Kırkpınar, Tek Parti Dönemi'nde kadınların durumuyla ilgili ilginç bir açıklama sunar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından, kadınların sosyal, kültürel, ekonomik ve politik içerik bakımından çağdaş değerler elde etmesini sağlamak için önemli adımlar atıldığını belirtir. Bu amaçla, politikacılar kadınlara yasa altında eşit haklar vermek için radikal ve devrimci önlemler almak zorunda kaldılar ve onlara eğitim ve ticarette erkeklerle eşit fırsatlar sundular. Bununla birlikte, bu önlemler kadınların sosyal, politik ve kültürel haklarını geliştirmek için erken alınmış olsa da, yalnızca uzun vadeli bir ilerleme kaydetmiştir. Dini alanda ek bir avantaj bulundu. Laikleşmeyle birlikte, Osmanlı dini ideolojisi tarafından dayatılan toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü daha da çözülmüş ve gerekli ekonomik gelişmeler ve modernizasyonun değişmesine neden olmuştur. Sonuç olarak, kadınlar eğitim ihtiyaçlarını anne eşleri ve işgücü üyeleri olarak arttırdılar. Yazara göre, tüm bu sahnelerin ortasında, Mustafa Kemal Atatürk önemli bir rol oynadı. Ziya Gükalp gibi düşünürler, Atatürk'ün Türk halkının kaderini değiştirmedeki devriminin ilk aşamasındaki rolüne dikkat çekti. Toplum kültüründe geride kalmıştı; ekonomi, batı dünyasının evrimi ve sıçramasından uzaktı; Sosyal organizasyon, eğitim, sağlık ve beslenme sorunları tamamen ilkel bir seviyedeydi. Halkın sadece aşırı manevi bağımsızlık idealleri vardı. Çözülmesi gereken bir takım sorunlarda, Atatürk, özellikle eğitim alanında, her aşamada çözümler bulmaya çalıştı. Bu bağlamda, kız çocuklarının eğitimi de herkese sunulacak mutlak bir değer olarak gerekli ilgiyi almak zorunda kaldı. Böyle bir Türk kızı, Türk erkeği gibi, tüm yasaklayıcı geleneksel normları aşan sosyal yaşamın tüm alanlarına tanıtılabilir. Geleneksel düşünce, kızlara sadece vatanlarına yararlı olacak bir eğitim verdi. Bir devrimci olarak, Atatürk, kadınların ve erkeklerin sosyal etkinliklerde yan yana yürümesi gerektiğinin ve her iki cinsiyet için eşit ve çağdaş bir eğitim öngörmesi gerektiğinin farkındaydı. 21 Mart 1923 tarihinde Konya'da yaptığı konuşmada, "çok elverişsiz koşullar altında bulunan kadınlarımızın, erkeklerle birlikle, hatla bazı hallerde onları geçmiş olmaları, olağanüstü yetenekleri ve eşitliklerinin en açık kanıtı olduğunu söylemişti.1 Bunu söyleyerek halkı radikal değişimlere hazırlamaya çalışıyordu.2 Ancak bu iddia karşısında devlet ve toplum konularında son derece muhafazakar olan dini çoğunluk ve halifelikten oluşan bir barikat vardı. Bu ulusal çoğunluk, kadınların statüsündeki herhangi bir değişikliğe karşı özellikle duyarlıydı. Bununla birlikte, Atatürk’ün devrimci azınlığı ve takipçileri yalnızca kadın haklarını tanıma ihtiyacına içtenlikle inanmakla kalmayıp, aynı 1 2 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 94. Bkz. Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114. zamanda kadın haklarının eski düzene karşı mücadelede stratejik bir rol oynayacağını öngörmektedir. Halifeliğin kaldırılması ve İlerleme Partisinin oluşturulması bu öncülden anlaşılmalıdır. Kadınlar yüzlerini dünyaya göstermeli. Atatürk'ün konuşmaları, derinlemesine incelendiğinde, savaşın dini otoriteye karşı açıldığını gösteriyor. Evet, “söylevde, din otoritesine karşı açıkça savaş açılıyordu”.3 Yeni cumhuriyetin ideolojisi, zihniyette ciddi bir değişim ve kadın hakları perspektifini değiştirme ihtiyacının değiştirilmesi gerektiği düşüncesiyle başladı. Kadın meselesini tartışırken yazar, mutlak Osmanlı egemenliğinin erkeklerde yaşadığı şekilde Osmanlı döneminde kısıtlayıcı uygulamaları ve bakış açılarını eleştirdi. Zafer kazanılır kazanılmaz, Lozan’da bir barış anlaşması imzalanmasa bile, yeni cumhuriyetin ne olacağı hakkında görüş alanı hemen hazırlamak için uygulamaya konuldu. O zamana kadar, topluluklardaki iç ilişkiler sıkı bir topluluk denetimi tarafından kontrol edildi. Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesinden hemen sonra, Anadolu kadınları, Atatürk'e kendilerine özgürlük vaat eden, eşit öğrenme fırsatları ve farklı bir sosyal konum vaad eden kahramanlıklarına övgüde bulundular. Ancak, ikinci parlamentoda bu tür reformların taşmasını önleyen siyasi muhalefet vardı. “İlerici kanadı temsil eden Tunalı Hilmi Bey ve onun gibi sözcüler, birkaç kez Türk kadınının eşitlik özlemlerini yasal özlemler haline getirmeye çalışmışlardı. Ama kasabalı esnaf ve küçük memurlardan oluşan tutucu çoğunluk bu girişimleri durdurmayı başarmıştı”.4 Bunlardan birincisi, frengi denetimine ilişkin bir kanun tasarısı, İkincisi de seçim kanununa ilişkindi. Kadın hakları savunucularının konuşma hakkı bile yoktu. Bu dönemde, uzun süren savaşlar nedeniyle, erkek nüfus kadın nüfusa göre daha küçüktü. Bu yüzden kadınların bir söz sahibi olduğu açıktı, çünkü Kurtuluş Savaşı için de büyük yetenekler göstermişlerdi. Atatürk'ün milli egemenlik ilkesi kadınlarla erkekler arasında bir ayrım yapmamıştır. Bu nedenle, toplumsal alanda bir devrim yaratma gereğine inandı ve konuşmasına yoğun bir biçimde devam etti; kadınların erkeklerden daha iyi eğitilmeleri gerektiğini ve hatta onlardan daha iyi olması gerektiğini belirtti. Bir bakıma, kadınlara sosyal yaşamda yeni bir yer vermeye kararlıydı. Bu, Atatürk’ün, kostüm ve kıyafet konusunda yapılan yeni düzenlemelerle, eğitim ve öğretime odaklanan kadın reformlarındaki en çarpıcı kısım. O zamanlar Türkiye'ye gelen yabancılar için birkaç yıl içinde birkaç yıl içinde meydana gelen köklü değişiklikleri fark ettiler. 3 4 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 95. Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 96. Atatürk’ün reformları, dış dünyaya büyük bir hayranlık uyandırmak için yeterliydi. Batı şaşırdı ve Ünlü Türk gazetecisi Yunus Nadi, yabancıların seyahatlerinde tanık olduğu bu şaşkınlığa dikkat çekmekteydi. Sözlerine göre “Son Türk inkılaplarının en mühim fasıllarından birini şüphesiz ki Türk kadınlığındaki tam ve kamil istihale teşkil eder". Yabancılar kendisine: "Demek şimdi Türkiye’de her erkeğin birden fazla kadını yok ha? Demek Türk kadını da tıpkı bizler -garp kızları- gibi sokağa akıp gezebiliyorlar ha?" sorularım yağdırmışlardı”.5 Atatürk, yaptığı büyük reformları yönlendirirken, Latife Hanım evliliği sırasında, özellikle toplum hayatında ve kadınlarla reformları uygulamada hep yanındaydı. Latife, çağdaş Türk kadınlarının ve yeni modern toplumun imajıydı. Cumhuriyetin kadınları tarafından yaşanan değişimler artık Latife Hanım'da Türk ve dünya kamuoyuna yansıdı. Yapısı uzun zaman önce kapalı toplum üzerindeki etkisini arttırdı. Leyla, Letife’ın Atatürk’le evliliğinin ne yazık ki uzun süremediğini, çünkü büyük lider, Latife Hanım’ın kişisel kaprislerinin etkisiyle kocasından ayrıldığını söyledi. İki yıl süren bu evlilikte Bayan Latife toplumu etkilemede çok etkiliydi ve kadınlık dünyasında istenen yeni statüde böyle canlı bir simge haline geldi. Yavaş yavaş, kadınlar başörtüsünden çıkıyor ve modern kıyafetler giyiyorlardı. Türk kadınları medeni haklarını kazandı. Bu özgürlüklerin ve hak kazanımlarının ters etkisi de sokakta hissedildi. Toplumda serbest bir yer edinen erkeklerin kadınların sözlü tacizlerinde önemli bir artış olmuştur. “Adliye Vekili Mahmut Esat Bozken, kadınlara söz atanların çoğaldığına dikkat çeken bir genelgesini cumhuriyet savcılarına göndermiş ve Türk vatanında namus, şeref ve haysiyetin, anayasanın ve bütün Türk Milletinin teminatı altında olduğunu belirterek, bu gibilerin ecza yasası kapsamında cezalandırılmaların istemiştir. Cumhuriyet rejimi sosyal ve kültürel alanda yeni düzenlemelere giderken, özellikle kadınların batıdaki hemcinslerine benzemeleri için çaba göstermekteydi. Politik ve ekonomik alanda batı dünyasıyla ilişkiler güçlendirilmeye çalışılırken, sosyal ve kültürel yakınlığın kurulmasına da çaba harcanmakta, bu doğrultuda her fırsatın değerlendirilmesine özen gösterilmekteydi”.6 Nitekim, kadınların dünyada aktif bir rol oynadığı olaylara Türk kadını dâhil etmek için çaba gösterilmiştir. 1929'da Berlin Uluslararası Kadınlar Kongresi'nde bir Türk murahhasın da yer alması için çaba harcanmıştı. Bu kongrede Efzayiş Suat Hanım Türkiye'yi temsil etmişti.7 Altı günlük kongre, dünyadaki kadınların, ailelerin ve çocukların karşılaştığı genel sorunlara odaklandı; 5 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 97. Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 100. 7 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 100. 6 Türk kadınlarının ülkelerinin reformlarını diğer ülkelerdeki kadınlara sunmaları için önemli bir temel oluşturdu. Bu dönemde Türk kadını çağdaş kadının statüsüne ve kimliğine yerleştirecek yasalar çıkarıldı. Dahası, yeni devlet felsefesine göre yapılan düzenlemeler hayatın her aşamasına yayıldığı için medeni hukuk kadar önemli bir alana uzanmaması mümkün olmadı. Aynı zamanda hükümet, kadın ticaretini sonlandırmayı amaçlayan uluslararası anlaşmaları onayladı.8 Kısacası, bu alanda da önemli değişikliklere ihtiyaç vardı. “Medeni Kanun’un kabul edilmesinden önce, Şeriat’ın kanunu kadınlarla erkekler arasında eşitsizlik olduğunu açıkça göstermiştir. Bu yasaya göre evlenme, cinsiyetleri ayrı, fakat kişilik ve hakları eşit iki insan arasında bir aile birliği kurmak değil, kadınının kadınlığından, erkeğin meşru olarak yararlanması biçiminde tanımlanmıştır. Medeni Kanun kabul edilmeden önce, Türkiye'de sadece fiili olarak değil, yasal olarak da erkek birden fazla kadınla evlenebilirdi. Üstelik bu bir İslami hak olarak algılanır ve tanrının emri olarak nitelendirilirdi. Erkek karısını sınırsız bir özgürlük anlayışı içinde boşayabilirdi. Evlenmenin yaş sınırı yoktu. Beşikteki bir kızla, beşikteki bir erkek çocuk, velileri tarafından meşru bir şekilde evlendirilebiliilerdi. Bu evlilik suresince kız çocuğunun, erkeğin mallarından ayrılacak para ile bakımının sağlanması gerekirdi. Ancak, çocuklar büyüyüp cinsel olgunluk çağına gelince, bu nikahı kabul edip etmemekte özgür bulunuyorlardı. Yine eski hukukta, çocuğun anası, babanın ölümünden sonra bile, çocuğunun velisi olamazdı. Türk kadını kamu haklarından da yoksun bulunuyordu. Varlıklı olan kadınların, tıpkı erkekler gibi, kamusal yükümlülükleri vardı: örneğin, erkeklerle aynı oranda vergi veriyorlardı. Bir suç işlerlerse, erkeklere uygulanan cezanın aynısı ile cezalandırılıyorlardı.9 Oysa, varlıklı olsunlar ya da olmasınlar, bütün kadınlar kamu meclislerine seçme ve seçilme, devlet görevlerine atanma haklarına sahip değillerdi. Ünlü hukuk bilim adamı Hıfzı Veklet Velidedeoğlu'mı göre; "En ünlü hukuk kitaplarında bile, kadınların düşünme ve uygulama konusundaki yeteneklerinin ektik okluğu kabul edilerek, vali ve devlet başkam olamayacakları yazılırdı."10 1924'te yeni bir Türk Medeni Kanunu hazırlandı. İstanbul'da Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan ve aile hukukunda istenen değişiklikleri yapmaya çalışan Aile Hukuku Komisyonunun çalışması istenildiği gibi çalışmadı. Komisyon her 15 günde bir çalışma raporları adalet bakanlığına gönderdi. Bu raporlar, bir erkeğin birden fazla kadınla olan 8 BCA- 30-18-1-2 / 51-6-7, 11.10.1934'te Cenevre'de imzalanan reşit kadın ticaretinin yasaklanması hakkındaki uluslararası sözleşmenin tasdikine dair kanun layihası. (24.01.1935). 9 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 101-102. 10 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 102. evliliğini ortadan kaldıracak bir değişikliğe neden olmaktadır. Bu çalışmalar süresince, 1917 Aile Yönetmeliğinin yasallaştırılmasına çalışıldı. Kadınlar belli şartlar altında boşanma, erkekler ise koşulsuz olarak alma hakkını elde etti. Bu önerilere cevap olarak, Türk aydınlarının neredeyse algılanamayan tepkileri, Türk basınında eleştirildi. Akşam gazetesinde Neemeddin Sadak, kadınların pasif durumunu kınadı. “Gerçekten de Halide Edip gibi feministler bile, bu tasarıyı kadın haklan açısından değil, uyumlu bir evlilik yaşamını engeller görüşünden harekette eleştirmişlerdir”.11 Toplumun yaşantısını belirleyen temel faktörler gittikçe içiçe girip karmaşık ve girift bir durum alırken, kadının statüsü de aynı süreci yaşamıştır. Bağımsızlık Savaşı sonrasında 15 Haziran 1923’te “Kadınlar Halk Fırkası” adıyla bir parti kuruldu. İkinci Meşrutiyet’in dergi ve derneklerinde yetişen kadınlar tarafından kurulan bu parti ilk siyasi oluşum olan Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan bile önce oluşmuştu. Böylece kadınlar Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan daha iki ay önce kendi partilerini kurmuş oldular. Fırka temelde sosyal, ekonomik ve politik alanda kadın hakları için mücadele etmeyi hedef olarak seçti. Fakat tüzüğü çok sert bulunan fırkaya resmi olarak izin verilmedi. Tek parti döneminin tek kadın örgütü olan Türk Kadınlar Birliği, 7 Şubat 1924 günü İstanbul’da kuruldu. Amacı kadınlığı fikri ve içtimai sahalarda yükselterek, çağdaş ve ileri bir düzeye ulaştırmak olan kadın birliğine göre genç kızlar gerçek bir anne olarak yetiştirilmeliydiler. Örgüte göre kadınlık dünyasındaki derin toplumsal yaralar sarılmalı, dul, kimsesiz ailelere ve ilkokuldaki çocuklarına yardım edilmeli, kadınlar iş hayatına özendirilmeli ve üretken kılınmalıydılar. Birliğe kadınlığın yükselmesini arzu eden her Türk ve Müslüman birey üye olabiliyordu. Faaliyet yıllarında Kadınlar Birliği Kadın Sesi adıyla bir dergi yayınlamış, Anadolu’dan İstanbul’a gelen kız öğrencilere yardım etmiş, fakir ve kimsesiz öğrencilere yemek çıkarmış ve yabancı dil öğrenmek isteyen kadınlar için kurslar açmıştı.12 “Kadın devrimi olarak adlandırılan yasal değişiklikler Cumhuriyet’le birlikte yerini almıştır. Bunların başında 1924 yılında çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, 1925 yılında kabul edilen “Kıyafet Kanunu” ve 1926 yılında kabul edilen “Medeni Kanun” gelmektedir. Bu yasalar kadınlara erkeklerle birlikte eşit eğitim olanakları sağlamıştır. “Şüphesiz bu durumda 1926’da kabul edilen Medeni Kanunu’nun payı büyüktür. Kadınlara oy hakkı mücadelesi birlik içinde bölünmelere yol açar ve Nezihe Muhiddin birlikten uzaklaştırılır. Ardından dernek yönetimine gelen grup, Cumhuriyet Halk Fırkası’sının talepleri doğrultusunda, tek parti yönetiminin kadınlara seçme ve seçilme haklarını tanıdığı için derneğin pek bir işlevi 11 12 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 102. Toprak, akt. Kırkpınar, 1999: 183. kalmadığı gerekçesiyle, birlik kendini fesheder.”13 Kara çarşaf veya peçe giyme zorunluluğuna son verilmiştir. Çok kadınla evlilik sona erdirilmiş, kadın ve erkek evlilik, boşanma ve miras gibi konularda eşit haklara sahip olmuşlardır. Oldukça uzun bir sürede aşama aşama gerçekleştirilen kadın hakları reformu, Cumhuriyet sonrası inkılâplar sayesinde kadının aktif bir konuma geçişini sağlanmıştır. Ulusal devrimi gerçekleştirerek, Cumhuriyet’in kurucusu olan Atatürk’ün başlıca hedeflerinden birisi de Türk kadınlarının toplumsal statüsünü köklü bir biçimde değiştirmek, hak ve özgürlüklerinde erkeklerle eşit haklara sahip bireyler haline getirmek olmuştur.”14 “Türk Kadın Birliği” 1927 Mart’ında İstanbul’da bir kongre topladı ve Başkan Nezihe Muhittin Hanım kadınlara oy hakkı ve yerel seçimlere katılma hakkı istedi. Bu konuyla ilgili dernek tüzüğünde de değişiklik yapıldı ancak İstanbul Valisi bu tüzük değişikliğini onaylamadı. Bunun üzerine hükümet devreye girerek tüzüğün onaylanmasını istedi. Böylece Türk kadınının siyasal haklarını sağlama yolundaki mücadelesi hükümet desteği ile başlamış oluyordu. Afet İnan’ın 1929-1930 öğretim yılında Öğretmen Okulu’nda yurttaşlık dersleri verdiği dönemde başından geçen bir olay bu mücadeleye daha da büyük ivme kazandırdı. Kız-erkek eğitim verilen bu okulda öğrencilerin seçimleri kavrayabilmesi için örnek bir belediye seçimi düzenlendi. Bu seçimi bir kız öğrencinin kazanması üzerine, erkek öğrencilerden biri bu sonuca itiraz etti. Bunun nedeni mevcut yasaya göre kadınların ne seçme ne de seçilme hakkının olmamasıydı. Mustafa Kemal Atatürk bu olayı Afet Hanım’dan duyunca hukukçularla görüş alışverişinde bulunmaya başladı. Diğer taraftan Afet Hanım’dan bu konuyla ilgili araştırma yapmasını istedi. Uzman hukukçuların çalışmaları sonrası 3 Nisan 1930 gün ve 1580 sayılı kanun ile Türk kadınına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Değinilen esaslar bağlanımda, 1924 yılında yapılan kanun projesi havada kalmıştır. Son olarak, 1926'da, Avrupa'daki en mükemmel aile hukuku sayılan İsviçre Medeni Kanunu, yeni bir yasa yapmadan kabul edildi. “Kadın haklarının esas temelini teşkil eden ve kadına toplumda eşit haklar sağlayan Medeni Kanun un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, Türk kadının gelişmesini engelleyen çelik halatlar koparılıp atılmıştı. Bu yasayla birlikte, çok karılılık yasadışı ilan edilmiş oluyordu. Evli olan kadına ve erkeğe eşi dikçi hir anlayışla, eşil boşanma hakkı tanındı. Böylece biçimsel olarak kadınların özgürlük ve eşitlikleri teminata kavuşturuldu. Çocukların velayeti, eskiden yalnızca erkeğe verilirken, artık ana vc babanın Hande Gülen, Kemalist Modernleşme’de Aile, Ulus, Kadın ve Kadın Yolu, Türk Kadın Yolu (1925- 1927) Dergileri, Sayı 2, 2011, ss. 152-164, s. 154-155. 14 Bilim, A.g.t., ss. 49-50. 13 her ikisine birden veriliyordu. Cumhuriyet felsefesi, 1926 yılında Medeni Kanun un kabulünü, "Türk kadınlığı medeni haklarım tekritr kazanmış re Türk ailesinin hakiki temellerinin yeniden kurulmuş oldu" biçiminde algılamışın’A 1926 yılının koşullarına göre Medeni Yasanın getirdiği bu hükümler kadına adeta çağ atlatmıştı. Ne var ki, demokratik gelişme dönemlerinde, kadının sosyal statüsüne paralel olarak kimi yönlerinin yemden ele alınıp düzenlenmesi gerekirken, ne yazık ki bu yeterince yapılamamıştır. Bu reformlar yapılamadığı için de, kadının daha da eşitlikçi duruma gelmesi gereken statüsü, düne göre geride kalmıştır.”15 1926'da kabul edilen Medeni Kanun, kadınların tüzel kişilik kazandıklarını belirtir. Bu yasa kadın hakları açısından geçmişe göre çok önemli bir adım olsa da, kadın haklarının sınırlarını bildiğini vurguluyor. Ünlü hukukçular medeni hukukun bazı problemleri olduğunu kabul ediyorlar, ancak yaş ilerledikçe ve koşullar değiştikçe bu problemlerin ortadan kaldırılması gerektiğini hatırlamaya ihtiyaç var. 3 Nisan 1930’da. Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını tanıyan Yeni Belediye kanunu kabul edildi. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Bey bir konuşma yaparak: Türkiye'de belediyeciliğin tarihini anlatmış, lahiyanın en bariz yönünün, Türk kadınlarının erkeklerle eşil hukuklarının tanınması olduğunu söylemişti. Ona göre Türk kadınları yakında meclislerde de faziletli yerlerini alacaklardı ve bunda hiç bir şüphe yoktu.16 Kadınlar siyasi haklar aldıkları için teşekkür ettiler ve teşekkürlerini o zamanlar bu şekilde tanımlayan Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya tarafından unutulmadı: "Kadınlarımızın intihap hakları dolayısiyle teşekkürü mütezammın olmak üzere, İstanbul’da müteşekkil Türk Kadın Birliği tarafından 10/4/930 günü saat dokuzda tezahurat yapıladığı ve program mucebince Şehremmaneti ve C. H. Fırkası binaları önünde durarak, erkanı hukumete teşekkür ve müteakiben Beyoğlu cihetine geçilüp Cumhuriyet Abidesine Çelenk vaz edildiği ve tezahuratın muayyen program dâhilinde ceryan edüp saat 13 de bila vukuat hitam bulmuş olduğu İstanbul Vilayetinin işlarından anlaşılmıştır. Arzederim efendim".17 26 Ekim 1933 yılında ise, Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi. Bu yıl ayrıca İstanbul‘da yapılmasına karar verilen Dünya Kadınlar Birliği Kongresinin hazırlıklarıyla geçti. 18 Marsilya'da yapılan bu Kongre'den Türkiye Kadınlar Birliği üyesi Seniha Rauf ve Lamia 15 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 103. Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 107. 17 BCA- 30-10-0-0 / 80-526-4 “Kadınlarımızın seçim hakları dolayısıyla teşekkür için, İstanbul'da Türk Kadın Birliği tarafından yapılan tezahürat.” (14.04.1930). 18 Müge Dişbudak, Türk Kadınlar Birliği, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, 2008, s. 48. 16 Tevfik tarafından yazılmış tam bir bildiri aldık.19 (Eklere bakınız). Malatya Milletvekili İsmet İnönü ve 191 arkadaşı, 1934 yılında Anayasa Kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bir madde eklenmesi için Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklifinde bulunmuşlardır. 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen kanuna göre, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçme hakkına sahiptir. Yine Teşkilat-ı Esasiye Kanunun 11. maddesi değiştirilmiş ve otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilme hakkını kazanmıştır. Türk kadınlarının, belediye seçimlerinde olmasına rağmen, belediye seçimlerine katılma hakkı olması, Doğu İslami geleneklerin bir toplumunun demokratikleşmesinde belirleyici bir adımdı. O zamanlar, çok partili demokratik süreç, 1924 yılında kurulan ancak 1925 Şeyh Sait ayaklanmasına bağlılığı nedeniyle kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın oluşturulması da dâhil olmak üzere iki büyük girişimde bulunmuştu. “İkinci büyük deneme, 1930 yılında, Atatürk'ün en yakın arkadaşlarından Ali Fethi Bey'in kurduğu, daha doğrusu Atatürk'ün kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın Türk siyasal yaşamı içinde yer almasıydı.”20 Bu deney de başarısız oldu ve olaylar, toplum, bürokrasi ve siyasi çevrelerin henüz çok partili bir tecrübeyi sindirme noktasında olmadığı olaylarla bildirildi. Bu durumda, toplumun politik kültürünü geliştirmek için adımlar atmak kaçınılmaz bir şekilde gerekliydi. Aslında, her türlü reform hareketi bu altyapının hazırlanmasına yönelikti. Türk kadınları, 1933 yılında ilk kez belediye seçimlerinde haklarını kullandılar ve İstanbul ve diğer şehirlerde seçildiler. O zamanın bu büyük demokratik Türkiye'sinin bir hilesiydi. Bu yıl bile, demokratik bir sistemi olan birçok ülkede kadınların siyasi hakları yoktu. 1930'da, yalnızca kadınların siyasi haklarının kısmen tanınmasıyla denetimli bir demokratikleşme süreci başlatıldı. Atatürk, 4 Haziran 1933 akşamı, devlet ve fikir adamlarıyla sohbet esnasında şunları söylemişti: "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o on yaşım doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Kadın haklarını tanımak da bunun bir gereği olacaktır. 1935 yılında, kadınların oy kullanma ve seçilme hakkı, Hukuk Komitesi üyeleri arasında ciddi tartışmalara yol açtı. Bu tartışmalar, kadınların askerlik için işe alınmasına odaklandı. Dahası, bu eğilime ciddi bir muhalefet yoktur. 1935 yılında yapılan ilk genel seçimde de 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne girmiştir. İlk kadın milletvekilleri şunlardır: Şükran Örsbaştuğ (Antalya), Nahiye Ergücü (Erzurum), Mebrure Gönenç (Afyon), 19 BCA- 30-10-0-0 / 229-541-11, Türk Kadınlar Birliği üyelerinden Seniha Rauf ve Lamia Tevfik'in, Marsilya'da toplanan Kadın Kongresi'ne ait raporları. (24.05.1933). 20 Kırkpınar (1998), A.g.e., s. 93-114, s. 108. Fatma Memuk (Edirne), Satı Çırpan (Ankara), Sabiha Gökçül (Balıkesir), Sabiha Görkay (Sivas), Behire Morova (Konya), Şekihe İnsel (Bursa), Hatice Özgünar (Çankırı), Huriye Önüz (Diyarbakır), Fakihe Öymen