MÜZECİLİK VE TÜRKİYE MÜZELERİ MÜZELER Tanım I: Kültürel değeri olan buluntulardan oluşturulmuş bir bütünü, çeşitli vasıtalarla korumak, incelemek, değerlendirmek ve özellikle halkın estetik zevkinin yükselmesi ve eğitimi için teşhir etmek amacıyla, kamu çıkarları için idare edilen kuruluşlara "Müze" denir. Tanım II Müzeler; Geçmiş yıllara ait olan ve bir kültür mirası halinde bize kadar gelebilen tarih, arkeoloji, sanat tarihi ve etnografya yapıtlarının korunduğu, sergilendiği, bilimsel çalışma ve araştırmaların yapıldığı, bu arada her düzeydeki yerli ve yabancı ziyaretçilerin de faydalandığı birer kültür ve turizm kuruluşlarıdır. Müzelerin Doğuşu ve Gelişmesi Greklerin en büyük tanrısı olan Zeus'un "Muse" (=Musa) adında dokuz kızı vardı. Bir ölümlü olan Mnemosne'den doğma bu kızlar Grek panteonunda müzik ve şiir ilham eden esin (=ilham) perileridir. Priene'li sanatçı Arkhelaos'un yaptığı ve büyük şair Homeros'un tanrılaştırılmasını (=apoteozesini) gösteren, Hellenistik Döneme ait “Arkhelaoa Kabartması" üzerinde topluca resmedilen bu ilham perileri ve işlevleri şunlardır: 1. Kalliope: Adı "güzel sesli" anlamına gelen Kalliope, dokuz muse’den biridir. İskenderiye şiirinde destan şiiriIirik şiir'in esin perisidir. 2. Kleio: Adı "kutlamak, övmek" anlamına gelen Kleio ya da Klio; insanların unutulmaması gereken ünlü-şanlı olaylarını dile getirdiği için, tarih alanı ona ayrılmış ve tarih yazarlarına esin vermiştir. 3. Polymnia: Pandomim'i (=sessiz tiyatro) simgeler 4. Euterpe: Flütle esin veren ilham perisidir. Başı çelenkli, elinde bir flütle bayramlara katılır ve bulunduğu yere neş'e verir. Dionysos eğlence alaylarında da yeri vardı. Kalliope Kleio 5. Tersikhore: Dans ve hafif şiirin ilham perisidir 6. Erato: Korolu şiirin ve özellikle aşk şiirinin ilham perisidir 7. Melpomene: Tragedyayı simgeler 8. Thalia: Doğanın canlanıp şenlenmesi anlamına gelir. Komedyayı simgeler 9. Urania: Gökbilimini, astronomiyi simgeler Erato İşte bu dokuz kızın her biri güzel sanatların bir dalını korurdu. Muse'lerin hepsi ise, güneş, ışık ve güzel sanatlar tanrısı Apollon tarafından idare edilirdi. Grekler Atina'da muse'ler için bir tepe ayırmışlar ve burada yapılan binaya da, muselere adanmış olması nedeniyle "Müze" ismini vermişlerdi. Kökeni buraya dek uzanan kelimenin aslı Yunanca olup "Mousa= yaratıcılık, akıl ve düşünce” yi içeren "Men"den gelir ve "Bilimler Tapınağı" anlamınadır. İnsanların fikren gelişmeleri, sanat eserlerine duydukları ilgi ve merak, bugünkü gelişmiş müzelerin kurulmasına neden olmuştur. Başlangıçta sadece eserlerin toplanıp korunduğu yerler olarak kullanılmışlarsa da müzeler, bugün, genel öğretimin verildiği ve her yaştaki insanın düzenli biçimde bilgi alabilecekleri birer kültür kuruluşuna dönüşmüşlerdir Bilinen en eski müze; Atina Akropolü'nde tören kapısı olan propleanın sol kanadında yapılmış olan "Pinacotheque" (=Resim Müzesi)'dir. Antik kaynaklardan öğrendiğimize göre burada Poylnote, Micon, Panainos, Apollodoros, Zeuxis ve Parhasios gibi klasik çağın ünlü ressamlarının eserleri korunup, sergilenirdi. İkinci erken örneği, Makedonyalı Büyük iskender'den sonra Mısır'da egemenlik süren Ptolemea Philadelphes'in M. Ö. 3.yy. ortalarına doğru İskenderiye’de kurduğu müze oluşturur. Bu bina hem seçme sanat eserlerinin sergilendiği salonlar, hem kütüphane, hem de edebiyat ve sanat konuşmalarının yapıldığı konferans salonlarından meydana gelmişti. Anadolu'daki en erken örnek ise Bergama'dadır. "Bergama Büyük Kütüphanesi" diye bilinen yapı akropolde, Atena Tapınağı, kuzey stoası'nın köşesine yerleştirilmiştir. Strabon, yapının II. Eumenes zamanında M.Ö. 3.yy.da tamamlandığını belirtir. Bergama Müzesi bir resim müzesi niteliğindedir. Ayrıca, Herodotos ve Homeros gibi ünlü hatiplerin de portre heykelleri burada sergilenmişti. Ortaçağ'da kiliselerin müze olarak kullanıldığına tanık olunur. Yöreye ait eserler, bir depo halinde kiliselere toplanmıştır. Rönesanstan önce ve Rönesansta, İtalya'daki vatanseverlik, geçmişi aramaya yönlendirilince bir takım koleksiyonlar toplanmaya başlandı. İlk eski eser koleksiyonu burada 1335'te Trevisan Forzetta tarafından oluşturuldu. Daha sonra 16. yy.da Floransa, Roma ve Napoli'de bu tür koleksiyonlar çoğalmış ve ardından da müzeleri doğurmuştur. Fransa'da koleksiyonculuk İtalya'dan daha sonra, hatta İtalya'ya karşı başlatılır. Gerçekten de, Fransız Kralları İtalya'yı basma, orada ne var ne yok alıp Fransa'ya götürme imkânını bulmamış olsalardı, bugünkü ünlü Fransız Müzeleri hem kurulamaz, hem de bu denli zengin olamazlardı. Bugün Paris Louvre Müzesi'nin bu kadar ünlü olmasının ilk nedeni eserlerinin zenginliği, ikincisi ve asıl nedeni ise, ilk "Millet Müzesi" (1735) olmasıdır. İlk medeni bilim müzesi ise, 1683 yılında İngiltere’de Oxford Üniversitesi'nde kurulmuştur. Müzelerin bugünkü gelişimi, arkeolojinin gelişmesine dayalı olmuştur. 18. yy. da özel müzeler artmış, 1759'da ünlü British Müzesi kurulmuştur. Ardından Winckelmann ilk "Sanat Tarihi Okulu"nu kurmuş ve 19. yy. sonu 20. yy. başlarından itibaren de arkeolojinin yaygınlaşması, müzeciliğin büyümesini sağlamıştır. Türkiye'de Müzecilik Biz'de müzeciliğin Avrupa'dan daha önce başladığını söyleyebiliriz. Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve diğerleri Türk minyatürü, Türk çiniciliği ve Türk dokumacılığı ile ince sanat eserlerinden oluşan zengin koleksiyonlar toplamışlar; sanat adamlarının yetişmesine ön-ayak olmuş ve sanat yurtları kurmuşlardır. Daha sonra gelenlerin de aynı yolu bırakmadıkları, Topkapı Sarayı Müzesi'ni görmekle kolayca anlaşılır. Yurdumuzda eski eserleri toplama ve bir müze kurma arzusu 19. yy. ortalarına doğru doğmuştur. Sultan Mecid'in Tophane-i amire muşiri Damat Ahmet Fethi Paşa 1846'da Topkapı Sarayı yanındaki Harbiye ambarında yani "Aya İrini Kilisesi"nde "Mecmua-i Esliha-i Atika ve Asar-ı Atika" adı altında eski eser toplayan bir merkez kurmuştur. 1868'de Türkiye'ye gelen Fransız Albert Dumont, bir depo görünümündeki bu yere "müze" özelliği kazandırmış ve müdür olarak da Galatasaray Sultanisi (=lisesi) öğretmenlerinden ingiliz M. Goold atanmıştır. Asıl, müze kurulması fikri Tanzimat Devri'nde Ali Paşa'nın sadrazamlığı ve Saffet Paşa'nın Maarif nazırlığı sırasında, Aya İrini Kilisesi'nde bulunan koleksiyona "Müzehane-i Humayun" adı verilmesiyle başlar. Saffet Paşa valilere gönderdiği tamimle, vilayetleri civarında bulunan asar-ı atikanın toplanıp İstanbul’a gönderilmesini ister. Bu emir üzerine İstanbul’a pekçok eser gelmiştir. Ancak gelen bu eserlerin sadece hangi vilayete ait olduğu bilinmekte, eserin kesin yeri anlaşılamamaktadır. Müze kataloglarında eserin çıktığı yer değil, geldiği vilayet belirtilmiştir. 1871'de Ali Paşa sadaretten indirilince, Mahmut Nedim Paşa Müze Müdürlüğünü lağveder. Avusturya sefiri Prokesch Osten'in tavsiyesiyle, İstanbul’da bir vapur acentesinin sahibinin oğlu olan Teranzio ismindeki bir ressam, buranın korunmasıyla görevlendirilir. Teranzio bir yıl kadar görevde kalır ve elde olan eserlerin bir envanterini yapmak isterse de bunu başaramaz. Ahmet Vefik Paşa'nın Maarif Nezareti'ne gelmesiyle 1872'de Müze Müdürlüğü de yeniden kurulur ve başına da Alman M. Dethier getirilir. Dethier 1881 'de ölene kadar bu görevde kalır. Yurdun her yanından getirilen eserlerle dolan Aya İrini'nin günden güne artan sıkışıklığını gidermek amacıyla müze için elverişli yeni bir bina yapma girişimi arsasının alınmış olmasına karşın, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra Çinili Köşk onarılarak 1876'da bir müze haline getirilir ve eserler buraya taşınır. 1881'de ölen Dethier'in yerine Berlin Müzesi'nden Dr. Milkofer'in getirilmesi kararlaştırılmışken, devlet ileri gelenlerinden bazılarının girişimleri ile Sadrazam Ethem Paşa'nın oğlu Osman Hamdi Bey, 11 Eylül 1881'de Müze Müdürlüğüne getirilmiştir. Osman Hamdi Bey Fransa'ya hukuk öğrenimi için gitmişse de, resme karşı duyduğu ilgi onu resim sanatına yöneltmiş, atölye dışında asar-ı atika ilmiyle de ilgilenmiştir. Osman Hamdi Bey, müze müdürü olmakla birlikte Anadolu'nun değişik yerlerinde -Zincirli, Bergama, Ayvalık- bazı kazılar da yapmıştır. 1887 baharında Sayda'nın Krali nekropolünde yaptığı kazıda çıkarttığı İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ve diğer 24 lahitle dünya çapında bir ün kazanmıştır. 1909 yılında Gülhane Parkı civarında bulunan İstanbul Arkeoloji Müzesi binası da yine O.Hamdi Bey tarafından yaptırılmıştır. Türk Müzeciliği'nin kurucusu olan Osman Hamdi Bey zamanında yapılan önemli yenilikler arasında; -Yeni müzelerin açılarak teşhire önem verilmesi, -İmparatorluk sınırları içinde ilk Türk kazılarının başlatılması, -İlk müze yayınlarının başlatılması, -Vilayet müzelerinin (Konya, Sivas, Selanik) kurulmaya başlanması, -Yurt dışına eser kaçırılmasının önlenmesi, başta gelmektedir. Osman Hamdi Bey, 1910 yılında ölünce yerine kardeşi Halil Ethem Bey getirilmiştir. Halil Ethem Bey de kardeşinin izinde yürümüş ve aynı ciddiyetle çalışmıştır. İstiklal Savaşı’nda meydana gelen kargaşalıkta, Halil Ethem Bey'in müze müdürü olması müzeciliğimiz için büyük bir kazanç olmuştur. İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi'ni de kuran H. Ethem Bey, 1931 yılına dek görevde kalmış ve Türk Müzeciliği'nin modernleşmesinde ön-ayak olmuştur. Cumhuriyet Devri Müzeciliğimiz: 1921 yılında kurulan Hars Müdürlüğü; 1- Eski eserleri toplayıp korumak ve denetlemek 2- Kütüphaneleri koruyup, geliştirmek, 3-Tarihi eserleri tespit ve tescil etmek, 4-Türk etnoğrafyasına ait belgeleri derleyip toplamakla görevlendirilmişti. Bu müdürlük şimdiki Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da ilk çekirdeği niteliğindedir. Hars Müdürlüğü daha sonra kendisine eklenen; 1-Asar-ı Atika ve Müzeler Müdürlüğü, 2-Kütüphaneler Müdürlüğü, 3-Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile gelişip büyümüştür. 1922'de Milli Eğitim Bakanı, İsmail Safa tarafından çıkarılan 11 maddelik bir kararname, Türk arkeolojisine gelişme yollarını açmıştır. Ardından da yeni kurallara göre sınıflandırılan eserler ilgili kurumlara devredilmiştir. Örneğin, Camiler ve mescitler Evkaf Müdürlüğüne, medrese, türbe ve mezarlıklar ise Belediyelere. 1924'de Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş ve bu müze ile 1913'de kurulan Evkaf Müzesi 1924'de İstanbul Müzeleri Müdürlüğüne bağlanmıştır. 1927'de açılan ve çok değerli eserlerden oluşan koleksiyonlara sahip İzmir-Efes ve Bergama Müzeleri'yle, Türk Müzeciliği gelişmeye başlamıştır. Bu kurumlar için yetiştirilmek üzere bir yandan yurt dışına elemanlar gönderilirken, bir yandan da yurt dışından getirtilen uzmanlarla, yurt içindeki teknik elemanların yetiştirilmesi sağlanmıştır. Atatürk'ün kurduğu Türk Tarih Kurumu, Türk tarih ve arkeolojisinin gelişmesi yolunda atılmış en önemli adımlardan biridir. Bu kurum amacı doğrultusunda, Türk tarih ve kültürünü araştırmış, Anadolu tarihi konusunda yayınlar yapmış ve gerek yurt içi gerekse yurt dışında yetiştirdiği elemanlar aracılığıyla arkeolojiye ve bu konuda araştırma yapanlara gerekli desteği sağlamıştır. 1939 yılında kurulan Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yurdumuzda yapılan tüm kazı ve araştırmaların sorumluluğunu üzerine almıştır. Önce Milli Eğitim Bakanlığı sonra Başbakanlık bünyesinde çalışan Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü 1975'de (o günkü adıyla Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü) Kültür ve Turizm Bakanlığına daha sonra da Kültür Bakanlığı'na bağlanmıştır. Günümüzde bu görevi Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yürütmektedir.