Word`e Aktar - Sondakika32.com

advertisement
Hitler'e darbe girişimi: Albay Stauffenberg
Açıklama: Hitler’e Karşı 15-20 Temmuz 1944 Darbe Teşebbüsü
Kategori: Ulusal
Eklenme Tarihi: 08 Ağustos 2016
Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017, 15:12
Site: Sondakika32.com - Isparta Haberleri
URL: http://sondakika32.com/haber_detay.asp?haberID=6136
Nazilerin yenilgiye doğru gitmesi, Alman ordusu içinde Hitler’i bir suikast ve darbeyle devirme
eğilimlerine de hız vermişti. Stauffenberg gibi bazı gözü kara subaylar bunun öncülüğünü
yapmaktaydı.
(Hitler'e karşı darbe teşebbüsünde bulunan Albay Stauffenberg ve ailesi)
Onların arkasından da, üst düzey bazı generaller geliyordu, fakat bunlar son derece ihtiyatlıydı.
Suikast ve darbenin ilk planda başarılı olmasıyla katılacaklarına söz vermişlerdi. Darbeciler
Hitler’in yanı başına kadar sokulmuşlardı. “Komplocuların” tam bir fikir birliği içinde olduğu
söylenemez. İçlerinde koyu Katoliklerden, “Alman yurtseverliğine” kadar her düşünceden insan
vardı. Birleştikleri tek nokta, Hitler’in ve Nazilerin Almanya’yı felakete sürüklediğiydi.
Plan şuydu: Hitler tarafından askeri rapor vermek üzere çağrılan albay Stauffenberg, evrak
çantasındaki zaman ayarlı bombayı patlatacak, en iyi ihtimalle Hitler, Göring ve Himmler, en
kötü ihtimalle sadece Hitler ölecek ve General Olbrich Berlin civarındaki askeri birliklere
“valkyrie” (el koyma) emri verecek ve Berlin’deki kilit binalar ele geçirilerek Nazi iktidarına son
verilecekti.
“15 Temmuz cumartesi günü öğleden sonra saat 13.00’te Stauffenberg, çantası koltuğunda
Führer’in toplantı salonuna girdi. Yedekler üzerine hazırladığı raporu verdi. Bir ara uzun bir süre
dışarıya çıkarak Berlin’de Olbricht’e telefon etti ve –aralarında kararlaştırılan parolaya göre –
Hitler’in orada bulunduğunu, bombayı kurarak yeniden toplantıya gireceğini söyledi. Olbricht,
askerlerin Berlin üzerine yürüyüşe geçtiklerini haber verdi. Artık büyük bir teşebbüs başarıya
ulaşmak üzereydi. Ama Stauffenberg toplantı salonuna dönünce Hitler’in gittiğini ve bir daha
dönmeyeceğini öğrendi. Fena halde üzülen Stauffenberg, hemen telefona koştu ve Olbricht’e
haber verdi. General hemen Valkyrie alarmını iptal etti. Askerler… olabildiğince göze batmadan
kışlalarına döndüler.” (William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu –Çöküş, çev: Rasih Güran,
Hürriyet Yayınları, 1979, s. 305-306)
İkinci teşebbüs, bundan beş gün sonra, 20 Temmuz tarihinde yapıldı.
Albay Stauffenberg, yanında yaveri, teğmen Werner von Haeften olduğu halde, Hitler’in
Rastenburg’da bulunan “Kurt İni” karargâhına geldi. Evrak çantasında yine İngiliz yapımı
bomba vardı. Bu bomba cam bir kapsülün kırılmasıyla çalışıyordu. Kapsülden dökülen asit
küçük bir teli eritiyor, tel eridiğinde serbest kalan tetik kapsüle çarparak bombayı ateşliyordu.
Bombanın patlama zamanı, telin kalınlığına göre değişiyordu. Stauffenberg’in bombası, on
dakikaya göre ayarlanmıştı.
Stauffenberg, Hitler’in çağrılısı olarak geldiği için bütün koruma ve arama önlemlerini kolayca
atlattı ve Hitler’in diğer subaylarla askeri durumu görüştüğü salona girdi.
“Stauffenberg’in … kapsülü kırmasının üzerinden dört dakika kadar geçmişti. Daha altı dakika
vardı. Oda biraz küçüktü… Toplantıda … (üst düzey generallerin yanı sıra) üç silahlı kuvvetten
on sekiz subay bulunuyordu. SS’ler masanın çevresinde, ayakta bekliyordu. Göring ve Himmler
yoktu… Stauffenberg, Korten ile Brandt’ın arasına geçip oturdu. Hitler’den bir buçuk metre
ötede bulunuyordu. Çantasını yere koydu. İleri doğru sürdü… Çanta Führer’in ayaklarından iki
metre uzaktaydı.” (agy, s. 311)
Stauffenberg, fark edilmeden dışarı çıkar. Fakat Keitel onun yokluğunu kısa sürede fark eder ve
peşinden çıkar. Stauffenberg’e bakınır. Göremeyince yeniden toplantı salonuna döner. Tam o
sırada bomba patlar. Patlamayı uzaktan gören Stauffenberg, “komploculardan” Felligiebel’e,
suikastın başarılı olduğunu ve darbecilerin harekete geçmesini Berlin’e bildirmesini söyleyerek
ortadan yok olur. Yaveriyle birlikte bir askeri uçağa atlayarak havalanır.
Saat 3.45’te Rangsdorf havalanına inen Stauffenberg derhal Berlin’deki Olbrich’i aradı ve büyük
bir hayal kırıklığıyla, darbe için hiçbir şey yapılmadığını öğrendi. Felligiebel saat 1’den sonra
telefon edip patlamanın gerçekleştiğini bildirmişti. Fakat hatlar çok kötü olduğundan Hitler’in
ölüp ölmediği anlaşılamamıştı. “Valkyrie emirleri Olbricht’in kasasından çıkarılmış, ancak
gönderilmemişti. Bendlerstrasse’de ellerini kollarını kavuşturmuş, Stauffenberg’in dönmesini
bekliyorlardı. Hazırlanmış emirleri, yeni hükümetin başkanı Wehrmacht’ın (Alman Genel
kurmayı) Başkomutanı olarak hemen çıkartacak radyodan, Almanya’da yenibir çağın başladığını
haber verecek olan General Beck ile Feld Mareşal von Witzleben ise ortalıkta yoktu.” (Agy, s.
314)
(Bomba patladığında Hitler'in üzerinde olan pantolon)
Stauffenberg, Hitler’in kesin olarak öldüğünü düşünmüştü ama Hitler ölmemiş ve birçok subayın
öldüğü bu patlamadan, önündeki masanın bacağı sayesinde ölümcül olmayan yaralarla
kurtulmuştu. Hitler’in ölüp ölmediği konusundaki belirsizlik “komplocuların” harekete
geçmesini önlemişti.
Sonunda Stauffenberg’in gelmesi “komplocuları” harekete geçirdi. Stauffenberg, Rangsdorf’tan
telefon ederek, kendisini beklemeden derhal harekete geçmelerini söyledi. “Artık komploculara
emir verecek biri vardı. İsyan durumunda olsa bile Alan subayları komutan olmadan harekete
geçeceğe benzemiyorlardı. Sonunda harekete geçmeye başladılar. Olbricht’in yakın
arkadaşlarından, Kurmay Başkanı Albay Mertz von Quirheim, Valkyrie emirlerini getirdi.
Emirler teleks ve telefonla iletilmeye başlandı. Birinci emir, Berlin çevresindeki askeri birlikleri
alarm durumuna soktu. ‘Wehrmacht Başkomutanı’ sıfatıyla Witzleben’le Kont von Stauffenberg
imzasını taşıyan ikinci emirde de –emir iki ay önce hazırlanmıştı- Führer’in öldüğü,
Witzleben’in ‘yönetme yetkisini’ yurttaki Ordu Bölge Komutanlıklarıyla cephede çarpışmakta
olan orduların başkanlarına devrettiği bildiriliyordu.” (Agy. S. 319)
Komplocuların son derece önem verdikleri, silahlı kuvvetler içinde kilit bir rol oynayan General
Fromm, Hitler’in ölmediğini öğrenince, derhal saf değiştirdi.
“Komplocular o dakikadan sonra Fromm’u kaybettiler… Olbrich ağzını açamadan odadan çıkıp
gitti. O sırada General Beck, üstünde siyah bir sivil elbise –besbelli isyanın askeri niteliğini
saklamak için giymişti – isyana önderlik etmek için çıkageldi. Ama herkesin bildiği gibi, isyanın
gerçek önderi Stauffenberg’di… Patlama olayını kısaca anlattı. Patlamayı birkaç yüz metre
uzaktan kendi gözleriyle gördüğünü söyledi. Olbricht, Keitel’in telefona geldiğini ve Hitler’in
ölmediğini, yalnızca hafif yaralandığını yeminle söylediğini bildirince Stauffenberg, Keitel’in
yalan söyleyerek zaman kazanmaya çalıştığı cevabını verdi… Ne olursa olsun, o anda artık
yapacakları tek şey şuydu: Önlerindeki her dakikayı Nazi rejimini devirmek için kullanmak…
Beck de bu görüşe katıldı. Diktatörün hayatta olup olmamasının kendisi için büyük bir farkı
olmadığını söyledi. İleri atılmalı ve bu alçak rejimi yıkmalıydılar.
“Ama işin kötü yanı, bu kadar büyük bir gecikmeden ve o andaki kargaşalıktan sonra, her şeyi
planladıkları halde, ne yapacaklarını bilmemeleriydi. Bir ara General Thiele gelip Hitler’in
hayatta olduğunun Alman Milli Radyosunda az sonra bütün dünyaya ve Almanya’ya
duyurulacağını söylediği zaman bile ilk yapacakları şeyin hemen gidip radyo istasyonunu ele
geçirmek, Nazileri radyoda konuşturmamak, bu arada yeni hükümetin çıkardığı bildirileri
yayınlamak olduğunu anlaşılan hiç akıllarına getirmediler.” (Agy, s. 320)
Bundan sonra darbecilerle, daha önce darbeye onay verip şimdi Hitler yanlısı tutum takınanlar
arasında karşılıklı bir “tutuklama” komedisi yaşandı. Fromm, Stauffenberg’i tutuklamaya
kalkınca, Stauffenberg, Fromm’u tutuklayıp bir odaya hapsetti. Bu sırada, Berlin’de de çeşitli
askeri birlikler içinde sürekli saf değiştirme olayları yaşanıyordu. Örneğin, propaganda bakanı
Göbels’i tutuklamaya giden Binbaşı Remer, darbecilerin telefon hatlarını kesmeyi akıl
edememelerinden yararlanan Göbels’in Binbaşı ile Hitler arasında doğrudan telefon bağlantısı
kurması üzerine saf değiştirmiş ve Göbels’i tutuklamak yerine darbecileri tutuklamaya girişmişti.
“Asi generaller ve albaylar, bu kadar kilit bir noktada bulunan Remer gibi bir adama neden böyle
önemli bir günde böyle bir görev vermişlerdi? Neden son dakikada onun yerine davaya yürekten
bağlı bir subay getirmemişlerdi? Neden Remer’in emirlere itaat edip etmediğini kontrol etmek
için Muhafız Taburu’na güvenilir bir subay göndermemişlerdi?.. Sonra Berlin’deki Nazilerin en
önemlisi ve en tehlikelisi olan Göbels neden tutuklanmamıştı? Kont von Helldorf’un emrindeki
birkaç polis bu işi hemen yapabilirdi, çünkü o sırada Propaganda Bakanlığı sımsıkı kordon altına
alınmış değildi. Sonra komplocular neden Prinz Albrechtstrasse’deki Gestapo karargâhını ele
geçirerek gizli polisi baskı altına almadılar ve orada, aralarında Leber de olmak üzere, hapis
yatan birçok komplo arkadaşlarını kurtarmadılar? Gestapo merkeziyle S.D. ve S.S.’in beyni olan
R.S.H.A. Merkezi hemen hemen hiç muhafaza altında olmadığı halde neden buraları ilk olarak
işgal edilecek yerler arasına katmadılar? Bütün bu sorulara cevap vermek olanaksızdır.” (Agy, s.
325)
Darbenin gevşemesiyle birlikte, darbecilerin odaları hapsettiği isyan karşıtı general ve subaylar,
kapatıldıkları odalardan teker teker kaçıp isyancılara karşı harekâtın başına geçtiler. Sonradan,
Feld Mareşal von Witzleben, isyancıların radyoevini bile işgal etmediklerini öğrenince isyanın
başarısızlığına hükmettiğini söyleyecekti.
General Fromm, tutuklandığı yerden kaçtıktan sonra, askerleriyle birlikte gelip, Stauffenberg’in
de içlerinde bulunduğu, darbenin dört önde gelen subayını tutukladı:
Kurmay Albay Mertz, General Olbricht, Albay Stauffenberg ve yaveri Teğmen Haeften. General
Fromm, darbecilerle işbirliğinin ortaya çıkacağı korkusuyla bu dört isyancıyı yerinde uyduruk bir
mahkemede ölüme mahkûm edip kurşuna dizdirdi. Stauffenberg, ölürken şöyle bağırdı: “Yaşasın
Kutsal Almanya’mız.”
(Mussolini ve Hitler patlayan bomba sonrası konferans salonunda enkazı inceliyor)
“İsyan böylece on iki buçuk saat içinde bastırılmış oldu. Skorzony, silahlı SS’lerle birlikte
Bendlerstrasse’ye geldi… geri kalan komplocuların ellerine kelepçe vurdu ve Prinze
Albrechstrasse’deki Gestapo zindanına götürdü.” (Agy, s. 311)
Hitler, gece yarısı radyodan halka şöyle hitap etti:
“Alman Halkı!
Eğer bugün sizlere sesleniyorsam bunun nedeni her şeyden önce benim sesimi duymanız ve
yaralı olmadığıma, durumumun iyi olduğuna inanmanız, sonra da Alman tarihinde bir eşi daha
olmayan bir ihanetin işlendiğini bilmeniz içindir.
İhtiraslı, sorumsuz, aynı zamanda akılsız ve budala küçücük bir subay kliği beni ve benimle
birlikte Wehrmacht’ın Yüksek Komuta Heyetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmiştir.
Albay Kont Stauffenberg’in koyduğu Bomba iki metre sağımda patladı… Bana ise hiçbir şey
olmadı… Bunu Tanrının bana verdiği görevin bir tanıtı sayıyorum…” (Agy, s. 331-332)
Bundan sonra korkunç bir cadı avı sürdürülür.
“Nazilerin kendi Alman yurttaşlarına uyguladıkları yabanlık en yüksek noktasına vardı. Barbarca
tutuklamalar dalgası sardı her yanı. Arkasından korkunç işkenceler, acele yargılamalar ve ölüm
kararları, idamlar. Mahkûmlar genellikle mezbahalardan, kasaplardan getirilen at çengellerine
bağlı piyano telleriyle yavaş yavaş boğularak öldürüldü. Sanıkların binlerce dostu ve akrabası
toplanıp kamplara gönderildi. Birçokları kamplarda öldüler. Kaçakları saklayan birkaç gözüpek
namuslu insan da aynı yolu tuttu.” (Agy, s. 332)
“Rastenberg suikastından sonra yaptığı ilk toplantılardan birinde, Hitler, ‘bu sefer’ demişti, ‘…
Askeri mahkemelere lüzum yok. Onları halk mahkemesinde yargılayacağız. Uzun uzun
konuşmalarına izin vermeyeceğiz. Mahkeme kararları şimşek gibi verecek ve kararlar iki saat
sonra uygulanacak. Asmak suretiyle – hiç acımadan.’
“Yukarda verilen bu emri Halk Mahkemesi Başkanı Roland Freisler adında ağzı bozuk, rezil bir
deli harfi harfine yerine getirdi. Ronald Freisler, I. Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmüş,
ihtilalde koyu bir Bolşevik olmuş, sonra da 1924’te aynı yobazlıkla Nazilerden yana geçmişti.
Sovyet terör metodlarına hayrandı. Onların uyguladıkları metodları yakından incelemişti.
1930’larda ‘Eski Bolşevikleri’ ve belli başlı generalleri Moskova’da yargılamış olan Başsavcı
Andrei Vişinski’nin tekniğini yakından incelemiş, sanıkların nasıl ‘ihanetle’ tasfiye edildiklerini
öğrenmişti. Hitler, yukarda sözü geçen toplantıda , ‘Fraisler bizim Vişinski’mizdir’ demişti.”
(Agy, s. 332-333)
Download