve bununla beraber adamlarının iyi
muamele göreceklerini diplomatlık tarzında beyân ettiler. Cem'in maiyyeti
Anmort'e (57) ve oradan Nis'e gönderilip Nis'den dahî Rodos'a müteveccihen
sefineye bindirildiler (Ramazan'ın son günü 888 / Teşrîn-i evvel sonları 1483);
ancak adaya üç ay süren zahmetli bir yolculukdan sonra kış ortasında vâsıl
olabildiler (29 Zilhicce / 28 Kânun-i sânî).
Cem'in tahsisatını te'diye için sekiz ay önce (Mayıs 1483) Rodos'a gelmiş
olan Hüseyin Beğ, İstanbul'dan azimetinde Pâdişâhın hürmet-i mah-sûsasma
alâmet olarak Tarîkat'a ve Üstâd-i Âzam'a hediye edilmek üzere ipekten bir
kumaşa sarılı ve serviden ma’ınûl bir küçük kutu verilmişti; elçinin ifâdesine
göre bunun içinde Yahya'nın sağ eli bulunuyordu. Bu el ile Yahya'nın başı
eskiden Kostantiniyye'ye getirilerek beş asır
(53)
(54)
(55)
(56)
(57)
Sa'dü'd-dîn'de «Frenk beğceğüzleri». Mütercim.
«Henüz ondört yaşında, güzellik efseri başında, bir serv-i âzâde ve çehre-i gülgûnı
hem-reng-i bâde idi. Hayâl-i şekl-i mevzûnı şehzâde-i mahzûnı nişîmen idinmeğin
Şam'da elli filoriye alınmış bir Dımışkî çomak gönderdi.» Sa'dü'd-dîn, 27 (Mütercim).
(Riçilye'den) 21 Cümâdül-ulâ'da göçüp Graneble suyundan gemiye bindiler,
Aliyon'dan gelen Rone nâm suya gelüp bir nice şehir geçdükden sonra Delfinat
nevâhîsinde gemiden çıkarak Poyat hisarına kondılar.» Sa' dü'd-dîn, c. 2, s. 28.
Graneble'nin İzer, Delfinat’ın Döfine, Poyat'ın Poy olduğunu Hammer bulmuştur.
Mütercim.
Sa'dü'd-dîn sehven 18 Receb (28 Ağustos) diyor.
Sa'dü'd-dîn'de «İgomert» (Aygumert) (Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
219
Petreyun Manastırı'nda ihtiram mevkiinde tutulmuş idi. Kostantiniyye'nin
zaptında mızrak, sünger, dikenden ma’ınûl tâc ile beraber hazîne-i hümâyûna
alındı. Yed-i mu'cize-nümâ saraydan Rodos'a gönderilerek, orada Hazret-i Yahya
Kilisesi'nin husûsî dâiresinde Hıristiyanların hürmetkar nazarlarına vaz' olundu
(Not: 16). Cem, maiyyetinden ayrılmış olduğu hâlde (Not: 17) birkaç ay daha
Puy'da kalarak daha sonra bir kaya üzerinde kâin kuleye ve oradan Sasnaj'a
nakledildi. Orada Filipin Alen nâmında güzel bir genç kız aşkları ve
mektuplaşmaları esaretinde bir eğlence sermâyesi oldu (Not: 18). Birkaç ay
geçtikten sonra Şehzade Piyer Dö Busson'un doğum yeri ve malikânesi olan
Burg-Nof mevkiine götürüldü. Cem'in yanında bırakılmış olan felâket
yoldaşlarından Celâl Beğ hastalanarak Burg-nof'da kalmağa mecbur oldu.
Şehzade, yoluna devam ederek Montoviel' ve Morestel yolundan nihayet deniz
kıyısında bulunan Bukalimi Beği'ne âit bir kaleye vardı. Bu kadar uzun bir
müddet kalede kapalı kalmak ve özellikle arkadaşlarından mahrum bulunmak
Cem'de sabra takat bırakmadığından, muhafızlarını aldatmak için her suretle çalıştı; Sofu Hüseyin Beğ'i Frenk kıyafetinde Burbon^ Prensime gönderdi;
Şehzâde'nin o sâdık bendesi üç sene —faydasız olarak— görüşmelerde bulundu.
Burg-nof'da kalan Celâl Beğ'in avdetinde, Cem, onunla birlikte firar tertibatına
başladı (58): Fransa Kralı, Macaristan Kralı, Papa, Napoli Kralı —Bâyezîd
aleyhine tasavvur ettikleri seferde ordunun başında bulundurmak emeliyle—
kendisini kurtarmak için Dö Busson ile müzâkerede bulunduklarına muttali'
olduğu cihetle, firarının iyi netîce vereceğini ümîd ediyordu. Lâkin Dö Busson'un
hiylekârca siyâseti —Şehzâde'nin serbestîsiyle alâkadar olan hükümdarların
mesaîlerine rağmen— bu tasavvurların husulüne mâni oldu. Sultân Bâyezid'in
te'diye ettiği tahsisattan mâada U&tâd-i Âzam, Şehzâde'nin karîben azimetine
muktezî masrafların tesviyesi bahanesiyle, Şehzâde'nin Mısır'a çekilmiş bulunan
Valide ve zevcesinden de yirmibin duka dolandırmağa muvaffak oldu. Osmanlı
müverrihlerine nazaran Dö Busson gerek bu paraların alınması teşebbüslerinde,
gerek şâir ahvâlde Şehzâde'nin nişancısını iğfal ederek, elde etmiş olduğu açık
kâğıdlardan istifâde etmek suretiyle, bunları istediği gibi doldurmuş idi.
Şehzâde'nin esîr olmayıp Şövalyeler'in arazîsinde kendi arzûsuyle ikamet ettiğini
ispatlamak maksadiyle, Şehzade tarafından Avrupa hükümdarlarına hitaben
yazılmış mektupları bu suretle tedârik etmişti.
Bu mektup sahtekârlığı, zamanın siyâsetine ve Üstâd-i Âzam'ın karanlık
teşebbüslerine muvafık olmakla beraber Cem'i temellük iddiasıyle birbiriyle rekabet
eden hükümdarların hiçbirinin, Şehzâde'nin esaretinde şüphe etmiş olduğu haklı
olarak zannedilemez. Dö Busson'un henüz Pa(58) Sa'dü'd-dîn, 3, varak 450. Solak-zâde; Nuhbetü't-Tevârîh.
220
HAMME
R
pa ve Napoli Kralı ile müzâkerede bulunduğu sırada, bu iki hükümdar arasında
ittifaksızlık zuhur ederek, Cem'in Fransa'da ikameti bu suretle üç sene daha
uzamış oldu. Şövalyeler Şehzâde'yi husûsî surette yaptırmış oldukları yedi katlı
müstahkem bir kuleye (59) naklettiler: Mahzenin üzerinde bulunan birinci katta
kiler, ikincisinde hademe odaları, üçüncü ve dördüncüsünde Şehzadenin dâireleri,
son katlarda muhafazaya me’ınûr şövalyelerin ikametgâhları bulunuyordu (Not:
19). Bu mahbusluk hâli gittikçe Şehzade için tahammül kaabil olmayan bir hâle
gelerek firar etmeyi cidden düşündü. Azbir vakit önce, Üstâd-i Âzam —O vakte
kadar Rodos'da mahbus tutulmuş olan— Sinan ve Ayas beğlerle Şehzâde'nin
maiy-yetinden geri kalanları, özür dileyici ve yakında serbest bırakılacağını vaad
eden mektuplarla iade etmişti. Ancak bu vaidler icrââta dökülme-diğinden Cem
ve beraberindekiler firar tertibatında bulundular. Bu teşebbüsün ruhu Cem'in
iadesini, yâhud serbest bırakılmasını teklif için Bâyezid'in yeniden Fransa
sarayına göndermiş olduğu Hüseyin Beğ idi. Elçi altın ve kıymetli taşlar üzerine
—Kostantiniyye ele geçirilmesinden beri Sultân'ın hazînesinde mahfuz olan—
azizlere âit mukaddes eşyadan hediyeler getirmişti. Ancak Rumlar'ın Avrupa'yı
sahte mukaddes eşya ile doldurmuş olmaları, Türkler'in getirdikleri bu türlü
şeylerin de sıhhati bakımından az şüphe vermedi. Bununla beraber, VIII. Şarl
elçiyi kabul etmedikten başka (60), Papa'nın ve Tarîkat'in müzâkereye me’ınûr
adamlarına «Hükümdâr-i rûhânî'nin Türk şehzadesini elinde bulundurmasından
dolayı Hıristiyanlığın hayrına istihsâl edebileceği menfaatlerden haz duymuş
olduğunu» ifâde ile Cem'i İtalya'ya götürmelerine müsâade gösterdi. Bundan
başka elli Fransız şövalyesinden mürekkep bir muhafız kuvveti Şehzâde'nin
emniyet altında bulunmasına nezâret etmesini ve eğer Papa, kendisinin
muvafakati olmaksızın Cem'i diğer bir hükümete teslîm edecek olursa, bunun
mukabilinde onbin duka vermesini mukaveleye bağladı (Not: 20).
Roma sarayı, o zamana kadar Şövalyeler'in Pâdişah'dan almış oldukları
kırkbeşbin duka senelik tahsisatın bundan sonrasına mukabil, Tarî-kat'a mühim
serbestiler ve imtiyazlar bağışladı (Not: 21). Dö Busson vâki' hizmetlerine
mükâfâten «Kardinallik» şapkasına nail oldu ki, Muhâ-rib'in ve Üstâd-i Âzam'ın
(61) başına yakışmıyorsa da, hiylekâr papasın ve pek vicdanlı olmayan
politikacının başına çok uygun geliyordu.
(59)
(60)
(61)
Sa'dü'd-dîn'de «Gros-Tor».
«Binâenaleyh Pâdişah'ın elçisi - Filip Komines'in raporu üzerine - Kralı görmeksizin
ve bir şeye nail olmaksızın iade olundu.» Verto, 1, 7.
«Fî'l-hakîka kardinallik büyük bir me’ınûriyet ise de, bu me’ınûrînin şapkası cenk
adamına ve özellikle bir hükümdarın şahsına pek münâsip değil idi.» Verto, a.g.e.
OSMANLI TARİHİ
7573
221
Cem, şu suretle yedi sene esaretten sonra Tarîkat'ten Papa nın pençesine
geçti. 1488 Teşrîn-i Sânî'sinin dokuzunda (5 Zilhicce 893), Şehzade, kulesinden
çıkarak Marsilya tarikiyle Tulun'a gelerek, oradan adam-larıyle birlikte iki Rodos
kadırgasına bindi. Çivita Vekia (Civita Vecchia)'-ya gelerek Roma'ya
nakledilmesini beklemek üzere Papa VIII. İnnosan'ın oğlu Françesko Çibo'nun
kulesine gitti. 13 Mart 1489 (10 Rebîü'l-evvel 894) târihinde Roma'ya resmî
surette girdi. Cem'in maiyyeti önde gidiyordu. Papa'nın piyade muhafızları,
sarayının hademesi, kardinallerin ve Roma asilzadelerinin hademesi ikinci sırada
bulunuyorlardı. Üstâd-i Âzam'ın kardeşi Vikont Dö Monteyi —ki Rodos
muhasarasında cesaretiyle şöhret kazanmıştır— at ile Papa'nın oğlu Çibo'nun
yanında gidiyordu. Ondan sonra ağır takım vurulmuş bir atın üzerinde Cem
gelmekte ve Overni Kilisesi duâ-hâniyle muhafazasına me’ınûr Fransız
Şövalyeleri Şehzâde'yi tâkib etmekte idiler. En nihayette Papa'nın başmâbeyncisi, papaslar, kardinaller bulunuyordu. Cem, Vatikan sarayına
yerleştirilerek ertesi gün Overni Duahanı ve Fransız elçisi tarafından Papa'ya
takdîm olundu. Teşrifat me’ınûrunun her türlü ısrarına rağmen vakur Osmanlı
kavuğunu çıkarmağa ve dizüstü çökmeğe muhalefet gösterdi. Başını açmaksızın
ve eğilmeksizin doğruca Papa'nın tahtına giderek onun ve kardinallerin
omuzlarına sarıldı (62). Ondan sonra gayet kısa ve seçkin bir vekarla dolu
sözlerle, kendisini İnnosan'ın himayesine tevdî ederek, husûsî bir mülakat istedi.
Papa muvafakat gösterdi. Bu mülakatta Şehzade, yedi seneden beri esaret
musibetlerini; esaretinde validesinden, hareminden, çocuklarından ayrılığının
elemini hikâye ve onları tekrar görebilmek için Mısır'a gitmek arzusunda
bulunduğunu ifâde etti. Talihsiz Şehzâde'nin elemlerini hatırlayarak ağladığını
görünce Papa da gözlerinden yaş gelecek derecede müteessir oldu. Ancak Mısır'a
seyahati şimdilik babasının tahtını almak tasavvuruna muvafık olmadığını, Macar
Kralı kendisinin Rûm-ili hududunda bulunması arzusunda olduğunu, ve
herşeyden evvel Hıristiyan dinini kabul etmesi lâzım geleceğini ihtar eyledi.
Cem, pek haklı olmak üzere cevaben: «Şu suretle İslâm fakîhlerinin kendi hakkında vermiş oldukları îdâm fetvasını te'yîd etmiş olacağını» ve «Ne Osmanlı
saltanatı için, ne de bütün dünyânın padişahlığı için dinini terk etmeyeceğini»
bildirdi. İnnosan ısrar etmeyerek, Şehzâde'yi teselli edici sözler sarfederek, ruhsat
verdi (M.İ. 3).
Bu sırada Roma'da Mısır Sultânı'nın bir elçisi bulunuyordu ki, Cem'in gelişinde
istikbâline çıkmış ve huzurunda üç defa yere kapanarak al(62) Diario di Stefano Infessura, s. 1225. Diarium Rurchardi apud Rainaldum An nal, ecoles., 1489;
Buzio ve Kaorsin (Caoursin), onlardan naklen Verto, 7; Sismondi, 11, s. 328.
222
HAMMER
mm yere sürmüş ve atının ayağını öpmüş idi (63). Cem, seyahatine gerekli olan
kadırgaları teçhiz etmek bahanesiyle Üstâd-i Âzam'ın Mısır Sultânı'ndan yirmibin
dukayı nasıl dolandırmış olduğunu ondan öğrendi. Mısır elçisi bu paranın iadesini
Rodos Şövalyelerinden taleb etti. Lâkin Papa ve kezalik Roma'da bulunan, Sultân
Bâyezid'in sefiri Mustafa mü-dâhele ederek, Tarikat, yalnız beşbin duka te'diyesiyle
borçtan kurtulmuş oldu (64). Osmanlı sefiri, resmî me’ınûriyeti olmak üzere Papa'ya
sirkeye batırılıp da Yesu'nun susuzluğunu defetmiş olan süngeri ve bir tarafını delmiş
olan mızrağı takdîm edecekti; ancak gizli bir surette de Cem'in —daha önce tâyîn
olunan miktarda, yâni kırkbeşbin duka (65) senelik tahsisat verilmek şartiyle— Papa
memleketinde kaleye kapatılmasını müzâkereye me’ınûr idi. Hem bu masraftan, hem
de kendisi için masraf edilenden kurtulmak için, gûyâ Bâyezîd Cem ile Papa'yı
öldürmeğe me’ınûr-lar göndermiş; bu rivayet üzerine Krfstof Makrino Del Kastanyo
sorguya çekilerek Bâyezid'in tahriki üzerine bu iki katlı cinayet tasavvurunda
bulunduğunu i'tirâf etti (66). Türk sefirinin azimetinde Cem, elem dolu hâtıralarına
garkolmuş bir hâl ile kardeşine hitaben yazılmış bir mektup verdi ki, bunda tam bir
itaat ve sarsılmaz bir sadâkat te’ınînâtı arzediyordu. Üç sene, Şehzade, İnnosan'ın
sarayında yaşadı. Papa'yı mezara götürmüş olan hastalık esnasında Cem, Sent-Anj
kulesinde şiddetle muhafaza olundu. Ancak yeni Papa Aleksandır Borciya'nın
seçilmesinden sonra yine Vatikan'a geldi (Not: 22). Osmanlı Pâdişâhı'na sefîr göndermiş olan Papa, yalnız Borciya'dır: Bâyezîd'e, senelik kırkbin duka verilmek üzere,
biraderinin tevkifinde devam edilmesini, yahut bir kere verilecek üçyüzbin duka
mukabilinde öldürülmesini teklif ediyordu (67). Borciya'nın sefiri, teşrifat me’ınûru
Jorj Boçiyardo idi. Bâyezîd, Papa'nın dostluğu te’ınînâtından o kadar cür'et aldı ki, bir
papas için kardinal şapkası istedi (Not: 23).
Roma'nın elçisi Kostantiniyye'de Cem'in esaret veyâhud Öldürülmesini müzâkere
ettiği sırada ( M İ . 4), VIII. Şarl bir Fransız ordusuyla İtalya'ya dâhil oluyordu (18
Eylül 1494); Aleksandır'ın tekliflerine Bâyezid'in ilk verdiği cevâbın varması Kral'ın
Asti önlerine gelişine tesadüf etti. İşbu 1494 senesinin son günü —ki Floransa'nın
Mediçiler'i tardettiğini
(63)
(64)
(65)
(66)
(67)
Dia.-di Stefano Infes., s. 1225. Sismondi'de: 11, s. 328.
Sa'dü'd-dîn, 3, s, 471.
Renald, Kronik, 1492; Buzius Dö Kros, 1, bâb: 11; ondan naklen Daro, Venedik Târihi, 3, s.
146.
Kilise Kroniği, Diario, 14.000; ve ondan naklen Sismondi, 11, 33 ve Ruskoe, II. Leon, 1, 40.
VI. Aleksandr ile Bâyezid'in Muhâberâtı'na; Roskoe'de X. Leon; I>er Fundgrnben
(Mine)'nin 5. cildinde s. 183, Bezanson'da Belin tarafından bulunarak Fransa hükümetine
gönderilmiş mektup.
OSMANLI TÂRİHİ
223
ve Piza'nın Floransalılar'ın esaret halkasını boğazından attığını görmüştür—
Fransızlar Roma'ya girdi. Papa, Cem'i beraberine alarak Sent-Anj Kulesi'ne
sığınmıştı (68). VIII. Şarl Roma'ya girişinden onbir gün sonra VI. Aleksandır ile
bir sulh ahidnâmesi esaslarını kararlaştırdı; başlıca şartlarından biri Osmanlı
Şehzadesinin —istikbâle âlet büyüleyici tasavvurlarını icra için bir âlet olmak
üzere kullanmak isteyen— Fransa Kralıma teslimi idi (69). Şarl, Borciya, Cem
arasında vukua gelen mülakatta, Papa, Şehzâde'nin kendisini beraberine almak
isteyen Fransa Kralı'yle birlikte gitmek arzusunda (M.î. 5) bulunup
bulunmadığını suâl ederken, ilk defa olmak üzere «Prens» unvanını verdi. Cem:
— «Ben prens muamelesi görmedim; ister Fransa Kralı götürsün, ister burada
esîr kalayım, ehemmiyeti yok.» cevâbını verdi.
Papa, Cem'in bu mukabelesi üzerine şaşalayarak:
— «Allah göstermesin ki siz burada esîr say ilasınız; ikiniz de prenssiniz; ben
aranızda bir tercümandan başka birşey değilim.» diye haykırdı (70)'.
Üç gün sonra (71) ikinci bir mülakatta Papa, Cem'i Kral'a teslîm ederek, o da
saray mareşalinin muhafazasına tevdî etti. Ertesi gün Cem, Borciya'nın oğluyla
beraber Roma'dan azimetle Volteri'ye vâsıl oldu ve orada beş gün kaldı. Yolculuk
esnasında Monte Fortino ve Monte San-Ciovanni kanlı manzaralarına şâhid (Not: 24)
ve 22 Şubat 1495'de Fransız ordusuyle beraber Napoli'ye dâhil oldu. Bununla beraber
Ceneviz Bo-çiyardo, Bâyezid'in bir elçisi, refakatinde olduğu halde Ankon'a vâsıl olmuştu; ancak —daha sonra II. Jülyen ismiyle papa makamına geçen Kardinal Jülyen
tarafını tutmuş olan— Sinigagliya vâlîsi Jan Rover bunları ve Bâyezid'in iki senelik
tahsisat olarak gönderdiği meblâğları ele geçirdi. Osmanlı elçisi, Manto Markisi
Fransuva Gonzag'a iltica etti. Marki, o zaman Osmanlı Devleti ile dostâne
münâsebetlerde bulunduğu cihetle İstanbul'a avdetini kolaylaştırdı (72).
Borciya, şu suretle va'desi (M.î. 6) gelen seksen bin duka ile gelecekte
alabileceğini kaybettiğinden, hırsını teskin etmek için Cem'in na'-şını Bâyezîd'e
satmak suretinden ibaret kalan vâsıtaya müracaat etti. İtalyan ve Türk müverrihleri
Şehzâde'yi yavaş yavaş te'sîr eden bir zehirin
(68)
(69)
(70)
(71)
(72)
Sismondi, Güviçiyardini, Sa'dü'd-dîn, 3, 473.
Sismondi, Güviçiyardini.
Sa'dü'd-dîn, Paolo Ciovanni'ye nazaran Cem Kral'ın elini ve omuzunu öpmüş ve Papa'dan
Kral'ın himayesine tevdî etmesini rica eylemiştir.
Sa'dü'd-dîn, 1 Cümâdü'l-ulâ târihini veriyor (27 Kânunısânî); lâkin bu sehvdir; çünkü
«Alegretti»nin Diar. Fanerf. eserinde s. 833'e VIII. Şarl Roma'yı 23 Kânûnısâni'de
terketmiştir.
Sa'dü'd-dîn, 474. Paolo Civvio ile Sismondi'ye müracaat.
224
HAMME
R
mezara yolladığını beyân etmekte müttefiktirler ve yalnız bunun kulla-nılışındaki
usûlde birbirlerine muhalefet ederler. İtalyanların rivayetine göre Şehzademin
kullanmayı i'tiyâd ettiği şekere beyaz bir toz karıştırmakla zehirlenmiştir.
Borciya, kardinallerini bu suretle yolcu ettiği gibi kendisini de o toz ile
zehirlemiştir (Not: 25). Türk müverrihleri ise bilâkis zehirli bir usturanın açtığı
bir çizikden zehir telkih edildiğini zannederler (73). Cem'in berberini Mustafa
nâmıyle isimlendirirler ki, Rûm'dan dönme olup Papa tarafından satın alınmış ve
bu adam o vakitten i'ti-bâren hareketini Bâyezîd'e takdir ettirerek derece derece
vezîr-i âzamlık mesnedine kadar çıkmıştır (M.İ. 7). Cem, Napoli'ye vardığı
zaman o kadar zayıftı ki, validesinin Mısır'dan yazmış olduğu bir mektubu ne
okuyabildi, ne de anlayabildi. Rivayete göre son sözleri şu olmuştur:
— «Yâ Râb! Dîn düşmanları ehl-i İslâm'a muzırr tasavvurlarına beni âlet
etmek istiyorlarsa daha ziyâde yaşatma; ruhumu bir an evvel hu-zûr-i
sermediyyetine al.»
24 Şubat 1495 (29 Cumâdü'l-âhîrî 900) pazarertesi akşamı, salı gecesi son
nefesini verdi. Şehzâde'nin mâbeyncileri Sinan ve Celâl Beğler derhâl cenazeyi
yıkayıp duâalar okudular; elîm akıbetine cidden esef eden
Fransa Kralı na'şını baharat ile tahnit ettirerek .......................... defnettirdi (74).
Celâl ve Ayas Beğler kabrin muhafazasına me’ınûr olarak Sinan Beğ, biraderinin
irtihâlini Bâyezîd'e haber vermek üzere bir başka kıyafetle İstanbul'a gitti. Şarl,
felek-zede Şehzâde'nin metrûkâtını en sâdık hizmetkârlarından Hatîb-zâde Nasûh
ma'rifetiyle Mısır'da bulunan validesine gönderdi. Lâkin havanın muhalefetinden,
yâhud Hatîb-zâde'nin sadakatsizliğinden dolayı sefine İskenderiye'ye gidecek
yerde İstanbul limanına demir attı. Bâyezîd, Cem'in irtihâli sırasında na'şının
İslâm toprağına defnedilmesi hakkında vasiyyetini dindarca icra etti (75). Bir
Türk sefareti Aragon Kralı Frederik'ten Şehzadenin cenazesini istemeğe geldi;
na'ş Gelibolu'ya ve oradan da —II. Murad'ın kabrine defn olunmak üzere— Bursa'ya nakl edildi (76). Fâtih Sultân Mehmed'in ikinci şehzadesi Cem'in netîce-i
hâli işte budur; otuz altı yaşında onüç sene esaretten sonra —elbirliğiyle zevaline
yeminli olan Türk ve Hıristiyan siyâsetinin, Dö Bus(73)
(74)
(75)
(76)
Sa'dü'd-dîn, 3, varak 434. İdrîs, varak: 226. Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevâ-rîh, Âlî.
İtalya müverrihleri Cem'in defin târihini 26 Şubat'da gösteriyorlar: Şehzâde'nin
zehirlenmesi hakkında Rosku'a X. Leon, i, zeyl, 51,'e müracaat.
Sa'dü'd-dîn, 3, 475; Solak-zâde; Nuhbetti't-Tevârîh; Âlî; Hacı Kalfa. Ros-kue'nin
Şehzade Kapo, Butrinto, Traçine, Napoli şehirlerinden (Capoue, Butrinto, Terracine)
hangisinde irtihâl eylediği hakkındaki şübhesi Osmanlı müverrihlerinin ifadeleriyle
artar.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak 475; Solak-zâde; Nuhbetü't-Tevârîh; Âlî, Beliğ-i Bursevi'nin
eserinde Şehzâde'nin tercüme-i hâli.
OSMANLI TARİHİ
225
son'un gösterdiği hıyanetin, VIII. Şarl'ın istilâ tasavvurlarının, VI. Alek-sandr'ın para hırsının ve
vahşetinin kurbânı olmak üzere— vefat etti. Kaderin kazası, Şehzâde'yi bu üç hükümdarın eline
düşürdü. Halbuki Napoli ve İspanya Kralları olan iki Ferdinand, Matyas Korvinus, Venedik
Cumhuriyeti ellerine geçirmiş olsaydılar, kendilerinin menfaati dahî serbest bırakmalarını ve
pederinin tahtını almasına yardım etmelerini gerektirecek idi (77). Cem'in felâketleri Fransız
memleketlerinde te'sîrli hâtıralar bırakmıştır. Cem, bir Sırplı anadan doğmuş olduğu için, bu
memleketler hakkında nefretten ziyâde teveccühü vardı. Şiirleri memleketinde hâtıralarını
ebedîleştirmiştir. Sâdık felâket arkadaşlarından en meşhurları, nişancısı Haydar ve —gazelleriyle
meşhur olan— defterdarı Sa'dî'-dir. Sa'dî, efendisinin uğradığı fecî neticeden az vakit önce onun
gibi bir felâkete düçâr oldu. Cem, Sa'dî'yi —devlet büyükleri ve Yeniçeriler nez-dinde gizli bir
me’ınûriyetle— Fransa'dan Osmanlı memleketine göndermiş idi. Aydın'da bilinerek Pâdişah'ın
emriyle boğazına bir taş bağlanıp denize atıldı, Cem'in Asya'da, Afrika'da, Avrupa'da seyahat ve
ikameti esnasında Sa'dî dâima beraber bulunarak Şehzâde'nin şiirlerini toplamıştır ki, bunlardan
birçoğu, özellikle Fransa üzerine bir nazmı yaygın bir şöhret kazanmıştır (Not: 26) (M.İ. 8).
(77) Sismondi, 9, s. 326, Kilise vekayinâmelerinden naklen, 1481 senesi; Verto, 7.
Mınıın.ı laıılıi,
15
I".:
C: II.
Fatih Sultan Mehmed'in devrinde (1481) Osmanlı İmparatorluğu
Üçüncü Cild
NOTLAR ve AÇIKLAMALAR
Onüçüncü Kitap
(NOT: 1) Fetihten sonra dördüncü gün Dukas'a göre 31 Mayıs'a; Fran-zes'e göre
1 Hazîran'a tesadüf eder. Dukas, kendi hesabına göre dördüncü gün
olan 1 Haziran vekayiini meskût geçer. Lâkin Franzes 3. kitabın son
babında tafsîlen zikr eder (M.î. kısmında İstanbul'un fethi târihine
bkz.).
(NOT: 2) İstanbul yağmasına şâhid olan Spandojino Kantakuzino bu hususta
şöyle yazar:
«Quinti a certi giorni Maometto fece intendere, che tutti quelli, i
quali havessero potuto provare la lor nobilita e gen-tilezza di
sangue, sarebbono stati vie meglio provisti sotto il suo governo che
sotto quello de gl'Imperadori Cristiani, affer-mando ch'egli non era
cosa giusta: che le personne nate di nobil sangue dovessero haver
disagio et andare accentando per Dio. E cosi alcuni di loro male
avedutti s'andarono a far scrivere quel giorno, ch'era disegnato a
questo effetto, nel qual si pensavano che si dovesse far loro
provigione, che fû il di di San Pietro Quivi raunati per commissione
di sultan Maometto, a tutti fu tagliata la testa.» Thedor Spandojino
Kantakuzino'nun şerhi, Franzes, 1453, s. 37) Spandojino, bunların
hayatta kalıp da kendisi gibi Türkler'in dostu olmalarından şüphe
edilerek IV. Adriyen zamanında bütün Hıristiyan memleketlerinde
mahbûs ve sefîlâne ölüme mahkûm olan Rumlardan daha az
acınacak bir hâlde bulunmuş olduklarını yazar.
(NOT: 3) «Venedik tarafından firârî Hıristiyanlar'a gösterilen misafirperverlik
gerçi defalarca Osmanlılar'ın hiddetine sebep olmuş ise de, bu defa
gelip iltica eden Rumlar'ı Venedik Cumhur'u asla reddetmemiştir.
Koleti (Coleti)'ye inanılmak lâzım gelirse, Raguza ahâlîsi
Komnenler'i, Laskarisleri, Paleologlar'ı, Kan-takuzenler'i dostça
kabul ve mümkün olan her türlü yardımı ifâ etmişlerdir.» Engel'in
Geschichte des Freistaats Ragusa, s. 176.
228
HAMME
R
(NOT: 4) Türkçe değil, Rumca olan aşağıdaki vesika —ki bir nüshası Avusturya
İmparatorluk hanedanı ve Kraliyet Evrak Hazînesinde Venedik
Hükümeti evrakı arasında mahfuzdur— buraya nakledilmeğe her
cihetten lâyıktır.
Türkçe tercümesi: (Sultân İkinci Mehmed'in Tuğrası)
«Devletimizin bütün arhontlarına; evvelâ bütün maiyyetiyle beraber
arhont Gir Sfantazes'e; bütün maiyyetiyle Gir Manuel Raol'e; bütün
maiyyetiyle Laskari Gir Dimitrius'a; Diplo Bateziler (*)'e,
Kalkeliler'e, Pagomeniler'e, Pranko Poleliler'e, Peroponililer'e ve
diğer avdet arzusunda bulunanlara! Zât-i Hümâyûnum size selâm
eder; işbu ferman size i'lâm edecektir ki muhterem Ağam
Hasambeis (Hasan Beğ) buraya gelmiş ve sizin avdetle tebeamdan
bulunmağı arzu ettiğinizi hu-zûr-ı şahaneme arz ile geri
çağırılmanızı lûtf-i hümâyûnumdan istid'a etmiştir; binâenaleyh
taleb ettiğiniz ruhsatnameyi gönderiyorum. Müslümanların mu'tekîd
oldukları Nebi-yi Â'zam Muhammed ve yedi Kur'ân (**)
yüzyirmidörtbin peygamberimiz ve belimize kuşandığımız kılıç
nâmına ve pederim Hudâvendigâr ruhuna yemîn ederim ki ne size,
ne evlâdınıza, ne emvalinize hiçbir fenalık etmeyeceğim; bilâkis sizi
âsâyiş-i hâl üzere yaşamağa terk edeceğim, o hâlde ki her vakitten
daha iyi bulunacaksınız. Bu niyetde olduğum hâlde tam bir i'timâda
şâyân olan işbu emir-nâme-i hümâyûnu imza eyledim.
Kostantiniyye, 26 Kânun-i evvel.»
(NOT: 5) Neşrî'ye göre üçyüzbin akçe (varak 200). Bu ise Maurace D'Ohsson'a
nazaran otuzbin duka eder. «Sırbiyye vergisi 1454'-de otuz bin
dukaya iblâğ olundu.» (c. 3, s. 438).
(NOT: 6) İdrîs, varak 88. Osmân-zâde'nin Hadîkatü'l-Vüzerâ'sı. M.
D'Ohsson (3, s. 326) vezîr-i âzamlık makamının ancak sekiz ay boş
kaldığını beyân etmesiyle, altı ay hatâ eder. Hacı Kalfa Takvîmü'tTevârîh'inde Eski Saray'ın inşasını 1456 Kânûn-i
(*) Bateziler. yâhud Vateziler her ihtimâle göre Rum İmparatoru Vatazo'nun torunlarıdır.
Diplo Bateziler ise gerek ana, gerek baba cihetinden olmak üzere onlardan gelenlerdir.
Krosius'un Rum-Türk kitabında Thedor Zigo-maia'ya bakınız. Orada müellif mümtaz
bir necâbet sahibi olan bu ailelerden Vrales, Muzalon, Notaras, Kranzoloras,
Mamales, Laskaris, Ogenius ile Kantakuzen'den indirmekte olduğu zamanının diğer
ailelerinden bahseder.
(**) Hammer, «Yedi Kur*ân»in ne demek olacağına dâir bâzı ihtimaller ileri sürüyorsa da
«Seb'a'ü'l-semânî» mukabili olmak üzere yazılmış olacağı muhakkaktır. (Mütercim)
OSMANLI TARİHÎ
229
evvelinin yirmidördünde başlayan 852 senesine koyar. Neşrî ile îdrîs
Mahmûd Paşa'nın vezîr-i âzam tâyin olunduğu zaman temelleri atıldığını
zannederler; Dukas 1454 senesine çıkarır. Bu müverrih daha ziyâde
it'imâda lâyıktır; husûsiyle Hacı Kalfa’ınn diğer bir hatâ olmak üzere
Kostantiniyye fethini 15 Rebîü'l-evvel'e yâni 29 Mayıs yerine 25 Mart
târihine çıkarması ile tatbik olunursa. (İstanbul'un fethinin târihi
hakkında Mütercim'in İlâveleri kısmına bkz.)
(NOT: 7)' Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 144. Bu şehir Martinier'in Coğrafya
Lugati'nde Otelius ile Leonklavi'ye atfen münderiçtir. Lâkin bu iki
müellifin belirsiz bıraktıkları mevkii, ancak Hacı Kalfa tarafından tâyîn
olunmuştur. Novoberda; ekseriya, Bosna'nın bir beldesi olan Novi Bazar
(Yenipazar) ile karıştırılmıştır; hattâ Sakızlı İzidor'un tabii Leküvi bunu
Macaristan'daki Neograd zannetmeğe kadar varır.
(NOT: 8) Bratutu'da Sa'dü'd-dîn, 2, s. 173. Neşrî, varak: 201. İdrîs. varak 90.
Ravzatü'l-Ebrâr, varak 264. Takvîmü't-Tevârîh, 859 senesi. Solak-zâde,
92 ve Âlî. Âlî, Sultân Mehmed'in zevk ile meşgul olmak istiyor gibi,
fakat ahâlî hakkında icra olunabilecek her türlü taaddiyâtı huzuruyla
men' etmek maksad-i hafisine binâen İstanbul'dan Selâniğe azîmet
eylediğini yazar. Sırbistan Despotu'nım memleketlerinin geri kalan
kısımlarını kurtarmak üzere derhâl otuz bin duka te'diye ettiğini bize haber veren de, Osmanlı müverrihleri meyânında yalnız Âlî'dir.
(NOT: 9) Mağfireti mutazammın emirname Ofen'den çıkarılmıştır. Ka-tona, 3, 1078;
ancak muharebe 14 Temmuz'da vuku bulmuş olamaz. Çünkü Papa'nın
vekili 13 Hazîran'da ordu ile Belgrad duvarları arkasında bulunuyordu
ki, ertesi gün Hıristiyan ince donanması Osmanlı donanmasını mağlûp
etti. Burada, bir aydan fazla bir târih yanlışlığı vardır. Katona, Engel,
Prey buna dikkat etmemişlerdir. Bu hususta Bernino'nun Papa'nın
Türkler aleyhinde muharebesine dâir târihî hâtıralarına da (Memorie
historich di cio che hanno operato i som mî pontifici nelle guerre contra i
Türchi, Roma, 1686) pek emniyet olunamaz. Çünkü muhasara 1456'da
başladığı halde o 1455'de vâki olduğunu yazar.
(NOT: 10) Belgrad muhasarasını tasvir eden Avrupa müverrihleri şunlardır:
Rumlar'dan Kalkondil (Halkondilas; Chaicocondilas) Dukas,
Franzes, Lehistan'lı Dö Logos, Macar Turuç, İtalyan Psikolomini
(Aneas Silvius). Hunyâd, Kapistrano, Taglikoço ile Nikola Dö
Farat'ın —Prey ve Katona taraflarından Kngel
230
HAMME
R
ile Gebhardi tarafından istifâde edilmiş olan— raporlarına da müracaat.
Bonfinius, eserinde Turuc'un naklini tercih ettiğinden, onun gibi gayet şüpheli
târihler gösterir. Binâenaleyh muhasaranın 6 Ağustos'ta kaldırıldığını zanneder.
Hâlbuki Bel-grad'ın kurtuluşu günü yazılmış olan Hunyad'ın ve Kapistrano'nun
raporları 22 Temmuz târihiyle târihlenmiştir. Halkondilas Kapistrano'nun daha
evvelki vekâyi-i hayâtiyesini yazdığı mahalle kadar muayyen târih gösterir; lâkin
şu tafsili nereden bulmuş olduğunu anlamak müşküldür: «Boemos pra-gam urbem
magnam inahabitantes, qui colebant Apolinem.» (s. 134). Daha sonraki şu
ibarenin de me'hazı bilinemez: «Boemos, qui ex sexta videbantur infecti, ut iğnem
colerent, nec vellent inde receder, et veram religionem apprehendere.» (s.. 124).
Muhasarayı yazan Osmanlı müverrihleri şunlardır: îdrîs, varak: 91, Neşrî varak
201, Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, s. 174, Âlî, Dokuzuncu Bâb, Solak-zâde, varak: 92,
Ravzatü'l-Ebrâr 246, 247, Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârih, Lutfî, Nişancı, Nuhbetü't-Tevârîh, Tursun Beğ, Hezarfen, Âşıkpaşa-zâde. Lûtfî ile Nişancı yalnız,
Pâdişah'ın kalenin ele geçirilmesinin imkânsız olduğunu görmekle avdet ettiğini
yazarlar. Hezarfen yaklaşan kışın ordunun ric'atine sebeb olduğunu beyân eder;
hâlbuki muharebe Temmuz ortasında idi. Diğerleri de hep az çok mübhem
tâbirlerle beyân ederler. (NOT: 11) Fâtih'in Alî et-Tûsî'yi müderrisliğe tâyin
eylediği cami, eskiden Pantokrator Kilisesi idi ki, Kostantiniyye'nin kadîm târihinde meşhurdur. Fetih'de değiştirilerek Zeyrek Camii adını almıştır. (İstanbul
ve Boğaziçi'ne bkz,«*l, s. 378. Manastırın kırk hücresi talebenin ikametine tahsîs
olundu; Fâtih bunları —vezîr-i âzam Mahmûd Paşa birlikte olduğu hâlde—
ekseriya huzurunda münazara ettirdi. Vuku bulan mesaîlerinden memnun olarak
Pâdişâh, müderrise bin akçelik bir kese ve hil'at îtâsiyle mükâfat verdi. Fâtih'in
emri üzerine Alî el-Tûsî ve Hâce-zâde İmâm Gazzâlî'nin Tehâfüt'u üzerine birer
kitap yazarak, eserlerine mükâfâten onar bin akçe aldılar. Ancak Hâ-ce-zâde'nin
kitabı tercih olunması üzerine Alî et-Tûsî öfkelenerek Osmanlı ülkesini terk ve
İran'a avdet eylemiştir; orada ilm-i kelâm, mantık, ehâdîs-i nebeviyye ve tefsîr-i
Kur'ân'a dâir olan dört büyük eserin —ki Mevâkıf, Matâli', Telvîh, Keş-şâfdır—
şerhlerine haşiyeler yazmıştır. (Taşköprülü-zâde'nin Ahvâl-i Ulemâ'sına
müracaat.).
(Tûsî, II. Murad zamanında Osmanlı ülkesine geldi; Bur-sa'da
Pâdişah'ın babası Sultân I. Mehmed medresesine günde
OSMANLI TARİHİ
231
elli akçe ile müderris oldu. Fâtih, camie tahvil eylediği sekiz kiliseden
birini —ki Zeyrek'dir— yevmi yüz akçe ile Tûsî'ye verdi. Bir gün Sultân
II. Mehmed Mahmûd Paşa ile beraber dersine gelmişti. Müderris, Şerîf-i
Cürcânî'nin Adud şerhine yazdığı haşiyelerden ders veriyordu. Huzûr-i
sultanînin teşvik etmesiyle Pâdişâh dersinden pek mahzûz oldu. Tûsî'ye
onbin akçe il hıl'at-i fâhire, talebesine beşer yüz akçe verdi. Sonra
beraber Abdülkerîm'in dersine gittiler. Abdülkerîm, Tû-sî'nin huzurunda
ders okutamadı. Tûsî ise «Bizzat Şerîf-i Cür-cânî hâzır olsa ders
verirdim.» dedi. Daha sonra II. Murad'ın Edirne'deki medresesine yine o
kadar vazife ile tâyin olundu. İmâm Gazzâlî ile hukemâyı muhakeme
etmek üzere İmâm'ın Tehâfüt'ü tarzında birer eser tahriri emrolunmağla,
Hoca-zâde dört ve Tûsî altı ayda ikmâl eylediler. Tûsî'nin eseri Zuhr
unvânındadır. Asrın ulemâsının takdiri üzerine ikisine de onarbin akçe
ve fakat Hoca-zâdeye bir de ester ihsan olunarak, Tûsî, infial ile Tebriz'e
gitti. Bir aralık oradan Mâ-verâ'ü'n-nehr'de Şeyh Abdullah Nakşbendî-i
Semerkandî nezdine azîmet ve ıslâh-i bâtına cehd eylemiştir. Zuhr'dan
başka eserleri: Şerîf-i Cürcânî'nin Şerh-i Mevâkıf ma, Adud haşiyelerine, Matâli haşiyelerine, Keşşaf şerhine, Teftezânî'nin Tel-vîh'ine
haşiyeler yazmıştır. Şerh-i Matâli'-i Kutbî'ye dahî fars-ça haşiye yazarak,
dibacesini Fâtih'in nâmıyle tasdîr etmiştir. Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1, s.
456. Mütercimin İlâvesi).
(NOT: 12) (Hammer'in notu yerine Sa'dü'd-dîn'den telhîs olundu) Hızır Beğ
Çelebî Sivrihisar'da doğmuştur. Molla Yegân'dan tedrîs edip ona
dâmâd olmuştur. II. Murad asrında Bursa'da Çelebî Sultân Mehmed
medresesinde müderris idi. Hoca-zâde gibi, Hayalî gibi âlimler o
medreseden yetişmiştir. İstanbul'un ilk kadısıdır. 863/1458'de
(Sünnet düğününden iki sene sonra) ir-tihâl eylemiştir. Arabça,
Farsça, Türkçe nazmı vardır. Aka-idde bir kasîde-i nûniyyesi
makbul ve mütedâvildir. Hayalî onu şerh eylemiştir.
(NOT: 13) Sünnet düğününün tafsilâtını ve bu sırada icra olunan mü-mârese-i
bedeniyye (spor) oyunlarını yazan Halkondilas o vakit vezîr-i âzam
ve Rumeli beğlerbeği olan Mahmûd Paşa hakkında «Machumetes,
filius Michaelis, materno genere Try-ballus, paterno Graecus.»
(Mihâl oğlu Mahmûd Paşa’nın validesi Tribal'li —Sırp—, pederi
Rum'dur) diyor. (Bale basımı, s. 37). Taktal (Tactale)'den
bahseder— der ki, bugünkü İstanbul'un bir mahallesinin ismi olan
«Tahtü'l-kal'a» (Tah-
232
HAMME
R
takale)dir. (bkz. Istanbul ve Boğaziçi). Nihayet canbazlardan bahs ile, fakat bu
kelimeyi «Tampezin» hâline sokar. (NOT: 14) Sa'dü'dîn, Neşrî, İdrîs, Solak-zâde.
Bu hususta Halkondilas da Osmanlı müverrihleriyle müttefiktir. Halkondilas,
esirlerin naklini ve pâdişâha takdîm olunduğunu söyler*. «Rex profectus est in
Scopiorum urbem, et ibi moratus est, ut audiret si quid novarum rerum
instituerent Pannones —Commisso autem praelio, in fugam versi sunt, paucis eo
praelio amissis; quidam Capti ad regam abducti sunt.» (Bale basımı, 10, s. 144).
(NOT: 15) Halkondilas Mahmûd Paşa'nın biraderi Mişel'in Sırbistan boyarları
tarafından riyasete intihâb olunduğunu şu ifadesiyle yazar: «Verum
Tryballi confluebant ad Machumetis fraterem Michaelem, qui
Tryballorum pricipem egreat.» (9, s. 144). Engel bu hususta şüphe
ederse de isabetli değildir; çünkü Mah-mûd'un validesi sırplı
olduğuna dâir Halkondilas’ın yedinci kitabındaki «Materno genere
Tryballus» sözlerini de tasdik eder. Bu cihet, en eski Osmanlı
müverrihleri olan Neşrî ve Âşıkpaşa-zâde hafîd-zâdesi
şehâdetleriyle de te'yid edilmiştir. Onlar Semendire Hâkimi'nin
Mahmûd Paşa'ya valide cihetinden kardeş olduğunu söylerler.
(NOT: 16) Haikondilas'da «Muhle»; Franzes'de «Muhlu». Sa'dü'd-dîn, Neşrî,
Solak-zâde «Mihlu» yazarlar. «Mochlia» yâhud «Mochlion»
Tripoliçe'den Mantine'ye giden yol üzerinde kâin Mukli (Moukli)
kasabasıdır. Defterdar Tursun Beğ, târihinin 75. va-rakında işbu
Mora seferinde Selemenk, Hulumiç (Halumiça), Gardik, YıidızHisar, Toprak-Hisar, Mihlu kalelerinin alındığını beyân eder.
(NOT: 18) Halkondilas, 9, s. 77. Yanya Vâlîsi Alî Paşa’nın bu katliâma vâkıf
olması gerektir ki, Gardiki yakınındaki Arnavudlar'ı katliâm ettiği
zaman ona rekabet göstermiştir (Katliâmın tafsilâtı için Pöküvil'e
bkz., 3, s. 392).
(NOT: 19) 1824'de Hâl şehrinde, «1821 Rum İnkılâbım Gözleriyle Gören Bir
Şahidin Mektupları» adiyle neşrolunan eserin müellifi Kantakuzen
93. sh.'de «Türk sefirlerinin gelişinde Mora muharebelerini kırâetle
meşgul olduğu halde Malvazia'nın 1375'de bir Kantakuzen
tarafından ele geçirilmesi fıkrasında tevakkuf» ettiğini yazar. Bizans
müverrihlerinde bu «zannedilen» fethe dâir bir işaret yoktur.
Hâlbuki Franzes Malvazia'nın II. Mehmed tarafından fethine ve bu
şehre verdiği siyâsî düzenlemelere dâir birçok tafsilât yazmıştır.
OSMANLI TARİHÎ
233
Ondördüncü Kitap
(NOT: 1)' Bratoti'de Sa'dü'd-dîn ve Halkondilas (1, 8, s. 146) bu hususta
uyuşmaktadırlar. Barletius îsâ yerine îsaac yazar. Lâkin «İskender
Beğ'in Muharebeleri» eseri, târihleri garîb surette karıştırarak bu
hâdiseleri 1453'de vuku bulan Kostantiniyye'nin fethinden önce
gösterir; hâlbuki İskender Beğ berat-ı muhasarasında (?) 1456
vekayiinden olan Belgrad Muhasarasından bahsettiği gibi,
müteakiben Napoli Kralı Alfons'un 27 Haziran 1458'de vuku bulan
vefatını zikretmiştir (Barletius, varak: 171).
(NOT: 2) Osmanlı müverrihleri Amasra, Sinop, Trabzon şehirlerinin hep bir sene
zarfında fetholunduğunu yazarlar. Dukas, birincisinden hiç
bahsetmeyip diğer ikisinin birbirini müteâkib ele geçirildiğini yazar.
Halkondilas, Osmanlılar'ın Amasra seferini ve Sinop ve Trabzon'un
fethiyle neticelenmiş olan seferi birbirinden ayırarak, birincisini
1461'de gösterir. Lâkin zahirdir ki aldanıyor: Çünkü Fâtih 1461'de
Mora'yı zaptet-miştir. Osmanlı müverrihleri de Pâdişah'ın Sinop ve
Trabzon'a girişini 864 (1459) senesinde göstermekle hatâ ederler;
zîrâ Trabzon İmparatoru'na teslîm teklif olunduğu zaman, Mahmûd
Paşa, Despot Dimitrius'a tahsîs olunan Aynoz (İnoz) varidatından
bahsediyordu; bu ise 1460 nihayetleri hâdisele-rindendir.
(NOT: 3) Halkondilas, 9, s. 155 ve 147, Bale basımı; Dukas, 45, s. 192.
Halkondilas sefirin geliş zamanını şöyle tâyîn eder: «Rex, cum eo
tempore nuntiatum esset quid in Asia moliretur Cha-sanes Longus,
pacem dare (Despote Thomae) haud abnuit, ut posset liberius arma
inferre Chasani et İsmaili Sinopes prin-cipi — Hine ira exardens rex
expeditionem adversum Tho-mam sumpsit, et bellum contra Chasanem
rejecit in futuram aestatem, et ontra Peloponesum aceingebatur.»
Thomas ve Dimitrius aleyhindeki muharebe 1460'da açılmıştır. Bu son
fıkra dahî Amasra'nın Sinop ve Trabzon fethi senesi ele geçirildiğinin
yeni bir delilidir. Meğer ki Sultân Mehmed, bahis mevzuu olan sefiri
Amasra'yı muhasarası sırasında kabul ve Mora'ya geçmek üzere
Amasra'yı terketmiş olduğu farz olunsun. Hâlbuki bu tahmin hatâdır.
Zîrâ Türkler Mora'ya Mayıs ayında dâhil olarak sene nihayetine kadar
kaldılar. Franzes, 4, bâb: 16, s. 88.
(NOT: 4)' İdrîs, varak: 107. Âlî, bâb: 15. Bu kumandanların sağ cenâhda mı,
yoksa sol cenâhda mı durduklarının ehemmiyeti azdır.
234
HAMME
R
Fakat aslında devletin en büyük me’ınûriyetlerinde bulundukları
cihetle, isimlerinin öğrenilmesi gereklidir. Bunlar: Evra-nos, Turhan
(Turahan) Malkoç, Mihâl-oğlu idi.
(NOT: 5) Engel Eflâk Târihi'nde bu esirin bizzat pâdişâh tarafından sorguya
çekildiğini söylemekle hatâ eder. Bu hatanın menşei şudur ki,
Halkondilas Mahmûd'u «Machumetes» yazar, bununla beraber
pâdişâhı dâima «Rex» (Hükümdar) unvanıyla yazarak tefrik eder.
Midilli adası muhasarası münâsebetiyle de yine o suretle «Rex
Itaqne bombardas sistens pergebat consilio Machumetis» diyor.
(NOT: 6) Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'ine nazaran 819 (1416) senesinde.
Engel'in Eflâk Târihi'ne bkz; s. 136. Kantemir, Osmanlı
müverrihlerinden naklen Eflâk üzerine konulmuş olan vergiyi hakîkî
târihiyle yazar; lâkin Piyer Rareş (Pierre Ra-resch) ile Piyer Aron
(P. Aaron)'un saltanatı zamanlarına âit vak'aları birbirine karıştırdığı
gibi, bunda dahî aldanarak Boğ-danlılar'ın ilk defa verdikleri
verginin ödendiği zamanı seksen sene sonra gösterir. P. Rareş 1516
senesinde hayattaydı, Boğdanlılar ise 1456'da P. Aaron zamanında
bu vergiye tâbi idiler. Engel'in Boğdan Târihi'ne bkz; Kromer'e
nazaran.
(NOT: 7)' Floransa'nın tâkib ettiği bu siyâset tarîkinin şahidi Mağliape-çiana
Kütüphânesi'nde Cronache di Firenze del Dei adlı eserin 25.
takımdan 40 no. lu el yazısında bulunur ki, Kont Pam-peyolitta
tarafından müverrihe tebliğ olunmuştur: Ondan me'-hûz ibare: «Ie
galeazze fiorentine giunsero a Cp. ove furono cortesemente ricevute
dal Gran Signore, ed ottennero da esso molte grazie e privilege. I
Fiorentini che erano sulle galeazze manifestarono al Gran Signore i
preparativi de' Christiani contro di lui, e come avrebbe potuto
diffendersi dai loi sforzi, e gli promisero di far il possibile per
scioglere la lega de'Cris-tiano, e render inutili i loro tentativi: a tanta
iniqita li in-dusse l'odio, che portavano ai Veneziani, e la speranza
di po-ter essi soli esser padroni del commercio nei paesi che il Turco
conquistava. II Gran Signore fece poi grandi preparativi per la
guerra contro i Christiani col consiglio e disegno de'Fiorentini,
pudet meminisse! II Gran Signore nel 1461 fece e privilegi ai
.P
Fiorentini in prejudizio de Veneziani, e nelle guerre dal 1462 al
1466 intercattarono fino le lettere de Veneziani, e le portarono al
Gran Signore, e diedero ad esso consigli.»
(NOT: 8)' Halkondilas, 9, s. 169. Halkondilas’ın bu fıkrasında Evranos'un oğlu
îshak ve Üsküp hükümetinde ona halef olan îshak-oğlu
OSMANLI TARİHİ
235
İsâ hakkındaki ifâde şüphe götürmeyecek surette ortaya ko-nulmuşsa da, bu
müverrih —Sandel, İsak ile PoTe âit olan— İllirya, Bosna, Sırbistan eyâletlerinin
hududu hakkında o kadar vazıh söylemez. Hiçbir Macar, Bosna, Hırvatistan
müverrihi, ne Prey, ne Şimek, ne Gebhardi bu hususta ikna edici izahat
vermemişlerdir. (NOT: 9) Gayet nâdir olan işbu Itinerarium Wegraisse K. Mayst
post-schafftigen Constantinopol zue dem Türkischen Kayser Sole-man, ano. XXX, (1531)
adlı eserde şu fıkra okunur: «Am Samstag den 3 Septembris von Gelosch über
einen hohen Berg bis zu des Kayzers Prunn gekommen darum also ge-nant das
ungefaerlich vor LXXIV. Jahren, so der türkisch Kayser Bossen über kommen
Lat, ist er sampt seinem Volk zu dem prunnen, und niht weiter kommen, Aber
seine Wascha gen Glutschloss mit Hoereskraft geschicht, und den künig, so das
bosnisch knuigreich gehabt, der sich dann auch im Schloss Glutz belaegern
lassen, uberwunden, Glutz und Camergrad eingenommen nachmals inn ein Dorf
Gersono da selbst beli-ben.»
(NOT: 10) Halkondilas bu beğleri Stantis, Karyakos (Cariacos), Paulus diye
isimlendirir. Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 222, ve Neşrî, varak 215, Kuvaç ve
Pavlubakli olmak üzere yalnız iki isim yazarlar (Sa'dü'd-dîn'in ibaresi
şudur: «Bosna vilâyetine Kovac ili ve Pavli dimeğile ma'rûf vilâyetlerin
hâkimleri —ki Kovac oğ-lı ve Pavli oğlı nâmı ile meşhur idiler— bu
sefer ... de bend olmup kapucılar odasında habs olınmışlar idi. Rûz-i
katl-i kralda (Bosna kralı) anlar dahî kati olmup memleketleri ... ilhak
olındı. Bosna vilâyeti bi't-temâm teshir olmup eyâleti Minnet Beğ oğlına
erzânî buyuruldı.» (cild: 1, s. 495. Mütercim). Binâenaleyh Şimek
(Schimeck) (s. 151), «Karyakos»un türkçe «Karagöz» kelimesinden
muharref olduğunu zannetmekle hatâ eder. Osmanlı müverrihlerinin
«Pavlubakli» dedikleri Paul Dö Şan mıdır, (Şimek, s. 759), Paul Dö Tor
mudur (kezalik 125), yoksa Paul Radazes midir, burasını tâyine cür'et
edemeyiz. Joriç'in Kanunî Süleyman'a gönderdiği temsil hey'etinden
Lâtin tercümanı Benuva Köripeçiç Döremburg (Benoit Curipeschitz
d'Orembourğ) Ragiça, nâm-ı diğer Çe-lebî-Pazar'da mezarını görmüş ve
kitabesini okumuştur ki, harfiyyen tercümesi şudur: «Ben, bu
memleketin sahip ve hükümdarı olan Paoluç Radazel bu mezarda
istirahat ediyorum; Osmanlı Pâdişâhı ne lûtf ile, ne tehdîd ile, ne de silâh
ile memleketimi terk ettiremedi, dînimi terk etmeği de hatırıma
236
HAMME
R
getirmedim, Cenâb-ı Hakk bana Türkler'in üzerine bir galebe ihsan
eyledi.»
(NOT: 11) Bu vak'a ehemmiyetine rağmen hiçbir Avrupalı müverrih tarafından
naklolunmamıştır; yalnız Halkondilas şu ibaresiyle bunu imâ eder
gibi görünür: «Tradunt regem propinas inter-ficieendum Illiriorum
regem Persae praeceptori suo.» Beyne'n-nâss Musannifek nâmıyle
ma'rûf olan bu şöhretli âlim «eş-Şeyh Alî bin Mecdü'd-dîn
Muhammed bin Mes'ûd ibni Mahmûd bin Muhammed bin elîmâmi'l-hümâm Fahrü'd-dîn Muhammed bin Mes'ûd bin Mahmûd
bin Ömeri'ş-Şâhverdi el-Bistâmî el-Herevî er-Râzî es-Sadîkî elFarûkî» dir. Son beş sıfat aslında Bistâm'da ikamet eylediklerini,
kendisinin He-rat'ta doğduğunu, İmâm Fahrü'd-dîn Râzî sülâlesinden
olduğunu, Ömer gibi fetva üzerine beyân-i re'y eylediğinden hükm-i
kat'î bulunduğunu, o hükmü bizzat kılıciyle icra eylediğini bildirir
(Es-Sadîkî el-Fârukî, Ömerü'l-Fâruk sülâlesinden demektir. Hammer
bu son iki kelimede yanılmıştır. Mütercim). Aşağıdaki eserleri tasnif
etmiştir: Arabça: 1 — Tuhfe-i Mahmûdiyye, 2 — Şerh-i İrşâd, 3 —
Şerh-i Mısbâh, 4 — Âdâb-i Bahs, 5 — Nahvden Lübâb'a şerh, 6 —
Telvîh'e haşiye, 7 — Kasîde-i Bürde şerhi, 8 — Hâşiye-i Mutavval, 9 —
Ebû Alî Sina'nın Kasîde-i Rûhiyye'sine şerh, 10 — fıkıhdan Vikâye'ye
şerh, 11 — Hidâye şerhi, 12 — Şerh-i Mesâbıh, 13 — Şerh-i Miftâh-i
Allâme-i Cürcânî'ye haşiye, 14 — mantıktan Şerh-i Metâli'a haşiye,
15 — Usûl-i Pezdevî (kısmen) şerh, 16 — Tefsîr-i Kur'ân'dan Keşşafa
şerh, Farsça: 17 — Envârü'l-Ahdak, 18 — Tuhfetü's-Selâtîn, 19 —
Hadâîkü'l-îman li-Ehli'l-İrfân, 20 — mantıktan Şemsiyye'ye şerh.
803/1400 de doğmuş ve 875/1475'de vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn ve
Şakaıkü'n-Nu’ınâ-niyye'ye müracaat.
(NOT: 12) Neşrî'nin sâdedil ifâdesi şudur: «Musannifek fetvayı virüp bunlarun
gibi kâfirleri öldürmek gazâ-yı ekberdür diyüp kılman çıkarup evvel
kendü çaldı, kiralı tepeledi ve hem ol iki kâfirim (Kovac ve Pol) dahî
kapucılar çadırında kayıdların gördiler.»
(Musannifek'in fetvası ortada olmadığından Bosna Kralı'nın îdâmı
hükmünü neye istinâd ettirdiği ma'lûm değildir. îstîmâ-nı (aman
dilemesi) kabul edilmiş bir adamı öldürmek şer'an tecvîz
olunamayacağı açık olduğundan, kralın aman dilemesinden sonra
idamının muhakkak bir sebebi bulunmuş olsa bile Musannifek'in
bizzat cellâdlık vazifesini icra etmesi takbih edilmeğe lâyıktır.
Sa'dü'd-dîn'in rivayetine göre kılıcı bir-
OSMANLI TARİHİ
237
kaç kere çaldırıp kestirememiştir. Allâme fıkıh bilgini, acemi bir cellâd
derekesine kadar inmemeli idi. Acaba îdâm cezasını bizzat ifâ etmesi
ahidnâme elinde gelmiş olan kralın başını kesmeyi kimsenin kabul
etmemesinden mi neş'et eyledi? Eğer böyle ise, orduda büyük bir
hakşinaslığın mevcudiyeti anlaşılır ki, Musannifek hakkında nefret daha
ziyâdeleşir. Mütercim).
(NOT: 13) Neşrî, varak 217, Bonfinius, Aşere 4, s. 537, «İzvornik»i «Zuaniçum», Serbernik'i «Strevernikum» yapar. Bununla beraber kralın
alelacele ric'atine dâir ifâdesi Hıristiyan ordusunun mağlûbiyetine
ve Osmanlılar'ın aldıkları pekçok ganimetlere dâir Neşrî ve Sa'dü'ddîn'de bulduğumuz tafsilâta pek muvafıktır: «Ae quam hie aliqui
utrique prencipi volunt fuisse fortunam, quippe quae veluti ad
Jayzam solo adventantis Cor-vini nomine Maumethem machinas
aeneas et impedimenta deserere; ita sub zoinichi moenibusad Turci
famam Ungaro-sautore turpem fugam capessere jusserit.» (s. 137).
Matyas, Venedik doçuna olan bir mektupda der ki: «Sed quum novissimae hiemis asperitate discedere et trajecto amne Savo ad
regnum redire cogeremur.» Solak-zâde Yaiça'nın Macarlar
tarafından ele geçirilmesini ve İzvomik'in muhâsarasiyle Matyas’ın
firarını meskût geçer. Hacı Kalfa bu vak'aları 870 senesinde
aşağıdaki ibare ile yazar: «Sefer-i Fâtih be-cânib-i Engürüs berây-i
istihlâs-i Yayiçe ve nüzûl-i kral ber îzvornik ve inhizâm-i küffâr bihücûm-i vezîr âlâ mikdâr.» 870 se-ne-i hicriyyesi 1460 Ağustosunda
başladığı cihetle bu müverrih tarafından gösterilen târih, mevzû-i
bahs olan vak'aların olduğu zamandan bir sene sonradır. (Takvîmü'tTevârîh'in ibaresi aynen kendisinden alındı. Kâtib Çelebî 869'da
dahî «îs-tîlâ-yı Engürüs be-Hisar-i Yayiçe» demiştir).
(NOT: 14) Halkondilas «Jesu Albanis fili um» diyor. «Jesu» İsâ karşılığıdır,
«Albanis», Evranos'un bozulmasından başka birşey değildir; «filium» ise
Evranos'un ailesinden olduğunu gösterir.
(NOT: 15) İdrîs, Âlî, Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn rivayet ederler ki, Sultân Mehmed
tarafından Trabzon İmparatoru'na açılan seferin hitâmına doğru Kızıl
Ahmed Uzun Hasan'ın tekliflerini reddetmiştir. Lâkin bu müverrihler,
bilhassa Solak-zâde bil'akis yazarlar ki, Kızıl Ahmed Uzun Hasan
nezdine iltica etmiş ve bu haber üzerine Pâdişâh, onun kardeşi İsmail'i
Filibe'ye göndermiştir. Bu sonuncu rivayet Dukas ve Halkondilas’ın
rivayetlerine de uygun düşer.
238
HAMME
R
(NOT: 16) Manner hatırlatır ki Akşehir kadîm Thymbrium'dan başka bir yer
değildir. Apamea (Afyon Karahisarı)ndan denize giden yol Konya'ya
değil, Toros üzerinden Seyitgazi'ye gider. Jahr-bücher der Litteratur'un
14. cildinde 62-63. sh. lere bakınız.
(NOT: 17) Sultân Mehmed'in o vakit İskender Beğ'e mektup yazdığı doğru ise
Barletius'un 199. varakında münderic olup kahramanının bütün
nutukları gibi müverrihin hayâl mahsûlü olan mektuplara
benzememesi lâzım gelir. «Lettere del gran Ma-hometto imperadore de
Turchi; ridotte nella volgar voce da M. Lodovico Dolce Moreme con letere di fal
arid; triaano dellt Agrigentini. Venedik, 1563.» unvaniyle neşr ve Fâtih'e
isnâd olunan mektuplara inanmak lâzım gelmez. Bu mektupların biri
Amazonlar Kraliçesine hitaben yazılmış ve Delfi şehri ahâlîsine
hitaben yazılmış olan diğer birinde Fâtih, kahir Apol-lon'dan, «Tabın
mucidi» İskolab'dan bahsetmekte bulunmuştur!
(NOT: 18) «Achrida Bulgariae archiepiscopatus un noscunt omnes Sebastocrator eo Provehitur, dein Deabolim movet quae se dedit
cum universa circumjacenti regione» (Prespa, Pelagonia, Soscus, Moliscus Acrapolita, 92). «Prespa», şimdiki Perspe'dir.
(Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s. 141.). Pelagonia, bir ülkenin kadîmen idare merkezi olan Kastoria'yı, yâni şimdiki Kesriye kazasını hâvidir (Hacı Kalfa, a.g.e. s. 97). «Soscus» ve «Moliscus», Nahlıç ve Bahleşte olmak melhuzdur (Kezalik, s. 67).
Deapolis Tuli «Manastır» ismiyle müsemmâ olup henüz bâzı
haritalarda Petaglia nâmıyle kayıtlıdır (Kezalik, 96) (Manastir vilâyetinin merkezi olan Manastır şehri. Fakat eski Betolia küçücük bir köy idi. Şimdiki Manastır, Osmanlılar'ın eser -i
ümranıdır. Mütercim). Kantakuzen diyor ki: «Albani qui habitant ............................................................... et juxta Achridem,
Imperator Achrida discedens relicta Castoria in Pelagoniam ve-nit.»
(s. 55). Ahris'in Bedrina yahut Turesium olup olmadığını tedkîk ve
Justiniyaprima'nın mevkiini tâyin etmek üzere, Nikefor Gregoras'ın
eserine Dökanj tarafından yazılan hâ-şiyelerdeki incelemeler
faydasız kalmıştır. Bugün mevkiine tekabül eden yer sabit olmuştur
ki, eskilerin Ahrida dedikleri Ohri'dir ve Justiniana Köstendil'dir.
Manner, 7, s. 108. Anvil zikrolunan Köstendil'in vücûduna dâir
hiçbir tarafta emare bulamadığını yazar. Hacı Kalfa’ınn Rûmili'sinde 78'inci sahî-feyi açmış olsa, orada bulurdu.
(NOT: 19) Bu akın İstirya müverrihi Julius Sezar tarafından unutulmuş-sa da
Dreşeler (Drescheler), Dölogos, Bonfinius taraflarından
OSMANLI TARİHÎ
239
zikr olunmuştur: Birincisi 1469 senesinde zikr ile şöyle yazar: «Eodem
tempore multi Christianorum in Styria et aliqua parte Germaniae a
Turcis capti et abducti sun.» Dölogos'da şu fıkra okunur: «Turcorum
ingens extercitus terras Hungaro-rum et Slavorum invadens usque ad
Ciliae regionem, croatis transitum eorum non impedientibus nec Hung,
rege Mathia, depopulatus est. Nec imperator Fredericus, cujus regiones
magna ex parte vastabat, aliquam opponebat resistentiam; ex quo factum
est, ut prope viginti millia animarum de Christi-anis barbaries aut
trucidavit, aut in miserabilem servitutem secum traduxit.» Bonfinius'a
da müracaat, Aşere, 4, 1, 2, s. 559.
(NOT: 20) Kont Daro, Sultân Mehmed'in bu tarz îdâmı istimal eylediğinde
tereddüd ederse de, hatâ eder. Kumandan Leontari ve Kalavrita ile
üçyüz deniz hırsızı ve beşyüz Arnavud hakkında tatbik olunmuştur.
Sanuto bu bâbda birşey söylemiyorsa Venedik'in diğer müverrihleri
ve ezcümle «Ağrıboz'un Zaptı» unvanlı eserin muharriri «autore
incerto» (gayrı muayyen) tarafından beyân edilmiştir. Osmanlı
müverrihlerine gelince onlar gerek caniler, gerek ma'sûmlar
hakkında icra edilen cezalardan bahsetmezler (M.İ. 1).
(NOT: 21) Bu vak'anın her ihtimâle nazaran —Avrupa müverrihleri tarafından o
kadar tekrar olunan— İren hikâyesi doğurmuş olması muhtemeldir.
Fakat bu türlü hikâyeler asla i'timâda şayan değildir; Sakızlı Leonard'ın
son basımı Ekuy (Ecuy) Papasının bu bâbda Bandeli gibi bir küçük
hikâyeler müellifinin şehâdetine istinâd etmesi anlaşılır birşey değildir.
(NOT: 22) Sultân Mehmed, 1427 (823) senesinde doğduğu cihetle 1470'de kırkikinci
yaşına ve cülusunda yirminci senesine giriyordu. Hatırlatırız ki Fâtih'in
saltanat müddetini Hicrî takvime göre 855'den 875 senesine kadar hesab
ettik. Osmanlı müverrihleri Ağrıboz fethini 1468 (873)'de gösterirler.
Venedik müverrihleri ve onlara imtisâlen Lojiye ve Daro 1470'de,
Ağrıbozun Zaptı» eserinin meçhul müellifi 1471'de gösterirler. Bu fetih,
Neşrî tarafından Osmanlı târihinin en parlak fütuhatından biri olmak
üzere yazılmıştır. Bratoti'de Sa'dü'd-dîn'e (2, s. 344); İdrîs'e (varak:
129); Solak-zâde'ye (varak: 57), Âlî'ye (Mehmed Saltanatının 22. Faslı);
Nuhbetü't-Tevârih'e; Ravzatü'l-Ebrâr'a; Takvîmü't-Tevârîh'e (873
senesi); Lutfî Paşa'ya (s. 61), Cihân-nümâ'ya (s. 687) müracaat. Venedik
muahedeleri ihtiva eden büyük boyda yedi cilt üzerine tertib edilmiş
240
HAMME
R.
mecmuadaki (Libri dei patti) vesikalar Lâtinler'in Kostanti-niyye'yi
zaptlarından Ağrıboz'un Fâtih tarafından ele geçirilişine kadar olan
müddete âit Ağrıboz târihini bir dereceye aydınlatırlar. Ada, evvelâ
Raven Karçerio, yahut bu vesaikin dediği gibi Ravanus de
Caceribus tarafından idare olunmuştur. Ada'nın ona tefvizini hâvi
berât Doc Ziani tarafından imza edilmiş ve 1209 Mart'ı târihiyle
târihlenmiştir. Raven 1210 târihi Şubat'ıyle imza ettiği bir mektup
mucibince Cumhûr'a, onların emirgüzârlığını kabul ettiğini (Mezkûr
mecmua, c. 2, varak 211 ve 212) yazar. Altı sene sonra, a.g.
mecmuanın 4. c. nde 301. sahîfede taksim olunmuştur. Nihayet,
Vilhelm Dö Veron ile Venedik Doc'u Rainero Jeno arasında, balyos
Marko Grade Niko ma'rifetiyle aktedilen 7 Kânun-i sânı 1256 tarihli
bir ittifak ahid-nâmesi mucibince Ağrıboz Hâkimi Ahai Prensi
aleyhine şiddetle muharebeyi taahhüd ediyor.
Onbeşinci Kitap
(NOT: 1) Osmanlı müverrihleri bu sırada tatbik edilen mezâlimi sarî-hen beyân
ederler: «01 sitem-pîşe hemîşe cevr ve zulmi âdet idüp...» daha
sonra: «akıbet itdüği zulm ve fesâdun kendü dahî cezasını buldı.»
(NOT: 2) 877 Hicrî senesi başı 1472 Milâdiyesi Hazîran'ının 9'una tesadüf eder;
binâenaleyh Safer'in ilk on günü Temmuz'un ortalarına tesadüf eder.
(Metinde Feridun'dan naklen, Fâtih'in oğluna berâtı târihi 887
gösterilmişse de bunda hatâ vardır. Doğrusu 877 Olacaktır; nasıl ki
Takvîmü't-Tevârîh dahi bir sene sonraki Uzun Hasan muharebesini
878'de gösterir. Uzun Hasan'ın inhizâmına târih olan «Butlan
keydü'l-hâineyn» ibaresi ile «Ve yensurikallahu nasaran azizen»
âyet-i kerîmesi bunun iki çok kuvvetli delilidir. «Ha'ineyn» lâfzının
hemzesi ya: 10 hesâb olunmalıdır. Hammer her nekadar 877
başlarını 9 Hazîran'a tesadüf ettirmiş ise de Gâzî Muhtar Paşa
hazretlerinin Islâhü't-Takvîm'ine nazaran Hazîran'ın 8'ine tesadüf
etmektedir. Mütercim).
(NOT: 3)' Hammer burada Uzun Hasan'ın Fâtih'e önceden gönderdiği bir
mektubun hülâsasını yazar. Sonra şu mütalâayı ilâve eder: Uzun
Hasan'ın böyle maktüleynin başlarını gönderdiğini beyân etmesi
tahkiri mutazammın idi; zîrâ pâdişâhın menfaati sebebiyle dostâne
münâsebetlerde bulunduğu zevatın isimlerini söylüyor «Debirsâl-i
hâkim-i divânsın re's-i maktûunun
OSMANLI TARİHİ
241
(kesilmiş başının II. Mehmed'e irsali Karakoyunlu ailesinin istimdadı
mutazammın Fâtih'e yazdığı mektûb onun kaleminden çıkmış olmasına
mübtenî olsa gerektir (M.İ. 2).
(NOT: 4) «Uzun Hasan (Sultân-ı Mısr'a) mektup gönderüp hayli tah-vîf itdi ve
anı muhâlefetden tahzîr itdi.» Cenâbî, s. 228. Venedik elçisi Uğurlu
Muhammed (Mehmed) in (Gurlumamech) Sultân Ebû Saîd'i,
boyununda ip, ve mevte mahkûm olarak sevk ettiğini tasvir eden bir
levha gördüğünü hikâye eder.
(NOT: 5)' Halkondilas, 3. kitabın sonunda işbu Baysunkur'u «Pajancur» tesmiye
ederek hatâen «Çokı»nun oğlu der. İki «Çokı» vardı ki, biri
Baysunkur'un kardeşi, diğeri yeğeninin biraderi olan Uluğ Beğ'in
torunudur. (Timur Hanedanı neseb cedveline müracaat, c. 2). Baisankour
yahut Baisankor —ki Tatar ismidir— Justinianus'un 2. kitabında 4.
bâbda «Rex Scythiae mittit fi-lium Panasagorum» diye yazdığı isim
olmak lâzım gelir.
(NOT: 6) Münşeât-i Feridun'un 223 numarasında münderic Uzun Hasan mektubunun
bir madde yanlışlığı sebebiyle Sultân Mehmed'e yazıldığı, unvanında
yazılı ise de, Karaman-oğlu Pîr Ahmed Beğ'e gönderilmiştir. Çünkü
içinde Pir Ahmed'e hitâb olunuyor. (Bizdeki Feridun'da Sultân
Mehmed'e hitâb olunmuştur. İstanbul basımı, s. 269-271). Uzun Hasan
mektubunun sonunda ilkbaharda is'âf-i matlûbu içün, yâni Mehmed
aleyhine muavenet için hudûdda görüneceğini beyân eder.
(NOT: 7) «The town of Jezira ul Omar, the ancient roman fortress of Bezabde, is
situated in low sandy island in the Tigris, about three milies in
circumference, and surrounded on all sides by mountains. It occupies the
greatest Part of this island, and is defended by a wall of black stone now
fallen to decay. (Macd. Kinneir, Journey. London, 1818, p. 449 et 450.)
(NOT: 8) Mauracea D'Ohsson, c. 1, Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, 270. Solak-zâde, varak
58. (Hammer bundan sonra Pâdişah'ın gördüğü rüya hakkında vezîr-i
âzam Mahmûd Paşa'ya gönderdiği arap-ça bir mektub ile Ak-Şemsüd'ddîn'in —kezalik arapça— ta'-bir mektubu Münşeât-i Feridun'da
münderic olduğunu beyân ile ta'bire dâir îzâhât veriyorsa da bizim
Münşeât-i Feridun'a nazaran Pâdişâhın arabça bir mektubu olmayıp AkŞemsü'd-dîn'in —biri kendi gördüğü rüyanın, diğeri de Sultân Mehmed'in rüyasının tâ'birine dâir— iki arabça mektubu vardır:
İlanıma luıihi, C: II. I.: 16
242
HAMME
R
Hammer'in hatâ etmiş olduğu anlaşılmakta olduğundan, rüyaya
müteallik hocanın ifâdeleri ve zikrolunan iki mektubun mündericatı
Mütercim'in İlâveleri kısmında telhîs olunacaktır, bk. M.İ. 3).
(NOT: 9) En eski müverrihlere i'timâden 1 Rebî'ü'l-evvel 26 Temmuz
1472 denilmişse de Avrupa müverrihlerinin ittifakı işbu Uzun
Haman muharebesinin Âlî ve Hacı Kalfa’ınn beyânı veçhile 877
Rebî'ü'l-evvelinin 16'sına (21 Ağustos 1472) tesadüf etmiş olduğunu
gösterir. (Yukarıda söylendiği üzere muharebeye târih olan âyet-i
kerîmenin ve ibarenin (bk. Not: 2) hesabına göre ve Osmanlı
müverrihlerinin ittifakı mucibince vuku senesi 878 olduğu gibi Uzun
Hasan Cihânşah'a ve Sultân Ebû Saîd'e çarşamba günü galebe
ettiğinden, Fâtih'le de muharebe için o günü seçtiğini Sa'dü'd-dîn'de
(c. 1., s. 543) menkûl ve fî'l-hakîka 878 Rebî'ü'l-evvel'inin başı
Salı'ya ve 16'sı Çarşamba'ya tesadüf etmektedir. Milâdî târihine
gelince bu dahî
1473 Ağustos'unun ll'ine tesadüf eder ki, kezalik o günün çarşamba
olduğu hesapla anlaşılır. Kısacası mezkûr muharebe 16 Rebî'ü'levvel 878/11 Ağustos 1473 çarşamba günü vuku bulduğunda asla
şüphe yoktur. Mütercim.)
(NOT: 10) Birçok el yazılarında «Adnî» yerine «Adlî» görülür. Adnî, Sultân
Bâyezid'in şiirlerinde mahlasıdır. Âşık ve Hasanpaşa-zâde bu
Pâdişâhın bâzı beyitlerini yazarlar (M.İ. 4).
(NOT: 11) Venedik Cumhûriyeti'nin Uzun Hasan nezdindeki sefiri Zeno, Uzun
Hasan'ın zevcesinin yeğeni bulunan hareminden dolayı Akkoyunlu
ailesine sıhriyyet peyda etmişti. 1471'de Jozefat Barbaro ona halef
olarak iki sene sonra dahî Embrocio Kon-tarani tâyin olunmuştur.
Seyahatnameleri müdekkıkane yazılmış birçok coğrafî ma'lûmâtı
hâvidir. Bu hususta Sismon-di'nin İtalya Cumhuriyetleri Târihime
müracaat, 10, s. 289.
(NOT: 12) Venedik'te San-Ciovanni ve Paulo Kilisesi'nin kabristanında
Moçenigo'nun mezarı üzerinde aşağıda aynen naklolunan şu kitabe
yazılıdır: «Peatro Moceni go Leonard! filio omnibus non minus
optimi quam eloquetntissimi senatoris moneribus domi forique
functo, maris Imperatori, qui Asia et faucibus Hellespont! usque in
Cyprum ferro ignique vastata, Caramannis re-gibus, Venetorum
sociis, Othomano oppressis; regno restituto, piratis undique sublatis,
Cypro a conjuratis non minori cele-ritate quam prudentia recepta,
Scodra ducta et auspiciis sui liberate, quam Rempublicam feliciter
gessisset, absens divi Marci Procurator inde Dux grato patrum
consensu creatus est,
OSMANLI TARİHÎ
243
vixit annos 70, mens. 1, dies 20, obüt non sine ingenti populi gemitu,
anno salutis 1476.»
(NOT: 13) Bufor'un Karamania'sı, Londra, 1817, s. 126. Cihân-nümâ, s.
611; Manner, 6, 2, 129. Sid harabeleri (Bufor, s. 176) şimdi Eski Adalia
diye isimlendirilir. Manner'in zannına göre bu mevkî Bizanslıların ve
Eneas Silvus'un «Candelorum» yahut «Scandalorum» dedikleri şehir
olacaktır.
(NOT: 14) Bu zincir bugün Roma Sen Piyer Kilisesi elbise odasında harb
hâtırası olmak üzere asılmıştır. Konulduğu mahalde aşağıdaki kitabe
yazılıdır: «Smyrnam, ubi Oliverius Cardinalis Ca-raffa Sixti IV,
Pontificae classis dux vi occuaasset, in Sataliae urbis Asiae portum,
vi irrupit, ferramque catenam inde ex-traxit, et super valvis hujus
Basilicae suspendit.» Bernino, s. 131; Vatikan Evrak-i Cedîdesi
Mecmuasında dahî bundan bahsedilmiştir (c. 3, s. 1599; c. 4, s.
1745).
(NOT: 15) «Sigi era lontano dal Curcho non piû che vinti mglie». Si-nium, Anvil'in
haritasındaki Sise (Sicoe) dir; Cihân-nümâ nın «Sin» dediği de budur.
Korkos, kelimenin iştikakına nazaran kadîm Korikos (Corycus)
olmalıdır. Manner, 6, 1, s. 174. İleride Cem'in târihinde «Korku» nun
«Korkos» tesmiye olunduğunu göreceğiz. Barbaro, s. 46, Korku'nun
Ermenice kitabelerinden bahseder. Maneto'da bulunmuş ve Kont
Kastiglioni'-nin «İtalyan Kütüphaneleri» esesrinin 28. cildinde 73.
sahifede izahatı verilmiş olan mezar taşının bir muharebeden bir tuh-fe
(armağan, kalıntı, hâtıra) olduğunda şüphe yoktur. Bu taşın 1296
senesinde Soğr (Soghr) yâni Kilikya hududunu yağmalayan harb-i
mukaddes (Haçlı seferleri) eşhasından Mopa-bith nâmında bir muharip
için dikildiği anlaşılır.
(NOT: 16) Lojiye, Venedik Târihi, 16, 26, s. 259. Çipiko dahî Uzun Ha-san'la
birbirini müteâkib vâkî olan iki harbi tafsilâtiyle nakleder ki, birincisinde
Rumeli Beğlerbeği Murad Paşa dörtbin kişi ile beraber zâyî' olmuş ve
ikincisinde Akkoyunlu hanedanından Zeynel Beğ'in vefatı vuku
bulmuştur. Çipiko yalnız bir noktada yanılıyor: Bu iki muharebeyi
kırksekiz saat içinde vâkî oldu sanır. Osmanlı müverrihleri ise iki
muharebe arasında altı gün geçip, Sultân Mehmed'in bu müddeti düşman
üzerine yürümekle geçirdiğini beyânda müttefiktirler.
(NOT: 17) Şehzade Mustafa'nın vefatına yolaçan hastalığı hakkında Osmanlı
müverrihlerinin rivâyetlerindeki birlik, Piti Dölakruva'-nın târihinde
mevkî-i i'timâda koyduğu hikâyenin reddi için başlıbaşına kâfî bir
delildir. Bu hikâye şudur ki: Sultân Meh-
244
HAMME
R
med, —Vezîr-i âzam Ahmed Paşa'nın haremine tecâvüzünden
dolayı— bihakkın hiddetlenerek Şehzâde'yi idâm etmiş. Hâlbuki
Ahmed Paşa Mahmûd Paşa’nın idamından sonra vezîr-i âzam
olmuştur. Mahmûd Paşa ise Şehzâde'nin irtihâlinde hayatta idi.
Yoksa nasıl olabilirdi ki Şehzâde'nin vefatından memnun olsun? Piti
Dölakruva Mustafa'nın vefatını 882'de göstermek ile de hatâ eder,
irtihâli üç sene sonradır.
Onaltıncı Kitap
(NOT: 1) Solak-zâde ve Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2 , s. 197. ikisi de bu vak'-ayı
zikrederler. Marini Sanato'nun vekayinâmesinde ise yalnız şu ibare
vardır: «Ungaria scorsiscata dai Turchi passati il Danubio.» Her
ihtimâle göre bu Malkoçzâde Balı Beğ Me-siger'in «Calapan» dediği
ve bir sene evvel Klagenfurt hisarları önünde zuhurunu yazdığı şahıs
olacaktır. 1469'da Karni-yolu istilâsını ahd eden paşanın kim
olduğunu tâyin etmek müşküldür; Valvasur bunu «Veih» tesmiye
ederse de asıl ismi bu olduğunu te’ınîn etmez. Bu kelime «Veyis»
olsa gerektir.
(NOT: 2) Bu amiralin seksen yaşında ve vefatından ancak birkaç ay evvel
Türkler'e galebesine San Fransisko Deliavinia Kilisesindeki
mezartaşı kitabesi şehâdet ediyor: «Triadano Gritto, se-natori optimo
Andreae, Ducis avo, Venetae classis imperatori, post superatos ad
amnem Boliana Turcos, et soluta Scodrae obsidione Catari exincto
publicoque funere ob rem praeclere Gestam elato Andreas Grittus
dux, f.f.j. decassite octogenarius, 1474.»
(NOT: 3) Engel'in Boğdan Târihi'nde 139. sahifeye nazaran Strikovski 1375'de
geçerken bu tepeyi görmüştür. Bunlar, Pâdişah'ın ertesi sene
Boğdanlılar üzerine kazandığı muharebenin hâtıraları olmak üzere
Osmanlı müverrihlerinin zikrettikleri şeyler olmak gerektir. Bu
müverrihler Süleyman Paşa’nın mağlûbiyetini teslîm ediyorlar; fakat
bu mağlûbiyeti müstelzim olan muharebe ile ertesi sene Türkler'in
kazandıkları muharebeyi karıştırıyorlar. O surette ki, iki -muharebe
bir seferde vuku bulmuş gibi görünüyor. Hâlbuki aralarında hayli
zaman vardır. Yalnız Hacı Kalfa zamanları tefrik ile Süleyman
Paşa'nın mağlûbiyetini 880 (1475) ve Sultân Mehmed'in Eflâk
seferini ve Boğdan ordusunu mahv ve bütün memleketi tahrîb ettikten sonra, İstanbul'a avdetini 881 (1476) senesinde gösterir (Kâtip
Çelebî'nin aynen ifâdesi şudur: «880, înhizâm-i Sü-
OSMANLI TARİHİ
245
leymân Paşa der ceng-i Kara Boğdan; 881, Teveccüh-i Fâtih Sultân
Mehmed be-kahr-ı Kara Boğdan vü avdetiş ba'd ez kıtâl-i azîm vü
gâret.» Mütercim).
(NOT: 4) Cenâbî, s. 181. Yeni Rusya Târihi müellifinin zannettiği veçhile Cenâbî
dahî Hacı Giray'ın oğullarını oniki yerine sekiz gösterir. Ancak
Hacı Giray'ı 884'de öldürmekle hatâ eder. Hacı Giray Kefe ve
Mengüb kalelerinin mezkûr senede vuku bulmuş olan fethinden az
evvel vefat etmiştir.
(NOT: 5)' Acem ve Türk müverrihleri Kırım Hanlarımı «Tatar Hanları», yahut
«Tatar Beğleri» diye yâd ederler ki, doğru değildir; hâkîkat-i hâlde bu
ahâlîye hükmeden hanlar Tatar aslından olmayıp Türk idiler. Klaprot,
Asia polyglatta eserinde bu yanlışı düzeltir. Lâkin doğru olmamakla
beraber bütün Şark ve Garb müverrihleri tarafından «Tatar Hanları»
diye yâd olunduklarından, biz dahî bu târihte öyle yazdık ve öyle devam
edeceğiz.
(NOT: 6)' Bonfinius, Aşere 4, bâb: 3, s. 578. Katona'da Dölogos Turuç, 15, s. 779,
Bonfinius'un «Sabacz, quod Turcica lingua mirabile quid significat»
sözlerini (ki: «Sabac Türk lisanında Şâyân-i Hayret demektir»
mealindedir). Sismondi İtalya Cumhuriyetleri Tarihinin onuncu kitabının
376. sahîfesinde «Sabac yâhud Şâyân-ı Hayret» diye tercüme eder.
Hâlbuki «Sabac» Türkçe bir mânâya gelmez; zâten Osmanlı
müverrihleri bu kaleye o kadar az verirler ki, ele geçirilişini bile
zikretmezler. «Sa-bac»m Türkçesi «Böğürdelen»dir. (Farsça'da «Şâbâş»
kelime-i tahsîn, yâni «Güzel!» demektir; Bonfinius bundan aldanmış
olacaktır. Mütercim.)
(NOT: 7)' Solak-zâde ve Bratoti'de Sa'dü'd-dîn. Bu bâbda Osmanlı müverrihleri
Macar müverrihleriyle müttefiktirler. Solak-zâde ve Sa'dü'd-dîn'in
gösterdikleri târihlere nazaran bu akın, Boğdan bozgunluğundan
ikibuçuk ay sonra vuku bulmuştur (26 Temmuz). Lâkin şu müddet,
muharebenin vukuu târihinden değil, seferin hitâmından hesab
edilmelidir. Bratoti («ahşab» demek olan) «Çubîn» kelimesini
anlamadığından «Kopen Kalesi» diye tercüme etmiştir.
(NOT: 8)' Sinop, Kastamonu, Trabzon, Kırım'da Kefe, Menküb (Mengüb);
Midilli adasında Midilli şehri; Karaman'da Konya, Lârende, Aksaray;
Yunan'da Atina, Arkadia, Bosna'da Bubudiska.
(NOT: 9) Lojiye, Venedik Târihi, c. 7, 1, 27, s. 354. Daro, Venedik Târihi, 2, s. 176.
Sismondi, 11, 37, Sabelliko ve Naviciero'ya nazaran. Naviciero bu
şehrin muhasarasını bihakkın 1477'de gösterir.
246
HAMME
R
Sabelliko'nun sandığı gibi 1475'de olamazdı; zira o sene Sultân
Mehmed Kırım'a donanma göndermesinden evvel bir mütâreke
müsâadesinde bulunduğu gibi îşkodra muhasarasının ertesi senesi
Rumeli beğlerbeği Süleyman'ın Boğdan'a gittiği görülür.
(NOT: 10) Takvîmü't-Tevârîh. Abdürrezzak Metâli'ü's-Sa'deyn nâmında bir büyük
Tatar târihi müellifidir. İbnü Şahne Ravzatü'l-Me-nâzır fî ilmü'lEvâil ve'l-Evâhir adlı eserin de sahibidir. Bu eser, gayet mu'teber
olarak Şark Kütüphanesi sahibi Herboîo ondan pekçok iktibas
etmiştir.
(NOT: 11) Sismondi ve Lojiye derler ki: Matyas Korvinus Sultân Mehmed'in ele
geçirdiği memleketlerin terkini tasdik etmişti. Lojiye, s. 310; Pâdişâh
ile Matyas arasında akdedilmiş olan bir ahidnâmeden bahseder ki,
Ferdinand dahî buna idhâl olunmuştur. Lâkin Macaristan Târihi'nde
bu rivayeti tasdik edecek bir söze tesadüf olunmuyor.
(NOT: 12) Lojiye 8, 27, s. 319 ve 327. Bu müverrih Malipyeri'yi (s. 319)
İstanbul'a iade ettiği hâlde biraz sonra (s. 328) Sofya'dan ileri
gitmediğini beyân etmesiyle tenakuza düşmüş olur. Bu iki rivayetten
ikincisi doğru görünüyor. Çünkü, Venedik Senato'-sunun Pâdişâh ile
müzâkere etmeğe karar vermesi 3 Mayıs'-da idi, ve Pâdişâh 15
Mayıs'da Sofya'da bulunuyordu.
(NOT: 13) Bu Jorj, îllirya prenslerinin Alessio'da ilk toplanmalarında görülmüş
olan Jorj'dur.
(NOT: 14) İskender, Bonfinius'un iki sene önce Bozaziş muharebesinde yokettiği
Mihal-oğlu Alî Beğ kardeşidir. Spandojino, bunu o sene zarfında
Friyol'a istilâ eden askerin kumandanı olmak üzere gösterir.
(NOT: 15) Marinus Barletius (de Scodrensi expugnatione). Osmanlı ve Türk
müverrihleri Akça-Hisar’ın İşkodra'dan az evvel ele geçirildiğini
ifâde etmelerine nazaran, (Sa'dü'd-dîn ve Solak-zâde) Hacı Kalfa’ınn
Rûm-ili coğrafyasında ve Takvîmü't-Tevâ-rîh'da Akça-Hisar ve
llbasan’ın ikisi bir vakitte inşâ olunduğu hakkındaki ifâdesini
«îlbasan'ın Akça Hisar'a karşı inşâsı» suretinde anlamalıdır.
(Filhakika Takvîmü't-Tevârîh 871'de 'Binâ-i kal'a-i Akhisar ve
Ilbasan ba'd ez kahr-ı erbâb-i tuğyan' diyorsa da, İşkodra'nın teslimi
883'de vâkî ve Akça-Hisar'-ın zabtı az önce olmasıyle, Hammer'in
dediği gibi te'vîle muhtaç dır. Mütercim).
(NOT: 16) Barletius'un o kadar dar bir zamanda rahibe söylettiği nutuk, Franzes'in
İstanbul muhasarasında muhataralı bir vakitte îrâd
OSMANLI TARİHİ
217
ettiği nutuktan mevsuk değildir. Eğer cesur Arnavud rahibi,
hemşehrilerinin cesaretini tahrik için uzun nutuklar iradına lüzum
görmüş ise, onların tabîatini iyi anlayamamış demek olur.
Barletius'un bu nutku îrâd ettirmekten maksadı, Osmanlılar'ın elde
ettikleri memleketler ile asker ve kumandanları hakkındaki
ma'lûmâtım göstermektir. Şu son nokta-i nazar i'ti-bâriyle bir
fıkrasını alalım ve mümkün olduğu kadar îzâh edelim: «Veniat
igitur Meumethus ille, quern tot et tan ta ges-sisse ferunt, cum
Spaolanis suis, Charassariis, Angurriis, Pol-luis, Cotagiis, Menteliis,
Sarchanis, Aidinis, Caracilis, Pigiis, Prusiis, Macrmis, Alajis,
Amasiis, Concellis, Meneseniis, Gia-gidis. Veniant Caramani
auxiliares et socii sui; veniant Urca ti nogli, Candelorii, et omnes
Asiaitci; veniant item, Tur-cambei, Auranes, Castoriae, Serrae,
Constantini, Sophiae, Ni-cepolaei, Zachariae, Zermai, Zurulli,
Callipolei, Sfircae, Sco-piae, Coiaziae, Garrippides, Salvatorii,
Magullides.. Veniant praeterea Ottomanus ipse longe stipatus
Saleftariis suis, Olo-fanziis, Muselinis, Asapis, Mikhiis,
Caripiitleriis, Dochanziis, Achanziis, Janizaris universaque cohorte
sua.» Tercümesi: «O kadar büyük işler gördüğü söylenilen bu
Mehmed, Karahisar, Ankara, Bolu, Kütahya, Menteşe, Saruhan,
Aydın, Kurali (Kara Ali), Biga, Bursa, Mekri, Alâiye, Amasya,
sipahi oğlanla-rıyle gelsin! (Consellii, Menesenii, Giagidi
kelimelerinin aslı tâyin edilemedi.) Karamanlar ve diğer yardımcılar
gelsin! Muedîn oğulları (Moueddin, Muhyîddîn olmak hâtıra gelirse
de Lâtincesinde mukabili bulunamadı) Konya halkı ve bütün
Anadolu halkı gelsin! Turhan ve Evranos oğulları, Kesriye, Siroz,
İstanbul, Sofya, Niğbolu, Zağra, Çorlu, Gelibolu, Sırbistan, Üsküp
halkı da gelsin! (Zermai, Coiaziae, Salvatarii hangi memleketler
olduğu tâyin edilemedi); Mugallides Muğlalılar olmak gerekdir.
Garrippides, Barletius'un biraz sonra Carripiitdleri dediği ve
kelimenin aslını düşünmeksizin ayrı ayrı iki nevi asker yaptığı
muhâribîerdir. —Bunlar da Gu-reba, yâni her millet efradından
askere yazılan efrâd olacaktır. Mütercim—) Osmanlı Pâdişâhı
silahdarlarıyle, ulûfecile-riyle, azaplarıyle, mikiserleriyle (ne olduğu
anlaşılamadı), ga-ripleriyle (Gurebâ), doğancılariyle, akıncılariyle,
yeniçerileriy-le, sayısız taburlarıyle çevrili olarak gelsin!» (Veniant
praeterea ambo Bassae et novae Romae, et Asiae cum omnibus
legionibus et copis suis) Tercümesi: «Nihayet bütün alay ve
askerleriyle iki Rumeli ve Anadolu paşaları gelsin!» (Yeniçeriler,
Garipler yahut Gurebâ, Silâhdarlar, Ulûfeciler, Sipâhî-
218
HAMME
R
ler nasıl tercüme edildikleri için bk. Halkondilas, 8. kitap, ha-teme).
(NOT: 17) «Eo die centum septuaginto octo ictibus quod nonquam an-tea, urbem
admodum vexarunt.» Loniçerus'da Barletius, varak: 249 (Evvelki
muhasaraların hiçbirinde görülmemiş olduğu halde Osmanlılar'ın bu
defa günde 117 gülle attıklarını muta-zammın metindeki ifâdenin
me'hazıdır. Mütercim). Sansovi-no'nun İtalyanca'ya mütercimi
Temmuz'un 10'unda 280 gülle atıldığını yazıyorsa da, aslında 104
(Centum et quatuor)'tür.
(NOT: 18) îşkodra muhasarasında topların birleştirildikleri târihler:
3 kantarlık gülle
atar 1. top
: 22 Haziran
»
2. top
4
»
»
3. top
4
1
»
»
26 Haziran
»
6,5
4. top
»
6
5. top
6 Temmuz
12
6. top
»
12
7. top
»
»
7
8. top
7 Temmuz
»
13
9.
top
»
6
»
» 10. top
8 Temmuz
9,5 »
11. top
11 Temmuz
•
83 kantarlık
(NOT: 19) Barietius'a nazaran muhasarada topların her gün attıkları gülleler :
22 Haziran 7
23
%9
24
»8
25
»7
26
» 29
27
» 28
28
»—
29
»1
30
» 34 1
Temmuz 36
2
5
3
4
6
3
5
4
4
4
7
4
4
2
OSMANLI TARİHİ
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
»
»
»
»
»
»
2 li)
57
42
76
104
178
187
183
168
187
182
194
131
193
148
173
TOPLAM: 2534 top güllesi
(NOT: 20) Barletius îskender ve Sezar'dan dahî bahsettirir. Sansovino,
Barletius'un Sultân Mehmed ile Moneta'ya isnâd eylediği nutukları
geçmeyi münâsip görerek tercümenin ikinci kısmını kı-saltmıştır.
(NOT: 21) Vezîr-i âzamlık makamından azl ile habs edilmiş ve hâlâ mah-bus
bulunmuş olan Gedik Ahmed değil. Venedik müverrihleri ve
onlardan naklen Knol (Knolles) ve Sismondi Evranos-oğlu Ahmed
ile Gedik Ahmed'i karıştırırlar. Sismondi (11, s. 146) Süleyman
Paşa'yı Rumeli Beğlerbeği göstermekle diğer bir hatâ yapar.
Barletius'un sarîh ifâdesine nazaran bu me'-mûriyet Dâvud Paşa
uhdesinde idi; zâten Osmanlı müverrihleri Süleyman'ın o vakit
hapiste bulunduğunu söylüyorlar.
(NOT: 22) Barletius, Ahmed Beğ'e îrâd ettirdiği nutukta coğrafya bilgisini ortaya
koymaya bir vesîle daha bularak Sultân Mehmed'in fethettiği oniki
hükümet ile iki yüz şehri tantanalı bir surette sayar. Bu oniki hükümet
şunlardır: 1 — Pont (Pontus); 2 — Bitini (Bitinya); 3 — Kapadokya, 4
— Paflagonya, 5 — Kilik-ya; 6 — Pamfili; 7 — Lisi; 8 — Kari; 9 —
Lidya; 10 — Firjia; 11 — Nikodemi; 12 — Nise ve Bursa. Onuncuya
kadar sayılan mahaller birer hükümet olmayıp Cyropedia eserinde açıkça
gösterilen Asya'nın eski taksimatı icâbınca birer vilâyet olmasıyla
beraber, Fâtih tarafından fetholunmuş olmak üzere kabul edilebilirse de,
son iki ülkede bildirilen üç şehir Fâtih'ten çok zaman evvel ele
geçirilmiştir. Müteakiben saydığı şehir-
250
HAMME
R
ler içinde Karaman beğlerinin ikametgâhı olmak üzere Skan-delorom'un yeniden
yazıldığı görülüyor. Bunun Konya olması muhtemel gibi görünüyor, husûsiyle
İkoniom'dan ayrıca bahsetmemiştir. Ancak Kıbrıs fethine dâir Venedik elçisinin
raporlarından anlaşılıyor ki Skandelorum deniz kenarında idi, çünkü bu şehrin
limanından gemilere bindirilmiş askerden bahsolunuyor (İskenderun?). (NOT:
23) Bu hikâye Barletius'un İskender Beğin Hayat ve Ef'âli eserinde 8. kitabın
sonundadır. Ancak o müellif her nekadar mev-sûkiyetini te’ınîn ediyorsa da,
İskender Beğ'in Sultân Mehmed'e kılıcını göndermiş ve Pâdişah'ın da kılıcı
kullanan elin gönderilmediğini teessüf sadedinde söylemiş olduğuna dâir
Spandojino'nun yazdığı rivayetten daha ziyâde şâyân-i vüsûk değildir. Hattâ
İmparatorluk Müzesi'nde İskender Beğ'in olmak üzere gönderilen kılıcın,
hakîkaten İskender'e âid olduğunu zannetmek kolay değildir. Miralay Viyala
Sommier «Karadağ'a Târihî ve Siyâsî Seyâhat»inde başka bir efsâne yazar: Güya
Sultân Mehmed İskender Beğ'in mezarını açtırmış da, titreyerek ve sararıp gözü
yaşla dolarak çekilmiş. Miralay Viya-la'nın bu fecî tafsilâtı nereden aldığını
bilemem; Barletius buna dâir bir söz söylemiyor. Zâten Alessio bizzat Pâdişâh
tarafından alınmayıp Rumeli paşası tarafından zaptedilmiş ve yakılmıştır.
(NOT: 24) Sismondi, 11, s. 157. Arnavudluk seferini ve îşkodra fethini yazan
Osmanlı müverrihlerinden şunları zikretmelidir: 1 — Neşrî, varak:
234; 2 — İdrîs, varak: 165-168; İdrîs Rumeli beğlerbeği Süleyman
ve vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa'ların nazar-ı şahaneden ve
me’ınûriyetlerinden nasıl düşmüş olduklarını tafsil eder. Ancak
Süleyman'a Dâvud Paşa değil, Gü-yegü (Güveyi) Mehmed Paşa'nın
halef olduğunu ve îşkodra muhasarasını, kumandan olarak
Evranosoğlu Ahmed'in idare ettiğini yazar. Bu Ahmed Beğ, Avrupa
müverrihlerinin bâ-zan vezîr-i âzam Gedik Ahmed Paşa ile (Mat
yahut Amat-beg), ve bâzan Turhan-oğlu Ömer Beğ (Marbeg) ile
karıştırdıkları zâttır. 3 — Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, 2, s. 305; 4 — Âlî,
II. Mehmed saltanatından 19. fasıl; 5 — Solak-zâde, varak: 62; 6 —
Ravzatü'l-Ebrâr; 7 — Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, 883/1478, 8
— Hezârfenn; 9 — Küçük Nişancı, 10 — Lûtfî, varak 32; 1 —
Nuhbetü't-Tevârîh, varak 101; 12 — Hacı Kalfa’ınn Rûm-ili'si, s.
36.
(NOT: 25) Bu sefîr Venedik müverrihlerinin ve onlardan naklen Lojiye'-nin (c.
7, s. 357) yazdığı gibi bir paşa olmadığında şüphe yok-
OSMANLI TARİHİ
251
tur. Çünkü Onbeşinci asrın başlarına kadar Osmanlı Devletinin
tebligatını ulaştırmak için ancak çavuş ve müteferrikalar me’ınûr
olurlardı. Hattâ on ve yirmi sene sonra Pâdişâhlar Venedik'e Sipahiler ve
tercümanlar göndermekle iktifa etmişlerdir.
(NOT: 26) Venedikliler'in Türkler'i İtalya'ya getirmek ve Türkler'le ittifak etmek
için vâki olan mesâisinden ileride sırası geldikçe bahsedeceğiz.
Enek'in kroniğinde dercedilen bir fıkraya nazaran Venedikliler 1475
senesinden i'tibâren, yâni Sultân Meh-med'le aktedilmiş olan bir
mütâreke esnasında Pâdişah'ın Macaristan'a yaptığı seferde
mühimmat tedârik etmişlerdir. Matyas Korvinus Sabac'ı aldıktan
sonra, Venedik Cumhûriyeti'-nin mühürleriyle mühürlenmiş ve
oklarla dolu iki fıçı bulmuş. Ancak bunun sıhhati teslîm olunsa da,
tacirlerin işi olmak lâzım gelir. Engel'in Macaristan Târihi'nde, c. 6,
s. 845, Venedik'in yirmidört elçisi ve Osmanlı elçisi tarafından
yapılan hasar ve münasebetsiz harekât ve şâire hakkında söylediği
şeyler esastan ârîdir.
Onyedinci Kitap
(NOT: 1) Matyas, Papa IV. Sixt'e yazdığı mektupta Osmanlı ümerâsından dördünü
zikreder: Elibeg (Alî Beğ), Scanderbeg (Mîhâl-oğlu İskender Beğ),
Esibeg (İsâ Beğ), Marchos rit (Malkoç). Müverrih Olahus bunu daha
doğru olmak üzere Balı Beğ diye isimlendirir. Lâkin Macar
müverrihlerinden Dö Logos'un kendi lisanına âit isimleri bozarak meselâ
Bator İstuan'ın «Batheystwan», Pol Kinis'i Xyacz yaptıkları görülünce,
bu müverrihlerin Osmanlı isimleri imlâsını bozmalarına taaccüp olunur
mu? Matyas bu dört zâttan sonra daha «Yedi voyvoda» dan bahsettiğine
göre, Engel'in Macaristan Târihi'nde zannettiği gibi beş değil, cem'an
onbir Osmanlı ümerâsı zikretmiş oluyor.
(NOT: 2) «Incalescent Baccho militarem Pyrrhicham saltarunt», Bonfinius, Aşere 4,
bâb: 6, s. 206; bu vak'a Kinis'in tercüme-i hâlinde münderictir;
«Tashenbuche für die vaterlandische Gesc-hichte.» Bunun 37.
sahifesinde şöyle okunuyor: «Otuz sene (Otuzyedi) önce Macar Sidi'nin
yine bu muharebe meydânında yediği taarruz tokadının şu suretle
intikamı alındı.» Ancak yemek esnasında esirleri öldürmek o kadar ince
bir vahşîliktir ki, ne İspanyol Sid'i Kampador, hattâ ne de onun isminin
kendisine verildiği sîd-i Arabî (Arab seyyidi) Battal buna asla cesaret
edemezlerdi.
252
HAMME
R
(NOT: 3) Türkler bundan evvel beş defa İstirya içerlerine girmiştiler:
1 — 1396, Niğbolu muharebesini müteâkib (bkz. Schildberger),
2 — 1418, Radgesburg muharebesi zamanında, 3 — 1469, Silli'-ye
kadar gittiler; İstirya müverrihleri bu akından ve Bâyezîd
saltanatındaki birincisinden bahsetmezlerse de, işbu üçüncü akın Dö
Logos'un eserinde 1, 13, s. 454, Dreşler kronik'inde ve ondan naklen
Katona'da, 65, 40, beyân olunmuştur. 4 — 1473, Vindişgraç'a,
Silli'ye, Volu (Volvi)'ya, Justeyn'e, Ran'a kadar gitmişlerdir. 5 —
1475, Ran surlarında mağlûp oldular. Türkler'in Yukarı îstirya'da
(1480) akınlarına dâir Seka Kilisesi mahzeninde (arşivinde) kıymetli
bir vesika vardır; bu akın hakkında müverrih Julius Sezar (c. 6, s.
2463) Valvasur ile İstirya Vekayinâmesi'nin (c. 3, s. 564) verdiği
malûmattan fazlasını elde edememiştir. Mezkûr vesikanın varlığından bana en evvel haber veren Arşidük Jan'a müteşekkirim; daha
sonraları vesikanın kendisine tevdî edilmiş bulunduğu Seka rahibi
bana bir suretini göndermiştir. Aslı gayet büyük kıt'ada (14 parmak
uzunluğunda ve 12 genişliğinde) iki varaka parşömenden
mürekkebdir. Biri 51 ve diğeri otuzdokuz satırı hâvî iki sahîfede,
başlangıç harfleri san'atkârâne yapılmış ve kâğıdın boş kısımları pek
güzel arabî nakışlarla tezyin olunmuştur; yalnız bir kısmı Türklerin
akınlarına müteallik olup 9 Ağustos târihinde Pelis, Alerheiligen,
Şunberg, Gal'de vâki Sen-Peter, Mariabuh, Obdah, Veyskirhen,
Sent-Andre, Sen-Maksimilian, Feystriç, Kravbat, Sen-Mikail, Trufajah, Mutern, Freizah, Altofen, Nevmarket mevkilerinde yaptıkları
hasarlardan bahseder.
(NOT: 4) De Guignes dahî Zülkadir hanedanı hükümdarlarının adlarını yazmaz.
Levanklo (Leonklavi) nun Târih-i İslâm'ın Cedvel-i Ensâbı'nda varsa
da, şahıslar karıştırılmış, adlar bozulmuştur. Meselâ, I. Mehmed'in
kayınbiraderi Nâsirü'd-dîn Mehmed bin Halîl başka başka iki adam
gösterilmiştir; bunun halefi Arslan Beğ —ki Süleyman Beğ'in büyük
oğludur —ve Budak Beğ Levanklo'nun tamamen meçhulüdür.
Zülkadir beğlerinin hükümranlık tertibi şudur: 1 — Zeynü'd-dîn
Karaca Zülkadir, 780 (1378)'de hanedanın müessisi; 2 — Oğlu Halîl
Beğ, 788 (1378)'de hanedanın müessisi; 2 — Oğlu Halîl Beğ, 788
(1386), Türkmenler tarafından maktul; 3 — Süli Beğ, Karaca’nın
oğlu ve Halîl Beğ'in kardeşi, Mısır Sultânı Berkok'un emriyle
Karâmita'dan biri tarafından 800 (1397) senesinde maktul; 4 —
Nâsirü'd-dîn Mehmed bin Halîl ki, I. Mehmed'in kayınbiraderi olup
846 (1439) senesinde seksen yaşında vefat etmiştir;
OSMANLI TARİHİ
253
5 — Nâsirü'd-dîn'in oğlu Süleyman ki, kızı Sitti Sultânı II. Mehmed'e
tezvîc ve dört oğul bırakarak 858 (1451)'de vefat etmiştir; 6 — Arslan
Beğ; 7 — Şehsuvar, 8 — Budak; 9 — Alâü'd-devle. Bunlar birbirini
müteâkib tahta çıktılar. Ondan sonra onuncuları ve sonları Şehsuvâr-oğlu
Alî Beğ gelir ki, Zülkadiriyye hanedanı —yüzyirmibir kamerî senelik bir
mevcudiyeti müteâkib— bunda son bulur. Alî Beğ Osmanlılar'a tâbi
olmak üzere Mar'aş sancakbeği olarak birkaç sene daha hükümrân
olmuştur. Hacı Kalfa’ınn Takvîmü't-Tevârîh'ine ve Nuhbetü't-Tevârîh'e
müracaat.
(NOT: 5) Sen-Marten, Ermeniyye'ye Dâir Hâtırât-ı Târihiyye ve Coğrâfîyye'sinde, s. 192, Renel, Keyhusrevin Seferlerinde, s. 35, Makdonal
Kineir, Küçük Asya, Ermeniyye, Kurdistan Siya-hâtnâmesi'nde, s.
560; Elbistan'ın kadîm Kumana olduğunu zannederler. Ancak,
Kumana, Sarus (Seyhan) üzerinde kâin idi, Elbistan'ın ise Kineir'in
beyânına göre Hallis (Kızılırmak) ortasından geçer. Diğer taraftan
Menâsikü'l-Hacc'a nazaran, s. 42, Ceyhan, Elbistan'ın kuzeyindeki
dağlardan çıkar, Kızılırmak ise Seyhan, yâni Sarus olmak lâzım
gelir. Türk ve Osmanlı coğrafyacıları arasındaki bu ihtilâfın
geleceğin seyyahlarına bırakmak lâzımdır. Makdonal Kineir,
haritasında Ma'-den şehrini eski Kumana harabelerinde te'sis eder.
(NOT: 6)' Nişanı âlim Tâcî Beğ kalemiyle yazılmış olan bu berât kolleksiyonumda
mevcud Bâyezîd Saltanatı Muharrerât-ı Dev-let'i inşâsında, 43 numarada
münderictir. Bundan başka 20 numarada, son muvaffakiyetlerinden
dolayı Şehsuvar’ın yazdığı tebriknâmeye cevaben Sultân Mehmed
tarafından yazılmış bir mektup vardır. Bu mektupta Amasya kadısının
me’ınûr-ı mahsûs sıfatiyle Zülkadiriyye ve Karaman hükümetleri
hududunun Arslan Beğ ve İbrahim zamanlarında tâyin olunduğu veçhile
tefrikine me’ınûr olduğu zikrolunmuştur.
(NOT: 7) Sa'dü'd-dîn ile Âlî ve Solak-zâde'ye nazaran Gedik Ahmed Paşa, 1478
baharında Pâdişah'ın îşkodra'ya azimeti sırasında mah-besden
çıkarılmıştır. Bu müverrihler Ahmed Paşa'nın o zaman Avlonya
sancağına tâyin olunduğunu zannederler.
(NOT: 8) «Ecosi veniva l'Italia in questi tempi ad esser maraviglio sa-mante afflitta,
sendo combattuta di verso l'Alpi dagli Unni e di verso Napoli dai
Saraceni.» Hunlar Şark müverrihlerince Hunşuvarlar yâni Hun-Avarları
tesmiye olunur. «La citâ di Genova et tutte le sue riviere ferrono in
questi tempi Sara-
254
7393
HAMME
R
ceni disfatte, — le quali cose seguirono negli anni della Christiana religione
931.» (Nikola Makyavelli'nin Fiorentina Târihi, kitap: 1). Bâzı Alman
müverrihlerinin Arablar'ın işbu İtalya istilâsına nasıl olup da dikkat etmedikleri
bilinemez. (NOT: 9) Lojiye'nin Venedik Târihi, 7, 77, s. 371, Naviciero'ya
nazaran.
O müellif bu sefer Türkler'in Rodos önünde uğradıkları mağlûbiyetten dolayı intikam almak maksadına atfetmekle vukuu
zamanı bakımından açık bir hataya düşer. Zîrâ, Rodos muhasarası
daha sonradır. Sismondi dahî, (c. 9, bâb: 78, s. 103) bir takımı Apoli
sahillerine, diğeri Rodos'a gitmek üzere, Osmanlı donanmalarının o
târihte teçhiz olunduğunu beyân etmekle öyle bir hatâ îkâ eder.
Halbuki ikinci kısım denize çıkma* ğa hazır olmaktan evvel,
birincisi Sen-Mur (Mavr) ve Kefa-lonya adalarını zaptetmiş idiler.
(NOT: 10) Pelinius, 35, s. 10. Bu levha Jalisus ile bir sütunun ayağında
oturmakta olan ve yanında bir köpek bulunan Anapao ve Me-nes
ismindeki sâtîri (yarısı insan, yarısı teke olmak üzere ormanlarda
bulunur yarı-ilâh yâhud cini) gösterir. Ressam Pro-tojen köpeğin
ağzındaki köpüğün rengini vermeğe çalışıp da muvaffak
olamayınca, fırçasını levha üzerine atmış ve tesadüf hünerin
yapamadığı bir şeyi yapıvermiştir. Rivayete göre ressam bu levha
için yedi sene emek vermiş ve bu müddet içinde suda haşlanmış
fasulyeden başka birşey yememiştir.
(NOT: 11); 124'üncü Olimpiyad'ın üçüncü senesi (M.Ö. 282) ile Milâd'ın
656’ıncı senesi arasında geçen müddeti 938 sene hesap edecek
yerde 1360 sene hesap eden Bizans müverrihleri, Teofan ve
Kostantin'in cehaletlerini Gibbons 5. c, 331. sahîfedeki 51 no. lu
haşiyede beyân etmiştir. Ancak müverrih Sedrenos, c. 1, s. 151,
Rodos büyük heykelinin bir arz hareketiyle Büyük İskender'in
doğumu senesi, yâni inşâsından yetmiş dört sene önce (!) yıkılmış
olduğunu beyân ettiği hâlde, Gibbons ve hattâ Mursius (Murcius) bu
zamanla ilgili hatâya dikkat etmemişlerdir. Bu yıkılma rivayeti,
İskender'in Filip'in sarayına iltica etmiş bulunan, Kral Nektabonun
oğlundan mütevel-lid olduğunu hâki «Vekayi-i Rezâlet-nümâ» ya
müsteniddir.
(NOT: 12) Bu fıkra Paulus Silantiarius'un gözüne ilişmemiştir; Diez tarafından
Türk Bahriye Atlası müellifi onu Rûm müelliflerinden istinsah
etmiştir. Diez'in beyânına göre, Ada, Sen Jan Şövalyeleri tarafından
Arablar'ın fethinden önce zapt olunmuştur. Hâlbuki Arablar, adayı
Kostantiniyye İmparatorlarından ve Türk korsanlarından almış
idiler.
OSMANLI TARİHİ
255
(NOT: 13)' Pahimeres, 1, 4, bâb: 29, s. 257. Bunlar Aydın, Saruhan, Karesi,
Menteşe beğleri tarafından etrafında dolaşmak üzere gönderilmiş
Türk korsanlarından ibaret olduğu halde, Diez Arab sanmıştır.
Verto'nun Osman'a icra ettirdiği bu Rodos muhasarası hakkında
Gibbons diyor ki: «That pleasing writer betrays his ignorance, in
supposing that Othman a freeboster of the Bithynien cauld besiege
Rhodes by sea and land» (Bâb: 64, c. 6, s. 314). Bu muhasara,
Rodos'un Savualı V. Amede tarafından müdâfaası rivayetine benzer
ki, bu Amede'nin hanedanı olan F.E.T.R. harflerini Verto «Fortitudo
ejus tenuit Rho-dame» suretinde tefsir etmiştir. Bu tefsir şekline
gelince, La-martinier, bunun mekân ve zamana nisbetle hakikat
olmayan Verto'nun naklettiğini ayıpladığımız bu hikâyelerle Şiller'in
Dragon ile Mücadele unvanlı bir rakslı oyununa sermâye olan ve
Verto tarafından tafsîlâtıyle nakledilen Dragon efsânesi arasında
benzerlik vardır. Sonraları üstâd-ı âzam olan Şövalye Hudaverdi
Gozon'nu müdâfaaya mecbur olduğunu Verto'nun zikrettiği ve
timsah zannettiği işbu «dragon» büyük bir yılandan başka birşey
olmamak gerektir. Rodos'un her vakit sürüngenlerle dolu olduğuna
bu hikâye ile de istidlal olunabilir. Şövalye Gozon tarafından
öldürülen işbu dragon hikâyesi Köylü Stupaç efsânesi gibi SenJorj'un dragon ile mevhum mücâdelesinin hikâyesinin tekrarından
ibarettir ki, bu hayâl de eski bir hurafeye göre Triopas’ın oğlu
Furbas'ın gayet cesim bir sürüngen ile mücâdelesinden iktibas
edilmiştir. Bununla beraber, Rodos adası, her vakit, arazîsi üzerinde
birçok sürüngenlerin te'sirlerini göstermiş olmasıyle şöhret
kazanmıştır.
(NOT: 14) Verto, 1, 5, s. 524. Bu müverrih Osman'ın birçok gemileri bulunduğunu
zannederse de, o zannı isbat veyaâhut tefsir edecek hiçbir delîl söylemez.
Halefi Orhan'ın seksen yelken gemisine mâlik olarak bunlarla Rodos'u
muhasara etmiş olduğunu beyân etmesiyle de, yeni bir hatâ daha yapar.
Bu donanmanın varlığı —Likaoni ve Firji mıntıkalarının Orhan
tarafından ele-geçirilişi gibi— hayâlidir (Verto, s. 273).
(NOT: 15) Verto, Aydın Beği Umur Beğ'in ismini —hemen bütün Avrupa
müverrihleri gibi— bozmuştur: «Morbassan» yazar.
(NOT: 16) Neoveno bu canavarın başını görmüş olduğunu hikâye ile şöyle tasvir
eder: Bir attan daha büyük ve daha arîz idi. Ağzı kulaklarına varıyordu;
kalın dişleri, büyük gözleri, müdevver yanak çukurları vardı, cildi
beyaza mail boz renginde idi. Nu-midya muharebelerinde ele geçirilmiş
olan Afrika yılanı Ro-
256
(NOT:
(NOT:
(NOT:
(NOT:
HAMME
R
ma mabedinden kaybolduğu gibi, Şövalye Gozon'un galibiyet
armağanından da eser kalmamıştır. Rodos'da ikametim esnasında
bundan emare bulmak için çok çalıştımsa da, birşey ele
geçiremedim.
17) Mesîh Paşa, Gedik Ahmed Paşa'nın vezîr-i âzamlık makamına
oturtulmasında, onun halefi olarak donanma amiralliğine (kapudanpaşalık'a) tâyin olundu. Avrupa müverrihleri bu zâtı bâzan Sismondi
gibi «Mesithes» ve bâzan Verto gibi «Mi-sach» tesmiye eder.
Birinci isim Mesîh Paşa'dan bozulmuş olduğuna şüphe yoktur.
İkincisi Mihâl-oğlu'ndan alınmadır; ihtimâl ki Verto ile diğer bâzı
müverrihleri Mesîh Paşa'yı Paleolog hanedanından bir mühtedîdir
zannına götüren, bu tahriftir. Lâkin bu müverrihler ne Osmanlı
müverrihlerinin, ne de —Mesîh Paşa’nın daha sonra sayılarına dâhil
olduğu— vezîr-i âzamlar tercüme-i hallerinin hiçbirinin şehâdetiyle
istidlal etmiyorlar.
18) Verto'ya göre, Jorj'un aile ismi «Frapan» idi. Almanca olmayan bu
isim Macarların «Frangipan» isminden murahham olabilir (bâzı
heceleri düşürülmek suretiyle meydana getirilmiş olabilir). Fakat o
hâlde Jorj Alman değil, Macar olmak lâzım gelir.
19) «Büyük limana harb sefineleri, küçüğüne kadırgalar girer. Büyük
limanın iki müntehâsmın yanlarında Sen-Jan ve Sen-Mi-şel kuleleri
vardır; Sen-Nikola ve Sent-Elm tabiyeleri ikincisini müdâfaa eder»
(Topographische Ansichten, s. 65). Verto'ya nazaran Sen-Jan kulesi
dilin ucunda, Sen-Nikola tabiyesi mıntıkanın dışında imiş. Lâkin
Sen-Nikola, Sen-Mişel kulesinin karşısında büyük limanın
müntehâsında kâin olduğundan Sen-Jan kulesinin mutlaka kadırga
limanının dâhilinde ve yel-değirmenleri hizasında Sent-Elm
istihkâmlarının karşısında olması îcâb ederdi.
20) Verto, Rodos'un tarifinde Braydenbah ile Kaorsen'in metninden
istediği gibi sapmalar yapmıştır. Braydenbah «Classem cam, quam
diximus machinas se decim devixisse» dediği hâlde, Ver^o toplan
mahallinde döktrüerek «Adaya gelişinden beri oniki top döktürdü»
diyor. Hâlbuki az bir müddet zarfında bunu yapmak pek müşkil idi.
Braydenbah, daha sonra «Glo-bos saxeos rotunditatis palmorum
novem plerosgue undecim torquent» dediği hâlde, Verto, dokuzdan
onbir palme kadar olan miktarı iki üç kadem muhitinde yaparak «iki
yahut üç kadem muhitinde gülleler atan» diyor; çünkü dokuzdan on
palme kadarı, kendisi mübalâğalı addedilmiştir. Lâkin bu top-
OSMANLI TARİHİ
(NOT:
(NOT:
(NOT:
(NOT:
257
lar Kostantiniyye muhasarasında kullanılmış olan gayet büyük top
çapındadır ki, Sakızlı Leonar Kostantiniyye muhasara topları hakkında
«Lapide qui palmis undecim ex meis am-bibat ingyro» diyor ki, îşkodra
muhasarasında kullanılmış olanlar gibi onikiden on üç kantar ağırlığına
kadar gülleler atardı, demektir.
21) «Tertio decimo Calendas Julü», yâni 19 Haziran; Verto'nun ilk
hücum için gösterdiği veçhile 9 değil. Verto ikinci hücum târihini
sarîhen tâyin etmediği ve Braydenbah birincisinin târihini
yazmadığı cihetle, 9 Haziran târihi bu hücumun vukuu zamanına ve
o zamanın hâdiselerine nazaran hatalı olması muhtemeldir.
22) Osmanlı müverrihleri dahî bu köprüden bahsederler: «Deryadan ana
(garb kulesine) varınca köprü yapup» Hacı Kalfa, Târîh-i Esfâr-i
Bahriyye, varak 8. Sa'dü'd-dîn.
23) Verto diyor ki: «Arnavud tevkif olundu, şerîk-i töhmetini söyledi; -her
ikisi mevkî-i cezaya götürülmezden evvel halk tarafından parçalandı.»
Lâkin bu rivayet Braydenbah'ın ifâdesine uygun düşmüyor, o diyor ki:
«Damnatus perfuga securi percussus interiit, alter a quibusdam vix
confoditur, unde per-territus at Turcam revertit». Bu da Verto'nun şu
muhasara hakkındaki binlerce yanlışlıklarından biridir.
24) Kitabenin sahihi Komidas'ın «İstanbul Topografyası» eserinde
münderictir. Rodos kançılar muavini Gillium Kaorsen tarafından II.
Mehmed'in vefatı münâsebetiyle Şövalye Tarikatı erkânı huzurunda îrâd
olunan nutuk, Fâtih'in na'şımn hakîkaten mezarı içinde bulunmasından
şüpheyi mutazammın gibi görünüyor. Kaorsen büsbütün Şarklı bir
mecaz kullanarak o sırada vukua gelen arz harekâtının II. Mehmed'in
na'şını
çukurdan çukura, ( ..........) in dibine kadar attığını söyler (1495)
de Eulm şehrinde Jan Rayer ma'rifetiyle basılan Kaorsen'in eseri,
Haziran 1481 günü vekâyii). Kaorsen'in aynen sözü şudur: «Arbitramur
enim tam scelestum, tam fetidum, tam se-vum, cadaver terram inter sua
viscera minime continuisse, sed amplissimo hyatu dehiscentem
praecordiis apertis ad centrum demisisse, et in Damnatorum perpetuum
Chaos dejecisse, circa enim dies excessus sui frequentes terrae motus
editi.» (O zaman Avrupalılar'ın ne kadar taassup hâlinde bulundukları
anlaşılır. Taassup bir taraftan da —bi'tabî— kesif bir cehalet ile
çevrilmişti. Bir na'şı mezardan çıkaracak çukurdan çukura atacak kadar
şiddetli arz hareketi vuku bulmuş olsa
Hammer Tarihi, C: II. K: 17
258
HAMME
R
İstanbul şehrinden asla eser kalmamak iktizâ ederdi! Allaha
hamdolsun ki Belde-i Tayyibe'nin binlerce camileri mimâre-lerinde
Ezân-i Muhammedi semâları süslemekte olduğu gibi, Hazret-i
Fâtih'in ulvî ruhu her ân, feth eylediği beldenin bu tertîlât-i rûhefzâsiyle ravzât-i cennât-i âlîyâtda tâirdir. Mütercim).
(NOT: 25) Kaorsen'in o nutkundan çıkarılmış olan aşağıdaki fıkra Fâtih aleyhinde
mübalâğanın bir misâlidir: «Merito enim trucu-lentissimo mansio
haec confusionis aeternae nephandissimo tyranno debetur, qui tot
parvulorum animas perdidit, quos ad fidei abnegationem compulit,
qui tot sacras virgines deo dicattus divinis obsequiis abdicavit, qui tot
nobiles virgines prostituit, qui tot castissimas matronas feodavit, qui
tot ado-leseentes juvenes senes decrepitosque trucidavit, qui tot sanctorum reliquias prophanavit, qui tot catholica phana devo-taque
cenobia, horrido Mahumetae sectae ritu polluit, qui tot sancta
matrimonia solvit, qui tot mulieres abortum ob sevi-ciam facere
coaegit, qui patrimonia absorbuit, qui tot principals', tot urbes
delevit, oppressit, occupavit, qui im-perialem urbem quidem
praeclaram Constantinopolim suaem ditionis fecit, ubi quaeque
crudelitatis genera, masculorum concubitus, homicidia, sortilegia,
superstitiones daemonum at-que invocationes, rapinas, crapulas,
obscenitatesque nulla lege, nulla ratione, nulla etiam aequitate
exercuit.»
(NOT: 26) Fâtih'in Şemâil-nâme'deki tasviri o kadar garibdir ki, ancak tezyîl
suretiyle nakleyledik: «Burununun ucı kıvrık idi, yanakları tolgun
müdevver, kırmızı ve beyaz ile mülevven idi, sakalı altun telleri gibi
kalın idi, bıyığı gül gonceleri üzerine konulmuş yaprakları gibi
dudaklarını tezyin eyleridi, ağzı tabiî olarak kapalı idi, baldırları
adaleli, kolları kuvvetli ve etli idi, Neriman (Rüstem'in babasının
babası) gibi ata binecek surette bir bünyeye mâlik idi.» Fâtih'in
eşkâl-i uzviyyesin-den en ziyâde dikkati çekeni burunu olduğu
anlaşılır. Üst dudağının üzerine kıvrılır ve Avrupa müverrihlerinin
rivayetine göre ağzını hemen hemen örterdi. Osmanlılar kiraz üzerine konulmuş papağan gagasına benzetirlerdi. Kavuğu için babası II.
Murad'ın ve büyükbabası I. Mehmed'in kullandıklarından başka bir
şekil ittihaz eyledi. Dülbend, yahut muslinin, etrafına sarıldığı külah
sırmalı ve yukarılarında müdevver olacak yerde üstüvânî şekil almış
ve muhtelif renklerle renklendirilmiştir. O zamandan beri sırmalı
külah sarayın hademesine ve diğer adamlarına mahsûs olmuştur.
OSMANLİ TARİHİ
259
Onsekizinci Kitap
(NOT: 1) İstanbul ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 393; Evliya ve Grelo'ya
nazaran. Camie girilecek mahalle «harîm» tâbir olunur; camiin
bahçesi, binanın hâricinde mihrabın arkasına düşen ma-haldedir.
Harîm'de mü’ınînler, ber-mu'tâd abdest alırlar; bahçe, cami
müessisinin türbesini içine alır. «Son hükme intizâr etmek üzere
dünyâ seyâhatından orada ârâm-güzîndir.» Ha-rîm'den ibâdet
mahalli olan camie 'cem' edici) girilir; Cum'a günü, husûsî namaz
edâ olunduğu cihetle, mü’ıninlerin toplandığı gün demektir. İçinde
her cum'a, Pâdişah'a duâ olunan ve diğer camilere mahsûs
mescidlerden tefrik etmek Müslümanlar tarafından «Cami» tesmiye
edilen binaların dahilî kısımları şunlardır: Mihrâb ki, orada bir
Mushaf-i Şerîf mahfuz (Mihrabın yan taraflarında rahleler
üzerindeki Mushaf-i Şerifler olacaktır. Mütercim) ve etrafında gayet
büyük bal mumlan konulmuştur. Mahfel, ki müezzinler orada Kamet
verirler, Pâdişâha mahsûs Maksure (Hünkâr Mahfili olacaktır.
Mütercim), Minber, Minber Mihrâb'a muttasıl olup yüksek iki
sancak ile müzeyendir. Camiin ortasında vaaz kürsüsü bulunur. Her
harımda abdest için bir Şadırvan vardır, bahçesinde (ravzasmda)
caminin banisinin mezân (Türbe) bulunur.
(NOT: 2) II. Mehmed tarafından camie tahvil edilen ve civarında medreseler açılan
diğer sekiz Hıristiyan kilisesi şunlardır: 1 — Ayasofya, ki içine bir
kütüphane konulmuş ve dört minare eklenmiştir. 2 — Küçük Ayasofya,
ki önce Sen Baküs ve Ser-cius (Circîs) Kilisesi olmak üzere Ayasofya
plânına göre İmparator Justinien tarafından binâ olunmuştur, 3 — Kilise
Camii ki eskiden Pantokrator (Pantocrator) Kilisesi idi, Latinler şehri
aldıktan sonra umûmî ordugâhlarını oraya kurmuşlardır. 4 — Fethiye
Camii, ki eskiden Pantepoptu (Her taraf-dan görülen) Kilisesi idi,
Kostantiniyye'yi Lâtinler'in zaptından evvel, Morzukles çadırlarını orada
kurmuştu. 5 — Kah-riyye Camii ki, eskiden manastır iken Türkler ismini
tahrif ederek Kahriyye koymuşlardır. 6 — Gül Camii ki İmparator
Argirus Triakontofilus tarafından yaptırılan kilise idi. 7 — Mermer
Camii ki, eski Ekzasbonium'un yerinde binâ olunmuştur. 8 — Ebû'lVefâ Camii ki, İmparator Arkadius ve oğlu Teodor zamanlarında Roma
vatandaşlarından Sforacius tarafından yapılmış bir kilise idi.
Kostantiniyye ve Boğaziçi'ne müracaat, 1, s. 375-399.
260
HAMME
R
(NOT: 3) I. Mehmed ve II. Murad da kardeşlerini telef etmişlerdir. Lâkin onlar
bunları silâh elde, isyân-ı alenî hâlinde bulmuş idiler. Hattâ I.
Mehmed'in kendisine isnâd olunan cinayetle müt-tehim olduğu pek
meşkûkdür. Lâkin II. Mehmed kardeşini henüz memede iken, böyle
bir vahşiyâne hareketi ma'zûr gösterecek bir sebep olmadığı halde
i'dâm ettirmiştir. Bununla beraber Tâbî-zâde gibi birtakım Osmanlı
müverrihleri vardır ki, bu vak'ayı Sultân Mehmed-i Evvel'e şeref
konusu sayarlar ve Güreşçi unvanını —kardeşleri yay kirişleriyle
kati olunmasından kinaye olarak— «Kirişçi» suretinde telâkki
ederek, o şerefi artırmak zannında bulunurlar. Tâbî-zâde'nin fıkrası
için: Journal Asiatique, c. 5, s. 120.
(NOT: 4) Osmanlılar'da kardeş öldürmek kanûn-i aslîsine dâir pek az şöhret
bulmuş bir kitap vardır ki unvanı şudur: «Dissertati-onem politicam
de Parricidio Osmannidarum, praeside viro proeclarissimo Dno. M.
Michael Liebentantz, siles Ampliss. Fa-cult. Phllos. Adjuncto
dignissimo, fautore suo honoratissimo, in illustri Academia
Witterbergensi public! examinandum sistit Gottlob Becker,
Stolpensis Misn. A.D. 31 Aug. anni christiani 1664: (Typis Mich.
Wendt.)
(NOT: 5) «Dîv» müfred, «Dîvân» lâfzı bundan gelir ki «dîv»in cemiidir.
Ferheng-i Şuûrî'nin, bu kelimenin aslı hakkında verdiği ma'-lûmâta
göre bir Acem hükümdarı, içtimâ hâlinde bulunan meclis önünden
geçerken yanındakilerden birine «înân dîv anend» demiş ve o
günden itibaren vekiller meclisi bu isimle anılmıştır. Dîv, ricâl-i
devlet gibi şâire ilka-yı efkâr ettiği için, bir şâirin bütün şiirlerini
topladığı mecmuaya da «dîvân» ta'bir olunmuştur. («Dîv» kelimesi
Osmanlı lisanında şeytan'a ve masallardaki korkunç hayalî
vucudlara verilirse de, f arsçada kahraman ve bahâdır mânâsına da
geleceği, kat'î delillerden anlaşılıyor. Mütercim).
(NOT: 6) «Allah ömürler vere efendimiz!». Bu Bizanslılar'ın avâmî duâ-sıdır.
Yukarıda zikrolunan duâ Pöküvil'in zannettiği gibi Pâ-dişâh'ı
selâmlamağa tahsîs edilmiş değildir (Yunanistan'ın İhyâsı, 2, s.
216); vezirler hakkında dahî kullanılır. Devlet-i Os-mâniyye'nin
Teşkîlâtı'na, 2, s. 417.
(NOT: 7) Aslında «kadı» ile müftî» arasında fark İngiltere'de «judge» ile
«council» arasındaki fark gibi idi. Avukatlar (Attorneys)
Osmanlılar'ca meçhul (eskiden) dür. Bununla beraber işbu (İngiltere'ce) «Atorney» kelimesi Zend-Avesta ile Şâh-nâme'de görülen
Atoryân kelimesinden me'huzdur.
OSMANLI TARİHİ
261
(NOT: 8) İran'daki fütuhat münâsebetiyle Anadolu dâvaları çoğalmasiy-le,
Anadolu kazaskeri dîvanı iki kısma taksim olundu: Biri eşrafın
işlerine, diğeri esnafın işlerine bakardı. Birincisine bizzat kazasker,
ikincisine mülâzimlerden biri riyaset ederdi. Bu dîvânlar gün aşırı
toplanırlardı (Alî).
(NOT: 9); «Kırma», farsçada «Şikeste». Lûtfî'nin Oğuz-nâme'sinde şu fıkra
okunur: «Ol eyyama dek memâlk-i Rûm'da hâlâ Bagdad gibi Acem
defteri yazılıridi. Karaman oğlı ol tarafun mahirlerin kati idüp işbu
eyyâm-ı şerîfde ma’ınûlün-bih olan defteri peyda itdirdi ki ba'zı
ibârât-i lâzime fârisî ile olup ekserisi Türkçe'dür.» Nuhbetü'tTevârîh'e dahî müracaat. (Bu türlü ibarelerin meşhur misâli: «İn
kadar araba derrah tutrakan kırılmış şedde»dir. Lûtfî'nin «ibârât-ı
lâzime» dediği, herkesin bilmesi matlûb olmayan sözlerdir.
Mütercim).
(NOT: 10)' Arpalık, arpa kelimesinden; Pöküvil'in «Yunanistan'ın İhyâsı» kitabında
iki defa beyân ettiği gibi Rumca'dan değil. Pökü-vil, bu zannına
binâen paşalara herşeyi yağma etmek emri verildiği neticesini
çıkarıyor!!
(NOT; 11) İdrîs. İdrîs'in bu ifâdesini nakleden Âlî, bi'l-mukabele kendi
zamanında ordunun baliğ olduğu miktarın hesabını gösterir (1597).
Muhtelif orduların herbiri: 7.000 Sipâhî, 5.000 Silâh-dâr, 1.800
Muntazam maaş alan sağ cenah süvarileri, (Sağ Ulûfeciler), 1.500
Sol cenah Ulûfecileri; 1.000 Sağ cenah Ga-ribleri, 800 Sol cenah
Garibleri, cem'an 17.100 ki, gerek muhafız askerleri, gerek
Yeniçeriler teşkilâtında esas kabul edilmiş olan 8.000 adedinin iki
mislini buluyordu. II. Mehmed zamanında 7.203 Sipâhî, 6.244
Silâhdâr, 410 maaşlı Sağ cenah süvarileri, 312 Sol cenah, 300'den
400'e kadar her cenâhda Ga-ribler. Bu suretle bütün muntazam
süvarinin miktarı 15.000 kişiyi geçmezdi. Devlet-i Osmaniye'nin
Teşkilât ve Usûl İdâ-resi'ne müracaat, 2, s. 240-241.
(NOT: 12) Boz renkli doğan (falco Ianarius) muhafızlarına «Doğancı», ak doğan
muhafızlarına «Şahinci», akbaba muhafızlarına (pahım barius)
«Çakırcı», atmaca (nisus) muhafızlarına «Atmacı» denilir. Aynî'nin
kanûn-nâmesine nazaran I. Ahmed zamanında 30 doğancı, 270
şahinci, 270 çakırcı, 45 atmacı vardı. Pâdişah'ın bütün av
hizmetlileri altı-yedi yüz kişiden ibaret idi (Devlet-i Osmâniyye'nin
Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2, s. 37). Yıldırım Bâyezid'in ise birkaç bin
av hademesi vardı. «Aiunt Pajazitem habuisse septem millia
virorum, qui acci-
262
HAMME
R
pitres curarent, praeterea aluisse canes sexies mille.» Halkondilas, 3, s. 5, Bale
basımı. (NOT: 13) Âlî'nin zamanında birkaç bin tâne vardı, hazinedar defterdâr'dan başka vazifeyi hâizdir. Nasıl ki İngiltere'de mâliye nâzın (şansölye döleşikie)
vazifesi hazîne idaresi riyaseti vazifesinden ayrıdır. Hazînenin dahilî idaresi
hakkında Devlet-i Osmaniyye Teşkilât ve Usûl-i İdaresi, 2, s. 21 ve Âlî.
(NOT: 14) Bîrûn ağaları şunlardır: 1 — Yeniçeri ağası, 2 — Azab ağası, 3 —
Sipâhî ağası, 4 — Silâhdâr ağası, 5 — Sağ Ulûfeciler (Ulû-feciyân-ı
yemîn) ağası, 6 — Ulûfeciyân-i Yesâr (Sol Ulûfeciler) ağası, 7 —
Gurebâ-yi Yemîn ağası (Sağ Garibler Ağası),
8 — Gurebâ-yı Yesâr ağası (Sol Garibler Ağası), 9 —Topçu-başı,
10 — Cebeci-başı, 11 — Top-arabacı-başı, 12 — Mehterbaşı. Rikâb
ağalan: 1 — Mîr-i alem, 2-5 — Dört mâbeynci, 6-7 — İki mîrâhor
(mîr-i ahûr: imrahor, 8 — Câşnîgîr-başı, 9-12 — Dört sayd ağası.
Enderun Ağaları: 1 — Kapu ağası, 2 — Hazînedâr-başı, 3 —
Kilerci-başı, 4 — Saray ağası, 5 — Hâsoda-başı, 6 — Silâhdâr-başı,
7 — Çukadâr, 8 — Rikâbdâr,
9 — Kapucular kâhya (kethüda) sı, 10 — Çavuş-başı, 11 —
Bostancı-başı, 12 — Kızlarağası. Bu suretle Bîrûn'da kapucı-lar
kâhyası hizmeti Enderun'da hâsoda-başı vazifesine ve kezalik kapuoğlan kâhyası (kapu-oğlanı «ak-hadım» demektir) hizmetine
muâdildir. Kapucılar kâhyası hazîne kapusına nezâret eder. Kapuoğlanları hazînenin içinde hizmet görürler.
(NOT: 15) Halkondilas, 8. kitabın nihayetlerinde II. Mehmed'in ordusu
hakkındaki istatistik bir bakışta, der ki: «Asiam autem distri-buit in
semoes, sive signa (sancak); singulae semae sive signa continent
proefectos gua dragenos» (Aylıklı Süvariler). Filhakika Anadolu
sancaklarının miktarını tâyin etmezse de Bey-ne'n-nehreyn
(Mezopotamya), Kürdistan, Suriye henüz ele geçirilmediği cihetle
Rumeli'deki sancaklardan ziyâde olduğu zannolunamaz. Bu
mülâhazaya ve İdrîs ve Âlî ile Halkondilas’ın . hesabına nazaran,
Devletin şu kadar askeri olmak lâzım gelirdi: 12.000 Yeniçeri,
30.000 Azab, 7.000 Sipâhî, 5.000 Silâhdâr, 1.800 Maaşlı Süvârî,
1.000 Gurebâ-yi Yemîn, 1.800 Maaşlı Süvârî, 800 Gurebâ-yı Yesâr,
40.000 Akıncı, 14.400 Ti-marlı Süvârî, toplamı: 103.500 (Gösterilen
rakamlar toplamı 113.800'dür, müfredatında bir yanlışlık olacaktır.
Mütercim) adedine çıkar. Bu miktarın üzerine Anadolu vilâyetleri
için dahî —Rumeli vilâyetlerinin çıkardığı yukanda yazılı rakam-?
lara yakın— Timarlı Süvârî ilâve olunabilir ki, muntazam ve
OSMANLI TARİHÎ
263
gayr-i muntazam olarak bütün askerî kuvvetin mecmuu yüz-yirmibin'e
(120.000) varır.
(NOT: 16) Halkondilas’ın tanzim ettiğine göre vâridârt defteri şudur:
Tribitum, quod rex ex Europa capit, complectitur
nonaginte myriades staterum ............................................ 900.000
Redditus vectigalium continet circiter triginta
myriades ......................... ......................................... 300.000
Redditus quern inquilini solvunt, viginti quinque
myriades .......................................................... ........ 250.000
Ab armentis equarum circiter quinque myriades ... 50.000 Trajectum et
fanım suppeditari circiter viginti
myriades ..................................................................... 200.000
A reliquis accipit redditibus circiter viginti myriades 200.000
Redditus metallorum attingit decern myriades.................. 100.000
Ab oriza et reliquis vecti gali bus quae Januae milites
exiguns et Chasia (khass) secernunt, viginti myriades 200.000
Tributum principum et regum circiter decern
myriades ... ................................................................. 100.000
2.300.000
(Tercümesi:)'
Pâdişâhın Avrupa'da aldığı vergiler .................................
900.000
Harçlardan hâsıl olan varidat, takriben ............................
300.000
Ecnebilerden alman vergi (Gümrük ?) .............................
250.000
Ağnam ile kısraklardan .............. .....................................
50.000
Zehâir esman ve nakliyesi, takriben ............................
...
.................................................................................... 200.000
Diğer vergiler ...................................................................
200.000
Mâdenler varidatı .............................................................
100.000
Prinç çeltikleriyle Yeniçerilerin aldıklan diğer
varidat ve hâsslar .......................................................
200.000
Prensliklerden ve krallıklardan alınan varidat...................
100.000
2.300.000
(Lâtince mâliye tâbirleri bilinemediği cihetle tercümenin tamâmiyle
sıhhati te’ınîn olunamaz. Mütercim).
Bu muhtelif vergilerin miktarı ancak iki milyon üçyüzbin kuruş ise
de, Halkondilas ilâve ediyor ki: «Etiam irraximus redditus venit ab
emporiis, trajectu, metallis, oriza, aere, alu-mine, et quinta parte
mancipiorum. Non dubium est, quin
264
HAMME
R
is, maximus sit, si quis eum ad calculos revocet.» Bu fıkra, pirinç
tarlaları, enhâr (nehirler) mürûriyyesi, madenler iltizamından hâsıl
mebâliğden bahseder; yalnız esirlerden alman vergiler (pencük
resmi, yâni her esirin bedelinden beşte biri. Mütercim) dâhil değildir.
Şu hâlde Halkondilas’ın 230 miri-yaddan 400 miriyâda nasıl vardığı
bilinemez: «Summa itaque universorum reddituum quos modo
memoravimus, — comp-lectitur circiter quadringentas myriades
aureorum staterum.» M. D'Ohsson'a nazaran (c. 3, s. 372) II.
Mehmed zamanında Devlet'in varidatı 10.000.000 kuruşa baliğ
olurdu. En büyük memurların (vezirlerin) maaşları Halkondilas'da
senevi 20.000 duka tâyin olunmuştur. «Horum, qui proeciui fuerunt,
capiunt stpendii nomine a rege duas myriades aureorum staterum
plus minusve.» İdrîs ve Âlî 200.000 akçe tahmin ederler ki
Dokuzuncu Kitabın Notlar ve Açıklamalar kısmında gösterdiğimiz
hesaba (o hesaba göre 1 Türk dukası 10 akçeden fazla tutmaz)
tamâmiyle muvafıktır. Âlî'nin verdiği malûmat bizim dirhem
hakkında verdiğimiz hesapları te'yîd eder; onun mucibince bir
dirhem dört akçe ve üç dirhem bir dînâr (al-tun) idi. Şu suretle 120
akçe 1 guruş olup o vakit guruş 12 duka idi.
(NOT: 17) M. D'Ohsson, silsile-i ulemâ ile silsile-i meşâyîh arasındaki farkı kâfi
surette tâyin etmemiştir. Kara Çelebî-zâde'nin Devlet-i Osmâniyye
Târihi'nde bundan defalarca bahsolunmuştur (Istanbul matbuu,
varak: 116, 1, 5). Nakşibendî silsilesi hakkında Raşehât-i Ayni'lHayât'a müracaat (İstanbul basımı).
(NOT: 18) Her Tetümme'de 8 hücre olup her hücrede 3 talebe bulunurdu. Bundan
dolayı 192 tâlib-i ilm'e (talebeye) yer bulunmuş oluyordu. Talebe ceb
harçlığı olarak ayda 12 akçe alırlardı. Her gün pirinç çorbası ve et
haşlaması tevzî olunurdu (Âlî).
(NOT: 19) Bu on ilim yüksek san'atlar taksiminde üçüncü ve dördüncü dereceye
muâdil olup, daha yüksek sınıfların idâdîsi hükmündedir. Mezkûr
ilimlerle, şer'î ilimler dâhil değildir. Bununla beraber yüksek
tedrisâtın ayrılmaz parçası olmaktan ziyâde ilk esâsı addolunmak
lâzım gelir. Türk mekteblerinde tedris olunan ilimler hakkında Piti
Dölakruva’nın verdiği ve Tude-rini'nin kütüphanesinde yazdığı
ma'lûmâtı buna göre tashih etmek gerekir.
(NOT: 20) Kanunî Süleyman saltanatında Süleymâniye Camii medreselerinin
te'sîsi münâsebetiyle bu tasnif yeniden tevsî' olunmuştur. (M.
D'Ohsson, 3, s. 489). II. Mehmed zamanında «Hâ-
OSMANLI TARİH t
265
ric» ve Dâhil» müderrisleriyle Semâniyye-i Sahn Müderrisleri ve bir de
—yevmi altmış akçe vazife almalarından dolayı— «Altmışlılar» var idi.
Eyüp Müderrisleri ancak elli akçe alırlardı; fakat bir «Dâhil Müderrisi»
II. Mehmed'in Sahn-ı Semâniyye Müderrisi'nden daha az bir derecede
addolunurdu (Âlî). (Sahn-ı Semâniyye müderrisleri derece-i 'itibâriye-si
şimdi dahî diğer birçok derecelerden yüksektir. Mütercim).
(NOT: 21) Muhtelif sınıflara mensup müderrislerin tedrisâtına esas olan kitapları
Âlî aşağıdaki şekilde sayar: İlk derecedeki medreselerde (buk'a-i
medrese) tecrîd ve miftâh üzerine ders verilirdi. Korklı, Ellili hâriç
müderrisleri üç sınıfa ayrılmıştır: Üçüncü sınıf telhis, yahut miftâh
üzerine şerhler okuturlar. İkinci sınıf Mevâkıf, birinci sınıf Hidâye
tedris ederler. Ellili Dâhil Müderrisleri dahî kezalik üç sınıfa
ayrılmıştır: Üçüncü sınıf —Hâriç müderrislerinin birinci sınıfı gibi—
Hidâye'yi şerh ederler. İkinci sınıf Sahih ve Telvîh'i, birinci Keşşaf ve
Bey-zâvî'yi okudurlar. Evvelki saltanatlarda tedrîsât-ı Osmâniyye'-nin
esâsım teşkil eden başlıca oniki eseri umûmî bir cedvel hâlinde
beyân ile mezkûr eserlerden bahsettiğimiz, cihetle, burada dahî
Osmanlılar'da okutulması mu'tâd olan başlıca ilimlerin isimlerini
aşağıya yazıyoruz: 1 — İlm-i meânî ve beyân ve hitâbetden
Miftâhü'l-Ulûm, Sirâcü'd-dîn Ebî Yûsuf İbni Muhammed elSekkâkî'nin eseri, ölm. 679; Telhîsü'l-Miftâh, Muhammed Celâlü'd-dîn
Muhammed bin Abdu'r-rahmân el-Kazvînî'nin eseri; «Hatîbü'dDımışkî» namiyle ma'rûf, ölm. 739. (Miftâh'dan bir kısmının
telhisidir. «Telhîs» — ma'lûm olduğu üzre— yalnız «hulâsa» demek
değildir; fazlalıklarını atmak ve noksanlıklarını tamamlamağa da
«telhîs» denilir. Mütercim). 2 — İlm-i kelâm'dan, Tecrîdü'l-Kelâm;
Nasîrü'd-dîn Ebî Ca'fer Muhammed bin Muhammed et-Tûsî, ölm.
672 nin eseri; Me vâkıf u'l-Kelâm; Adudu'd-dîn Abdu'r-rahmân ibni
Ahmed el-îcî (îc şehrinden) 'nin eseri, ölm. 759. 3 — Akaid'den,
Akaidü'n-Nesefî, müellifin ölm. 537; Akaidü'i-Adudî (Adudu'd-dîn-i
îci); Menâru'l-Envâr; Ebî Berekât Abdu'l-lah İbni Ah-med'in eseri;
«Nesefî» adiyle ma'rûf, 4 — Fıkh'dan, Hidâye, Vikaye, Sadru'ş-Şeri'a,
Kudûrî (Devlet-i Osmâniyye'nin Teşkilât ve Usûl-i İdâresi'ne müracaat, 1, s.
6.) 5 — Hadîs'den, Sahîh-i Buhârî, Telvîh ki Sahîh-i Buhârî'nin en
meşhur şerhlerinden biridir. (Sahîh-i Buhârî, önce Zühdî Paşa
merhumun Maârif Nezâreti'nde —Hacı Zihnî Efendi hazretlerinin
İslâm ulemâsını kıyamete kadar minnetdâr edecek himmet-i mahsûsalarıyle— kamilen meşkûl, yani harekeli olarak tab' olun-
266
HAMME
R
duğu gibi bugünkü Maârif Nâzın Abdurrahman Beğefendi —yine
fâzıl-ı müşârün-ileyhin himmetleriyle— Sahîh-i Müslim'i evvelkinin
üslûbunda tab'a başlatmışlardır. Kütüb-i Sit-te'nin kamilen bu
veçhile tab'ı Mehmed Alî merhumun Bulak matbaasındaki ulvî
himmetlerine bir nazire olacaktır. Mütercim). 6 — Tefsîr'den, elKeşşâf min Haka'ıki't-Tenzîl, Ze-mahşerî'nin eseri, ölm. 538;
Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't-Te'vîl fî't-Tefsîr, Beyzavî'nin eseri, ölm.
685.
(NOT: 22) İlmiyye kadrosunun beş sınıfının ilki büyük mollalardan (ekâ-bir-i
ulemâ) müteşekkil olarak aşağıdaki kısımlara aynlır: 1 — Eski ve
yeni Rumeli kazaskerleri, 2 — Anadolu kazaskerleri, 3 — İstanbul
kadılan, 4 — Mekke ve Medîne kadıları (*), 5 — Edirne, Bursa,
Kahire ve Dımışk (Şam) kadılan, 6 — Galata, Üsküdar, Eyüp
(Bilâd-i Selâse) (**), Şunları da ilâve etmelidir: Nakîbü'l-eşrâf,
sarayın hizmet-i ta'lîmîyye ve sairede müstahdem beş memuru ki
rütbelerine göre derece derece terakki ederlerdi. Bunlar da muallimi sultanî (hâce, hoca), hekim-başı, müneccim-başı, iki hünkâr
imamı. Doğru olmadığı halde, «Küçük mollalar» sınıfı denilen
ikinci sınıf Maraş, Bağdâd, Bosnasarayı, Sofya, Belgrad, Ayıntâb,
Kütahya, Konya, Filibe, Diyânbekir mollalarıdır (Bunlar devriyye
müderrislikleridir. Mütercim). Üçüncü sınıf beş evkaf müfettişini
hâvidir ki, üçü İstanbul'da, biri Edirne'de, diğeri Bursa'-da oturur.
Dördüncü sınıf şâir şehirlerin kadılarıdır. Her memlekette miktarları
ayrı ayrıdır. Rumeli kıt'asmda 187, Anadolu'da 123, Mısır ve
Afrika'da 23'tür. Beşinci sınıf nâib-lerdir. Birinci sınıfa çıkmak için
müderrislik için lâzım olan bütün ilimleri tahsil etmek lâzımdır;
diğer dört sınıfa gelince; dânişmend olmak yâni ikinci derecede
ta'lîme muktedir bulunmak kâfidir. Vaiz, imâm, hatîb, müezzin,
kayyum için ancak ilk bilgiler kâfî olup, tarikata girmek için de
başka bir-
(*) «Ne ravza, arş-ı âıâ âstânından kinâyetdir Ne ravza, ravza-i
cennet fezasından ibâretdir Mülûk-ı Âl-i Osman hıdmetiyle
fahr iderleriken Kazası rütbesin dûn eylemişlerdi, ne
hikmetdir Bi-hamdi'liah şimdi pâdşâh-ı âsmân-mesned Ânı
hem rütbe kıldı Mekke'ye, Hakka kerâmetdir.»
Nedim'in bir kasîdesindeki şu beyitler delâlet eylediği üzere, Medîne-i Münevvere
mevleviyyeti şâirin memdûhu olan HI. Ahmed Hân zamanında terfi' olunmuştu. Mütercim.
(**) Edirne vesaire bilâd-ı hamse, Galata ve diğer mevlevîyetler sonradan ilâve olunanlarla
beraber Mahreç mevlevîyetleridir. Mütercim.
OSMANLI TARİHt
267
şey aranılmaz. Bunlar mertebelendirilmiş şekilde ilimleri tedris etmiş
değillerdir. Dervişler dahî kademeli bir şekilde ilimleri görmeğe mecbur
olmayıp tefekkür ve tehayyrü tarikiyle (Kaal ile değil Hâl ile) hakîkata
vâsıl olmuş addolunur.
(NOT: 23) İbnü Temcîd, Molla Gürânî, Molla Hayrü'd-dîn, Molla Zeyrek, Hâcezâde, Velîyü'd-dîn-zâde Ahmed, Hatîb-zâde, Hasan-ı Sa-misûnî,
Sinan Paşa pâdişâhın muallimi idiler. Diğerleri, yâni Mîrim Çelebî,
Selâhüddîn İznikî, Molla Abdü'l-kaadir el-Ha-mîdî —ki vezîr-i
âzam Mehmed Paşa'nın hud'alarıyle nazardan sakıt olmuştur—
Şehzade Bâyezid'in muallimi idiler.
(NOT: 24) Fâtih'in Münşeât-i Feridun'da münderic mektupları aşağıda gösterilmiştir
(İstanbul matbuu Feridun ile karşılaştırılarak yazıldı. Mütercim):
Hammer'in
İst.
mat.
No. su
No. su
Sultân II. Mehmed'den pederine ve
cevâbı ..................................................... 186-187
II. Mehmed'den Şahruh Mîrzâ'ya ve
cevâbı .............................., .................... 214-216
Mehmed'den İran hükümdarı Cihânşâh'a ce cevabları ...................................
188-191 216-219
Akçesi verilen bir zırhın yaptırılmasına
dâir Mehmed'den Şîrvân-Şâh'a
mektup ve cevâbı (*) .............................
192-193 219-220
Pâdişâhdan Erzincan Hâkimi Kılıç
Arslan'a ve cevâbı .................................
194-195 220-221
Uluğ Beğ-zâde Abdü'l-lâtîf Mîrzâ’nın
mektubu ve cevâbı..................................
196-197 221-224
4
(*) Hammer, buraya kadar olan evrakın II. Mehmed tahta cülus etmeden, şehzade iken yazıldığını
söylüyor; 186-187 numara İstanbul matbuunda yoktur. İstanbul basımında Şahruh'a olan
mektubun «Sultân Murad'ın oğlunu istihlâf ile kendisinin muharebeye azimetinde Engürüs
fethine dâir» olmak üzere Sultân Mehmed tarafından yazıldığı kayıtlı ve Uluğ Beğ-zâde
Abdü'l-lâtîf Mîrzâ’nın mektubuyle cevâbının ilk saltanat esnasında olduğu münderic ve
diğerleri hakkında öyle bir kayıt bulunmuyor. Ancak Kılıç Arslan'a ve Karaman Beğine
olan aşağıdaki mektuplar 848 târihiyle tarihlenmiş olduğundan, bunlar da ilk saltanat esnasında olmak lâzım gelir. Tertîb suretine göre İstanbul fetihnamesine kadar olanlar ilk
saltanat devresinde olacaktır; fakat bizdekilerin hiçbiri Fâtih'in şehzadeliğinde değildir.
Müverrihin de şehzadelikte demesi «pederinin hâl-i hayâtında» demek olacaktır. Mütercim.
268 HAMMER
Hammer'in
No. su
Şahruh'un oğlu Baysungur'un mektubuyle cevâbı ........................................
Karaman-oğlu îbrâhîm Beğ'e ve cevabı .........................................................
İstanbul fethinde Molla Gürânî inşâsiyle
azîz-i Mısır înâl şâha yazılan
nâme-i hümâyûn ve cevâbı ....................
Mekke Şerîfi'ne İstanbul fetihnamesi
Mısır Sultânı'nın Sultân Mehmed'e
cevâbı .....................................................
Şerife gönderilmek üzere azîz-i Mısır'a gönderilen fetihname ve cevâbı
Hâce Kerimî inşâsiyle îran şâhı Cihânşâh Mîrzâ'ya Kostantiniyye fetihnamesi ve cevâbı ....................................
Sünnet düğününe davet için Kastamonu Hâkimi'ne ve cevâbı ....................
Cihânşâh Mîrzâ’nın Bağdâd fetihnamesi ve cevâbı .......................................
Çekirge suyu talebine dâir Acem sultanlarına ve cevâbı .................................
Hâce Cihan inşâsiyle Behmen-Şâh'dan ve cevâbı ..........................................
Cihânşâh'a Mora fetihnamesi ve cevâbı ........................................ . ..............
Azîz-i Mısır Abû Saîd Çakmak'a ve
cevâbı .....................................................
Uzun Hasan muharebesi münâsebetiyle müverrihin bahsettiği mektuplar ...........................................................
Kefe fethine dâir Kırım Han'ı Ahmed Giray'a ............................................
(Müverrihin icmal eylediği Uzun Hasan Muharebesi mektuplarına onun
yazmadığı diğer evrak) ..........................
Anadolu Beğlerbeği İsâ Paşa'ya berât
Bâyezid'in lalası Fenârî-zâde Ahmed
Beğ'e hükm-i şerîf ve cevâbı (M.î. 5)
İst. mat.
No. su
197-199 224-226 200201 226-228
202-203 228-230 204
232-233
205-206
233-236
207-208
238-243
209-210
243-244
211-212
244-250
213-214
250-251
215-216
251-255
217-218
255-257
219-220
258-261
221-236
237 282 262
263264
OSMANLI TARİHİ
269
İst. mat.
No. su
Vezîr Ahmed Paşa'ya berât-ı şerîf
Bâyezid'in hâsslarına terakki verileceğinden nereleri istediğinin istifsâriyle alâkalı hükm-i şerîf ve cevâbı
İran Şâhı Cihânşâh Mîrzâ’nın Uzun
Hasan ile husûmetine dâir nâmesi ...
Uzun Hasan'ın Cihânşâh'ı bozduğuna
dâir nâmesi ............................................
Cihânşâh Mîrzâ ve oğlunu öldürdüğüne dâir iftihâr-nâmesi .............................
Yadigâr Muhammed'i Herât'a gönderdiğine ve kendisi Hurrem-âbâd'ı
aldığına dâir yine Uzun Hasan'dan
Uzun Hasan'ın Mübâhât-nâmesi ve
cevâbı (Târihine naklolunmuştur.
bkz. 15. kitap) ........................................
Sultân Mustafa'ya berât ve cevâbı
(bkz. 15. kitap) ......................................
Ak-Şemsed'dîn'in gördüğü rüyaya
dâir Mahmûd Paşa'ya ta'bîr-nâmesi
Pâdişâhın gördüğü rüyanın Ak-Şemsü'd-dîn'den ta'bîr-nâmesi ......................
Uzun Hasan üzerine varılacağına dâir
kadılara hüküm ................................... 275
Uzun Hasan'ın bozulduğuna dâir
Şehzade Cem'e ve Horasan Şahı Hüseyin Baykara'ya ve Memâlik-i Osmâniyye'ye tebşîr-nâme ......................... 276-279
Ak-Koyunlu Rukiyye Hâtun'nun oğlunu
kurtarmak için Gedik Ahmed Paşa'ya ve
Pâdişâha mektupları ve
müşârünileyha iki nâme-i hümâyûn 279-282
264-265
266
266-267
267-268
268-269
269-271
271-272
272-273
273-274
274-275
Müverrih'de cem'an: 50 (Hammer'de 52, İstanbul basımında 62
Mütercim).
(NOT: 25) Sinan Paşa’nın eserleri: 1 — Çağmînî'nin eser-i riyazisine haşiye, 2 —
Mevâkıf-i Adudü'd-dîn'e şerh, 3 —Maârif-i Sinan, 4 — Tezkiretü'lEvliyâ. Sa'dü'd-dîn ve Âlî, Taşköprü-zâde'nin
270
HAMME
R
Şaka'ık'ından naklen. (Mevâkıf şerhi Sa'dü'd-dîn'de münderic değildir.
Mütercim).
(NOT: 26) Ahmed Paşa hakkında Latîfî'nin Terâcim-i Ahvâl'ine müracaat; Şaber'in tercümesinde, s. 74. Bütün Müntehabât mecmualarında şiirleri dercedilmiştir. Belîğ-i Bursevî (varak: 184)
Ahmed Paşa'dan bahs ile Bursa'da yaptırdığı cami yanında
medfûn olmak cihetiyle Bursa şuarâsının ser-defteri olarak
kaydeder. Vefatı: 902 (1496). Bir gün Pâdişâh, Ahmed Paşa
ve musâhiblerden biri ile at üzerinde gezerken, musahibin yüzüne çamur sıçraması üzerine Ahmed Paşa bir âyet-i kerîmeden iktibas ile ................
(NOT: 27) Taşköprü-zâde'ye nazaran vezîr-i âzam Maktul Halîl Paşa’nın oğlu
Molla îbrâhîm Paşa Fâtih zamanında vezîr olmuştur. Bu sehvdir;
îbrâhîm Paşa ancak Bâyezîd zamanında vezâret makamına çıktı.
(NOT: 28) Tezkire-i Latîfî'ye (Tercümede, s. 50) ve Raşehât-i Ayni'l-Ha-yât'a
(İstanbul basımı, s. 279) müracaat. Fâtih Horasan'dan Hacc'a gitmesi
için Molla Câmî'ye beşbin duka altınını hâvî bir surre göndermiş ve
sarayında ikamete davet etmiştir. Hâce Ata'ullah-i Kirmânî mektubu
ulaştırmaya me’ınûr idi. Fakat o, Şam'a vâsıl olduğu zaman, Câmî
Horasan'a teveccüh etmişti; o sırada Uzun Hasan'ın
memleketlerinden geçiyordu. Uzun Hasan da ziyâde ikram etmiştir.
Bu rivayet mevsuk men-bâdan alınmış olduğundan —mütercimin
ahvâlinden birinin Journal Asiatique'de yazıldığı gibi— Molla
CâmVnin Fâtih'in sarayında ikameti vuku bulmuş değildir.
(NOT: 29) Tezkire-i Latifi, Tercüme'de s. 139. Bu iki manzumesinden başka Mevlidi Rûhânî, Tehâfütü'l-Uşşak nâmında eserleri ve manzum Kıyâfet-nâme'si
vardır.
(NOT: 30) Tezkire-i Latifi, s. 50. İbrahim Gülşenî'nin, Gülşenî tarîkati müessisi
olup daha sonra dünyâya gelmiş ve Kahire'de medfûn bulunmuş olan
derviş Gülşenî ile bir addedilmemesini Âlî ihtar eder.
(NOT: 31) «Âlihi»dir, Şaber'in Tezkire-i Latifi tercümesinde (s. 46) yazdığı gibi
«İlâhî» değil. Başlıca eserleri: 1 — Zâdü'l-Müştâkîn, 2 — Necâtü'lErvâh, 3 — Meslekü't-Tâlibîn ve'l-Vasilin. Âlihî 895(1489) de vefat
etmiştir. Takvîmü't-Tevârîh'e müracaat, (Takvîmü't-Tevârîh'de görülüyor.
Demek olur ki Hammer bir sene hatâ ettiği gibi, Şâber'i de yanlış
olarak hatalı çıkarmıştır. Mütercim.)
OSMANLI TARİHİ
271
(NOT: 32) Şâir Lâlî, evvelâ İranlı zannolunarak, bu zan ile pâdişâh meclisine
dâil olmuşsa da, aslı anlaşılır anlaşılmaz uzaklaştırılmıştır. Bundan
dolayı aşağıdaki beyitlerle intikamını almıştır (Aslından alındı) :
Gevhere kıymet olmaya kânde Dürr bahâsın
bula mı ummanda? Söylenür nekbete ve
meseldür bu Güvülür (?) elbet çerâğ dibi
karanu Eger âdemde ma'rifetise murâd Ne
fazilet virürmiş ana bilâd Taşdan sâdır oldı
gerçi güher Mu'teberdür velî nite ki hüner
Rûm'da kelelenmesün mi Acem Oldı bu
izzetile çün ekrem Acemün her biri ki
Rum'a gelir Yâ vezâret, yâ sancak uma gelir
Hammer'in Fransızca tercümesindeki tercüme şudur: «Pour etre bien
reçu, tu dois venir de l'etranger; le diament est sans prix tant qu'il est
cache la mine; l'or n'a de valeur qu'offert part Osman. Rappelle-toi bien
ce proverbe: le cierge qui pro jette la lumiere, reste lui-meme obscur son
interieur. Si tu cherches le genie dans l'homme, ne t'inquiete pas de quel
pays il sort. II en est de l'ame comme de la pierre preci-euse, leur
grossiere enveloppe u'altere pas leur beaute Que das persans accourent
vers le pays de Roum, la gloire les attend! que des persans viennent â la
cour du sultan, ils seront faits sandj aks et vizirs.»
(«Umman» kelimesinin «Osman» okunması epeyce garîbdir.)
(NOT: 33) (Hammer Molla Gürânî'nin eserlerini ve bâzı menkıbelerini yazıyor. Bu
zâtın tercüme-i hâli M.İ. 6'da tafsil olunacaktır.)
(NOT: 34) Molla Husrev'in başlıca eseri olan Gurer ve Dürer hakkında «Devlet-i
Osmâniyye'nin Usûl-i İdare ve Teşkilâtı»na müracaat (Kezalik tercüme-i
hâli M.İ. 7'de beyân olunmuştur).
(NOT: 35) (Kezalik M.İ. 8'e bkz.)
(NOT: 36) Hacı Hasan-zâde Sûre-i En'âm Tefsirine ve Telvîh'in dört mukaddimesine
haşiyeler yazmış ve Mîzânü't-Tesârîf nâmında bir nahiv eseri
bırakmıştır. Şaka'ık ve Âlî'ye müracaat. Hacı Ha-san-zâde'nin vezîr-i
azama hitaben tanzim eylediği beyitler tercüme-i hâlinde dercedilmiştir.
272
HAMME
R
(Not: Bunda Hammer yanlışlık yapmıştır. Beyitler Şerh-i Akaid sahibi
Hayalinindir. Hacı Hasan-zâde Gelibolu kazasında idi; Hayâli onu kendisine
rakîb görerek, vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'ya beyitleri göndermişti. Mahmûd Paşa
«Hayâlı o zâtın kadrini bilmiyor» dedi. Daha sonraları İznik müderrisi Tâcü'ddîn-zâde vefat ettiğinde, bundan dolayı üzülen pâdişâhın çalışkan bir müderris
taleb etmesi üzerine Mahmûd Paşa Hayâlî'yi tavsiye ederek, Hayâlî'nin kadrini
takdir ettiğini gösterdi. Sultân Mehmed «Şerh-i Akaid'i senün nâmunile tas-dîr iden
midür?» deyip «Evet» cevâbını alınca, hemen Hayâlî'yi İznik müderrisliğine
tâyin etti. Fâtih gibi zamanın ulemâsının eserlerini bilen bir pâdişâh zamanında
ilimler nasıl terakki etmez? Mütercim). (NOT: 37) Yûsuf Fenârî-zâde Alî
Kâfiyye'ye, ve Kasemî'nin Tecniyye'-sine şerh yazmıştır. Mehmed el-Fenârî'nin
oğlu bulunan amcası Hasan Çelebî Telhîs şerhi Mutavvel'e ve Şerh-i Mevâkıf a ve
Telvîh'e haşiyeler yazmıştır. Şaka'ık, Sa'dü'd-dîn, Âlî.
(NOT: 38) Şükru'llah-ı Şirvânî Behcetü't-Tevârîh nâmında 851 (1456) târihiyle
yazılmış güzel bir eserin sahibidir. Hacı Kalfa bunun mündericâtmı
bütün tafsîlâtiyle sayar. ŞükruIIah bunun te'-lîfi için en mu'teber
Acem ve Arab müverrihlerinden yirmi zâtın eserlerinden bilgi
toplamıştır.
(NOT: 39) İlk Türk riyazisi, Kadı-zâde-i Bursevî'dir ki, vatanını terk ederek Uluğ
Beğ nezdinde ilmine lâyık hüsn-i kabul görmüştür. İsmi II. Mehmed
zamanının ulemâsı meyânında görünen adaşından evvel dünyâya
gelmiştir. Bu iki zât ile IV. Mehmed asrından ilk defa olarak Fetâvî
Mecmuası tertîb eden Kadı-hân birbirine karıştırılmamalıdır.
Kadızâde-i riyâzî Uluğ Beğ için Çağmînî ismindeki riyaziyat kitabına
şerh yazmış ve Te'-sîsü'l-Eşkâl'i tercüme etmiştir. Mezkûr Eşkâl, öklid
(Öklides)' in Eşkâl-i Hamse'sidir. Alî Kuşçu Fethiyye nâmmdaki eserini
Fâtih'in nâmına yazmıştır. Bu eser Kostantiniyye'de 1824'-de tab'
edilmiştir. Kezalik Muhammediyye nâmındaki bir eseri de II. Mehmed
nâmına ithaf etmiştir. Mîrîm Çelebî Fet-hiyye'ye şerh yazmıştır.
Bundan mâada Kıble'ye dâir bir eseri ve Uluğ Beğ'in Zîc'ine şerhi
vardır. Kara Sinan ile Sinan Paşa Çağmînî hülâsasına şerh
bırakmışlardır. Şaka'ık'da II. Murâd, II. Mehmed, II. Bâyezîd
devirlerinde Kadı-zâde, Alî Kuşçu, Mîrim Çelebî tercüme-i hallerine
müracaat.
(NOT: 40) Bir gün huzûr-ı pâdişâhîye çıkarak ber-mu'tâd zât-ı şahanenin elini
öpmek istedi. Pâdişâh lûtf-i mahsûs olarak elinin iç
OSMANLI TARİHÎ
273
tarafını uzattı. Molla sâkitâne başını eğmesiyle Fâtih «Ne düşünüyorsun?» dedi. «Düşünüyorum ki, zât-ı şahaneleri beni
Ayasofya'ya müderris tâyîn buyurursunuz» cevâbını verdi. «Aya»
kelimesiyle «el içi» demek olan ayayı ve «sofiye» (eski yazıda
«sofya», «sofiye», «sûfiye» yazılışları aynıdır) kelimesinden
«Sofya»yı kasdetmiş oluyordu. Bu bedîha, Fâtih'in hoşuna giderek
Hüseyn-i Tebrîzî'yi Ayasofya müderrisliğine tâyîn etmiştir.
(NOT: 41) Sultân Mehmed'in vezîr-i âzami Mahmûd Paşa'ya mektubu ve AkŞemseddin'in tâbiri Münşeât-i Ferîdûn 228 ve 229 numaralarda
münderiçtir. (Bu cildin «Notlar ve Açıklamalar» kısmının
«Onbeşinci Kitap, Not: 3» kısmında açıklanmıştır). Ak-Şemseddîn
792 (1389)'da doğmuş olduğundan, 877 (1472)'de, yâni Tercan
muharebesinin vukuu zamanında Kameriyye hesabiyle seksenbeş
yaşında olmak lâzım gelirdi. Âlî'nin zannı gibi altmışaltı değil.
(Muharebe 878'dedir, anlaşılan Âlî 86 diyecek idi. Mütercim).
(NOT: 42) Ak-Şemseddîn tıbba dâir bâzı eserler, arapça Nûriyye nâmında bir
kitap, Telhîs fî Def'i'l-Metâ'ın unvanlı bir eseriyle Ev-liyâ-nâme'yi
yazmıştır. Şaka'ık ve Sa'dü'd-dîn ile Âlî'ye müracaat (Fenn-i tıbda
nâfî' te'lîfâtı vardur... Tasavvuf da Risâ-letü'r-Nûr'ı, defi metâ'ın-i
sûfiyyede bir risalesi vardur; tıbda mücerrebâtmı cem' iderek kitâb
nâfî' olmuştur. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 519, 523. Mütercim).
Ondokuzuncu Kitap
(NOT: 1) Ordugâhda bulunan Neşrî, vezîr ve kazaskerlerin II. Mehmed'in
arabasına refakat etmek üzere İstanbula kadar azîmet etmekte
olduklarını gören halkda Fâtih'in irtihâli zannı hâsıl olduğunu ve
Acemi-oğlanlarının ordugâha vusulü bu zannı i'timâda tahvil
eylediğini safvet-kârâne beyân eder. Neşrî, varak: 237.
(NOT: 3) Kantemir'e isnâd olunabilecek hatâların en büyüklerinden biri
Bâyezid'in pederinin irtihâlini öğrenince Mekke'ye gittiğini ve bu
seyahat için dokuz aylık bir zaman sarfettiğini beyân etmesidir.
Vâkıâ Cenâbî ve ondan naklen Hezârfenn bu seyahatten
bahsederlerse de, Bâyezid'in Amasya'dan Mekke'ye değil, İstanbul'a
geldiğini ve dokuz ayda değil dokuz günde (daha az müddette)
muvasalat ettiğini beyân ederler. Neşrî, Sa'Hammer Tarihi, C: II. F.: 18
274
HAMME
R
dü'd-dîn, İdrîs, Âlî, Solak-zâde, Lutfî bu hususta müttefiktirler. Fazla
olarak Neşrî Pâdişah'ın İstanbul'a duhûlünü görmüştür. Piti Dölakrua
ve Avrupa müverrihleri Kantemir'in rivayetine imtisal etmişlerdir.
Cenâbî'ye gelince, onun ifâdesine şundan dolayı da mânâ verilemez
ki, birkaç satır sonra Bâyezid'in 29 Cümâde'l-ûlâ 886 târihinde
payitahta vâsıl olduğunu yazar; bu târih ise II. Mehmed'in vefatından
ikibu-çuk ay sonrasına tesadüf eder. Kantemir, Fâtih tarafından
Şehzade Korkud'un Bâyezîd yerine Amasya valiliğine tâyin
kılındığını beyân etmekle de hatâ eder.
(NOT: 3) İstanbul'dan Amasya'ya onbeş günlük yol hesap olunur ki, takriben
yüzaltmış fersahtır (Kineir'e müracaat). Bu hâlde Mustafa sekiz gün,
yirmi dört saatte yirmi saat gitmiş ve Bâyezîd dahî dörtbin süvârî ile
bu mesafeyi o kadar saatte kat etmiştir. (Metinde işaret olunduğu
üzere Fâtih'in irtihâli 4 Rebî'ü'l-evvel'dedir; Keklik Mustafa'nın
Amasya'ya varışı 8 günde değil, 8 Rebî'ü'l-evvel'dedir. Eski tatarların
sürati düşünülürse fevkalâde mühim bir haber götürmekte olan
«Keklik» Mustafa'nın yirmidört saatte yirmi saat değil, menzil menzil hayvan değiştirmek ve bir iki saat uykuya kanaat etmek suretiyle
günde kırk saat kat ederek dört günde vâsıl olduğu şüphe götürmez.
Telgrafın icâdiyle tatarların eski zamanlardaki kadar sür'atlerine
lüzum kalmadığı halde, şimdi dahî posta tatarları iki saatte bir saatte
keserler. Bununla beraber dört ve sekiz târihleri birlikte hesap
olunursa müddet-i sefer beş güne çıkar. Bâyezid'in dört bin süvârî ile
Keklik kadar yol alamıyacağı açıktır. Mütercim).
(NOT: 4) «Claudios; raised by the soldiers to the Empire, Was the first who gave
a donative: he gave quina dena 120 L.» (Klodyus'da Sueton, 2, bâb:
10) «When marcus, with his colleague Lucius Verus, took quiet
hossession of the throne, he gave vicena 160 L. to each of the gards.»
Ogust Târihi, s. 25 (Dion 10, 73, s. 1231), Gibbons, bab: 5, haşiye 6.
(NOT: 5) Kudüs Azîz Yahya Tarîkati Kançılar Muavini Kaorsan —ki Cem'i
Rodos'da görmüştür —Şehzâde'nin eşkâlini tarif eder. Buna,
Şehzâde'nin yaşını beş fazla göstermesinden başka bir itiraz
edilemez. Cem 1459'da doğmuş olduğundan 1482'de yaşı 28 yerine
25'den fazla değildi: «28 annorum, statura parva, va-letudine
prospera, ferox vultu, oculis parumpar obliquis et caeruleis, denso
supercilio nasi radice fere utroque cohaerente, sinistrum in frontem
elevatur, dextrum ad oculum vergit, os
OSMANLI TARİHİ
275
parvum, labra grossa, quorum ritus sinistrorsus contrahit ges-tuque
ipso sinistram palpebram inclinat paulo post elevat; nasus aquilinus
in medio paulo eminentior, cujus extremitas in sinistrum tendit,
mentum exile. Lutio colore et nucis cas-taneae; barba rara non
promissa sed ad cutem forcipe tonsa, obesa cervice, parvis auribus;
corpus carnis sarcina onustum, obesitas ventrem projectum magis
per posteriora gravat quam caetera membra; brachia, tibia, crura ac
pedes proportione sunt compacti nec adipis pondus officit, quominus
saltande venando atque sagittande agilis sit, corpus enim haud gestat
ac si gracilis esset et obesitas non gravaret. Si quid molesti affertur
oculorum motu acutaque voce iracundiam repente indicat; at si vir
gravis adsit temporis puncto facies tempe-ratur. Simulationis
dissimulationisque gaudet officie. Dum excanduit vocem edit
acutam caprinae haud dissimilem. Cum quieto loquitur animo gravis
rursus est temporatus et modes-tus sed rarus. Hie quamvis profugus
et extorris a principis dignitate non cadit. Cibi plurimi est,
voracissimoque stomacho tanquam fornace fervet. Vinum respuit
nisi aromate confec-tum, quod alteratum speciemque mutasse
arbitratur, ut ace-tum quod ex vino gignitur quaeque originis
speciem alterat. Avidius hibit comeditque quam principem deceat, ut
vorare potius quam edere ilium arbitreris. Nec edulia satis dente ferit
quae in os indita inglutit, ac minime trita raptim aperto hyatu vorat.
Assa appetit, lixa fastidit. Melones, uvas, pyra atque poma et
cujusque generis fructus appetentissime man-dit. Modico pane
vescitur, aqua usui est in potu sachharo indito, quod paulatim
liquefit. Calore, algore, inediaque im-patientissimus; affatim sudat,
fluuntque tunc a fronte et ge-nis sudoris guttae copiosissimae. Veste
gaudet illustriori. Ther-mis balneisque assiduis utitur; lavato in
thermis corpore de-mum e gelida aqua perfunditur, natantique artem
callet, qou-tiescumque in pelagus se margebat adstandibus cunctis
irre-verecunde natabat. Circumstantes oculis lustrat. Subtristis et
cogitabundus semper videtur. Si laetitiae indicia dedit ut prae-sente
magistro maxime efficit. Religiossimus in Mahomettis legem, cujus
cultor observantissimus est. Si quam ex suis vino madentem
conspexit, in eum furibundus irruit. Instabilis est adeo, ut loco
eodem se continere non possit et diu cellulas omnes lustravit ut
cubaret, nec domorum superiorem plani-tiem contempsit. Quin
immo cubile parato nectes aliquot illic somnum ad aurem capit.
Thurcorum lingua praestantissimus,
276
HAMME
R
ingenium a juvenili aetate litteris applicuit ita, ut gesta scri-bere non
ignoret. Res quoque genitoris gestas litteris manda-vit. Matrem,
incylta regum Serviae familia natam, duosque liberos marem et
foeminam tenellae aetatis apudCarras (Cairo) reliquit.»
(NOT: 6) Sa'dü'd-dîn'e göre 22 Rebî'ü'l-âhire tesadüf eden bir cuma ertesi
günüydü. Bunda bir yanlışlık vardır; çünkü 22 Rebî'ü'l-âhir cuma'dır.
Eğer cuma ertesi doğru ise, 22 rakamı yanlıştır; 9, veya 16 yahut 23
Rebî'ü'l-âhir okunmalıdır. Her ne hâl ise, bizzat Bâyezîd tarafından
kardeşi aleyhine açılan bu muharebe Cenâbî ve Hezârfenn'in
yazdıkları mevhum Mekke seyyahatını reddetmeğe kâfidir (M.İ 9).
(NOT: 7) Kaasım Beğ, Kaorsen'de «Cilicioe rex» yâni Kilikya Kralı nâmıyle zikr
olunmuştur. Bu müverrih «Regis Cilicio verba ad Zyzymi; responsio
Zyzymi» diyerek Cem ile Kaasım Beğ arasında teâtî olunan sözleri
«Zyzymi soldan um alloquitur» diyerek, Şehzade ile Mısır Sultânı
arasında vukuunu rivayet ettiği mükâlemeleri nakl eder. Kaorsen
Cem'in Mekke'ye azimetini aşağıdaki şekilde yazar: «Zyzymi ad
Mecham proficiscitur». Jean Rayer'in Ulm tab'ına müracaat, A.D.
1496, 24 Teşrîn-i evvel târihi.
(NOT: 8) Verto, Cem tarafından kardeşine yazılmış ve bir okla sahile atılarak
Şehzadenin takibine gönderilen sipahilerin ortasına düşmüş olan bir
mektubu nakl eder. Durumun hangi cebhe-sinden bakılırsa bakılsın
bu mektup musannadır.
(NOT: 9) Sa'dü'd-dîn «üçüncü» yerine «on üçüncü» yazar. Güzel mevsimlerde
Kilikya'dan Rodos'a nihayet üçüncü günü varılır. Ondan başka
Sa'dü'd-dîn'in Cem'in varışına gösterdiği târih doğru kabul edilse,
Şehzade orada kırkiki gün kalmış olamazdı.
(NOT: 10) Kaorsen beyân eylediğimiz şerhde: «Zyzymi ad Magistrum Verba;
responsio Magistri» diyerek Şehzâde'nin nutkunu ve Üstâd-i Âzamin
cevâbını yazar. Kaorsen'in Cem'i «Zyzymi» anlaması ve «Zyzymy»
kelimesinin «aşk» (Zyzymy, qui amor interpretatur) mânâsına
geldiğini beyân etmesi kaabil-i tefsir değildir. «Cem» kelimesi, daha
ziyâde «Cem-câh» lâfzından alınmış görünüyor; cem-câh bir
lâkabdır ki «Cem-şîd» gibi «kuvvetli» mânâsını ifâde eder.
Zamanımızda dahî pâdişâhın lâkablarından biridir. Sâ'dü'd-dîn,
Bâyezîd'i yegâne vâ-ris-i saltanat addettiği cihetle bu unvanı yalnız
Bâyezîd'e verir. O suretle ki «Cem-şâh»a mukabil (Şehzade Cem'e)
olarak Bâyezîd «Cem-câh» (Cemşîd gibi kuvvetli) lakabiyle yâd
olun-
OSMANLI TARİHİ
277
muştur. (Cem, Cemşîd'in muhtasarı. Daha doğrusu Cemşîd, Cem'den
me'huzdur; bu da eski İran hükümdar-i meşhurudur. «Şâh-i Cem-câh»,
Cem kadar kudret yüksekliğine sahip demek-dir. Sa'dü'd-dîn'in Bâyezîd
hakkında «Cem-câh» tâbirini kullanması eski Cem'e teşbih ve yeni
Cem'e telmih mânâsını mu-tazammın olmakla beraber, pâdişâh lâfzına
kafiye olmasındandır. Cem'in «zyzymy» olmasına gelince, şöyle i'lâl
(izah) edilebilir ki: Kaorsen ve onun gibi müverrihlere uyarak birçok
Avrupalılar bunun «Cim»in kesresiyle okumuş ve kendiliklerinden bir
«Cim» daha ilâve etmiş, sonra «cim»leri «z» yapmışlardır. Türkçe'de
«cici» kelimesi —çocukların lisânından olmak üzere— güzel demek
olarak, «güzelim» diyecek yerde «cicim» denilir. Acaba Kaorsen bu
kelimeyi evirip çevirip «aşk» mânâsına mı getirmiştir? Mütercim).
(NOT: 11) Sa'dü'd-dîn'e göre (3, varak 447), Receb'in ll'i 26 Ağustosa tesadüf
etmektedir. Kaorsen'e nazaran «navis oneraria parata Calendis
semtembris portusolvit.» ibaresi hükmünce gemi Eylülde hareket
etmiştir. Kaorsen'in bu ibarede «postquam dies 42 moram traxisset»
demesi, Cem'in vusulünü 22 Temmuz'da gösteren Sa'dü'd-dîn'in
ifadesiyle tamamen muvafık düşer. 22 Temmuz'dan 1 Eylüı'e kadar
Şehzâde'nin vusul ve hareketi günleri dâhil olduğu hâlde kırk iki
gün vardır. (M.İ. 10).
(NOT: 12) Kaorsen, bu ahidnâmenin başlıca maddelerini tâyîn eder: «Foederis
conditiones: Miles gladium ne stringito, nec pelago armis locum
dato. Classem offensam salutato negociator; com-mercia libera,
commeatum sumito, litem pro tribunalis more decidito; Servum
profugam si in lege versatur restituito; si extra legem 22 nummis
auri exolvito. Arx S. Petri perfugis patens esto. Superstite Bajazit
principe pacem servato.» Guil. Caorsin Rhodiorum Vic-Cancellerii
de celebberrimo cum Thur-corum rege Bagyazit per Rhodios inito.
(NOT: 13) Verto, Şehzade Cem'in tahsisatını tâyin eden ikinci ahidnâ-meyi,
birincisine rabteder. Lâkin Kaorsen, kırkbeşbin duka tahsisatın Türk
elçisi tarafından ancak Hıristiyan elçilerinin Rodos'a avdetinden sonra
va'd olunduğunu beyân etmesiyle, iki ahidnâmeyi birbirinden vâzıhan
tefrik eder.
(NOT: 14): «Si quaeque suis temporibus reddere voluero interrum pendac-sunt
res Asiae; quas utique ad fugam mortemque Darii In conspectu dari,
et sicut inter se cohaerent tempore ita opere ipso conjungi haud
paulo aptius videri potest.» Curtius, L V/
278
HAMME
R
(NOT: 15) Lâtîfî (Şaber'in tercümesi, s. 65), Âşık-paşa-zâde'ye nazaran o beyit
şudur:
«Acâit şehr imiş bu şehr-i Nitse Ki
kalur yanma her kişi n'itse»
(Bu beyiti Hammer «Bu Nis ne acîb memlekettir. İnsan çıkmak
istediği halde çâr ve nâçar orada kalıyor» suretinde tefsir ve beytin
letafeti asıl kafiyede olduğunu îrâd etmiştir. Acizane fikrime göre,
beyit şu mânâdadır ki: Cem, Nis'in acâib bir şehir olduğunu
hayranlıkla söyledikten sonra, kendi hâline ve ondan sonra
Bâyezid'in hâline intikal ile, kişi ne iş işlerse onun kendisine
kalacağını, yâni onun karşılığını göreceğini beyân ediyor. Mütercim.)
(NOT: 16) Bâyezid'in elçisi tarafından getirilen bu hediye üzerine Kaorsen, Aziz
Yahya'nın elinin târihine ve bunun Rodos'da umûmun hayret
nazarlarına ne kadar tantana ile arz olunduğuna dâir şu unvanla gayet
şâyân-i dikkat bir şerh bırakmıştır: ■ «Guilelmi Caoursin Belgoe
Duaci Rhodiorum Vice-Cancellarii de translatione sacroe dextroe
sancti Joannis Baptistoe proe-cursoris rex Constantinopoli in
Rhodum.»
(NOT: 17) Kaorsen, Bâyezid'in elçisinin dönüşünden az vakit önce, Tarikatın
toplanmış olan meclisi huzurunda Cem'in Fransa'da esareti hakkında
bir nutuk irâd eylemiştir (19 Eylül). Bu nutuk, Kaorsen'in eserinde
«de admission regis Zyzymi in Gallia» unvâniyle görülür.
(NOT: 18) Sa'dü'd-dîn'de «Sasunaj» (yâni «Sassenage») yerine «Sasunar».
Sa'dü'd-dîn'in Cem ile Sasunaj Şatosu sahibinin güzel kızı arasındaki
muaşakaya dâir topladığı tafsilât, kızın hüviyeti hakkında şübheye
mahal bırakmaz; bundan başka vak'anın Hoca Sa'dü'd-dîn'in
Osmanlılar hakkındaki târihinde zikredilmesi Fransa'da neşr olunan
Zizimi, prince Ottoman, amoureux de Philippine Helen de
Sassenage, Histoire dauphinoise par L.P. A.A. (Grenoble, 1673,
chez Jean Nicolas, in 12.) ve şimdiye kadar bir roman nazariyle
görülen eserin tafsilâtında değilse de, esâsında doğru olduğunu
gösterir. Târih-i Sa'dü'd-dîn'de şu ibare görülür: «Ol hisar beğinün
bir bedî'atü'l-cemâl duh-teri var idi; şehzadeye meyi idüp
miyânelerinde muaşaka ve mürâsele vâki' oldı». (Hammer, bu
fıkranın tercümesinde muaşakaca gizli bir münâsebet mânâsı
veriyor; müteakiben mürâsele kelimesi zikr olunmasına göre,
muaşakanın ne dereceye vardığı bilinemez. Bu da gösterir ki, Cem
Fransızca öğren-
OSMANLI TARİHİ
279
misti. Acaba daha babasının zamanında ecnebi lisanlarına az çok kesb-i
vukuf etmemiş miydi? Hattâ Rodos'a gitmesinde lisanlarma az çok vâkıf
olmasının dahli yok mu idi?)
(NOT: 19) Verto dahî bu kuleden ve Şehzâde'nin firar tertibinden bahseder:
«Arkadaşlık etmek bahanesiyle kendisini muhafaza altında
bulunduran şövalyeler, Bâyezid'in teşebbüslerine karşı mahfuz
tutmak için ve belki de Şehzâde'yi ellerinden kurtulmaktan ve —
sonraları şüphelerine mahal verdiği veçhile— firar etmekten men'
için husûsî surette bir kule yaptırmışlardı.» (1, 7).
(NOT: 20) Sa'dü'd-dîn'de dahî bu on bin dukadan bahsolunur (varak: 150), lâkin
Rodos Şövalyeleri onbin dukayı Cem'i kurtarmak için aldıklarını
gösterecek surette ifâde eder. Sa'dü'd-dîn, elçi Hasan Beğ'in
Şehzâde'nin mâbeyncisi Sinan Beğ ve mîrâhuru Ayas Beğ ile
müzâkere yapmak suretiyle tertiplediği firar suretinin, hıyanetle
nasıl meydana çıkıp önlendiğini tafsîlâtiyle yazar; lâkin Osmanlı
müverrihinin Azîz Yahya Tarîkati ile Papa arasında kararlaştırılan
şartlan —Verto'nun bildiği gibi— bilememesi tabiîdir (M.î. 11).
(NOT: 21) «Mezâr-i Mukaddes» ve «Azız Lazar» tarîkatlerinin «Azîz Yahya»
tarîkatleriyle birleştirilmesi, bu tarîkatlere âit dâirelerin Papa
mütemetti'âtı defterine yazılmaması, Roma'da münhal olacaklar dahî
dâhil olmak üzere «komanderi» (Tarîkatin emlâki üzerinde bir nevi
memuriyet) tevcihâtına Papa’nın karışmaması gibi..
(NOT: 22) Verto'ya nazaran VI. Aleksandır Cem'i Sent-Anj kulesine gönderdi. Lâkin
Sa'dü'd-dîn, bizzat Şehzâde'nin rûz-nâme-i hayâtına nazaran, bu kulede
yirmi gün tevkif olunduktan sonra, ilk ikametgâhı olan Vatikan'a iade
olunduğunu yazar. (Sa'dü'd-dîn: «Papa-yi cedîd nasbmda şeraiti tamâm
olmca şehzadeyi yiğirmi gün mıkdâfı bir mahall-i mazbûtda hıfz
eylediler; sonra girü ve evvelki "mekânına iletdiler; birkaç yıl dahi
uslûb-i sabık üzere anda kaldı. Ve imtidâd-i habs tâb ü tüvânm aldı»
diyorsa da, bu ifâde Şehzâde'nin rûz-nâme-i hayâtına ma'tûf olduğunu
tasrîh etmez. c. 2, s. 35 Mütercim).
(NOT: 23) Son asrın ortalarına doğru Dalmaçyalı bir Fransisken papası bu
geçmişteki muameleye istinaden kardinal şapkası isteyerek" Pâdişah'dan
Papa nezdinde tavassut etmesini istirham eyledi; ancak Dîvân-i
Hümâyûn kalemini bir tavsiyenâme tahrîri zahmetinden kurtarmak için
istidasını terviç eden tevriyeli bir
280
HAMME
R
kâğıd verdi, hem Paya'ya hem Pâdişah'a hitâb olunuyordu. Meali
şudur: «Âb-i Akdes! N.N. ismindeki küçük kardaşı (Küçük rahibi)
kardinal yapacaksınız. Yapmadığınız takdirde Kudüs kardeşleri
(râhibleri) kazığa vurulacaktır.» (!)
(NOT: 24) Sa'dü'd-dîn «Montfurdin nâm hisara düşdi; halkı itaat itmek içün
kaahir olup katl-i âm itdi.» diyor. Paolo Civvio'ya nazaran Sismundi
dahî (c. 8, s. 169) «Bütün ahâlisi kati edildi.» diye yazıyor. Muhtelif
zaman ve mekânlarda yazan müverrihlerin müttefik bulundukları bu
kelâm vak'alarm hakikatine en iyi şâhiddir. («Halkı itaat itmeyicek
(yani, etmeyince) kah-ren alup» ibaresini Hammer, yukarıda
yazıldığı gibi, yanlış almıştır. Mütercim).
(NOT: 25) VI. Aleksandır sonraları birçok kardinalleri âhirete göndermek ve
nihayet kendisini zehirlemek için bu zehiri kullanmıştır. Paolo
Civvio'ya göre Sismundi, 1, 2, s. 47. Bernardi Ori-cellarii şerhi, s. 64.
Bembo, Venedik Târihi, 1, 2, Güviçardini, Napoli Târihi, 4.
(NOT: 26) Verto, Amsterdam matbuu olan eserinden ikinci cildin nihâyetinde
«İki Müverrih Hakkındaki Tedkîkat» makalesinde Dö-busson'un
hıyânetkârâne hareketinden bahsederken, Şehzade Cem'in târihini
yazmış olan Tarîkat'in kançılar muavini Kaorsen ile Piyer Dö
Burbon'un kâtibi Jallinyi'nin ifâdelerinin hakikate uygunluğundan
şübhe eder. Bu şübheler Osmanlı müverrihlerinin okunmasıyla
tamamen teeyyüd eder. Kaorsen zarîf ifadesiyle, Jallinyi kısa ve açık
beyâniyle defalarca ve-kayîi tahrif etmişlerdir. Meselâ, Jallinyi
Bâyezîd'i Cem'den küçük göstermekle hata eder. Bâyezîd 851
(1447) de, Cem ise 864 (1459) de doğmuşlardır. Hacı Kalfa’ınn
Takvîmü't-Tevâ-rîh'ine ve Sa'dü'd-dîn'e müracaat. Bâyezîd, velîahd-i
sânî (ikinci velîâhd) olan kardeşinden oniki yaş büyüktü. Jallinyi,
Cem'in kendisini tâkib etmekte olan Bâyezîd gemilerinden kurtulmak için Rodos'a kaçıp kurtulduğunu da beyân ederek, bu hususta
Kaorsen ile beraber bütün Osmanlı müverrihlerine muarız bulunmuş
olur. O müverrih Şehzade elçisinin kabul olunduğu resmî mülakatın
neticesi olan Senato karar-nâme-sini bize nakleder; diğerleri —az
çok tafsilât ile— Cem tarafından Üstâd-i Âzam'a gönderilen
nâmeden, bir yol ruhsatnamesi verileceğine dâir elçiye edilen
vaadden, nihayet elçinin Üstâd-i Âzam'ın hıyanetine karşı efendisini
ikaz etmek istediğinden bahs ederler. Sa'dü'd-dîn'in bir fıkrası: «Eğerçi
Rodos beği ahid-nâmesinde mü'ekked-i eymân ve muhkem-i pey-
OSMANLI TARİHİ
281
mân ile iânet ve imdâd itmeğe teahhüdin dere itmişidi.» Süleyman Beğ,
Üstâd-i Âzam'ın sözünde sadakatle duracağına dâir, kendisine i'timâd
edilemiyeceği hususunu beyân ediyordu ve Üstâd-i Cem'den iyi
tanımakta olan mühtedînin tamâmiyle hakkı vardı.
Sa'dü'd-dîn'in ifâdesinin bakiyyesi şudur:
«dere itmişidi; Frenk Süleyman vazı'larından nîreng müşahede itmeğin
anlara i'timâd itmeği tecviz itmeyüp «Anlarun et-vârından hayr âsânn feh
idemedüm. Ahd ü güftden murâdları hemân şehzade hazretlerini ele
getürmekdür; bu bâbda benden istişare buyurulsa bu teveccühi vecih
görmez idüm.» didi. Şehzade dahî tereddüt göstericek şâir rüfekası ol
kalbi kasi... ün peymân ve eymâmna (yeminlerine) firîfte olup «... onlar
ahdleri üzere musırr olurlar» diyü şehzâdenün azimeti dümenin Rodos
canibine tevcih itdiler.»
MÜTERCİMİN İLÂVELERİ
Hicrî ve Milâdî Senelerin Tatbiki
Hammer, ekseriya Milâdî sene ile beraber Hicrî seneleri de göstermiş ve
Hicrî târihlerden bâzıları tercümede ilâve olunduğu gibi, müverrihin bâzı
rakamları incelenerek baskı hatâsı olduğuna kanâat hâsıl olarak tashih edilmişse
de, Hicrî ve Milâdî târihlerin tatbiki için okuyuculara bir kolaylık olmak üzere,
601 hicrî senesinden ikinci cildin vak'alarının sonuncusunu teşkil eden 857
senesine kadar —devletlû Gâzî Ahmed Muhtar Paşa Hazretlerinin Islâhü'tTakvîra'inden iktibâsen— aşağıdaki kısa cedvel tanzim olunmuştur (*).
Hicrî
601
621
623/624
641
656/657
661
681
690/691
701
721
723/724
741
757/758
Milâdı
1204
1224
1226
1243
1258
1262
1282
1291
1301
1321
1323
1340
1356
Hicrî
761
781
790/791
801
821
824/825
857
Milâdî
1359
1379
1388
1398
1814
1421
1453
İki hicrî'ye mukabil bir milâdî yazılan hanelerde iki hicrî senenin başlangıcı
bir milâdî senede dâhil demek olur. Ancak bu misillü muhtasar cedvellerden
bulunacak milâdî senelerde —sene başlarından denkgelmeme-sinden dolayı— bir
sene yanlışlık olabilir. Üçüncü cildin vekâyii daha çok ve seneleri daha muayyen
olduğundan, bu cilt için her hicrî senenin baş(*) Milâdî tarz yeni takvimin kullanılış târihi olan 1583 senesine kadar olan târihler bittabi
eski tarz üzeredir.
284
HAMMER
langıcı milâdî senenin hangi ay ve gününe de tesadüf ettiği bilinmek üzere,
aşağıdaki cedvel tanzim edildi:
856
857
858
859
860
861
862
863
864
865
866
867
868
869
870
871
23
12
1
22
11
29
19
8
28
17
6
26
15
3
24
13
Kânunısânî
»
»
Kânunıevvel
»
Teşrinisani
»
Teşrinievvel
»
»
Eylül
»
»
Ağustos
»
1452
1453
1454
1454
1455
1456
1457
1458
1459
1460
1461
1462
1463
1464
1465
1466
872
873
874
875
876
877
878
879
880
881
882
883
884
885
886
887
2
22
11
30
20
8
29
18
8
26
15
4
25
13
2
20
Ağustos
Temmuz
Temmuz
Haziran
Haziran
»
Mayıs
»
Nisan
»
»
Mart
»
»
Şubat
1467
1468
1469
1470
1471
1472
1473
1474
1475
1476
1477
1478
1479
1480
1481
1482
Her hicrî senenin gurre-i muharremi, hizasındaki gün ve ay ve milâdî seneye
tesadüf etmektedir. Her hicrî senenin günlerinin hangi milâdî senenin kaçıncı
ayının kaçıncı gününe isabet ettiğini hesâb için en yeni ve en mükemmel cedvel
Islâhü't-Takvîm'dir. Bundan sonraki cildler için de —Ce-nâb-ı Hak murâd
etmişse— böyle cedveller yapılacaktır.
KOSOVA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ
Kosova muharebesine 791 Şa'bânının ondördüncü pazartesi günü hazırlanılıp
ertesi gün muharebe vuku bulduğunun Hudüvendigâr-i Şehîd nâmına muharebe
meydanından yazılan fermân-i hümâyûnda münderic olduğu, birinci cildin
Mütereim'in İlâveleri kısmında yazılmıştı. Mezkûr cildin neşrinden sonra
Arnavudluk'a seyyahât-i şâhâne (Pâdişâhın seyya-hati) münâsebetiyle Kosova
muharebesinden bahsolunduğu sırada, bâzı evrak-i havadis muharebenin vuku
târihi bakımından tereddüdâmîz mülâhazalarda bulunmasına ve ahiren Kosova,
Niğbolu, Ankara, Varna muharebelerinin plânlan bu târihin kar'ilerine tevzi'
edilmesine mebnî diğer muharebelerin târihleri tedkîk edileceği gibi Kosova
muharebesi tâ-, rihi hakkında dahî aşağıdaki tafsilâtın verilmesine ibtidâr olunur:
«Sene ehadî ve tes'în ve seba' mi'e (791) şa'bânmun on dördi vâki' olan düşenbe (pazartesi) günü Kos ova sahrasında... sufûf-i kattâl müheyya kılınup ol gice
subha kadar her kes uyanık bulınarak irtesi gün farîza-i subhdan sonra emr-i
ta'biye icra kılındığı» fermân-ı mezkûrde mu-
OSMANLI TARİHÎ
285
harrer ve ferman evâsıt-i şehr-i şa'bâni'l-mu'azzam 791 târîhiyile müver-rehdür.
Vak'a-i şehâdeti mutazammm Yıldırım Bâyezid'in fermanı dahî kezalik o târihi
hâvidir. (Feridun Beğ Münşeatı, İstanbul baskısı, c. 1, s. 112-114).
791 Muharrem'inin ibtidâsı perşembeye ve Şa'bân'ın başı pazartesine tesadüf
ettiğinden, 14'ü pazar olacaktı. Ancak tekmil sülüseyn ve rü'yet hesabının bir gün
te'hîri pek çok vâkı'dir. Şu halde takvim hesabıyla 16 Şa'bân 791 olacaktır. Çünkü
günün, yâni muharebeden bir gün evvelki günün düşenbe: pazartesi denilmesinde
yanlışlık olamaz. Mezkûr târihin milâdîyesi hesabına gelince: 791 Muharrem'inin başı
1388 Kânun-i evvel'-inin 31'inci gününde vâki' olduğundan, Şa'bân'ın 16'ıncı salı günü
1389 Ağustosunun 10'uncu gününe isabet eder ki, Ağustos'un başı pazar olduğundan
10'u salı'ya tesadüf edeceği cihetle, şu hesabın sıhhati bununla da anlaşılır.
Demek olur ki eski vesikalarımız mucibince Kosova muharebesinin vuku târihi
şudur:
15 (Takvim hesabı 16) Şa'bân 791 = 10 Ağustos 1389 salı günü.
Hammer, Sırblılar'ın rivayetlerine ve târihlerine göre 15 Haziran 1389 olduğunu
ve yalnız Sa'dü'd-dîn, Sultân I. Murad'ın vefatını 27 Ağustos gösterdiğini yazar
(Hammer tercümesi cild: 1). Bu hususda Sırplılar'a mı inanalım, bizim vesikalara mı?
Bizim vesikalar elbette daha tercihe şayan görünür. Husûsiyle ki ordudan Sultân
Murâd nâmına, fermanı yazan zât pek hüner sahibi bir münşidir ki, Pâdişah'ın
şehâdetini gayet üstâ-dâne imâ etmiştir, (bk. 1. cild). Şu suretçe Sırplılar’ın gösterdiği
târih, muharebeye azimet zamanı olabilir. (Hazîran'ın 15'i de Salı'ya tesadüf ediyordu;
herhalde harbin bir salı günü olmuş olması asla şüphe götürmez.) 27 Ağustos târihine
gelince: Hoca Sa'dü'd-dîn, Sultân Murâd «irtihâl it-dükde» 792 Ramazan'ın dördüncü
günü Yıldırım’ın cülus ettiğini ve muhariplere ihsanlar ederek Edirne'ye azîmet ile
«bir yevm-i mes'ûdda Edirne tahtına yümn ü se'ûd ile su'ûd» eylediğini yazıyor.
Hammer'in 27 Ağustos dediği, bu târih olacaktır. Hâlbuki Hoca’nın 792 («isneyn ve
tes'în ve seba' mi'e») demesi mutlaka yanlıştır. Muharebeyi Kâtib Çelebî dahî 791'-de
zabt eylediği gibi, bütün rivayetler ve vak'alar 791 hesabına göredir. Bu yanlışlıktan
sarf-ı nazar ile 791 Ramazan'ının 4'ü alınırsa, bizim he-sâbımızca Ağustos'un 28'ine
gelir. Fakat Hoca'nın gösterdiği târih esasen Sultân Murad'ın şehâdeti târihi değildir,
Edirne tahtına cülus târihi olması muhtemeldir. Şu ihtimâl, vesikalarla Hoca
arasındaki ihtilâfı ortadan kaldırır.
NİĞBOLU MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ
Yıldırım Bâyezid'in Niğbolu muharebesinde muzafferiyetine dâir Osmanlı
memleketlerine yazılmış bulunan evâsıt-ı safer 798 tarihli fetih-
065^
286 HAMMER
1916
nâmesinde (Feridun, c. 1, s. 120-122) «Sene semân ve tes'în ve seba' mi'e
saferinün on biri olan cum'a güninde tarafeynden sufûf» bağlandığı beyân ve
vuku bulan muharebenin tafsilâtı etyân olunmuştur. Lâkin takvim hesabiyle
cumaya tesadüf eden, Safer'in onbiri değil, onikisidir. İşbu bir gün fark —
yukarıda yazıldığı üzere— takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rü'yet ihtilâfından
doğmuş olabilir. Binâenaleyh muharebenin takvim hesabiyle vukuu târihi 12
Safer 798 cuma günü olmak lâzım gelir.
Bu târihin milâdîyesi 1395 senesi Teşrîn-i sânîsinin 26'sıdır. Teşrîn-i sânî
başı Pazartesi günü olduğundan 26'sı cumaya tesadüf eder ve hesabın sıhhati
te'yîd edilmiş olur.
Hammer ise (Tercüme, c. 1), bu muharebe için bir Avrupa vekayi-nâmesinde
25 Eylül, Bonfinius'da 29, Fransızlar tarafından 28 gösterildiğini beyân etmiştir.
Plan da 28 târihini ihtiyar ediyordu. Engel'in muharebe gününü Salı göstermesine
(c. l'e bk.) ve salı'nın 28'e tesadüf etmiş bulunmasına nazaran, ihtiyarın ve
tercihin sebebi bu olması lâzım gelir.
Fetih-nâmede gösterilen Arabî târihin milâdîsiyle, Hammer'in gösterdiği
târihleri uydurmak kaabil değildir. Bu hâlde, yine hangisini mu'te-ber tutmak
lâzım geleceği mes'elesi karşımıza çıkar. Madem ki fetih-nâ-me'nin târihi evâsıt-i
safer 798 olmakla beraber, yukarıda yazıldığı gibi vuku bulduğu gün 11 Safer
olmak üzere, içinde dere edilmiştir. Ve böyle bir galebe-i azîmenin derhâl ilânı da
emr-i tabiî olarak aylarca te'hî-rine imkân yoktur, bu vesikanın mu'teber olması
tabiîdir. Bir de eğer 24, 28, 29 Eylül târihlerinden biri alınsa muharebe 797 Zi'lhicce'sinde ve bayram günlerinde olmak lâzım gelirdi. Fetih-nâme'nin
mukaddimesinde «geçen sene» Kostantiniyye üzerine varıldığı yazılı olarak,
muharebenin 798'de vukâu bu ifâde ile de te'yîd edilmiştir. Bununla beraber eğer
muharebe bayramda olsaydı, fetih-nâme'de mutlaka buna dâir bir işaret olurdu.
Yazılan bu tafsilâttan sonra Niğbolu muharebesinin —Hammer'in Avrupa
müverrihlerinden aldığı rivayetler gibi— 24; 28, 29 Eylül târihlerinden hiç
birinde değil, 11 (takvim hesabına göre 12) Safer 798, 26 Teşrîn-i sânî 1395,
Cuma olduğunu ifâde edebiliriz.
ANKARA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ
Ankara Muharebesinin vukuu târihini en ziyâde tâyîn eden Arab-şâh'-dır ki,
onun ne dediğini 2. cildde yazmıştık.
Tabiîdir ki, aldanılması en az muhtemel olan «erba'a» yâni «çarşamba»
tasrîhidir. Hâlbuki 804 Zi'l-hicce'si takvim hesabiyle pazar'dan başlar. Bu ayın
çarşambaları 4, 11, 18, 25 târihlerine isabet eder; evvelce yazıldığı üzere tekmîl-i
sülüseyn ve re'yet ile takvim arasında bir gün ih-
OSMANLI TARİHİ
287
tilâf olabilir ve bittabi tekmil ve rü'yet hesabı te'hir eder. Şu hâlde tekmil ve rü'yet
hesabiyle 17 târihi çarşambaya düşer; Arabşâh'ın türkçe muhtasar tercümesinde 17
Zi'l-hicce denildiğini de, ikinci cildde göstermiştik. Vâkıâ bizdeki nüshaya ve
müverrihin nakline itimâden tercümede yanlışlık olacağı beyân edilmiş ise de,
tercümeye esas ittihaz edilen nüsha matbûundan daha doğru olmak muhtemeldir. Bu
târih, yâni tekmil ve rü'yet hesâbınca 17, Takvim hesâbınca 18 Zi'l-hicce 1402
Temmuzunun 19'una isabet eder, 19 Temmuz çarşamba olacağı hesap yoluyla
görülmüş olduğundan (Çünkü 1402 Kânun-i sânî'sinin başı pazar ve Temmuz'un başı
cumartesi'dir), bu da hesabın sıhhatini te'yîd eder. Arabşâh'ın «sâ-min aşerî»
kelimelerinden «yâ» (î) tertîb hatası olacağı gibi, Arab müverrihinin milâdî takvimde
bir gün aldandığı farz olunursa 19 Temmuz târihi çıkar. Yazılmış olan tafsilâta göre
mütercimin en muhtemel gördüğü târih:
17 (takvim hesabiyle 18) Zi'l-hicce 804, 19 Temmuz 1402 Çarşamba'dır.
VARNA MUHAREBESİNİN VUKUU TÂRİHİ
Sa'dü'd-dîn'in muharebe gününü 848 Receb'inin 9'uncu salı günü gösterdiğini
yazmıştık (Tercüme'nin 2. cildine bk.) Hoca'nın ibaresi aynen şudur: «Bu gazâ-yi
sürûr-efzâ sene semâne ve erba'în ve semâne mi'e recebimin tokuzmda yevm-i
selâsede vuku bulup...»
Hammer Sen Marten Yortusundan bir gün evvel tarafların askerlerinin harb safı
üzere dizildiğini beyân ve muharebe için 10 Teşrîn'i sânî 1444 târihini göstermiştir.
848 Receb'i çarşamba ile başladığından 9'u perşembeye isabet eder, binâenaleyh
«salı», ne takvim hesabına, ne tekmil ve rü'yet hesabına uyar. Bundan vazgeçerek,
Receb'in 9'u 1444 Teşrîn-i evvelinin 22'sine gelir ve Hammer'in târihine tevâfuk
etmez. Lâkin Hıristiyanlar, Sen-Marten Yortusu'nda aldanamazlardı. Sen Marten
İmparator Konstans'ın alaylarından birinde bir askerdir ki, azizler sırasına dâhil
edilmiş ve yortusu 10 Teşrîn-i Sânî'ye tesadüf ettirilmiştir. Ehl-i Sa-lîb, muharebenin
bu askerden olan azîz'in gününe tesadüf etmesiyle pek memnun olmuş olacaktı. 10
Teşrîn-i Sânî târihini alırsak «Recebin dokuzu», «Recebin yirmidokuzu» olacağı
hatıra gelir; lâkin 29 Receb 848 çarşamba gününe düşer; muharebe salı günü
olacaktır. Çünkü Hoca «salı» dediği gibi, Hammer'in gösterdiği 10 Teşrîn-i Sânî 1445
gününün salı olduğu hesab yoluyla anlaşılır. Şu halde Hoca'nın salı kelimesini ve
Hammer'in rivayetini esas kabul edersek şu târih çıkar:
28 Receb 848, 10 Teşrîn-i Sânî 1444, Salı.
Sultân Mehmed'in Varna muzafferiyetine dâir Şâhruh Mîrzâ'ya mektubu
(Feridun, İstanbul matbuu, c. 1, s. 214-215) 848 Ramazan'ının evâ-
288
HAMME
R
hırı târihiyle müverrehdir, muharebe gününü göstermez; fakat mektubun târihi,
muharebe zamanına tekarrüb ederse, ihtimâle de o kadar tekarrüb eder.
İSTANBUL'UN FETHİ TARİHİ
Fâtih tarafından Hoca Kerimî inşâsiyle îran Şâhı Cihân-şâh Mîrzâ'-ya
gönderilen farsça fetih-nâmede (Feridun, İstanbul basımı, c. 1, s. 238-241) 857
baharının başlarına tesadüf eden 12 Rebî'ü'l-evvel cuma günü Edirne'den hareket
olunduğu, Rebîü'l-evvel'in 26'ıncı cuma günü Kostan-tiniyye'nin muhasara altına
alındığı, ellidört gün gece gündüz muharebeden sonra cümâdi'l-ulâ’nın 20'inci
salı günü şehrin fethedildiği münde-riçtir.
Bu hesabın sıhhatinde hiç şüphe yoktur, çünkü:
Evvelâ 857 Muharreminin birinci günü cuma ve Rebî'ü'l-evvelinin birinci
günü pazartesi'ye tesadüf ettiğinden, Rebrü'l-evvel'in 12'si cuma'-dır.
İkinci olarak, Rebî'ü'l-evvel'in 26'sı da tabiatiyle cuma'dır (Edirne'den
ordunun bâ-husûs gayet cesîm toplarla İstanbul'a gelebilmesi ve mevkiini tutması
için iki hafta geçmesi tabiîdir).
Üçüncü olarak, cümâdi'l-ulâ'nın ilk günü perşembe olduğundan 20'si salı'ya
tesadüf eder.
Dördüncüsü, 26 Rebî'ü'l-evvel cuma ile 20 Cümâdi'l-ulâ salı arasında
başlangıç ve bitiş dâhîl olmak üzere tam ellidört gün vardır. «Elli dört gün
muharebeden sonra» demek de başlangıç ve bitişin dâhil olduğunu gösterir; zîrâ
muharebenin başladığı ve şehrin alındığı günlerde dahî elbette muharebe
edilmişti. Bu târihlerin milâdî hesabına gelince:
20 cümâde'l-ulâ 857, 29 Mayıs 1453 târihine tesadüf eder. 1453 sene-i
basîtesi pazartesi ile başladığından, Mayıs'ın başı ve 29'u da salıdır.
26 Rebî'ü'l-evvel 857, 6 Nisan 1453 cuma'ya düşer.
12 Rebî'ü'l-evvel 857, 23 Mart 1453 cuma'ya tesadüf eder. Hoca Ke-rîmî'nin
«evvel-bahar» demesi nevruz değil, baharın evveli, yâni başları demek olacağı
anlaşılır.
Fethin dördüncü cuma günü —ki Ayasofya'da Fâtih Sultân Mehmed nâmına
ilk hutbenin okunduğu gündür— bittabi Dukas'ın dediği gibi 31 Mayıs'a değil,
Franzes'in dediği gibi 1 Hazîran'a tesadüf eder. Vesîka ve hesaba müstenid
tetkiklerden sonra, birbirini tutmayan sözlerin ve bunlara nazaran Hammer'in
mütalâa ve tenkitlerinin (Elinizdeki cild, Müverrihin Notlar ve Açıklamaları
Onüçüncü Kitap, Not: l'e ve ayrıca 2. cildin Notlarına bkz.) hükmü kalmaz.
Müverrih-i müdekkık Kâtîb Çelebî'de «857 Feth-i Kostantmiyye, der muntasıf
rebî'ü'l-evvel, bâ pencâh ve yek rûz-i muhasara» denilmesi hakkında şu kadar
söylemek kâfidir ki, muntasıf-
OSMANLİ TARİHİ
289
rebz'ül-evvel ordunun Edirne'den hareketidir. Takvîmü't-Tevârîh'i îbrâhim
Müteferrika tab' ederken cedvelleri bırakdığı gibi «havâmiş ve havâşîde olan»
menhüvâtı gerçi kitaba almışsa da, anlaşılan bunlardan bâzılarını da düşürmüş
veya yanlış almıştır. Takvîmü't-Tevârîh'in müteaddid nüshaları mukabele
edilerek yeniden basılması arzu olunursa da, nefs-i kitâb ve bu arzu varak-ı mihri vefâ kabîlindendir.
Molla Gürânî inşâsiyle «Azîz-i Mısr»a irsal olunan fetih-nâmede dahî Hoca
Kerîmî'nin inşâsiyle tamamen muvafıktır. Şerîf-i Mekke'ye ola fetihnamede dahî târih
10 cümâde'l-ulâ' gösterilmiştir.
Onüçüncü Kitap
(M.î. 1) İstanbul'un fethinden birkaç gün sonra vezîr-i âzam İbrahim Paşa-zâde Halîl
Paşa tevâbiiyle habs olunup kırkgün sonra kati olunarak, kendisine bağlı
olanlar salıverildi. (Nuhbe'den telhis, s. 28). Mütercimin fikrine göre, Halîl
Paşa’nın kabahati Sultân Murad'ın tekrar cülusu sırasında Fâtih hakkında
muğfilâne muamele etmesidir. İhtimâl ki Paşa’nın bu hususta mesaîsi
Sultân Mehmed'in pek genç olmasından dolayı, II. Murad'ın tekrar tahta
çıkması hususunda düşündüğü faydaya dayanmaktadır; lâkin yeni pâdişâh
artık kendisine emniyet edemiyor ve geçmişteki muameleyi unutamıyordu.
Yoksa Bizanslılar'ın Paşa'ya balıklar içinde altın göndermesi efsâne
kabilinden göründüğü gibi, No-taras’ın ihbarları da mevsuk addolunamaz.
Osmanlı Devletinin en büyük rütbesini taşıyan Halîl Paşa’nın, canı
dudağında olan Bizans hükümetine hâmî olmasına nasıl inanılabilir?
Paşa’nın kendisi itham ediliyorsa, etrafı neden habs olundu? Fakat Fâtih
yine nisbeten âdildir ki, bunları salıvermiştir. İdamının kırk gün sonraya
bırakılması, Edirne'de halkın efkârının anlaşılması mütâlâasından neş'et
etse gerektir.
(M.î. 2) îstroviç yahut îstroviça Sa'dü'd-dîn'de —Neşrî gibi— Sivrice Hisar'dır (c. 2,
s. 449). Hammer'in 34 no. lu dipnotunda Onul dediği kale Sa'dü'd-dîn'de (s.
449) Amûle Hisarı'dır.
(M.î. 3) Çırpıcı, çuka vesâireyi basan san'at erbabı! «Çırpıcı Çayırı»nın ne demek
olduğu bu mânâdan anlaşılır. «Savetiers» lügatine istinaden «kundura
eskicileri» diye tercüme olunmuş ise de, ale'l-ıtlak ayakkabı îmâl edenler
olmak lâzım gelir.
(M.î. 4) Novoperdabi Sa'dü'd-dîn'de «Novaberda» imlâsıyle zabtedilmiş-tir, ve
eskiden II. Murad tarafından ele geçirildiğinde «Feth-i
Hammer Tarihi, C: II. E: 19
290
HAMME
R
Şedâd-ger-i hısn-i Novaberdera» unvân-i manzûmiyle vezne getirilmiştir.
(M.Î. 5) Truva (Troie) Küçük Asya'nın kuzeybatısında bulunan ve şimdi Biga
sancağından (Çanakkale ili mülhakatından) ibaret olan Truva kıt'asınm
merkezi ve Truva devletinin başkenti. Sonraları, Beşyeke köyünün on
km. doğusunda ve Kal'a-i Sultânîye'-nin 40 km. güneybatısında
Hisarcık karyesinde (Eski İstanbul) Almanyalı Dr. Şeliman tarafından
keşf olunmuştur. Kaamusü'l-Â'lâm, Ş. Sâmî.
(M.î. 6) Ferecik kadısı dergâh-i pâdişâhîye gelerek «İpsala ve Fere halkı
Aynozlılardan bîzâr kaldılar; üserâ onlara iltica ediyor; bedelini
almadıkça geri virmiyorlar; Pâdişâhın hâssı olan tuzlaya da taarruz
ediyorlar» yolunda şikâyet etti. «Çâresine bakaruz» cevabiyle îâde
edildi. Müteakiben hâss Yûnus'u çağırup kendisi de berren Aynoz
fethine gideceğini beyân ile Yûnus'un on parçaya (kadırga) azab
doldurarak —mahall-i teveccühini kimseye haber virmeksizin— o
tarafa gitmesini emr eyledi. «Yûnus Beğ hût-girdâr-i keştîye yûnus-var
girüp Aynoza gitdi. Müteakiben Padişahın sancakları Aynozda görindi.
Aynoz beği kal'ayı teslime mecbur oldı; Yûnus Beğ emr-i pâdişâhî ile
giderek Taşoz'ı da aldı. Ba'zı târihlerün rivayetine göre Aynoz beği
Semâdirek'e kaçdı; Aynoz'un teshirinden sonra Edirne'ye avdet-i
hümâyûnda bir sâhibetü'l-cemâl kızını hedâyâ ile takdim ederek
kendisine Zihne tîmarı virilmiş ise de yolda muhafızlarını iğfal ve îdâm
ile «Frenk canibine» kaçdı. (Sa'dü'd-dîn'den telhis, c. 1, s. 451. Sa'dü'ddîn bu vekayî'nin târihini tâyin etmiyorsa da, ilk Sırbistan seferinin
hitâmından ve Mahmûd Paşa'nın vezîr-i âzam-lık makamına tâyininden
hemen sonra yazar. Hammer ise No-voberda, Midilli seferlerinden
sonra gösterir.
(M.İ. 7) Belgrad'da son muharebe günü için Hammer'in ihtiyar ettiği 22 Temmuz
1456 tarihi 18 Şa'bân 8600 hicrîtârihine tesadüf eder. Sâ'dü'd-dîn ve
diğerleri ayn ve yıl tâyin etmiyorlarsa da, seferin sittin ve semâne mi'e
(860) baharında başladığı Sa'dü'd-dîn'de dahî zikredilmiştir. Sa'dü'ddîn'in rivayetine göre Karaca Paşa Tuna'nın öte yakasına geçip de
Belgrad ile Kral arasına hâil olmak üzere ruhsat istemişse de, paşanın
bu mâhirâne tedbîri muhaliflerin itirazlarıyle reddedilerek doğrudan
doğruya Belgrad üzerine hücum olunmuştur. Bu kötü hareketin neticesi
ise Ka-raca'yı zâyî' etti. Son muharebe günü Fâtih, üzerine hücum eden
«Ehrimen-peyker» düşmanın başına o kadar şiddetle kılıç vurmuştur
ki, Sa'dü'd-dîn'in manzum tâbirine göre «Nây-i halkumine
OSMANLI TARİHİ
291
dek oldı iki pâre seri!» (Nây-i halkum: Boğaz, gırtlak). Sa'dü'd-dön,
Belgram muvaffakıyetsizliğini (İstanbul matbuu, c. 1., s. 454-460) tefsîl
eder.
(M.İ. 8) «Mücevvid ve hafızlar tertîl-i Kur'ân itdiler ve na't-i şerîf oku-dılar.
Kıraat olınan âyât-i kerîmeye ve ulûm-i akliyyeye müteallik mebâhis
cereyan itdi. Halviyâtdan her mollanun hissesi önine konılarak sonra
hanelerine götürüldü.» Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1., s. 462. Fâtih,
Belgrad muvaffakıyetsizliğinin ehemmiyeti olmadığını göstermek için
tam bir ay süren bu düğüne i'ti-nâ ediyordu. Düğünde dahî ulemânın
sohbetleriyle vakit geçirmesi Pâdişah’ın ilme ne kadar muhabbeti
olduğunu gösterir.
(M.İ. 9) İkinci gün meşâyîh davet olunarak zikr ve tevhîd olındı. «ke-limât-i zevkıyye
ve musâhabât-i şevkıyyelerinden» pâdişâh mün-şirah oldı. (Sa'dü'd-dîn,
kezâlik).
(M.İ. 10) Üçüncü gün mülûk ve ümerâya ve sipâha ziyafet virilerek si-lâhşörler
hünerler arz itdiler. At koşusı icra olınarak öndüller virildi; kemân-keşler
na'ller ve pulad levhalar deldiler; tîz-en-dâzlar at koşar iken yüksek sırıklara
dikilmiş altunlı maşraba-lara nişan alarak bunlar mükâfâten uranlara virildi.
Dördünci gün fukara, erâmil, eytâm, umûm halk ıt'âm olındı. Düğün bir ay
sürdi. Sonra iki şehzade mansıblarına gitdiler. Sa'dü'd-dîn'den telhîs, s. 462463. Sûr-i Hitân-i Bâyezîd, der Edirne, 861, Takvî-mü't-Tevârîh.
Kâtib Çelebî 862'de «Zuhûr-i Yeni Dünyâ bi-mübâşeret-i Kolon (Kolomb)i Efrencî ez taraf-i İspaniye» diye kay d eder.
(M.İ. 11) Metnin burasındaki «emlâk vergisi» «arazî vergisi» olacaktır.
Çift başına iblâğ olunduğu mikdâr, Sa'dü'd-dîn'e nazaran 23 değil, 33'dür:»
Resm-i çift yiğirmi iki iken 33 kılındı.»
(M.İ. 12) Cem'in doğum târihi 27 Safer 864, cumaertesi gecesi.
(M.İ. 13) Yunan'ın istiklâli, o vakit Avrupa'nın durumu yanlış takdir etmesi
neticesidir. Lord Aberdinin 1854 târihinde parlamentoda verdiği nutukta
hakikat i'tirâf olunmuştur. (Cevdet Târihi, c. 12, s. 285). İstiklâlin
kazanılmasında Navarin dahî unutulmamalıdır. Maamafih bunlar mâzîye
âid ve Osmanlılarca ahvâl-i haziranın kabulü tabiî olarak, istikbâle âid
menfaatler ise Osmanlı devleti ile Yunan devletinin musâfât-i kâmilesinde
ve hattâ ittifakm-dadır.
Ondördüncü Kitap
(M.î. 1)' «îşbu Koyunlu Hisar, Kara Hisar-i Şarkî sancağında olup el-hâleti-hâzihi
Koyla Hisar (Kavile Hisar?) denilen mahal olarak
292
HAMME
R
o zamanlar livâ-i mezkûrun merkezi imiş.» Haber-i Sahih, Fâtih Devri, s. 78,
haşiye. (M.İ. 2) Uzun Hasan «Validesi Sâra Hâtunı Çemişkezek hâkimi Kürd
Şeyh Hasan ile mu'teber beğleriyle» gönderdi. Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 479. (Hammer
Şeyh Hüseyin yazmıştı). Pâdişâhın Sara'ya «ana» dediği Sa'dü'd-dîn'in «mâder
diyü hitâb buyurmağıla» sözünden dahî anlaşılır, s. 480. Haber-i Sahih «Şâh-ana»
diyor, s. 182. Pâdişâhın Kürd beğine «baba» demesini türkçe me'hazlanmız-da
göremedik. Sara, pâdişâh anası idi; Çemişkezek beği onun kadar hürmet
bulamazdı. Sa'dü'd-dîn'in ifâdesine göre Sara Hâtûn ağlayarak pâdişâhı açındırıp
sulhe imâle etmiştir; diğer taraftan Uzun Hasan «Mahmûd Paşa'ya dahî «nihânî
darâat-nâme gönderüp istid'â-yi şefaat itmişidi.» Sa'dü'd-dîn, s. 479.
(M.İ. 3) Fâtih ile Sara Hâtûnun konuşmaları:
«— Şâh oğlum, Trabzon kal'ası bu kadar zahmete, kendimizi
yormağa değer mi? Husûsiyle buralarda kaht var; askere zahire,
hayvanata ulaf bulunamıyor...»
«— şâh ana, elümüzdeki seyf-i İslâm ile dâima cihâda me'-mûruz.
Zahmetsiz muzafferiyet olmaz; bu kadarcık yorgunluk bizi
vazîfemüzden girü bırakmaz.» Haber-i Sahîhden telhis, 182-183.
Sara Hâtun'un —alâka-i musâharet-i takarrübî ile (yâni Trabzon
imparatorlarının Uzun Hasan ailesine kız vermelerinden dolayı)—
kelâmı garaz-âlûd idi. Sa'dü'd-dîn 481. Hoca, Erzincan ile Trabzon
arasında vâki' olup, pâdişâhın büyük zahmetle geçtiği dağı «Bulgar
Dağı» diye isimlendiriyor ve «ne hutût-ı şiâ'iye-i rîsmânî ile rif'ati
mikdârın ölçmek müyesser, ve ne rub'-i dâire ve usturlab ile almak
mutasavverdür» diye tasvir ederek (buraya sâdece mealini aldığımız)
şu beyitleri ilâve eder: «Akıl almayacak kadar dolambaçlı yollar!
Alemin hâkimi ve kuş diline dahî vâkıf olan Süleyman Peygamber bile
oradan geçmek için tercümana muhtâc olurdu. (Sara'ya telmîh'te
bulunuyor). Kuv-ve-i vahime düşerek kalkarak kaçar; bu dağa gidersen
kendini zayi etmiş olursun. Akıl ondan korkar ve titrer; bu dağdan haber vermek istersen aklını verirsin!»
Anlaşılan, Zigana Dağı olacaktır. Altıyüz metre yüksekliğine
kadar çam ormanları bulunur ki, gittikçe harâb olmasa ağlanacak
ahvâldendir. 600 m.'nin geçildiği, çam ağaçlarının düz bir hat üzerinde
tükenmiş olmasından anlaşılır. Zigana'nın yol üzerindeki en yüksek
tepeleri 1200 m.'yi geçer. Şose varsa da ha-rabca ve meyli ziyâdedir.
Kışın geçilemediği zamanlar olur. Mü-
OSMANLI TARİHİ
293
tercim (M. Ata Bey) hayli zahmetle teşrîn-i sâni-i efrencînin 23'ünde geçmiştir.
(1330 Hicrî'de). (M.î. 4) Trabzon İmparatoru ordu-yi hümâyûnda Sara
Hâtun'dan müsâ-heret hasebiyle şefaat isteyerek, o da ricada bulunacak olmuşsa
da, Fâtih sükût ile geçiştirdi. Sinop'taki donanma Trabzon önüne gelince
İmparator' da tahammüle takat kalmadı. Sa'dü'd-dîn, c. 1, s. 481.
(M.î. 5) Kapitülasyonların ilki bu olacaktır.
(M.î. 6) îşbu «Onbinler» Şehzade Keyhusrev'in Kleark (Clearch) nâmında bir
Ispartalı ma'rifetiyle Yunanistan'da serseri takımından yazdırdığı
muavin kuvvetlerdir ki, İran üzerine sevk olundukları hâlde Ksenofon
kumandasında ric'ate mecbur olmuşlardı.
(M.î. 7) Kostantiniyye eski büyük sarayı, şehrin birinci tepesi üzerinde kâin idi.
îşbu birinci tepe Atmeydanı, Sultân Ahmed, Ayasofya câmileriyle
Topkapı sarayını içine alan mahaldir. Eski Saray'ın muhiti 300.000 m2
idi. Lâtince ve Fransızca «Triclinium» denilen meşhur dâiresinde
İmparator, devlet büyüklerini kabul eder ve împaratoriçeler burada tâc
giyerlerdi. İmparator'un sekiz köşeli (Octagone) salonu ile «Kiton»un
«Triclinium» ile bağlantısı vardı. Ondokuz yataklı Triclinium denilen
salonda dahî İmparator ve ondokuz davetlisi —Romalılar'da olduğu
gibi— yataklarına uzanmış oldukları hâlde yemek yerlerdi. Saray
«Oaton, Sigma, Monothyron, Pentacubilicum» nâmlarmdaki binalarla
daha birçok eserleri içine alırdı. İşbu büyük saray, milâdî XII. asırdan
ve belki daha önceden beri harâb olmuş ve Osmanlılar ondan eser
bulmamışlardır. Bizans İmparatorları eski Büyük Saray'ın tezyinat ve
enkazının ekserisini Bukaleon (Boucouleon) ve Bla-kern (Blaquernes)
saraylarında kullanmışlardır. Tafsilât almak isteyenlere —bu zeyle
me'haz olan— Anjelo Zanetti (Angelo Za-notti)'nin Autour des mures
de Constantinople (İstanbul Surları Etrafında), Paris, 1911, adlı eseri
tavsiye olunur. Buna dâir Avrupa lisanlarındaki eski eserlerden ve
bilhassa Dr. Mordtmann’ın kitabından dahî mezkûr eserde istifâde
edilmiştir. Zanotti'nin eseri adı geçen müelliflerin eserlerinde ve
mahallerinde tedkî-kat için rehber ittihaz olunabilir.
(M.î. 8) Burada bahis mevzuu olan Yeni Saray, Topkapı Saray-i Hümâ-yûnu'dur.
Fâtih, Kostantiniyye'yi fethinde, şimdiki Harbiye Ne-zâreti'nin (bugün
İstanbul Üniversitesi Merkez Binası) bulunduğu mahalde bir saray binâ
ettirmişti. Bunun «Eski Saray» nâmı zamanımıza kadar gelmiştir. İstanbul
kalesinin «Topkapu» isminde olan iki kapısından biri Sarayburnu sahilinde
ve diğeri kara
294
HAMME
R
tarafında idi. Osmanlıların ilk dâhil oldukları «Topkapı» kara
tarafındakidir ki, hâlâ o isimle mevcuttur. Fâtih'in deniz tarafındaki
kapının civarında sonraları inşâ ettirdiği Topkapı Sarayı, ötekinin «Eski
Saray», «Sarây-i Atîk-i Amire» isimlerine mukabil, «Yeni Saray»,
«Sarây-i Cedîd-i Âmire» ismini almıştır. Bugün Hırka-i Saadet Dâiresi,
Darbhâne, Müzehâne, birçok binalar bunun muhiti dâiresindedir.
Ayasofya tarafındaki Bâb-i Hü-mâyûn'un, —ki alaylarda ve teşrifat
merasimlerinde girilip çıkılan saltanat kapısıdır— üstünde bir dâire
içinde hatt-ı müsennâ ile —yâni Mısır Çarşısı'nda görülen çifte vav
gibi— aşağıdaki «Besmele» ve âyât-i kerîme yazılıdır:
«Bismi'llahi'r-rahmâni'r-rahîm. İnne'l-müttakîyne fî - cennâ-tin ve
uyun. Üdhulûhâ bi-selâmin âminîn. Ve ne-za'nâ mâ fî sü-dûrihim min
gıllin ihvânen alâ sürürin mütekaabilîn. Lâ yemes-sühüm fîhâ nasabün
ve mâhüm minhâ bi-muhrecîn.» (Sûretü'l-Hicr.)
Bundan sonra dört satır görülüyor. Altında yine bir dâire içinde
Sultân Mahmûd Hân-i Sânî'nin bir tuğrası ve tuğranın yukarıdaki
keşideleri hizasında «Adlî 230» ve altında «Ketebe-hu Rakım»
yazılıdır.
(Saray hakkında tafsilât için TOEM'nda Abdurrahman Şeref
Beğ'in makalelerine ve son zamanlarda çıkan neşriyata bakılmalıdır.)
Onbeşinci Kitap
(M.î. 1) Notlar ve Açıklamalar, Onsekizinci Kitap, Not: 24'de de yazıldığı gibi,
Hammer'in Fâtih şehzade iken yazdığım söylediği bâzı muharrerât ilk
saltanatı zamanındadır. Şehzade Sultân Mustafâ'ya yazılan berât, unvan
ve üslûbuna nazaran Dîvân-i Hümâyûn kaleminden yazılmış olacak ise
de, Fâtih'in emir ve ta'-rifiyle tastîr olunduğunda şüphe olamayacağı
gibi, bâzı ibareleri Sultân II Mehmed'in lisanından sâdır olduğu veçhile,
belki pâdişâhın kalemiyle yazılmış olabilir. (Fermanda dercedilen (nûr-i
hadîka veya) «Nevr-hadîka» terkibindeki «nevr» (nûr) kelimesinin ağaç
ve nebat çiçeği mânâsına olacağı —işbu tercümeyi nazar-i
mütalâalarından imrâr buyurmaları bâis-i şeref olan— bir zât-i âlînin
ihtarı üzerine, Terceme-i Kaamus'a müracaatla tahkik olunduğu,
Onbeşinci Kitab'ın 16 numaralı dipnotunun bir fıkrasının tashîhen
beyân olunur.)
(M.İ. 2) «Rebî'ü'l-evvel'irı ondördi vâki' olan şenbe güni» aslından aynen
alınmıştı. Hammer, bunun sah olmak iktizâ edeceğini beyân edi-
OSMANLI TARİHÎ
295
yorsa da, Islâhü't-Takvîm'e nazaran 887 senesi —Hammer'in pazar
demesine muhalif olarak— pazartesi ile başladığı ve Rebî'ü'l-evvel'in ilk
günü perşenbeye tesadüf edeceği cihetle, Rebî'ü'l-evvel'in 14'ü çarşamba
olur (takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rü'-yet ihtilâfı olmadığı halde). Şu
hâlde «şenbe» kelimesinden «cihar» sukut etmiş olacaktır. 14 Rebî'ü'l-evvel
887: 19 Ağustos 1472 çarşamba.
(M.İ. 3) Uzun Hasan’ın bu mektubu —ki Hammer Fâtih'e değil, Karaman oğlu
Mehmed Beğ'e yazıldığını beyân eder— Akkoyunlu Hükümdarının
satvetinin derecesini göstermiştir. Mektubun son fıkraları,
Karamanoğlu'na yazıldığını isbat eder. Unvanında «Ni-zâmü'd-devle
Sultân Mehmed» denilmesinden maksad Karaman-oğlu olacaktır.
(M.İ. 4) Onbeşinci Kitap, 51 no. lu dipnotta, ve Onsekizinci Kitap, Notlar ve
Açıklamalar, Not: 24'de Fâtih'in ilk saltanatında olduğu açıklanmıştı. 51 no.
İu dipnotta geçen «Cihânşâh'ın, hâl-i şebâbında...» ibaresinin doğrusu
«Cihânşâh'ın Fâtihin hâl-i şebâbında...» olacaktır.
(M.î. 5) Onsekizinci Kitap, Not: 24'deki 198 ve 199 numaralı mektuplar
Şahruh'un oğlu Baysungur tarafmdandır.
(M.î. 6) Fâtih'in Uzun Hasan'a mektubunun dahî «Şevvâl-i mübârekede...
Fettâh-i zü'l-mennan destûriyile leşker-i mansûrum birle kal'a-i
Karahisâr'un üzerine varırın» gibi ibareleri Pâdişâhın aynen sözleri
veyâhud yazısı olacağı şüphesizdir.
(M.î. 7)' Şehzade Cem'e Hüseyin Baykara'ya, Osmanlı memleketlerine Otlukbeli
muzafferiyeti tebşîr-nâmeleri Feridun'un İstanbul basımından 276-279
sahîfelerinde münderiçtir. Onsekizinci kitaba âit 24 no. lu Not'da
gösterilmiştir. Kastamoni Vâlîsi Şehzade Cem'e olan mektubda
muzafferiyetin «ol mâh-i rebî’ın nısfından çehâr-şenbe güni» vuku
bulduğu ve târih-i sâli «Ve yansu-reke Allâhu nasran azizen» âyeti ile
târihlenmiş olduğu mezkûrdur. Rebî'ü'l-evvel'in son yarısının ilk
çarşambası Onbeşinci Kitap, Not: 16'da yapılan hesaba muvafıktır ki,
maksad bu olacağı Sa'dü'd-dîn'in ifâdesinden çıkarılabilir. Şehzadeye
mektup Türkçe, Hüseyin Baykara'ya farsçadır. Lâkin Feridun'un «Memâlik-i Mahrûseye» dediği fetih-nâme dahî farsçaâır ki, bunun farsça
olması emsaline muhaliftir. Bundan dolayı bu da diğer bir Asya
hükümetine olmalıdır.
(M.î. 8) Şehzade Sultân Mustafa Mahmûd Paşa'yı sevmezdi. Şehzadenin irtihâlinde
Mahmûd Paşa, inzivâ-gâhmdan (şimdi Bulgaristan'da Uzunca-ova Hâsköyü
ki havası gayet güzeldir; koleradan ma-
296
*-
HAMME
R
sûn olmakla ma'rufdur. Fî'l-hakîka 82 kolerası o civara geldiği halde
Hasköy'e girmemiştir. Mahmûd Paşa'nın orada dahî vakıfları vardı)
ta'ziyye için İstanbul'a geldi. Hasımları yine ve-zîr-i âzam olmasından
korkuyorlardı. Şehzade ile husûmetini, Paşa'nın şimdi sevindiğini
söylediler. Hanesine gönderilen bir casus, Mahmûd Paşa'nın satranç
oynamakta olduğunu haber verdi. Onyedi gün Yedikule'de habs
olunduktan sonra (Metnin dipnotunda işaret olunduğu veçhile) 879
Rebî'ü'l- âhirinin 3'ünde idâm olundu. Nâmına yazılmış kitaplar,
hasenat ve hayratı, ezcümle, «Mahmûd Paşa Cami ve Medresesi»
maârifperverliğine, ulüvv-i himmetine delildir. Kendisi de ashâb-i
maârifdendir. Sa'dü'd-dîn'den hülâsa, c. 1, s. 553. Vefatına söylenilen
(Târîh-i Tayyâr-zâde, c. 2, s. 8) târih, asrın hürriyet fikirlerine delildir:
(878).
NOT: «Târih-i bidâ» terkibinden «Bir târih zuhur itdi» mânâ-siyle —
uzak bir ihtimâl ise de— ta’ıniye muhtemeldir, bu takdirde 879
olur.
Onaltıncı Kitap
(Mİ. 1) «Üsküdar», «İsgûdâr», «Eskidâr» şekillerinde olmak üzere üç türlü
okunabilirse de, meşhuru «Üsküdar» dır. Kâf-i fârisî ile, yâni İsgüdâr
olursa, menzil-hâne'ye derler, menzil atına dahî derler, ve her
merhalede birbirine elden ele ulaştırılması sür'ati icâbet-tiren pâdişâh
hükümleri vesâir mektupları ulaştırmak için vaz* ve tâyin olunan
piyadelere ve ulaklara dahî derler. Ve ulakların mektup koydukları
keseye, haritaya dahî denir. Türkçeden çö-rezin (çevrezen) tâbir
ederler. (Burhân-i Kaati', Bulak basımı, 1268). Harita, içine kâğıd
konulacak zarftır. Çevrezen, bunun harita mânasında tercümesi
olmalıdır.
(M.İ. 2) 27 Temmuz 1478: 26 Rebî'ü'l-âhir 883.
Onyedinci Kitap
(M.İ. 1) «Ko disünler Şâh Budağın bağı var» darb-i meseli, işbu Budak Beğ'den
kalmış olsa gerekdir. «Bağ» kelimesinden dolayı «dağ» ve «şâh» da
tevriye'yi mutazammmdır. Anlaşılan, Şâh Budağın Maraş'daki bağı pek
de güzel bir bahçe değildi. Darb-ı mesel, «Şâh Budağın bağı var
diyecekler ya! Bu kadarı kâfî» mânâsından söylenir. «Çığır Ka-racaoğlan çığır, / Taş yerinde ağır» darb-i meselindeki Türkmen şâir-i
bülend-sadâsı da Maraş taraflarından olsa gerektir. Zülkadiriyyeliler'e,
Maraş’ın ulemâsına, şuârâ-
OSMANLI TARİHİ
297
sına, bahusus o taraflarca hâlâ lisânlarda dolaştığı anlaşılan Türkmen şâirlerine
dâir malûmat toplanmasına Maraşlılar'dan birinin himmeti arzu olunur. (M.İ. 2)
Fâtih'in altı lisan bilmesi uzak bir ihtimâl değildir. Huzurunda ulemâyı günlerce
ilmî bahislerde sohbet ettirirdi. Bu bahsedilenler hep arabça olan ilmî ıstılahlarla
ve ekseriyeti arapça yazılmış kitaplar ve te'lif eserler üzerine olduğundan,
Fâtih'in yalnız arapça değil, ilmî İstılahlara da, ilimlere de vâkıf.bulunması lâzım
gelir. Diğer taraftan Arabça ile beraber Farsça da bildiğine Türkçe şiirleriyle de
istidlal olunabilir. Ma'rifet zevkinden hissedar olan babasının tekrar cülusunda
uzun bir müddet Manisa'da münzevîyâne ömür geçiren bir şehzade, o zamanın
en şöhretli birkaç lisânını daha neden öğrenmemiş olsun? Kendisine isnâd
olunan ahvâlden Notaras’ın oğlu, Erico'nun kızı, Franzes'in oğlu mes'eleleri bîtaraf şehâdetlerden mahrum olduğundan Kostantiniyye Fâtihinin aleyhine —
sadece Kostanti-niyyeyi fethetmiş olduğu için— uydurulan diğer efsâneler kabilinden sayılmak iktizâ eder. Husûsiyle Erico'nun kızı vak'ası hiç inanılacak
birşey değildir. Bir Osmanlı Pâdişâhı'nın bir kıza nikâhsız yaklaşması, hakkında
nefreti câlib olabilirdi; taaddüd-i zevcâta (çok karılı evliliğe) mesâğ olduğu
cihetle, böyle bir şeye lüzum da yoktu. Erico'nun kızı ise Osmanlı Pâdişâhının
zevcesi olmak şerefini niçin reddedecekti? Şehzade Ahmed'in süt emer bir yaşta
mahv edilmesine, İbrâhîm ve Hâlîl Paşalar'la «âmân» dileğinin kabulünden sonra
Bosna Kralı'nın idamına gelince: Bunlar ahlâk kaidelerine tevâfuk etmez; yalnız
politikanın ahlâk demek olmaması noktasiyle beraber, aşağıdaki durumların
dikkat nazarına alınması icâb eder: Şehzâde'nin Öldürülmesi —II. Mehmed'in
pederine saltanatı terk için iğfal edilmiş olmasından hâsıl olmuş— bir
emniyetsizlikten doğmuştur. Pâdişâh, kendisinden bir türlü emîn olamayan Halîl
Paşa ile diğer kumandanların bu şehzadeyi kendi fikirlerine âlet ederek bir
hâdise çıkaracaklarını düşünüyordu. Pederinin vefatı haberini alınca azimette
koşması da bunu gösterir. Fâtih'in bir Hıristiyan prensesinden doğmuş
olmasından dolayı çıkarıldığı anlaşılan şayialar da buna eklenmelidir. Halîl Paşa
Fâtih'in teveccühünü kaybetmiş olduğu gibi, Mahmûd Paşa da, husûsiyle Bosna
Kralı mes'elesinde Pâdişâh’ın arzusuna ve siyâsetinin gereklerine muhalif
hareket etmiş idi. Osmanlı saltanatına, payitahtını Fâtih verdiği gibi, onun
zamanına kadar hükümet idâresinin gayet basit bir halde bulunmasına ve
memleketin eski hükümdarlarından birçoğunun hanedanları her fırsattan istifâde
ile hak iddiasına
*X
HAMMER
298
B2D
kalkışacak bir halde bırakılmasına nazaran, devletin asıl kurucusu —
şümullü kanunî te'sisler ortaya koyan ve eski hanedanların
kaldırılmasıyla mülkî vahdetini te’ınîn eden— Fâtih'tir. Bosna Kralı da
bu siyâset muktezâsıyle idâm edilmiştir. O zamanın hükmüne göre
Bosna Kralı başka bir tarafta daha iyi bir muamele mi görecekti?...
Endelüs hâileleri o vakitler olunuyordu.
(Kanun-i Mehmedî'nin türkçe nüshası henüz elde değildir. (TOEM.
İlâveleri, 1943'de neşredilmiştir. Hazırlayan) Şehzadelerin eyâlete
çıkarılması kaidesi —ki Fâtih'ten sonra haylî zaman bakî idi— mer'î
oldukça cülûsda kardeşlerin idamından büyük mahzurlar çıkacağından,
Fâtih'in bunu kaide ittihaz etmesi uzak ihtimâl değildir. Sultânların
erkek çocuklarının öldürülmesi rivayeti Tâıih-i Cevdet'de tenkîd
olunmuştur.)
Onsekizinci Kitap
(M.İ. 1) Hadîs-i şerîf «Kostantiniyye elbette ve elbette fetholunacaktır.
Onun emîri ne güzel emîr ve o asker ne güzel askerdir» meâlin-dedir.
îşbu hadîs-i şerîf İmâm Süyûtî'nin Câmi'-i Sağîr'inde, îmam Ahmed'in
Müsned'nden, ve Hâkim'in Müstedrik'inden nakl olunmuştur. Bişr-i
Ganevî (R.A.) Fahr-i Âlem'e îsâl eder. Feth-i Kostantiniyye, îmâmzâde Es'ad Efendi, İstanbul basımı, 1285. (Diğer hadîsler, «Azîz-i
Mısr'a» ve «İran Şahına» yazılan fetihnamelerin metinlerindedir.)
(M.î. 2) Müderrislerin şimdiki derece-i i'tibârîsinde «İbtidâ-yi Altmışlı»,
«Hareket-i Altmışlı» tabirleri, bunların vaktiyle yevmî altmış akçe
vazife almalarından kaldığı anlaşılır.
(M.î. 3) Fâtih'in ilmî terakkilere vukuf ve himmeti ve o zaman Asya'-daki
maârifperver hükümdarlarla münâsebeti ma'lûm ise de, bunlarla
muharebe evrak-i mevcudesi —mukaddema beyân olunduğu üzere—
hep ilk saltanatı zamanında olup, cülusundan evvel değildir.
(M.î. 4) Ak-Şemsü'd-dîn-zâde Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf ve Züleyhâ'sı mânâ
itibariyle Câmî'nin eserine tercih olunabilir. Şu kadar ki, Câmî'nin eseri
farsçanm tekemmülünden sonraya tesadüf etmiş olduğu halde,
Hamdî'nin zamanında Osmanlı lisanı henüz takarrür etmemişti.
Binâenaleyh şivesi bize bâzan garîb görünür. Hamdullah Hamdı, Yûsuf
ve Züleyhâ'yı yazıp satar, onunla geçinirdi, tesadüf edilen yazma
nüshalar nâzımın hattıyle zuhur etmek ihtimâli vardır. îktitâf, tab-i
nevîn, kısım: 1, bir na't-i şerîf alınmıştır.
OSMANLI TARİHİ
299
Ondokuzuncu Kitap
(M.İ. 1) Münşeât-i Feridun'da (İstanbul basımı, c. 1, s. 284-287) Şehzade Cem'in
Sultân Bâyezîd'e iki mektubu ve Pâdişâh'ın iki cevâbı münderiçtir.
Birinci mektupta Şehzade, Büyük kardeşinden atıfet dilemektedir.
Mektup farsçadır, bunun türkçe cevâbının meali şudur:
«Adamınız ile mektup göndermişsiniz. Daha önce gönderdiğimiz
mektuba münâsip bir cevab verilmeyip, memleket istid'a olunmuştu.
Evvelce bildirildiği üzere bu mümkün değildir. Bir mahalde feragati ihtiyar
ediniz. Elbette sizi ecnebilere muhtâc etmeyiz. Bu surete razı iseniz bir
adam gönderiniz.»
Bu mektupların târihi yoksa da, Şehzâde'nin Mısır taraflarında veyâhud
mağlûbiyetden sonra henüz meâlik-i Osmâniy-yede iken yazdığı cevâbdan
anlaşılır. Çünkü ikinci muharebeden de açıkça anlaşılmış olacağı üzere,
sonraları «ihtiyar-i feragat» edebilmesi kaabil değil idi.
Şehzâde'nin ikinci mektubunda —ki Rodos'tan gönderildiği
Münşeât'da işaret olunmuştur— yine yardım talebinde bulunulmuş ve
cevâbında eğer kendisini «Efrenc elinden tahlîs edebilecek olursa» evvelce
tâyin olunan yıllığın gönderileceği bildirilmiştir. Mektub ve cevâbı
farsçadır.
(M.İ. 2) Blanşefor, Sa'dü'd-dîn'de Rodos beğinin «akaribinden beğler be-ğisi olan
Biyanke Fort» dur. Sa'dü'd-dîn Rodos beğine Mağal Mas-tori der ki,
«Üstâd-i Âzam»ın rumcası Magalo Mastori'dir.
(M.İ. 3)' Sa'dü'-dîn, Cem'in Papa ile mülakatını şu telhis veçhile yazar: (Papa)
«murassa koronasm» başına koymuş, parmaklarına ağır yüzükler
geçirmiş idi. Beğlerinin kimisi oturuyor, kimisi ayakta duruyordu.
Fransa, İspanya, Portakal, Ceneviz, Venedik, Alman, Engürüs, Leh,
Çeh, Rus elçileri hâzır idi. Sultân Cem maiy-yeti ile girdi; Papa
görünce ayağa kalktı. Şehzâde'nin boynunu iki tarafından Öptü. Üç gün
sonra yalnızca davet eyledi. Buralara gelmekten maksadını
Şehzâde'den sordu. Cem «Ben Rûm-iline geçmek için Rodoslular'dan
ahd almıştım, sözlerinde durmadılar; yedi yıldır beni habs ettiler» dedi.
Papa, Şehzâde'nin valide ve evlâdına iştiyakından dolayı ağladığını
görerek kendisi de ağladıktan sonra Cem'i Engürüs canibine gitmeğe
teşvik ve muahharan Engürüs'den elçi gelmesi üzerine teşviki tekrîr
etti. Şehzade «Ben Engürüs'e gitsem ulemâ-yi İslâm katlime fetva
verirler. Dînimi Osman memleketi değil, cihan saltanatına vermem»
dedi. Papa bu ısrar üzerine yüzünü çevirip kendi lisâ-
300
HAMME
R
nınca münasebetsiz sözler söyledi. Şehzade Frenkçe öğrenmişti; :;Size
gelen daha ziyâde hakarete müstehaktır» dedi. Papa «Sizin hayrınıza
dâir sözümüzü reddettiğiniz için bî-ihtiyâr sâdır oldu» diyerek i'tizâr
eyledi. C. 2, s. 33-34.
(Mİ. 4) Sa'dü'd-dîn'in rivayetine göre Rodoslular Cem'i ellerinden bırakmak
istemediklerinden Fransa vükelâsına rüşvet vererek Şehzâde'nin
istenilmesine mâni olurlar imiş. Fransa Kralı Cem'i görmek istedikçe
«Sizinle görüşmek istemez» cevâbı verildiği gibi, Şehzâde'ye dahî
«Fransa Kralı memleketine Türk ayağı bastığına razı değil» denilir imiş.
Fakat, Kral'ın Cem ile mülakat eden bir «kapudân»ı niçin Paris'e gelip
de görmediğini Şehzâde'ye suâl etmesi üzerine Cem kendisine
söylenilen sözleri nakletmiş. Şehzade Papa'nın kendisine verdiği iki
yorgadan birini bu zâta, «ka-pudan»a hediye eylemiş. Fransa Kralı bu
hayvanı görerek nereden aldığını sormasına binâen, kapudan
Şehzâde'nin evsâfını haber vermiş... Fransa Kralı Şehzâde'ye gıyabında
muhabbet etmekle beraber Osmanlı memleketlerine taaddî azminde
bulunduğundan Roma'ya azimetle muharebesi, Şehzâde'yi ele geçirmek
maksadından kaynaklanıyormuş, c. 1., s. 36, 37. («Kapudân», yâni
kumandanlarından)1.
(Mİ. 5) Sa'dü'd-dîn, Papa'nın Poliya beğini de zehirlediği hakkında Fransa
Kralı'na bir haber verildiğini yazar. c. 1, s. 30. Görülüyor ki, Hoca
Avrupa'nın ahvâl-i târihiyyesine de vâkıf idi.
(Mİ. 6) Şehzade merhumun «Allahu yensuri's-sultân Cem!» diyen tûtîsi
(papağanı) «Allahu yerhamü's-sultân Cem» diyerek bâb-i saadet erdi.
Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 50.
Cem'in Avrupa'da bulunuşu Osmanlılar’ın hatt-i istilâsına azîm bir
mania teşkil ettiği derkâr ise de, zehirlenerek öldürülmesinin o yolda
tefsiri yakışmazdı.
(Mİ. 7) Cem'in berberi Mustafa, Koca Mustafa Paşa'dır. Hadîkatü'l-Ce-vâmî',
Koca Mustafa Paşa Câmi'i İstanbul'da iki ve ikisi de kiliseden çevirme
olduğunu beyân ile, haylî tafsilât verdikten sonra bânîsi hakkında şu
telhis olunan ma'lûmâtı veriyor (c. 1, s. 161-166):
«Efrencîyü'l-asıldır. Devr-i Bâyezîd'de saray gulâmlarından iken
baş tirâş etmekde mahareti olduğundan Şehzade Cem'in i'dâmına
müteahhid olup alâ-rivâyetin kapucı-başı olduktan sonra «rûyini
mûydan ârî iderek hey'et-i efrencî» üzere daramaya (Romaya olacak)
gitdi ve Şehzâde'nin hizmetine girdi. Lisân-i Efrenc'e dahî vâkıf idi. Az
müddetde ser-terâşüik hizmetine nail
OSMANLI TARİHİ
301
olarak şehzâde'yi zehirli ustura ile tirâş etti. Müteakiben kaçıp İstanbul'a
geldi. İhbâr-i hâl itdiği sırada Şehzâde'nin vefatı haberi de Efrenc tarafından
vâsıl oldu. Sonra Rûm-ili eyâletine, daha sonra vezîr-i âzamhğa tâyin
olundu. Cülûs-i Selîm Hânî'de Şehzade Ahmed'i iltizâm etmiş bulunduğu
için cinâyet-i sabıkası da buna munzam olarak Bursa'da i'dâm olundu.
Mezarı Bur-sa'da Mevlevî-hâne mukabilindedir.»
Meşhur olan Koca Mustafa Paşa Câmi'inde Şeyhu'l-İslâm Efdâl-zâde
Seyyid Hamîdü'd-dîn Efendi'nin târihinde «Mustafâ, zü'l-menâkıbil-â'lâ»
denilmekle gâliben —irâde-i müfâd-i ma'kûs tarikiyle— Şehzade Cem'in
berberliğine işaret edilmiş olsa gerektir.
(M.İ. 8) Cem'in Fransa hakkındaki nazmı Duk Dö Savua ile görüşdüğü zamanın
ahvâlini musavver:
«Câm-ı Cem nûş eyle, ey Cem, bu Frengistân'dur Her kulun başına
yazılan gelir, devrândür.»
matla'ındaki kasidesi olacaktır. Haber-i Sahîh'in «Sergüzeşt-i Cem»
kısmında dahî dercedilmiştir. Pek meşhur olduğu için nakline hacet
görülmedi.
Notlar ve Açıklamalar'a
Mütercimin İlâveleri
(M.İ. 1) (14. Kitap, Not: 20): Sultân Mehmed'ın insanları ikiye biçmekten mütelezziz
olduğu hakkındaki rivayetten Kont Daro şüphe ettiği gibi, biz de bunu
külliyen reddederiz. Sefer ve hazarda ulemânın mübâhaseleri ile mahzûz
olan bir pâdişâh bu türlü vahşetlerin temaşasına tahammül edemez. Bu
hususta Hammer'in belirsiz bir muharriri (Autore incerto) şâhid göstermesi
garîb ve iddianın aksini te'yîd eder. Fâtih'in böyle insanları ikiye bölmek
merakı Belgrad muharebesinde üzerine yürüyen bir hasmın başını darbe-i
tîğ-i hayderâne ile boğazına kadar iki parça etmiş olmasından münteşir olsa
gerektir.
(M.İ. 2) (15. Kitap, Not: 3): Kara-Koyunlu ailesi reisinin, yâni Cihânşâh'ın Fâtih'e
mektubunda Uzun Hasan «Hasan Akkoyunlu» kısa tabiriyle yâd olunduğu
gibi, zahir ve bâtını birbirine uymaz, ahd ü misâkını nakz eder olmasından
şikâyet olunmuştu.
(M.İ. 3) (15. Kitap, Not: 8): Fâtih'in rüyası hakkında Sa'dü'd-dîn'in özet olarak ifadesi
şudur: Uzun Hasan güreşçi kıyafetiyle görünmüş. Pâdişâh da soyunup
güreşçi rubası giymiş. Güreşmeye başlamışlar. Uzun Hasan Fâtih'i diz
üstüne düşürmüş. Pâdişâh ise tırnakla-
302
HAMME
R
rıyla Uzun Hasan’ın ciğerini çıkarıp bir parçasını kopararak yere atmış.
Fazilet sahiplerinden biri galebenin nihayet Osmanlılarda kalacağını
ta'bîr ile beraber, kendisi Kur'ân'dan «Yansu-reke Allahu nasran azîza»
âyet-i kerîmesi zuhur ettiğini, âyet-i kerîmenin 878 târihini
gösterdiğini, ve «kâf-ı hitâb» Hazret-i Pey-gamber'e işaret olup, nâm-ı
pâdişâhî dahî «Muhammed» olmağ-la nusratm bu tarafta olacağına
delâlet eylediğini söylemiştir. Hâs Murad’ın düştüğü ve yanındaki
ümerâya Türkmenlerin üş-düğü haberi üzerine, Pâdişâh bu sükût-ı
cüz'îyi rüyanın ilk kısmının ta'bîrine hamlederek, kendini teselli etmiş
ve fî'l-hakîka sonraki muharebede Hasan’ın ciğer köşesi olan oğlu
Zeynel maktul olmuştur. Ak-Şemseddîn'in Mahmûd Paşa'ya iki
mektubundan (Ferîdûn, c. 1, 273-275) birincisinin meali şudur: 20
Zilhicce gecesi âlem-i menâmda Bursa'daki Seyyîd Buhârî türbesini
defalarca ziyaret eylemiş ve sâdâttan hâzır bulunan bir zât AkŞemseddîn'in türbede bulunmadığı bir zaman kabir yarılarak Seyyîd
Buhârî'nin zuhur eylediğini ve kendisi Hazret-i Peygamberden istifsarı
üzerine galebenin bu tarafta kalacağına dâir tebşir aldığını söylemiş.
Sâlihlerden biri dahî rüyasında Hazret-i Peygamber'e telâki etmiş; sağ
tarafta Ebû Bekr ve Ömer, sol tarafında Alî ve Osman (Alî fi-Osmân;
keza, fî'1-asl) hazerâtı bulundukları gibi birçok ashâb-i kiram hâzır
imiş. Ahyardan üç kişi Sultân Mehmed'in Uzun Hasan'a galebesini
istirham ve ce-vâb alamamaları üzerine istirhamı tekrîr eylemişler;
Hazret-i Peygamber bir müddet Esedu'llah ile müzâkere eyledikten
sonra Hazret-i Alî yüksek sesle üç defa «Kad galebü's-sultân Muhammed alâ Hasan Beg» demiş. Konya ve Karaman evliyası Hasan
Beğ'i ve Ebû Eyyûb Ensârî ve Şeyh Arabî ve Seyyîd Buhârî Fâtih'i
iltizâm etmişler. Ak-Şemseddîn bu rüyanın sıdkına dâir delilleri
açıkladıktan sonra, galebenin kan dökülmeğe hacet olmak vukuunu
temenni ile beraber, nihayet ta'bîr-nâme-de esîr almak ve kati ve mal
yağması zuhura gelmemesi hakkında Pâdişâh'dan ahd ü mîsâk aldığını'
ifâde eder. Ak-Şemseddîn bu suretle vazîfe-i âlemânesini îfâ ediyor.
Ftâih'in rüyasının ta'bîrini mutazammm olan ikinci mektupta rüyanın
sıdkına dâir kezâlik delail iradından sonra «teneyn» (ejder), mehîb,
me-hûf, zalûm (zulmedici) bir hükümdar olduğunu, teneyn iki dilli
olduğundan sözü bir olmadığını, ondan korkmak düşmandan korkmak
demek olacağını, uçarak hücum etmesi sür'atine ve üç defa hücumu üç
muharebe vukuuna, nihayet hücum edenlerin Ölümü zevaline delâlet
edeceğini be3'ân ile «Ger tehevvürle gele o seyl var / Sernigûn olup
düşe ol hâr ü zâr» türkçe beytini
OSMANLI TARİHİ
303
ırâd eyler. Daha sonra Pâdişah'ın teneynî libasiyle def etmesi hassa
askerlerinden istifâdesine, hançer mala ve zenginliğe kavuşmasına,
başındaki «harze» (mutlak cevher) hazînelerin en azîzi olan cevahir
istemesine delâlet edip, Pâdişah'ın tanımadığı yardımcının ricalden imdâd-i
halîfeye me’ınûr bir zât olacağını ifâde ile sadaka verilmesini ve sülehâdan
istimdâd olunmasını hâtime-i kelâm ittihaz eder. Rüyanın tafsilâtı, ta'bîrden
anlaşılır.
(M.İ. 4) (15. Kitap, Not: 10): Bu notta, Sultân Bâyezîd'in bir beyti tercümesi
olmak üzere şu ibare münderiçtir: «Aie pitie de mes 1ar-mes, ne les
dedaigne pas; ce sont des fils de l'homme (de la prunelle), enfantes par
les yeux.»
Bunun aslı «Gözüm yaşına rahm et, sürme (sorma) derdin ki merdümzâdedir düşmüş nazardan» müfredidir. Tercümede eski edebiyatın meftn
olduğu incelikler edâ olunamamıştır. Beyit ise —Adnî mahlasında olan—
Mahmûd Paşa’nın olmak üzere ma'rûftur. Sultân Bâyezîd'in Türkçeden
başka Farsça şiirleri de vardır. Bir beytine birçok şâirler tarafından nazireler
yazılmıştır .
Nasreddin Şâh zamanında İran'da basılan Mecmâ'üİ-Füsehâ'-da II. Bâyezîd'in
beyti, Yıldırım Bâyezîd'e isnâd olunmak hatâsında bulunulmuştur. (M.İ. 5) (18 kitap
Not: 24): Fâtih'in Fenarî-zâde Ahmed Beğ'e hükmü, fikirlerini göstermek cihetiyle,
bâzı fıkraları meâlen ve en ziyâde şâyân-ı dikkat olanları aynen naklolunur:
«Oğlum Bâyezîd'in hıdmetinde bulunan Mahmûd ve talebeden
Müeyyed-zâde Abdu'r-rahmân'ın bir çok nâ-şâyeste ahvâli olduğu,
mukaddema Uğurlu Mehmed'in firarına ve Alâü'd-dev-le'nin mahbûs ve
Âşık Beğ'in maktul olmasına ve oğlumun hazînesine birtakım şerirlerin el
uzatmasına sebep oldukları, o taraflarda avam ve havass kendilerinden
müteezzî oldukları taf-sîlen arz olunmuştur.» Envâ-i husûsâtile
fesâdlarmdan gayrı be-nüm oğlumu tab'-i zâtı muktezâsından çıkarup esrâri mühim-mile ilkâ idüp hâtır-i şerifine gubâr-i hayretden inkisar müte-rettib
olmuş, maâcîn-i garibe ve dahi berş ve afyondan mürek-keb olmuş niçe
mükeyyefât-i acibe getürüp menâfi'-i kesîre ve fevâid-i latife arz idüp dâirei insâniyyetden çıkarup mizâc-i şerifine fütur târî olmuş. İmdi sen anda ne
maslahat içün konup turursun ve ne beklersün?» Bunun gibi fazâhat
anlaşılmaz mı? Eğer muttali' olup da tecâhül ediyorsan bundan eşedd
hıyanet olur mu? İntizâm-i mesâlih için sana siyâset ettirmek muktezî idi;
lâkin oğlumun şeref-i hıdmetiyiçün, Ecdâd beğin yüzü suyu
304
HAMME
R
için afv ettim. Hükm-i vâcibü'l-imtisâl vardığı gibi bir an te'-hîr ve
terâhî etmeyerek mazmûniyle amel eylesin. Fermanım oldur ki «bu
bedbahtlarun vücûd-i nâ-pâki... bâ-yi vech-i kân zail ola.» «Sen benüm
i'timâd itdüğüm abd-i muhlis misin, ta-rîk-i definde re'y-i sâibüme ve
fikr-i sâkıbuma nev'â tereddüd vâki' olduğu ecilden bu vaz'-i lâzimi'ddef senün tedbîrine tefviz olındı. Bundan garaz budur ki oğlumun
mübarek hatırına gâh ola tağyir gele. Akıbet kendülerin devleti
maslahatı ve ırz-ı namusları muhâfazasıyçün olduğuna hod muttali'
olsa gerekdür. îmdi ne tarîkla mümkindür? Atebe-i ulyâdan hükm-i
hümâyûn gönderüp timâr ve cihet virülmeğle mi, yohsa âsitâne-i
saâdet-âşîyâna da'vet idüp sekametlerine mülayim ilâçla mı olur?
Amma sen benüm mu'temed hıdmetkârumsin, senün kemâl-i tedbîrine
nihayet mertebe i'timâdum vardur; senden umarın ki ol bî-temîzlerün
(temeyyüz?) bu kadar hıyanetleri sabit ve zahir olup velî-i ni’ınetlerine
ve mahdumlarına bed-nâmlık kasd idüp se-beb olanları helak itmek
ayn-i sevâbdür; belki mukabelede dünyevî ve uhrevî nef-i cemîl ve
ecr-i cezîl bulasın. Bu takdirde sevâb oldur ki bir tedârik idüp ma'cûn
ile veya esrar ile veyâ-hûd gayrı tarîkıla ikisini dahî ale't-ta'cîl helak
idesin.» Bana «bundan mühim maslahat ve enfa' hıdmet yokdur.». «01
bedbahtlarun sûr kazâyâsını mufassıl ve oğlum maâcîn ve afyon ve
berş ve hubûb ve ne keyfiyyet ile tenâvül itdüğüni ve ne zamandanberü
mübaşeret itdüğüni yazup bildiresin ve hükm-i şerîf-i âlîşân sana ne
günde ve ne vakitde ve ne sâatde ve ne ânda vardığını ve sende ne
hînde mübaşeret ve tarîk-i def ün kangı kısmını ihtiyar itdüğüni yazup
bildiresin ve kemâl-i ihtiyat ve fart-ı tayakkuz üzere olasın ki,
mazmûn-i şerifine senden gayrı kimesne muttali' olmaya.» 10
Muharrem 884. Be-ma-kam-i Kostantiniyye.
Evvelâ, Şehzade Mustafa'nın irtihâliyle kalbi dağlanan Fâtih'in
Sultân Bâyezîd'e ne kadar muhabbeti olduğu anlaşılır. Mahmûd ile
Abdurrahman genç şehzadeyi mükeyyefâta alıştırmakla devlete büyük
fenalık etmişlerdir. İkinci olarak, Fâtih'in ne kadar tedkîk ve tahkike
mail olduğu görünüyor. Fâtih'in irâdesi yerine getirilmek mecburiyeti
olan bir emirdir. Lâkin Fenâ-rî-zâde'nin Şehzâde'yi gücendirmemesi
lâzım gelirdi. Çünkü onun gücenmesi Fenârî-zâde hakkında vahîm
sonuçlanabilirdi; aynı zamanda, Şehzâde'yi haberdâr etmeksizin
ferman hükmünü infaz etmesi kendisini fena bir mevkide
bulundurmuş olacaktı. Ne yapılacak ise Şehzâde'ye haber verilmesi ve
haber verildiğinin de Pâdişâh'a arzı iktizâ ediyordu. Mahmûd ile
Abdurrahman'-
OSMANLI TARİHİ
305
dan dolayı Pâdişâh kendisini tekdîr ettiğinden, ıcx-mâm tekzîb etmeksizin tebriyye-i
zimmet de icâb ediyordu. Fenârî-zâde buralarını —satrançta yedinci hareketi düşünen
mahir bir oyuncu gibi— tefekkür ile cevaben şu arızayı takdim etmiştir: «Dergâh-i
muallâ ve bârgâh-i i'lâya ve lâ-zâl-i âliyâ arz-ı bende-i bi-mık-dâr ve zerre-i hâkisâr
budur ki, hâlâ hükm-i şerîf-i vâcibü't-teşrîf mazmûn-i hümâyûnunda münderic olan
şehzâde-i nâmdâr tâl-i bekah ve nâl-i menâh hazretlerinün mukarreblerinden Mahmûd-i nâ-Mahmûd ve Müeyyed-zâde Abdu'r-rahmân nâm kimes-nelerün bedbahtlığı
ve vâcibü'l-hazf olduklarından giderilmesi ne veçhile müyesser ise te'hîr olunmaya
diyü buyurulmışidi. Zikr olınan bedbahtlar didüklerinden ziyâde itdüklerinde şübhe
yok-dur. Lâkin Şehzâde-i Saâdet-destgâh hazretleriyle südde-i seniy-yeye arz
olunduğu kadar ihtilâtları olmayup ve fermân-i vâci-bü'l-iz'ân üzere giderilmesi
husûsi şehzade hazretlerine arz olunsa inkıyadı muhakkak olmağın ihfâ olunmayup
hikmet-i kâmile üzere arz olunduğu gibi redd idüp giderilsün diyü saâdetlü pâd-şâhun
rızâ-yı şerifine göre amel olunduğu şol ki vâki'-i hâldür, südde-i merâhim-bahşa arz
olundu. Bende Ahmed.»
«Hazf» şâyân-i dikkatli*. Bu hazf adaletli davranışa uygun mudur? Siyâsette burası
aranmaz. (M.İ. 6) (18. Kitap, Not: 33): Molla Gürânî Mısır'da tahsil etmiştir. Molla Yegân
hacdan dönüşünde Molla Gürânî'yi İstanbul'a getirmiş ve II. Murad «Bize ne getirdiniz?»
deyince Molla'yı takdim etmiştir. Derhâl Bursa'da Kaplıca ve sonra Yıldırım Bâyezîd
Medresesi verildi; daha sonra Fâtih'in yetiştirilmesine me’ınûr oldu. Fâtih vezîr-i âzam
yapmak istediyse de Molla Gürânî «Bu kadar ümerâ bu mesned için çalışıyorlar, onların
ümîdlerini kesmek caiz değildir» diye kabul etmedi. Kazasker ve sonra evkaf tev-liyyeti
zammiylo Bursa kadısı oldu. Fâtih'in bir emrini «Şer'e muhaliftir» diyerek yırttığı ve getiren
çavuşu kovduğu için arada bir soğukluk meydana gelerek Mısır'a gitti. Lâkin Fâtih'in arzusu
üzerine geri geldi. Yine Bursa kadısı oldu. Yevmî 200, aylık 20.000, senelik 50.000 akçe alırdı.
Vezirleri «Mahmûd! Dâ-vud!» diye isimleriyle çağırırdı. Selâmı musafahadan ibaret idi. Bir
bayram günü çamurdan i'tizâr beyân etmesiyle Fâtih Babü's-Saâde'ye kadar arabasıyla
getirtmiştir. Sultân Mehmed'e «Haramdan perhiz et» derdi. Bir gün beraber yemek yediler;
Fâtih:
— «Siz de haramdan yediniz.» dedi. Molla
Gürânî:
— «Benim önüme helâl düşmüştür.» cevâbını verdi.
Hammer Tarihi, C: II. F.: 20
306
HAMME
R
Padişah sahanı çevirdi; Molla Gürânî yemeğe devam edince Fâtih:
— «Artık bu defa haram yediğinizde şübhe kalmadı.» dedi. Molla:
— «Hayır, sizin önünüzde haram, benim önümde helâl kalmadığı
için çevirdiniz.» diye mukabele etti.
Bir gün Fâtih'e:
— «Timur bir tarafa ulak göndermişti. Bu adam Sa'dü'd-dîn'in
otlamakta olan hayvanlarından birini alır; Sa'dü'd-dîn'in hademesi ulağı
döğerler; Timur bunu işitince «Bunu yapan oğlum olsaydı öldürürdüm;
lâkin âsâr-i kalemiyyesi kalem-rûyumun hâricinde carî olan bir adama
ne yapabilirim? demiştir. Benim de âsânm Mekke'de okunur.» demesi
üzerine, zarîf Pâdişâh:
— «Evet, fakat siz asarınızı kendiniz himmet buyurup gönderiyorsunuz; Sa'dü'd-dîn âsânm yazar, götürürlerdi.» cevâbını vermiştir.
Vefat ederken:
— «Bâyezîd'e söyleyiniz, adaletten ayrılmasın!» diye vasiy-yet
etmiştir. Pâdişâh bütün borçlarını şâhid aramaksızın ödedikten sonra,
bizzat namazını kılmıştır, (vefatı: 893). Eserleri: Gâ-yetü'l-Emânî fî
Tefsîri's-Seb'i's-Semânî», El-Kevserü'l-Cârî ilâ Ri-yâzi'l-Buhârî (Sahîh-i
Buhârî'ye şerh), Kasîde-i Şatbiyye'nin şerh-i Ca'berîsine haşiye, Arabça
Kostantiniyye fetihnameleri ke-mâl-i fazlına işarettir.
(M.î. 7) (18. Kitap Not: 34): Molla Husrev'in asıl ismi Muhammed'dir.
Eniştesi Husrev Beğ'in yanında terbiye gördüğü için «Husrev'in kayını»
ve kısaca «Husrev» denilmiştir. Pederi Rum'dan dönmedir.
Teftezânî'nin tilmizlerinden bulunan Hayder-i Herevî'den tahsil edip
Edirne'de Şâh-Melek Medresesine müderris olmuş, Mutavvel haşiyesini
orada yazmıştır. Hızır Beğ'in vefatından sonra Eyüp, Galata, Üsküdar
ile beraber İstanbul kadılığı Molla Husrev'e verilmişti. Ayasofya'da
dahî ders verirdi. Talebesi hanesine gelip yemek yerler, müderrisi —
atının önünden yürüyerek— camie götürürler, sonra böylece hanesine
getirirlerdi. Bütün hizmetlerini kendisi görürdü. Tedris ve kazâ ile
beraber kendinden öncekilerin kitaplarından günde iki varaka yazardı.
Eserleri: Mutavvel haşiyesinden mâada, Telvîh'e Adud havâşîsine, Tefsîr-i
Beyzâvî'nin Evâiline haşiye, usûlden Mirkat ve şerhi Mir'ât, Gurer ve
Dürer, Sûre-i En'âm âhirine tefsir, Velayete müteallik risale. İstanbul'da
mescidleri vardır. Vefatı: 885/1480.
OSMANLI TARİHÎ
(M.İ.
307
8)| (18. Kitap, Not: 35): «Tâcir-zâde mânâsına olarak «Hoca-zâde»
lakabıyla şöhret kazanan Muslihü'd-dîn Mustafa, kendisinin mesleğini
tutmadığı için, pederinin günde bir akçe olmak üzere tâyin ettiği maaş
ile tam bir zaruret içinde ilim tahsilinde bulunmuştur. Hızır Beğ'e muîd
(asistan) yâni muavin olduktan sonra II. Murad zamanında Bursa'nın
Esediyye medresesine müderris olmuştu. Fâtih'in bir Edirne'ye
gidişinde Mahmûd Paşa delaletiyle pâdişâhın elini öpmeğe nail olarak,
Pâdişâha refakat eden Zeyrek-zâde ile mübâhese ve galebe etmesiyle
muallim-i sultanî ve sonra Mehmed Paşa’nın istirkabiyle kazasker
oldu. Daha sonra 50 akçe vazîîe ile Bursa Sultaniyyesi müderrisliğine
tâyin edildi. Bu müderrislikte iken İstanbul'a davet olunarak Molla
Zeyrek ile «Burhân-i Tevhîd» üzerine mübâhase eylediler. Ho-câ-zâde,
Fâtih'in huzurunda «Delili inkârdan medlulü inkâr lâzım gelmez»
dedikten sonra, yedi gün Molla Zeyrek'in bütün îrâ-dâtına cevap
vererek, Molla Husrev'in tasdik ve hükmüyle galebe edip Molla Zeyrek
Medresesi uhdesine tevcih kılındı. Daha sonraları Edirne ve İstanbul
kadılıklarında bulundu. Karamanlı Mehmed Paşa «Hoca-zâde
İstanbul'un havası mûcib-i nis-yân olmasından müteşekkîdir» tarzında
bir hiyle ile İznik medresesini verdirdi. Oradan da Hatîb-zâde ile
mübâhaseye çağ-nldıysa da Sinan Paşa Hatîb-zâde'yi korumak için
mübâhase-den sarf-ı nazar ettirdi. İmam Gazali ile cevaben hükemâ (filozofları) yı müdâfaa eden İbnü Rüşd'ün içtihadlarmm muhakemesine
dâir Tehâfüt eser-i meşhurunun bir nüshası Bâyezîd kütüphanesinde
istirahât-güzîndir. Hayâtının son günlerinde sol elinden başka âzası
hareket etmediği halde, Şerh-i Mevâkıf a haşiye yazardı. Tevali' ve Telvîh'e
haşiye ve şerh yazdıysa da müsveddede kamlıştır. îrtihâli: 893. Hatîbzâde dahî Fâtih zamanında muallim-i pâdişâhî idi. Sultân Bâyezîd
zamanında günde 160 akçe ile tekaüd edilmiş olduğu halde müftî
Efdal-zâde'ye tekad-düm ederdi. Bir bayram günü bayramlaşmada
Hatîb-zâde huzura girip selâm verdiği zaman Sultân Bâyezîd yedi adım
ileri gelmiştir. Vefatı: 901. Tecrîd Hâşiyyesine ta'likatı erbâb-ı tedris arasında hâlen okutulmaktadır. Sadrü'ş-Şerî'a ve Keşşaf ile Şerh-i Muhtasar
İbnü Hâcib haşiyeleri evâiline ta'likatı vardır. Şerh-i Mevâkıf evâiline de
haşiyeler yazmıştır. Telvîh'in dört mukaddimesini dahî tahşiyye etmiştir.
Rü'yet bahsine ve cihâdın faziletlerine dâir risaleleri vardır. (Sa'dü'ddîn'den hülâsa).
(M.İ. 9) (19. Kitap Not: 6): Rebî'ü'l-âhir'in 22'si bizim hesâbımızca pazara tesadüf
eder. Sa'dü'd-dîn'in cumartesi demesi takvim ile tekmîl-i sülüseyn ve rüyet
hesaplarında ihtilâftan doğmuş ola-
308
HAMME
R
çaktır. Hammer diğer bâzı çevirme hesaplarında da birer ikişer gün
hatâ görülüyorsa da, mühim olmayanların tashihine lüzum görülmedi.
(M.Î. 10) (19. Kitap, Not: 11) Sa'dü'd-dîn'e nazaran Cem Rodos'a 13 cü-mâdi'lâhirede varup 17 Receb'de çıkmıştır. Hammer, Kaorsen'in ifâdesine
uygun olarak 19. Kitap Not: 9'da Cem'in varışını 13 yerine 3 tarihine
irca ederek, Kilikya'dan Rodos'a güzel mevsimlerde 3 günde
gidileceğini beyân etmişse de, havanın müsâid bulunmuş olduğu
bilinemez. Şehzade Rodos'da birkaç gün daha az kalmış olabilir.
(M.î. 11) (19. Kitap, Not: 20): Firar teşebbüsüne dâir Sa'dü'd-dîn'in verdiği
tafsilâtın telhisi: Şehzade —Hoca'nın rivayetine göre Rodos beğinin
3500 altın harcayarak yaptırmış olduğu— Gros Tor'da iken Bâyezîd'in
elçisi oralara gelerek ve Ayas Beğ, Celâl Beğ, Sinan Beğ, Şîr Merd
Ağa ile buluşarak birtakım anahtarlar vermiş. Firar için tâyin olunan
günde haylî at vesaire ile Hüseyin Beğ dahî hazır bulunacak imiş.
Şehzâde'nin adamları ber-mutâd seyre çıktıkları sırada 12 eli
zenberekli, yâni tüfekli muhafızın ellerinden latife tarikiyle tüfenklerini
alıp öldürmeyi kararlaştırmışlar. Lâkin bunlardan biri muhafızlardan
biriyle hem-kadeh olarak \ sırrı haber vermiş. Muhâfızlarca bu iş Sinan
Beğ'den bilinerek, onun idamına kalkışıldığı halde, Şehzade pek güç
kurtarabilmiştir. Ondan sonra hapis daha sıkılaştırılmış ve Şehzade bu
kulede iki sene kalmıştır. Sa'dü'd-dîn —kim olduğu anlaşılamayan—
bir Hıristiyan beğinin firar tedârikâtı için yirmi bin altın koyduğunu
yazarsa da, bu uzak bir ihtimâldir. Hüseyin Beğin, Cem gailesinden
kurtulmak isteyen Sultân Bâyezîd hesabına hareket ettiği aşikârdır.
Tuasne'nin Djem Sultan (Paris, 1892) adlı eserinde, Sanatu'dan naklen,
Fransa Kralı Şehzâde'nin na'şıni Sultân Bâyezîd'e beşbin duka altununa
satdığı yazılıdır. Şehzâde'nin Fransa Kralı'nın eline geçmesi üzerine
İstanbul'da haylî telâş edildiği ve Boğazlar'a. istihkâm verildiği ve
Sergüzeşt-i Cem'in tafsilâtı mezkûr eserde dercedilmiştir.
ÜÇÜNCÜ CİLDİN SONU
Sultan Bayezid
HAMMER
(Baron Joseph Von Hammer Purgstall)
BUYUK
OSMANLI TARİHİ
2
(DÖRDÜNCÜ CİLT)
Yavuz Sultan Selim Külliyesi
YİRMİNCİ KİTAP
Bâyezîd'in tabiatı. — Bosna sevkıyatı. — Venedik ve Ra-guza ile
muahedelerin yenilenmesi. — Morava üzerindeki kalelerin tahkim
edilmesi. — Eflâk seferi. — Ecnebi sefirleri. — Ramazan-oğlu
Hanedanı. — Mısır aleyhine ilk muharebe ve iki mağlûbiyetten
sonra sulh akdi. — Karaman seferi. — Bâyezîd şehzadelerinin
eyâlet valilikleri. — Sünnet difgünü. — Belgrad aleyhine tertîb. —
Bâyezîd'e sû-i kasd. — Türklerin Avusturya, Transilvan-ya,
Hırvatistan içerlerine duhûlü. — Derengzeni bozgunluğu. —
Kanızai akınları, Kanizai ve Balı Beğ. — Ruslar'la Türkler'in ilk
teması. — Bâyezîd'in ve Cem'in kızlarının evlendirilmeleri. —
Bâyezîd'in Avrupa hükümetleriyle diplomatik münâsebetleri. —
Venedik seferi. — Sapienza yakınlarında harb. — tnebahtı'nın ele
geçirilmesi ve Tagliamento taraflarında akınlar. — Ke-falonya,
Modon, Koron, Zunkiyo ve Santa-Mavra'nın zabtı. — Venedik ve
Macaristan ile sulh. — Cem'in kızının evlendirilmesi.
Târih sahnesinin Bâyezîd saltanatı başlarında en mühim şahsiyeti olan Cem üzerinde
nazarlarımızı uzunca bir zaman dolaştırdıktan sonra, artık bizzat pâdişâha ve hükümetinin
vekâyiine gözlerimizi çevirmek vakti gelmiştir. Bâyezîd, tahta çıkışında otuzbeş yaşında idi;
bu zamana kadar si-lâhdan ziyâde mütalâa ile meşgul olarak Amasya hükümetinde sükûnetkârâne ömür geçirmişti. Tab'an halîm ve sükûna mail olarak şiirden ve dünyevî olayları
hayret nazarlarıyla temaşa etmek mesleğinden mah-zûz olduğu cihetle, hâriçte
düşmanlarının ve dâhilde Yeniçeriler'in taarruzlarını defetmek veya saltanatın başlangıcında
ve sonunda olduğu gibi birâderiyle oğullarının isyanını bastırmak için mecbur olmadıkça
harb etmemiştir. Devletinin ilk devresinde saltanatın kurucusu Osman'ın otuz senelik
muharebelerini (1) Orhan'ın sükûnet içinde geçen saltanatı tâkib ettiği gibi, bu ikinci devrede
dahî II. Mehmed'in otuz senelik fütuhatını Bâyezîd'in nisbeten barışçı olan hükümeti tâkib
etmiştir. II. Bâyezîd, devlet binasını II. Mehmed'in kurduğu esaslar üzerinde bulmuş olduğu
için Orhan gibi «kanun vâzıı» unvanını almağa istihkak kazanmamışsa da, bâzı kanunları
ikmâl ve bâzılarını asıl vazediliş maksadlarma irca etmiştir.
(1) Sultân Osman uhdesine Karaca-Hisar şehrinin verilmesinden (1289/688) irtihâline
kadar (1326/727).
318
HAMMER
Babasının son vezîr-i âzami Karamanlı Mehmed Papa'nın timar ve zeamet hâline
koyduğu malikâneleri, tam tasarruf ile mâlik olmak üzere sahiplerine iade ettiği
gibi, Rûm Mehmed Paşa'nın ihdas ettiği şeyleri de ilga etmiştir (2). Kardeşi Cem
gibi, enerjik hareketlerine, kuvvetli bünyesine, ucu kıvrık ve oldukça kavisli
burnuna vâris olduğu pederinin elbisece koyduğu usûle harfiyyen riâyet etmiştir
(3). Yalnız Cem'in saçları, sakalı, kaşları kumral, Bâyezîd'in ise siyahtı; Cem
dâima pederinin muhteşem tantanasını gösterdiği halde Bâyezîd ahlâk sadeliği ile
mutta-sıf olarak ilimlere ve sadeliğe olan meyli kendisine «Sofu» lâkabının verilmesine sebep olmuştur. Nasıl ki birçok Osmanlı müverrihleri bu unvan ile yâd
ederler. İhtimâldir ki eğer Cem taht için münazaa etmek üzere silâha sarılmış
olmasaydı Sultân Bâyezîd, pederinin birader idamı hakkında vaz eylediği usûlün
tatbikinden vazgeçecekti; hatta kardeşine ilk muharebede galebe ettikten sonra
Osmanlı memleketinden uzaklaşarak Kudüs'e çekilmesi şartıyle sulh etmek ve
idare ettiği memleketin varidatını vermek teklifinde bulundu. Daha sonraları
Bâyezîd, yedi Hıristiyan hükümetinin Türkiye aleyhinde bir muharebeye bayrak
yapmak ve kendisinin başı üzerinde dâimi bir tehdîd ittihâz etmek maksadiyle
Cem'i ele geçirmek için münazaa ettikleri sırada, kardeşinin uyuşmaz düşmanı
olarak görünmüş veya, ölü veya diri mutlaka ele geçirmeğe çalışmış ise, saltanatının asayişini te’ınîn etmek mecburiyetinde olduğu için ma'zûr demek
olduğu gibi, aile âzalarının idamı kanununun vahşîce tatbiki, haleflerinin mâsûm
kardeş ve yeğenlerini cülus eder etmez öldürmelerine nis-betle, daha az nefreti
celbedecek bir surette vuku bulmuştur.
Bâyezîd saltanatının, biraderi Cem ile muharebeden sonra, ilk muharebesi II.
Mehmed tarafından İtalya'da başlanılmış olan seferin devamı ve Bosna, Sırbistan
valileri tarafından Dalmaçya ve Macaristan'da münferit surette vukua getirilen
cevelânlardır. Otranto fâtihi Gedik Ahmed, II. Mehmed'in vefatı neticesinde,
yarımadadan ayrılmıştı; halefi Hayreddîn (4)', parlak bir müdâfaaya rağmen,
Kalabur şehrini —Sırbistan'a çekilmek şartıyle— nihayet Dük dö Kalabr'a
teslime mecbur oldu (10 Eylül 1481). Bununla beraber Dük manâsız bahanelerle
binbeşyüz Türk'den mürekkep bir fırkayı alıkoymuş ve sonraları İtalya
muharebelerinde bunlardan pek çok istifâde etmiştir (5). Dalmaçya'da Sırbistan
beğlerbeği İskender Paşa, Fâtih ile akdedilmiş olan ahidnâmenin yeni sultan
tarafından uzatılma(2)
(3)
(4)
(5)
Neşrî, varak: 250.
Semâil-nâme, Cem'i bizzat görmüş olan Bosio der ki: «Burnu o kadar kıvrık ve o
kadar kavisli idi ki hemen üst dudağına gelirdi.» Verto.
İtalya müverrihlerinin «Ariadeno» dedikleri.
Sismondi, 9, s. 201; Rokoe (Roscoe), X. Leon, 2, 9. Birincisi Jacobi Vola-terrani
Diarium'dan. s. 146, ve Gianonne'nin Medeniyet TârUıi'nden, 1, 28, 613, nakleder;
ikincisi Muratori'den, Şuûn, c. 5, 9, s. 37, nakleder.
OSMANLI TARİHİ
319
dıkça halefi için icrasının mecburî olmadığını ileri sürerek, Zârâ mıntıkasını
hasara uğrattı (6). Venedik hükümeti Pâdişah'a tebriklerini arzet-mek ve Sultân
Mehmed ile akdolunan muahedeyi (les Capitulations) yenilemek üzere şövalye
Antonyo Vetorini'yi İstanbul'a gönderdi. Lâkin müzâkereler müşkilâta mâruz
kalarak, ancak ertesi sene neticelenebildi. Ra-güza Cumhuriyeti'nin sefareti daha
müsaadeli bir surette kabul olunarak, Ragüza'nın o zamana kadar mâlik olduğu
imtiyazların tasdikinden başka, senelik verginin üçbin dukaya indirilmesine
muvaffak oldu (7). Bosna'da sancak beği Yâkûb, Rizano, Pusretinça, Kosk
(Kosak) hisarla-rıyle Ragüza'ya âit Barstavik kalesini ele geçirdi; İskender Paşa
dahî Semendire ordugâhından Macaristan'a akınlar yaptı. Türkler'i arazîlerine
ric'at ettirmek için Macaristan ordusu umûmî kumandanı Pol Kiniş otuz-ikibin
kişi ile Tamışvar'dan çıktı; Tökeli ailesinden Nikola ve Andıre kumandalarında
bulunan yüz süvari çok ileri gitmiş olduklarından (2 Teşrinisani 1481) dört
mislinde bir Türk fırkası tarafından orman içinde sarıldı; biri ileri gelenlerinden
olmak üzere elli kişi savaş meydanında kalarak diğerleri az çok ağır yaralı
oldukları halde, orduya iltihak ettiler. Kiniş Tuna'yı geçerek Kolombaç üzerine
yürüdü. Dışarıya hücum eden bin Türk süvarisi tamamen kati veya esir edildiler.
Kiniş esirlerin cümlesini karşısına getirterek bir tanesinden mâadasını kılıçtan
geçirtti. Bu kıtal sırasında Macaristan rüesâsından Yakiş Semendire kumandanını
Kolombaç kapılarına kadar takip etti ve orada yakalayarak idâm ettirdi. Kiniş
ordusunun Ruzgonili Ladislas ile bir Sırp despotunun kumandasında bulunan
diğer bir fırkası Tuna'yı geçerek ordunun asıl kısmını takviye etti. Ordu bu
iltihakdan sonra Krozvaç nehrine kadar ilerledi. Kiniş, oniki gün civardaki boş
yerleri hasara uğratarak, nehrin üç geçit yerinde bulunan Kevi, Haram, Bozazin
(8) kalelerini tahkim etmekle beraber daha sonra ellibin Sırplı ve bin Türk esîr ile
çekildi. Diğer taraftan İskender Paşa, Alî Paşa, Malkoç-oğlu Tuna'da Semendire
karşısında bulunan adaya istihkâm verdiler (9).
Ertesi senenin başlarında (16 Kânûnısânî 1482) Bâyezîd Venedik ile yeni
ahidnâmeyi imza etti. Venedik, bununla senelik onbin duka vergi(6)
(7)
(8)
(9)
Avusturya İmparatorluk ve 'kraliyet hanedanı hazîne-i evrakında Marini Noto'nun
şuûnunda: «Scenderbassa scoregia il territorio di Zara dicendo che era in pace col
padre, et non con questo Signore» (İskender Paşa sulhun şimdiki pâdişâh ile değil,
babasiyie akdedilmiş olduğunu beyân ederek Zara'yı talan etti) diye yazmaktadır.
Engel, Ragüza Târihi, s. 187.
Katona'da «Korvini»nin mektupları, 80, s. 395. Şimek, Bosna ve Ragüza Târihi.
Korvini, mektubunda bunları «Alibeg, Zkenderbassa, Mankotsenicz» diye yâd eder.
320
HAMME
R
den kurtuluyor, fakat Osmanlı gümrüğüne medyun olduğu ellibin dukanın üç taksitte
ödenmesini taahüd ediyor, bütün ticarî eşyası üzerinden yüzde dört resm-i ihdâl (idhâl
vergisi) itasına muvafakat ediyordu. Buna mukabil pâdişâh dahî Osmanlı ordularının son
musalehadan beri verdikleri zayiatın Venedikliler'e tazminini, o zamandan beri esaretle
getirilen Hıristiyanların iadesini, Venedik'in ticâretinin Osmanlı silâh gücü ile himayesini,
Venedik'in civarda bulunan müstemlekelerinin hududunun eskiden tâyin olunduğu gibi
bırakılacağını kabul ve taahhüd ediyordu (10). îşte Venedik siyâseti, Pâdişah'ın —tahinin
Anadolu'da Cem tarafından tehdit edilmesinden dolayı— bulunduğu tehlikeli vaziyetten istifâde ile bu müsait şartlan sağlayabilmiştir. Bu senenin geri kalan kısmını hemen kamilen
Karaman seferi işgal etti. Sultân Bâyezîd, bu seferin sonunda İstanbul'a avdet etti (1
Ramazan 887/14 Teşrinievvel 1482). Avdetinden beş hafta sonra (6 Şevvâl-18 Kânunıevvel),
sarayında büyük bir ziyafet çekti, buna bütün vezirlerini davet etti. Dönmelerine ruhsat
verdiği sırada hepsine hil'at giydirilerek, yalnız Kefe ve Otranto fâtihi ve Cem ile Kaasım
Beğ'in galibi Gedik Ahmed Paşa istisna edildi ve ona sırmalı kaftan yerine acilen
öldürülmesine alâmet olmak üzere siyah ketenden bir kaftan verildi. Pâdişah'ın işareti
üzerine bir dilsiz, Ahmed Pa-şa'yı hançerle öldürdü. Bu vak'a ansızın zuhur etmiş bir hiddet
eseri değil, çoktan beri tasavvur olunmuş bir intikam idi (11). Sultân Bâyezîd, daha
babasının hayâtında Ahmed Paşa'nın kaba ve sert tabiatından müteessir olmuştu. Çünkü bir
muharebe günü kötü hareketinden ve emri altındaki askeri maharetsizlikle taksim etmiş
olmasından dolayı şehzadeyi tenkîd ve takbih etmişti. Bâyezîd bu cür'etine pişman edeceğini
söyleyerek tehdîd etmesi üzerine Ahmed:
— «Bana ne yapabilirsin? Babamın ruhuna yemîn ederim ki bir gün tahta nail
olursan senin hizmetin için kılıç kuşanmam.» cevâbını verdi. Vaktâ ki Gedik Ahmed Paşa
Otranto kumandanlığından davet olunarak Yenişehir muharebesinde ilk defa olmak üzere
Bâyezîd'in huzuruna çıktı, kılıcı ber-mutâd beline bağlanmış olacak yerde âtının eyer kaşına
asılmış idi. Pâdişâh:
— «Üstadım, sen pek eski şeyleri hatırına gefiriyorsun; gençliğim zamanının hatâlarını
unut; kılıcını kuşan ve düşmanlarımın aleyhinde kullan.» dedi.
Ahmed ile Pâdişâh arasındaki bu zahirî barışma, Bâyezîd'in intikam
tasavvurlarını unutmasmdan ziyâde Karaman'da kardeşi Cem'e karşı edecek
olduğu
muhataralı
muharebede
vezirinin
askerî
maharetine
muhtâc
olmasından neş'et ediyordu. Lâkin Ahmed Paşa'nın iştigâl vâsıtası ve ha--------------------------- ;-------- 4
(10)
(11)
Lojiye, Venedik Târihi, 7, s. 377.
Engel, Ragüza Târihi, s. 285, 286.
OSMANLI TARİHİ
321
yatı harbden ibaret olarak, Pâdişâh ise sükûnet taraftarı olduğu cihetle, Gedik
Ahmed Paşa Venedik ile akdolunan sulhu şiddıetle takbih ettiği gibi, Rodos
Şövalyelerimin elçileriyle icrasına me’ınûr olduğu müzâkereden çekilmiş ve
Pâdişâhsın, biraderinin esareti için tarikata senelik bir vergi vermek suretiyle
milletin vekarını ayaklar altına aldığından dolayı alenî şikâyetlerde bulunmuştu
(12). II. Mehmed'in irtihâlinde ve kendisinin Bursa'dan avdetinde iki defa
Yeniçerilerin isyanını altın ve bir takım vaadlerle teskine mecbur olan Bâyezîd,
defalarca muzafferiyetlerine rehber olan kumandanın (13) hasmâne tutumunun,
Yeniçeriler üzerinde saltanat tacını muhataraya koyacak bir te'sîrde
bulunmasından —pek de yersiz olmamak üzere— korktu. Gedik Ahmed'in,
kayınpederi İshâk Paşa ile ittifak ederek Pâdişâh'ın iltifatını kazanmış olan Hızır
Beğ-zâde Mustafa Paşa aleyhinde tertîb ettiği hiyleler Sultân Bâyezîd'in kalbinde
veziri hakkındaki eski infiallerinin hâtıralarını yeniledi ve haylî vakitten beri
düşman olarak telâkki ettiği bu hizmet-güzârından kurtulmağa karar verdirdi.
Gedik Ahmed Paşa'nın katliyle son bulan ziyafetin ahvâl-i muhîtasmı meskût
geçiyoruz. Osmanlı müverrihleri bu hususta büsbütün suskun oldukları gibi,
Avrupalılar tarafından verilen tafsilâtın sıhhati hiç olmazsa şüphe götürür (Not:
1). İdrîs'e nazaran (14), Gedik Ahmed Paşa'nın ansızın idamı bir ziyafette değil,
Edirne yolu üzerinde vuku bulmuştur; yalnız şurası muhakkaktır ki, bu vak'ayı
müteâkib devletin Avrupa'da ikinci payitahtı olan Edirne'de Yeniçeriler'in bir
isyanı vuku bulmuş ve Edirne valisinin ziyâını icâb ettirmiştir (15).
Az bir müddet sonra İshâk Paşa vezîr-i âzamlıktan azl ile yerine Anadolu
beğlerbeği Dâvud Paşa tâyin olundu (16). Bu Dâvud Paşa, is(12)
(13)
(14)
(15)
(16)
Kaorsen, «de foedere cum Bajazite».
Âlî, varak: 155, Ahmed'in idâm sebebi olmak üzere, İdrîs ve Sa'dü'd-dhVe mugayir olarak,
kaba tabiatlı oluşu ve sarhoş iken tahkir edici sözler söylediğini beyân eder.
İdrîs, varak: 240.
Sultân Bâyezîd 880 Ramazanının birinci gününde Edirne'ye gitmişti. Şev-vâl'in altıncı günü
gecesi «Saray-i Cedîd»de işret meclisi toplamış ve gece yarısına kadar eğlence ve zevkle
vakit geçirdikten sonra, o gece diğer vezirlerin taltifi sırasında Gedik Ahmed Paşa idâm
olunmuştur. İdrîs-i Bitlîsî, bu idamı, Hızır Beğ-zâde Mustafa Paşa’nın hiyle ile katlettirilmiş
olmasına hamleder. O aralık İshâk Paşa dahî azl ile mütekaiden Selânik'e gönderildi. Bâzı
müverrihlerin rivayetine göre, Ahmed Paşa’nın katlinden sonra Yeniçeri kavga edip Edirne
subaşısını öioürdüler. (Tâ-cü't-Tevârîh'den hülâsa, c. 2, s. 24 ,25). İfâdeye bakılırsa «Saray-ı
Cedîd» Edirne'deki saray olacaktır. Mütercim.
Sa'dü'd-dîn, Yeniçeri hadisesinden dolayı Dâvud Paşa’nın da azledildiğiHammer Tarihi, C: 11. F.: 21
322
HAMME
R
mini verdiği mahalle ile bir cami (17), bir medrese, bir imaret inşâsiyle nâmını
ebedîleştirmiştir. Vezîr-i âzamin camii İstanbul'un Avrupalılar'a ikametgâh olan
mahallelerinin güney ucunda tatlı bir yokuş üzerinde muhteşem bir surette
yükselmiştir. Yokuşun eteklerinde uzanan Dâvud Paşa sahrası, Avrupa
seferlerinde toplanma ve buluşma mevkîidir. Nasıl ki Üsküdar sahrası da Asya
seferleri için bu hizmeti görür (18). Bâyezîd'in zamanında Dâvud Paşa sahrası —
ki birçok Bizans İmparatorlarının burada «meydân-ı mülâebât» (eğlence
meydanı) fırkaları tarafından saltanatları ilân ve tâc giyme merasimleri icra
olunmuştur— «Hebdomon» (19) diye isimlendirildiği gibi, o civardaki saray ve
mahkemeye dahî o isim verilirdi. Avrupa taraflarına yapılan seferlerde
Peygamberin Sancağı orada bulunarak, Padişah orduyu bu sahraya kadar teşyi ve
avdetinde yine oradan istikbâl eder. Diğer birkaç vezîri âzam da camiler inşâ
ettirmişlerdir. Sonraları bunlardan ikisi (Pîrî ve Kaasım Paşalar) birer mahalle
yaptırarak, bunlara kendi isimlerini vermişlerdir. Lâkin Dâvud Paşa camii ve
Hayreddin Paşa (Barbaros) türbesi çıkış mahalli olarak bilhassa şöhret
kazanmışlardır ki, birincisi orduların, ikincisi donanmaların sefere çıkış
yerleridir.
1483 (888) baharının (20) başlarında Bâyezîd —saray erkân ve hademesi
refakatinde olduğu halde— Sultân Mehmed'in (ele geçirmek mak-sadiyle) hasara
uğratmış olduğu Morava kalelerini müdâfaa durumuna koymak üzere Filibe'ye
gitti (Not: 2). Filibe'den Köstence'ye, Samakov'a, Çamurlu'ya, Sarıyar'a, Sofya'ya
gitti. Asker kalelerin tekrar inşâsiyle meşgul olduğu sırada Bosna Beğlerbeği
Mustafa Corceviç, Hersek'i istilâ etti etti ki, bu mıntıka o zaman sûret-i
kat'iyyede Osmanlı ülkeleri dâiresine girmiştir. Babaları Etienne Vlatko'nun
vefatından beri memleketi aralarında taksim eden iki kardeşten Kosarik Vlatko
Ragüza'ya kaçtı. Pâdişâh ile vezîr-i âzamin infialini izâle için hediye olarak zât-i
şahaneye oniki-binbeşyüz, vezîr-i azama beşyüz duka altını İstanbul sarayına
geldi (21). Morava kalelerinin takviyesi sırasında kendisinin hudud üzerinde
bulunmasından istifâde ederek mütârekenin yenilenmesi için Macaristan Kralı
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)
ni ve fakat az bir müddet sonra mevkiine tekrar iade edildiğini yazar, (s. 25)
(Mütercim).
Hadîkatü'LVüzıerâ, 1, Osman Efendi'nin eseri; Câmî, 889/1484'de binâ olunmuştur.
İstanbul ve Boğaziçi, 2, s. 12-15 (Haydarpaşa tarafları ki, Ayrılık Çeşmesi de son
uğurlama ve ayrılma mevkii olacaktır. Mütercim.)
Hebdomon «yedinci tepe», yâhud «Yedinci tepenin nişane (nişânfcaşı) si» demektir.
B*zim târihlerde hicrî sene baharı denildiği zaman o seneye tesadüf eden rebî mevsimi
(bahar mevsimi) kasd olunur. Mütercim.
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, İdrîs, Neşrî.
OSMANLI TARİHİ
323
Korvinus ile müzâkere arzusu gösterdi. O zaman Bohemya'da harble meşgul olan
Korvinus bu arzuyu memnuniyetle kabul etti ve beş senelik bir mütâreke
akdedildi (22). Yine bu aralık Venedik, geçen sene akdolunan sulh muahedesinin
tasdiki için Domeniko Bollani ile kardeşi Françesko Orelio'yu sefir sıfatıyle
gönderdi (23). Yine bu senenin nihâyetinde Karaman hükümdarlarının son erkek
evlâdı olan Kaaslm Beğ ile o zaman Karaman vilâyeti valisi bulunan Bâyezîd'in
şehzadesi Abdullah vefat ettiler. Cem'in hezimetinden sonra Pâdişâh’ın Kaasım
Beğ'e bırakmış olduğu Taş-ili hükümeti zeamet olmak üzere Kaasım Beğ'in
torunu Turgud oğlu Mehmed Beğ'e verildi (24).
Ertesi sene, yâni 1484 Mayıs’ının birinde (4 Rebîülahır 889) Bâyezîd Edirne'ye
azimetle (25) —son olarak Macarlar'la akdolunan mütârekeye dâhil olmayan—
Boğdan üzerine yürümek için tertibata başladı. Muhasara topları Karadeniz'den Tuna
ağzına gönderildi. Pâdişâh Edirne'de ikameti esnasında kendi nâmını taşıyan camiin
temelini attı (23 Mayıs 1484 -26 Rebîülahır 889). Bundan başka Tunca üzerinde bir
medrese, bir imaret, ve —o zamana kadar Edirne ahâlîsinin mahrum bulundukları—
bir has-tahâne inşâ ettirdi. Ahşab çarşı bir ay önce (26) yanmış olduğundan, dönüşünde bitmiş görmek üzere, kârgir olarak inşâsını emretti. 27 Hazîrân (2
Cumâdelahırî) târihinde ordu İshaklı, yahut İsakçı denilen mahalden geçerek Eflâk
Voyvodası burada muahedelere uygun olarak yirmibin kişilik bir muavin kuvvet ile
orduya iltihak ve hâk-i pây-i şahaneye vergisini takdîm eyledi (27). 6 Temmuz'da (11
Cümâdelahirî) Kiliya kalesini karadan, denizden muhasara ile Temmuz'un onbeşine
tesadüf eden çarşanba günü zaptetti. Bâyezîd, Kiliya (Kili) dan Akkirman üzerine yürüdü. Ve yol esnasında Mingli Giray Han kumandasında ellibin Tatar'dan mürekkeb
bir yardmıcı kuvvet aldı. Osmanlı saflarında harb eden ilk Kırım askerleri bunlar
olmuştur. Kiliya’nın zabtından dokuz gün sonra (29 Cümâdelahirî - 24 Temmuz)
ordu Akkirman duvarları önüne vâsıl olarak, şehir onaltı gün muhasaradan sonra
(Not: 3) kapılarını açtı (28).
(22)
(23)
(24)
(25)
(26)
(27)
(28)
Bâyezîd'in mektubu ve Korvinus'un cevâbı Katona'da münderictir, c. 12, 16, s. 525.
Marino Sanato'nun «Şuûn»u.
Sa'dü'd-dîn, 3, s. 475. Solak-zâde, 70. Nuhbetü't-Tevârîh. Hacı Kalfa'nın Takvîmü'tTevârîh'i bu vekayii 888 senesinde göstererek bir güneş tutulması ve Mekke'de su taşkını
ile tesadüf ettirir. (Turgud-oğlu —ki Tâcü't. Tevârîh'de ismi Mahmûd'dur— Kaasım
Beğ'in kızından torunu idi. Onu Karaman Beğliğine oturtan Karaman ümerâsıdır.
Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 41. Mütercim.)
Engel, Eflâk Târihi, s. 182.
Sa'dü'd-dîn, 2, 474.
Engel, Eflâk Târihi, s. 182.
Kiliya’nın, bizim târihlerimizde «Kjlbnin ele geçirilmesi 11 Cümâdelahirî
324
HAMME
R
Pâdişâh Kırım Hânı'na bir sırmalı kalpak (29) vererek kıymetli hediyelerle terhis
eyledi. Kendisi de altı gün sonra (22 Receb - 15 Ağustos) Ak-kirman'ı terk ile
Kiliya tarafına geçip, gelirken geçtiği yoldan, yâni —Osmanlı saltanatının
kuruluşundan evvel Saltuk Dede'nin Türk Selçuklularından bir miktarını getirip
yerleştirmiş olduğu— Tataristan Dobruca-sı'ndan avdet etti (30). Eflâk seferi
esnasında yedibin kişilik bir akıncı fıı kası Hırvatistan, Karinti, Karniyol
mıntıkalarını istilâ ile Sen-Veyt'e kadar ilerlemiş ve oradan onbin ahâlîyi esîr
olarak getirmişti. Ancak Hırvatistan «ban»ı Lopo Volkoviç ve Frangipan Kontu
Bernar, esirleri geri almak ve bir sene önce îvan Zarini ile Misel Seloinin
Volkoviç ile ittifak ederek nail oldukları galibiyetten aşağı olmayan bir
muvaffakiyetle Türkleri ric'ata mecbur bıraktılar (31).
Sultân Bâyezîd Edirne'ye avdetinde Filibe'yi —II. Mehmed zamanında
Rodos muhasarasına kumanda etmiş olan— ikinci vezir Mesih Paşa'ya tekaüdiye
olmak üzere tahsis etti; yine o sırada İskender Paşa'yı Rumeli eyâletinden azl ile
yerine Semendire vâlîsi Hadım Alî Paşa'yı tâyîn etti (32). Kışın sonunda Pâdişâh
Edirne'den ayrılarak Çöle Dağı (M.İ. 1) üzerine çekilerek orada (1486)
Macaristan Kralı ile Mısır Sultâm’nın ve Hind Şâhı'nın sefirlerini (33) kabul etti.
Hediyeleri fillerden, zürâfalar-dan, ince baharattan, altından mürekkeb olan Hind
elçisi Sultân Bâye-zîd'e efendisinin tebriklerini teblîğ etti. Macaristan elçisi son
muahedenin tasdiknamesini getiriyordu. Mısır elçisi de Sultân tarafından Cem
hakkında gösterilen misafirperverlikten ve Şehzâde'nin hacca gidişinde himayesinden dolayı i'tizâra me’ınûr idi. Bâyezîd birincisini büyük bir ihtiramla kabul
etti. Macaristan elçisi bu tercîhden müteessir olduysa da; Çerkeş Sultâm’nın
elçisine tekaddüm etmekle teselli buldu (34). Sefirlerin ikametleri esnasında,
Sultân Bâyezîd'in Kiliya ve Akkirman fethine dâir Türkmen hükümdarı Uzun
Hasan'ın oğlu ve halefi Yâkûb'a gönderdiği nâmenin cevâbı geldi (35). Bu iki
mektup İrânîbelâgatin muhbesi idi; Pâdi-
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
(35)
ve Akkirman'ın 16 Receb 839 târihleridir. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 43. Hoca' nın rivayetine
göre, A ıkirman m otuz senelik zahiresi ve pek çok emvali var imiş; hendek de gayet
derin imiş. (aynı sahîfe). Mütercim.
«Ak börk ve sırmalı üsküf», Sa'dü'd-dîn. (Mütercim).
Sa'dü'd-dîn, 3, arak: 477. Luıtîî Paşa, Oğuz-nâme bidayetinde. Sarı Saltuk Dede
Tataristan Dobrucası'na, 662 (1263)de gelmiştir.
Valuasor ve Mejizer.
Engel, Macaristan Târihi, «Caesarem Turcarum vayvodatum de Zendere (Semend're)
familiari suo Alibek vayvodatum autem de Bodon (Vidin) cuidam Malkowich
contulisse.»
Sa'dü'd-dîn, 3, 476. Münşeât-i FeHdûn.
îdrîs, varak: 235.
İdrîs, varak: 231.
OSMANLI TARİHİ
325
şâh'ın nâmesi, kâtibi İranlı Hâce Seyyid Mehmed Şîrâzî ve Yâkûb'un mektubu o
zaman Uzun Hasan'ın oğlunun sarayında tevkî'î hizmetinde bulunan İdrîs
tarafından kaleme alınmış idi. Bu münâsebetledir ki Bâyezîd İdrîs'in âlimâne ve
mâhirâne yazı üslûbuna hayran olarak kendi sarayına alıp da devletinin târihini
ona yazdırmayı şiddetle arzu etmiştir. Fî'l-hakîka, daha sonraları İdrîs bu târihi
yazmıştır. Bu sırada Boğdan Voyvodası Ak-kirman'ı istirdada kalkıştığından
Bâyezîd Rumeli beğlerbeği Alî Paşa'ya Boğdan ve mülhakatının zaptedilmesini
emretti. Boğdan'a asker sevkı ertesi sene Silistre kumandanı Balı Beğ Malkoç*
tarafından tekrîr olunmuş ve Balı Beğ birçok akıncı ile birlikte Prut'u geçip esîr
ve hayvan olarak zengin ganimetlerle dönmüştür (36).
Şimdiye kadar, Bâyezîd saltanatının ilk senelerini dolduran vekâyie göz
attık. Avrupa tarafında vukua gelen askerî sevkıyatı sür'atle gözden geçirmiş
olduğumuzdan, Asya tarafına dikkatimizi çevirmek zamanî gelmiştir. Bu kıt'ada,
Osmanlı pâdişahlarıyle Memlûk sultânları arasında ilk defa olarak harb
kıvılcımları zuhur etti. Bâyezîd —âsâyîşe meyyal tabiati-ne rağmen— Mısır'ın
Karaman ülkesinde her an ziyâdeleşen istilâlarına bir mukavemet şeddi te'sîsini
icâb ettiren kuvvetli sebeplere uygun şekilde harekete mecbur kaldı. II.
Mehmed'in saltanatının son zamanlarında Memlûkler'le Osmanlı Devleti
arasındaki münâsebet husûsî bir surette soğuklaşmıştı: Melik Eşref Kaytbay, hac
yolundaki çeşme ve mahzenlerin (37) kendi parasıyle tamiri hakkında Fâtih
tarafından vuku bulan teklifi reddetmiş, Dülkadir hanedanından bir hükümdârzâdeye —II. Mehmed'in »himâyesi altına aldığı bu aileye karşı— yardımcı
olmuştu. Bundan başka Bâyezîd nezdine sefaretle gönderilen, Hindistan Pâdişâhı
Beh-menşâh'ın vezîr-i âzami Mısır ülkesinden geçerken tevkif olunarak, Osmanlı
Pâdişâhına takdîm edecek olduğu kıymetli eşyanın büyük kısmı elinden
alınmıştı. Cem'in Kaahire'de gördüğü misafirperverlik, Adana VP Tarsus civarında
Ramazan-oğulları'ndan birçok kalelerin zabtı, hacılar hakkında icra olunan
mütemâdi zulümler yaygın şikâyetlerin sebeblerine eklendi. Karaman Vâlîsi
Karagöz Paşa, Ramazan-oğulları'ndan alman kalelerin geri alınmasına me’ınûr
edildi (38) (Cümâdelulâ 890 - Nisan 1490). İşte bu hâdise, I. Selî mzamânında
Memlûkler saltanatının mahvı ve Mısır'ın fethi ile hitâm bulan muharebeye
başlama işareti olmuştur.
Küçük Asya ve Suriye hududu —ki burada Toros Dağları eteklerinden denize
kadar uzanır— muharebe mevkii oldu. Türkmen ailesinden şu
(36)
(37)
(38)
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 478. İdrîs, varak: 234. Âlî, Bâyezîd Saltanatının birinci ve sekizinci
faslı. Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, Ravzatü'l-Ebrâr, Neşrî, varak: 244.
«Mesâlik-i hacda olan berkeler», Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 46. Mütercim.
Sa'dü'd-dîn, 3, s. 420. Solak-zâde, 71, Neşri, 242, İdrîs, 229, Nuhbetü't-Tevârîh, Alî, Bâyezîd
Saltanatından Dokuzuncu Fasıl.
326
HAMME
R
vak'alar sırasında nazar-ı dikkatimize mâruz ve Avrupalı müverrihlerce
mevcudiyetleri bile bilinmeyen (39) Ramazanoğulları ikiyüz sene bu zirveler
üzerinde hüküm sürmüşlerdir. Osmanlı saltanatının kurucusunun ceddi Süleyman
Horasan'a dönerken Fırat geçidi ve Ca'ber yakınında boğulduğu zaman oğulları
kuzeye yönelmiş ve hepsi Üç-ok Türkmen kabilesinden olan yedi arkadaşı
aileleriyle birlikte Çukurovada yerleşmiştir. Bunlar Yüreğir, Koşun, Varsak,
Karaisâ, özer, Gündüz, Kış Timur idi (40). Bu aşiretin reisi Yüregir oldu; o
taraflarda ikamet eden Ermenîler'den Adana, Masis, Tarsus civarında hayvan
otlatma hakkını alarak Bucak-oğlu Ramazan'a iltihak etti. Ramazan, Kosun'a
kışlak olarak Asarlık ve yaylak olarak Gülek Dağı'nı tahsis etti. Hayvanlarını
mevsime göre gâh ovalarda, gâh tepelerde otlatırlardı. Bu suretle Kış Timur, yaz
ile kışı Tarsus ile Bulgar Dağı'nda (Bolkar dağı) Gündüz Sis ovasıyle Masis Dağları'nda, Ramazan Adana vâdî ve yaylalarında geçirirlerdi. Üç-oklar bütün ovalık
mahallerin hâkimi olmakla beraber, henüz Ermenîler'i söylediğimiz şehirlerden
uzaklaştıracak kadar kuvvetli değil idiler. Ancak elli sene sonradır ki, Özer'in
torunlarından Dâvud bu tasavvuru icra için Mısır Sultânı Şeyh Ahmed'den
yardım istedi. Sultân, bu talebi müsâadekâ-râne kabul ederek, asker gönderdi. Bu
asker ise memleketi Sultân'ın hesabına ele geçirdiler; Davud'a memleketin beği
unvanından başka birşey bırakılmadı. Davud'un gösterdiği misâl, diğer aile
reislerine nümûne-i imtisal oldu: Gündüz-oğulları Ayas kalesini Sultân'ın
askerine bırakarak Mısır'a iltica ettiler; Ramazan-oğlu İbrahim de Mısırlılar'ı
davet ve Adana ve Sis ele geçirilmek için yardım edildi. Nihayet Kış Timur'un bir
oğlu Tarsus'un zabtını kolaylaştırdı. Şu suretledir ki, Şeyh Ahmed hemen hiç
harb etmeksizin Küçük Ermenistan'ın en müstahkem altı kalesini, yâni Ayas,
Gülek, Sis, Masis, Adana ile Tarsus'a (Not: 4) ve daha sonraları —Suriye
boğazlarının korunağı ittihaz ettiği— diğer birçok hisarlara kadar hükümranlık
dâiresini genişletti.
Karagöz Paşa —yine Gülek nâmındaki boğazın medhâlinde kâin— Gülek
kalesi üzerine hücum etmek için Karaman'dan hareket etti: Onun yolda
bulunduğu sırada Alan-kaş, Molen kaleleri ahâlîsiyle Tarsus'un ileri gelenleri ve
Türkmen aşiretleri reisleri olan Kış Timur, Koşun (Not: 5), Karasa Karagöz
Paşa'nın sancağı altına koşup geldiler. Dört kale, yâni Gülek, Alan-kaş, Molen,
Pirsbert Karagöz Paşa'ya teslim olarak Osmanlı Devletine muayyen bir vergi
vermeyi taahhüd ettiler. Lâkin diğer
(39)
(40)
Dögini (De Guignes) bile bunların mevcudiyetinden haberdar değildir.
Âşıkpaşa-zâde (Vatikan Kütüphanesi nüshası), s. 517. Mısır muharebesi sebebleri için
527'inci sahîfeye müracaat. (Sa'dü'd-dîn'de Yüregir, Koşun, Kaştimur (veya
Kuştimur), Varsak, Kara-tsâ, Özer, Gündüz, c. 2, s. 48. Mütercim.)
OSMANLI TARİHİ
327
bir noktada Osmanlı ordusu —bu seferde birbirini tâkib eden— üç bozgunluğun
birincisine uğradı. Dülkadir hâkimi Alâü'd-devle'ye imdâd için Sultân Bâyezîd
tarafından gönderilen Yâkûb Paşa Malatya'ya doğru giderken Mısır Sultânı'nın
imrâhoru Biş Beğ'in kurmuş olduğu bir tuzağa düştü. Heme kadar evvelce
Alâü'd-devle ile birleşmiş ise de mağlûb ve büyük bir zayiatla ric'ate mecbur
oldu (41). Karagöz Paşa Adana ve Tarsus civarında ele geçirdiği kalelerin
müdâfaasını Mûsâ Beğ ile Bâyezîd'in kayın biraderi Ferhâd Beğ'e tevdî etti.
Ancak Paşa’nın nail olduğu muvaffakiyet, kendisini zafer sarhoşluğuna gark
etmiş ve nefsine cesurca bir itimâd duymasına sebep olmuştu. Emîr-i Kebîr,
diğer bir unvanla Mısır askeri başkumandanı Öz Beğ ve Haleb Beği Temrüz (42)
büyük bir kuvvetle —körükörüne bir emniyet içinde taraf taraf dağılmış
bulunan— Tarsus ve Adana muhafızlarını basarak Musa ve Ferhâd beğlere
Sa'dü'd-dîn'in tâbirince şerbet-i şehâdeti nûş itdirdükden sonra (43) bunları oralardan tard ettiler (44). Bu iki mağlûbiyetin intikamını almak için Anadolu
Beğlerbeği Hersek Ahmed Paşa ordunun başkumandanlığıyle Tarsus ve
Adana'ya gönderildi; Karagöz Paşa ile Hızır-beğzâde Mehmed Paşa onun
kumandası altında idi. Birincisi Karaman Vâlîsi olmak ve ikincisi Ahmed
Paşa'dan yaşlı bulunmak cihetiyle bu yeni kumandanın emri altına girmekten
münfail oldular: Düşman üzerine yürünüldü; lâkin Ahmed muharebeye başladığı
halde Karagöz ve Mehmed kavganın lâkayd seyircisi olarak kaldılar; Ahmed
Paşa fevkalâde hamaset örnekleri göstermekle beraber mağlûp ve esîr oldu.
Öteki iki paşa Adana ve Tarsus kalelerini Mısırlılarda bırakarak kaçtılar
(891/1486) (45). Sultân Bâyezîd bir kaym biraderinin ölümüne ve diğerinin
esaretine yolaçan bu mütekerrir mağlûbiyetlerden asla me'yûs olmayarak ve-zîr-i
âzam Davud Paşa’nın kırkbin Yeniçeri ve bütün kapısı halkıyle Karaman
hududuna yürümesini emretti. Rumeli Beğlerbeği Hadım Alî Paşa dahî
Semendire'den hareketle vezîr-i âzamm ordusuna iltihak için Gelibolu'dan
gemilere binmeğe me’ınûr oldu. Dâvud Paşa Karaman hududu üzerinde ve Koca
Kale yakınında Aladağ (Tarsus) eteğine vâsıl olunca (Not: 6) Dülkadiriyye Beği
Alâü'd-devle istikbâline gelerek hareketi istikametinde devam edecek yerde —
Kaasım Beğ'in kızından torunu Mehmed Beğ'in isyan çıkarmış olduğu— Varsak
ve Turgud aşiretleri arâzî(41)
(42)
(43)
(44)
(45)
Sa'dü'd-dîn, 3, 482. Solak-zâde, varak: 81, Âlî, 9. Fası!.
Sa'dü'd-dîn'de «Temraz» (veya Temerrüz) (Mütercim)
Sa'dü'd-dîn’ın aynen tâbiri şudur: «şehd-i şehâdet-i tecerru'yile» (c. 3, s. 51) Mütercim.
Sa'dü'd-dîn, 3, 482. Solak-zâde, varak: 71. Âlî, 9. fasıl.
Sa'dü'd-dîn 3, 487. Solak-zâde, 71, Âlî. Hacı Kalfa, Takvünti't Tevârîh'de şu bozgunluğu
892 senesinde gösterir.
328
HAMME
R
sine gitmesini tavsiye etti (892/1487), Vezîr-i âzam bu re'ye uyarak kumandası
altında bulunan Rumeli ve Anadolu beğlerbeğilerinin —birincisi Tarsus
yolundan, ikincisi Alaşyurdu Boğazımdan— Karaman’ın içerisine dâhil oldukları
sırada, Bulgar Dağı'nı geçerek Varsak arazîsini istilâ etti (Not: 7). Kaasım Beğ'in
torunu Turgud Mehmed, memleketinin Osmanlı ordusu istilâsına mâruz kaldığını
görerek zevcesi ve çocuklarıy-le beraber Haleb'e kaçtı. Bu aralık Varsak reisleri
itaat arzetmek için ta-kımiyle vezîr-i âzamin huzuruna geldiler. Dâvud Paşa
bahadırlığı derecesinde siyasetçi olduğundan, bunları hediyelere boğduktan ve
kendilerine hil'atlar giydirdikten sonra iade etti (46). Mevsim çok ilerlemiş olduğu cihetle Davut Paşa Istabl Çayırımda ordusunu terhis ederek Rumeli'ne
dönüp Vize'de Pâdişâh'ın ayağını öpmek şerefine nail oldu (47).
Vezîr-i âzam, Karaman'ın âsî aşiretlerini itaat altına aldığı sırada Sultân
Bâyezîd İstanbul'da sefirleri kabul ediyordu. Bu sefirlerin, gerek itimâdnâmesinin şekli, gerek maiyyetindeki şahıslar itibariyle en şâyân-i dikkat olanı
İspanya'nın son Müslüman hükümdarının sefiri idi. Benî Ah-mer'den Gırnata
Pâdişâhı olan bu zât, Aragan ve Kastil Kralı Ferdinand tarafından şiddetle tazyik
olunarak gayrimüslimlerin istilâsına karşı «Sul-tânü'l-Berreyn ve Hâkanü'lBahreyn»den istimdâd eyliyordu. Sefirin iti-mâd-nâmesi Elhamra Pâdişâhlarının
bahâdırâne ve şairane fikrine göre yazılmış idi; Müslümanlar’ın düçâr olduğu
ıstırapları, İslâm'ın İspanya'da sükûtunu ve yedi asır bu kıt'ada hâkim olduktan
sonra yakında çıkarılacaklarını bildiren arapça bir kasîde idi. En müessir bir ifâde
şekliyle Müslüman millet ve hükümdarlarının merhametlerini taleb ediyordu
(48). Bâyezîd diyânetperver ve kendisi de şâir olduğu için İspanya sahillerini
tahrîb etmek üzere bir donanma göndermekle cevap verdi. Donanmanın
kumandasını eski hademelerinden bulunan hüsnü mümtazı cihetiyle «Kemâl»
(Not: 8) tesmiye olunarak «Kemâl Reîs» unvânıyle Hıristiyan donanmalarına
dehşet salan amirale verdi. İkinci sefaret, Venedik'ten gönderilmişti (49). Onaltı
yıl muharebeden sonra yedi sene önce II. Mehmed ile sulh akdetmiş olan Antoni
Ferrera ve Ciovanni Dario Pâdişâh'a Vene(46)
(47)
(48)
(49)
Sa'dü'd-dîn, 3, 484, şunları sayar: Buğa oğlı, Ak-baş oğlı, Elvan oğlı, Sümük oğlı, İğdir
oğlı, Artufc, Şeytan oğlı (Bizim nüshada aynen şöyle yazılıdır: «Buğa oğlı, Akbaş oğlı,
Elvan (Ulvan) oğlı, Sümük oğlı (Simek oğlı), ören (veya Evren) oğlı, Ulu oğlı, Arık
Şeytân, Oğuz Beğ oğlı gibi nice boy beğ/eri...»
Sa'dü'd-dîn, 484.
Hacı Kalfa Takvîmü't-Tevârîh'de 882 vakayiinde şunları yazıyor: «Reften Kemâl Reîs
bâ donanma be-gâret-i İspaniye ba'd ez istlmdâd-i Benî Ah-mer bâ kasîde-i garrâ.»
(Müverrihin tercümesi yerine aslından alındı.)
Marini Sanato, 1487 senesi vak* alarmda.
OSMANLI TARİHİ
329
dik'in dostâne teminâtlarını tecdide geldiler (50). Diğer taraftan, Sultân Bâyezîd dahî
Mısır ile muhârib bulunduğu müddetçe Famagusta (51) limanında donanmasının
bekletilmesine müsâade ve Bukolino Küzini'nin devletle açmış olduğu müzâkerelere
devam olunmasını talep etmek me'-mûriyetleriyle Venedik'e bir elçi gönderdi. Marş
mıntıkasında Usimo beldesi Papa'nın eline düşmüş ve bu değişiklik üzerine beldenin
vatandaş payesini hâiz ahâlîsinden biri kendisini hâkim nasbettirmişti. Ancak bu yeni
makamında uzun müddet kendisini tutamıyacağını ve İtalya'nın diğer prenslerinden
himaye göremiyeceğini keşfederek, Sultân Bâyezîd'e şehrin —malikâne suretinde
uhdesine bırakılmak kaydıyle— kabulünü teklif etti (Not: 9). Bukolino'nun —Roverli
Julyen kumandasında bulunan— Papa VIII. İnnosan'ın askerine kahramanca
mukavemeti ile Türkler gelecek korkusu Loranzo Do Mediçi'yi —Hıristiyanlık
hakkında vahîm neticelere yol açması muhakkak olan— bu münazaaya bir son
vermek için müdâhaleye ikna etti. Türkler bir kere Roma hükümeti memleketlerinde
yerleşince bir daha çıkarılabilmeleri pek meşkûk idi. Mediçi, öyle bir düzenleme şekli
buldu ki, bu akdin hükmünce Bukolino, şehri ye-dibin filorin mukabilinde Papa'ya
iade edecekti. Bundan dolayı rûhânî sıfatlı hükümdar Usimo'yu elde etti; Bukolino,
Floransa'dan Milân'a giden yol üzerinde tevkif olunarak muhakeme edilmeksizin
asıldı (52). Venedik Senatosu, Venedik ile Mısır arasında sulh mevcut olduğunu ileriye sürerek, Osmanlı donanmalarının Famagusta'da beklemesine müsâade
edemiyeceğini özür dileyerek beyân etti. Yine o elçi, yahut yine Venedik'e gönderilen
diğer bir sefir Pâdişah'ın derin saygılarına işaret olmak üzere Mediçi'ye nâdir
hayvanlardan mürekkeb kıymetli hediyeler getirmiştir ki, bunlardan —Avrupa'ya ilk
defa olarak giren— bir zürâfa nazar-ı dikkati celbediyordu (53).
Yine o zamana doğru Boğdan Voyvodası’nın bir elçisi son iki sene vergisini
Osmanlı hazînesine te'diyeye geldi; bir Macar elçisi İstanbul'a geldiği gibi, bir
Osmanlı elçisi de Maty as Korvinus'un Nevştad'daki ordugâhına gönderildi.
Aslen Sırplı olan Macar sefiri Demitrius Yaksic, dönüşü için Pâdişâh'dan ruhsat
aldığı sırada, hürmet alâmeti olmak üzere
(50)
(51)
(52)
(53)
1483 vak'alarında Marini Sanoto bunu şöyle kaydeder: «Arriva a Constan-tinopoli Robani
nostro oratore Francesco Aurelio fra suo.» (Avusturya İmparafcor-i Hânedânî Hazine-i
evrakı.)
Kıbrıs'ta Magosa,
Sismundi, 11, s. 284 ve 285. Stefano'dan naklen İnfessura Dario, s. 1213, Marini Sanoto VUe
de Drçchi, Reynald, Kilise Vekayinâmesi, 1487, bâb: 7, s. 381.
Loranzo Dö Mediçi (Loranzo de Medici) eserine Roskoe (Roscoe) tarafından yazılan 49
numaralı haşiye Dükün kâtibi Pietro da Bibiena tarafından yazılmış defter hediyeleri ihtiva
eder.
330
HAMMER
taraf-ı şahaneden kendisine bir hil'at verildi. Lâkin Macaristan'a dönüşünde
Semendire yakınında Gâzî Mustafa tarafından üzerine hücum edilerek bütün
maiyyetiyle birlikte kati olundu. Yaksic, evvelki muharebelerin birinde
Mustafa'yı esîr etmiş, dişlerini kırdıktan sonra şişe sokulan kardeşini yavaş yavaş
yanar bir ateş üzerinde bizzat kızartmağa mecbur etmişti. Bu emsali işitilmemiş
vahşet hukuk-ı insaniyyenin bir sefîr üzerinde hetk edilmesine (yâni insanlık
hukukunun bir sefîr üzerinde yırtılıp atılmasına) hakkaniyet sureti vermezse de,
hiç olmazsa ma'zûr gösterir. Bununla beraber Yaksic o kadar şecaat gösterdi ki,
vücûdu aldığı yaralardan kalbura dönmüş olduğu halde düşmüş ve intikamı yerde
kalmayarak hayâtını terketmiştir; çünkü o da hasmını öldürmüştü (54). Yak-sic'in
Pâdişâh nezdinde bulunduğu sıradadır ki, Matyas Korvinus o zaman muhasara
etmekte olduğu Nevştad önündeki ordugâhında Osmanlı elçisini kabul etti. Bu
sefîr, daha önce Pâdişâh tarafından Mısır Sultâ-nı'na gönderilmiş ve bâzı
müzâkereleri iyi idare etmesi diplomatlıkla maharetini göstermişti. Bundan
haberdâr olan Matyas, top gürültüleriyle dane uğultuları arasında kabul etmek
üzere elçiyi bir batarya içine getirtti. Pâdişâhın nâmesine orada cevap verdi. Sefîr,
Kralın nutkunu gerek korku ile unutmuş olsun, gerek topların mütemâdi sayhaları
iyi işitmesine mâni bulunmuş olsun, sözlerini tekrar etmesini Matyas'dan rica
eyledi. Korvinus:
— «Bundan sonra Pâdişah'ın istediklerini hatırında tutar elçi göndermesi»
cevabiyle iktifa etti (55). Fîl-hakika Bâyezîd ertesi sene Yaksic'in katlinden
dolayı ma'zeret beyânı ile beraber, sona ermiş olan mütârekeyi üç sene uzatmak
me’ınûriyetiyle ikinci bir elçi daha gönderdi.
1488 senesi seferi mutâd olan mevsimden evvel açıldı. 18 Mart (3
Rebiyülâhîr 893) târihinden itibaren Alî Paşa —Rumeli yeni beğlerbeği Halîl
Paşa ve Anadolu beğlerbeği Sinan Paşa kendisini takip etmekte oldukları hâlde—
Gelibolu'dan Anadolu'ya azimet etti. Mısır Sultâm’nın —şu müsaadesiyle sulh
kararını tâcîl edeceği ümidine binâen— hürriyetini iade etmiş olduğu Hersek
Ahmed Paşa, kara kuvvetlerinin hareketine denizden imdâd etmek için yüz
yelkenden mürekkeb bir donanma ile Karaman sahiline gönderildi. Alî Paşa,
Karaman Vâlîsi Yâkûb Paşa askerini kendi askerleriyle birleştirdikten sonra Çakıd
Boğazı tarikiyle Ereğli'den Adana üzerine yürüdü (Not: 10); Adana ve Tarsus
istihkâmlarını tâmîr ve Anaverza, Küre, Nemrin, Melvâne hisarlarını zaptetti ve
yıkılmış olan Ayas duvarlarını eski hâline getirdi. Halîl Paşa Sis şehrini ha(54)
(55)
Engel, Sırbistan Târihi, s. 449. Sa'dü'd-dîn, 3, 484. Solak-zade, Âlî, Bâye-zîd-i Sânî
Saltanatından 13. Fasıl.
Katona'da, 12, 14, s. 182, Raab Papası Paul Gregorianes'in raporuna müracaat.
OSMANLI TARİHÎ
331
sara uğratıp zaptetti; bu mevkideki Mısır kumandanı İstanbul'a gönderildi ise de,
Hersek Ahmed Paşa’nın bırakılmasına mukabil zincirleri alınarak ve hil'at
giydirilerek Mısır'a iade olundu. Memlûkler Sultânı, Alî Paşa aleyhine Devlet'in
en büyük ümerâsı, yâni başkumandan Özbek, üçüncü sınıf ümerâdan Temrüz
Beğ, dördüncü dereceden baş-silâhdâr ve im-rahur Kansuy kumandanlarında yeni
bir ordu gönderdi; bunlardan başka her rütbeden binbeşyüz zabit ile Dımışk,
Haleb, Trablus, Sayda, Remle kumandanlarını, Ramazan ve Turgudlu
aşiretlerinin yardımcı askerlerini de zikretmeliyiz (56). Mısır ordusu, Suriye
boğazında Bagras önüne vâsıl olunca Hersek Ahmed Paşa donanmasının deniz
tarafından yolunu kesecek bir surette orada beklemekte bulunduğunu gördü.
Burada geçit, dağ ile sahil arasında o kadar dardır ki, «Sakal Tutan» ismini almıştır (Not: 11). Boğazı geçmek ümîdi tamâmiyle kesildiği bir anda şiddetli bir
fırtına Osmanlı gemilerini dağıttı: Özbek —İrân Pâdişâhı Dârâ'-nın Bîlân'dan
gelerek Amanos dağından inmekte olduğu hâlde onun mukabelesine azimet eden
İskender'in geçmiş olduğu— bu tehlikeli boğazdan geçmek üzere koştu.
Mısırlılar hareketlerine devam ederek ve Ceyhan (Piramus) ve Seyhan (Saros)
nehirlerinden geçerek Tarsus ve Adana şehirleri arasında —bir taraftan Çakıd ve
diğer taraftan Seyhan ile mahdûd olan— Ağa Çayırımda durdular, iki ordu işte
burada çarpıştılar (17 Ağustos 1488 - 8 Ramazan 893). Alî Paşa, —en mahir
generalleri olan İsfendiyâr-zâde Kızıl Ahmed, Turhan oğlu Ömer Beğ, Mahmûd
Beğ etrafında olduğu hâlde— merkezde durdu. Sağ cenahda Anadolu ve Karaman beğlerbeğileri Sinan ve Yâkub bulunuyordu ki, şâir Velîyyü'd-dîn oğlu
Ahmed Paşa ile Süleyman Beğ onların maiyyetinde idiler; sol cenahda Rumeli
beğlerbeği Halîl Paşa muharebe ediyordu. Anadolu askerinin pişdarları Evranosoğlu ve Rumeli pişdarları Hüseyin Beğ kumandasında idi. Öz-bek, sağ cenah
kumandanlığını Şâm beğlerbeğine vermiş ve Sultân Kaytbay sarayının en büyük
me’ınûrları onun maiyyetine me'-mûr bulunmuştu. Suriye yardımcı askerlerinin
harbetmekte olduğu sol cenahı da Haleb beğlerbeğine tevdi etmişti. Temrüz Beğ
kumandasında dörtbin mızraklı pişdarları teşkil ediyordu. Özbek de bizzat
merkezi işgal ediyordu. İki Evrenos-oğulları İsâ ve Süleyman ilk müsademede
düştük(56) «Mısır Sultânı Rûm-ili asâkirinün hücumlarından haberdâr olıcak kalem-revende olan ümerâ
ve sipahi cem' idüp sânîsi olan öz-beg ki emîr-i kebîr-i Mısr idi serdâr itdi ve sâl'si olan
Temriz'i ki emîr-i silâh huvey-şâvendî idi ve râbi'î olan Kansuy'yı ki emîr-i âhûr-ı â'zamı idi
ve elf ve hamse mi'e serdârlarını ve Şâm ve Haleb ve Tarablus ve Sayda nâible-rini bile
koşup Alî Paşa'ya gönderdi.» (Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 56) (Hammer'in bmbeşyüz zabit dediği
elff ve hamse mi'e tesmiye olunan güruhun ümerâsı olup, bunların neslinden olan E'tfiyye
takımı Mehmed Alî zamanına kadar Mısır'da mevcûd idi. Mütercim.)
332
HAMME
R
lerinden Anadolu ordusu sebat edemeyerek firar etti; Temrûz'un süvarileri
firarileri şiddetle takip ederek kendilerine terk olunan ordugâhı yağma etti. Sol
cenahda Rumeli ordusu muzafferiye ti almağa büyük bir gayretle çalıştıysa da,
saflarının aralanmakta olduğunu görmesiyle toplarını, mühimmatını, ağırlıklarını
harb armağanı olmak üzere bırakarak, sayıca üstün olan düşmandan ric'ate
mecbur oldu. Ganimetin Mısır'a ulaştırılmasında muhafazaya me’ınûr olan bir
Mısır fırkası Suriye yolunu tuttu; lâkin Bagras'a vardığında Boğaz’ın Hersek
Ahmed Paşa tarafından çıkarılan askerle kapanmış olduğunu görerek kendisine,
silâh elde yol açmağa mecbur olmakla beraber birçok telefat verdi, mağlûbların
terket-tiği kıymetli şeyleri harb meydanında bıraktı. Bununla beraber Kilikya'-da
muzafferiyetlerini takip etmekte ve Versak ve Turgud aşiretleri tarafından
gayyûrâne yardım görmekte olan Özbek Adana'yı muhasara ederek barut
mahzeninin işgalinden sonra eline geçirdi (1 Nisan 1489 - 1 Cü-mâdelulâ 894).
Alî Paşa Ereğli ve Lârende üzerine çekilerek ordusunun dağılmış olan bakiyyesini
orada topladı; müessir bir ibret göstermek arzusunda Pâdişah'ın emri üzerine —bu
defa dahî âmirine rekabeten ilk önce firar etmiş olan— Karagöz Paşa ile —Alî
Paşa'nın bu seferin musibetine sebeb olarak gördüğü (57)— bâzı ümerâ İstanbul'a
gönderildi. Karagöz Paşa idâm ile diğerlerinden birtakımı hapis ve birtakımı
azlolun-du. Ertesi sene (1490-895) dâhilde, Edirne'de bir cami, bir medrese, bir
hastahâne inşâsından, birçok dükkânlarla İshak Paşa mahallesinin kamilen
yanmasından ve o şehrin yedi mahallesine şiddetli bir fırtına esnasında yıldırım
düşerek hasara yolaçmasından başka vakıa olmadı ise de (Not: 12), hâriçte yeni
muvaffakıyetsizlikler hazırlanmakta idi.
Mısır ile muharebe Dülkadiriyye Beği'nin hıyanetinden dolayı Osmanlı
orduları için musibete yol açtı. II. Mehmed'in saltanatının son senesinde tahtına
iade ve Mısır Sultâm’nın iltizâm ettiği birader ve rakibi Budak Beğ'e karşı himaye
eylediği Alâü'd-devle eski düşmanı Kaytbay’ın muzafferiyetlerine kapıldı; Özbek
vâsıtasiyle hıyanetini müzâkere etti ve Özbek'in oğluna kızını verdi (58). O
zamana kadar Mısırlılar’ın Şam'da mahbûs tuttukları kardeşi Budak Beğ ise firara
muvaffak olarak İstanbul'a gitti ve Pâdişâh'a dehalet etmesiyle Vize sancak
beyliğine tâyin olundu. Sonraları Osmanlı siyâseti, Budak Beğ'e eski taraftarlarını
rabtet-mek ve emareti ehemmiyetsiz olmayan bir müttefiki Anadolu'da idâme
eylemek ümidiyle Budak Beğ'in tarafını tutmayı gerekli gördü. Bundan dolayı
Sultân Bâyezîd, Budak'ı babasının mirasını ele geçirmek için Anadolu'ya
gönderdi ve Amasya Beği Hızır Beğ-zâde Mehmed Paşa, KayseKayseriyye sancakdârı Yular-kısdı Sinan; Karesi sancakdârı Kralı oğlu
İshak, Rumeli'de Kızılca mütesellimi Karaca-zâde İskender Çelebi.
(58) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 489.
(57)
OSMANLI TARİHİ
333
riyye Beği Mihâl-oğlu ile Karaman Beğleri reîsi Mutanzar-oğlu Mahmûd'u onun
refakatine verdi. Budak, zabitlerinin kumanda etmekte oldukları asker ile hemen
hemen hiç mukavemet görmeksizin Dülkadir toprağına girdi. Lâkin Alâü'ddevle'nin oğlu olup babasının Kırşehri (Kırşehir) sancağına tâyin etmiş
bulunduğu yeğeninin gözlerini çıkarmakla, bu ilk muvaffakiyetinin kadrini
pâymâl eyledi. Alâü'd-devle müthiş bir ordu ile onun üzerine yürüdü, Budak’ın
yardım talep etmek üzere Mahmûd Beğ'e göndermekte olduğu bir mektup
Alâü'd-devle'nin eline geçerek, bunun yerine başka bir mektup gönderdi ki,
düşmanın sefil bir vaziyette bulunması sebebiyle imdâd gönderilmesine asla
lüzum bulunmadığını işaret ediyordu. Budak, Mahmûd'un göndereceği askeri
beklerken ansızın üstün kuvvetler tarafından yapılan bir hücum ile karşılaştı.
Oğlunun elde silâh ölünceye kadar cesurca müdâfaasına ve İskender Beğ'in
kahramanca şecaatler göstermesine rağmen, Budak, kardeşinin eline esir düşerek
Mısır Sultânına gönderildi (59). Bu muzafferiyet haberi üzerine, Özbek —
Kayseriyye'yi muhasara için— ordusunu Alâü'd-devle ordusuyla birleştirmeğe
gayret etti (895/1490). Bâyezîd, Alî Paşa'nın talihsizliğinden korkarak, onun
yerine kapudân-paşa mevkiinde bulunan Hersek Ah-med'i gönderdi. Ancak
Özbek ile Alâü'd-devle'nin Kayseriyye önüne gelmiş ve Ereğli ile Lârende
civarını yağmalamakta bulunmuş olduklarına muttali olarak, Beşiktaş'tan
Üsküdar'a geçip de sefer hazırlıklarını bizzat yerine getirmeye karar verdi.
Azimet hazırlıkları sırasında bir nüsha Kelâm-i Kadîm ile hadîs kitaplarından
müretteb hediyeleri hâmil bir Tunus elçisi Dersaâdet'e geldi ki, Osmanlı Devleti
ile Mısır arasında asayişin iadesi için Tunus hükümdarının tavassutunu arza
me’ınûr idi. Molla Arabî unvanıyla meşhur olan âlim müftî Alî el-Arabî dahî bu
niyyet üzerine haylî zamandan beri Mısır ile muhabere ediyordu (60). Hersek
Ahmed Paşa’nın yaklaşması üzerine Osmanlı toprağının Özbek ve Alâü'd-devle
tarafından tahliye olunduğuna dâir şu aralık gelmiş olan haber, Müftî ile Tunus
sefirinin sulh tekliflerini kolaylaştırdı. Bâyezîd, evvelce niyyet ettiği veçhile
Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçecek yerde, avlayarak Edirne, İpsala, Gümülcine
taraflarına azimet etti ve daha sonra bir torununun sünnet ve kızlarının tezvîci
düğünlerini icra etmek üzere payitahtına döndü (61).
Bu sene zarfında bir Türk fırkası Karniyol mıntıkasını istilâ teşebbüsünde
bulunmuşsa da, Birnbaum ormanında memleket milis askeri tara(59)
(60)
(61)
Sa'dü'd-dîn, 3, 490.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 492. Soak-zâde, varak: 72. Nuhbetü't-Tevârîh, varak: 109. Âlî, II.
Bâyezîd saltanatının 14. faslı. Ravzatü'l-Ebrâr.
Osmanlı müverrihlerinde -MD'Ohsson'un (c. 1, s. 171) dediği gibi bu seyahatin veba
korkusuyla vukuunu zannettirecek hiçbir fıkraya tesadüf olunmaz.
336 HAMMER
Bâyezîd'in işbu Arnâvudluk seferi esnasında hayli akıncı fırkaları Avusturya
içinde her yanı perişan ederek, evvelki akınlarının hiçbirinde görülmemiş derecede
tahribat yaptılar. İstirya'da beşinci (75), Karinti-ya'da altıncı (76), Karniyol'da yedinci
(77) olmuştur. Türkler, üç fırkaya ayrılarak her fırka bu bedbaht memleketin bir
tarafına gitti.
Birinci fırka Karniyol'a girip düşünülebilecek her türlü dehşetleri icra ederek
Mutling ve Rudolfsvert tarikiyle Laybah'a kadar gitti.
İmparator Maksimilyen'in Karintiya'ya gönderdiği
asker Türkler'in ikinci fırkasını tehdîd ediyordu; Rudolf Dö Ge-venhüller'in emri
altında başka asker toplanarak, Karintiya asilzâdegânı olan Jan Ungand, Nikola
Lihtenştayn, Pankras, Dietriştayn, Leonar DÖ Koloniz, Kristof Veysteryah, Jorj
Veyssenek, Nikola Raber dahî bunlara iltihak ettiler.
Hıristiyan ve Türkler Vilah yakınında karşılaşarak birkaç saat gayet
şiddetle muharebe ettiler; Türkler'in arkalarından getirmekte olduğu onbeşbin esîr
kavga esnasında zincirlerini kırarak Osmanlılar'ın arka tarafından hücum ile dehşetli
bir kıtal yaptılar. Yedibin Hıristiyan muharebe meydanında kaldı; Türkler onbin
telefat verdikten başka ye-dibini esîr oldu (78).
Reisleri Mihâl-oğlu Alî Paşa (79), Gevenhüller'in, yahut
Koloniza'nın emriyle idâm olundu (80). Muharebenin vuku bulduğu mahalde yapılan
bir tepe defnolunan ölülerin miktarının çokluğuna bugün dahî şehâdet etmektedir.
Osmanlılar'ın üçüncü fırkası Silli'ye kadar Aşağı İstirya'yı istilâ etti. (81) (82).
Bununla beraber bu korkunç manzara-
(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
(80)
(81)
(82)
Birincisi 1386'da Yıldırım Bâyezîd zamanı; ikincisi 1418'de Radgesburg civarında;
üçüncüsü 1475'de Rande; 1480'de Yukarı İstirya'da»
Mejizer.
Valvasur.
Kezalik. (Bu akınların tahribatına mübalağa karışmış olduğunda şüphe yoktur. Bununla
beraber, şimdi müverrihin yazacağı veçhile o zaman Osmanlı ülkelerine taarruz eden
düşmanlar insâniyetkârâne muamele etmezlerdi. Mütercim)
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde.
Valvasur, 1, 4, Mejizer.
Mejizer, Engel, Macaristan Târihi, s. 183.
Burada Türk akıncılarına izafe edilen su mezâlim, iki husustan kaynaklanmaktadır.
Birincisi, Osmanlı-Türk akıncıları bu asrin komandolarına
OSMANLI TARİHİ
337
ların Türkler'e mahsus olmadığını hemen söyleyelim. Macarlar da ekse riya
vahşette onlarla rekabet ettiler. Vahşetler icadında hudutsuz tasavvur genişliğine
sahip olan Kiniş Sureni muhasarasını terke mecbur ettiği zaman Türkler'den aldığı
esirlere en müthiş işkenceleri yaptı: Birtakımı çuvallar içine konulup, çuvallar
dikilerek suya atıldı; birtakımı değirmen taşlarının altına konularak ezildi; diğer
birtakımı diri diri derileri yüzüldü ya ateşte kebâb edildi, yahut diri diri aç
domuzlara yedi-rildı (83). Mihâl-oğlu'nun Vilâh yakınında bütün ordusuyla telef
olduğu sene Semendire Valisi Hadım Alî Paşa Transilvanya'dan ric'ate mecbur ve
Kırmızı Kule geçidinde Etienne tarafından tamamen mağlûb olarak, ölü ve yaralı
onbeşbin kişi kaybettikten .ve ganimetlerle bütün esirleri bıraktıktan sonra
Eflâk'a dönebildi.
Osmanlı ordularının bir sene içinde Sureni, Vilâh ile Kırmızı Kule boğazında
birbirini müteâkib uğradığı üç mağlûbiyetin intikamını almak için Yâkup Paşa
sekizbin kişi ile yedinci defa olarak Aşağı İstirya'ya girdi ve Silli ile Peto
mıntıkalarını hasara uğrattı (84). Bâyezîd'in Amasya Vâlîsi bulunduğu sırada,
kapıağası hizmetinde bulunmuş olan Yâkub, daha sonraları beğlerbeği sıf atiyle
Bâyezîd (in şehzadelerinden Karaman Vâlîsi Alemşâh'ın yanma gönderilmişti. Yâkub
Paşa Yayca önünden geçerken, bu kalenin kumandanı Konizai'yi fert ferde bir
mübârezeye davet etti. Lâkin Konizai buna cevap olmak üzere şiddetli bir hücum
yaparak Yâkub Paşa'yı pek perişan bir halde ric'ate zorladı (85). Osmanlılar Ost-roviç
yakınında Unna'yı geçerek Slavin ve Kulpa üzerine yürüdüler ki, evvelki akınların
hiçbirinde buralara kadar gelememiş idiler. Bunlar on-beşgün Hırvatistan ile Aşağı
İstirya'yı harâb ettiler; lâkin Jak Segeley ve diğer Alman şefleri Hırvatistan'a
çekilmeğe mecbur ettiler. O vakit —Osmanlı trâihinin Macar târihinden ziyâde
isimlerini kaydettiği (Not: 13)— birçok Hırvatlık asilzadeleri birbiriyle şiddetli bir
muharebeye tu-
(83)
(84)
(85)
benzer; akıncılar, düşman ülkesinin derinlerine kadar nüfuz ederek, düşmanın ekonomik
ve askerî gücünü tahribe uğratırlar ve düşman ahâlisi ve askerinin moralman ve iktisadî
cihetten iyice zayıflamasını temîn ederlerdi, ki yukarıdaki malûmat, akıncıların bu
maksadı te’ınîn ettiklerini göstermektedir. İkincisi, o devrin mehazları, yâni Hıristiyan
müverrihler bu hâdiseleri o kadar mübalağa etmişlerdir ki, Türkler'in saldıkları bu
dehşeti, Hıristiyan taassubunu kuvvetlendirmek maksadıyle ger-çek-dışı mezâlim
haberleriyle süslemişlerdir. (Hazırlayan)
Engel, Macaristan Tarihi, 3, s. 55.
Bonfinius, Aşere, 5, 1, 3, s. 707.. Civvio Hadım Alî Paşa Karintiya'yı istilâ eden üçüncü
fırkaya kumanda ettiğini beyân etmekle aldanıyor.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak 497.
Hammer Tarihi, C: II R: 22
47
338
HAMME
R
DM
tuştular. İlk önde Derengzeni Ban'ı Franjiyan (Frangipan) kontları, Nikola ile
Bernarden, Modroç Kontu Jan bulunuyorlardı. Bir takımı Macaristan Kralımdan,
diğerleri Yâkub Paşa'dan yardım istemiş idiler (Not: 14); ancak Osmanlı generali
ric'ate mecbur olup da Hırvatistan'a geldiği zaman müşterek düşman ile
harbetmek üzere barıştılar (86) (M.İ. 2).
Yâkub Paşa, Sadbâr ayağına vâsıl olunca ağaç ve taşlarla sed çekilmiş ve her
taraftan düşmanla çevrilmiş olduğunu gördü. Bulunduğu hâl-i mecburiyetten
dolayı subaylarından birini ric'atini para ile satın almak üzere gönderdi; lâkin
Derengzeni esirlerin ve ganimetin iadesini şart olarak ileri sürdüğünden Yâkub
muharebeye karar verdi. Derengzeni, düşmanın sayıda üstünlüğünden korkarak
ric'at etmek üzere bulunduğu halde Berdarden Dö Franjipan kendisini oğluyla
kardeşini bir muharebenin ihtimâllerinden kurtarmak istemiş olmakla
ayıplayarak— muhalefet gösterdiler. Yâkub Hıristiyan generalleriyle
müzâkerede geçen vakitten istifâde ederek yoluna mâni olan bir ağaçlığı kestirdi
ve boğazdan kurtuldu. Hıristiyan ordusu arkasından geldiğinden Osmanlı
generali 1493 Eylülünün 9'unda Adbina (87) yakınında muharebeye girişti:
Beşbin yedi-yüz Macarlı maktul ve Derengzeni ailesinden üç Hırvat reisi esir
oldu; üç Franjipan kontundan biri muharebede telef olarak, bir diğeri Türkler
eline düştü; üçüncüsü kaçtı, kurtuldu. Yâkub Paşa Hırvatistan Ban'ı
Derengzeni'nin oğluyla kardeşinin başlarının kesiîemsini emr ederek —Osmanlı
ordusu Derengzeni'nin toprağı üzerine ric'at etmek istediği zaman sulhu bozmuş
olmasından dolayı onu şiddetle kınayarak— hediyesi olmak üzere İstanbul'a
gönderdi. Hırvatistan generali Pâdişah’ın huzuruna götürüldüğü zaman vekarım
ve mu'tâdı olan huşuneti asla tebdil etmedi.
Maahaza Sultân Bâyezîd idâm ettirmeyerek iki hizmetçisiyle beraber bir
adaya göndermekle iktifa etmiş ve üç ay sonra orada zehîr yahut iklimin
öldürücü te'sîriyle ölmüştür (Not: 15). Yâkub, muzafferiye-tine mükâfat olmak
üzere Pâdişâh'dan bir kılıç aldığı gibi, istabl-i hümâyûndan (pâdişâha âit
tavladan) bir de at ihsan olundu; Sultân Bâyezîd bu derece ile de yetinmeyerek,
Rumeli beğlerbeğini Bosna'ya nakledip, onun yerine Yâkub Paşa'yı tâyin etti
(88).
Pol Kiniş hayâtının son dakikasına kadar Osmanlılar’ın barışmaz düşmanı
olmuştur. Ölüm yatağına uzanmış olduğu halde dahî akıncıların, Derengzeni'nin
hezimetinden sonra Petu'ya kadar İstirya'da ve Tamış(86)
(87)
(88)
Osmanlı müverrihlerinde bu i'tilâftan bahsolunmuyor, yalnız Macar müverrihleri
zikrediyorlar.
Sa'dü'd-dîn'de Kurbova yahut Karatova.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 500.
OSMANLI TARİHÎ
339
var'a kadar Banat'a vâki' olan akınlarından dolayı intikam almak için Macaristan
Kralı'nı iknâ'a çalıştı (89); nüzul darbesiyle dili tutulmuş iken bir harita getirterek
ve hükümdarına Osmanlı hududunu göstererek eliyle kendi boğazını sıkıp
Hıristiyanlık düşmanlarına ne muamele yapmak lâzım geleceğini bu şiddet işareti
ile gösterdi. İmparator Mak-similyen akıncıları İstirya'dan çıkardıysa da, yedibin
esîr alıp götürdüler. Yeni İmparator'un bu sırada göstermiş olduğu şiddet,
saltanatının yirmi beş senesinde akıncıların bir daha görünmemesi neticesini
verdi. Osmanlılar'ın Tamışvar Banlığı'nda yaptıkları hasarların Semendire zabtiyle intikamı alınmış ve Kiniş hayâtı terketmek üzere olduğu halde bu
muharebede hazır bulunmuştur. Semendire haricindeki mahalleler yakılarak bu
mıntıkanın yağma edilmesi Hıristiyanlara esîr, hayvan, buğday, kıymetli eşya
olmak üzere o kadar çok ganimet sağlamıştır ki, beş öküz bir dukadan, dört
kızıyle bir kadın onsekiz gümüş sikke'den fazla etmezdi (90). Macarlar Türkler'e
mukabele-i bi'l-misil muamelesi yaparak esirleri sattılar. Zîrâ o zamanda esirleri
satmak veyahut hepsini birden öldürmek iki millet arasında müşterek bir âdetti.
Hıristiyanlar istifâde sağlayan şu haydutlukları yaptıktan sonra 1494
Teşrinievvelinin birinde, Belgrad duvarları önüne geldiler. Sereni'nin
akrabasından «Başkeser» (Not: 16), lakabiyle yâd olunan Piyer More —ki 1494
nihayetlerinde elçi sıfa-tıyle İstanbul'a gitmiş idi— ertesi sene hediyeler ve
sulhun on sene için uzatılması teklifi ile gelen bir Türk elçisiyle birlikte avdet
eyledi (91). Macar Kralı, Derengzeni'nin hezimetinde esîr düşen Hıristiyanların
hürriyetlerinin iadesini, mütâreke müddeti içinde her türlü akınların kesilmesini,
hitâmından üç ay evvel devleti haberdâr etmek üzere mütârekenin yenilenmesi
veyahut kesilmesinin kendi reyine bağlı olmasını husûsî bir şart ittihaz etmekle
beraber, sulhu yalnız üç sene için kabul etti (92). Macarlar'ın musalahanın
akdinden önce vukua gelen son çarpışmaları Ya-yiçe (Yayca) vâlîsi Vladislas
Kanizai'nin muharebesidir ki, son sene zarfında kumandasındaki kaleden hârice
hücum etmek suretiyle Yâkub Paşa'yı ric'ate zorlamış ve dört bin atlı ile
Sırbistan'ı istilâ ederek —Hadım Alî Paşa'nın ganimetlerini koymuş olduğu— iki
hisarı eline geçirmişti (93). Derengzeni'nin vefatından sonra Hırvatistan Ban'ı
tâyîn edilen cesur Kanizai —onun tavsiyeleri üzerine yapılan son Sırbistan seferinden dönüşünde Belgrad'dan pek uzak olmayan bir mahalde vefat
(89)
(90)
(91)
(92)
(93)
Bonfinius, Aşere, 5, 1, 4, s. 719. Julius Sezar, Staat und Kirchengeschîchte.
Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 72. Bonfinius, Aşere, 5, 4, s. 719-20.
Bonfinius, Aşere 5, 4, s. 728.
Bonfinius ile Katona, 10, s. 708.
Şimek, (Schimeck), Politische Geschichte des Herzogthums Bosnien und Rama, s. 183.
340
HAMME
R
eden— Pol Kinis'in izinden yürüdü (94). Belgrad muhafız askeri zabitleri nirt
şehri Türkler'e teslim etmek üzere kurdukları fesad Kanizai tarafından keşf
olunarak, bu hıyanetin başlıca failleri olan Oranad Duahanı ve Sen-Jan Şövalyesi
ile Sirnıi mıntıkasının irsen dukası olan Loran Oylak yalnız mansıb ve emvalini
kaybederek, daha aşağı sınıftan olanlar idamla cezalandırıldılar (95) (1495).
1496'da Trükler Bosna'da Komotya, Tersas, Neretva, Kozruvar kalelerini
istilâ ettiler (96). Ertesi sene Dalmaçya'ya girerek Zara etrafını talan edip
Friyul'da Rayfniç, Zirkniç, Levriç (Loriç), Obeıiaybah şehirlerine kadar
ilerlediler. İşkodra Beği Fîrûz Beğ —O vakte kadar Venedik himayesinde
bulunmuş olan—■ Karadağ Beği Jorj Çemoviç"in arazisini muhafaza için
Pâdişâh’ın emriyle Kataru'ya geldiğini Venedikli kumandan Marçes Trevizan'a
haber verdi (97). Trevizan'ın verdiği cevapta bu arazîde Venedik Cumhuriyetinin
hiçbir tasarruf fikri beslemediği beyân olunarak, şu cevap muvakkaten Padişahı
ikna etmiş ise de, Venedik hükümeti hakkında Osmanlıları endîşeye
düşürmüştür. İki sene sonra Osmanlı Devleti ile Venedik arasında patlak veren
harbin esâsı işte bu vakıadan doğmuştur.
Bu senenin baharında (3 Mart 1497) vezîr-i âzam Dâvud Paşa ondört sene şu
mühim hizmette bulunduktan sonra senelik üçyüzbin akçe ile tekaüd olundu (98).
Vezîr-i âzamlık mesnedinin kuruluşundan beri o makama geçen ondört zâttan
Pâdişâh’ın teveccühünün bekasiyle beraber ilk çekilmiş olan, Dâvud Paşa'dır.
Dâvud Paşa’nın onüç selefinden birtakımı bütün hayâtları müddetince o
makamda bulunmuş ve diğerleri gözden düşerek —üçü de vezîr-i âzamlıktan
kapudan-paşalığa ve Gelibolu beğ-ligine tenzil edilmiş olan Mahmûd Paşa,
Gedik Ahmed Paşa, Mesîh Paşa gibi—• küçük hizmetlerle iktifaya mecbur
olmuştur. Dâvud Paşa’nın çekilmesiyle boşalan makam, Pâdişâh’ın eniştesi
Hersek Ahmed Paşaya ve(94)
(95)
(96)
(97)
(98)
Sen-Kleman'da 24 Teşrinisani; Bonfinius. Aşere, 5, 1; Engel, Macaristan Târihi, 3, s.
272.
Şimek, s. 183,
Engel, Dataı&çya Târihi, s. 562; Macaristan Târihi. 3. S. 35.
Marini Sanatu, Bu mektub 24 Haziran 1497 târihiyledir
Hadîkatü'LVüzerâ. Osman Efendi-zâde. Çio'daki Venedik elçisinin cumhura yazılmış
5 Mayıs 1497 tarihli mektubuna müracaat; 11 grun S:g~ nore dimisse al 3 di marzo il
Wezind Daud, et l'ha mandal o al suo Tımar presso Andrinopoli con provisione di
aspri 300 mille. Davit era amissimo dei Venezianie e pacifico.» (Dâvud Paşa’nın Edirne
yakınında üçyüzbin akçe ile tekaüde memur olduğunu ve Paşa’nın Venedikliler'e
muhibb ve sulh-perver bulunduğunu mutazammındır) Marini Sanato'nun Şuiin'u
(Kronik)
OSMANLI TARİHİ
341
rilerek (99), o da yine o sene zarfında —II. Mehmed zamanında idâm olunan-— Halil
Paşa'nın oğlu Çandarlı İbrahim'e terk etmiştir.
Devletinin haysjyetj müsâiâ oldukça eski mütârekeleri yenilemeyi ve
komşularıyle sulh hâlinde yaşamayı düşünen Sultân Bâyezîd, Lehistan ile yedi
seneden beri dostça münâsebetlere devam etmekte olduğu halde, Silistre Beği
Balı Beğ'in meşhur olan sevkıyatı üzerine, o zamana kadar iki millet arasında
hüküm sürmüş olan hüsn-i imtizacın birdenbire kesilmesine sebep oldu. 1490
senesinde Bâyezîd ile Jagellonlar’ın üçüncüsü Kazimir saltanatlarında Osmanlı
Devleti ile Lehistan arasında ilk ahid-nâme akdolunmuştu (100). Bu muahede
sonradan—Bohemya ve Macaristan Kralı bulunan iki büyük kardeşi Sigismund
ve Vladislas'ın emel-leı-inin çalışması sebebiyle— Lehistan Kraliyet tahtına
çıkan Jan Alber tarafından üç sene daha uzatılmıştı (101). Belirtilen müddetin
sonunda Jan Alber Türkler aleyhine değil, Boğdanlılar aleyhine taarruz bahaneleri arayıp müteakiben uğursuz Sökçava muharebesini açtı. Macaristan Kralı
Vladisîas Lehistan işlerinde tavassut arzetmek ve Boğdan’ın Lehistan askeri
tarafından istilâsı Osmanlı Devleti'nin değil, Boğdan’ın vergi verdiği
Macaristan'ın hükümranlık hukukuna muhalif olduğunu tebliğ etmek üzere,
İstanbul'a bir sefir gönderdi (1497) (102). Bu müdâheleye rağmen Silistire Beği
Malkoç-oğlu Balı Beğ muharebe emrini alarak 1497 senesi içinde —biri
ilkbaharda ve diğeri sonbaharda olmak üzere— iki defa asker gönderdi. Birinci
defasında altmış bin kişi ile Tuna'dan geçerek onbin esirle döndü. İkinci
defasında —eğer Macaristan müverrihlerinin sözlerine inanılmak lâzım gelirse—
bu sevk olunan kuvvetin kumandanı olan Osmanlı generalinin (Balı Beğ'in) emri
altında seksenbin kişiden ziyâde vardı (103). Dinyester nehrini kayıklardan
kurulmuş bir köprüden geçtikten sonra öncü kumandanlığını küçük oğlu Tur Alî
(Durali) Beğ'e ve ordunun ikinci fırkası kumandanlığım büyük oğlu Alî Beğ'e
verdi. Dinyester üzerinde bulunan Süruka Hisar'a uğrayıp nehrin geçidini müdâfaa eden kule hâk ile yeksan edildi. Bir göl kenarındaki Derekzeni (De-reczny)
(104) şehri ansızın zapt edilerek yakıldı. Kankçuga (Kanczuga;
(99)
(100)
(101)
(102)
(103)
(104)
İşbu 1497 senesinde ilk Osmanlı büyük şâir-i rebâbîsi Ahmed Paşa ile son büyük İran
müverrihi Mîrhond vefat etmişlerdir, TakvînuYt-Tevârîh.
Martens'in Diplomasi Rehberi adlı eserinde bu ahidnâmeden bahsolun-mayıp, lâkin 1607
senesinde yenilenmesi münâsebetiyle Naimâ'da zikro* ummuştur. s, 251.
Solinyak (Solignac), Macaristan Târihi, 1, 16, 1493. Kromer (Crumer), s. 660. Noygebaver
(Neugebauer), s. 430. Herburt de Fulstein, s. 209.
Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 100. Prey, 4, s. 274.
Engel, Macaristan Târihi, 3, 2, s. 100.
Bu belde Sa'dü'd-dtn'de ztkrolunraanuştır.
342
HAMME
R
yahut Cinanca) (105), Gelebanya, Braklav dahî bu hâle uğradılar. Ra-dimin (Not:
17) kalesi istihkâmları sayesinde taarruzdan masun kaldıysa da Perovorsk (106)
hücumla zaptedildi. Bu şehrin yakınında Balı Beğ pekçok ganimetlerle oğlunun
fırkasına iltihak etti. Hazan Voyvoda (?) bütün memleketi dolaşarak Dinyester
üzerinde Lehliler tarafından yıkılmış olan köprüyü yeniden yaptırch. Kaasım
Beğ-zâde Mustafa oğlu —muvaffakiyetten ziyâde şecaatle müdâfaa edilen— bir
boğazdan silâh kuvvetiyle geçerek elli süvari ile Saana Köprüsünden geçti ve
Yaroslav (107) şehri ve mıntıkasını tamamen hasara uğrattığı gibi, beldenin altın
ve gümüş servetiyle meşhur olan bir kilisesini yağma ettirdi. Bu müddet esnasında Balı Beğ Haliç, Zidakon, Sambur, Drahubiç (108) havalisini ha-râb etti.
Eğer soğuk ve erzak yokluğu Türkler arasında büyük zayiata yol açmasaydı,
memlekette daha ileri gideceklerdi. Lehistan müverrihleri bu seferde telef olan
Osmanlılar'ın miktarını kırkbine çıkarırlar. Osmanlı müverrihleri ise Balı Beğ'in
ordusu kırkbin kişiden mürekkep olup, Kiliya ve Akkirman'a büyük ganimetlerle
gelindiğini ve Pâdişâh'a âit beşte bir'in alınmasından sonra, muavin askerlerin
terhîs olduğunu yazarlar. Moldavya Voyvodası Boğdan’ın (?) Lehistan Seferi
esnasındaki hizmetlerine mükâfaten kendisine Pâdişâh tarafından samur kürklü
bir kaftan ve bir sancak ile iki tuğ, koka (tüylü serpuş) gönderildi. Bu şeref alâmetlerinden tuğlar paşa rütbesine terfî, koka Yeniçeri miralaylığına tâyîn
edildiğine işaret idi (109).
1492 senesi —ki Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfettiği senedir (M.İ.
3)'.— Rusya ile Osmanlı Devleti arasında ilk siyaâsî münâsebetler vukua
gelmiştir. Çar III. Jan, Osmanlı Devleti'nin genişlemesine dikkat nazarlarını
atfederek, bu devletle münâsebete girişmeyi haylî vakitten beri arzu ediyordu.
Piyelogrod'da Çarın kâtibi Koroçin ile birkaç paşa arasında müzâkerelerde
Osmanlı kumandanları dahî metbûlarınm Rusya Çâ-rı'yle münâsebetler
kurulması arzusunda bulunduğunu Koroçin'e tebliğ ettiler. Çar bundan haberdâr
olarak, müttefiki olan Kırım Hanı Mengli
(105) Sa'dü'd-dîn'de «Cinânca».
(106) Sa'dü'd-dîn'de «Andre Prevorsk»
(107) Sa'dü'd-dîn'de «Yâreslav». (İstanbul matbuu Sa'dü'd-din'de şehrin ismi tasrîh edilmiş
değildir. Fakat yayımlayan «Sâne» denildiğini sahife kenarın ayazmıştır.
Yayımlayanın Hammer'e müracaat etmiş olan bir malûmatlı kişi olduğu zannedil'r.
Sa'dü'd-dîn Matbaa-i Âmire'de tab' olunduğundan, tâbı'i Matbaa-i Âmire müdürü
olacaktır. İstanbul matbuun-da «Yaroslav»a «Yaruşlav» şeklinde yazılıdır. M.İ. 4'de
bu akınlara dâir daha geniş izâhât verilecektir.)
(108) Solinyak (Solignac), 1..16, c. 3, s. 172, Amsterdam 1751.
(109) M. Ö'Önsson, 7, 445.
OSMANLI TARİHÎ
343
Giray'a bu husustaki efkar-ı şahanenin (pâdişâhın düşüncelerinin) alınmasını
bildirdi. Sultân Bâyezîd:
— «Mengli Giray, Moskpv hükümdarı senün kardasın ise benim de
kardaşım olacakdur» cevâbını verdi (110). Bir müddet sonra, Azof ve Kefe Rus
tacirleri bu iki şehir mutasarrıflarından şikâyetçi olduklarından, oradaki
ticâretlerini kamilen terkettiler. Kefe Paşası, bu neticenin Mengli Giray'ın
hiylelerinden doğduğu iftirasını Pâdişâh'a bildirdi. Bu münâsebetledir ki, III. Jan,
müttefikinin bu işte bir kusuru olmadığının bildirilmesi için Sultân Bâyezîd'e
aşağıdaki mektubu yazmıştır:
«Türkiye beğlerinin hükümdarı ve berr ü bahrin pâdişâhı sultân-i zî-istiklâl
Bâyezîd'e. Biz ki Tanrının inâyetiyle bütün Rusyalar’ın ve kuzeydoğuda diğer
birçok ülkelerin yegâne hakîkî hükümdarı Jan'ız, zât-i şevketlerine yazmak
istediğimiz şudur ki: Şimdiye kadar beyân-i ihlâs için sefîr göndermedik.
Bununla beraber Rus tacirleri sizin memleketinizi dolaşmış ve iki hükümete de
faydalı bir ticâret icra etmişlerdir. Bunlar sizin hâkimlerinizden görmüş oldukları
mezâlimden dolayı bana defalarca şikâyet ettiler. Lâkin ben sükût ettim. Geçen
sene Azof Paşası bunları bir hendek açmağa ve muhtelif inşaat işleri için
arabayla taş taşımağa mecbur etmiştir. Bundan daha ileri gidilerek Azof ve Kefe
tacirlerimiz mallarını yarı fiatiyle teslime icbar olunmuştur. Eğer bunlardan biri
hastalanacak olursa hepsinin malları hacz olunuyor. Eğer vefat edecek olursa
hükümet bütün mallarını zaptediyor. İyileşecek olursa, malının yarısından
ziyâdesi verilmiyor. Vasiyyetnâmelerin şartları mer'î tutulmuyor. Türk hâkimleri
bütün Rus emvali için kendilerinden başka vâris tanımıyorlar. Bu kadar haksız
muameleler tacirlerime sizin memleketinizde ticâreti men' için beni icbar
eylemiştir. Bu tacirler eskiden, ancak kanunen muayyen olan miktarı te'diye
eyledikleri ve kendilerine serbestçe ticârete müsâade olunduğu hâlde şimdi bu ef
âl-i taaddîkârâne-nin (saldırgan işlerin) sebebi nedir? Bunu biliyor musunuz?
Yoksa bilmiyor musunuz? Babanız II. Mehmed büyük ve meşhur bir hükümdar
idi; rivayete göre bize beyân-i meveddet (sevgisini göstermek) için sefîr
göndermek arzusunda bulunmuş; lâkin Cenâb-ı Hak müyesser etmemiş. Bu
tasavvurun şimdi icra olunduğunu neden görmeyelim? Cevâbınızı intizâr ederiz.
Moskov, 31 Ağustos 1942 (111)
Üç sene sonra İstanbul'a ilk Rûs sefareti geldi. Sefîr Misel Pleçeyef III. Jan'a
veda ederken metbûundan bir itimâdnâme ile beraber aldığı ta'lîmât mucibince
Sultânın memleketlerinde Rus ticâretinin serbestçe ya(110) Karamsin, Rusya Târihi, 1820, c. 6. s. 289.
(111) Karamsin, Rusya Târihi, s. 290.
344
HAMME
R
pılmasına dair müzâkerelere başlamağa me’ınûr idi; Sultân Bâyezîd ve oğlu
Mehmed'e (112) arz-ı ihlâs ettiği sırada diz çökmemesi; vezirler vâ-sıtasiyle
değil, doğrudan doğruya zât-ı şâhâne ile muamele etmesi; hiçbir sefirden geri
kalmaması ta'lîmâtda tenbîh ediliyordu. Pleçeyef, talimatının fikrini tecâvüz ile
İstanbul'a varışından itibaren soğuk ve kibirli göründü, ihtiram ve riâyete gark
edildiği halde kendi şerefine vezirler tarafından verilen ziyafet davetlerini, hediye
edilen kıymetli elbiseleri; masrafları için tahsis olunan onbin «seken»i reddetti.
Bunun üzerine Sultân Bâyezîd, Mengli Giray'a aşağıdaki şekilde imâda
bulunmuştur:
— «Kendisiyle dostâne rabıtalar kurmayı şiddetle arzu ettiğim Rusya
hükümdarı, bana kaba bir adam göndermiştir; orada tahkir görecekleri
korkusuyla, kullarımdan hiçbirini kendisinin refakatine katıp da Rusya'ya
gönderemiyeceğim. Şark ve Garb'da ihtiram gördüğüm hâlde, kendimi Öyle bir
hakarete arz etmekten mahcûb olacağım.»
Bununla beraber Bâyezîd, büyük hükümdara (Rusya Çarına) sefirinin hafife
alıcı üslûbundan asla şikâyetçi olmayarak, yazmış olduğu mektupta tebeasmın
ticâretine müteallik her türlü taleplerini yerine getiriyordu. 1499'da III. Jan,
Bâyezîd ile Kefe Vâlîsi bulunan oğlu Mehmed için i'timâdnâmeleri hâmil olarak
İstanbul'a Aleksi Golokvastof nâmında bir sefir gönderdi. Golokvastof, Pâdişâhın
memleketlerinde Moskof ticâreti için yeni faydalar sağlamağa nail olduğundan
ve Bâyezîd'e:
— «Büyük hükümdar, sefiri Misel Pleçeyef i neden dolayı itham etmekte
olduğunuzu bilmiyor; ancak ma'lûmunuz olsun ki pek çok hükümdar metbuuma
(efendime) sefîr gönderirler ve bunlar lutûf ve hürmet görürler. Bu husus
Pâdişah'ın bizzat tecrübe ile emniyet kesb edebileceği bir şeydir (Not: 18).»
yolunda tebligat icra etmeğe me’ınûr idi. Türkiye ve Rusya arasındaki bu
yakınlaşma bir taraftan Rusya'nın ticâreti için yeni mahreçler bulmak ihtiyâcını
hissetmesinden ve bir taraftan da Osmanlılar'ın Lehistan'daki yeni akınlarıyle
Rus hükümetinin, Pâdişah'ın emîrgüzârı olan Kırım Hanları'yle devamlı
münâsebette bulunmalarından neş'et etmişti.
O zaman bütün Rumeli ve Anadolu Osmanlı vilâyetleri baştanbaşa Leh
esîrleriyle doluydu (113). Bu milletin en güzel kız ve delikanlılarından seçilmiş
olan birtakım esirler, Mısır Sultânı Kaytbay-zâde Nasır Mu-hammed'in —
cülusundan ve Şehzadenin Napoli'de vefatından az bir müddet sonra— kendisine
tezvîcini Bâb-ı Hümâyûn'dan talep etmiş olduğu, Cem'in kerîmesinin düğünü için
hediye olmak üzere gönderildi (114). Şu
(112) Pederlerinin saltanatı terk etmesinden evvel irtihâl eden Bayezâö'in şefczâdelerindendir. Mütercim , (U3) Engel, Moldavya Târihi, s. 151, Vrage
Divornik'in ifâdesinden. (114) Ali, Bâyezîd Saltanatından 27. Fasıl.
OSMANLI TARİHİ
suretle, Fâtih'in iki kız torunu Osmanlı Devleti'nin en kuvvetli iki komşusuna
verilmiş idi: Şehzade Cem'in kızı Çerkeş Sultanıma, Sultân Bâyezîd'in kızı Uzun
Hasan'ın torunu ve İran tahtının velîahdi Ahmed Mîrzâ'ya. Devlet için pek
mühim bir siyâseti mutazammın olan bu iki izdivaç, II. Murad'ın Sırbistan
Prensesi Mara ile izdivacını hatırlatır ki, II. Mehmed Bosna ve Sırbistan
hakkındaki iddialarını bunun üzerine binâ etmişti (115). Gerçi Bâyezîd'in
halefleri olan pâdişâhlar, akrabalık kurdukları hükümdarların memleketlerindeki
fetihlerine hukukî bir şekil vermek için, veyahut bahis konusu memleketlerde
veraset hakkı iddiasında bulunmak için hiç bir vakit bu izdivaçları taleplerine
vesile ittihaz etmemiş iseler de, bu izdivaçlar, Sultân Bâyezîd'in devlete hemhudûd olan en büyük iki hükümet, yâni İran ile Mısır'da nüfuz te’ınîn etmek
emelinde bulunduğuna aşikâr bir surette delâlel ediyordu. Türk hârici siyâseti
Sultân Bâyezîd'in zamanında husûsî bir şekil kazanmağa başlamış, ve Osmanlı
Pâdişâhları içinde Bâyezîd, Avrupa ve Asya'ya birçok sefirler göndermek
suretiyle ilk defa olarak bu siyâsete büyük bir vüs'at kazandırmıştır.
Osmanlı diplomasisinin nasıl yürütüldüğünü takdir için hareket noktamızı
emîn bir surette te'sîs etmek ve sonraları uğradığı muhtelif değişiklikleri anlamak
üzere, onbeşinci asrın sonuna doğru Bâyezîd'i Avrupa hükümetleriyle, özellikle
İtalya ile münâsebetlerde bulunduran sefirlerle sulh ahidnâmelerine bir nazar
atfedelim:
Macaristan Kralı Vladislas, kendisiyle Devlet-i Aliyye arasında akdolunan
(116) otuz senelik mütârekenâmeye kardeşi Lehistan Kralı Jan Al-ber'i dâhil
etmek için 1497'de İstanbul'a bir sefîr göndermişti; ancak müzâkereler bir netice
vermeyip, bil'akis Osmanlılar'ın Lehistan'da iki istilâsını ta'cîle sebep olmuştu.
Yine o zamanlarda İtalya'nın altı hükümeti, yâni Papa, Floransa, Piza, Milân,
Napoli, Venedik Pâdişâh'ın dostluğunu veyahut yardımını kazanmak için
birbiriyle rekabet ediyorlar ve tehalük gösteriyorlardı. Bâyezîd'in —Yesua'nın
(Hz. İsa'nın) iki yanını delen demir mızrağını Roma'ya getirmiş ve Cem'in iaşesi
için kırkbin duka vaad etmiş olan Mustafa nâmında bir elçiyi Papa nezdine
gönderdiğini ve Boçi-yardi'nin müzâkerelerini ve tertîblerini ve Pâdişâh'ın Rodos
Ustâd-ı Azamı'na, Fransa Kralı VIII. Şarl'a da sefîr gönderdiğini, evvelce
zikretmiş idik. Yine işbu 1497 senesinde Bâyezîd İtalya'nın iki sefirini kabul etti
ki, biri Papa Aleksandr (117) tarafından gönderilmiş ve Luici Sforzâ’ınn (118)
elçisi olan diğeri Venedik aleyhindeki menfaat çatışmasına Osman(115) Bratoti'de Sa'dü'd-dîn, s. 14.
(118) Prey, Şuûn (Kronük), 4; Katona, 11, 18, s. 309; Marini Sanoto, 1498 Senesi.
(117) «1497 da Constantinopli 5 et 5 settemıbre, vi era un oratore deı papa e uno del duce di
Milano.» Marini Sanoto.
(118) Guvviciardlnl, 1, l t
346
HAMME
R
lılar'ı idhâle çalışmağa me’ınûr idi. Beş sene Önce (1494), Napoli Kralı Alfons
Fransızlar aleyhinde Pâdişâh'dan yardım talep etmişti. Ferdinand'-m vefatından
sonra Napoli elçisi Tomazi Paleologos, Kral’ın halefi Fre-derik d'Aragon ile
Devlet-i Osmâniyye arasında kat'î bir muahede akdetti (15 Temmuz 1498) (Not:
19). Venedik bu sırada birçok düşmanlar tarafından tehdîd edildiğinden Zanta
adasının vergisini vermek ve Osmanlı Devleti ile her türlü ihtilâflarını düzeltmek
ve mütârekeyi yenilemek üzere Andrea Zankani'yi İstanbul'a gönderdi.
Zankani'nin varışından evvel müzâkereler, Andrea Gariti tarafından idare
edilmekte idi. Ga-riti yalnız tacir gibi hareket etmeyerek, elçilik liyâkatini ve
yirmibeş sene sonra «Doc» sıfatıyle Venedik Cumhûriyeti'nin idaresinde
gösterdiği siyâsî mahareti göstermekteydi (119). Hadım Alî Paşa, bir sene önce
iki-bin Türk ile Kataro'dan hareket ederek (1498) Zara havalisini talan etmiş ve
Laybah surlarına kadar uzanan bir akın ile birçok esîr getirmiş (120) olduğundan,
Bâyezîd, Venedik elçisinin maksadından şüphelenmekle beraber, hakîki
düşüncesini keşfettirmek istemediğinden, îşkodra san-cak-beği Fîrûz'u bundan
dolayı şikâyet etmekte olan Garitfye i'tizâr bildirmeğe me’ınûr etti. Kendisinden
önce vâsıl olan Macar sefirinin daha evvel kabul olunması lâzım geleceği
bahanesiyle Zankani huzûr-ı şahaneye müsûlünün (yani: pâdişâhın huzurunda,
saygıyla ayakta durmak üzere kabul edilme merasiminin) her gün bir başka güne
te'hîr edilmekte olduğunu gördü; nihayet kabul zamanı geldi. Zankani, İstanbul'a
vardığında —hâlen (Hammer zamanında) yabancı sefirler hakkında mu'tâd
olduğu veçhile— tercüman vâsıtasiyle ihtirama mazhar olmuş ise de, kabul
salonuna çavuş-başı, sonraki tâbirle saray müşirliği vazifesini ifâ eden me’ınûr
tarafından getirilmeyip «zabıta me’ınûru» demek olan subayı tarafından rehberlik
edilmek suretiyle farklı bir muamele gösterildi; bundan mâada, i'timâdnâmelerini
takdîm ettiği zaman zât-ı şâhâne doğrudan doğruya sefire hitâb etmeye tenezzül
göstermeyerek —Hersek Dukası Ole-rik'in kardeşi olup eskiden Hristiyan dîninde
ve Venedik vatandaşlığı payesinde bulunan ve şimdi Müslüman ve Pâdişah'ın
damadı olan— vezîr-i âzam Hersek Ahmed Paşa'ya hitaben îrâd-i kelâm
eyliyordu. Bu zamanın diğer vezirleri yetmişbeş yaşında ihtiyar îbrâhîm Paşa ile
yine Bâyezîd'in dâmâdı olan, Hırvat generali Derengzeni'nin galibi Yâkûb Paşa
ve yirmibeş sene önce Tagliamento nehri sahillerine saldığı dehşeti işbu 1499
senesinde yenileyecek olan İskender Paşa idiler.
Venedik hükümeti, Gelibolu tersânesindeki falâliyete ve kumandası Kemâl
Reîs'e verilmek üzere bir donanma teçhiz edilmekte olduğuna vâkıf olduğu
cihetle, Zankani hakkında hafife alıcı muamele tabiatiyle Cum(119) Marini Senoto, Lujiye, 1, 8, 91.
(120) Marini Sanoto, Paolo Civvio, Valvasur, Mejizer.
OSMANLI TARİHİ
347
hûr'a emniyet-bahş olmuyordu. Sefirin kabulünden onbeşgün önce yirmi büyük
gemi ve altmış yedi kadırgayı ihtiva eden ve cem'an yüzaltmış yelkenden
mürekkeb olan Osmanlı donanması (121) Mora sahillerinden Motion ve İnebahtı
(Aynabahtı) taraflarına yirmisekizbin Rumeli ve onse-kizbin Anadolu askeriyle
sekizbin sipahi ve hemen bir o kadar yeniçeriden tertîb edilmiş altmışüçbin kişilik
bir (122) bir ordu götürmek üzere yelken açmıştı (123).
Bu zamanda devletin safî gelirleri (124) takriben ikibuçuk milyon du-ka'yı
buluyordu (125); Sultân Bâyezîd'in yedi şehzadesinden herbiri bir eyâlet hükümetinde
olduğu gibi, yedi kerîmesi de birer kudretli vezirle evlendirilmiş olduğundan, Osmanlı
hanedanının şevketi en yüksek mertebesinde idi (126). Bu saadet ve kudret Osmanlı
Devleti ile sulhun muhafazasına Venedik'i bir kat daha teşvik ediyordu. Bununla
beraber ânî bir hücuma karşı kendini koruyabilmek için kuvvetli bir donanma teçhiz
etti. Şu tedârikleri nazar-i dikkatte bulundurmakta olan Pâdişâh, Venedik sefiri
Zankani vâsıtasiyle —fakat Türkçe değil, Lâtince— bir ahid-nâme akdetti.
Ahidnâmenin Lâtince olması Bâyezîd'in fikrince menfaatlerine uygun gördüğü zaman
bozulması için bahane olabilirdi (127). Osmanlı Devletimin böyle mer'î usûllere
aykırı bir ahidnâme akdi ve müteakiben nakz etmesinde Milân, Floransa, Napoli
sefirlerinin —Papa ve İmparator Maksimilyen'in muvafakatlariyle— pekçok telkinleri
vuku bulmuştur. Bundan da maksadları kendileri Venedik aleyhine taarruza başlayacakları zaman Venedik'in, Osmanlı Devleti'nin sahte gösterilerine al-danıp da
Türkler'in hücumuna müdafaasız bir halde ma'rûz kalması idi. Sultân Bâyezîd, Ludvik
Sforza'nın elçileri tarafından tahrik edilerek 1 Haziran 1499 (21 Şevval 904) târihinde
İstanbul'dan Edirne'ye gidip, oradan Rumeli beğlerbeği Mustafa Paşa'y1 İnebahtı’nın
ele geçirilmesi için gönderdi. Kapdân Dâvud Paşa kumandasında bulunan donanma
dahî o tarafa teveccüh eyledi (128). Muhalif rüzgârlar Dâvud Paşa'yı üç ay mü(121) Marini Sanoto, Adrien G&ıiti'zıin. raporu.
(122) Marini Sanoto'nun Kroniğinde, 1496, İstanbul'da Cumhur'un kâtibi Sa-kündino'nun
lâyihası.
(123) Kezalik.
(124) Yâni vezirlere ve eyâlet valilerine mahsus aidattan başka. (Mütercim).
(125) Marini Sanoto'nun Şuûn (Kronik)u.
(126) Kezalik.
(127) Marini Sanoto; Lojiye, Venedik Târihi, c. 8, s. 91. 15 Mart 1499 târihiyle akdedilen bir
ahidnâme Venedik Hazîne-i Evrakımda mahfuzdur.
(128) Marini Sanoto'nun Kronik'inde Venediklilerin akdini bozmasından şikâyetini mutazammın
olarak Sultân Bâyezîd'in Fransa Kralı'na iki mektubu vardır ki, biri İstanbul'dan Şubat
târihiyle ve diğeri Papaslı'dan 14 Nisan 1500 târihiyle târihlenmiştir.
348
HAMME
R
temâdiyen, güney tarafından Modon'u muhafaza etmekte olan Sapienza adası
altında durmağa icbar etti. Bu aralık kara ordusu İnebahtı yakınında Çatalca
vadisine kadar ilerlemişti. Mora sancak-beyi Halîl (129) Dâvud Paşa'nın zarurî
olarak durmağa icbar edilmesi üzerine sabık vezîr-i âzam Hersek Ahmed Paşa
birkaç bin yeniçeri ile koşarak Osmanlı donanmasının —yüzaltmış gemiden
mürekkeb olan ve İnebahtı Körfezi girişini Türkler'e karşı kapatmak arzusunda
bulunan— Venedik donanmasına tesadüf ettiği sırada Halomiça (130) limanına
vâsıl oldu. Venedik Amirali Antonyo Grimani, kendi kuvveti Osmanlılar'ın
kuvvetinden pek aşağı olduğu halde, muharebeye hazırlanmakta iken, Korfu'dan
iyi teçhiz olunmuş onbeş gemi getirmekte olan Loredano iltihak etti. Venediklilerin en mahir amiral olmak üzere götürdükleri Loredano'nun gelmesi,
Grimani'nin rekabetini tahrik etti; bununla beraber gemiler muharebe nizâmı
üzerine dizildi. İki donanma birkaç gün birbirinin karşısında manevra yaptılar.
Alban Armenyo öncülere, Loredano ve Grimani kendi emirleri altındaki gemilere
kumanda ediyorlardı. Venedik amirallerinden daha az mahir olmayan üç denizci
de Osmanlı donanmasının kumandasını aralarında taksim ettiler; ancak bu
donanmanın tâlimsiz ve henüz sapandan ayrılmış taifesi mücâdele zamanının
gelip çattığını dehşetle görüyorlardı. Bununla beraber Kapdân Dâvud Paşa ve
onun emri altında bulunan ve donanmanın en büyük gemileri olmak üzere
ikibinbeşer yüz tono-luk iki sefineye binmiş olan Kemâl Reîs ve Burak Reîs (Not:
20) Porto-Longo limanından çıkarak harb safı üzere dizildiler (131).
İki donanma —o zamandan beri Burak Reîs nâmını alan-— Sapienza adası
yakınlarında karşılaştılar (132). Öncü kumandanı Alban Armenyo, Burak Reîs'in
büyük gemisi ötekilerden ayrılıp Hiarenta yukarılarına doğru geldiğini görerek ve
bunu evvelâ Kemâl Reîs'in gemisi zannederek (133), ona yanaşmak üzere
Venedik donanması arasından çıktı. Loredano dahî ona imdada giderek iki kapdân
—hemen hemen ikisi aynı zamanda— çengelli borda kancalarını Türk gemisinin
üzerine attılar ve ellerinde kılıç geminin güvertesine atıldılar. Geminin
zaptolunacağı sı(129) Marini Sanoto'nun Kronik'i biri Halîl tarafından ve diğeri 1499 Haziranı târihiyle
Korint Sancakbeyi Mehmed canibinden Napoli Di Malvaziya'nın Venedik Valisine
yazılmış iki mektup zikreder.
(130) Kâtib Çelefoî'nin «Esfâr-i Babriyye»sinde «Halûmic» denilmiştir. Sa'dü'd-dîn'de
müstensih hatâsiyle «Olumiş» diye yazılıdır. (İstanbul matbuun-da «Alûhuş», c. 2, s.
92).
(131) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 507 ve 508. Solak-zâde, İdrîs; Hacı Kalfa, Târih-i Esfâr.ı Bahriyye
(Tuhfetü'l-Kibar fi Esfârl'l-BUıâr) s. 8-9.
(132) Hacı Kalfa, Târih-i Esfâr-i Bahryye, 9. Aşıkpaşa-zâde, s. 456, Bahriyye.
(133) Spandojino, s. 75 ve Marini Sanoto.
OSMANLI TARİHİ
349
rada Burak Reîs ümitsizlik gösterdi ve başka birşeye bakmayarak —kendi gemisinin
ortalarında bulunduğu-— iki düşman gemisine ateş verdi. Yangın derhâl teçhizata
sirayet ederek, müteakiben üç gemiden gayet büyük bir alev hortumundan başka birşey
görünmez oldu. İki donanmanın en meşhur kapdânları olan Armenyo ile Loredano;
Kara Hasan ile Burak tâifeleriyle beraber gemilerini yutan ateş içinde mahvoldular (28
Temmuz 1499). Rekabet saikasına kapılıp da Loredano'nun imdadına gelmemiş olan
Grimani înebahtı Körfezimin medhalini Osmanlı donanmasına serbest bırakarak
Korfu'ya avdet etti (134).
înebahtı, mahrûtî bir yokuşun üzerindedir. Birbiri üzerine kondurulmuş üç
kaleyi (135) ihtiva eder; Bunların birincisi Peritorio, ikincisi Oremazio, üçüncüsü
Neo-Kastren ismiyle yâd olunur (136). En son zamanlarında istihkâmlar ihmâl
edilmiş olduğundan, taş duvarlar her taraftan yıkılıyordu. Grimani, yirmiiki
Fransız ve iki Rodos gemisinin ilti-hakiyle kuvvetini artırmış olduğu halde,
Korfu'dan avdetinde Osmanlı donanmasına yeniden tesadüf ettiyse de birkaç
yaylım ateşle iktifa etti. •Venedik amiralinin bu derecede faaliyetsizliği ve
tereddüdü üzerine Fransız donanması Grimani'yi yalnız başına bırakmağa karar
verdi. Osmanlı donanması Înebahtı önüne demir attı. Grimani'nin cesareti
kırıldığından şehre yardım edemedi. Venedik donanmasının ayrılmasından sonra
kumandan Zuano Mori her taraftan terkedilmiş olduğunu görerek, kendisini kaleyi
teslime mecbur gördü (137) (26 Ağustos 1499).
Türkler'in înebahtı (Aynabahtı) dedikleri Lepanto (Neopaktos),
Körfezimin medhali olan boğaza yakınlığından dolayı, körfezin en
Ko-rint
(134) Lojiye. 8, s. 114-115. (Venedikiiler'in Kemâl Reîs'e ötedenberi kinleri olduğu için —Yenişehir
hâkimi Kemâl Beğ, Burak Reis'in gemisinde olduğundan dolayı— onu Kemâl Reîs'in gemisi
sanarak, her biri bin kişiyi hâmil iki gemiyle, herbirinde beşyüz kişi olan diğer iki gemi
Osmanlı gemisini ortaya aldılar. Beşer yüz kişilik iki gemi çatışmanın başlangıcında yakıldı.
Berikiler bizim gemiye çengel attıklarından, muharebe uza-yınca Burak Reîs düşman
gemilerine neft ve ateş attı: fakat Osmanlı gemisi de kurtarılamayıp beraber yandı. Yenişehir
Hâkimi Kemâl Beğ, Burak. Kara Hasan, beşyüz di'.âver şehid oldu. Düşmana yardıma gelen
bir kalyon aaptedildi. Donanma înebahtı limanına girerken dc cenk edildi Sa'dü'd-dîn, c. 2. s.
94, Mütercim)
(135) Koronelü (Coronelli), Mora Krallığı Târihi Hâtırat ve Coğrafyası. Amsterdam, 1686.
(136) Marini Sanoto'da, D. Ğuan Moskos (D. Ğuan Moschos) raporu.
(137) Sa'dü'd-din'e nazaran, 3, varak: 507, Lepanto kumandanı iliç ihtarı mü-te.âkib Mustafa
Paşa'ya bildirmişti ki, hiçbir Osmanlı donanması hisarlar önünde görünmediği müddetçe
şehri müdâfaaya me’ınûrdur. Marini Sanoto.
350
HAMME
R
mühim limanıdır (138). Bu şehir eskiden Lokrililer'e âit olduğu halde, Atinalılar
onlardan alarak Spartlar tarafından mağlûb edilen Mesinalı-lar'ın bakiyyesini
buraya nakl ettiler. Daha sonra Makedonyalı Filip Eto-lular'a, Romalılar da ilk
mutasarrıfları olan Lokrililer'e iade ettiler. II. Bâyezîd Venedikliler'in Hellad
mıntıkasının en mühim ticâret limanına sahip olunca —eskiden Rion ve Antirion
adı verilen— Mora ve Rumeli tepeleri üzerine iki istihkâm inşâsı suretiyle,
boğazın tutulmasını emretti. Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa, bu inşâatın idaresine
memur oldu ve Preveze Hâkimi Mustafa Paşa'ya dahî —gelecek sene Modon ve
Koron fethinde kullanılmak üzere— Venedik gemileri modelinde kırk sefine
(139) inşâsı vazifesi tevdî, edildi. Ondan sonra pâdişâh, İnebahtı muhasarasında
hazır bulunmak üzere karargâh ittihaz etmiş olduğu Korint Körfezi'nden hareketle
Yenişehir, Manastır, Köprülü, Üsküb tarikiyle İstanbul'a döndü (140). Osmanlı
donanması Korint Körfezi yakınındaki Umur Beğ limanında kışı geçirdi. Sultân
Bâyezîd'in, ikinci payitahtına geldiği gün Çandarlı ailesinden Halîl Paşa-zâde
İbrâhîm Paşa irtihâl etti (141); bu mühim me’ınûriyette babasına, büyük babasına,
ecdâdından ikisine halef olmuştu ki, onlar vezîr-i âzamlık hizmetini müteselsilen
tevarüs etmiş idiler. İstanbul'da binâ olunan bir cami ve bir medrese İbrâhîm
Paşa'yı yâd ettirir (142). Son Rodos muhasarasını gerçekleştirmiş olan Mesîh Paşa, İbrâhîm Paşa'ya halef oldu.
Bâyezîd İnebahtı'ya gitmek üzere Edirne'den ayrılmazdan önce Bosna Vâlîsi
İskender Paşa, Zârâ seferinde alınan ganimetlerden hükümdarlık hissesini hâk-i
pây-i şahaneye takdim etmeğe gelmişti. İskender'in, bu sefer ile Venedikliler'e
taarruza başlaması (143) Dalmaçya'da fetihlerde bulunmaktan ziyâde, düşmanın
kuvvetini parçalamak ve İnebahtı muhâ(138) Hacı Kalfa'nın Bûm,-ili'si, s. 125. Manner'in Cografya'sı, s. 120.
(139) İdrîs, varak: 171. Marini Sanoto yalnız yirmi gemiden bahseder: «Fabri-care gaile 20
grosse a la forma di quelli dei Veneziani».
(140) İnebahtı muhafızları Mustafa Paşa'dan aman dileyerek 905 Muharreminde kal'a
teslim olundu. Körfeze düşmen gemisi girmemek içün iki tarafında rûberû iki kal'a
binası Mustafa ve Sinan Paşalar'a tefviz olunup Ahmed Paşa gemiden çıkarak huzûr-i
şahaneye kabul kılındı. Mevkeb-i hümâyûn Yenişehir Çay-Hisar, Sarı-Göl, Manastır,
Köprülü, tarikiyle Üs-küb'e gelerek ondört gün orada tutulduktan sonra Edirne'ye
vürûd itdi ve kış orada çıkarıldı. Sa'dü'd-dîn, c. 2, 95. Müteıpim.
(141) İnebahtı, yazın pek sıcak olduğundan, Sultân Bâyezîd yaylakta İkamet ediyordu.
Sa'dü'd-dîn'in ifâdesine göre, İbrâhîm Paşa, yaylağa otağ kurulduğu gün vefat
etmiştir, Edirne'de değil. Tâcü't-Tevârîh, c. 2, s. 95-96. Mütercim.
(142) Sa'dü'd-dîn, 3, s. 510.
(143) Sa'dü'd-dîn, 504; Marini Sanoto, 1499 senesi.
OSMANLI TARİHİ
351
sarası esnasında Bosna'yı Venedikliler'in her türlü hücumlarından korumak
maksadına dayanıyordu. Sonbahara doğru, yâni İnebahtı'nın ele geçirilmesini
müteakiben, İskender, İzonzo ve Drava kenarlarına kadar Friul ve Karintiya
mıntıkalarına ikinci defa olmak üzere istilâda bulundu ve birincisinde göstermiş
olduğu müthiş manzaraları bir kere daha gösterdi. Üç kola ayrılan onbin süvari
ile beşbin piyade Eylül nihayetine doğru Gardiska ve Udina sahrasında ordugâh
kurarak Friul ve Karintiya arasında her türlü muvasalayı kestiler. İkibin süvârî
yol güzergâhlarında bulunan herşeyi tahrîb ederek, Tagliamento'yu (144)
geçdiler; bir fırkası Trevize yolundan ve Porto-Bufalo'dan Viçenza karşısına
kadar geldiler; Venedik Cumhuriyeti bunların karşısına, beşyüzü süvârî olmak
üzere üçbin güzîde asker (145) gönderdi. Bu fırka Sasile'de üç bin piyâ-delik bir
yardım kuvveti alarak Gradiska üzerine yürüdü. İstradiot denilen hafîf
süvarilerden yüzelli kişi bu şehirden dışarı çıkarak bir hücum yaptı ve beşyüz
Türk'ten mürekkeb bir fırkayı yenerek az bulunur yüz kesik başla dönmüş idiler
(146). 8 Teşrîn-i evvel 1499'da Osmanlı askeri Kerç'den hareketle İzonzo'dan
geçdiler ve yüzotuz şehir, kasaba ve karyeyi yangın yerine çevirerek bu seferden
sekiz bin esir alıp götürdüler. Bu vahşeti asla mukavemet kaydında
bulunmaksızın temâşâ etmiş olan Venedik generali Andrea Zankani, daha sonra
haklı olarak cezalandırılmıştır (147). Bir diğer Osmanlı fırkası yine bu aralık
Karniyol ve Karintiya (148) mıntıkalarını talan ederek, genç erkek ve kızlardan
müretteb büyük bir ganimetle Kastel-Nuovo üzerinden döndüler (149). Türkler
Dalmaçya'da Taranta'ya kadar bütün Makarska ve Frimori bölgelerini istilâ etmiş
iseler de Almisa üzerine vuku bulan bir teşebbüslerinde muvaffak olamamış
idiler (150). Avusturya'da, Macaristan'da, Transilvanya'-da, Lehistan'da otuz sene
zarfında yirmi defa tekerrür eden büyük akınların en sonuncusu budur. Ondan
sonra bu akınlar Viyana'nın ilk muhasarasına kadar kesilmiştir (Not: 21). İzonzo
ve Tagliamento arasındaki mıntıkaları üç defa harâb etmiş olan İskender Paşa,
ertesi sene askerini Bosna'ya sevkederek Yayca (Yaiça)'yı muhasara etti. Lâkin
Jan Korvinus tarafından ric'ate mecbur bırakılarak, az bir müddet sonra da
hükûme67 (144) Sa'dü'd-dîn'de Aksu.
(145) «Fu nominato il conte di Vicenza con 3000 cernidi, fra i qualli 500 Cavalli erano zonti a
Sacil, e era adunato 600 nomini verso Gradisca.»
(146) Marini Sanoto.
(147) Marini Sanoto.
(148) Mejizer, s. 68. 1499 senesi yerine 1498 der. İstvanfi dahî 1499 yerine 1500 yazar. Valvasur.
(149) «Passavano per Castel-Nuovo loco nuovo con la preda larga di bambini di 4 annb Marini
Sanoto'nun Kronüç'i.
(150) Engel, Dalmaçya Târihi, s. 652.
352 HAMMER
tine komşu bulunan Hıristiyan ahâlîsinin memnuniyetine mûcib olarak bir «maraz-ı
kamlî» (151) den vefat etti (152) (Not: 22).
Venedik'in 1498 senesinde înebahtı'nın teslîmiyle uğradığı büyük zararın bir
dereceye kadar karşılığı olmak üzere Kefalonya adası Osmanlılar'ın elinden
zaptolunmuştur. Onüçüncü yüzyıl başlarında Bizans İmpa-ratorları'nın Venedik'e
terketmiş oldukları Kefalonya, II. Mehmed'in saltanatın sona ermesinden bir sene
evvel Gedik Ahmed Paşa tarafından zaptedilmiş ve Bâyezîd'in cülusunda Osmanlı
Devleti ile Venedik arasında akdolunan muâhedenâme adanın Osmanlılar tarafından
temellükünü tasdik etmiştir (153). Gedik Ahmed Paşa'nın Kefalonya, Zanta,
Santamav-ra adalarını elinden almış olduğu vatandaş rütbesini hâiz Lionardo'nun
kardeşi Antony a Kefalonya'yı silâh kuvvetiyle geri aldı; lâkin Venedik Cumhuriyeti
muahedelerin şartlarına harfiyyen riâyetle Antonyo aleyhine dört kadırga gönderdi.
Vuku bulan müsademede Antonyo maktul olarak ada Osmanhlar'a iade olundu. O
zamandan beri Kefalonya Osmanlı Devleti'nin elinde kalmıştı. Fakat înebahtı'nın zabtı
senesi, yâhud ertesi sene Piazni ve Gonzaloe Vebian kumandasında iki Venedik ve
İspanyol donanması Kefalonya önünde görünerek, az bir müddet devam eden
muhasarayı takiben idare merkezini hücumla zaptettiler (154). Pizani'nin bu parlak
savaş hâtırasını te'bîd için kalenin büyük kapısının üzerine mermer bir kitabe konuldu
(Not: 23).
1499-1500 kışı esnasında Preveze Beği Mustafa, Bâyezîd'in inşâsını emretmiş
olduğu kırk gemiyi yaptırmıştı. Bunlardan yirmisi tersaneden çıkmak üzere hazır
bulunduğu halde, karanlık bir gecede Venedikliler tarafından yakıldı (155). Venedik
askeri Regniasa (156) kalesini de zabt ederek bu mevkiin ianesiyle Arta Körfezi'nden
Osmanlı Donanmasını takviye için gidecek imdadı önlediler. 7 Nisan 1500'de Sultân
Bâyezid. askerin şecaatini kendisinin huzûruyle artırmak için İstanbul'dan Mora'ya
gitti. Onsekiz gün Leontari'de kalarak Ramazan bayramı merasimini orada icra etti. 7
Temmuz 1500 (9 Zilhicce 905) târihinde Yâkub Paşa'nın donanma ile Modon önüne
vardığı haberi Pâdişâh'a vâsıl oldu (157). Dört gün sonra da Bâyezîd, kara ve
denizden kuşatılmış olan şehrin önünde
(151) «maladie pediculaire», derinin altında birtakım hayvancıkların zuhurunu mûcib olan
hastalık. Ş, Sami (Mütercim).
(152) Engel, a-g.e., 435.
(153) Spandojino, e. 63.
(154) Koronelii. s. 125. Verdizeti ve Andrea Morisini'den naklen.
(155) Bu vak'adan yalnız Sa'dü'd-dîn, Âlî, İdrîs, Solak-zâde bahseder.
(156) «Rakya» ki, zamanımızda oraya iltica eden Soliutler'in katliâmiyle önlüdür. Pöküvil,
Yunanistan'da Seyahat, 2, 1, 39; 3, 111; 5, 184.
U57) Sa'dü'd-din, 3, varak: 512.
OSMANLI TARİHİ
353
göründü. Osmanlı topları çeşitli yerlerden kale duvarlarını yıkmış olduklarından,
umûmî bir hücuma karar verildi. Lâkin asker o kadar intizamsızlıkla ve o kadar
şiddetle hücum ettiler ki, ilk taburlar ric'ate icbar edildikleri halde onları takip
edenler tarafından hendeklerde ezildiler. O surette ki Osmanlılar gediklere kendi
maktul ve yaralılarının cesetlerini çiğneyerek çıktılar. Muhafızlar bu birinci
müsademeye kahramanca mukavemet ettilerse de, Osmanlılar Modon kasabasına
hâkim olarak, oradan hücumlarına devam ettiler. Muhasara üç hafta kadar uzamış
idî ki, Venedik yeni amirali Melşior Trevizani, Türkler yeni bir hücuma hazırlandıkları sırada geldi. Trevizani'nin askeri, Osmanlılar'a nisbetle az olmakla
beraber kuşatılmış olanlara yardıma karar verdi. Hasmının nazar-ı dikkatini kendi
üzerine çektiği esnada, donanmasından yardım malzemesi, her türlü mühimmat
ve zahirelerle dolu olan dört kadırga yakıldı (158). Bu tasavvurun icrası müşkil
idi; lâkin Modon müzayakanın son derecesinde olduğundan, oldukça tehlikeli bir
harekete cesurca teşebbüs etti: Dört kadırga dolu yelken Osmanlı donanmasının
ortasından geçerek limanın girişine kadar gittiler, fakat liman girişini kuvvetli bir
zincir ile kapatılmış buldular. Muhafız askerlerin cümlesi birden, istihkâmları bırakarak kadırgaların geçmesini kolaylaştırmak için zinciri kırmağa geldiler. Bu
dakikada Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa, istihkâmlardan birçok mevkilerin boş
kaldığını görerek hücum emri verdi; Türkler mukavemet gömleksizin
duvarlardan tırmanarak, gediklerden girerek ellerinde kılıç ve ateş bütün şehre
yayıldılar (10 Ağustos 1500). Dağılan muhafızlar toplanıp da harb nizâmına
girmeğe çalıştılarsa da faydasız kaldı. Çünkü Müslümanlar şehrin bütün
caddelerini ellerine geçirmiş idiler (159), yaşa bakılmaksızın ve erkek, kadın
denilmeksizin kıtal birkaç saat devam etti; hemen bütün asilzadeler idâm edildi.
Papas Andrea Falkoni ahâlîyi teşvik etmekte olduğu bir sırada öldürüldü. Türkler
şehri ateşe vererek, beş gün yandı. Altıncı gün Bâyezîd, büyük kiliseyi İslâm'a
tahsis etti ve cuma namazını (160) edâ etmek üzere dâhil oldu( Not: 24). Pâdişâh
duvarların »yüksekliğini, hendeklerin derinliğini görünce:
— «Beğlerbeğim Sinan Paşa'nın ve Yeniçerilerimin şecâatiyle bu kaVayı Tanrı
verdi» (161) demiştir.
Duvardan ilk tırmanın Yeniçeri devletin en ma’ınûr sancaklarından birine beğ
olmuştur. Modon'un tahribi Navarin, nâm-ı diğer Zonkio (es(158)
(159)
(160)
(161)
Kezalik.
Loj'ye ve Koronelli, Sa'dü'd-dîn, Âlî, diğer Osmanlı müverrihleri.
Sa'dü'd-dîn.
Spandojino, «Tanrı virdi» ibaresini aynen nakleder.
Hammer Tarihi, Crli. t.: 23
354
HAMMB
R
ki Pilus) ve Koron'un düşmesi ile neticelenmiştir: Vezîr-i âzam Alî Paşa ve
kapdân Dâvûd Paşa birincisi ordu ile, ikincisi deniz kuvvetleri ile (15 Ağustos)
bunların fethine gittiler. Bu iki şehir, Modon ahâlîsinin uğradığına uğramamak
için derhâl teslîm oldular. Pâdişâh Koron'a 20 Ağustos 1500'de girip büyük
kilisede namaz kıldı ve Modon'da olduğu gibi bin azab ve binbeşyüz yeniçeri
muhafız bırakarak 23 Ağustos'da şehri ter-ketti. Silâhının muzafferiyetlerinden
dolayı Cenâb-ı Hakk'a müteşekkir olarak, bu iki şehrin varidatını Mekke ve
Medine belde-i mukaddesele-rine tahsis etti (162). Modon istihkâmlarının
yenilenmesi ve yeni kuleler inşâsı için üçyüz amele istihdam olundu; burasını
şenlendirmek için Mora’nın her beldesinden beş aile istenildi. Bâyezîd Koron'dan
ayrılışında Napoli Di Malvaziya önüne çıkmışsa da, Paul Kontarini, mevkii teslîm
etmektense harabeleri altında kalmak azmiyle oraya kapanmış olduğundan, ısrarlı
mukavemeti Osmanlılar'ın muhasarayı kaldırmasına yol-açmıştır (163).
II. Bâyezîd, Nişancı Tâcî Beğin maharetli kaleminden çıkmış fetihnamelerle İnebahtı'nın, Koron'un, Modon'un zabtedildiğini eyâletler valilerine, ecnebi hükümdar veyahut sefirlerine tebliğ ediyordu (164). Siüde
Ceneviz hükümeti reisine, Rodos Üstâd-i Âzamı'na, İspanya, Fransa, Lehistan, Macaristan krallarına da fetihname gönderildi. Macaristan Kralı'nın göndermiş olduğu iki casus —ki Modon muhasarası esnasında esîr edilmişti— bu şehir asilzadelerinin idamında hazır bulunduktan sonra, Kral'a
iade olundu (165). Pâdişâh fetihnamelerde Venedik'i âsî gösterip «Şeytânın iğvâsına kapılarak itâatdan imtina' etmiş» (Not: 25) olduğunu beyân
ediyordu. Venedik bu müthiş muharebenin ağırlığına yalnız başına tahammüle kudreti yetmediğinden Papa’nın, Almanya İmparatoru'nun, İngiltere, Fransa, İspanya, Napoli, Lehistan, Macaristan krallarının yardımlarını istirham etti (166). Papa VI. Aleksandr, istenilen imdadı gönderecek yerde yazdığı cevabda Türkler'in
hareketlerini, kilisenin uğradığı hakaretleri, Hıristiyanlığım düştüğü tehlikeleri kuvvetli tâbirlerle tasvir etmekle iktifa ediyordu (Not; 26). Ancak, bu nefret-i kudsiyetperverâne, hakikatte Pâdişâh'ın tahribatından ziyâde Şehzade Cem tahsisatını kaybetmiş olmasına esef eden Papa Borcio’nın davranışına muvafakat gösteriyordu. Nihayet müşterek menfaatler Venedik'i, Papa'yı,
Macaristan Kralı'nı taarrûzî ve tedafüi bir ittifakta toplayarak, bu itti(162) Spandojino.
(163) Marini Sanato, Lojiye, 8, 126.
(164) Bu fetihnameler Âlî'nin bendeki nüshasında Bâyezîd saltanatının 26. ve 27. fasıllarında
yazılıdır.
(165) Sa'dü'd-dîn.
(166) Bernino, «Memorie istoriche cio che anno operato i sommi ponti îici nelle querre contro
i Turchi, 1685, s. 148.
OSMANLI TARİHİ
355
fak 1501 Pantakot Yortusu'nun pazar günü Roma'da Papa Kilisesi'nde ilân
olundu ki, bu, Hıristiyan hükümetlerinin Türkiye aleyhine ikinci ittifaklarıdır;
Osmanlılar'ın tecâvüzlerine karşı bu türlü karşılıklı taahhütler Ehl-i Salîb
Muharebeleri yerine kaaim olmuştu. O büyük dînî çağların taarruz ve zapt etme
fikirleri —basîretkârâne bir surette olmak üzere— bir «zamanını kollama» ve
tedâfü'den ibaret bir siyâsî usûle dönüşmüştü. Bunların birincisi Pa"pa VIII.
İnnosan’ın vefatından az vakit önce teşkil ettiği ittifaktır (167), ki netîce
cihetinden akim kalmıştır. İnno-san tarafından tanzim olunan ahîdnâme şartları
mucibince İmparator Friedric'in oğlu Maksimilien'in, Matyas Korvinus'un bütün
güçleri Fransa, İngiltere, İspanya Krallarının yüksek nezâretlerine konulacak ve
kardinallerden ekserisini beraber alacak olan Papa donanmasıyle müttehid olarak
Türkler aleyhine hareket edecekti. Gırnata Müslümanları'na karşı İspanyollar'a
gönderdiği yardımlardan dolayı hazînesi boşalmış olan Papa, tasavvur olunan
sefer için yirmibin söğüdü hare etmiş bulunduğu hâlde, ölüm kendisini vurmuş
ve neticede tasavvuru gerçekleşememişti. Venedik, Papa, Macaristan arasındaki
ittifak birincisinden daha semereli bir neticeye vâsıl oldu; Venedik ve Papa
donanmaları İspanyol ve Fransız deniz kuvvetleriyle büsbütün kuvvetlenerek,
Türk gemilerini vurup ele geçirmek üzere denize açılmakta gecikmediler.
Venedik Amirali Trevizani bütün gayretini sarfedip de kurtaramamış olduğu
İnebahtı, Modon, Koron kalelerinin düşmesi üzerine çok yaşaya-madı. Halefi
Beneditto Pesaro, Korfu'daki mevkiinde Navarin'i Osmanlılardan almak ve
Voisa'da bulunan oniki kadırgayı yakmak teşebbüsünde bulundu. Fî'l-hakîka
sekiz gemi ile hareket edip Türk donanmasını gaflette bularak ilk tesadüf ettiği
kadırgayı yaktı ve diğer onbirini zab-tetti(168). Lâkin Pesaro, aldığı gemileri
muzâfferâne Korfu'ya getirdiği ve «Büyük Kapdân» lâkabını alan Kordolu (M.İ.
5) Gonzaloo kumandasındaki İspanyol donanması Küçük Asya sahillerini tahrîb
ettiği sırada (169), Kemâl Reîs ansızın Navarin üzerine gelerek limanda bulunan
dört kadırgayı ve —Karlo Kontarini'nin serbestçe çekilmek vaadi üzerine Alî
Paşa'ya (170) alçakça teslîm etmiş olduğu— kaleyi zabtediverdi. Pesaro,
(167) Bernino, s. 141. Almanya râhiblerini varidatından onda birini Türkler aleyhine harb için
almak üzere İmparator Friedric'e me'zûniyeti muta-zammın Papa'nın çıkardığı 20 Nisan
1487 tarihli emirnamenin esâs nüshası Avusturya Hânedan-i İmparatori ve Kralîsi Hazîne-i
Evrakı'nda mevcuddur. Burgonya Dukası Şarl'ı Türkler aleyhinde İttifaka celb için
Maksimilyen ile Şarl arasında tavassutta bulunmayı teklif eden VI. Alek-sandr'ın 16 Şubat
1490 tarihli emirnamesi de oradadır.
(168) Lojiye, 8, 128.
(169) Prema De Spandojino.
(170) Spandojino «Alî» yerine «Heli Eunuco» yazar.
356
HAMME
R
Venedik silâhlarına edilen hakaretin intikamını, Kontarini'yi idama mahkûm
ederek başını kestirmekle aldı. Bununla beraber, Pesaro ve Gon-zaloo
kumandanlarında bulunan Venedik ve İspanyol donanmaları İyonien Denizimi
dolaştılar (1500). Kardinal Dö Busson'ım emri altındaki Papa donanması Boğaz'a
kadar Akdeniz'de Osmanlı elinde bulunan adaları ha-râb ettiler (171). Türk
donanması İstanbul'a çekildiğinden Pesaro, Eji-na'yı alarak eline geçmiş olan
birkaç Osmanlı gemisi taifesini astırdı. Amiral Ravestayn kumandasında olan ve
karaya çıkarılmak üzere onbin askeri hâmil bulunan Fransız gemileri Midilli
adasına yanaşmağa gittiler. Ravestayn, adaya çıkarak ada merkezini yirmi gün
muhasara etti (172). Bu haber üzerine, Manisa Valisi Şehzade Korkud,
Fransızlar't çıkarmak için Ayazmend iskelesinden sekizyüz kişiyi gemilere
bindirdi; bu sırada Karası Sancak-beği de kuvvetleriyle Şehzâde'ye iltihak
ediyordu. Bâyezîd. düşmanın eylâetine bu kadar yaklaşmasına hiddet ederek, yeni
teçhizat masraflarının karşılanması için ilk defa olarak fevkalâde vergiler ve
cerimeler alınması yoluna başvurdu. O zamandan itibaren buna benzer akçeler,
Osmanlı mâliye usûlünde «hudûs-i avarız», yâni ansızın zuhur eden masraf nâmı
altında (173) muntazam bir irâd menbâ'ı olmuştur. Padişah Hersek-zâde Ahmed
Paşa'yı Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa'yı da refakatine vererek, Midilli'nin
yardımına gönderdi. Hersek Ahmed'in azimetini tâkîb eden gece (Teşrîn-i evvel
1500) (Cümâde'i-ulâ 906) Galata'-da Barut-hâne yakınında yangın çıktı. Vezîr-i
âzam Mesîh Paşa, Galata kadısı, Yeniçeri Ağası Karagöz yangının sirayetini
önlemek için elbirliğiyle çalıştılarsa da, Baruthane berhava olarak, uçan taşlardan
birkaçı kadı ile vezîr-i âzami yaraladı ve beş gün sonra vefatları vuku buldu. Vezîr-i âzmlıkta Hadım Alî Paşa, Mesîh Paşa'ya halef oldu. Midilli'nin imdadına
koşan Hersek Ahmed'in yaklaştığı sırada, Fransız amirali Ravens-tayn, Rodos
Üstâd-ı Âzaminin yardım olarak getirmekte olduğu yirmido-kuz yelkeni
beklemeksizin demir aldı. Fransız donanması Çerigo açıklarında şiddetli bir
fırtınaya tutulup tamamen battı, ancak pek az gemici kurtulabildi. Pesaro,
medhalinin dar ve iyi tahkim edilmiş olmasına rağmen Preveze limanına girdi,
sekiz kadırgayı yaktı ve bu cesurca vuruşmadan yalnız bir kişi kaybederek döndü.
Pietrosani kumandasında yeni bir Fransız donanması Bafo piskoposu Jak Pesaro
kumandasında yirmi kadırgadan mürekkep Papa donanması, Benedetto
Pesaro'nun emri altında bulunan Venedik donanması Santa-Mavra diğer adıyla
Lukas'ı muhasara etmek üzere birleştiler (174) (1502). Santa-Mavra adası
karadan yalU71) Bernino, ag.e,, s. 149.
(172) Lojiye, Bernino, Sa'dü'd-din, varak: 519.
(173) Ravzatü'I-Ebrâr, Midilli Muhasarası, Hacı Kalfa'nin Takvîmü't-Tevârî’ıne göre
907/1501 senesinde,
(174) Spandojino, s. 82. Bu seferin vuku bulduğu târih hakkında Venedik mü-
OSMANLI TARİHİ
357
nız dar bir boğazla ayrılmıştır. Müttefikler, boğazın iki sahiline asker çıkararak
mevkiin dâhilden alabileceği her türlü imdada mâni olmak üzere, karada
müstahkem bir ordugâh te'sîs ettiler. Ada önünde dolaşan Müttefikler donanması
da denizden muvasalayı men' ediyordu. Venedik topları Santa-Mavra duvarlarını
düğmekte olduğu sırada karada Pesaro ku-mandasıyla bırakılmış olan askerin
saflarına üçbin Türk tarafından hücum edildi. İstihkâmların metaneti, askerin
şecaati, reislerinin faaliyeti Osmanlılar'ın atılışlarını te'sîrsiz bıraktı; binbeşyüz
maktul ve esir vererek perişan bir halde çekildiler. Yanya, Argiro Kastro,
İnebahtı sancak beğleri kumandasında Santa-Mavra'yı müdâfaa eden ve
muhasarada içlerinden birkaç yüzünü kaybeden (175) Yeniçeriler, Azablar'ın
şiddetli muhalefetine rağmen teslim olmağa karar verdiler. Türkler tarafından
tehdîd edilen Kıbrıs adası Venedik kumandanı Nikolai Kabello'nun akıllıca
alınmış tedbîrleri ve şecaati sayesinde kurtuldu (Not: 27). Pesaro, donanmasıyle
Cezâyir-i Bahr-i Sefîd (Ege Adaları: Oniki Adalar)'i dolaşarak Türkler'-den haylî
gemi aldı.
Devletinin deniz ticâretinin yakında harâb olacağını takdir etmekte olan
Bâyezîd, Cezâir-i Bahr-i Sefîd'i Hıristiyan korsan gemilerinden temizlemek ve
adaların vergisini almak için kapdân-paşa'yı gönderdi (176). O zamandan itibaren
cevelânı her sene tekerrür eder muntazam bir usûl hükmünü almıştır. Pâdişâh
Kefalonya’nın kaybını, Dalmaçya ve Bosna'da yaptığı fetihlerle karşılamak
arzusunda bulundu: İlbasan sancak beği, Evranos torunlarından İsâ Beğ-zâde
Mehmed vâsıtasiyle Durazo (Drac)'-yu aldı (177). İskender Paşa'nın oğlu Mustafa
Lofca ve Brusca kalelerini zabtetti (178) ve Türkler'in üçüncü bir fırkası Pozağa
ve Valkon civarını tahrîb etti (1502). Osmanlılar'ın daha ilerlemelerine mâni
olmak için Transilvanya ve Tamışvar banlığı kumandanları Sent-Jorj Kontu Piyer
ile Josef ve Jan Korvinus Sen-Severin hudud kumandanı Piyer Tar-nok ve
Belgrad Vâlîsi Jorj Koniza ile birleştiler; bunlar Belgrad ve Pank-sova arasında
Haram yakınından Tuna'yı geçerek Vidin'i, Kladuva'yı, Niğbolu kasabasını tahrîb
ve birçok esîr ve arabalar dolusu başlarla avdet ettiler. Türk esirleri müzayede ile
satılarak Bulgar kavmine mensub Rumlar Belgrad ile Tamışvar arasını imâr
ettirmek üzere yerleştirildiler.
HAMMER
b4 r
verrihleri arasında büyük
şüphe vardır. Osmanlı müverrihleri ise, San-taMavra'nın zabtını bile sükûtla geçerler.
(175) Bâyezîd, alçakça teslim olmalarından dolayı, ceza olarak daha sonra bu Yeniçerileri
astırmıştır (Argiro Kastro, Ergiri'dir. Mütercim)
(176) M. D'Ohsson, 7, s. 426.
(177) Sa'dü'd-dîn, 2, varak: 521. Solak-zâde, Âli.
(178) Sa'dü'd-dîn, 520. Lofça, belki Aşağı Miloşevzi (Miloshevzi)'dir. «Brusca* da Priçieka
(Priccieka) yahut Yukarı Miloşevzi olmalıdır.
Seferden getirilen Türk başları Ofen'de Kraliyet Kasrı Çeşmesi etrafında kazıklara geçirildi; fakat bunlardan çıkan
koku okadar müessir
idi ki, kraliçe, bir müddet için kokuşmuş olan sudan bir daha içemedi (179).
Bâyezîd ordusunun kuzeyde mağlûbiyetlerine mukabil Mora'da Atti-ka'yı
(180) ve Astro (181) limanını zabtetti. Lâkin henüz tamâmiyle itaat etmemiş ve
isyan fikirleri Karaman hükümdarları nesli tarafından tahrik edilmekte bulunmuş
olan Turgud ve Varsak aşiretleri yeniden Karaman sahillerinde isyan bayrağını
kaldırdılar. Asîlerin kuvveti o derecede idi ki, Bâyezîd'in üç şehzadesi, yâni
Amasya Valisi Sultan Ahmed, Karaman Vâlîsi Sultân Şehinşâh, Beğşehri Vâlîsi
Sultân Mehmed —Dülkadir Hâkimi Alâü'd-devle ile birleşmelerine rağmen—
müdâfaa durumunda kalmağa mecbur oldular. Muhatara ta'ciliyet kazanmış
olduğundan, hacdan dönmekte olan vezîr-i âzam Mesîh Paşa (M.î. 6),
başkumandanlığı almağa lüzum gördü. Mesîh Paşa, umûmî ordugâh ittihaz etmiş
olduğu Lârende'den Taş-il'e azimetle âsîleri firara mecbur bıratık ve Tarsuş'dan
Haleb'e giden yol üzerinde takîb etti (182). îranlı İsmail Safevî, Osmanlı
Devleti'nin Venedik ile muharebelerinden fırsat bularak, Osmanlı kuzey
hududlarına taarruz etmişti; daha sonra muharebeden vazgeçerek mu'tâd olan
hediyeler ve sulh teklifi ile Pâdişâh'a bir sefîr gönderdi. Bâyezîd, sefiri kabulden
bidayette imtina gösterdiyse de, Santa-Mavra’nın Venedikliler tarafından zabtı
haberinin gelmesi üzerine, görüşmek üzere bir zaman tâyinine muvafakat
gösterdi. Venedik ve Macaristan'la muharebe büyük masrafları icâb ettirdiğinden,
Bâyezîd, düşmanlığın ortadan kaldırılmasını cidden düşündü; Lehistan elçisini
arabulucu yaparak Macaris-• tan ile bir ahidnâme müzâkeresine ve Hersek
Ahmed Paşa'yı —ticarî işlerinden dolayı İstanbul'a gelen iki vatandaşıyle birlikte
harbin başlangıcında habse atılmış olan— Andrea Gariti ile konuşmaya me’ınûr
etti. Venedikliler, istifadeli şartlar sağlamak için ordularının muvaffakiyetlerinden
istifâde etmek isteyerek Zaharya Freşi'yi payitahta gönderdiler (27 Eylül X502)
Bu elçi, Gariti'nin başlamış olduğu müzâkerelere devam ederek 14 Kânunıevvel
1502 târihinde Sultân Bâyezîd ile Venedik arasında otuzbir maddelik bir
ahidnâme imza edildi (183). Venedikliler Santa-Mav-ra'yı iade ve Kefalonya'yı
muhafaza ettiler; Modon, Koron, İnebahtı üzerindeki hukuklarını terk ederek,
fakat harbin başlangıcında zabtedilen hususî malların iadesi şartına muvaffak
oldular. Ahidnâmenin imzâsın(179)
(180)
(181)
(182)
(183)
İstuanfi, Katona, c. 11, 18, s. 311.
Sa'dü'd-dîn, s. 518. Pöküvil, Yunanistan'da Seyahat, 2, 21-22.
Kezalik.
Sa'dü'd-dîn, 3, 517. Solak-zâde, Âlî.
Marini Sanoto. 908 (1502) senesinde Âşıkpaşa-zâde'nin târihi sona erer. Bunun
Avrupa'da yalnız bir nüshası vardır ki, Kraliçe Kristin tarafından Vatikan
Kütübhânesine itâ olunmuştur.
OSMANLI TARİHİ
dan ongun sonra, buna harfiyyen uyulması için devletin bütün sancaklarına
ta'limât gönderildi.
Târihte, devletin ilk tercümanı olmak üzere zikrolunan Subaşı Alî, Venedik
Senatosu'na muahedenin tasdiknâmesiyle Santa-Mavra'nın zabtında Pesaro'nun
eline düşmüş olan yirmidörtbin dukanın iadesi talebini bildiren bir Pâdişâh
mektubunu (Not: 28) götürdü: Bu akçe ile diğer bâzı tazminat talebleri
otuzdörtbin dukaya varıyordu. Türk elçisi, yahut iti-mâdnâmedeki tâbire göre
«Kul Alî» (184), Venedik Doc'uyla Senatomun huzuruna kabul olunarak
muahedenin bütün şartlarına riayet olunacağına yemîn etti (Not: 29). 8 Ağustos
1503'de Andrea Gariti Doc'un tasdiknamesini vermek ve sulhun iadesinden
dolayı tebriklerini arzetmek üzere İstanbul'a gönderildi; lâkin me’ınûriy e tinden
başlıca maksad yeni hududların kesilmesiydi. Devlet kapısına gönderilmiş olan
Alvazio Sagün-dino Venedik tarafından Gariti'ye refakatçi verildi. Sagündino'nun
ismi yalnız hizmetlerini zikreden Venedik hükümet evrakında (Not: 30) değil,
Türkîer'in aslı hakkında te'lîf ettiği bir eserle de bize vâsıl olmuştur (385). 1502
Kânunıevveli'nde Andrea Gariti İstanbul'dan ayrılarak bir Rum kadınıyla
gayrımeşrû münâsebetinden hâsıl olma veledi Alvazio Gariti ile beraber
Venedik'e döndü. Biz bu delikanlıyı yirmi sene sonra Kanunî Süleyman'ın
Macaristan tahtına oturtmuş olduğu Zapolya’nın nezd-i şahanede ;—Macaristan
için bir musibet olmak üzere— husûsî me’ınûru olmak üzere göreceğiz. Siyâsî
mahareti derecesinde mahâret-i harbiyyesiyle mümtaz olan Andrea, vatanına
dönüşünde kendisinin sefareti ve Osmanlı Pâdişâhımın o zamanki kuvveti
hakkında Venedik idarecilerine mufassal bir rapor verdi (Not: 31). Hâmil olduğu
nâme-i pâdişâhî üç sene ikametten sonra değiştirilmek üzere, payitahta bir
Venedik Balyozu gönderilmesine müsâade ediyordu.
Bâyezîd, bundan başka yine o sene zarfında Macaristan sefiri Barha-bas
Belayi ile yedi senelik bir mütâreke akdetti. Vladislas, mütârekenâ-meye
kendisinin Macaristan ve Bohemya krallıklarıyle beraber Dalmaç-ya, Hırvatistan,
İsklavonya, Moravya, Silezya, Luzas hükümetlerini de dâhil etti. Boğdan'ı,
Eflâk'ı, Raguza Cumhuriyetim mütârekenin faydalarından hissedar eden bir
husûsî madde, bu üç hükümetin gerek Osmanlı Devleti'ne, gerek Macaristan'a
vergi vereceğini zikr ediyordu (Not: 32), Vladislas’ın Sırbistan, Bosna,
Bulgaristan'daki memleketlerinden herbiri sarîhen zikr olunmuş ve mütâreke
geniş bir mânâ ile İngiltere, Fransa,
(184) İt;mâd-nâme'de «Kullarımdan Alî» veyahut «Kulum Alî» denilmesi kas-dedilmiş
olacaktır. Mütercim.
(185) «Othoman<mım famlUa, seu de Turcarum imperio Hlstoria, N. Segundino autore,
Halkondilas'in 1551 Bale ve 1551 Viyana basımlarında (Türkîer'in asılları hakkındaki
kitabin adıdır).
360
HAMME
R
İspanya, Portukal (Portekiz), Lehistan, Napoli krallariyle Venedik Doc'-una,
Rodos Üstâd-ı Âzamı'na, Sakız Cenevizliler'ine şâmil bulunmuştu. Zikredilen bu
şartlardan başka, dost devletlerin sefir ve tacirleri ahidnâ-meye taraf olanların
memleketlerinde seyahat edebilecekleri, serbestçe ticâret yapabilecekleri
kararlaştırıldı. Tasdiknamelerin mübadelesi Macaristan Kralı ile Pâdişah'ın bir
sene zarfında karşılıklı olarak ve resmen gönderecekleri sefirler ma'rifetiyle vuku
bulacaktı. Vladislas 20 Ağustos 1503 târihinde Ofen'de, Meryemü'l-Betül ile Dört
İncili, Hıristiyanlık aziz ve azizelerini yâd ederek muâhedenâmeye yemîn etti.
Osmanlılar tarafından Hersek Ahmed muahedenin şartlarına riâyet olunacağını
Kur'ân (-ı Kerîm) üzerine taahhüt etti. Venedik'le muharebenin başlarında Ahmed
Paşa vezîr-i âzamlıktan azledilmişti; lâkin Venedik ve Macaristan ile
müzâkerelerinin muvaffakiyeti ve geçmişteki hizmetlerinin yâd edilmesi ikinci
defa olarak o makama yükseltilmesini icâbettirdi (186). Bu zamanda Ahmed ile
birlikte memleketin idaresine mesâi sarfeden vezirler —Cem'in zehirlenmesi
pazarlığı ile Bâyezîd tarafından Roma'ya gönderilmiş olan— aslen Rum olan
Mustafa Paşa ile debdebe ve ihtişama meyilli ve fakat ilimlerin gayretli hâmîsi
olan aslen Dalmaçyalı Dâvud Paşa idi. Bu sûre'le devletin en büyük üç mansıbı
üç mühtedi (sonradan müslüman olmuş kimse) tarafından idare olunuyordu.
Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa Şehzade Cem'in Mısır Sultânı'ndan mahlûle
kerîmesiyle izdivaca muvaflak oldu. Bu Sultân, Gûrı (Gavri) ailesi hükümdarı
tarafından —biraderi Mekke Şerifi aleyhine ayaklanmış— Katâde ailesinden bir
emîre va'd olunmuş ise de, Bâyezîd'in sefiri Haydar vâsıtasiyle Bâyezîd nâmına
taleb olunması üzerine Gûrî onu İstanbul'a göndermiştir (Not; 33). Şu suretle
Cem'in kendinden sonraya kalmış olan yalnız bir kızı da Bâyezîd'in kullarından
birinin haremine girmiş olmasıyle Pâdişah'ın tahtına rekabetinden korkmasına bir
sebep kalmadı. Nasıl ki, Venedik ve Macaristan ile akdolunan muâdehelerle de
devletin haricî asayişi de te’ınîn olunmuştu.
(186) Andrea Gariti'nin Venedik İdarecilerine Raporu, Kânumevvel 1503. (De~ lazione di
Andrea Gritti ai Pregadic). M. Sanoto.
YİRMİBİRİNCİ KİTAP
Osmanlı Devleti'nin rakibi olan komşu hükümetler. — Akkoyunlu
Hânedânı'nın sona ermesi ve Şâh İsmail Hâ-nedânı'nın zuhuru. —
Şâh’ın Osmanlılar'a teması. — Korkud'un Mısır'a firarı. — Büyük
Zelzele. —- Şehzadelerin hükümetleri ve sefaretleri. — Bâyezîd ve
Selîm arasında dahilî muharebe. — Asya'da isyan. — Vezîr-i
âzam' ın harb meydanında vefatı, Şâh İsmail'in âsîleri te'dîbi. —
Yeniçerilerin ayaklanması, dâhili muharebeler, Bâyezîd'in tahttan
indirilmesi ve irtihâli. — Askerî güçler. — Dîvân erkânı. — Sultân
Bâyezîd'in zamanında inşâat, te'sîsât, ulemâ ve şâirler.
Venedik ve Macaristan ile akdolunan muahedenin sebebini Bâyezîd'in
âsâyişperver tabîatinden ziyâde, Anadolu hududunda zuhur eden ahvâlde
aramalıdır. Akkoyunlu Hânedânı'nın sukutu ve Uzun Hasan torunlarının
hükümetleri enkazı üzerinde İsmâil-i Safevî Hânedânı'nın şevketli zuhuru,
Osmanlı Devleti'nce tehlikeli bir durum olarak görülmüştür. Bir milletin târihi,
komşusu olan diğer bir milletin târihiyle kuvvetli bir şekilde irtibatlar kesbettiği
zaman, birincisnin etrâfıyle bilinmesi ikincisi hakkında hiç olmazsa bâzı
incelemelerin bilinmesini gerektirir. Tâ ki aralarında mevcut bulunmuş olan
münâsebetler ve karşılıklı olarak icra eyledikleri muameleler hakkıyle takdir
edilebilsin. Okuyucuların Macaristan, Venedik, Lehistan, Rusya gibi —
mukadderatı Osmanlılar'ın mukadderatına bağlı olan— hükümetlerin târihi
hakkında hâiz olduğu malûmat bu memleketlerde cereyan eden vekayî hakkında
dâima istitradlar yazmağa hacet bırakmaz. Lâkin Asya hükümetlerinden
ekserisinin vekayiini hâlâ kaplamış olan karanlık, müverrih ve okuyucuya vakit
vakit bu memleketlerin târihini hülâsa etmek vazifesini yükler. Çünkü ekseriya
onlar, bu meşgul olduğumuz târihin —gözden uzak tutulması mümkün
olmayan— birer şerhidir. Bundan dolayı evvelki kitaplarda Rûm Selçukluları
(Anadolu Selçukluları)'nı, Timur Hanedanımı, Karadeniz Tatar Hânları'nı, Kilikya Karaman hükümdarlarını, Dülkadir, Ramazan, Akkoyunlu, Kara-koyunlu
Hanedanlarını okuyucuların gözleri önünden sür'atle geçirmiştik. Bu defa da yine
o sebeplerden dolayı, zamanında ve yerinde Özbek Han-ları'ndan, Mekke
Şerîfleri'nden, Mısır Memlûkleri'nden, Iran Şahları'n-dan bahsedeceğiz. Osmanlı
Devleti, bu oniki hanedan ile muharebelerinden dâima muzaffer çıkmıştır: Hattâ
bunlardan birçokları Osmanlılar'ın darbeleriyle sukut etmiştir; Özbeklerle
Timur'un torunları gibi bâzıları
362
737341
HAMME
R
da Hindistan ortasından ve Ceyhun ötesinden Osmanlı Devletimin dostluğunu
aramışlardır. Mekke Şerifleri ve Kırım Hânları sonraları bu devletin vergi verir
müttefikleri olmuşlardır. Yalnız gâh galib, gâh mağlûb olan îran Şahlarındır ki,
zamanımıza kadar Osmanlı Pâdişâhları ile fasılasız uğraşmakta devam
etmişlerdir. Mısır'ın, Arabistan'ın, bütün Asya hükümetlerinin ele
geçirilmesinden sonra, ancak İran Türkler tarafından imtisas (absorbe)
edilmeyerek, müstakil bir târih ve mevki sahibi olmak üzere kalmıştır. Onaltıncı
asrın başlarından onsekizinci asrın nihayetine kadar İran tahtında Saf evi (1)
Hânedânı'ndan oniki şâh birbirini takiben tahta çıkmışlardır. İkiyüz senelik bir
müddet zarfında bunların saltanatları târihi, Osmanlı Pâdişâhlarının târihlerine
paralel olarak gelişmiş olduğundan her an nazar-i dikkatimizin bunlar üzerine
affedilmesine ihtiyaç vardır. 1500 senesinde, Bâyezîd'in Modon ve Koron
fetihnamelerini gönderdiği sırada idi ki, Şâh İsmail de İran tahtına cülusunu
bütün Asya saraylarına bildiriyordu. İsmail'in saltanatından evvel İran Devleti
uzun bir müddet dahilî muharebeler, aile çekişmeleri, her türlü siyâsî cinayetler
içinde kalmıştır.
AKKOYUNLULAR'IN SONU VE ŞÂH İSMAİL'İN ZUHURU
Akkoyunlu Hânedâm’nın en kuvvetli hükümdarı olan ve gururuyle, II.
Mehmed'in silâhlarını üzerine çevirtmiş bulunan Uzun Hasan’ın Tercan
Sahrâsı'nda kendisi için şeâmetli bir şekil gösteren muharebede kaybettiği
Şehzade Zeynel'den başka, Halîl, Yâkûb, Yûsuf, Maksûd, Mesîh, Uğurlu
Mehmed nâmında altı oğlu vardı. Uğurlu Mehmed'in şecaati, ih-tişâmkârâne
tavırları orduyu kendisine bağlamıştı. Bununla beraber Uzun Hasan —en ziyâde
sevdiği, yahut hiç olmazsa en entrikacı zevcesinden doğmuş bulunan— Halil'i
tahtın vârisi olmak üzere tâyîn etti. Uğurlu Mehmed bu tercihten muğber olarak,
babasının aleyhine silâh kullandı. Lâkin iki defa Fars ve Azerbaycan'da Uzun
Hasan'a mağlûb olarak II. Mehmed nezdine iltica etmesiyle, ikametgâh ve maişet
vesilesi olmak üzere Sivas'a tâyîn olundu. Babasından hoşnûd olmayan bâzı
adamların ihtarlarına kapılarak hududu geçip yeni bir ordu ile tekrar babasının
üzerine yürüdüyse de, isyanının cezası olmak üzere muharebe meydanında
öldürüldü. Oğlu Mîrzâ Ahmed o vakitten Bâyezîd'in yardım ve himayesini istedi
ve Bâyezîd'in kızlarından biriyle evlendi. Uzun Hasan iki ay fasıla ile âlem-i
uhrâda Uğurlu'yu tâkîb etti (1478); Halîl, tahta çıkarak, gayrımeşrû biraderi olan
Maksûd'u Uğurlu'nun teşebbüslerinde medhal-dar olmak bahanesiyle idâm
ettirdi. Validesinin ricası üzerine; ana tara(1) Sehve mebnî olmak üzeredir ki, Avrupalılar ve hattâ bunların arasında Dögini (De
Guignes )glbi müsteşrikler «Sûfî» adını verirler.
OSMANLI TARİHİ
363
fmdan da kardeş olan Yâkûb ve Yûsuf'u —Uzun Hasan'ın ve Süleyman Beğ'in
akrabasından— saray muhafızı Bayındır Beğ ma'rifetiyle Diyâr-bekir'e gönderdi.
Henüz altı ay geçmişti ki, daha ondört yaşında olduğu halde pek büyük ümîdler
vermekte bulunmuş olan Yâkûb, Bayındır Beğ'in telkinleriyle Azerbaycan'a giderek,
biraderinin saltanatını zabtetmeğe teşebbüs etti. Hoy ve Selmas yakınında vuku bulan
muharebe, genç saltanat davacısı için fena emarelerle başladı; lâkin Halil'in ölümüyle
nihayet bularak (1479) Yâkûb'un Akkoyunlu Hanedanı tahına cülusu ile neticelendi
(2)'.
Yâkûb, II. Bâyezîd ile dostâne münâsebetlerde bulunmuş ve şân ve şereften
mahrum olmaksızın geçen oniki senelik saltanat müddeti zarfında İstanbul'a
defalarca sefîr ve hediyeler göndermiştir. 886 (1481)'de Bayındır Beğ'in
tahrikiyle zuhur eden isyanı onun kanıyle söndürdü ve El-cezîre Hâkimi
Müşafaas (Müşfa'as) (??)’ın oğlunun arazîsini zabtetti (3). Yine o sene zarfında
iki kumandanı Süleyman Beğ ile Halîl Sofî'yi, Sa-fevî ailesi müessisi olup
Safevîler'den ve taassub erbabından tertîblenmiş bir ordu ile Şımahı şehrini
zabtetmiş olan Şeyh Haydar aleyhine olmak üzere Şîrvân hâkiminin imâdına
gönderdi. Şeyh mağlûb ve maktul olarak şehir eski mutasarrıfına iade olundu (4).
Uğurlu'yu saltanat tahtından mahrum edip de Halil'i onun yerine ikame ettirmiş
olan valide sultân, Yâkûb'un isyanının netice vermesinde dahî yabancı kalmamış
ve saltanat kudretini Yâkûb'un elinden de Yûsuf'a geçirmek tasavvurunu kurmuştu. Maksadına ulaşmak için en mîn ve serî vâsıta olmak üzere zehiri seçti.
Lâkin cinayeti hiç beklemediği bir netîce vermiştir ki, üç sene sonra Valentin
Borcio'nın kardinaller için hazırlamış olduğu bir şerbeti yanlışlıkla babası ve
kendisi içerek mezara gitmelerini icâb ettiren tesadüfü hatırlatır: Yâkûb ve Yûsuf
valideleri tarafından tertîb edilen zehiri birbirini müteâkib içtiler; valide sultân da
üzüntüsünden bakiyesini içti (5). Yâkûb'un Baysunkur (Baysungur), Murâd,
Hasan nâmlarında pek genç üç oğlu kaldı. Memleketin en kuvvetli iki beği olan
saray muhafızı Süleyman Beğ ile Sofi Halîl veraset mes'elesinde ihtilâfa düştüler.
Süleyman Beğ Uzun Hasan'ın yedi oğlundan bu ihtilâlde hayatta kalmış olan
Mesih'i, Sofi Halîl Yâkûb'un büyük oğlu Baysunkur'un tarafını tuttu. Vu-kûbulan
muharebede Mesîh hayâtını kaybetti. Şu suretle Uzun Hasan'ın yedi oğlundan
yedisi de kazaya uğramıştır: Zeynel, Fâtih aleyhine açılan Tercan muhasarasında;
Uğurlu Mehmed babası aleyhine Tebriz mu(2)
(3)
(4)
(5)
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 522, 524. Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâtoî, Viyana'kütüphanesinde
aded: 496, s. 229. İdrîs, varak: 260 vd.
Cezîretü'l-ömer. Mac Donald Kineir'in Seyahatnâmesi'ne müracaat, s. 450. Cihânnümâ, s, 439.
Cenâbî, s. 230.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 524. Cenâbî, CâmS'ü't-Tevârîh, İdrîs.
364
HAMME
R
hârebesinde; Halîl kardeşi aleyhine Selmas muharebesinde; Mesîh yeğeni ile
muharebede maktul oldukları gibi, Maksûd biraderi Yâkub tarafından idâm ve
Yâkûb ile Yûsuf anaları tarafından ,zehir ile öldürülmüşlerdir.
Halil'in oğlu Alî Beğ, Uğurlu Mehmed'in oğlu ve Bâyezîd'in sarayına iltica
ettiğini gördüğümüz Mîrzâ Ahmed'in kardeşi II. Mahmûd Baysun-kur ile taht için
münazaa etmek istediler. Lâkin Baysunkur Akkoyunlu Hanedanı tebeasının en
kuvvetlisi olup onsekiz oğlu devletin en büyük me’ınûriyetlerini ve en büyük
eyâletlerini idare etmekte ve taraftarları da en mühim hizmetleri işgal etmekte
olan Nûr-Sofî menfaatleri öyle icâbettirdiğinden Baysunkur'a meclûb idi. Sofî
Halîl Baysunkur ile beraber Karabağ'dan sür'atle Dergüzin'e giderek, orada
yapılan muharebede Alî Beğ ile Mahmûd telef oldular (6). Van ve Vastân
yakınında Sofî Halil Süleyman Beğ'in alelacele toplamış olduğu bir Kürd
ordusuna tesadüf etti; erzak bulunmaması ve ordusunda hergün firarlar olması sebebiyle miktarının azalması Tebriz'e ric'atini mûcib oldu. Süleyman Beğ Nûr-Sofî
ordusunun reislerini vaidler ve taltiflerle kazanarak henüz dokuz yaşında bulunan
Şehzade Baysunkur'u birlikte alıp kendi sancakları altına gelmeğe ikna etti. NûrSofî Tebrîz hisarları önünde vukua gelen muharebede maktul oldu (7). Müverrih
Sa'dü'd-dîn'in büyük pederi Hafız Muhammed —ki Nûr-Sofî'nin mahremi idi—
bu muharebede hâzır bulunmuştur. Süleyman Beğ muzaffer olduktan sonra
Tebriz'de Şehzade Baysunkur'u Akkoyunlu hükümetinin pâdişâhı olmak üzere
ilân etti (896 / 1490) (8). Fakat Süleyman Beğ'in, vesâyet-gerdesi nâmına
hükümet dizginlerini eline geçirdiğinden beri henüz sekiz ay geçmişti ki, Halil'in
oğlu ve Uzun Hasan'ın torunu îbrâhîm Sultân, gayrımemnûnlardan mürekkep bir
fırkanın başına geçerek, Maksûd'un oğlu olup Nûr-Sofî tarafından Alancuk
kalesinde habsedilen Şehzade Rüstem Mîrzâ'yı kurtardı ve Yâ-kûb'un genç
oğluna karşı saltanat davacısı olmak üzere ortaya çıkardı. Baysunkur ve kardeşi
Murâd, valide tarafından büyük pederleri olan Şirvan hâkiminin nezdine gittiler.
Şîrvân hâkimi hemen Rüstem üzerine yürüyerek bir muharebe etti; lâkin iki fırka
arasındaki müzâkereler üzerine Baysunkur'un Şîrvân ile hem-hûdûd olan Karabağ
Kende, Gence, Berda' (?) memleketleriyle iktifa etmesine karar verildi (9).
Baysunkur, bu mukavelenameye çok zaman riâyet etmedi; yeni karışıklıklardan
dolayı İsfahan'a gitmiş olan rakibinin gaybubetinden istifâde ederek Azerbaycan'ı
istilâ etti. Lâkin Rüstem askerinin kumandanı (10) Baysunkur'a galebe
(6)
(7)
(8)
(9)
(10)
Câmi'ü't-Tevârîh.
Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 525. Cenâbî, varak: 231.
Cenâbî, varak: 231, îdrîs.
Sa'dü'd-dîn, 3, 527. îdrîs.
Seyyîd Alî Beğ, Tâctt't-Tevârîh, c. 2, s. 121 (Mütercim).
OSMANLI TARİHÎ
365
etti ve kendisini yakalayarak İsfahan'a gönderdi ve orada idâm edildi. Hayâtı
dâimi bir sefahatten ve hükümdarlığı onun nâmına İbrahim'in hükümranlığından
ibaret olan Rüstem'in saltanatı da altı seneden fazla devam etmedi. II. Bâyezîd'in
dâmâdı Ahmed Mirza, bu karışıklıkların saltanat kudretini ele geçirmeğe müsait
bir vesîle olacağını düşünerek posta tatan kıyafetinde İstanbul'dan firar ile (11) bir
engele rastlamaksızm «Araks» (12) sahillerine kadar vâsıl oldu ve Rüstem
ordusunun firârîle-riyle kuvveti hergün artmağa başladı. Nihayet İbrâhîm dahî bu
tarafa geçtiğinden (13) Ahmed Araks'ı (Aras nehri) geçerek —Rüstem Gürcistan'a
çekilmekte iken— Tebriz'e vardı. Rüstem, toplamış olduğu bir ordu ile, bir
müddet sonra döndü; Ahmed Mîrzâ onu karşılamağa giderek, galip geldi ve
başını kesti. Ahmed, saltanat tahtına çıkar çıkmaz, tahta çıkmasına sebep olan
hâle benzer bir sebeple, yâni İbrahim'in ondan da yüz çevirmesi ile
hükümdarlıktan düştü. İbrâhîm birçok devlet büyükleriyle ittifak ederek —
Yâkûb'un oğlu olup Rüstem'in teşebbüsleri sırasında Baysunkur ile birlikte büyük
babası Şîrvân hâkiminin nezdine iltica etmiş olan - Murâd'ın saltanatını ilâna
karar verdi (14) ve Ahmed'in üzerine yürüdü. Ahmed, kendi tarafını tutan bir ordu
ile ve Şîrvân hâkiminin yardımiyle mukabele ederek iki taraf Isfahan
yakınlarında muharebe ettiler. Kavganın başlangıcında Sultân İbrâhîm kendisine
mutaassıbâne muhabbeti olan (15) bir fırka erbâb-ı şecaatle Ahmed Mırzâ'nın
üzerine atılarak, Mîrzâ, en sâdık adaylarıyle beraber harb meydânında maktul oldu (Not: 1). Ahmed Mırzâ'nın kardeşi Yûsuf un oğulları Mehmed Mîrzâ ve
Elvend Mîrzâ bu muharebede amcalarının sancakları altında bulunuyorlardı.
Birincisi Yezd'e, ikincisi Azerbaycan'a ve oradan Kürdistân'a iltica etti. Sultân
İbrâhîm, o zamana kadar Şîrvân hâkimi nezdinde mülteci bulunan Murad'ı
hükümdarlığa davet ettiyse de, Murâd'ın hükümdarlığı İbrahim'in saltanatına bir
bahaneden ibaret olarak, asıl hükümdar kendisi idi. Murâd'ın kumandanları bu
hâlden endişeye kapıldılar. İbrâhîm, kendi hükümranlığının sarsıldığını görerek,
selefleri hakkında yaptığı gibi, yeni hükümdara dahi hıyanet ederek Elvend
Mîrzâ'yı buna
«Âdet-i me'lûfesi üzere işret itmeğe gidiyor gibi Galata'ya ve oradan Üsküdar'a geçdi.
'Ulak' tavrında kaçarak —İslâm arasında kıtal vuku bulmamak içün Mirzâ'ya müsâade
virmemiş olan- - Sultân Bâyezîd henüz firarından haberdâr olamadığı hâlde hayîî yol almış
idi.» Sa'dü'd-dîn, s. 122. Mütercim.
(12) «Rûd-Ares», Aras Çayı ki, alabalığı meşhurdur. Mütercim.
(13) Sa'dü'd-dîn, 3, 528. Câmi'ü't-Tevârîh, îdrîs.
f 14) «Sultân Murâd bin Sultân Ya'kûb'a gâibâne biat ile hutbe ve sikkeyi onun
nâmına itdiler.» Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 124. Mütercim. (15) Sa'dü'd-dîn bunlara «fedaî» der.
«Fedaî» kelimesi fırka-i îsmâiliyye'ye,
başka deyişle Hasan Sabbâh emrindeki kaatillere verilen bir isimdi.
(11)
72573
7
366
HAMMER
rakib çıkardı. Elvend, İbrahim'in yardımlarıyla Murad'a galebe ederek, onu
Meraga kalesi zindanına atlı. Bu sırada Mehmed Mîrzâ Irak'da biraderine
rekabeten hükümdarlığını ilân etti. İbrahim, Elvend Mîrzâ ile birlikte Mehmed'in
üzerine yürüdü. Lâkin Sultaniye yakınında yapılan muharebede defalarca
hıyânetiyle haylî vakittir müstehak olduğu ölümü buldu. Elvend Karabağ'a kaçtı;
Mehmed muzaffer bir şekilde Tebriz'e girdi. Bu haber üzerine İbrahim'in kardeşi
Güzel Ahmed, Elvend'in Meraga kalesinde habsettiği Murâd'ı kurtardı. Murâd,
Irak-ı Acem'den bir ordu toplayıp Mehmed Mîrzâ'yı Isfahan yakınında mağlûb
edip ortadan kaldırarak, ikinci defa İran tahtına cülus etti. Mehmed, Murad'ı
karşılamak üzere Tebriz'den İsfahan'a yürürken kardeşi Elvend Karabağ'dan
çıkmış, ve Tebriz'i zabtetmişti. Lâkin Mehmed ve Elvend'in muharebeleri
sırasında bir üçüncü rakîb zuhur etti ki, epey bir müddetten beri sarsılmakta olan
Karakoyunlu Devleti'ne son darbeyi vurmak üzere isyan ordusuyla ve isyandan
daha müthiş olan yeni bir mezheb silâhıyle geliyordu (16). Bu rakîb, onüç sene
önce Süleyman Beğ ile müsademesinde maktul olan Şeyh Haydar'ın vefatından
sonra Geylân (Gilân)'a iltica eden İsmail idi (17). İsmail, Şirvan hâkimine galebe
ve kendisini idâm etmek suretiyle babasının intikamını aldı (1499/905). İki sene
sonra Tebriz hükümdarı Elvend Mîrzâ ile Nahcıvan yakınında kanlı bir muharebe
yaparak, bunda, Akkoyunlu ailesinden yedibin Türkmen maktul olmuştur (18).
Elvend, Bağdad'a kaçıp oradan Diyârbekir'e giderek amucası Kaasım Beğ'den
Diyârbekir'i aldı ve bu gasbdan üç sene sonra (915/1504) orada vefat etti (19).
Nahcıvan muharebesini tâkîb eden senenin sonuna doğru İsmail, Hemedan
yakınında Sultân Murad'ı büsbtüün mağlûb etti; Murad Bağdad'a iltica etti; lâkin
İsmail'in askerine karşı orada durama-yarak Dülkadiriyye Beği Alâ'ü'd-devle'nin
yanma çekildi. Alâ'ü'd-devle'nin yardımı Muradın Bağdad'a dönmesini ve beş sene
hüküm sürmesini te'-mîn ettiyse de, İsmail tekrar Bağdad'dan çıkardığından
Diyârbekir'e kaçtı ve Elvend'in vefatından on sene sonra (920/1514) orada
İsmail'in darbesiyle telef oldu (20).
Murad'ın vefâtiyle Uzun Hasan Hanedanı söndü; Hasan'ın yedi oğlu gibi yedi
torunu da cümleten ecel-i kazaya uğradılar (21). Halil'in oğlu Ali Beğ ve Uğurlu
Mehmed'in oğlu Mehmed, Yâkûb'un oğlu Baysunkur aleyhine muharebede maktul
olmuşlardı. Baysunkur, Maksûd'un oğlu Rüs-
(16)
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)
Sa'dü'd-dîn, 3, 570. İdrîs, Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâbî.
Şâh İsmail b. Şeyh Haydar b. Cüneyd b. İbrahim b. Hâce Alîb. Şeyh Sarü'd-dîn ibni
Şeyh Safiyyüd'dîn-i Erdebîlî. Sa'dü'd-dîn, 2, 126.
Câmi'ü't-Tevârîh.
Câmi'ü't-Tevârîh, Cenâbî.
Câmi'ü't-Tevârîh; Cenâbî. Sa'dü'd-dîn, İdrîs.
İkinci cildin sonundaki Karakoyunlu Hanedanı cedveline bkz.
OSMANLI TARİHİ
367
tem Mîrzâ’nın emriyle idâm olunmuş, Rüstem de Uğurlu Mehmed'in ikinci oğlu
Ahmed Mîrzâ'ya mağlûb olduktan sonra aynı akıbete uğramıştır. Ahmed Mîrzâ,
Yâkûb'un dîğer oğlu Sultân Murâd île müsademesinde silâh elde hayâtını ikmâl
ettiği gibi, Murad dahî Yûsuf'un oğlu Mahmûd Mîrzâ'yı öldürdükten sonra
İsmail'in silâhı altında ademe gitmiştir.
Akkoyunlu Hânedânı'nın enkazı üzerine, onüçüncü asrın başlarında —
Avrupalılar'ca «Sûfî» diye ma'rûf olan— Şâh İsmâil-i Erdebîlî Hanedanı kuruldu.
İsmail Hanedanı, mevcûdiyyetini hayât-ı mütehayyirâne-ye vakfetmiş bir meşâyîh
âilesidir. Şark târihi, İsmail'den evvel altınca batına, yâni yeni hükümdarlığın
kuruluşundan ikiyüz sene öncesine kadar silsile-i nesebini zikreder. Cengiz Hân
torunları zamanında hayatta olan en büyük mutasavvıf şeyhlerinden Safiyyü'd-dîn
Ebû İshâk Erdebîlî, on-dördüncü asrın başlarında vefat ederek takva dolu hayâtının
güzergâhı olan Erebîl'de mütevârî-i hâk oldu (toprağa saklandı; üzeri toprakla örtülerek gömüldü, defnedildi). Safevî ailesi onun nâmına nisbet olunmuştur. Bu aile
«Sûfî» nâmını —kudret menbâmı daha güzel ifâde etmekle beraber— kabulden
imtina ederdi. Safiyyü'd-dîn oğlu Sadrü'd-dîn Mûsâ, torunu Hâce Alî torun-zâdesi
İbrâhîm, onun tasavvuf mesleğine sâlik oldular. İbrahim'in oğlu ve babası gibi şeyh
olan Cüneyd'dir ki, bu aileden ilk defa bir siyâsî te'sîr kazanmak arzusunda
bulunmuştur. Onun ikbâl hırsı Karakoyunlu Hânedânı'ndan Erebîl hükümdarı CihânŞâh'ın infialini celbetti. Cüneyd, bu sırada Cihân-Şâh ile muhârib bulunan Akkoyunlu hükümdarının sarayına iltica etti. Uzun Hasan Cüneyd'e yardam ve himaye
göstermekle yetinmeyerek hemşiresi Hadîce Begüm'ü (22) de onunla evlendirdi.
Cihân-Şâh'ın Uzun Hasan'a mağlûb olması üzerine Er-debîl'e dönerek, İran fâtihinin
akrabalığından cesaret alarak yine siyâsî hayâtın entrikalarına girdi. Tasavvurlarını
gizlemek ve kendisini bî-karar eden içindeki hırsı keşfettirmemek için gayrimüslim
olan Gürcüler'le bir cihâdı bahane yaptı. Lâkin Hıristiyanlar üzerine yürüyecek yerde,
taraf-tarlarıyle birlikte kuzeye ve Şirvan hâkiminin arazîsine yöneldi ve istilâ etti.
Ancak mahallî askerler ile giriştiği cenkte telef oldu. Uzun Hasan Cüneyd'e olan
muhabbetini oğlu Haydar'a intikal ettirerek, onu kızı Alem-şâh Bânû ile evlendirdi.
Haydar, Uzun Hasan hayatta bulunduğu müddetçe sakin durdu; ancak onun vefatiyle
memleketin her tarafında karışıklıklar çıkınca, atâleti terkederek, babası Cüneyd'in
yolundan yürüdü. Taraftarlarını zahirî bir alâmet ile ayırmak için, onlara kızıl külah
giydirmiş (23) ve işte bu buluş, daha sonraları İranlılar'a «kızılbaş» nâmı(22) Begüm ve Bigim lâfzı, kâf-ı farisînin zammesiyle okunur. Nihâyetindeki mim (-im,-üm)
(23)
türkçenin te'ennîsldir; nasıl ki «hânım» kelimesi de «han» in müennesinden başka birşey
değildir. Mütercim.
Câmi'ii't-Tevârîh.
368
HAMME
R
nın verilmesini mûcib olmuştur ki, bunlar bu ismi o vakitten beri bir hakaret
addetmekte ve zamanımızda dahî reddetmektedirler. İranlılar millî gururları
hasebiyle dâima iddia ederler ki, bu lakab vaktiyle giymiş oldukları altın
serpuşlardan kaynaklanmakta ve «kızıl» lafzı «kızıl altın» mânâsına gelmektedir
(Not: 2). Haydar, babasının kullanmış olduğu bahaneyi kullanarak, yâni
Gürcistan gayrimüslimlerine karşı asker şevkini vesile edinerek, altı bin kişiyle
Kafkas'a yöneldi ve babası gibi Şirvan'ı zabtetti ve memleketin beğini bir müddet
Gülistan kalesinde kuşattı. Uzun Hasan'ın oğlu ve halefi Yâkûb, Şîrvân-Şâh'a
imdâd için saray emîri Süleyman Beğ'i gönderdi. Haydar, yukarıda yazıldığı
üzere, Süleyman Beğ ile bir müsademesinde maktul oldu kî. bu kavga Tabserân
(M.î. 1) yakınında vuku bulmuştur (893/1488) (24). Haydar'ın iki oğlu Yâr Alî ve
İsmail, Yâkûb tarafından Isfahan kalesi zindanlarına atıldı; Yâkûb'un yerine
geçen Rüstem Mîrzâ hürriyetlerini iade ile, evvelki gibi şeyhlikle vakit geçirmek
üzere kendilerini Erebîl'e gönderdi. Yâr Alî, haylî zaman Rüstem'e sâdık
kaldıktan sonra isyan etti. Lâkin kanlı bir muharebede mağlûb oldu ve öldürüldü
(25). Henüz altıbuçuk yaşında bulunan İsmail, Geylân (Gîlân) hâkimi (Not: 3)
Şerîf Hasan Hân'ın himayesine tevdî olundu. Uğurlu'nun oğlu Ahmed Mîrzâ —ki
o zaman Akkoyunlu pâdişâhı idi— daha sonra İsmail'in memleketten
çıkarılmasını istedi. Lâkin Şerîf Hasan bu firarinin hükümranlık sahasında
bulunmadığını söyledi. Genç mülteciyi yüksek ağaçların zirvelerine asılmış bir
çadır içinde muhafaza etti. Ağaçların yapraklarla dolu dalları İsmâl'i gözlerden
ırak tutuyordu. İran Şâhı'nın ikinci bir sefiri İsmail'in kendi toprağında
bulunmadığına Şerîf Hasan'ın yemin etmesini istedi. Mülteci, toprak üzerinde
değil, hava içinde bulunduğu için Hasan, yalancı düşmeksizin yemîn edebildi. İsmail altı sene Geylân hâkiminin yanında vakit geçirdikten sonra, memleketin
payitahtı olan Lahcan'da taraftarlarını topladı. Şeyh Sadrü'd-dîn Konevî'nin
Osmanlı memleketlerinden Teke ve Diyârbekir taraflarında ikamet eden
mürîdleri de ona iltihakla kendisini takviye ettiler. Şeyh Sadrü'd-dîn, Timur'un
istilâsında ekserisi kendi tarîkatine sâlik olan Teke ahâlîsinin Tatar orduları
arkasından esaretle götürülmemesini cihangirden rica etmiş ve ricasını kabul
ettirmiş olduğundan, o vakitten beri bu mıntıkların bütün ahâlisi İranlı şeyhlere
bağlı bulunmuşlardı. Bu sırada takımıyle Geylan'a hicret etmeleri sebebiyle,
İsmail onları Lahcan'da sancağının altına topladı (*). Ondört yaşında bulunan
İsmail takriben yedi
(24)
(25)
Câmi'ü't-Tevârîhe göre, bu muharebe Şâban'da vuku buldu.
Cenâbî, s. 134. Bu müverrihe nazaran İsmail, kendisine taraftar tedârik etmek için.
bizzat Lahcan'dan Sımahı/va gitm'ştir. İhtimal ki Sadrü'd-dîn, Timur'dan
Egirdir'in affedilmesini sağlayan Şeyh Baha'dır. (1. cilde bkz.).
( * ) Câmi'ü't.Tevârîh. bunların mensub
oldukları aşiretleri zikr eder: Ustaclu,
OSMANLI TARİHİ
369
bin Türk ve Acem'den mürekkep bir ordu ile babasının ve büyük babasının
Şîrvân mülkünde katledilmiş olmalarından dolayı, intikam almak için orayı istilâ
etti (906). Şîrvân-Şâh'ı kanlı bir muharebede bozup öldürdü (26). Bu
muzafferiyetin neticesi olarak Şımahı teslim oldu (27). Azerbaycan boğazlarına
hâkim olan vezîr-i âzam Şemsü'd-dîn Geylânî'-nin İsmail tarafına geçip onun
veziri olması, İran ordusu kuvvetini ziyâ-deleştirdi. Şemsü'd-dîn ile diğer
Akkoyunlu ümerâsının yardımıyle genç fâtih ertesi sene bu hanedanın son
istinadgâhı olan ve İran hükümdarı bulunan Elvend Mîrzâ'ya hücum etti ve galib
gelerek onaltıncı asrın ilk senesinde Azerbaycan'ın payitahtı olan Tebriz'de
devletinin esâsını vaz' etti (28).
ŞÂH İSMAİL'İN OSMANLILARLA TEMASI
Osmanlı Pâdişâhı, Teke mutaassıblarının hicretlerine mâni olmak için bu
vilâyet ahâlîsinden ekserisini yeni fethedilen Koron ve Modon şehirlerine
naklettirmiş olmakla beraber, İsmail'in Bâyezîd ile ilk münâsebetleri dostça oldu.
Fakat İsmail, taraftarlarının serbestçe hicretlerine müsâade istemek üzere
İstanbul'a sefîr gönderdiyse de bu talep reddedildi (29).
(26)
(27)
(28)
(29)
Şamlu, Rasava, Zülkadir (Dülkadır), Kaçar aşiretleri. Şu suretle şimdiki (Hammer
zamanı) İran şahlarının mensûb bulundukları Kaçar aşireti Safevî Hânedânı'nın
kurulmasından öceki tarihçe ma'rûftur. (Kaçarlar* m Türk oldukları ve hattâ İran
Şâhları'nin anadillerinin Âzerbayncan Türkçesi olduğu malûmdur. Mütercim).
Şîrvân Hâkimi Ferruh Yesârî, Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 126. (Mütercim).
Cenâbî, Safevî târihinde, s. 139; Şîrvân-Şâhları Târihinde, s. 131; Akkoyunlu Hanedanı
târihinde, s. 230.
«906, İnhizâm-ı Şîrvân-Şâh der- ceng-i Şâh İsmail ve zuhûr-ı devlet-i Kızılbaş», Hacı Kalfa,
Takvîmü't-Tevârîh. «Târih-i Hurûc-ı Şâh İsmail: Kaahir-i kahraman-ı mülk-i Bitlisi, Şâh
İsmail'in icâd ettiği yeni mezhebe «mezheb-i nâ-hak» terkibini târih bulmuştu. Bu târih,
Şâh İsmail'in kulağına kadar gitti; Şâh İdrîs'e geçmiş hukukunu hatırlatarak iğbirarını
tebliğ etti. İdrîs, «Şâh hazretlerine yanlış duyurmuşlar. Ben ‘ınezheb-i nâ-hak' demedim;
«mezhebina Hak» dedim» cevâbım verdi. Solak-zâde bu fıkravı yazar, ve fakat lâlettayîn
bir şâire isnâd eder. 906 hîcrî senesi müverrihin gösterdiği veçhile onaltıncı asrın birinci
senesi olan 1501 milâdî senesine tesadüf edip, İdris'in târihi de 906 senesini gösterir. (Mütercim).
Sa'dü'd-dîn, 3, s. 530. (Doğuya giden Hâricîler'in çoğu Teke ve Hamîd vilâyetlerinden
olduklarından, orada merede ve ahbâb nâmındaki eşhası Mutun ve Kurun canibine
gönderdiler, ve ba'demâ sûfî nâmına kimesne-nün hudûddan geçîrilmemesine emr virildi.
Erdebîl oğlı der-i devlete ubû-diyyet-nâme gönderüp ahbâbmun Acem diyarına geçmesine
icazet rica eylediyse de kabul olunmadı.» Tâctit-Tevârîh, c. 2, s. 127. Şâh İsmail'in
Hammer Tarihi. C: 11. K: 24
370
HAMME
R
Kızını evlendirmek istediği Alâ'ü'd-devle'den de hüsn-i kabul göremedi. İsmail,
Dülkadirli hâkiminin bu reddinden dolayı, intikam almak istedi; lâkin Osmanlı
Devletinin müthiş gücünden de korkarak, askerinin Osmanlı toprağından
geçmesinden dolayı i'tizâr için yeniden sefirler gönderdi. Yeni bir cenge
girişmek hususunda isteksiz olan Sultân Bâyezid, Yahya kumandasında
Ankara'ya hududların muhafazası için bir ordu göndermekle yetindi (Not: 4).
İsmail'in müdafaasız Dülkadirıyye arazisini talan ve Âmid ile Harput müstahkem
şehirlerini zabtettikten sonra (3ü) İran'a, dönüşüne (913 1507) kadar, Yahya,
Ankara önünde kurduğu ordu^ahd;» kaldı. Alâ'ü'd-devle'nin oğlu ve iki torunu
İsmail'in eline düştüğünden. İran merdümhorları tarafından ateşte kızartılarak
yenildi (31). Ertesi sene (1503) İsmail, Trabzon Valisi Şehzade Selim'den
şikâyet, etmek ve Pâ-dişâh'a dostluk te’ıninâtıni yenilemek maksadıyle İstanbul'a
yine elçiler gönderdi. Şehzade Selim, İran toprağına geçmiş, ve Erzincan ve
Bayburd'a kadar olan yerleri hasara uğratmıştı (32). Hattâ bu akınlarda İsmail'in
kardeşi İbrahim'i esîr etmişti (Not: 5). Acem elçisi sırmalı elbise ile — fakat
Pâdişâh'ın elini değil— dizini öpmek şerefine mazhar oldu. Sefir, s o n
husûmetlerinin Osmanlı Devleti aleyhine değil, Alâ'ü'd-devle aleyhine vukua
getirildiğini söyleyerek efendisinin barışçı niyetlerini yeniden arz etti.
Dönüsünde Bâyezid tarafından İsmail'e gönderilen elçi —kendisini ayakta îfâ-yı
me’ınûriyette mecbur etmek için— yere halı serilmemiş olduğunu görünce
kaftanını çıkarıp sererek, şu kaliçe-i nev-i icâd (yâni: bu yeni icâd edilmiş!
kahçe) üzerine oturdu. İran sarayı halkı bundan pek
(30)
(31)
ahbabı atalarının halifelerinin igvâ ettikleri adamlardan ibarettir. Mütercim.)
Ando adosso a Alaedule in la piû estrema montagna chiamata Turnadji. cio £ delle
grue. Tolse due terre grosse al A. Amid prese un fioîe îigKa.s-Marini Sanoto A'audule.
Amid e Corpot d'Aİauduîe.
Sa'dÜ'd-din, 2. varak: 305. Solak-zâde, 76. (Alâ'ü'd-devle Şâh İsmail ile biraz cenk
ettiyse de bir oglı ve iki nebiresi (kız torunu) esir olarak nâ-câr bir sarp dağa kaçdı.
Şâh, Alâ'Ü'â-devle'nÜn payitahtını yskup yıkdı; ecdâdmun mezarlarını açup
kemiklerini ateşe ardı. Bu esnada Yahya Paşa'nun Engüri'ye geldiğünl işiderek veziri
Şeyh Neem-i Gİlâni" nün tedbiri üzerine İran'a gitdi. Nak] iderler ki .-Vâ'üddevle'nün oglım ve nebîrelerini kebâb itdirmiş ve İrâniler birbirinün ellerinden
kaprşup yimişler. Tâcü't-Tevârîh, He Soiafc-zâdeden hülâsa. Sa'dü'd-dîn, c. 2, s. 131,
S. zade, İstanbul basımı, s. 320. Son fıkra pek de inandırıcı değildir. Mütercim).
(32) Siyo (Scio) Venedik Konsolosu'nun raporunda: *I1 Sofi si trova, in Arzengan lontan da Caraserai loco di questo S'gnore (Ottomano? 4 gio-rante.s. (Yâni:
(Şâh İsmail) Sofi, Osmanlı Pâdişâhının memleketlerinden Karahisar'a dört günlük
olan Erzincan'daydı) diye yazar. İsmail ordusunun kuvveti, oniki bin süvari ve
otuzöeşbin kemankeş tahmin olunmuştur. Marini Sanoto.
OSMANLI TARİHİ
371
taaccüb ederek ve şu cesaretin İsmail'in gururu huzurunda affedilir görülmesinden
hayrete kapılarak, hattâ Şâh'ın bu vakur Osmanlı'yı hemân öldürmemiş olmasını çok
gördüler (33). Acem elçisinin İstanbul'a varışı, İsmail'in komşusu ve tabiî düşmanı
Özbekler Hânı Şeybek (34) tarafından gönderilen elçinin gelişine tesadüf etmişti
(35).
ŞEHZADE KORKUD'UN MISIR'A KAÇMASI
Şimdi —yedi sene sonra I. Selîm'in cesur ve liyakatli hasmı olmak üzere
zuhuruna kadar— Acem fâtihinden gözlerimizi ayırarak, Venedik ve Macaristan
sulhunu tâkib eden vekayii yazacağız. Bu sıralardadır ki, Burak Reis gemisinin
Sapienza Deniz Muhârebesi'nde yakılmasında vefat eden Kara Hasan (Kara
Hasan)'ın kardeşi olup «Kara Turmuş» nâmıyle şöhret kazanmış olan bir deniz
haydudu itaatini arz etti. Kara Turmuş doğum yeri olan Sivrihisar'da (36) birkaç
gemi teçhiz ederek vatanının ticâretine büyük hasar vermiş ve aleyhine on
kadırgadan mürekkeb bir donanma şevkine mecbur olunacak derecede dehşet
salmıştı (909/1503) (37).
Bununla beraber idarenin muhtelif şubelerinde bâzı değişikliklerde bulundu. Üç sene önce vezîr-i azamlık makamına iade edilen Hersek
Ahmed Paşa, ikinci defa azledildi ve bu hizmet tekrar Hadım Alî Paşa'ya verildi.
Pâdişâhın kendi hanedanına âit endîşelerinden haberdâr olan bu vezir ise, Şehzade
Korkud'un hilâfına olmak üzere her
(33)
«E pocho manchio non lo fece taiar in pezzi il Soph i.» Kezâlik.
(34)
Şeybek Hân, Özbek Hânları'ndan ve Cengiz'in oğlu Cuci'nin neslindendir. Hicrî
dokuzuncu asrın başlarında Mâverâünnehir ve sonra Horasan'ı zab-tetmekle Hüseyin
Baykara oğlu Bediüzzamân mağlûb olarak Şâh İsmail Safevi'ye iltica etmiş ve 916'da Şâh
İsmail'in askeri Merv'de Şeybek Hân'a galebe çalmıştır. Şeybek Hân muharebede vefat
ederek, Horasan İsmail* in eline geçmişse de, Bedîüzzamân'a vermeyip kendisi muhafaza
etmiştir. Şeybek Hânın nesli Mâverâünnehir'de daha çok, zaman hüküm sürmüştür.
Kaamusu'l-A'lâm, c. 4, s. 2893. Mütercim.
Venedik sefirlerinin raporlarında Özbek elçisi «delîa testa verda»; Şâh* ın elçisi «della
testa rossa» diye yazılıdır. Osmanlılar için «della testa bianca», ve Gürcistan elçisi için
«della testa nera» deniliyor ki, şu suretle «yeşü baş», «kızıl baş», «ak baş», «kara baş»
sırasıyle Özbekler'e, Acemler'e, Türkler'e. Gürcüler'e alem olmuş oluyor. (Mütercim)
(35)
(36)
(37)
Sa'düd-dîn'in «Seferihisar» diye yazdığı bu Sivrihisar, tzre yakın olan Sivrihisar olacaktır.
Ankara'daki Sivrihisar sahile çok uzaktır. (Mütercim)
Sa'dü'd-dîn, 3, Yarak: 53.
372
HAMME
R
vesileyle Şehzade Ahmed'in tarafını tutmakla Bâyezîd'in üzüntülerini artırdı. Alî
Paşa ile Korkud arasındaki uyuşmazlık bir hâdise ile artarak şehzadenin izzet-i
nefsine o kadar te'sîr etti ki, Korkud'u —hakkında felâkete yol açabilecek—
fevkalâde bir harekete sevk etti: Bu dediğimiz hâdise, deniz kenarında kâin ve
hakikatte asıl olarak «hass» unvanı altında vezîr-i a'zâmlara mahsûs arazîye dâhil
olup, fakat eski vezîr-i azamların eyâlet valiliklerindeki şehzadelere hürmeten
vazgeçdikleri bir kazanın Hadım Alî Paşa tarafından zabtıdır. Korkud, vezîr-i
azamın şu kindârâne hareketinden öfkelenerek bizzat ihkak-ı hak etmek için
amcası Cem gibi Mısır'a kaçmağa karar verdi; babasına Hacc için Mekke'ye
gideceğini haber vererek maiyyetindeki seksenyedi kişi ile Akbaş Reîs
kumandasındaki beş gemiye bindi (Muharrem 915/Nisan 1509) (38). Beş gün
sonra Is-kenderiyye'ye vardı; gelişini Memlûk Sultânı'na bildirdi. Sultân'ın cevâbı gecikmedi; dokuz cins at, dokuz katar deve, üç katar hecin, kıymetli örtülerle
müzeyyen olarak şehzadenin bizzat binmesi için iki katar deve, maiyyeti halkı
için yetmiş katar deve ile yüz at, matbah için kırk katar deve, dokuz bin duka,
dokuz top sırmalı kumaş, gayet güzel dokuz delikanlı gönderdi. Korkud bu
alayla, kırk davulunu vurdurarak Mısır payitahtına yöneldi. Divitdâr, yâni «emîri kebîr» ve başka bir deyişle Mısır devletinin baş veziri —«îfâ-yı resm-i hoşâmedî ile nezd-i sultanîye da'vet içün»— rikâbdar zâbitiyle birlikte istikbâline
geldi (1 Safer - 21 Mayıs). 1509 Mayıs'ınm yirmidokuzunda Şehzade ihtişâm-ı
resmî ile Kaahire'ye girdi. Cömertlik şiarı olan Sultân, her gün Şehzâde'ye elli
koyun, elli kantar şeker, elliüç müd pirinç, ikibin piliç, ikibin kaz, yüzelli kantar
bal, cep harçlığı için elli kese altın tâyin etti (39). Korkud gelişinden üç gün
sonra Sultân'ın müsâadesi veçhile mülakata gitti. Sultân ile Şehzade karşı karşıya
gelince, ikisi de bir anda atlarından indiler; Sultân «hoş geldiniz» mânâsına
olmak üzere, kendi oğlu gibi Şehzadenin gözlerinden; Korkud da ihtiram işareti
olmak üzere babası gibi Memlûk Pâdişâhı'nın gerdanından öptü; lâkin şiddetli
ısrarına rağmen, Şehzâde'nin —seyahati için bahane ittihaz ettiği— Hacc için
kendi toprağından geçmesine mümanaat gösterdiği gibi, Sultân Bâyezîd ile sulhu
ihlâl edecek diğer her türlü ta(38)
(39)
Venedik elçisinin raporuna nazaran Korkud'un donanması sekiz gemiden
mürekkebdi. «4 fuste e 4 brigantini, e non si sa dove sia andato». Yine bu rapora göre
Korkud'un infialine Alî Paşa değil. Hersek Ahmed Paşa sebep olmuştu.
Korkud'un Mısır'a seyahati ve orada ikameti hakkında Sa'dü'd-dîn ve So-lakzâde'den
ziyâde tafsilât veren Âlî Şehzâde'nin Kaahire'ye 9 Safer pa* zar günü dâhil olduğunu
yazar (Bâyezîd Saltanatının Otuzyedinci Hâdisesi). Lâkin 915 Muharrem'! cuma
ertesine müsadif olduğundan, Safer'in 9'u bittabi pazar değil, salı'dir. (Hammer'in bu
hesabı Islâhü't-Taikvîm'e dâhi mutabıktır. Mütercim.)
OSMANLI TARİHİ
37a
leplerini de reddetti. Korkud, babasının vezîr-i a'zamının üstün nüfûzuy-la
uğraşamıyacağını görerek, Alî Paşa'ya bir mektupla müracaat etmek suretiyle
mevkiinin müşkilâtından kurtulmak için en akıllıca çâreyi buldu (40). Mekke'ye
gitmek tasavvurunda bulunmasından dolayı özür beyân ederek, babası tarafından
hükümetine iade olunması hakkında vezîr-i a'zamın tavassutunu rica ediyordu.
Talebi kabul edilerek, Kilikya'ya avdette isti'câl gösterdi. Seyahatinde,
donanması birçok Rodos Şövalyeleri gemilerine tesadüf etti; Rodos bayrağı
çekmekten Şehzâde'nin imtinâı üzerine Rodoslular cenge başladılar: Şehzade
mağlûp ve kendini Küçük Asya sahiline atmağa mecbur oldu (Not: 6).
Korkud'un alın yazısı, firarından başka birçok ahvâlde dahî amcası Cem'in alın
yazısına benzer. İkisi de irfan sahibi idiler, ikisi de korkunç bir ölümle
hayatlarını bitirdiler. Korkud da Cem gibi şâir ve onun gibi üdebâ ve ulemâ ile
çevrili idi; bilhassa kendisinin de ihtisas kazanmış olduğu mûsikî bilgilerini ve
san'at-kârlarmı himaye eder ve onların sohbetleriyle büyük bir haz duyarak vakit
geçirirdi. İslâmın hukuk kaideleriyle pek derinden meşgul olarak, hukukun
müşkil mes'eleleri hakkında bir eser te'lîf etmiştir (41). Korkud'un ilmiyyedeki
derinliği şâirleri ve fakîhleri adetâ büyülemişti. Lâkin Ye-niçeriler'le vezirlerin
teveccühsüzlüklerini müstelzim olarak, bunlar Bâyezîd'in son saltanat günlerinde
ve ölümünden sonra, Korkud'dan küçük olan Ahmed ve Selîm'i tercih ettiklerini
alenen ortaya koydular.
BÜYÜK ZELZELE
1509 EylüTünün ondördünde İstanbul, Osmanlı târihinin kaydettiği zelzelelerin
en müdhişine uğradı (Not: 7). 109 cami, 1500 ev, kara tarafındaki surların hepsi,
deniz tarafındakilerin çoğu, Yedikule, denizden Bah-çekapısı'na kadar saray duvarları
—temellerinden zirvelerine kadar— hâk ile yeksan oldu (42). Fâtih Câmii'nin en
büyük dört sütununun başlıkları düşerek kubbenin bir tarafı eğildi. Hastâhâne'nin,
imaretin, cami tarafındaki sekiz medresenin ve diğer birçok umûmî binaların
kubbeleri yıkıldı. II. Bâyezîd Câmii'nin medresesi yıkılarak bir büyük harabe yığınından ibaret kaldı. Binlerce erkek, kadın, çocuk enkaz altında medfûn oldular (43).
Yalnız vezîr-i a'zam Mustafa Paşa’nın hanesinde atlarıyla birlikte üçyüz süvârî telef
oldu. Bu arz hareketi kırkbeş gün İstanbul'u, Ru(40)
(41)
(42)
(43)
Korkud'un mektubu ve Âlî Paşa’nın cevabı, bendeki Âli nüshasının haşiyesinde
mündericdir.
Latîfî, Tezkire-i Şua-râ, Şâıber'in tercümesi, s. 62 ve 341. Âlî, Otuzyedincî Hâdisenin
bidayeti; Neşri ve Dermiknun (?)
Sa'dü'd-dîn, 3, varak 525 .Solak-zâde. Ravzatu'l-Eferâr, Âlî, 38'inci Hâdise; Hacı Kalfa,
Tafcvîmü't-Tevârîh.
Âlî, Solak-zâde.
374
HAMME
R
meli ve Anadolu eyâletlerini dâima heyecanda bıraktı. Çorum şehri ahâlîsinin
üçte ikisi, yarılıp açılan toprak içine göçtüler. Gelibolu istihkâmları (44) yıkıldı.
Bâyezîd'in doğduğu Dimetoka beldesi baştanbaşa toprak yığınından ibaret kaldı.
Köpürmüş deniz, dalgalarını İstanbul ve Galata surlarını aşırarak o belde ve
karyenin sokaklarını tûfâna boğuyordu. Eski su bendleri yıkıldı. Ayasofya
Câmii'nde —Bizans imparatorları zamanından beri mevcud olan— muhteşem
mozaîkı örten sıva kamilen düşdü, güya şu tahrîb olmuş eseri görmek ve
Hıristiyan kiliselerini —ki bu umûmî harabı içinde hepsi sağlam kalmışlardır—
huzûrlarıyla muhafaza etmek istiyor gibi İnciller'in sahiplerinin büyük
tasvirlerinin yeniden meydana çıktığı görüldü. Bâyezîd, sarayının duvarlarına
i'timâd edemediğinden bahçesine gayet hafif bir çadır yaptırarak on gün orada
ikamet etti. Daha sonra, Kostantiniyye'nin arzetmekte olduğu dehşet verici
manzarayı görmemek için, saltanatın ikinci payitahtı olan Edirne'ye iltica etti
(45) (9 Receb 915/23 Teşrinievvel 1509). Lâkin pâdişâhın gelişinden az bir vakit
sonra Edirne'de dahî İstanbul derecesinde arz hareketi oldu; altı gün sonra da
korkunç bir fırtına çıkarak Tunca taştı ve mecrasından çıkarak zelzele felâketinin
meydana getirdiği harabeleri sular altında bıraktı. «Unsurların galeyanı» geçince,
Bâyezîd İstanbul duvarlarının derhâl ta’ınîrini te’ınîn edecek tedbirleri müzâkere
için bir «at divanı» (46) topladı: «O kadar haksızlık, o kadar zulm ettiniz ki
mazlumların ahları göklere kadar çıkarak belde ve memlekete Gazab-ı İlâhî'yi
davet eyledi (47)». Osmanlı memleketlerinin her tarafından üç bin duvarcı
getirildi; amele olmak üzere üçbin müsellem ve kireççi olmak üzere sekizyüz
yaya dahî bunlara ilâve olundu (48). İki ay zarfında (29 Mart 1510/18 Zilhicce
915'den 1 Haziran / 23 Safer'e kadar) yalnız İstanbul ve Galata surları değil,
Galata Kulesi, Kız Kulesi (Leandr Kulesi), Yaldızlı-kapı'daki
(44)
«In civitate Calipoli castrum fortissimum penes ruptum; brachium maris inter
Galatam et Constantihopolim ultra murum acuam in jecit.» Viyana Hazîne-i
Evrakında Mişne'nin mektubu.
(45)
Sa'dü'd-dîn, Âlî, Solak-zâde. Spandojino, s. 84. Bu felâketde vukua gelen telefatın
miktarını Osmanlı müverrihleri beşbin, Mişne (MichnĞ)'nin mektubu onüç bin
tahmîn eder.
Atı dizgin'nden tutarak ve bir ayağını üzengiye koyarak binmeğe hazır surette
müzâkere oluna ndîvana «At Divanı» denilir.
Âlî, Solak-zâde.
Spandojino bu işlerde istihdam edilen adamların miktarını altmışüçbin olarak
gösterir. Marini Sanoto'da dercedilen Venedik elçileri raporlarında Dimetoka
inşaatında istihdam edilen onbin kişiden hâriç olarak, yalnız elli bin tahmîn
edilmektedir. Bu inşâatı yanlış olarak 1511 senesinde gösteren Civvio'ya nazaran
amelinin miktarı onbeşbinden ziyâde değildi bk. Sansovino'nun «Fattd iiiustıı ^ selim»
unvanlı eseri, 2, 337.
(46)
(47)
(48)
OSMANLI TARİHÎ
375
deniz feneri, Yeni Saray, Büyük ve Küçük Çekmece köprüleri, Silivri hisarları
tamir edildi (49). Kostantiniyye duvarlarının tamirinin sene-i devriyesi için
verdiği ziyafette Sultân Bâyezid, ulemânın büyüklerinin şiddetli ve sürekli
ısrarlarına uygun olarak, üç gün fukaraya gümüş tabak ve sahanlar içinde
yiyecek ve içecek dağıttı (50). Şu suretle gösterilen servet ve refâhetten maksat,
geçen senenin zelzelesini, Yeniçerilerin Yahudi hanelerini yakmak suretiyle
meydana getirdikleri hasarları, şehrin büyük binalarının tekrar inşâsı için sarfı
icâb eden külliyetli akçelerden mütevelli d vergileri unutturarak, halka cesaret
vermek idi (51). Bununla beraber şu vatanperverâne sebebin a l t ı n d a o tedbîri
i l t i z a m edenlerin gizli bir maksadı da vardı ki, bu da ziynet ve ihtişamın düşmanı
olduğu cihetle ilk halifelere imtisâlen gümüş avânî kullanılmasının menini arzu
edebilecek olan pâdişâhın şiddetli takvasına mukavemetten ibaretti (52). Ziynet
ve ihtişam ise milletin ahlâkında o kadar ilerlemişti ki, zayıf bir tabiatın her türlü
birbirine zıd durumlarını şahsında cem etmiş olan Bâyezîd gibi bir hükümdarın
bunu yok edebilmesi kaabil değildi. O zaman Türkîer'in sarhoşluğu ve
itidâlsizlikte ifratlığı o derecedeydi ki, iki sene evvel pâdişâh şarab içilmesini
idâm cezasıyla men* etmiş ve şarab satılan umûmî yerlerin kapanmasını
emretmeyi muktezî görmüş idi; lâkin Yeniçeriler meyhaneleri cebren açtılar,
Bâyezid de zabtı kaabil olmayan bu güruhun daha müfritâne muamelelerde
bulunmasından korkarak, dört gün sonra bu yasağın kaldırılmasına mecbur oldu
(53).
(49)
(50)
(51)
(52)
(53)
Âlî ve Solak-zâde.
«Fuogo a ConstantinopoÜ 45 Luglio di none brusero 800 case. Fü posto per 1 Turchi aile
case degli Judei.» (Met'ndeki rivayete dâirdir) Venedik Sefirinin raporundan. (Marini
Sanoto'dan).
Bu büyük zelzele felâketinin açtığı yaraların tamiri hususunda Or d. Prof. Î.H. TJzunçarşılı
şunları kaydetmektedir: «İstanbul'daki yıkılan yerleri yaptırmak için yirmi evden b'r kişi
ve ev başına yirmiikişer akçe takdiriyle cerahor, yâni ücretli amele tedârik edildi; bu suretle
Anadolu'dan otuz-yedi bin ve Rumeli'den yirmidokuz bin cerahor çıkarılıp üçbin kadar mimar ve dülger getirildi. Bunlardan başka yaya'lardan seklzbin ve müsellem tayfasından
üçbin kişiye de kireç yaktırıldı. Bu suretle devlete âit olan İstanbul ve Galata taraflarmdaki
yerler için 915 ^İlhtccesi'nde onseki-zinde başlayan inşaat altmışbeş günde sona erdi» «...
Bu tamir edilen yerler arasında kale surları, Galata'daki mahzenler vesâireden başka Kale-İ bahreyn denilen Kızkulesl, Rumeli ve Anadolu hisarları fenerliği, Çekmece köprüleri,
Silivri kalesi ve Burgus denilen hisarlar da vardır. Bütün inşaat Mimar Hayreddin b.
Mimar Murad'ın nezâreti altında yapılmıştır.» (Ord. Prof. Î.H. TJzunçarşılı, Osmanlı
Tarihî, c. H, Ankara 1975, s. 233-234; Âlî* c. 1., s. 200-201'e atfen). (Hazırlayanın Notu).
M.D*Ohsson, Osmanlı Saltanatına dâir cedvel.
Venedik elçilerinin 1508 senesi raporlarına nazaran.
376
HAMME
R
ŞEHZADELERİN HÜKÜMETLERİ ve SEFARETLERİ
İstanbul surları yapılınca Bâyezîd vilâyetlerin idaresini kendisince en ma'kûl
görünen esaslar üzerine te'sîs etmeyi düşündü. Eyâletlerin oğulları ve torunları
arasında taksimiyle dâhilen ve Macaristan ve Venedik ile evvelki muahedelerin
yenilenmesiyle haricen devletinin emniyetini tezyin edeceğini ümîd ediyordu.
Bâyezîd'in şehzadeleri Şehenşâh, Korkud, Ahmed, Selîm birçok senelerden beri
Karaman, Teke, Amasya, Trabzon hükümetlerini idare etmekte oldukları gibi,
Selîm'in onaltı yaşındaki oğlu Süleyman'a da Bolu eyâletini verdi. Bu tedbir ise
pekçok zamandan beri ihtilâf ve kin menbaından başka birşey olmayan kendi
hanedanı arasında yeni tahriklere sebeb oldu. Şehzade Ahmed genç yeğeninin
Amasya'dan İstanbul'a, yâni kendisini tahta ulaştıracak olan yol üzerinde —güya
gidişine mâni' olmak ve kendisi saltanat tahtını alabilmek için—-■ ikamesinden
şikâyetle hoşnudsuzluk gösterdi. Bâyezîd bir kere kararlaştırdığı şeyden geri
dönmek alışkanlığında olmamakla beraber, hanedanının asayişi için genç
şehzadenin me’ınûriyetini Kefe eyâleti olarak değiştirdi. Zan-nolundu ki, şu
suretle Şehzade Süleyman'ın padişahlık iddiasında bulunmasına sed çekilmiştir.
Lâkin hakîkat-i halde, devlette dahilî muharebe zuhur ettiği zaman şehzadeyi o
muharebelerin tehlikelerinden masun bı-rakmakdan başka bir netîce vermemiştir
(54). Bu sırada Mısır Sultâm’nın bir elçisi gelerek Şehzade Korkud'un eyâletine
avdetini haber verdiği gibi (55), bir Osmanlı elçisi son müsaleha-nâmeyi
yenilemek için Ofen'-de bulunmakta olduğu halde, bir Macar murahhası (56)
İstanbul'a gelerek ahidnâmeyi yeniledi (57). Sultân Bâyezîd Venedik'e de
mütârekeyi uzatmak ve Cumhuriyetin birçok düşmanlarından her tarafta gördüğü
taz-yîkat üzerine Nikola Custiniani vâsıtasiyle Türkler'den ilk defa olarak isteyip
de nail olamadığı yardım hakkında müzâkerelerde bulunmak me'-mûriyetiyle
Venedik'e dahî bir elçi gönderdi (Not: 8). İstanbul'da mukîm Venedik Balyozu
ise Venedikliler tarafından esîr edilmiş olduğu halde devletin kudretli
müdâhelesini taleb etmiş olan Marki Dö Mantu'nun hürriyetinin iadesini Venedik
Cumhuriyeti nâmına vaad etmeğe mecbur oldu (58).
BÂYEZÎD İLE SELİM ARASINDA MUHAREBE
Bâyezîd, yaşı ilerlemiş ve sıhhati sarsılmış olduğu halde, muâhedeleSa'dü'd-dîn, 3, varak: 356. Solak-zâde, varak: 77, Âlî.
«A di 26 Luio venuto un orator del Cairo per dir al Signore che il suo figlio
Korkoud venia al suo Sandjiak con 24.000.000 aspri di entrada cio e da 50
M'glioni» (Marini Sanotu'da Venedik Elçilerinin raporu).
(56) Kezalik: «Li 16 Luio baso la man del Signore l'orator ungaro».
(57) îstoanfi, Târih, 1, 4, s. 37. Katona, c 11, Bâb: 18, s. 306.
(58) Guvviçiyardini, 1, 8,
(54)
(55)
OSMANLI TARİHİ
377
rin yenilenmesiyle ümîd ettiği âsâyiş ve rahatı göremedi. Diğer taraftan, evvelâ
oğullan arasında, sonra oğullarıyla kendi arasında dâhili bir muharebe ortaya
çıkmakta gecikmedi. Hepsi babalarına halef olmak hırsında ve padişahlık için
birbirleriyle uğraşmak üzere saltanat tahtının bir an evvel boşalmasını görmek
sabırsızlığında bulunan şehzadeler arasında dâima hükmünü yürütmekte olan
gizli rekabet, Süleyman'ın valiliği mes'elesinden dolayı meydana çıktı.
Çoktanberi kül altında alevlenmeğe hazırlanmakta olan kıvılcım, bir yangın oldu.
II. Bâyezîd'in sekiz oğlundan üçü hayatta idi. Pâdişâh kendisine halef olmak
üzere Şehenşâh ve Korkud'a tercîhan Ahmed'i seçmiş olduğu halde, Bâyezîd
evlâdının büyüğü olan Şehenşâh vefat etmiş olduğundan, padişahlık en büyükevlâ-dın hakkı olmak prensibiyle, Korkud'a âit olmak lâzım geliyordu. Lâkin
Bâyezîd'in kendilerine ilkâ ettiği atâlet hâlinden hiç hoşlanmayan Yeniçeriler, şiir
ve mûsikîye muhabbetinden dolayı Korkud'u saltanata lâyık görmüyorlardı.
Mu'tâd olan veraset nizâmının şu suretle Ahmed'in lehine bozulması, Selîm'in
hırsını tahrik ederek, her ne kadar iki kardeşinden genç ise de, ya cebir yahûd
hiyle ile saltanat tahtını almağa karar verdi. Selîm'in savaşçı fikir ve düşünceleri,
izzet-i nefis ve feverandan meydana gelmiş tabiatı —eğer zulüm ve şiddetinden
korkmamış olsalar— askerin muhabbetini te’ınîn edecek idi. Bununla beraber
Ahmed'in Yeniçeri reislerine verdiği ihtiyatsızca bir cevab, cenk için yetişmiş
adamların Selîm'e teveccühlerini te'yîd eyledi. Selim, bunların kendi hakkında
mü-sâid bir fikirde bulunduklarından haberdâr olmasıyle beraber maskesini
çıkarmak zamanı geldiğine hükmetti. Babasıyle kendi arasında bir hoşnûdsuzluğun ilk alâmeti olmak üzere, pâdişâhın müsâadesini almaksızın Trabzon
eyâletinden oğlu Süleyman'ın eyâletine (Kefe Sancağına) giderek, oraya bağlı
bulunan arazînin idaresini kendi arzusu veçhile tâyin etmekle beraber, Kefe'den
Çerkezistan içerilerine akınlar yaptı. Bâyezîd, haklı olarak öfkelendi ve Selîm'in
kendi eyâletine dönmesini emretti. Selim ise itaate bedel, babasına ve hükümet
merkezi yakın olmak maksadına atfen Rumeli'nde bir sancak istedi (59).
Selîm bu yakınlıkla, Bâyezîd'in saltanatını Ahmed'e devretmek tasavvuruna
mâni' olmak ve Bâyezîd'in irtihâlini haber alır almaz saltanat tahtını ele
geçirmeğe müsâid bir mevki'de bulunmak istiyordu. Yirmialtı seneden beri
görmediği babasının elini öpmek bahanesiyle Edirne'ye gitmesine müsâade
olunmasını üç defa taleb etti. Vâkıâ müslümanlar sebeb-i vücûduna (yâni
babasına) ihtiram arzım bir fiil-i cemîl add ederlerse de, pâdişâh, oğlunun
tasavvurlarını keşf ederek o müsâaadeyi üç defa reddet(59) Sa'dü'd-dîn, 3, varak: 557-559. Solak-zâde,
Gembini, Menavino, Sansovino.
varak: 78. Ravzatül-Eftrar Clvvio, Spandojino,
HAMMER
tiği gibi (60), Rurneîinde sancak talebini de kabul etmedi. Şu tekerrür eden red
muameleleri üzerine, eyâletin değiştirilmesi talebini bizzat teyîd etmek üzere bir ordu
denilebilecek maiyyetiyle Karadeniz'den geçip Edirne'ye gitmeğe karar verdi (Mart
1511). Vezirler böyle bir teşebbüsün doğuracağı neticelerden dehşete kapılarak,
pâdişâhı ilk kararında sebat ettirmek için hepsi ittifak ettiler. Eğer Selîm'in şu isyanı
hemen bastırıl-mazsa, diğer oğulları arasında da bunu örnek alacaklar bulunacağını ve
zâten devletin o vakte kadar harfiyyen riâyet olunan asıl prensibinin saltanat tahtında
bulunan hükümdar oğullarından birinin Rumeli'de bir eyâlette bulunabilmesine
muhalif olduğunu Bâyezîd'e arz ettiler. Padişah, Selini hakkında şiddet göstermeden
evvel, en müessir ihtarlarda bulunmak üzere Molla Nûreddîn Sarıgürz'ü (61)
şehzadeye gönderdi. Lâkin bir faydası olmadı. Bunun üzerine Bâyezîd, vezirlerinin
ısrarlı tazyiklerine dayanarak, Rumeli beğlerbeği Hasan Paşa'yı onbeşbin kişi ile âsî
şehzadenin üzerine göndermeğe karar verdi. Hasan Paşa, henüz bir merhale almamış
olduğu halde, Selim'in sancakları göründü; Hasan Paşa ile asker şevkinden maksad
Şehzâde'yi korkutmaktan ibaret olduğundan, Paşa hemen Edirne'ye çekildi. İki ordu
bu ricâti Selîm için hayra yorumlayarak, taraftarları ise saltanat tahtına sâhib-i mutlak
olacağına şimdiden hükmettiler. Şehzade Edirne kapılarında bulunan Çukurova
vadisine henüz ordugâh kurmuştu ki, pâdişâh dahî muztarip olmakla beraber ordusuna
iltihak etti; orada çadırının perdelerini indirmiş olduğu halde, oğlunun —harb
düzenine girmiş ve meşru efendisine karşı harbetmek üzere işaretini bekleyen—
askerini gözyaşlarıyla hayretler içinde seyrediyordu. Rumeli beğlerbeği, Selîm'in
yanına gidip «gerçi babasını göremez ise de, pâdişâh hayatta bulunduğu sürece
Şehzade Ahmed'e saltanatı devret-memeğe söz verdiğini» söyleyerek bu defalık oğul
ile baba arasında cenge mâni oldu. Şehzâde'nin Rumeli'nde sancak talebi de kabul
edildi: Semendire eyâleti Vidin ve Alaca-hisar arazîsinin ilhakıyle uhdesine verildi.
Bu şartları mutazammın bir sened-i kat'î Bâyezîd'e arz olunmasıyle tasdik edilerek
genç yiğitlerden, atlardan, paradan müteşekkil birçok hediyelerle Şehzâde'ye
gönderildi (Not: 9). Daha sonra pâdişâh İstanbul'a, Şehzade Semendire'ye gitti.
ŞAHKULU İSYANI
Rumeli'nde bu vak'alar cereyan ederken, Anadolu dahî bir dahilî muharebe
tehlikesi altında bulunuyordu. Şehzade Korkud, kardeşinin Edir(60)
(61)
Sa'dü'd-dîn, varak: 570. Solak-zâde, Âlî, Onsekizinci Hâdise; Civvıo, Spandojino,
Menavino, Sansovino.
«Mevlânâ Nûrü'd-dîn Sarugürz lakabiyle Rûm'da iştihar bulmuş âlim-i dindar ve edîb-i
nâm,dar» (Sa'dü'd-dîn) (Mütercim)
OSMANLI TARİHÎ
379
ne önüne geldiğini haber alınca hemen Antalya'dan çıkmış ve Bâyezîd'in daha
önce kendisine vermekten imtina gösterdiği Saruhan eyâletini zabt etmiş idi,
Korkud'un niyeti saltanat varisliği mes'elesinin halledileceği mücâdele mevkine
yakın bulunup da o mes'eleyi ekberiyet hakkıyla kendi lehine halletmek idi.
Korkud Teke eyâletinden geçerken, o zaman memleketi talan eden haydud
fırkaları Almalu Köyü civarında bütün eşyasını yağma ettiler. Bu haydutların başı
Karabıyık nâmında birinin oğlu idi; o taraflarda pek çok olan Şâh İsmail'in
mutaassıp taraftarlarının başına geçerek, kendisine «Şahkulu» unvanını vermişti;
lâkin Osmanlılarca tehlikeli bir âsî olarak görüldüğünden «Şeytankulu» nâmı
verilmiştir (Not: 10). Bâyezîd'in âsîlere karşı gönderdiği Anadolu beğlerbeğini
Şeytan-kulu gafleten basarak ordusuyla beraber mahvetti (1511 Şubat nihayeti
yâhud Mart başları). Beğlerbeği Karagöz Paşa’nın bu hezimeti Rumeli'de Selîm
yeni sancağa giderken duyuldu. Şehzade, Anadolu'daki karışıklığın neticesi
beklemek bahanesiyle Zağra'da durdu. Bâyezîd Semendire'ye doğru yolunda
devam etmesini defalarca emrettiyse de te'sîri olmadı. Pâdişâh o zaman
payitahtının bir darbeyle zabt olunmasından korkmağa başlayarak sür'atle
İstanbul'a döndü (62). Bâyezîd'in gidişinden sonra, Selîm Edirne'ye girdi
(Rebîülevvel 917/Hazîrân 1511). Hapishaneleri açtı; hükümet sandıklarını
boşalttı. Kendi nâmına yeni hâkimler tâyin etti. Bununla beraber İstanbul'da
Şehzade Ahmed'in fırkası —ki Bâyezîd'in feragat etmesiyle taht yolunu
Şehzâde'ye açmak istiyorlardı— büyük bir te'sir kazanmışlardı. Bu fırkanın reisi
ve Ahmed'in muhibb-i hâssı Alî Paşa'nın telkinleri üzerine Bâyezîl —ordusuyla
Edirne'den çıkmış olan— oğlu Selîm üzerine tekrar yürüdü. Uğraş Köyü
civarında, Çorlu'dan (kadîm Ço-rulum) uzak olmayan bir mevki'de iki ordu
karşılaştılar. Çorlu, Bizans târihinde meşhurdur: Aleksi Komnen düşmanlarının
saflarına karışıklık vermek için dağ tepelerinden tekerlekler yuvarlamak
hiylesinde bulunmuş idi (63). Alî Paşa nikrîsden muztarip olan Pâdişâhın yatağına
yaklaşıp perdeyi çekerek, Selîm'in ekseriyetle Kırım Tatarlarından mürekkeb
ordusunu gösterdi ve dedi ki:
— Bu hâl ile gelen bir oğul babasının elini öpmek mi, yoksa onu tahtından
indirmek mi ister?
öteki vezirler de, Bâyezîd'in harb için emir vermeğe ikna' etmek üzere bu yolda
sözler söylediler. Pâdişâh kalkıp yastıklarına dayanarak orduya hitaben:
— Kullarım, siz ki benim ekmeğimi yiyorsunuz, âsîler üzerine yürüyünüz!» (64)
dedi. Onbin askerin hepsi birden «Allahu Ekber» diye ba(62)
(63)
(64)
Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 548.
Anna Komnena, 1, 7, Paris basımı, s. 215.
Osmanlı müverrihleri tarafından naklolunan şu birkaç söz, Ciwio'nun
380
HAMMER
ğırarak düşman üzerine hücum edip, bozdular (8 Cumâdi'l-ulâ 917 / 3 Ağustos
1511) (65). Selim, ancak —Osmanlı târihinin «Bosefal»i (66) olan—
«Karabulut» (67) adındaki alâ cins atının sür'ati ve tâkib eden birkaç süvari ile
Şehzâde'nin arasına atılan sâdık arkadaşı Ferhâd Paşa'nın —daha sonraları dâmâd
ve vezîr-i a'zâmı olmuştur— fedâkârlığı sayesinde selâmet bulmuş ve şu suretle
hareketinin cezasını görmekten masun kalmıştır (68). Selîm, Karadeniz üzerinde
bulunan Ahiyoli (eski Anhiyalos) kasabasına kaçarak —âsîlerin gemilerini
yakmak emrini getiren— posta tatarının gelişinden evvel gemilere binip Kırım'a
teveccüh eyledi (Not: 11). Selîm, şu muharebede ikibin süvârî kaybetmişti;
ordusunun bakıyyesi dağıldı. Yâhud Kırım'da Şehzâde'ye iltihak etti. Şehzadenin
kayınpederi olan Tatar hanı misafirperverlik göstermekle beraber, saltanat
dâvasını desteklemek için yeniden imdâd vaad etti (Not: 12).
HADIM ALİ PAŞA'NIN ŞEHÂDETİ
Şeytankulu'na esîr olup da kazığa vurulmak gibi öldürücü bir hakarete
uğrayan Anadolu beğlerbeği Karagöz'ün hezimeti Şehzade Selîm'in Edirne'ye
azimetine sebep olmuştu. Çünkü, vezîr-i a'zâmm üçbin Yeniçeri ve dörtbin Azab
(69) ile Anadolu'ya gitmesinden dolayı Rumeli askerinin uğradığı zaaf kendisine
daha az mukavemet edileceğini ümîd ettiriyordu. Alî Paşa ise, Anadolu ordusu
kumandasını eline almakla beğler-beğinin vefatından ve Osmanlı silâhına edilen
hakaretten dolayı —bir bölüğü Bursa civarına kadar gelen— Şeytan-kulu
takımının kamilen mahvı suretiyle intikam almak sevdasına düşmüştü (70).
Bundan başka şu vesileden istifâde ederek —Bâyezîd'in muvafakatine binâen ve
Selîm ile yapılan mukaveleye rağmen— Şehzade Ahmed'i tahta iclâs edeceğini
ümîd ediyordu. O aralık, Saruhan vâlîsi bulunan Şehzade Korkud'dan gelen bir
mektub (71), düşmanın Bursa'dan çıkarak Şehzâde'nin yedisekiz bin kiSultân Selîm hakkındaki (Sanşovino'da 2, s. 336'de münderic) eserinde Bâyezîd'e
söylettiği uzun nutuktan ziyâde hakikate muvafık görünüyor.
(65)
(66)
(67)
(68)
(69)
(70)
(71)
Menavino, pâdişâhın ordusunu dörfcbinden ibaret gösteren Osmanlı müverrihlerinden
ziyâde itimâda şayandır.
Büyük İskender'in garîb vasıfları hâiz atı. Nasıl ki Husrev ve Şîrîn'in «Şebdîz» ve
«Gülgûn» nâmındaki atları da İran târihinde meşhurdur. (Mütercim).
Clvvio «Charabulo» yazar.
Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 551. Âlî ,Solak-zâde, varak: 79.
Âlî, Hâdise 52. Sa'dü'd-dîn'e nazaran (varak: 555, c. 4) dörtbin Yeniçeri.
Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 555; Venedik elçisinin Edirne'den gönderdiği 9 Mart 1511 tarihli
raporuyla müttefiktir.
Bu mektub bendeki Âli nüshasının kenarında mündericdir.
OSMANLI TARİHİ
381
silik ordusuna hücum ile galebe ettiğini ve Alaşehir'de beğlerbeğinin hazînesini
zabt ile kırk katar deve sürerek çekilip gitmiş olduğunu vezîr-i azama
bildiriyordu. Şehzade Ahmed ile vezîr-i a'zam Altuntaş (72) Köyü yakınında ve
Germiyân arazîsi üzerinde tesadüf ederek, Pâdişah'ı tahttan feragate bir an önce
ikna edecek tedbîrleri müzâkere edip kararlaştırdılar; lâkin ele avuca sığmaz
tabiatına büyülenmişcesine kapılmış olan Yeniçerilerin Şehzade Selîm'e tam bir
sadâkatle bağlanmaları, bunların müşterek ümîdlerini neticesiz bıraktı. Şehzade
Ahmed Yeniçerilere birçok hediyeler verdiyse de, faydası olmadı: Askerin
düşüncesinde kardeşinin yüksek vasıfları hakkında yerleşmiş olan i'tikadı
bozamadı. Şehzade ve vezîr-i a'zam tasavvurlarını daha münâsib bir zamana
te'hîre mecbur olarak, şimdilik Teke mutaassıbları üzerine yürümekle iktifa
ettiler. Ordunun yaklaşması haberi üzerine Şeytankulu takımı Kızılkaya
boğazlarına çekildiler. Her taraftan duvar gibi büyük kayalarla çevrili olan bu
vâdî, bir cihetten Karaman ile hem-hudûd olmasıyle vezîr-i a'zam Karaman
eyâletinde Şehzade Şehenşâh'a halef olan kardeşi Alemşâh'ın lalası Haydar Beğ'e
Kayseri beği ile iki bin kişi alarak dağın Karaman ciheti nde-ki medhallerini işgal
etmesini emretti. Kendisiyle Şehzade Ahmed dahî düşmanı diğer taraflarından
kuşattılar. Bu garîb ablukadan otuzsekiz gün sonra Şeytankulu kayalar arasından
bir yol açarak yolunu kesen Haydar Beğ takımını mahvetti ve Kayseri yolu
üzerinden Sivas'a doğru kaçdı. Ancak iki gün vakıadan haberdâr olan vezîr-i
a'zam Yeniçeriler'in en cesurlarından ikibin kişi ayırarak ve atlara bindirerek
bâgîlerin takibine koştu; ordunun bakıyyesini de arkasından gelecek olan
Şehzade Ahmed'e bıraktı. Alî Paşa Sarmısaklık (73) Köyü yakınında düşmana
yetişerek (74), maiyyeti az olmakla beraber cenge girişti ve pek şiddetli bir
muharebe vuku buldu (Rebîülevvel 917 / Ağustos 1515). Şeytankulu ile vezîr-i
a'zam ikisi birden maktul düşerek muharebe bitti. İki ordu dağıldı. İşte Koron ve
Modon fâtihi ve İstanbul'da iki cami ve bir medrese banisi Hadım Alî Paşa (75)
şu suretle zayi oldu. Alî Paşa, cenk meydanında şehîd düşmüş ilk Osmanlı vezîr-i
a'zamıdır. Yüksek fikirli, ilim ve san'atların münevver bir hâmisi olan Alî Paşa
her ay bir defa âlimler ve şâirleri sarayında toplamak i'tiyâdında idi. Bunlara
gösterdiği cömertlik, bâzan israf derecesini
(72)
(73)
(74)
(75)
Civvio, Sultân Selîm hakkındaki eseri, Bu mevki —eğer Taş-ill ile karıştırılmamış ise— eski
Tascia dedikleri yer olabilir.
«Sarımsaklı» veya «Sarımsaklı» hâlâ bu isimle mâruftur.
Âlî, Kırkikinci Hâdise, Sâdü'd-dîn'e nazaran (varak: 561, c. 4), bu müsademe Gökçay
kenarında vuku bulmuştur. Celâl-zâde'nin Selîm-nâme'si, Dresd nüshası, bâb: 8, varak: 19.
Bu vak'a Şeytankulu'nun Osmanlılar'a üçüncü galebesi olmuş oluyor. Hacı birinci olan
Karagöz hezimetini 916 (1510) ve Şehzade Korkud ile Alî Paşa mağlûbiyetlerini 917
senelerinde zikreder.
HAMMER
bulurdu. Yalnız bir günde üçyüz keseye kadar dağıttığı olurdu (76). Birçok kıymetli
eserler, onun nâmına yazılmıştır. Kendisine şeref veren bu ithafnâmeler arasında —
vezîr-i a'zam hakkında bezi eylediği o kadar med-hiyelerden dolayı değil, Alî Paşa
«devlet târih-nüvisi» unvanını vermiş olmasından dolayı— İranlı İdrîs'in (77) Osmanlı
tarihindeki mukaddimeyi bilhassa nazar-ı dikkate alırız. Paşa'nın askerî ve siyâsî
faziletlerinin yâd edilmesi İdrîs'in târihi ve şâir Mesîhî'nin mersiyesi vâsıtasiyle sonraki nesillere nakl olunmuştur (78).
ŞÂH İSMAİL'İN ÂSÎLERİ CEZALANDIRMASI
Teke âsileri başsız kalarak Şâh İsmail'in memleketine doğru kaçmağa devam
ettiler. Yolda bir Acem kervanını vurarak yağma ve binden ziyâde adam kati ettiler.
Maktullerden biri de Enbiyâ-nâme nâzımı ve Tuğrayî'nin meşhur kasîdesiyle aynı
kudrette olarak kabul edilen bir kasidenin sahibi ve kendisine ikinci Sibeveyh
unvanını verdiren manzum bir nahvin müellifi İranlı en büyük âlimlerden Şeyh
İbrahim Şebüsterî idi (Not: 13). Mutaassıplar, Şeyhi, -—oğlunu gözü önünde
öldürdükten sonra— kati ettiler. Şâh İsmail bu türlü ef'âli her ne kadar taraftarları tarafından yapılmışsa da cezasız bırakamazdı; hattâ lâkayd kalması bile tasvîb olarak
kabul edilebilirdi. Bununla beraber hükümdarların hakkıy-le anlaşılmış menfaatine —
ki kendi haklarına riâyet ettirmektir— vâkıftı. Bundan dolayı tebeası hakkında yapılan
bu haydutluğa cesaret edenleri büyük bir ziyafete davet etti: Güya yemek hazırlamak
için iki büyük kazan kaynattırdı. Teke mutaassıplarının iki yeni reisi —ki biri Sultân
ve öteki Vezir nâmım alıyordu— huzuruna getirterek meşru efendileri Bâyezîd'e isyan
etmeleri ve müdafaasız kervanlar üzerindeki alçakça vahşîliklerini şiddet ve istihza ile
yüzlerine vurdu. İki mücrim af dileyerek ayağa kapandılar: onları tutturup kaynar sü
dolu iki kazana attırdı. Bu cezada hazır bulunmağa mecbur olan maiyyetieri muhtelif
Acem askerî
(76)
(77)
(78)
Sa'dü'd-dîn. 4, varak: 555-556,
İdris-i Bitlisi târihi farsçadır. Bundan Hammer İdris'i İranlı saymaktadır. (Mütercim)
Târihinin son babı hatimesinde. Mesihi'nin mersiyyesi Divân’ındâ mün-derietir. Sa'dü'ddîn, 4. s. 566. bu mersiyeden aşağıdaki beyti zikreder (aslından alınmıştır);
Kalb-i Paşa ile peykân-ı adüvv Kan
yaiaşdı ve karındaş oldı
(Müverrihin «La lance de Zennemi qui perça îe coeur du pascha s'unit â lui en lechant son
sang» suretinde tercüme ettiği bu beyti Sa'dÜ'd-din'in intihâb etmesi, İki kimsenin
birbirinin kanından yalayarak kardeş olmaları şeklindeki bugün terkedilmiş bulunan eski
bir âdeti telmih etmeOSMANLI TARİHÎ
14). Bu insanlığa
dan istiyordu ki
fırkalarına alındılar (79) (Not:
ilka etmiş idi: Bir taraf
sinden
(79)
neş'et etmiş
yakışmaz mücâzâü
olacaktır. Sa'dü'd-dîn, İstanbul tab% c,
Şâh İsmail'e
iki menfaat mülâhazası
2, s. 179). (Mütercim)
Sadü'd-in'in buna dâir olan fıkraları Mütercim tarafından aşağıda zik-rolunur:
-O
meha/ii, Şâh İsmail Ue mülakat itdükde cem'iyyetini tefrik tedârikine düşüp her bölüği
ümerasından birine havale iderek «ziyafet it-sünler* diye ferman eyledi Uç Unci gün âli bir ziyafet
tertibi gördi Meydânın ortasında âb iıe memlû iki azim kazgan harnim-i cehennem gibi gemi ü
cüşân idi. Görenler tabah-ı taam iç ün ihzar olunmış sanırdı. Meğer birini serdânarı. ve o birini
vezirıeri içün ihzar itm.ş ki, ol hâmkâr-ları puhte eyleye. Bunları envâ-ı tekrim ve tevkir üe akd-ı
meelis-i ziyafet itdüği sebzezâra götürüp vaz" olunan otak-ı dil keş ve sâyebân-ı münakkaş
sâyegâhında. iclâs ile izhâr-ı sûret
-i
istinas itdi. Ahvâl-i âıeme müteallik musâhabete şürû idüp
takrib Ue sebeb-i hurucundan istikşaf itdi ve eyitdi ki: ? Babam Suıtân Bâyezid Hân hazretlerinin
sâye-i himayelinde bunca zamandan berü ehU >y âliniz müreftehüL'hal olrmş iken ne ieâb itdi ki
rakabeni ribka-i itaatinden ihrâc idüp hurûc zırvasına urûc itdtin?» Cevab virdi
i'ülâl-i mizacı ihtilâl-i mülke müeddî olup tedbır
-i
ki: «Pir ölüp
-i vüzerâ ile
umurdan el çekmişdür, Tetavül
çok mezâlim cereyan itdi. Zulümlerine tahammül idemeyüp bu sureti ihtiyar itdük. Husûsâ Şah
hazretlerinin dergâhma yüz sürmek müntehâ-yı murâd idi. Âstânelerinde kul olmağı hıdmeî-i
makbule add iderek geidük.? Şâh dahi eyitdi
ki:
«Memleketi yakup yıkmak ne lâzım idi?» Ana
dahi böyle ce-vâb virdi ki: *Çeke geidüğümüz taaddilerin intikamın almağıçün ve
cem*-i anbâb ve
a'vân âsân olmağıyiçün nehb ü gârete cesaret olundı.» Şâh eyitdi: «Bu cevâb dahi makûl değildür.
Makbul olduğu takdir üzere, bu canibe hod da'vâ-yı muhabbet idersm, bizümle Sultân Bâyezid
Hân miyânında übüvvet ve bünüvvet merasimi mürâât olundığı ma'lû-mun idi; anlara tetâvüî bize
âid idüğin ne hoş mülâhaza itmedün? Ale'l-husus bizüm kârbântmuza ne vech ile taarruz
eyledün? Tüccara taarruz katta' tarik-i amelidür; fi'lün kavlinü gayr-ı musaddak ve klzbini muhakkakdur.» Bu i'tirâzm cevâbına kaadir olamayup cerimesini i'tirâf itdi. Şah eyitdi ki: «Yâ bu
otağayı başına selâtinden kimün izniyle vaz' eyie-dün?» Ol dahi «Gaziler alâmetidür» didi. Şâh
eyitdi: «Otağa takınmak pâdşâh icazetine mevkufdur: hem sen ne zamanda gâzî oldun? Müselmânların kanını nâ-hak yire dökmek gazâ mıdur ve böyle gazâ da'vâsı sezâmıdur?» Badehu
havâss-ı ümerâsından Div-Sultân'a hi t âb İdüp eyitdi ki: -Bu otağadan hazzm varışa başından a i
ve başına sal» Dîv-Suîtân dahî hemândem otağasın alup başına takup Şâh' a secde eyledi. Hemân
lâhza İsmâililer üşüşüp ikisini de ol iki kazgana pürtâb itdiler. Şâir ümerâsını kati idüp bakıyye-i
sipahini intihâb itdi: Beğendüğüne vazife ta'yin idüp ma'âdasın a'zâd eyledi. Ve saz ve sülblerin
esb ü esvâblarin ziyafet idoniere temlik ile ıtlak eyledi. Anlar dahî çoluk çocuklarıyla çırçıplak,
yalın ayak sokakları dolaşarak teseüî eylediler.
Bed ame irmez emel-i pâyânma
Kâr-ı nâ-hemvârî kalmaz yanma»
384
HAMME
R
henüz doğmakta olan hükümetine, kendisini dâhili tahriklerden muhafaza edecek
son ve şiddetli bir darbe vursun, diğer taraftan da metbû-larına başkaldıran
ecnebi âsîleri cezaya uğratmakla, onları örnek alacak kend itebeasını mutlaka
korkutmağa kâfî bir misâl ortaya koyuyordu. Bundan başka Osmanlı pâdişâhına
hoş geçinmek arzusunda olduğunun bir delilini göstermiş oluyordu. Teke âsîleri
hakkındaki mûcâzâtını haber vermek üzere Bâyezîd'e bir elçi göndermekte acele
etti. Ancak şu sırada satvetini de göstermek istediğinden Özbekler Hânı
Şeybek'in tahnit edilmiş başını —fakat kafa kemiğini kendisine kadeh yapmak
üzere alıkoyarak— o vâsıta ile gönderdi. Bu iş fiilen pâdişâha meydan okumak
idi; zîrâ Mâverâ-yı Ceyhun'da hüküm süren Şeybek (Şîbek) sünnî olduğundan,
siyâsî menfaatleri ve dînî i'tikadları ile —şiî olan korkunç komşusu Acem-ler'e
karşı— Osmanlılar'la irtibatlı idi.
YENİÇERİLERİN İSYANI
Acem elçisi Bâyezîd'i İstanbul'da buldu. Pâdişâh Selîm'e galebesinin ertesi
günü payitahtına gelmişti (18 cumadi'l-ulâ / 13 Ağustos). Bâyezîd'in büyük oğlu
Şehenşâh ve ikinci oğlu Korkud (80) hayâtda oldukları halde, kendisinin yerine
geçmek üzere seçtiği Şehzadesi Ahmed —nice vakitten beri kurduğu tasavvuru
icra mevkiine koymak için— Alî Paşa'nın hezimetinden sonra (81) Gegbüze
civarına kadar payitahta yaklaşmıştı. Hersek Ahmed Paşa —ki Alî Paşa'nın
vefatı üzerine üçüncü defa olarak vezîr-i a'zamlık makamına getirilmişti—
Yeniçeriler'in Selîm'e taraftar olduklarını açıkçtan açığa ilân etmelerine mâni'
olamadı; Yeniçeriler Anadolu'da Osmanlı ordularının son defa uğradıkları
musibetleri en ziyâde Ahmed'e isnâd ederek, Selîm'in denenmiş kahramanlığı
sayesinde askerî şanlarını iade edeceklerini ümîd ediyorlardı. Bundan dolayı, Bâyezîd'in Aleksandr Borjia nezdinde vaktiyle elçisi olan, ikinci vezîr Mustafa
Paşa'nın Şehzade Ahmed'i istikbâl için Üsküdar'a geçmeğe hazırlandığı haber
alınınca, İstanbul'da isyan koptu (21 Ağustos 1511). Geceleyin, Yeniçeriler
Mustafa'nın sarayını yağma ettiler. Kendisi ellerinden güç kur-tulabildi. Ondan
sonra vezîr-i a'zamın sarayına gittiler. Ahmed Paşa' mü-saadekârâne hareket
ederek ve altın dağıtarak (82) askeri teskine çalıştı. Lâkin vezîr Hasan Paşa'nın,
Anadolu kazaskeri Müeyyed-zâde'nin, nişancı Ca'fer Çelebî'nin —ki üçü de
Ahmed'e taraftar olmak üzere ma'rûf idiler— hanelerini yağmadan kurtarmağa
çâre bulunamadı. Avrupalı ve
!80) Maurace D'Ohsson, 1, s. 284.
(81) Âlî, Kırküçüncü Vak'a. Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 569.
(82) Venedik elçileri raporlarında 23 Eylül târihiyle târihlenmiş ve İstanbul'dan yazılmış
mektuplarda şöyle denilmiştir: «Disse (Herseko ave gran ragion, vegni de Siıgnor 1000
aspri donoe ei Janisserie».
OSMANLI TARİHİ
385
özellikle Floransalı tacirlerin mağazaları da şu tahribat arasında masun kalamadı
(83). Bâyezîd, isyanın büyümesinden korkarak vezîr-i a'zamın yerine Mustafa
Paşa'yı, kazaskerin yerine Molla Halil'i, nişancının yerine Çandarlı
Hânedânı'ndan son vezîr-i a'zam îbrâhim Paşa-zâde'yi tâyîn etti (84).
DÂHİLİ MUHAREBELER
Şehzade Ahmed İstanbul kapılarında demek olmakla beraber anladı ki, bu
karışıklıklar arasında payitahta giremiyecektir (85); bunun üzerine geldiği yoldan
dönerek Karaman vâlîsi iken vefat eden Şehzade Şe-henşâh'ın oğlu ve kendisinin
yeğeni Mehmed'in ikametgâhı bulunan Konya'yı muhasaraya gitti. Genç Şehzade
yiyecek olmadığı için, hayâtını taarruz etmiyeceğini vaad etmiş olan amcasına
teslim mecburiyetinde bulundu. Bâyezîd bu hâdiseden haberdâr olur olmaz şehrin
iadesi emrini tebliğ etmek üzere saray ümerâsından birini Ahmed'e gönderdi.
Lâkin Ahmed de artık kendi nöbetinde yüzünden maskeyi atarak babasının
gönderdiği elçinin burnunu, kulaklarını kestirdi. Bununla beraber genç Şehzade
Mehmed'i mahbûs tutmağa cür'et etmedi (86). Karaman beğlerin-den cesur ve
sâdık Deli Gögüz'ün —ki Mehmed ile birlikte Konya kafasına girmiş ve cân-i
gönülden mukavemeti Ahmed'in ilerlemesine mâni olmuştu— başı kesilerek
pâdişâha gönderildi.
Ahmed'in yeğeni ile cenk etmesinden zâten pek münfail olan Yeni-çeriler'in
hoşnudsuzluğunu bu vahşet son dereceye çıkardı. Lâkin Ahmed'in veziri Yularkasdı Sinan Paşa'nın —yirmi bin Türkmen ile Karahisar ve Niksar taraflarını talan
etmekte olan— Mîr Alî Halîfe'ye mağlûp olduğu haber alınınca, Selîm'in rakibi
aleyhine olan kini doldu, taştı.
Şehzade Ahmed hakkındaki bu infiallere Şeytankulu'nun —haklı haksız
Şehzâde'nin ihmâl ve ilgisizliğine hami olunan— üç galebesi hâtırası da eklendi;
o zaman milletin ve Yeniçeriler'in sadâsı Selîm lehine yeni bir kuvvetle yükseldi.
Bâyezîd sevgili oğlunun, sefirini (*) idâm etmek suretiyle kendi hakkında
gösterdiği hakaretten şiddetle müteessir olarak ve maahaza yeni iki veziri
Mustafa (88) ve Hersek Ahemd Paşa (ki âhi(83) Âlî, bu vak'anm zamanını cumadi'l-âhirî olarak gösterir.
(84) Âlî, Sa'dü'd-dîn, Solakzâde.
(85) Menavino'da «Del movimento del Sultan Ahamat deli' Amassia».
(86) Civvio, «Fatfli Ulustu di Selim; Sansovino'da, 2, s. 339. Osmanlı müverrihlerine
nazaran Şehenşâh'ın yalnız Mehmed nâmında bir oğlu vardı,
(87) Sa'dü'd-dîn, 4. varak: 572.
(*) Ulloa, Dias Tanco'nun tercümesi, s. 98.
(88) Sa'dü'd-dîn, 4, yarak: 573.
Hammer Tarihi, C: II. F: 25
386
HAMME
R
ren affedilmişti) ‘nın ısrarlarına uygun olarak Semendire hükümetini tekrar
Selîm'e tevcih edip bu suretle Kırım'dan Rumeli'ne avdetine müsâade gösterdi.
Bu sırada o zamana kadar kendi eyâletinde sükûn hâlinde kalmış olan ve fakat
yeğeni Mehmed'in uğradığı muameleye nazaran Ahmed tarafından o yolda bir
taarruzdan korkmağa başlamış olan Korkud, biraderlerinin teşebbüslerine karşı
uğraşmak ve pâdişâh ile Yeniçeriler'in teveccühünü ve onun neticesi olarak
saltanat tacını te’ınîn etmek arzusuna düştü. Korkud yalnız üç sâdık hizmetkârını
alarak tebdîl-i kıyafetle İstanbul'a geldi ve Yeniçeriler camiine inerek kendisini
onlara misafir yaptı. Ümîd ediyordu ki şu gösterdiği tavr-ı emniyet ile misafirperverlik hukuku kendisine bu askerin teveccühünü kazandırsın; otuz sene önce, II.
Mehmed'in vefatında babasının gelişine kadar iki hafta idarenin başında
bulunduğu zaman Yeniçeriler'e verdiği hediyelere de istinâd ediyordu (89). Lâkin
bu askerin, Korkud'un ehliyetsizliğine i'tikadı ve Selîm'in hakkındaki
muhabbetleri o tasavvurları bozdu: Bununla beraber Korkud'a mevkiine lâyık
şekilde hürmet gösterdiler ve otuz seneden beri görmemiş olduğu babasının elini
öpmek arzusunu izhâr ettiği zaman huzûr-ı pâdişâhîye kadar refakatinde gittiler;
şu kadar ki İstanbul'a doğru ilerlemekte olan Selîm'in vusulüne kadar Korkud'un
bütün hareketlerini dikkatle nezâret altında bulundurdular (90). Bir taraftan da
Ahmed maksadına nail olmak için hiçbir şeyde kusur etmemişti. Kırım yarımadasının hükümdarlık suretiyle temellüküne muvafakatini vaad ederek gizlice
Kırım Hanı Mengli Giray'dan yardım istedi. Bu teklif Hân'ın Selîm'e olan meylini
sarsmak maksadını güdüyordu. Ancak Hân'ın oğlu Saadet Giray —ki Selîm'in
sâdık dostu idi— Ahmed'in hiylelerinî Selîm'e haber vermekle beraber, Şehzade
Ahmed tarafını tutan biraderi Mehmed Giray'ın te'sîrine karşı pederinin nezdinde
onu muzafferâne müdâfaa etti (91). Selîm, Semendire eyâletine daveti bildiren
babasının gönderdiği mektubu almazdan evvel, takriben binbeşyüzü Tatar olan
üçbin süvârî ile 1512 kânun-ı sânîsi nihayetlerine doğru Akkirman civarından
Tuna buzlarını geçmişti. Soğuğun şiddetinden maiyyeti halkının birçoğu telef
oldu. İstanbul'da martın altıncı günü Yeniçeriler gürültülü bir cem'iyyet kurarak
kendilerini Ahmed aleyhine götürmek üzere Selîm'in payitahta getirilmesini
Pâdişah'dan istediler. Bâyezîd korktu. Muvafakat gösterdi. Babasının kararını
haber vermek ve İstanbul'a gelişini ta'cîl etmek üzere Yeniçeriler Selîm'e derhal
bir nâme gönderdiler (92). Selîm ile pâyi-
(89)
Civvio ye Spandojino Âlî ve Sa'dü'd-dîn ile tamamen müttefiktirler. Sansovino, 2,
Fatti illustrj di Selim, varak: 340.
(90) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 574. Alî.
(91) Celâl-zâde'nin Selîm-nâme'si, Dresden nüshası, ban: 4, s. 17.
(92) İstanbul'da Venedik balyozu Andrea Fuskolo'nun 6 mart 1512 tarihli raporu.
OSMANLI TARİHİ
387
taht arasında otuz milden fazla mesafe kalmayınca Yeniçeri ağası istikbâline gitti
(93). 1512 nisanının ondokuzunda (2 safer) (94) Selîm mutantan bir surette
İstanbul'a girerek, Yenibağçe Kapışımda (95) vezirler, diğer devlet büyükleri,
biraderi Korkud tarafından selâmlandı (96). Bâyezîd saltanatı sırasında büyük
hazîneler toplamış olduğundan, bunların sayesinde kendisini taht üzerinde
tutacağını ümîd ediyordu. Eğer Selîm eyâletine gitmek isterse defaten üçyüzbin
duka vereceğini ve senelik iki-yüzbin duka îrâd tâyin edeceğini tebliğ ettirdi.
Lâkin Selim —ki tahta cülus ederse günde üç akçe terakki vereceğini
Yeniçeriler'e vaad etmişti— onların iltizamından emin olduğu cihetle bu teklifleri
reddetti. İhtiyar pâdişâh, sûret-i rızâ göstermek lâzım geleceğini hissederek,
kendisi irtihâline kadar tahtta kalmak, hazinedarına ve hazînesine ilişilmemek,
Selîm biraderi Ahmed ile uyuşmak şartlarıyla Selîm'i halef göstermeğe
muvafakat eyledi. Fakat âsî şehzade bu şartların ancak üçüncüsünü ifâ etti ve bir
an evvel padişahlık etmek sabırsızlığıyla babasını tahttan feragate zorlamak için
her tedbîre müracaat etti (97).
II. BÂYEZÎD'İN TAHTTAN ÇEKİLMESİ ve İRTİHÂLİ
25 Nisan 1512 (8 Safer 918) cuma ertesi günü Yeniçeri ve Sipahiler bütün
halk arkalarında olduğu halde vezirleri önlerine katarak sarayın önünde
toplandılar; Bâyezîd bunları tahtın sahibi olarak kabul edip meramlarını suâl etti
(98). Hepsi bir ağızdan «Padişahımız ihtiyar ve hastadır; onun yerine Sultân
Selîm'i isteriz.» diye bağrıştılar. Bu sırada oniki bin Yeniçeri cenk naraları
atmağa başladılar. Padişah oğlunun, halkın, ordunun elbirliğiyle kendi aleyhinde
bulunduklarını görerek mukavemete cesaret edemeyip şu sözleri söyledi:
— «Saltanatı oğlum Selîm'e terk ediyorum; Allah pâ işahlığım mü barek
etsin.» (99).
O anda sarayın duvarlarında ve şehrin yedi tepesinde «Allahu Ek-ber» sadâsı
yankılandı. Sultân Selîm babasının hükümet asasını şu suretle cebren aldığı
sırada, sarayın birinci ve ikinci avlusu arasında mu(93)
(94)
(95)
(96)
(97)
(98)
(99)
Marini Sanoto'da Andrea Fuskolo'nun raporundan: «Selim venne 30 mighe di
Constantinopoli, e il capo dei Janissari ando lo visitar.»
Andrea Fuskoio'nun raporu.
Âlî, Kırkikinci vak'a; Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 574. Spandojino. s. 88. İstanbul ve
Boğaziçi, 1, s. 101; Menavino.
Civvio'nun Fatti Ulustu di S«lhn isimli eseri.
Marini Sanoto'da Justiniano'nun raporu.
Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn, s. 574, Cuma ertesi hakkında bu günün saadetini
mutazammm olan «Bârik Allah fî sebtehâ... e hadîs(- şerîf)ini zikreder.
Civvio'nun bu münâsebetle naklettiği nutuk sırf ihtirâîdir.
388
HAMME
R
vâsala vâsıtası olan kapıda bugün vezirler ve sefirlerin huzûr-ı hümâyûna
çıkmazdan evvel durdukları mevkide bulunuyordu. îdâma mahkûm olan
vezirlerin saraydan çıktıkları, yâhud saraya girdikleri zaman kendilerine felâket
ipini atmağa veyâhud boyunlarını kesmeğe me’ınûr cellâd dahî orada durmak
mu'tâddır. Ne korkunç durak yeridir ki pâdişâhın kulu müthiş bir endîşe içinde,
metbûunun huzuruna girmek müsâadesini, yâhud ölmek emrini burada bekler.
Vezirler, Selîm'e Bâyezîd'in cevâbını tebliğe gelerek kendisini saray derûnuna
getirdiler. Şehzade hal' eylediği babasının ellerini evlâdlığın bütün ihtiramlarını
göstererek öptü. Bâyezîd padişahlık alâmetini bir hakîm sükûniyle üzerinden terk
ile yeni saraydan hemen çıkmak tedârikinde acele etti. Yeni pâdişâha şan ve uzun
ömür temennilerinde bulunan halkın Eski-Saray'a kadar babasına refakat eden
muhafız kuvvetlerinin başında bulunduktan sonra Yeni-Saray'a döndü. Devlet
erkânı kendisine sadakat yemîni arzına geldiler. Yirmi gün sonra Bâyezîd —artık
her taraftan yüz çevrildiğini görerek— doğum yeri olan Dimetoka'da ömrünü
tamamlamak üzere, oraya gitmesi için oğlundan müsâade istedi (100). İhtiyar
pâdişâh bu ruhsatı alınca vezîr Yûnus Paşa ve ancak bir milyondan fazla
fedâkârlıkla hayâtını kurtarabilmiş olan defterdar Kaasım refakatinde olduğu
halde azimet eyledi (101). Selîm Edirne yoluna giden payitaht kapısına kadar
babasının arabası yanında yayan yürüyerek Bâyezîd'in vermekte olduğu
nasîhatları apaçık bir ihtiram ile dinlemekteydi. Tahttan indirilmiş Sultân
Dimetoka'ya kadar varamadı. Azimetinin üçüncü günü Hafsa civarında Aya
(Not: 16) nâm mahalde ir-tihâl eyledi (10 Rebîü'l-evvel 918 / 26 Mayıs 1512)
(102). Bâyezîd'in vefatı yaşından ve uzun müddet ıztırabından mı, yoksa
hizmetkâr sıfatıyle yanında bulunan Ceneviz Menavino'nun isnâd ettiği veçhile
aslında Yahudi olan tabibinin Selîm'in emri üzerine verdiği zehirden mi neş'et etmiştir, burası bilinemez. Bu hususta Venedik elçilerinin raporlarında sükût
edilmiş olması bütün müverrihler tarafından tekrar edilen bu isnadı fi'l-hakîka
tekzîb eder; lâkin devletin müverrihlerinin de sükûtu ve Selîm'in bütün hayatı
bunu te'yîd eder görünmektedir.
II. BÂYEZÎD'İN ŞAHSİYETİ ve SALTANATI
ZAMANINDA DEVLETİN DURUMU
Bâyezîd, Osmanlı tahtından gelip geçişini ekseriya felâketli muharebeler ve
korkaklık, çekingenlikten ibaret bir siyâsetle işaret etmiştir. Saltanatı birçok
münâsebetlerle mutasavvıfâne ve şairane bir tavır alâmeti
(100) Spandojino, s. 189. Celâl-zâde'nin Seiîın-nâıne'si, b&b: 12.
(101) Venedik elçilerinin raporları, Marini Sanoto'da.
(102) Edirne c" varında «Söğütlüdere» nâm mevzi'de irtihâı etti. Sa'dü'd-dîn, s. 207.
^Mütercim).
OSMANLI TARİHİ
389
gösterir ki, bu hâl pâdişâhın çehresinde ve zamanının bütün müesseselerinde
görülür. Muahharan Venedik docluğuna yükselen elçi Andrea Gariti, hükümetine
yazdığı raporların birinde bu bâbda şöyle diyor: «Etli ve dolgun çehresinde asla
bir zâlim ve korkunç adam alâmeti yoktur; bilakis hüzün, evhâmperestlik, ısrar,
biraz da cimrilik emaresi görünür. Makine sanayiini ziyâde sever; iyi kesilmiş
kırmızı akiklerden, işlenmiş gümüşten, güzel imâl edilmiş eşyadan pek hoşlanır.
Nücûm ve ilâhiyât'ta derîn bir ma'lûmât sahibi olup dâima bu ilimlerde mütalâa
ile meşguldür. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz. Hayli vakitten beri şarâbdan el
çekmişse de, diğer zevk aldığı şeylerden el çekmemiştir. Bununla beraber sû-i
istîmâl kendisini zamanından evvel ihtiyar bir adam yapmıştır» (Not: 17).
Şâh İsmail'in İran tahini gasbetmek için öne sürmüş olduğu tasavvuf fikri o
zaman yalnız Acemler'e değil, Türkler'e dahî hâkim idi. Bu devrin mezhebi
temayülleri yarım asırdan beri tasavvuf ile nişânedâr olan birçok eserler ve
özellikle pek çok münzevî tarîkatleri te'sîsiyle tezahür etmiş idi. Osmanlı
devletinin ilk asrında Nakşbendîler, Sa'dîler, Bektâşîler olmak üzere yalnız üç
derviş tarîkati bulunuyordu ki, Orhan saltanatının sonunda bunlardan bahsettik;
devletin ikinci asrında Halveti (103), Zey-nı(104), Babayî(105), Bayrâmî (106),
Eşrefi (Not: 18), Bekri (Not: 19) tarîkatleri teessüs etti. Bu muhtelif tarîkatlerin
bugün de birçok mürîd-leri vardır; en meşhur zevatının mezarları ihlâslı
müslümanlar için ziyâ-retgâhdır.
Bâyezîd münzevîliğine ve tabiatının yumuşaklığına rağmen işrete düşkün
olmak (107) ve Şehzade Cem ile kendi oğullarından birini zehirlemekle itham
edilmiştir; şu kadar ki, bu zehirleme hususuna târihçe mu-hakkıyyet verecek bir
delîl yoktur. Kırkbin duka tahsisattan kurtulmak için kardeşinin vefatına sebep
olması (Not: 20) —hele birader idamının II. Mehmed tarafından devletin esas
kanunları arasına dâhil edilmiş olması düşünülürse —bir dereceye kadar ihtimâl
kabul eden bir zandır. Ancak oğlu Mehmed'i tebdîl-i kıyafet İstanbul'a gelmiş
olmasına cezâen çaş-nigîr-başı vâsıtasiyle zehirlettirdiği hakkında Menavino'nun
rivayetini
(103) Ömer Halvetî Kayserî'de 800/1397'de vefat etmiştir.
(104) Zeynü'd-dîrı Ebûbekr Hâfî Kûfe'de 813/1424'de vefat etmiştir (Bu târihin doğrusu
838/1434 olacaktır. Hammer'in Fransızca iki basımında ikisi de yanlıştır. Zeynü'ddîn'in vefatı târihi Tafcvîmü't-Tevârîh'de hicrî olarak mukayyed ve 838 hicriyyesi
hesâben gösterdiğimiz milâdiyyeye tesadüf eder. (Mütercim).
(105) Abdülganî Pîr Babâyî Edirne'de 870/1465 tarihinde vefat etmiştir.
(106) Hacı Bayram Ankara'da 876/1471'de vefat etmiştir.
(107) M.D'Qhsson, 4, s. 56 ye 168.
390
HAMME
R
(108) padişahın oğulları hakkında dâima gösterdiği şefkat ve kendisinden evvel
vefat eden evlâdı için dökdüğü samimî gözyaşları ile tekzib olunur görmekteyiz.
Şehzade Alemşâh'ın irtihâlinde —ki vefat haberi ber-mu'tâd siyah kâğıd üzerine
beyaz yazı ile yazılmıştı— başından kavuğunu yere attı; dâirelerinin halılarını
tersine çevirtti; üç gün her türlü mu-zıkayı men etti. Fukaraya yedi bin akçe tevzî'
eyledi (109). Kendisine cimrilik isnâd olunmasıyle beraber Bâyezîd saltanatı
müddetinde birçok sadakalar vermiştir ki, onun zamanından kalma defterlere
nazaran bunlar sekizmilyonaltıyüzbin (110) akçeyi bulmaktadır. Yalnız Mekke-i
Mükerre-me'ye fukara için senevi kırk bin duka hediye gönderirdi (111).
Elbisesine gelince, Bâyezîd ne ilk altı pâdişâh gibi altında serpuş (üsküf), he de
II. Murad gibi kisve-i ulemâ (örf) giyerdi. Mahrûtî şekilli ve etrafına dül-bend
sarılı bir kavuk intihâb etmiştir ki, o zamandan bu vakte (yani Ham-mer'in
yaşıdığı zamana) kadar «mücevveze» nâmı altında teşrifat serpuşu olarak
kalmıştır (112).
Venedik elçileri Justiniani ve Fuskolo'nun —ki Bâyezîd'in irtihâli senesinde
birincisi Edirne'de ve ikincisi İstanbul'da ikamet ederdi— raporlarına nazaran, o
zaman devletin varidatı dört beş milyon duka miktarına varıyordu (Not: 21).
Anadolu'da yirmidört (113); Rumeli'nde otuzdört sancak vardı. İki milyon
dukadan on milyona kadar değişen varidatlarına göre bu sancakların beğleri
kendi masraflanyle iyi mücehhez ve müsel-lah olarak beşyüzden bine kadar
süvârî beslemeğe mecburdular. Şu suretle sulh zamanında hayvanları mükemmel
elli bin zaîm ve timârlı ile onikibin Yeniçeri'den mürekkeb daimî bir ordu
bulunurdu (Not: 22).
Donanma tertibatı alelade yetmiş kadırgadan ziyâde değildi. Eyâlet vâlîsi
olan şehzadelerin senelik iradı seksenbin duka kadar tahmîn olunabilirdi.
Vezirlerin yirmibeşbine, Anadolu ve Rumeli beğlerbeğilerinin otuzbine, iki ordu
kadılarının beşerbine, iki defterdarın dörder bine, iki kapıcıbaşı'nın biner akçeye
varırdı. Üç tuğlu üç vezîr —ki birincisi vezîr-i a'zamdır— ile iki kazasker, iki
defterdar (114), dîvân-ı hümâyûn nişan(108) «Come Sultan Paiazit fece avelenare Sultan Mahomet suo îlgloulo» (Sultân Bâyezîd'in
kendi oğlunu öldürdüğüne dâir Menavino'nun ifadesidir).
(109) Menavino.
(110) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 579. Solak-zâde, îdrîs. O zaman 50 akçe 1 duka olduğu cihetle
172.000 duka demektir, bk. M.D'Ohsson, 2, 422.
(111) M.D'Ohsson, 3. 258.
(112) M.D'Ohsson, 4, 114.
(113) «Sanzachi nella Grecia 34, in Natolia 19, e poi quelli dei filioli che sono Sanzachi 5.
(Rumel"de 34 ve Anadolu'da 19 ve şehzadelerle pâdişâha has 5 sancak bulunduğuna
dâir M. Sanoto'nun ifadesidir.)
(114) îki defterdarı olan ilk padişah, Bâyezîd'dir. Kendinden öncekilerin yalnız birer
defterdarı vardı. MD'Ohsson, 7, s. 261.
OSMANLI TARİHÎ
391
cısı «dîvân»ı teşkil ederek, her hafta cumartesi günüyle onu tâkib eden üç günde
saray-ı hümâyûnda içtimâ' ederlerdi. Yirmibeş kâtib —ki sonraları her biri dîvânı hümâyûn kalemlerinden birine baş olmuştur— sarayda devletin kuyudâtıyle
meşgul olurlardı. Devletin bütün eyâletlerinden akıp gelmekte olan altın ve
gümüşü vezne (ölçmeğe, tesbit etmeğe) mahsûs üçyüz kişi bulunurdu. Dîvândan
sonra vezirler sarayda yemek yerlerdi. Vezirlerin herbiri kendi nezâretine âit işler
hakkında husûsî bir mülakatta pâdişâha ma'lûmât verirlerdi. Çavuş-başı’nın emri
altında bulunan ve hükümetin emirlerini lâzım gelen yerlere ulaştıran ve gereken
şahısları tevkif ve vergileri tahsil vazifesiyle mükellef olan altmış çavuş dîvânın
yanındaki odada kendilerine verilecek emre dâima hazır bulunurlardı. Sarayın
kapılarını üçyüz kapıcı beklerdi. Ordunun erkân-ı harbi altı süvârî generalinden
(Bu süvariler sipahilerden, silâhdarlardan, aylıklı süvarilerden, gurebâ-yı yemîn
ve yesâr (Sağ ve Sol Garibler) 'den mürek-kebdir), dört muavini ile Yeniçeri
ağasından, topçu-başı'dan müteşekkildi. Hâss-ahur'daki üçbin süvârî saray
mîrâhorunun emri altında bulunurdu. Pâdişâh at ile çıktığı zaman ikiyüz solak ve
üçyüz hademe maiyye-tinde bulunarak, bunlar muharebelerde ve ordugâhlarda
zât-ı şahaneyi asla terk etmezlerdi. İkinci hatda Yeniçeriler'in çadırları pâdişâhın
otağı etrafında bir dâire teşkil ederdi.
Sultân Bâyezîd tab'an sulha mail olmakla beraber dinî düşünceleri cihetiyle
cihâdın sevablarını çok azîz bildiğinden İslâm'ın en meşhur iki hükümdarına, yâni
Ehl-i Salîb tarihinde şöhret kazanmış olan Nûred-dîn (115) ile Timur'u örnek
alarak, muharebelerinde elbise ve ayakkabılarına isabet eden tozları büyük bir
itinâ ile toplattırarak, bunların vefatında yanakları altına konulmasını vasıyyet
etti; tâ ki, Sa'dü'd-dîn'in ifâ-resi veçhile «bût-i latîf-i gazâ kabrini misk gibi
muattar ve ber-mûcib-i hadîs-i şerîf (116) âteş-i cehîmi andan dûr eylesün».
Kur'ânın emrettiklerine tamâmiyle riayetkar olduğundan İstanbul'un yedi
tepesinden üçüncüsünde (117) bir cami binâ ettirmiştir ki, ancak dokuz senede
hitâm bulmuştur. Onun yanında fukara için bir imaret (118) ile bir de medrese
inşâ
(115) Câmi'ü't-Tevârîh.
(116) Şeref ü'd-dîn.
(117) Cenâbî, s. 413. (Hadîs-i şerifin meali: «Allah yolunda (Cihad için) iki ayağı tozlanan
kimseye nâr (ateş) haram edilmiştir» Metindeki İbareye Sa' dü'd-dîn'in İstanbul
basımında tesadüf olunamadı; başka bir Osmanlı müverrihinden alınmış olsa
gerektir. Mütercim)
(118) Bu tepe Osmanlı müverrihleri tarafından «İstanbul sürresinde» denilmiş, yâni
İstanbul'un göbeği addedilmiştir. Ancak Varon da Delf hakkında dünyânın göbeği
dediği halde (de lingua lâtinâ, 6) bu doğru olmadığı gibi, o tepenin İstanbul'un göbeği
addedilmesi de muvâfık-i hakikat değildir. (Bâyezîd mevkîı şehrin hemen ortasında
olduğundan, mü-
392
HAMME
R
edilmiştir (119). Edirne'de dahî İstanbul'daki cami tarzında bir cami ile
hastahâne, imaret, hamam, medrese yaptırmıştır. Bu camie Tunca üzerindeki altı
kemerli köprü yanında bulunan değirmenlerin varidatını tahsis etmiştir (120).
Sultânın emri ile Amasya'da bir tekye, bir mekteb, bir imaret, bir medrese şehrin
manzarasını süslemiş ve bu medresenin idaresine me’ınûr zâta yevmî seksen
akçe tahsîs olunmuştur (121). Sultân Bâyezîd'in inşâatı bunlardan ibaret de
kalmayıp —pederinin Şeyh Ebû'l-Vefâ için yaptırdığı gibi— o da Şeyh Şemsü'ddîn Buhârî için bir tekye ve bir medrese binâ ettirmiştir (122). I. Mehmed
zamanında te'sîs edilen ve II. Mehmed zamanında kaldırılan riyâset-i sâdât
mansıbı halîfeler zamanında carî olan «Nakîbü'l-Eşrâf» unvânıyle Bâyezîd
zamanında tekrar vücûd bulmuştur (123). Pâdişâhın birçok vezirleri kendisine
imtisal ederek ezcümle Alî ve Mustafa Paşalar İstanbul'da fukara için imaret
yaptırmışlar ve lâzımgelen tahsisatını tayîn etmişlerdir (124). Ergene nehri
üzerinde bir köprü yaptırmış olan büyük babasına iktitâfen (125) Bâyezîd dahî
Osmancık'ta Kızılırmak üzerinde dokuz ve Sakarya üzerinde ondört ve Saruhan
sancağında Gedüs (Hermos; bugünki Gediz) nehri üzerinde ondokuz kemerli
birer köprü kurmuştur (Not: 24). İnşâata ve sadakalara verdiği pek büyük
meblâğlardan mâada her sene fukahâya, müftilere, kazaskerlere, müderrislere,
şeyhlere pekçok hediyeler dağıtırdı (Not: 25).
Tasdik etmek lâzım gelir ki, Bâyezîd'in ilimler hakkındaki himayesinden,
asrında ilmî terakkiler büyük çapta etkilenmiştir. Bilhassa fıkıh oldukça sür'atli
bir şekilde genişleyip gelişerek, en muhterem fakîhlere müs-tesnî riâyetler
gösterilmiştir. Bunlardan Sarıgürz (126), Bâyezîd ile Selîm
verrihlerimizin teşbihi yerinde görünür. Sa'dü'd-dîn'in İstanbul basımının 2.
cildinden 311'inci sahifesinde «İstanbul sürresi» yerine «İstanbul süd-desi»
denilnrştir ki, bunun bir baskı hatası olduğunu Hammer'in delaletiyle anlıyoruz.
Mütercim)
(119) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 579. İstanbul ve Boğaziçi, 1, 402.
(Î20) «Câmi'de yevmî onaltışar akçe vazife ile imam; o kadar yevmiye ile onaitı kaari-i
Kur'ân; yiğirmidörder akçe ile dört kayyım; yiğirmidörder akçe ile altı ferâş; otuz
akçe ile kandilciler ta'yîn eyledi. Fukaranın masârif-1 iaşesi dokuz milyon yüzbin
akçeye baliğ olurdu; imaretin hademesinden herbiri yiğirmi akçe alırdı.» îdrîs, 200 ve
201. Burada müstensihin bir sehvi olmak gerekdir; çünkü imâmın tahsisatı kandilci
tahsisatından daha az olamaz.
(121) Hacı Ka'fa'nın Rûm-ili'si.
(122) Sa'dü'd-dîn, 4, varak: 58.
(123) Âlî, varak: 174.
(124) M.D'Ohsson, 4, 562.
(125) Mustafa'nın inşâ ettirdiği bitişini ilân etmek maksadıyle verdiği ziyafette Menavino
pâdişâhın hademesmden olmak sıfatıyla hazır bulunmuştur.
(126) 929/1522'de vefat eden Sarıgürz, îslâm hukukuna dâir «Murtaza» unvanıyla bîr eser
yazmıştır.
OSMANLI TARİHİ
393
arasında yakınlaşma sağlamağa me’ınûr edilmişti. İmâm Alî (127) sefaretle Mısır
Sultânı Kaytbay nezdine ve muahharan Şehzade Korkud'a gönderilmiştir. Niksârî
(Not: 26) ve Yûsuf-i Cüneyd (128) câmi'lerde te'sîs olunan kütübhânelerin hâfız-ı
kütüblüklerine me’ınûr edilmişlerdir. Bâzı fukahâ bulundukları yüksek şer'î
mansıblarda büyük servetlere mâlik olmalarıyla, bunları husûsî kütübhâneler
te'sîsine sarf etmişlerdir. Şiirleriyle şöhret kazanmış olan Mihrî ile âşıkane
münâsebetlerde bulunan Müeyyidü'd-dîn (Not: 27) —ki büyük şâir Necâtî,
Dîvân'ını onun nâmına ihdâ eylemiştir— bu ulemâ zümresindendir. Vefatında
şimdiki İstanbul kütübhânelerinin herbirinden zengin bir kütübhâne bırakmıştır;
zîrâ bu müessesede yedibin cild kitap bulunuyordu. Bâyezîd asrında şöhrete mazhar olan Sinan Paşa tilmîzî Lutfî (Not: 28), eserlerinden ziyâde hayâtının
felâketle sona ermesi sebebiyle ün kazanmıştır. Rakibi bulunan fakîh Kâ-tib-zâde
tarafından ifrata varan serbest fikirleri sebebiyle itham olunup kendisiyle birlik
olanların verdiği bir hüküm ile idama mahkûm olarak ortadan kaldırılmıştır.
Bâyezîd asrına şeref veren altmış fakîh arasında ikisi diğer bir ilim şubesinde
yüksek şöhret kazanmışlardır; bunlar —birincisi tıbda, ikincisi riyâziyâtda ün
kazanan— Hakîm-şâh ve Mirim Çelebi (Not: 29)'dir. Bâyezîd'in saltanatı devri
Tâcî Beğ'in iki oğlu Ca'fer ve Sa'dî'nin eserleriyle Osmanlı lisânında inşat
mektubların (resmî mek-tûblar) iki numunesini görmüştür (Not: 30). Müverrih
Neşri ve İdrîs'i (Not: 31) sûret-i mahsûsada zikr etmemiz lâzımdır ki, Pâdişâh'ın
emri üzerine kuruluşundan II. Bâyezîd asrı nihayetine kadar devletin târihini
yazmışlardır. Neşri, Osmanlı lisânında sâde bir üblûb ile yazmış; İdrîs farsça ve
Arab müverrihi Yemînî ile Acem müverrihi Vassâfın tumturaklı tarzını seçmiştir.
Birincisi sâde ve hâlis bir vekâyi-nüvis, ikincisi ise Osmanlı hanedanının
mübâlağakâr meddahıdır.
Bâyezîd'in edebiyat hakkında fazlasıyle gösterdiği himaye ecnebî memleketlere, hattâ Horasan ile İran'ın diğer vilâyetlerine kadar uzanmıştı. Bu son
memlekette şâir-i a'zam Câmî (129) ve mütebahhir fakîh Devvânî —birincisi bin
altın, ikincisi beşyüz altın olmak üzere— senelik tahsisat alırlardı. İranlı müftî
Mevlânâ Seyfu'd-dîn Ahmed ve Peygamber'in hadîslerini toplamış olan Mîr
Cemâlü'd-dîn Atâu'llah (Not: 32) Pâdişâh'ın cömertliğinden hissedar olmuşlardır.
(127) Alî, 927/1520'de vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn, varak: 598.
(128) Sadrü'ş-şuarâ'ya birçok haşiyeler yazmış olan Tokat'h Ahî Yûsuf bi n Cüneyd.
Sa'dü'd-dîn, varak: 587. Âlî.
(129) Câmî, Heft-Meclis unvanıyle meşhur olan yedi romantik şiir mecmuasını
teşekkürlerini arzetmek sadedinde, Bâyezîd nâmına ithaf etmiştir. Câmî'nin bu
ithafına dâir olan mukaddimesi Kalküta'da basılmış İnşâsında mündericdir. s. 118,
119, Bâyezîd'e yazdığı bir mektup ile beraber 897 (1491)
* târihiyle müverr endir.
394
HAMME
R
Bu saltanat devrinin en büyük şeyhi (130) İskilibli Yavusî'dir ki, Bâyezîd
Amasya vâlîsi iken hacdan avdetinde saltanat tahtında göreceğini keşf ile
şehzadeye beyân etmişti; Yavusî'nin büyük şöhreti, kendisine şeyhu's-selâtîn ve
sultânü'l-meşâyîh unvanının verilmesine sebep olmuştur. Zaviyesi dâima devletin
en büyük me’ınurları ve fakîhlerin en büyükleri ile dolu idi (131). Sultân Selîm
istanbul'a * gelip de payitaht meşâyîhini kamilen davet ettiği zaman yalnız
Seyyîd-i Velayet Şeyh Hüseynî (132) bu davete icabet etmemeğe cür'et etmişti.
Bunun sebebi sorulduğunda yeni pâdişâhın saltanat müddetinin az olacağı
keşfinde bulunduğunu beyân etmiştir. II. Murad zamanında İstanbul
muhasarasına fiilen iştirak eden nâmdâşmm akrabasından bulunan Şeyh Ahmed
Buhârî bir sene Mekke'de kalarak her gün yedi defa Kabe'yi tavaf etmiştir (Not:
33). Nihayet Mudurnulu Şeyh Dâvûl mutasavvıfâne bir eser yazmıştır ki, Şeyh
Şe-büsterî'nin Gülşen-i Râz’ına lahika teşkil eder (Not: 34). Yavûsî ve Dâvûd
gibi meşâyîh ile sohbetlerde bulunmuş olmasındandır ki Bâyezîd, şiirlerine
hâsse-i farikası olmak üzere tasavvuf ve uzlet rengi vermiştir. Kardeşi Cem'in
(133) ve oğlu Korkud'un (134) şiirleri ise bilâkis aşk ve aşktan şikâyeti ihtiva
eder. Lâkin Bâyezîd'in evlâdı arasında şairane tabiatı ile en ziyâde mümtaz olan
Selîm'dir. Diğer şehzadeler şairlik iddiasında bulunmamakla beraber şâirlerin
sohbetlerinden hoşnûd olurlardı. Bundan dolayıdır ki Zekâî (135) Şehzade
Alemşâh'ın kâtibi; Zihnî (136), Şehzade Mehmed-Şâh'ın defterdarı olmuştur.
Büyük İskender hakkında kasîde tanzim etmiş olan şâir Figânî Şehzade
Abdullah'ın medîha-hânı olmuştur (137). Âftâbî (138), Münîrî (139), Necâtî —ki
birçok îrân eserini tercüme etmiş saz şâiridirler—. Şehzade Ahmed'in hizmetinde
bulunmuşlardır. Şehzade Abdullah'ın vefatından sonra Şehzade Mahmûd'un
sarayı nişancı sıfatıyle Necati'yi (140), medîha-gû ve hikâye-nüvis sıfatıyle
Figanî ve
OSMANLI TARİHİ
(130) Sa'dü'd-dîn ve Âlî Taşköprülü-zâde'den naklen Bâyezîd asrından otuz şeyhin
tercüme-i halini yazarlar.
(131) Muslîhü'd-dîn Fîrûz Yavsî 926 (1519) târihinde vefat etmiştir. Sa'dü'd-dîn, varak:
606. (Karşılaştırınız: Osmanlı Müellifleri, Bursalı M. Tâhir Efendi, c. 1, s. 226), Yeni
harflerle Istanbul basımı, M. Fikri Yavuz-tsmail özen'in haz.)
(132) Hüseynî, 73 yaşında olduğu halde İstanbul'da 929 (1522) de vefat etmiştir. Sa'dü'ddîn, varak: 607.
(133) Şâber'in Osmanh Şâirteri ve Terâcim-i Ahvâli eserinde Cem, s. 62.
(134) Kezalik, s. 68.
(135) Kezalik.
(136) Âlî,
184. ü Husrev manzumelerinin sahibi olduğu gibi Farsça Cami'ü'l-Hi-kâyât'ı
ile Gül
(137) Âşık
Hasan-zâde.
tercüme
etmiştir.
(138) Âlî,
(141)
Âlî, varak:
185. 184; Şâber, ş. 100.
(139)
varak: 186.
(142) Âlî,
Kezalik.
(140)
Şâber,
187.
Âşıkpaşa-zâde, Kınalı-zâde, Riyâzî. Necâtî Leylâ vü Mecnûn
(143) Kezalik,
175.
(144) Şâber, s. 251, Latîfî ye Âşık Hasan'dan naklen. (Bu cikTleri «CÜZ» saymalıdır.
Mütercim).
Andelîbı'yi (141), defterdar sıfatıyle Tâli'î'yi (142), kâtib-i dîvân sıfatıyle Sâni'î'yi
(143) cem'etmiştir. Behiştî ve Firdevsî Bâyezîd asrında şi'r-rebâ-bîde Figânî ve
Necâtî. ile rekabet etmişlerdir. Acem şâirleri gibi Hamse yazan ilk Osmanlı şâiri
Behiştî dir (Not: 35). Süleyman Peygamber'in târihini yarısı mensur, yarısı
manzum olarak üçyüzaltmış ciltte yazmıştır. Bunları pâdişâha takdim etmesiyle
zât-ı şâhâne seksenini seçerek, geri kalanlarını yaktırmıştır (144). Temennâî —ki
hulûl-i ervah (ruhun bedenden bedene geçmesi) mezhebini kabul ve izhâr etmiş
ve her mahlûku zât-ı ulûhiyyetin mütemmim cüz'ü addetmekte bulunmuş idi—.
II. Murad zamanında idâm olunan Nesîmî ve Kemâl Ümmî i'tikâdına muvafık bir
meslekte olmasından dolayı, onlar gibi maktul oldu. Bu şâirler listesinin sonu
olmak üzere, Amasya'da doğmuş olan güzel Mihrî İskender'e aşkını azm ve teşhir
etmiştir ki, bu şâire, Osmanlılar'ın «Safo»sudur (Not: 36).
YIRMIIKINCİ KİTAP
1. Selîm'in tabiatı. — Cülus bahşişi. — Pâdişâhın kardeşleri ve
yeğenleri. — Yeğenleri ile Korkud'un idamı. — Ecnebi
devletleriyle siyâsî münâsebetler. — Şâh İsmail'in devam eden
istilâları, İslâm'da Sünnîler ile Şiiler arasındaki büyük ihtilâfa bir
nazar. — İrân aleyhinde muharebe mukaddimesi olmak üzere
Osmanlı memleketlerindeki Şiîler'in katliâmı. — Pâdişâh ile Şâh
arasında karşılıklı taarruzkârâne muhbereler. — Sultân Selîm'in
Çaldıran muzafferiyeti. — Ve Tebriz'e girişi. — Kışlağa çekilmesi.
— Selîm'in milletlerarası hukuku nakzı.
Yavuz Sultan Selîm'in Tabiatı
Büyük hükümdarların (1) şân hırsı —ki kendilerini muzafferiyetlere ve
fetihlere sevk eden ve onları rahat bırakmayan bir marazdır— bâzan pek büyük
vekayîlerinin cazibesiyle, parlak ve fakat faydasız bir hodbinliğe fedâ edilen
milletlerin musibetlerini muvakkaten unutturursa da, vahşîlik ve kan teşneliği
Şark milletleri arasında bile dâima nefretle karşılanmış ve tahtı kati ile lekeleyen
hükümdarlar muasırlarının muahezesinden ve kendilerine halef olanların
tel'îninden kurtulamamıştır. Vazifelendirilmiş bir takım adamlar her cinayetin
yanına bir ma'zeret, yâhud makbul bir sebeb koyarlarsa da, beyhudedir; daha
müstakil fikirli erbâb-ı kalem bu yalanların mâhiyetini açığa çıkararak,
hükümdarların işledikleri kötülük ve hatâları, bize her türlü kapalılıktan ârî
olarak aslî hakikatleri veçhile görünür. Osmanlılar'ın «keskin ve eğilmez»
mânâsına olarak «Yavuz» (2) adını verdikleri Selîm dahî şu suretle Asya'da,
Avrupa'da
Bu devletin en büyük iki pâdişâhı Fâtih ile Yavuz'dur ki, biri Kostan-tiniyye gibi
dünyânın gıbta ett'ği bir beldeyi fethederek saltanatının merkezi ittihaz etmiş ve
hükümete devamını te’ınîn edecek intizamlı bir şekil vermiş; diğeri Osmanlı saltanatını
İslâm Halifeliği kuvvetiyle sağlamlaştınp te'yîd eylemiştir. Hammer, Kostantiniyye
Fâtihi'nin faaliyetlerinin muhakemesi olarak şiddeti iltizâm ettiği gibi, Mısır ve Haremeyn Fâtihi hakkında da bî-taraî görünmüyor. Müverrihin aynen tercümesi vazîfesi
terkedUmemekle beraber, gerekli başlıca yerlerde, ten-kîd edilecektir; ancak
ifâdelerinin bu durum gözönünde bulundurularak okunması şimdiden muhterem
okuyuculara hatırlatılır. Mütercim. «Yavuz» kelimesi hakkında bâzı tedkîklerin
yazılmasını faydadan hâlî görmedik: Ahmed Vefîk Paşa «L©hce»de bu kelimeyi
«Şedîd, yaramaz, haşîn, uz zıddı» suretinde ve «uz» kelimesini «uygun, iyi yarar,
ceyyld
OSMANLI TARİHİ
kendini medhedecek kimseler bulmuş ve onların kalem-i esaretleri mezâlimini
âdilâne ve siyâsetkârâne icrâât; istibdadını büyük bir devletin hükümdarına lâyık
bir sıfat olarak göstermiş ise de, târih bundan dolayı, o hükümdar hakkında
aldanmamış ve kendisini faaliyetlerine göre muhakeme etmiştir. Nezdine
gönderilmiş olan sefirlerin, hattâ bâzı Osmanlı müelliflerinin şehâdetleri
menfaatperest dalkavukların mübalağalarına kâfi derecede tekabül etmiştir.
Venedik elçisi Fuskolo'nun reis-i cumhura göndermiş olduğu bir raporda şu
sözler yazılıdır: (3) «Veçhen kırmızı olan Selîm hunhar görünüyor; zalimane
tabiati kendisine Yeniçerilerin muhabbetini celbetmiştir; Selîm güzel olmaktan
ziyâde çirkindir.» (4) 5 Nisan 1512 tarihli diğer bir raporda Venedik sefiri şu
suretle fikrini beyân eder: «Bu hükümdar insanların en zâlimidir; yalnız fütuhat
düşünüyor ve yalnız harbe müteallik işlerle meşgul oluyor» (5). Selîm'in
cülusundan birkaç gün sonra, Venedik sefirlerinin onun hakkındaki hükümleri
budur. Şimdi Osmanlı müverrihlerinden Cenâbî ile Hezarfenn'i dinleyelim: Cenabı der ki:
«Selîm uzun boylu idi; fikrinde cür'et ve ziyâde selâmet
619
3
(3)
(4)
(5)
(hoş, iyi), sâlîh, halîm, Oğuz» diye izâiı ile ikinci kelimede «Az olsun uz (veya öz?)
olsun, çok olup yavuz olacağına» suretinde bir de darb-ı mesel yazar. Şu darb-ı
meselin birinci kısmı ma'lûm ise de, ikinci kısmını işittiğimiz yokdur. Çağatay lehçesi
olan «Apoşkada» da ne «ya-vuz»u, ne de uz'un bu mânâsını göremiyoruz. Paris'te
1870'de İmparatorluk Matbaası matbuu «Luga4-4 Nevâî»de «yavuz» «mauvais,
querel-leur, faible» (yani: Fena, münâzaacı, zaîf) diye izah edilmiştir. İstanbul matbuu
Çağatay ve Osmanlı Türkçesi lügatinde ise «Yavuz- pâkize, a'lâ, nîk, hûlb; güzel,
müstesna» suretinde yazılmıştır. Filhakika Osmanlılıkta «yavuz at» denildiği zaman
herkes atin alâsını, en kuvvetlisini anlar. Hammer'in büyük tab'ında «yavuz»
«tranchant, inflexible* (yâni: Keskin, eğilmez) ve muhtasarında, «keskimden sonra
«Vigoureux (kuvvetli) kelimesiyle tefsir edilmiştir. Buhârâlı Süleyman Efendi'nin kaydettiği şekil Hammer'in tercümesine muvafık olmakla beraber, en doğru görünüyor.
Yavuz kılıç, yavuz at kılıcın ve atın bütün özelliklerini toplayan, en iyisi, a'lâsı,
müstesnası demek olduğu gibi, Sultân Se-lîm'e «Yavuz» denilmesi padişahlık
hasletlerini tamâmiyle hâiz olmasından neş'et etmiş olacaktır. Mütercim.
Venedik elçisi Sultân Bâyezîd'in hilm ve sükûnuna bedel Sultân Selîm* in satvet ve
feveranını görünce bittabi' Venedik hakkında birçok endîşelere düşecekdir; onun
raporu bu endîşenin bir aynasıdır. Mütercim.
«Questo Signor di anni 38 rossula faccia, mostra crudelissimo e per questo amato dei
Janizzari (Halbuki Selîm 1467'de doğmuş ve 1512'de II. Bâyezîd'e halef olduğu zaman
45 yaşında idi), pui tosto bruto che altramente.» Marini Sanoto'da Fuskolo'nun
raporu.
«Signor de 36 anni, feroccissumo e tutto di guerra, ne abada ad altro che cose
martiale.» (Şu halde yaşından on sene daha genç görürüyor demektir.
HAMMER
var idi. Şi're muhabbet eder ve muvaffakiyetle söylerdi; hadîd
(hiddetli), müstebid, tazyıka mail olarak kendisini büsbütün umûr-ı
âmmeye hasr etmiş idi; âlemin intizâmını muhafaza azminde idi.
Şâyân-ı hayret bir zekâya mâlik büyük bir pâdişâh idi; ekseriya halk
arasında gezer ve tanınmamak için her defasında elbisesini
değiştirirdi. Birçok mahremleri vardı ki her tarafa girip çıkarlar, ve
şuûn-ı cihandan kendisini haberdâr ederler idi. Selîm Acem, Türk,
Arab şiirlerinde temeyyüz etmiş-dir. Mısır seferi esnasında Ravza
(Roza) adasında bulunduğu sırada evâmirine tevfikan inşâ edilmiş
olan bir arab köşkünün dıvârına kendi karihası mahsûlü olarak iki
beyt yazmışdır. Müf-tî ve şâir-i meşhur Kemâl-paşa-zâde'nin bu
pâdişâh hakkında az zaman içinde çok iş yapmış ve şems-i garb gibi
zamân-ı ka-sîr içinde arz üzerine bir zıll-ı memdûd vermiş olduğunu
söylemesi haklıdır.» (Not: 1).
Hezarfen ile şâir bâzıları Cenâbî'nin ifâdelerini hemen hemen aynen
naklederler. Lâkin hemen cümlesi devletin resmi vak'anüvisi Sa'dü'd-dîn ile
beraber Selîm'in faziletlerine hayran olmaktan başka birşey söylemezler. Sa'dü'ddîn'in mütalâası ise —pederi pâdişâhın husûsî hizmetinde bulunarak kendisi de
sarayın bozulmuş muhitinde yaşadığı için— kıymetten sakıttır (Not: 2).
Usûle riâyet eden Âlî evvelâ —îran şahmı mağlûb, Memlûkler saltanatını
tenkil, Kürdistan ile Mısır'ı zabt etmiş olan— Selîm'in yüksek vasıfları ve
faaliyetlerinin yüceliği hakkında mutantan bir övgü yazar. Bunun içindir ki
birçok müverrihler I. Selîm'e —II. Mehmed gibi— taraf-ı İlâhî'den bilhassa
mazhar-ı himâyet olmuş nazariyle bakarlar. Maamafih, Âlî, Selîm'i pederini
tahtından indirmeğe ve biraderleriyle beraber birâ-der-zâdelerini kati ettirmeğe
sevk eden sebebleri serbestçe beyân eder. Âlî, îran seferi esnasında Yeniçeriler'in
isyanına neyin sebeb olduğunu hikâye ettikten sonra Seîîm zamanında
Osmanlılar arasında yaygın şekilde söylenilen «Sultân Selîm'e vezîr olasın!» (6)
temennisinin menşeini de saflıkla izah ederek der ki: «Bu söz (Solak-zâde' de .bu
rivayeti nakleder) vezirlerin dâima bir ay hizmetten sonra azl ile cellâda teslîm
edilmiş olmalarından ileri gelir; bunun içindir ki vezirlerin vasıyyetnâmelerini
ceb-lerinde taşımaları mu'tâd idi; huzûr-ı pâdişâhîden her çıkdıkça kendilerini
yeniden dünyâya gelmiş sayarlardı.» Bundan dolayı —büyük bir cesaret ve
necîbâne bir serbesti sahibi olan— vezîr-i a'zam Pîrî Paşa, yan ciddî yarı latife
olarak Selîm'e şöyle söylemeğe cesaret etmişti: «PâdiOSMANLI TARİHt
(6) Bir Türk şâiri şöyle demişti:
«Rakibin ölmesine çâre yokdur Vezir
ola meğer Sultân Selîm>!»
şahım bu sâdık kulunu da er geç bir bahane ile öldüreceğini biliyorum; o gün
gelmeden, bu dünyâdaki işlerimi tanzim etmek ve öbür dünyâya hazırlanabilmek
için bana birkaç saat müsâade etmez misin?» Pâdişâh gülmekten kendini men'
edemiyerek: «Hakikat, çoktan beri onu düşünüyorum. Lâkin vezîr-i a'zamlık
me’ınûriyetini senin gibi görecek bir kimse bulamıyorum; yoksa arzunu yerine
getirmek benim için kolaydı.» (Not: 3), cevâbını verdi (M.İ. 1).
Selîm addedilecek surette sevdiği cihetledir ki, Yeniçeriler'in teveccühünü
celbetmişti. Harikulade bir faaliyete mâlik olarak ne taama, ne de harem
zevklerine mail idi; lâkin beden eğitiminin en zorlularına yatkındı ve günlerini av
ile yâhud silâh kullanmakla geçirirdi (7). Uykuya pek az vakit ayırdığından,
gecelerinin büyük kısmını târih, yâhud farsça şiirler okumakla geçirirdi (8).
Selîm, husûsî bir tercih gösterdiği Farsça lisânında bir dîvân yazmıştır (Not: 4).
Civvio, Selîm'in —II. Mehmed gibi Sezar ve İskender târihini okumaktan
zevk aldığını söylemekle, Sezar'ın ve Pansa'nın şerhlerini yâhud Kinte-Gürse ve
Arria'nın eserlerini murad etmemiştir; onun bahsettiği ancak eski «Kayserler»
yâhud İran imparatorları olan Key (Keyyânîyân) lerin târihi ve tabl-i revend
(Rond?) denilen destanlarla «Rolan» kahramanlık efsânesine oldukça benzeyen
cenk hikâyelerinden ibaret ve «İs-kendernâme» (9) unvanıyla ma'rûf olan Türk
ve Acem şiirleri olabilir. Selîm ulemâya hürmet ve takdiri cihetiyle, en
iktidarlılarını büyük mevkilere nasb etti. Saltanatı zamanında tarihçi İdrîs
Kürdistan'ın idare usûlünü tanzime ve fakîh Kemalpaşa-zâde vak'a-nüvis sıfatıyle
Mısır seferinde refakate me’ınûr olmuşlardır. Necati'nin liyakatli rakibi Zatî —ki
evvelce II. Bâyezîd, biri bahar ibtidâsma doğru, diğer ikisi bayramlara tesadüf
etmek üzere, senede üç kaside inşadına me’ınûr etmişti— Selîm'in cülusunu
tebrîk için yazmış olduğu bir kasideye mükâfat olarak, senede onbirbinbeşyüz
akçe irâd getirir üç köy almıştı (10). Selîm Mısır'a gittiği vakit, sefer esnasında
ma'lûmât sahihlerinden olan zevatın sohbetlerin-
(7)
(8)
«Fu gran cacciatore e vigilante, pocco intertenitore delle Dam e, e nel man-giare fü di
tal modestia, che non toccava re non d'una vianda, attacon-donsi a venation! e cose
grosse plû che a ucelli.», Paolo Civvio.
Cihân-nümâ, s. 689. Sa'dü'd-dîn'in Selîm-nâme'si. Diez'in Denk-würd*g-keiten (Asya
Hâtıraları), s. 266.
(9) Nizâmî'nin İsfcender-nâme'si Farsça'dan Türkçe'ye Figânî ve Ahmed Dâî tarafından
tercüme edilmiştir, bk. Şâber'in Terâcim-i Ahvâli, s. 85 ve Kı-nalı-zâde.
(10) Lâtifî'nin Terâcim-i AhvâVi, s. 287.
100
A7A
HAMME
R
den haz duyduğundan, üç- şâir davet etmiş idi. Bunlar Pâdişâhın huzuruna
çıktıkları vakit elini öpmek için ilerlediler. Fakat bu hareketi pek acemice
yaptıklarından kılıçları Pâdişah'a dokundu. Selîm evvelâ öfkeye kapılarak
şâirlerin idamını emrettiyse de, biraz sonra emrini geri almış ve talihsiz şâirleri
ayaklaıının altına yüzer deynek vurulmağa mahkûm etmişti. Pâdişâh'ın ilim
adamlarına ve ilme hürmeti sayesinde bu ceza da affedildi. Ertesi gün şâirler —
kaftansız, uzun elbise yerine kısasını giymiş ve başlarına sarık yerine âdî bez
sarmış olduklan halde— Pâdişâh'ın huzuruna çıktılar. Selîm satranç oynamakta
olduğu halde, şâirleri kabul için başını çevirdi, fakat ağızlarından galîz ve kaba
lâfızlardan başka bir şey işitmediğinden, bu durum hayret ederek, onları
nezdînden zelîlâne çıkardı (11).
Selîm, elbisesinde ziyneti sever ve dâima zarafetle, zevk-i selîm ile
temeyyüz ederdi. Kaftanı kıymetdâr işlemelerle müzeyyen idi. Kendinden
öncekiler silindir şeklinde ve aşağı kısmında dülbend sarılı bir kavuk giymişlerdi;
Selîm o serpuşun yerine müdevver şekilde ve yukarısı tamâ-miyle şal ile örtülü
bir kavuk kabul etti (12). Zamanımızda dahî (Hammer zamanında) «selîmî»
denilen bu serpuş —bizzat Pâdişâh'ın söylediği veçhile— İran hükümdarı
Keyhusrev'in tacına benziyordu (13). Mahremleri bu değişikliğin sebebini
kendisinden sormaları üzerine, pâdişâh huzuruna devletin büyükleri silindir
şeklinde bir sank (mücevveze) ve saray zabitleri sırmalı serpuşlar (üsküf) ile
çıktıkları halde, hükümdarın onlar gibi bir kisve giymesi münâsib olmadığı ve
başında Acem şahları gibi bir tâc bulundurması lâzım geldiği cevâbını verdi (14).
Kendinden öncekiler sakal bırakmış oldukları halde, Selîm, onlara rağmen
sakalını tıraş ettirdi. Fakat bıyıklarını bıraktı (15). Bacakları kısa, yukarı kısmı
pek uzundu; yüzü müdevver ve gayet renkli, gözleri büyük ve parlaktı; siyah ve
sık kışlarıyle büyük bıyıkları da bütün manevî hüviyetini tâyin eden şiddetli
tavrına az yardım etmiyordu (16) (M.İ. 2).
CÜLUS BAHŞİŞİ
Bâyezîd, devletin dizginlerini daha kavî ellere teslîm ederek, Kostantiniyye'den çıktığı gün (7 Rebîü'l-evvel 918/23 Mayıs 1512) Yeniçeriler
(11)
(12)
(13)
(14)
(15)
(16)
Şâber, Osmanlı Şâirlerinin Terâciım-i Ahvâli, s. 27 ve 29.
ŞemâiLnâme.
M. D'Ohsson, 4, s: 115.
Âlî, varak: 184.
Avrupalıların âdetlerine göre sakal tıraş edilince bıyık da tıraş edilebilir zannından
doğan düşünceye âit bir sözdür. Sultân Selîm'in bıyıklarını tıraş etmek ihtimâli bizce
hiç hâtıra gelmez. Mütercim.
Ciwio.
OSMANLI TARİHİ
401
Selîm'i, mu'tâd olan cülus bahşişini vermek için icbara karar verdiler ve bunun
için geçeceği sokakta saf teşkil ederek durdular (17). Selîm, payitahtın Edirne
yolu üzerindeki kapısına kadar pederini geçirmeğe gitmişti. Yeniçeriler,
Pâdişâh'ın dönüşünde' —kendilerinin kılıçları sayesinde tahta çıktığını ve yine o
sayede taht üzerinde kalabileceğini ihtar etmek için— kılıçlarını birbirine
çatmayı kararlaştırmışlardı. Düşüncelerine göre bu nümayiş, sayesinde
Pâdişah'dan —ber-mu'tâd her yeni cülusun nişanesi olan— bahşişlerin
kurtarılması mümkün değildi. Fakat Selîm bu suretle adetâ Yeniçeriler'in
boyunduruğu altında tahta çıkmak istemediğinden, İstanbul kapılarına vâsıl
olunca —Yedikule'ye giderek pederinin hazînelerini almak bahanesiyle—
birdenbire yolunu değiştirdi; sonra şehrin sûrlarını tâkib ederek yalnız maiyyeti
zâbitânıyle birlikte saraya gitti. Ve hâlâ eski mevkilerinde beklemekte olan
Yeniçeriler'in ümidini boşa çıkardı. Bununla beraber Padişah kendisinin —
Bâyezîd henüz tahtta iken— artırılmasını vaad etmiş olduğu bahşişi vermemeğe
cesaret edemedi; Bâyezîd'in itâ etmiş olduğu iki bin akçe yerine her Yeniçeri
üçbin akçe, yâ-hud Türk sikkesinin o vakitki kıymetine göre elli duka aldı (Not:
5). Bundan cesaretlenmiş olan bir sancak-beği kendi gelirinin de artırılmasını taleb etti. Selîm cevâb olmak üzere kılıcını çekerek başını kesti (18). Ye-niçeriler'e
karşı gösterilen cömertlik hazîneyi boşaltmış olduğundan bilumum tebea-i devlet
—Hıristiyan, Yahûdî, Müslüman— fevkalâde bir vergi ile mükellef tutuldular
(19).
Yeni Pâdişâh'ı ilk olarak selâmlamak ve himayesini taleb etmek üzere gelmiş
olan Raguza temsilcileri nail oldukları kabul suretinden memnun, fakat —az
sonra, mutâd olan vergiden başka ticarî eşyanın devlet limanlarına girişinde
yüzde beş resim vermeğe mecbur kaldıkları için— pek me'yûs olarak geri
döndüler (20).
Selîm, takriben yine o târihte, pederiyle Boğdan Beği arasında akdedilmiş
olan muahedeyi yeniledi; bu muahede ile Boğdan kendisini Bâb-ı Hümâyûn'un
tabii ve haracgüzârı tanımıştı (21).
PÂDİŞÂHIN KARDEŞLERİ VE YEĞENLERİ
Selîm, Bâyezîd'i tahtından inmeğe icbar ile yerine cülus ederken, kendisini
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)
Cenâbî, varak: 412.
Soiak-zâde, varak: 82.
«Selim a imposto una unpozizione a tutta Grecia, a Indii, a Turchi, a Carabodjan, a
Natalo it tribato.» Marini Sanoto'da Venedik raporları.
Engel, Raguza Târihi, s. 196.
Engel, Boğdan Târihi, s. 162.
Mamma ianhı.
C: U. F.: 26
en büyük tehlikelere mâruz bırakmıştı: Her biri en iyi eyâletlerin
2
6
402
HAMME
R
valileri olan ve pederlerinin mirası için kavgaya hazır bulunan biraderlerinin
hasedleri karşısında bulunacaktı. Bâyezîd'in sekiz oğlundan beşi, yâni Abdullah,
Mehmed, Şehenşâh, Aiemşâh, Mahmûd kendisinden evvel vefat etmişlerdi. îlk
ikisinin evlâdı yoktu. Şehenşâh’ın Mahmûd isminde bir oğlu ile Alemşâh'ın
Osman nâmında bir oğlu kaldı; Mahmûd ise Mûsâ, Orhan, Emin nâmlarında üç
erkek çocuk bıraktı. Bâyezîd'in henüz hayatta olan diğer üç oğlundan, yâni
Korkud ile Mehmed ve Selîm'den, Korkud'un evlâdı olmadığı halde Ahmed'in
Alâeddîn, Murâd, Süleyman, Osman isimlerinde dört oğlu vardı. Selîm'e gelince,
onun da birkaç kızıyla Kefe'de vâlî bulunan Süleyman isminde bir oğlu vardı:
Bununla beraber o vakit Bâyezîd'in zürriyetinden oniki şehzade mevcuttu (22).
Korkud ile Ahmed —pederlerinin inzivası esnasında— Selîm tarafından,
me’ınûriyetleri olan Saruhan ve Amasya valiliklerinde devam etmişlerdi; hattâ
Ahmed'in arazîsine Midilli adası ilâve edilmişti. Yeni Pâdişah'ın oğlu Süleyman,
bîat merasimine dâhil olmak üzere Kefe'den çağrıldı; fakat genç Şehzâde'nin
İstanbul'da bulunmasından dolayı icra edilen şenlikler sırasında, Selîm, Ahmed'in
oğlu Alâeddîn'in pederinin muvafakatiyle Bursa'yı zaptederek şehrin subaşısını
idâm ettiğini ve ahâlîden haddinden fazla vergi aldığını haber aldı. Kaçınılmaz
olan tehlike büyük ve sür'atli tedbîr alınmasına muhtâc olduğundan, Selîm
hükümet dizginlerini oğluna bırakarak hemen yetmişbin kişilik bir ordunun
başında olduğu halde, (15 Cümâde'l-ulâ 918/29 Temmuz 1512) Alâeddîn'e karşı
yürüdü (23); bir taraftan da hiçbir şehzadenin —vaktiyle Cem'in yaptığı gibi—
Avrupa'ya savuşmaması için Küçük Asya sahillerinde dolaşmak üzere yirmibeş
kadırga gönderdi (24).
Ordunun hareketi esnasında Yeniçeriler'le Sipahiler arasında bazı münazaalar zuhur etmişti; fakat Selîm'in metaneti —o gibi ahvâlde fena neticeler
vermesi mümkün olan— bu münâzaalan yatıştırdı (25). Selîm'in öncü kuvvetleri
kumandanı olan Malkoç oğlu Tur-Alî Beğ, Alâeddîn'i Bur-sa'dan çıkararak —
kılıcını hemen onun arkasına isabet etmekte olduğu halde— Amasya yolu
üzerinde Malatya ve Darende'ye kadar tâkîb etti. Diğer taraftan Pâdişâh da
Ankara üzerine yönelmişti. Fakat Ahmed, Pâ(22)
(23)
(24)
(25)
Sa'dü'd-dîn, varak: 580-582. Şehzadelerinin adedi Avrupalı müverrihlerde altı ile
yedi arasında değişir; sarayda hizmet etmiş olan Menavino ibile ancak altı şehzade
saymıştır: Verdiği malûmatın ne kadar az mevsuk olduğu bununla anlaşılır.
Solak-zâde, varak: 83; Sa'dü'd-dîn, varak: 661. Marini Sanoto'da Venedik sefirlerinin
raporları.
«E armata vele 25, per manderle accio questo fratello non fugisse, e voul tagliar
legnami per 300.» (6 Ağustos tarihli Venedik raporu).
«Li Janissari e Sipahi in discordo e stati a le man, e esser amazzati 12 Janissari»
(Venedik raporu).
OSMANLI TARİHİ
403
dişah’ın yaklaşması üzerine kaçmış ve oğullarından zâten şecâatleriyle mâruf
olan ikisini Şâh İsmail'den yardım istemeğe göndermiş olduğundan, onu tutamadı
(26). Selîm, Ahmed'in firarından sonra münhal kalmış olan Amasya valiliğini
Dâvûd Paşa'nın oğlu Mustafa Beğ'e vererek Teşrîn-i sânî nihayetine doğru (1512)
(Ramazan 918) Bursa'ya döndü. Bu şehre girince ilk işi ecdadının kabirlerini
ziyaret oldu; sonra askerine cömertçe mükâfat vererek, onları kışlaklarına dağıttı
(Not: 6). Ahmed Pâdişah'ın dönüşünü haber alınca kaybetmiş olduğu hükümeti
tekrar elde etmek için zamanı müsâid zannederek, iltica etmiş olduğu Kemah'dan
sür'atle yol-alarak Niksar'a, Niksar'dan da Amasya'ya giderek orayı ansızın
zaptetti; Mustafa Beğ Ahmed'in vâadlerine aldanarak onun verdiği vezâret unvanını kabul etti; şu suretle kendisini Pâdişah'a alenî bir düşman olarak göstermiş
oldu (27). Selîm Ahmed'in muvaffakiyetini haber alınca, bunu —zâten vaktiyle
Bâyezîd'e yapmış olduğu gibi kendisine de hıyanet etmekle itham ettiği— vezîr-i
a'zam Mustafa Paşa'nın ifsâdlarına hami etti; zannı isabetli olduğundan biraz
sonra hakikat olarak açığa çıktı. Selîm —biraderinin haremini bertakrîb almak
üzere— Amasya'ya gayet gizli olarak bir kol ulûfeci (muvazzaf süvariler)
göndermiş idi. Mustafa Paşa bundan, o aralık ey aletiyle hem-hudûd olan
memleketlerde harb etmekte olan Ahmed'i haberdâr etti. Ahmed şu tahkirden
oldukça hiddetlenerek kalabalık bir ordu ile döndü ve haremini ele geçirecek
olanları yol üzerinde bekledi. Pâdişâhın süvarileri birdenbire hücuma uğrayarak
her taraftan çevrildiklerinden kayıtsız şartsız teslîm olmağa mecbur oldular (Not:
7). Vezîr-i a'zamın hıyaneti Selîm'e ulûfecilerin reîsi tarafından mı, yoksa
Pâdişah'ın elde ettiği bir mektup ile mi haber verildiği ma'-lûm değildir. Herhalde
Padişah hâinin cezasını gayet alenî ve müessir surette vermek için dört vezirini
fevkalâde bir dîvâna davet etti (28); vezirler Bâb-ı Hümâyûn'a geldikçe
kendilerine hil'at-ı fâhire giydirildi: Yalnız Mustafa siyah bir libas giymiş olduğu
halde içeriye alındı; hiç şübhe bırakmayan bu işaret üzerine cellâdlar Mustafa'yı
yakalayarak boğdular; cenazesi sokağa atılarak köpeklere yem oldu (29) (Not: 8).
Mustafa'nın vefâtıyle vezîr-i a'zamlık münhal kalmış olduğundan Hersek Ahmed
Paşa dördüncü defa olarak bu en yüksek, fakat tehlikeli me’ınûriyete getirildi.
ŞEHZADELERİN İDAMLARI
Selîm'in şübheleri ve selâmeti uğruna fedâ (30) edilen yalnız Musta(26)
(27)
(28)
(29)
(30)
Venedik sefirinin 9 ve 26 Teşrîn-i evvel ve 12 Eylül 1512 tarihli raporu.
Sa'dü'd-dîn, varak: 613, Solak-zâde, varak: 83. Nuhbetüt-Tevârîh, Âlî.
Marini Sanoto'da Venedik raporu.
Menavino, Civvio.
İstanbul'da Venedik sefirinin 3 Kânun-ı eweı tarihli raporunda şöyle görülür: «II
Signore, venuto in Brousa, avea fatto strangolar Mustafa
HAMMER
fa'nın başı değildi; bu birinci idâm, Selîm'in saltanat senesi Teşrîn-i sâ-nisinin
27'inci cuma ertesi günü (31) —ki dîvân-ı hümâyûn toplanması için tâyîn edilen
günlerdendi— Selîm at üzerinde bir dîvân yaptıktan sonra askerine resm-i geçit
yaptırdı. Yeniçeri kumandanlarından beşi Bur-sa'ya giderek herbiri Pâdişâh'ın
orada mahbûs olan beş birâder-zâdesin-den birini saraya getirmek üzere emir
aldı; bu şehzadeler Sultân Mah-mûd'un üç oğluyla, Alemşah'ın oğlu Osman ve
Şehenşâh'ın Mehmed idi: Mehmed ancak yedi yaşında, diğerlerinin yaşları ise
ondört ile yirmibir arasındaydı. Şehzadeler İstanbul'a getirildiklerinde bir odaya
kapatılarak ertesi günü idâm edildiler (M.İ. 3).
Cellâdlar içeriye girdikleri zaman bu bîçâre çocukların en küçüğü diz-üstü
çökerek hayâtının bağışlanmasını istirham ile günde bir akçe ile Pâdişah'a hizmet
edeceğini söyledi (32). Alemşah'ın oğlu Osman —ki yirmi yaşındaydı ve daha o
yaşta yüksek hasletlerini gösteriyordu— kendini tutmağa gelen cellâdlara karşı
nefsini cesurca müdâfaa etti; mücâdele arasında o müdhiş takımın reislerinden
birinin kolu kırıldı, bir diğeri de öldürücü bir bıçak darbesi aldı (33).
Pâdişâhın kardeş-çocukları canilerin çokluğuna takat yetiremeye-rek
bağlandılar ve zâlimce boğuldular. Cenazeleri Bursa'ya nakledilerek Selîm'in
emriyle II. Murad'ın yanına defnedildi.
Korkud, bu şehzadelerin idamı haberi üzerine (34), Selîm'in kendisi için de
bu akıbeti hazırlamasından korkarak sancak beğlerini ikna ve diğer Yeniçerileri
kendi tarafına celb etmek üzere her çâreye tevessül etti. Korkud, Yeniçeriler'in
yardımlarıyle kendisini tehdîd eden fırtınayı ber-
(31)
(32)
(33)
(34)
bascia per due cause; Tuna per che il se intentdeva ccLL Ahmet. L'altra, perche
l'havea cuhcsiato a levarsis de Angoli (Angora) de che e seguito che il fraelello Ahmet
con ajuto avuto da Sofi e co li altri Sofi de pease (Teke beyleri) a dato rota Sg r Turco
su la Natolia, e a rlcuperato Ama. sia.» Marini Sanoto.
Menavino: «Bir cuma ertesi» sefirin 3 Kânun-ı evvel tarihli raporundan evvelki cuma
ertesi 27 Teşrin-i sânî idi.
«Si buto in ginocchione che li dasse la vita e un aspro al giorno che lui non voleva
Signoria, tamen fece di segno che fossestrangulato.» Marini Sanoto, Civvio: Fatti
illuetri di Selini (Selîm'in Vekayi-i Meşhû-resi). Sansovino, 1, s. 344. Sansovino,
şehzadelerin vefâtmı yanlış olarak Mustafa'nın vefatından evveı gösterir.
Menavino.
Korkud'un Pâdişah'a sulh teklifini mübeyyen mektubuyla Selîm'in cevâbı Feridun
Beğ Münşeâtı'nda 244, 245 numaralardadır. Codex di Paris, s. 79
OSMANLI TARİHÎ
405
edeceğini ümîd ediyordu. Fakat Selîm onun ifsâdâtından vaktinde haberdâr
olduğundan bir av bahanesiyle birdenbire Bursa'dan çıkarak beş gün gittikten
sonra maiyyetinde onbin süvari ile Manisa önüne vardı. Korkud ancak kaçabilmek
için vakit buldu ve mûtemed, sâdık dostu Pi-yâle refakatinde olduğu halde,
sarayının arka kapısından çıktı. İki firârî yirmi gün bir mağarada saklı kaldılar.
Gizlendikleri yerden çıkmağa mecbur olduklarından tebdîl-i kıyafetle Teke
vilâyetine iltica ettiler. Oradan da Avrupa'ya gitmek çâresini bulacaklarını ümîd
ediyorlardı; lâkin bir ihtiyatsızlık kendilerini kaybettirdi. Bir kaya oyuğunda yeni
bir sığınak aramağa mecbur olduklarından bir Türkmeni kendilerine yiyecek getirmek için göndermişlerdi. Piyâle bunun için kendi atını vermişti. Türkmen'i yeni
hayvanının sırmalı eyeri arkadaşlarına şübhe verdiğinden mültecilerin itimâd
ettikleri şahsı tâkib ederek onların sığınaklarım buldular ve Teke vâlîsi Kaasım
Beğ'e haber verdiler (35). Kaasım gayretini göstermek hususunda hırslı
olduğundan, mültecileri basarak esîr etti. Selîm, Korkud'un haremini getirerek
Bursa'ya girerken bu haberi de aldı (36). Neticede, esirleri getirmek için Kara Çinoğlu'nu me’ınûr etti. Şehre yaklaştıklarında kapıcı-başı Sinan —zahirde Korkud'u
biraderi adına selâmlamak, fakat hakikatte onu idâm etmek üzere— istikbâline çıktı.
Geceleyin Sinan Piyâle'yi —maksadını anlamağa vakit bırakmadan— efendisinden
ayırdı ve Korkud'u uyandırarak Pâdişah'ın kendi hakkında çıkardığı idâm kararını
bildirdi (37). Korkud, bir saat müsâade taleb ederek, Pâ-dişah'a —hıyanetinden
dolayı kendisini azarlar mâhiyette— manzum bir
taraf
(35)
(36)
(37)
ve 283 (Beşinci cildin Açıklamalarına bk). (Mütercimin İlâvesi: Korkud' un arz-ı
itaattan ibaret ve Muhlis-i bUştibâh Korkud-i izzet-hâh» imzasıyla imzalanmış olan
mektubuyla Pâdişah'ın cevâbnâmesi, İstanbul matbuu Feridun'un birinci cildinde
345 ve 346’ıncı sahîfelerdedir. Gayet vecîz olan Pâdişah'ın cevâbı aşağıda aynen
naklolunur:
«Cenâb-ı izzet-meâb, uhuvvet-i nisâ-b, muhabbet-i iyâb, meveddet-i kıbâb,
şevket-iktisâb birâderüm Sultân Korkud-ı kâmbeyn ve kamyâb hafazanallahü teâlâ
ve idamehu cenabına tevkî-i refi-i hümâyûn vâsıl oldukda ma'lûm ola ki: ahd-ı
sabıkam ibkasına irsal eyledüğin tazarru'-nâme vâsıl oldı ve ol bâbda senün dahî
ma'lûmundur ki benüm garazım saltanatdan intifâ-ı nâr-ı fiten olup sabıka celâlî
Şeytan-kulı nâm mel'ûnun tuğyanında ve Erdebîl oğlı denen İsmâil-i pelîdün şarka
istilâsında ve Kaysariya hududuna gelüp itdüği evzâ'dan dîn ü devlete ne denlü
kusur irişmiş'di. Hâlâ bi-lnâyetullahu teâlâ izn-i şer'-i kavîmüle şark canibine
azîmet-i hümâyûnum mukarrer olup mâdâm ki siz ahd-i sabık üzre olasız, bu
cânibden asla endîşe itmeyüp duaya İştigâl buyu-rasiz vesselam.»
Sa'dü'd-dîn, varak: 665. Solak-zâde, varak: 83. Nuhbetüt-TevâHh.
Menavino, Della morta Sulthan Coructh fratello di Sulthan Selim; Civvio, Selim'i
Meşhûresi; Sansovino, 345.
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü't-Tevârîh, Âlî.
406
HAMME
R
mektup yazdı. Mektubu bitirdikten sonra başını meş'ûm ipe teslim eyledi. Ertesi
gün Korkud'un cenazesi kendisine arz edildiği vakit, Selîm biraderinin figânnâmesini okurken —gerek nedamet ile gerek riyâ ile olsun— pek çok gözyaşı
döktü. Yalnız o kadar keder ile de kalmayarak üç günlük umûmî bir matem
emretti, ve biraderinin iltica ettiği yeri haber vermiş ve hizmetlerine mükâfat
istemek üzere Bursa'ya gelmiş olan Türk-menler'den onbeşini —Şehzade Cem'in
eşyasını yağma etmiş olmakla iftihar eden haydutları çarmıha germiş olan
Bâyezîd'i taklîden— hakaretle idâm ettirdi (38). Piyâle, Korkud'un türbedarlığına
me’ınûr edilerek, hayâtının geri kalanını efendisi için ağlamakla geçirdi (M.î. 4).
Kış sona ermek üzereyken Ahmed yirmi bin süvârî ile Amasya'dan hareket
ederek Bursa yolunu tuttu. Zâten biraderinin şecaati hakkında pek zayıf bir fikir
peyda etmiş olan Selîm, Yeniçeri ağasını —üç gün içinde onbin Yeniçeri'den
mürekkeb bir ordu getirmek üzere— ale'l-acele İstanbul'a gönderdi. Ağa,
Pâdişâh'ın tâyin ettiği müddet zarfında gelerek Mudanya Körfezi'ne çıktı (39).
Hemen o gün Selîm hasmının karşısına koştu. Ahmed Keşîş Dağımın kenarından
geçerek Bursa'ya giden yola hâkim bulunuyordu. Selîm'in öncü askerine
kumanda eden imrahor Mehmed Ağa ile Anadolu Beğlerbeği, Ahmed'in geçişine
engel olmak istedilerse de tamâmiyle mağlûb olarak yedibin telefân ile geri
çekilmeğe mecbur oldular (14 Nisan 1513). Şu hâlde Pâdişah'a ancak sekiz,
nihayet onbin asker kalıyordu (40); Ahmed kendisine müsâid olan ahvâlden
istifâde edebilmiş olsaydı, Pâdişâh'ın hâli fena idi. Birinci muharebenin sonunda
edeceği yeni bir muharebe şübhesiz kendisini tahta götürecekti. Lâkin Şehzade
Ahmed, kardeşini tâkîb edecek yerde, Dukakin-oğlu Ahmed Paşa ile Tatar
Hanı'nın oğlu ve Selîm'in dâmâdı Saadet Giray'ın birbirini müte-âkib getirdikleri
asker ile Pâdişâh'ın bir ordu teşkil etmesine vakit bıraktı. Hân-zâde —herbiri
yedeğine dört hayvan almış— beşyüz Tatar'ın (41) riyasetinde olarak hânın
ihtiramlarını tebliğ için gelmişti. Bu yeni kuvvetler toparlanınca, Pâdişâh —
ordugâhını biraderinin ordugâhından ayıran— Aksu Çayı'nı (Not: 10) geçti. İki
ordu, 24 Nisan 1513'de (42), Bâyezîd'in tahttan ayrılışının yıldönümünden bir
gün evvel, Yenişehri ovasında mevkî aldılar..
Kavga başlamadan evvel Ahmed —beyhude kan dökmemek için—
münazaalarını şahsî mübâreze ile halletmeyi Pâdişah'a teklif etti; lâkin
Nuhbetü't-Tevârîh, Âlî.
Neşrî, varak: 26: Âlî, varak: 10; Cihân-nümâ, s. 626, Menavino.
(40) Menavino'ya nazaran 8.000, Venedik sefirlerinin raporlarına nazaran 10.000
(38)
(39)
kişi.
(41) Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Âlî, Menavino, Civvio, Tubero.
(42) Alfonson Ollua, s: 105.
OSMANLI TARİHÎ
407
Selîm, muharebedeki ümîdleri tercih ederek, bunu reddetti ve teklifi duyurmağa
gelen münâdîye bin akçe hediye vererek ruhsat verdi. Beşyüz çarhacı iki taraftan
muharebeye başladılar. Selîm, düşman safına karşı üçbin süvârî ayırdı; Ahmed
üç misli bir kuvvetle onları bozdu. Zafer Ahmed tarafına yönelmek üzereyken
Anadolu Beğlerbeği (43) Yeniçeriler'le ve Saadet Giray Tatarlarıyle Ahmed'i yan
taraflarından sardılar. Onların darbeleri o kadar şiddetli oldu ki, Ahmed'in askeri
bozularak taraf taraf kaçtı. Ahmed, hareketin umûmî vaziyetine uymağa mecbur
olduğundan, atının dizginini çevirerek su dolu hendeği tâkîb eden ince bir yolu
tuttu; lâkin toprağın birdenbire atının ayağı altından kayması üzerine at yıkıldı;
takibine koyulmuş olan Dukakin-oğlu (44), Şehzade henüz kendisini kurtarmağa
vakit bulamaksızın yetişip onu esîr etti. Ahmed, biraderinin nezdine
götürülmesini istedi; lâkin Selîm görüşmekten istinkâf ve bir Osmanlı
şehzadesine (45) lâyık bir sancak vereceğini ilâve etti. Bu îmâlı ce-vâb idâm
kararı idi; Korkud'un cellâdı olan Sinan karârın icrası için emir aldı (46). Ahmed,
meş'ûm darbeden evvel parmağından —kıymeti Rumeli'nin bir senelik vergisine
muâdil olduğu rivayet edilen— bir yüzüğü çıkarıp değersizliğine bakmayarak bir
yadigâr olmak üzere kabulü ricâsiy-le (47) Pâdişâh'a vermesini tenbîh etti.
Cenazesi Bursa'da II. Murad türbesi dâhilinde Selîm'in beş birâder-zâdesinin
cenazelerinin yanına defn edildi (48).
ECNEBİ DEVLETLERLE SİYÂSÎ MÜNÂSEBETLER
Selîm , Bursa'dan hareket ederek Gelibolu'ya gitti; yolu üzerinde, Çanakkale
Boğazı'nda Avrupa sahiline hâkim olup Türkler'in «Kilidü'l(43)
(44)
(45)
(46)
(47)
(48)
Tubero, Anadolu Beğlerbeğini «Sinan» tesmiye ederse de, bu bir hatâdır; çünkü
Sinan bir sene sonra beğlerbeği olmuştur.
Menavino, ve Civvio. Tubero. Solak-zâde, Sa'dü'd-dîn, Âlî.
Venedik sefirinin raporunda (Marini Sanoto'ya müracaat) Ahmed'in Du-kakinoğlu'na vermek istediği, fakat onun «Pâdişâhın bir kulu için ÇOK kıymetli» bularak
reddetmiş olduğu ikibin duka değerinde bir tuğdan bahsedilmiştir.
Solak-zâde, bu hususda şöyle söyler: «Nizâm-ı âlem içün, kavâid-l âl-i Osman
eyeddühümullahü'l-mennân üzere kaydı görüldü.»
Solakzâde, varak: 84.
Sa'dü'd-dîn, Solak-zâde, Nuhbetü'-tTevârîh, Âlî, Belîğ-i Bursevî Selîm'in târih-nüvis
ve o vakit dîvân-ı hümâyûn kâtibi olan Mehmed nişancıdan rivayet ile, Ahmed'in af
talebi için Selîm'e mektup yazmış olduğunu, fakat Pâdişah'ın Ahmed'e Şeytan-Kulu
zamanındaki atâletinden ve kadınlara yakışacak surette ömür geçirmesinden dolayı
kızarak Ahmed için hazırladığı müthiş cezadan dolayı bu suretle kendini temize
çıkardığını iddia eder
408
HAMME
R
Bahir» adını verdikleri kaleyi ziyaret ettikten sonra, Aynaroz'a vâsıl oldu (49).
Vezirler, Pâdişâh'ı orada bekliyorlardı. Selîm onları maiyyetine alarak İstanbul'a
ve oradan Edirne'ye gitti. O vakte kadar yeni pâdişâhı tanımakta gecikmiş olan
devletler, tahtın hakîkî vârisinin kim olduğuna şübheleri kalmadığından, Selîm'in
dostluğunu kazanmak için Edirne'de birbirleriyle rekabete başladılar. Selîm,
evvelâ —bağlılıklarını arzetmek mîâdı dolmuş olan vergiyi ödemek için gelmiş
olan— Boğdan ve Eflâk sefirlerini, daha sonra eski ahidnâmeleri yenilemeğe
me’ınûr Macaristan ve Venedik sefirlerini kabul etti. Selîm'in bütün nazar-ı
dikkati Şark üzerine müteveccih olarak, harîsâne maksadları arasında Garb henüz
hiçbir mevkî tutmamakta olduğundan, bu ahidnâmelerin müzâkeresi pek kolay
oldu. Pâdişâh, cülusunun başlarında Venedik hükümeti reisine mektup yazmış ve
bunda Bâyezîd'in saltanattan kendi nzâsıyle feragat eylediğini göstermeyi
bilhassa iltizâm etmişti. Pâdişâh'ın bu mektubu tevdî etmiş olduğu Semîz Çavuş
(50) kalabalık bir maiyyet ile Venedik'e giderek orada tamamen Şark'a yakışır bir
debdebe ile görünmüş ve Senato'ya on asilzade tarafından götürülmüş idi (51)
(14 Temmuz 1513). Nikola Justi-niani, Selîm'in cülusunda İstanbul'a gönderilmiş
ve Pâdişah'a Bursa'ya kadar refakat ederek, oradan Korkud'un ve Ahmed'in
mağlûbiyet ve idamlarını Venedik hükümetine yazmış idi. Bunun için Venedik
Pâdişâh'ın nezdine yeniden bir sefîr göndermeğe davranarak, Antonio
Justiniani'yi intihâb etti. Bu sefîr Pâdişah'ı Edirne suru dâhiline kadar tâkîb etti.
Jus-tiniani hüsn-i kabule mazhar olduysa da, ümîd etmiş olduğu şeylerin hepsini
istihsâl edemedi. Selîm; yerlilerle Venedikliler arasında çıkan dâvalarda
Hıristiyanlar'ın şehâdetinin kabulü; Venedik Cumhuriyeti tebeasmm Türkiye'de
yaptıkları vasıyyetnâmelerin kabul edilirliği; o vakte kadar İstanbul'da üç sene
kalmış olan (52) Venedik sefirinin bir sene daha uzatılması gibi taleblerinin
bâzılarını reddetti. Bununla beraber sulh ahid nâmesi yine imza edilerek (17
Teşrîn-i evvel 1513), eski ahidnâmedeki şartlara dokunulmadı. Selîm ordularını
İran hududuna götürmeğe hazırlandığından, şimdilik Avrupa devletlerini hoş
tutmakta büyük menfaat görüyordu. Justiniani'nin Venedik'e dönüşüde bir Türk
sefiri pâdişâhın ahid tasdiknamesini hükümet reisine vermek me’ınûriyetiyle ona
refakat etti. Bu sefîr, —selefleri gibi— hizmet ettiği hükümdara yaraşır bir
ihtişam
(49)
(50)
(51)
(52)
Lutfî, Yarak: 76.
Marini Sanoto.
Marini Sanoto: «A di 14 luio la matina venne l'Orater del S. Turcho vestito de
vestagna d'oro fodero di raso e con la veste vetudo, e li soi alcuni vestiti di veludo
ponazo, altri veludo verde altri di scarlato.»
Marini Sanoto'da, Justiniani'nin 1513 Eylül tarihli raporu sulh ahid-nâmesinin aslı 17
Teşrîn-i evvel tarihli (Şa'bân 919) ve Türkçe'dir. îti-mâd nâme Yunanca yazılmış olup
Venedik Hazîne-i Evrakı'nda mevcuttur.
OSMANLI TARİHİ
409
ve debdebe gösterdi (53). Marten Çobur —Macar Kralı nâmına Türkler'in Sava
nehri sahillerini istilâları üzerine sonunda inkıta'ya uğramış olan mütârekeyi
yenilemek için— Antonio Justiniani ile hemen aynı zamanda Edirne'ye vâsıl
olmuştu (54). Lâkin Çobur'un seyahati esnasında —kumandanlıkta Pereni'ye
halef olmuş olan— Vesprim Piskoposu Piyer Berislov Avenna (Onna) ve Sava
nehirleri arasında Türkler üzerine hücum ederek ikibin kişiyi öldürmüş idi. Diğer
taraftan Jan Zopolya, Transilvanya'dan Eflâk'a girmiş ve Sureni'ye kadar
ilerleyerek pekçok esîr almış idi. Bu düşmanca hareketler ciddî bir muharebe
doğurabilirdi; lâkin Selîm ile Macar sefiri arasında mütâreke üç sene müddetle
yenilendiğinden Berislov Zopolya derhâl geri dönerek, mes'ele orada kaldı.
Yine o zamana doğru, Selîm iki sefîr daha kabul etti. Bunların biri Mısır
Sultânı Kansu Gorî (Gavri) tarafından paha biçilmez hediyeler getiriyordu (55),
diğeri de Rusya büyük-hükümdârı Vasili tarafından idi. Vasili tebeasının
ticâretini dâima daha ziyâde artırmak istediğinden ve Osmanlı Devleti ile ittifak
akdetmenin kendisi için pek faydalı olacağını hissettiğinden, selefi III. Jan'ıh
politikasına uygun olarak, zabitlerinden Alek-sief isminde birini Selîm'e
göndermiş idi (1514). Bu sefîr —milletinin haysiyetini pek alçakça ta'zîmât ile
lekelemeksizin— Pâdişah'ı Vasili'nin kendisine karşı beslediği samimî hisler
hakkında te’ınîn etmeğe me’ınûr idi. Zât-ı şahaneyi selâmlarken huzurunda diz
çökmek yerine kollarını kavuşturması ve efendisinin nâmesini Hünkâr'a verirken
—zât-ı şâhâne evvelce Vasili'nin afiyetini sormadığı halde— onun da Sultân'ın
afiyetini suâl etmemesi sefire tenbîh edilmiş idi. Bununla beraber Aleksief'in
aldığı talimatta bunlardan başka mu'tâdm hâricinde birşey yoktu. Hükümdarın
nâmesi saygı tabirleriyle yazılmıştı; şu sözleri ihtiva ediyordu:
«Babalarımız hakîkaten birâderâne bir ittihâd ile yaşamış idiler; niçin
onların oğulları da öyle yapmasınlar?»
Aleksief Selîm tarafından hüsn-i kabule mazhar olduktan sonra Men-kûb
Beği Kemâl refakatinde olduğu halde, Moskova'ya döndü. Hükümdar, etrafında
«boyar»ları bulunduğu halde, Osmanlı sefirini kabul etti. Sefîr, biri Arab, diğeri
Sırp lisânında yazılmış iki pâdişâh nâmesini itâ etti. Bundan başka efendisinin
dostâne hislerini tebliğe me’ınûr idi. Bu, Selîm'in,
(53)
(54)
(55)
«Vestito de veludo cram esin e vestagna d'oro, fodera di zibellino, avuto 500 ducati
per spese del viaggio .accompagnato da 10 gentiluomini Li altri Türeni vestiti de
damascho giallo e lionado, chi panno turchesco, chi di scarlato.»
Engel, Macaristan Târihi, 2, s. 161.
Mısır sefaretinin geçmiş olduğu Dımışk (Şam) şehirlerindeki Venedik konsolosunun
25 Eylül 1512 tarihli raporu.
410
HAMME
R
pederinin tahtından ferağı üzerine Rusya sarayına göndermiş olduğu sefîr idi.
Ertesi sene (1515), Çâr'ın en sâdık bendelerinden olan, Kurubof Menkûb Beği'ni
İstanbul'a kadar tâkîb ederek Vasili'nin cevâbını getirdi. Bunda Vasili, Mengli
Giray'ın Litvanyalılar'a yardım etmiş olmasından şikâyet ederek, o kavim ile
dostâne münâsebetlerinin kesilmesini Hân'a emretmesini rica ediyordu. Kurubof
bir de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tecâvüzî ve tedâfûî ahidnâme
müzâkeresine me’ınûr idi. Lâkin bu mühim mes'ele te'hîr edildi. Selîm, cevâb
olarak, bu iş için Moskova'ya başka bir sefîr göndereceğini söyledi ve bir kere
İran ile harbe başladıktan sonra vaadini hatırına getirmedi. Yalnız Kefe'de ve
Azof'da ticarî serbestiye dâir bir muahede akdedildi (56).
Burada, Vasili'nin hayâtının son senelerinde Pâdişah'a göndermiş olduğu
diğer bir nâme hakkında birkaç kelime söyledikten sonra, tekrar vukuatı tâkîb
ederek vak'aların sırasını bir daha kesmeyeceğiz. Vasili, (1514'de vefat eden)
Mengli Giray'ın büyük oğlu ve halefi Mehmed Giray ile harb ettiği zaman —
Pâdişâh'ın Tatar Hânı üzerinde nüfuzu olduğunu bildiği için— Selîm'in nezdine
yeni bir sefîr gönderdi. Bu sefîr Pâdişâh'ın vaad etmiş olduğu ikinci nâmeyi
almamış olmasından dolayı efendisinin teessüfünü tebliğ etmekle ve Hân'ın
teşebbüslerine son verecek ve hem Litvanya, hem de Polonya hükümetlerini
korkutacak bir ahidnâme müzâkeresine me’ınûr idi. Bu yeni müracaat da
birincisinden daha fazla muvaffakiyete nail olamadı. Selîm, Glohvastof adı
verilen, Moskof sefirine Rusya hükümdarı hakkında pek meveddetkârâne bir
cevâbnâme vererek, iki millet arasında ticâretin serbestliğini te'kîd etmekle iktifa
etti.
ŞAH İSMAİL'İN DEVAM EDEN İSTİLÂLARI VE ŞİİLİK FESADI
Yeni Pâdişâhın, mensûb oldukları sarayların tebriklerini ulaştırmak için acele
etmekte olan Venedik, Macaristan, Mısır, Rusya sefirlerinin tehacümünden, İran
tarafından bir sefîr gelmemiş olması, daha ziyâde na-zar-ı dikkatini cerbetmişti.
Sultân Selîm ile müthiş rakibi Şâh İsmail arasında harb çıkacağını o zamandan
itibaren herkes anlamıştı.
Safevî Hânedânı'nın müessisi alenen Şehzade Ahmed tarafını tutmuştu.
Sarayı o bedbaht şehzadenin —ilk ikisi Ahmed'in pederinin mirası için münazaa
etmek üzere silâha sarıldığı vakit, üçüncüsü Yenişehir muharebesinden sonra—
birbirini müteâkib iltica eden üç oğluna kurtuluş kapısı olmuştu; Alâeddîn
Kaahire'ye firar ederek orada vebadan vefat etmişti (57). Şâh İsmail memleketini
Selîm'in düşmanlarına açmakla ik(56) Karamsin, Rusya Târihi, Riga 1825, 7, s. 47, 58, 78.
(57) Venedik sefirlerinin 9 ve 26 Teşrîn-i evvel 1512 tarihli raporları. Marini Sanoto.
OSMANLI TARİHİ
411
tifâ etmeyerek, onunla bizzat harbetmeğe hazırlanıyordu. Bu niyetle —Osmanlılar'a karşı tasavvur ettiği harbe iştirak ettirmek ve ikiyüz köle ile on tane diri
vaşak takdim etmek me’ınûriyetiyle— Mısır Sultânı'na parlak bir sefaret hey'eti
göndermekte acele etmişti (58).
Sultân Selîm ise bu ahvâle vâkıf olduğundan şu zuhur eden yeni şikâyet
sebepleri, İran Şâhı aleyhinde —menşe'i eski hâtıralara kadar çıkan— nefretini
büsbütün artırdı. Lâkin iki hükümdarın birbirine karşı mevkilerini iyi anlamak
için, geriye doğru bir nazar atfederek, Şâh İsmail'in cülusunun yedinci senesinden
itibaren İran'da geçen vak.alara dönmek lâzımdır.
***
Hatırlanacaktır ki, —ikisi de Selîm'e dostluk bağlarıyla bağlı bulunan—
Akkoyunlu ve Karakoyunlu beğlerinin (59) sükûtu İran hükümdarının askerî
muvaffakiyetlerini bilhassa taçlandırmıştı. Şâh İsmail, hem bu beğlerin itaati
altında bulunan memleketlere, hem de Şirvan ve Mâ-zenderân Şâhları'nın
memleketlerine hâkim olunca, Irâk-ı Arab ile Horasan'ı dahî hükümetine ilhak
etmek istemişti (913/1507). İsmail, Dülka-dir Beği'ni te'dîb ettikten sonra, İran'a
avdete hazırlandığı sırada —Akkoyunlu sülâlesinin en son vârisi Murad
tarafından Diyâr-ı Bekr hükümetine tâyîn edilmiş olan— Emir Beğ istikbâline
çıkarak, kalenin anahtarlarını kendisine teslim etti ve memleketi kolayca
fethetmesine yol gösterdi. Ertesi sene (914/1508) İsmail, Murâd'ın hükümet
merkezine yürüdüğünden Murad, memleketini terk ederek Suriye'ye gitmiş idi.
Bütün arazîye hâkim olan İsmail, oranm idaresini, hânlarının en cesuru olan
Mehmed Ustaclu'ya verdi; Bağdâd'ı da —şübhesiz ki bu şehrin eski hâkimlerinin
hâtıralarıyle istihza etmek için «Halîfetii'l-Hulefâ» (60) gibi. muhteşem bir
unvanla tezyin edilmiş olan— bir hadım ağasına verdi. İsmail bütün seneyi
(915/1509) kalabalık bir ordu ile, Basra Körfezi ile Hazar Denizi arasında uzanan
ve Hûzistân'da Şüster şehrinden Şirvan'da Bâkû şehrine kadar olan mıntıkaları
dolaşmakla geçirerek, ordugâhını kış-
(58)
(59)
(60)
Şam'da ikamet eden Venedik konsolosu —ki Kaahire'ye giden hey'et-i sefaret oradan
geçmişti
25 Eylül 1512 tarihli raporunda şöyle söyler: «II sophi mando al Soldan
ambasc'atori da li primi suoi baroni e uno suo segretario scientifico. Li quali insieme
passi per questa terra molto honestamente con curalli 200, con dieci lovi cervieri.»
Marini Sanoto.
Selîm'in henüz Trabzon vâlîsi iken Elvend ve Yâkûb Beğler'e yazmış olduğu
mektuplar Münşeât-ı Feridun'da 242've 244 nu.larda; cevâbları da 245 ve 246
nu.lardadır. Paris nüshası, s. 301 ve 303. Yâkûb'un mektubu Karabağ kışlağındandır
ki, Langles «Kaz Dağ» diye isimlendirilen yer zannetmişti. «Notices et extraits des
Manuscrlts du Roi», 5, s. 684. (M.İ. 5)
Nuhbetü't-Tevârih'de.
—
412
HAMME
R
lamak üzere —henüz mukavemet etmekte olan kaleleri zapt etmek için— Bâkû
şehri civarında kurdu.
Şâh îsmâil, 1510 senesi yazı esnasında askerini —Timur'un torununun oğlu
olan Hüseyin Baykara'ya âit-ve Ceyhun'un beri tarafındaki memleketleri
fethederek hükümranlık sahasını genişletmiş olan— Özbekler Hânı Şîbek'e karşı
(M.İ. 6) götürdü. İsmail, pek kat'î olmayan birkaç muharebeden sonra düşmanın
önünden kaçar gibi görünerek onu bir pusuya getirdi; onbeşbin süvârî ile İsmail'i
tâkib etmekte olan (1510/916) (61) Şî-bek Hân, ihtiyatsızlığının cezası olarak
hem kendisinin hem de maiyyetin-den onbin kişinin hayâtını kaybetti. Bu
muvaffakiyetle mağrur olan gâ-lib, düşmanın kafatasını en paha biçilmez taşlarla
süsleyerek ömrünün geri kalan kısmında kâse makamında kullandı. Başının
üzerindeki deriyi de baharat ile doldurduktan sonra zafer nişanesi olarak Sultân
Bâyezîd'e gönderdi (62). Şâh Horasan hükümetini kurucularının reisi olan —vaktiyle İsmail'in pederinin kaatilinden intikamını almış olan— Abdal De-de'ye tevdî
etti (63). Teke âsîlerine —yukarıda söylemiş olduğumuz— müthiş cezayı bu
seferden İran'a döndüğünde icra etti (64). İsmail (65) kışlık karargâhını Kum'da
te'sîs ederek, «Necm-i Sânî» (İkinci Yıldız) lakabı verilmiş olan Emîr Ahmed
İsfahânî'yi Ceyhun'un öte tarafındaki memleketlerin fethine gönderdi. Ahmed
nehrin sahiline varınca kendi askerini —Gazne hükümdarı ve Timur'un beşinci
derecede torunu— Mîrzâ Bâbur'un askeriyle birleştirdi. Demir Geçidi'ni birlikte
geçerek Herşî şehrini hücumla zabtedip ahâlîsini katlettikten sonra —Şîbek
Hân'ın oğlu Demir Hân'ın (Not: 11) kendi ordusuyle yeğeninin askeri başında
olduğu halde— Buhârâ ve Gucduvân şehirlerine (66) doğru yollarına devam
ettiler. Bu defa muzafferiyet Özbekler tarafında kaldı: Ahmed İsfahânî bütün
askeriyle birlikte mahv oldu. Bilâhare Hind'de Büyük Moğol Hü-kûmeti'nin
müessisi olan Mîrzâ Bâbur da binbir güçlükle Gazne'ye dönebildi. Demir Hân ile
yeğeni Ubeyd Sultân Ceyhun'u geçtiler. Fakat İsmail'in kendilerine karşı
ilerlemekte olduğunu haber alınca alelacele döndüler (67). İran Şâhı,
kumandanlarının mağlûbiyetine hiddetlendiğinden,
OSMANLI TARİHİ
(61) Nuhbetü't-Tevârîh.
(62) Cenâbî, e. 135.
(63) Nuhbetü't-Tevârîh.
(64) Cengiz Hân birçok Moğol kabilelerine karşı büyük muzafferiyet kazanması üzerine
esirleri kaynar su dolu yetmiş iki kazana attırarak bu işkencenin ilk misâlini
göstermişti.
(65) Malkolm, İran Târihi'nde: «İranlılar'ın bu Şâh-Velîsi Acem kitablarında ekseriya
Şeytan-kulı ismiyle anılır» demekle fahiş bir hata yapar. Malkolm şu suretle Teke
âsîsi Şeytan-kulı'yı Şâh İsmail ile karıştırır.
(66) Gucduvân Buhârâ'ya altı fersah mesafede bir kasabadır. Râşehâtü Ayni'l-Hayât,
istanbul basımı.
(67) Nuhbetü't-Tevârîh ve Cenâbî.
korkaklıklanyle askerinin şerefini düşürmüş olanları cezalandırmak suretiyle bu
mağlûbiyetlerin önünü almak istedi. Özbekler'in üstün kuvvetleri önünde firar
etmiş olan Abdal Dede —geçmiş hizmetlerine rağmen— misâl olarak seçildi:
İsmail onu kadın elbisesiyle bir eşeğe bindirilmiş olduğu halde davul-zurna ile
gezdirdi. Horasan'ın idaresi Sûriye'li Zeynel Hân'a, Belh de menşei Anadolu olan
Dîv Sultân'a verildi.
Bu vak'alar —İsmail'in oğlu ve halefi Tahmasb'ın doğumunu (68) görmüş
olan—■ 919 (1513) senesinde cereyan etti. Baykara'nın torun-zâdesi, Timur
neslinden Bedî'ü'z-Zamân o zaman İran sarayında idi. Bedî'ü'z-Za-mân —Şîbek
Hân tarafından katledilmiş olan— pederi Sultân Baykara'nın vefatından sonra —
Amasya Vâlîsi Ahmed'in oğullarını dahî kabul etmiş olan— Şâh'ın nezdine iltica
etmiş idi. İsmail Ahmed'in ikinci oğlu Murad'ın tarafını tutarak büyük bir
ordunun başında olduğu halde Osmanlı ülkesine tecâvüz etti. Şâh, ondört seneden
beri dâima harbde bulunarak dâima muzaffer olmuş ve kendisine boyun eğmek
istemeyen ondört hükümdarı mağlûp etmişti (69); Şirvan, Mâzenderân, Dülkadir,
beğleriyle Akkoyunlu ve Özbek beğleri gibi Sultân Selîm'e de galebe edeceğini
ümîd ediyordu: Lâkin bu mağrur galibin muzafferiyeti son noktaya varmış ve
Osmanlı âmir-i mutlakının yükselen yıldızı karşısında onun muvaffakiyetinin
yıldızı bütün parlaklığını kaybetmeğe mecbur olmuştu. İsmail'in yıldızı Çaldıran
Muhârebesi'nde (Not: 12) karardı, on sene sonra da büsbütün kayboldu.
i*
•**
Bununla beraber, İran hükümdarının o zaman uğradığı mağlûbiyetler ilk
muzafferiyetlerini unutturamaz. Zâten Şâh İsmail'in XVI. asrın başlarına doğru
ortaya çıkışı o kadar dikkate şâyân vak'alara sebeb olmuştur ki, bundan dolayı
saltanatı zamanı Orta Asya siyâsî ve dînî târihinin en mühim devirlerinden birini
teşkil eder. Avrupa —bilâhare Hıristiyan dînini ikiye ayıran karışıklık
tohumlarının gelişmekte olduğunu hissettiği zaman— yüzelli seneden beri
Asya'da gizlice intişâr etmiş olan yeni bir mezheb gittikçe müesseseleşerek İslâm
âlemini birbirine düşman iki fırkaya ayırmıştı. Sünnîler ile Şiiler'in münazaaları
Osmanlı ve İran devletlerinin mukadderatlarına o derecelerde te'sîr etmiştir ki,
burada —aşağıdaki vak'aların anlaşılmasını kolaylaştırmak için— bâzı tafsilâta
girişmekten sarf-ı nazar edemiyeceğiz.
Bu râfızîlik de, Hıristiyan dinindeki râfızîlik gibidir (70); bağlı oldukS8) 919 hicrî senesinin 21 Zilhiccesinde (3 Mart 1513). 9) «Ondört nefer şehryâr-i evrengnişînün başların kesüp»... Solak-zâde, 84. ) Müverrih, Hıristiyanlık'taki râfızîlik tabiriyle
Protestanların diğer Hıristiyan mezhebleri ile ihtilâfını kasdeder. Hemen hemen esâsa âit
demek
414
HAMME
R
lan vak'alar iyi anlaşılmak istenilirse, ikisinin de epeyce tedkîk edilmesi lâzımdır.
Lâkin ikisinin mâhiyyeti esasen birbirine zıddır; zîrâ Hıristiyan dîni birçok defâ
kanlı muharebelere sebep olmuş olmakla beraber, Katolik ve Protestan
mezheblerinin ne maksadlarında, ne ilk çıkış noktalarında hiçbir siyâsî ilke
yoktur denebilir. Hıristiyanlığın hâkim olduğu memleketlerde dîn, devletten
ayrıdır. İslâm'da ise bil'akis hükümetin esasları —kadîm Benî İsrail'in ruhanî
hükümetinde ve Asya'daki mezheblerin hemen hepsinde olduğu gibi— dînin
esaslarının aynıdır; taht'a tesadüf eden her darbe mihrâb'ı da sarsar. Nitekim
Sünnîler ve Şiîler tefrikası yalnız mezhebi i'tikadlar hususunda değil, tahta
tevarüs kaidesini tanzim eden siyâsî prensipler hususunda dahî bir tefrikadır.
Bundan mâada Hıristiyan dîni başlangıcından birkaç asır sonra Katolik ve
Protestan kiliselerine ayrılmış olduğu halde, İslâm'da yekdiğerine hasım olan iki
mezheb, bu dînin daha ilk devresinde başlamıştır. (Hazret-i Muhammed'in vefatından ancak otuz sene geçmişti ki, Müslümanlar «hilâfet» mes'elesinde
ayrıldılar. Bâzılarını Peygamber'in dâmâdı (Hz.) Alî ile evlâdı tarafını, diğerleri
onun hilafını ve daha sonra Emeviyye hanedanının tarafını tuttular. Mes'ele âlemi İslâm'ın hükümeti (Hz.) Alî'nin evlâdına mı, Emeviyye (71) hanedanına mı âit
olacağını bilmek idi. Alî'nin hasımları —ki hilâfet neticede onların tarafına
geçmiştir— Sünnî yâni Peygamber'in yolunu harfiyyen tâkîb edenler unvanını
aldılar; Alî taraftarları da Şiî ve Rafızî olarak isimlendirildiler. Peygamber'in
damadından hükümeti almak isteyen ilk ordunun başında (Hz.) Muhammed'in en
genç ve en sevdiği haremi ve Alî'nin muhalifi Âîşe bulunuyordu. Âîşe'nin Alî'ye
muhalefeti, Peygamber'in bu gözde zevcesinin gerdanlığının kaybolması
vak'asın-dan başlamıştı. Âîşe'nin mâsûmiyyeti hakkında âyet nazil olmuş idi. Bu
sefer esnasında Âîşe'nin bir deve üzerinde olduğu halde Alî'ye karşı vâki' olan
cengi Cemel Vak'ası diye adlandırılmıştır (36/656).
Muaviye, Alî ve onun taraftarlarına karşı birçok muharebelerde bulunmuştur. Lâkin bu muharebelerin en kanlısı Hicret'in 37'inci senesinde vuku
bulan (657) Sıffîn Muhârebesi'dir. 22 sene sonra Muaviye'nin oğlu ve hilâfet
tahtında halefi olan Yezîd'in saltanatı zamanında, 10 Muharrem 60 / 21 Teşrîn-i
evvel 679, Alî Evlâdı'nın en küçüğü olan Hüseyn —hiçbir düşmanı bulunmamış
olsa susuzluktan öldürmeğe kâfî olan— Kerbelâ sahrasında mahv edildi. Bunun
üzerine Âîşe ile Muâviye ve Yezîd, Alî Sü-lâlesi'yle taraftarlarının nefretlerini
celbettiler. Ve onların nefreti tam bir ayrılık doğmasına sebep oldu.
olan bu ihtilâf, Dört Mezheb ile Şiîler arasındaki ihtilâfın aynı olmadığı gibi,
müverrihin Sünnîlik ve Rafızîlik hakkındaki ifâdeleri de kendi takdirinden ibaret
olup, İslâm'a dâir sözlerin hakîloTği ve tafsîlâtı âit olduğu kitaplarda münderic
bulunmuştur. (Mütercim) (71) Ümeyye de denilir.
OSMANLI TARİHİ
415
(Hz.) Alî'nin oniki evlâd ve ahfadına «İmâm» unvanı verildi; bu unvan —
camilerde cemâatle edâ edilen namazlarda isimleriyle beraber zikredilen— ilk
İslâm halîfelerine dahî verilmişti. Bilâhare bu 12 adedi Alî taraftarlarınca
mukaddes addedildi. İlk yedi imâm —hiçbiri Alî hanedanının hilâfetini te'sîs
edemeksizin— irtihâl etmişlerdi.
Abbasî halîfelerinin yedincisi olan Me’ınûn (Not: 13) —ki târihte ilim ve
san'atları himayesiyle mâruftur— sekizinci imâm olan Alî bin Musa'yı kendisine
vâris intihâb ederek kızı Ümmü'l-Fazl'ı onunla evlendirdi (201/ 816). Bu karar, ya
vicdanî bir kanâatden, yâhûd kuvvetleri gittikçe artmakta olan Alî taraftarlarına
akrabalık bağıyla merbut olmaksızın tahtı onlara karşı müdâfaa edememek
korkusundan ileri gelmişti. Ali, «Rızâ» tesmiye edildi ve halîfe iki muhalif
fırkanın barışmış olduğunu dışa karşı bir alâmet ile göstermek için Abbâsîler'in
kullandıkları siyah rengi terk-ederek, Alî ailesinin ittihaz etmiş olduğu yeşil rengi
kabul etti. Lâkin Me’ınûn'un bu kararı uzun müddet sürmedi; Rızâ'nın vefatında
(211/826), Halîfe, Alî Evlâdı'nın hilâfetin vârisi olduğunu ilân eden irâdesini
feshederek eski rengi iade etti. Bununla beraber Me’ınûn —Sünnîler'in memnuniyetsizliklerine rağmen— (Hz.) Alî'yi Peygamber ashabının hepsine tercih
eylediğini söylemekten geri kalmadı. Me’ınûn'dan sonra tahta geçen torunu
Mütevekkil, tamâmiyle muhalif bir vaziyet aldı. Bunun neticesi olarak minberler
üzerinde (Hz.) Alî ve Hüseyn'in nâmlarını tel'în, kabirlerini tahrîb ettirdi ve
türbelerini ziyaret etmeyi men' etti. Mütevekkil, onbeş sene süren saltanatında
bîçâre Şiîler'i kılıç ve ateş ile tâkib etti.
Mütevekkil'in oğlu, kaatili ve halefi olan Mustansır (861) pederinin izinden
gitmedi; Alî'nin ahfadına hürmetle muamele etti. Bir asır zarfında Alî Evlâdı hiç
rahatsız edilmediler. Fakat onlar hakkında, Âl-i Bûye (Büveyh)'nin kudretli
hükümdarı olan Muizzü'd-devle kadar hiç bir hükümdar ihtiram göstermedi.
Muizzü'd-devle sadece kendi menfaatini tâkib ile Abbâs-oğullarını düşürerek
yerine Alî Evlâdı'nı geçirmek için her-şeyi yaptı. Halîfe Mutî'ullah'ın meâîsine
rağmen, Hüseyn'in şerefine husûsî bir gün te'sîs eden (Not: 14) Muizzü'ddevle'dir. Kamerî senenin birinci ayının 10'una tesadüf eden gün —ki o vakte
kadar Müslümanlar arasında, Nuh'un gemiden ve Yûsuf'un mahbesden çıkdığı
gün olarak maruf idi— Muizzü'd-devle'nin emriyle bir kan ve matem bayramına
çevrildi (352/953): Dükkânlar, çarşılar, umûmî binalar kapanırdı; kadınlar —
saçları dağınık— Hüsyen-i Şehîd'in vefatı için acı acı bağırarak ve ağlayarak
sokakları dolaşırlardı (72). Bu matem günü, Sünnîler ile Şiîler ara-
(72) Malkolm, Porter, Moriye, Sarden; ona nazaran Döpre, Tankoani, Jöber. «Hacı Baba»
nâmındaki romana dahî müracaat.
416
HAMKgR
sında mukateleye sebep olarak üçyüz sene zarfında payitaht ile devletin bütün
ülkesi kana boyandı. Şiîler; şu matem günü te'sîs edildiği günden beri,
mezheblerinin bir âyîn-i esasisi addettiler: Bunun te'sîsinden otuz sene sonra,
Bahâü'd-devle'nin veziri Ebû'l-Hasen Kevkebî onu lâğv etmek istediğinden
galeyana gelen halk tarafından parçalandı (382/992). Bu matem günü
zamanımıza kadar kalmış ve İran'da hâlâ tiyatrovârî bir tantana ile icra
edilmektedir (73).
Uzun müddet zaptedilebilmiş olan nifak, Kaadir-i Bi'llah'ın saltanatı
sırasında, Bağdâd'da şiddetle zuhur etti. Sünnîler ile Şiîler arasında vuku bulan
harbde şehrin Tavukpazan tamâmiyle yandı; Halîfe, ancak Gazne hükümdarı
Mahmûd'un yardımlarıyla asâyîşi sağlayabildi (407/1016). Pek çok Şiî de kılıçla,
ateşle (74) imha edildi (408/1017). Bu müthiş felâketlere rağmen, Râfızîler 12
(75) ve 20 sene (76) sonra —hep mâtem-i âşûra bahanesiyle— iki defa daha
silâha sarıldılar. Hasımlarına karşı ettikleri son muharebede tamâmiyle imha
edildikleri gibi ikamet ettikleri Kerh Mahallesi de baştan aşağı tahrik edildi.
Şiîler, bu kadar zâyiâtdan ve mağlûbiyetlerden sonra zayıflamak şöyle
dursun, fırkaları her gün yeniden iltihâk edenlerle büyümekte idi. Hicret'in
beşinci (Hıristiyan takviminin onbirinci) asrından itibaren —kendilerini Alî
Evlâdı olarak gösteren— Fâtımîler'in iddiaları Abbasî halîfeleri tahtı için gittikçe
daha ziyâde tehdîd edici bir vaziyet aldı.
Bezâzîrî Bağdâd'da hilâfet tahtını işgal eden Kaaim Bi'llah'ın zaafından
istifâde ederek Fâtımîler tarafını tuttu ve kuvvetle müdâhele ederek Şiîler'in
muzafferiyetini te’ınîn etti (77). O zaman hutbe, Mısır'daki Ftâımî Halîfesi
Mustansır nâmına okunur ve sikke de onun nâmına basılırdı (78). Onsekiz sene
sonra, Mütevekkil Bi'llah'ın saltanatı zamanında (79) Sünnîler eski üstünlüklerini
tekrar elde ettiler. Şiîler on sene sonunda mücâdeleye başladıkları halde (80)
hasımları tarafından mağlûp oldular (81).
(Not: 10). Tefrika —bir asır zarfında—
(73) M. D'ohsson. Gülşen-i Hulefâ, İstanbul'da matbu. Süyûtî: Târîh-i Hulefâ.
Zehebî ve İbnü Şahne .
(74) Zehebî, Gülşen-i Hulefâ. Suyûtî, İbnü Şahne ve Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene
408.
(75) Kezalik, sene 440 (1048).
(76) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene 444 (1052).
(77) Hacı Kalfa, Takvîmü't-Tevârîh, sene 444 (1052).
(78) Kezalik, sene 450 (1058).
(79) Kezalik, sene 468 (1078).
(80) Takvîmüt'-Tevârîh, sene 478 (1085).
(81) Takvîmü't-Tevârîh, sene 483 (1090).
OSMANLI TARİHİ
417
yer değiştirerek Bağdâd'dan Suriye ve İran'a geçti. Şam'da (82) ve İsfahan'da (83)
onaltışar bin kişi sadece İsmâîlî mezhebini tâkib etmek şüphesiyle boğazlandı.
İsfahan'da katliâm sekiz gün sürdü. Bağdâd Halîfesi Nâsirü'd-dîn-illah'ın
saltanatı zamanında Sünnîler ile Şiîler arasında aşure matemi münâsebetiyle
yeniden münazaa zuhur etti. Bu —yedi seyyarenin mîzân burcunda toplandıkları
için— Şark müneccimlerinin duyanın sonu olmak üzere gösterdikleri sene
zarfında idi (84). Mezheb muharebesi bir defa uyandıktan sonra Nâsir'in —
kırkaltı senelik bir devri kuşatan— bütün saltanatı zamanında devam etti.
Nihayet Abbâsîler'in otuz-yedinci ve son halîfesi olan Musta'sım zuhur etti.
Halîfe —Şark târihinde ile'l-ebed bir hâin olarak mâruf olan— veziri Alkame'nin
hâinâne telkinleriyle Alî atraftarlarını Mütevekkil ve Kaadir-li Bi'llah'ın
göstermiş oldukları dereceden daha büyük bir şiddetle tazyik etti (85) (M.İ. 7).
Mus-ta'sım'ın mezâlimi düşmesine sebep oldu. Alkame, gizlice Şiîler tarafına
bağlı olduğundan zavallı kardeşlerinin mallarını, haremlerini, çocuklarını
Sünnîler'in düşman ellerinde gördükleri vakit, efendisinden gördüğü iyilikleri
unuttu; onun müracaatı üzerine Hulâgû Bağdâd'ı istilâ ederek Abbasî
Halîfeleri'nin kudret merkezi olan bu şehri harabeler altına gömdü (86).
Şiî mezhebi, iki asırlık bir uykudan sonra Şâh İsmail zamanında yeni bir
şaşaa ile zuhur ederek o vakitten beri İran eyâletleri üzerinde dâima hâkim kaldı.
Osmanlı Hânedânı'yle İran'da Safevî Hanedanı, Alî ve Muâviye hanedanlarına neslen hiç mensûb değildiler; lâkin her biri bu iki ismin sembolize
ettiği ayrı ayrı iki mezhebe mensup idi. Gerek kudret, gerek şöhret cihetinden
birbirinin rakibi olduklarından dolayı Selîm ile İsmail arasında tabiî olarak
meydana gelmiş olan nifak sebeblerine mezheb fikri de eklenmesiyle, Pâdişâh ile
Şâh şahsî düşmanlıklarını mezhebdaşlarının nizâlarıyle karıştırdılar. Kendileri de
bizzat cenk meydânına çıkarak Şiîler ile Sünnîler arasındaki eski husûmetleri
birdenbire uyandırdılar: Bunun üzerine yeni bir mücâdele başlayarak buna
hükümdarlar da, tebea-ları da eşit nisbette iştirak ettiler. Uzun ve müthiş bir
mukatele iki memleket halkı arasında pek çok telefata sebeb oldu.
(82)
(83)
(84)
(85)
(86)
Takvîmü't-Tevârîh, sene 523 (1128).
Takvîmü't-Tevârîh, sene 560 (1164).
Takvîmü't-Tevârîh, sene 582 (1186).
Takvîmü't-Tevârîh, sene 656 (1258).
M. D'Ohsson, 1, 118.
Hammer Tarihi, C: II. F.: 27
418
HAMME
R
MUHAREBE BAŞLIYOR
Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar tarafından neşredilen ve Şâh İsmail
tarafından tutulan Şiîlik mezhebinin Osmanlı memleketlerinde nasıl yayılmış olduğunu yukarıda söylemiştik. Teke âsîlerinin başlangıçta elde
ettikleri muvaffakiyetler, Şeytan-kulı'nın Alî Paşa ile muharebede telef
edilmesi ve ona halef olan iki reisin sefîlâne akıbetleri de hatırlardadır.
O vakte kadar bu mezheb muharebesi —Osmanlı Devleti için— I. Mehmed zamanında Torlak Hû Kemâli (87) ve Simavlı (Simavna'lı olacaktır. Hazin.) Şeyh Bedreddîn'in isyanlarındaki mezheb muharebesinden daha vahim bir a'râz göstermemiş idi; lâkin yangın için için yanmakta olduğundan, az bir müddet içinde bütün şiddetiyle parladı. Selîm'in saray
içinde tasavvur ettiği ve hazırladığ
Download