Demokrasiyi niyet etmiş yargı, hukuk ve devlet Seyithan GÜNEŞ (Hakim) Hukuk, toplumların düzen, huzur ve güven içinde yaşamasını amaç edinen ve kurumların akıl ve mantığını objektif ölçülerle kurallara bağlayan, yaşamın toplumsal ilişkilerini düzenleyen, olan ve olması gerekli normların bütünüdür. Bu toplumsal bileşkede normların uygulamasını sağlayan çağdaş mekanizmaların en zirvesinde bulunan araç devlettir. Çağdaş devletin temel amacı ve görevi ise, hukuku uygulamak ve bununla birlikte toplumun huzur düzen ve güvenliğini sağlamaktır. Bu amaç ve sebepler içindir ki devlet egemen güç, hakimiyet ve hükümranlığa sahip olabilmektedir. Bu gücün rahat taşınabilmesi için üçayağı olan bir mekanizma öngörülmüştür. Bu ayrışım ve bölünmedeki amaç zayıflık değil, devamlılık ve dengeyi sağlamaktır. Devlet gücünün ayrışması/bölünmesi ise yasama, yürütme ve yargı organları şeklinde gerçekleştirilmiştir. Toplumun huzuru ve düzenini sağlamak için toplumsal normları yasalaştırmak ve yasaların yönetimce uygulanmasını denetleme fonksiyonuna ve organına yasama denilmiştir. Ki teokratik rejimlerde bu görev ilahidir ve dogmatiktir. Diktatörlüklerde ise bu güç bir kişi veya küçük bir grupta olabilmektedir. Normları uygulama görevi ise yönetime/idareye verilmiştir. Bu faaliyet bir bütün olarak, gerek yerel ve gerekse merkezi teşkilatta yer alan devasa bir organizasyonla yürütülmektedir. Kişiler arası, kişiler ile kurumlar arası ve kurumların birbirleri ile olan uyuşmazlıkların çözümü ise, yapılan iş bölümü gereğince yargıya, yani mahkemelere verilmiştir. Söz konusu paylaşımda en zor görev yargıya verilmiştir, denilse yeridir. Bu üç organ ve bunlara bağlı ve bunları tamamlayan ve tekamül ettiren kurumların bütününe devlet denilir. Başka bir anlatımla bu organların hepsi devleti meydana getirir. Devlet denilen olağanüstü organizasyonun dengesini sağlayan ve kural dışılığı engelleyen ise, bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bu anlamda devlet hiçbir dine, mezhebe, etnik gruba, sosyal sınıfa ve zümreye ne yakın, ne uzak; ne düşman, ne dost olamaz. Devlet herkese eşit mesafede ve evrensel kurallara göre hareket etmek durumunda olmak zorundadır. Aksi halde denge bozulur ve sürekli kaos nedenleri çoğalır. İşte bu olası olumsuzluğu engellemekle görevli kurum, bağımsız yargıdır. Üç organ oluşturulurken yasama görevini yapacak kişileri seçme hakkı vatandaşlara verilmiştir. Seçim halka hem bir hak ve hem de bir ödev olarak verilmiştir. Gerçi bazı toplumlarda halka sadece liderlerin göstereceği kişileri onaylamak görevi verilmiş ve asil yok sayılarak iş yürütülmeye çalışılmışsa da bu konumuzun dışında kalmaktadır. Devletin ikinci organı olan yürütme, devlet bürokrasisi/idaresi tarafından yerine getirilmektedir. Ki bunların bir kısmı sınav, bir kısmı seçim ve bir kısmı da atanma ile iş başına gelmektedir. Bu mekanizmada personelin göreve getirilişi, tayini ve yükselmesi objektif kriterlere bağlanmadığı takdirde bunların verimli ve topluma yararlı olması düşünülemez. Devlet gücünün en hassas organı yargıdır. Bu organın, asıl süjeleri olan hakim ve savcıların bazı memleketlerde atama, bazılarında sınav ve bazı memleketlerde ise seçimle iş başına getirildiği bilinmektedir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan tablo, tespit ve önermeler genel olup, her bir ülkenin durumu ile doğrudan ilgili ve sınırlı olmayan dünyadaki genel ortalama devlet yapısını tespit etmektedir. Bu genel mekanizma içinde ülkemizdeki yargının durumuna kısaca bakıldığında ise tablo şöyledir: Yargılamayı yapan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının ilk mesleğe girişi sınavla yapılmaktadır. Sınavı idarenin bir unsuru olan Adalet Bakanlığı yapmaktadır. Belirli bir süreyle yapılan stajdan sonra adaylar hakim ve savcı olarak ve kura ile yeni görev yerlerine giderek görevlerine başlamaktadırlar. Stajın bitiminden sonra, sadece bir kez gerçekleşen kura işlemi ile hakim ve savcıların ilk görev yerlerinde hiç bir özel ve kişisel kayırma olmaksızın göreve başlamaları, yapılan en tartışmasız ve küskünlüğe sebebiyet vermeyen bir durum sayılmaktadır. Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının kuradan sonraki tayinlerinin mesleğin sonuna kadar olan kısmı ise, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulun (HSYK) tasarrufu (tayin, terfi, yükselme, ataması) ile yürütülmektedir. Bir üst bölgeye mi gidecek, belirli bir mahkeme de görev mi alacak, başsavcı mı olacak yoksa mahkeme başkanı mı; özel bir mahkemede görev mi alacak, komisyon başkanı mı olacak? Bu konular HSYK tarafından belirlenmektedir. Peki, HSYK üyelerinin de insan olmaları nedeniyle yanılma ihtimalleri yok mudur, sorusu akla gelebilir. Bu olasılık vardır. Çünkü bunlar da insandır. İnsanoğlunun her zaman yanılma olasılığı vardır. Önemli olan yanlışların düzeltilme mekanizmasına sahip olup olmamasıdır. Mevcut sistemde muhatabı olan kişi haksızlığa uğradığını veya hak etmeyen bir kişinin bir göreve getirilmesine itirazı varsa bu durumu bir yargısal denetime tabi kılarak dava edebilir mi? Hayır. Zira Anayasamıza göre HSYK kararları yargısal denetime tabi değildir. Bu durumun tek istisnası vardır. O da 12 Eylül 2010 tarihli halk oylamasıyla kabul edilen Anayasa değişikliği ile getirilen meslekten ihraç durumudur. Örneğin göreve talip bir hakim ve ya savcının talebi haksız olarak reddedilirse, bulunduğu konumdan daha pasif konuma getirilirse veya başka bir yere gereksiz tayin edilirse verilen bu kararları dava edebilir mi? Hayır. Büyük bir adliyeye bir Cumhuriyet Başsavcısı atanacak olsa, oradaki savcıların kendi başsavcılarını seçme hakkı yok. Merkezden, HSYK seçip gönderecek. HSYK bu seçimi kişilerin dosyalarına bakarak aynı nitellikleri taşıyan kişiler arasından bir kişiyi atamak durumundadır. Talip olanın sicilindeki bilgiler dışında seçilmesi için yasal olarak yapabileceği bir şey var mı? Yok. Talip olan diğer kişilerin duyguları? Onlar önemli değil. Sonuç, geride kalanların hepsi küskün! Bunun da sonucu verimin düşmesi ve başka arayışlara yönelme. Mesleğinin vakar ve haysiyeti nedeniyle kişisel arayışlara girip girmemek veya merkezle diyaloga geçip geçmeme tartışması ve iddialarını ise izah etmeye gerek bile yok. Peki, kaybeden kim? Toplum. Sadece bir kesim veya zümre kişisel arayışlara girecek olur ve etkinlikte bulunursa; bir kısmı da etik değerler ihlal olmasın diye kabuğuna çekilirse, yargıda taraftarlık ve güvenilirlik riski gündeme gelebilir mi? Gelir. Kısaca bu tablonun yargısal verimsizliğin ve kaosun doğmasına sebebiyet verdiği söylenebilir. Ayrıca böyle bir tablodan bütün devlet kurumlarının etkilenmesi ve sonuçların bütün toplumsal yaşama yansıması kaçınılmaz olacaktır. Nihayetinde ise, taraftarlık tartışmaları ve iddiaları yaşanacaktır. Peki, bunun müsebbibi sadece HSYK ve yüksek mahkeme üyeleri veya diğer yargı mensupları mı? Hayır. Bütün toplum ve kurumların sorumluluktan ari olduğu düşünülmemelidir. Denilebilir ki bu güne kadar toplum dinamikleri ancak bunu yapabilmiştir. Ancak yıllarca uygulanan eski sistemin mahsuru görülerek ve haklı bir iddia ile toplumsal reaksiyon sonucu 12 Eylül 2010 tarihli halk oylaması ile eski durum terk edilerek HSYK’nın yapısı, sayısal durumu ve seçme mekanizması değiştirilmiştir. Ancak yapılan değişikliğin tam olarak test edildiğini söylemek henüz erken gözüküyor. Eskiden bir hakim veya Cumhuriyet savcısının liyakat ve başarısı ile birlikte kişisel ilişkilere göre üst görevlere gelme durumu çok önemliydi. Şimdi ne değişti? Yeni bir düzenleme yapılmazsa değişen bir durum olmadığını ve sadece dengelerin değiştiği söylenebilecektir. Bir de, kişisel çaba ve özel ilişkilerle bir yerlere gelmek isteyen kişiler için eskiden beş HSYK üyesine ulaşmak yerine şimdi daha fazla kişiye ulaşmak gerekecektir. Oysa yargının yapılandırılması; belirli kesimin olumlu veya olumsuz etkisinde olmamalıdır. Bir kesime yakın, diğer kesime uzak ilişkiler riskine asla girilmemelidir. Yine hiç bir zaman hakimler diktatörlüğü algısı olmaması gerektiği gibi hiç bir kişi ve kuruluşun da yaptığı hukuksuzluk yanına kar bırakılacak kadar denetimsiz olmamalıdır. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı yenildiğinde hakimler vardır, ümidi canlı tutulabilmelidir. Yargının kurumsal demokratikliği hiç bir zaman siyasal, dinsel, bölgesel ve ideolojik unsur ve tesirin altında olmamalıdır. Yargının demokrasi ile ilişkisi siyaset üstü, güncel politikadan uzak, sadece insan haklarını ön plana alan, hukukun üstünlüğünü ve evrensel kuralları uygulamaya yönelik olmalıdır. Yargıda kalitenin olabilmesi için kişisel ilişkilerin asla bir rolü olmamalıdır. Neticede liyakat, tarafsızlık, dürüstlük, başarıyı ön plana çıkaracak bir mekanizmayı kuramadığın takdirde sadece el değiştirme dışında bir sonuç çıkmayacağı da unutulmamalıdır. Amaç, hukukun üstünlüğü ilkelerine dayalı, dürüstlük, tarafsızlık, çalışkanlık ve hakkaniyet özelliklerine sahip hakim ve savcıları ön plana çıkarmak suretiyle en yüksek adaletin sağlanması olmalıdır. Hiç kimse, dini, mezhebi, bölgesi, ideolojisi ve cinsiyeti gibi kişisel aidiyetleri nedeniyle zerre kadar lehine veya aleyhine bir terfi, tayin ve atanma durumu ile karşılaşmamalıdır. Yargının yeniden kurgulanmasında kişisel ilişki yönünü dışlayan; çalışkanlık, dürüstlük ve tarafsızlığı ön plana çıkaran bir mekanizmanın kurulması ve bunun da etkinliği en üst seviyeye çıkarılmalıdır. Bilimsel ödüle layık görülen, bilimsel eser yazan ve tarafsızlığından zerre kadar şüphe duyulmamış, çalışkan ve liyakati ile temayüz eden hakimi pasif konumda tutmanın; bu niteliklere ulaşmayan kişileri ise, özel teveccühle daha aktif ve önemli görevlere getirilmesi şeklindeki durumların bir musibet olarak telakki edilip, vicdanları yaraladığını ve toplumu geri götürdüğünü, bunun dışında hiç bir yarar sağlamadığı bilinmeli ve unutulmamalıdır. Bir örnekle yazıya son verilecek olunursa; Örneğin, İzmir Ticaret Mahkemesi Başkanlığı boş olsun. Atanma koşulları ise, birinci sınıfa ayrılmış, başarılı, disiplin cezası bulunmayan hakimler arasından seçilmek olsun. 50 hakim bu yer için talepte bulunmuş ve ancak bir kişi atanmış olsun. Birinci olasılık: Eğer geride kalan 49 kişi yapılan atama nedeniyle yeni başkanın kurul üyeleri ile ilişkisi iyiydi, Bakanın hemşerisiydi, eşi şu görevdeydi, şu davada şu şahsı mahkum veya beraat ettirmiş veya şu bölge veya şu düşünceye yakındı, bu nedenle seçildi, diyor veya izlenimini ediniliyorsa, işte o zaman geride kalan 49 hakimin küskün, adalete inancı azalmış ve veriminin düşmesi kaçınılmaz olacaktır. İkinci olasılık: Atanan hakim bir çok kademeden oluşan bir sınavdan geçirilmiş olsun ve birinci gelen kişi atanmış olsun veya zayıf olasılıkla birinciliği bir çok kişi paylaşmış olursa bunlar arasında kura ile o kişi seçilmiş olsun. Bu durumda geride kalan 49 hakimin ruh durumuna bakıldığında; artık kimse küsmeyecek, en başarılı kişi seçilmiş olacak ve o kişi zaten görevini en iyi şekilde yapacaktır. Seçilemeyen 49 hakim seçimden sonra da çok çalışacak, verimi düşmeyecek ve adalete olan inancı da incinmeyecek. Bu örnek yargının bütün birimlerine ve özellikle kalifiye personel gerektiren, adalet komisyonu başkanlığı, başsavcılık ve mahkeme başkanlıkları gibi, birden fazla talebin olduğu makamlar için öncelikle geçerli olmalıdır. Büyük olasılıkla bu şekilde faaliyet gösteren ve hassas durumu gözeten bir HSYK, objektifliği sağlayacak, her türlü yanlışlığı engelleyecek ve gerçek hukukun üstünlüğü ile hakim bağımsızlığını sağlayacak Kurul durumuna gelecektir. Böylece Kurul, toplumun gönlünde taht kuracak yere sahip olacaktır. Toplumun adalete ve yargıya olan inancı ve devlete olan güveni de artacaktır. İşte eğer hakim ve savcı atanmaları yukarıda belirtildiği şekilde muhataplarını olumsuz düşünceye sevk etmeyecek şekilde yapılacaksa, o zaman gerçekten yeni oluşumla artık eski uygulama aşılmış oldu, modern ve mükemmel oldu denilecektir. Aksine atamalarda ve tayinlerde kişisel ilişkiler geçerli olacak ise o zaman sadece Türkiye’ye yazık olacaktır. Dileğimiz hiç bir şekilde eski günlerin aranmasına sebebiyet verilmemesidir. Ancak Kurulun bugüne kadar yaptığı atamalar, henüz hukukçu kamuoyunu yeterince tatmin eder gözükmüyor.