Uploaded by User2253

Seyyid Hüseyin Nasr - İslam Ve Modern İnsanın Çıkmazı

advertisement
SEYYİD HÜSEYİN
İsLAM
NASR
VE MooERN
iNSANIN ÇIKMAZI
•
1
insan yayınlan
�
SEYYİD HÜSEYİN NASR
İsl.AM VE MODERN İNSANIN ÇıKMAZI
"Bu kitap İslam'ın fikri ve manevi mirası ile bu mirası
inceleme araçlarını tartışmak, hem Doğu'da hem de
Batı dünyasındaki modem insanın açmazlarını çözme
konusunda İslami
geleneğin öğretilerini sunmak
amacıyla yazıldı. Hem Doğu'da, hem de Batı'da
yaşayan modem insanın karşı karşıya bulunduğu ana
sorunları gündeme getirmeye çalıştı.. Batı'da birçok
insanın İslam medeniyetinin başarılarıyla her geçen
gün daha fazla ilgilendiği şu zamanda, bunlara İslam
geleneğinin canlı yapısını ve bugünkü sorunlarıyla
olan ilgisinin sunmanın özellikle önemli olduğuna
inanıyoruz. Ve yine, İslam dünyasındaki modernleşmiş
öğelerin, etkilerinde kaldıkları güçlerin gerçek yapısını
öğrenmeleri ve İslam geleneğini, bugün bizzat İslam
dünyasının içinde kendisini tehdit eden bu güçlere
karşı savunmaya daha iyi hazırlıklı olabilmeleri için
gelip geçmekte olduğu duygularını da taşıyoruz."
ISBN 975-574-310-3
'
·[i �
"i i
.lllHlllll 11
insan yayınlan ;\
nas ı ·
/
llitaplığıy
insan yayınları
:
1
seyyid hüseyin nasr kitaplı ğ ı
:
1
genişletilmiş üçüncü baskı
istanbul 2001
isbn 975-574-310-3
orijinal ismi
islam and the plight of modern man
islam ve modern insanın çıkmazı
seyyid hüseyin nasr
çevirenler
ali ünal-sara büyükduru
redaksiyon
sara büyükduru
. içdiizeıı
insan
kapak tasarımı
erhan akçao ğlu
baskı-cilt
istanbul matbaa&mücellit
insan yayınları
keresteciler sitesi, mehmet akif cad.
kestane sok. no: 1 merter / istanbul
tel.: 0212. 642 74 84 faks: 0212. 554 62 07
www.insanyayinlari.com.tr
insan@insanyayinlari.com.tr
-
-
-
'··- ·---
--
-
·
-
-
- -·.. --·--·----
- -
-
--
--
-
-
-
--
-
-
-
-- ---
�---·--·
-
- -
·---
-- - - ·-
- - --------··---- ··--
-------
xxxxxxxx
-- ---
·
İslam ve
Modern İnsanın Çıkmazı
-
SEYYİD HÜSEYİN NASR
Çevirenler
Ali Ünal - Sara Büyükduru
insan yayanlan
931J
_______
SEYYİD HÜSEYİN NASR
1933 yılında Tahran' da doğdu. Yüksek öğrenimini ABD' de,
Massachusette Institute of Technology'de fizik dalında yaptı.
Harvard Üniversitesi'nde bilim tarihi alanında doktora yaptık­
tan sonra 1958 yılında İran'a döndü. Bir süre Tahran Üniversite­
si'nde felsefe ve bilim tarihi profesörlüğünde bulundu. 1962-
1965 yılları arasında Harvard'da bilim tarihi dersleri verdi. 1972
yılında Tahran Üniversitesi rektörlüğüne getir ildi. Halen
ABD'de George Town Üniversitesi'nde İslam araştırmaları pro­
fesörü olarak görev yapmaktadır.
Na sr ' ı n b irçoğu yayı n e v imizce o l m a k ü z e r e T ürkçe'ye
kazandırılmış eserleri şun!ardır:
İnsan ve Tabiat
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
üç Müslüman Bilge
İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş
İslam: İdealler ve Gerçekler
Batı Felsefeleri ve İslam
Felsefe, Edebiyat ve Güzel Sanatlar
İslam ve İlim
Modern Dünyada Geleneksel İslam
Molla Sadra ve İltihl Hikmet
İslam'da Bilim ve Medeniyet
İslam Sanatı ve Manevzyatı
Makaleler (1-2)
Söyleşiler
Bir Kutsal Bilim İhtiyacı
Kutsalın Peşinde
Bilgi ve Kutsal
İslam'da Düşünce ve Hayat
Felsefe, Edebiyat ve Güzel Sanatlar
Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi
İçindekiler
Yeni Baskıya Önsöz ...9
Sunuş .11
. .
Birinci Kısım
İSLAM'IN BUGÜNKÜ DURUMU
1. Kenarla Eksen Arasındaki Çağc;laş Batı İnsanı ... 15
2. Günümüz Müslümanının Açmazı ...33
İkinci Kısım
KARŞILAŞTIRMALI YÖNTEM VE BATl'DA
İSLAM'IN ZİHİNSEL MİRASININ İNCELENMESİ
3. Metafiziği ve Felsefesiyle Doğu ve Batı .. . 45
4. İslam'ın Fikri ve Manevi Mirasını İncelenmede
Karşılaştırmalı Y öntemin Öneini 59
. . .
Üçüncü Kısım
İSLAM GELENEGİ VE MODERN İNSANIN SORUNLARI
5. Batı İnsanının Manevi İhtiyaçları ve Sufizm'in Mesajı .71
6. İslam'da Düşünce ve Eylem Birliği ...95
. .
Dördüncü Kısım
İSLAM VE MODERN DÜNYA ARASINDA ÇAGDAŞ MÜSLÜMAN
7. Günümüz jslam Dünyasında İslam ...113
8. Çağdaş Arap Dünyasında İslam . .128
9. İran'da İslam'ın Dünü ve Bugünü ..137
10. Çöküş, Sapma ve Yeniden Doğuş .. 165
11. Batı Dünyası ve İslam Karşısında Meydan Okuyuşları .. 175
.
_.
.
.
Dördüncü Kısım
SON SÖZ
Binyılın Yafağında İslam ..205
13. İslam ve Batı'nın Dünü, Bugünü ve Yarını Üzerine Düşünceler . .229
12. Üçüncü
.
.
İndeks . .. 245
"Allah göklerin ve yerin Nur'ııdur; O'nun Nuru, içinde lamba
bulunan penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içindedir.
Cam ise, sanki inciden bir yıldız; ne Doğuya, ne de Batıya ait
olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır."
Kur'an-ı Kerim, 24/35
YENİ BASKIYA ÖNSÖZ
e linizdeki kitap ilk yayınlandığından bu yana çeyrek asır geçti ve bu
süre içerisinde birçok baskısı ve tercümesi yapıldı. Uzunca bir süre­
dir İngilizce baskısı bulunmayan kitabın yeniden basımına dair meslek­
taşlarım ve dostlarım tarafından gösterilen ısrarlı ilgiler ve şahsıma
yö­
neltilen sorular doğrultusunda, yeni baskıyı hazırlarken her bir bölümü
bir kez daha gözden geçirip, gerekli yerlere güncelleyici ilavelerde bu­
lundum; dipnotları da aynı şekilde, yeniden tanzim ettim. Bu itibarla,
Arap dünyasında ve lran'da İslam'ın durumuyla ilgili olan 8. ve 9. bö­
lümler, ilk yazıldıkları döneme göre farklılaşan koşullar uyarınca, tama­
men yeniden yazıldılar. Ayrıca, lslam'ın bugününe ve Batı'yla ilişkileri­
ne değinen özet babında iki kısa bölüm, yeni bir son söz olarak kitabın
sonuna eklendi.
Kitabın muhtelif bölümlerinde sözünü ettiğimiz lslam'a karşı Batılı
meydan okumaların bazılarında da, yazıldıkları tarihten bu yana. belli
birtakım değişiklikler gerçekleşti. Bunun en belirgin örneği olarak
Marksizm'in geçirdiği değişim ve dönüşüm gösterilebilirse de, temel fi­
kir ve kavramların tamamen yok olduğunu söylemek mümkün değildir.
Son dönemlerde ortaya çıkan dönüşüm ve akımları dikkate alarak kimi
yerlerde yaptığımız değişikliklerle de bir �ez daha gördük ki, lslam ve
modern insanın çıkmazı sorunu bugün de, ilk yazıldığı dönem kadar
geçerliliğini korumaktadır. Kitap ilk yayınlandığında İslam dünyasında
son derece sıcak karşılanmış; Pakistan, Malezya, Türkiye ve Endonez­
ya'da muhtelif baskı ve tercümeleri gerçekleştirilmişti. Son olarak Arna­
vutça'ya çevrilen kitabın Farsçası da yakında gün ışığına çıkacak. Bu
10
•
İs l a m ve Modern İns a n ı n Çı kmaz ı
eser aynı zamanda, tarihi ve felsefi bir çalışma olmaktan çok yaşayan İs­
lam düşüncesinin modernizme bir cevabı olarak, kimi batılı ilim adam­
larınca da ciddi bir ilgiye mazhar oldu. Esasen bu kitabı yazarken mu­
hatap alınan iki ana grup vardı: Batılı ve modern eğitim almış müslü­
manlar ile ciddi Batılı İslam uzmanları. Ve yine, bir anlamda bu iki gru­
ba dahil sayabileceğimiz üçüncü bir grup olarak İslam ve Ban alanında
din ya da felsefede karşılaştırmalı çalışmalar yapanlar da, kitabımızın
hedef kitlesi içindeydi.
Umarız bu grupların ilgisini yeni baskımızda da muhafaza ederiz.
Bütün bunların ötesinde gayemiz, hakikati menfaatlere kurban etmek­
sizin, İslam ve onun geleneksel
gerçekliğiyle Batı arasında daha iyi bir
anlayış tesis edebilmektir. Bugüne dek bilimsel faaliyetimiz süresince
gerçekleştirdiğimiz muhtelif çalışmalarla, bu karşılıklı anlayış düşünce­
sini olabildiğince işlediğimiz kanaatindeyiz. İnsanlar medeniyetlerin di­
yaloğundan söz etmeden çok çok önce biz bu diyalog fikrini ısrarla vur­
gulamış; bütün geleneksel medeniyetlerin temelinde yatan ve Avrupa
Rönesansı boyunca modernizmin kendisine kar ı isyan bayrağı açtığı
gelenekse] ilkelerin anlaşılması için gayret göstermiştik.
Birçok çalışmamızda bu medeniyetler arası diyalog teması yer al­
makla birlikte, İslam ve Batı bağlamında diyalog fikrinin nüvesini bu ki­
tap teşkil etmektedir. Bu nedenle, medeniyetlerin diyaloğu fikrinin kü­
resel anlamda geçerlik kazandığı şu yeni binyılın eşiğinde, lslam ve Mo­
dern insanın Çıkmazı'nın genişletilmiş ve gözden geçirilmiş yeni baskı­
sının yapılıyor olması, bizi çok daha mutlu kılmaktadır. Umarız bu ye­
ni baskı, ciddi müslüman düşünürlerin Batı'yla diyalog kavramının içe­
riğine dair sahih bir bilgiye sahip olmalarına ve İslam'la diyaloğun tesi­
si için çaba sarfeden samimi Batılı ilim adamlarının, gelenek kavramı­
nın genişliğine ve derinliğine uzandığı bütün alanlarda geleneksel İs­
lam'ın savunuculuğunu asırlar boyu ve hala sürdüren müslümanların
temel fikirlerini anlamalarına fırsat verir. Ve yine umarız bu kitap, bü­
tün sahih dinlerin özünde yatan ve fakat modern dünyanın unutmayı
ya da görmezden gelmeyi seçmesiyle sadece insanlık için değil bütün
bir yeryüzü hayatı için feci sonuçların ortaya çıktığı ilke ve öğretileri
arayan; İslam dünyasında ve Batı'da hakikate derinden bağlı insanların
birbirlerine yaklaşmalarına mütevazı bir katkı sağlar.
Bethesda, Maryland
Rabi'al-sani, 1421 Ağu�tos 2000
SUNUŞ
b
atılılaşmanın yaygınlaşarak lslam'ın kalesini tehdit ettiği bir zaman­
da, Batı'da yavaş yavaş, erkek olsun kadın olsun pek çok kişi ls­
lam'ın ve İslam medeniyetinin iç zenginliklerine yöneliyor. Bu paradok­
sal durum, İslam vahyinin ilkelerinin yeniden vurgulanmasını ve Kur'anı
vahy'den kaynaklanan geleneğin dallarında yer alan öğretilerin yeni baş­
tan ifade edilmesini gerekli hale getirmiş bulunuyor. Modernizm'in ken­
disini içine ittiği dört yanı çevrili bataklıktan çıkış yolu arayan Batı insa­
nına ve İslam medeniyetinin öz varlığını tehdit eden yıkıcı güçlerle savaş­
mak için tutunacak bir dal arayan modernleşmiş Müslüman'a İslam'ın
öğretilerini sunmak için, bu gereklilik yerine getirilmelidir.
Elinizdeki kitap bu yönde atılmış mütevazı bir adımdır. Burada, Do­
ğu'da ve Batı'da modern insanın karşı karşıya bulunduğu temel sorun­
ları ele almaya; lslam'ın bugünkü zihinsel ve manevi mirasını inceleme
yollarını tartışmaya ve nihayet, Doğu'da ve Batı'da modern insanın aç­
mazını çözme konusunda İslam geleneğinin öğretilerini uygulama yol­
larını sunmaya Çalıştık. Modernizm'in Batı'daki olumsuz etkilerinin yal­
nızca Batı insanının birtakım kusurlarından kaynaklandığına ve Do­
ğu'da bu etkilerden kaçınılabileceğine inananlardan değiliz. Amacımız,
12
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
sırf İslam dünyasıyla Batı arasındaki coğrafi ve hatta kültürel tezatları
göstermek de değildir. Bizim işimiz Gerçek(Hakk) iledir; geçmiş, şimdi
ve gelecek tüm zamanlarda, Doğu'da, Batı'da her yerde tüm insan ey­
lemlerinin tek ölçüsü olarak geleneğin (din) içerdiği Gerçek'le; ve bu
gerçeğin yeryüzündeki son görünüş biçimi olan, zaman ve mekan sınır­
larının ötesindeki kalıcı ve değişmez arketiplere göre gayrimüslim ya da
müslüman bugün yeryüzünde yaşayan tüm insanların düşünce· ve ey­
lemlerini yargılayacak gerekli ölçüye sahip yaşayan bir gerçeklik olan
İslam'la. Batı'da pek çok insanın İslam medeniyetinin başarılarıyla her
geçen gün daha fazla ilgilendiği şu zamanda, bu insanlara, lslam gele­
neğinin capcanlı doğasını ve bugün yaşadıkları sorunlara ilişkin yönü­
nü göstermenin bilhassa önemli olduğu kanaatindeyiz. Ve yine, İslam
dünyasındaki modernleşmiş öğelerin, etkilerinde kaldıkları güçlerin
gerçek doğasını öğrenmeleri ve İslam geleneğini, bugün İslam dünyası­
nı bizzat içeriden tehdit eden bu güçlere karşı savunmaya daha iyi ha­
zırlıklı olabilmeleri için, zamanın giderek daralmakta olduğu düşünce·
sindeyiz.
Elinizdeki kitaba, son yıllarda, burada ele alınan konuyla ilgili ola­
rak yazdığımız makalelerde yer alan bazı materyalleri de koymuş bulu­
nuyoruz. Yine, konunun niteliğiyle ilgisi olduğu için, daha başka y.azı­
larımızda da görebileceğiniz bazı kanıtlan ve tartışmaları burada bir kez
daha sunmak zorunda kaldık. Geleneksel doktrinleri ve günümüzdeki
duruma nasıl uygulanabileceklerini açıklarken, birtakım tekrarlar za­
man zaman kaçınılmaz olmaktadır.
Son olarak, kitabın metnini gözden geçirdikleri için Sayın William
Chittick ile sayın Peter Wilson'a ve el yazmasını yayma hazırlayan Ba­
yan I. Hakemi'ye şükranlarımı sunuyorum.
S.H. Nasr
Tahran
20 Şaban 1394 8 Eylül 1974
-
BITRRNCil Kil§lM
İSLAM'IN BUGÜNKÜ DURUMU
B i r i nci B ö l ü m
KENARLA EKSEN ARASINDA
ÇA G DAŞ BATI İNSANI
Yitmiş zerreleri çek Merkezi'ne, g e l hele ,
Sonsuz Aynası ol şunların, görmüştün ya işte .
Karanlığa saçılmış darmadağın ışınların
Dön geri , Güneşi'ne dön, orda rahatın.
Ferid'üd-din-i Attar, Mantıh'ut-Tayr
Guru'm bana tek bir düstur söyledi:
"Dışarıdan en içteki bölüme gir!"
Benim için kural ve düstur bu oldu.
Keşmir'li kadın veli Laila Vakyani
h
er ne kadar bu çalışma öncelikle lslam ve Müslümanlar'ı ele alıyor­
sa da, -lslam dünyası üzerinde son yüzyılda yaptığı etki, lslam tari­
hinin başlangıçtan bu yana şahit olmadığı türde bir yıkıma neden olan­
modern dünya, lslam'ın mesajı ve bu mesajın çağdaş Batı için taşıdığı
önemle de doğrudan ilintilidir. Bu yüzden, konuya modern Batı insanı­
nın ve tabii diğer kıtalardaki taklitçilerinin durumunu inceleyerek gir­
mek gayet uygun olacaktır; ki böylesi bir inceleme, hem modern toplu­
mun hem de doğal çevrenin son 20-30 yıldır .karşı karşıya olduğu hızlı
kirlenmenin sonucu olarak, gitgide daha gerekli ve acil hale gelmektedir.
İnsanın kendi buluş ve faaliyetlerinin teknoloji formunda insan
kültürüyle karşı karşıya gelmesinin yanı sıra, doğa hakkında edinmiş
olduğu bilginin uygulamada daha çok doğal çevrenin yıkımı yönünde
etkisini göstermesi de, modern dünyada, özellikle Batı'da, çoklarının ni­
hayet, insan kavramının modern medeniyetin doğuşundan bu yana Ba­
tı dünyasında taşıdığı geçerliliği sorgulamaya başlamasına yol açmış bu-
16
•
İsl a m ve Modern İnsa nın Çıkm azı
lunmaktadır. Fakat, son zamanlarda ortaya çıkan bu uyanışa rağmen,
böylesine dev bir sorunu anlamlı ve yapıcı bir şekilde tartışabilmek için,
önce ortamı en derin sorunları tartışmaktan alıkoyan engellerden te­
mizlemek gerekiyor. Modern insan, kim olduğunu unutmaya başladığı
gün yaktığı ateşte ellerini de yakmıştır. Doğal çevre üzerinde egemenlik
kurmak için Faust tarzında ruhunu satmakla insan, çevreyi kontrolün
onu boğmaya dönüştüğü; sonuç itibarıyla da yalnızca çevreyi yok et­
mekle kalmayıp intihara da yol açan bir durum yaratmıştır.
Tehlike tekrar gerektirmeyecek ölçüde açıktır. Daha yirmi yıl önce
herkes fiziki ve maddi anlamda insanın sınırsız gelişme imkanlarından
söz ederken, bugün -artık Batı'da yaygınlık kazanmış bir deyim olarak­
'gelişmenin sınırları'ndan ve öyle ki, hemen geliverecek bir felaketten
dem vurulmaktadır. Fakat, bunalımın kendileriyle tahlil edildiği kav­
ram ve faktörler, peşinde koşulan çözüm yolları ve hatta, görünürdeki
bir kıyametin tasvirinde kullanılan renkler, genellikle modern insanı
bunalıma iten öğelerle aynı olmaktadır. Dünya hala manevi bir ufuktan
yoksun görünmekledir; ve bu, böyle bir ufuk bulunmadığından değil,
çağdaş manzaraya bakanların, varlık tekerleğinin kenarında yaşayan,
dolayısıyla her şeye kenardan bakan insanlar olmasındandır. Onlar te­
kerleğin çubuklarına karşı kayıtsız ve her şeye rağmen ulaşabilecekleri
eksene veya Merkez'e karşı bütünüyle vurdumduymaz tutumlarını sür­
dürmektedirler.
Teknolojinin doğal çevre üzerinde yaptığı yıkım, su, hava ve çevre
kirlenmesi vb. tüm sorunlar, modern insanın tutulduğu hafıza kaybı ya
da unutkanlık hastalığından ileri gelmektedir. Modern insan kim oldu­
ğunu unutmuştur, o kadar. Kendi varlığının kenarında yaşayarak, dün­
ya hakkında nitelik olarak yüzeysel ve fakat nicelik olarak sersemletici
bir bilgi edinebilmiştir. Dünyaya yansıttığı, kendisinin zahiri ve yapay
bir imajıdır. 1 Ardından da, dünyayı böyle zahiri terimlerle öğrendiği
Ç
i in, bu zahiri bilgiye yaslanarak kendi imajını kurmaya girişmiştir.
Kendisinin son derece zahiri imajıyla çevresindeki dünya arasında her
defasında aşağı yukarı salınıp durarak ve hem kendisinin hem de koz­
mik çevresinin Merkezi'nden çok uzaklara kayarak, peşpeşe "düşüş"le­
re uğramıştır� Modern Batı insanının -zaman içinde atasını, mekan için­
de merkezini temsil eden- geleneksel insanın tarihsel arka planından
koparak gerçekleştirdiği sözümona gelişmenin tarihi, Me_rkez'den ve
varlık tekerleğinin ekseninden, çubukları boyunca şu anda oturduğu
Çağda ş B a tı İns a n ı
•
17
kenara doğru aşama aşama uzaklaşma mın tarihidir. Fakat, nasıl kena­
rın varlığı, kendisini tekerleğin eksenine bağlayan çubukların varlığını
öngörüyorsa, aynı şekilde, insanın varlığı da Merkez'in ve .eksenin var
olduğunun simgesidir; ve bundan dolayıdır ki, çağlar boyunca yaşayıp
gelen insanlarla, asli ve sonsuz gerçekliği içindeki İnsan arasında var
olan kaçınılmaz bağlantı, tüm dışsal değişim ve başkalaşımların üstün­
dedir ve üstünde olmaya devam edecektir. 2
Modern insanın pek çok soruna, ilk başta bu sorunlara yol açan et­
kenleri göz önüne almaksızın giriştiği çözüm bulma eğilimi, kendisini
en çok genel anlamda sosyal bilimlerde; özelde ise, insanı konu edinen
ve insan doğasına bir bakış getirdiği sanılan bilimlerde göstermektedir.
Göksel olana isyan etmiş olan modern insan, -geleneksel İslami bilim­
lerde gördüğümüz biçimde- Kalbin (Intellect)3 ışığına değil de, duyula­
rın verilerini elekten geçiren insan aklının gücüne dayalı bir bilim ya­
ratmıştır. Fakat bu bilimin kendi alanındaki başarısı öylesine büyük ol­
muştur ki, çok geçmeden tüm diğer bilimler onu taklit etmeğe başla- ·
mış; sonunda, felsefenin yıl yıl mantıksal analiz, zihinsel akrobasiler ve­
ya yalnızca bilgi edinme kuramlarıyla karmakarışık bir biçimde anlaşıl­
masına; klasik sosyal bilimlerin ise, insan doğası hakkındaki edebi sez­
gilerin bile bugünün öğrenci ve araştırıcılanna ulaşmasının önüne set
çeken nicelikçi sosyal bilimlere dönüşmesine yol açan geçtiğimiz yüz­
yılın kaba pozitivizmi doğmuştur. Batı üniversitelerinde doğa bilimleri
ve matematik karşısında psikolojik ve zihinsel bir aşağılık duygusu at­
mosferi içinde öğretilen sözde sosyal (insani) bilimleri; umutsuzca 'bi­
limsel' olmaya çalışan, ama bu yüzden saçmalığa denmese de tam bir
yapaylığa düşen 'sosyal bilimler'i en çok eleştirenler arasında bazı bilim
adamları da vardır.4 Modern zamanlarda sosyal bilimlerin çöküşünün
nedeni, insanın kendisini ve her zaman sahip olduğu Benlik hakkında­
ki doğrudan bilgisini yitirmesi ve kendisi hakkında dışardan edinmeğe
çalıştığı dolaylı dışsal bir bilgiye; iç bilinçten, tekerleğin ekseni ve her
zaman insanın önünde durup onu bir ışık şuası gibi göksel güneşe bağ­
layan çubuklardan yoksun, kenardan alınmış, edebi anlamda 'yapay' bir
bilgiye dayanmasıdır.
Geleneksel insan kavramıyla 'bilimsel' ve post-modern kavramları­
nın karşı karşıya gelişinin yarattığı birtakım sorular, bu arka plan göz
önüne alınarak tahlil edilip cevaplandırılmalıdır. lnsanların zihninde
uyanan bu soruların ilki, "lnsan davranışı hakkındaki parçalı bilimsel
18
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
kanıtın, geleneksel anlamda 'insan doğası' denilen şeyle ne tür bir ibn­
_
tisi vardır?" sorusudur. Bu soruyu cevaplamak için, insan olma gerçek­
liğinin onun dış yansımalarından herhangi biriyle açıklanamayacağını
hatırda tutmak gereklidir. Belli bir insani eylem veya davranış her za­
man bir varlık halini yansıtır; ve bunun incelenmesi bizi, parçanın bü­
tünle olan ilişkisi konusunda bir bilinç sağlıyor olması hasebiyle, eylem
veya davranışta bulunan kişinin varlık hali hakkında belli bir tür bilgi­
ye götürebilir. İnsanın davranışı hakkında varılan parçalı bilgi, dalgala­
rın denizle olan ilgisi gibi insan doğasıyla ilgilidir. Bu ilgi hem neden­
sel, hem de özseldir. Fakat, genişliği ve sınırlandırılamaz ufukları için­
de deniz -Sonsuz'u yansıtan deniz ve eşsiz huzur ve durgunluğu- hak­
kında bir görüş sahibi olunmadıkça, dalgalarını incelemekle köklü bir
deniz bilgisine erişilemez. Parçalı bilginin bütünle ilgisi, ancak bütün
hakkında kalbi (intelectual) bir vizyon olduğu zaman kurulabilir.
Parçalı insan davranışı hakkında yapılacak dikkatli bir 'bilimsel' in. celeme, tam da modern insan davranışı bilimlerinin şu kadar dalının sözüm ona gerçek bilimlerin, varsa tabii- bizzat insan olma halinin an­
lamı üzerine koyduğu önsel (a priori) sınırlamalardan5 ötürü, insan do­
ğasının daha derin yönünü ortaya koymakta yetersiz kalmaktadır. Bu­
günün en modern antropologlarında rahatça tanık olunabileceği üzere,
farklı insan kültürlerinde insan hakkında, 'antropo' hakkında böylesine
az bilginin var olduğu tarihte görülmemiştir. Afrika'nın efsuncularının
bile (Müslüman bilgeleri bir yana bırakın) insan doğası hakkındaki bil­
gileri, modern davranışçılarınkinden ve taifelerininkinden çok daha de­
rindir; çünkü birinciler esas olanla ilgilenirken, berikiler arızi olanla il­
gilenmektedir. Aynı şey, insan tabiatının asli bir gerçekliği olduğunu
reddeden ve esas olanı arızi olanla bir tutan post-modern düşünürler
için de geçerlidir.
Evet, arızi olanların da taşıdığı bir gerçeklik vardır; ama, yalnızca
ontolojik olarak kaynaklandıkları özle ilişkileri oranında bir anlam
ifade ederler. Aksi takdirde arızi olanları ve dışsal olguları belli belir­
siz toplar; öze ya da esasa hiçbir zaman ulaşamazsınız. Modern mede­
niyetin, eşyanın iç anlamına niteliksel olarak nüfuz etmek için nicelik­
sel bilgi yığma şeklindeki klasik hatası, diğer alanlarda olduğu gibi bu­
rada da işlemektedir. Parçalı davranışı, bu davranışın nedeni olan in­
san doğası hakkında hiçbir vizyona sahip olmadan incelemek, bizi as­
la insan doğasına ilişkin bir bilgiye ulaştırmayacaktır. Eksene veya
Çağdaş B a tı İnsan ı
•
19
Merkez'e yaklaşabilmek için çubuklara geç miş olmak bir yana, sonsu­
za dek tekerleğin çevresinde döner dururuz. Ancak bir vizyon m evcu t­
sa, o takdirde zahiri insan davranışı hakkında bilgi sahibi olmak, her
zaman için b ir toparlanma ve d ış etki aracılığıyla nedene dönme fırsa­
tı sağlayabilecektir.
İslam metafiziğinde N ihai Gerçekliğe , doğrudan doğruya "O ilk'tir
ve Son'dur, Zahirdir ve Batın'dır" (Hadid: 3) ayetine dayanılarak dört te­
mel nitelik biçilmiştir. Diğer anlam düzeylerinin yanı sıra bu atıfın da
tartışmamızla doğrudan ilgili bir anlamı vardır. Allah, N ihai Gerçeklik
hem İçte Olan (el-Batın) , hem de Dışta Olan (ez-Zahir) dır; Merkez'dir
ve Çevre'dir. Dindar insan Allah'ı Batın o larak görür; Ruh dünyasına
bütünüyle vurdumduymaz olan laik insan ise yalnızca Zahir'i görür, fa­
kat tabii ki Merkez hakkında en u fak bir bilgiye sahip olmadığı için , bu
zahirin de Merkez'in ya da llahı Olan'ın bir tezahürü olduğunu kavra­
yamaz. Bu yüzden de parçalı bilgisi , çevrenin veya kenarın tümünü ve
dolayısıyla Merkez'i kuşatamayacaktır. Kenarın bir bölü mü, başvuru
noktası veya Merkez'i bulunmayan bir şekil olmaktan öteye geçemez;
kenarın tümü ise Merkez'i yansıtmaktan başka bir şey yapamaz . Beri
yandan, bilge kişi Atlah'ı hem İ ç hem Dış olarak görür. Parçalı dış bil­
giyle Merkez arasında ilgi kurabilir ve kenarda Merkez'in yansımasını
görebilir. Ama bunu , Merkez hakkında ö nsel ( a priori) bir bilince sahip
oluşundan ötürü gerçekleştirebilmektedir. Dış dünyayı -ister bizsiz fizi­
ki dünya olsun, ister insan varlığının dış kabuğu olsun- İç Olan'ın (Ba­
tın'ın) bir tezahürü olarak görmeden önce, inanç ve bilgiyle İç Olan'a
bağlanmış bulunmak gereklidir. 6 Bu ilkeden hareketle , büge kişi parça­
lı bilgiyle insan doğasının daha derin katmanları arasında bağlantı ku­
rabilir; fa kat, içindeki Batıni boyu tun ve· çevresindeki Evren'in fa rkında
olmayan biri için parçalı bilgi , parçalı olmaktan öteye gidemez; özellik­
le de bu bilgi , üyelerinin çoğunluğunu insan varlığının en dış katman­
larında yaşayan ve varlıklarının daha deruni boyutunu davranışlarına
nadiren yansıtabilen kişilerin oluşturduğu bir insan topluluğunun dav­
ranışlarının gözlemlenmesine dayalı bir bilgiyse.
Bu son nokta,' sözü edilen ilkelerin tartışılmasını tamamlay ıcı bir
_
gözleme götürüyor bizi. Batı insanı kendi dünyasında , yüksek bilinç
düzlemlerinde veya varlığının derin katmanlarında yaşayan pek az in­
sanla karşılaşır. Bu sebeple, Batılı sosyal bilimcilerin çoğunun yazıların­
da , özellikle İslam gibi gelenekler üzerinde yaptıkları çalışmalarda ra-
20
•
İslam ve Modern İnsanı n Çıkma zı
hatça görülebileceği gibi, söz konusu insan tipi çoğunlukla belli türde
insan davranışlarından haberdardır. lnsan davranışı hakkında sahip
olunan parçalı bilgi, yalnızca dtş gözleme de dayalı olsa, geleneksei in­
sanın -Merkez'i olan bir dünyada yaşayan insanın- davranışı konusun­
da yapılmış bir çalışma olmadıkça, modem insana, insan doğasının baş­
ka boyutlarının dolaylı olarak bile farkına varması konusunda yardım­
cı olamaz. Farkh toplumlarda yaşayan geleneksel insanların, özellikle ister Çinli, ister Müslüman, ister Kuzey Amerika'da oturan Kızılderili
veya isterse bir başka geleneksel ortamdan gelen- velilik ve bilgeliğin en
üst düzeyinde bulunan insanların, büyük sınamalar karşısında, ölüm
karşısında, bakir doğa ve kutsal san'atın güzelliği önünde veya hem in­
sani, hem llahI aşkın sancıları içinde ortaya koydukları davranış, mo­
dern gözlemci için insan doğasının özelliklerini açıkça sergileyecektir.
Bu tür davranış, insanın, kendi ufak tefek buluş ve yapıtlarının dar çer­
çevesine tutsak edildiği bir dünyada unutulup gitmiş bulunan cidden
şaşırtıcı insan doğası içindeki ihtişamı tasvire yarayacak bir süreklilik
ve kesintisizliği açığa çıkaracaktır. Bu noktadan bakıldığında, insan
·
davranışı hakkındaki parçalı bir bilgi, insan doğasının belli yönleri üze­
rinde bilgi edinmeye yardımcı olabilir. Fakat, hangi durumda bulunu­
lursa bulunulsun, kenarı ve çubukları da 'içeren' Merkez veya eksen bi­
linmedikçe, bu doğa hakkında tam bir bilgiye ulaşılamaz. lslam Pey­
gamberi'nin meşhur bir sözü vardır: "Kendini bilen Rabbini bilir"(*).
Fakat, "kendi", insan varlığının Merkezi'nde oturan Benliği simgeledi­
ğinden, bu deyiş bir başka açıdan tersine çevrilebilir. Yani, insan ancak
Allah'ın ışığında kendisini bilebilir, çünkü, izafi olan, Mutlak'la ilgi ku­
rulmadan bilinemez.
Bugün sık sık ortaya konan ve ele almak zorunda olduğumuz ikin­
ci soru, "bilimsel 'nesnellik' ve bulgularının, geleneksel olarak kullanıl­
dığı biçimde 'insan doğası' deyimiyle karşılanan evrensel ve değişmez
olanın ölçüleriyle ne tür bir ilgisi vardır?" sorusudur. Bu soruya cevap
vermek için, her şeyden önce bir kez daha, özellikle konu insan oldu­
ğunda, bilimsel nesnellikle neyin kastedildiğini tanımlamak gerekir. En
azından bilim felsefesinde uzman olmayanlar için, sanki biri diğerini
çağrıştırıyormuş gibi, nesnellikle modern bilimi bir arada düşünmek
( *) Hadisçilere göre sahih kabul edilmeyen bu söz, sufilerce hadis kabul edil­
miştir. Bkz. Acluni, Keşfu'l-Hafa,
c.
2,
s.
361. (ç.n.)
Çağdaş Batı İnsanı
•
21
olağan hale gelmiştir. Fiziki dünyayı incelerken kuşkusuz modern bili­
min sınırlı bir nesnelliği söz konusudur; fakat, bu alanda bile, sembol­
cü ruhun dumura uğradığı ve Ruh dünyasını fiziki dünyanın içinden ve
ötesinden görme hediyesinin tümüyle yitirildiği tarihsel varlığının belli
bir anında, bu nesnellik de belli bir insanlık öznelliğiyle kuşatılmış du­
rumdadır. Geleneksel Müslüman'ın "nesnel" olarak gördüğü �le, bugün
modern insanın Aşkın boyuttan yoksun biçimde dünyaya yönelttiği
'nesnel' bakış kesinlikle aynı değildir. Fiziki dünyada bile, modern bili­
min ağına yakalanmayan ne varsa (Sir Arthur Eddington'un ünlü tasav­
vuruyla) bütünüyle ihmal edilmekte ve var olmadığı 'nesnel olarak' ka­
nıtlanmaktadır. Sanki, bir konserde bulunan sağır bir dinleyici kitlesi
hiç bir müzik işitmediklerini teyid etmiş ve aynı görüşte olmaları duru­
mun nesnelliğinin bir kanıtı sayılmıştır.
Şu halde, eğer bizzat fiziki dünya alanında bile modern bilimin söz­
de 'nesnellik' kavramı büyük bir basiretle kullanılacak olsa ve modern
bilimin 'nesnel olarak' tanımlanmış dünyasının dışında yattığı için doğa­
nın nicelikli ve sembolik yönleri ihm:al edilmese, konusu insan olan
araştırma alanında bu 'nesnelliğin' çok daha önemle gözönüne alınması
gerekecektir. Fiziki bilimlerin yöntemlerinin konusu insan olan çalışma­
larda aynen taklit edilmesi, Batılı bilim adamlarına bütün çağların ve ik­
limlerin insanları· hakkında yüklü bir malumat edinme imkanı vermiş;
fakat, modern bilimin felsefi temeli en nihayet Kartezyen bir temel oldu­
ğu ve insanın incelenmesi konusunda gerekli arka planı sağlayamayaca­
ğı için, bizzat insan konusunda hemen hemen hiç bir şey kazandırma­
mıştır. Daha onyedinci yüzyılda Dekart'ın beden-zihin ikilemi Avrupa­
lı'nın kafasında, Hermetik gelenekte bütünüyle açıklanmış ve lslam fel­
sefesinde sık sık tekrarlanmış olan insan varlığının çok daha derin -ce­
set, nefs, ruh- üçlü bölünümü imajını saptırmış bulunuyordu. Bu yanlı­
şa Ondokuzuncu yüzyılda, farklı çağların insanları hakkındaki olguların
toplanmasını,. hiç olmazsa insan hakkında şu veya bu biçimde bir bilgi­
ye ulaşma yolu olmaktan alıkoyan daha kötü bir yanılsama eklendi.
Bu yanılsama, bugün genellikle anlaşıldığı biçimiyle evrim görüşü­
dür. Evrim, önceki yüzyılda bilimsel bir olgu şeklinde ortaya çıkan ve
bilimsel bir hipotez olmaktan öte hiçbir anlam ifade etmeyen bir illüz­
yondur; biyolojik düzlemde meydana geldiği konusunda en ufak bir ka­
nıt bulunmamasına rağmen, okullarda, kanıtlanmış gibi öğretilmekte­
dir. Burada biyolojik evrim üzerinde tartışmaya girecek değiliz; zaten
22
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
biyolog ve j eologların karşıt yazıları , özellikle son yıllarda verilen eser­
ler oldukça fazladır. 7 Fakat, insan konulu incelemelere baktığımızda,
evrim düşüncesinin antropoloj iye girişinin, bilimsel alanda biriken ger­
çeklerin insan doğasının evrensel ve değişmez yanıyla olumlu ilişkisini
imkansız kıldığını görürüz. Antro poloj i , sosyal bilimler ve hatta edebi
bilimler alanında çalışan Batılı bilim adamları ve bilginler, yalnızca de­
ğişimi incelemek üzere yetiştiriliyorlar. Herhangi bir değişim , ne kadar
önemsiz olursa olsun önemli bir değişim yerine konmakta; oysa değiş­
mez olan bilinçsizce ölü veya önemsizle özdeş tu tu lmaktadır. Sanki in­
san, yalnızca bulu tların hareketini incelemek ve değişmez, sonsuz bo �
yu tlanyla bulu tların hareketini gözlemde ana ortamı oluşturan gökyü­
züne tümüyle vurdumduymaz kalmak üzre yetiştirilmiştir. M odern di­
siplinlerin üre ttiği insan konulu çalışmaların büyük çoğunluğunun
önemsiz sonuçlar doğuran ve hemen hemen her adımda sosyal düzenin
önemli bir yanını görmeden geçen eften-püften çalışmalar olması, hiç
de şaşılacak bir durum değildir. Pek çok basit geleneksel halk öyküsü
vardır ki , insan hakkında , çoğunlukla "hayati değişmeler " olarak sunu­
lan şeyler üzerinde çıkarılmış cilt cilt istatistiklerden çok daha fazla bil­
gi verir. Oysa , bugün gözlemlediğimiz en hayati değişim, insanın kendi
kalıcı doğasına an be an yabancılaşmakta olduğu ve bu doğayı unutma
noktasına geldiğidir; öyle ki bu, geÇici değil, bu yolu seçen insan üze­
rinde bir afet etkisi yapacak özel likte bir unu tkanlık. Tabii ki bu, 'nes­
nel' bilimsel yöntemlerin kesinlikle inceleyemeyeceği bir değişimdir.
Yine de, ilke bazında, nesnel olarak birikmiş bilimsel olgularla, ka­
lıcı ve evrensel göstergeleri içindeki insan doğası kavramı arasında illa
ki bir çelişki bulunması şart değildir. Ne nesnel ne de bilimsel olan bu
evrimci düşünce adlı zihinsel defo rmasyonun çıkardığı engeller o rtadan
kaldırılacak olsa, insan hakkındaki olgu birikimi, görenleri kör edecek
kadar net bir biçimde , -olguların boyutlarının ö tesinde kalacağı için- ta­
rih ö tesinde olmasa da, en azından tarihsel döneml erde ve dünyanın çe­
şitli yörelerinde insanın zamanı ve mekanı aşıcı karakterini sergileye­
cektir. Bu tür bir deneme, insan doğasını , kendisinden tarihin belli an­
larında ve belli halklar arasında kopma ve sapmaların kaydedildiği , ama
hemen ardından, ölçünün yeniden kurulmasına varan traj edi ve felaket­
lerle doğrul tulduğu sürekli ve kalıcı bir şey (Kur'an'ın 'fıtrat' adını ver­
diği bir doğa) olarak tanımlayacaktır. Kur'an gibi kutsal kitaplar, diğer
anlam düzeylerinin yanı sıra , bu insan doğası kavramını görkemli bir
Çağda ş B atı İnsanı
•
23
biçimde vurgu layan insan ruhunun tarih iyle de doludurlar. 8 Bu n eden­
ledir ki , tüm ku tsal kitaplarda insanın önüne konulan hedef her zaman
ölçüyü bilmek ve öl çüye , insanın kalıcı ve ilk doğasına , ' fıtrat'a dönmek
olmuştur. Tao-Te Ching'in i fadesiyle , "Sade Benliğini bul . llk Doğa'nı
kucakla. " Çünkü insanın h edefi , ancak kendisini bilmek, kim olduğu­
nu bilmek olabilir.
Başkalarını bilen akıllıdır;
Kendisini bilen aydınlanmıştır.
Tao-Te Ching, XXXlll
Veya, bir Ortaçağ Batı d üşünürünün diliyle:
Eğer zihin Bilim'in tepesine çıkmak istiyorsa,
bırakın, ilk başlıca çalışması kendini bilmek için olsun.
St. Victor'lu Richard
Hem vahyin hem de kalbi vizyonun insanın doğasıyla ilgili olarak
çağlar boyu sergilediği anlayışın ışığında, sık sık sorulan "bilimsel bilgi
insan hakkında asli bir noktaya varabilir mi?" sorusuna verilebilecek
tek cevap şudur: İnsanın iç varlığını dışlamaya dayalı herhangi bir yön­
temle ve bu dışlanmış insanı, varlık tekerleğinin kenarında duran insa­
nı bilen özne yerine koymakla , insan hakkında asli bir bilgiye ulaşama­
yız . Eğer " asli" sözcüğünün herhangi bir anlamı varsa, bu ancak kenarı
ve çubukları üreten Merkez'le , "asıl"la , "öz"le ilgili olabilir. Yalnızca yu­
karda olan aşağıda olanı kavrayabilir, çünkü 'kavramak' demek 'kapsa­
mak' demektir; ve yalnızca daha üst bir varlık düzeyinde bulunan altın­
da olanı kapsayabilir. İ nsan beden, nefs ve kalb'den oluşur; bu sonun­
cusu insanın üstündedir ve aynı zamanda varlığının merkezindedir. İ n­
san doğasının asli yönünü oluşturan insanın özü yalnızca kalble , gele­
neksel ifadesiyle 'kalb gözüyle (Arapça'da , 'ayn'ül-kalb' , Farsça'da
'çeşm-i dil' ) ; insanın varlığı nıil merkezinde yer alan ve tüm diğer varlık
düzeylerini kapsayan kalble anlaşılabi lir. Bir kez kalb gözü örtüldü , �al­
bin fonksiyonu kapandı mı, o rijinal anlamıyla dumura uğradı mı, insan
hakkında asli bir bilgiye varmak artık mümkün olmaz. Kalbin nefs düz­
lemindeki yansıması veya akıl denilen dimağ, asla insanın özüne ulaşa­
mayacağı gibi, ne kadar d eney ve gözlemlerle uğraşırsa uğraşsın veya
24
•
İs l a m ve Modern İnsa n ı n Çıkmazı
'akl'ın haklı ve yasal fonksiyonu olan bölme ve tahlil etme fonksiyonu­
nu ne derecede yerine getirirse getirsin, artık bir başka şeyin özüne de
inemez. Arızi olgular, etkiler, dışsal davranışlar hakkında yüzeysel bil­
giler edinebilir, ama öz konusunda asla . Akı l , bir kez kalbin yol göste­
rici ışığından koptu mu, çok çok , kalbi akılla sınırladıktan sonra 'nomen'in gerçekliğini kabul edip anlan kendi içlerinde bilme imkanını
reddeden Kant'ın felsefesinde görüldüğü üzere, "nomen'in, eşyanın
özünün gerçekliğinin varlığını kanıtlayabilir, o kadar. Fakat, akıl tek ba­
şına, kendi içinde eşyanın özünü veya nomeni bilemez. Asli bilgi , nihai
anlamda bilen ve bilinenin kimliğine, bilgi ateşinin yakıp tükettiği bili­
nene dayanan bilgidir.
İnsan bir şeyi , yani kendini özüyle bilebilecek üstün bir noktadadır;
ne ki , (Vedanta'nın deyişiyle) kendisinin dışlanmış ve nesnelleştirilmiş
imaj ını, doğası itibarıyla dışlaşamayacak gerçek Benliği olarak kabul et­
me yanlışlığını bir aşabilse . . . Bilimsel bilgi, bilen bir özne ile bilinen bir
nesne arasındaki ayrılığa dayanan diğer bilgi türleri gibi , tanım gereği,
asli değil, ancak yüzey�el olan bir bilgiyle yetinmek durumundadır.
Burada ister istemez, modern anlamda özel bilimsel araştırmayla ,
genelde insan türü hakkındaki diğer bilgi şekilleri konusunda yapılan
araştırma arasında nasıl bir ilişki olduğunu sorma noktasına varıyoruz .
Bilme yolları arasındaki doğru o rantı ve ilişki hatırda tu tulmak şartıyla ,
-İslami bilimlerde görüldüğü gibi- meşru v e anlamlı b i r ilişkiden söz
edilebilir. Ve bu .. ancak, her zaman anlaşıldığı biçimde bilimi aşan bir
bilgi kabul edilirse mümkün olabilir. Kenar, ancak kenar olarak görü­
lürse , eksene ve M erkez'e girme noktası görevi yapabilir. Bir kez kena­
rın çevre olduğu gerçeği unutuldu mu , Merkez de anlam sahibi olmak­
tan çıkar ve girilemez hale gelir. Gerçek bir metafizik, bir 'scientia sac­
ra' , bir kez daha Batı'da yaşayan bir gerçeklik haline geldiğinde , insanın
bilimsel araştırma yoluyla kazandığı bilgi , salt metafizik bilgiden, gele­
neksel psikoloj i ve kozmoloj i ekollerinden edinilen bilgilere kadar tüm
diğer bilgi şekillerini de kucaklayan bir modelle bütü nl eşecektir.
Fakat, Modern Batı biliminin onyedinci yüzyıldan bu yana sergile­
diği tek yönlü ve tekelci karakter, doğa bilimleri alanında olduğu gibi
insan bilimleri alanında da büyük bir engel olarak önümüzde durmak­
tadır. Antropoloj i ve psikoloj i gibi modern insan bilimlerinde geçerli
olan sözde bilim adına bir yığın saçma ve yanlış kuram bir yana atıldı­
ğında, farklı durumlarda insan nefsi veya insan davranışları ü zerinde
·
Çağdaş Batı İnsa n ı
•
25
yapılan dikkatli bir gözleme dayalı öğelerle , Sufizm, Yoga ve Zen'deki
gibi gel eneksel psikoloj i ekollerinin çağdaşlarımızın çoğuna kapalı bu­
lunan insan nefsi ve özellikle insanın birtakım yönleri konusunda yapı­
lan keşifler arasında , hiçbir mantıksal çelişki söz konusu olmadan ilgi
kurulabilir. 9 Fakat bu öğeleri geleneksel ekollerle bağdaştırmak için, in­
san doktrinin, geleneksel meta fizikte -İslami batıniliğin 'Evrensel İ nsa­
nı' gibi- açıklandığı şekilde kendi bütünlüğü içinde kabul edilmesi zo­
runludur; çünkü , yukarıda da ifade ettiğimiz üzere , ancak daha büyük
olan daha küçüğü kucaklayabilir. Ruh'un (veya Kalb'in) yardımı olma­
dan insan nefsini bilme iddiasında bul unmak ve bir başka bilgi türün­
den bağımsız olarak bu bilginin 'gerçekten bilimsel' olduğu sonucuna
varmak, bugün modern dünyanın saplanıp kaldığı çıkmaz sokağa gir­
mekten başka bir anlam ifa de etmeyecektir. Sonuç olarak ortaya, kifa ­
yetsiz olduğu halde kendisinden medet umulan, düpedüz yanlış dene­
mese de başı kesik ve yarım bir 'insan bilimi'nden öte bir şey çıkmaya­
caktır. Böylesi bir bilim çoğu kez , mutlak cehaletten bile daha tehlike­
lidir ; evet, bilgisizlik büyük .tehlikedir; ancak bilgi ve hikmet maskesi
takan bilgi , çok daha tehlikelidir.
İnsan doğasının bilimsel incelenmesi, eğer kendi sınırlarını kavrar
ve bu sınırı aşmazsa, insanı bilmenin sürekli ve evrensel yollarıyla yapı­
cı bir ilişki içine girebilir. Hatta, -çoğu bilim adamınca kabul edilmese
de- modern bilimin sahip o lduğu 'bencil ve tekelci rasyonalizm'i aşa­
rak 1 0 gerçe kten neyse o olmaya ; yani, -eşyanın dış ve dışta olana yöne­
lik bir yüzü de bulunduğundan, keneli içerisinde bir yol olarak- kendi
dışsal özelliklerinin, fenomenleri'nin ve eşya ile bu tecrübi ilişkiye da­
yalı ölçüp biçmenin gözlemlenmesiyle elde edilen, eşyayı sınırlı ve bel­
li bir bilme yolu olmaya rıza gösterirse, meşruiyet bile kazanabilir.
Şu halde, insan hakkında evrensel ve asli bir bilgi kaynağı olarak bi­
limsel araştırmanın -bugün dünyanın her yanında taklit edilen araştır­
manın- değeri ile ilgili soruya verilecek cevap, bir kaynak nazarıyla ba­
kıldığında h içbir değer ifa de etmediği şeklinde olacaktır. Metafizik an­
lamda evrensel düzeni yok sayan ve asli bilgi imkanını reddeden bir bil­
gi , asli ve evrensel bir bilgiye nasıl kaynaklık edebilir? Bilimsel araştır­
ma ancak , 'bilimsel' sözcüğü geleneksel anlamda , asli düzenden doğan
ve bu düzene gö türen bir bilgi , 'el-ilm' olarak anlaşıldığı takdirde asli bir
bilgi kaynağı olabilir.
26
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
Ama , bilimsel araştırmanın , insanın asli doğası hakkında olmasa da ,
modern insanın bulaştığı kö tülükler hakkında asli denebilecek bir bi­
linç kazanmada yardımcı olabileceği bir yol vardır. Bu da, bilimin mo­
dern bilimsel ve endüstriyel medeniyeti incelemede kullandığı deneysel
yöntemden yararlanmaktır. Bilimde ne zaman bir deney başarılı o lmaz­
sa, bu deneyi gerçekleştirmek için harcanan çabalar ne kadar çok olur­
sa olsun hemen bırakılır ve başarısızlığa yol açan yanlışlardan bir şeyler
öğrenmeğe girişilir.
Modern medeniyet, Rönesans'tan bu yana Batı'da geliştiği şekliyle
başarısızlığa uğramış bir denemedir 1 1 - üstelik, insan için gelecekte bir
başka yol daha denemeye neredeyse imkan bırakmayacak çapta bir ba­
şarısızlıktır bu. Bugün bu medeniyeti , temelinde yatan Evren ve insanın
doğasıyla ilgili tüm önyargılanyla birlikle, başarısızlığa uğramış bir de­
neme olarak kabul etmemek kadar bilim dışı bir şey olamaz. Ve hatta
bilimsel araştırma , eğer yukarıda değinilen bencil ve tekelci deneme ya­
nılma yöntemi ve rasyonalizmle henüz dumura uğramamışsa, bu du­
rumda çağdaş insana, modern medeniyetin , üzerine kurulduğu ön ka­
buller sahte olduğu için, modern medeniyet insani halin en asli parça­
sını dışlayan bir insan kavramı temeline o turduğu için başarısızlığa uğ­
radığını kavrama imkanı ver�bilecek en kolay yoldur.
, Konuya karşıt · yönden bakarsak şunu görürüz: Modern medeniye­
tin eksikliklerin! n fa rkına varılması genel Batı kamuoyunun zihninde
bir şafak gibi atmış bulunmaktadır; yalnızca modern dünyanın içine
düştüğü bunalım hakkında yarım yüzyıl önce uyarıda bulunan küçük
bir entelektüel elitin zihninde değil; 1 2 insanın unutulup gitmiş olan do­
ğasının birden kavranmasından da değil; doğal çevrenin hızla yok olup
gitmesinden . Ruhunun aşama aşama solup gitm esine yol açan derin
manevi bunalımın ancak fiziki çevrede ortaya çıkan bunalım sonucun­
da dikkat çekmesi, modern insanın zihin yapısının tip�k bir belirtisidir.
Son yıllarda , çevre ve su-hava kirlenmesi bunalımı hakkında o ka­
dar çok şey yazılmıştır ki, burada sorunun boyutlarını vurgulamaya ge­
rek yoktur. Avrupa ve Amerika'da, modern bilimin kullandığı yöntem­
lerinin aynısını, bu bilimin gelecekte uygulanmasının yol açacağı etki­
ler üzerine yapılan bir çalışmada kullanan pek çok araştırma gerçekleş­
tirilmiştir. Çevresel bunalımla ilgilenen diğer pek çok araştırmacı gibi ,
bu tarz eserlerin yazarları da, insanın büyüme anlayışında bir d � ğişim,
maddi olmayan uğraşılara yönelme, daha az maddi nesneyle yetinme
Çağda ş B a tı İnsanı
•
27
vb. , değişim konusunda b i r ç o k anlamlı öneride bulunmaktadır. Fakat
çevre kirlenmesinin , Batı insanının yeryüzünde l lahlık rolü oynamaya
ve aşkın boyutu hayattan koparmaya karar verdiği an ortaya çıkan in­
san ruhunun kirlenmesinin bir son u c undan başka bir şey olmadığını ,
pek azı kavramış durumdadı r. 1 3
İnsanlık tarihinin ş u son anlarında, biri Doğu'da , biri d e Batı'da sah­
nelenen iki traj edi izliyoruz. Modern medeniyet bunalımını n , -her şey­
den önce Batı'nın ürünü olan bu bunalımın- genellikle çevre bunalımıy­
la ilgili olarak bütünüyle hissedildiği Batı dünyasında ileri sürülen çö­
züm yolları, ilk etapta bunalıma yol açanlarla bizzat aynı etmenleri içer­
mektedir. İnsanlardan arzularını disiplin altına almaları, akıllı birer hü­
manist olmaları , insan olsun olmasın , komşularına saygı göstermeleri
istenmektedir. N e var ki, bu isteklerin , insanın tu tkularını ve aşağılık
eğilimlerini frenleyecek manevı bir güç olmadıkça yerine getirilmesinin
imkansız o lduğunu kavrayabileni pek azdır. İ nsanı insan oluşun altına
sürükleyen, hümanist insan anlayışından başka bir şey değildir. İnsanın
ne idüğ\l ve içinde bir imkan olarak aydınlık tepeler kadar derin karan­
lıkları da taşıdığı konusunda ciddi bir cehalet sahibi olunduğu için, bu
tip kolay çözüm önerilerine başvurulmaktadır.
Binlerce yıldır dinler insanlara kötülükten kaçınıp, erdem sahibi ol­
malarını öğretiyor. M odern insan ise, önce ruhunu kuşatan din gücünü
yok edi p , sonra da kötü lüğün ve günahın anlamını bile sormaya girişi­
yor. Şimdi de, her ne kadar, laik olmayı sürdürüp insanın hayatının kut­
sal olandan ayrı devam etmesi gerektiği ni önerdikleri için, erdemleri
başka başka d eyimlerle tanımlama yoluna gidiyorlarsa da, pek çok in­
san çevre kirlenmesi bunalımına çözüm olarak geleneksel erdemlere
dönmeyi öneriyor.
Denilebilir ki , B atı'da yaşayan yığınla kadın ve erkeğin psikolojik
dengesizliğinin yanı sıra, çevre bunalımıyla , kent çevrelerinin kirliliği
ve benzeri sorunlar, insanın yalnızca ekmekle yaşayıp, 'tanrıları öldür­
me' ve G öksel olandan bağımsızlığını ilan etme girişiminin sonuçlarıdır.
Ama insan, içinde bulunduğu durumun doğal ürünü olan eylemlerinin
sonucundan kurtulamaz . Şu anda ise tek ümidi, artık isyancı bir yara­
tık olmayı bırakı p , hem Gök'le hem de yerle barışmak ve kendisini lla­
hi Olan'a teslim e tm ekte yatıyor. Bu da , sözcüğün bugünkü anlamıyla
"modern" olmayı bırakmak ve ölüp , yeniden doğmak demektir. Ne var
ki , sorun bu boyu tuyla, çevre bunalımıyla ilgili yapılan tartışmalarda
28
•
İs lam ve Modern İnsa n ın Çıkmazı
pek az ele alınmaktadır. SU;-çevre-hava kirlenmesi tartışmalarının göz­
den kaçırılan boyu tu, insanın insan olarak rolü ve doğasıyla , bizzat ken­
disinin yol açtığı bunalımı çözmek istemesi durumunda , geçirmesi ge­
reken manevi dönüşümdür.
Genelde Doğu'da ve özelde İslam dünyasında sahnelenen traj edi
ise , Batı'nın endüstrileşmiş ken t toplumunda ve bu toplumu yaratan Ba­
tı medeniyetinde görülen başarısızlıklara yol açan aynı yanlışların, bü­
yük oranda tekrarlanmasıdır. Doğu'nun Batı karşısındaki tutumu, Ba­
tı'yı körü körüne model almak değil , ders alınacak bir inceleme sahası
şeklinde görmek o lmalıdır. Kuşkusuz, endüstrileşmiş dünyanın Batı dı­
şında kalan dünya üzerindeki siyasi-ekonomik ve askeri baskısı, pek
çok kararların alınmasını imkansızlaştıracak ve pek çok seçimi dışarda
bıraktıracak kadar büyüktür. Fakat, olumsuz sonuçları ortaya çıkmış
belli hareketleri tekrarlayıp durmak ya da şu veya bu projenin gerçek­
leştirilmesinde, Batı'da yapılmış olması dışında daha iyi bir neden gös­
terememek için, herhangi bir ö zür olmasa gerek. Yeryüzü , Batı Medeni­
yeti'nin işlediği hataların yeniden işlenmesine daha fazla katlanacak de­
ğildir. Bu bakımdan , yeryüzünde, tüm yerin ve üstünde yaşayanların
mutluluğunu h esaba katacak kadar geniş açılı bir gücün hala var o lma­
ması ne büyük bir talihsizliktir. .
Bu iki trajediden birincisi ikinciyi gölgede bırakıyo r; çünkü , yerkü­
renin kalan yanını doğrudan etkileyen , modernleşmiş ve endüstrileşmiş
dünyada yaşanan olaylardır. Sozgelimi, su-hava-çevre kirlenmesi buna­
lımı endüstrileşmiş güçlerin herhangi biri tarafından ekonomik ve tek­
noloj ik politikalarında dil u cuyla ifade edilmek yerine ciddi o larak ele
alınsa , bu tür alanlarda bu gü çleri örnek edinenler üzerinde kesinlikle
ölçülemez etkiler bırakacaktır. Doğu , insanın gerçek doğası hakkında
çağlar boyu koruyup geldiği bilgiyi unutmadan önce, Batı yeniden insa­
nın kim olduğunu bir hatırlayabilse, insanın geleceği ne kadar da fark­
lı o lacaktır !
Çevresini saran zihni ve fiziki dünyanın içinde yüzdüğü düzensiz­
lik ve karışıklık bataklığı ortasında çağdaş insanın , her şeyden önce
Merkez'den gelen ve Merkez'e karşılık kenarı tanımlayacak bir mesaj a
ihtiyacı .vardır. B u mesaj , İslam gibi Doğu geleneklerinde hala bütün
canlılığıyla yaşamaktadır ve Batı dünyasında da diriltilebilecek özel lik­
tedir. Fakat, bu mesaj nerede bulunursa b�lunsun , ister Doğu'da ister
Batı'da olsun, eğer ne Doğu'ya ne Batı'ya ait olan Merkezden gelirse, her
Çağda ş B a tı İnsanı
•
29
zaman , çevre üzerinde ve varlık tekerleğinin kenarında yaşayan insan
için çubukları izleyip eksene, ya da kendisinin ve her şeyin Kaynağını
oluşturan Merkez'e u laşma çağrısı olacaktır. Bu çağrı , insana kim oldu­
ğunu kavrama ve içinde taşıdığı sonsuzluk kıvılcımının fa rkına varma
yolunda yaplımış bir çağrıdır.
Her insanda söndürülemez bir yıldız vardır, Ölümsüzlük içinde ay­
rıştırılması için başvurulan bir öz; Benliğin aydınlık sahasında son­
suza kadar görülen bir yıldız. lnsan bu yıldızı, geçici bağlarından ha­
kikatle, ibadetle ve faziletle, evet, yalnızca bunlarla kurtarabilir. 1 4
B u yıldızı kendi içinde kristalleştiren insan, h e m kendisiyle hem de
dünya ile barış içinded ir. Yalnızca dünyayı aşmaya ve mana göğünde bir
yıldız olmaya çalışmakla insan, dünya ile ahenk içinde yaşayabilir ve
yeryüzündeki varoluşun, doğası gereği , dünya üzerindeki geçici yolcu­
luğu süresince üzerine yüklediği sorunları çözebilir.
30
"
İs l a m ve Modern İnsa n ın Ç ık m a zı
B irinci Bölümün Notları:
1Batı'da insanın önce Rönesans hümanizmiyle Göksel olan'a isyan ettiği v e son­
ra modern bilimlerin ortaya çıktığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Rönesans'ın hüma­
nist antropolojisi, Onyedinci yüzyılın bilimsel devrimi ve. bir anlamda gayr-ı insa­
ni olmasına rağmen bir diğer anlamda insan aklını ve insani duyulara dayalı- tecrü­
bi verileri tüm bilgilerin geçerliliği için tek ölçü yaptığından, mümkün olan en ant­
ropomorfik ( teşbihi, tecsimi) bilgi şekli için gerekli zemini oluşturmuştur.
Batı'da insan imajının gittikçe çarpık hale gelmesiyle ilgili olarak bk: G. Du­
rand, 'Defiguration philosophique et figure traditionnelle de l'homme en Occident' ,
Eranos-jahrbuch, XXXVlll , 1 97 1 , s. 45-93.
2 Eğer böyle bir bağlantı yoksa, insanın kendisini insanlık tarihinin diğer bö­
lümleriyle özdeşleştirmesi ve daha da öte insan doğasının kalıcı yönlerinin, geçmiş­
te olduğu ve bugün de devam ettiği gibi, modern dünyada ortaya çıkması için bile
hiçbir imkan kalmayacaktır.
3Kitap boyunca 'intellect' kelimesi, orijinal Latince 'inlellectus' , ya da Yunanca
'nous' anlamında kullanılmışnr. Bu kelime, dolaysız ve hemen bilgi alabilen aklın
ötesinde bir şey anlamına gelir. Akıl, sadece 'intellect'in insanın zihni aynası ü zerin­
deki yansımasıdır. ( Çeviride 'intellect' kelimesini , Kitabın ana içeriğine bakarak,
kendisine en yakın 'kalb' kelimesiyle karşılamak zorunda kaldık. Ç . N . )
4Bu t ü r sözde sosyal bilimler alanında görülen şeyler, birtakım lslam ülkelerin­
de ilerleme adına lslam kültürünün taa kalbine yöneltilen bu çöküş girişimlerinden
daha da acıklıdır.
William Arrowsmith ve William Thompson gibi bazı Amerikalı yazarlar, 'sos­
yal bilimler kirlenmesi' denilebilecek olayı eleştiregelmişlerdir; fakat, çevre kirlen­
mesi sorununda olduğu gibi, bu alanda da görülen eğilim, nedenlere inmeyi düşün­
meden kötü etkileri giderme yönünde olmaktadır. Bugün birtakım post-modern fi­
kirlerin sosyal bilimler alanına girmesiyle, söz konusu "kirlenme'' daha da artmış
görünmektedir.
5Son zamanlarda, metafizik ilkeleri unutulmuş olan gizli bilimler 'sözde bilim­
ler' olarak tanınmaktadır; oysa gerçekte bu bilimler, eğer sembolizmleri anlaşılabi­
lirse, insanın doğası ve kosmosla ilgili derin bir doktrin içermektedir. Bugün aksi­
ne, bilimsel kisve altındaki pek çok sosyal ve insani bilim, insan doğası hakkında
tam bir cehalete batmış durumdadır ve bu anlamda gizli bilimlerin tersine çevrilmi­
şidir. Bu bakımdan, 'sözde bilimler' adını almaya gizli bilimlerden çok daha müsta­
haktırlar.
Çağdaş B a tı İnsanı
•
31
6Bu tema, F. Schuon'un P. Townsend tarafından tercüme edilip, 1 9 70 yılında
Londra'da 'Dirnensions of lslam (lslam'ın Boyutları) adıyla yayınl anan eserinin
2'nci bölümünde geniş bir şekilde açıklanmaktadır. Schuon, bilge \·eya Sufi: ile ilgi­
li olarak şöyle der: "Su fi , el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir ve el-Batın'm gözü altında ya�
şar. Normal insanların zaman ve mekan içinde hareket ettikleri gibi, Sufi de somut
biçimde bu metafiziki boyutlar içinde yaşar ve hareketleri de ölümlü bir yaratığın
hareketleridir. l lahi boyutların karşılaşng ı bilinçli bir kesişme noktasıdır o, evren­
sel sahnede açıkça yerini almış; kaçışın mümkün olmadığı caddelerde hiçbir zaman
. gözü kaymaz ve manevi Gerçekli ğin dışında yaşayabildiklerini sanan ruhları ölmüş
insanlar gibi sahte bir "bölge dışılığa" yerleştirmez kendini; tek gerçekliğin olduğu
yerdedir Sufi . " s. 36-3 7 .
7 Örnek olarak b k : L . Bounoure, ' Deeterminisme et finalite, double li de la vie',
Paris, 1 95 7 ; 'Recherche d'une doctrine de la vie', Paris 1 964; G. Berthault, 'l'.evolu­
tion, fruit d'unc illusion scientifique', Paris 1 07 2 ; ve D. Dewar, 'The Transformist 11-
lusion', Murfreesboro, 1 9 5 7 . Yine bk: S . H . Nasr, 'The Encounter o f Man and Natu­
re, tlıe Spiritual Crisis of Modern Man' , Londra, 1 968, s . 1 24; bu eserde evrime mu­
halif çalışma ve görüşler tartışılmaktadır.
81nsan ruhunun
ve
iç tarihi'nin olaylarıyla i l gil i Kur'an ayetl eri konusunda bk:
F. Schuon, Understanding Islam', çev: D . M . Malheson, Londra , 1 963, Baltimore
(Penguin Metafizik Serisi ) , 1 9 7 2 , bl: 2 .
9 N e yazık k i yalnız başına önemli b i r konu olan geleneksel görüş açısına daya­
lı, çeşitli Doğu geleneklerinin geleneksel psikolojik bilimleri , yalnızca metafizik il­
kelerin ışığında anlaşılabilecek ve yalnızca yaşayan bir geleneğin manevi bereketi­
nin yardımıyla uygulanma imkanı bulabilecek bilimler üzerinde pek az ciddi çalış­
ma yapılmıştır. Bk: A. K . C oomaraswamy, 'On the lndian and Traditional Psycho­
logy, or rather Pneumatology' , bk: R. Lipsey'in hazırladığı 'Selectecl Writings of K.
Coomaraswamy, Princeton.
1 0 F. Schuon, 'Light on the Ancient Worlds', ç : Lrd Northborne, Londra, 1 96 5 ,
s. 1 1 7 .
1 1 "Fakat, kentsel endüstrileşme en iyisi bir 'deney' olarak görülmelidir. Ve eğer
bilimsel ruh bize değeri olan bir şey öğretmişse, bu da namuslu denemelerin peka­
la başarısız da olabileceğidir. Başarısız olduklarında ise , proj enin terkedilmesi ihti­
mali karşısında bile, köklü bir yeniden değerlendiriş gerekecektir. Yirminci yüzyı­
lın ortasında görülen kentsel endüstrileşmenin, ilerlemeyi yok etmek anlamına gel­
diği; her kötülüğü beraberinde geti �en başarısız bir deneme olduğu ortaya çıkmış
bulunmaktadır. " T. Roszak, Where the Wasteland Ends, P olitics and Transendence
in Post;industrial Society', Garden City, New York, 1 07 3 , giriş bl. s. XXIV.(Çorak Ül-
32
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
kenin Bittiği Yer, Post-endrüstriyel Toplumda Politika ve Aşkınlık, lnsan Yay. , 1 999,
Çev : Naim Öztürk)
1 2 'Crisis of Modern World' adlı eserinin Fransızca'sı ilk kez 1 927'de yayınlanan
ve lngilizce'ye M. Pallis ve R. Nicholson tarafından çevrilen R. Guenon ve ardından,
özellikle F. Schuon ve A. K. Coomaraswamy gibi yazarlar, son birkaç on yıldır Ba­
tı'nın geçirdiği bunalım üzerinde , köklü metafizik ölçüleri çağdaş duruma uygula­
ma temeline dayanarak çalışmalar yapmaktadırlar. Fakat yazdıkları uzun süre aka­
demik çevrelerde bilinmezliğe terkedilmiş olup, bugün de bu durum geniş ölçüde
devam etmektedir. Modern medeniyetin tehlikeli eğilimlerini modern insanın göz­
leri önüne sürebilmek için bunalımın fiziki düzlemde ortaya çıkması gerekiyordu.
1 3 Bu konuyu 'The Encounler of Man and Nature the Spirilual Crisis of Modern
Man' adlı eserimizde derinliğine ele aldık. "Her şeyin ötesinde şimdi böylesi geç kal­
mış bir dikkati, fakat, üzerinden sam yeli esmiş bir ruhun kaçınılmaz ters çevrilişi­
ni çeken bu su-hava-çevre kirlenmesi bunalımı nedir? lçerde de aynı , dışarıda da.
Onbirinci saatte, fiziki çevre, iç durumumuzun dışa vurmuş aynası gibi birden pat­
layıveriyor; çünkü, içerdeki ilerlemiş hastalığın pek çok ilk görünür belirtileri orta­
ya çıkmıştı. " T. Roszak; giriş bl. s. XVl l .
1 4F. Schuon, Light on the Ancient Worlds, s : 1 1 7 .
İk i n c i B ö l ü m
GÜNÜMÜZ M Ü S LÜMAN ININ AÇMAZI
Ve (Kıyame t ) , işler, Peygambe riniz'in kendileri hak­
kında herhangi bir şey deyip demediğini birbirinize sor­
manıza neden olacak noktaya gelinceye ve dağlar yerle­
rinden atılıncaya kadar kopmayacaktır.
Hadis
� zlerimizi bugünün dünyasında yaşayan çağdaş Müslüman'a çevir­
Ô diğimizde, onun da, sorunları her ne kadar Batılı insanın sorunlarıy­
la özdeş olmasa da, imanını en çetin sınavla karşı karşıya getiren sayı- .
sız güçlüklerle dolu bir ortamda yaşadığını görürüz. Bugün İslam dün­
yasında, salt geleneksel öğelerden tutun da, geleneksel değerlerle mo­
dernizm arasında bocalayan ve hala İslami çerçeve içinde kalan cüret­
kar modernistlere; nihayet, sayıları az da olsa, kendilerini artık İslam
evrenine ait hissetmiyen kişilere kadar1 uzanan, rengarenk bir görünüm
karşımıza çıkmaktadır. Bu son grubu şu anki tartışmamızın dışında bı­
rakıyoruz; çünkü bu grup içerisindekileri, her ne kadar nihai olarak sık
sık İslami modele başvursalar da, homo islamicus'un temsilcileri say­
mamız mümkün görünmemektedir. Gerçeği kuruntu, kuruntuyu ger­
çek gösteren bir dünyada insanlığı, modern insanın yuvalarından fırla­
mış gözleri önünde parmakları arasından kumlar kayıyormuşçasına çö­
zülüp giden güya 'gerçek' dünya karşısında -var olan tek gerçekliğin­
manevi gerçekliğin çağdışı olduğuna inandıran bir dünyada sınava çe­
kilen, söz konusu grupların şu veya bu derecedeki imanlarıdE.
34
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çı k m az ı
Çağdaş Müslüman'la Batı'nın insanı arasındaki en önemli fark, bi­
rincinin ikincinin tersine, Merkez'in hala görülebilir olduğu ve kenarın
da, neyse o şekilde görülebildiği bir toplumda yaşıyor olmasıdır. 2 Çağ­
daş müslüman, aşkın boyutun hala yok olmadığı , insanların çoğunun
hala din! görev ve ibadetlerini yerine getirdiği, İlahı Kanun veya Şeri­
at'ın herkes tarafından tam anlamıyla uygulanmasa da, hala nihai kanun
sayıldığı ve, önceki dönemlere göre bulunması daha zor da olsa , veli ve
bilge kişiliğin hala canlı bir gerçek olarak sürdüğü bir dünyada yaşa­
maktadır. Bir diğer temel fa rklılık daha vardır ki bu da , çağdaş Müslü­
man'ın modern dünya hakkında Batılı insandan çok daha az şey bildi­
ği , zekasının daha az sınava çekildiği ve, geleneği yeniden keşfedip,
bundan dolayı da modern dünyanı n gerçek doğasını öğrenme şansını
elde etmiş Batılı insanlar arasında görülen türde bir gözlem ve sezgiyi
genelde geliştiremediğidir. Doğu'da bugün meydana gelen değişimler
daha hızlı ve çoğunlukla daha yıkıcı olduğu için , diğer Doğulularınki
gibi çağdaş Müslümanların durumu da, bir bakıma Batılı insanın içinde
bulunduğu d urumdan daha çetrefildir. Bir anlamda, Batı'nın moderniz­
min saldırısı karşısında yitireceği geleneksel niteliğe sahip şeyler çok
daha azdır; oysa Doğu'da her gün, ister kitaplar aracılığıyla , isterse rad­
yo veya buldozerler yoluyla olsun tehdit altında bulunan pek çok ma­
nevi değer vardır. Çağdaş Müslüman, kendi içinde ruhunu sağlam ve
sağlıklı tutabilmek, dışarda ise, atalarının koruması ve gelecek kuşakla­
ra devretmesi beklentisiyle kendisine miras bıraktığı muhteşem manevi
ve san'atsal mirasa sahip çıkabilmek için sürekli bir mücadele (cihad)
içerisinde bulunmalı , bulunabilmelidir. lşte, bu düzlemde , bir yandan
İslam geleneğinin, öte yandan sekülarizm ve modernizmin güçleri tara­
fından kendine çekilen çağdaş Müslüman -�özellikle bü tünüyle modern
dünyanın etkisinde bulunan sınıf- , denilebilir ki , her ne kadar "varoluş"
durumu , ruhunu ve zihnini şartlandıran fa rklı öğeler nedeniyle endüst­
rileşme sonrasının laik toplumunda yaşayan Batı'lı insanınkinden deği­
şik de olsa , yine de kenarla eksen arasında yer almaktadır.
İslam dünyasının ücra köşelerinde modernizmin etkisinden uzak
yaşayıp giden çağdaş Müslüman, hayatın gerilimlerinin normal insan
varlığından farklı olmadığı homoj en bir dünyanın içindedir hala. F akat,
İslam dünyasının, modernizmin şu veya bu derecede etkisine girmiş
merkezi yörelerinde yaşamını sürdüren müslüman ise , birbiriyle çatış­
ma içindeki iki ayrı dünya görüşü ve değerler sisteminin yarattığı ku-
Günümüz Miis lü man ırıın Açmazı • 35
tuplaşmış bir gerilim alanında bulunmaktadır_ Zihnine ve ruhuna yan­
sıyan bu gerilimle çağdaş müslüman , çoğu zaman kendi içinde ikiye bö­
lünmüş, derinden derine yeniden bütünleşme ihtiyacı duyan bir ev gö­
rünümü arzetmektedir. Ve eğer entelektüel bir eğilim içindeyse, yaşa­
yan bir gerçeklik olarak lslam'm entellektüel mirasını, Merkez'den ya­
yılan bir mesaj ve i nsan için kenardan M erkez'e yolculuğunda bir kıla­
vuz o lan bu zengin mirası heIT).en yanıbaşında görecektir. Bu, önünde
bü tün yaratıkların sadece bir hiç olduğu göz kamaştırıcı Allah gerçeği­
nin egemenliğine ve sonra da, O'nun Emri'yle var olup , büyük melek­
ler aleminden maddi varlık düzeyine kadar çok sayıda düzeylerden olu­
şan hiyerarşik Evren'e dayalı bir dünya görüşü ; 3 insanı , Allah'ın bir su­
reti (halaka'llahü Ademe ala suratihi ) , 4 O'nun yeryüzündeki halifesi ve
aynı zamanda , her Emri'ne i taat eden tam bir kulu o larak görmeye da­
yalı bir 'Weltanschauung'dur(dünya görüşü) . Bu dünya görüşü aynı şe­
kilde, doğa dünyasındaki her fenomenin 1 lahI gerçeklikleri yansıtan bi­
rer sembol olduğu ; her şeyin O'nun l radesi'ne ve O'nun Elleri'nde o lan
manevi doğasına (meleküt) göre hareke t e ttiği fikrine dayanır. 5 Yine
yalnızca Allah'ın kanununun (Şeriat) , insanların bağlanma ve saygıları
üzerinde nihai iddia sah�bi bulu nd uğu ve yalnızca bu kanunun insanla­
ra hakiki anlamda saadet getirebil eceği. anlayışı da bu dünya görüşünün
temellerini oluştu ru r.
Diğer yanda ise çağdaş Muslüman, hemen hepsi zihninde taşıdığı
lslami ilkelerin tümüyl e antitezi olan , bu dünya görüşüne tamamen
. zıt modern Batı Medeniye ti'nin temel varsayı m larını ; ya insanı Göksel
olan'a isyan içinde bir yaratık ya da bütün olarak insanlığı , insanın
gerçek doğasına yakışan hiçbir onurunun bulunmadığı bir karınca gü­
ruhu olarak kabul e tmeye dayalı bir yığın felsefe görmekte dir. Evren'i
tek bir gerçeklik düzeyine -madde ve enerjiden oluşan zaman mekan
bileşimine- indirgenmiş ve tüm yüce varlık düzeylerin i , kocakarı ma­
sallarına , ya da -en i yimser d üşunceyle- bilinçsizlikler toplamın dah
alınmış imaj la r derekesine düşürülmüş görmektedir. İnsanın gücün e ,
artık Allah'ın halifesi o larak deği l , kulluğu pahasına kendi berı'inin, 6
ya da dünyevi bir güç veya topluluğun halifesi olarak değerlendirme­
ye dayalı yeryüzünde bir h ü kümdar gözüyle bakmaktadır. İnsanın l la­
hi yapıdaki doğasının , ya kötürüm edilmiş ya da tümüyle yok sayılmış
olduğunu görmektedir. O ku duğu Batılı filozoflar ve bilim adamlarının
hepsinin sembolik doğa kavramına karşı çıktı ğını; bu kavramı 'to te-
36
•
İs lam ve Modern İnsanı n Çı kmazı
mistik' , 'animistik' veya çoğunlukla alçaltıcı çağrışımlarla yüklü aynı
türden bir başka terimle ifade ederek nasıl küçük düşürdüklerini gör­
mektedir. Doğadaki fenomenleri Allah'ın ayetleri olarak görmekten
kaba gerçekler olarak görmeye a tlamakl a , aslında doğayı , m odem in­
sanın karşılığını son derece pahalı ödemeye başladığı çılgınca bir yağ­
ma ve soyguna hazırlayan bir eylem olan bu bakışı n , nasıl önemli bir
ilerleme eylemi olduğuna inandınlmaktadır. Nihayet, çağdaş Müslü­
man'a, kanunun, toplµ halde yaşayan insanların yararlı bir anlaşma­
sından başka bir şey olmayıp , b u bakımdan göreceli ve sürekli değiş­
ken o lduğu na inanması belletilmekte; böylelikle zımnen , insanın dav­
ranışları için değişmez bir ölçü görevi yapan ve insanın kendi ahlaki
standardlarını nesnel olarak tartabileceği bir terazi k oyan l lahi Kanun
diye bir şeyin bulunmadığı söyl enmektedir.
Bu ve bunun gibi daha pek çok zihinsel ve felsefi soru , şu veya bu
derecede modemizmin etkisi altında bulunan çağdaş Müslüman'ın zih­
nini sürekli olarak meşgul etmektedir. Ancak bütün bu sorular ne her­
kesi aynı ölçüde uğraştırmaktadır, ne de her modernleşmiş Müslüman
aynı derecede moderndir. Bu n edenle , her çağdaş Müslüman'ın açmazı
aynı değildir. Fakat, ne de o lsa zıt doğalara sahip iki ayrı dünya görüşü
arasındaki gerilim her yerde, hatta farklı tür ve tonda da olsa, bir birey­
den diğerine gözlemlenebilmektedir.
Dünya görüşleri arasındaki bu çatışma ve çağdaş Müslüman'ın için­
de bulunduğu açmaz , aynı biçimde başka alanlarda da göze çarpmakta­
dır. -Geleneği bir kuşaktan diğerine aktarmanın en önemli aracı olarak
sahip bulunduğu evrensel anlam uyarınca- eğitimde de yine bu iki ra­
kip sistem, çağdaş Müslüman'ı a ralarına sıkıştırmış bir halde yarış için­
dedirler. Bir yanda , dedelerin ve babaların kucağından Kur'an okulları­
n a (mektepler) , geleneksel üniversitelere (medreseler) ve -keza san'at
ve el işi hünerlerin öğretildiği atelye ve loncalar- Sufi merkezlerine
(hankahlar veya zaviyeler) kadar klasik eğitim kanalları ; öte yanda ise,
çoğunlukla Avrupa dillerinden aktarılmış radyo ve televizyon program­
ları ve resmi düzeyde, hemen hemen hepsi bizzat Balı eğitim sisteminin
görülmemiş boyutlarda bir bunalımdan geçmekte olduğu bir zamanda
çeşitli Batılı modellerin kötü birer taklidinden oluşan çeşitli Müslüman
ülkelerin modern eğitim sistemleri faaliyet halindedir. 7 Her iki sistem­
de de anne babayla çocuk ve hatta öğretmenle öğrenci ilişkileri arasın­
daki fa rklılık kadar, okutulan konuların içeriği arasındaki farklılık da
·
G iiuümüz Müs lü m a n ı n ı n Açma z ı
•
37
e n ü s t düzeydedir. İslam dünyasının d a ha ç o k modernleşmiş çevrelerin­
de küçücük çocuklar bile bu gerilimi yaşamaktadırlar; bir yandan, hala
bir dede veya ninenin ağzıdan basit bir dilde en derin hikme tler içeren
çeşitli geleneksel öyküler dinlerlerken , öte yandan , televizyon ekranla­
rında ölüm vb. dehşet öykülerini izlemektedirler. Bu gerilim ve zıtlık,
yetişkinler arasında daha da belirgindir; iki rakip eğitim sisteminin ya­
rattığı doğal savaş alanının içine düşen çağdaş Müslüman, hem eğitim
görmek isteyen bir birey, hem de çocuğuna okul seçmek isteyen bir an­
ne baba olarak şaşırmış bir haldedir. 8 Geleneksel eğitim sisteminden
modern sistemlere geçiş , çoğu kez ani ve parçalayıcı o lmakta ve çağdaş
Müslüman'ın karşı karşıya bulunduğu karışıklığın ana nedenlerinden
birini oluşturmaktadır. 9
Modernizmin e tkis_i ve baskısı altındaki çağdaş Müslüman'ın içinde
bulunduğu açmazın zihin ve eğitim alanıyla sınırlı olduğu pekala düşü­
nülebilir ama gerçek hiç de böyle değildir. Aynı yoğunlukta, hatta daha
da etkili bir diğer bunalım, san'atı da ilgilendiren biçimler dünyasında
görülmektedir. Müslümanın içinde yaşayıp öldüğü İslami bir çevre ya­
ratmayı başarmış , çeşitli ancak yine de 'h omoj enliğini koruyabilmiş olan
lslam san'at dünyası, bugün her yönden tehdit altındadır. Geleneksel İs­
lam mimarisi, yüzyıllar süren uzun tarihi boyunca hep zirvede kalmış
ve erişilmez büyüklüğüne nisbetl e , Goethe'nin deyimiyle, "sessiz geli­
şen müzik" nitelemesine hak kazanmıştır. 1 0 Ama , artık bugün çoğu İs­
lam şehrinde mimari , sessiz gelişen bir müzik değil, salt bir gürültü ve
taşlaşmış bir akordsuz sesler yığınıdır. -Merkez'den yükselen doğrudan
bir çağrı olan ve hemen hemen her biçiminde Merkez'i ve Aşkın'ı yan­
sıtan bir san'at, 1 1 şimdilerde, ilham kaynağını çevreye kefen gibi sarıl­
mış bir çirkinlik örtüsünün oluşturduğu , en rezil ve en saydam nitelik­
te bir 'san'at' tarafından tehdit edilmekledir.
Aynı çelişkiyi işitsel san'atlarda da görmek mümkündü r. Hepsi de
lslam san'atının en yüce ifa delerinden olan klasik Arap, Fars ve Kuzey
Hint müziği, çok daha düşük bir ilham düzeyine sahip , iyimser bir ifa­
deyle , yalnızca belli bir programa dayanmak şöyle dursun, zaman za­
man aynı kompozisyonun sınırları içinde kalmaktan kurtulamayan bir
müzikle yarışmak zorunda bırakılmıştır. Yine , klasik şiir de, kendi gele­
neksel köklerinden kopmuş ve her ne pahasına olursa olsun modern
Avrupa ve Amerikan şiirinin yalnızca içeriğini değil, biçimini de taklit
etmeğe yönelmiş bir genç şairler o rdusuyla yarışmak durumundadır.
38
•
İsliim ve Modern insanın Ç ı kmazı
Kutsal İslam san'atının ş u en yüce biçimi, Kur'an-ı Kerim'in okunuşu
bile, sanki trafiğin gürültüsünü b astırmak istiyormuşcasın a , insanlar ta­
rafından gelişigüzel bir biçimde hoparlörler vasıtasıyla gerçekleştirile­
rek, pek çok kent merkezinde adeta tanınmayacak hale sokulmakta-·
dır. 1 2 Kısaca , düşünceler alanında olduğu gibi biçim ler aiamnda da,
çağdaş Müslüman'ın içerisinde yaşamak ve günlük kararlar vermek zo­
runda bulunduğu , çatı şan iki dünya ar·a smda , keskin bir gerili m ve kav­
ga sürüp gitmektedir.
Siyasal , sosyal ve ekonomik a landa ise , çatışma ve gerilimler öylesi­
ne fazla ve öylesine belirgindir ki, bu alanlara dalmaya gerek bile gö r­
müyoru z . Doğu'da ve Batı'da bu alanda sayıs1z çalışmalar yapılmıştır.
Başka yerlerde olduğu gibi, bu alanlarda da egemen olan genel akım, si­
yasal-ekonomik faaliyetleri ve kurumları da içinde olmak üzere insanın
günlük hayatını kutsallaştıran İslami anlayışın tam tersi yönde , Müslü­
man halkların ekonomik ve siyasal hayatını dinden soyutl ama eğilimi
içindedir.
Bu alanlarda yaratılan zıtl aşmalara ve çevresindeki dünyanın farkın­
da olan günümüz Müslüman'ının içine itildiği açmaza basit bir örnek
olarak, şu 'özgürlük' kavramı ele alınabilir. 1 3 Geleneksel İslami anlayı­
şa göre , mutlak özgürlük yalnızca Allah'a aittir ve insan, llahI nitelikle­
re bürünebildiği ölçüde ö zgürlüğe u laşabilir. Hayatına Şeria t'm ve
san'atına geleneksel kanunların koyduğu tüm sınırlamalar, insanın öz­
gürlüğüne getirilmiş birer kısıtlama değil , gerçek özgürlüğe ulaşmayı
mümkün kılacak, vazgeçilemez yardımlar olarak görülmelidir. (Modern
Arapça'da 'fPeedom' sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan) 'Hürriye (t)'
kavramı, sonuç i tibariyle kişinin bireysel doğasının dar sınırları içine
hapsolması demek olan Rönesans sonrası bireysel özgürlük fikrinden
alınmıştır. Her şeyiyle Batılı olan bu fikir, geleneksel lslam'a öylesine
yabancıdır ki , hiç bir geleneksel metinde, bugün modern Arapça'da ka­
zandığı anlamla yer almaz. İslami dünya görüşünde kötülük yapma ve­
ya varlığın kaynaklarından kopma özgürlüğü , bir özgürlük kuruntu­
sundan başka bir şey değildir. Gerçek özgürlük, insana , mutlak gerek­
lilik ve mutlak özgürlük O lan Bir'e yaklaşıp , sonunda O'nunla birleşme­
sini sağlayacak tamlığa ulaşma imkanını veren özgürlüktür. Batı'nın öz­
gürlük anlayışından ne denli u zak bir anlayıştır bu ; ve, nedir bu, her iki
fikrin boyunduruğuna takılmış insanın zihninde yaratılan karışıklıklar !
Söz konusu karışıklıklar, müslümanın neredeyse tüm günlük kararları-
Günümüz Müs lü m a n ı n ı n Açma z ı
•
39
nı ve aileden devlete kadar, toplumun tum kurumlarıyla olan ilişkileri­
ni etkilemekte; ahlaka olduğu kadar san'ata da sirayet etmekte ve cin­
sellik, edebi üslup gibi konularda bile kişisel davranış modelleri üzerin­
deki etkisini göstermektedir.
Bütü n bunlar, modern Batı'yla temas halinde bulunan Müslüman'ın
karşılaştığı açmazlardan yalnızca birkaçıdır; ve yanlarına , hayatın he- .
men hemen her alanında daha başkaları ilave edilebilir. B u çatışan fak­
törler, hep birlikte , pek çok modernleşmiş Müslüman'ın hayatını ve dü­
şüncelerini bir yamalı bohçaya çevirmeyi başarmıştır. Gayet tabii, bu
açmaz var olmak zorunda mıdır diye sorulabilir. N eden müslümanlar
modern medeniyeti kendi geleneklerinin ilkelerine göre değerlendirip,
bu ilkelere aykırı olan yönlerini reddedemiyorlar? Bu sorunun cevabı,
Batı'nın ekonomik ve askeri alanlardaki üstün gücüne tanık olduktan
sonra , felsefeden ahlaka , sosyal kurumlardan güzelliğin kanunlarına
kadar Batı'dan gelen her şeyin büyüsüne kapılan modernleşmiş müslü­
manlann zihinlerinde yatıyor. Hatta , çokları Batı karşısında şaşırtıcı bir
aşağılık duygusu sergiliyorlar. Batı'dan çıkan ve genellikle kısa ömürlü
olan çeşitli akımları son derece ciddiye alıyor ve bu akımlara uyma ya
da İslam'ın öğretilerini bu akımlara uydurmak üzre çarpıtma konusun­
da ellerinden geleni ardlarma koymuyorlar. Modernleşmiş Müslü­
man'ın ruhundaki gerilimin kaynağı sadece ve sadece modern dünya­
nın , modernizmin İslam dünyasında boydan boya yayılmasına imkan
veren tarihsel sürecin sonunda geleneğine bağlılığı ve geleneğin derin­
liklerindeki kökleri zayıflamış bulunan İslam Ümmeti'nin bir bölümü
üzerinde oluşturduğu güçlü etkidir.
Şurasını da belirtmeliyiz ki , her ne kadar üzerinden modernizm fır­
tınası geçmiş olsa da İslam dünyasının belli bir kesimi, köklerini İslami
geleneğin derinliklerinden almış olduğu için, bugünlerle ilgili olaylar
yüzyıllarca önce geleneksel İslami kaynaklarda haber verildiğinden, bu­
gün yeryüzünde olanlar·a bakarak İslam'ı reddetmek şöyle dursun , tam
tersine ona olan inancını daha da pekiş tirmektedir. Hz. Peygamber
(SAV ) , insanların 'acaba P eygamber bu konuda, yani, geleneksel İslami
hayatın kalıbını bütünüyle kıracak olaylar konusunda bir şey söylemiş
miydi' diye soracağı Ahir Zaman'da oluşacak şartlardan zaman zaman
söz etmiş; doğal çevrenin yaşayacağı yıkıma işaretl e , dağların yerlerin­
den yerinden oynatılacağını belirtmişti . O, Allah vergisi bilgisiyle, mo­
dern dünyanın bugün tanık olduğu bu ve bunun gibi daha pek çok ola­
yı haber vermişti.
40
•
İsl a m ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
İnançları modernizmin yıkıcı e tkisiyle sarsılanlar bir gerilim alanın­
da, kenarla eksen arasında, bir yanda laiklik ve modernizmle, öte yan­
da kutsal ve geleneksel arasında asılı kalırken; Hz. Pe_ygamber'in vermiş
olduğu haberlerin doğrulanması , geleneklerinin içinde sağlam kök sal­
mış çağdaş Müslümanlar'ın inancını daha da güçlendirmektedir. Mo­
demizm'in etkisine kapılmış olanlarsa, Merkez'den gelecek bir mesajın;
doğru, sağlam ve aynı zaınanda kendilerini askıda kalmaktan ve tutul-­
dukları zihinsel felçten kurtarabilecek yeniden yorumlarimış bir mesa­
jın derin ihtiyacı içindedirler. Her ne kadar gerek zihnen gerekse psiko­
lojik olarak Batılı insanınkinden daha farklı şartlar altındaysalar da, ta­
rihinin erken bir döneminde manevI geleneklerinden kopmuş Batı in­
sanı gibi, kutsal olandan başkasının dolduramayacağı bir boşluk içinde
hayatın ve ölümün bilinmezlikleriyle karşı karşıya bulunduklarından,
yeniden Merkez'e dönüş ihtiyaçları bir an önce giderilme durumunda­
dır. Ama şurası da var ki, modem Batılıların aksine çağdaş Müslüman­
lar, hala bütünüyle canlı ve sadece yeniden yaşanmayı bekleyen; 'geliş­
miş' bir yetişkini taklit eden bir çocuğun masumiyetiyle, fakat gerçek
· anlamda hiç de masum olmadan kendilerini bırakıverdikleri kuşku ve
belirsizlik girdabından kurtulabilmeleri için ölümsüz ilkelerinin varo­
lan şartlara uygulanmasını bekleyen bir geleneğe aittirler. Çünkü,
Kur'an'ın sık sık vurguladığı gibi, insan, eylemlerinden Allah önünde
sorumludur; ve modernleşmiş Müslüman, bu llahi ilkenin hiç de dışın­
da değildir.
Günümüz Müslü manının A çmazı
•
41
İkinci B ölümün Notları:
1Bu s o n grup küçük b i r gruptur kuşkusuz, a m a yine de , lslam dünyasının bir­
takım modernleşmiş kentlerinde varlığını duyurmaya başlamıştır. Geleneği yeniden
keşfetmeğe çalışıp buna derin bir özlem duyan, fakat son zamanlarda Batı'yı süpü­
rüp giden sözde geleneksel hareketlerin labirentinde kaybolmuş birkaç müslüman
da vardır. Yine kuşkusuz, Batı kültürünü köklerine varıncaya dek emdikten sonra,
lslami geleneğe yeniden dönmüş küçük bir elit tabaka daha varsa da , şu anda sayı­
ları son derece sınırlıdır.
21slami batıniliğin birtakım ekollerinde, Şeriat kenara veya çevreye, Tarikat çu­
buklara, Hakikat da tekerleğin merkezine benzetilmekledir. Bk: S.H. Nasr, 'ldeals
and Realities of Islam' , Londra 1 966 ve Boston 1 97 2 , s: 1 22 . Fakat burada kenar ve
eksen sembolizmini, bu ekollerin verdiği anlamdan çok, birinci bölümdeki anla­
mıyla kullandık.
31slam kozmolojisiyle ilgili olarak bk: S . H . Nasr, 'An lntroduction to lslamic
Cosmological Doctrines'. Cambridge (ABD ) , 1 964.
4Hz. Peygamber'in ünlü " Allah insanı kendi suretinde yarattı" hadisi, antropo­
morfik (teşbihi ve tecsimi) anlamda ele alınmamalıdır. Bk: F. Schuon, 'Understan­
ding lslam', Bl: 1 ; S.H. Nasr, 'ldeals and Realities of Is lam' , s: 1 8 .
5Kur'an- ı Kerim buyuruyor: " D e : 'Her şeyin melekütu ( egemenliği, özü, mane­
vi kökü) kimin elindedir ? "'
Mü'minün: 88) .
6Gerçekte insan Allah'ın halifesi olarak kalamazsa, sonunda 'Şeytanın halifesi'
olmaya sürüklenir. Allah'tan kopmuş bir hümanizm ancak ve ancak 'insan altı'na
varır. Batı insanının Rönesans'tan bu yana geçirdiği deney, bu metafizik kabulün 'de­
neysel' kanıtı olarak düşünülebilir. Fakat, modern dünyanın parıltısıyla hipnotize
olmuş birtakım zihniyetler için bile bu tür 'deneysel' kanıtlar yeterli görülmemek­
tedir; her ne kadar çoğunlukla bu tür insanlar, neyin ne anlama geldiğini bilmeden
'bilimsel' ve 'deneysel' yaklaşımın en gürültülü savunucularıysalar da. Bu ve bunun
gibi diğer temel lslam1 ilkelerle, modern dünyadaki gülünç taktiklerini başka yazı­
larımızda daha derinliğine ele aldık.
7Bk: L Illich, 'Deschooling Society', New York, 1 9 70. Ne tuhaftır ki pek çok
Müslüman ülkede görülen bu bunalıma rağmen, ulusal eğitim sistemleri Batılı mo­
delleri daha bir yakından taklitle yetinmedikleri gibi, bir zamanlar misyonerler ta­
rafından işletilen okullar da, Batı kültürünün veya nihai anlamda sekülarizmin ya­
yılması adıyla, Hıristiyan misyonerlerin yaptıklarının aynısı misyoner şevkiyle 'yan­
sızlık' perdesi altında yapmaya devam etmekte ve sürekli çoğalmaktadır. Eğer göze
batan birkaç istisna varsa, bunlar da yalnızca 'kaideyi bozmayan' istisnalardır.
42
•
İslam ve Modern İnsanın Çı kma z ı
8Bk: H .A.R. Gibb, 'Modern Trends in lslam' , Chicago , 1 94 5 , b l : 3 ; b u kitapta
çağdaş lslam dünyasındaki bu durumun geniş bir analizi vardır. Yine bk: W C .
Smith, 'Islam in Modern History', New York, 1 9 5 7 ; S . H . Nasr, 'lslamic Studies' , Bey­
nıt, 1 966, Bl: 2.
9 Arap dünyasında geleneksel eğitimden modern eğitin.ıe geçiş için bk: A . l . Ti­
bawi, 'lslamic Education: lts Traditions and Modernization into the Arab National
Systems', Londra , 1 97 2 .
10"Soylu bir filozof, mimariden donmuş bir müzik olarak söz etmişti de, sürüy­
le çatılan kaşlara hedef olmuştu. Bu güzel düşünceyi, mimariye "sessiz gelişen mü­
zik" demekten daha iyi bir yeniden gündeme getirme yolu bilmiyoruz. " 'Maximen
und Reflexionen', 1 207, alıntısı için: S. Levarie, E. Levy, 'The Pythagorean Table', 'Ma­
in Currents in Modern Thought', New York, cilt: 30, No: 4 Mart-Nisan 1974, s: 1 24.
l ltslam san'atının metafizik temelleri için bk: T. Burckhardt, 'Perennial Values
in Islamic Art', alıntı için: ] . N eedleman, 'The Sword o f Gnosis', Baltimore, 1974. S:
.
304;3 1 6; yine bk: N. Ardalan, 1. Bakhtiyar, 'The Sense of Unity The Sufı Tradition
in Persian Archirecture', Chicago , 1 9 7 3 .
1 21slam dünyasında beşikten mezara bazılarına eşlik eden hoparlörleri n karma­
karışık biçimde kullanılışı, modernizmin etkisinde kalan pek çok çağdaş rnüslüma­
nın san'at zevkinin kaybolduğunun bir işaretidir.
1 3Bu kavramın 1slam tarihinin değişik dönemlerinde kazandığı anlamlar için
bk: F Rosenthal, 'The Muslim Concept o f Freedom Prior to the Nineteenth Cen­
tury', Leiden, 1 960.
IT K ITNC [
IKJ § I M
KA R Ş I LA ŞT I R M ALI Y ÖNT E M
V E BAT I DA
İSLAM' l N Z İH İNSEL MİRASINI N
İNC E LENMESİ
Üç ü n c ü B ö l ü m
M ETAFİZ İG İ VE FEL S E F E S İYLE D O G U V E BATI:
AN LAM LI B İ R KARŞILA ŞTIRMALI
İNCELEME İÇİN G E REKLİ ŞARTLAR
a rapça'da bir atasözü vardır: 'Balık her zaman baştan kokar' diye.
Bu , şu ünlü Latin atasözünün bir başka söyleniş biçimidir: 'corrup­
tio optimi pessima (en iyinin bozulması en kötüdür)' . Rönesans süre­
since Batı'da olanl ar ve şu anda İslam dünyasının çeşi tli yörelerinde ta­
nık olunan olaylar en iyinin bozulması, gövdesi sağlam duran balığın
başının kokmasından başka bir şey değildir. Bu sürece karşı çıkmak ve
hem Doğu'daki hem de Batı'daki i nsanın gerçek ihtiyaçlarını karşılamak
için, aynı şekilde , işe 'baş'tan başlamak, geleneğin her zaman daha çok
ulaşılabilir özellikteki sosyal ve pratik boyutlarından çok, ilk ulaşılma­
sı gereken 'örtülü' manevi ve zihinsel boyutlarının içerdiği en yüce yan­
larıyla ilgili öğretilerden başlamak gerekmektedir. Uzun vadede, güçlü
zihinsel doktrinlerin, yani unutulması modern insanın içine düştüğü ve
artık çok geniş bir düzlemde gözlemlenebilen acıklı çıkmaza yol açan
�
Merkez'in m esaj ının yardımıyla, en iyinin veya en büyük zihinsel arma­
ğanın, dolayısıyla da en etkilinin bozulmasına karşı savaş verilmeli dir.
Bu bakımdan her şeyden önce , dinin kalbinde yer alan geleneğin meta­
fizik boyutuna dö nmemiz gerekmektedir.
46
•
İs l a m ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
Son yirmi-otuz yıldır, karşılaştırmalı din yöntembilimi üzerine , Do­
ğu dinlerinin incelenmesinde tarihçilerinden fenomenoloj istlerine ka­
dar Batılı bilginlerin benimsediği çeşitli yaklaşımlar hakkında pek çok
şey yazılmıştır. Zaten oldukça geniş bir biçimde tartışılmış olan bu ko­
nu, burada ilgi alanımızın dışındadır. 1 Bunun yerine , tslam geleneği
için doğru olanın diğer Doğu gelenekleri için de doğru olduğunu unut­
madan, Batı'da pek çokları nın anlamaya çalıştığı, ama pek az kişinin an­
layabildiği Döğu ve özellikle İslam metafiziği ve gel e neksel felsefe soru­
nuna eğileceğiz .
Çok çeşitli kültürler ve ırklar arasında , bol keseden harcanan dün­
ya çapında bir iletişimin var olduğu iddialarının aksine, modern ve hat­
ta post-modern insanın içinde yaşadığı Babil Kulesi , yepyeni elektronik
iletişim araçlarıyla , tarihte en kolay göründüğü bir zamanda ciddi ko­
nuların iletişimini en zor hale getirmiştir. 'Hikmet'in ortak dili yitip git­
tiğinden , modernleşmiş i nsan ların, özellikle modern dü nya ile Doğulu
_
geleneklerin anlamlı bir iletişim için hiçbir ortak zemini kalmamıştır.
Bir de insan türünün farklı bileşenleri arasındaki iç iletişimin böylesine
azaldığı bir dönemde , tek bir insanlık ve globalizasyondan söz ediliyor.
Bugün , kendilerini her zaman ortak llahı Zemin'e bağlayagelmiş göbek
kordonu kesilmiş olan insanlar, aralarına hiçbir hümanizmin ya da � ek
bir kürese.! düzenin köprü kuramayacağı, birbirinden aşılmaz bir uçu­
rumla ayrılmış adalara sıkıştırılmış durumdadırlar. Bu gerçek kendisini
en çok metafizik doktrinler ve geleneksel 'felsefe' alanında , ya da insa­
nın , eylemlerinin taşıdığı değer kadar tüm diğer bilgi türlerinin de ni­
hai çatısını belirleyen bilgi dağarcığında hisse ttirmektedir.
Modern dünyayı karakterize eden ve Batılılardan ziyade, müslüman
olsun o lmasın batılılaşmış Doğulular arasında görülen gözlem ve sezgi
eksikliğinden dolayı , her iki taraftaki her tür fan tazi aşmlık, çoğu za­
man sözü edilmeğe değer anlamlı zihinsel bir iletişime ve karşılaştırma­
lı bir metafizik ve felsefe çalışmasına engel olmuştur. En büyük arifler
ve veliler çoğu kez şüphecilerle bir tutulmuş ve farklı ilham düzeyleri
bütünüyle birbirine karıştırılmıştır. Bir Tolstoy, Mahatma Gandi ile ay­
nı kefeye konmuş; Hume'un neden � elliği inkarıyl a , bir yandan Eş'ari
kelamı , ö te yandan Budizm arasında ilgi kurulmuş; Sankara Alman ide­
alistkriyle ve Nietzsche de Celaleddin Rumi ile karşılaştırılmıştır. Doğu
doktrinlerinin Batılı öğrencileri, çoğunlukla bu doktrinleri 'dinle ilgisiz
_
ve bayağı' bir felsefe düzeyine indirmeğe çabalamışlar; tutuldukları ya-
Doğu
ve
B a tı
•
47
r ı gizli aşağılık duygusuyla yanıp kavrulan modernleşmiş Doğulular ise,
aynı doktrinlere saygınlık kazandırma ve karşılaştırmanın yapıldığı za­
.
manda hiçbir değer ve itibarı kalmamış şu veya bu Batılı filozofun dü­
şüncesiyle uygunluk içinde olma onuru verme çabalarıyla, bu do ktri n­
leri 'yücel tme' uğraşı içine girmişl erdir. Her iki taraf da inceleme konu­
su yapılan 'felsefe'nin, aslında öz kaynağını oluşturan Hakikatin bilgisi
ve yaşanmasıyla olan bağlantısını hep unutmuş ve gerçeklik düzeyleri­
ni sürekli karıştırmıştır.
Bu sorunun çözümü yolunda atılacak ilk adım, neyin neyle karşı­
laştırıldığını aydınlatmak için ortamı mevcut karışıklıklardan temizle­
mek olmalıdır. Ö nce sormak gerekiyor: 'Felsefe'yle ne demek istiyoruz ? '
Bu s o n derece karmaşık soruya, ancak metafizik kesinliğin ışığı varsa
açık bir cevap verilebilir. Ne ki pek çok tartışma bu ışıktan yoksun ol­
duğu için, en kötü türde bir karışıklık, ele alınan konunun tanımına gi­
rişildiğinde hemen kendini belli etmektedir. Hatta öyle ki , her ne kadar
'philosophia perennis'in, Hinduizın'in 'sanatana dharma'sının veya ls­
lam'ı n 'hikmet-i ledünniye'sinin en üst düzeyinde , bütün gerçek filozof­
ların 'sevip' peşinde koştuğu , Doğu'nun ve Batı'nın sadece onun kuca­
ğında birleşebileceği 'sophia'nın niteliği konusunda derin fikir birliği
her zaman varolagelmişse de, Doğu'nun ve Batı'nın gelenekleri bu teri­
me farklı anlamlar vermişlerdir. 2
Şimdi , konuya buradan girmişken denilebilir ki , eğer Batı'daki kul­
lanımıyla 'felsefe' deyiminin anlamını, çoğu Avrupa dilindeki biçimiyle
kabul edecek olursak, o zaman bu deyim 'mantık'la şöyle böyle eş an'la mlı bir duruma gelecek3 ve korku ve endişe gibi duygulara dayalı ,
akılcılık karşıtı e n s o n akımlar bir yana itilmiş olacaktır. Batı'da, genel­
likle anlaşıldığı biçimiyle felsefe, zaman zaman Aziz Bonaventure veya
Aziz Thomas'da görüldüğü gibi vahy, l lahiyat veya hakiki entelektüel
(kalbi) sezgiyle ( orij inal anlamıyla 'entelektüel') el ele vermiş; 4 zaman
zaman, O nyedinci yüzyılın ve yine Yirminci yüzyılın bazı ekollerinde
görüldüğü gibi, matematik veya fiziki bilimlerle gerdeğe girmiş; ve ba­
zen de, İngiliz emprisizmi'nde olduğu gibi , yalnızca duyuların verileri­
ni ayrıştırmaya çabalamış ve sadece eylemin fonksiyonuna hizmet et­
meye çalışmıştır.
Yine Batı'da , en azından zihinsel akımlarında metafizik, Hakikatin
doğrudan ve birden duyuluşuna dayalı sağlam zihinsel bir bilgi (hik­
met) olan gerçek anlamından, -Aristo'nun Batılı yorumu sağ olsun- bir
48
·
•
İslam ve Modern İns an ı n Çı kmazı
felsefe dalına indirgenivermiştir. Bunun sonucu olarak da, Plotinus,
Proklus, Dionisus, Erigena ve Kusa'lı N ikolas gibi kişiler sıradan filo­
zoflar olarak görülmeğe başlanmıştır; oysa , felsefenin yukarıda bel irti­
len anlamını kabul edersek, bu kişiler, Dekart ve Kant gibi isimlerle,
ha tta Ortaçağ- sonrası Avrupalı filozoflarla arifler (gnostik) ve metafizik­
çiler arasında bir yer tutan Aristocu ve Tornacı filozoflarla bile h içbir za­
man aynı kategoriye konamazlar. Birden düyuş ve görüş yoluyla bilen
lntellect (kuvve-i fehime, kalbi akıl , zeka) ile, analiz ve bölme yoluyla
bilebilen 'ratio (akıl, us)' arasındaki temel farklılığın unutulmasının bir
sonucu olarak, bir 'scientia sacra' , ya da llahi Bilgi olarak metafizikle,
insanın salt bir zihinsel faaliyeti olarak felsefe arasındaki temel farklılık
da bulandırılmış veya unutulmuştur. 5 Sonunda öyle bir noktaya gelin­
miştir ki, modern dünyada-, salt metafiziksel olanlardan tutun da, kötü­
rüm o lmuş zihinlerin en zayıf uğraşılarına kadar tüm farklı fa rklı felse­
fi ekoller, tek bir kategoriye konmuş ve içerikleri en düşük düzeyde or­
tak bir göstergeye indirgenmiştir.
Sorunu daha da zorlaştırmak için olacak, Batı'da genellikle kabul
edilen tanımına rağmen felsefenin, bütüncül bir manevi yolun doktri­
ner yanı ya da o rj inal anlamıyla metafizik ve teosofi ( hikmet) olarak gö­
rülen yankısı hala sözcük anlamı içinde, marginal bir varlık halin de sü­
rüp gitmektedir. Batı'da, hiç o lmazsa halk dilinde felsefe deyiminin şu
iki anlamı arasında bir ayırım yapılabilir: 6 Biri, yukarıda sözü edilen
teknik anlamı , diğeri de 'hikmet' anlamı . Bu ikinci anlama karşı Avrupa
ve Amerikan felsefesi her zamankinden daha şiddetli bir ayaklanmanın
içine girmiş ve öyle ki, 'hikmet'len nefret ettiklerinden , bu tür düşünce
biçimlerine 'philosophia (filo-sofya)' denemez olmuştur. Şu h alde bun­
lara, 'miso-sophia (yanlış sevgisi) ' dense gerektir.
Budizm, Hinduizm, Taoizm ve lslam gibi Doğu geleneklerinde ise
durum tam tersidir. T ümüyle değilse de pek çok yönleriyle Batı'daki
Aristocu luk ve Tornacılığı andıran 'Meşşai' veya 'Peripatetik' lslam fe lse­
fe ekolleri gibi birtakım ekoller, 7 Muhammed lbn-i Zekeriya er-Razi gi­
bi belli bireysel lslami şahsiyetler ve H indistan'daki birtakım çevresel
ekoller dışında, Doğulu ekollerde Batı'da geçerli olan anlamıyla 'felsefe'
sayılabilecek hiçbir şey yoktur; çünkü , Doğu'İıun belli başlı zihinsel ge­
lenekleri, her zaman manevi dünya ile ve deyimin asıl anlamı uyarınca
zihinsel sezgiyle doğrudan bir kucaklaşma içinde olmuşlardır. Adına
'Doğu felsefesi' denilen şey, bir kavrayış yöntemine bağlı ve kendisini
·
.
Doğu
ve
Ba tı
•
49
doğuran gelenek veya vahyden ko pnıaz niteli kte külli bir manevi yolun
doktriner kısmından başka bir şey d eği ldir. Bu nedenle , hemen aynı so­
lukta bir akılcı felsefeden, veya Çin ya da l lint felse fesinden söz etmek
bir terimler çelişkisi olacaktır; ancak, 'felsefe' sözcüğünü şu iki farklı
anlamda kullanırsak başka ; man evi duyuş ve yaşayışla gerdeğe girmiş
düşünce süreçleri v e bu duyuş ve yaşayıştan bütünüyle kopmuş bir dü­
şünce. Batı'daki karşılaştırmalı felsefe furyasında yalan ve yanlışların yı­
ğılmasına yol açan ve bilgi kaynaklan , konu üzerinde yazılmış akade­
mik çalışmalardan ö te gitmeyen Batılıları n , Doğu metafiziğinin anlam
ve önemi karşısında gözlerini kör edeıı , işte bu temel farklılığın bilin­
cinde olmayıştır. Zihinsel oyunlarda bir oyuncak olmanın çok çok öte­
sindeki bu metafiziğin fo nksiyonu, insanın bizzat zihinsel düzlemi de
aşma�ını sağlamaktır.
-Modern Batı felsefesi'nde bulunanın tersine- 'Doğu Felsefesi' deni­
len şeyin oluşumu ve yaşatılmasında d inin ve manevi kavrayış yöntem­
lerinin oynadığı temel rolle birlikte yukarıda sözü edilen farklılıklar da
göz önüne alındıktan sonra, anlamlı bir karşılaş tırmalı çal ışma için bu­
lunması gerekli ilk şart, Doğu'nun ve Batt'nın d i n1 ve metafizik gelenek­
lerinin yapılarını ve anlam düzeylerini bü tünüyle tanımak olacaktır.
Dinlerin karşılaştırması; b rşılaştırmalı dinler alanına giren şeylerin
karşılaştırması yapılabilir. Aynı şeki.l dc , ·Jsl.ında karşılaştırmalı dinlerin
bir veçhesi olan ve son zamanlarda 'karşılaş tırmalı mistisizm' 8 denilen
alanda da , Doğu'nun ve Batı'nın mistik ve ba tını öğretilerinin bir karşı­
laştırması yapılabilir. Bütün bunlar, yavaş yavaş karşılaştırmalı felsefe
olarak tanınmaya başlanan ve karşılaştırmalı bir yöntemle çeşitli Doğu
ve Batı geleneklerinin zihinsel mirasını inceleme amacı güden bir disip­
lin olarak bilinen şeyden ayrı disiplinlerdir.
Bu karşılaştırmalı felsefe denilen şey, aslında ya görünüşte benzer
fa kat temelde farklı öğretilerin sığ bir karşılaştırması , ya da daha doğru­
su , Evren ve eşyanın tabiatı hakkında , söz konusu ' felsefe'yi doğuran di­
ni ve manevi arka plandan koparılamayacak bütüncül bir görüşe bağlı
olarak, farklı bilimleri ve bilgi biçimlerini belirleyen farkli kalıpların ve
farklı düşünme yollarının karşılaştırmalı bi r incelemesidir. Bir Emer­
son'un, sözgelimi bir Hafız, ya da Sa'di ile şöyle dışardan bir ka � şılaştır­
masını yapmak, her birinin söyledikleri , ayrı ayrı Protestan Hıristiyan­
lığın ve lslam'ın ışığında ele alınmadığı sürece hiçbir anlam i fade etme­
yecektir. Karşılaştırması yapılan düşünceni n ardındaki geleneksel ve di-
50
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çı kmazı
nl ortamı görmeyen -bu din ister olumlu etki yapmış olsun, isterse
olumsuz düzlemde ele alınmış olsun- karşılaştırmalı felsefe, müzik no­
talarını, bir parçası olduğu melodiyi hiç hesaba katmadan karşılaştır­
mak kadar saçmadır.
Öte yandan, insan melekelerinin hiyerarşik doğasını ve insanın uza­
nabildiği bilgi biçimlerini göz önünde bulundurmadan da bir Doğu Ba­
tı felsefeleri karşılaştırması yapmak yine imkansızdır. M odern Batı insa­
nını Doğu öğretilerini ve bizzat kendi geleneği nin pek çok yönünü an­
lamaktan alıkoyan en talihsiz ve en acıklı öğelerden biri de geleneksel
insanı, aşkın boyuttan yoksun iki boyutlu modern insanı, yani genellik­
le yakın ilişki içerisinde bulunduğu insan tipini model alarak inceleme
arzusudur. Modern dünyada geçerli olan insan kimliği kavramı, Mer­
kez'in ve çoklu varlık düzeyleriyle uzanabildiği bilgi derecelerinin sü:.
rekli fa rkında olmuş bulunan geleneksel insanın anlaşılmasının önün­
deki en büyük engeldir. 9 Kör bir insanın kalan dört duyusuyla dünya
hakkında edindiği duyuş ve algılarına dayanarak geliştireceği bir felse­
fe, kuşkusuz, hem dört duyuya , hem de görme duyusuna dayanılarak
geliştirilen bir felsefeden çok çok farklı olacaktır. İ nsan duyularının sağ­
ladığı verilerin akılcı bir tahliline dayanan felsefeyle hem aklı, hem de
duyulabilen dünyayı aşan bir dünyanın algılanış ve yaşanışına dayanan
felsefe arasındaki fark ise , çok daha büyük. Kalp gözünün (Sufiler'in
'ayn'ül-kalb'i veya 'çeşm-i dil' i , H indular'ın 'üçüncü gözü') kullanılma­
sı, gerçekliğin doğası hakkındaki insan felsefesi'ni, gözün maddi varlığı
içindeki doğayı görmemizi renklendirdiği ölçüde etkileyen gerçekliğin
algılanıp duyulmasını ve görülmesini sağlar.
-Eri azından, zihinsel , imgesel (olumlu 'imaginatio' veya Arapça 'ha­
yal' anlamıyla) , ıo akli ve duyusal olarak dört temel düzeye indirgenebi­
len- bilgi hiyerarşisinin tam anlamıyla farkında olunmadan da anlamlı
bir karşılaştırmalı çalışma yapılamaz. Berkeley veya bazı başka Onseki­
zinci yüzyıl filozoflarınca da onaylandığı üzere , birileri, Sankara şunu
şunu söyledi dediği zaman, aynı bilgi edinme araçlarının her ikisinin de
elinin altında bulunup bulunmadığı sorulmalıdır. Veya şu ya da bu va­
roluşçu filozofun, bir M olla Sadra veya bir diğer M üslüman bilge gibi
'varlık tecrübesi'ne sahip o lduğu söylendiğinde, 1 1 önce , Varlığı yok sa­
yan bir filozofun nasıl O'nun tecrübesine sahip o labileceği sorulmalıdır;
çünkü , Varlığın tecrübesini (algılanıp duyulmasını) , ancak bizzat Varlı­
ğın sağladığı bereketle ve din veya vahy denilen , Evrensel Akl'ın (Akl-ı
Doğu ve.Ba tı
•
51
Külli) nesnel tezahü rleri olarak, Varlığın çizcl.iği yollarda yürümekle
edinebiliriz . Ne zaman bir karşılaştırma yapılıyorsa , hemen söz konusu
'felsefe'nin kaynağının ne olduğu ; akılcı bir tartıdan , görgül (empirik)
bir analizden veya manevi bir görüşten kaynaklanıp kaynaklanmadığı ,
veya bir başka deyişle , bilenin varlığının hangi yönüne dayandığı sorul­
malı; Aristo'nun, "bilgi bilenin durumuna bağl ıdır" özdeyişi her zaman
hatırda tutulmalıdır.
Mantık veya 'doğa felsefesi' gibi belli birtakım alanlarda, yukarıda
sözü edilen arka plana bütünüyle başvurulmadan karşılaştırmalarda bu­
lunulabilinir -her ne kadar, buradaki öğeler de bağlı bulundukları or­
tamdan tümüyle soyutlanamazlarsa da- . Fakat, Hint veya İslam mantı­
ğını Batı'nın çeşitli mantık ekolleriyle ya da Hindistan'da veya müslü­
man Eş'ariler arasında geliştirilen a tomculuğu , en azından modern dö­
nemler öncesi Batı'daki atomculukla karşılaştırmak bir dereceye kadar
mümkündür. Şu kadar ki, bir kez bu sınır kondu mu , ele alınan bilgi­
nin 'kaynağı' sorus u ve arka plan, ancak gerçek kavrayış imkanını feda
etme pahasına görmezlikten gelinebilecek önemde birer faktör haline
gelirler.
Söz gelimi, Hint ya da l ran ve Yunan doktrinleri arasında veya mo­
dern dönem öncesi skolastik Batı felsefesiyle İslam felsefesi arasınd2
ciddi karşılaş tırmalar yapılabilir. Bu karşılaştırmalar hem mo rfolojik
benzerlikler, hem de tarihsel ilişkiler nedeniyle anlamlı olabilir. Fakat,
modern döneme geldik mi, durum tümüyle değişmektedir 1 2 Doğu me­
tafiziği açısından, yirminci yüzyıl felsefesi bir yana, Kusalı Nikolas'la
Hegel arasında Batı'daki düşünce hareketi 'metafizik karşıtı' bir hareket
olup, gerçek 'felsefe'nin ana temelini , yani geleneksel ve kesintisiz fel­
sefe açısından vahy ve zihinsel sezgi ya da manevi görüşten başka bir
şey olmayan gerçeğin bu ikiz kaynağını oluşturan bütün öğelerden çok
daha büyük bir kopuştur. Bu dönemde yapılan karşılaştırmalı çalışma­
lar, ya b enzersizlikleri , çatışma ve çelişkileri göstermek içindir ya da Av­
rupa düşünce tarihi akımından kopmuş, ötelerde duran ekollerle ilgili­
dir. Doğulu doktrinlerle modern Batı 'düşünce'si arasındaki benzerlikle­
ri gösteren karşılaştırmalı bir çalışma ancak, Doğu bir yana çoğunlukla
Batı'da bile doğru dürüst bilinmeyen ve Cambridge Platonistleri gibi ge­
nel bir adla anılan ya da jacob Boehme, Claude St M artin , Franz van Ba­
ader ve benzeri isimlerle gerçekleştirilirse bir anlam kazanabilir. Yoksa ,
Hegel'in şu ya da bu sözünün Upanişadlar'ı andırdığını veya Hume'un
52
•
İs l a m ve Modern İnsanın Çı kmazı
N agarjuna'ya benzer fikirler ileri sürdüğ ünü söylemek, hern Doğu'yu
anlamak isteyen Batılılar, hem de Batı'yı anlamak isteyen Doğulular açı­
sından, herhangi bir tür d erin anlayışa varıl masını engelleyecek en kö­
tü yanılgıya düşmek demekti r.
Bu, ele alınan fikirlerin gerçek niteliğini ve eşyanuı bütünsel bağla­
mı içinde taşıdıkları anlamı hesaba ka tmadan yapılan karmakarışık kar. şılaştırmalar düzeni nde, Doğulular, Doğu çalışmalarıyla ilgi lenen Batılı
bilginlerden çok daha fazla hata yapmaktadırlar. Modernleşmiş Doğulu­
lar'ın yazılarında, ele alıuan 'felsefe'nin oturtulduğu tecrübenin niteliği
ve ancak içinde bir anlam sahibi olduğu topyekün dünya görüşü sürek­
li gözardı edilmek tedir. Ve , -sözgelimi , gelen eksel toplumların dayandı­
ğı öncüllerle anti-gelenekçi modern Batı m edeniye tinin dayan dığı ön­
cüller gibi- bütünüyle çelişkili ve uzlaşmaz öncüller arasında bir uyum
sağlamaya yönelik duygusal arzular, sık .sık, bu tür yazarların, en derin
zıtlık ve çelişkilerin bulunduğu yerlerde bile görünür ben zerlikler� en
söz e tm el erine yol açmaktadır. Bu tutum, karşılaştırmalı felse feyi , fonk­
siyonu gerçeğe hizme t ve zıtlık ve farklılıkları bulundukları yerde gös.­
termek olması gerekirken , duygusal bir sadaka felsefesi derekesine in­
dirge � ektedir.
Farklılıklardan sözederken, bir an için bakışlarımızi sadece Doğu
ile Batı arasındaki değil , bizza t D oğulu gelenekler arasındaki karşılaştır­
malı doktrinler çalışmalarına da çevirmeliyiz. Son yüzyılda Batı'nın As­
ya'yı sömürgeleşti rmesinin sonuçlarından biri de, Asyalı fa rklı medeni­
yetlerin , komşu bile olsalar birbirlerini Batı'nın aynasında görmeleri ol. muştur. 'Karşılaştırmalı felsefe', hiç düşünülmeden, Doğu ile Batı ara­
sında fikirler karşılaştırması anlamında kabul edilivenniştir. Hatta, kar­
şılaştırmalı çafışmalar konusuna eğilen Doğulu yazarlar, sadece kendi
geleneklerini ve Batı'nınkini göz önüne almaktadırlar. Bir M üslüman
yalnızca lslam'la Batı'yı ele almakta , bir Hindu da Hinduizm'le Batılı dü­
şünceyi karşılaştırmaktadır. Oysa yapılması gereken, sözgelimi Hindu­
izm'le İslam arasındaki ilişkiler konusunda , çağdaş Hintlu veya Müslü­
man bilginlerin, bugün, karşılaştırma yoluyla, üç yüzyıl önce Dara Sü­
kun ve Mir Ebu'l-Kasım Findiriski'nin gerçekleştirdiğine benzer şekil­
de, kendi gelenekleriyle ilgili olarak bir anlaşma düzeyine varmak için
ellerinden gelen çabayı esirgememeleridir. Evet, yalnızca şu son zaman­
larda bir avuç Doğulu bilgin bizzat Doğu gelenekleri üzerinde karşılaş­
tırmalı çalışmalar yapmaya girişmiş ve bu alanda birkaç üstün eser ve-
Doğu
ve
B a tı
•
53
rilmiştir ama, 1 3 bu verimli, fakat henüz keşfedilmemiş alanda gerçek­
leştirilmesi gereken daha pek çok şey vardır.
Doğulu medeniyetlerin hepsi , kökleri kendilerine hükmeden tlahI
llke'nin içinde, geleneksel bir karaktere sahip olduklarından , çeşitli Do­
ğulu doktrinleri karşılaştırma alanında, modern Batı'yla yapılan karşı­
laştırma alanı ndakinden çok daha sağlam bir zemin söz konusudur. Fa­
kat, yine burada da bir ayırdedicilik ru huyla işe girişmek, sığ ve duygu­
sal karşılaştırma ve eşitlemelerden kaçınmak ve her ekol ve doktrini ,
bağlı bulunduğu geleneğin bü tünl üğü içinde yerli yerine oturtmak ge­
reklidir. Her ne kadar, derinden derine Batı karşıs.ında bir Doğu varsa
da , karşılaştırmalı çalışrnalara uygun bir derinlik sağlayacak olan zihin­
sel alanın ayrın tılarıyla gözden geçirilmesi , tari hsel geleneği , coğrafi bir
yer olmaktan çok, manevi bir gerçekliği , ışık ve aydınl anma dünyasını
sembolize eden Doğu'ya benzer öğeler ve dönemler barındıran modern
bir Batıl ı'yla yan yana konabilecek çok sayıda Doğulu'nu n bul unduğunu
açığa çıkaracaktır. 1 4
Bu noktada, " Karşı laştırmalı felsefe ve metafizik çalışmalarının ne
yaran vardır? " sorusu sorulabilir. Bu çalışmaların Batı için ifade ettiği
ilk fonksiyo n, bizzat Batı felsefesini derinliğine eleştirmek için gerekli
ölçüleri sağlamak olabilir -her ne kadar, ilk felsefe ekollerinin şöyle yü­
zeyden geçiştirilivermiş eleştirileri, eleştirinin keskin ucunu şöyle böy­
le kendilerine çevirmiş ve bü tünlükleriyle teme l ö ncüllerini de binde
bir eleştiriye açmışlars a da- . Hatta Doğulu doktrinler, en temel ve acil
bir görev olarak, Batı'ya, kendi öz geleneği içinde var olduğu halde , san ­
ki hiç bir zaman var olmamış gibi unu tulup gitmiş gerçekleri hatırlata­
bilir. Bugün Batı insanı için, Doğu metafiziğinin yardımı olmadan ken­
di geleneğinin bütününü o rtaya çıkarabilmek neredeyse imkansızdır. 1 5
İmkansızdır, ç ü nkü sezgisel doktrinler v e gerçekleştirilmeleri için ge­
rekli uygun manevi teknikler Batı'da zar zor bulunabilir; ve 'felsefe' , ma­
nevi bir doğayı duyuş ve algılayıştan bütünüyle kopmuş durumdadır.
Geleneksel Doğu'da ise tam tersi bir durum söz konusudu r. Kişinin olu­
şumuna etki etmeyen zihinsel bir oyu n veya disiplin o larak 'felsefe', an­
lamsız ve hatta tehlikeli bulunur. Hinduizm ve Budizm'in bütün ekolle­
ri , özellikle Vedanta ve Zen, Sühreverdi ve Molla Sadra gibi lslam filo­
zoflarının öğretileri ve Sufilik'in tamamı bu noktaya dayanır. Modern
insanın içine düştüğü bunalımın kalbinde yatan bilginin varlıktm ko­
parılışı, ancak bilenin varlığını değiştirebilen bilgi biçiminin meşru ka-
54
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
bul edildiği Doğu geleneklerinde kendine yer bulamamıştır. Batı için
Doğu'dan alınacak, kalıcı değeri olan herhangi bir bilginin kazanılma­
sında manevi disiplinin merkezi rolünü kavramaktan daha büyük bir
ders bulunamaz.
Bugün modern Doğulular'a baktığımızda ise, entelektüel hayatla il­
gilenen ve modernist ruhtan etkilenen çoklarında en berbat biçimde
sezgi yoksunluğunu ; ku tsal doktrinlerle din dışı doktrinleri ve Doğu'da
gerçek zihinsellik ve maneviyat· adına hala yaşayan her şeyi yok etmede
en ölümcül enstrüman olan geçici '.düşünce'lerin eklektik bir bileşimi­
ne yol açan kutsalla kutsal olmayanı karıştırmaya yönelik, tehlikeli bir
eğilimi görürüz. Bu alanda Doğuluların düştüğü yanılgılar, Batılı bilgin­
lerinkinden belki daha da ağırdır; çünkü yeri geldikçe belirttiğimiz gi­
bi , 'geleneklerin daha iyi korunduğu Doğu' da manevi yıkım olasılığı çok
daija güçlüdür. Son yüzyılda D oğu toplumlarında büyük zarara yol açan
ql! yıkıcı güçlerden bazıları , sığ ve kolaycı Doğu Batı düşüncesi 'sentez1er'iyle, bu iki düşünceyi birleştirme adına yapılan yüzeysel girişimler­
dir. Bu bakımdan , daha ciddi bir karşılaştırmali çalışma, bir yandan
kendi geleneklerinin doğruluğunu daha dikkatle koruyabilmeleri, bir
yandan da geleneklerinin zamanla sınırlı olmayan gerçeklerini özlerine
ihanet etmeden çağdaş biçimde sunabilmeleri için Doğulu bilginlere,
modern dünyanın son derece karışık ve karmaşık düşünce modelleriy­
le, bizzat modern dünyanın gerçek niteliğini daha iyi öğrenmeleri im­
kanı verecektir. Bugün, genelde her gerçek Doğulu aydının ve özelde
Müslüman aydının önünde duran bu yüce görev bilinciyle, ciddi bir te­
mel üzerinde yapılacak karşılaştırmalı çalışmanın meyveleri, son dere­
ce değerli olabilecektir.
Son olarak diyebiliriz ki, Doğu doktrinleriyle Batılı ekoller üzerin­
de derinliğine yapılacak karşılaştırmalı bir çalışma, Doğu'yla Batı ara­
sında, insan doğasının değişken toprağına ve herhangi bir tür hüma­
nizm biçimine değil de, değişmez gerçekler üzerinde bir anlaşmaya va­
rılmasında yardımcı olabilecek ve bu da ancak, D oğulu olsun Batılı ol­
sun, kaliteli insanların ulaşabileceği manevi bir algı ve duyuşla gerçek­
leşecektir. Aşkınlığı içinde hem Doğu'yu hem Batı'yı kuşatan bu birliğin
sağlanmasına mümkün kılacak yegane şey, metafizik bir doktrinin bir
anlamda meyvesi olduğu , aydınlatıcı bir sezgi ve manevi bir duyuş-ya­
şayıştır. Bugün, modern dünyaya açılmış bulunan pek çokları, bir an­
lamda Doğu ve Batı'yı kendi içlerinde iki kutup ve iki eğilim olarak ta-
Doğu ve B a tı
•
55
şıyorlar. D erinliğine yapılacak karşılaş tırmalı bir çalışma , modern dün­
. yayı oluşturan bu yaygın yanılgılar karışımım silerek, kendinde hem
. Doğu'nun hem de Batı'nın birleştiği , ama, "ne Doğu'nun ne de Batı'nın
olan ağacın. " 1 6 görülmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda, insanın değiş­
mez doğasının keşfi anlamına gelecek ve modern dünyanın kurbanı ol­
duğu göz kaymalarını düzeltecek tek yol olan bu ku tsal hedefin peşin­
de koşmak, Doğu ve Batı doktrin ve felsefeleriyle ilgili tüm ciddi çalış­
maların amacı olmalıdır. Çağdaş dünyada modern insanın içinde bu­
lunduğu durumun, Doğu'da ve Batı'da yaşayan insanların karşılaştığı
sorunlar ne kadar farklı olursa olsu n , böyle bir çalışmayı gerekli kılan
durumun, Doğu'nun ve Batı'nın gerçek düşünür ve aydın seçkinlerini
ulaşmaya çağırdığı bir hedeftir bu.
56
•
İslam ve Modern İns a n ı n Ç1kmazı
Üçüncü Bölümün N o tl arı:
1 M . Eliade , W. C . Smith, C . Adams ve R . H . L . Slater gibi ç o k sayıda çağdaş din­
ler tarihçisinin üzerinde çalış tığı bu konu , şimdi karşılaştırmalı din bilginlerinin
dikkatlerini çekmektedir. Batılı insan a , hal e n hayatta olan bir başka o toriteden da­
ha çok D oğulu gelenekleri anlama anahtarı sunmuş olan F Schuon'un çeşitli dinle­
ri incelerken kullandığı eşsiz yöntem için bk: H . Smith, 'The Relation between Re­
ligions', 'Main Currerı.ts in M o dern Tho ught'da: C : 30, N o : 2 , Kasım Aralık, s: 52-
57, Rochester, N .Y.
2 " Doğu ve Batı arasında etki li bir uyuşum için bulunabilecek tek zeminin, tüm
zamanlarda ve herkes için bir ve aynı kalan ve tüm ç evresel özelliklerden bağımsız
saf zihinsel hikmet. zemini o l duğunu kabul ediyoruz . " A . K . Coomaraswamy, 'On the
P ertinence of P hilosophy' , Contemporary I ndian P hilosophy, Londra, 1 9 5 2 , s: 1 60 .
3Bugün anladığımız anlamda ( v e yine geçerli anlamıyla) felsefe, öncelikle man­
tıktan oluşmaktadır; G uenon\ın bu tanımı felsefi düşünceyi yerli yeri n e oturtmak­
ta ve onu, bir gerçeğin d oğrudan kavranması olan "aydınlatıcı zihinsel sezgi" den
tüm çizgileriyle ayırmaktadır. " F Schuon, 'Language of the Self', çev: M. P allis , M .
Matheson , M a d ras , 1 9 5 9 ,
s:
7.
4 "Mantık y a zihnin mekanın bir parçası olarak çalışabilir, y a d a tam tersine ,
kendisini bir yanılgının hizmetine sunar; hatta anlakalm azlık (zihin, zeka yokluğu)
mantığın etkisini azaltabilir ve öyle ki, yok edebilir de ; o halde felsefe, ne olursa ol­
sun herhangi bir şeyin aracı olarak kullanılabilir; var lıkbilimsel ( ontolojik) kavra­
yışlar taşıyan bir Aristoc uluk olabilir; mantığın � almzca kendi kendisinin bir gölge­
si, kör ve gerçek dışı bir etki haline geldiği bir "egzistansiyalizm (varoluşculuk)'e
indirgenebilir; ya insanı bir kömür torbası gibi aptalca G erçeğin merkezine koyan
ve 'endişe' ve 'sızı' gibi öznel ve varsayımsal olduklarım avaz avaz bağıran kavram­
larla çalışan bir 'metafiziğe' ne demeli ? " a . g. e . 7 .
5 " M e tafizik b i r doktrin, zihinde evrensel b i r gerçeğin somu t oluşumudu r. Fel­
sefi bir sistem, kendi kendimize sorduğ u muz bnı soruları çözmek için yapılan ak­
l i bir girişimdir. Bir kavram , yalnızca özel bir ceha let bağlamında bir 'sorun'dur. " F
Schuon, 'Spiri tu a l P ersp e c tives and H tmıan Facts' , çev: D . M . Mathesori, Londra ,
1 95 3 , s:
1 1 . Bu ayırım , R. G uenon tarafmdan da pek çok eserde enine boyuna tar­
tışılmıştır.
6Coomaraswamy d e , birliği yalnızca hikmet tarafından sağlanabilecek olan iki
tür felsefe arasında ayırım yapmıştır: "O hald e , felsefe bilgi hakkında bir hikm �t, bir
'correction du savoir penser'dir. . . A ma , bunun ötesinde de özel düşünce türleri hak­
kında bir hikmet ve daha da öte, düşünce hakkında bir hikmet, düşünme anlamına
Doğu
ve
B a tı
•
57
gelen şeyin bir analizi v e nihai bilgi merkezinin nitel iği üzerinde bir soruşturma
olarak da kabul edilmiştir felsefe . " (Yukarda adı geçen eseri)
s:
1 5 1 -2.
7Bk: S . H . N asr, Three Muslim Sages' , Cambridge (ABD) 1 9 6 4 , B l : 1 .
8Bu alan, son 2 0 - 3 0 yıldır R. O t to , ] . G arde t , D .T. Suzuki v e A . Graham gibi pek
çok ünlü bilginin dikkatini çekmiştir. A ma, en derin bi çimde , kendisinden önce R .
Guenon ve A . K. C o o maraswamy tarafından çiğnenen yolda en y ü c e zirveye kadar
yürüyen F Schuon'un yazılarında ele alınmış tır.
9Bk : S . H . Nasr, Who is Man ? The Perennial Answer of lslarn' , 'Studies in Com­
parative Religion'da . Cilt: 2, 1 968. S : Lt S-4 6 ; yine bk : ] . N eedleman , 'The Sworcl of
Gnosis'
s:
2 0 3 - 2. 1 7 .
10Bk: H. Corbin, 'Terre celeste e t corps de resu rrec lion', Paris, l. 9 6 1 .
1 1 Bk: H. C orbin, 'Le Livre des p ene tra tions metaphysiques' .. ( Kitab'ü l -M eşair-i
Molla Sadra ) , Tahran P aris, 1 9 64, Sunuş .
1 2 Deka rt ve Spinoza gibi bazı Onyedinci yüzyıl fil o z o fları ü zerinde lslam, Yu­
nan ve aynı z a manda Skolastik felsefelerin e tkisini a raştırmak, E . Gilson ve H . A .
Wolfson gibi bilginlerin maharetle yap tığı gibi, kuşkusuz mü mkü ndür.
1 3özellikle, T. lzutsu'nun 'A C o mpara tive S t udy of the Key Philosop hical Con­
cepts in Sufism and Taoism" adlı ve bu kişilerle doktrinleri üzerinde derin bir ince ­
leme ve karşılaştırmadan oluşan iki ciltlik eseri hemen aklımıza gelmektedir. Uni­
versity o f California P ress, London&Los Angeles , 1 98 3 . Yine bkz . S . M ur a ta'nın, ls­
lami ve N eo-Konfüçyüsçü düşünceyi ilk kez kapsamlı bir şekilde inceleyen, Chine­
se Gleams of Sufi Light (Tu Wei-ming'in sunuşuyla) isimli eseri, State University of
Nev.ryork P ress, Albany, 2000. Söz konusu eser, Wang Tai Yü ve Liu Chi gibi Çinli
Müslüman düşünürleri ve Chi'nin Ca mi'nin Levaih'ini Yeni-Konfüçyüsçü felsefe
bağlamında yorumlayışını ele al maktadır.
1 4B u sembolizm , Sühreverdi'nin Doğulu ve aydınlatıcı olan 'Theosophy of the
Orient o f Light ( Hikmet'ül-lşrak)mın temelini ol uşturmaktadır. Bk: N asr, 'Three
Muslim Sages' , s . 64 ve Corbin'in Sühreverdi için yazdığı iki uzun sunuş , 'Opera
metapysica e t mys tica' , cilt: 1 , lstanbul, 1 94 5 ; Cilt: 1, Tahran-Paris, 1 9 5 2 .
1 5B u konuda G uenou'un öğret.ileriyle ilgili o larak Coomaraswamy şöyle der:
"Doğu Top l umlarında Ba tı'nın veya daha d oğrusu 'modern medeniyet'in kavurô.cu
dokunuşuyla bozulmadıklan ölç üde yaşayan bir güç o larak hala varlığını sürdüren
bu metafizikten dolayı . .. ve Batı'yı Doğul u laş tırmak için değil, fakat, Batı'ya kendi
hayatının ve . . . değerlerinin kökle rinin bilincini geri getirmek için Guenon bizden
Doğu'ya dönmemizi istiyor. " 'Eastern Wisdom and Wes tern Knowledge ' , 'The Bud­
bear o f literacy', Londra, 1 949 , s. 49- 7 0 .
1 6B u i fade, bu eserin başında verilen Kur'an'daki N ur ayeti'ne ( N ur: 3 5 ) bir
atıftır.
D ö rdü n cü B ö l ü m
İ S LAM'IN FİKRİ V E M AN EVİ M İ RA S I NI
İNCELEMEDE KARŞ ILAŞTIRMALI
YÖNTEMİN ÖNEMİ
'
k
arşılaştırmalı yöntem'in önemini ve sorunlarını ele aldıktan sonra, şimdi de bu yöntemi, ana ilgi alanımızı oluşturan İslami evre­
ne uygulamamız gerekiyor. Önceki bölümde tanıtılan anlamıyla karşı­
laştırmalı yöntemin, lslam'ın aydınlatıcı zihinsel ve manevi mirasını Ba­
tı insanına açıklamanın en uygun aracı olduğu kesin olarak söylenebi­
lir. Bu yöntemin, her ne kadar kendi geleneklerini incelemek isteyen
müslümanlar için mutlaka gerekli olmadığı söylenebilirse de, şu veya
bu biçimde modern eğitimden geçmiş ve tutum ve düşüncelerinin kalı­
bını bir dereceye kadar Batı tarih ve kültüründen alınmış öğelerin oluş­
turduğu müslümanlara faydası olabilir.
Karşılaştırmalı yöntemi 1slam'ın aydınlatıcı zihinsel ve manevi mi­
rasına uygularken, geleneksel İslami içeriğiyle kullanılan 'felsefe' (el­
felsefe veya el hikme) deyiminin, modern kullanılış biçimiyle 1 karıştı­
rılmaması ve bir tutulmaması; aynı zamanda, Doğu · metafiziği ile din­
den soyutlanmış felsefe arasındaki temel ayrılığın akılda bulundurul­
ması gerektiğini, bir kez daha vurgulamak isteriz. 2 Şu da var ki, çoğun­
lukla karşılaştırmalı çalışmaların konu �u olan geleneksel lslam 'felse­
fe'si, 1slam'ın zihinsel hayat yelpazesi�de, İslami batıniliğin çeşitli bi­
çimlerinde, özellikle Sufilik'te ve aynı zamanda Şiiliğin iç yüzeyinde gö-
60
•
İs lam ve M odern İnsan ı n Çıkmazı
rülen saf metafizikle , Batı'da aşama aşama çökmesinin sonucu bugünün
bütünüyle dinden soyutlanmış felsefesi haline gelen akılcı felsefe ara­
sında , ortada bir yere sahiptir. Bu noktada , Batı felsefesinin -sözu edilen
İslam felsefesiyle yakından bağlantılı Skolastik felsefen in ardından­
Ortaçağlar sonrası gelişmesinin, Ortaçağ Avrupa felsefesinde oldukça
merkezi bir yeri olan Varlık kavramının yavaş yavaş çözülmesine ve
modern Avru pa felsefesinin başlıca aleti akl ın, aydınlatıcı Zihn'in ışığın­
dan uzaklaşmas ma dayalı bulunduğu da ha tırlanmalıdır. 3
Şirndi, bu ayırımları göz önüne alarak ve tslarn 'ın geleneksel fikri
hayatının tem elini o luşturan bilgi hiyerarşisini unu tmadan , karşılaştır­
malı yöntemi İslam'ın zih 1 nselliğine ve maneviya tına ; hem karşılaştır­
malı yöntemin konusu olan 'felsefe'ye ve hem de saf metafizik ve 'mari­
fe t'e, teorik ve pra tik yönleriyle uygulamaya başlayabili riz . Bu alanda ,
Sühreverdi'nin Aydınlanma (işrak) ekolü, Molla Sadra'nın 'aşkın teoso­
*
fi'si (el-hikmet'ül-müta'aliye ) , İsmailI felsefe ve kelam , MeşşaI fe lsefe ( ) ,
sonraki dönem K elamı , hem SünnI hem Şii fıkıh ilkeleri (üsul-ül-fıkh)
gibi , burada hepsini sayamayacağımız , Sufilik'te ve Şiiliğin çeşitli şekil­
lerin de görülen pek çok ekolü ve irfan doktri n biçimlerini içine alan İs­
lam'ın düşünsel mirasının zenginliğinin de fa rkında olmalıyız. Bütün
bu ekollerin öğretileri diğer geleneklerdeki; Batı insanı söz konusu edil­
diğinde ise , kuşkusuz Batı'ya egemen olmuş bulunan belli başlı metafi­
zik ve felsefi ekollerle, yani Yunan-İskenderiye ve Yahudi-Hristiyan
ekolleriyle karşılaştırılarak yeniden hayata kazandırılabilir. Bundan da
öte , modern insa�ın içinde bulunduğu derin z il� ni bunalım, özellikle
Müslümanlar açısından , bu İslami ekollerin aydınlatıcı öğre tileriyle bu­
gün Batı'da felsefe ya da 'düşünce' diye geçen şey arasındaki zıtlığı gös­
teren bir karşılaştırma yapı larak , odak noktası haıline getirilebilir 4 N iha­
yet , Suflliğin öğretilerinin içerdiği marifete ulaşmanın ameli ve uygula­
malı yönle ri. , müslümanların bugünkü durumlarıyla ilgiJi olarak ve
bundan sonraki bölümde değıneceğimiz çağdaş insanın ihtiyaçlarının
ışığında inceleme konusu yapılabihr.
Karşılaştırmalı yöntemin lslam'ın aydınlatıcı zihinsel mirasına uy­
gulanması, lslam'ın insanlık tarihinde oynadığı rol ve yüklendiği fonk( * ) Meşşa1 Felsefe , Farabi'nin, lslam felsefesiyle Eflatun ve Aristo felsefelerini
uzlaştırmak için geliştirdiği ve Gazzali gibi bilginlerin çetin karşı çıkışlarına hedef
olan felsefenin adıdır. ( ç . n . )
İs l a m 'ın Fikri ve Manevi M ir a sı
•
61
siyon nedeniyle, hem Doğu hem Batı felsefe ve metafiziğinin incelen­
mesinde özellikle çok yara rlı olabilir. Bütünleyici gücü ve dün.yarı m or­
ta kuşağını kaplayan kaderinden dolayı , İslam tarihsel olarak da Yu nan­
Iskenderiye, İran Hint ve bir dereceye kadar da Uzak Doğu düşüncele­
ri de içinde olmak üzere pek çok düşünce biçimiyle temas kurmuş tur.
Bu yönüyle Islam'ın fikri hayan, kendi dü nya çapındaki görüş açışı ve
temel ilkesi olan Tevhid'in evrenselliği nedeniyle, belli bir to prağa bağ­
lı değildir ve uluslararası niteliktedir. 5 Bunu n da ötesinde, son vahy ve
dolayısıyle kendinden önceki geleneklerin taşıdığı mesaj ların bir birle­
şimi olduğu için İslam, Tevhid'in ışığı altında dönüşüme uğramış ve l s­
.
lam'ın yen i felsefe , bilim ve san'atının bünyesine bir yapı taşı olarak gir­
miş olan kendisinden önceki cümle insanlık mirasının pek çok yönüy­
le bütünleşerek, son derece zengin bir zihinsel hayat geliştirmiştir. Is­
lam felsefesi , yalnızca Batı'da bilinen Meşşai ekolün deyimleriyle değil
de kendi bütünlüğü i çinde ele alındığında , ne kadar zengin olduğu ve
Doğu'nun, Akdeniz'in ve Ortaçağ Avrupası'nın gel eneksel felsefelerinin
ve fikri perspektiflerinin pek çoğuyla karşılaş tırılabilecek ekollere sahip
bulunduğu görülecektir.
Akdeniz ve özellikle de Yu nan d üşüncesi nazarı dikkate alındığında
lslam, Yunan felsefesinin kimi ekollerini yoru mlama ve anlama; Pisa­
gor, Emp�dokles, Parm enides gibi isimlerin felsefelerinin hakiki tabiatı­
nı yeniden keşfetme n oktasında , B a tı açısından son derece ö nemli bir
rol oynayacaktır.
Karşılaştırmalı çalışmalar, tarihsel araştırma yönteml erine bir yar­
dımcı olarak verim sağlayacak ve farklı Islami ekollerin morfolojik ya­
pısını başka yerlerdeki benzer ekollerle kaşılaştırıp, aralarındaki tezat­
ları belirleyerek ortaya koyacaktır. Zaman zaman, sözgelimi Kelam'daki
atomculuğu i nceleyip, Budist atomculuk ekolleriyle karşılaştırarak, bu
fikrin tarihsel köklerini aydınlatmak6 ve Kelami atomculukla Budist
ekollerinin atomculuğu arasındaki b enzerlik ve ayrılıkları ortaya çıkar­
mak maksadıyla bu iki yaklaşım, yani tarihsel ve karşılaştırmalı yakla­
şım birlikte de kullanılabilir. Islam felsefe tarihinde bu sayede aydınla­
tabilmiş yığınla sayfa ve pasaj mevcuttur.
Karşılaştırmalı felsefe bizzat müslümanlar için de, yalnızca Batı'nın
zihinsel geleneğini ve geçirdiği modern sapmaları öğrenmek bakımın­
dan değil, dikkatlerini Ba tı'nın dışındaki geleneklere yönelterek Batı
medeniyetinin geçen yüzyılda Doğu üzerinde ku rduğu tek yanlı ege-
62
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
menliğin yok ettiği dengeyi yeniden sağlamak bakımından da önemli
bir fonksiyon üstlenebilir. Yukarıda da değinildiği üzere , bugün yalnız­
ca müslümanlar için değil Doğuluların pek çoğu için, Hintliler, Japon­
lar ve daha başkaları için de karşılaştırmalı felsefe, kendi medeniyetle­
rinin 'felsefe'lerini Batı'nınkiyle, hatta yalnızca modern Batı'nınkiyle
karşılaştırma anlamına gelmektedir. Eserleri . İslam dünyasında fa zlaca
tanınmayan çok az sayıdaki geleneksel yazar dışında, İslam felsefe ve
metafiziğiyle Hint ve Uzak Doğu felsefe ve metafiziği arasında ciddi bir
karşılaştırmalı çalışma yapmış birini bulmak oldukça zordur. 7 İslam fel­
sefe ve metafiziği alanında karşılaştırmalı yaklaşımın kullanılması,
müslümanlara geleneksel Hint ve U zak Doğu doktrinlerinin zenginliği­
ni öğrenme ve böylece Batı felsefesini yerli yerine oturtma imkanı vere­
cektir. Bundan da öte, Doğu doktrinlerinin n iteliğinden dolayı, bu
doktrinleri öğrenmek müslüman bilginlerin, modern Avrupa düşünce­
sinin lslam dünyasının 'okumuş' sınıfları üzerinde yaptığı felç edici et­
ki nedeniyle şimdiye kadar İslam dünyasında büyük ölçüde ihmal edil­
miş bulunan Batı'nın zihinsel geleneğinin başka yönlerini de keşfetme­
lerine yardımcı olacaktır. Doğu doktrinlerinin güçlü zihinsel niteliği ve
metafizik öğretilerinin derinliği, müslümanların Batı'nın zihinsel gele­
neğini çok daha derinden kavramalarında doğrudan etkili olacak ve
müslüman bilginlere ilk Kilise Babaları gibi grupların yazılarında, Doğu
Kilisesi'nin güçlü kelamında, 'Charter'lar ekolü, Ortaçağ ve Rönesans
Hristiyan mistisizminin zihinsel akımları -özellikle, E ckhardt ve Ange­
lus Silesius'un ekolü- ve Batı simya ve Hermetisizm'inde görülen. 8 güç­
lü zihinsel öğretileri anlamada önemli ipuçları sunacaktır. Her halükar­
da karşılaştırmalı felsefeyi ciddi olarak İslam felsefesi alanına sokmak,
lslam felsefesiyle Batı düşüncesi arasında varlığından söz edilen ilişkiy­
le, bugün çoğu okumuş müslümanın kafasındaki Batı düşüncesi anlayı­
şını da herhalde etkileyecektir.
Karşılaştırmalı yaklaşımın bizzat lslam felsefesini daha iyi anlama
konusunda yapacağı etkinin boyutları ise, İslam düşüncesinin yapısını
az çok bilen herkesin tahmin edebileceği ölçüdedir. Birkaç belirgin ör­
nek, karşılaştırmalı felsefenin farklı alanlarda oynayabileceği rolü orta­
ya koymaya yetecektir. Ö nce Yunan-lskenderiye geleneğini ele alacak
olursak; bir yandan İslam felsefesinin pek çok yönü üzerindeki Yunan
felsefesi etkisiyle, ö te yandan Yunan-lskenderiye mirasının, özellikle
sonraki dönemlerde Arapça'ya girmiş bulunan ve hala yaşayan önemli
is l a m 'ın Fikri ve Ma nevi Miras ı
•
63
öğeleriyle alakalı tarihsel nitelikte önemli sorunlarla karşı karşıya gel­
memiz kaçınılmazdır. Bu , tarihsel bir araştırma konusu olup, Doğu'da
ve Batı'da çok sayıda bilgin kendilerini sorunun taşıdığı her iki boyuta
da adamışlardır. 9
Fakat şunu da belirtmeliyiz ki morfolojik karşılaştırmalar, Yunan ve
lslam gelenekleri arasındaki benzerlikler kadar farklılıkları da gün yü­
züne çıkarmada önemli bir rol oynayabilir ve müslümanlar tarafından
kabul edilmiş olan Yunan düşüncesi öğelerinin, nasıl salt tarihsel etki
arama yöntemlerinin açığa çıkarma gücünün ötesinde bir öneme sahip
bulunan yeni bir zihinsel yapının öğeleri haline getirildiğini ortaya ko­
yabilir. lskenderiye'nin Hermetik felsefesiyle İslam'ın simyasal felsefesi ,
Orta v e Yeni Eflatunculuğun -özellikle, bizzat Plotinus'un- Yunani zi­
hinsel ve irfanı öğretileriyle İbn Arabi gibi İslam irfa nının üstadları, N i­
komakus'un Yunanlı Pitagorasçı öğretileriyle lhvan'üs-Safa gibi müslü­
man Pitagorasçılar ve daha pek çok örnekler üzerinde yapılacak karşı­
laştırmalı bir çalışma, farklı niteliklere sahip geleneklerin benzer ve ya­
kın türde doktrinleri arasındaki yapısal benzerlik ve ayrılıkları ortaya
çıkaracaktır.
Yunan-lskenderiye ekolü konusunda karşılaştırmalı çalışmalar, ta­
rihsel olanları tamamlamalıdır. Tarihsel yöntem, lslam felsefesinin Yu­
nan'ın mirasından alıntıladığı pek çok düşüncenin köklerini açığa çıka­
racak; karşılaştırmalı yöntem ise -lslam geleneğinin canlı doğası ve ba­
tıni ve irfanı öğretileri nedeniyle- Yunan İskenderiye geleneğinin birta­
kım unutulmuş yönlerine ışık tutacaktır. Ayrıca bu, Batılı bilginlere,
özellikle Yunan felsefesiyle ilgili; salt insani felsefeyle insanüstü ilhama
dayalı hikmet arasında hiçbir ayırıma yer vermeyen yargılarını yeniden
değerlendirme fırsatı da sağlayabilecektir. Müslüman aydınlar, kendile­
rine, gerektiğinde İslami olmayan geleneklerin kalbine nüfuz etme im­
kanı veren lslam vahyinin bereketi ve Muham medi mesaj ın biricik ışığı
_
sayesinde, Pitagorasçılık, Eflatunculuk, Aristoculuk ve Yeni Eflatuncu­
luk gibi ekollerin aydınlık zihinsel doktrinleriyle Sofist, Epiküryen ve
benzeri doktrinler arasındaki temel farkı kendiliğinden görmüşlerdir.
Nihai düzlemde llahi bir ilhama dayanan bir öğretiyle , salt kutsal dışı
bir felsefe arasındaki fark onlar için öylesine doğaldı ki , ikisini hemen
ayırdılar ve ikinci tür düşünceyi felsefe yerine bile koymadılar. Burada,
Rönesans sonrası Batı felsefesi'nin Yunan mirasını yorumlarken ileri
sürdüğü görüşün aksine, Sühreverdi'nin Aristo'yu Yunan filozoflarının
64
•
İs lam ve Modern İns a n ın Çıkmazı
i lki değil, sonuncusu kabul ettiğini hatı rla(t)malıyız. Batı'da gerçekleş­
tiren son araştırmalar, lslam filozoflarının Empedokles ve Parmenides
gibi isimlerin öğretilerinin hakiki tabiatı konusunda ne denli isabetli bir
bakışa sahip olduklarını gösterm iştir. 1 ° Felsefi dille i fade edilen ve yal­
nızca kendisi felsefe olarak görülen �af geleneksel düzlemdeki bir me­
tafizikle , Müsl ümanların hiçbir zaman felsefe adına layık görmedikleri
kutsaldan kopuk bir felsefe arasındaki bu temel ayırımın anlaşılması,
kendi metafizik mirasının köklerinin arayışı içindeki çağdaş Batılı'ya,
Yunan-İskenderiye mirasını yeniden yorumlamada esaslı bir temel sağ­
layacaktır. Eğer bugün Batı , hala canlı manevi ve z ihinsel geleneğe ait
olan İbn Arabi'nin doktrinlerinin gerçek niteliğini kavrayabilse, hayat
kaynakları na artık daha fazla girilemeyen bir geleneğin modern akade­
mik fil ozoflarla aynı sıraya konuvermiş filozoflarım; bir Plotinus veya
bir Proklus'u, metafizikçileri ve arifleri de anlamada bir anahtar sahibi
olabilecektir. Diğer yandan karşılaştırmalı yöntem, Yun an-lskenderiye
ekolünün gerçek niteliğini ve yapısını anl amada müslümanlara , çoğun­
lukla gelip geçici m oda düşünce akımlarının rengini vurduğu eserler ol­
du kları halde , şimdiye kadar kendi bilge ve metafizikçilerinin gözleriy­
le baktıkları geçmişin mirası konusundaki görüşlerini etkilemeye başla­
yan Yunan felsefesiyle ilgili sıradan Batı tarihlerinin tercümel erinden
çok daha fazla katkıda bulunacaktır.
Benzer bir durum, İslam öncesi İ ran'ın zihinsel geleneği için de söz
konusudur. Burada da, İslam felsefesinin doğuşunun tam olarak kavra­
nabilmesi için anlaşılması gereken belli tarihsel etkiler karşımıza çık­
maktadır. Karşılaştırmalı yöntem bu noktada da, Fars (lran) halklarının
zihinsel ve manevi kaderini anlamada anah tar işlevi görecek başka bir
boyutu ortaya çıkarabilecektir. 1 1 Sühreverdi'nin 'Melek-Bilimi'n i Zer­
düştlüğünküyle veya Keyhusrev'in öyküsünü Sühreverdi'nin hayali an­
latı mlarıyla karşılaştırmak, İslam öncesi lranlılar'ın evreninin İslami ev­
rene nasıl dönüştüğünü kavramada, başka herhangi bir şeyden çok da­
ha fazla yarar sağlayacaktır. İ slam felsefesinin, Batı , İslam toprakları nda
duraklamaya geçtikten sonra l ran'da devam etmesinin altında yatan de­
rin nedenler de, yine karşılaştırmalı yöntemle anlaşılabilir. Dah ası,
lran'daki lslam felsefesi geleneğinin pek çok özelliği , İslam felsefesiyle,
İslam öncesi lranlılar'ın 'Weltanschaung'ı (dünya görüşü) üzerinde ya­
pılacak karşılaştırmalı bir çalışmayla ortaya konabilir. 1 2
İslam 'ırı Fikri ve Manevi Mirası
•
65
İslam felsefesi karşısı nda Batı'nın Ortaçağ'daki durumuyla, İslam
felsefesinin Yunan mirası karşısındaki durumu aşağı yukarı benzer özel­
likler arzetmektedir. Bu alanda, gayet tabii , kapsamlı tarihsel ilişkikr
söz konusudur ve son 20-30 yıldır İbn Sina ve İbn Rüşd'le daha başka
müslüman alimlerin ·yazılarının Latince"l eri'nin daha iyi tanıtılması ve
Batı üzerindeki etkileri nin araştırılması yolunda yapılan çalışmalar,
kuşkusuz, son derece kıymetl idir. Bunlar olmaksızın Skolastisizm'in
doğuşunu anlamak mümkün değildir. Fakat Batılılar'ın İslam'ı, Müslü­
manlar'ın da Batı'yı daha iyi anlamalarına imkan verecek, karşılaştırma­
lı yönteme dayalı çok daha derin nitelikle başka çalışmalar da vardır.
Daha önce de belirtildiği gibi, Eckhard t'la İbn Arabi veya Rumi, Erige­
na veya diğer Batılı Aydınlıkçılarla Suhreverdi, ya da St Augustine'le el­
Gazali gibi isimler üzerinde yapılacak bir çalışma, İslam ve Hristiyan
geleneklerine, yalnızca etkilenme yollarını keşfetme girişiminden daha
çok nüfuz etme imkanı sağlayacaktır.
Asya'ya gelince; bu dünya, karşılaştırmalı yöntemin uygulanması
için sınırsız imkanlar sunan geniş bir alandır. Bir Hint dünyasını ele al­
dığımızda, Budist ve Hindu ahlak felsefesi ve belki de atomculuğun ilk
İslam üzerinde ve Sufiliğin Ortaçağ Hindistan'ının birtakım 'bhakti'
ekolleri üzerinde yaptığı tarihsel etkilerin yanı sıra , karşımıza , Moğol­
lar döneminde Sanskritçe eserlerin Farsça'ya, Farsça ve Arapça eserle­
rin de Sanskritçe ve diğer Hint dillerine çevrilmesiyle açılan bütün bir
dünyanın çıktığını görürüz . Dara Şukuh'un 'Mecma'ül-Bahreyn'i ve Mir
Findiriski'nin saf '.]nana', Yoga Vasişta'nın unutulmaz ifa desi üzerine
yazdığı Farsça yoru m , morfolojik ve yapısal karşılaştırmalara dayan­
maktadır. 13 İncelenmesi ve keşfedilmesi gereken bu türde daha pek çok
eser vardır. Hatta, Hinduizm ve Budizm'in zengin düşünsel yapıları,
hepsi de geleneksel bir nitelik taşıdıklarından, doğal olarak İslami fik­
riyyatla büyük benzerlikler arzetmektedir. Bu benzerlikler en iyi biçim­
de, karşılaştırmalı yöntemle gün ışığına çıkarılabilir. Sankara'nın 'Adva­
ita Vedanta' ekolü, bir müslüman tarafından en iyi şekilde, ancak İbn
Arabi ve izleyicilerinin 'vahdet'ül-vücud' (varlığı n birliği) doktriniyle
karşılaştırıldığı zaman anlaşılabilir; çünkü , 'vahdet'ül-vücud' doktrinini
anlayamayan bir Müslüman, bu doktrinin bir başka manevi evrendeki
yansıması gibi olan Advaita doktrinini büyük ihtimal kavrayamayacak­
tır. Belli birtakım Hindu metafizik doktrinlerinin, özellikle non-dualist
yapısıyla Sankara'nın meydan okuyucu özelli kleri sebebi y le müslüman
66
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
ülkelerde pek bilinmeyen; "Hint Sufilerince geliştirilmiş az da olsa de­
ğişik 'vahdet'ül-vücud' ve 'vahdet- Ü ş-şühud (bilincin birliği)' biçimleri
vardır. Saf metafizik düzeyde var olan karşılıklı ilişki ve yakınlıklar,
kozmolojik bilimler ve doğa felsefesi düzeyinde açığa çıkarılabilir ve
Hindu öğretilerle İslami ekoller arasında büyük yarar getirecek karşılaş­
tırmalı çalışmalar gerçekleştirilebilir.
İslam felsefesiyle ilgili bir alan görünümü veren Uzak Doğu ise, he­
men hemen bütünüyle karşılaştırmalı felsefenin sağladığı avantajla in­
.celenmelidir; çünkü burada, Çin'den doğu İslam memleketlerine ulaşan
belli birtakım erken simyasal fikirler ve Moğollar döneminde meydana
gelen belli fikir alışverişleri dışındaki tüm ilişkiler, tarihsel olmaktan
çok morfoloj iktir. Lao-Tsu veya Chuang-Tsu'yu anlamak isteyen bir
müslüman için Taoizm'le Sufizm, ya da çarpıcı benzerlikler sunan Ev­
rensel insan (el-İnsan'ül Kamil) doktrini gibi her iki geleneğin özel
doktrinleri arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapmaktan daha iyi bir
yol bulunamaz . Bu alan, U zak Doğu geleneğinin Müslümanlarca daha
iyi bilinmesi ve İslami zihinsel ve manevl geleneğin de Uzak Doğu'nun
insanları, özellikle İslam felsefe ve metafiziğine özel bir ilginin görül­
mediği Japonya'nın insanları tarafından daha iyi kavranması için, derin­
liğine keşfedilebilecek hemen hemen hiç işlenmemiş bir alandır.
1 7 . asrı takiben, İslami öğretilerin Çin'e nüfuz etmeye ve Wang Tai­
Yü örneğinde olduğu gibi, Çince yazılan, N eo-Ko nfüçyüsçü kategorile­
ri kullanan ancak İslam metafiziğiyle ilgilenen eserlerin ortaya çıktığı
gözlenmektedir. Bu tür metinlerin keşfedilmesi, şimdiye dek neredeyse
hiç değinilmemiş ve fa kat gelecekte son derece önemli eserler ortaya çı­
karacağı kesin olan bakir bir alanı ; İslami ve Konfüçyüsçü düşünce ev­
renlerini, karşılaştırmalı incelemenin önüne bütünüyle açmış bulun­
maktadır. 1 4
Artık sonuç olarak denilebilir ki, bizzat müslümanlar için karşılaş­
tırmalı inceleme, büyük Doğu medeniyetlerini anlamaların da ve aynı
zamanda , şu ana kadar çok ciddiye alınmış olan modern felsefenin elle
tutulur eksiklik ve zayıflıklarının yanı sıra , Batı'nın zihinsel geleneğinin
de gerçek niteliği içinde tanınmasında temel bir fonksiyon üstlenebilir.
Yığınlarca modernleşmiş M üslümanın Batı karşısında tutulduğu aşağı­
lık duygusuna karşı savaşmada bir araç ve modern Batı'nın önünde ka­
pıldıkları uyuşturucu büyüden kurtulmaları için gerekli bir şok görevi
yapabilir. İ slam felsefe ve metafiziğini anlamaya ilgi duyan müslüman
İslıim'm Fikri ve Ma nevi Mirası
•
67
olmayanlar için ise, karşılaştırmalı yöntem, fikirlerin Batı'ya aktarılma­
sında basit bir köprü olarak görülen lslam felsefesi hakkındaki bu yan­
lış anlamaların giderilmesinde yarar sağlayabilir. Bu yöntem aynı za­
manda, lslam'ıİı aydınlık fikir geleneğinin yüklü hazinelerini açığa çı­
karmaya ve Doğu'nun gelenekle�iyle Akdeniz'in ve Batı'nın gelenekleri
arasında yer alan bu geleneğin gerçek yapısı n ı ortaya koymaya yardım­
cı olabilir. Son olarak, lslam'ın manevi yönünün ameli ve uygulamalı
yanlarına uygulandığında ise, derin manevi ihtiyaçlarını gidermesi için
modern insanın gözleri önüne hazineler saçabilir. Bunlar ve bunlar gibi
daha pek çok nedenlerden dolayı karşılaştırmalı yaklaşım, lslam'ın zi­
hinsel ve manevi mirasının pek çok yönlerine uygulanabilir kapasitede­
dir. Pek çok öğesi hala keşfedilmemiş biçimde duran bir gelenek hak­
kındaki mevcut bilgileri zenginleştirebilir bu yaki aşım. Ve modern in­
sana, bilgisizliği ve unutkanlığı nedeniyle kendi kendini kapadığı tutu­
kevinin kapılarını açacak anahtarları sunabilir.
Dördüncü Bölümün Notları:
1 lslam'da, 'el-hikme' ve 'el-felsefe'nin anlamlan için bk:
S.H. Nasr, 'The Meaning_ and Role o f "Philosophy" in lslam', Studia lslamica,
cilt: 37, 1973, s: 57-80.
2Daha önce belirtildiği gibi, manevi bir disiplinle birleşen Doğ.u metafiziğiyle
kutsal dışı felsefe arasındaki temel ayrılık için bk: R. Guenon , 'La Metaphysique ori­
entale', Paris 1939; lng. çev: ] . C. C ooper, 'Oriental Metaphysics', Tomorrow (Lond­
· ra) , c: 12, 1964, s: 6-16; yine· bk: 'The Sword o f Gnosis', s: 40-56. Anmaya gerek
yoktur ki, en azından, G uenon, Coomaraswamy, T. Burckhardt ve özellikle F. Schu­
on gibi Batı'nın çağdaş gelenekçi yazarlarını tanıyanlar için bu yazarların yaklaşımı,
yazılarında sergilenen düzeyde, ancak bir geleneğe bağlılıktan ve metafizik öğreti­
lerini kavramaktan ileri gelebHecek belli bir zihinsel nüfuz gücüyle sağlanan bir ba­
şarı olarak, en üst ve en yüce düzeyde 'karşılaştırmalı yöntem'i temsil etmektedir.
3Bk: E. Gilson, The Unity of Philosophical Experience', N ew York, 1937.
4Tezatları ortaya koyarak yapılan karşilaştırma, şu yıgınla modernleşmiş müs­
lümanın, lslam'ın da 'modem' olduğunu göstermek için kutsaldan soyutlanmış fel­
sefeyle ç�şitli lslami ekollerin öğr� tileri arasındaki önemsiz benzerlikleri abartarak
ve tezatları ise küçülterek yapmaya çalıştığının tam tersidir.
68
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
5Bk: S.H. Nasr, 'Science and Civilization in lslam', Cambridge (ABD ) , 1 968 ve
New York, 1970, Sunuş bl.
65. Pines tarafından, 'Beitrage zur Islamischen Atomenlehre', (Berlin, 1 936) ad­
lı eserinde böyle bir girişimde bulunulmuştu.
7Uzak Doğu'yla ilgili olarak, Ü çüncü bl, 1 3 . not'ta anılan T. lzu tsu'nun 'A Com­
parative Study of the Key Philosophical Concepts in Sufism and Taoism' adlı çalış­
ması hayli önemlidir. Hindistan hakkında çoğu Hindistanlı bilginler, bir-ikisi de
İranlılar _tarafından yapılan birkaç çalışma varsa da çoğu morfolojik karşılaştırmalar
olmaktan öte, tarihsel etkileı::i ele almaktadır.
8 Modern Batı düşüncesinin genelde Doğu, özelde ise Müslüman dünyası üze­
rinde yaptığı felç edici etki, bizzat Doğulular'ın çeşitli Doğu bilgeleriyle Batılı isim­
ler üzerinde yaptıkları yüzlerce karşılaştırmalı çalışmalarda, Batı'nın manevi: ve me­
tafizik geleneğinin gerçek temsilcilerine hiç dikkat edilmemiş olmasıyla kanıtlan­
maktadır. Bir Sankara veya bir lbn Arabi'yi Hegel'in 'idealist' izleyicileriyle karşılaş­
tıran her yüz eserin içinde, bunları bir St. Denis the Areopagite, bir Erigena, bir
Eckhardt veya bir Angelus Silesius'la karşılaştıran bir tane ya vardır, ya yoktur. .
9Bergstrasser, Walzer, Bedevi:, G oerr ve daha pek çoklarının yazıları, lskenderi­
yeli yorumcular ve Galen de dahil olmak üzere, orjinal Yunan yazıları içinde kay­
bolmuş bulunan malzemeyle ilgili lslam felsefesi kaynaklarının önemini açığa çı­
karmıştır.
10Bkz. P. Kingsley, "Ancient Philosophy, Mystery and Magic" , New York, Ox­
ford University Press, 1 99 5 .
1 1örnek olarak bk: H . Corbin, 'Terre celeste et corps deresurrection', yine bk:
S.H. Nasr, The Life of Mysticism and Philosophy in Iran: Pre-lslamic and lslamic',
Studies in Comparative Religion, Kasım 1 97 1 , s. 235-240.
1 2Bu tür bir çalışmaya önemli bir örnek olarak, bir yanda lslami ekollerle Ta­
oism, öte yanda ise Batı'da Grail geleneği üzerinde karşılaştırmalı bir incelemenin
de yer aldığı H. Corbin 'En Islam l ranien'i gösterilebilir; 4 cilt, Paris, 197 1 -7 2 .
1 3örnek olarak bk: D . Şayegan, 'Les relations de l'hindouisme et du soufisme
d'apres le 'Majma' al-Bahrayn' (These de 30 eyle, Sorbonne, 1 968) .
1 4Bu alanda, Sachiko Murata v e Tu Wei-ming öncülük etmişlerdir. Eserleri için
bkz. Bl.3, dipnot 1 3 .
ÜÇ ÜNC Ü
JKJ § IT M
İ S LAM GELENE G İ
VE M ODERN İNSANIN
S O RUNLARI
Beşinci B ö l ü m
B ATI İ N S ANI'NIN M A N EVI İ HTİYAÇLARI
VE SUFİZM ' İ N M E S AJI
b
atı'nın insanı i çin, hayatındaki aşkın boyutun yitirilişini unutmak
amacıyla çevresinde yarattığı kuruntular dünyası gerçek niteliğini
her geçen gün daha bir belirgin biçimde ortaya koyarken, Merkez viz­
yonunu yeniden keşfetme ihtiyacı ivediliğini gittikçe daha çok hissettir­
mektedir. Böyle bir durumda cevap, tüm sahih biçimleriyle ancak kut­
sal bir gelenekten gelebilir. Her ne kadar söyleyeceklerimizin çoğu di­
ğer geleneklere de uygulanabilir olsa da, burada, kendil�rini insanlık ta­
rihinde sergileyen bu geleneklerin sonuncusu olan lslam'ı ele aldığımız
için, İslam geleneğiyle sınırlı kalacağız. Bunun da ötesinde, nasıl bir da­
ğa uzaktan bakıldığında ilk görülen dağın zirvesi olup kalan kısmı ar­
kadan geliyorsa, Sufizme de tıpkı bunun gibi , Merkez'den İslami biçi�
miyle çıkan mesaj a teslim olarak M erkez'i yeniden bulma ihtiyacı du­
yanların çoğunu kendine çeken İslam'ın zirvesi; aynı zamanda manevi
özü ve batıni boyutudur. Son yıllarda Batı'da, çoğu ne yazık ki Sufi öğ­
retilerini sunma perdesi altında çarpıtılan Sufizm'in incelenmesine yö­
nelik ilginin şaşırtıcı bir artış göstermesi, hem pek çoklarınca gittikçe
artan ölçülerde duyulan manevi ihtiyaçların, hem de İslami geleneğin
batıni boyutu olarak Sufizm'in sahip olduğu hususi niteliklerin bir so­
nucudur. Karşılaştırmalı yöntemin İ slam ve Doğu geleheklerinin yapısı
72
•
İslam ve Modern İnsanı n Çı kmazı
göz önüne alınarak ustaca uygulanması, Şeriat mahkemelerindeki ka­
nuni işlemlerden, llahi Güzelliğin şiirsel tanımlarına kadar İslami gele­
neğin hemen hemen her yönünün, modern insanın sorunlarını çözme­
de son derece yararlı olacağını ortaya koyacaktır. Ve yine aynı şekilde,
günümüz insanının yoğun zihinsel ihtiyacına cevabın , her şeyden önce
İslam'ın saf metafizik ve irfan1 öğretilerinden gelebileceği; Allah'ı ara­
yanların susuzluğunu çabucak giderebilecek manevi öğelerin de Su­
fizm'de bulunduğu gün yüzüne çıkacaktır. 1
Bugün kutsal geleneğin öğretilerinden yararlanma ihtiyacı, bildik
ulaşım kanallarının artık var olmadığı modem dünyanın düzensiz du­
rumu nedeniyle, doğcij olarak kutsal geleneklerin daha zahiri ifadelerin­
den ziyade, özlerine ve en evrensel yönlerine, mesela Bhagavad-Gita'ya
ve Tao-Te Ching'e uzanmaktadır. İslam da bu genel eğilimin dışında de­
ğildir; ve giderek daha fazla Batılı içine kapatıldıkları labirentten kendi
geleneklerinin sınırları dışında kurtulma yollan aradıkça ve yüzlerini
lslam'a çevirdikçe, Su fizm'e ve şaşırtıcı derecedeki zengin mesaj ına,
doktrin düzeyinde Ebu Medyen'in basit özdeyişlerinden ibn Arabi'nin
özlü metafizik sözlerine, Ebu'l-Hasan eş-Şazeli'nin irfa ni dualarından
Rumi'nin mistik şiir okyanusuna kadar çok geniş bir alanı içeren bu
mesaja duyulan ilgi de aynı şekilde artmaktadır.
Hemen Sufizm'e geçmeden önce, kutsal geleneğin anlamı ve Batı in­
sanının manevi ve zihinsel ihtiyaçlarıyla olan ilişkisi konusunda bir-iki
genel değinide bulunmak yararlı olacaktır. Kutsal geleneği anlamak ve
metafizik anlamı içerisinde hakikati tartışmak için, (ilgi ve ihtiyaç duy­
gusunun yanı sıra) Göksel olanın yardımı ve sezgisel bir zekanın varlı­
ğı gerekmektedir. ·Bu bakımdan, her şeyden önce, lslam'ın da seçkin bir
örneğini oluşturduğu 'kutsal geleneğin' ne demek olduğuna ve insanın
bugünkü manevi ihtiyaçlarının gerçek niteliğine şöyle bir göz atmalıyız.
Batı'da son yıllarda görülen 'sözde manevi' patlamanın sonucu olarak
bu konular öyle karmakarışık bir görünüm almıştır ki, ortamı yanılgı­
lardan ve yanlış anlayışlardan temizlemeden, insanı içinde bulunduğu
çıkmazdan kurtarma görevine Sufizm'in nasıl bir katkıda bulunabileceğini anlamanın yolu kalmamış gibidir.
Bugün çoğu insanın ağzında, bizim burada ve tüm yazılarımızda
kullandığımız biçimden her yönüyle fa rklı bir gelenek sözcüğü dolaş­
maktadır. Bu yüzden, bir kez daha bu anahtar deyimin anlamını aydın­
latmak gerekiyor. Batı'da F. Schuon, H . Guenon ve A.K. Coomarasway
·
Sufizm'in Mescr.jı
•
73
gibi gelenekçi yazarların görkemli eserlerinden haberdar olanlar, bu de­
yimin anlamını da herhalde öğrenmiş bulunmaktadırlar. Bizim de tüm
eserlerimizde bağlı olduğum uz, bu yazarların ortaya koydukları tanım­
dır. Bu bakımdan, biz 'gelenek' derken , adet, alışkanlık veya düşünce ve
motiflerin bir kuşaktan diğerine kendiliğinden geçişini değil, Gök'ten
inmiş bulunan ve kaynaklarında 11ahi Olan'ın özel bir tezahürüyle öz­
deşleşen ilkeler dizisi ni ve bu ilkelerin fa rklı zaman birimlerinde ve
farklı koşullarda belli bir insan topluluğuna indirilmesini ve uygulan­
masını kastediyoruz. Bu nedenle, gelenek zaten aslı itibariyle kutsaldır
ve 'kutsal gelenek' deyimi , yalnızca vurgu için kullandığımız fazladan
bir söyleyiştir. Bunun da ötesinde, gelenek, içinde M u tlak Gerçeklik bi­
limini ve bu bilginin fa rklı zaman ve mekan noktalarında gerçekleştiril­
me aracını barındıran , değişmez ve canlı bir sürekliliktir. Schuon'un de­
yimiyle, " Gelenek, çocukça ve çağdışı bir mitoloji değil, korkunç dere­
cede gerçek bir bilimdir. " 2 Gelenek, gerçekliğin doğasına kök salmış,
nihai düzlemde kutsal bir bilimdir; 3 aynı zamanda, insanı kuşatan ve
varliğının merkezinin taa içinde parlayan bu G erçekliğe ulaşmanın tek
bütüncül aracıdır da . Merkez'den neşet eden ve insanın kenardan Mer­
kez'e dönmesini sağlayabilecek yegan e çağrıdır Gelenek.
Sufizm'e gelince ; doğrusunu söylemek gerekirse onu, tek başına ba­
ğımsız bir gelenek olmayıp lslam'ın belli bir parçasını oluşturduğu için,
Hinduizm ve Budizm gibi diğer bütüncül geleneklerle aynı kategoriye
yerleştirmemeli. Bir gelenek olarak Hristiyanlık veya Budizm'den söz
edildiği gibi İslam'dan da söz edilebilir; ama Sufizm, İslam geleneğinin
yalnızca bir boyutu olarak ele alınmalıdır. Bu açık nokta üzerinde de
durmak ve emek harcamak gerekiyor; çünkü, bugün çoğu nlukla belli
merkezlerde Sufizm, belli etkilenimlerin sonucu olarak parçası bulun­
duğu İslami alandan uzaklaştırılmakta ve sonra da diğer Doğu ya da Ba­
tı gelenekleriyle yanyana· konarak tartışılmaktadır.
Sufizm, İslam ağacının çiçekleri ya da bir diğer anlamda, bu ağacın
özü gibidir. Veya, İslam geleneğinin tacındaki mücevher de denilebilir
Sufizm'e. Fakat nasıl bir imge kullanılırsa kullanılsın, yine, parçası bu­
lunduğu İslami yapısının dışına çıkarıldığında Sufizm'in bütünüyle an­
latılamayacağı ve yöntemlerinin de, kuşkusuz etkili biçimde -siz ister­
seniz 'hiç' deyin- kullanılamayacağı gerçeği inkar edilemeyecektir. Bu­
nun yanı sıra, iç boyutu bir yana bırakılarak, İslam geleneğinin bütün­
lüğü ve oldukça zengin manevi imkanları konusunda adil bir yargıda da
74
•
İslam ve Modern İnsanın Ç ık m a z ı
bulunulamaz. 4 Bu bakım dan, Sufizm'den söz ederken, aynı zamanda en
iç ve evrensel yönüyle lslam geleneğinin bizzat kendisinden söz etmiş
olacağız.
Genelde kutsal geleneğin, özelde ise Sufizm'in mes<;ıj ının giderebile­
ceği Batılı insanın ihtiyaçları sorunuyla ilgili olarak, modern insanı ku­
şatan ve çevresiyle birlikte, hayatının doldurduğu hem iç, hem de dış
mekanın gözlemlenip sezilmesini neredeyse imkansız hale getiren ku­
run tu bulutlarını göz önüne alarak, Sufizm'in anlam ve içeriğini bütü­
nüyle aydınlatmak kesinlikle gereklidir. Birinci bölümde de değinildiği
üzere, geçtiğimiz yüzyılda o kadar çok değişim, oluşum ve evrim lafla­
rı edilmiştir ki, insanın kesintisiz ve kalıcı olan iç doğası, bu içsel insa­
nın en derin ihtiyaçlarıyla birlikte hemen hemen unutulmuştur. Ger­
çekte, yeryüzünün tarih sahnesine ayak basalı beri geçen binlerce yıldır
temelde değişmeden kalan insan doğasıyla ilgili olarak hızla yığılan ka­
nıtların dişleri arasındaki modern antropoloj i ve felsefenin ufuklarını
doldurmaya devam eden genel anlaşılış biçimiyle evrim dogması, ken­
disine sarılanların insanın kim olduğunu anlamalarını imkansız hale
getirmiştir. 5 Bunun da ötesinde , insanın kalıcı doğası unutularak, ihti­
yaçları, varlığının yalnızca dış kabuğunu etkileyen arızi değişimler düz­
lemine indirgenmiştir. Bugün, insani ihtiyaçlardan söz edilirken, ço­
ğunlukla kastedilen, M erkez'den kopup kenara sıkışıp kalmış insanın;
yalnızca dışıyla insan, ama özüyle hayvan olan insanın, Allah'ın yeryü­
zündeki halifesi olarak yüklendiği ilk ve asli görevini yerine getirmeyen
insanın ihtiyaçlarıdır.
Gerçekte ise, doğasının bütünl üğü içinde insanın ihtiyaçları her za­
man aynıdır, çünkü, insanın doğası hiç bir zaman değişmez , . "insan ya
neyse odur ya da hiç bir şeydir" . 6 lnsanın , varlığın evrensel hiyerarşi­
sinde işgal ettiği yer; yeryüzündeki yaşantısını çizen iki bilinmeyen ara­
sındaki durumu ve ölüm sonrası hali; kozmik varlığın geniş boyutları
içinde bir 'sığınağa' ve kesinliğe (Sufi deyimle 'yakin'e) duyduğu ihti­
yaç; evet, bütün bunlar hiçbir değişiklik göstermez. Bu en son öğe, ya­
ni kesinliğe ulaşma ihtiyacı öylesine tümeldir ki, Sufiler manevi kema­
le erme aşamalarım, kesinliğe giden yolun en ileri adımları olarak ta­
nımlamışlardır. 7
Batı' da bugün Doğu metafizik ve maneviyatına karşı duyulan yoğun
ilginin ; Avrupa'da ve hatta Amerika'da bu kadar insanın Sufizm'le ilgili
kitaplara, şiir veya musikiye büyük bir açlıkla yönelmesinin ifade ettiği
Sufizm 'in Mesajı
•
75
gerçek, insanın 'evrim' geçirmeyen, ihtiyaçları her zaman aynı kalan bir
doğası olduğu gerçeğinin dolaylı bir kanıtından başka bir şey değildir.
Bu çok daha kalıcı doğa belki geçici olarak gölgede kalabilir, ama asla
dirilmemecesine silinemez. Onsekiz ve Ondokuzuncu yüzyılların akıl­
cı (rasyonalist) filozofları , kendilerinden bir ya da iki yüzyıl sonra Ba­
tı'da bu kadar çok insanın yeniden dine, metafiziğe ve kozmolojiye, hat­
ta, kirletilmemiş biçimleriyle, geleneksel kozmoloj ik biliml erin uygula­
maları olan gizli bilimlere ilgi duyacaklarını hayal bile etmemişlerdi. Bu
adamlar, kendilerinden bir veya iki yüzyıl sonra, Taocu bilgelerin veya
Hintli Rişiler'i.n, ya da Sufl büyüklerinin eserlerinin kendi yazdıkların­
dan daha büyük bir arzu ve istekle okunduklarını görseler, ne kadar şa­
şırırlardı ! Son iki yüzyılın akılcı filozoflarıyla, akılcılığa karşı , ama yine
kutsalın dışındaki karşıtları, insan varlığının yalnızca kabuğunu veya
kenarını insan yerine koymuşlar ve onun sıkışıp pekişmesini, Ruh dün­
yasından veya Merkezden yavaş yavaş kopmasını bir ilerleme ve kesin­
tisiz bir süreç diye düşündükleri bir evrim olarak görmüşlerdi. Kabu­
ğun pekişe pekişe bir gün kendi kendine kırılacağını ve içindeki insa ­
nın ihtiyaçlarının bugün tanık olduğumuz duzeyde bir kez daha ortaya
çıkacağını hiç mi hiç kavramamışlardı .
Bir gün, Hz. Ali'ye Adem'den önce neyin varolduğu sorulmuş; o da,
Peygamberin öğretileri uyarınca, 'Adem' cevabını vermişti . Soru yine­
lendiğinde yine 'Adem' diye yanıtlamış ve eğer bu soruya Kıyamet'e ka­
dar cevap verecek olsa, yine 'Adem' diyeceğini ilave etmişti. Bu sözün
derinlerinde yatan anlam, insanın temel gerçekliği içinde herhangi bir
evrimden geçmediği ve geçici bir ata veya insanın " zamanla" kendisin­
den oluştuğu bir başka 'durum'un sözkonusu olmadığı anlamında , hiç­
bir "insan öncesi'nin bulunmadığıydı. İ nsanlar bir milyon yıl önce de
ölülerini gömüyorlar ve Görünmez Dünya'ya inarııyorlardı. 8 On bin yıl
önce insan, yalnız san'at harikaları üretmekle kalmıyor, aynı zamanda,
göklerin hareketini en çarpıcı biçimde, tarihin sonraki dönemlerinde
yaşayan insanların yaptıklarıyla boy ölçüşebilecek bir ifade gücüne sa­
hip olan mitoloj i ve öykülerle anlatabiliyordu. 9
İşte bu -Batı'da son birkaç yüzyılın ilerlemeci ve evrimci kuramla­
rıyla geçici olarak silinen- insandır, geleneğin karşısına aldığı; ve bu iç­
sel insandır, geleneğin 'ben' zindanından, dışsal insanın yüzeysel ve
unutkan yanının boğucu etkisinden kurtarmaya çalıştığı . Bundan da
öte, kurtuluş çaresi yalnızca ve yalnızca gelenektedir; içsel insanın ihti-
76
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
yaçlarının dirildiğini görerek, insanların gerçekten ne olduklarını anla­
malarına iyiden iyiye engel olmak için, evrimci sözde-felsefelerden b ir
şeyler kattıkları kutsal gelenekler öğretilerinin gülünç taklitleri aracılı­
ğıyla yarı kör insanları kandırmaya çalışan sürüyle sahte dinde değil.
Fakat kişi kendi Merkez'inden ne denli kurtulmaya çalışırsa çalışsın, as­
lında 'kendisi' olan içsel insanın izlerini silmek için ne tür araçlar kul­
lanırsa kullansın, içsel insan isteklerini insana yükleyerek , tüm insanlar
içinde yaşamaya devam ediyor.
İ nsanın kalıcı ihtiyaçlarıyla -modern dünyada hemen hemen bütü­
nüyle unutulduğu için, mümkün olan en güçlü deyimlerle vurgulanma­
sı gereken ihtiyaçlarıyla- ilgili söylenenler, kuşkusuz insan varlığının
yalnızca bir kutbuyla, yani asli kutupla ilgilidir. Diğer kutupla, insanın
geçici yanına ve varlığının dış kabuğuna rengini veren tarihsel kültürel
şartları kapsayan kutupla ilgili ihtiyaçlar ise değişkendir. Ama bu değiş­
kenlik özde değil, kalıplarında ve dış biçimlerindedir. Tamamı değiş­
mez aşkın ilkeler üzerine oturan geleneksel toplumlarda bile, içinde bir
Japon'un manevi: ihtiyaçlarının karşılandığı biçim, bir Arabı nkiyle hiç­
bir zaman aynı olmamıştır. Bu gerçek, insanların ilkelerden soyutlanmış
kutsal dışı bir ortamda, nefsin öz hayat kaynağı olan Ruh'tan koptuğu,
bırakın tüm diğer insan ilişkilerini, zaman ve mekan duyumunun bütü­
nüyle değiştiği ve otorite duygusunun yavaş yavaş kaybolduğu modern
dünyada çok daha belirgindir. Böylesi şartlarda doğal olarak, en derin
insani ihtiyaçların bile giderilmesi için yeni biçimlerin ortaya çıkması
kaçınılmazdır.
Dünyanın oturma sürecinin ilerlemesi gerçeği, materyalizmin kapa­
lı dünyasında, bu dünyaya 1 0 yalnızca aşağıdan karanlık güçlerin değil,
aynı zamanda yukarıdan da ışığın girmesine yol açan çatlaklar meyda­
na getirmiştir. Bu süreç, insanın yeniden gerçek ihtiyaçlarının fa rkına
varmasına ve doğal olarak da, bu gereksin imleri giderme araçlarını bul­
mak için ümitsiz girişimlere dalmasına yol açmıştır. Ancak tam da bu
değişen dış şartlar sebebiyle , pek çok modern insan durumu kavraya­
mamakta ya da katışıksız haliyle yalnızca dünyanın yaşayan gerçek kut­
sal geleneklerinde bulunan Göğü n mesajını alabilme yetisini kazanmak
üzere gerekli fedakarlıklarda bulunmak istememektedir. Yine, -son za­
manlarda Batı'da sahneye akın akın doluşan sahteleri bir yana- bu gele­
n eklerden doğan pek çok o torite de, içinden çıktıkları geleneksel dün­
yaya öylesine alışmışlardır ki, Batı insanının nefsiyle geleneksel toplum
Sufizm 'in Mesajı
•
77
insanının nefsi arasındaki ayrılığın ve içerisinde beslendiği hususi dün­
ya dolayısıyla Batı insanının manevi ihtiyaçlarının büründüğü değişik
biçimlerin farkına varmamaktadırlar.
Mevcut ihtiyaçlardan söz ederken , her iki kutbu da; yani insan hak­
kındaki tüm geleneksel öğretileri ve insanın nihai hedefini yerli yerine
oturtan ve hayati bir niteliğe bürüyen insan ihtiyaçlarının kalıcı doğa­
sıyla, bu öğretilerin var olan şartlara uygulanmasını gerektiren modern
insanın özel tecrübelerinin doğurduğu insan ihtiyaçlarının değişken bi­
çimini her zaman hatırda tutmak kesinlikle zorunlud ur. Gelen.eksel
otoritenin ve sahihliğin koru nması gerektiği, H akikatin hiçbir zaman
evrime uğramayacağı, kendisine Göğün mesajını alabilecek değer ve ye­
teneği kazandırması gerekenin bizzat insan olduğu, belli bir dönemin
gelip geçici moda ve vehimlerine uysun d.iye Hakikatin asla çarpıtılama­
_
yacağı ve insanın değerini, düşüncelerini ve eylemlerini tesbit edip,
bunları ölçüp biçen ve gelecek dünyada varlığının durumunu belirleyen
nesnel bir gerçekliğin her zaman var olduğu da bir an için bile olsa ha­
tırdan çıkarılmamalıdır. Yine aynı şekilde, bu kutsal geleneğin modern
insanın özel sorunlarına, içinde yaşadığı düzensiz şartlar göz önüne alı­
narak ve geleneğin sahihliği çarpıtılıp yok edilmeden uygulanması ge­
rektiği de unutulmamalıdır. Modern dünya, karşılarına aldıkları insan­
ların hususi doğalarından habersiz Doğulu otantik üstad ve örgütler­
den, l l geleneksel öğretileri modern insanın kendine has şartlarına uy­
gulayabilen ender kişilere; 1 2 insana Kıyamet'e doğru türeyecek olan ya­
lancı peygamberlerle ilgili lsa'nın sözünü hatırlatırcasına, zararsızından
en şeytanisine dek, yığınla sözde uzman ve sözüm-ona örgüte kadar bir
sürü kişi ve kuruluşun modern insanın manevi ihtiyaçlarına cevap ver­
me girişimine tanık olmaktadır. Mevcut gereksinimleri karşılamak ama­
cıyla kutsal geleneğin kaynaklarından beslenmek demek, bütünüyle
kutsal geleneğin kalıpları içinde kalmak ve aynı zamanda bu geleneğin
yöntem ve öğretilerini, insanların hem kalıcı ve değişmez, he m de özel
tecrübelerin doğurduğu şartlarla bağıntılı ihtiyaçlar duyduğu bir dün­
yada uygulamak demektir.
Modern insanın zihinsel süreçlerine derinden derine rengini veren
ve bugün, çoğunlukla bilinçsizce de olsa Batı'da gelişen yeni dini hare­
ketin kalbinde yatan, Kartezyen Dufllizmi ile bu dualizm bağlamında
Batı'da materyalizme karşı ortaya çıkan tepkidir. Kar_tezyen Dualizmi,
ger�eği maddi ve anlıksal (mental) olarak ikiye ayırmış v e tüm varlık
78
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Ç ı k m a z ı
düzeylerini tek bir niceliksel gerçekliğe indirgeyen maddi olmayan bir
öz iddiasında bulunmuştur. Önceki yüzyılların aşırı materyalizmi; şim­
dilerde pek çok insanı bizzat bu materyalizmi reddetrneğe götürmüş
bulunmaktadır. N asıl ki fizikte bir tepki var olan bir etkiye karşı doğar­
sa, aynı şekilde bu din1 ve felsefi tepki de, zaten var olan klasik Kartez­
yen Dualizminin sınırlan içinde oluşmuştur. Pek çokları için materya­
lizme duyulan tepki, bilinçsizce de olsa Kartezyen Dualizminin öbür
kutbuna, yani, Sufizm'deki 'Ruh'la Nefs arasında bulunan maddi olma­
yan alan içinde herhangi bir ayırım yapmadan, maddi olmayan kutba
yönelme anlamına gelmektedir. Bu nedenle de , bu temel ayırımdan ha­
bersiz olan yığınla insanda nefs olgusu , manevı ve dinsel olgunun yeri­
ni almaktadır.
lslam'ın öğretisine göre, Allah'a karşı isyan nefs düzeyindedir, be­
den düzeyinde değil. Beden, nefste o rtaya çıkan eğilimlerin gerçekleşti­
rilmesi için bir alet olmaktan ö te bir anlam taşımamaktadır. Ruh'la ger­
değe girmeğe hazır hale gelebilmesi için eğitilmesi ve disipline edilme­
si gereken nefstir. Bu orta düzlemde , yani, ne bütünüyle maddi, ne de
bütünüyle manevı olan nefs düzleminde hem meleki, hem de şeytani
güçler ortaya çıkar. Ortadaki bu özün iç-iİlde bulunduğu çeşitli düzey­
ler, meleki veya şeytani etkilerle şekillenmesine göre büyükevrensel
(makrokozmik) düzlemde cennet ve cehennem duru mlarına tekabül
eder. Küçükevren (mikrokozmos) veya insanın içinde bulunan bu öz,
bedenden kalbin içindeki llah1 Merkez'e kadar uzanır. Bu bakımdan,
maddi olmayan her şeyi dini veya ruhsal olanla bir tutmak, G erçeğin
Kartezyen Dualizminin iki alanına sıkıştırılmasının yol açtığı görme bo­
zukluğunun doğal bir sonucu olarak kendini gösteren , tam bir budala­
lık ve korkunç bir hatadır. N e ki kimi durumlarda insanın tüm duyula­
rını en cehennemi ve dağıtıcı etkilere açan ve bu etkilere yem olanların
kişiliğini dengesizliklere iten bu yanılgı, şimdilerde Batı ve özellikle
Amerika'daki dini hareketlere de egemen olmuş durumdadır ! Maddi ol­
mayanı hemen ruhi olanla özdeşleştirivermek, Gerçekliğin tabiatını, in­
san ruhunun duyusal ve duygusal karmaşıklığını, kötülüğü n gerçeklik
ve kaynağını ve i nsanın manevi ihtiyaçlarını kuruntusal ve geçici olarak
değil en kalıcı biçimde tek başına giderebilece k_ olan Hayat Çeşmesi'ne
ulaşmak için harcanması gerekli marıev1 çabayı, bütünüyle yanlış anla­
mak demektir.
Sufizm 'in Mesajı
•
79
Günümüzde karakteristiği haline gelen bu nefsi ruh yerine koyma
yanlışlığı, insanın kendi dışsal deneyim dünyasının sınırlarını yok etme
ihtiyacından kaynaklanan bir diğer güçlü eğilimle desteklenmektedir.
Sufiler her zaman, insanın Sonsuz arayışı içinde bulunduğunu ve mad­
di varlık sahibi olmak için harcadığı sınırsız çabaların ve sahip oldukla­
rıyla yetinmemesinin, sonlu olanın asla gideremeyeceği Sonsuz'a duyu­
lan bu susuzluğun bir yansıması olduğunu öğretegelmişlerdir. Bu yüz­
dendir ki Sufiler, doyum (rıza) 1 3 makamını, yalnızca Sonsuz'a 'yakın'lık
kesbeden ve sonlu varlık bağlarından kurtulanların erişebileceği yüce
bir manevi hal olarak kabul ederler. Bu, Sonsuz'u arama ve sonlu olan
her şeyin sınırlarını aşma ihtiyacı, bugün Batı'da yeniden uyanan dini
arzularda açıkça gözlemlenebilmektedir. Yığınla modern insan, ne ka­
dar rahat ve lüks bir hayat sürüyor olurlarsa olsunlar, günlük y aşantı­
nın sınırlı nefsi duyuşlarından bıkmış bulunmaktadırlar artık. Gelenek­
�el toplumlardaki sonlu varlık sınırlarını aşma aracı sağlayan gerçek
manevI duyuşlara ulaşamadıklarından, kendilerine cehennemi de olsa,
yeni yeni dünyalar ve ufuklar açan her türden nefsi duyuşlara yönel­
mekledirler. N efs olgusuna duyulan büyük ilgi, 'geziler' (trip: uyuşturu­
cu yoluyla kendinden geçme) , olağanüstü 'duyuşlar' ve benzerleri, her
zaman şu köşenin ardında bulunan kuruntusal bir maddi refah idealine
doğru gittikçe artan bir hızla koşmaktan başka hiçbir amaç gütmeyen
bir medeniyette, her günkü yaşantının sınırlı ve boğucu dünyasını ya­
rıp geçmeye yönelik içten gelen bu dürtülerle derinden bağlantılıdır.
Bu eğilim, bedensel olanla ruhsal olanı bilinçsizce özdeşleştiren eği­
limle birlikte, Batı'da ve özellikle ruh. dünyasını yeniden keşfetme ihti­
yacının en keskin biçimde hissedildiği Amerika'da yaşayan modern in­
sanın dini hayatında, doğabilecek karışıklıkların en tehlikelisini doğur­
muştur. Nefsi olanla ruhsal olanın arasını her zaman açıkça ayıran Sufi
bakış açısına göre, bugün Ruh adına konuştuklarını ileri sürenlerin pek
çoğu, gerçekte nefs adın a konuşmakta ve modern insanın, modern en­
düstri medeniyetinin imkan sahasına soktuğu duyuşlar alanının ötesin­
de bir şeyl ere karşı duyduğu susuzluktan yararlanmaktadırlar. İşte bu­
gün Batı'nın dini hayatında gözlemlenen derin düzensizliğin özünde ya­
tan ve iyi niyetli insanların nefsi güçlerini birleştirmek bir yana, handiy­
se dağıtmak ve enerj ilerini yutmak üzere onları kutsaldan m ümkün ol­
duğunca u zaklaştıracak öğelere imkan tanıyan, tam da bu karışıklıktır.
80
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
Kutsal olan, yukarıda da belirtildiği gibi, Ruh dünyasıyla bağlantılı­
dır, nefs dünyasıyla değil. Yekpare ve saftır o; Ruh'un ışığından yoksun
kalmış nefs ve zihin dünyalarını karakterize eden karanlık dehlizlerde
insanı başıboş dolaştırmak yerine, aydınlık saçar ve bütünler. K u tsal
olan, başka bir nedenle değil , sadece Allah'tan geldiği için , 'biz' olan her
şeyi ister bizden. H ayatı kutsallaştırmak ve kutsala ulaşmak için, kutsal
bir san'at eseri gibi kendimiz kutsal olmalıyız. Ruhun özünü incelikle
işleyerek, lslam'ın Peygamberi'nin "Allah insanı kendi suretinde yarat­
mıştır" hadisinde ifade edildiği gibi , onu , bize yara tıldığımı zdaki duru­
.
mumuzu , Allah'ın huzurundaki durumumuzu gösterecek bir 'Tanrı su­
reti'ne dönüştürmeliyiz. İşte, böyle bir san'at eseri olabilmesi için, yeni­
den 'kendi's i olabilmesi için, insan tümüyle Ruh'un buyruklarına , kut­
sala teslim olmalı ve kendini adamalıdır. Yalnızca kutsal olandır ki in­
sana, gerçek doğasını gizleyen, asli ve llahl yapıdaki doğasını (Kur'an'da
anılan 'fı trat') unutmasına yol açan örtüyü üzerinden sıyırıp atma imka­
nı verir. Ve nefsten değil, yalnızca Ruh'tan gelen Kutsal'dır ki, ahlakın,
geleneksel anlamıyla estetiğin, metafizik doktrinin ve bu doktrini ger­
çekleştirme yön teminin kaynağı olabilir. Nefs büyüleyici ve çekici gö­
rünebilir. Ama kendi içinde her zaman, şekilsiz, geçici ve parçalı etkile..:
nimlerle dolu bir şeydir. Kalıcı ve bütün olan, sadece ve sadece ruhsal
ve kutsal olandır; ve bu bütünlüktür ki nefsi, hatta insanın bedensel
yönlerini bile kuşatır, onları değiştirir, aydınlatır.
Kutsal geleneğin -Sufilik veya bir başka Yol-yordamla- insanın her
günkü ihtiyaçlarının uygulanmasına geçmek için, ruhsal alanla nefsi
alanı daha genişliğine, öğretilerin gerçekten manevi nitelikte olanlarla,
mesajı yalnızca nefste kök salmış ve yalnızca, kutsal geleneğin koruyu­
cu kalıbı olmadan kozmik varlığın en cehennemi derinliklerine varacak
duyuşlar ve insan duyu ve duygularına kaba materyalizmin çeşitli bi­
çimlerinden daha fazla zarar verecek durumlarla bağlantılı nefs olgu­
sunca desteklenenleri birbirinden ayırma aracı sağlayabileceği insanlık
tarihinin hemen şu anından daha kritik bir zaman bulunamaz.
Sufi geleneğe değinecek olursak, denilebilir ki, bu ve bunun gibi da­
ha pek çok geleneğin modern Batı' da anlaşılması, metafiziğin ve haki- .
kaderinin yanlış kavranmasına yol açan bir başka görme bozukluğun­
dan ötürü, oldukça güç bir hale gelmiştir. Birtakım insanların zihinsel
faaliyetleriyle varlıklarının kalan kısmı arasındaki ayrılığın ve manevi
erdemlerin yokluğunun sonucu olarak ortaya çıkan bu bozukluk, çeşit-
Sufizm 'in Mesajı
•
81
l i geleneklerin kutsal öğre tılerirı i n Batı i nsanmın mevc u t ih tiyaçlarına
uygulanmasının önündeki en ö n e mli engeldir. Yine G öğün h ediyesi
olan zihinsel sezgiye sahip ve SufI doktri nlerle diğer Doğulu metafizik
biçimlerini a nlayabile n , fakat çiçeğinin kokusu n u uzaktan duyabildik­
leri ku tsal geleneğin öğretilerine göre yaşamak is temeye n insanlar da
vardır. 1 4 Böylel eri gerçekten dağın tepesinde olmakla , dağın zirvesinin
vizyonuna sahip olmayı , yan i orij inal a nlamıyla ' theoria'yı birbirine ka­
rıştırıyorlar. Bu yüzden de , ilgi düzeylerinin altında görerek , geleneğin
uygulamalı, ahlaki ve ameli öğre tilerini küçümseme eğilimi içine giri­
yorlar. Çoğu , m anevı erdemleri ( S u fi.zm'de ' fadail') kazanma ü zerinde
durm ayı aşırı duygusallık; iman'ı da yalnızca zah iri düzeye ait bir 'halk
dini' olarak görme ya nılgısına düşüyor; 15 en büyük veli ve bilgelerin
her şeyden daha çok ma nevi erdemlerden söz ettiklerini ve Sufizm'de
en çok kullanıl a n deyimlerden birinin de 'Muhammedi yoksulluk ( el­
fakr'ül M uhammedi) ' olduğu gerçeğini u nu t uyorlar. 1 6 Bu yoksu lluk ve­
ya 'Fakr' olmadan, insa n varlığı kabının, içine llahı Hikmet suyunun
boşaltı labileceği b i.r meka n olması; ve akıl
ne
denli keskin olursa olsun
ruhu n hmal e ermesi mümkün değildir.
B u , kuramsa l m e t�fi z i k a nlayışını manevi oluşum ile özdeşleştirme
yanıigısı, çeşitli gelenek lerin
en
saf metafi zik öğre tilerini içeren kitapla­
rın çevi rilerinin , 'Sül eyman'ın Şark ı st'nclan ı u tun ela , 'Tao Te Ching'e ka­
dar b ü tü n eserlerin her kitapçı dükkanında birkaç kuruşa satıldığı za­
manımızda egemen olan düzensizlikle bağlan tılıdır. Hiç de normal bir
durum değildir bu. Geleneksel toplumda, geleneklerinin metafizik ve
irfani yönlerine bağlananların çoğu , kendilerini ancak uzun bir eği tim
döneminden sonra irfani doktrinleri almaya h azır hale getiren aşamalı
bir öğretimden geçmektedir. Bunun da ö tesinde , ancak kişisel temaslar
sonucu geleneklerini öğre n ebilmektedirler. Her günkü hayatlarında kesinlikle gerekli ve ayrılmaz bir parça olarak- gel eneğin dış yanını ya­
'
şamakta ve geleneğin batını yönüyle ancak, ya bir mürşit veya müri tle­
riyle karşılaşarak, ya bir velinin türbesini ziyare t ederek, ya da kendile­
rini bir mürşit aramaya veya belli bir yere gitmeye iten bir rüya görerek
temasa geçebilmektedirler. Batini yanla okuyarak temasa geç tiklerinde
bile, bu da, yavaş yavaş Yol'a, ilgilerini çeken edebiyat ve temsili hika­
yeler aracılığıyla olmaktadır. İslam dünyasında Hafız'ın ya da Rumi'nin
şiirlerini okuyan bin kişiden ancak bir veya ikisi S u fizm'in saf doktriner
eserlerini okumaktadır.
82
•
İs lam ve Modern İnsanı n Çıkmazı
Bugün Batı'da, çoklarının gelenekle tepeden ve dünyanın çoğu yö­
resinde ağızla aktarım kanallarının kapandığı bir çağda özel bir rol oy­
nayan yazılı söz veya eserleri okuma yoluyla temasa geçebildiği, karma­
karışık bir durum egemendir. Gerçekten, -Batı 'da sağlam geleneksel ya­
zarların ortaya koydukları cidden güzel eserler bir yana- bugün yalnız­
ca birinin değil, çoğu kutsal geleneğin en yüksek metafizik öğretilerinin
elde edilebilmesi, bir düzensizliğin diğerini hak ettiği manevi karartı ça­
ğında böyle bir aydınlanma . aracının bulunmasına imkan veren llahi
Rahmet'in tecellisinden başka bir şey değildir. Fakat bu durumun do­
ğurduğu bir tehlike de vardır ki, bu da, insanın yalnızca zihin yapısıyla
değil, tüm varlığıyla ilgili olarak, şu veya bu kutsal metnin zihnen anla­
şılmasının bir geleneği yaşamak yerine konulmasıdır.
Bu tehlikeyi hatırda tutarak, ister metafizik, isterse kozmolojik ol­
sun, geleneksel doktrinlerin zihin düzleminde açıklanmasının, çok fa z­
la, ama çoğunlukla yanlış düşünen ve aşırı beyinsel bir varlık olarak ni­
telenebilecek modern insanın en derin ihtiyaçlarından birini giderebile­
ceğini de belirtmeliyiz. G eleneksel doktrinlerin zihnen anlaşılması bile,
huzur ve sükun getiren ve kuşkucu ve sürekli soran bir zihnin çalkala­
nışlarını bastıran bir kar örtüsü görevi yapabilir. G eleneksel Sufi dilin­
de 'kesinlik ilmi (ılm'ül-yakin)'1 7 denilen şeye tekabül eden ve böyle bir
bilgi derecesine ulaşan kişiye, bilginin nihai amacının, sürekli artan ol­
guların sayısını tutmak ve bilginin şu andaki 'sınırları'nın ötesinde ka­
lan alanların haritasını çizmek değil, içteki Merkez'e ulaşmak ve her za­
man var olan ve her zaman var olacak bilgiyi görebilmek, hatta bu bil­
gi haline gelebilmek olduğu bilincini kazandıran zihinsel bir kesinlik de
verebilir insana. Aklın ortaya koyduğu sorulara vahyin, ışığın veya kal­
bin meyvesi olan cevaplar verilerek çalkantılı zihnin böylece teskin
edilmesi, sonunda zihnin ve hatta, aklı kendi mekanik çalışmasıyla baş­
başa bırakılmak yerine, geleneksel bilgiyle beslenen kişinin tüm varlığı­
nın aydınlanması yolunda gerekli ortamı da sağlayabilir. 1 8
Zihnin bu şekilde teskin edilmesi ve düşünmeye eğilimli kişilerin
gerçek zihinsel faaliyete hazırlanması sürecinde doktriner eserlerin
.
önemine rağmen, sözgelimi, lslam metafiziğinin bu alanda sahip oldu­
ğu zenginliklerin ancak pek azı, Hinduizm, Budizm ve Taoizmin kay­
naklarında yer alanlarla karşılaştırılarak İngilizce'ye çevrilmiştir. lslam
metafiziğinin en büyük şaheserlerinden ancak birkaç tanesi, örneğin
lbn Arabi'nin 'Fusus'ül-Hikem'i ve el-Cili'nin 'el-lnsan'ül-Kamil'i kıs-
Sufizm'in Mesajı
•
83
men çevrilmiş olup 1 9 bilinmektedir ama, en önde gelen doktriner ve
metafizik hazineleri oluşturan Sühreverdi, lbn Türka el-İsfahani, Mir
Damad ve Molla Sadra gibi hem Sufi, hem İslam teosofistlerinin eserle­
ri, Arapça veya Farsça'ya tam anlamıyla egemen olmayan bir Batılı için
bütünüyle ulaşılamaz duru mdadır. 2 0 Bu şekilde, İslam'ın öğretilerinin
batıni ve metafizik yönleriyle Batı insanının bugünkü ihtiyaçlarına uy­
gulanması, bu geleneğin zengin hazinelerinin, meyvelerini toplayabile­
cek yetenektekilere ulaşmasını sağlayacak iyi tercüme edilmiş malzeme­
nin yokluğuyla engellenmektedir. Yine, İslam geleneğinin çağdaş insa­
na sunduklarının gerçek niteliğiyle kavranıp algılanması da güçleştiril­
miştir; çünkü, başka geleneklerin en evrensel öğretileri nisbeten iyi bi­
linirken, Batı dillerinde İslam'la ilgili bilgiler ise yalnızca dış ve hukuki
yanlarına bağlı kalmakta; en evrensel yönleri ise hak ettikleri gerekli il­
giyi görmemiş bulunmaktadır.
Bugün bir geleneği izlemek isteyenlerin bazıları, başka gelenekleri,
yalnızca irfanı eserlerini okuyarak veya, öyle ki, hiç bir ahlaki kaygı
duymadan ya da İlahi adalet ve ceza sorunlarıyla yüz yüze gelmeden,
okuduklarının bazılarını uygulama imkanı da bulabilirken; lslam'ı yal­
nızca kanun, İlahi adalet, ceza ve katılık vs. dini sanarak aldanmakta­
dırlar. Bugün, en talihsiz aldanmalardan biiidir bu; modern Hristiyanlı­
ğın bazı biçimlerinde var olan anlaşılmaz bir ahlakçılığa karşı duyulan
tepkinin bir sonucu olarak, pek çoklarının bugün ahlaklı olmanın öne­
mini küçümsemesinden ve modern insanın Göğe isyan edip, otoritenin
anlamını yitirmesinin bir sonucu olarak da, çoğu Batılı insanın dini ha­
yatta Allah korkusunun önemini unutmasından ileri gelen bir aldanma,
.
bir yanılgı. Paul'ün ü nlü sözünün bir başka söyleniş biçimi olan şu
"Hikmet'in başı Allah korkusudur" hadisi, yalnızca İslam veya Hristi­
yanlık için Lleğil, aynı zamanda bütün gelenekler için de geçerlidir, İs- ·
lam'da, insanın eylemlerini ilgilendiren ve Sufi olsun olmasın tüm Müs­
lümanlar'ın izlemesi gereken İlahi bir Kanun (fıkıh) vardır. 2 1 Bunun
yanı sıra, Allah korkusuna ve Allah'ın, insanların yeryüzü_n deki eylem­
lerini yargılamasıyla bağlantılı bir Ahiret inancına da son derece önem
verilir. Ama, bu öğeler başka biçimlerde Hinduizm'de de vardır, diğer
Doğu geleneklerinde de. Hinduizm yalnızca 'Gita' veya 'Vedanta'yı üret­
mekle kalmamış, aynı zamanda, 'pralaya' 'Son Hüküm' ve 'karma' ve in­
sanın yeryüzündeki eylemlerinin, insanın insanlık sonrası durumlarıy­
la ilgili ciddi sonuçları üzerinde eserler de ortaya koymuştur. İnsanın,
84
•
İslam ve Modern İnsan ı11 Çıkmazı
diyelim ki, Yoga'yı uygulayıp ahlaklı o l m a k l a ilg1 li her şeyi u n u tabilece­
ğini , veya bir gelenekten diğerin e geç tiği için, eylenı l e iinin Alla h'ın ka­
tındaki sonuçlarının ön emsenmeyeceğini d üşünmes inden da ha kötü
bir yanılgı olamaz. Allah korku s u , sevgisi ve bi lgisi şu
v ey
a bu biçimd e
her bütüncül gelenekte bulun ur. Gaz3li. nin dediği gibi; Yara tıcı'dan
korkan O'na doğru koşar ve O'nu sever, O'nu seven de O'nu bil ir.
Sufizvı'in tarihsel görüntuleri korku (mehafet) , sevgi (mehabbet)
ve bilgi °fh!a'rifet) aşamalarını. ortaya koymakta ve bu çevrim kendisini,
manevi 'oluşa erebilen herkesin ruhunda belli etmektedir. Eğer, bir yan­
dan l slam'ın irfani ve metafizik öğretileri yeterince çevri lmedi diye ya­
kınılıyorsa, ö te yandan , lslam'ın iç odasına girme özlemcilerinin , ken­
dilerinden Allah'ın adalet ve ihtişamının farkında olmaları istenerek , bu
özlernlerinde ciddi olup olmadıklarım ölçmek bakımından , Şeriat da
içinde o lmak üzere , lslam'ın bütünleyici öğre til erinin çevrilmiş olması­
na da şükredilmelidir. Böyle bir farkında oluş, i nsanda bütünüyle olum­
lu ve insan duyu ve duygularının özünde ilk/asli fıtratına yabancı ne
varsa eritecek bir heybet ve korku uyandı rır.
Ama, bu ölçümden ve bu koruyucu ölçüden kaçınmak için, son za­
manlarda Batı'da S u fizm'i lslam'dan ayırma ve onu lslam'm . öğretileriy­
le ve insanın eylemleri için llahi kalıbı oluşturan ve kendisini izleyen­
leri Allah'ın gazabından koruyan Şeria tı'yla ilgisiz bir şeymiş gibi sun­
ma arzusu taşıyan sahtekarlar türemiş bulunuyor. Bu çabalar birer al­
danmadan başka bir şey değildir. Sufizm'in tüm doğru görüntülerinde,
Kur'an;da bü tün görkemiyle tanımlanan ve Şeriat'ın öngördüğü tavırlar­
la bütünleşen Allah korkusu , sırayla Allah sevgisinin ortamını hazırla­
makta ve toprağı, Allah korkusu ve sevgisiyle , İslam maneviyatında her
zaman bilgiyle yanyana giden bu sevgiyle böyle bir t lahi bitki için ha­
zırlanmadıkça insan varlığına kök salması imkansız olan Allah'ı bilme­
ye, ma'rifet'e uzanmaktadır.
Buraya kadar söylediklerimiz tüm geleneklerle ilgiliydi; şimdi de, ·
insanın şu andaki ihtiyaçları karşısında S u fizm'in kendine özgü neler
önerebileceğine değinmek yerinde olacaktır. 'Birlik/birleme birdir ( et­
Tevhidü vahidün � ' şeklinde, bir Arapça söz vardır. B u , en l)st düzeyde
bütün geleneklerin birleştiği tek bir gerçek vardır demektir. Fakat, l la­
hi G erçek tek bir zirveden aşağılara , i nsana doğru indiği için, bir gele­
nekten diğerine farklı birtakım niteliklere bürünebilir.
Sufi z m 'in Mesajı
•
85
�ufizm, l slam'ın iç boyutn o larak, kuralsal yanıyla İ slam'ın hususi
ni tel iklerini paylaşır; İslam, Birleme (Tevhid) üzerine o turduğu için,
bütün görüntüleri de şu veya bu biçimde Birliği yansıtır; b u , vahyin il­
kel erinin doğrudan yansıdığı Sufizm için de böyledir. S u fizm'de, başka
şeylerin yanı sıra , Birlik ilkesi n in varlığı demek, yöntem ve uygulama­
ları nın başka geleneklerde çoğunlukla ayrı olan şeyleri birleştirmesi de­
mek tir. Kendi içinde yer alan farklı manevI biçiml erden dolayı dinsel
düzlemde bir mucize olan 'Hinduizm'in diliyle konuşacak olursak, kar­
ma Yoga, bhakti Yoga ve j nani Yoga yolu Sufizm'de tek bir yol, denilebi­
lir ki , 'bütüncül bir Yoga' halinde birleşmiştir. Burada özellikle vurgula­
mal ıyız ki, 1-linduizm'de j nani
ve
bhakti tipler bü tünüyle ayrıyken,22
Sufi man eviyatçılığı , bhaktt öğeden hiç bir zaman ayrılmayan bir j nani
tiptir. Bazı Suft ler bir yöne diğerinden daha fazla önem verebilirler: İbn
Arabi , lbn A taullah el- lskenderi ve Şebisteri gibi bazıları irfanı bilgi
( marifet) den daha çok söz ederken, A ttar ve Hafız gibi bazıları da sev­
giden daha çok bahsedebilir. Fakat, Sufizm'de hiçbir şekilde bilgi yolu­
nun sevgiden a yrı ldığı , veya sevgi yolunun , Hristiyanlık'taki ve O rtaçağ
Hinduizm'indeki sevgi mis tisizmi türü gibi ma'ri fe t öğesinden yoksun
olduğu görülmemiştir. Bunun da ö tesind e , Sufizm'de bilgi ve sevginin
bu şekilde birleşmes i , her zaman Şeriat temeline, veya bir .anlamda, ça­
lışma veya eylem yoluna o t u rur.
Yine , İ slam vahyinin birlikçi doğası nedeniyle , düşünce ve eylem
Sufizm'de, gerek zahirde gerekse batında birbirinden hiçbir zaman bü­
tünüyle kopmamıştır. İslam'da bir zahidlik, zahiri bir keşiş hayatı yok­
tur ve en yoğun düşünce hayatı ancak toplum i ç erisinde yaşanır. Sufl,
içten, d ünyaya karşı ölüdür, ama dıştan t oplumun hayatına katılır ve
kaderin omuzlarına yüklediği hayat d ur aklarının sorumluluklarını ta­
şır. Gerçekte o en mükemmel işi yapar; çünkü , eylemleri bütün bir i ra­
denin ve aydınlanmış bir z ihnin ürünüdür. Bundan s onraki bölümde
yeri geldikçe daha ayrıntılı biçimde tartışacağımız gibi, düşünce ve ey­
lem hayatı şu veya bu şekilde birbiriyle çelişir olmak yerine, lslam'ın
manevi alanında birbirini bütünleyici olu p ;23 düşünsel hayatın yöntem
ve teknikleri, kişinin düşebileceği her türlü dış ortamda ve katılabilece­
ği her tür faal yaşamda uygulanabilir niteliktedir.
Hem kendi yöntemleri , hem de kişinin toplu mdaki dış yaşamıyla
olan bağlantısı içinde Sufizm'in taşıdığı bu birleştirici karakter, 1 ç e çe­
kilişin , dünyadan dışsal kopuştan çok daha fazla bir imkan olarak belir-
86
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
diği modern dünyada yaşayan insanlara açık avantajlar sunmaktadır. Yi­
ne Sufizm'in birleştirici doğası , modern dünyada yığınla insanın ıstıra­
bını çektiği parçalı hayatın tedavisi için güçlü bir ilaçtır. Sufi eğitimle .
ulaşılabilen kişisel bütünlük, Psikoterapi ve Psikanaliz'in gerçekleştir�
meye çalıştığı, fakat yöntemleri, nefsi tek başına bü tünleyebilecek güç­
teki Ruh'un bereketinden kopuk olarak uygulandığı için, sonunda kişi­
liği bütünlemekten çok parçalamaya gö türen ni telikleriyle asla başara­
mayacağı bir hedef tir. Allah dini dünyaya , insan, komplekslerinin üste­
sinden gelsin , kendisine Öiçilen sayısız işlevi yerine getirsin diye gön­
dermiştir. Dinin ve özellikle manevi oluşum tekniklerinin gülünç tak­
li tleri ve karikatürize edilmesi , dinin çağlar boyu insanın kompleksleri­
ni gidermede ve kişiliğini bü tünlemede oynadığı rolün gülünç düşürül­
mesi ve karikatürize edilmesinden başka bir sonuç vermeyecektir.
Burada şu soru artık kesinlikle sorulmalıdır: Sufizm bu hususi nite­
likleri içermektedir, kabul; ama, Sufizm'i uygulama imkanları nelerdir?
Kuşkusuz Göğün rahmeti ölçmeye gelmez, çünkü , 'ruh arzu ettiği yer­
de eser' ; fakat, Sufizm'in geleneksel öğre tileri konusunda şu denilebilir
ki, geleneksel olarak kendisine 'şeyh , mürşit' veya 'pir' denilen bir üstad
olmadıkça, Sufizm'in uygulanma imkanı olmadığı her zaman vurgulan­
mıştır. Bu kuralın tek istisnası , sürekli hayatta olan gizli Peygamber Hı­
zır'ın2 4 müritleri olan ve Yol'a ancak Allah tarafından seçilmiş özel bi­
reyler (efrad) 'dir. Bu bakımdan, bu imkan insanın seçimine bırakılmış
değildir. Yol'a girmek isteyenler için tek çare sağlam bir yol gösterici
bulmaktır. Yani , Sufizm'in disiplinlerine göre yaşama imkanı, müride
neyi nasıl yapması gerektiğini öğretecek sağlam bir mürşit bulma imka­
nıyla eş anlamlıdır. Batı dünyası ve özellikle Amerika için, yalnızca Al­
lah tarafından verilen gerekli ni teliklerden yoksun bulundukları halde,
yol gösterici kılığına girmiş sahte mürşi tler tehlikesi söz konusudur.
lsa'nın sözünü ettiği 'yalancı peygamberler' tehlikesinin , insanlık tarihi­
nin bu son saatlerindekinden daha az olduğu eski zamanlarda bile ger­
çek mürşitler, niteliksiz bir mürşide bağlanmanın tehlikeleri konusun­
da uyarılarda bulunurlardı . Eşsiz Mesnevi'sinde Celaleddin er-Rumi
söyle der:
"Adem kılığına girmiş nice iblisler vardir; öyleyse, her ele el verilesi
değil ;25
Aşağılık adam çalar dervişlerin dilini, basit olana bir büyü okusun diye.
Sufizm 'in Mesajı
•
87
"Mert olanın işi aydınlık ve sıcaktır, aşağılıkların işi hile ve utanmazlık.
Dilenmek için dokurlar yünden bir hırka.
Ebu Müseylim'e verirler Ahmet lakabını.
Hakk'ın şarabının sonu miskdir, pak ve saf;
başka içkinin sonu ise pis koku ve azap " 26
İ nsanın bir mürşit ve manevi yol seçmesinde, Rumi'nin işaret ettiği
ve akılsal analizlerle çözülemeyecek olan bir gizem vardır. Şudur sorun:
Müridin içindeki imkanları kullanıp, onun buğdayı samandan ayırma­
sını sağlayacak gerçek bir mürşidin buiunduğu bir zamanda , henüz ye­
terli manevi keskinliğe sahip olmayan bir salik (Yol'a girme adayı) ger­
çek bir mürşidi sahtesinden nasıl ayırabilir? Bu sorunun altında , man­
tıksal yollarla anlaşılmaktan uzak olan Ruh'la, dünyevi biçimleri arasın­
daki giz � mli ilişki yatıyor. İ nsan Yol'u seçtiğine inanır, fakat gerçekte Yol
onu seçmiştir. Bu noktada kişinin tek yapabileceği , gerçek bir mürşit
bulmak için dua etmek ve bir yandan araş tırırken bir yandan da Allah'a
güvenmektir. Bunun da ö tesinde, Rumi'nin sözünü e ttiklerinden,
lsa'nın " Çokları çağrılır, ama pek azı seçilir" sözüyle değindiği bir za­
mandakinden daha fa zla sahtesinin bulunduğu dönemlerde, doğruluk
ve gerçekliğin evrensel ölçülerine başvurulabilir.
Gerçek, kendisini her zaman çarpıtılıp bozulmaktan şu veya bu bi­
çimde korur; fa kat, insanın ruhu , eğer gerekli nitelikleri taşımayan ve
sahte o lmaktan ö te gitmeyen birinin elleriyle yoğrulursa, büyük bir yı­
kıma uğrayabilir. İnsanın içindeki en kıymetli şeye ancak zarar verecek
sözde manevi bir hareketin izleyicisi olmaktansa, bir materyalist veya
bilin�mezci (agnostik) olarak kalmak daha iyidir. Sufiler insanı , belli
bir süre sonr2 civdv çıkması için tavuğun altına konmuş bir yumurta­
ya benzetirler. Ama eğer yumurta , üzerinden erken kalkan veya kendi­
sine gerekli özeni göstermeyen bir tavuğun altına konacak olursa , civ­
civ çıkmayacağı gibi, yumurta da yenemez hale gelir. 27 Artık, hiçbir işe
yaramayacak olan bu yumurta sadece fırlatılıp a tılacaktır. Bu benzetme ,
kişinin kendisini bir sahtekarın ellerine; yüzlerce yıllık geleneği, güya
daha yüce ve daha 'gelişmiş' bir maneviyat biçimi adına itiverenlerin ,
veya tek başına manevi bereketi, G öğe uzanan tamlık merdivenine adım
atma imkanı veren İslam Peygamberinin yardımı ve bereketi olmaksızın
Sufizm yoluyla G öğün kapılarını kırmak isteyenlerin bakımına terkedi­
vermesinin doğuracağı tehlikeye işaret e tmektedir. Yanlışa düşme im-
88
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çı k m a z ı
k a n v e ihtimallerin i n alabildiğine ç o k , a m a b u n u n karşısında , Allah'a
giden yolların daha önce hayal bile edilemeyecek şekillerde insanın
önüne açılmış olduğu tehlikeli dönemlerden geçiyoruz. Bu dönemde
tek tek her insana düşen, iyice gözlemek, gerçeği sah tede n , Allah'ın yo­
l u n u , geleneksel anlamda 'Allah'ın maymunu' olarak bilinen Şeytan'ın
yolu ndan ayırabil mektir.
Her türlü sahte mürşitlere ve sözde ma neviyat biçimlerine rağme n ,
h a l a gerçek Sufı şeyhler de bulu nd uğu gibi, Batı'da Sufizm'i uygulama
i mkanı da vardır. Fakat inanıyoruz ki bu imkan, bugün S u fizm'le ilgile­
nen yığınla insanın içinden yalnızca birkaç tanesi için sözkonusudur.
Çok büyük bir ihtimalle , çok yakın gelecekte Sufi z m , bir değil üç fark­
lı düzeyde Batı'da etkisini gösterecektir. Her şeyden önce , Sufizm'i faal
olarak uygulama imkanı vardır. Ama, böyle bir yol yalnızca b irkaç kişi­
ye hitap eder doğal olarak. Yol'un disiplinine bütünüyle teslim olmak is­
tenir insandan . Sufizm'i uygulamak için, Peygamber'in 'Ölmeden önce
ölünüz' sözünü ( * ) yaşamak gerekir. İnsan kendi içinde ölmeli ve ma­
nevi olarak burada ve hemen şimdi yeniden doğmalıdır. Kendisini te­
fekküre, zikre , iç temizliğe , kendi bilincini ve Yol'da gerçekten yürüye­
bilen (salik) lerin uygulamaların ı sürekli kon trol altı nda bulundurmaya
adamalıdır. Batı'da S u fizm'i gerçekten yaşayanlar vard ı r bugün ; ve
önemsiz sözde S u fi hareketlere karşılık, Sufizm'in belli kolları artık Ba­
tı'da kök atmış ve gerçek dalları nı yaymış bulunmaktadır. Bu gru p , bu­
gün Batı'da Sufizm'e kapılananların h epsini kucaklayam asa da , kesin­
likle daha da gelişecektir.
Suhzm'in Batı'da yapacağı ikinci düz eydeki et.k i , bugün Sufizm adı­
na aradıklarını lslami uygulamalarda bulacak o lan
Ç oklarına 1 slaın'ı çok
daha alıcı bir şekilde sun mak biçiminde olacaktır. Batı'yla uzun süren
bir çatışma dönemi geçirdiği için, lslam daha düne, hatt a bugüne kadar
Batı'da en hasmane gözlerle görü legelmiştir. Eminim ki aradıklarını ls­
lam'ın namazında , orucunaa, kutsal d ışı olanı ku tsa lla birleş tirmesinde,
' papazlık' fonksiyonunu bütün insanlara dağıtmasında, san'atında, bi­
limlerinde ve daha pek çok yönlerinde bulacak olan çoklari , kendileri­
ne sunuluş biçiminden dolay�, l slam'dan uzaklara çekilmektedir. Su­
fizm, en evrensel ve dolayısıyla bir anlamda en kapsamlı yanını ortaya
koyarak, l slam'ın açıklanmasına ve kendi dışındakilere daha yakın hale
( )
*
Sufilerin " hadis" kabul ettiği ünlü bir söz
(ç.n.)
Sufizm 'in Mesajı
•
89
getirilmesine yardımcı olacaktır. Hinduizm'i incelemek isteyenler ço­
ğurılukla Manu Kanunu'ndan değil de 'Bhagavad-Gi ta'dan işe başlar­
ken, İslam tanıtılırken ise önce hukuki yönleri anlatılmakta, sonra da
düzensizce en evrensel öğretilerine geç ilmektedir; tabii geçilirse o da.
Sufizrn'in, lslam'ın bü tünleyici bir parçası ve bu vahy ağacının ç içeği ol­
duğu daha çok kavrandıkça, şimdi Sufizm'e kapılanıp da Yol'un güç di­
siplinlerinin altına giremeyen pek çokları için , tslam'ın uygulanma im­
kanı daha belirgin hale gelecektir .
Burada propaganda yap tığımız sanılmasın ; faka t, şurası da bir ger­
çektir ki, bugün Batı'da çoğu kimse günlük yaşantılarında uymak ve uy­
gulamak için Doğu'n un dinsel biçimlerini aramakta, ama Sufizm'in,
özünü o luşturduğu manevi yönüyle bağdaştırarnadıkları _i çin lslam'ı bir
yana itmektedirler. Bir kez bu yanılgı düzel tildi mi, Sufizm Batı'da , ls­
lam'ın ilk yayılma günlerinde Hindistan, En donezya ve Batı Afrika'da
oynadığı rolü n aynısını oynayacaktır. Kuşkusuz Batı'da Sufizm'in yön­
tem ve faaliyet alanı , yukarıda saydığımız yerle rdekinden farklı olacak­
tır, ama yükleneceği fonksiyon ayni kalacaktır. Bugün çekiciliğine kapı ··
lan pek çok ciddi Batılı için lslam'ın içinden bir imkan açacak ve ls­
lam'ın yapısını dikkatle inceleyenlerin bildiği zahirle batın arasındaki
orta bölgeyi onlara gösterecektir.
N ihayet, Sufizm'in Batı'da oynayacağı rolün bir üçüncü düzeyi daha
vardır ki , bu da Batı insanının uyanmasına ve kendine gelmesine yapaca­
ğı yardımdır. Sufizm, zengin bir metafizik ve kozmoloj ik doktrinler hazi­
nesine, bugün Batı'da hemen hemen hiç incelenmemiş kutsal bir psiko­
loji ve psikoterapiye , kutsal bir san·'at ve geleneksel bilimler doktrinine
sahip, yaşayan bir gelenek olduğu için, bugün unutulmuş bulunan Ba tılı
geleneğin pek Ç ok yönlerine yeniden canlılık kazandırabilecektir. Son za­
manlara kadar, Batı dillerinde İslam üzerine yazılan geleneksel eserler, ls­
lam'm aydınlık zihinselliğinin diğer yönleriyle birlikle, Sufizm'i de Onü­
çüncü yüzyıl'a kadar geri gö türerek, onu yüzyıllarca önce ölüp gitmiş gi­
bi tanımlıyordu. Şimdi ise , her gün daha çok insan Sufizm'in yaşayan bir
gelenek olduğunu keşfettikçe , onun zenginlikleriyle varılan temas, Batı
insanının kendi unutulmuş hazinelerine gözlerini yeniden açmasında ke­
sinlikle rol oynayacaktır. Son yirmi yılda ortaya çıkan akımlar umut ve­
rici değilse bile, imkanların tükendiği de söylenemez.
Öte yandan, Sufizm'in, insanın doğası ve çevresindeki dünyayla il­
gili , çevre kirlenmesi gibi modern dünyanın en çetin b unalımlarının çö-
90
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
züm anahtarlarını içeren öğretileri de vardır. 28 Bu öğretiler, eğer çağdaş
dilde verilebilirse, ilk planda ilk ilkelerin unutulmasının yol açtığı gü­
nümüz sorunlarından pek çoğunun çözümüne yardım edecektir. Bu öğ­
retilerin varlığı bile, bir tür 'sevimli titreşim'le, ni teliğinin tam tersine
bir adlandırmayla Rönesans denilen dönemde Batı'yı sarsan fırtınanın
getirdiği tozlarla üstü örtülmüş bulunan Batı geleneğinin kıymetli yön­
lerinin diriltilmesini ve daha gerçekçi zihinsel çalışmaların başlamasını
sağlayabilecek güçtedir.
Bununla birlikte, Sufizm bir yandan Batı'nın bugünkü ihtiyaçların­
dan bazılarını giderici imkanlar sunarken, bir yandan da kendi bü tün­
lük ve safiyetini koruyabilmelidir. Bugü n her yeri kaplamış bulunan sa­
pıtıcı , saptırıcı ve sulandırıcı güçlere karşı direneb ilmelidir. Işığı topla­
yan ve sonra çevresine dağı tan bir kristal gibi, etrafındaki dünyaya h iz­
met etmelidir. Aynı zamanda , ç evresindeki dünyaya, bu dünyanın anla­
yabileceği dilden seslenmelidir. Sufizm, kendisinden beklentisi olanla­
rın başvurularını cevapsız bırakamaz. Ama, zamana daha yatkın olabil­
mek veya daha çok duyulmak için ilkelerinden ödün verip, tanınmış ol­
duğu ölçüde, aynı hızla sahneden çekiliveren gelip geçici bir heves du­
rumuna da düşemez.
Sufi zm'i , gelip geçici heves ve merakların üstünde ciddi bir biçim­
de sunabilmek için, Sufi geleneğinin öngördüğü ölçüde geleneksel ve il­
kelere bağlı, ve aynı zamanda , edindiği belli zihinsel alışkanlıklar ve
kendi içinde eşyaya karşı geliştirdiği tepkiler içinde Batı insanına karşı
anlaşılır olmak gerekmektedir. Yine , Sufizm'in öğretilerini gerçekten
kabul etmek ve uygulamak için, modern özlemcilerin, önce boğulmak­
ta olduklarını, sonra da, kutsal geleneğin kendilerine l lahi Rahmet'in
uzattığı bir ip olduğunu ve ancak bu ipin yardımıyla kurtulabilecekle­
rini kavramaları zorunludur. İ ç inde yaşadığımız şu durumda, Sufi gele­
neğe kök atmış bulunanlar ve aynı zamanda, bu geleneği Batılı insanın
anlayabileceği ve ihtiyaçlarına seslenebilecek bir biçimde açıklayabile­
cek olanlar, omuzlarında ağır bir sorumluluk taşımaktadırlar. Bir yan­
dan mesajın paklığını ve bütü nlüğünü koruyacak , bir yandan da onu,
modern dünyanın hususi niteliğini oluşturan fa ktörlerle şartlanmış in.:
sanlara aktaracak olanlar, bu insanlardır. Ancak bununla, en yüce göre­
vin yerine ge tirildiği ve en değerli sadakanın sunulduğu hatırdan çıka­
rılmamalıdır; çünkü , insanın en derin ve en kalıcı ihtiyaçlarına cevap
verecek olan Gerçeği anlatmaktan daha yüce bir sadaka şekli nerede bu­
lunq.bilir?
Sufizm 'in Mesajı
•
91
B eşinci Bölümün Notları:
1'Her şeyden önce Sufizm' diyoruz, çünkü, lslam'ın batıni boyutlarıyla ilgili
olarak, hem Oniki lmam, hem de lsmaili biçimleriyle Şiilik'te bulunan irfan son de­
rece önemlidir. Bunun da ötesinde, büyük bölümüyle lran'da ve Şiiliğin kucağında
gelişen Sühreverdi ve Molla Sadra'nın 'Aydınlıkçı (lşraki) ekolü', sahip olduğu içten
metafizik zenginliği ve, yakından bağlantılı olmasına rağmen, lbn Arabi'nin ekolü­
nün metafizik açımlamalarından daha sistematik karakteri nedeniyle, Batı düşünce­
sinin içine düştüğü çıkmazın çözümü açısından özel bir önem taşımaktadır. Karşı­
laştırmalı yöntem, öğretilerinin, modern Batı düşüncesinin hem dini, hem din dışı
biçimiyle kaynaştığı yapısalcılık, evrim , mantık ve sezgi ilişkileri gibi konularla
yanyana ele alınmasında bu Aydınlıkçılığa uygulanırsa, büyük yarar sağlayacaktır.
Kuşkusuz bu, Batı'da gerçek zihinsel faaliyeti canlandırmak isteyenler kadar, Müs­
lüman aydınların da, bu teosofi (llahi Hikmet) daha iyi bilindikçe ilerde dönecek­
leri ayrı bir programdır.
2F. Schuon, 'Understanding lslam', Önsöz, s: 1 1 .
3Kutsal bilim'in anlamının daha detaylı incelemesi için bk: S.H. Nasr, Bilgi ve
Kutsal; Bölüm 4,
s.
130.
4Sufizm'le lslam geleneğinin diğer yönlerinin ilişkisi için bk: F. Schuon, a.g.e.
Bl: IV; F. Schuon, 'The Transcendent Unity of Religions', çev: P. Townsend, Londra
1953 ; S.H. Nasr, 'Ideals and Realities of Islam' , Bl : V.
5Bk: S.H. Nasr, 'The Encounter of Man and Nature, the Spiritual Crisis of Mo­
dern Man, s: 1 24- 1 29 ; yine, S.H. Nasr, Man in the Universe, 'Eternita' e storia. l va­
lori permanenti nel divenire storico', Floransa, 1 970, s: 1 8 2 - 1 9 3 ; yine, S.H. Nasr,
'Sufi Essays" , Londra, 1 97 2 , Bl: 6 .
6 F. Schuon, 'Logic and Transcendence" , çev: P. Townsend, London, Perennial
Books, 1 984. The Contradiction of Relativism', s: 7- 1 8 .
7Kur'an'ın diline dayanılarak, çoğunlukla ü ç kesinlik aşaması ifade edilmiştir:
"kesinlik bilimi (ılm'ül-yakin)''", 'kesinlik gözü (ayrı'ül-yakin)' ve 'kesinlik gerçeği
(hakk'ül-yakin)'; (veya, bilimin kesinliği, gözün kesinliği; gerçeğin kesinliği (ç) . Bu
aşamalar, 'ateşin tanımını duymak', 'ateşi görmek' ve 'ateşte yanmak' hallerine de
benzetilmiştir. Bk: Ebu Bekr Sirac'üd-din, 'The Book of Certainty', Cambridge, The
Islamic Texts Society, 1 99 2 .
8Bk: ] . Servier, Thomme et l'invisible', Paris, 1 964.
9Bk: G . Di Santillana ve E . Yon Dechend, 'Hamlet's mill', New York, 1967. Bu
örnekler, en az şaşırtıcısı, Afrika'nın yerli uluslarından bazılarının geliştirdiği dik­
. kat çekici alfabeler bir yana , çeşitli alanlarda on katına çıkarılabilir.
ıoBk: R. Guenon, 'The Reign of Quantity and the Signs of the Tirnes' , Çev: Lord
92
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çı kmazı
N orthbourne , Ghent (NY) , Sophia Perennis et Universalis, 1 99 5 .
1 1 Son birkaç on yıldır Batı'ya gelen ve Doğu'da uyguladıkları tekniklerin aynı­
sını Batıhlar'a da uygulayarak izleyicilerini artırmaya çalışan, ama sonunda, yön­
temleri uygulamak üzere Yol'a alınan pek çok niteliksiz insanın ya pek çok zararlar
getirmesine veya bazı durumlarda delirmesine yol açan pek çok manevi mürşitle
manevi örgütlerini hatırlıyoruz . Hindistan'dan gelen pek çok gerçek bhakti şeyhle­
ri mesaj larını, sanki karşılarında geleneksel H ındu toplul uğu varmış gibi Batılı mü­
ritlere yayma yolu na gitti. Bu tür çabaların sonucunu herkes görüyor. Ne söyle nir­
se söylensin, ağaç verdiği meyveyle ölçülür. Böylesi durumlar. yine de, herhangi bir
geleneksel ortamdan gelmeyip , kendilerini , çağlar boyu veli lerin ve bilgelerin yay­
dığı geleneks 1 öğreti ve öhımsüz gerçeklerin üstünde görme cüretine girişen 'kera­
meti kendinden menkul' şeyhlerden açıkça ayn tutulmalıdır.
1 2Batı dünyasında, R. Guenon, A . K . Coomaraswamy, M. Pallis, T Burckhardt
ve özellikle içlerinde ayrı bir yeri olan F. Schuon gibi isimlerden oluşan tüm gele­
neksel yazarlar bu kategoriye dahil olup, eserleri son zamanlara kadar çeşitli çevre­
lerde ihmal edilmişse de, modern Batı'nm dini ve manevi hayatında son derece
önemli bir rol oyn:unaktadırlar.
13Bu manev'i makam i çin bk: S . H . Nasr, 'Sufi Essays', bl : 5 .
14"Metafizik bilgi bir şeydir, zihinde gerçekleştirilmesi ise b i r başka şey. Beynin
toplayabileceği tüm bilgiler, insanı görüş açısından ölçülemez derecede zengin de
olsa, Gerçeğe göre sadece bir hiçtir. Metafizik bilgi ise, kalbe atılmış llah! bir tohum
gibidir; düşünceler bunun bir kaç zayıf parıltısından öte geçmez. " f Schuon, 'Spiri­
tual Perspectives and Human Facts', s: 9 .
1 5 En yüce metafizik gerçeklere ulaşmada 'iman'm rolü için b k : E Schuon, The
Nature and Arguments of Faith', 'Stations of Wisd oın 'da; Bloomington ( l N ) , World
Wisdom Books , ] 995, s: 43.
1 620. Yüzyılın Cezayirli büyuk vcli:si Şeyh Ahmed el-Alevi, " Ruhu dinin elin­
de kar gibi erimeyenin elinde , din kar gibi erir gider" şeklinde ünlü Sufi sözü tek­
rarlar dururdu. (çev: M. Lings, 'A Sufi Saint of the Twenı �eth Cen,tury', Berkeley,
University of Califonia P ress, 1 9 7 3 ) . Bu güzel söz, insanın ayrı varlığının , G e rçe­
ğin insanın varlığında tek ulaşılabilme yolları olan erdemleri kazanmakla G er­
.
çek'te e rimeye karşı duyduğu ihtiyaca işaret etmektedir. Eski mürşidl erin yanı
sıra , f Seliuon ve T. Burckhard t gibi geleneksel dokttinlerin bugünkü açıklayıcı­
larının da, tam gerçek maneviyatçılığın bu temel özelliği üzerinde durmalarına
rağmen, Batı'da geleneğin öğretilerini zihnen kabul eden, fakat gerçek bir Yol'un
disiplinlerini uygulama gereği duymayan ve kendileri G erçeğin somut şekilleri
olacak biçimde ruhlarını disipline etmekten kaçınan yeni bir 'gelenekçiler' grubu
oluşıhuş bulun uyor. Böyleleri için Şeyh el-Alevi'nin yukarıdaki sözünün ikinci
Sufizm ·in Mesajı •
93
bölümü geçerlidir, çünkü , elin ve Gerçek, onların varlıklarmda yer etmek şöyle
dursun, ellerinde eriyip gider.
1 7Yukanda da anıldığı gibi (Not 7 ) , sufiler kutsalın zihnen kavrarnnasmdan gö­
rülmesine ve nihayet kişinin varlığında gerçekleşmesine kadar, süluk sürecinin bel­
li başlı adımlarını kapsayan üç kesinlik derecesini birbirinden ayırırlar.
Ünlü özdeyişlerinden birinde lbn Atauilah el-lskenderi , biraz daha farklı bir dil
kullanarak, bu temel aşamalara şöyle değinir:
"Basiretin (manevi görüş, yani ilm'ul yakin) ışınlan, seni, O'nun sana yakınlı­
ğına tanık eder. Basiretin gözü (ayn'ül yakin) , senin yokluğunun O'nun varlığından
olduğuna seni tanık eder. Basiretin gerçeği (hakk'ul yakin) , senin varlığına veya
yokluğuna degil , O'nun varlığına seni tanık eder"
Bk: V Danner, 'lbn Ataillah's Sufi Aphorisms', Letden, l 973, s. 30, No: 36. Yi­
ne bk. P. Nwiya, 'lbn A taillah et la naissance de la confrerie sadili te', Beyrut, 1 9 7 2 ,
s. 1 0 2- 3 , N o : 3 3 , burada hem Arapça aslı, hem de f ransızca çevirisi verilmiştir.
18"Bilgide, akıl yürütmenin ara sıra bellek nedeni olmaktan öte bir rolü yoktur:
bellek, -sürekli ve ileriye dönük olarak değil- kendisi de zihinsel bir sezgi ile şart­
landırılan zihinsel ameliye . kendini saf bir sembol yapan niteliği kazarnr kazanmaz
birden ortaya cıkar. " Schuon, 'Spirit ual Perspectives and Human Facts' , s: 1 3 .
1 9 T. Burckhardt'ın çabalan sayesinde, Fransızca'da b u her iki eserin d e , çok
kıymetli notlarla birlikte oldukça güzel ozetleri vardır; bk. 'La sagesse des prophe­
tes' Paris, l 9 5 5 ; 'De l'homİne universcl' , Faris, 1 9 76. Burckhardt, D . M . Matheson ta­
rafından yapılan lngilizce çevrisi Northamptonshire'cla, Aquarian Press tarafından
1990 yılında yayınlanan 'lntroduction to Sufi Doctrine' adlı eserinde, lbn Arabi'nin
ekolünün doktriner öğretilerini de özetlemiştir. Yine, lngilizce'de, R.A. Nichol­
son'un l 978'de Cambridge'de yayınlanan ve el-Cilinin 'el-lnsan'ül Kamil'inin bazı
bölümlerinin çevirisini de içeren 'Studies in lslamic Mysticism' adlı eseri ve A. j. Ar­
berry'nin el-Kelabazi, Ibn'ul Feria ve daha diğerlerinden yaptığı çeviriler de içinde
olmak üzere, kısmen çevrilmiş çok sayıda Sufi doktriniyle ilgili eserler vardır. Fa­
kat, Sufi: doktrini açık açık ortaya koyan Sufi şeyhlerinin eserlerinin çevirilerinin ta­
mamlanmasına ve çevrilmeyenlerin de çevrilmesine ihtiyaç vardır.
Son yıllarda yayınlanan İngilizce ve Fransızca pek çok lbn Arabi çevrisi bu du­
ruma bir istisna teşkiletmektedir.
Bkz. j .Morris, " lbn Arabi and His lnterpreters" , j ournal of the American Orien­
tal Society, cilt: 106, 1 986, s: 539- 55 1 , 733-7 5 6 ; ve cilt: 1 0 7 , 1 9 8 7 , s: 1 0 1 - 1 1 9 ; Yine
bkz. W Chittick'in üstadın metinlerinin geniş anlamda tercümelerinin yer aldığı iki
eseri: The Sufi Path of Knowledge, Albany (NY) , State University of New York
Press, 1 989 ; ve The Self Disclosure of God, Albany (NY) , State University of New
York Press, 1 998.
94
•
İs l a m ve Modern İnsanın Çı kmazı
20Daha önce de değindiğimiz bu teosofi (el hikmet'ül llahiyye) ekolü ve lslam
metafiziğinin anlaşılmasındaki önemiyle ilgili olarak bk: S. H. Nasr, "Three Muslim
Sages" , bl. 2; Nasr, 'The School of Isfahan' ve 'Sadr al Din Shirazi, lntellectual Tra­
dition in Persia'da, Londra, Curzon, 1 996, ve bütün ömrünü lslam'ın bu az incelen­
miş zihinsel ve manevi hayat yönünün Batı'da daha iyi tanınmasına adamış bulunan
H. Corbin'in çok sayıdaki eserleri . Özellikle bk. 'En lslam lranien', özellikle 2 ve 4.
Cilt. Corbin ayrıca Molla Sadra'nın en önemli risalelerinden olan 'Kitab'ül Meşa­
ir'ini 'Le livre des penetrations metaphysiques' adıyla Fransızca'ya çevirmiştir.
2 1 Bk: S. H . Nasr, 'ldeals and Realities o f lslam', Bl: IV
22Hinduizm'de bile, irfani olmasına rağmen bhakti ögelerden e tkilenen parab­
hakti maneviyat biçimi vardır. Bu bakımdan, Hinduizm'deki bu iki maneviyat biçi­
mini birbirinden açıkça ayırırken, Hindu ikliminde vardıkları sentezi dışlamayı kas­
detmedik.
23Bu demek değildir ki, Müslümanlar arasında köşelerine çekilmiş ve gezen der­
vişler hiç bulunmamıştır. Bugün bile, lslam dünyasının çeşitli yörelerinde bu tür in­
sanlar vardır. Bu, lslam maneviyatçılığının ana akımı içinde bu iki yönü birleştirdiği
anlamına gelir. Şazeliyye ve Nimetullahiye gibi Sufi sistemler, bağlılarının belli bir
meslek sahibi olup, toplumda aktif hayat içinde düşünce hayatını da yaşamalarında
ısrar ederler. Toplum içinde kalıp bir düşünce hayatı yaşayanları (mütesebbib) , top­
lumdan ayrı düşünce (tefekkür) hayatı yaşayanlara (mütecerrid) tercih ederler.
24Eliyas'a tekabül eden Hızır, Kur'an'da anlatılan Musa ve Hızır öyküsünde ba­
tını fonksiyonu sembolize eder ve çoğunlukla 'yeşil peygamber' olarak temsil edilir.
Bk: A.K. Coomaraswamy, 'Khwaja Khadir and the Fountain of Life, in the Tradition
o f Persian and Mughal Art' , Studies in Comparative Religion, c: 4, Sonbahar 1 970,
s. 2 2 1 -230 Şii lslam'da Onikinci lmam benzer bir fonksiyonu yerine getirir ve Su­
fizm'de ise Uveysiler, 'görünmez mürşid'den suluk (yola giriş) aldıkları söylenen
özel bir tarikattır. Yine, L. Massignon'un Hızır'ın manevi önem ve anlamı üzerinde­
ki sayısız çalışmalarına bk; örneğin: 'Elie et son role transhistorique, Khadiriya, en
lslam', Etudes carmelitaines: Elie le prophete, Paris, 1 9 5 6 , c: 2, s: 269-290.
25Bu, kendisiyle bir müridin bir şeyh veya tarikata bağlandığı 'sülük' eylemine
doğrudan bir atıftır.
26R.A. N icholson, 'The Mathnawi o f jalalu'ddin Rumi' Londra, 1 926, c: 2, s: 202 1 , burada N icholson'un eserin Farsça orij inalinin bir diğer nüshasına dayanarak,
'yünden bir arslan yaparlar' şeklinde yaptığı tercüme, ufak bir değişiklikle, 'yünden
bir hırka dokurlar' şeklinde verildi. Yine bk: S.H. Nasr, 'Sufi Essays', s: 6 1 .
2 7 B u konuyu 'Sufi Essays'de daha genişliğine ele aldık, s : 63.
28Bk: S.H. Nasr, The Encounter of Man and Nature, the Spiritual Crisis of Mo­
dern Man', Bl: lll.
A l tı n cı B ö lüm
İ SLAM'DA DÜŞÜNCE V E EYLEM B İ RL İ G İ
Bir saatlik düşünce (tefekkür)
altmış yıl ibadetten daha hayırlıdır.
Hadis-i Şerif
Eylem (amel)siz bilgi meyvesiz ağaç gibidir.
Arap Atasözü
ufizm'in genelde modern insanın manevi ihtiyaçlarını gidermede
S oynayabileceği rolü ele aldıktan sonra, şimdi de, lslam geleneğinin
diğer bir yönüne; Batı insanının günümüzde içine yuvarlandığı çıkma­
zı doğrudan ilgilendiren ve önceki bölümde kısa bir değinide bulunu­
lan düşünce-eylem ilişkisine göz atalım. Modern insanın en temel so­
runlarından b iri, düşünce ve eylemin birbirinden kopması ve, kendile­
rini her zaman düşünce h ayatına adamış bulunan dini çevrelerde bile
ikincinin birinciyi bütünüyle ezmiş o lmasıdır. lnsan varlığının bu iki
asli yönü arasındaki dengenin yitiriliş i , bizzat Merkez'in yitirilişinin ve
modern insanın çevreyle , insanın eyle mlerinin anlamsız ve kopuk ko­
puk olmasını engelleyebilecek tek şey olan Merkez'in m esaj ve görü­
şünden bağımsız dağınık eylemlerle yetinme girişimlerinin bir diğer so­
nucudur. Bu bakımdan, insanın şu yeryüzündeki gezisinde izlemesi ge­
reken imkanlar olarak l slam'ın düşünce ve eylem h ayatıyla ilgili mesa-
96
•
is lanı ııe "/\tfodern İns a n ı n Çıkmazı
j ına dönmek üzre, 1slam geleneğinin doktriner ve uygulamalı öğretile­
rini Batı insanının var olan sorunlarına çözüm i çin ortaya koymak, özel
bir önem arzetmekredir.
Bölümün ba şına k oyduğumuz iki alın t t , eğer düşün ce ve eylem
ilişkisi sorununun ışığında yorumlanacak olursa, daha önce de belir­
tildiği gibi , düşünce ve eylem h a ya tının birbirlerinden bütü nüyle kop­
masına veya ayrı ayrı kurumlaşmasına hiç bir zaman izin vermemiş bir
din olan 1slam'da b u ilişkinin n e kadar yeri nde olduğu görülecektir. 1
Bırakın eylem ü zerindeki önceliğini , düşünmenin anlamını görebilme
yetisini bile yitirecek kadar salt dünyevi hedeflere bağımlı bir eylemde
bulunma yoluna bü tünü yle dalıp gitmiş olan modern dünya için , İs­
lam medeniyeti gibi bir medeniyette eylem ve düşüncenin ahenk için ­
de yanyana ve birbirlerini bütü nleyici olarak var olabileceğini hayal
e tmek bile, son derece güç bir iştir. Bugün , düşünmenin eyleme götür­
düğü, eyi.eminse manevi düzlemde düşünmenin iç bahçesine giriş yo­
lu haline geldiği bir düşünce, eylem ve oluş evrenini zihinde canlan­
dırabilmek o kadar z o r k i !
İslam maneviyatında düşünce, diğer bü tüncül geleneklerdeki gibi,
temelde bileni daha yüce oluş makamlarına bağlayan bir bilgidir. 'Şu­
hud' (görme, tanık olma) ve 'teemmül'le (derin ve yoğun düşünme) öz­
deş ve geleneksel İslamı kaynaklarda ' tefekkür'le bağlantıl ıdır. Kur'an
insana, sürekli olarak Evren'in güzelliklerini ve bu güzelliklerin İlahı
model tiplerini (arketip) düşünmeyi emreder. İslam maneviyatının te­
mel irfa nı niteliği , kutsal san'atı da içinde olmak üzere, İslam'ın tüm
gerçek göstergelerine bir düşünce havası kazandınr 2 ve bir Hristiyan'ın
özveriye yöneldiği gibi, M üslüman'ın ruhunun da düşünceye yönelme­
sine yol açar. 3 Kur'an'm mesaj ının ördüğü ruhun dokusu içinde, taa de­
rinlerde, çokluk dünyasından kopup, İ lahi Birliği (Tevhid) sembolize
eden ve hem bakire doğada, hem de kutsal İslam san'atında yansıyan şu
'boşluğun' merkezine o turma eğilimi yatar. Müslüman'ın ruhunda, Ai­
lah'ın ku tsal ayet (işaret) leri olup , hepsi de düşünceci bir göze görmek
istediğinden daha fazlasını veren ve hepsi de Sonsuz'a açılan bir kapı
görevi yapan tek bir çiçek, bir buğday yaprağı ve şurda tek başına bit­
miş bir çalı veya ağaçla doyuma ulaşma eğilimi vardır. İ ranlı bir şairin
dediği gibi:
Düşünce ve Eylem Birliği
•
97
" H e r b i r zerrenin kalbini yararsan e ğ e r görürsün, o rada bir güneş
varmış meğer. "
Hatif lspahani
İslamı çerçevede düşünce , düşünce olarak kalmaz ; her zaman, gele­
neksel anlamı içinde eylemle gerdeğe girer. lslam maneviyatının düşün­
sel biçimi hiç bir zaman yerinde yapılan, doğru bir eyleme karşı çıkma­
mış, tersine, karşı konulamaz bir eylem arzusuyla birleşmişti r. Bu iç bir­
liktir ki, İslam medeniyetini gücü n ün zirvesindeyken, insanlık tarihi­
nin en yiğit ve aktif, aynı zamanda , içinde en yoğun düşünce hayatını
barındıran medeniyetlerinden biri yapmıştır.
Burada, Kur'an'ın mesajı bir kez daha düşünce ya da bilgiyle eylem,
lslam toplumu için l lahi bir emir olan 'el-ilm'le 'el-amel' arasındaki
ahengi o rtaya kor. Kur'an'da baştan sona, Allah'ın yaratılış taki hikmeti­
ni ve kosmos ö tesi gerçekliğini düşünmeye çağıran ayetler, doğru ve bu
hikmetten alınmış ilkelere göre eylemde bulunmaya çağıran ayetlerle
sürekli o larak iç içedir. Şiilik'teki biçimiyle, Kur'an'dan alınmış bir ku­
rala dayanan ezan, bu ilkenin en güzel bir örneğidir; çünkü , ezan, Al­
lah'ın hikmeti ve bu konudaki insan bilgisiyle , bu bilgiden kaynaklanan
eylem arasındaki hiyerarşik ilişkinin özlü bir ifa desidir. Ezanın ikinci
bölümü üç çağrıdan oluşur: Hayye ala's-Salat (haydi namaza) , 'hayye
ala'l-felah' (haydi kurtul uşa) ve 'hayye ala hayr'il-amel' ( haydi en iyi ey­
leme, salih amele) . N amaz en yüce biçimiyle hem düşünsel, hem de bir­
leştirici olup, ruhun tüm bağlardan ve eksikliklerden kurtuluşuna ve
aynı zamanda doğru eyleme götürür. N amaz olmadan, veya düşünce ol­
madan, bereket veya hayr (iyilik) durumunda olunulamaz ve iyi olun­
madan da iyilik yapılamaz . Doğru eylem, doğru olmaya bağlıdır; doğru
olma, en yüce biçimiyle saf düşünme o lan namazla tüm varlığın kayna­
ğıyla varılan doğru ilişkiden kaynaklanır. Bu basit gerçek, insanların iyi
olmadan iyilik yapmak istedikleri , kendilerini yenilemeden dünyayı ye­
nileme, eylemi yüceltip düşünceyi küçümseme eğiliminde bulundukla­
rı; bu hiyerarşi gözetilmeden hiçbir eylemin, özellikle de en geniş anla­
mıyla insanın mutluluğu söz konusu olduğu için, tam anlamıyla yarar­
lı bir sonuç veremeyeceğinden habersiz yaşayıp gittikleri bir dünyada
nasıl da unutulmakta ve hatta hiç h a tırlanmamaktadır.
Ezan'ın ifade ettiği düşünceyle eylem arasında var olan iç bağlantı­
nın ışığında denilebilir ki, düşünce ve eylem birbirini bütünleyicidir,
ama eşit bir temde dayalı olarak değil. Düşünce ve onunla çok yakın-
98
•
İs lam ve Modern İnsa n ı n Çı kmazı
*
dan bağlantılı olan 'tefekkür'( ) , bir saatlik tefekkürün altmış yıllık iba­
detten daha hayırlı olduğunu bildiren hadiste de ifa de edildiği gibi , her
şeyin üstünde yer alır. Yine, doğru eylem düşünceyi izler ve düşünce­
nin ortaya koyduğu bilginin gerçekleştirilmiş yanıyla yakından bağlan­
tılıdır. Eylemsiz bilgiyi meyvesiz ağaca benzeten Arap a tasözü , sonun da
değişime ve insanın 'ölüp yeniden dirilişi'ne, böylece , artık yeni kaza­
nılmış oluş biçiminden hiç çabasız kaynaklanıveren doğru eyleme vara­
cak şekilde düşünceyle gerçekleşme alanına girmeyen kuramsal bilgi­
nin eksik olduğunu ifade etmekte; bu tür kuramsal bilginin, kendisin­
den beklenen fonksiyonu yerine getiremeyeceğini belirtmektedir. Yal­
nızca düşüncedir ki, bu kuramsal bilgiyi somu t bir gerçekliğe dönüştü­
rebilir ve sonunda, iç veya dış yönüyle kaderin elinin insan için seçtiği
koşullara bağlı olarak doğru eyleme yol açabilir. Zihnin içinde temizle­
yici bir kara benzetebileceğimiz kuramsal metafizik doktrini , kalbin
merkezinde bir a teşe, yalnızca kalbi eritmekle kalmayıp, eklemleri ha­
rekete geçiren ve tüm bedene yeni bir canlılık kazandıran bir a teşe dö­
nüşebilir.
l nsan hayatında burada tanımladığımız düşünce-eylem ilişkisi , za­
man ve mekan kalıplarında bizzat yaratılış eyleminin, tersine de olsa Ük
alanının ve imgesinin yansımasıdır. Kur'an'da yaratılış eylemi, 'fiat lux' .
şu muhteşem ayette ifa desini bulur:
O'nun e mri ancak, bir şey dilediği zaman, o na 'ol' deyivermesidir, o
da hemen oluverir.
(Yasin: 82)
Yaratılış , aynı zamanda varlık bahşeden ve ilke olarak her şeyi bilen
bir eylemle bağlantılıdır. Allah'ın eylemi Kelime veya Logos ( el-Kelime)
**
ve Akıl (el-Akl) dır. ( ) Bu bakımdan, Allah yalnızca 'kün (ol)' kelime­
sini söylemekle kalmaz, Huzur'unda bulunan her şeyin manevi kökünü
(meleküt) de 'söyler' ; şu Kur'an ayetinde belirtildiği gibi:
( * ) Kur'an'da " tefekkür, teemmül, teakkul, akl, tedebbür. . " gibi birbirlerinden be­
lirli nüanslarla ayrılan kelimeleri Türkçe'de karşılayamıyoruz. Burada, düşünceden kas­
tedilen niyete ve eyleme dönük, sonuç alıc;ı bir düşünce; 'tefekkür' ise, ibret almaya, oluş
nedenlerini ve temelde yatan sebepleri görmeye yönelik zihin faaliyetidir. (ç.n.)
( * * ) Burada sözü edilen ve lslam'da söz konusu olan "el-Akl" , bugün modern
Düşünce ·ve Eylem Birliği
•
99
Bu yüzden , her şeyin egemenliğini (melekut, veya 'manevi kök' elin­
d e tuta nadır şan ve ululuk. Ve, O'na döndürülüyorsunuz.
(Yasin: 83)
Görülüyor ki, l lahi Eylem, eşyanın özlerini, 'ayan'ını, veya Kur'an'ın
diliyle , ilk planda 'egemenlik' ve daha yüce gerçeklik düzlemleri veya
manevi alem anlamına gelen 'meleküt'unu kuşatan llahi düşünce (ira­
de)'yle kopmaz bir bağlantı içindedir. 4
Bundan da öte, doğrudan doğruya Kur'anı vahye dayanan Sufi me­
tafizik ve kozmoloj ide Evren'in yaratılışı , Allah'm, her şeyi manevi öz­
leriyle birlikte kuşatan bilgisi demek olan değişmez ilk model tiplere
(el-a'yan'üs-sabite) ü fürdüğü 'nefesi' o larak algılanır. Rahman'ın nefesi
(nefes'ür-Rahman) , llahi imkanları dış nesneler biçiminde dışa yansıtır.
tlahi Eylem (Emr) düşünce (lrade)'yle kosmosu yaratır, Allah'ı,n Kendi­
ne bakışının (düşünce-iradesinin) sonucu olan kosmosu . Allah Kendi
Güzelliği'ni seyretmek . için Evren'i yaratmıştır. 5
Aynı şekilde, lbn Sina gibi İslam filozoflarına göre, Evren'in özü Al­
lah'ın kendisini temaşasının bir sonucudur. Kendi'ni temaşayla (nazar
etmekle) Zorunlu Varlık (Vacib'ül vücud varlığı kendinden olan zorun­
lu varlık) tık Akla, tık Akıl İkinci Akla varlık kazandırmış ve en sonun­
da, insanın hayatını geçirdiği üreme ve çürüme dünyasına sıra gelmiş­
tir. 6 Düşünce (bakış, irade) ve varlık, bilgi ve varoluş, nihai olarak Al­
lah'ın eylemi ve kendi bilgisiyle özdeşleşen en yüce düzlemde birbirle­
riyle içten bağlantı lıdır.
Bir bakıma yaratılış eyleminin tersi olan manevi gerçekleşme , yani,
yükseliş yayı ( el-kavs'üs suüdi) aracılığıyla kozmik görüntünün iniş ya­
yı ( e l -kavs'ün-nüzuli) aşamalarındaki yaratılış eylemi sonucu varlık
alanına giren bütün dereceler içinde yapılan yolculuk sürecinde düşün­
ce ve eylem yine birkez daha iç içedir.. Düşünce doğru eyleme varır, ey­
lemse, ruhu iç değişimlerden geçebilecek şekilde yerli yerine o turtan
dış eylemlerin yanı sıra , iç manevi sancılar olarak da anlaşıldığında dü­
şüncenin kapılarını açmaya yönelir. Fakat, insanın eylem yapması için
ve dini dışlayan Batı felsefesin.in dayandığı akıl (ratio-reason) değil, daha çok
"kalb" in fonksiyonu olan ve vahyin emrindeki akıl'dır. Kur'an, zaman zaman "ak­
letme"yi kalbin işlerinden olarak anar: "Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki , ken­
disiyle akledecek kalpleri. . . olsun . . . (Hace: 46) " (ç.n . )
100
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
bilmesi gerektiğinden, önceden de belirtildiği gibi, düşünce ilke olarak
her zaman eylemden önce gelir. Böylece, geleneksel İslam toplumunda
düşünen insana eylemde bulunan insandan daha çok saygı nlık bekle­
nir; şu ünlü hadisin de tanıklık ettiği gibi:
Kıyamet Günü bilginlerin mürekkebiyle şehitlerin kanı tartılır da,
bilginlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.
Evet . . yalnızca , İslam'da bir manastır hayatı olmadığı için ; İslam 'ev­
li din adamları' toplumu 7 öngördüğü için, İslam'ın llahı Kanunu (Şeri­
at) bir eylem biçimi ve ruhu manevi dünyada düşünce uçuşlarına hazır­
lama yolu olduğu i çin ; ve daha pek çok faktör dolayısıyla, mürekkep ve
kan hiçbir zaman birbirinden kopmamış ve İslamı sistem, düşünce ve
eylem hayatları arasında olağanüstü bir denge , konunun dışarıdan ku­
ramsal düzeyde tartışılmasıyla anlatılamayacak bir denge kurmuş ve
bunu korumuştur. İnsan geleneğe eylem düzeyinde katılmadıkça ve ge­
leneğin ibadet ve diğer kutsal biçimlerinden fışkıran bereketten yarar­
lanamadıkça , düşünce ve eyle m hayatının birbirini bütünleyiciliğini
kavramak o ldukça güç olacaktır. Bugün Batı'da çoğunlukla, düşünce ve
eylem soyut olarak ve mantıksal bir kategori içinde düşünülmekte, bu­
nun yanı sıra, binde bir yaşanıp doğru biçimde uygulanmakla, sonuçta
ise, iç bütünleyicilikleri pek az algılanmakta veya anlaşılmaktadır. Mo­
dern dünyada, geleneği eylem düzeyinde yaşamayıp , yalnızca kuramsal
gelenek bilgisine sahip olanlardan, şu veya bu yaşam biçiminin eylem­
le, şu veya bu yaşam biçiminin de düşünceyle uyuş tuğu ; şu belli gele­
neksel kaynağa göre şöyle yapılması , bu kaynağa göre ise böyle düşü­
nülmesi gerektiği gibi sözler ne de sık duyulmaktadır; sanki, bir müze
sergisi için dünyanın çeşith yörelerinden san'at eserleri toplanmaktadır.
Evet, her ne kadar tüm gerçek geleneksel kaynaklar bir yetkiyle konu­
şuyorlarsa da , ne içerdikleri öğretilerinin salt kuramsal kavranmasıyla
anlaşılabilirler, ne de herhangi bir geleneği izlemeyen ve nihai düzlem­
de, kendilerini Allah'ın gönderdiği geleneklerin yargılayıcısı yerine ko­
yanlar geleneğin öğretilerinden seçmede bulunabilirler.
Yalnızca kitaplara dayanıp, geleneğe eylem düzeyinde katılmadan
habire gelenekten söz eden yığınla modern insan görürsünüz; ama bun­
ların hiçbiri, tekbaşına sahip o ldukları manevi etkileriyle saf biçimleri
içinde yalnızca geleneksel evrene ait olan düşünme hallerine ulaşmak
Düşünce ve Eylem Birliği
•
101
şöyle dursun, ma nevi anlamda doğru b i r eylemde bile bulunamaz . Ya­
şantısıyla manevı bir yol üzerinde o lmayan insanın bu iç kesinliği duy­
ması ve yaşaması, eylemi değişmez ilkelerin uygulanması 8 ve , kendisiy­
le düşünce ve eylemin çözülmez bir birlik halinde gerdeğe girdiği bir
birlik durumu yaratan düşünce dünyası nın kapısı yapan llahilik'le iç
bağlan tı kurabilmesi asla mümkün değildir. 9 Gerçekte, Sufizm'in en te­
mel uygulanma biçimi olan şu zikr, düşünce ve eylemin en üst düzey­
de birleşmesi değil midir? Bir geleneği uygulamayan ve geleneksel bir
dünyaya 'varlığıyla' bağlanmayan insanla, böyle bir dünyaya katılan , he­
le hele eylem düzeyinde ka tılan ve hayatının her anında :
Allah'ın eli ellerinin üstündedir.
(Fetih: 10)
ayetinin ifa de ettiği şekilde Allah'ın elleriyle harekete geçme uyanıklığı
içinde yaşayan insan arasında, ölçüye sığmaz bir ayrılık vardır.
İskenderiyeli Sufi lbn Ataullah el-lskenderi'nin dediği gibi:
" Gaflette ohn sabahleyin ne yapacağını düşünerek uyanır,
Hikmet sahibi olan ise, Allah'ın kendisine ne yapacağını düşünerek. " 1 0
Bu ikisi arasında , geleneksel dünyanın sınırları içinde bile derin bir
fark vardır. Hele çoğu insanın tam bir bellek kaybı has talığı içinde veya
en iyimser düşünceyle, salt kuramsal ve beyinsel bir gelenek anlayışı
içinde, kendilerinden eylem düzeyinde geleneksel hayatı yaşama im­
kanlarını ve yalnızca dıştan bakıldığında bu tür imkanlara aykırı ve ma­
nevi hayatla uyuşmaz görünen dış şartlar ve durumlar ortasında düşün­
ce dünyasının iç kapılarının açılması imkanlarını da gizleyen bir anla­
yış içinde yaşadığı şu modern dünya gibi bir dünyadaki farklılıklar ne
kadar da büyüktür_ ı ı
İslam geleneği içinde düşünce hayatını yaşama imkanlarına döndü­
ğümüzde , hemen ilk bakışta , eğer böyle bir hayat, Hristiyanlık veya Bu­
dizm'de olduğu gibi şu veya bu şekilde bir manastır hayatıyla özdeşleş­
tirilecek olursa, bir düşünce hayatı yaşama imkanlarını dışarda bırakı­
yormuş gibi görünen bir durumla karşı karşıya geliriz. M anastır hayatı
veya 'Ruhbaniyyet', şu ünlü " lslam'da ruhbaniyyet yoktur" emriyle ya­
saklanmıştır, fakat b u yerleşmiş yasak , şu veya bu biçimde düşünce ha-
102
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
yatının kapılarını kapatma a n la mın a gelmez . Tersine, irfa nı bir doğa�ı
olan lslam maneviyatçılığı do ğru d an doğruya, yukarıda da belirtild iği
gibi düşünceye dayanır ve Müslüman'ın ruh unda h er zaman, batıni an­
lamıyla, Gerçeği örten ve O'nu ulaşılamaz kılan bütün engelleri ortadan
kaldırma demek olan savaşçıl ıkla (cihad) bütünleşmiş bir düşünce eği­
limi yatar. 1 2 Önceki bölümde de gördüğümüz gibi, Islam batıniliğinin
ana göstergesi olan Sufizm, ken di içinde son derece yoğun bir düşünce
hayatı barındırır; bazı o ryantalis tl e rin tanımladığı şekilde bir monachis­
me erraut (sapık bir ruhbanlık) 13 olduğu içın değil, fakat İslami vahyin
doğasında bulunduğu ve bu vahyin özünü oluşturduğu için.
Şu da belirtilmelidir ki, lsla m ın birlikçi ilkesi , llahi Kanun'un şekil­
'
lendirdiği kalıp dışında ayrı bir sosyal kurum halinde bir düşünce ha­
yatının oluşmasına izin vermez. Düşünce hayatı, Kanun'un iç boyutu
olarak ve kuramsal düzlemde d e İslam'm ortaya koyduğu sosyal mo­
,
delle bütünleşmiş ve ondan kopamaz bir kuruluş olarak kalmalıdır. 1 4
Sonuç olarak, en yüksek d üz eyd eki düşünürler düşünce h ayatlarını ge­
nellikle gayet yoğun bir eylem hayatıyla birleştirmiş ve İslam tarihi bo­
yunca, önde gelen Sufiler, aynı zamanda bilgin, san'atçı , öğretmen ve
hatta yönetici ve hükümdarlar olarak tanınmışlardır. İşte böyle durum­
larda, iç düşünce hayatı, şu v eya bu biçimde yararlılık ve etkinliklerini
azaltmanın ötesinde, eylemlerine yoğunluk ve anlam kazandırmıştır.
Kadınların durumuna gelince ; Meryem'le Martha arasındaki farklı­
lığın bilincinde olan ve Bin ge nli Hilaegara ve Siennalı Catherine gibi
ünlü Hristiyan kadın düş ün ür ve azizlerini tanıyan Hristiyani bir kö­
kenden gelenler, lslam'da kadınlar için bir düşünce hayatının nasıl
mümkün olabileceğini anlamakta güçlük çekerler. İslam tarihi boyunca
gelip geçen çok sayıda kadın veli ve mistiklerden biri olan Rabia gibi ta­
nınmış kadın 'zahide'ler bir yana, çoğu Müslüman kadın düşünür, aynı
erkekler gibi, lslami sosyal düzen içinde düşünce hayatı yaşama imka
..
nı b�lmuştur. Kaderini, gün lük sorunlarla da ilgilenme zorunluğu için­
de bir anne veya bir erkeğin karısı olarak kabul etmek ve gerçekte llahi
lrade'ye teslim olduğunun bilinciyle kendisini bir erkeğin sosyal mev­
kii ve görevlerine teslim e tm ek, pek çok M üslüman kadını, kaderin el­
lerinin kendisine yüklediği aktif bir hayatın içinde bu hayatla b ütünleş­
miş yoğun bir düşünce hayatına çekmiştir. Müslü man kadının, İslami
öğretilerin kendisi için öngö rd ü ğü rol ve görevleri kabullenişi, manevi
yoksulluk ya da fakr veya fena -Allah'ta 'yok olma'- halini yansıtır ve
Düşünce ve Eylem B irliği
•
1 03
gerçek bir takva ve ihlasla birleştiğinde manevi uygulamalara ve dere­
celere varabilir. l slam'da hem erkek, hem de kadınlar için düşünce ha­
ah'ın istediği birtakım kural dışı durumların ö tesinde, dinin ön­
ya tı , All
hayatın aktif ölçülerinin dışında değil, tam içinde yer alır.
ğü
dü
gör
lslam'da düşünceyle eylem arasındaki en temel ahenk, namazda,
öz ell ikle Sufiler'in yaptığı, namazın özünün özü olan zikr'dedir. Zikirde
düşü nce ve eylem birleşir. En bütünleşmiş eylem, yani zikir, düşünüp
görmeye (müşahede veya şuhuda) gö türürken, düşünce de, zikrin 'zik­
redilen (mezkür)'le birleştiği ölçüde bir zikir olur. Tam bir yakarış ve
çağrı (zikr)'da yakaran ve çağıra n, ya da zikreden, eylemle düşünce, bil­
giyle varlık, bilenle bilinen arasındaki ikiliği aşan ve tüm ku tuplaşma­
la rı temel ve aynı zamanda ilk Birlik çerçevesinde kucaklaştıran yüce
15
bir birlik içinde z ikr ve mezkfır'la bi �leşir.
Bunun d a ö tesinde, insan zikr'de veya birlikçi ibadette düşünsel bir
eylemle, eylemci bir düşünceyi birbirinden ayırabilir. Sufizm'in büyüle­
yici yöntemlerinin, eğer bir mürşidin yönlendiriciliği altında ve gele­
neksel kuralların koruyucu kalıbı içinde sunulacak olursa, sonunda Al­
lah'a kavuşmaya varan en üst düzeyde düşünce biçimleri olduğu görü­
lec ektir. Bu yöntemlerin gerçekleşme işlemi ise, daha önce de vurgulan­
dığı gibi, yaratılış eyleminin bir anlamda tersine Menşe'e dönüş yolun­
da çıkış yayının ( el-kavs'üs-Süudi) aşılmasının sonucunda, bilgi ve ey­
lemin ayrı oldukları bir konumda , aynı oldukları konuma geçmektir.
Bunun sonunda , gizemli bir biçimde, düşünce eylemini gerçekleştiren,
kendi eylemi kanalıyla kendi sınırlı varlığını aşabilir. Bu paradoksun
gizliliği, zikr'le i nsanın bir eylem, fakat düşünceden sonra gelen bir ey­
lem; aynı zamanda bir varlık hali olan bir eylem, nihai düzlemde insa­
nın değil, Allah'ın olan bir eylem yapmış olmasında yatmaktadır. Yani,
nasıl Kelime;yle Allah dünyayı yarattıysa, yine Kelime'yle -Allah'ın son­
suz ve değişmez eylemine katılan gizemli bir insan eylemi niteliğindeki
zikr'le- yaratılış, varlık terazisinde yukarı çıkar ve sonunda Kaynağı'na
döner. N amazın özünün özü, saf düşünceye ve sonunda birliğe varan
bir düşünce eylemidir.
Eylemci düşünceye gelince , bir diğer bakış açısından bu da, yine
zikr'den başka bir şey değildir. Sufizm, edilgen bir mistisizm biçimi de­
ğildir. l lahI Bilgi'yi , sonunda birliğe ve d üşmüş hali içindeki insanla, lla­
hI İsimler'i ve Sıfa tlar'ı yansıtan bir ayna olduğu için Allah'la sonsuz bir
birlik içinde bulunan Evrensel ve Tam insan (el-insan'ül-kamil) arasın_
1 04
•
İs lam ve Modenı İns a n ın Çıkmazı
daki ayrılışı giderme noktasına götüren şeyi aramayla geçen bir yolcu­
luktur (süluk) Sufizm. 1 6 O halde, Sufizm'in veya zikr'in çeşitli tefekkür
biçimleriyle birleşmiş her yönteminde, aktif bir manevi gerçeklikler dü­
şüncesi vardır. Sufi sistemlerin , sülfık'un bereketiyle kutsanmakla yeti­
nip kalan ara duraklardaki üyelerinin aksine, gerçekten yola ayak ba­
sanlar (salikfın) için, manevT emeğin tümü, manevi yolda gelişmenin
ancak tüm varlığının aktif bir katılımıyla gerçekleştiği aktif bir d üşün­
me öğesiyle sürekli iç içedir.
Tüm bunlar, İslam'da, gerçeğin kendinde bütünüyle ortaya çıktığı
ve zikr'in tümüyle işler hale geldiği Evrensel l nsan'ın sembollerinden
birinin neden Süleyman'ın Mührü olduğunu açıklığa kavuşturmakladır.
Altı gökyüzüne dönük üçgen düşünceyi, ters durumdaki diğeri ise ey­
lemi sembolize eder. 1 7 Bu ikisi arasındaki mükemmel ahenk ve birlik­
tir ki, düşünce eylemini ilk elde, doğruyla yanlışın arasını ayıran ve
ahenkle adaleti gerçekleştiren bir kılıç, zaman ve mekan bezine manevi
dünyanın güzelliklerini çizen bir fırça yapar ve böylece insana, güzellik
biçimlerini düşünmekle yaratılan dünyaya dönüş kapılarmı açar.
En temel düzeyinde 'özünözü dua' olarak tanımlanan eylem düşün­
ce ilişkisi, doğanın ve san'atın yaratılışının incelenmesi düzleminde de
kendini gösterir. İslami bilim, tarım , tıp ve benzerlerinde gördüğümüz
gibi, insana doğanın bilgisini kazanma ve doğayı işleme i mkanı vermiş­
tir. Fakat, bu bilimin nihai amacı, insana doğayı düşünme ve ona ken­
dini işlemesi için yardım etme ve de bu şekilde kazanılan düşünsel bil­
ginin yardımıyla kendisini yeniden yapma imkanı vermeye yönelikti.
İslami bilim, tecelli olarak tanınan doğa için insan ruhu üzerinde çalış­
ma, insan içinse, doğadaki ayetleri düşünerek doğa üzerinde 'çalışma'
imkanını simgeleyen bir süreci ana ilgi alanı olarak kabul etmişti. 1 8 Bu
nedenle, İslami bilim, sonunda i nsanı kendi model tipiyle olduğu gibi,
doğanın model tipiyle de bütünleyen birleştirici bir bilgiye ulaşmak için
doğayı inceleme konusu yapmıştı her şeyden önce; ki böylece doğa, bir
'sen' ve Allah'ın varlığına içten bir tanık olabilsin. Bunun da ötesinde,
doğa üzerinde çalışma her zaman bir düzene sokulmuş ve İslami bakış
açısının sınırları içinde tutulmuştur; çünkü , geleneksel Müslüman çok
iyi bilir ki, nihai mutluluk, doğayı yağmalamaya ve yıkıp tüketmeye yö­
nelik bitmez tükenmez bir eylemden değil, içten içe kişinin kendi dü­
şük doğasının eğitmesinden ve Sufiler'in deyişiyle, 'kendi varlığının
Şeytanı'nı müslümanlaştırması'ndan kaynaklanır.
Düşünce ve Ey lem Birliği
•
1 05
Bu bakış açısıyla tam bir tezat oluşturan ve tefekkür boyutundan tü­
müyle yoksun bulunan modern bilim ise, Onyedinci yüzyıldan bu yana
'nes nellik bıçağını ' 1 9 daha ötelere gö türerek, insanla doğa arasına kes­
kin bir çizgi çekmiş ve sonunda bu ' nesnellik,' insanın doğal çevresin­
den tümüyle kopmasına, doğayı ne olursa olsun soyma ve yağmalama
amacıyla insan enerjisini saldırgan bir eyleme dönüştürme kuramıyla
birleşerek, insanla çevresi arasında, dünya ve şu andaki çevre kirlenme­
si bunalıma iten bir uçurumun oluşmasına yol açmıştır. Yukarıda ta­
nımlanan ilkesel ilişkiden kaynaklanan lslami doğa bilimlerindeki dü­
şünce eylem ilişkisi, kendisini, kendi sersemliğinin neden olduğu fela­
ketten kurtarma arayışı içinde bulunan modern insan için oldukça
önemli bir mesaj içermektedir.
Yine aynı şekilde , lslam san'atında, düşünceyle eylem arasındaki il­
kesel düzen içinde var olan tamamlayıcılığı, biçimler dünyasında elin­
de tutan içten içe bir düşünce eylem ilişkisi vardır. 2 0 San'atçı açıkça bir
şeyler yapar, yani şu veya bu biçimde madde üzerinde çalışır. Fakat, dü­
şünceci bir görüşten kaynaklanan ve bu görüşün meyveleri olan gele­
neksel modelleri, ölçüleri , kuralları ve işlem yollarını izlediği için, eyle­
mi düşüncenin sonucudur ve düşünceden sonra gelir. Manevi uygula­
malara dalmış pek çok geleneksel san'atçının durumuna baktığımızda,
yapma veya çalışma aşamasının , kendi düşüncesinin meyvelerine ve ge­
leneksel kanallarla kendisine kadar gelmiş önceki ustaların düşüncele­
rinin meyvelerine dayandığını görürüz. Sonuç olarak, lslam san'atının
çeşitli göstergeleri , düşünceye yardımcı olma işlevini taşır. İster bir ca­
mi avlusu olsun, ister arabesk bir desen olsun , isterse Sufi şiirinin veya
geleneksel bir bestenin bir dizesi olsun, İslam san'atının bütün biçimle­
ri, gök katmanlama doğru düşünce uçuşları için ruhun kanatlarını güç­
lendirme fonksiyonu görür. Bu biçimlerin güzellikleri, insanın burada,
yeryüzünde bile düşünce ve manevi görüşün kanatları üzerinde tadabi­
leceği cennetin güzelliklerinin birer hatırlatıcısıdır. Ruhu dışa vurma­
yan, fakat kendi Merkezi'ne çeken güzelliklerdir onlar. lslami doğa bi­
limlerinde olduğu gibi, İslam san'atında da, hiyerarşik düzlemde dü­
şüncenin önceliği her zaman korunsa da , düşünce ve eylem iç içe bir
doku halindedir ve birbirinin bütünleyicisi durumundadır. Bu alanlar­
da görülen ilişki, manevi hayatta var olan ve İslam'ın her gerçek görün­
tüsünde, san'atında ve bilimlerinde ortaya çıkacak kadar temel ve asli
1 06
•
İslam ve Modern İnsanı n Çıkmazı
bir yer işgal eden ilkesel ilişkinin bu sahalara uygulanmasından başka
bir şey değildir.
İnsanın manevi hayatının ameli ve pratik yönleri konusunda, dü­
şünceyle eylem arasındaki e n tam ve örnek ilişkiyi, her m üslüman
için, bizzat kendisi lslam'da manevi hayatın modeli olan Hz. Peygam­
ber'in hayatında aramak gerektir. E ğer mod�rnizmin etkisiyle lslam'da
düşünce hayatının önemini küçümsemek isteyecekler çıkarsa, b öyle­
lerinin yapacağı tek şey, Peygamber'in hayatının hem Peygamberlik
görevine başlamadan öncesin i , hem de yeryüzünde peygamber o larak
geçirdiği yirmi üç yılını şöyle bir incelemektir. Hz. Peygamber, hayatı­
nın bu her iki döneminde de derinden derine düşünceye bağlıydı ve
bir yandan, önemi sıradan insanın düşünce ve hayalinin ulaşamayaca­
ğı ötelere uzanan bir dizi eylemle insanlık tarihini değiştirirken , yine
de zamanın çoğunu inzivada geçiriyordu. Yine, dışavuran eylemin
önemini abartmak ve salt ve basit eylemi bir amaç olarak yüceltmek
isteyecekler çıkarsa, aynı şekilde o nların da yapması gereken tek şey,
P eygamber'in, her zaman kökleri düşüncede yatan ve llahi Düzen bil­
gisinden kaynaklanan ilkelerin uygulanmasından başka bir şey olma­
yan eylemlerini i ncelemektir.
Kuşkusu z , kimsenin bir peygamberin mükemmelliğine ulaşmayı
ümit ve iddia etme hakkı yoktur, ama düşünceyle eylem arasındaki;
her zaman Huzur-u llahi'yle uyum içinde bulunan bir kalple, lslam'ın
Peygamberi'nin örnek hayatında görüldüğü üzere llahi lrade'ye tevek­
külle birleşmiş en üst düzeyde bir kararlılıkla eylemde bulunan bir zi­
hin ve beden arasındaki ahenk, Müslümanlar için düşünceyle eylem
arasındaki ideal ilişki ve tamamlayıcılığın tam bir göstergesidir. Pey­
gamber, izlenmesi gereken bir model ( üsve) olarak her zaman ortada­
dır ve onda tam bir düşünceci eylem ve eylemci düşünceyle, tüm zıtlık
ve ikilemleri aşan şu coincidentia oppositarum (zıtların uygunluğu)
daki eylem düşünce birliği , göz kamaştırıcı bir b içimde görülebilir. ls­
lam'a göre insan hayatının h edefi , llahi lrade'ye göre yaşam ve sonun­
da kendi kendini arıtma yoluyla, her yerde Allah'ı görebilecek bir bil­
gi, görüş ve düşünce durumuna ulaşmaktır. Peygamber, hayatının her
anında, bakışı llahi gerçekliklerin üstünde, Allah'ı şu görüntülerin öte­
sinde ve yarattıklarının her noktasında düşünerek llahi lrade'ye göre
yaşayan mükemmel varlıktı. Peygamber'dir, lslami yaşantının kalbinde
Düşünce ve Eylem B irliği
•
1 07
yatan ve en üst anlam düzeyi o�arak, İslam maneviyatında merkezi ger­
çekleşme yöntemini karakterize eden tamamlayıcı düşünce ve eylemin
en kamil görüntüsü. Peygamber'in ortaya koyduğu örnek, en yüce ör­
nek olarak yalnızca müslümanlar için değil, modern dünyada, bir kez
daha düşünce hayatıyla eylem hayatını uyuşturma ve çokluğa batmış
ve dağınık eyleme teslim olmuş haliyle, manevi nitelik ve anlamını
çoktan lağım sularına kaptırmış bulunan; ve tümüyle kendisine bağlı
olduğu ve onsuz temel insan doğasının arızi hayvanlığı tarafından ye­
nilenip tüketileceği ruhla beden arasındaki dengeyi de tehdit eden in­
san hayatına birlik getirme arayışına koyulmuş kişiler için de, en
önemli örnek olarak ortadadır.
1 08
•
İs l a m ve Mo dern İnsa n ın Ç ı km a z ı
Altıncı Bölümün N o tl arı:
1 Bu, diğer geleneklerde o lduğu gibi kurumlaşmış biçimiyle düşünce haya tı­
nın, pek çok modernleşmiş müslümanın yaptığı şekilde küçümsenmesi gerektiği
anlamına gelmez. Bizza t P eygamber, Hristiyan rahiplere karşı özel bir sevgi besl i­
yordu. Ne olursa olsun, düşünce hayatı, herhangi bü tüncül bir geleneğin mu tlaka
gerekli bir parçasıdır ve bu gelenek içinde aldığı biçimse, bütünüyle Allah'ın em­
rine bağlıdır. Bugün, Allah'a ve Takdirine inanan müslümanlar, başka gelenekle­
rin lslam'ınkine pek benzemeyen düşünce hayatlarını en son eleştirenler olmalı­
dırlar. Modernistlerin, ayn bir biçimde düşünce hayatı yaşamayı yasakladığı için
lslam'ın diğer geleneklerden üstün olduğu iddiaları, genelde dinin, özelde ise ls­
lam'ın bütünüyle yanlış anlaşılmasından başka bir şey değildir. Fakat, modern Ba­
tılılar'ın sığ eleştirilerini yatıştırmaya hevesli bazı müslüman modernistlerin, dü­
şüncenin eyleme olan üstünlüğünü ifade eden Hz. Pcygamber'in sayısız hadisine
rağmen yaptıkları da budur.
Düşünce hayatının bir ruhbanlık biçimi aldığı geleneklerde bu hayatın gerekli­
liği için bk: F Schuon, 'The Universality of Monasticism and its Relevance in the
Modern World' Light on the Ancient Worlds , s: 1 1 9- 1 3 5 .
2Bk. T. Burckhardt, 'The Foundations o f lsbmic Art', Sacred Art in East and
West adlı eserinde, çev: Lord N ortboume, Londra , 1 9 6 7 ; ve, 'Perennial Values in Is­
lamic Art' adlı eserinde, Mirror of the lntellect, s: 2 1 9- 230 .
3Bk: F. Schuon, Understanding Islam, s: 18- 1 9 .
4Geleneksel İslami: kozmolojide, melek üt (saltanat sahası) , varlık halini, y a da,
en büyük melekler dünyası veya ceberrüt (güç sahası) aleminin altında ve fiziki
dünyanın, ya da mülkün üstünde bulunan Huzur'i llahi (hazra)'yı ifade etmek için
kullanılır; fakat, alıntıladığımız Kur'an ayetinde geleneksel tefsircilerin çoğuna gö­
re, melekut, ilk elde özlerini oluşturan ve Allah'ın elleri içindeki varlıklarının en üst
düzeyi olan eşyanın manevi köküne işaret etmektedir. Bk: F Schuon, Dimensions of
lslam, bl: 1 1 , ve S. 1 1 Nasr, Science and Civilization in lslam, s. 9 2-97.
5Bk: lbn Arabi, Füsus'ül Hikem, yayınlayan: A. Afifi, Beyrut , 1 966, Bl: 1, bura­
da bu doktrin bütünüyle açıklanmaktadır. Yine , Bk: lbn Arabi'nin The Wisdom of
Prophets, T. Burchardt'ın fransızca çevirisinden çeviren A. Culme Seymour, 1 97 5 , s:
8- 1 3 ; T. Burchardt, An Introduction to Sufi Doctrine, S: 64-7 2 ; T. lzu tsu, A Compa­
rative Study of the Key Philosophical Concepts in Sufism and Taoism, Bl: 1 , Ks: XI,
Xll ve XII l ; ve S. H. Nasr Science and Civilization in lslam, Bl: Xlll. Ayrıca lbn Ara­
bi'nin geniş bir değerlendirmesi için bk. William Chittick, The Self Disclosure of
God.
Düşü n ce ve Eylem B irliği • 1 09
61bn Sina'nm kozmoloji ve antolojisiyle ilgili olarak bk. S. H. Nasr, An lntro­
du ction to Islamic Cosmological Doc trines, bl: 1 2 , 1 3 ve 1 4 .
7 B u F Schuon'un b i r ifadesidir. lslam toplumu ve ailesinin b u yönüyle ilgili ola­
rak bk: F Schuon, The Transcendent Unity of Religions, bl: VII
8Bk: Marco Pallis, "The Active Life' The Way and the Mountain adlı eserinde,
lo ndra 1960, s. 36-6 1 .
9önceki bölümde anıldığı gibi, sufizm'de efrad denilen v e düzenli bir manevi
yo lda sistematik olarak gitmeden, kendilerine Allah tarafından belirli manevi du­
. yuşlar verilen az da olsa istisnai kişiler vardır. Fakat bu, kuralı kanıtlayan bir istis­
nadır ve hiçbir durumda insanın seçimine bağlı değildir. Bu tür istisnalar, bir gele­
neği izlemeden aydınlanma umanlar için gerekçe olamaz.
ıoel-ğafilü iza sabeha nezara ma za yefalü
ve'l-akılü yenzuru maza yef'alü'llahü bih"
P Nwiya , İbn Ta'ilah et la l'laissance de la confrerie sadilitie , No: 1 06 . Yine bk:
V Danner, Ibn, A ta illah's Sufi Aphorism , s: 40, N o : 1 1 4 burada aynı sözün az deği­
.
şik bir çevrisi verilmiştir.
1 1 Modern dünyada geleneksel bir yolu izlemek isteyen ve düşünme eğilimine
sahip olan çokları , eylem düzeyinde lslam'm hayattan istediklerinin modern dün­
yanın doğurduğu şartlarla bağdaşmayacağı şeklindeki dışsal yargıları ve geleneksel
kaynaklarda anlatılan Sufi şeyhlerinin
ve
düşünce adamlarının hayatlarıyla modern
dünyada yaşanan hayat arasında aşılmaz gibi görülen uçurum nedeniyle, genelde
lslam'ı, özelde ise Sufizm'i kabul etmeğe yanaşmamaktadırlar. Böyleleri, belli koz­
mik inançları ve geleneksel biçim ve uygulamalardan fışkıran bereketin etkisiyle,
geleneksel nitelikteki bir eylemin Allah'ın gözünde taşıdığı niteliksel değeri gözar­
dı etmektedirler. Bütün bunlar, normal şartlarda u laşılması çok güç olan şeyleri ters
yönden daha yakına getiren öğelerdir. Bu öğeler geleneğin ve geleneksel kaynaklar­
da geçen düşünce eylem işbirliğinin kuramsal bir incelemeden geçirilivermesiyle,
hesaplanması mümkün olmayan bereketler kanalıyla düşünce dünyasının kapıları­
nı açan öğelerdir.
1 2 "Bir dinin doğuşu, hem görünüşle, hem de belli bazı bakımlardan uygulama­
da yeni bir tür ahlak ve maneviyatın doğuşuyla birlikte gerçekleşir; bu tür, lslam'da,
her ne kadar Hristiyanlık açısından paradoksal da olsa, derin düşünce eğilimiyle sa­
va_şçılık ve giderek ilahi yoksullukla kutsal cinsellik arasındaki denge ve bağdaşım­
dan oluşmaktadır: Arap ve lslam'la Araplaşmış insan dört kutupludur adeta; çöl, kı­
lıç, kadın ve din. Derin düşünce içindeki insanda çöl, kadın ve kılıç yaşama şartla­
rı, ya da ruh un işlevleri haline geldikleri o randa içiçe bulunmaktadır." F Schuon,
Christianity/lslam-Essays on Esoteric Numerism, Çev: G . Polit, Bloomington (IN) ,
World Wisdom Books, 1 98 5 , s : 1 8 1
. -UO
•
İs l a m ve Modern İnsan ı n Çı kmazı
1 3ö rnek olarak b k : R. Brunnel, Le monachisme errant dans l'lslam, Paris, 1955
1 4Sufizm'in Şeriat'la olan ilişkisi konusunda bk: F. Schuon, Understanding ls­
lam, bl: IV, P : 1 06 ; Schuon, Iman, lslam, I hsan I.:Oeil du coeur, Paris, 1950, s: 1 501 56 ( 19 74'te yeniden basıldı) ; ve S. H. Nasr, ldeals and Realities of Islam, s: 1 21 1 44 .
1 5Bu birlikle ilgili olarak sufi şair Cami şöyle der:
"Ne mutlu sana ki, kalbini zikir nuruyla doldurdun
N efsini fetheden bir nur.
Çokluk endişesi silinip gitti senden
Zikreden zikir oldu, zikirse zikredilen"
Bk: F. Schuon, Understanding Islam, s: 1 22 ; bu eserde zikr doktrini çok güzel
bir biçimde açıklanmaktadır.
1 6Birleşme (visal) , Sufi doktrinde, insanın eksik doğasının Allah'la birleşmesi
değildir. Bu açık bir küfür olur, bir sufi şiirinde denildiği giqi:
" N asıl bağlanabilir paklık alemine bu topraktan yaratık?"
Birleşme ya da ulaşma, kişinin hiçliğini, Mutlak'ın önünde ancak bir kul oldu­
ğunu kavraması ve böylece, Allah'ın lsimleri'nin ve Sıfatları'nın bir aynası olması
demektir. Bk: lbn 'Arabi' La sagesse des prophetes, S: 1956 F. Schuon, The Servant
and U nion, Dimensions of lslam, s: 46-5 3 .
1 7l ki üçgen, ilahi v e insani doğayla, birleşmeleri kadar, hareketlilik v e hareket­
sizliği de sembolize eder. Bu sembolün açıklaması için bk: Ebu Bekr Sirac'üddin,
The Book of Certainty, bl: 1
1 8 1slami bilimin bu yönü hk. Bk: S. H. Nasr, lslamic Life and Thought, Chica­
go, ABC lnternational, 200 1 , bl: 19 ve Nasr, Science and Civilization in lslam, Gi­
riş ve bl: 1 3 .
1 9Deyim C . Gillespie'ye aittir, T h e Edge o f Objectivity. Priceton, 1 990.
20Not 2'de verilenlerin yanı sıra, bu konuda T. Burckhardt'ın diğer ·eserlerine
de bkz.
DÖRDÜNC Ü K J § K M
İSLAM VE MODERN D Ü NYA ARASI NDA
ÇAGDAŞ M Ü S L Ü M A N
Ye d i n c i B ö l ü m
GÜNÜMÜZ İ S LAM DÜNYASINDA İ S LAM
h
emen hemen ondört yüzyıllık tarihi boyunca İslam, evrenin, adına
İslam dünyası denilen yaşam sahası'nı bütünüyle doldurmuş ve bu
sahada, İslam dışı denilebilecek öğelerin gelip yerleşebileceği hiçbir boş
alan bırakmamıştır. İslam'ın yeryüzündeki göstergesi, pratik düzlemde
lslam dünyasıyla eş anlam kazanmış olup, bu dünyadaki her şey topra­
ğı sürme yönteminden tutun da, şiir söylemeye kadar hep İslam'ın ru­
hundan ve biçiminden kopmaz bir özellik sergilemiştir. Yalnızca şimdi,
modernizmin saldırıda bulunduğu şu zamanda, bir düzeyde Şeriat'ın
öte düzeyde İslam san'atının yarattığı homojenlik kısmen yıkılmış olup,
artık İslam dünyasında bütünüyle İslam dışı, hatta olağanüstü birlik ve
homojenliğini yok etmek için bu dünyaya sızan İslam karşıtı öğelerden
söz etmek mümkündür. Geleneksel İ slam dünyasında daha önce de,
Avrupa Rönesansı'nın getirdiği değişimlere benzer bir san'at ve düşün­
ce çöküntüsüne yer yer rastlanıyor idiyse de, bunlar o kadar yüzeyde ve
kıyıda köşede kalıyor ve geleneğin manevi varlığıyla hemen silinip sü­
pürülüyordu ki, bugüİı modernizmin İ slam dünyasında ulaştığı boyut­
ların tabanına bile ulaşamaz durumdaydı. 1 Birtakım Oryantalistler,
lbn'ür Ravendi ve Muhammed İbn Zekeriyya er-Razi veya İbn Rüşd gi-
114
•
İs lam ve Modern İnsaıı m Ç ı kll! a z ı
bilerinin akılcı eğilimlerini di riltmek veya s a n ' a t sergi l e rinde, Emevi,
Osmanlı, M oğol ya da l ran kaynaklı birtaknn n a türalist
va z o ,
fresk ve
tabloları göstermek içi n ne kadar çaba harcarl arsa harcasm la r, İ slam
dünyasındaki bu geçici olguları silen İ slam geleneğinin kendine özgü
manevi niteliğinin varlığı üzerındeki yığınla kanı tı gizlemeyi başa rama­
maktadırlar.
Ama , bugün lslam clü.nyasının birliği, daha önceden hiç rastlanılma­
mış düzeyde parçalanmış bulunmaktadlf; üstelik yalnı zca Abbasller dö­
neminde de görüld üğü gibi siyasal açıdan değil, İ slam dünyasına bütü­
nüyle yabancı öğeleri sokan ve bizzat kendisi en göze batar parçalanma
ve çelişki biçimlerinden mustarip yabancı bir dünyayı yan sıtan bir süreç
olarak Batılılaşma'nın yol aç tığı erozyonla, hem dini açıdan, hem de kül­
türel açıdan . . . Batı'da , lslam dünyasındaki modern hareketler üzerinde
belli ölçülerde başarılı olmuş sayısız ki tap yazıldı. 2 fakat pek azı, Batı me­
deniyetinin kendi iç çel işki ve bunalı mlarının, İslam dünyasında görülen
modernleştirici öğelerin yol açtığı karışıklık üzerinde yaptığı etkiye deği­
nebilmiştir. Bugün Müslümanların üniversitelerinde , Avru pa Kıt'ası, İn­
giltere veya Amerika'da eğitim gördükleri ö ğren im merkezlerinin özellik­
lerini yansıtan eğitimc i , filozof ve sosyologların yaklaşımları ve bakış açı­
ları arasındaki farkı görmek, -şimdiye kadar kuşkusuz modernleşmeyle
eş anlamlı olmuş bulunan- Batılılaşma modelinin gerçekte ne derecede
karmaşık olduğunu kavramak için yeterlidir. 3
Tarihsel sömürgeleş tirme ve B a tılılaştırma olaylarına ek olarak, biz­
zat Batı medeniyetinin türlü türlü eğilimlerini yansıtan bir diğer etme­
ni de göz önünde tu tmak gerekiyor. lslam dünyası hep bir birlik halin­
de olageldiği için, şimdiye değin , her bir parçanın hususi bir rol oyna­
dığı bir organizma fonksiyonu içindeydi. İslam medeniyetinin klasik
döneminde, İslam dünyasının her bir parçası, kılıç yapımından denizci­
liğe, Astronomi'den Kelam'a kadar belli bir san'at veya bilime olan üs­
tün yeteneğiyle tanınırdı. Daha içsel bir düzeyde ise, Şeriat'ın öngördü­
ğü 'ibadet'ler ve saf Tasavvu f metafiziğiyl e , bunların yaşanma yöntemle­
ri, bütün bu çeşitlilik içindeki birleştirici bağı oluş tururken , l slam halk­
larının her biri , sözgelimi Araplar, lranlılar, Türkler, Berberiler ve Siyah
Afrikalılar, İslam öğretilerinin ve hatta ilahi Kanun'un belli-özel bir yo­
rumuna ağırlık verirlerd i .
G el gö r ki modernizmin yayılışı , kendisinden etkilenenlerin zihin­
lerine karışıklık tohumları ekmek ve böylece üzerlerindeki lslami bağı
İs la m Dünyasında İ � lam
•
1 15
gevşetmekle kalmayı p , İslam dünyasın ın farklı bölümlerini, daha önce
görülmedik biçimde birbirinden ayırdı. Kolay iletişimden söz ediliyor
bugün; fa kat yine bugün, klasik Halifelik döneminde, hatta Faslılar'ın
Nasır'üd-din et-Tusi'nin önderliğinde Meraga'da Suriyeli astronomlarla
birlikte çalıştığı Moğol istilasından sonra bile görülmedik bir kül türel
ve zihinsel iletişim kopukluğu vardır lslam dünyasının çeşitli bölgeleri
arasında . 4 Yüzyıllarca birbirini bütünleyen, organik ve ahenkli bir bağ
içinde bulunan İslam dünyasının çeşitli bölgeleri , şimdi, her zaman da­
ha büyük bir bütünün parçası olmuş ve sürekli biçimde bütünün diğer
parçalarıyla zenginleştirilmiş bir şeyden arta kalan bütüncükle eğlen­
sinler diye kendi başlarına kalakalmışlardır. 5
Sonuç olarak, bugün İslam dünyasında İslam'ın ve İslam kültürü­
nün durumuna şöyle bir bakan kimse , önceki bü tünlüğün bir öğesinin
bir yerde, birinin bir başka yerde daha iyi korunduğunu görecektir.
Dar'ül-lslam'ın bir parçasında lslam'ın bazı yönleri eksiksiz uygulanır­
ken, bazı yönleri de gözardı edilmektedir. 6 Bir yerde adli bilimler hala
öğrenilir ve bü tünüyle okutulurken, bir diğer yerde kelamı konular ve­
ya daim başka geleneksel bilimler okutulmaktadır. Müslüman halkların
bazıları fıkhın yapısal özellikleri ni sıkıca korurken, diğerleri daha çok
içe doğru olan yanının üzerinde durmakta ve dış biçimlere gereken öne­
mi vermemektedir. Aynı şekilde, kuts;:ıl İslam san'atı alanında, bazıları
Kur'an'ın en güzel biçimde okunuşuna ağırlık verirken, bazıları yazıya
ve yine kimileri de mimarI'ye önem vermektedir. 7 Bazıları, zihnen daha
çok modern oldukları halde geleneksel giyimi sürdürmekte, diğerleri
ise, duygu ve zihinleri modernizmden daha az etkilenmiş olmakla bir­
likte, geleneksel giyi mlerini bırakmaya zorlanmaktadırlar.
Çok çeşitli tarihsel etmenler, etnik nitelikler, iç sosyal ve siyasal
öğeler ve bunlar gibi daha başka fa ktörler, lslam halklarını birleştiren ve
lslam'ın bütünlük ve birliğini sergileyen daha derinlerdeki katmanların
yok edilip, İslam ülkelerinin her yanında, hem modern Batı'nın karma­
karışıklığını , hem de bu karmakarışıklığın lslam dünyasına ulaşma sü­
recini yansıtan çok çeşitli düşünce ve eylem biçimlerinden oluşmuş ya­
malı elbise şeklinde bir model yaratmış bulunmaktadır. İslam medeni­
yetinin doruğunda olduğu , homoj enliğinin insan hayatının her düze­
yinde İslam'ın gerçeklerini yansıttığı dönemlerde, algılama gücüne sa­
hip bir Müslüman, bu medeniyetin büyük merkezlerinden herhangi bi­
riyle temasa geçerek İslami düzenin bü tünlüğünü rahatlıkla görebili-
116
•
İs lam ve Modern İnsan ı .n Çıkmazı
yordu ; ama bugün, bırakın dışardan gelen bir yabancıy1 , Dar'ül-İslam'ı n
yalnızca bir parçasın ı tanıyabilen bir Müslüman için bile, böylesi bü ­
tüncül bir lslam'ı müşahede edebilmek neredeyse imkansız . Örneğin zi­
hinsel alanda, gerekli zihinsel ve manevi yeteneklere sahip olan ve Dör­
düncü/Onbirinci yüzyılın Kahire , Şam veya lsfahan'ında yaşayan biri
Sufizm'deki en yüce scienüa sacra (Kutsal bilim) 'dan tu tun da , çeşi tli
geleneksel felsefi ekollere ve doğal il ahiyat bilimleriyle çeşitli fıkhi (hu­
kuki) bilimlere kadar tüm lslami bilimler hakkında gel eneksel bir öğre­
nimle bilgi sahibi olabilirdi. Bugün , mümkün değil diyemesek de, böy­
le bir bilgiye ulaşma, bırakın aldığı Batılılaşmış eği timin zihinsel mira­
sının çoğu temellerinden kopardığı birini, gelenekse} medreselerde ye­
tişmiş bir müslüman için bile eskisinden çok daha zordur. Moderniz­
min İslam dünyasında yayılışı , özellikle pek çok müslümanda tanık
olunduğu üzere , l slam'ın bütünlüğü hakkındaki bu bilgi eksikliğinden
ileri gelmiştir. Evet, belli bir düzeyle sınırlı olmayıp , bütünü kuşatan bu
bütüncül bilgi , eğer Batı dünyasının meydan okuyuşlarına cevap vere­
cek bir aydınlar grubu yetişecekse, bunun için kesinlikle gerekli olan
bilgidir.
Ne tuhaftır ki bazı müslümanların Batı dünyasıyla karşılaşmaların­
da uğradıkları şokun etkilerinden biri de, içlerinde İslam'ın bütünlüğü­
ne karşı yeni bir ilginin uyanması şeklinde olmaktadır. Böyle durumlar­
da, İslam'ın yeniden keşfedilmesi ve bazılarının kendi öz inançlarını ye­
ni baştan görmeleri , geleneksel düzeyde İslam'la bağlantılı tüm olumlu
niteliklerle birlikte kendilerine cedid'ül-İslam (tslam'a yeni girmiş) de­
nilebilecek bir özellik göstermektedir. Başlangıcı Oniki/Onsekizinci
yüzyıla uzanan düşünce ve hayatın bazı alanlarında görülen belli oran­
daki çöküşün yanı sıra , modernizmin de İslam dünyasında yaptığı etki,
bu dünyanın homoj enliğini yıkmış ve geleneğin bü tünlüğünü M üslü­
manlar'dan bile gizlemiştir. Modernizmin İslam dünyasında yaptığı et­
kinin niteliğini kavramak ve getirdiği kötülüklerle savaşmaya hazırlan­
mak için, Müslüman aydınların , kendi geleneklerinin bütünlüğünü ye­
niden keşfetmeleri ve İslam dünyasının başka bölgelerindeki l slam-mo­
dernizm karşılaşmasını görebilmeleri için de kendi ulusal ve yerel du­
yuş sınırlarının dışına çıkmaları gerekmektedir. Hem kendileri , hem de
dışardan l slam'ı inceleyenler içi n . 8 parçaların incelenmesi, ancak bütün
hakkında bilgiye ulaşmada yarar sağlayabilecektir.
İs lam Dünyasında İs lam
•
117
Şunu d a eklemeliyiz ki, l slam'ı, bugün lslam dünyasının her yanın­
da m odernizmin çeşitli biçimleriyle girdiği çatışma içinde inceleme ge­
re kl iğinin üzerinde durmak, modernizm yanlısı müslümanlar gibi , Ba­
tılı araştırmacıların da çalışmalarında genellikle hep unutulan lslami
hayatın geleneksel ve değişmez yönlerini gözardı etme noktasına var­
mamalıdır. lslam konusunda kaleme aldığımız daha önceki yazılarımız­
da, 9 modern sosyoloj i ve benzerleri gibi sözde-bilimlerden kalkan veya
On dokuzuncu yüzyıl Avrupa felsefesi'nin doğurduğu tarihselcilik (his­
to risi zm)le felç olmuş bulunan çoğu modern araştırmacıların kullandı­
ğı yöntemin tehli kelerine değinme fırsatı bulmuştuk. Fakat, burada da
tekrarlamakta yarar görüyoruz ki , yalnızca değişen şeyleri hesaba kata­
cak ve değerlendirmeye alacak biçimde eğitilmiş bir zihin için, İslam
dünyasının herhangi bir bölgesindeki tek dikkate değer olgu , gelenek­
sel sisteme karşı girişilen şu veya bu biçimdeki isyanlar olmaktadır. Dü­
zinelerce Kur'an tefsiri yazılsa basit tekrarlar olarak görülür, ama gele­
neksel kanunlardan bir tek sapma oldu mu, hemen önemli bir ayrılık
olarak alkışlanıp , çeşitli Avrupa dillerinde yaymlanan makalelerle her
yere duyurulur. Saptırılmış eğilimler veya saçma z ihinsel denemeler
adına bu propagandaların ne kadar şeytani olduğunu ve nasıl bir yan­
dan Batılı okuyucuyu lslam'ın günümüzdeki durumu üzerinde yanlış
sonuç lara götürürken , bir yandan da geleneksel İslam'ın yalnızca geç­
mişe ait olduğu şeklindeki yanlış bir görüşle içindeki iman gücü zayıf­
layan ve kendisini modernist teori ve yorumlarla özdeşleştirerek, gele­
cekte egeme n olacağını sandığı güçlerle ittifaka yönelen müslümanı da
yanlış yollara gö türdüğünü vurgulamak , hiç kolay olmamaktadır.
Gerçekte , hiçbir şey gerçekten dal?.a ö teye geçemez. Modernizm'in
ve geleneklerinin bağıyla Batılı ideoloj i ve değerler arasında sıkışıp kal­
mış bazı müslümanların ruhlarında ve zihinlerinde yaratılan karmaka­
·
rışıklıkların İslam'ın gövdesine karşı giriştiği ciddi saldırılara rağmen,
İslam, hem zahiri 'hem de batıni düzeyde bütün diriliğiyle yaşayan bir
gelenek olarak varlığını sürdürmektedir. Böyle olmamış olsaydı, İs­
lam'ın öğretilerini n modern insanın sorunlarına uygulanmasından söz
etmek hayli güç olurdu. Eğer İslam'dan bir tür duygusal ya da özür di­
leyici bir modern yorumun dışında hiçbir şey kalmamışsa, o zaman on­
dan, modernizmin saçtığı zehirlere panzehir oiması nasıl umulabilir?
Ama , durum hiç de böyle değildir; gerçek ve geleneksel İslam dipdiri
ayaktadır. Vahyedi lmesinden bu yana yaşanan ve aktarılan b içimiyle var
118
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
olan yazılı ve sözlü kaynaklarına ve kapladığı dünyanın çeşitli bölgele­
rinde, daha şu son tarihinde birleşik bir dar'ül-İslam'ın yarattığı çeşi tli
tarihsel , siyasal ve sosyal şartlar altında yaşayan Müslüman halkları n
hayatlarının ve ruhlarının günümüzdeki göstergelerine dönülerek, bü­
tünlüğü içinde yeniden incelenip keşfedilmeye hazırdır İslam. Arap ve
Fars dünyasını daha iyi tanıdığımız için , bugünkü İslam dünyasında Is­
lam'ın, özellikle modernizm karşısındaki durumunu anlamak üzere
şimdi lslam dünyasının bu bölgelerine göz atacağız. Bu ülkeler, İslam
dünyasının yalnızca bir bölümünü oluşturuyorlarsa da, 1slam medeni­
yetinin kuruluşundan bu yana dar'ül-lslam'ın kalbi olarak oynadıkları
temel rol nedeniyle önemlerini ve merkezil iklerini korumaya devam et­
mektedirler.
Yedinci Bölümün Notları:
ıAvrupa Oryantalizmi'nin geleneksel Islam toplumunda ortaya çıkan birtakım
önemsiz sapmaların üzerinde durmasının, lslam dünyasında Ondokuzuncu yüzyıl­
dan bu yana modernizmin yayılışındaki rolünün hiç de az olmadığını belirtmek ge­
rekiyor.
2Bunların içinde ine en önemlileri H.A.R. Gibb ve W C . Smith'in daha önce ad­
ları anılan eserleridir. Konu üzerinde bir bibliyografya için bk: C. Adams A Reader's
Guide to the Great Religions, New York, Free Press, 1 9 7 7 . Son zamanlarda ortaya
çıkan çalışmalar için bk. j. O. Voll, lslam, Continuity and Change in the Modern
World, Syracuse University Press, 1 994, ve bu eserin kıymetli bibliyografyası; yine
j . Esposito , lslam-The Straight Path, N ewYork, Oxford University Press, 1 99 1 ; ] . Es­
posito (editör) , Voices of Resurgent lslam, New York, Oxford University Press,
1 983; S. H. Nasr, Traditional Islam in the Modern World, London, KPI , 1 989.
3Bk. S. H. Nasr, lslamic Life and Thought, bl: 12; bu eserde bu sorun felsefi açı­
dan tartışılmaktadır.
·
41slam dünyasının çeşitli bölgeleri arasındaki bu iletişim yokluğuna tipik bir
örnek olarak, herhangi bir Müslüman başkentinden Londra veya Paris'le telefonla
İs lam Dünyasında İs l a m
•
119
konuşmanın bir başka Müslüman başkentiyle konuşmaktan çok daha kolay oldu­
ğunu gerçeği gösterilebilir. Öyle ki , baz ı durumlarda, bir komşu ülkenin başkentiy­
le bile ancak Landa ya da Paris aracılığıyla konuşulabilmektedir.
5Hamladığım kadarıyla , bir keresinde Cabir lbn Hayyan'ın risalelerinden birin­
de, Allah'ın kendileri için bir kilit ve iki anahtar yarattığı bazı kapılar bulunduğu­
nu ve bu anahtarlardan birini, klasik lslam medeniyetlerini yaratan iki temel e tnik
gruptan biri olan lranlılar diğerini de Araplar'a verdiğini okumuştum. Cabir ek ola­
rak diyor ki, bir gün gelecek, bu iki ırk birbirinden ayrılacak ve hiçbiri tek başına
kapıyı açamayacak. İ nsan bugün, yalnızca Araplarla lranlılar'ın değil, Araplar'la
Türkler'in, Türkler'le lranlılar'm, lranlılarla yarı knadaki diğer müslümanları bir­
birlerinden ayrılmalarından dolayı nice nice kapıların kapalı kaldığını görmekle
hcı. yretlere d üşüyor.
6Kuşkusuz bu, lslam'ı yaşayan müslümanların her yerde gözettikleri lslarn'ın
temel rükunleriyle ilgili değildir; bumda kastedilen, cemaat namazları, kurban kes­
me, çeşitli kutsal yerlere ziyaretlerde bulunma, nafile ibadetler, mevlid ve ilahi oku­
ma gibi daha çok Sünnet'e dönük yönlerdir. ( ? )
7 Öyle
görünüyor ki l lahi Rahmet, belli b i r lslaıni dönemde, b u dönem modern­
leşmiş de olsa, kutsal san'ata ait biçimler yoluyla geleneksel bereket dağılma kanal­
larının kapanmasına imkan vermiyor. Öyle ki, mod ern mimarinin perişan ettiği ba­
zı Müslüman kentlerde insan birdenbire en güzel biçimde Kur'an'ın okunduğunu
duyuveriyor veya lslam'ın bereket'inin fışkırdığı kanallar olmaya devam eden yazı
(hat) ya da bir başka kutsal san'at biçiminin çarpıcı örneklerini görüyor.
8 Gerçekte, pek çok Batılı oryantalistin ön yargılan ve yanlış anlayışları bir ya­
na bırakılırsa, lslam medeniyetini bir bütün olarak incelemede ve birtakım dar bö­
lünmelere değil de, lslam dünyasının bütününe bağlı kalmada ısrar e tmekle, lslam'ı
ciddi olarak inceleyeceklere hizmet götürdükleri açıktır. Pek çok genç müslüman
aydın, konuya dışardan yaklaştıkları için, lslam medeniyetine parça parça değil de,
bir bütün olarak bakmaya çalışan Batılı lslami incelemelerle temasa geçerek, ls­
lam'ın ve lslam medeniyetinin bütünlüğü hakkında bir görüş sahibi olmuşlardır.
Fakat bu meziyet, eserleri pek çok modernleşmiş müslümanda , özellikle bir Avru­
pa dilinin yaygın bulunduğu ülkelerde zihinsel boşluklar ve karışıklıklar yaratan
pek çok oryan talistin, lslam'ı biterek ya da bilmeyerek yanlış tanıtmasını şu veya bu
şekilde affettirmez. Bk: M Cemile , lslarn and Orientalism, Lahor, Muhammed Yusuf
Han & Oğulları, 1 98 1 ; bu eserde, lslam üzerine yazan pek çok tanınmış kişinin gö­
rüşleri Şeriat noktasından eleştirilmektedir.
9Bk: Özellikle S . H . Nasr, "The I mmutable Principles of lslam and Western Edu­
cation" Muslim World, Ocak 1 966, s. 4-9, ve Nasr, ldeals and Realitk� of lslam.
Sekizinci B ö l ü m
ÇA G D A Ş ARAP DÜNYA S I N D A İ S LAM
a raplar, İslam vahyinin alıcıları ve i l k yayıcıları olarak seçilmişlerdi;
ve İ slam medeniyetinin kuruluşundan beri, nerede olursa olsun İs­
lam'ın yeryüzündeki görüntüleriyle çözülmez bir bağlılık içinde oldu
kaderleri. Araplar'ın büyük çoğunluğu müslü.man olup, 1 son zamanlar­
da inanca karşı isyan eden tek tükleri bile, şu veya bu biçimde lslam'ın
ruhundan ve ölçülerinden etkilenmiş durumdadırlar. l slam'ın, yapıla­
rında ve zihinlerinde bıraktığı yüzlerce yıllık etki öyle bir-iki gün için­
de siliniverecek türden değildir. lslarn'ı bilinçli olarak yaşayan ve öğre­
tilerini kabul edenlerin, hatta kutsal kalıbı içinde bir oraya bir buraya
gidip gelen pek azının bile hayatlarında İslam, bireysel ve toplumsal
varlıklarının her yönüne derinden derine sızmış en güçlü bir gerçeklik
olarak yaşamaktadır.
Fakat, lslam'la Araplar arasındaki bu çözülemez bağa rağmen, ön­
ceki yüzyılda olup bitenler, ulusçuluk ve laiklikten sosyalizm ve Mark­
sizm'e kadar çeşitli yabancı düşüncelerin geleneksel Arap dünyasına
sızmasına neden olmuş ve bazı sınıfların dinin geleneksel kalıbını anla­
yışlarında b irtakım değişikliklere yol açmıştır. Bu etmenler, bugün göz­
lemlenen karmaşık ve şaşırtıcı ortamı oluşturdukları için , İ slam'ın çağ-
1 22
•
İs lam ve Modern İıısanın Çıkmazı
daş Arap dünyasındaki durumunu değerlendirirken kuşkusuz göz önü­
ne alınmalıd ır.
Araplar arasında bugün yaşanan din! hayatı incelerken ilk dikka t
edilmesi gereken husus, bü tün Müslü manlar, özellikle Araplar üzer in­
de, Ondokuzuncu yüzyılda Avrupalı güç lerin , Müslümanlar için evren­
sel boyu tlarda bunalıma yol açan egemenliğinin yarattığı şoktur. Kısa
süreli Moğol istilası dışında , Müslü manlar, tarihlerinde ilk kez Müslü­
man olmayanların ellerinden siyasal bir başeğiş acısını tadıyorlardı .
Kur'an'ın, lslam'a bağlı kaldıkları sürece Müslümanlara verdiği zafer sö­
zü, bu tarihsel tecrübeyle yalanlanmış gibiydi . tık elde siyasal , sosyal ve
dinsel alanda gelen bu şok, 1slam'ı paklamaya çalışan 'reform' hareket­
lerinden tutun da, zam anın getirdiği bozulmaların , Kur'an'ın sonraki
günler hakkındaki öğretilerini doğruladığını gören çeşitli Mehdilik bi­
çimlerine ve bu yüzyıla kadar elle tutulur bir taraftar kitlesi bulamayan
tamı tamına bir l aisizme değin çok çeşitli tepkilere kaynaklık ediyordu.
lslam'ın birleştirici doğası , Batı egemenliğinin yol aç tığı siyasal şok
dalgasının niteliğiyle birleşince, siyasal kaygılar din! düşüncenin ve pek
çok çağdaş Arap yazarının eserlerinin başlıca özelliği haline geldi. Ne
tuhaftır ki bu özellik, Yirminci yüzyılda Araplar'ın Filistin'de , kesinkes
ulusalcı ve laik karekterine rağmen bir anlamda dinden ayrı düşünüle­
mez bir hareketin ellerinden tattığı en son siyasal başeğişin sonucu, da­
ha da güçlendi. Araplar için Batı politikasının ahlaksızlığının en son
doğrulanışı olan Filistin traj edisi , pek çoklarına, siyasal hareketlerin di­
nı yanının önemini ve din! duyguların modern dünyada bile siyasal ifa­
deler bulabildiğini gösterdi . Filistin , Araplar için en önemli siyasal so­
run ve Kudüs kentiyle ilgili büyük dini önemdeki geçmiş kutsal olayla­
rın geleneksel anlatımlarının o rtaya koyduğu imajın tarih bezinde izle­
nişi haline geldi.
Araplar'ın Ondokuzuncu yüzyılda yaşadıkları siyasal olaylar, Batı
karşısında gittikçe büyüyen bir kültürel zayıflık ve hiçlik duygularıyla
birleşince, sonunda Batılı ulusalcılık mo dellerini benimseme girişimle­
rine kapı açtı . Çoğunluğu Suriyel i ve Hristiyan olan Batı'da eğitim gör­
müş bir grup Arabın yaktığı A rap u lusalcılığı ateşi , çok geçmeden Arap
dünyasının siyasal yaşantısını değiştirdi. Önce Osmanlı imparatorluğu
dağıldı; sonra bağımsız Arap devletleri doğdu; en sonunda da , hala tec­
rübe ve deneme aşamasında olan birleşme çabaları ortaya çıktı. Fakat,
başlangıçta bütünüyle Batılı ve laik kaynaklardan gelen bu güç bile, za-
Çağdaş Arap Dünyası n da İs l a m
•
123
ınanla yığınlara sızdıkça müslümanlaştı ; öyle ki, bugün Arapçılık ya da
urübe , halkın çoğu tarafından lslam'la özdeş tutulmaktadır. 2 Sokaktaki
basit bir Arap için, birkaç Kur'an ayeti bilen ve ibadetlerini yerine geti­
ren herhangi bir müslüman şu veya bu biçimde 'bir Arap'tır, çünkü ,
onun zihninde Arap olmakla Müslüman olmak aynı şeydir. Hatta, Mı­
sır ve Cezayir gibi ülkelerin eğitim görmüş çevrelerinde bile pek çokla­
rı , ulusal ve İslami bağları özdeşleştirmektedir. Politika dinden ayrılma­
m ak ta ve Arapların dini düşüncesi , bu yüzyıl boyunca lslam'ırı ve Arap
dünyasının siyasal niteliklerine bağlı kalmış bulunmaktadır.
Batı'nın Arap dünyası üzerindeki saldırısı , siyasal etkileri bir yana ,
aynı zamanda , bir din olarak lslam'a karşı doğrudan girişilmiş bir saldı-­
rıydı. Arap , siyasal bağımlılığa düşeli beri dininin ve kül türünün de, es­
ki misyoner ve oryantalistlerin en pespaye iftiralarından tutun da, Arap
dünyasında Batılılar'ın kurduğu ve yöne ttiği eğitim kurumlarında Müs­
lüman gençliğin zihinlerinin lslam'dan koparılması için uygulanan çok
daha ince tekniklere kadar, sayısız saldırıların hedefi yapıldığını her za­
man bilincinde taşımıştır. Ama , bu saldırıların sonucunda M üslüman'ın
dini düşüncesinin çoğu , Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayarak
özür dileyici bir şekil almış ve gide gide , zihinsel savaş alanını bilinçsiz­
ce modernizme ve Batı'ya zaten kaptırmış olup, şimdi de, zamanın ge­
tirdiği her yeni düşüncenin, Batı tarafından almmadan önce aslında İs­
lam'da var olduğunu her nasılsa göstererek inancmı savunmaya yöne­
len bir müslüman dini düşünür tipi ortaya çıkmıştır. Öyle ki , çok geç­
meden bayatlayan ve çağdışı kalan modern bilimin buluşları bile, sanki
Kur'an'ın büyüklüğü fizik veya biyoloj inin şu ya da bu buluşuna katıl­
mada yatıyormuşçasına , Kur'an'da aranmaya girişilmiştir. 3 Batı'nın ardı
arkası gelmez saldırıları nedeniyle, bu özür dileyici tutum , modernleş­
miş Araplar'ın yazılarının ve dini düşüncenin nerdeyse her zaman ve
her yerdeki bir özelliği haline gelmiş ve yukarıda anılan siyasal olgular­
la birlikte, toplumun modernleşmiş sınıflarınca büyük ölçüde oku nan
bir tür dini yazıların en önemli konusunu oluşturmuştur.
lslam'a karşı girişilen saldırılar, Oniki/Onsekizinci yüzyılda Arap
dünyasının kalbinde, dinin kaynaklarına dönüp , l slam geleneğinin hem
zihinsel hem san'atsal alanında ortaya ç ıkan sonraki gelişmeleri redde­
derek lslam'ı 'arındırmak' için Muhammed lbn Abd'il-Vahhab ve daha
başkaları tarafından başlatılmış bulunan bir diğer eğilimi de hızlandır­
mıştır. Ba tı egemenliğinin getirdiği şok olmasaydı, bu hareket herhalde
124
•
İs lam ve Modern İnsanın Çı kmazı
çok daha değişik bir gelişme yönü gösterirdi. 4 Batı'nın çok yönlü ege­
menliği karşısında duyulan hiçlik duyguları, bu hareketin gide gide,
Vahhabiler'inkiyle hemen hemen aynı zihinsel temellere oturan ve Ab­
dürrahman el- Kevakibi, Cemalüddin el-Afgani (veya Esterabadi) , Mu­
hammed Abduh ve Reşit Rıza gibi tanınmış isimlerle özdeşleşen Selefiy­
ye adlı 'reformcu' bir hareke tin ortamını hazırlamasına yol açtı. 5 Hem
Vahhabiye , hem de Selefiyye hareketlerinde, Şeriat'ı olumlama , Su­
fizm'le mistik hayata ve İslam felsefesiyle hemen hemen tüm İslami zi­
hinsel geleneğe karşı çıkma özellikleri görülür. 'Arındırma ( püritanizm)
ile birleşik, kaynağını İbn Teymiyye ve öğrencilerinin yazılarından alan
ve İslami zihinsel hayatın engin ufuklarını dar bir geleneksel alana sı­
kıştırıveren fıkhi ve kelami bir tu tuma dayalı bir 'akılcılık' gelişmiştir
her iki harekette de. Bu tür bir dinsel düşüncenin etkisi , Arap Dünya­
sı'nm okumuş sınıflarında , özellikle Arap Yakın doğusunda hala önem­
li ölçüde söz konusudur. 6 Beri yanda Arap dünyasının M ağrib'i (Batı ya­
kası) ise , Vahhabi Suudi Arabistan bir yana, önceki yüzyılda M ısır ve
Suriye'yi silip süpüren bu dalgadan belli ölçülerde uzak kalmıştır.
Bu köktenci ve arınmacı eğilimin tam karşısında , Araplar arasında
bu yüzyılın girmesiyle birlikte, şu veya bu derecelerde laikliği savunan
ve Batı medeniyetini belli belirsiz kabul edişlerden tutun da, Batı kültü­
rünü bütünüyle benimseyip, geleneksel lslam'ın kutsal çerçevesini kır­
mayı amaçlayan Selame Musa ve ilk dönem düşünce yapısıyla Taha Hü­
seyin'in yazıların a kadar geniş bir yel pazeyi kaplayan bir diğer düşünce
biçimi yavaş yavaş gelişmeye yüz tutmuştur. Elbette bu gibi isimlerin
Batı kültürünü savunmaya başlamasıyla birlikte, hemen Mustafa Sadık
er-Rafü, Mustafa Lütfi el-Menfelü ti ve Şekip Arslan gibi kişiler şiddetli
bir karşı saldırıya geçmişlerdir. Ne var ki , laiklerin savunduklarına ben­
zer görüşler etkili bazı kişilerc e benimsenip yayılmaya devam etmiş ve
lslam'ın belli Arap sınıfları arasındaki bugünkü durumunun bu akım
hesaba katılmadan anlaşılamayacağı bir düzeye gelmiştir; her ne kadar,
böylesi bir durumun günümüzdeki savunucuları ilk laiklerden belli öl­
çülerde farklıysalar da.
Bu adı geçen hareket ve eğilimlerin yanı sıra, özellikle İ kinci Dün­
ya Savaşı'ndan sonraki yıllar, Araplar arasında bu ilk hareketlerin etki­
lerini büyük ölçüde değiştiren bir diğer tepkinin doğuşuna tanık oldu.
Bu yeni tepki hareketi, Batı'nın , özellikle Dünya Savaşı ardından Filis­
tin savaşıyla sonrasında sergilediği canavarlıklarının iyice ortaya koydu-
Çağdaş A rap Dünyasında İs lam
•
125
ğu ahlaki çöküntünün kavranmasıyla birlikte, büyüleyici bulu tlarının
da dağılmasına yol açtı 7 Önceki kuşağın çoğu liderlerinin Ba tı'ya karşı
körü körüne besledikleri hayranlık, uğruna A raplar'dan di nlerini ve ya­
şam bi çimlerini terketmeleri istenen medeniyetin değeri konusundaki
kuşk ulara dönüştü . Taha Hüseyin bile önceki görüşlerinden cayarak,
bu kez Batı medeniyetiyle meyveleri konusunda duyduğu ciddi kuşku­
la n yazıya döktü . Araplar'ın zihinleri ndeki Batı imaj ını hala değiş tirme
sü recinde bulunan bu uyanış, Araplar a rasında dinin rolü ve fonksiyo­
n u üzerinde derin etkiler bıraktı ; çünkü, hatırlanacağı üzere , Ondoku­
zuncu · yüzyıldan bu yana Batı kaynaklarından alınan fikirlere dayanıla­
rak ve Batı'nın başarısına başvurularak, birtakım kör ve mankafa önder­
ler tarafından Araplar'ın kendi öz geleneklerini bırakması isteniyordu
ve hala da istenmektedir.
Bugün Arap D ünyası'nda dini , i fa d e p lanında etkileyen ve düşünce
akımlarında dile getirilen akli ve zihni e tmenlerin yanı sıra, felsefi ve
kelami fikirl er kadar, -daha çok değilse de- dinsel hayata da etki eden
günlük yaşamla ilgili sosyal ve ekonomik nitelikle başka birtakım et­
menler ve öğeler de vardır. Gerçekte , bugün genelde İ slam dünyasın­
da, özelde ise Arap Dünyası'nda İslam , Rönesans'tan bu yana Hristiyan­
lığı büyük ölçüde etkisi altında bulunduran bilimsel ve bilinemezci
(agnostik) felsefi fikirlerden daha ziyade, yabancı günlük yaşantı bi­
çimlerinin sızması sonu cu aşınmaya uğramaktadır. İslami hayatın Y.O­
ğunluğunu ölçmenin en iyi araçlarından biri, belli bir çevrede tüm a n­
lamı ve hayatın bü tününü kuşatıcılığı içinde İslam fıkhının uygulanma
derecesini incelemektir. Yapısal ve yasal yönü içinde Şeriat, yalnızca
Şeriat kanununu u ygulayan Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkelerden,
kanunlarının çoğu Avrupa'dan alınan Tunus gibi ülkelere kadar değişik
ölçülerde uygulanmaktadır. Adli düzeyde, çoğu Arap yönetiminin Şe­
riat'ın öğretilerini değiştirme , fa kat m ü mkün olduğu kadar ilkelerine
ve emirlerine bağlı kalma girişimi sergilediği, karmaşık bir model göz­
lemlenmektedir. 8
Fakat ele alınması gereken, daha çe trefil ve derin olan sorun, bir za­
manlar bütünüyle Şeriat'ın yönverdiği yaşam biçiminin ne ölçülerde la­
ikleştirildiğidir. Burada, hemen herkesin büyük bir tuhaflık içinde gö­
receği şudur ki; Şeriat dışı kanunların uygulandığı ülkelerde bile, laik
kanun anlayışı ve hayatın laikleştirilmesi kavramı , tepeden tırnağa Ba­
tılılaşmış çok küçük bir azınlığın dışında tüm Araplar için yabancılığı-
126
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çı k m a z ı
nı korumaktadır. Fakat , modern endüstriyel toplumların mümeyyiz
vasfı nı oluşturan amaçsız ve dünyevi hayatın saldırısı , büyük Arap
ken tlerinde kendini hissettirmektedir. Zina veya alko llü içki kullanma
gibi lslam'ın yasakladığı eylemler büyük kentlerde , öyle ki, kendilerini
açıkça müslüman sayan ve çoğunlukla yaşam biçiml erindeki çelişkiler-·
den habersiz o lduklarından , müslüman olmadıkları söylendiğinde şid­
detle karşı çıkan insanlar arasında bile sık sık rastlanan birer olgu du­
rumundad ır. Modernleşmiş Arap, tıpkı yine modernleşmiş bir İranlı ve­
ya Türk gibi , bilinemezci bir Batılı filozofa benzer biçimde tanrılık rolü
oynama girişiminden çok, çevresinde duyumsal ve sahte bir 'cennet' ya­
ratma eğilimleriyl e dinden uzaklaşmaktadır. lslam için tehlike, Röne­
sans sı rasında Hristiyan dünyanın birliğini yok eden ve inancın insan­
lar üzerindeki bağını gevşe ten akılcı bir filozof tipinden çok, hayatın di­
nin öğrettiği ku tsal yanını bütünüyle unu tacak kadar dü nyevi ve duyu­
ların egemen olduğu bir yaşantıya dalmaktan ileri gel i r. İslam, Allah'ın
l radesi'nin somut i fadesi o larak kabul edili.p uygulanmaya her zaman
hazır o lduğu halde, büyük kentlerdeki insanlar her geçen gün , bu dinin
yaşantıları ü zerindeki bağını gevşetmekte ve bü tünüyle lslam dışı ya­
şam ve eylem biçimlerine kapıl ıp gitmektedir. 9
Bugün lslam'ın Araplar'ın hayatında görülen önemli yanlarından bi­
ri de, Müslümanlar'ın her günkü yaşantıları üzerinde din1 hayatın bü­
tünüyle egemen olmasını yeniden sağlamak için başgösteren çeşitli ha­
reketlerdir. Bu hareketler, net siyasal ve sosyal programları bulunan
Fas'taki lstiklal Partisi'nden, Arap D ünyası'nda son yıllarda ortaya çıkan
bu tür hareketlerin en önemlisi 1hvan'ül-Müslim1n'e kadar, geniş bir
yelpaze çizmektedir. Seyyid Kutub gibi, ihvan hareketinin aydın önder­
lerinin yazıları, her şeyden önce l slam'ın, insan hayatının bütününe ye­
niden ve en mükemmel biçimiyle uygulanması istemine dayanmakta­
dır. Bu hareketin gençler arasında bile yaptığı etkilerin sürekl il iği , mo­
dernleşmiş sınıfların önemli bir bölümünün bile ahlaki bir dirilme ve
yenilenmeye karşı duydukları güçlü arzuyu aç ığa vurmaktadır. H asan
el-Benna ve Seyyid Ku tub gibi kişilerin süregelen cazibeleri, çeşitli çağ­
daş sorunların zihinsel analizlerinden, çoğunlukla bu tür sorunların ba­
zılarının gerçek doğasını gözardı eden analizlerden çok, lslam fıkhına
o lan sarsılmaz inançlarına ve lslam'ın hayat sistemine bağlılıklarını ya­
şantılarıyla ortaya koymalarına dayanmaktadır. İhvan hareketi gibi bu
tür hareketlerin varlığı , modern dünyanın neden olduğu sorunlar kar-
Çağdaş Arap Diiııy asında İs:am
•
127
şısındaki toyl u klarına rağmen , insanların iç yaşan tıları bir yana , dinin,
ekonomik, sosyal ve siyasal tüm yönleriyle halkın hay atı üzerindeki
kopmayan bağını ortaya koymaktadır.
Çağdaş Arap Dünyası'nrn siyasal yaşamı ise , çogunlukla tslam'a kar­
şı ideoloj ilere bağl ı yabancı yön etim biçimlerini iktidara ge tiren birta­
kım devri mci eğilimlere rağmen , şaşırtıcı biçimde lslamlaşmaktadır.
Ulusalc ı liderl er, gittikçe kendileri üzerinde sürekli bir baskı kuran yı·­
ğınların l slamı fikirleriyle uzlaş maya mecbur kalmaktadır. 1 0 Ve çoğu li­
der de, solcu siyasal eğilimlerle güçlü İslami: inanışları birleştirme çaba­
sı içindedir. Bugün Arap Dünyası'nda , yalnızca içten müslüman olan,
veya en azından İslam davasını açıkça benimseyen geleneksel yönetici­
lerin değil , aynı zamanda, dıştan bağdaşmaz gibi görü nse de, Arap Dün­
yası h akkında Batı'daki duyuşlarından kalkarak vardıkları bir ön ölçü­
ye dayanan pek çok Batılı gözlemciyi şaşkınlığa düşürecek biçimde, aşı­
n bir 'solcu' politikayla , İslam gelen eği ve İslamı yaşantıya bağlılığı bel­
li ölçülerde birleştiren devrimci hükümetlerin de varlığı gözlemlenmek­
tedir. 1 1 Doğası gereği İslam'm evrenselliğine aykırı olan ve Arap ulusal­
cılığının ilk dönemlerinde lslam'ı zayıflatma yolunda çok şeyler yapıp,
Arap olmaya n pek çok müslüman ülkede İslam karşıtı eğilimlere yol aç­
mış bulunan Avrupa türü ulusalcılık ise, Müslüman halkları birbirinden
koparma ve tüm M üslüman halklara aynı derecede ait olan İslam mira­
sını bölüp parçalama yolu nda hayli mesafeler aldıktan sonra, artık Arap
Dünyası'nın çoğu yörelerinde İslam'rn kendine has nitelikleriyle ters
yönde kesişmeye yönelmiş görülüyor.
Her türden laikleştirici güce paralel olarak, İslam'ı sosyal ve siyasal
alanda yeniden yerleştirme uğraşısı içinde bulunan güçler de vardır
Arap Dünyası'nda. Bunun da ö tesinde , son yıllarda aynı şeyi zihinsel
düzlemde de başarmaya çalışan etkili eğilimler gözlemlenmektedir. Son
50 yıl , pek çok kalem ustasının dine ve dini konulara yöneldiğine tamk­
lıketmektedir; o kadar ki, önceki yazılarında dine karşı hiçbir ilgi görül­
meyen Abbas Mahmut el-Akkad ve Taha Hüseyin gibi en çok tanınmış­
ları bile, ömürlerinin bu ikinci döneminde P eygamber'in ve Sahabe­
ler'in yaşam öykülerini kaleme almışlar ve daha başka dini konularda
eserler vermişlerdir. Ha tta pek çok seküler Arap şairinin de aynı etkiy­
le, Arap Sufi şiirine yöneldiği gözlenmiştir. Bu eğilim, dini merkezler­
den , özellikle Ezher'den gelen dini bir edebiyat akımıyla ve bu tür mer­
kezlerin mezunlarıyla b ü tünleşmektedir. 1 2 Yine söz konusu eğilim, top-
128
•
İs lam ııe Modern İnsanın Çıkmazı
lumun daha başka katmanla rından gelmiş olup, dine karşı derinden de­
rine ilgi duyan bazı insanların az, fa kat sayıları giderek artan çalışmala­
rıyla da bü tünleşmektedir. Son 20-30 yıldır Arap Dünyası'nda yayınla­
nan dini eserlerin en iyilerinden biri sayıları ve Mısırlı operatör doktor
Kamil Hüseyin 1 3 tarafından yazılmış olan Zalim Kent, fa rklı alanlarda
uzmanlık sahibi kişilerin lslam üzerine giderek artan ciddi çalışmaları­
na önemli bir örnektir.
İslam'a duyulan ve kuşkusuz , modernleşmiş ve laikleşmiş sözde 'ay­
dınlar'ı, çoğunlukla ya ultra ulusalcı ya da Marxist eğilimli olanlarını as­
la memnun e tmeyen zihinsel ilginin canlanışı , İslam geleneğinin bütü­
nüne, özellikle felsefe ve Sufizm'e karşı yeniden duyulmaya başlanan
bir diğer ilgiyle birleşmektedir. Yaşayan bir gelenek olarak varlığını yal­
nızca l ran'da ve komşusu birkaç yörede sürdüren geleneksel İslam fel­
sefesi , Arap medreselerinden kaldırıldıktan yüzyıllar sonra Mısır'da Ce­
malettin el-Afgani 14 tarafından diril tilmiştir. Bu yüzyılda Arap Dünya­
sı'nda , özellikle Mısır'da, Mustafa Abdür Razık, İbrahim Medkür, Ab­
dürrahman Bedevi , Fuad el-Ahvani , Muhammed Ebu Rıza , Osman
Emin ve daha başkaları tarafından arzulu bir İslam felsefesi çalışması
yürütülmüştür. Bu tür kişilerin çabaları , yalnızca basit akademik kari­
yer çalışmaları olarak değil , aynı zamanda İslam'ın zihinsel mirasını di­
riltme girişimleri olarak görülmelidir. Ortaya koydukları eserlerin kuş­
kusuz dini bir anlamı ve bu bağlamda, edebiyatçıların ve daha başka
okumuş Araplar'ın dini konularda yazdıklarıyla ilintisi vardır. Arap
D ünyası'nda İslam felsefesi'ne karşı gitti kçe artan bir düzeyde duyulan
bu ilgi , Batı karşısında , özellikle Batı toplum ve kültürünün, son birkaç
yüzyıldır b ilindiği gibi , hızla çöküşü ve dağılmasıyla daha da artan bir
tonda duyulan hayal kırıklığından sonra, modern okumuş sınıfların ye­
niden bir benlik-keşfi arzusunu ortaya koymaktadır. Buna ilaveten , İs­
lami entelektüel geleneğe duyulan bu · ilginin , belli oranda, bugün Arap
Dünyası'nda görülen Yeni İbn Rüşdçü harekette de görüleceği gibi, ras­
yonalist yoruma dayalı olduğunu belirtmeliyi� .
Araplar arasında yaşanan dinsel hayatın yoğunluğunun, yalnızca
Araplar'ın modern dünyaya karşı gösterdikleri çeşitli tepkilerin incelen­
mesiyle ölçülemeyeceği unutulmamalıdır. Dini hayatın değişmeden ka­
lan geleneksel ve her zaman canlı öğeleri de kesinlikle incelenmelidir.
Daha önce de anıldığı gibi, süreklilikten ziyade değişim üzerine yoğun­
laşan ve yalnızca değişimin önemli olduğu gibi bir ön yargıyla hareket
Çağdaş A rap Dünyası nda İs l a m
•
129
ede n çoğu Batıl ı bilgin , genelde Müslümanlar'ın, özelde Araplar'ın gele­
neksel dini hayatlarının kalıcı öğelerini gözardı etme eğilimi taşımakta
ve sö zümona 'reform' hareketlerinin önemini abartmaktadırlar. Gerçek­
te ise bugün, Arap Dünyası'ndaki 'reformist'lerin etkisi , hem eski hem
yeni geleneksel Müslüman otoritelerininkinden çok daha azdır. Sözge­
limi, hangi modernist 'reformcu'nun eserinin, bir el-Gazali'ninkilerle,
tanınmışlık yönünden karşılaştırılabileceğini bilmek isteriz. Dini haya­
tın kalb i , hala geleneksel biçim ve uygulamalarda, lslam'ın kendileri
için, yalnızca, ister siyasal ister sosyal ya da ekonomik olsun, birtakım
dünyevi hedeflere varmada bir servet değil, çok daha ö telerde llahi
Olan'a yaklaşma ve insan hayatını ku tsama aracı olduğu bireylerin iç
varlıklarında atmaktadır ve atmaya devam edecektir.
Çağdaş Arap Dünyası'nda dini görmek için, hala her kentte kılınan
cemaat namazlarının, manevi Mekke kutbuna her yıl dökülen sayısız
hacının ve Fas'taki Mulay ldris'ten Kahire'deki Ra's'ül-Huseyn'e ve N e­
cef'le Kerbela'daki Şii makamlara kadar kutsal yerleri ziyaret eden mil­
yonların anlamını da bilmek; hem Sünni hem de Şiiler arasındaki gele­
neksel dini öğretimin canlılığını ve sürekliliğini kavramak gerekir.
Alimler ve geleneksel öğrenim görmüş sınıflar arasındaki İslam'ın zi­
hinsel geleneğinin ve kendileri. için ibadet ve bağlılığın hala i çinde in­
san hayatını bütünleştiren göksel modeli oluşturduğu toplumun büyük
çoğunluğunun yaşadığı imani hayatın sürekliliğinin fa rkında olmak ge­
rekir. Batı egemenliğinin yol açtığı değişim ve tepkilerl e , bunları izleyen
siyasal ve kültürel traj ediler, ancak hala yaşayan İslam geleneğinin ku­
şatıcı varlığının ışığında anlaşılabilir. Genç olsun yaşlı olsun , seküla­
rizmden veya sosyalizmden ya da Marxizm'den söz eden her Arap'a kar­
şılık, kendileri için hiçbir 'izm'in her şeyi kuşatan lslam gerçeğinin asla
yerini alamayacağı yığınla Arap vardır. Araplar'ın dini hayatını bütü­
nüyle kavrayabilmek için, yalnızca, geleneksel düzene verdikleri zarar
öyle pek de önemsenecek türde olmayan 'yeni baştancılar'ın, 'reform­
cu'lann ve isyankarların değil, aynı zamanda canlı bir gelenek düşünce­
sinin çağrıştırdığı ve lslam'ın , hem Arap hem de Arap olmayanlar ara­
sındaki görünümleri içinde bütünüyle sergilediği sayısız sürekli ve ka­
lıcı öğelerin de fa rkında olmak gerekir.
Yine , çağdaş Araplar'ın dini hayatlarından söz ederken, lslam gele­
neğinin kalbinde yatan ve İslam tarihi b oyunca, dini nitelikteki dışsal
ve sosyal h areketlerin bile görünmez ç ıkış noktası olarak, manevi ve
1 3 0 • İslam ve Modern İnsanın Çı kmazı
d i n i doğuşlara kaynaklık e d e n Sufizm'i de gözardı e tmek mümkün de­
ğildir. 1 5 Fakat n e tuhaftır ki , dinin Arap D ünyası'ndaki şu andaki du­
rumu üzerine B a tı'da gerçekleştirilen değerlendirmelerin büyük ço­
ğunluğu , bu temel u nsuru gözardı e tmektedir. l 9 70'den önce S u fi tari­
katları ilişkin B a tı ' da yapılmış çalışmaların pek çoğu , Ticaniyye ve pu­
riten Senusiyye h areketi gibi sosyal hayat ta direkt politik rol oynayan
gruplara eğilmiş; değişik Arap toplumlarının dini hayatında önemli ro­
le sahip diğer tarikatlara ise , son 2 0 - 3 0 yıl içerisinde ilgi gösterilmeye
başlanmıştır. 1 6
G erçek olan şudur ki, O ndokuzuncu yüzyılda, modernizmle laisiz­
min Arap D ü nyası'na aşama aşama sızışı ve haklarında Batı dillerinde
yapılmış yığınla inceleme bulunan modernist 'reformcu'ların doğuşu­
nun yam sıra , birçok Sufi tarikatta, sözcüğün modern anlamıyla 're­
formcu' (muslih) dan çok çok farklı, geleneksel anlamda gerçek 'yenile­
yiciler' (müceddid) olan büyük velilerin gerçekleştirdiği çok özel bir
canlanma görülmüştür. 1 7 Şazeliyye Tarikatı'mn canlanışı ve çoğu nluk­
la Arap Orta D oğu'sunda, Yeşrutiyy e , Bedeviyye ve M edeniyye ile, Mağ­
rip'te Derkaviyye ve Aleviyye 1 8 gibi yeni kollarının kuruluşu , bugüne
kadar toplumun tüm dini hayatını etkilemiş bulunan yoğun bir mane­
vi dirilirşin m üj d ecisi olmuştur.
Aynı iç dirilişin güçleri , 2 0 . yüzyılda da gözlemlenebilmektedir.
Şeyh Habib, Seyyide Fatıma el-Yesrutiyye, Şeyh Haşimi ve Şeyh Abdul
Halim Mahmud , diğer pek çok isim arasından ilk elde burada anabile­
ceklerimiz. Yin e , Şazeliyye Tarikatı'nın yeni bir dalını kurmuş bulunan
Cezayirli ünlü Derkavi şeyhi Şeyh Ahmet el-Alevi'nin e tkisi, Mağrib'in,
hatta Arap D ünyası'nın sınırlarını aşmış 1 9 ve bugüne değin uzakta ve
yakında kendini duyurmuştur. Şam veya H alep'te Şazeliyye-Aleviyye
Tarikatı'nın toplantılarına katılan h erhangi biri , bu Şeyh'in e tkisinin de­
recesini ve Suriye , Yemen ve Fas gibi birbirlerinden uzak çeşitli Arap ül­
kelerinde müritlerinin kurduğu yeni kollarda bütün canlılığıyla duyu­
lan bereketinin e tki alanını görebilmektedir.
Mısır'da ise, yine Şeyh el-Alevi'nin çağdaşı olan bir diğer Şazeli ŞPV­
hi Selame Hasan er-Razi, Tarikat'ın Hamidiye kolunu kurmuş ve bu kol
az zamanda pek çok kişiyi sinesinde toplamış tır. 2 ° Kolun hem Şeriat'ın
uygulanması, hem de manevi disiplin üzerinde duruşu , günümüz Mı­
sır'ında kendisini , üniversitelerdeki gençler d e içinde olmak üzere, top­
lumun çeşitli katmanlarından gelen kişileri çeken belli başlı manevi
Çağdaş Arap Dünyas ında İs lam
•
131
güçlerden b iri yapmıştır. 2 1 Bu kolun ş u anda Mısır' da oynadığı rol, Su­
fizm 'in Arap Dünyası'nm pek çok bölgesinde yaşanan çağdaş din! ha­
yatt aki temel önemini örneklemektedir.
Son yirmi o tuz yılın olayları , Arap Dünyası'nda önemli sosyal ve si­
yasal izler bırakmış ve yu karıda değinilen pek çok eğilimi güçlendirir­
ken , yeni eğilimlerin oluşmasına da yol açmıştır. D uygusal akıldışılıkla
birl eşen bir şaşkınlık duygusu, aşın yönetim biçimleri de içinde olmak
üzere , Filistin traj edisi ve sonrasmın Araplar üzerinde yol açtığı adalet­
si zlikl erin getirdiği aşın umutsuzluk ve inanılmaz gerilimin sonucu ola­
ra k bazılarının zihinlerini çelmiştir. Yine , hayatın manevi niteliğinin ar­
tan ölçülerde kaybolması da , büyük kentlerde, özellikle m od ern haya­
tın saçmahk ve boşvermişliklerine kapılan belli gençlik kesimi arasında
g özlemlenen bir diğer olgudur. Bunun da ö tesi nde , tam tamına laik ve
lslam'a karşı siyasal ideoloj ilerin, " fundamentalist" adı verilen bir feno­
men in de Arap Dünyasının bazı yörelerinde güçlendiği görülmüştür.
Ö te yandan bütün bu geleneğe karşı güçlerin ve eğilimlerin geliş­
mesinin yanı sıra, özellikle gençler arasında dine karşı yeni bir ilginin
doğuşu da dikkatleri ç ekmektedir. Şam'da İbn Arabi'nin türbesi veya
Kahire'de Ra's ül-Huseyn gibi yerleri yirmi yıl önce ziyaret edenlerle ,
bugün ziyaret edenlerin sayısını karşılaştırmak, gelişen dini ilgiyi gör­
mek için yeterlidir. Hem S u fizm , hem de 1slam'ın günlük u ygulamaları ,
yalnızca kırsal kesimdeki geleneksel sınıfl ardan değil, aynı zamanda da­
ha bir kuşak önce dine pek az ilgi duyan kentli sınıflardan da sayısız in­
sanı son zamanlarda kendine çekmektedir. 22 Batı' da veya Doğu'daki Ba­
tılılarca yönlendirilen üniversitelerde o kuyu p , olguculuk (poziti ­
vizm) dan Marxizm'e kadar· çeşitli B a t ı düşünce modellerinin büyüsüne
kapılan genç Araplar'ın yanı sıra , yeniden kendi öz köklerini arayanlar
ve apaçık ç elişkileri her gün daha bir o rtaya çıkan insanlık dışı bir dün­
yada insan varlığı sorununa kendi öz gelenekleri içinde bir cevap bul­
maya çalışanlar da vardır. Son 20-30 yıldır Arap dünyasında dine yöne­
len ilginin artışı, tam bir laisizmin kaçınılmaz saldırısı karşısında, laik
tarihçilerin görmeyi arzuladıkları biçimde geçici bir duygusal tepki ola­
rak bir yana atılamayacak kadar merkezi önemde bir olgudur.
G erçek te , bu dönemde olanlar, bir yanda Batı m edeniyetinin göz
kamaştırıcı ışıl tısının sönmeye yüz tutması ve içinde barındırdığı yanıl ­
gı ve açmazların günbegün açığa çıkması , öte yanda ise, modernleşmiş
Araplar'ın uğurlarında 1slam'ı bir yana a tıvermeye yeltendikleri sahte
1 32
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
tanrıların düşünülebilecek en kötü biçimde başarısızlığa uğramış olma­
sından başka bir şey değildir. 196 7 savaşı bozgunu ve bu bozgunun ön­
cesinde ve sonrasında tadılan utançlar, hiçbir zaman geleneksel İslamı
kurumların üzerine yıkılamaz . Bu başarısızlıklar, benimsenme tarihleri
O ndokuzuncu yüzyıla kadar uzanan, ama sonuçları şimdi ortaya çıkan
modern ideoloj ilerin başarısızlığıdır. Son olaylar pek çok Arap için. Ba­
tı'yı maymun gibi taklit etme programı karaşında duyulan ciddi hayal
kırıklıklarını daha da güçlendirmiştir. Bunun da ö tesinde , son traj edi­
ler, İslam'ı bırakmanın bir cezası olarak görülmektedir. Bü tün bu zor­
luklar Kur'an'ın öğretilerine göre, birey birey her Müslüman'ın ve genel­
de Müslüman toplumun bu dünyada geçmesi gereken sınamalar şeklin­
de değerlendirilir olmuştur. İslam'a dönmek için, İslam'ın, son yüzyıl­
larda yığınla modernist reformcu'nun sundukları gibi , dumura uğramış
ve özür dileyici biçimiyle değil, olanca bütünlüğü içinde yeniden keşfe­
dilmesi gerektiği kavranmıştır. Elbette ki bu düşünce grubu tümArap­
ları içermemektedir; ancak din ve modernizm arasındaki dinamikler
60'lardan bu yana gözle görülür biçimde değişmeye başlamıştır.
Yine, bilginler düzeyinde de, küçük, fa kat önemi büyük, geleneksel
ve aynı zamanda kölece taklitçisi olmadan Batı'yı iyi tanıyan yeni bir sı­
nıf doğmuştu r. Hem halk hem de aydınlar düzeyinde, dini ciddiye alma
gerekliliğinin bilincine çoğu çevrelerde varılmış görülmekte ve hem fık­
hı, hem de Sufi yönleriyle gerçek İslam geleneğinin diri akımına dönüş
başlamış bulunmaktadır.
Bugün, Arap Dünyası, tarihinin en hassas dönemini yaşamaktadır.
Arap Dünyası'nı laikleştirmek ve elden geldiğince İslam'dan koparmak
isteyenler vardır hala. Fakat, Arapça Kur'anı vahyin ifade aracı olarak
seçildiğinden ve Araplar İslam'ın ilk yayıcıları olduklarından , Araplar'ın
kaderi, İslam dünyasının bütününün kaderinden ve İslam'ın yeryüzün­
deki görüntüsünden hiçbir zaman ayrı düşemez . Bunun da ötesinde,
Araplar'ın gelecekteki kurtuluşu, gerçek kimliklerini hatırlayabilme ve
tarih sahnesinde İslam'la ö zdeşleşmiş bulunmalarının omuzlarına yük­
lediği göreve vefalı kalabilme ölçüsüne bağlıdır. İ nsanlar için, Allah'ın
üzerlerine vurduğu damgayı silebilmeleri mümkün değildir; o halde,
bugün İslam, Arap ruhunda ve zihninde en kalıcı ve en güçlü i tici güç;
bütün yönleriyle Arap h ayatında her zaman hazır olan bir etmendir. Za­
man zaman serserice orada burada dolaşsalar da, sonunda her şeyin ke­
sinlikle dönüp varacağı kaynaktır; ve, hem birey birey, hem de toplum
Çağdaş Arap Dünyasında İs lam
•
133
olarak Araplar'ın hayatlarını şekillendiren ve ideallerini oluşturan nes­
nel bir ölçüdür, lslam hesaba katılmadan bugün Araplar'ı anlamanın
imkansız olduğu , yaşayan bir gerçekliktir. Araplar'dan söz etmek, dili
Kur'an'ın dili o lan, ruhunun yapısı çağlar boyu , çağdaş tarihlerini ls­
lam'dan ve çoğu Arap'ın hala içinde doğup, içinde büyüdüğü ve içinde
öldüğü İ slami evrenden koparmayacak ölçüde K ur'anı vahyin öğeleriy­
le örülmüş bulunan bir halktan söz etmektir.
S ekizinci B ölümün Notları:
1 Dini hayatları kendi içinde ciddi biçimde incelenmeye değer belli bir Arap
Hristiyan toplumu da vardır kuşkusuz. Fakat, lslam'ın, Araplar'ın büyük çoğunlu­
ğunun dini olması ve aralarında yaşayan Hristiyanlar'la Yahudiler gibi dini azınlık­
lar için de çağlar boyu kültürel kalıbı oluşturmasının yanı sıra, bu çalışmamızda ko­
nu olarak yalnızca lslam'ı aldık.
2"Bugün bile, bir A rap için Müslüman demenin Arap demek olduğu bir gerçek­
tir. . . " L. Gardet, M ohammedanism, çev: W Burridge, New York, 1 96 1 , s: 1 47 .
"Sentez hemen hazırdır: zaman zaman bilinçsizce d e olsa, lslam'la Arapçılığın
özdeşleşmesi. " W C . Smith. Islam in Modern History, s: 99.
3örneğin, Ferid Vecdi gibi bazılarının çoğunlukla el-Azhar j ournal'da çıkan ya­
zıları bir ara Arap Dünyası'nda ve hem de bütün lslam dünyasında çok tutulurdu.
Yazılarımızın çoğunda bu tutumu ele aldık. Örnek olarak bk: S.H. Nasr, Islamic Li­
fe and Thought.
4Bu nokta H.A.R. Gibb tarafından vurgulanmıştır. Özellikle, ünlü eseri Modern
Trends in lslam'a bkz.
5Gibb'in ve Smith'in tanınmış çalışmaları da içinde olmak üzere, Batılı bilgin­
lerce 'reformcu'lar üzerine yazılmış sayısız kitap vardır; yine bk: A. Hourani Arabic
Thought in the Liberal Ages. Cambridge, Cambridge University Press, 1 9 70 ; K.
Cragg, Counseis in Contemporary lslam, Edinburgh, 1 96 5 .
Arap yazarlar da reformcular hakkında bazı çalışmalar yapmışlardır. B k : A'h­
med Emin, Zu'ama' el-islah fi' l -asr'il-hadis, Kahire, 1 948; Tevfik et-Te'vil, el-Fikr'­
üd-din'il-lslami fi'l-alem'il-Arabi. 'el-Fikr'ül-Arabi fi mi'e sene', Beyrut, 1 96 7 .
134
•
İs l a m ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
'Reformcu'lar konusunda Tevfik et-Te'vil şöyle der:
"Vahhabi hareketinde Tevhid doktrininin, Sünusi hareketinde, dünya hayatın­
da aranan sonuçlarla dinI çağrının çaba ve eylemle o lan ilişkisinin, Kevakibl'de zul­
me karşı savaşmanın ve bir yanda Arap ulusalcılığı, öte yanda da sosyalizmin, Ce­
malüddin el-Afgani'de Avrupa sömürgeciliğine karşı kutsal savaşın, Muhammed
Abduh'da dini: düşüncenin ölçüsü olarak aklı yerl eştirmenin, ve Reşit Rıza'da ise ls­
lam'ın çağrısını yayma arzusunun vurgulandığını söylemek mümkündür. " s: 36. Bu
'olumlu' değerlendirme, 'reformcu'ların rolünü bütünüyle olumlu bir düzlemde ele
alan ve onları kendi günlerinde lslam'ın kurtarıcıları olarak gören, fakat bu grubun
Batılı heves ve akımlar karşısındaki iç zayıflığmı ve kutsal lslam geleneğinin bazı
yönlerine sırt çevirmelerini unutan tipik bir modernleşmiş Arab'ın değerlendirme­
sidir.
6Bk: 1 . Abu Rabi, lntellectual Origins of lslamıc Resurgence in the Modern Arab
World, Albany (NY) ,Tha State University of N ew York Prcss, 1996; ve G . C . Anawa­
ti &. M. Boormans , Tendances et courants de i'lslam arabe contemporaine, Munich,
Kaiser Verlag, 1 98 2 .
7Bk: H . A . R . Gibb, 'The Reaction o f t h e Middle East against Western Culture',
Studies on the Civilization of lslam, yayınlayan: S.] . Shaw ve W.R. Pulk, Londra,
1 962, Bl: 1 4 . ] . Bercque de çeşitli yazılarında bu eğilimi ele almıştır.
8Bk: N ] . Coulson, A HistoI)' of lslarnic Law, Edinburgh, 1964.
9Şeriat'ın merkezi önemiyle ilgili olarak Bk: S.H. Nasr, ldeals and Realities of
lslam , Bl: 4; ve M . H. Kemali , P rinciples of lslamic jurisprudence, Cambridge, The
lslamic Text Society, 1 99 1 .
10"Ulusalcılar iktidara gelir gelmez, bir avuç dolusu liderlerle, çevrelerindeki­
lerin dinmek bilmez acımasız baskıları, Batılı ve Batılılaşmış sınıfların ahlaki çökün­
tüsü açığa çıkalı beri daha da ısrarlı bir hal alan baskıları arasında hemen gizli iç ça­
tışmalar başlar. " H.A.R Gibb. Studies on the Civilization of lslam, s. 330.
1 1Suriye gibi bir ülke, 'solcu' siyasal programlarla Şeriat'a belli ölçülerde bağlı­
lığı şaşırtıcı derecede birleştirmektedir.
1 2Ezher'de bile , daha öncekine göre, Muhammed el-Bahiy ve Şeyh Şaltut gibi
kişilerin yazılarının toplumun çeşitli sınıflarına daha iyi ulaştığı ve daha büyük bir
hareketliliğin olduğu kuşkusuzdur.
1 3Karyetün Zalimetün, K. Cragg tarafından The City of Wrong adıyla İngiliz­
ceye çevrilmiştir, Londra, 1 95 9 .
1 4Bk: M . Mehdi, 'lslamic Philosophy in Contt•üporary Islamic Thought', God
and Man in Contemporary
Islamic Thought'da. s: 99- 1 04 .
Çağdaş Arap Dünyasında İs lam
•
135
1 5örneğin, lhvan' ül--Müslimin'in kurucusu Hasan el-Benna gençliğinde Şazeli:
Tarikatı kollarından birine bağlıydı.
16Sözgelimi bk: ] . Abun Nasr,The Tijaniya: A Sufi Order in the Modern World,
New York, Oxford University Press, 1 96 5 ; ve N . Z . Ziadeh, Sanusiyah. Leyden. 1958.
Bir istisna olarak, J Spencer Trimingham'm The Sufi Orders in Islam'ı belirti­
lebilir; Oxford. 1 97 1 , s : 1 1 0- 1 1 5 ; bu eserde hiç olmazsa, Sufı sistemler içinde gele­
.ıekçi canlanışlar kısaca verilmiştir. Arap dünyasında Sufi Tarikatlar üzerine son dö­
nemlerde gerçekleştirilmiş çalışmalar için bk: V. Cornell, Realm of the Saint-Power
and Au thority in Moroccan Sufism, Auistin (TX) , 1 998; R. S. O'Fahey, Enigmatic
Saint: Ahmed Ibn ldris and l drisi Tradition, Evanston (IL) , 1 990; V. Hoffman, Su­
fism, Mystics and Saints in Modern Egypt, Columbia (SC ) , 1 99 5 ; ve ] . j ohansen, Su­
fism and Islamic Reform in Egypt , Oxford, 1996.
1 7Modern bilginlerin inceleyerek, tartışıp durdukları türdeki çoğu dini 'reform'
kendilerini değil de dini yeniden oluşturmak isteyenlerin uğraştığı 'deformasyon
(bozmak, tahrip e tmek) 'dur, 'reforrnasyon (yeniden oluşturmak)' deği l . "Dini 'yeni­
den oluşturma'nın tek aracı, kişinin kendisini yeniden oluşturmasıdır. " F Schuon.
'No Activity Without Truth' , Studies in Cornparative Religion. Kasım, 1 969. s: 1 9 9 ;
yine . T h e Sword of Gnosis, s: 34.
1 8Bk: T. Burckhardt (çev) Letters of a Sufi Master. Louisville. 1 998.
19M. Lings'in güzel anlatımına te;;ekkürler, A. Sufi Saint of the Twentieth Century
20Bk: M. el-Kahin el-Fası, et-Tabekat'ül-Kübra'üş-Şazeliyye, Kahire, 1 928; Abdül-Alim Mahmud, el-Medreset'üş-Şazeliyyat'ül-Hadise, Kahire, 1 968.
2 1 Şazeliyye geleneğine bağlı kalan Hamidiyye'yi nitelendiren bu ılımlılık, çağ­
daş mısır hayatına bü tünüyle yansıyarak, aralarında üniversitelilerin de bulunduğu
nice genç insanın, tasavvufun en kayda değer ifade biçimlerinden biri olan bu Tari­
kat'a niçin bağlılık duyduğunu yeterince açıklar.
22"Son olarak, pek çok okumuş insan son zamanlarda dinin çeşitli yönlerine
büyük ilgi duyar oldu. Profesörler, yargıçlar, yüksek mülkiye memurları ve subay­
lar Kur'an okumak, mistisizmi incelemek ve hatta zikr yapmak için camilerde ve
özel evlerde bir araya geliyorlar. . . Bu gruplar son on küsur yılda büyük bir artış gös­
termiş bulunuyor. " M. Berger, lslam in Egypt Today, Carnbridge, 1 970, s: 74. Aynı
durum, Arap Yakın Doğusu'ndaki çoğu ülke için de geçerlidir.
Do k u z u n c u B ö lüm
İRAN'DA İ S LAM'IN D ÜNÜ V E BUG ÜNÜ
ı slam'ın Arap Dünyası' ndaki durumu, İslam dünyasmın kalan yörele•
rindeki durumundan farklıdır; çünkü , Müslüman Arap, modernleş­
miş de olsa, İslam öncesi geçmişinde , modernist ve ulusalcı bir düzlem­
de bile yüceltmesi mümkün olmayan 'Cahiliyye Çağı'ndan başka bir şey
görmez ve çağdaş Müslüman Arap kendisini, Kur'anı vahyin yeryüzün­
deki kanalı olan Arap ambiansına etnik ve dilsel bağlantısından kopa­
ramaz. 1 Bu durumun karşısında ise, Arap-olmayan-Müslümanlar'ın, İs­
lam'ın vahyedildiği ortamdan bü tünüyle fa rklı değişik bir İslam öncele­
ri vardır; ve en azından Araplar kadar, Kur'anı vahyin yeryüzündeki
göstergelerine karşı etnik ve dilsel bir bağlantıları söz konusu değildir.
Bu ayırım , üstün manevi ve san'atsal güzellikte parlak bir İslam ön­
cesi medeniyetleri olan ve İslam medeniyetinin kuruluşunda başlıca
rollerden birini oynamış bulunan İ ranlılar için özellikle geçerlidir. 2
İranlılar ve Araplar (geleneksel İslam kaynaklarında , el-Arabü ve'l­
Acem) birlikle İslam medeniyetini kurmuş ve bu medeniyetin tarihinin
hemen her aşamasında etkili olmuşlardır. Gerçekte , lslam düşünce ve
kültürü , Emevi ve Abbasi dönemlerinde yalnızca 'Arap' veya 'hanlı' ol­
maktan kurtulmayı başarmışsa da, b u iki halkın ikisi de bu kültür ve
138
•
İslam ve Modern İn s a n ı n Çık -m a z ı
düşüncenin tarihsel yerleşimi v e gelişimi üzerinde silinmez etkiler bı­
rakmışlardır. İ ranlılar, bir yandan İslam medeniye tinin kuruluşunda
merkezi bir rol oynarken , 3 bi r yandan da, İslam öncesi geçmişlerinden
pek çok öğeyi lslam'ın evrensel açısıyla bütünleştirip, bu şekilde bütü­
nüyle İslamlaş tırmayı başarmışlardır. Bu bakımdan , bu öğeler, yalnızca
İslamlaşmak ve Müslüman halkların zihinse l ve san'atsal üretkenliğinin
en önemli bölümlerinden biri olmakla kalmamış, aynı zamanda , kendi
kimliklerini koruyup , hanlı olarak kalmayı başarmış ve klasik döne­
minde ve hemen hemen şu son zamanlarına kadar kültürel düzlemde
Arap ve İ ranlı bölgelerine ayrılan İslam medeniyetinin birliği içinde
ikinci bir kültürel odak noktası yaratmışlardır. Bu nedenle, tarihsel or­
tama şöyle bir göz atmadan ve kl asik İ ran-lslam kültürünün oluşmasın­
da bütünleyici bir rol oynayan güçleri ve öğeleri tahlil e tmeden , İ slam'ın
günümüz İ ran'ındaki durumunu , lran'ın İslam-öncesiyle İslam arasında
yaratılan görkemli birliğe moclerni zm'den yönelen tehditleri ve 1 979
İ ran Devrimi'ni anlamak mümkün ol mayacaktır. 4
Bugün İ ran'a baktığımızda , dünyada , halkın nitelik ve nicelik açı­
sından en yoğun biçimde müslüman oldu,ğu ülkelerden biri karşımıza
çıkar. 5 Bugün İ ranlılar'ın büyük çoğunluğunun hayatı , bü tünüyle İ slam
tarafından biçimlendirilip yönlendirilmekte ve aynı zamanda, ülkenin
dini ve kültürel yaşantısı, doğal olarak İran halkının uzun tarihini yan­
sıtmaktadır. İ ranlılar bü tünüyle rnüslümanlaştığı ve yine de , belli dü­
z eyde İslam-öncesi geçmişleriyle bağlantılı farklı bir İran-İslam kül türü
yarattıkları için, 6 şu andaki -özellikle, bugün İ ran'da egemen olan lsna­
Aşeriyye veya O niki ! marn Şiiliği şeklinde yaşanan- dini hayatlarını an­
lamak, ü çbin yıldır İ ran yüksekovasında ömür sürmekte olan halkın di­
ni tarihine kısa bir göz atıvermekle mümkün olacaktı r.
İran, hem kendisinden bel l i başlı dini e tkilerin yayıldığı bir merkez,
hem de Akdeniz dünyası ve Asya'nm dini geleneklerinin kesiştiği bir
dört yol ağzı olmuş ve bunun sonucunda yeni yeni dini yaşan tı akımla­
rı doğmuştur. Kaynak olarak, Hindistan'ın Aryan fatihleriyle aynı e tnik
ve dilsel aileden geldiklerinden, yüksekovada yerleşen ilk İranlılar, Ve­
dalar'ınkine benzer bir dine bağlıydılar. Bu ilk temel dini zeminin üze­
rinde Zerdüşt'ün reformu oluştu ve İran'm özgül dini olarak Zerdüştlük
kuruldu . Zerdüşt'ün yaşadığı tarihler hakkında hala yoğun tartışmalar
sürüyorsa da, öğre tilerinin M . Ö . beşinci yüzyılda İran lrnpara torlu­
ğu'nun resmi dini haline geldiği kuşkusuzdur. Zerdüştlüğün kutsal ki-
İra n 'd a İs l ô m ' 1 11 Dii1. ii
ve
Bııgü u ü
•
139
tabı Aves ta, İ ran'm bilinen e n eski tarihinin e n değerli dini vesikası o l ­
duğ u kadar, İ ran dillerinin incelenmesinde d e temel bi r kaynaktır. Me­
lekler dünyasına olan sağlam inancı, insan varl ığının ahlaki boyutuna
verdiği öne m , hayat-sonrası ve Son Yargı üzerinde ısrarla duruşu ve in­
san hayatının kutsal karakterini oluşturan öğelerin safiyetini vurgulayı­
şıyla Zerdüştlük, Batı Asya'nın sonraki dönem elini haya tı ve İ ranlılar'ın
genel bakış açılan üzerinde önemli izler bırakmıştır. 7
Bu dinin İ ranlılar'ın ruhunda ektiği olumlu nitelikler varlığını sür­
dürmüş ve zayıflayıp, İslam'ın yeni güçleri karşısındaki manevi müca­
delesini yitirdikten sonra İslam'm kalıbı içine dökülmüştür. Sözgelim i ,
pek çok ihlaslı l ranlı'nm bir ibadet anlayışı içinde giysilerini, yiyeceği­
ni ve yaşadığı yeri temiz tu tmaya gösterdiği özen, hatta , zaman zaman
dinin bu öğesi üzerinde gereğinden fazla durması, lslam'ın da temizliğe
verdiği önemle vurgulanan eski bir Zerdüştsel öğretiye dayanmaktadır.
Bununla birlikte l ranlı'nın ruhunda Zerdüştlük adına ne kalmışsa , tü­
müyle İslamlaştırılmış ve İslam'm birlikçi görüş açısının ışığında yeni­
den yorumlanmıştır.
İran dinlerinin p ekişik ve kurallı çerçevesini oluşturan Zerdüştlü­
ğün kalıbını kıran çeşitl i dini hareketler dünya ça p ında yansımalara ne­
den olmuş ve aynı zamanda Zerdüştlüğün temellerini de sarsmıştır.
Agamemnon İ mparatorluğunun yıkılışıyla birlikte Elenizm'in etkileri ,
Fars ( l ran) halkının o turduğu tüm bölgelerde yayılmıştır. Bu kültürel
hareket, bünyesinde Elenist öğeler taşıyan , (Zerdüştlük'ten önce yayı­
lan Mitra'ya bağlılığın dışında ayn bir dini hareke t olarak görülen) Mit­
raizm adlı dini bir hareketle birlikte gelişmiştir. Batı'da , Almanya ve İs­
kandinavya gibi ülkelere kadar yayılan gizemli Mitra dini , Zerdüştlük
öncesi lran'ın dini uygulamalarıyla, Z erdüştlük, Elenizm , Babil ve Ana­
dolu'dan gelen öğelerin bir senteziydi. Eğer bu dini hareket, tüm dün­
ya için İ ran dini öğelerinin yayılması anlamına geliyorsa , İran için ise,
bir başka şeyden daha çok, o dönemde lskender'in fetihlerinin ve Selu ­
siler yönetiminin bir sonucu olarak l ranlılar'ın yaşamakta olduğu zıtla­
rın birleşiminden oluşan kül türel hayata evet diyen bir dinin kurulma­
sı demekti .
P ersler döneminde Zerdüştlük ve getirdiği İ ran kül türel geleneği ,
yeniden kendini bulmaya başladı ve Sasaniler'le birlikte bir kez daha
resmi devlet dini olarak, Sasani l mparatorluğu'nun çöküşüne değin bu
mevkide kaldı. Tabii bu demek değildir ki, dini düzlemde dahi kimi
140
•
İslam
ve
Modern İn sanın Çıkmazı
meydan okuyuşlarla karşı laşmadı. 1 . S . üçüncü yüzyılda , dünyayı yine
süpürüp geçen bir diğer gizemli İ ran dini , Manihaizm boy gösterdi . Ku­
rucusu olan Mani , önce Sasani yönetiminden yakınlık gördüyse de, so­
nunda Zerdüştlü k dini makamının karşı çıkması nedeniyle idam edildi .
Buna rağmen, dini Çin'den F ransa'ya kadar yayıldı ve İran'da pek çok
bağlılar kazandı . llk elde sosyal açıdan devrim ci ve dini açıdan mistik
bir hareket olan Manihaizm, yerleşik dini kurumlara karşı önemli bir
başkaldırı şeklinde belirginleşmiş tir. Kozmoloj ik ve yaratılışla ilgili
(tekvini) birtakım öğretileri İslam felsefesi'nin belli biçimlerinde kendi­
lerine yer bulmuşsa da, sonraki dönem Manihaizm'ine bağlı İranlılara
dini otoriteye karşı bir isyan hareketi olarak görünmüştür. İslami dö­
nemde de, kendisinden kaynaklandığı ve kendisine karşı ayaklandığı
Zerdüştlük ölçüsünde bir statüyü asla zaman elde edememiştir.
Sasani dönemi , bugün hem Z erdüşt, hem de Hristiyan olan düş­
manlarının yazdıkları sonucu 'dini bir komünizm' olarak bilinen Maz­
dekçilik gibi daha başka birtakım dinl hareke tlere de tanık olmuştur.
Kısa zamanda ezilen bu hareket de, yine Zerdüştgil sosyal düzene karşı
bir başkaldırıydı ve İslam'ın gelişiyle birlikte yıkılıp giden bu düzenin
sonuna ışık tutmuştu . Yine bu dönemde, l ran dini düşünceleriyle birta­
kım Yunan felsefi fikirlerinin karışımını gösteren Zurvanizm adlı bir di­
ğer felsefi-dini ekol gelişti Zerdüştlüğün içinde. Ve son olarak , Bizanslı­
lar'la olan yarışmadan dolayı Sasanller'in Doğu Hristiyan m ezheplerini,
özellikle N esturller'i teşvik ettiği de hatırlanmalıdır. Bu m ezheplere Sa­
sani l mparatorluğu toprakları içinde o kullar ve misyon yerleri açma iz­
ni verilmiş, bunun sonucunda da, l ran'da elle tutulur Hristiyan toplu­
luklar ortaya çıkıp, İslami dönemde önemli bir dini azınl ı k halini almış­
lardır. Yahudiler'in de l ran'da Agamemnonlar devrinden beri birtakım
dini merkezleri vardı ve bu merkezler hem Zerdüştlük, hem de İ slam
yönetimi döneminde de gelişerek devam etti. Dini azınlıklara karşı Bü­
yük Sirus'un gösterdiği hoşgörü , çok az istisnalarla İran'ın dini tarihi
boyunca süregelmiştir.
İran'da m eydana gelen en önemli manevi değişimin, İran dinleri ai­
lesinin yeni üyelerinin herhangi birinden değil de, lbrahimi ve Sami
k ökenli bir dinden, yani lslam'dan k aynaklanmış olması gerçekten il­
ginçtir. Sasaniler'in Arap orduları karşısındaki askeri bozgunu birden
ve hızlı olmuşsa da, lslam'la Zerdüştlük arasındak i manevi k avga de­
rinden derine Dördüncü/O nuncu yüzyıla kadar sürmüştür. Bu olgu ,
İra n 'da İs l am 'ın Dünü
ve
Bugiin ii
•
141
İranlılar'ın İslam'ı, bazı modern tarihçilerin iddia ettiği gibi, zorla de­
ğil, fakat içten gelen manevi bir ih tiyaç sonucu kabul etti klerini de gös­
terir. İranlılar Halifelik'ten ayn lıp , siyasal bağımsızlı kl arını yeniden ka­
zandıkları zaman bile , lran'da hala elle tutulur Z erdüşt topluluklar var­
dı. Fakat, yeni bağımsız lran hükümdarları bu geleneğe yeni bir dönüş
eğilimi göstermek şöyle du rsun , bizzat İslam'ın yayı lmasının şampi­
yonları olmuşlar; fakat, lran'ın edebi ve kültü rel hayatının bağımsızlı­
ğı üzerinde de ö nemle durmuşlardır. Asya'nın Müslüman ülkelerinin
çoğu , İran İslamı'nın aracılığıyla İslam'a gelmiş tir. Ve bugüne değin, bir
İranlı, 'Iran kül türü'nün etki alanını düşünürken, karşısında , lran yük­
sekovasınm Batı sınırlarından Batı Çin'e ve İranlı , Arap ve daha sonra
Türk öğelerin kesiştiği orta bölge lrak'a kadar uzanan tüm Doğu İslam
topraklarını bulur.
İsla m tarihinin ilk döneminde lran'da Sünni İslam egemendi. Ger­
çekte, diğer İslam toprakları Şiiliğin etkisindeyken, Sünniliğin kelam
alanındaki savunmasını Onuncu ve Onbirinci yüzyıllarda el-Cüveyııi ve
el-Gazali gibi Horasan'dan gelen kelam üstadları yapıyordu. Ama , şu da
belirtilmelidir ki, lran'da Kum gibi birtakım merkezler başlangıçtan be­
ri Şü'ydi ve ge n elde lranlılar'ın İslam'ın ilk yüzyıllarından beri Peygam­
ber Ailesi'ne karşı özel bir sevgisi vardı. İ deal peygamberin arayışı için­
de Arabistan'a değin çok çeşitli yerlerde dolaşan ve sonunda Peygam­
ber'i bulup, ona, "Ehl-i Beyt'in bir üyesi " olacak kadar yaklaşan Selman­
i Farisi'nin kişiliğinin, lslam lranı'nın bilincinde bıraktığı çok derin iz­
ler ye anlamlar vardır. 8 Daha ilk yüzyıllarda İran, Sünni lslam'ın belli
başlı merkezlerinden biri haline gelmiş ve Buharı, Gazzali ve Fahrüddin
er-Razi gibi bilginler ve kelamcılar yetiş tirip, aynı zamanda içinde, lbn­
i Babeveyh ve Küleyni gibi il k en büyük Şii kelamcı ve b ilginlerinin do­
ğup yetiştiği önemli Şii merkezlerini de barındırmış tır.
Moğol istilasından önce yakıp yıkıcı ve sosyal bir felaket geç ti
lran'ın üzerinden; lsmailil i k güçlüydü bu topraklarda. Üçüncü/Onuncu
yüzyıldan sonra güç merkezleri Yemen ve daha sonra Mısır olmuşsa da,
bu ekolün lran'da da Ebu Hatim er-Razi, Hamidüddin el-Kirmani ve
Nasır Husrev gibi, l smaililik konusunda bir hayli doktriner eserler bı­
rakmış olan · en ünlü filozof ve kelamcıları vardı. Bunun da ö tesinde,
'Alamut'un diriltilmesiyle' , lsmaililik ! randa önemli bir siyasal güç hali­
ne gelmiş ye Alamut'un Hülagu tarafından yıkılışına değin, siyasal bas­
kılarını sürdürmüştür.
1 42
•
İs lam ve Mo dern İns a n ı n Çıkm a z ı
M oğol istilasıyla Safevller yönetiminin kurulması arasında geçen
zaman içinde l ran , birtakım Sufi s istemlerin ve çok sayıda önde gelen
Şii kelamcıların faaliyetlerinin neden olduğu hem sosyal ve siyasal , hem
de en saf dini faktörler sonucu aşama aşama Şiiliğe kaydı. 9 Yine de, Sa­
feviler yönetiminin kurulup, Şiiliğin resmi devlet din! kabul edildiği sı­
ralarda bile lran'm çoğu yeri hala Sünni'ydi . Değişim nisbeten hızlı ol­
du ve az zamanda ülke büyük ölçüde Şiileşti; her ne kadar H o rasan,
K ürdistan ve Belucistan gibi yörelerde bugüne değin önemli Sünni öğe­
ler varolageldiyse de.
han , ayrıca daha lslam tarihinin başlangıcıyla birlikte Sufizm'in, ls­
lam'ın bu mistik ve batını öğesinin hızla yayılıp, en çarpıcı edebi ve
san'atsal biçimlerle ifade edildiği bir ülke haline gelmişti. El-Bestami ve
Hallac gibi en büyük ilk Sufiler'den bazıları lranlı'ydı ve Sufizm'in daha
sonraları yaptığı doğrudan etki , lran şiirini edebiyatın en evrensel biçim­
lerinden biri haline getirdi. Hem, Sufi sistemlerin bizza t varlığı, hem de
Sufizm'in lran edebiyat, müzik, mimarı ve diğer san'at biçimlerinde ol­
duğu kadar birtakım sosyal kuruluşlar üzerinde de yaptığı etki sonucu,
Sufizm'in ruhu , lranlılar'ın hayatın ın pek çok yönü üzerinde silinemez
etkiler bıraktı . 1 0 Burada hemen hatırlanmalıdır ki, ana ni teliği bakımın­
dan batını olması nedeniyle, Sufizm, Sufi yolu izleyebilme ye teneğinde
olanlar için içsel öğretilerini her zaman korumuştur. Sufizm'in yalnızca
dışa vurmuş yönleridir ki, lran kültür ve hayatının dokusunda gözle gö­
rülür bir iplik olmuş ve genel bir kültürel ve sosyal iz bırakmıştır.
Artık bu genel bilginin ışığında , lslam'ın günümüz lran'ındaki rolü­
nü incelemeye gi rişebiliriz . franlılar'ın, sözcüğün mümkün olan en de­
rin anlamıyla lsla.mlaştığı bu uzun dönem nedeniyle, bugün lranlılar'ın
dünya görüşünü , her şeyden önce lslam'ın öğretileri tayin ve tesbit et­
me durumundadır. Diğer müslümanlar gibi lranlı da, kulaklarında yan­
sıyan Kur'an- ı Kerim'in ayetleriyle doğar, yaşar ve ölür. Ç evresindeki
dünyaya, İlahı Olan'ın ve Kur'an-ı Kerim'de açıklanan yaratıcılığının
ışığında bakar. Son elli yılın laik eğilimlerine rağmen, dini faktörün tek
bir boyutunu oluşturduğu bir dünya görüşünde dine yalnızca tek bir
öğe olarak bakılan bir hayat anlayışı l ran'da yer etmemiştir. Dünya gö­
rüşü bütünüyle dinidir ve bazılarının, dini görü n üşte inkar etmelerinin
bile dini bir anlamı vardır.
lranlı'nın içinde yaşadığı evren, diğer müslümanlarmki gibi , her şe­
yin Başı ve Sonu, llk ve Son , Mutlak Kudret ve Mutlak llim Sahib i Ya-
İra n 'da İs l a m 'ı n Dünü
ve
Bugünü
•
1 43
ratıcı Allah tarafından yaratılan ve yaşatılan bir evrendir. Hem doğa
dü.nyasında hem de insanların ve oluşturdukları toplulukların hayatla­
rında mutlak egemen olan Allah'ın İ radesi'dir. Allah'm bilgisi her şeyi
kuşatır ve heybet ve haşmeti Kendi'nden başka her şeyin yokluk içinde
eriyip gitmesine neden olur. Yine de, insana kendi hayatını götürmesi
ve zorlanmadan , kendi arzusuna göre 'doğru yol'u ( es-Sırat'ül-Müsta­
kim) seçmesi için özgür irade vermiştir. İnsanın hayatının gizliliği ,
mantıksal açıdan çelişkiliymiş gibi gö rünen , bu Allah'ın Mutlak Kudre­
ti'yle , insamn özgür iradesi ve Yüce Yargıç olarak Allah'ın önündeki so­
rumluluğu arasında yatar. 1 1 Her Müslüman, haya tı boyunca, eylemleri­
nin bu bozulma ve değişim dünyasının ö tesinde taşıdığı anlam ve öne­
min farkındadır. İ ranlı müslüman da , diğer iman kardeşleri gibi, zayıf­
lığı nedeniyle belki zaman zaman dünyevi ve hatta llahi hükümlere ay­
kırı bir ömür sürebilir; fa kat, bir an için bile o lsa, l lahl Emr'in varlığın­
dan ve bu Emr'i izleme sorumluluğundan kuşku duymaz . Daha önce de
ifade edildiği gibi , genelde müslümanlar, özelde lranlılar için denilebi­
lir ki, llahI Olan'ın sesine kulak vermeyenler de vardır; fa kat 'Bu Ses'in
varlığından kuşku duyan kimse yoktur. Bu nedenledir ki , bir ömür zevk
ve eğlenceden sonra , bakarsınız bir adam, birde n dindar oluvermiş ve
hatta , en dinden uzak bir hayatın ortasında bile, hayatın aşkın boyutu­
nun varlığı karşısındaki bilincini koruyabilmiştir.
Allah'ın iradesi, lslam'da somut ve her şeyi kuşatıcı bir kanun -Şe­
riat- olarak ortaya çıktığı için; İranl ı her zaman , hayatının tüm yönleri­
nin dinI bir nitelik taşıdığının fa rkındadır. Şeriat insan hayatını bütü­
nüyle kuşattığından, l ranlılar'ın büyük çoğunluğu iÇin, karşılaştıkları
tüm kan unların ve günlük yaşantılarında bulundukları tüm eylemlerin
ku tsal bir niteliği vardır; her ne kadar bazı alanlarda Şeriat dışı kanun­
lar yürürlüğe konmuş olsa da . Çoğu İ ranlı geçim için çalışırken , yaptık­
ları işin geleneksel anlamda dini bir ni teliği bulunmasa bile , dini bir gö­
revi yerine getirdikleri duygusu içindedirler. Ö te yandan , dinle dünya
arasındaki Batılı ayırımdan etkilenmiş buluna n, Batılı eğitimden geçmiş
küçük bir azınlık ise , yaptıkları işlere dini bir anlam vermez. Böyleleri
için Şeriat , pek başvurmadıkları birtakım özel tapınma biçimlerinden
ibare ttir. Fakat, yalnızca küçük bir azınlıktır bunlar. Hem o kumuş hem
okumamış çoğu İranlı için , kutsal bir kanunla , insan hayatını bü tünüy­
le yönlendiren llahi Irade'nin her şeyi kuşatıcı niteliği, sahip oldukları
dünya görüşü içinde önemli bir gerçeklik ve kalıcı bir faktördür.
1 44
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
Diğer müslümanlar için olduğu gibi l ranlı müslümanlar için de Al­
lah'ın lradesi, tüm olguların Kur'an-ı Kerim'in öğretileriyle uygun lu k
içinde 'Allah'ın ayetleri' olarak görüldüğü doğa dünyasında da söz ko­
nusudur. Batı'da anlaşıldığı biçimiyle insanları yönlen,diren llahi Ka­
nun'la doğayı yöneten kanunlar, dini ve doğal kanunlar arasında nih ai
düzlemde hiç bir fark yoktur. 1 2 Doğa, doğrudan doğruya vahiyle bildi­
rilen dini gerçekliğin tamamlayıcı yönüdür. Bu nedenle, kendisine hem
bir neşe kaynağı, hem de manevi hayatın temeli olarak bakan gelenek­
sel lranlı'da en derin zihinsel ve düşünsel tepkileri doğurur. Doğanın
l ran'daki sadelik ve haşinliği , yüksek dağlar, geniş çöller, dağ sıraları
arasına gizlenmiş yeşil vadiler, lranlı'yı aşkın olanı görmeye götürür.
Görünen , aslında görünmeyen için bir perdedir ve doğa dünyasının
(alem-i tabiat) kanunları , her şeyi yönlendiren evrensel kanu nun bir
parçasından başka bir şey değildir.
Geleneksel lranlı, İslam'da alabildiğine vurgulanan eşyanın geçici
doğasının da iyiden iyiye farkındadır. Ölüm gerçekliği ve çevresindeki
her şeyin kararsızlığının bilinciyle içiçe yaşar. Onun için melekler dün­
yası, maddi biçimlerin üstünde yer alan manevi varlıklar alemi , hem es­
ki İran dinlerinde, hem de lslam'da vurgulanan kalıcı bir gerçekliktir.
Bu dünya geçici ve gelip gidici ise de, onun üstünde kalıcı ve aydınlık
melek! cevherler dünyası vardır. 1 3
Bu dünyanın geçici doğasının farkında oluş, hayatla büyük bir neşe
ve hayatın, daha yüksek varlık düzenlerinin güzelliğini yansıtan güzel­
l ikleriyle birleşir. Pek az kişiye , lranlılar kadar hayatın neşelerinden ve
güzelliklerinden yararlanma zevki verilmiştir; fakat bu tu tum, her za­
man, bir kez elden gitmiş bir anın artık bir daha geri dönmeyeceğinin
ve fiziki ve duyumsal olan her şeyin fani olduğunun kavranışıyla atba­
şı gider. Bu iki tu tum Kur'an-ı Kerim'in okunuşunda da kendini göste­
rir; Kur'an'ı dinleyen insanlar bir yandan dünyevi kaygıların çok çok
ö telerine taşınır ve sicim gibi gözyaşı dökerken , bir yandan da en güzel
bahçelerde , okuyu cunun en güzel musikiyi sergi leyen sesinden ve en
nefis cana can katmalardan ziyafe tler çekilir. Bu iki tutum, en manevi
düzeyde İran Sufi şiirinde vardır; bir yandan Sonsuz'un her an Güzelli­
ği'nin bir yanını yansıttığı sürekli hatırlatılırken , bir yandan da Sonsuz­
luğu nedeniyle tecellilerinin bir daha geri gelmeyeceği anımsatılır. 1 4
lranlı'nın hususi ni teliklerinden olan ve kendini bü tünüyle Şii özel­
liklerde gösteren bir trajedi öğesi de vardır aynı zamanda . Bu, sonraki
ira n 'da is l a m 'ı n Dünü
ve
B ugünü
•
1 45
dönem 'Grekler'indeki insani traj edi, Yunan kültürünün çöküş dönemi­
ni n ve Ortaçağ sonrası Avrupası'nın özgül niteliğini oluşturan P romete­
ci zihniyetle insanın tanrılara karşı isyanı biçiminde bir traj edi değil, in­
sanın Allah'a teslimiyetine ve buna rağmen O'ndan kopuşuna dayanan
manevi nitelikte bir traj edidir. 1 5 Hayatın neşe (ferah) yönünü asla olum­
suzlamayan bu traj edi ve üzüntü öğesi (hüzn) her zaman dini bir karek­
ter taşır ve bir tefekkür temeli oluşturur. Gerçekte llahı: Olan'a bir özle­
mi dile getirici nitelikteki 'hüzn'ün yer aldığı klasik İran müziğinde yan­
sır trajedi. İnsan, umutsuz bir Ha.hı Olan'ı kavrama ve kendi manevi do­
ğasının farkında olma ihtiyacı içindedir. Gel gör ki bu kavrayış, kendi­
siyle tlahi Olan'ın arasındaki uzaklık ve bu sona ulaşmak için tlahı: yar­
dıma duyduğu ihtiyaç nedeniyle, neredeyse imkansız hale gelmiştir. 1 6
Bu görüşle çok yakından bağlan tılı olarak, Şiilik için son derece
önemli olan, Allah önünde şefaatçi ve aracı anlayışı gelişmiştir; insan,
*
kendisiyle Allah arasında bir aracıya muhtaçtır ( ) . Bir vahyin inişinden
son ra bile aracının rolü devam eder. Bu bakımdan, l slam'ın P eygambe­
ri'nden sonra, arkadan gelen kuşaklarla Allah arasında aracılar olarak
İmamlar var olmalıdır. Gelecekte bir kurtarıcı, dünyayı bozulmuş duru­
mundan kurtaracak Mehdi de o l malıdır aynı zamanda . Şiiler'e göre ,
Mehdi de bir İ mam'dır, On-ikinci l mam'dır, fakat, yaşıyorsa da gaybet
(görünmez) halindedir ve yalnızca Allah'ın bildiği bir vakte değin orta­
ya çıkmayacaktır. Onun ortaya çıkmasını (zuhur) beklemek ( intizar)
dini bir fazilettir. Velilere ve İ mamlar'a başvurma ve gelecekte adaletsiz­
lik ve bozulmaları giderecek ve bugünkü hayatın zorluklarına bir son
verecek birini bekleme idealleri, İran dini görüşünün kalıcı öğelerin­
dendir.
( * ) "lslam'da, insan, Allah'm yeryüzündeki halifesidir. Fakat, Allah'a yaklaşma
uğraşısı içinde Peygamber, İ mamlar ve veliler gibi manevi aracılara ihtiyaç duyar.
Günlük dini hayatında, Şii bir mü'minin Allah'la arasında insani aracılara bir Sün­
ni'den daha fazla ihtiyacı yoktur. Her müslüman bir din adamıdır, ister Şii olsun, is­
ter Sünni, Şillikte de Sünnilikte de 'aracılar'ın varlığı dini hayatın iç boyutuyla ilgi­
li bir sorun olup, lslam'ın, Allah'la insan arasında dini ibadetler ve ameller alanın­
da aracılar olarak yer alan dini bir hiyerarşi veya belli bir din adamlığını kabul et­
meyen yapısında herhangi bir değişiklik yapmaz." (S.H. Nasr, ideals and Realities of
Islam, Londra 1 966, Now York 1 967, s: 1 73 . ) ( ç . n . )
146
•
İs lam ve Modern İnsanın Çı kmazı
Dini kuru m ve kuru luşlara gelince, d iğer müsl ü rnanların o lduğu gi­
bi, 1ranlılar'm hayatında da bu alandaki
en
önemli merkez, büyük ke nt­
ve köylerdeki tek oda la­
lerin geniş Cum'a camilerinden, küçük kasaba
ra kadar çeşitli büyüklükteki camilerdir. Mimari de, süslü kiremitli ca­
mil erden, duvarları badanalı kerpiç yapılara kadar değişiklik gös ter­
mektedir. Hangi şekilde olursa o ls u n , cami toplumda hem dini, hem de
sosyal faaliyetlerin merkezidir. Kapısı her zaman açık olup, günlük ha­
yatın hay-hıı.yu arcı.sında ku tsal ve sakin bir yapı, halkın namaz kılmak
için olduğu kadar, bir iş anlaşması yapmak veya sadece caminin yarat­
tığı düşünce ve huzur ortamında dostlarla sohbet edip rahatlamak için
sık sık içine adım a ttıkları yerdir. Büyük ken tlerde büyük camiler, he­
men hemen hep p3zar yerinde olup, günlük hayatın ayrılamaz bir par­
çasını oluştu rmaktadır. 1 7
Cami, cemaat ve özellikle Cum'a namazl arı için v e aynı zamanda,
özel dini yas , bayram veya cenaze törenleri için de kullanılmaktadır. Bu­
nunla birlikte 1 97 9 devrimine kadar Cum'a namazları l rarı'da , Sünni ls­
lam'ın hakim o lduğu müslüman ülkelerd ekinden daha az önemsenmiş­
tir. Bu da, M ehdi'nin yokluğunda, Cum'a namazlarının , Sünni islam'da­
ki kadar siyasal bir önem taşımayışınclandır; ( ) bu bakımdan u lema ta­
rafından önemle vurgulanmamıştır. Bunun yerine, b irey birey ve çoğun­
l ukla evde kılınan zorunlu namazlar da camilerde kılınanlar kadar
önemli sayılır, bu yüzden , düzenli o larak camilere gitmeyenler n amaz­
larını ve diğer dini ibadetlerini evlerinde yerine getirirler. Elbette bu du­
rum, devrimden sonraki dönemde ciddi bir değişikliğe uğramış ve Cu­
ma namazları , dini açıdan old uğu kadar siyasal açıdan da m erkezi öne­
mi haiz bir konuma sahip olmuştur.
( * ) On-iki lmam Şia inancı ve fıkhı "Velayet!lmamet" anlayışıyla bütünüyle iç
içedir. Toplumun 'llahi nass'la atanmış "lmam'ı hem siyasal anlamda yönetici, hem
hayatın her türlü alanında son hüküm mercii, hem müslümanları manevi yönden ye­
tiştiren bir terbiyecidir. Daha açık bir anlatımla, 'halifelik, fakihlik ve mürşidlik'
fonksiyonlarının üçünü de kendinde toplar. Bu bakımdan, "Zekat, haddler ve Cum'a
Veliyy'ül-Emr'e aittir" hadisinde de belirtildiği gibi, Cum'ayı kıldırma hakk ve göre­
vi lmamlarındır. Onların yokluğunda, bir Şii ister Cum'ayı kılar, ister öğle namazını.
Ama, şu da var ki, bu hüküm genel bir hüküm olmasına rağmen, bugün "Velayet-i
Fakih"le yönetilen lran'da Cum'a namazlarına büyük önem verilmektedir ( ç . n . ) .
İran 'd a İs l a m 'ı n Dünü
ve
B ugü n ü • 147
Devrim öncesin de camınin rolü ., hem kentte oturan hem köyde otu­
ra n için, hem geleneksel hem de modern İ ranlı için farklılık göstermek­
teydi . Kırsal kesimde caminin imamı , çoğunlukla ilköğretimin , özellik­
le, ilk dini öğretimin de öğretmeni ve çoğu anlaşmazlıklarda da yargıç
du rumundaydı. N a mazlardan sonra halk çevresinde toplanır ve imama
gitmediği takdirde mahkemeye varacak olan sorunları hakkında sorular
so rardı . Kasabalarda da bu ade t belli ölçülerde sürdürülüyorsa da, ken t­
le rde hem ilk öğre tim, hem de yargı fonksiyonu caminin dışında yerine
getirilir, fakat yargıç yine çoğunlukla dini bir otoritedir. Büyük kentler­
deki geniş camiler, dini bir okul veya ileri dü zeyde dini eğitim veren
medreselerle bağlantılı olarak yüksek seviyede eğitim hizmetleri için de
kullanılır. Bu model büyük oranda devrim sonrasında da devam etmek­
le birlikte, büyük şehirlerde caminin sosyal ve siyasal rolünde önemli
değişiklikler meydana gelmiştir.
Yine devrim öncesinde, modern eğitim görmüş sınıflardan gelenler,
özellikle Batı'da eği tim görmüş olanlar, çok özel durumlar dışında ku­
ral olarak camiye gitmezlerdi. Çokları , yine camilerle bağlantılı olarak
kutsal yerl ere ziyaretlere, Muharrem'de yas törenlerine veya cenazelere
katılırlar; ama , günlük ibadetler için bulundukları yerlerdeki camilere
pek seyrek uğrarlardı . Bu durumun gözle görülür istisnaları varsa da,
rahatlıkla denilebilir ki , dinI yaşantının bu yönünde İ ran toplumunun
ana gövdesinden kesinkes ayrıydılar.
Kökleri İslam tarihinin ilk yüzyı llarına uzanan medrese sistemi , di­
ni geleneğin zihinsel yönünün canlı kalmasına yarayan bir araçtır. Ço­
ğunlukla vakıf halinde ve büyük bir camiyle bağlantılı bulunan bu
okullarda , bir ön dini eğitimden geçmiş öğrenciler okurlar. Öğrenimle­
ri büyük ölçüde medrese tarafından sağlanır, yatılıdırlar, medrese bina­
larında (külliye) kalırlar ve başka birtakım giderleri de karşılanır. Mo­
dern üniversitelerde olduğu gibi , öğrenimlerini belli bir süre içinde bi­
tirme zorunlulukları olmadığı gibi , k endilerine herhangi özel bir ünvan
da verilmez . Bazıları ömrü boyunca m edresede kalır ve başarılı olabilir­
lerse öğretmenlik de yaparlar; öğrencilerin çoğunluğu nakli ilimleri se­
çerler ve fıkıh, fıkıh usulü, tefsir, hadis vs . üzerinde çalışırlar. Bununla
birlikte , akli ilimleri seçip, mantık, İslam felsefesi, kelam vs . okuyanla­
rı da vardır.
Bugün, ülkenin Kum'da bulunan en büyük medresesinde on bin öğ­
renci öğrenim görmekte olup, Meşhed, Tahran, İsfahan, Şiraz ve daha
148
•
İs l a m ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
başka kentlerde de büyük medreseler vardır. Bunun da ö tesinde, med­
reselerde verilen resmi derslerin yanı sıra , bi rtakım profesör ve üstadla­
nn evlerinde de daha ileri düzeyde dersler verilir. Bu dersler, özellikle
geleneksel İslam felsefesi veya hikmet ve irfan bakımından hayli önem­
lidir. Bu özel çevrelerde derslere , medreselere devam e tmeyenler, hatta,
salt geleneksel eğitimin dışında modern eğitim görmüş olanlar da katı­
lır. Hatta denilebilir ki İran'da bugün zihi nsel İslamı bilimler, çoğunluk­
la resmi kurumların dışında özel çevrelerde öğretilmektedir.
Şil İ mamları'nm , çocuklarının ve Sufi velilerin türbelerinin bulun­
duğu külliyeler de , her toplum kesiminin hayatında önemli bir rol oy­
namaktadır. Bu yerler, genellikle bir türbe, cami, medrese ve kü tüpha­
neden oluşmakta, vakıf gelirleri ve bağışlarla ayakta kalmaktadırlar.
Bunlardan en önemlisi . h er ay yüz binlerce kişi tarafından ziyaret edilen
Meşhed'deki Sekizinci İmam Ali Rıza külliyesidir. Bu külliye, türbenin
çevresindeki camiler, avlular, dispanser, has tane, büyük bir kütüphane,
bir müze ve bir medresed en oluşmaktadır. Burada her öğün en az bin
kişiye bedava yemek verilmekte ve yalnızca lran'ın çeşitl i yörelerinden
değil , aynı zamanda Arap Dünyası ve Hint-Pakistan Yarıkıtası'ndan da
gelen grup grup mü'minlerin burasını bü tünüyle doldurmadığı bir tek
an olsun geçmemektedir.
M eşhed'den sonra, bu tür yerlerin en önemlisi , içinde lmam Rı­
za'nın kızkardeşi Hazret-i M asume'nin türbesinin bulunması ve en etki­
li Şil müctehidlerin 1 8 yaşaması nedeniyle, kutsal Kum kentidir. Yıl bo­
yunca bu kent de çok sayıda ziyaretçiyle dolup taşar. Tahran yakınında­
ki Rey'de bulunan Hz. Abd'ül-Az1m'in, Şiraz'da Şah Çirağ'ın ve Kirman
yakınlarında ünlü Sufı . Şah N imetullah Vell'nin türbeleri de birinci de­
recede önemli kutsal kurumlardır. E rişilmesi güç dağ başlarında, gele­
neksel kutsal coğrafya bilimiyle bağlantılı olarak doğanın h eybe t saçan
yörelerinde de daha başka bu tür kutsal yapılar vardır. Üzgün ve sevinç­
li anlarında halkın kendilerine yöneldiği bir veli ve bir ziyaret yerinin
bulunmadığı hiç bir kent veya kasaba yoktur. Bütün bu kutsal yerlerin,
Allah'la aralarında aracılar olarak, kendileriyle Allah'tan dilekte bulu­
nan halkın günlük dini hayatında ö nemli bir yeri vardır. En modernle­
ri de içinde olmak ü zere , bu kutsal yerlerin kendisi için bir güç veya be­
reket ifa de etmediği herhangi bir İ ranlı bulmak gerçekten güçtür.
Farsça'da bankalı denilen Sufi m erkezler de, din! hayatın belli başlı
odak merkezleridir İran'da; her ne kadar Sufizm dinin zahir! boyutunu
İran 'da İs liim 'ın D ü n ü
ve
B ugünü
•
149
aşıp, lslam'ın batını öğre tileriyle ilgileniyorsa da, Hankah , ya yaşayan
bir Sufi şeyhinin evidir veya , tarikatın merkezi haline gelmiş bulunan
ölmüş bir şeyhin türbesidir. Her iki durumda da hankah, içlerinde fu­
karanın, yani dervişlerin manevi uygulamaları için periyodik olarak bir
araya geldikleri binalardan, gezgin dervişlerin kaldıkları odalardan ve
inzivaya ( halve t ) çekilmiş dervişlerin hücrelerinden o luşmaktadır. Pey­
gamber ve Ali'nin doğum günleri gibi özel dini tatillerde ve yas günle­
rinde hankahlar, törenlere katılmak için gelen h erkese kapılarını açar­
lar. Hatta, daha başka zamanlarda da , hankah , toplum için manevi bir
çekim gücünü n merkezidir; kuruluşun dışında kalanlar, duvarlarının
içinde müritlere neler öğretildiğinin bütünüyle farkına varmasalar da.
lran'da bugün en öneml i Sufi tarikatlar, tüm ülkede kolları bulunan
Nimetullah! tarikatlarıdır; Gunabadi ( N imetullahi'nin bir koludur) Ho­
rasan'da , Zehabı Şiraz'da, Kadir'i Kü.rdistan'da, Belucistan'da ve Fars
Körfezi'nde, Haksar özellikle esnaf arasında ve Nakşibendi de Kürdis­
tan'da yaygındır. Çoğu diğer müslüman ülkelerdeki kollarla yakından
ilişki içinde bulunan bu tarikatlar, halkın genel yapı sını ve kültü rel ha­
yatım, özellikle edebiyat., müzik ve hatt (güzel yazı) san'atını da etkile­
meye devam etmektedir. Yaşayan bir manevi irfan yolunun varlığı , zi­
hinsel uğraşıları ve bu nedenle , salt bir akılcı bilgi şekli olmaktan ö te ,
nihai düzlemde manevi oluşa yardım e d e n b i r hikmet o l a n geleneksel
İslam felsefesini de etkilemektedir. Fakat yine de, doğası nedeniyle , Su­
fizm'in öğretileri en büyük etkiyi kendi manevi çevresinde yapmaktadır.
İslami kurumları n en önemlilerinden olan vakıflar, yukarıda sözü
edilen dini kurumlan ve daha pek çokl arını ayakta tutan bir kuruluştur. Çoğunlukla işlenmiş araziler ve aynı zamanda çayırlıklar, kuyular, ağaç­
lar vs. belli bir dini kurum için vakfedilmektedir. Vakfın yöneticisi ola­
rak bir kişi seçilmekte ve onun yönlendiriciliği altında elde edilen gelir­
ler, vakfın kurucusunun isteği doğrultusunda harcanmaktadır. Devrim­
den önce, hükümette bir vakıf bölümü kurulmuş, ve bu konu. belli ba­
zı kuruluşların uhdesine verilmiştir. 1 9 Fakat yine de, vakıflar hüküme­
tin kontrolünden uzak bulunmakta ve çoğu durumlarda , vakıfla görev­
len<0lirilen kişi ya da gücü elinde tu tan ailesi, vakfa bakmaktadır.
Diğer geleneksel toplumlarda da olduğu gibi, geleneksel l ran toplu­
munda da her sosyal kurumun dini bir anlamı ve önemi vardı. Ne ki
modern dönemle birlikte, laisizmin saldırılarının sonucu olarak, bu ku­
rumlardan bazıları dini kimliğini yitirdi; bazıları da, sözcüğün tam an-
150
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
lamıyla dini kuruluşlar değilse de, dini bağlantılarını bugüne dek koru ­
du. Bunlardan, esnaf'ın büyük önemi vardır. Tüm büyük kentlerde var­
lığını sürdüren esnaf, fırıncı, tuğlacı ve halı dokuyucu gibi, belli bir
mesleği olanları , hala çok çeşitli alanlarda Sufi sistemler ve fü tüvvet'l er­
le bağlarını koruyan bir kuruluşa üye kaydetmekledir. Esnafın çoğu bü­
tün geleneksel esnaf ( loncalar) ın baş velisi olan Ali'ye karşı özel bir sev­
gi duymakta ve güçlü kardeşlik duygu larına sahip bulunmaktadır. Batı­
lı anlamda sendikaları andıran işçi kuruluşları bile, esnafın birtakım
kendine has niteliklerini taşımakta ve öyle ki , çoğu durumlarda, sendi­
ka ile esnaf arasına ayırıcı bir çizgi çekmek zor olmaktadır.
Bazı çevrelerde, zur hane denilen beden eğitimi evleri çevresinde
odaklanmış mertlik örgü tlerinin kalıntılarına hala belli oranda sosyal
bir ilgi duyulmakladır. Yine, Ali'nin adıyl a yakından bağlantılı bulunan
bu örgütler, geleneksel düzlemde mertlik ruhunu (civan merdi) geliştir­
meye ve ahlaki ve manevi bir kişilik oluşturmaya yararlardı. Merkezle­
rinde, beden eği timi çalışmaları yapılır, davul çalınır, dini deyişler ve
destanlar okunurdu . Diğer müslüman kentl erde olduğu gibi , geleneksel
lran kentlerinde de , kentin huzurunu ve namusunu koruyan güçlü
kuvvetli kişiler vardı. Çoğunlukla zürhane'yle bağlantılı olan ve bugün
de Tahran'ın modernleşmiş kesimlerinin , geleneksel mertlik erdemle­
rinden yoksun Batılılaşmış gençleriyle tam bir tezat oluşturan bu tipler,
çoğu kentlerde ayn ı fonksiyonu hala görmektedirler.
Son olarak, çoğunlukla bürokratik mesleklerle bağlantılı ve kimisi
de Sufi sistemlerle yakınlık içinde bulunan, Kaçar ve Pehlevi dönemin­
de kurulmuş kimi örgütleri de anmamız gerekiyor. İran ikliminde , çok
az durumlarda İsl ami bir renge bürünmüş bulunan, bir yandan da han­
kah'larla ilişki kurmaya çalışan Farmason localarının varlığı da belirtil­
melidir. 2 0 Ancak pek az durumlarda , bu localara benzer herhangi bir
örgüt doğrudan bir dini karekter taşımadan İran'da şube açabilmekte ve
modern okumuş sınırlardan pek çok kişiyi kendisine çekmektedir. Bir
örgü tten diğerine, hatta kişiden kişiye değişiklik de gösterse, tüm bu
durumlarda dini bir öğe kesinlikle vardır. 2 1
Kutsal Kanun'un her şeyi kuşatıcı doğası nedeniyle , Müslüman
dünyanın başka yerlerinde de o lduğu gibi İ ran'da da, sosyal hayatın di­
ni ilkelerden bü tünüyle kopmuş hiçbir yanı yoktur; her ne kadar dev­
rim öncesinde modernizm ve modernizmin etkisiyle diriltilmiş eskilere
dayanan birtakım tarihsel güçler, sosyal hayatın bazı yönlerini İslam'ın
İran 'da İs l ii m 'ı n D ü n ü
-ve
Bugün ü
•
151
doğrudan hüküm alanın dan çekip çıkarmışsa da, o dönemde bile İslam,
evlilik ve b oşanma gibi kişisel ilişkilerle , medeni hukukun pek çok kıs­
mında işlerliğini koruyordu. Medeni hukuk alanında , Avrupa kanunla­
rından alınmış noktalar bil e , 'ulema'nm onayıyla uygulanmaya konmuş
ve içtihad'larla İsl am'm kalıbı içine s o kulmuştu . Dahası, devrimden ön­
ce bu kanunu uygulayanlar ve hakkında söz sahibi olanlar, hemen he­
men ya bütünüyle medreselerin ya da İ slam fıkhına açık bulunan l lahi­
yat ve hukuk Fakültelerinin mez unlarıydı. 79'dan sonra hükümet Şeri­
at'ı toplum hayatının tümüne yeni d e n hakim kılmaya çalışnuş , ancak
süreç henüz tam anlamıyla başarılamamış tır.
İslam dışı uygulamaların en fazla görüldüğü alan ekonomik hayat­
tır. Vergi sahasında , Şiil ik'te zekat ve h ums o lan İsl ami vergilere ek ola­
rak, İslam dışı vergi sistemleri Emeviler'den bu yana uygul anagelmek­
tedi r. Ç oğu zenginler, özellikle, pazardaki tüccarlar, hükümetin istediği
vergil erden başka dini vergileri de ödemeye devam etmektedirler. Dini
vergi , Kum gibi kentlerdeki Şil öğrenim merkezlerinin ana gelir kayna­
ğını o luşturmaktadır ve devrimden s o nra zorunlu kılınmıştır.
Dini ruh kendisini ekonomik hayatta, belirli normlar şekli nde değil
de, kişisel tavırlarda göstermektedir. İslam'ın helal ve haram görüşü , fa­
iz yasağı , altın ve gümüşü yığmanın , ye timlerin hakkını yemenin yasak
oluşu ve daha pek çok hükümler, h e rkes tarafından gözeti lmese de,
ekonomik hayata inceden inceye sızmış durumdadır. Yine, yarının ne
getireceğinin bil inmemesi konusundaki felsefı: tutum, salt insani o lana
güvenmeme, insanın fanil iği duygusu gibi tüm kabullenişler de, belirli
dini normların görülmediği ekonomik h ayat sahalarında rol oynamak­
tadır.
Siyasal hayat konusunda , Şiilik Sünniliğin tersine , hali felik kuru­
munun dini yasall ığını kabul etmeyip, M ehdi'nin yokluğunda monarşi­
yi en iyi yönetim biçimi o larak gördüğünden , lran monarşisi o lumlu bir
dini özellik taşımaktadır. G e leneksel o larak lran monarşisi dini bir ba­
kış açısı taşır. Şiiliğin Safeviler'le birlikte resmi devlet dini o lmasından
bu yana , monark, dini açıdan, Şeriat'ı k o ru mak ve İslam'ı yaymak göre­
viyle , u lemanın onayı a ltında yönetimde bulunması gereken yasal yöne­
tici sayılmıştır. Bu görüş , 1 906 İ ran anayasasında açıkça belirtilmiştir.
Monarşinin l ran'da Şiiliğin dini yapısıyla bağlan tısı , son dört yüz yıldır
İran tarihinin kalıcı bir öğesi o lmuş ve İslami kaynaklı bir kurum o lm a­
makla birlikte anayasa devriminden s o nra u lemanın çoğunun içinde yer
J 52
•
İslam ve Modern İn sa n ı n Çıkmazı
aldığı parlamenter yönetim, siyasal hayata her zaman dini bir ton kat­
mıştır. Tabii Ayetullah Humeyni'nin 1 9 79 İslam devrimiyle birlikte Ve­
layet-i Fakih sistemini getirmesinden sonra durumun bü tünüyle değiş­
tiğini söylemeye bile gerek yok.
Dini ve modern seküler normlar arasındaki zıtlaşma en iyi biçimde
İ ran eğitim sisteminde gözlem!enmektedir. Şu anda , yani devrimden
sonra bile lran'da iki eğitim sistemi hakimdir; biri, bilgin , hukukçu , ca­
mi imamı vs. yetiştiren medreseler; diğeri de, çeşitli alanlarda üniversi. te diploması almaya götüren modern eğitim sistemi. Bu ikinci sistemde
de, ilk ve orta öğrenimde diğer konuların yanı sıra dini bilgiler de veril­
mekteyse de , hiç bir zaman, geleneksel İslam toplumunda var olan ege­
men dini karekteri görmek mümkün değildir. Ünive rsitelerde de, llahi­
yat fakültelerinin dışında, edebiyat ve hukuk fakültelerinde din felsefe­
si, İslam hukuku gibi dersler okutulmaktadır, ama, yine burada da di­
ğer dersle r dini çerçevenin dışında kalmaktadır. Dini ve seküler öğre­
nim disiplinleri a rasında doğrudan bir çatışma; ister doğal, ister mate­
matik veya felsefi bilimler olsun, her bilimin geleneksel ve kutsal bir ka­
rakter taşıyıp, İslam'ın bütüncül dini ve zihinsel hayatından asla kop­
mamış bulunduğu geleneksel İslam dünyasında hiçbir zaman görülme­
yen bir çatışma söz konusudur. Şimdilerde bu iki sistemi birbirine ya­
kınlaştırma çabaları bulunmakla birlikte , söz konusu çabaların haliha­
zırda tam anlamıyla bir başarı kaydettiğini söylemek mümkün değildir.
F elsefeye gelince: Belirtmeliyiz ki, geleneksel İslam felsefesi İran'da
hala oldukça canlıdır. 22 Laik Avrupa felsefe ekolleri üniversitelerde gös­
terilmekteyse de, ülkenin genel zihinsel hayatı üzerinde pek az etki
yapmaktadır. Canlı bir islam zihinsel geleneğinin varlığı , bazı müslü­
man ü lkelerde olduğu gibi , l ran'da Islam'ın kolaycı ve sığ modern yo­
rumlarına imkan tanımamıştır. Bunun da ö tesinde, yukarıda da anıldı­
ğı gibi, bir zamanlar F arsça'ya çevrilmiş olan modern felsefi tartışmalar
bile, İslam felsefe geleneğinin varlığını kabullenmek zorunda kalmıştır.
San'at ve kültür hayatında , ed ebiyat, mimari , plastik san'atlar, mü­
zik, tiyatro vs . de, modern biçimler bazı sınıflar arasında farklı 'başarı'
dereceleriyle yayılma göstermişse de, bütünüyle dini ve manevi temele
o tu ran geleneksel biçimler de canlılığını korumaktadır. Böyle durum­
larda , sözgelimi , geleneksel biçimin yalnızca duygusal oyunlardan oluş �
tuğu tiyatroda, Batı insanının soru nlarını sergileyen Batılı biçimler, hiç­
bir zaman nüfusun büyük çoğunluğuna seslenememekte ve çoğunluğu
İran 'da İs l am 'm Dün ü ve Bugii n ii
•
1 53
Tahran'da o turan Batı eğitimi görmüş küçük bir azınlık tarafından iz­
lenmektedir. lrani ve İslami tema ve motiflerden yararlanma girişimle­
rinde de bulunulmuş ve son dönemlerde bu ç·aba belli bir başarı elde et­
miştir. Diğer san'at dallarında ise , geleneksel biçimler zam�n zaman
çağdaş zeminlere o turtulmaya çalışılıyorsa da , pek az başarılı olqnula­
bilmekte ve çoğu durumlarda özgün geleneksel san'at biçimlerinin çok
çok gerilerinde kalınmaktadır. Fakat, İran toplumundaki modernleşmiş
azınlığın benimsediği Batılı san'a t biçimlerinin çeşitli yönleri gün geç­
tikçe içine kapanmasına karşın , san'atsal ve kül türel i fa denin gelenek­
sel dini biçimleri büyük ölçüde varlığını korumaktadır. 23
l ranlılar'ın en önemli dini uygulamaları , genel de tüm diğer müslü­
manlannki gibi, İran kültü r ortamında aldıkları ikincil özelliklerin he­
men hemen hiç etkilemediği namaz , oruç , hacc ve kurbandır. Bu ibade t­
lerin temel öğesi , İslam'ın evrensel normları o lmaktan ileri gelmektedir.
Çoğu Şiinin genellikle öğle ile ikindi, akşam ile yatsıyı birleştirerek üç
kez kıldıkları namaz, günlük hayatın ritmini oluşturur. Zaman kavram ı
ile hayatın akışının, dinin direği o larak kabul edilen zorunlu namazlar­
la belirlendiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bunlara ek olarak, çok
dindar olanlar nafile namazları da kılarlar; ayrıca, ümit, korku , beklen­
ti vs . anlarında kılman namazlar da mevcuttur.
Dini bir görev olarak oruç, özellikle kutsal Ramazan ayıyla bağlan­
tılıysa da, yine çoğu dindar kişiler yıl boyunca, özellikle de her İslami
Hicri ayın başında, ortasında ve sonunda ela oruç tu tarlar. Ramazan sü­
resince hayatın ritmi değişir ve günlük hayatı n en dış yanlarında bile
gözle görülür başkalaşımlar meydana gelir. Modernleşmiş lranlılar'ın
çoğu oruç tutmaz, faka t, oruç tüm ülkede gözetilir. Kutsal ay boyunca
günler durgun, biraz sıkıntılı , ama, akşamlar neşelidir. Sık sık yakınla­
ra davetlerde bulunulur ve oruç açıldıktan sonra dini ve sosyal hayat
bütün bütüne birleşir.
Kutsal ayda, ilk imam Ali'nin, Küfe camiinde namazdayken başın­
dan vuru lup, aldığı yaralar nedeniyle iki gün sonra öldüğü Ramazan'ın
1 9 , 20 ve 2 l 'inci geceleri , heyecan doruğuna ulaşır. Bu gecelerde tüm
eğlenceler durur ve hem evlerd e , hem de camilerde yas tutulur. H�le,
2 1 'inci gece , ihya gecesi adıyla geçirilir ve camiler sabahlara kadar do­
lup dolup taşar. Halk yüz rek'at namaz kılar, llahiler söyler, güneşin do­
ğumuna değin dualar ( özellikle , ünlü Şii duası Cevşen-i Kebi r) okunur.
154
•
İs liiın ve Modern İns a n ın Çı k m a z ı
Hace, daha ö nce de belirtildiği gibi , lranlılar'ın dini haya tında
önemli bir rol oynar. Mekke'ye yapılan zorunlu Hace ile kişi , hayatı bo­
yunca yaptığı clinT eylemlere taç giydirir. Bu haccı yerine get irmek, ma­
li imkanlar ve önceden ailesinin geçimini sağlamış olmayı gerektirdi­
ğinden, haccedenler (Farsça'da bunlara hacı elenir) belli oranda bir ser­
vet ve ekonomik refahla özdeşleş tiril irler. Hacı tüm dindarlarca sevilir,
ama, özellikle pazarda hacı olmak birtakım sosyal ve eko nomik avantaj­
lar da sağlar. Ve pazarda bütün hacılar ilişkilerinde her zaman serzeniş
ve sitemlerin ötesinde kalamadıklarından, özellikle modernleşmiş sınıf­
lar arasında eleştirildiklerine tanık olunur. Yıllardır, İ ran toplu munun
okumuşları içinden h acca gid enlere pek az rastlanmaktaydı . Ama,
70'lerden beri ve devrimden sonr a bu durum bütünüyle değişmiş olup,
her yıl hacc kervanları içinde toplumun her kesiminden insanlar yer al­
maktad ır.
Mekke dışında, özellikle Irak'ta N ecef, Kerbela, Samarra ve Kazı­
'
meyn·le( ) , İ ran'da Kum ve Meşlıed' e yapılan hacclann da günlük dini
haya tta büyük önemleri vardır. Bu merkezler ve çeşitli velilerle bağlan­
t ı l ı bulunan dab a küç ü k yerler, dışlarında kalan yörelere lslam'ın mer­
kezinin ve Peygamber' in bereketini ulaştırırlar. Bu merkezler, G ök'le ye­
rin birleştiği yüce merkezin birer yansımalandırlar. İmkanı olur olmaz
daha 'merkezi' yerleri ziyaret edebilme ümidiyle , şu veya bu veli nin tür­
besine bir-iki kez haccetmeyen bir hanlı bulmak gerçekten güçtür. Mer­
kezleri dağ başlarında veya kötü iklimli yerlerde olduğundan, bazı
hacclar özel güçlüklere katlanmayı gerektirmekteyse de, hacclann ço­
ğunda dini bağlılı kla Allah'ın nimetleri ve doğanın san'at güzellikleri
birleşmektedir. Nüfusun büyük b ölümü için böyle bir hacc, hayatın en
zevkli eylemidir; aynı zamanda, yoğun bir arınma zamanı, haccdan son­
ra insanın üz erinde uzun süreli izler bırakan bir ibadet ve bağışlanma
isteme dönemidir.
Hace , lbrahim'in kurbanını yaşatan Kurban bayramıyla sona erer.
Bu gün , yalnızca Mekke'de deği l , tüm lslarn dünyasında koyun kurban
edilir. Koyunlar özel renklerle işaretlenir ve kesimden önce kente geti­
rilir; bayram sabahı da kurbanlar kesilir ve etinin büyük bölümü yok­
sullara ve komşulara dağıtılır. Bundan başka , yıl içinde daha başka kur(.,' ) Necef'te lmam-ı Ali'nin makamı, Kerbela'da lmam Hüseyin'in, Samarra'da
lrnarn Mehdl'nin ve Kazımeyn'de !marn Musa el-Kazım'ın makamı vardır. (ç.n.)
İra n 'da İs l ii m 'ın Dii n ii
ve
Bıtgiinii
•
155
banlar da kesilir. Her şeyden önce, günlük öğünlerde kullanı lan etlerin
hayvanları da bir ibadet olarak, yani kurban olarak kesilirler; ikinci ola­
rak, uzun bir yolcul uğa çıkan birinin dönüşü, bir çocuğun (özellikle,
erkek çocuğunun) doğması , yeni bir ev yapımı gibi hemen hemen her
mutlu olayda da, bazen deve gibi, kesilmesi meşru hayvanlar, fakat ço­
ğunlukla koyunlar kurban edilir.
Şü dünyaya , özellikle İran'a özgü bir diğer din1 eylem de, şu andaki
biçimiyle Safeviler döneminde gelişen Ravza'dır. ('Şeh itler Bahçesi' an­
lamına gelen Ravzat'üş-Şüheda adlı eserin isminden esinlenilen) Ravza,
özellikle Kerbela traj edisini vurgulayan hutbelerin ayetlerinin okundu­
ğu ve dini şiirlerin söylendiği günlere elenir. Bu günler, Hüseyin'in ölü­
mü ve sonrasıyla ilgili olup, Muharrem ve Safer ayl arı boyunca sü rer.
Kerbela traj edisinin meydana geldiği Muharrem'in kritik dok uzuncu ve
onuncu günlerinde, tüm ülkede hükümetin desteklediği ravza yapılır.
Özellikle kadınların ve genelde bütün katılanların yas ve dövünmeleriy­
le ve Peygamber Ailesi üyelerinin ölüm temalarım işleyen konuşmalar­
la geçer bu günler.
Dini uygulamalar, diğer d inlerde ve İslam dünyasının başka bölge­
lerinde de olduğu gibi , l ran'da da doğum , evlenme ve ölüm gibi belli
anlarda ela günlük hayatın içine girmiştir. Çocuk doğar doğmaz kulağı­
na şehadet cümleleri okunur. Erkek çocuklarda sünnet o layı belki do­
ğumdan daha da ö te din1 uygulamalarla yakından bağlantılıdır. Aslında
kutsal bir eylem değil, bir bağlanma olan evlilik bile, İslam tarafından
geçerli kılındığı için yine kesin bir dini eylem niteliği ndedir. Bağlanma­
yı sağlayan (akdi yerine getiren) ayetler çoğunlukla ulema'dan biri tara­
fından okunur; her ne kadar, bu ayetleri bilen herhangi bir müslürnan
erkek tarafından da okunabilirse de . . .
Dini duyguların e n derin biçimde hatırlanıp, e n ciddi olarak eyleme
dönüştüğü an ölüm anıdır. Cesedin yıkanması ve gömülmesi lslam Fık­
hı'nın kurallarına uygun olarak yapılır. Ardından, erkeklerin camide,
kadınların ise ölenin veya yakınlarından birinin evinde katıldığı bir ce­
naze hizmeti yerine getirilir. Bazen kadınların da, camide ayrı bir bö­
lümde o turarak cenazelere katıldığı olur. Böylesi hizmetlere katılmak
sosyal bir görev olduğundan ve çoklarının eşi dostu ve yakınları bulun­
duğundan, camilere cenaze hizmetine katılma kişinin hayatındaki en
düzenli olaylardan birini oluşturur. Devrimden önce , Kur'an-ı Kerim'in
'
okunuşu iıdan sonra verilen hutbe, d i ni yetkililerin to plumun üst kesi-
156
•
İs lii m ve Modern İns a n ın Çık m a z ı
mine, özellikle siyasal gücü ellerind e tutanlara ulaşmasında en iyi bir
fırsat olmaktaydı . Bu yüzdendir ki, bir hüküme t üyesinin veya ünlü bir
kişinin ölümü üzerine yapılan cenaze hizmetinin, lran'ın dini siyasal
hayatında özel bir anlamı vardı . Ö te yandan, lran'ın son dönem tarihin­
de, böylesi günlerde çok sayıda siyasi öldürülmüş ve öldürme girişimin­
de _bulunulmuştur. 79'dan sonraki radikal değişim bağlamında bu tür
c enazeler de önceki önemlerini yi tirmiş gö rünmektedir.
Kadınlar arasında yaygın olan ve sufra hazırlama denilen bir başka
uygulama daha vardır ki, bir masa her türlü yiyecekle donatılır ve dost­
larla komşular davet edilir. Ziyafette , ravza okumakta uzman ve kendi­
sine ravza-han denilen bir kişi Kur'an okur, dini şiirler söyler ve dini
konularda konuşmalar yapar. Yem eğin kalanı yoksullara verilir, ziyafe­
te katılanlar evl erine götürür, eşe , dosta ve yakınlara dağıtılır ve özellik­
l e , bir bereket yemeği olara k hastalara ikram edilir. Özellikle kadınların
düzenlediği sufra, çoğunlukla Fa tıma ve Zeynep gibi. Peygamber Evi'nin
kadınlarının hayatlarındaki önemli olaylarla bağlantılıdır. Üstün bir
özen ve en güzel bir tat duygusuyla girişilen sofra hazırlama işlemi, bir
kez daha dünyayı i n ka r etmenin All ah'ın nimetinden yararlanmayla bir­
leştiği dini bir emek olarak görülür.
Hace ve daha pek çok dini eylemler gibi sufra da genellikle, karşılı­
ğında Allah'tan bir şeyler beklenen bir adak ( nezir) sonucu yapılır.
Adak, lran toplumunun tüm kesimlerinde , özellikle kadınlar arasında
pek yaygındır. Kadınlar, sözgelimi, eğer bi r çocukları olur veya diyelim
ki, kızları iyi bir eş bulursa yoks ullara şu kadar para vermeği veya suf­
ra hazırlamayı adarlar. Öğrenciler, sınavlarını başarırlarsa haccetme ve­
ya oruç tutma adağında bulunurlar. Tüccarlar, eğer iş bağlantıları bek­
h:: n en sonucu verirse pazarda şu kadar kurban . kesmeyi adarlar. Diğer
geleneksel halklar gibi , lranlılar' ın da, Kendisi'ni razı edecek birtakım
eylemler karşılığında A llah'tan bir şeyler istedikleri sürekli bir 'dini ta­
kas' vardır. Adağa karşı tavrını ve sürekli olarak Yaratıcı'yla giriştiği 'ta­
kas'ı anlamadan , lranlı' nın psikoloj isini ve içindeki ümit ve korku geri­
limlerini anlamak öyle kolay ko lay mümkün değildir. Yal nızca veliler­
dir ki, karşılığında bir şey istemeden bütünüyle Allah'ın l radesi doğrul­
tusunda hayat sürebilirler. Fakat, bu en yüce manevi tavır da hiçbir za­
man şu veya bu şekilde, dışa yansıyan genel dini biçimi geçersiz kılmaz.
Ulema'nın k oruyup kutsallaştırdığı ve lslam geleneğinin bilinçli ve
zihinsel yönlerini temsil eden dini uygulamaların yanı sıra, en yoğun
İran 'da İs l a m 'm D ü n ü
ve
B ugünü
•
157
bir dini arzu ve istekle b irleşen , daha çok sayıda halk uygulamaları da
vardır. Muh arrem ayı boyunca , dini şiirl er okuyup, nerdeyse bir çı lgın­
lık haline düşünceye kadar kendilerine vurarak Kerbela yası tu tan si­
yahlar giyinmiş erkekler, uzun alaylar tertiplerler. Çok seyrek de olsa ,
bazen öyle noktalara gelinir ki, bazıları kendilerine zincir ve kılıçlarla
vurarak, kan kaybından baygın düşerler. Bu tür pratikler genellikle di­
ni otori teler tarafından büyük çapta eleştiriye uğramıştır. Çoğu alaylar
kentlerin caddelerinden geçer; davulların ritmik vuruşlarıyla kederden
tıkanan insan sesleri ahenkli bir birlik oluşturu r. Daha büyük kentler­
de ise , di ni amblemlerin ve Peygamber Ailesi'nin sembollerin in ardın­
dan yürüyen binlerce çocuk, gen_ç ve yaşlı insanların görünüşü, en tah ­
rik edici bir dini görün tü halini alır.
Ö te yan dan, her ne kadar, Safeviler ve Kaçarlar döneminde aristok­
ratik bir san'at şekl ine bürünmüşse de, taziye de, yaygın d ini gösteriler­
den biridir. Bu gösteri , derin dini duyguların bir i fadesi olarak karşı çı­
kılmasa da, ulema tarafından hoş karşılanmaz. Köylerdeki basit şekille­
rinden , kentlerdeki kapsamlı biçimlerine kadar taziye, K erbela'da Hüse­
yin'in şehit oluşuyla sonuçlanan olayları canlandırır. Törenler, üçüncü
İmam Hüseyin'in ölüp başının kesildiği Muharrem'in onuncu, yan i
. Aşura günü tam öğle vakti doruk noktasına ulaşır. Binlerce insanın bu
temsili ortaya koymak ve daha çevre köylerden binlercesinin de bu ta­
ziyeye katılmak için toplandığı Kum gibi bir kentte , lran'daki dini ha­
yatın en canlı ve en e tkili görüntülerinden biri sergil enir.
N ihayet, halk arasında görülen bir diğer dini olgu da fal , büyü ve di­
ğer gizli san'atlara duyulan ilgidir. İslam, kural olarak büyü yapmaya
karşıysa da , bu yasak halkın, özellikle kadınların, böylesi şeylere , çoğun­
lukla birtakım İslami uygulamalarla b irleştirerek başvurmalarını engel­
leyememektedir. Bunun da ö tesinde , bazı Kur'an ayetlerinin eskiden be­
ri bir 'büyü gibi' kullanılması, yani bazı durumlarda elde edilen formü­
lün okunması bilimi gelişmiştir. Her ne kadar bu bilim 'yaygın' olmak­
tan çok çok uzaksa da, günlük hayatta geniş bir uygulanma alanına sa­
hiptir. Halkın yanlarında taşıdığı veya belli durumlarda okuduğu imam­
lar ve Sufi velilerle bağlantılı dualar da vardır. Salt dini özelliklerinin
yanı sıra , bu tür uygulamalar bir tür büyüsel nitelik de kazanmıştır.
'Dua-yazıcı' (dua-nüvis) , reml-atıcı gibi kentte olsun köyde olsun, İran­
lı kadının haya tında demirbaş eşya gibidir. Dua-yazıcı, salt dini öğelerle
tüm fa l biçimlerini ve hem gizli, hem de sözde gizli bilimleri birleştirir.
158
•
İs lam ve Modem İnsa n ın Çıkmazı
lran'da hayatın ritm i, çoğu lslami , bazısı da l slam öncesi lran kay­
naklı ve pek azı son dönem ulusal olaylarla ilgili bazı tatillerle belirle­
nir. Hem İslami , hem de eski İ ran tarihlerinin bü tünüyle dini bir yönü
vardır. Bugüne değin, lran'da yeni yılı başlatmış olan eski Zerdüşt­
lük'ten kalma Nevruz tümüyle İslami bir renge bürünmüştür. tlkba­
har'ın gündönümü anında ( 22-23 Nisan gece yansı- ç . n . ) halk, Zerdüşt­
lük günlerinden beri süregeldiği ş ekilde başı 's' harfli yedi nesneyle bir­
likte Kur'an'ı masalarının üzerine kor. Bu arada dualar edilir, Peygam­
ber'e ve Ailesi'ne salat ve selam getirilir.
İslami tarihlerle ilgili olarak, Hacc'm sonunda Kurban (ezha) bay­
ramı, Ramazan'ın sonunda Ramazan (Fitr) Bayramı (id-ül-fıtr) , Pey­
gamber'in ve Ali'nin doğu m günleriyle, Şil inancına göre , Ali'nin Pey­
gamber tarafından halifesi seçildiği Gadir Bayramı (id-i gadi r) bütün
lran'da sevinçli anlar olarak kutlanır. Yine, bütün kentlerin sayısız ışık­
l arla aydınlatıldığı Mehdi'nin doğum günü yıldönümleri de oldukça
önemlidir.
Takvim trajik olaylarla da dol udur ; en önemlileri Hüseyin'in ölüm
günü 10 Muharrem, Ali'nin ölüm günü 2 1 Ramazan, Peygamber'in ve
ikinci lmam H asan'm ölüm günleri 28 Sefer ve aynı zamanda Fatıma'yla
diğer 1 mamlar'ın ölüm günleridir. Bütün bu tarihler, din! hayatın daha
bir yoğunlaştığı ve günlük haya tın çeşitli yönlerden başkalaştığı anlar­
dır. lranlı'nın ru hundaki acıklı öğe, bireyi ve toplumu dini sorumluluk­
larını unutmaya iten hay huydan temizleyen böyle günlerde doruk nok­
tasına ulaşır.
Bugün l ran'da, Şii öğretilerin bir yönüne diğerleri pahasına ağırlık
veren ve toplumun ana gövdesinden ayrılan birtakım gruplar vardır.
Bunların en eskisi , Ortaçağlar'daki etkili lsmaili to plul uktan kalma ls­
maililerdir. Dinl inançlarında , G izli İmam veya M ehdi gibi bazı istisna­
lar dışında On-iki İ mam Şiiliği'ne yakındırlar. ilahiyat açısından önem­
li olan ve iki yüzyıl önce Şeyh Ahmet Ahsai tarafından kurulan Şeyhi­
lik en fazla Kirman'da görülür. Şeyhiler te'vi l'in rolüne ağırlık verirler ve
İ m amlar'a daha özel bir saygı beslerler. Ali-Allahiler ve Ehl-i Hakk Kür­
distan, Mazenderan ve güney eyaletlerde yaşarlar. Bu grupların bazı
üyeleri içinde, Ali'nin tanrılığına ve Tan rı ruhunun Ali'ye girdiğine (hu­
lul) inanmak kadar aşırı inançlar taşıyanlar vardır.
Bu grupların lran'da genel dini hayat açısından sahip o ldukları en
önemli özellik, günlük İslami uygulamaları küçü msemeleri ve hatta ba-
İra n 'da İs la m ' ın
Dii 1.• ii
ve
B ııgü n ii
•
159
zılarının günlük ibadeti eri bile normal şekilde yeri n e getirm emeleridi r.
Çoğu d urumlarda, poli tize olmuş veya sonunda, Sün n i olsun Ş ii olsun ,
genel 1.slami yapının karakterini oluşt u ran dengeyi yıkmaya varan zahi­
ri bir sosyal karektere bürünmüş Sufi sistemler halinded irler. Ama yine
de , 1slam geleneğinin b ü tüncül kalıbı içinde kalmaları d u rumunda İsla­
mı
gruplar olarak görülebilirler. Ama , Babılik ve özellikle, İslamı yapı­
nın bütü nüyle dışında· bulunan ve hiç bir şekilde İslami bir hareket ve­
ya mezhep sayılamıyacak o lan Bahaılik böyle d eğil dir. Bugün İran'da
Bahailik , bağlıları az da o lsa , ülk e nin l aikleştirilme.si nd e ve dini birl iği­
nin yıkılmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Sonuç olarak, İ ran'claki yapının, l ran'da yalnızca zahiri biçimlere
dayalı dini çalışmaları s o nuçsuz bırakacak bir elastik iyet gösterdiği be­
lirtilmelidir. Dışardan bakanlar, Devri m öncesind e , haya tlarının hemen
hemen bütün yönlerinde din! bir ruh u n egemen olduğu gel eneksel İ ran
toplum a l tyapı.sının üzeri n e , dini uygulamalard a n uzak modern Batılı­
laşmış bir sınıfın bind iril miş olduğu n u görürler İran'da . İran'ın gele­
neksel dünyasının sınırlan içinde yaşayanlar için, İ slam ö n c es i normlar
bile b ü tünüyle lsl amlaşmıştır. Bunun yanı sıra, dıştan bü tün üyle laik­
leşmiş görünen modernleşmiş kesim arasında bile, daha az elas tik bir
zihniyete sahi p bir halkta varlığı pek d üşünülemeyecek türden gelen ek­
sel dini eğilimler vardır. Devrimde n ö n c e , e n son Avrupa modasına gö­
re giyinen ve Batılı kadınlar gibi davranan, fa kat yine de, gerilim ve
üzün tü anlarında veya d i n1 olaylar ü zerine bü tünüyle g e leneksel din!
tu tum sergileyen kadınlara sık sık ras tlamak mümkündü. Devrim son­
rasında kadın giyim k odları kamusal alana tam anlamıyla empoze edil­
miş olmakla birli kte , söz konusu kadın tipi hala hayatiye tini korumak­
tadır. Yine aynı şekilde, dine karşı kayıtsız akılcı bir ceph ede yer alan
pek çok erkekleri n , ku tsal ziyare t yerl e rinde v eya dini törenlere katılma
duru munda bütünüyle d eğiştikleri gö rülmektedir.
Eve t , denilebilir ki , çağdaş l ranlı'nın hayatında , devrimden önce bi­
le, hemen hemen bütünüyle evrensel ilkeler ve günlük o laylarda da, da­
ha önceki dinlerin kendi ilkeleriyle uyum içinde bulunan ö ğel eri ni ken­
di dünya görüşü içinde bü tünleyen İslam vahyi nin ruhu ve biçimi ege­
mendi ve hala egemenliğini korumaktadır 24 Bunun da ötesinde, haya­
tın bazı alanlarının, modernizmin e tkisiyle geleneksel d ini haya tın yö­
rüngesinden çıktığı d urumlarda, bile dini öğel e r ve tutumlar b e l l i ölçü­
lerde varlığını sürdürmektedir. Kuşkusuz ! ran'da da, Arap D ü nyası'nda
1 60 • İs la m ve Modern İnsa n ı n Çıkmazı
olduğu gibi, 1slam' dan , en azından dıştan bakıldığında bütün üyle kop­
muş görünen ve Batılı ideoloj ileri taklide dayalı bir dünya görüşün ü be­
nimseyip, genelde müslümanlarla ilgili olarak önceki bölümlerde deği­
nilen Doğu-Batı geri limini sürekli olarak yaşayan küçük bir azınlık var­
dır. Fakat, İranlılar'ın büyük çoğunluğu için , yüzyıllardır kendileriyle
yaşayıp kendileriyle öldükleri dini gerçekler, bugün de hayatlarının uf­
kunu kaplamaya devam etmektedir; her ne kadar, zaman zaman geçi ci
olarak bulutlar birtakım gözlerde bu ufku bulandırmaktaysa da. Bulu t­
lar hiçbir zaman kalıcı olamaz; ve çağlar boyu diğer müslümanların ol­
duğu gibi, İranlılar'ın da hayatını birleştiren ve yönlendiren ve bugün
en kalıcı gerçeklik olarak varlığını sürdüren bu ufku , hayatında şu ve­
ya bu şekilde görmeyen bir kimseyi bulmak öyle kolay kolay mümkün
değildir.
D evrimin getirdiği pek çok değişikliğe rağmen , söz konusu gerçek­
likler sürmektedir. Yeni durum , hem İslam'ın uygulanması ve hem de
hükümetin İslam adına empoze ettiği kimi kararlara gençler arasında
gösterilen tepkiler açısından yeni birtakım dinamikleri de beraberinde
getirmiştir. Ancak, tarihinin şu döneminde geçirdiği zahiri değişimler
ne olursa olsun, İ ranlılar'ın ruhu ile İslam arasında varolagelen derin
bağ, her halükarda hayatiyetini koruyacaktır.
İra n 'da İs l a m 'ırı Dünü
ve
B ugünü
•
1 61
D okuzuncu B ölümün Notları:
1 G erçekte, modernleşmiş Arap müslümanların, özellikle, yoğun ulusalcılık bi­
çimlerinden etkilenenlerin yanılgısı bir başka yöndedir. Hz. Peygamber'i yalnızca
bir Arap kahramanı, lslarn'ı da bir tür Arap dehasının ürünü olarak görüp, Büyük
m elek Cebrail'in ve Kur'anı Vahy'in kaynağını unutarak lslarn'ı 'ulusallaştırmak' yö­
nündedir b u yanılgı. Hz. Peygamber'in böyle 'Arap ırkının bir kahramanı' olarak gö­
rülmesi, yalnızca Arap olan müslümanların değil, Arap Hıristiyanların da yazdıkla­
rı biyografik incelemelerde yansımaktadır.
2Bu makale, 1 97 9 Devrimi öncesi lran'da lslam üzerinedir. Elbette söz konusu
hadiseyle birlikte bu makalede konu edilmeyen pek çok değişiklik vukubulmuştur;
ancak burada tartışılanlar sadece halihazırdaki manzaranın arkaplanını değil, aynı
zamanda mevzubahisdeğişikliklere rağmen hala bir gerçeklik olarak varlığını koru­
yan noktaları da açıklayıcıdır.
31ranlılar'm, yalnızca lslam'ın din! bilimlerine olan katkılan için bk: S.H. Nasr
ve M. Mutahhari, The Religious Sciences', Cambridge History of Iran C : IV, Camb­
ridge 1 9 7 5 , s: 464-480; lslam felsefe ve bilimlerine lran'ın katkısı için bk: S.H. Nasr,
'Philosophy and Cosmology' , a.g.e. s: 4 1 9-441 ve 'Life Sciences, Alchemy and Me­
dicine' , a.g.e. s: 396-4 1 8; yine bk: H. Corbin, Terre celeste et corps de resurrection.
lslam ve medeniyetiyle lranlılar arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimler hakkında
Farsça'da bulunabilecek çok daha geniş bilgi için bk: M. Mutahhari, Hıdemat-ı mü­
tekabil-i lslam ve Iran, Kum, Defter-i intisarat-i islami, 1 984. Yine bk. S.H.Nasr, ls­
lamic lntellectual Tradition in Persia.
41ran'da lslam'ı Arap Dünyasındaki lslam'dan daha ayrıntılı olarak ele almamı­
zın nedeni, Batı dillerinde lran'daki lslam hakkında yazılmış ciddi eserlerin çok çok
.
az olmasıdır. Devrime kadar, Batı dillerinde lslam üzerine yazılmış eserlerin hemen
hepsi, H .A.R. Gibb, W S.Smith ve K. Cragg gibi tanınmışları da içinde olmak üzere
lran'a bir bölüm ayırmamaktadır. Bu durum devrimden sonra değişmiş ve lran hak­
kında pek çok eser yayınlanmış olmakla birlikte, bu eserler tarihsel kökenler ve ha­
la süren geleneksel modellerden ziyade, mevcut değişiklikleri konu edinmiştir.
5Bugün lran'da yaşayan yaklaşık 65 milyon lranlı'nın % 98'i müslüman, kalan­
ları ise Zerdüşt, Hristiyan, Yahudi, Babi ve Bahaidir. lslami nüfusun ise onda biri
Sünni, onda dokuzu Şiidir.
61ran kültürünün devamlılığı konusunda bk: S . H . Nasr, 'lslamic lntellectual
Tradition in Persia', bölüm1 & 2 , s . 3-27, yine, Corbin, yukarıda a.g.e.
7lran dinleri hk. bk: G . Widengren, Die Religionen lrans, Stuttgart, W Kohl­
hammer, 1 96 1 ; bu eserde, konu üzerinde 1 960'a dek yayınlanmış belli başlı eserle-
1 62
•
İsl a m ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
rin bibliyografyası da vardır. Daha sonraki çalışmalar için bk. W Malandra, An lnt­
roduction Ancient lranian Religion, Minneapolis, Minnesota Publications in the
Humanities, 1 983; S.Shaked, From Zoroastrian Iran to lslam; Studies in Religious
History and ln tercultural Contacts, Brookfield (VT) , Ashgate Publishing Co., 1995;
ve G . Gnoli, D e Zoroastre a Mani , Paris, Travaux de l'lnstitut d'Etudes lranniennes
de l:Universite de la Sorbonne N ouvelle, 1 1 , 1 98 5 .
8Selman'ın lranlı müslümanlar yanındaki önem v e anlamı konusunda L. Mas­
signon'un değerini hala koruyan Salman Pak et les premises spirituelles de l'lslam
lranien adlı eserine bk. Paris, Societe des eludes lraniennes, 1 934; lngilizce çeviri­
si: J . M . Unvala, Salman Pak and the Spiritual Beginnings of lranian lslam, Bombay,
1 9 5 5 . Ehl-i Beyt'in Şillikteki rolü için bk: A . Tabatabai, Shiite lslam, çeviren ve ya­
yına hazırlayan S.H. Nasr, Albany (N .Y.) 1 9 7 5 . Ayrıca bk. A Brief History of the Fo­
urteen lnfallibles, Tahran, World Organization of lslamic Services, 1 984.
9Şi1lik ve Sufilik arasındaki çok yakın ilgi ve Sufiliğin Moğol istilası sonrası Şi­
lliğin yayılışında oynadığı etki konusunda bk: M. Mole, 'Les Kubraviya entre, Sun­
nisme et Shi'isme aux huitieme et neuvieme yiecles de l'Hegire' Revue des Etudes
lslamiques, XXIX . 1 96 1 , s: 6 1 - 142. Yine, S.H. Nasr, Sufi Essays, Bl: Vlll, ve M. Maz­
zaoui, The Origin of the Safavids, Wiesbaden, F. Steiner, 1 9 7 2 .
1 0Sufizm'in lran kültürünün çeşitli yönleri üzerindeki etkisi konusunda yapı­
lan çalışmalara bir örnek olarak bk: N. Ardalan ve L. Bahtiyar, The Sense of Unity,
The Sufi Tradition in Persian Architecture, ve S.H. Nasr, The lnfluence o f Sufism
on Traditional Persian Music', çeviri: W Chittick, bizim lslamic Art and Spirituality
içinde, Albany (NY) , State University of New York Press, 1 987 , s. 1 63-1 74.
11
tıahI Kudret'le insanl;rın eylemlerinin özgürlüğü imkanı ve dünyadaki şen
ilişkisi konusunda bk: F. Schuon, Islam, the Perennial Philosophy, Londra, 1 976,
özellikle Teodise bl. (Teodiso: En üst düzeyde iyiliğin meydana gelebilmesi için kö­
tülüğün de gerekli olduğunu savunarak, Allah'ın tedbirlerini haklı kabul eden fel­
sefe-ç. n . ) .
1 2Yazılarımızın çoğunda bu doktrini genişliğine ele aldık, özellikle bk: Science
and Civilization in lslam. Yine bk. Religion and the Order of Nature, New York, Ox­
ford University Press, 1 996, s.60-6 5 .
1 3 Genelde lslam dünya görüşünün özellikleri olan bu öğeler, kuşkusuz çeşitli
biçimlerde ve değişik önem dereceleriyle diğer Müslüman halklar arasında da var­
dır. Burada lran kültürünün hususi niteliğini oluşturan yan, arınmaya ve güzelliğin
ifadesine, llahl Güzelliğin yansıması olarak hayatın hemen her alanında özel bir il­
gi duyması ve dünyanın geçici niteliği konusundaki özel duyumlarıyla, hayatta bul­
duğa yoğun bir neşe duyumunu birleştirmesidir.
İran 'da İsl a m 'ı n Dünü
ve
Bugünü • 1 63
1 4ünlü bir Arap deyişine göre, 'la tekrar fi't-tecelli - tecellide tekrar yoktur.'
1 5Bu trajik özellikler, insanın göksel kaynağına duyduğu özlem duygusuyla ya­
kından bağlantılıdır. Her iki manevi tavır, yani hem hüzn, hem ferah tam bir ta­
mamlayıcılık ve ahenk içinde Hafız ve Rumi gibi üstadlann Sufı şiilerinde yer al­
maktadır.
16"Kutsallık, imkansızlıkla mucize arasında biten bir ağaçtır. " f Schuon, Spiri­
tual Perspectives and Human Facts, s. 209 . Evet, ağaç büyür mü büyür ve Göğün
bereketiyle veliler yetişir. Velilerin varlığı, insanın evrensel varlık düzeninde sahip
olduğu, hem Kaynak'tan en uzak noktadaki, hem de, kendisini yeryüzünde Allah'la
birleşmeyi başarıp, kutsallığı elde edebilen tek varlık yapan özel, merkezi yerini
gösterir.
17 Geleneksel Iran kentlerinde cami-pazar ilişkisi- için bk: Ardalan ve Bahtiyar,
yukarıda anılan eserleri.
18Şülik'te müctehid, icühad yapabilen , yani lslam fıkhıyla ilgili sorunlarda ken­
di bağımsız görüşünü ileri Ailrebilendir.
19Vakıfları bir hüküınet kuruluşu , hatta bakanlık halinde yeniden orga�ize
edip, kontrol altına alma yalnızca lran'a özgü değildir. Bugün çoğu lslam ülkeleri­
nin hükümetleri evkaf idaresiyle ilgili bir kuruluşa sahiptir. lran'da devrim sonra­
sında hükümet yapısı içinde yer alan Evkaf Dairesi bütünüyle dönüştürülmüş ve
büyük bir güce sahip olmuştur; fakat tabii ki bütünüyle dini otoritelerin idaresi al­
tında.
20Son elli yıldır Safi Ali Şahi sistemi içinde gelişen olayları hatırlıyoruz. Ama,
şunu da belirtmeliyiz ki, diğer tarikatların çoğu Mason localarıyla herhangi bir bağ
içinde olmaktan şiddetle kaçınrnakladır.
2 1 Böyle durumlarda, her z� man gerçek geleneksel görüş açısından sapma teh-·
likesi sözkonusudur; özellikle, Fransız Devrimi'nden sonra meydana gelen ve fa_at
masonluğun işlemsel uygulamasından ve localar içindeki temelinden kopararak
Farmasonluğu spekülatif bir hale getiren sözde reformlar döneminden beri Batı'da
Farmasonluk içinde görülebilecek etkilenmeler göz önüne alınırsa. lran'da,
1979'dan sonra Farmasonluk ve onunla ilişkili her tür faaliyetin yasaklındığını da
burada belirtelim.
22 Günümüz lranında İslam felsefesiyle ilgili olarak bk: S . H . Nasr, 'The Traditi­
on of lslamic Philosophy in Persia and its Significance for the Modern World', lsla­
mic lntellectual Tradition in Persia içinde, bölüm 3, s. 28-3 3 ; ve H. Corbin 'The For­
ce o f Traditional Philosophy in Iran Today' ,-S tudies in Comparative Religion, Kış,
1968, s: 1 2-26. 1 97 9 devriminden sonra da lslam Felsefesine duyulan ilgi giderek
artmaya devam e tmiştir.
1 64
•
İslam ve Modern İ nsa n ı n Çıkmazı
23Modernleşmiş İranlılar arasında, geleneksel san'atm algılanmasına yönelik
zıt eğilimler de vardır; ne ki, böyle bir san'atı meydana getiren manevi güçlerin al­
gılanması eksikliğinden dolayı bu tür eğilimler yüzeyde kalmaktadır. Geleneksel sa­
natlar Devrimden sonra etkisini korumuş ve özellikle hat sanatında ciddi bir yeni­
den doğuş gözlenmiştir.
24Modernleşmiş lranlıyla modernleşmiş Arap arasındaki belli başlı farklılıklar­
dan biri işte bu noktada yatmaktadır; yani, aşın bir ulusalcılıkla birleşen moderniz­
min gücü, kendinden e tkilenen Arapların, bu bağlamda salt bir Arap 'olgusu' olarak
görülen lslam da içinde olmak üzere , Arap olan her şeye bir övünç duygusuyla,
Arap olmayan müslümanlara ise, özellikle lranlılara ve Türkler'e küçümseyerek
bakmasına yol açmaktadır. Aynı güçler, hanlının içinde lslamI geçmişiyle, lslam ön­
cesi geçmişi arasında bir gerilim yaratmakta ve lslam'ın, içinde yer etmiş güçleri za­
yıflayınca Araplara karşı, lran dilini, kendisini son derece zenginleştirip, bin yıldır
tüm Asya' da 'lslam kültürünün evrensel dillerinden biri yapan Arapça'nın etkilerin­
den 'arındırma' noktasına kadar varan bir hor görme duyguları uyanmaktadır.
On uncu B ö lüm
ÇÖKÜŞ, SAPMA VE YENİDEN DOGUŞ:
ÇAGDAŞ İ SLAM ÇERÇEVE S İ İÇİNDEKİ ANLAM LARI
ı slam'ı n lslam dünyasındaki bugünkü durumunu ele aldıktan sonra,
•
şimdi de, çeşitli Islam ülkelerinde, modernleşmiş olmalarına rağmen ,
hala İslam'la v e tarihiyle ilgisini koparmayan müslümanların zihninde
modernizmin doğurduğu daha spesifik sorunlara göz atmamız gerekiyor.
Bütün bilim dallarında, deyimlerin açıkça tanımlandığı ve zihinlerde her
zaman belirli bir anlamla kullanıldığı geleneksel İslam eğitim ve öğreti­
mindekinin aksine, son yüzyılda, kendi geleneklerini ele alan çok sayıda
modernleşmiş müslüman arasında, bir anlam belirsizliği ve çoğu deyim­
lerin rastgele kullanılış eğilimi, en basit düzeyde karmakarışık bir zihin
yapısını yansıtan bir eğilim başgöstermiş bulunmaktadır. Sözcükler ve
deyişler, çokları tarafından, uğradıkları kültürel şoku ve çoğu zaman da
Batı karşısındaki bir türlü sıyırıp atamadıkları aşağılık duygusunu ele ve­
rir biçimde kullanılmakladır. Yazdıkları , çoğunlukla, modern veyahut
post-modern Batı m edeniyetinin ölçüleri ve yargıları karşısında kölece
bir zihni teslimiyeti ortaya koymaktadır. Dahası , lslam'la adından ve bel­
li duygusal bağlılıklardan başka bir alakası kalmayan bu ölçüler, İslam
vahyinin kalbinde yatan zihinsel ve manevi gerçekten yoksun bir İsl am
perdesi altına gizlenmektedir. Bu bölümde, genellikle lslam tarihini ve
1 66
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
bugünkü İslam dünyasını anlatmak i ç i n sıkça kullanılan ve bir tür m o ­
dernleşmiş müslümanın, bir elin ve tarihsel bir gerçeklik olarak lslam' ın
bütünü karşısında takındığı tavrı yansıtan üç sözcüğü , 'çöküş', ' s apma' ve
'yeniden doğuş' kavramlarını tartışacağız .
lslam dünyasının modernizmin gelişinden önceki durumunu belirt­
mek üzere, modernleşmiş müslüman bilginlerin sürekli o larak kullan­
dıkları "çöküş" deyiminden başlayalım önce; evet, "çökmüş" bir dünya
olarak tanımlanıyordu İslam dünyasL Ama bu değer yargısı hemen şu
soruyu akla getiriyor: 'Neye göre çökmüş, hangi ölçüye göre çökmüş? '
Bir şeyin kendisiyle ölçüldüğü ve kendisine göre çökmüş yargısına va­
rılan bir ölçü olmalı ortada . Burada, bazıları ölçü diye l slam'ın ilk yüz.:
yıllarını alıyorlar; ama, yine de bilerek ya da bilmeyerek, çöküş duru­
munun ölçüsü olarak gizliden gizliye modern Batı'nın değerler sistemi
benimsenmektedir. Bunun en güzel kanıtı da, şu anda· Batı'da geçerli
olan anlamı çerçevesinde ele alınan bilim sorunudur. Çoğu Oryantalist
gibi, pek çok modernleşmiş müslüman da, bilimle medeniyeti bir say­
makta ve herhangi bir insan toplum ve kültürünü değerlendirmenin öl­
çüsü olarak, bir bilim ortaya koyup koymadığına bakmakta; ancak bi­
lim tarihinin öğrettiği dersleri hiç mi hiç hesaba katmamaktadır. 1 Bu
durumda, İslam medeniyeti de, Batı'nın bugün yüklediği fonksiyon
i çinde bir bilim adamı yetiştirmekten kesildiği andan itibaren çökmeye
başlamış olarak görülmektedir. Ve bu kesintinin tarihi olarak da, yine
çoğu müslüman yazar, daha şu son zamanlara kadar, l slami zihinsel ha­
yatın tüm yönlerine karşı duydukları ilgiyi İslam'ın Batı'yı etkilediği dö-.
nemle sınırlayan , Batılı kaynakların verdiği tarihi almaktadırlar. Bunun
sonucunda , felsefeden matematiğe Islam'ın neyi varsa, bir yerlerde, Is­
lam'la Batı arasındaki zihinsel temasın pratik amaçlar düzeyinde sona
erdiği YedincVOnüçüncü yüzyılda 2 gizemli biçimde birden çöküntüye
uğrayıvermektedir. Bu görüşü benimseyen modern müslüman yazarlar,
kendileri bir araştırma yapma veya hiç olmazsa, İslami astronominin
Dokuzuncu/Onbeşinci yüzyılda ne kadar önemli ve I slam tıbbının Oni­
kVOnsekizinci yüzyıla değin lran'da ve Hindistan'da ne kadar canlı ol­
duğunu gösteren Batılı bilginlerin daha yeni ve daha az tanınan araştır­
malarına dalma zahmetine bile katlanmıyorlar. 3
Medine toplumunu en mü � emmel İslam topl umu - tüm diğer Islam
toplumlarının ona göre yargılandığı bir toplum modeli- olarak gören
geleneksel lslami bakış açısına d eğil de, modern Batı'nın dünyevi yönü
Çökili, Sapma ve Yen iden Doğuş
•
1 67
içindeki 'medeniyet' ölçüsüne4 dayanan bu çöküş anlayışı , genç müslü­
ma nların zih inlerini dumura uğratmış ve onların kendilerine ve kendi
kü ltürlerine olan güvenlerini yitirmel erine yol açmıştır. İslam dünya­
sında , aşama aşama ve normal bir 'yaşlanma' ve zamanla vahyin göksel
kaynağından gittikçe uzaklaşma süreci olarak m eydana gelen çöküşü,
bu çöküşün en son niteliği üzerinde fazla durmadan tasvir etmek yeri­
ne, bu tür yazarlar, İslam dünyasının Yedinci/Onüçüncü yüzyılda çök­
meye başladığı gibi hayalı ve iğrenç bir kuram ileri sürmektedirler. Eğer
durum dedikleri gibi olmuş olsaydı , İslam'ın büyük bir medeniyeti bes­
leyi p , bugüne değin yaşayan bir güç olarak ayakta kalmasına imkan bu­
lunmayacağı gerçeğini nedense unutuyorlar. İsfahan'daki Şah ( İmam)
Camii, İstanbul'da Sultan Ahmet Camii veya Tac Mahal gibi san'at şahe­
se rlerini , bir Cami'nin , bir Saib Tebrizi'nin edebt şaheserlerini ve bugü­
ne değin büyük veliler yetiştiregelen Sufizm'in içerdiği her zaman can­
lı manevt İslam geleneği şöyle dursun , bir M o lla Sadra ve bir Şeyh Ah­
met Sirhindi (Imarn-ı Rabbani-ç .n. ) 'nin kelam sentezlerini bir yana iti­
veriy orlar. Şurası gerçek ki , eğer çöküş , bütünüyle Batılı değer yargıla­
rını kabul eden şu modernleşmiş müslüman yazarların hayal ettikleri ve
ileri sürdükleri gibi, İslam d ünyasını çok erken bir tarihte yakalamış ol­
saydı , ortada, bu gruba şu yüzyılda 'diril tmeleri' için İslam medeniyeti
diye bir şey kalmazdı. Yığınla oryantalistin görmek istedikleri biçimde ,
uzun zaman önce ölmüş ve arkeolojik bir ilgi konusu haline gelmiş
olurdu İslam medeniyeti .
'Sapma' sözcüğüne gelince; bu , modernistler tarafından pek seyrek
kullanılmakta ve ed-Din sözcüğünün en geniş anlamında 'gelenek'ten
sözetmek, sapma imkanından da sözetmek demek olduğundan, kendi­
siyle , kendilerininki de içinde olmak üzere, herhangi bir insan toplu­
mu n u yargılayabilecekleri manevi ve dini bir ölçünün varlığından ha­
berdar, daha çok kurallara bağlı müslüman yazarların yazılarında görül­
mektedir. Bu deyim gerçekte , R. Guenon'un diliyle 'canavarlık' demesek
de , 5 bizzat kendisi bir sapma ve anormallik olan Batı medeniyeti hak­
kında kullanılacağı yerde, burada sözkonusu ettiğimiz modern yazarlar,
herhangi belli bir 'dünya'nın özgül zaman ve mekan şartlarını belirleyen
geçici akımları yargılamak için nesnel bir ölçüden, bu akımları aşması
gereken bir ölçüden yoksun bulunduklarından ö türü , söz konusu kav­
ramı kullanmakta sakıngan davranmaktadırlar. E lbette ki bu durum
çok daha şaşırtıcı olmaktadır; çünkü geleneksel İslami kaynaklar, böy-
1 68
•
İs l a m
ve
Modern İnsa n ı n Çıkmazı
le bir ö lçüyü keşfetmek ve çağdaş insanın anlayabileceği bir dilde böy­
le bir eleştiriyi formüle etmek için gerekli olan bütün malzemeleri yete­
rince sunmaktadır.
'Yeniden doğuş' deyimini ise , en vahşi kullanım biçimleriyle , san'at­
tan edebiyata, ede biyattan siyasete her yerde görmek mümkündür. Mo­
dernistler, İsla.m dünyasındaki hemen hemen her eylem biçiminden , en­
nehda şeklindeki Arapça, çevirisiyle çağdaş Arap edebiyatında en çok
kullanılan sözcüklerden biri haline gelen yeniden doğuş olarak sözet­
mekten hiç mi hiç bıkmazlar. Bu sözcüğün böyle kullanılıvermesinin ar­
dında sinsi bir şeyler yatmaktadır; çünkü bu sözcük, Greko Romen pu­
tatapıcılığının , Kilise Pederleri , özellikle Aziz Augustine tarafından Hris­
tiyanlık içinde zaten bütünleştirilmiş bulunan öğelerinin değil de, ma­
_
nevi açıdan öldürücü öğelerinin yeniden gündeme gelip, Hristiyan me­
deniyetine sersemletici bir darbe indirerek, onun bir Hristiyan medeni­
yeti şeklinde doğal çiçeklenme dönemine ulaşmasına engel olduğu Rö­
nesans'ı hatırlatmaktadır. Rönesans denilince akla ilk gelen, lslam'la ta­
ban tabana zıt olan Prometeci ve Titanik ruhun ( ) Batı'da bir kez daha
dirilmesinden başka bir şey değildir. 6 Bugün pek çok müslümanın Rö­
nesans'tan anladığı, lslam'ın yerin i almak üzere geldiği güçlerin, gele­
neksel Müslümanın düşü ncesinde Cahiliyye çağıyla özdeşleşen güçlerin
şu veya bu biçimde yeniden dirilmesinden başka bir şey değildir. Bu,
belli bir alanda herhangi bir 'rönesans'ın imkansız olduğu demek değil­
dir; büyük bir veli gelir ve İslam dünyasının belli bir yöresinde manevi
bir 'rönesans' yapar. 7 İslam san'atının büyük bir üstadı belirli bir san' at
biçimini veya güçlü bir aydın , lsla.mi zihinsel geleneğin derinlerine kök
salmış olmak şartıyla, bu geleneğin bazı yönlerini diriltebilir. 8 Fakat, bu­
gün 'rönesans' adıyla boy gösteren şey, hiç de bu türden değildir. Nice
kez lslam'a doğrudan karşı bir düşünce biçimi , lslam düşüncesinin 'rö­
nesans'ı veya lslam'm öğretilerine doğrudan zıt bir eylem, İslami sosyal
bir rönesans olarak alkışlanmaktadır ! 'Rönesans' deyimi şu veya bu ne­
denle kullanılacak olsa bile, zihni dürüstlük, bizim hiç olmazsa buna 'ls'
(*) Promete, bilindiği gibi, putatapıcı Yunan mitolojisinde insanlara kutsal ate­
şi getirdiği için tanrılar tarafından cezalandırılmış bir 'kahraman'dır. Titan da aynı
şekilde tanrılar tarafından cezalandırılmış bir tanrıdır. Prometeci ve Titancı ruh, Rö­
nesans ve sonrasında göğe, daha doğrusu Allah'a ve dinlere başkaldırı öğesini oluş­
turmuştur. Rönesans hümanizminin esası da buna dayanır. ( ç . n.)
Çöküş, Sapma ve YPn iden Doğuş • 1 69
la ıni' etiketini vurmaktan kaçınmamızı gerektirir. Yine burada da , mo­
dern dünyanın yanılgılarıyla büyülenmiş pek çoklarının İslam dünya­
sında ki herhangi bir değişim ve eylemi lslami bir rönesansla özdeşleşti­
rive rmesi ve aynı şekilde, laik Batı dünyasında ve diğer kıtalardaki ba­
ğımlı peyklerinde meydana gelen herhangi bir değişimin , bu değişim her
ba kımdan insani haya tın niteliğinin alçalması ve değer ve onurunun
düşmesi yönünde de olsa, hemen 'ilerleme' ve 'gelişme'ylc: denkleştirili­
verm esi , nesnel İslami ölçüler gö rüşünden yoksun olmanın sonucudur.
Bütün bu durumlarda ortak yamlgı , insan toplumundaki belli bir
biç im, eylem veya yaşanan dönemin, İslami açıdan gerçek bir rönesan­
sın hususi nitelikleriyle karşılaştırıldığında çöküş mü , sapma mı, yoksa
dirilmemi olduğu noktasında yargılama i mkanı sağlayan nesnel, aşkın
ve değişmez İslami ilkeler görüşünün yitirilmiş olmasından kaynaklan­
maktadır. Mutlak o lmadan izafi hiç bir zaman bü tünüyle anlaşılamaz;
Değişmez olmadan değişenin akış yönü kestirilemez . Fakat, Değiş­
mez'in görüşünü yitirmiş olan modern Batı'nm gülünçlüklerine kör bir
teslimiyetle birleşen 'metafizik miyopluk' nedeniyle, sözünü et tiğimiz
modernleşmiş müslümanlar güruhu, ne eşyanın değişmez özünü , ne
Kur'anı deyimle, rnelekü t'unu kavrayacak zihinsel görüşe, ne de Hadis
ve Sünnet'in ortaya koyduğu ölçüye bağlı kalacak bir inanca sahiptirler.
Eşyanın değişmez Hkelerine u laşma yollarından biri, zihinsel v e mane­
vi bir sistemden geçtiği için, bu sistem, sözü edilen türdeki modernist­
ler tarafından halkın fazlaca tepkisini de çekmeden bir kalemde silini­
vermekte ve bu durumda enerj ileri , açık dini renginden dolayı inanan
müslürnanlar arasında daha büyük karşı çıkışlara yol açacak şekilde , ge­
leneksel lslam'ın değişmez yapısına olan normal inancı saptırmaya yö­
nelmektedir. Fakat, her iki durumda da nihai itici güç aynıdır. Kendi­
siyle günümüz İslam toplumunun ve genelde modern dünyanın yargı­
lanacağı nesnel İslami ölçüleri ortadan kaldırmaya dönüktür bu güç.
Bu nesnel ve Allah vergisi ölçüleri ortadan kaldırma arzusu, inanç­
lı müslümanların gözünde, bir şeyin kaynaklarda bulunmamasına ba­
karak, onun hiç var olmadığı hükmünü basıveren sözde " tarihsel eleş­
tiri' yön temiyle Hadis ve Sünnet'in tarih ö tesi anlam ve önenJ_ini zayıf­
latma girişimi olarak değerlendirilmektedir. Hz. Peygamber, müslü­
manlar için, hem birey birey, hem ele toplum olarak özel ve toplumsal
hayatlarında uymaları gereken mükemmel bir ölçüdür; Kur'an'm üs-ve­
tün hasene'sidir. Sünnetine gereken saygı ve bağlılık gös terildiği sürece,
1 70
•
İslam ve Modern İn sanın Çıkmazı
İslam toplumu içinde , kendisiyle insan davranışlarının yargılan ac ağı
Allah tarafından seçilmiş bir ölçü ve Ku tsal Kitap'la birlikte , insa n to p­
lumunun dışsal ve üyelerinin içsel dini hayatının temelini oluştur acak
bir araç, her zaman var olacaktır. 9 Hadis literatürünün bü tünlüğün e
karşı yöneltil en saldırının en belli başlı hedeflerinden biri , bilinç düz e­
yinde kavranmış olsun olmasın , Müslümanlar için konmuş llahi ölçü ­
yü ortadan kaldırmak ve böylece , modernizmin önünde en az direnç
gösterenleri izleme ve ihtirashmna teslim olma ya da ne kadar şeytani
olursa olsun günün geçici modalarına uyma kapılarını açık bırakmak­
tır. Bütün bunlar hem de 'İslami rönesans' adına yapılmakta ve Batı me­
deniyetinin en ucuz ürünlerini gözü kapalı taklit etmeyi reddeden kim
olursa olsun , gerici veya çökmüş olarak eleşıirilmektedir. Çoğu moder­
nistin İslam'la ilgili muğlak ve eften püften yargıları, Kur'an ve Sün­
net'in insan hayatı için koyduğu ölçü ve apaçık örneği bulandırma giri­
şiminden ayrılamaz özelliktedir. Ve ö te yanda , pek çok kurallara bağlı
müslüman , İ slam'ın bütünlüğünü savunma çabaları içinde , yalnızca
Kur'an-ı Kerim'in pek çok bakımdan anlaşılamaz hale geleceği Sünnet
ve Hadis'te ortaya konulan Peygamberi ölçünün önemini tekrar vurgu­
lamayı gerekli görmektedir.
Şimdi bu nokta.da sorulabilir: 'Yeniden doğuş (rönesans ) , çöküş ve
sapma gibi deyimlere yöneltilen bu eleştirilerden sonra , Kur'an'ın ve
Sünnet'in kesin ve tam o toritesini kabul ettiğimizde ve geleneğin bugü­
ne kadar aşama aşama uğradığı çözülme karşısında , bu deyimler ne an­
lama gelebilir? ' Bu soruya verilecek kesin cevap , öncüller ve ayrılış nok­
talarındaki farklılık nedeniyle, sözü edilen modernist güruhun � erdi­
ğinden çok daha değişik olacaktır.
İslami anlamıyla yeniden doğuş (rönesans) , ne olursa olsun her şe­
yin değil , İslami ilke ve ölçülerin yeniden doğuşu, yani rönesansı anla­
mına gelebilir, başka da birşey değil . Hayatın her göstergesi manevi ha­
yat göstergesi değildir; müslüman halklar içinde ortaya çıkan her eylem,
özellikle G erçeğin pek çok yönünün silinip gittiği bu çağda , İslami ey­
lem olacak diye bir kaide yoktur. İslami anlamıyla rönesans, geleneksel
çerçevesi içinde bir yenileyici veya müceddid'in fonksiyonuyla özdeşle­
şen tecdid, yani yenilenme olabilir. İslam tarihi, sözcüğün gerçek anla­
mıyla, İslam dünyasının şu ya da bu yöresinde bir müceddid'in eylem bi­
çimi şeklinde pek çok rönesanslara tanık olmuştur. Fakat, böyle bir mü­
ceddid her zaman, yeniden yerleştirmek ve belli bir duruma uygulamak
Çöküş, Sapma ve Yen iden Doğuş
;
1 71
yoluna gittiği ls.lami ilkelerin en üst düzeyde yaşayan bir timsali olmuş­
tu r. Bu bakımdan o , 'zamanın kaçınılamaz ve kurtulunamaz şartı' deni­
lerek karşı konulamazmış gibi gösterilen şu veya bu olabi lir faktör için
ls lami geleneğin belli bir yönünü feda etme hevesi taşıdığınqan çoğun­
lukla bir "bozucu" olan modern anlamdaki 'düzeltici (reformcu) 'den, ı o
bütünüyle fa rklıdır. Moğol istilası sırasında v e sonrasında , böylesi 're­
formcu'lar ortaya çıksaydı da , l slam'ı o zamanın muzaffer M oğolları ve
yaşantılarıyla ilgili 'en karşı konulamaz şartlan'na uydurmaya çalışsaydı ,
acaba lslam'a n e olurdu diye düşünmekten kendini alamıyor insan. O
halde , gerçek bir lslami rönesans, insan tarihinin belli bir anında moda
olmuş herhangi bir şeyin doğuşu veya yeniden doğuşu değil, gerçekten
lsla mi nitelikteki ilkelerin yeniden uygulanmasıdır.
Ve artık hakiki bir lslami rönesans için birinci şartın ne olduğu ay­
dınlanmaya başlıyor. Günümüzde bu şart, Batı'nın ve modern Batı'yı ka­
rekterize eden her şeyin etkisinden bağımsız olmada yatıyor. Moderniz­
min etkilerine kapılmamış bir Müslüman, manevi yenilenmeyi gerçek­
leştirebilir ve aynı zamanda , modern dünyada olup bitenlere karşı vur­
dumduymaz kalabilir. Fakat , şu anda Ba tı'nı n ve genelde mod ernizrrıin
ağır baskısı altında bulunan l slam dünyasının zihinsel ve dini hayatını
yenilemek isteyen müslüman bir aydın veya dini bir lider, modemizmi
ve modern dünyayı derin bir eleş tiri süzgecinden geçirmeden, ne zihin­
sel , ne de sosyal düzeyde bir İslami rönesans yapma umudu taşıyamaz.
Bir yandan lslami bir rönesanstan söz edip, bir yandan da hiç "bir ayırım
gözetmeden modern dünyanın damgasını taşıyan her şeyi kabul etmek,
en saf bir kuru ntu ve en yontulmamış bir düş; sonunda tam bir kabusa
dönüşmesi kesin olan bir düştür. Bugün, özellikle zihinsel düzeydeki
gerçek lslami eylem, modern dünya karşısında, bu dünyayı derinden
bir kavrayışla bütünleşen en derin bir eleştiri tavrı içine girmeden ger­
çekleştirilemez. Ö te yandan , mod ernizmin ilkeleriyle değişime uğramış
zihni bir yapıdan lsfam fıkhı alanında ictihad yapması da beklenemez .
Eğer, son yüzyılda müslüman modernistlerin bunca lslam rönesansı laf­
larına rağmen, şimdiye kadar -hele, o nların çevrelerinden- böyle bir şey
meydana gelmemişse , bunun en belli başlı nedeni, kesinlikle gerekli
'
olan bu eleştirisel görüşten· ve aynı zamanda , modern dünya h akkında
derin bir bilgiden ve lslam'ın sonsuz ilkelerinin ışığında gelip geçici de­
ğerleri yargılama aracından yoksun b ulunmaları ? ır. Müslüman aydınlar
adına konuşmak isteyen ve bir İslam rönesansını gerçekleştirme arzusu
1 72 • İs/a nı ve Modern İnsa 11ın Çıkmaz ı
duyanlar için, Batı karşısında bir aşağıl ık duygusu mevkiindcn konuş­
mayı bırakma ve en saf biçimiyle Şe hadet'te var olan metafiziğin ayı rıcı
kılıcını modern dünyaya çalma zamanı dır bu zaman .
Bu bakış açışı içinde, çöküşün ve sapmanın ne elemek olduğu da ay­
dınlanmaktadır. Çöküş, tam o lan ölçüden ayrı düşmek, fakat, yine de
bu ölçüyle bağlantılı bir yol tutturmaktır; sapma ise, ölçüden bütün bü­
tüne kopmaktır. Bunun da ötesinde , biri edilgen biri etken, biri Doğu
medeniyetlerinin son birkaç yüz yıldır yaşamakta olduğu, diğeri de ay­
nı dönemde modern Ba tı'nın izlemekte o lup, etken ve dinamik niteli­
ğinden dolayı çöküş denmeyi hak etmiş çöküş olmak üzere, iki çöküş
biçimi vardır. 1 1 Pek çok Doğulu -Müslümanlar ve diğerleri- Batı'nın iz­
lemekte olduğu bu etken çöküşü, geleneksel Doğu dünyasındaki göre­
celi dinamizm ve etkenlik yokluğunun karşısında gördüklerinden , ger­
çek hayat olarak kabul etme yanılgısına düşmüşlerdir. Bugün, ne tuhaf­
tır ki , çoğu modernleşmiş Doğulular'ın dört açılmış gözleri önünde , Ba­
tı'daki bu sapma , artık kendilerini n de anlayabileceği türele bir çöküşe
dönüşmüş bulunmaktadır. O halde denileb i l ir ki , O rtaçağlar'daki mane­
vi normalliğini n sona erişiyle başl ayan modern Batı medeniyetinin ya­
şam eğrisi , 'rönesans'tan sapmaya , sapmadan da, son yirmi yıldır daha
da bel irgin hale gelmiş bulunan çöküşe doğru gitmektedir. Sözünü etti­
ğimiz moclernist gü ruhun lslam'ı yorumlayış eğrisi ise, çürümeden 'rö­
nesans'a, rönesanstan da sapmaya - kesinlikle bir diğer çöküş aşaması­
na , fakat, modernistlerin çare diye kendisiyl e başlamak istedikleri tür­
den farklı bir çöküşe doğru gitmektedir. Ama , bereket versin ki İslam
geleneğinin bütünlüğü , bu sürecin üstünde kalmaktadır.
Bir tek yolu vardır, çöküşe giden sinsi sapma zincirinden kurtulma­
nın. Bu da, lslam'ın her türlü oluşun üstündeki değişmez ve sonsuz il­
kelerine inançla bağl ı kalmak ve sonra da bu ilkeleri , Müslümanlar'ın
karşısına çıkan her türlü duruma ve kendisini ileri süren her türlü 'clün­
ya'ya uygulamaktır. Herhangi bir gelip geçici 'dünya'yı ve zaman-mekan
içi şartları, İslami ilke ve öğretilerin geçerlil iğinin ölçüsü o larak kabul
etmek, eşyanın tabii düzenini tersine çevirmektir. Arabayı a ta koşmak­
tır; şartlara bağlı ihtimalleri sonsuzu değerlendirmenin ölçüsü yapmak­
tır. Bunun sonucu ela, gide gide bugün modern medeniyetin içine girdi­
ği ve insan. 1.:1 yeryüzündeki varlığını tehdit eden çıkmaz sokağa varan
Batı'nın felaketli yol u na benzer bir çözülmeden başkası o lamaz.
Müs lüman aydın için, Modern Batı'nm , sonunda bugün içine düş-
Çö kiiş, Sapma ve Yen iden Doğuş
•
1 73
tüğü bunalıma varan tarihindeki aşamaları derin bir inceleme süzgecin­
den geçirmekle çıkarılabilecek derslerden gerektiği ölçüde yararlan­
maktan daha iyi bir yol yoktur . Eğer bu aydınlar İslam adına konuş­
mak istiyorlar ve İslamı hayatı yenilemeyi arzu ediyorlarsa , ta5ıdıklan
oldukça ağır sorumluluğu hatırlamal ı dırlar. Gerçek bir ölümün sahte
bi r hayattan daha iyi olduğu akıldan çıkarılmamalıdır; ve eğer İslam
toplumunun hayatının yenilenmesi arzu ediliyorsa , bunun ancak l lahi
Olan'ın en derinlerine kök salmış bir hayatın yenilenmesi anla mına ge­
leceği de unutulmamalıdır. Her zaman geçerli olan ve geçerli olmaya
devam edecek olan İslam vahyinin içerdiği ilke ve gerçekleri yeniden
uygulamanın dışında, hem çöküş ve sapmadan kaçınmanrn, hem de
gerçek bir rönesansı başarmanın bir başka yolu daha yoktur. Ve bu il ·
keleri dış dünyaya uygulayabilmek için de, her şeyden önce kişinin biz­
zat kendisine uygulaması gere kir. Kişi, çevresi ndeki dünyayı diril tmeye
girişmeden önce, kendisi manevi bakımdan dirilmelidir. Tüm gerçek re­
formcuların, bu g ü n modern dünyadaki iyi niyetli reformcuların bile uğ­
radıkları sayısız başarısızlıklardan çıkaracakları en büyük ders , dünya­
yı değiştirmenin tek yolunun, kişinin kendisini değiştirmekle başladığı­
dır. K endisini fetheden dünyayı fe theder; kendi içinde İslamı ilkelerin
bütünüyle yer ettiği insan, bizzat lslam 'rönesans'ına doğru en temel
adımı atmış demektir; çünkü, ölüp Gerçek'te yeniden dirilen insandır
ki, çevresindeki 'dünya'nm Göğün iradesine göre uzan tısı ne olursa ol­
sun, bu dünyayı diril tebilir ve ona yeniden can ka tabilir.
Onuncu B ölümün Notları:
1Bk: S.H. Nasr, Science and Civilization in Islam, bu sorunu bu ki tapta, özel­
likle, "Sunuş" bölümünde enine boyuna ele aldık. s: 21 ve d.
2üsmanlılar'la Avrupa arasında zaman zaman tem.aslar vardı kuşkusuz; fakat
bunlar, Ortaçağ Avrupasının tarihini değiştiren zihinsel alışverişten hütünüyle fark­
lı nitelikteydi.
1 74
•
İs lam ve Modern İnsa n ı n Çı k m az ı
31slam felsefesiyle ilgili durum ise çok daha şaşkınlık vericidir, çünkü lslam fel­
sefesi ve metafiziği hiç bir zaman çöküntüye uğramamıştır. Bk. S.H. Nasr, Islamic
Life and Thought,s. 1 4 5 - 1 50; Nasr, The Traditional lslamic Philosophy in Persia
and l ts Significance for the Modern World'; yine, Nasr. 'Persia and the Destiny of ls­
lamic Philosophy', Studies in Comparative Religion, Kış, 1 97 2 , s: 3 1 -42.
4Batılı insan için, özellikle Onyedinci yüzyıl sonrasının insanı için 'medeniyet',
bütünüyle saf insanı olanla , ve, doruğuna XIV. Lui'yle ulaşan yeryüzü insanının
kendini aşın büyütmesiyle özdeşleşmiştir. Bk: F. Schuon, 'Remarks, on Some Kings
of France', Studies in Comparative Religion, Kış, 1 9 7 2 , s: 2-7.
5 Guenon'un modern dünya üzerindeki iki temel eserine bk: Crisis of Modern
World ve The Reign of Quan�ity and the Signs of the Times; yine , bk. F. Schuon'un
şahane analizi, Light of the Ancient Worlds.
6San'at zevki bütünüyle yok olmamış bir 'Müslüman, dini türde de olsa Röne­
sans'ın ve Barok san'atıyla mimarisinin dünyevi niteliğinden nefret eder. Şimdi,
Müslüman izleyiciye böylesine dünyevi ve ruhsuz gelen bu san'at, Rönesans hüma­
nizminde yatan Göğe isyanın bir yansımasından başka bir şey değildir. Bu hüma­
nizm, Batı'da imago Dei (Tann imajı, Tanrı'nın sureti) şeklindeki geleneksel insan
anlayışını yıkmayı başarmıştır. Rönesans Prometeciliği mevzuunda bk: Nasr, Know­
ledge and the S:ıcred, bölüm 5, "Man, P ontifical and Promethean" s. 1 60- 1 6 5 ; ve yi­
ne Nasr, Religion and the Order of Nature, bölüm 5 , "Tragic Consequences of Hu­
manism in the West" , s. 1 63- 1 68 .
7Bu tür bir rönesansa örnek olarak, bu yüzyılın başlarında Kuzey Afrika'da Ce­
zayir'li büyük Sufı şeyhi Şeyh el-Alevi'nin ortaya çıkışını gösterebiliriz. Bk: M .
Lings. A Sufı Saint of the Twentieth Century.
,
8Bk. H. Corbin, 'The Force of Traditional Philosophy in Iran Today'.
9Hadisin anlamı ve modern eleştiricilerine verilen cevapla ilgili olarak bk. S.H.
Nasr, Ideals and Realities o f Islam, bölüm 3 , s: 5 7-62 ve F. Schuon, Understanding
lslam, Bl: 3 s . 9 5 - 1 00; Yine bk: S . M . Yusuf, An Essay on the Sunnah, Lahor, 1 966; ve
M . Z . Sıddıki, Hadis Literatürü, Kalküta, 1 9 6 1 .
1 0 Geleneği içinden yenileyen (tecdid eden)in zıttına, çoğunlukla muslih, yeni­
den şekil veren (ıslah eden) deyimi kullanılmaktadır. Sekizi bölüme bakınız.
1 1Tüm medeniyetler çökmüştür; ama , farklı yollarla çökmüşlerdir; Doğu'nun
çöküşü edilgen, Batı'nın çöküşü ise etkendir.
D oğu'nun çöküşteki hatası, daha fazla düşünmemesidir; Batı ise çökerken çok
fazla düşünmekte, ama, yanlış düşünmektedir.
" Doğu gerçekler üzerinde uyuyor; Batı yanılgılar içinde yaşıyor." F. Schuon,
Spiritual Perspectives and Human Facts, s : 2 2 .
O n b irinci B ö l ü m
BATI DÜNYA S I V E İ S LAM KAR Ş I S I N D AKİ
M EYDAN O KUYU ŞLARI
e son olarak, modern Batı'nın çağdaş Müslüman'a karşı zihinsel ve
V manevi düzlemde meydan okuyuşlarına ve bu meydan okuyuşla­
ra karşılık v ermede İslam geleneğinin oynayabileceği role değinmek ge­
rekiyor. Daha önce de anıldığı gibi, eşyanın tabiatı gereği , içinde bulu­
nulan şu durumda , Batı'nın ve genelde modern medeniyetin İslam kar­
şısındaki meydan okuyuşları tartışılmak isteniyorsa, işe önce ayırım kı­
lıcını kullanarak ve ortamı, çağdaş sahneye egemen olan tüm 'put­
lar'dan temizlemek için bir tür 'zihinsel putkırıcılığa' girişerek başlan­
malıdır. Modern medeniyet, ister Batı'da olsun, isterse Doğu'daki selle. riyle olsun, kendi eylemlerini yargılayıp eleştirecek nesnel ölçülere sa­
hip bulunmadığından , gelmiş geçmiş medeniyetlerin en az eleştiri yan­
lışı ve gerçek bir gözlem duygusundan en uzakta kalanı olmasına rağ­
men, eleştirici bir zihin ve nesnel eleştiri gücü geliştirmiş olmakla
övünmektedir. Her türden yeni bir temel oluşum alanında sürekli başa­
rısızlığa uğrayan bir medeniyettir modern medeniyet; çünkü, hiç bir za­
man kendini yeniden oluşturmaya girişememektedir.
"Şeytan keskin uçlardan ve kenarlardan nefret eder" diye gelenek­
sel bir İslami söz vardır. Bu eski özdeyiş, bugün �ü duruma doğrudan
1 76
•
İs l a m ve Nio dern İnsanın Çıkma zı
uygulanabilecek, son derece derin bir hakikati içermektedir. Şeytan her
yerde, önüne çıkabilecek tüm keskin kenarları ve uçları yontarak etki­
sini gösterir ki, etki alanında keskin ayırımlar yok olup gitsin. Doktrin­
lerin kenarları aşınır ve keskinlikleri yavaş yavaş yok olur gider. Böyle­
ce, Hakikat ve yanılgı daha da içiçe geçer ve Allah'ın insana en kıymet­
li hediyeleri olan kutsal ibadetler ve akidevi kurallar bile , her şeyi bula­
nık ve karanlık gösteren bu aşındırıcı etkinin sonucunda, puslu ve be­
lirsiz hale geli r. Bu bakımdan, modern dünyanın İslam karşısındaki
meydan okuyuşlarını tartışmak için, Arapça yazılışıyla daha ilk çizgisi
bir kılıç darbesi şeklinde gelen Şehadet'e( * ) dayalı güçlü bir zihinsel
gözlemle, ortamı karartan bu pus ve sislerin dağıtılması gerekir. Bu kı­
lıç, yeni Cahiliye çağının sahte putlarını, niteliklerini soruşturma zah­
metine bile girmeden yığınla muslümanın kabul ediverdiği putları kır­
mak için ku llanılmalıdır. Modernleşmiş müslümanların 'zihinlerini al­
lak bullak eden tüm sahte fikirleri ve 'izm'leri kesip atmak ve sürüp çı­
karmak için kullanılmalıdır. Çağdaş müslümanm ruhunun ne idüğü
belli olmayan bir yığın şeyden tek tek temizlenip, ilahi ışık altında pa­
rıldayan keskin b i r kristale dönüşmesinde yardımcı olmalıdır; çünkü,
bir kristal, keskin yontulmuş kenarları bulunduğu için parıldar.
Hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır ki, şu durumda modern
dünyanın metafizik ve dini ilkelere dayalı bir eleştirisi, en derin anlamı
ve lslam'ın en merkezi erdemleriyl e uyum içinde bir sadaka olacaktır.
Ve , terbiyesiz ve (geleneksel İslam dillerinde nezaket, davranış biçimle­
rinde doğruluk, kültür ve edebiyat anlamına gelen) edeb yoksunu sayıl­
mak korkusuyla eleştiri yapmaktan çekinen bazı müslümanların takın­
dığı tutum karşısında, yine unutulmamalıdır ki, İslam'ın Peygamberi
(salat ve selam ona ve ehline olsun ) , en tam biçimiyle edeb sahibi olma­
sının yanı sıra, en kesin, dopdoğru ve en çıplak şekliyle Hakikati de or­
taya koyuyordu . Hayatında aşırı derecede net ve kesin olduğu anlar var­
dı ve edeb uğruna hiç bir zaman Hakikati feda etmemiştir. İslam şimdi­
ye değin, edeb göstermek için 2 kere 2'nin 5 ettiğinin kabul edilmesi ge-
( * ) " La ilahe illallah Muhamedün Rasulüllah" ( llah yoktur, yalnızca Allah var­
dır; Muhammed O'nun elçisidir) iman ilkesi lslam'ın şehadet ilkesidir. Ve, Arapça
yazılışında başta gelen "Lfı" (Lam elif) gerçekten çift uçlu bir kılıcı andırır ve buna
"yok, inkar, nefy (negation)" kılıcı derler. (ç . n . )
Ba tı Dünyası
ve
İs lam
•
1 77
rektiğinı öğretmedi. Gerçekte edeb , h/> r zaman ve her durumda, her or­
tamda Hakikati algılayıp onaya koymada tamamlayıcı bir öğe olmuştur.
Bir keresinde, Kuzey Afrikalı seçkin bir manevi otorite şöyle demişti :
"Edeb nedir bilir misiniz? Bedenden bir organın kesilmesi gerektiğinde,
acıtıp, incitmemesi için kılıcınızı bil emek, keskinleştirmek tir edeb . " lş­
te böyle bir tavırdır, b ugün Batı'yla ve lslam'a karşı meydan okuyuşla­
rıyla karşılaşmalarında Müslümanlar'a gerekli olan. Hakikatin yalnızca
hayatımız ve varlığım1z üzerinde değildir hakkı; bizden , kendisini baş­
kalarının da duymasını sağlamamızı ve mümkün olan her yerde ve her
zaman kendisini ifade edip yaymamızı isteme önceliği de vardır. Bugün,
Kantçı manada değil, lslami manada eleştirel olma ihtiyacı 'içindeyiz ,
hem de olabildiğince katı biçimde; çünkü böylesi bir tavır, o denli az
rastlanır ama bir o kadar da gereklidir.
Bugün, İslam dünyası nda, modern dünyada olup biten her şeyi n
dikkatli bir el eştirisi ve A'dan Z'ye incelenmesi eksiği vardır. Böyle bir
eleştiri olmadan, Batı'yla mücadelede ciddi hiç bir şey yapılamaz . Mo­
d e rnleşmiş müslümanlann, " lslam ve . . . bağdaştırmanın yol u " diye baş­
layan tüm sözleri, " ve'den sonra, bir başka vahyedilmiş ve ilham olun­
muş dünya görüşü dışında nP gelirse gelsin, başarısız kalmaya mah­
kumdur. Aksi halde, lslam'la Batı Sosyal izmi'ni , Marksizm'i veya Ekzis­
.
tansiyalizm'i (Varoluşçuluk) , evrimcil iğ ya da bu türlerden bir başka
şeyi bağdaştırma girişimleri, işe, ele alınan sistem veya "izm'i İslami öl­
çülerin ışığında tam bir eleştiriye tabi tutmadan başlandığı ve İslam, bü­
tünlüğü içinde, bilinçsizce kendi yerine merkez olarak kabul edilen şu
·
veya bu ismi niteliyici basit bir sıfat olma imkanını dışlayan bütün bır
si? tem ve her şeyi kucaklayıcı bir açı değil de, şu veya bu modern ide­
oloj iyi tamamlayıcı parçalı bir eşya görüşü yerine konduğu için , daha
baştan mahkum edilme durumundadır. Bir gün İslam sosyalizmini,
öbür gün İslam liberalizmi veya bir başka Batılı 'izm'i gündeme getiren
günlük modalardaki hızlı değişim, böyle bir yaklaşımın ne kadar saçma
ve sığ olduğunun kesin kanıtıdır. lslam'ın yapısını bütünlüğü içinde
kavrayan herkes bilir ki, lslam hiç bir zaman , kendisinden bağımsız ve
hatta kendisine düşman bir düşünce sistemi karşısında , basit bir nitele­
yici veya es kaza konmuş bir bütünleyici derekesine indirgenivermeye
izin vermez.
Yığınla modernleşmiş müslümanın , mevsimlik değişim hızıyla Ba­
tı'dan gelen çeşitli moda düşünce akımları karşı ında takındığı savun-
1 78
•
İslam ve Modern İnsanın Ç ık m a z ı
macı ve özür dileyici tavır, bir eleştiri duygusu
ve
gözlemci ve sezgici
bir ruhtan yoksun olmalarıyla yakın dan alakal ıdır. Çok zaman, apaçık
eksiklikler ya da eleştirilmesi kol ay ola n yönl er eleş tinlmekte, fakat, gü­
nümüzün temel safsatalarına karşı duru p , bunları eleştirmeye pek azı
cüret edebilmektedir. Gelenekse l m edreselerdeki öğrencilerin h ayatları­
nın gerekli sağlık şartlarından yoksun olduğunu söylemek pek kolay­
dır; fakat, modern eği tim kurumlarında öğretilen çoğu şeylerin -öğren­
cilerin ruhu için- bazı eski medrese binalarının fiziki açıdan sağlıksız
bulunan çevrelerinden çok çok daha ölümcül olduğunu ileri sürmek ve
bu noktada ayak direyebilmek ne kadar da zord ur. Bugün İ slam dü nya­
sında, Batı'ya karşı çıkıp, Batı'nın kendisine dayanarak İslam'a meydan
okuduğu temeli eleştirebilecek ve bu temele Kalbı A kl'ın ve Ruh'un kı­
lıcını çalabilecek çok az kişi vardır. Ne yazık ki bugü n durum budur;
ama elbette, hiç bir zaman olması gereken durum değildir. lslam vahyi­
nin mesajının içerdiği sonsuz doğrul ardan kalkarak, lslam'm Allah-ver­
gisi hazinelerini modern insanın içinde bulunduğu zavallı duruma ve
daha da ciddi çıkmazlarına uygulayı p , modern dünyanın nesnel bir
eleştirisini yapabilecek yeni bir seçkin aydınlar grubunun İslam dünya­
sında yetişmemesinin hiç bir mantı k! nedeni yoktur.
Önceki bölümlerde de anıldığı gibi , bugün İslam dünyasında, dini,
zihinsel ve felsefi sorunlarla i lgilenen iki ana grup vardır: Ulema ve ge­
nel olarak (Sufiler dahil) diğer dini geleneksel o toritelerl e , dine hala il­
gi duyan modernist.ler. Bugün artık yavaş yavaş , ulema gibi geleneksel ,
ama aynı zamanda modern dünyayı da bilen bir ü çüncü grup doğmak­
tadır. Ulema ve geleneksel manevi o tori teler, daha önce de belirtildiği
gibi , çoğunlukla modern dünya ve bu dünyanın sorunları-içinde bulun­
duğu karmaşık durum hakkında esaslı bir bilgi sahibi değillerdir. Ancak
onlar, İslam geleneğinin koruyucuları ve kollayıcılarıdırlar; onlar olma­
sa , geleneğin devamı her zaman tehlikeye düşebilir. Ve çok kez moder­
nistler tarafından, Avrupa felsefesi v e b i limiyle, modern ekonomi ve
benzeri konuları bilmedikleri gerekçes iyle e leştirilmektedirler. Ne ki,
yine pek ucuz olan bu eleştiri de, son derece yanlış yöndedir. Son yüz­
yılda İslam dünyasında mali ve siyasal gücü ellerinde tu tanlar, medre­
selere ulemanın modern dünya hakkında , bu dünyanın yıkıcı etkilerine
kapılmadan derin bir bilgi sahibi olmasını sağlamak yönünde hiç bir za­
man el atmamışlardır. Medrese programını değiştirmek için bir iki yer­
de yapı.lan girişimler ise , öğrencilerin İslami öğretilerin ışığında modern
B a tı Dünyası
ve
İs l a m
•
1 79
dünyayı tanıyabilmelerine imhin verecek ölçüde ders programlarını ge­
nişletmekten çok, bu programı umulanın da ö tesinde değiştirerek, gele­
neksel eğitim sistemini ortadan kaldırmak gibi gizli bir niyet taşımıştır
hep . Bunun da ö tesinde, geleneksel medreselerle modern eğitim ku­
rumları arasında bir köprü görevi yapacak ku rumlar oluşturma yönün­
de , pek az girişimde bulunulmuştur. Her ne olursa olsun, modernistle­
rin, derinliğine öğrenme fırsatını hiç bir zaman bulamadıkları şeyleri
bilmiyorl (l. r diye asla ulemayı eleştirme hakları yoktur.
İ çinde bulundukları tavır önceki bölümlerde tahlil edilen ikinci
grup ise, ya Batı ü niversitelerinin ya cb Batı'yı şu veya bu ölçüde taklit
eden üniversitelerin ü rünüdür. Geleneksel sistem temelde, kalıpları
içinde fo nksiyon gördüğü kültü rle bağlantılı olduğundan, bugün İ slam
dünyasındaki üniversiteler kimlik sorunundan kaynaklanan bir buna­
lımla karşı karşıyadırlar. Bir j e t uçağı , bir Afrika ya da Asya ülkesinin
havaala nına inebilir ve bu ülkenin bir parçası haline gelebilir; fakat bir
eğitim sistemi uçak değildir ki, hemen ithal ediliversin . Batı'dakinden
çok daha değişik bir ortamda, yani İslam dünyasında modern üniversi­
telerin i çine düştüğü bunalım , bu gerçeğin apaçık kanı tıdır. Yerli ve öz­
gül İslam kültürü h ala canlıdır; şu halde böylesi bir bunalımın ortaya
çıkması da kaçınılmazdır. Daha da ötede, bu bunalım bu üniversiteler­
de okuyanları ve kendilerine 'ayd ın' (entelijansiya) denilenleri de derin­
den etkilemektedir. Ne ki, bu deyim de 'entelektüel' deyimi gibi en ta­
lihsiz deyimlerden biridir; çünkü , bu deyimlerle nitelenenler, gerçek
anlamıyla "intellect'in, 'aydınlığın' sahasından en uzakta olanlardır. Fa­
kat her ne adla anılı rlarsa anılsınlar, Batı yönelimli üniversitelerin ü rün­
lerinin ortak bir özellikleri vardır: Batılı olan her şeye 'hay hay' , İslami
olan her şeyle ilgili o larak da bir aşağılık duygusu. Sürüyle modernleş­
miş M üslüman arasında görülen ve modernleşmiş Hindu ve Budistler­
le, genelde , modern puta tapıcılık biçimleri psikozunun e tkisi altına al­
dığı Doğulular tarafından da paylaşılan Batı karşısı ndaki bu aşağılık
duygusu , bugün İslam dünyasını saran en büyük hastalık olup, en fa z­
la da Batı'nın meydan okuyuşlarını karşılaması umulan grubu pençesi­
ne almış durumdadır. Bu bakımdan , İ slam'la Batı'nın karşılaşması, çoğu
durumlard a modern bir üniversi te eğitiminin ürünü olan zihin yapısı, 1
son yüzyılda lslam-Batı karşılaşmasını konu edinen özür dileyici çoğu
İstimi eserlerden 2 sorumlu olan zihin yapısı göz önüne alınmadan tar­
tışılamaz.
180
•
İs l a m ve Modern İ n s a n ı n Çıkm a z ı
İslam-Batı karşılaşması bunalımına bu şekilde özür dileyici mo­
dernleşmiş yaklaşım, Batı'mn meydan okuyuşlarını, geriye dönük bir
tavırla ne yapıp yapıp İslam'm şu veya bu öğesinin bugün füıtı'da moda
olan şu veya bu şeyle aynı olduğunu gösterip, en olmadık nok tal ara
uzanan bir hayal gücünün bile Batı'da karşılığını bulamadığı diğer ö ğe­
leri ise, önemsiz ve tslam'a sonradan girmiş yanlış 'eklem eler' olara k bir
yana itivermekle3 kar�1lamaya çalışmaktadır. lslami ibadetlerin sağlığa
kavuşturucu niteliği konusunda sonu gelmez kanıtlar ileri sürülm ek te
veya lslam'ın mesaj ının ne kadar 'eşitlikçi' olduğu vurgulanmaktadır;
tabii bu özelliklerin topyekun İslami mesaj ın bütünselliği bağlamında
doğru olmasından ötürü değil, sağlık bilimi (hijyen, hıfz-ıs-sıhha) ve
eşitlikçilik, Batı'da şu anda kabul g ören. fikirler ve ölçüler olduğu için.
Böylesine açık ve kolay savunulabilir hususi nitelikleri vurgulamakla,
.
özür dileyiciler, lslam'ın kalbini tehdit eden ve boşa çıkarılması yo lun­
da düşmanın saptırabileceği hiç bir girişimde bulunulmayan Batı'nın
tüm meydan okuyuşları karşısında yan çizmiş olmaktadırlar. Bir ameli­
yat yapılacağında, kendisiyle çürümüş parçanm alınacağ! bir bıçak ge­
rekir. Yine, dini gerçeği tehdit eden yanılgılar baş gösterdiğinde ise, hiç
bir şey eleştiri ve sağlam gözlem kılıcının yerini alamaz. Yanılgının
olun:ısuz etkisi, onunla barışarak ve onun dostuymuş gibi görünerek as­
la giderilemez.
Özür dileyici tutum, felsefi ve zihinsel sorunlar alanında çok daha
içler acısıdır. Yüzyılın başlarında büyük çoğunluğuyla M ısır'da ve Hint
yarıkıtasında ortaya çıkıp, Viktorya İ ngilteresi ve aynı dönem Fran­
sa'sındaki bayat ve ölü 'Ilahiyat mı bilim mi' tartışmasını örnek edinme­
ye çalışan bu özür dileyici edebiyata şöyle bir göz atıldığında, Batı'nın
mey � an okuyuşlarına karşı koymaları umulan bu eserlerdeki zayıflık,
hemen bütünüyle göze çarpmakta ve özellikle, o günden bu yana geçen
onlu yıllar bu zayıflığı çok daha belirginleştirmiş bulunmaktadır. Ama
aynı dönemde, kuşkusuz lslam vahyinin değişmez ilkelerine dayanarak
tartışılan çok daha çapraşık ve gizli felsefi ve bilimsel fikirlerin farkın­
da olmasalar da, dini düzlemde bu meydan okuyuşlara cevap vermeye
çalışan geleneksel otoritelerin güçlü sesleri de işitilebilmektedir. Fakat,
bu sesler, b irden ve bütünüyle yok olmasalar da, yavaş yavaş zayıfl'amış ,
ama karşı yanda, modernistlerin sesleri daha daha duyulur ve yaygın
hale gelmiştir.
B a tı Düny a s ı
ve
İs lam
•
181
Bu olgu , gide gide öyl e bir noktaya varmıştır ki , dünyada okumuş
içinde, modern Batı .medeniye tinin en a teşli savunucularının Ba­
ıflar
sın
nlılaşmış Doğulular arasından çıktığı günümüzün şu tuhaf ve anormal
ortamını hazırlamış tır. Oxford ve Harvard'ın en zeki öğrencileri , bir sü­
�
re her şeyi modernizmin sunagında kurban edip, şimdi d e putlarının ne
derece boş ve kof olduğu gerçeğinin birdenbire ortaya çıkıvermesi im­
ka nıyl a karşı karşıya gelen modernleşmiş Doğulular'dan çok daha az
güven duymaktadırlar Ba tı'ya ve Batı'nın geleceği ne. Bu yüzden de, da­
ha bir umu tsuzca ona sarılmaya çalışıyorlar. M odernleşmiş müslüman­
lar, ·özellikle aşın dereced e modernleşmiş olanları için, 'gerçek anla­
mi'yla lslam, Batı kendilerine uzun süredir ne demişse odur. Eğer ev­
rimse el üstünde tu tulan , 'gerçek ls1 a m' da evrimcidir. Eğer sosyalizm
gün ün modası ise , lslam'ın 'gerçek öğre tileri' Sosyalizm'e dayalıdır. Bu
zihin yapısını ve ortaya koyduğu eserleri tanıyanlar, bunların başı eğik ,
kölece ve edilgen ni teliklerinin fa rkındadırlar. H uku k alanında bil e , bü­
tünüyle Islam dışı, hatta 1slam karşıtı ilkeler, kabul edilen maddenin
özü şu veya bu Batılı hukuk sisteminde alınmış, h atta bütünüyle kopya
edilmiş olmasına rağmen, nice zaman başına bir bismillah , sonuna da
bir bihinestain konularak benimsenivermiştir.
Şimdi, Batı'yı örnek edinebilmek için ruhunu bile · satmaya istekli
olan bu grup , Batı Medeniye ti'nin nasıl bataklığa saplanıp kaldığını ina­
namaz gözlerle izliyor. Bu tür insanlar için ne de acıklı bir görüntü ! Bu
durum karşısında, her türlü kanıt önlerindeyken bile; Batı 'değer siste­
mi'ni savunmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve bizzat kendileri mo­
dem dünyayı eleş tirmeye başlayan Ba tılılar'a ateş püskürüyorlar. Oysa ,
!kinci Dünya Savaşı'ndan sonra her geçen gün açığa çıkan modem me­
deniyet'in çözülmesi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendini belli e t­
miş olsaydı , o zaman çok daha saglam bulunan geleneksel Asya mede­
niyetlerinin pek çok yanı kurtarılabilirdi . Fakat kaderin elleri insanlık
. için bir başka yol daha çizmiş bul unuyordu . Ama, şimdi bile yapılabile­
cek çok şeyler var; bir Iran a tasözünde ifade edildiği gibi, 'bitkinin kö­
kü suda kaldığı sürece ümit de vardır'. Geleneksel ilkelere göre gerçek
eylem düzleminde olumlu bir şeyler yapma imkanı her zaman vardır;
en açık ve merkezi eylem olan gerçeği ifade e tme ve gerçeğe güre dav­
ranma imkanı bile . 4 l mam'ın olduğu yerde umutsuzluğun anlamı kal­
maz . Bugün bile, eğer lslam dünyasında hem geleneksel hem de mo­
dem dünyayı çok yakından tanıyan gerçek bir aydınlar grubu oluştum-
1 82
•
İslam ve Modern İnsa n ın Çı kmazı
labilirse, Batı'nın meydan okuyuşlarına cevap verilebilecek ve 1slam ge­
leneğinin özü , şu anda bedenini ve organlarım tehdit eden felçten ko­
runabilecektir.
1slam dünyasında neyin ne kadar kurtarılabileceğini kavramak için,
bugün bile Müslümanlar'ın büyü k çoğunluğu açısından İslam kültürü­
nün , içinde yaşayıp içinde soluklandıkları ve içinde öldükleri canlı bir
gerçeklik olduğunu hatırlamak yeterlidir. Endonezya'dan Fas'a kadar,
halkın ezici çoğunluğu için 1slam kültürü , geçmişten kalmış bir şeyler
değil, hem dünün hem de bugünün dipdiri varlığıdır. Ondan geniş za­
man değil de, geçmiş zaman kipiyle sözedenler, artık geleneğin dünya­
sında ölmüş ve kendi merkezlerini yitirmeleri ni , 1slam toplumunun bü­
tününün yerinden oynadığı biçimde yanlış yorumlayan, küçük, fakat
ses veren bir azınlıktır.
İşin en acı yanı, İslam'ı geçmişte kalmış bir şey olarak görenlerin,
İslam dünyasının çoğu ülkelerinde kitle iletişiin araçlarını ellerinde bu­
lunduran ve böylece, sayılarının çok çok ötesinde insanların ruhlarını
ve zihinlerini etkileyen kişiler olmasıdır. Pek çok ülkede radyo , televiz­
yon ve dergi-gazete gibi iletişim araçlarını kontrol edenler öyle bir dün­
yada yaşamakladırlar ki, çılgınca bir Batı sevdasına kapıldıklarından,
bir diğer şekil kapılarının hemen eşiğinde yaşayan bir gerçeklik de ol­
sa, eşyayı Batılı görüş şeklinin dışında görebilmeleri hiç bir anlam ifade
etmeyeceği için, İslam kültürünün geçmişte kalmış bir şey olarak görül­
memesi mümkün değildir.
N e tuhaftır ki , İslam dünyasındaki bu Batılılaşmış azınlık, Batı'nın
kendi şamandıralarını bütünüyle yitirdiği ve ne yapacağını veya nereye
gideceğim bilmediği bir zamanda, kendisine y uksek bir mevki edinmiş­
tir. Sözgelimi, basit bir Arap veya İranlı köylü <Jrta Doğu'nun büyük ha­
vaalanlarından birine getirilse ve kendisinden ülkeye giren Avrupalılar'ı
gözlemesi istense, sadece rahibesinden çıplağına kadar giyimde görülen
tezatlar, Batı medeniyetinin ürünlerinin ahenk ve homojenlikten ne öl­
çüde yoksun olduğu konusunda onun basit zihnini etkilemeye yetecek­
tir. Fakat, bu gayet aşikar gözlem bile , çoğunlukla iyi niyetli olmasına
rağmen, aşkla örnek edinmeye çalıştığı bir medeniyetin apaçık çelişki­
lerini görmek istemeyen bütünüyle Batılılaşmış bir müslümanın dikka­
tinden kaçmaktadır.
Her ne kadar bu tutum çeşitli çevrelerde hala egemenliğini koruyor­
sa da, son otuz-kırk yıldır kimi şeyler de değişmiş bulunmaktadır. Bi-
B a tı Dünyası
ve
İslam
•
1 83
rinci ve İkinci Dünya Savaşları arasın da Avrupa'ya giden müslümanlar,
Sen veya Tayms nehri kıyılarındaki ağaçları Şecerat'ül-Tuba (Tuba ağaç­
lan) , bu nehirleri de Cennet'in nehirleri sanıyorlardı . Bilerek veya bil­
meyerek, bu modernleşmiş Müslümanlar kuşağının çocukları, Cennet
ve mükemmellik denilince hep Batı medeniyetini getiriyorlardı gözleri­
nin önüne. Arlık bugün, bu görüş homojenliğine ve Batı'nın körü körü­
ne bir put olarak kabul edilmesine. daha fazla rastlanmıyor. Son otuz­
kırk yıldır Batı'nın her geçen gün daha bir belirginleşen çelişkileri böy­
le bir tavıra izin vermiyor artık . Günümüzdeki modernleşmiş Müslü­
manlar kuşağı, Batı medeniyetinin mutlak değerine, kendilerinden ön­
ce Batı'ya gitmiş bulunan babalarından ve dedelerinden daha az güven
duyuyorlar. Bu durum, eğer rnodernizm'in olumlu ve nesnel değerlen­
dirmesine kapı açarsa, olumlu bir eğilime dönüşebilir. Fakat, şu ana de­
ğin modernleşmiş Müslüınanlar'ın saflarında yalnı zca karışıklık çıkar­
mış ve ancak şurada burada, zihinlerinde şafak atıp, körü körüne Batı'yı
örnek edinmeyi bırakan bir avuç Müslüman bilginin boy göstermesine
. vesile olabilmiştir. Ama , heyhat ! Ana sorun, yani lslam kültürünün öl­
çüleri çerçevesinde modern dünyanın gerçek doğası hakkındaki derin
bilgiden yoksun oluş hala varlığını koruyor. 'Oryantalistler'in Onseki­
zinci yüzyıldan beri Batı için gördükleri fonksiyonu, İslam dünyasında
İslam için yerine getirebilecek 'oksidentalistler'in sayısı henüz çok az. 5
Modernleşmiş Müslümanlar hesabına Batı'ya duyulan güven zayıf­
lamış olmasına rağmen, Müslümanlar hala düşünce ve maddi nesneler
alanında Batı'yı hedef almaya devam ediyorlar. Kendi zihinsel gelenek­
lerine güven duymadıklarından , modernleşmiş Müslümanlar'm çoğu,
Batı'dan şu veya bu türde etkilenmeyi ve do.lduru lrnayı bekleyen bir ta-­
bula rasa (boş levha) durumundadırlar. Bunun da ö tesinde, İslam dün­
yasının her bir parçası, yakından bağlı bulunduğu Batı dünyasının şu
veya bu parçasından çeşitli türde fikir paketleri almayı sürdürüyor. Söz­
gelimi, sosyoloji ve yukarıda anıldığı gibi, Felsefe alanında Hint yankı­
tası geçen yüzyıl boyunca İngiliz ekollerini, İran da Fransız ekollerini
izledi.6 Fakat, her tarafta modernleşmiş çevreler, Batı'dan b ir şey gelsin
de, onu alıp izleyelim diye oturmuş bekliyorlar. Bir gün pozitivizm'i (ol­
guculuk) , öbür gün strüktüralizm'i (yapısalcılık) ve ardından da yapı­
çözümcülüğü. Çok seyrek olarak, bir-iki kişi, yolumuzda esen rüzgar­
lar karşısında olumlu ve iyi bir gözlem biçimiyle, değişmez bir merkez­
den çıkan gerçekten İslami bir zihinsel tavrı benimseme zahmeti ne kat-
184
•
İs lam ve l'vfodern İns a n ın Çı kmazı
lanabiliyor. Çoğu İslam topraklarında , kadınların, birkaç Batılı modacı­
nın kend�leri için kararlaştırdığı biçimleri körü körün e alıp kabul ettiği
ve bu biçimler karşısında , itaatkar tüketiciler olarak bütünüyle edilgen
kaldığı moda alanı kadar berbattır zihinsel durum. F elsefe ve san'at mo­
dasında olduğu gibi, giyim modasında da modernleşmiş Müslüman­
lar'ın, kararların alı ndığı merkezde oynayacakları hiç bir rol yoktur.
Kuşkusuz doğrudur k i , Batılılar birbiri ardısıra Batı'yı silip süpüren
hareketlerin derinlerde yatan köklerinden habersizdirler; ve yine doğ­
rudur ki hiç kimse , ikinci dünya savaşından sonra Hippi h areketi gibi
bit h areketin Batı'da böyl'esine yaygınlaşacağını kestiremezdi. Ve yine
kimse pos t-modernizm gibi bir akımı öngöremezdi . F akat modernleş­
miş Müslümanlar bu akımları n öylesine uzağındadırlar ki, b ırakın ha­
reketlerin köklerinin farkında o lmayı , yayı lma ve gelişmel erinden bile
habersiz kalmakta; ama , bu h areketler sahnedeki merkezi yerlerini alın­
ca da , ya şaşırıp kalmakta ya da yine kör bir tesli miyetin içine düşmek­
tedirler.
Çevre kirlenmesi bunalımı söylediklerimize en güzel örnektir. Müs­
lümanlar, böyle bir sorunun varlığının bile farkında değillerken, Batı'da
bu bunalımın yığınlarca insanın merkezi ilgi alanı haline gelmesine de­
ğin beklemişlerd i r. Ve şimdi de, acaba lslam dünyasında kaç kişi, eğer
insanlar alıp kullanacak olurlarsa, bu önemli sorunun muhtemel çözü­
mü için bir anahtar sunabilecek doğayla ilgili son derece zengin lslam
geleneğinin ışığında düşünm ektedir bu gerçekten nazik sorunu? 7
Batı'nın İslam karşısındaki m eydan okuyuşlarını daha somut bir bi­
çimde incelemek için, bugün modern dünyada moda olup , İslam dün­
yasının da kültürel, hatta din1 hayatını etkisi altına alan bazı 'izm'leri ör­
nek olarak ele alalım . Önce, isterseniz M arksizm'e, v eya daha genelde
S�syalizm'e bakalım. 8 Bugü n , İslam dünyasının çoğu yörelerinde, ge­
nellikle İslam'a doğrudan saldırmıyorsa da, ekonomik ve sosyal faali­
yetler bir yana, din1 hayata bil e dolaylı biçimde etki eden Marksizm
hakkında pek çok şey söylenip durmaktadır. lsl �m dünyasında genel
olarak Marksizm veya Sosyalizm'den söz edenlerin pek çoğu, toplu­
mun, zihinlerinde çözüm aradıkları kimi sorunlarına ilişkin olarak bu
kavramlardan söz etmektedi r. Ne ki Marksizm'i veya kuramsal sosyaliz­
mi ciddi olarak bileni pek azdır. Şu kadar üniversite çevrelerinde M ark­
sizm'den söz eden yığınla genç müslüman öğrenci var; ama , acaba kaçı
Das Kapi tal'i veya ikinci derecede önemli M arksist eserleri okumuştur;
B a tı Dünyası
ve
İs lam
•
1 85
ya da kaçı Marksizm'i salt akıl düzleminde ciddi ciddi savunabilir diye
sormaktan kendini alamıyor insan. Marksist hevesler çoğu genç müslü­
man için, İslam toplumunun sorunlarını lslaml açıdan ve kendi sosyal
geleneklerinin çerçevesi içinde düşünmeyi kabul etmemeleri noktasın­
da bir özür olmaktadır yalnızca. Benliğini parçalamak ve kendini bir
'aydın' veya özgür 'aydınlar grubu'nun, ama hangi türde olursa olsun ,
tüm sorunlara yerleşik Marksist çözümleri önerip, başka başka toprak­
larda d a , lslam toplumunun sorunlarını , bir İslam toplumu olduğu için
daha yeni ve değişik bir biç imde düşünme sorumluluğunu akıl bile et­
meden , bütünüyl e farklı bir sosyo-kültürel çerçevede akıl yürüten bir
aydınlar grubunun üyesi olarak görmek için, bilinmeyen tüm içeriğiyle
bu kara kutunun adını etiket olarak üzerine vuruvermek yeterli gel­
mektedir. Ve sırf bu biçimde, Marksizm'in , içeriği hiç tahlil edilmemiş
bir paket veya her türde ağrıyı dindirecek bir aspirin olarak körü körü­
ne peşinden koşmaktır ki , en kötü türde bir demagojiye ortam hazırla­
maktadır. Sorunları daha akla yatkın ve anlamlı bir biçimde tartışmak
yerine , adına Marksizm deniliveren şeyin etkisi altında kalanlar, sonun­
da , inanç hayatında yol açtığı apaçık zararlar bir yana, İslam toplumu­
nun gençlerine dile gelmez zararlar veren anlamsız bir çatışma ve zihin­
sel bir katılaşma doğuran kör ve düşüncesiz bir itaatin içine yuvarlan­
maktadırlar.
N e yazık ki, bugünı.';'. değin Müslüm an yetkililerin diyalektik mater­
yalizm'in meydan okuyuşuna karşı çıkışları, İslam'm geleneksel akli bi­
limlerindeki zengin zihinsel verilerden kaynaklanmak yerine,9 nedense
hep aktarımsal ( nakli) veya dini bilimlerden kaynaklanmıştır. Ama, di­
ni kanıtlar ancak inanç sahibi olanlara sunulabilir. Kur'an'ın yetkinliği­
ni kabul etm eyen birinin düşüncelerine, hemen önce Kur'an'dan bir su­
reyle karşı çıkmanın ne yararı olacaktır? Bu alanda ulema'nın kaleme
aldığı eserlerin çoğu, sağır kulaklara seslendikleri ve ele alınan konuda
hiç bir etkinliği olmayan kanıtlar ileri sürdükleri için eleştirilebilir. On­
lar çoğunlukla dönüşmüş olana vaaz verme konumunda kalmaktadır­
lar. İslam geleneğinin, modern Avrupa felsefesinden kaynaklanan her
türlü akıma zihinsel düzeyde bütünüyle karşı koyabilecek zenginliğe ve
derinliğe sahip olduğunu düşündükçe, şu andaki durum ne kadar da
üzüntü verici oluyor! Gerçekte, geleneksel hikmet karşısında, tam bir
aldanmışlık içinde Göğü fethetmeye çıkmış kuru bir gürültü den başka
nedir şu modern felsefe ? Bugünün sözde-sorunlarının pek çoğu, yanlış
1 86 • İs l a m ve Modern İn sa n ın Ç ı km a z ı
konmuş sorulara v e gerçekleri h i ç bilmemeye dayanmaktadır; ve yalnız­
ca geleneksel hikmetin, eski Babil'den Ortaçağlar Çini'ne kadar uzanan
bir alanda, en evrensel ve en dallı budaklı biçimlerinden biriyle de İs­
lam'da ve ondört yüzyıllık hayatı süresince tsiam'm ortaya koyduğu
zengin z ihinsel gelenekte bulunan h ikmetin çözebileceği niteliktedir.
Marksizm'in İslam karşısında yol açtığı tehlike, son zamanlarda ba­
zı İslam ülkelerinde , özellikle Arap dünyasında , İslam'la cilalandığm­
dan, birtakım basit ruhlar için son derece çekici bir tuzak oluşturan bir
tür Marksizm'in ortaya çıkışıyla n isbeten ciddi hale gelmiştir. Dinin,
doğrudan siyasal amaçlar için bu şekilde sinsice kullanılması, dine kar­
şı ve en azından 'dürüst' olan M arksizm'den çok daha tehlikeli olup,
Kur'an'ın münafıklar adını verdiği insanların tutum ve düşüncelerini
yansıtmaktadır. Böylesi durumlarda, böylesi sözde-sentezlere zihinsel
düzlemde cevap verip , İslam'ın, başında bismillah bulunan herhangi bir
şey veya her şey olmadığını, tam tersine, adı ve niteliği ne olursa olsun,
birtakım yarı-gerçeklerle asla uzlaşmayacak bütün bir gerçeklik görüşü
olduğunu açıkça göstermekten başka bir İslami karşı çıkış tavrı ortaya
konulamaz.
İslam için büyük tehlike arzeden bir diğer 'izm', İslam dünyasına
M arksizm'den daha uzun bir sızma tarihine sahip olup, etkisi özellikle,
eğitimdeki güçlü İ ngiliz tesirleri nedeniyle H int Yarıkıtası'nın müslü­
manları arasında hissedilen Darvinizm veya daha genel bir deyişle, ev­
rimciliktir. Bir başka yerde, evrime karşı olan Avrupalı önde gelen biyo­
logların eserlerinden söz ettik10 ve daha önce ne olmuş olursa olsun,
yeryüzündeki tarih sahnesine adım atışından beri insanın hiç bir başka
parçadan evrimleşmediğini göstermek için çağdaş antropologların ileri
sürdükleri kanıtlara 1 1 değindik. Fakat ne yazık ki hemen hemen hiçbir
Müslüman düşünür bu kaynaklara dikkat etmemiş ve İslam'ın gelenek­
sel insan görüşünü desteklemek için bu kaynakların kullandığı kanıt­
lardan yararlanma yoluna gitmemiştir. Modernleşmiş müslümanların
belli bir bölümü için evrim , bir inanç ilkesi gibidir ve ne yazık ki,
Kur'an ayetleriyle evrim görüşü arasındaki apaçık çelişkiyi kavrayama­
maktadırlar.
Darwinci evrim teorisi, metafizik açıdan imkansız, man tıksal açı­
dan da saçma olmasına rağmen, bazı çevrelerde lslam'ın bazı yönleriyle
inceden inceye kaynaştırılmış ve ortaya son derece talihsiz ve tehlikeli
bir karışım çıkmıştır. Bununla, yalnızca yüzyılın başındaki sığ Kur'an
B a tı Dii n y a s ı
ve
İs lam
•
187
yorumlarını kastetmiyoruz; ya hem Viktorya dönemi evrim anlayışın­
dan, hem de Nietzsche'nin 'süpermen' fikrinden etkilenen lkbal gibi bir
düşünüre ne demeli ! Evet, lslam'ın çağdaş ve etkili bir şahsiyetidir İk­
ba l ve bir şair olarak kendisine duyduğu muz her türlü saygıya rağmen,
fikirleri , kendisinin sık sık vurgulayıp d urduğu ictihad'ın ışığında göz­
den geçirilmelidir. Tek bir temele de oturtulmamalıdır kuşkusuz İkbal .
Onun düşünce yapısını dikkatle tahlil ettiğimizde, Sufizm'le aşk sıcak­
lığında bir ilişkinin yanı sıra, pek çok şeye karşı çapraşık bir tavır çıkar
karşımıza . Rumi'ye hayrandır, ama Hafız gibi bir şahsiyete ise nefret
besl er. Bu tavır, birbirinin tam karşıtı olan iki düşünceden, bir yandan
Sufi, daha genel bir deyişle İslamı Olgun insan (el-lnsan'ül- Kamil) fik­
rinden, öte yandan ise Nielzsche'nin süpermen fikrinden etkilenmiş ol­
masından ileri gelmektedir. lkbal bu iki anlayışı bir görmekle çok bü­
yük bir yanılgıya düşmüştür. Bu feci yanılgıya yol açan ela, lslam'ın be­
lirli yönlerine olan derin anlayışına rağmen, evrim düşüncesini çok cid­
diye almış olmasıdır. Evrim kuramının saçmalıklarına cevap vermek ye­
rine, geriye dönüp, özür dileyici bir tavırla onu kabule, hatta İslamı öğ­
retileri ona göre yorumlamaya yönelen modern Müslüman yazarlar ara­
sında 12 İkbal, daha bilgiç ve daha açık bir eğilim sergiler.
Evrimci zihniyetin etkisi altında kalan Müslümanlar'ın genel eğili­
mi, zamanın yürüyüşüyle ilgili İslamı anlayışı bütünüyle unutma yö­
nünde olmaktadır. 1 3 Ahiret'le ve insanlığın son günleriyle ilgili olarak
Kur'an'm sonlarında gelen sureler gözardı edilmekte veya es geçiliver­
mektedir. Bu son günlerle ve Mehdi'nin çıkışıyla ilgili bütün hadisler, ya
bilmeden ya da kötü n iyetlerle bir yana i tilmekte veya yanlış yorumlan­
maktadır. Peygamber'in şu, en iyi M üslüman kuşağın kendi zamanında
yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler, daha sonra Kıyamet'e kadar
birbiri peşisıra onların ardından gelenler olduğunu ifade eden hadisi bi­
le , tarihte belli bir çizgiyi izleyen evrim ve ilerleme düşüncesini reddet­
mek için yeterlidir. Yaygın olan şekliyle evrimci düşünceleri lslam dü­
şüncesi.ne yamayarak !slam'a hizmet ettiklerini sananlar, gerçekte çok
tehlikeli bir çukura yuvarlanmakta ve İslam'ı, modern insanın, Allah'ı
unutturmak amacıyla Onsekizinci ve Orıdokuzuncu yüzyıllarda uydu­
rulmuş en sinsi dogmalarından birine teslim. edivermektedirler.
Bunların da ötesinde, evrimci tezi kabu l etmek, günlük yaşantıda
kolay kolay çözülemeyecek açık zıtlıklar ortaya koymaktadır. Eğer her
şey daha iyiye doğru evrimleşiyorsa, o zaman kişinin yaşantısını düzelt·
188
•
İs lam ve Modern İns a n ı n Çı kmazı
me yolunda çaba harcama zahmetine girmesine ne gerek var? Nasıl ol­
sa , her şey kendiliğinden daha iyiye gitmektedir. Modernistle rin savun­
duğu dinamizm, genel geçer olarak kabul edilen evrim fikrine aykırıdır
da. Veya bir başka açıdan denilebilir ki, eğer bugün mqdern dünyada sa­
vunulan çaba, emek, hareket ve benzeri şeyler etkiliyse, o zaman bu, in­
sanın geleceğini ve kaderini etkileyebildiği anlamına gelir. Ve eğer insan
geleceğini etkileyebiliyorsa, o zaman onu daha kötüye doğru da etkile­
yebilir; şu halde, hiç bir kendiliğinden ilerleme ve evrim garantisi söz
konusu olamaz. Ne yazık ki, evrim hipotezlerine karşı zihinsel ve me­
tafiziksel nitelikle ciddi ve etkili lslami bir cevap ortaya koyması gere­
ken zihinsel tavrın zayıflığı nedeniyle, evrim kuramının bu ve bunun
gibi daha pek çok çelişkileri bir yana i tilmektedir. Çağdaş lslam, Mark­
sizm'in meydan okuyuşlarına karşı çıktığı gibi karşı çıkmıştır evrimci
düşüncenin meydan okuyuşuna. Kur'an'ı Kerim'e dayalı birtakım dint
cevaplar verilmiş, fakat zihinsel alanda , evrimci ekolün i leri sürdüğü
sözde kanıtların etkisiyle Kur'an'a olan imanı sarsılmış bulunan genç
M üslümanları da ikna edecek bir cevap verilememiştir.
Bu arada, Spencer gibi, kendi ülkelerinde bile etkisini yitiren ve ar­
tık oku tulmayan evrimci Ondokuzuncu yüzyıl yazarJarının eserleri,
sanki en son kanıtlanmış bilimsel bilgi leri veya Batı'nın en son felsefi
ekolünü temsi l ediyorlarmışcasına İslam dünyasının üniversitelerinde,
özellikle Hint Yarıkıtasında hala harıl harıl okutulmaktadır. Pek az kişi,
biyolojideki son evrim karşıtı gelişmeleri ve evrim öncesi insan anlayı­
şının yeniden gündeme gelişini, bizzat Batı'da çeşitli çevrelerde gittikçe
yaygınlaşan görüşleri inceleme zahmetine girişebiliyor. Ve daha da kö­
tüsü , ortaya çıkabilecek evrimci veya daha başka türde bir insan görü­
şünü yargılamada bir ölçü oluşturacak ve bilimsel olguları salt hipotez­
lerden, bilimsel kanıtlan da , bilimsel olgu, hatta dini inanç kılığında bi­
le ortaya çıkan kaba felsefi materyalizmden ayı rdetmek için gerekli ışı­
ğı sağlayacak şekilde, lslami kaynaklardan lslam'ın insan ve Evren'le
ilişkisi d oktrinini formüle etme konusunda Müslüman aydınların har­
cadığı çabalar, oldukça yetersiz kalmaktadır. 14
lslam dünyası karşısında bir diğer önemli felsefi meydan okuyuş,
Freudcu ve jungcu nefs yorumudur. M odern psikolojik ve psikoanali­
tik göruş, i nsan varlığının tüm yüce öğelerini nefs düzeyine indirgeme­
ye; hatta hatta nefsi de modern psikolojik ve psikoanalitik yöntemlerle
incelenebilecek bir şey düzeyine indirgemeye çalışriıaktadır. Şu ana de-
B a tı Dünyas ı
ve
İdam
•
189
ğin , bu tür düşünce biçimi bilimsel şekliy l e , İslam dünyasını evrimcilik
ölçüsünde d oğrudan etkilemiş olmayıp, Freudcu veya Jungcu olan her­
hangi önemli bir M üsl üman yazar da tanımıyoruz; fa kat, bu demek de­
ğildir ki, bu düşünce yakın gelecekte İ�lam dünyasını etkilemeyecektir.
Bu bakım dan hatırlanmalıdır ki, diğer modern Batılı psikoloj i ve psiko­
terapi ekolleri gibi Freudculuk da, İslami toplumdan tümüyle farklı bir
toplumun yan ürünleridir. Yine hatırlanmalıdır ki Freud, Ortodoks Ya­
hudilik'ten dönmüş Viyanalı bir yahudiydi . Onun, Orta Avrupa'daki
dindar Yahudi toplumunun karşı çıktığı mesihçi bir hareketle bağlantı­
sı bulunduğunu, bu nedenle de Hristiyanlık şöyle dursun, Yahudi haya­
tının ana akımına bile karşı olduğunu bilen pek az kişi vardır. Çok kişi
Freudculuğu inceler, ama pek az kişi, bu akımın gerçek doğasını açığa
vuran derin köklerine inmektedir. 1 5
Ş u son günlerde Doğulu önde gelen bir Sufi, Fransızca Sufizm ve
psikoanaliz üzerine ikisini karşılaştıran bir d izi makaleler kaleme aldı.
Kendisine beslediğimiz her türlü saygıya rağmen şunu da belirtmeliyiz
ki, Sufizm'in 'sülük' yöntemler inin gülünç bir taklidinden başka bir şey
olmayan psikoanalize karşı pek yumuşak ve pek nazik davranmış. Be­
reke t versin ki, şimdiye kadar psikoanalizin etkisi M üslümanlar arasın­
da fazlaca yayılmadığı gibi, kendisine ihtiyaç da duyulmuyor. Bunun
nedeni de, her şeyden önce namaz ve hacc gibi ibadetl erin yerine geti­
rilmesindeki sürekliliktir. D ini merkezlerde kadın-erkek, genç-y� şlı
herkesin yaptığı zikirler, yakanlar, dualar, konuşmalar ruhların kapısı­
nı llahi Bereket sağanağına açmakta ve ruhun hastalıklarını giderip, dü­
ğümlerini çözmenin en güçlü aracını oluşturmaktadır. Tüm bu ibad,e t
biçimleri, psikoanalizcinin ulaşmaya çalıştığı, fa kat ulaşmak şöyle dur­
*
sun, Ruh'tan ( ) fışkıran ve insan benliğir:ti kontrol ve egemenlik altına
alabilen yegane güçten yoksun bulunduğu için tehlikeli sonuçlara yol
açtığı, amacı gerçekleştirmektedir.
Bilinemezci ve bazı durumlarda şeytani olan psikoanalitik düşünce,
Batı edebiyatının Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca ve diğer İslam dilleri(*) Büyük harfle yazılan 'Ruh'la küçük harfle yazdığımız 'ruh' farklıdır. Büyük
harfle yazılanı, Allah'ın hediyesi olup, insan kalbine 'nefs'le giriştiği kavga sonucu ege­
men olarak, onu llahi sıfatların yansıdığı bir ayna haline getiren 'manevi kuvvet'tir. Di­
ğeri ise, insanın tüm duyu ve duygularının, duyuş ve duygulanımlarının bütününü
ifade etmek için kullanılmaktadır. llkinki "Spirit" , sonraki ise 'soul'dur. (ç.n.)
190
•
İs l a m ve Modern İnsa n ı n Ç ı k m a z ı
ne çevrilmesiyle yavaş yavaş İ slam d ünyasına sızma eğilimi göste rme k­
tedir. Bu tür çeviriler, 1slam'ın doğasına ve öz niteliğine aykırı bir 'p si­
koloj i k edebiyat' m d o ğması na yol açacaktır ve açmaktadır da. İslam, bi­
reyci öznelliği reddeden bir elindir. lslam'ın
en
görünür maddi sembo lü
olan cami , içinde tüm özne llik öğelerinin silinip gi ttiği alana sahip bir
yap1 dır. G erçeğin nesnel bir görünüş yeri, içinde Ruh'un ışığının parla­
dığı bir kristaldir. lslam'ın manevı: ideal i , M üslüman'ın ruhunu, bir ca­
mi gibi tlahı ışığı yansı tan bir kristal h aline getirmektir.
Gerçek İ slamı edebiyat, Franz Kafka veya en iyi biçimde Dostoyevs­
ki'nin yazılarında gö rdüğümüz öznel edebiyat türünden bütü nüyle
farklıd ır. Bunlar ve bunlar gibi daha başka yazarlar, kuşkusuz modern
Batı ed ebiyatının en önemli simalarıdır; fakat daha pe k çok Batılı mo­
dern edebiyatçı gib i , hepsi ele l slô.rn'ı nkinden fa rklı , hatt�ı bütü nüyle l s­
lam'ın ruhuna aykırı bir bakış a ç ışı taşım aktadırlar. İ slamı bakış aç1sına
biraz yakın olan eski Batılı edebiyat ç ılardan , bütünüyle H ristiyan olma­
larına rağmen, çok y ö nl e r d e n Müslüman yazarlara benzeyen Dante ve
G o e the'yi göstere b i liriz. S o n zaman larda o rt::ıya çıkanlar arasında ise,
modern yaz a r ların aksine ictcn h i r H ri s t iyan o l u p , bu yüzden dünyaya
l s h \ m'ın kine r. i�bcten yakm b i r gözle bakan T. S . Elio t' u anabiliriz .
Du
t ü r kişilerin ese r l e r i n i n tersi yönde giden psikol ojik roman, nes­
nel bir gerçekl i k olarak Ha kikati gö rebileceği bir ölçüden yoksun oldu­
ğu halde, insan nefsine nüfuz etme girişi mi ve sahip olduğu biçimle ls­
lam'a bütünüyl e yabancıdır. M arcel Proust, kuşkusuz Fransız dilinin
büyük bir ustasıydı ve Kayıp Za manı n !zinde adlı eseri, modern Fran­
sız edebiyatına tu tkun olanların büyük ilgisini çekmişti; ancak bu tür
metinler, her ne olursa olsun , lsl:i mı: edebiya t için bir model oluştur­
maktan ç o k u zaktır. Eve t , bu türden edebiya t, Arapça ve Farsça yazan
bi rtakı m yazarlar için bir 'ilham kcı.ynağı' olmaya başlamıştır; 1 ran'ın son
dönem
en
ünlü edebi figürü olan
ve
l<'1. fka'nın c:ok fazla etkisinde kalan
Sadık Hidayet'i n psikoloj ik b t r u m u tsuzlu k içinde intihar etmesi ne ka­
dar ilgi nçtir; büyük bir edebi yeten ekli Sadık H i d aye t , fakat, İ slamı ha­
yat akışından k o p m uştu bir k e z . B ugün, gör üşlerine İ ran toplumunda­
k i 1slamı öğder kuşkusuz karşı çı k ı yo r. A m a , Ba t ı toplumunun yaşadı­
ğı düzensizlikleri
ve
ysiko l oj i k sorunlar1. , ivl üslümanlar'ın h en ü z karşı
karşıya bulu r. : ı.ıacııklan soru nları e l e a lan bu t t ı / azarlar, ke ndilerini ta­
nıyıp, bu yeni ha:;: :.a lık! '.". : ,t tutu lan M üsl ü r_ _:n gençler arasında yavaş ya­
' as popülr-:: · i1J. l r· o d nı ı:. �-: te d i rler.
y
..
B a t ı Düı: y a s z
ve
İs lam
•
1 91
Bugün M üsl üman dünyada gözlemlenen en kötü traj edilerden bi­
ri de, son zamanlarda bilerek Ba tı'mn hastalıkl arı nı taklide yeltenen
yeni bir insan tipinin ortaya çıkmış o lmasıdır. Böylelen . gerçekten bir
bunalım içinde olmadıkları halde , modern görünmek hevesiy1 e kendi­
le rini bunalıma i tmeye çalı?maktadırlar. Fırtınalı ve bunalımlı bir ruh­
tan çı kıyormuş izlenimi verecek şiirler yazmaktadırlar; oysa , hiç de bir
bun alı m için d e değillerdir. Nihilist olmaktan kötü bir şey yoktu r; fa­
ka t, Batı san'atının çöküşü n ü taklit e tmek için, nihilist edebiya t ve
sa n'at üretme çabasıyla nihilizm taklidi yapmak daha kötüd ü r. Tan rı­
tanımaz ve nihilist bir bakış açısının yanı sıra, İslam dünyasında sanat
ve edebiyat yoluyla yayılan psikoloj i ve psikoanaliz , İslam karşısında
bugün cidden büyük bir tehlike arzetmektedir; bu noktada yapılacak
olan, geleneksel İslami psikoloj i ve psiko terapiye dönmek ve edebiyat
adına İslam dünyasına giren bu kad ar şeyin nesnel bi r değerl endirme­
sini gerçekleşti rmeye i mkan verecek ölçüde özgül bir t slam1 edebiya t
eleştiriciliği yaratmaktı r.
Batı'clan gelen İslam karşıtı psikoloj ik ve felsefi fikirl eri n edebiyat
kanalıyla İslam dünyası n a ne ölçüde s ızdığı nı görmek i çin, çeşit! i Orta
Doğu kentlerinde ü niversitelerin bulunduğu c a dd e k rd rn -<ı� ;, �L �-� · :· .;•
çiverrnek yeterlidir. Her tarafta, sta n dlarda veya ye rlerde yay1l ım� bulu­
nan kitaplar içinde din1 eserler ve özellikle bir Kur'a n b u l ma k hd:j
müm kündür. Fakat, İslami di llerde, 'edebiyat' kılı fı içinde s u n u la n ,
Marksizm v e Egzistansiyahzm'den tutu n da Batı p o p k ü l Lü rüyle ilg i l i ki­
taplara kadar, yığınla eser bu l mak d a mümkü n d ür. Bu nbrn karşı veril­
miş cevaplan ve reddiyeleri içeren ki taplar d a va r kuşkusuz; ç ü n k u , i s­
..
laın ve yaydığı manevi hava hala canlılığını ko ruyor. F a kat b ü t ü n bu ol ­
gular, lslam'ın karşısındaki tehlikeni n büyü klüğü n ü göstermektedi r.
Nihilizm'e gelince; İslam'ın bu ak ım karşısındaki cevabı y;: ter ince
güçlüdür; nihilist görünenleri bir yana atarsak, Müs lüma n ların mo­
dernleşmiş olanlarının bile, nihilizm i n hayatları nın en öneP1li olgusu
haline geldiği Batılılar ölçüsü.nele bu akıma kapılmış ol madıkları açıktır.
Bunun başlıca nedeni de, H ristiyanlık'ta Ruh'un her zama n , ku tsal Hris­
tiya11 san'atının da açıkça o rtaya koyduğu gib i , olumlayıcı ve olumlu hir
biçimde sunulmuş olmasıdır. İslam'da ve Uzak Doğu'da olduğu gib i l fi
Hristiyan kelamında d a boşluk y a da nihil'e, man evi b i r anlam veril me­
miştir. Bu bakımdan , Hris tiya nlık karşısındaki başkald ırının so nucu
olarak , modern insan nihil'i hep olumsu z ve ürkütücü yön üyk� tan ımış-
1 92
•
İs lam ve Modern İnsa n ı n Ç ı k m a z ı
tır; içlerinden bazılarının Doğulu doktrinlere kapılması da, özellikle
Doğu'da Boşluğun vurgulanması nedeniyledi r.
Ruh'un her zaman olumlayıc ı ve olumlu bir biçimde göründüğü
H ristiyanlığın tersine, nasıl metafizik düzlemde Şehadet'in ilk bölümü
Allah'ın karşısında her şeyin boşluğunu olumlamak için bir olumsuz­
lukla başlıyorsa, aynı şekilde İslam san'atı da, manevi ve olumlu bir an­
lamda olumsuz'u, ya da Boşluğu kullanır. İslami mimarideki alan ya da
boşluk, temelde olumsuz bir aland ır . İslami mimari ve kent planlama­
c ılığındaki boşluk, bir nesnenin çevresindeki bu nesne tarafından belir­
lenmiş bir alan boşl {ığu değildir. Tam tersine, geleneksel pazarlarda gö­
rüldüğü gibi maddi biçimlerden uzak, olumsuz bir alan boşluğudur. Bir
pazarın içinde yürürken , ortasındaki bir nesnenin değil, pazarı çevrele­
yen iç yüzeyin tesbit ettiği sürekli bir boşluk içi nde yürürsünüz. Bu
yüzdend ir ki çok sayıda Orta Doğu kentinin mimarisinde, sözgelimi Ba­
tı'da olduğu gibi, bir meydanın ortası na dikilmiş bir anıt örneği nde gö­
rüldüğü üzere bugün izlenen yol, İslam san'atının ilkelerine ters düş­
mekte olup, işletim mimarideki nihili ve olumsuz alan boşluğunun
olumlu rolünü anlamamaktan kaynaklanmaktadır.
Yeniden psikoloj i ve psikanaliz sorununa dönerek şunu da ekleme­
liyiz ki, Batı'da san'at eleştirisinde oldukça önemli bir yer tutan bu ba­
kış açısı, bu tür düşüncenin, san'at ve edebiyat kanalıyla İslam toplu­
munun küçük fakat önemli -psikolojik yönden edilgen bulunan gele­
neksel Müslüman yığınların z evkini oluşturmada etki yaptığı için
önemli-. bir bölümünün zihinlerine sızmasına yol açmıştır. Böylece, ls­
lam'ın verdiği geleneksel edebiyat zevkleri, J ungçu ve Freudçu çevreler­
den kaynaklanıp İslami ölçü ve d8ğerlerin en merkezi ve ulaşılabilir ka­
nallarından birini tehdit altında tutan bütünüyle anti-geleneksel bir et­
ki alanına girmektedir. Yine şu noktayı da belirtmek gerekiyor ki, daha
önce de sözünü ettiğimiz üzere , kutsal ve yalnızca duyulur (numen)
dünya ile ilgilenir görünüp, gerçekte ise manevi ve psikoloj ik alanları
birbirine karıştırmakla ve aşkın ve aydınlık arketipler kaynağını, ortamı
çeşitli halklar ve kültürlerinin oluşturduğu kollektif bir yapıya bedava­
dan bırakıvermek.ten başka bir şey olmayan kollektif (ortaklaşa) bilinç­
sizliğ� dönüştürüvermekle, kutsalın imaj ını değiştirdiği için J ung psi­
kolojisi Freud psikoloj isinden daha tehlikelidir. Tüm diğer gerçek me­
tafizikler gibi, lslam metafiziği de, yukarıda da ifade e ttiğimiz üzere, Su­
fi yöntemlerin gülünç taklitleri olmaktan öteye gitmeyeri bu küfürcü
Ba tı Dünyası
ve
İs la m
•
1 93
dönüştü rmeye ve kutsal- dışı psikanaliz yönteml erine bütünüyle karşı­
dır. Ama tüm temel yanılgıları ve bu yanılgılardan kaynaklanan kötü­
lükleri içinde modern dünyayı yumuşatmak için bu küfürcü görüşlere
yaslanmak yerine, şöyle bir silkinip İslam metafiziğiyle bu görüşler ara­
sındaki temel farkları vurgulayabilecek kaç çağdaş Müslüman vardır?
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde İslam karşısında beliren
bir başka tehlike de, çeşitli olguculuk biçimlerinden sonra Müslüman­
lar'a ulaşan bir diğer düşünce akımı ola n Varoluşçuluk (egzistansiya­
lizm) adı altında, birbirleriyle uzaktan ve yakından bağlantılı bir dizi
düşünce hareketleridir. A lman filozoflarının Existenz Philosophie'sin­
den Gabriel Marcel'ın tan rıcı felsefesine ve Sartre'la izleyicilerinin bili­
nemezci ve tanrıtanımaz düşüncelerine kadar, kuşkusuz Varoluşçulu­
ğun çeşitli dalları vardır. Yüzyılın başlarında Avrupa kı tasında ortaya çı­
kan bu felsefe türü , pek çok Avrupa ülkesinde hala sahnedeki merkezi
yerini korumaktadır. Her ne kadar, İslam dünyası üze rinde şu ana de­
ğin be lli. bir etki yapmamışsa da , yine san'at ve felsefe ve zihinsel hayat­
la ilgilenen bazı Müslümanlar'ı doğrudan etkilemeye başlayan felsefe
kanalıyla son 20-30 yıldır kendini duyurmaya başlamış bulunmaktadır.
Bu ekolde öğretilen çoğu şeyin metafizik karşıtı özelliği ve İslam felse­
fesinin kalbinde yatan Varlığın geleneksel düzeydeki anlamını unutmuş
bulunması gerçeğinden dolayı , Varoluşçuluğun, özellikle bilinemezci
damarlarıyla yayılması , İ slamı zihinsel hayatın geleceği için son derece
sinsi bir tehlike arzetmektedir.
Bü tün bunlardan da ö te , kimi çevrelerde İslam felsefesini Batılı dü­
şünce biçimlerinin; ve nihai olarak da Varoluşçu ekolün ışığında yo­
rumlama eğilimi görülmektedir. Müslüµ1an 'aydınlar' , en kör ve en be­
yinsiz bir taklit türü olan bu son derece tehlikeli bid'at'ı doğrudan mah­
kum etmelidirler. Eğer bu yorum türü sürecek olursa , yeni Müslüman
kuşağa çok pahalıya mal olacaktır. Bugün, çeşitli İslam ü lkelerinin her
yanında insanların kendi felsefi ve zihinsel geçmişlerini , bilgi verme ve
araştırma düzeyinde belli bir değeri olup birtakım yararlı bilgiler içer­
seler de, hemen hemen hepsi İslam dışı bir yaklaşım ve görüş açısıyla
kaleme alman Batıl ı kaynaklardan öğrendikleri görülmektedir. En geniş
anlamıyla düşünce ve felsefe alanında en çok zarar görmüş bulunan ül­
keler, üniversitelerinde İngilizce veya F ransızca'yı öğretim aracı olarak
kullanan Pakistan , Hindistan'da Müslümanların yaşadığı yöreler, Ma­
lezya ve N ij er'le, Fas ve Tunus gibi İ slamı Magrib (Kuzey Batı Afrika)
1 94
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
ülkeleridir. Anti sömürgecilik konusunda sarfedilen bunca söze rağ­
men, müslümanların en kötü türdeki sömürgeciliği , zihinsel sömürge­
ciliği yenmeleri ve kendi kültürlerini , özellikle bu kültürün zihinsel ve
manevi kalbini kendi bakış açılarına göre incelemeleri zamanı gelip geç­
mektedir. Allah korusun , zihinsel miraslarının bazı yönlerini reddet­
mek isteyen bazı Müslümanlar varsa bile, böyleleri her şeyden önce bu
mirası bilmek zorundadırlar. Hem kabul hem de red , bilgiye dayanma­
lıdır. İ nsan ne yönde gitmekte isterse istesin, bilgisizlik için özür olmaz.
İnsan, hakkında gerçek bilgi sahibi olmadığı bir şeyi derinliğine kabul
edemeyeceği gibi, aynı şekilde, bilmediği bir şeyi de reddedemez. Ve sa­
hip olmadığı bir şeyi de fırlatıp atamaz. Son derece basit bir gerçektir
bu, ama bugün hep unutulan bir gerçek.
Bir süre önce ünlü bir Zen ustası Batı'da önemli bir üniversiteyi zi­
yaret etti . Zen üzerine verdiği konferansı bitince, bir öğrenci kalkıp,
"Zen ustaları, Budist parşömenlerinin yakılıp, Buda suretlerinin fırlatı­
lıp atılması gerektiğine inanmıyorlar mı? " diye sordu . Usta gülümseyip,
şu cevabı verdi: "Evet, fakat sadece elinizde o lan bir parşömeni yakabi­
lir ve sahip olduğunuz bir sureti fırlatıp atabilirsiniz. " Verilebilecek en
derinlikli cevap buydu. Usta dinin zahiri boyutunu , ancak bu zahiri bo­
yutu yaşarsanız aşabilir ve sonunda iç anlamına nüfuz ederek, biçimle­
ri geçebilirsiniz demek istemiş ti . Zahiri yaşamayan, onun ö tesine geç­
me uµıudu taşıyamaz ; onun da altına düşüverir ve bunu da biçimleri aş­
ma sanır. Aynı gerçeği, bir başka düzeyde kişinin geleneksel zihni mira­
sına da uygulayabilirsiniz . Geçmişin bilgelerinin ortaya koydukları , an­
·
laşılmadan asla aşılamaz. Böyle bir şey yapmaya girişen, acınacak bilgi­
sizliğini ve kapasitesiyle, geleneksel düşünce biçimlerinden kopma öz­
gürlüğünü , kişinin kendi doğasının sınırlan içinde en kötü türde b ir tu­
tukluluk olan bilgisizliği yalnızca Ruh'un dünyasının sınırsız ufukların­
dan gelen ve ancak dinin ve aydınlık zihinsel doktrinlerinin sağladığı
araçla ulaşılabilen gerçek özgürlük sanma yanılgısına düşer.
Çağdaş M üslümanlar, yolculuklarına, ne yönde gitmek isterlerse is­
tesinler, bulund ukları yerden başlamaları gerektiğini anlayacak kadar
gerçekçi olmalıdırlar. Ünlü bir Çin atasözü vardır: "Bin millik yolculuk,
tek bir adımla başlar" Gl.iye. Şimdi, bu ilk adım da bulunulan yerde atı­
lacaktır zorunlu olarak; ve bunun , hem kültürel , hem manevi , hem de
fiziki açıdan böyle o lduğu bir gerçektir. İslam dünyası nereye giderse
gitsin , İslam geleneği gerçekliğinden ve kuruntusal değil , kendi gerçek
B a t ı Dü11yas1
ve
is liim
•
1 95
yerinden yo�a çıkacaktır. Bu gerçeği görme y eteneğini yitirenlerse, hiç­
bir zaman etkili bir yolculukta bulunamazlar. Yalnızca yolculukta ol­
duklarım h ayal ederler, o kadar. D üşünce alanında Müslüman halkın
önderi olmak isteyen bir Pakistanlı veya bir İranlı, ya da bir Arap 'ay­
dın' , eğer bir etki yapmak ve İslam toplumunun kalan bölümünden
kopmamak istiyo rsa , önce kim olduğunu hatırlamalıdı r. Lah or'un veya
Tah rarı'ın, ya da Kahire'nin bir köşesini bir Oxford veya Sorbonne'a çe­
virmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, başarılı olamayacaktır. İslam
toplumunun kendilerini anlamadığından ve takdir edemediğinden ya­
kınan Batılılaşmış türdeki sözde Müslüman aydınlar, kendi kültür ve
toplumlarını anlayıp takdir etmeyi reddedenin kendileri olduğun u , bu
yüzden de kendi toplumlarınca red dedildiklerini u nutuyorlar. Bu red­
dediş bir hayat belirtisidir gerçektt;; İslam kültürünün canlıl ığını hala
korudugunun bir göstergesidir.
Felsefe alanında ise , İslam dillerinin üniversite öğretimi için kulla­
nıldığı ülkelerde duru m daha iyidir; özellikle İran'da İslam felsefesi h a­
la yaşayan bir gelenek olarak sürmekte ve felsefe adına , geleneksel ay­
dınları karşılarına alabilecek türde bir şey söy lemek kolay olmamakta­
dır. Her ne kadar, yukarıda değinilen i ki nedenden, yani dil engeli ve İs­
lam felsefesinin hala yaşayan bir gelenek oluşundan dolayı Balı felsefe­
sinin etkisi nisbeten daha az olmuşsa da, kuşkusuz M üslüman dünya­
nın bu yöresi d e , İslam düşüncesinin, Batı felsefesine göre özür dileyici
ve lütfenci çalışmalara konu olmasından bütünüyle uzak kalmış değil­
dir. Bu noktada, İ kbal'in İngilizce yazdığı The Development of Me­
taphysics İP P ersia ve The .Reconstruction of Religious T h o ught in ls­
lam adlı felsefi eserlerinin yayınlandığı fakistan'la, Farsça çevirisinin
İran'da yaptığı e tkiyi karşılaştırmak gerçekten ilginç olacaktır.
Evet; lslami d illeri kullanan topraklarda bile, felsefe üzerine ls­
lam'ınkine bütü nüyle yabancı bir bakış açışı taşıyan ve sanki bir Haki­
kat vizyonu ya d a h ikmet'iri veya sophia'nın arayışı o larak felsefe 'be­
nim' veya 'bizim' olabilirmiş gibi, Felsefetüna, Felsefemiz ismi altında
Farsça ve özellikle Arapça kitaplar yayınlanmaktadır. 1 7 Hiçbir gelenek­
sel Arap veya İranlı filozof böyle bir ifa de kullanmamıştır. İslam felsefe­
sini işleyen Müslümanlar için felsefe , bireyci d ü zeyi aşan ve bizzat
Hakk'tan kaynaklanan hakikatin bir vizyonu olarak her zaman el-felse ­
fe ya da el-hikme olmuştur. İslam d illerinde 'felsefemiz' ya da 'düşüı.i ­
cem' gibi deyim ve kavramların ortaya çıkışı , lslamI ölçüden ko puş un
196
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
derecesini göstermektedir. Bu tür yanılgılara karşı, İslam'ın zengin dü­
şünce hazinesinde yer alan geleneksel doktrinlerin silahı kullanılmalı
ve lslam'ın zihinsel hayatında daha fazla erozyon meydana gelmeden,
bu kaynaklardan alınmış cevaplar hemen ortaya konulmalıdır.
lran'da Varoluşçuluk sorunu ve geleneksel İslam felsefesine yeniden
dönerek şunu da belirtmeliyiz ki, bu ülkede hala yaşayan, varoluş ilkesi­
ne (asalet'ül -vücud) dayalı ve (bazılarının yanlışlıkla 'varoluşçuluk-eg­
zistansiyalizm' diye çevirdiği) felsefet'ül-vücud denilen geleneksel felsefe
nedeniyle, Avrupa türü Varoluşçuluk geleneksel çevrelerde güçlü bir di­
rençle karşılaşmıştır. lbn Sina ve Suhreverdi'den, büyük varlık metafizik­
çisi Sadreddin Şiraz! (Molla Sadra) 'ya kadar geleneksel lslam felsefesini
okumuş herkes , lslam'ın geleneksel 'varlık felsefesi'yle , görünüşteki en
derin yanlarıyla bile , yalnızca parçalı bir şekilde, geleneksel metafizikle
bütünlüğü içinde var olan bazı başlangıç öğretilerine ulaşabilmiş modern
Varoluşçuluk arasındaki derin uçurumu hemen ilk anda görecektir. Ba­
tı'da lslam Felsefesi'nin bu sonraki aşamasını bir ölçüde açıklayabilmiş
tek Batılı bilgin olan Henry Corbin, Sadreddin Şirazi'nin Kitab'ül Meşa­
ir'inin Le Livre des Penetrations Metaphysiques adıyla Fransızca çevirisi­
ne yazdığı uzun Fransızca önsözde , İslam felsefesiyle Varoluşçuluk ara­
sındaki bakış fa rklılığını ve Varoluşçuluğun lslam felsefesi çerçevesinde
nasıl düzeltilebileceğini göstermiştir. 1 8 Burada hemen belirtelim ki, Cor­
bin'in Heidegger'in Sein und Zeit adlı eserini çevirmesiyle Sartre ilk kez
Varoluşçuluğa kapılmış , Corbin ise, bu düşünce biçiminden bütünüyle
koparak, Sühreverdi'nin 'Işığın Doğusu'nun okyanusuna ve Sadreddin Şi­
razi'nin açık ve parlak varlık felsefesine dalmıştır.
Son, ama temel ve acil bir sorun daha var ki, bu da modern mede­
niyetin yol açtığı, fakat şimdi İslam dünyasındaki M üslümanlar da için­
de olmak üzere , her yerdeki herkesi tehdit eden çevre kirlenmesi soru­
nudur. Modern dünyanın içinde bulunduğu durumun farkında olan
herkes, bugün dünyanın karşısına dikilen , en azından maddi düzeyde­
ki en acil sorunun çevre kirlenmesi bunalımı , insanla doğal çevresi ara­
sındaki dengenin yıkılması o lduğunu bilir. İslam ve İslami bilimler, tüm
dünyayı tehdit eden bu büyük tehlikenin giderilmesinde, mümkün olan
ölçülerde yardım edecek zamansal ve özellikle acil bir mesaj taşımakta­
dır. Ama ne yazık ki bu mesaj , bizzat modernleşmiş M üslümanlar tara­
fından son derece zayıf bir i lgi görmektedir.
Biz biliyoruz ki Müslümanlar, Astronomi , Fizik ve Tıp gibi doğa bi­
limlerini zevkle ve istekle geliştirmişler ve doğayla olan ahenk ve den-
Batı Dünyası
ve
İs lam
•
197
gelerini h i ç yitirmeden b u biliml ere büyük katkılarda bulunmuşlardır.
Müslümanlar'ın doğa bilimleri, İslamı bakış açısından görülen Evren'in
topyekün yapısıyla uyumlu bir 'doğa felsefesi'nin çerçevesi içinde kal­
mıştır her zaman. İslami bilimlerin temelinde gerçek bir doğa felsefesi
yatmaktadır; eğer bu felsefe gün yüzüne çıkarılıp çağdaş dilde sunula­
cak olursa, şu andaki sahte doğa felsefesinin yerini alabilecektir. Çün­
kü , ilk ilkelerin metafiziksel açıdan kavranamayışıyla birleşen bu sahte
doğa felsefesi, insanın doğayla olan ilişkisinde ortaya çıkan bunalımdan
büyük ölçüde sorumlu bulunmaktadır. 1 9
Maalesef İslam'ın bilimsel mirasının e l e alındığı s o n derece nadirat­
tan çalışmalarda bile Müslüman yazarlar, M üslümanlar'ın bilimsel bu­
luşlarda Batı'yı geçtiğini ve bu bakımdan, kültürel başarılarında Batı'dan
geri olmadıklarını kanıtlama uğraşısına i ten bir aşağılık duygusu için­
dedirler. Çok seyrek olarak bu paha biçilmez İslami bilimsel miras bir
seçenek şeklinde görülmekte, modern bilimin ve uygulamalarının tek­
noloj i aracılığıyla insanlar için yarattığı felaketli çıkmaza kesinlikle yol
açmamış ve açmayacak bir doğa düzeni bilimi gözüyle değerlendiril­
mektedir. Görüş sahibi Müslümanlar, mantıksal sonuçlarını bugün gör­
düğümüz O nyedinci yüzyılın bilimsel devrimini yapanların kendileri
olmadığından dolayı son derece büyük bir mutluluk duymalıdırlar.
Müslüman bilginler ve düşünürler, İslami bilimlerdeki doğa felsefesini
canlandırmak ve bu bilimleri okuyup öğrenmek için eğitilmelidirler.
Burada sunduğumuz hedef, lslam'la Rönesans'a yol açtı diye gurur­
lanan modernleşmiş Müslümanlar'ın hedefinden bütünüyle farklıdır.
Onlar, Rönesans tarihte büyük bir o laydır ve Rönesans'ın yaratılmasın­
da İslam kültürü yardımcı olmuştur, o halde İslam kültürü değerli bir
kül tü rdür diye akıl yürütüyorlar. Ne saçma bir akıl yürütmedir bu; mo­
dern dünyanın bugün mustarip olduğu b elaların, Batılı insanın Allah'ın
gönderdiği dine büyük ölçüde isyan ettiği gün başlayan Rönesans'la bir­
likte Batı'nın 'attığı adımların bir sonucu o lduğu gerçeğini hiç mi hiç
farketmeyen bir akıl yürütme . M üslümanlar, G öğe başkaldırmadıkları
ve bugün insan-altı bir dünya kurmuş bulunan bu anti-maneviyatçı hü­
manizm'de pay sahibi olmadıkları için ne kadar şükretseler azdır. Bura­
da İslam'ın yaptığı , G öğe karşı bireyci başkaldırıyı, Allah'a teslimiyete
dayalı İslam ruhuna yüz seksen derece aykırı olan ve Rönesans'ın
san'atında açıkça sergilenen Prometeci ve Titancı ruhun tezahürlerini
önlemiş olmasıdır. Evet, İslami bilim ve kültürün Batı'da Rönesans'ın
doğuşunda rol oynadığı doğrudur, fakat gerçek İslami niteliklerinden
198
•
İs liim1' e Modern İnsanın Ç ık m az ı
soyutlandıktan ve ancak içinde gerçek anlam v e önemlerini buldukları
topyekun sistemden koparıldıktan sonra kul lanılmı ştır lslami öğeler:
Müslümanlar tslamı bilimleri yeni den ele alma çalışmalarına hemen
başlamalıdırlar; önce , M üslümanlar'ı n yüzy1llarca, bugün o rta öğre tim.,.
de okutulan matematik de içinde olmak üzere çeşitli b il imleri geliştirip,
aynı zamanda sağlam birer Müslüman olarak da kalabildikleri gerçeği­
n i , daha Cebir'in i lk formülünü öğrenir öğrenmez namaz kılmayı bıra­
kıveren genç müslümanlarn göstermek için; ikinci olarak da, İslami bi­
limlerle, İslam felsefesi , tlahiyat ve metafizi k arasındaki temel ahengi ,
yukarıda değindiğimiz doğa felsefesiyle çok yahndan bağlan tılı ahengi
ortaya çıkarmak için başlamalıdırlar. Bu her iki amaca ulaşmak için de,
lbn Sina, el-Biruni , Hayyam ve Nasırüddin Tusfnin eserl eri gibi İslami
bilimin şaheserlerinin kullanılabi leceğini bilmelidirler.
Sonuç olarak , söylediklerimizi şöyle sırayla bir kez daha vurgulaya­
cak olursak: Her şeyden önce, İslam ve İslam medeniyetini korumak
için , lslam geleneğinin bilinçli ve zihinsel düzeyde savunması yapılma­
lıdır. Bunun yanı sıra , modern dünya ve taşıdığı yanlışlıklarla eksiklik­
ler, tam bir zihinsel eleştiriden geçirilmelidir. Bugünkü değişim tempo­
sunun h ızı nedeniyle , eğer Müslümanlar aynı çıkmaz sokağa , h atta da­
ha da kö tüsüne girmek istemiyorlarsa , Batı'nın izlediği yolda gitmeyi
h içbir zaman ümit etmemelidirler. Müslüman aydınlar, tam bir güven­
l e , Batı'nın burada sözünü edegeldiğimiz ve daha başka pek çok mey­
dan okuyuşlarına göğüs germelidirler. Psikoloj ik ve kültürel bir aşağı­
lık duygusu içinde yaşamayı artık bırakmalıdırlar. Sadece savunmada
kalmayı bırakmak için değil , aynı zamanda , insiyatifi ele geçirip saldırı­
ya geçebilmek ve eğer hasta gerekli tedaviyi görmek istiyorsa , Allah ver­
gisi h ikmet hazinelerinden, modern dünyayı tutulduğu en tehlikeli h as­
talıktan ve bugün içinde bulunduğu açmazdan kurtarabilecek olan tek
ilacı sunabilmek için kendi aralarında safları sıklaştırmalı ve Asya'nın
d iğer büyük gelenekleriyle el ele vermelidirler. Eğer bugünkü durum
h akkında en karamsar duyguları b esliyor ve artık kurtarılabilecek hiç­
bir şeyin kalmadığına inanıyorsak, bu durumda gerçeğin vurgulanması
bile yapılabilecek şeylerin en değerlisi olacak ve etkisi düşünülenin çok
çok ö telerine uzanacaktır. Bu bakımdan, gerçek kuvvetle ortaya konul­
malı ve kendisine karşı çıkılan her cep h ede lslam'ın zihinsel savunma­
sı yapılmalıdır. Sonuç ancak All a h'ın elindedir. Bakın, ne diyor Kur'an:
"Hakk geldi, batıl yok olup gitti; batıl h er zaman yok olmaya mahkum­
dur. " (lsra : 8 1 ) .
B a tı Dünyası
ve
İs lam
•
199
Onbirin ci B ö l ümün N o tları:
1Şu noktayı belirtmeliyiz ki , son 20-30 yıldır Batı toplumunun uğradığ � hızlı
çöküş nedeniyle Batı dünyasını 'zihinsel' bir düzeyde tecrübe etmiş olan genç Müs­
lümanlar, daha önceye göre artık daha az tatmin olmakta ve Batı'yı eleştirmeye baş­
lamış bulunmaktad ırlar. Bu gruptaki insanlar içinde de , lslaml çerçevede düşünen­
leri gayet sınırlı olmakla birlikte, l 979'dan beri , l ran'ın pek çok üniversitesinde mo­
dern Batı düşüncesinin lslami eleştiri süzgecinden geçirildiği görülmektedir. Elbet­
te Mısır, Türkiye, Pakistan, Malezya ve Endonezya gibi diğer birtakım müslüman
ülkelerde de modernizrne lslami açıdan eleştiriler geliştirilmekte, ancak bu görece­
li olarak daha az gerçekleşmektedir. Değişik lslam ülkelerinde hala gelişimini sür­
dürmekte olan pek çok üniversite açılmış; bu üniversitelerde lslam hukuku , sosyo­
loj i ve ekonomi alanlarında dikkate değer ürünler ortaya konulmuştur; ancak mo­
dernizmi felsefi planda sallayabilecek çapta. entelektüel eleştirilerin gerçekleştiğini
söyleyebilmek, henüz mümkün d eğild ir. Modernizme gösterilen tepkilerin çoğu ,
entelektüel olmaktan ziyade politik ve hissidir. M eryem Cemile'nin çeşitli eserleri
bu konuda ve lslam'la Batı medeniyetinin karşı karşıya gelmesi konusunda düşün­
dürücü sayfalar içermektedir. Özellikle bk: Islam versus the West Lahor, 1 968.
2Bir kaç modernleşmiş ulema da bu kategoriye alınmalıdır. Bk; W. C. Smith, ls­
lam in Modern History, burada, özür dileyici tutumun, özellikle Mısır'la ilgili olma­
nın yaklaşımı ve üslubu tahlil edilmektedir.
3Burada, Selefiyye ve modernist akımlar gibi 'köktenci' arınmacı hareketler ke­
sişmektedir.
4Bk: F. Schuon, 'No Activity without Truth', Studies in Comparative Religion,
Sonbahar, 1 969, s: 1 94-203 , yine, The Sword o f Gnosis , s: 27 ve dv.
5Müslüman 'Oksidentalistler', Oryantalisterin önyargı ve sınırlamalarını alıp
kullansınlar demek istemiyoruz;
demek islediğimiz, Müslüman "Batı-bilimciler'in, İslami açıdan mümkün olan
en iyi şekilde, Oryantalistler'in Doğu'yu bildikleri gibi Batı'yı bilmeleri, bilmeye ça­
lışmalarıdır. Oryantalistler Batı'nın düşünce çatısını aşamamaktadırlar, bu düşünce
çatısı içinde kalma , modern Batının anti geleneksel doğası nedeniyle, Doğu gele­
neklerinin dini ve metafiziksel öğretilerini ele almada yetersiz kalmaktadır; bu bu­
radaki karşılaştırmamızın dışında bir başka sorundur.
6Bk. S. H. Nasr, lslamic Life and Thought, Bl. 1 2.
7Bk: S. H. Nasr, The Encounter of Man and Nature, s: 93-98. 1 966 çevre krizi­
ni önceden tahmin eden bu kitabı yazdığımız dönemde, muslüman yazarların
l 990'a kadar bu konuya ilişkin literatüre kattıkları belirgin bir çalışma bulunma­
maktaydı. Ayrıca bk. bizim Religion and Order of N a ture.
200
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
8Marksist biçimin dışında kalan ve bugün lslam sosyalizmi, Arap sosyalizmi gi­
bi adlarla büyük bir yaygınlık kazanmış bulunan sosyalizm, sosyal adaletin çok yan­
lış bir adlandırması olup, çeşitli çevrelerde, gerçek anlamı tahlil bile edilmeden, ya
siyasal çıkarlar uğruna ya da modern ve ileri görünme hevesiyle benimsenmektedir.
Bk: A. K. Brohi, lslam in the Modern World, Lahore, 1 97 5 .
9Bu söylediğimizin e n önemli istisnası, bugün lran'da geleneksel lslam felsefe­
sinin en saygıdeğer üst:ıdlarından olan Allame Seyyyid Muhammed Hüseyin Taba­
tabai'nin Murtaza Mutahhari'nin yorumlarını da içeren beş ciltlik Usul i Felsefesi­
dir, (Kum, 1 98 1 ) bilebildiğimiz kadarıyla , geleneksel lslanı felsefesine özellikle
Molla Sadra'nın ekolüne day�lı olarak , felsefi açıdan diyalektik materyalizme cevap
vermeye çalışan lslami nitelikli tek eserdir bu. Konu üzerine Iraklı akademisyen ve
geleneksel felsefeci Bakır el-Sadr'da, bu denli geniş olmasa da, birtakım çalışmalar­
da bulunmuştur.
1 0Bk. Bl: 1, Not: 7
1 1 örneğin bk: A. Leroig Gourhan, Gesture and Speech, çev: A.B.Berger, Camb­
ridge, 1 993 ; ] . Servier, l'homme et l'invisible; E. Zolla (editör) , Aeternita e storia. l
valori permanenti neldivnenire stroico; ve G. Durand, "Defigoration philosophique
et figure traditionelle d l'homme en Occident . Yapısalcılığın kurucusu Levi Strauss
gibi akademik bir otorite bile şöyle demektedir: "lnsanlar hep oldukça iyi düşün­
müşlerdir."
Servier, insanın evrimi fikrine karşı bir yığın bilimsel kanıt getirirken, modern
evrimcileri şu şekilde eleştirir: "Materyalist evrimciliğin fazla muhakeme isteme­
yen, buna karşılık daha çok iman isteyen bir din olduğu kabul edilse yeridir. Dar­
vin, ilahiyatçıların koyu renkli karanlık gözlüklerinden sözetmiştir ve bu deyiş çok
tutulmuştur. Fakat, evrimcilerin burunları üzerindeki gözlükler çok daha koyu
renkli ve karanlıktır."
1 2Her şeye rağmen belirtilmelidir ki, Sri Aurobindo ve Tedhard de Chardın gi- .
bi kişilerin çevrelerinde sayısız taraftar topladığı Hinduizm ve Hristiyanlıkta görül­
düğü üzere, aynı etki derecesinde evrimci bir dini temsil eden kişiler çıkmamıştır
bereket versin henüz lslam'da. llahi ilke'nin değişmezliğine dayanan metafiziksel ls­
lami öğretiler bu ana değin, herhangi bir sapmanın getireceği yaygın etkiyi göğüs­
leyebilecek gücü korumuştur.
1 3Bk: Ebu Bekr Siracüddin, "The lslamic and Chiristian Conceptions of the
March of Time' Islamic Quarterly, 1 954, cilt, 1 . s. 229-23 5 . Biz de, Knowledge and
the Sacred adlı çalışmamızın 7. bl. 2 2 1 - 2 2 6 . sayfalarında, evrimin metafizik imkan­
sızlığı konusunu geniş bir şekilde ele aldık.
Batı Dün y as1
ve
İslam
•
201
14Bk. Lord Northbourne , Looking Back of Progress, Lonclra 1 970. M. Lings,
Ancient Beliefs and Modern Superstitions, Cambridge, 1 99 1 ve F Schuon, Light on
the Ancient Worlds.
1 5Bk. W N . Perry, The Revolt Against Moses, Studies in C omparative Religion,
ilkbahar, 1 966, s. 1 0 3 1 1 9 ; F Schuon, "The Psychological lmposture' a.g.e. s. 981 02 , ve R. G uenon, The Reign of Quantity and the Signs of the Times, Bl: XXIV ve
d. jung'un etkisi Freud'dan çok daha tehlikelidir; çünkü o, geleneksel sembolleri ele
almakta , ama manevi değil psikolojik açıdan ele almaktadır. Bk: T. Burchard, Mir­
ror of The I ntellect, çev: W Stodda rt, Albany, 1 98 7 , Bl. 2, s. 45-50
1 6lslam san'atında boşluğun önemi için bk: T Burckhard, "The Void in Islamic
Art' Mirror of The Intellect içinde , Bl.22, s . 23 1 -236; S. H. Nasr, "The Significance of
the Void in the Art and Architecture of Islamic Persia, Islamic Art and Spirituality
içinde , Bl. 1 2, s . 1 85- 1 90 .
1 7Bk: S. H. Nasr, lslamic Life and Thought, B l : 1 1 v e 1 2 , s. 1 24- 1 29 . Iraklı dü­
şünür Bakır el-Sadr'ın, geçtiğimiz son 30-40 yılın en önemli islami düşünürlerini ve
geleneksel islam felsefesini konu alan en önemli felsefi eserlerinin başlığının Bizim
Felsefemiz olması, bu anlamda paradoksal görünmektedir. Bu gerçek, yabancı dü­
şünce biçimlerinin geleneksel çevrelere bile az ya da çok nüfuz ettiğini göstermesi
açısından, son derece çarpıcıdır. Bk. Our Philosophy, çev: Sh. Inati, Londra ve New
York, 1 98 7 .
18Bk: Molla Sadra, Kitab'ül Meşair (Le Livre des penetrations metaphysiques) ,
Giriş, bl: 4, Yine bk: T. lzutsu, The Concept and Reality of Existence, Tokyo, 1 97 1 :
burada lslami varlıkbilimin derin bir tahlili yer almaktadır, bölüm ll'de Batı Varo­
luşçuluğuyla yapılan karşılaştırmaları kabul etmek her ne kadar bize zor geliyorsa
da. Bu konuyu, The Sadr al-din Shirazi and his Transcendent Theosophy, Tahran,
1 9 9 7 , adlı eserimizde ele aldık.
19Bk: S . H . Nasr, Science and Civilization in lslam; An lntroduction to lslamic
Cosmological Doctrines ve Man and Nature, Bl: 2 .
IBEŞ TI NC il
IKJ § [ M(
SO N SÖZ
O ni kinci B ö lüm
ÜÇÜNCÜ B İ NYILIN Ş AFAGINDA İ S LAM
b
u bölüme başlarken 2000 yılının, Islam dini için Hıristiyanlık ka­
dar çok büyük bir önem taşımadığı unutulmamalıdır. Müslüman­
lar ve artık yeni binyıl fikrini önemli bulmayan bazı laik Hıristiyanlar
için, 2000 yılının başlangıcının aslında o kadar da hayati ya da eskata­
loj ik bir önemi yoktur. Beklentilere bakılırsa , müslümanlar Mehdi'nin
zuhurunu l sa'nın direkt olarak dönüşü değil hayata ikinci gelişinin ha­
zırlayıcısı olarak yorumlarken , özellikle geleneksel hıristiyanlar bunu
lsa'nın " dönüşü" olarak görmektedir. Bazı müslümanlar, bu noktada ls­
lam'ın peygamberinin hikmet dolu bir hadisine işaret ederler: " Ü mme­
.
timin hayatı bir buçuk gün olacaktır" . Kuran'daki bazı aye tler esas alın­
dığında bu bir buçuk günlük sürenin bin beş yüz yıl kadar olduğu söy­
lenmektedir; çünkü Tanrı ile bir gün bin yıllık süreye eşittir. Ayrıca
Mehdilik ve mehdinin yakın bir zaman içinde zuhur edeceği fikri İslam
dünyasını da bugünlerde meşgul e tmektedir. Bu bölümde, bu fikrin var­
lığından ziyade l sa'nın doğum yılıyla büyük bir ilgisi olan 2000 yılının
sembolik i çeriği; içinde bulunduğumuz yeni yüzyıl ve binyıl'da, Islam
dünyasının kendisinin de tartıştığı "iman, öğretiler, uygulamalar, dü­
şünce hayatı ve Islam medeniyeti" gibi konular tartışılacaktır?
206
•
İslam ve Modern İns a n ı n Çıkmazı
Herşeyden önce , sekülerizmin l slam üzerindeki e tkisine rağmen
" iman" ve doktrinlerin uygulanması Müslümanların geneline bakıldı­
ğında hala çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Yirminci as­
rın son yıllarında Filistin, Bosna, Çeçenistan ve Kosova'da meydana ge­
len traj ik olaylar ise , bu bağı zayıflatmak bir yana , daha da güçlendir­
miştir. Genellikle bir dine mensup insanlar sayıyla ifade edilir ve diye­
lim buna göre Fransa'da elli milyon hıristiyan, tvl ısır'da ise elli beş mil­
yon müslüman vardır. Fakat bu h esap , "imana bağlılığın" derecesi soru­
sunu yanıtlamaz. Bu noktadaki tarihsel fa rkı anlamak için Kahire'deki
önemli bir cami olan Sayyiduna Hüseyin ve Paris'teki önemli bir kilise
olan San Su ipice'yi ziyaret ederek gözlem yapmak yeterli olacaktır. Bu,
Avrupa'da veya Avrupa dışında çok fazla dindar insan olmadığı anlamı­
na da gelmez . Böylesi bir farklılıktan söz ediyoruz , çünkü Batılı faik
toplumlarda sadece "Hıristiyanlık ve Musevilik" konusuna aşina olan­
lar, lslam dünyasındaki lslam'ın yeri ve rolünü aynı şeki fde değerlendi­
rememektedirler. lslam'daki " iman"ı ve kimi dini tanımlamaları , örneğin ibadet şekillerini, bugünkü şeklinden çok, Batı'nın eski , modern­
öncesi dönemdeki Hıristiyanlık pratikleriyle kıyaslamak çok daha doğ­
ru olacaktır. Ü stüne üstlük, görünen o ki , "laiklik" ve onunla ilgili ço­
ğu fikir Müslümanlıktaki iman ve ibadeti , bir zamanlar Batı'yı etkiledi­
ği gibi " aynı şekilde" etkileyeceğe benzemiyor. Ama şunu da unutma­
mak gerekir ki, imanın(inancın) niteliği ve derinliği , özellikle Kuran'da
bahsedilen "Gerçek"e ulaşmak güçleştikçe, geçmişe göre biraz silinmiş
ve anlamı biraz daralmıştır.
İslam medeniyet i , önceden varolan unsurları İslami bakış açısıyla
bütünleştiren , Kuranı vahiyle kurulmuş ve zihinsel ya da maddi, tama�
men İslami bir ortam yaratmaya yönelik bir medeniyetti. lslam'daki
"inanç" aynı şekilde güçlü olarak varlığını sürdürürken, 1 9 . Yüzyılda
İslam dünyasına yönelik kolo nizasyon ve modernizasyonla birlikte cid­
di bir tehditle karşı karşıya kaldı. İslam, tamamen bir yaşam biçimi ol­
duğu için, medeniyette o rtaya çıkabilecek kısmi , yani mesela eğitim,
kültür, sanat, mimari gibi alanlardaki bir tahribin, dinin bütününün ka­
rakterine zarar vereceğini söylemek mümkündür. llginç olan şu ki, se­
külerizm ve modernizmin etkisi, Müslüman ülkelerin görece bağımsız­
lığıyla birlikte artmıştır. Müslümanların geleneksel yaşam alanlarının
tahrip edilmesine karşın, şu anda İslam medeniyetini yeniden canlan­
dırmak için ciddi bir çaba sarfedildiği gözlenmektedir. Başta l ran'dan
·
Üçün c ü Bin y ı l ı n Şafağında İslam
•
207
gelmek üzere " medeniyet" in tanımı nın kendisi bile Müslümanların,
dünyada çok daha fazla söz sahibi olan diğer güçler karşısında, kendi
fa rklı medeniyetlerini ko ruma isteklerini göstermektedir. lslam'ın gele­
ceği üzerine yorum yapmak için onu sadece bir din olarak değil , inan­
ca direkt şekilde bağlı olan "medeniye t" ile bağlantılandırmak; Atlan­
tik'ten Pasifik'e kadar yayılmış olan ve Avrupa'yla Amerika'da da varlı­
ğını sürdüren lslam'ı, hem bir din hem de bir dünya medeniyeti olarak
karşılaştığı zorluklarla hatırlamak gerekir.
lslam'ın bugünkü durumunu ve yakın geleceğin i anlamak için ,
onun Batı'daki Hıristiyanlık'la aynı sosyo-politik ma tris içinde işleme­
diğini anlamak gerekir. Batı'da , Ortaçağ'ın sonlarından itibaren Hıristi­
yanlık, dış güçlerce değil, bizzat dönemin Hristiyan Avru pa toplumun­
dan doğan ve ondan beslenen güçlerce sosyal ve zihinsel hayattan dış­
landı. Bunun tersine İslam ülkeleri ise, bazı istisnalar haricinde, dış
kaynaklı direkt veya dolaylı sömürgeci fikirlerin hakimiyeti altına girdi­
ler. Hatta, bu ülkelerden ayrıldıklarında bile arkalarında oranın yerlisi
politik bir sınıf bıraktılar ve söz konusu sınıf, "bağımsızlık" ve " milli­
yetçilik" adı altında hüküm sürenlerin büyü k çoğunluğun görüş ve dü­
şüncelerinden tamamen ayrı, Batı'nın dünya görüşüne yakın bir pers­
pektifin hakimiye ti altındaydı. Aynı durum bugün bile çoğu yerde de­
ğişmemiştir. İslam, bu ülkelerde sadece dışardan değil, aslında gücünü
Batı'dan alan ve bu destek olmadan da bir varlık gösteremeyeceği açık
olan "yöneten elit kesim"le, içerden de tehdit edilmektedir. Açıkçası bu
durum dinde imtiyazı ve subj ektiviteyi kabul e tm eyen İ slam için , ciddi
bir meydan okumadır ve doğası ve dehası gereği , modern dünyanın do­
ğurduğu pek çok soruyu cevaplama özgürlüğünden imtina etmektedir.
Bu bağlamda "hukuk" sorunu karşımıza çıkmaktadır. Daha önce
bahsettiğimiz gibi İslam, bir llahi Hukuk olan "Şeriat" ı getirmektedir ve
onu uygular. Teoloj i H ıristiyanlık için ne kadar önemliyse şeriat da İs­
lam içinde o kadar ö nemlidir. Bu kurallar varlığını Kuran'dan ve pey­
gamberin sünnetinden alan, değişmez kurallardır. Bu değişmez prensip­
ler, kökleri dünyaya sımsıkı bağlı, dalları günden güne uzayan bir ağaç
gibi, sürekli gelişen bir gerçekliktir. G e lenekçi M üslümanlar için şeriat
llahi İ rade'yi simgeler ve onlar için lslam'ı uygulamak, şeriatı izlemek­
tir. Bugün çoğu İslam ülkelesinde şeria t, 1 9 . yüzyılla beraber bir kena­
ra atılmış ve yerini Avrupalı kolonici güçlerin kanunları veya modern
M üslümanlar almıştır. İ kinci grup , Batı'nın seküler fikirlerinden etki-
208
•
İslam ve Modern İnsan ın Çı kmazı
lenmiş ve Tanrı'yı İslami düşünüşte yer aldığı gibi nihai kura.l koyucu
o larak görmemiştir. Bu durum ortodoks Musevilik ve ahlak kuralları
olarak hıristiyanlık ile karşılaştırıldığında çok daha iyi anlaşılacaktır.
Ama Müslümanlar için şeriat sadece ahlaki kuralları değil toplumu ilgi­
lendiren günlük kuralları da düzenler.
!kinci D ünya Savaşı'ndan sonraki Müslüman ülkelerin görünürde
politik bağımsızlığı , çoğu insanda onların tekrar şeriata geri dönecekle­
ri düşüncesini uyandırdı. Fakat bu gerçekleşmeyince ve modernistlerin
yürürlüğe koyduğu seküler yasalar da birçok açıdan başarılı olamayın­
ca, İslam dünyasının kendi içinde bir mücadele başladı. Söz konusu ge­
rili m , hukuku seküler çerçevede algılayan , ekonomik ve politik kurum­
ların Avrupa esas alı narak oluşturulması gerektiğini savunan "yöneten
elit kesim" ile yüzyıllarca şeriatın dediklerini "kanun" olarak tanımla­
yan hukukçular ve kurumlarıyla kurallarını buna göre oluşturan büyük
M üslüman çoğunluğuk arasında belirgin bir şekilde görülmektedir. Bu
çatışma, bazen gösterilere ve baskılara bazen de 20 . Yüzyılın son yılla­
rında Mısır ve Cezayir'de yaşandığı gibi isyanlara sebep olabilmektedir.
G eleneksel lslam'ı ve moderniteyi karşı karşıya getiren bu gerilim,
son yıllarda Batılı politik ideoloj i ve metodlar tarafından beslendiği hal­
de Batı'ya karşı olan ve son derece talihsiz bir biçimde "fundamenta­
lism" diye adlandırılan yeni birtakım akımların doğmasına yol açmıştır.
Sonuç itibarıyla, artık lslam dünyasında, sadece gelenekçiler ve moder­
nistler değil bir de fundamentalistler türemiştir ve bu üçü arasındaki sı­
nırlar hala netlikle ortaya konulabilmiş değildir. Modernizmin ve hatta
post-modernizmin l slam dünyasındaki baskısı devam etmektedir ve
eğer lslam toplumları kendi içlerinde bu çıkmazı çözmezlerse , son yıl­
larda şahit o lunan olaylar tekrarlanacaktır. Burada önemli olan , gele­
neksel İslam ile birbiriyle rekabe t h alinde görünen diğer iki grubun ta­
kipçileri arasında sayısal ya da niteliksel anlamda bir oranlamadan söz
edilemeyecek oluşudur. llginç olan şu ki, politik anlamda bütün 'İslam
ülkeleri, hatta gelenekçi bir yapıya sahip olanlar bile, modernistler ve­
ya bir şekilde " fundamentalistler" tarafından kontrol edilirken, gele­
neksel lslam, gücünü diğer gruplar tarafından kontrol edilen başka
alanlarda göstermektedir; ve görünen o ki, yakın gelecekte de gücünü
arttırarak özellikle eğitimli modern sınıflar üzerinde düşünsel ve ruhsal
açıdan etkili olacaktır.
Üçiincü B inyı l ı n Ş afağı nda İslam
•
209
lslam dünyası yalnızca sömürge döneminden kalan seküler kamrn­
lardan değil , Modern Seküler Eatı'nm söz konusu dönem sonunda ya­
yılmaya başlayan seküler dünya görüşünü ve bilgi biçimleri tarafından
da tehdit edilmektedir. Batı' da Rönesans ve 1 7. Yüzyıl Sanayi Devrimi
ile tabiatın bilgisi teoloj iden ayrılmış , bu süreç diğer disiplinlerde de
kendini göstermiş ve bugün sosyal bilimler olarak bilinen halini almış­
tır. 1 9 . yüzyılın başlarında meydana gelen bu değişim, bilimsellik ve po­
zitivizmle ciddi biçimde enfekte olmuştur. Sonuç olarak Batı'dan ve
Modern Batı düşüncesinden etkilenen lslam toplumları, bir yandan
Tanrı iradesini dışlayarak hayatı ve bilinci arızi kabul eden niceliksel ve
rasyonalist bir dünya görüşünün yörüngesine girmiş; bir yandan da son
derece ilginç bir biçimde, genellikle laikleşmi ş müslümanları dönüştür­
mede etkili olan seküler temele dayalı eğitim sisteminin yayılmasında
hıristiyan misyonerler faaliyet göstermiştir.
Geleneksel lslam, kozmosu, llahi isimler ve sıfatların yansımasıyla,
bunların birbiriyle olan ilişkisi olarak görür. Örneğin evren, bu isimler­
den "el hayy" (Diri) olanın ı yansıtır ve bu yüzden de canlıdır; bu du­
rum diğer isimler için de geçerlidir. Şu halde hayat ve bilinç , evren d e
rastlantısal değillerdir. Tersine, Tanrı'nm yaratma gücünün bir parçası
olan gerçekliğin tezahürleridirler. Tanrı evrenin sadece yaratıcısı değil,
düzenleyicisi ve koruyucusudur da. !slam'da Tanrı, hiçbir şekilde mo­
dern bilimin öngördüğü gibi, saat kuru cu rol üstlenmiş bir varlığa in­
dirgenemez. Eğitimde olduğu gibi, İslam, tarihi boyunca bilgiyi "kutsal
olan"dan ayırmayı reddetti ve seküler bilimi tamamiyle kendi bilgi bü­
tünlüğüne aykırı buldu. Geleneksel İslam okulları ve üniversite­
ler(medreseler) eğitim felsefelerinde, ders konularında ve müfredatla­
rında daima bu bilgi biçimini yansıttılar.
Söylemek bile fa zla; geleneksel İslamın bu bilgi ve dünya gÖrüşüne
karşı ortaya çıkan söz konusu meydan okuma, İslam dünyasının kendi
içinde de burada bahsedilemeyecek kadar farklı birtakım tepkilerin
doğmasına yol açtı. Fakat kesin olan şu ki, bu konular İslam dünyası­
nın entelektüel hayatında uzunca bir süre daha varolmaya devam ede­
cektir. Bugün müslüman dünyasında politik alanda sağdan sola, laik ke­
simden İslamcı görüşe sahip olan herkes ve modern bilimin gerçek do­
ğasının fa rkında olmayan pek ç 9 k dindar alim, Kuranı bir kavram olan
ilmi, bilimin kendisine eşit saymaktadır. Tabii bunun sebebi, pek çok in­
sanın bu bilimin sağlayacağı güç olmaksızın, İslam dünyasının kendisi-
210
•
İs l a m
ve
Modern İnsa nı n Çıkmazı
ni Batı'nın askerI bi r yana , siyasal ve ekonomik hakimiyetinden bile
kurtaramayacağı gö rüşüne sahip olması .
Şu geçtiğimiz 1 0-20 yıl içerisinde, İ slam dünyasında s·ekülerleşmiş
bilimin İslam dini ve İ slami dünya görüşü a çısından yaratacağı tehlike­
lere dair kimi sesler yükselmeye başladı; çü nkü İslam, Hakikat'ten yani
Tanrı'dan doğuş ve tekrar bu gerçekliğe yani Allah'a (El-Hakk) dönüş
felsefesine dayanır. Bu konu üzerinde, "lslami bilim" nedir veya l slam
dünyası kendi bilimini kendi mi geliştirmeli veya sadece Batı'nın mo­
dern seküler bilimini mi uygulamalı gibi , çok çeşitli, farklı İslami ce­
vaplar arandı . Varlığı herkesçe kabul edilen bu so rulara henüz cevap
bulunamamıştır. Ancak bugün artık, bu meselelerin tartışılmaya başla­
dığı kırk ·sene öncesine göre entelektüel manzaranın büyük oranda de­
ğiştiğini ve eskiden modern ya da gelenekçi pekçok Müslüman düşünü­
rün modern bilimi neredeyse gözü kapalı kabul etmeyi öğütlediği dö­
nemlere göre, İslam dini ile modern bilimin karşılaşmasını çok daha de­
rin bir biçimde teoloj ik ve manevi açıdan irdeleyen sesler bulunduğunu
söylemek mümkündür. H ıristiyan milenyumunu yaşadığımız bu gün­
lerde ve ileride de aynı fikirler lslam din bilimini ve düşüncesini meş­
gul edeceğe benziyor. Ayrıca İslam ve Hıristiyanlık arasında bir süredir
devam eden dinler arası diyalog, din ve bilim alanında da giderek yay­
gınlık kazanacak gibi görünüyor.
Sömürgecilik tecrübesi, eğitim ve okulda öğretilen birçok disiplin
açısından, İslam ülkelerini biri İslami diğeri Batılı olan iki eğitim sistemi
.
arasında bıraktı. Batılı olan okullar, ya yabancı misyonerler tarafından ya
da modern batılı eğitimi benimsemiş müslüman elitler tarafından kurul­
muştu . Bu iki kurumsal yapı, birbirinden tamamen fa rklı iki değişik eği­
tim felsefesine sahipti . Bunun sonucunda , ilk önce modernizmle karşı
karşıya kalmış ve İslam dünyasının düşünsel açıdan merkezleri olmuş
Mısır, Türkiye , lran ve Müslüman Hindistan gibi ülkelerde aynı etnik ya­
pı, din ve dilden gelen, fakat hayatı fa rklı şekilde yorumladıkları için bir­
birlerini hiçbir zaman anlayamayan bu iki eğitimli sınıf arasında , giderek
derin bir uçurum oluşmaya başladı. Müslüman ülkelerin bağımsızlığıyla
birlikte, bu çatışkı ve kopuş daha da belirginleşti ; sonra da, daha önce
hep geleneksel eğitim sistemi benimseyen Suudi Arabistan, Yemen, Um­
man, Afganistan ve Sudan gibi ülkelere de sıçradı.
Batılı öğrenme biçimlerinin İslami perspektifle bir sentez oluştur­
ması ve tek bir eğitim sistemi yaratabilme sorunu ellili altmışlı yıllarda
Üç üncü .Bin y ılın Şafağın da İs lam
•
211
birçok müslüman entellektüelin ka fasını kurcalıyord u . N i haye t ,
1 9 7 7'de Mekke'de " İslami eğitim" hakkında b i r konferans düzenlendi .
Birçok İslami üniversitenin ve bütünleşik bir programın hazırlanması­
na yol açan bu çabayla birlikte oluşan bu etkinliğe, "Bilginin İslamileş­
tirilmesi" dendi . Her ne kadar yeterince verimli olmamışsa da , söz ko­
nusu çabalar ciddi bir İslami entelektüel etkinlik olarak iz bırakmıştır.
Şu anda sorulan soru , Batı'dan ithal edilen eğitim kurumlarının nasıl
daha İslami hale getirilebileceği veya varolan gelenekseıl medrese eğiti­
minin modern disiplinleri ne ölçüde kucaklayıp yaygınlaştırılabileceği­
dir. Bunun için , örneğin, bütün geleneksel medreselerin en eskisi olan
Fas Karaviyyin'in modern Rabat Üniversi tesi içine, Teoloj i F akül tesi
olarak katılması; Kahire El-Ezher gibi sünni öğretim merkezlerinin
uzantısı olarak işlev görmesi ya da lran'daki Kum, M eşhed vb . medre­
selerin Batı tipi üniversitelerle karşılıklı etkin bir ilişkiye sokulması gi­
bi birtakım çözümler önerilmiş, ancak bunların hiçbiri henüz başarılı
olmamıştır. İleriki yıllarda da İslami düşünce dünyasının merkezi ilgi
odaklarından biri olarak sürdürü lmesi düşünülen bu proj enin İslam ve
lslam toplumu üzerinde çok ciddi e tkileri olacağı kesindir.
Bilim ve eğitim konularıyla yakından ilişkili olan ve içsel ya da dış­
sal birtakım sebeplerden ötürü hükümetler tarafından de�teklenerek ls­
lam dünyasına her geçen gün biraz daha derinlemesine nüfuz eden bir
diğer mesele de, burada uzun boylu ele almayacağımız modern tekno­
loj idir. Erken dönemlerde önemli oranda makine karşıtı barındıran İs­
lam dünyasında son zamanlarda Batı teknoloj isinin yayılımı hiç de zor
olmadı ve modern makineleşmenin dini-manevi etkileri üzerinde sade­
ce küçük bir azınlık durdu . Din bilimi olarak en gelenekçi görüşe sahip
olan dini liderler bile Batı teknoloj isinin bir an önce tamamen alınıp uy­
gulanmasını savunuyordu . Hatta monarşiyle y�'.metilen Arabistan ve İs­
lami devrimci bir hükümetle yönetilen l ran'da bile durum böyleydi.
lran'da Kum gibi şehirler başta olmak üzere dini merkezlerde ulema bü­
yük ölçüde modern teknoloj iden etkilenmiştir. Hatta öylesi değişiklik­
ler olmuştur ki, Kum'da pek çok din öğrencisinin bilgisayar kullanı­
mında üstad pozisyonundadır. Kimi ziyaretçiler Kum'daki kütüphane­
lerin içeriğini internete sunmada Vatikan'dan çok daha ileride olduğu­
nu belirtmektedir.
M odern teknoloj inin yol açabileceği dini, ahlaki ve manevi sonuç­
lara karşı bu kayıtsızlık, iki sebep dolayısıyla yavaş yavaş değişmeye
212
•
İs lam
ve
Modern İnsanın Çıkm a z ı
başlamıştır: Modern genetik mühendisliğinden kaynaklanan sorunlar
ve modern teknoloj inin direk t uyarlanmasıyla ortaya çıkan çevresel
kriz . Gelişmiş ilaç sanayinin insanın hayatına bu kadar sokulması ve ge­
netik mühendisliğinin canlıların içsel yapısına bu denli nüfuzu sadece
hıristiyanlar, museviler, h indular ve budistler arasında değil İslami çev­
relerde de, klonlama bir yana organ naklinin etik bir suç olduğu yönün­
de ciddi itirazlar doğurmuş tur. Bugüne dek sadece batının problemi
olarak düşünükn doğal çevrenin bu denli hızlı bir biçimde bozulması,
pek çok müslümanı, isteksizce de olsa lslam'ın doğa hakkındaki öğreti­
lerini ve yaklaşımlarını tekrar incelemeye itmiştir. Hiç şüphesiz önü­
müzdeki yıllarda, birbiriyle aslında her açıdan ilgili olan bu iki konu,
İslam için de daha önce hıristiyanlık için oldugu kadar, teorik ve pratik
anlamda önemli bir hal alacaktır. Bu meyanda , pek çok Kuran ayetinin
kendisine hasredildiği İ slam'ın tabiat felsefesi ve metafiziğini şimdiki
neslin kavrayabilmesi için, lslam'ın terimlerinin yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir. Yine aynı şekilde lslam'ın insan-dışı dünyaya ilişkin etik
öğretileri berraklaştırılmalı ve Şeriat'te zaten varolan _ç evre merkezli etik
kurallar bütün müesseselere hakim kılınmalıdır. Bu tür çabalar ümme­
tin bugünü açısından olduğu kadar, gelecekteki entelektüel hayatı açı­
sından da son derece büyük önem arz etmektedir.
Modern Batı teknoloj isi, sadece insanı işine yabancılaştı ran bir ya­
şam biçimi yaratmamış, ayrıca bu teknoloj iye sahip olanlara da, olma­
yanlara hükmetme gücü sunmuştur. Hayal edilemeyecek düzeyde bilgi
akışıyla beraber baskının gelişmiş formları, telefon, radyo , sinema, tele­
vizyon ve şimdi de internet ortaya çıktı . Söz konusu bilgi ve düşünce
akışı lslam dünyasından ve diğ er Batı dışı kültürlerden Batı dünyasına
hemen daima çok az bilgi aktanmını mümkün kılarken , akış hep ters
yönde gerçekleşmiş; bunun sonucunda da Batı-dışı kültürler daha önce
hiç olmadığı kadar "yabancı" fikir, düşünce ve yaşam biçimi bombardı­
manı altında kalmıştır. Bu , sonuçları İslam dünyası açısından son dere­
ce düşündürücü ve fa rklı seviyelerde ve alanlarda cereyan eden fenome­
nin sonuçları , dini pratiğe ve onun dünyaya gelecekte vereceği cevaba
da ciddi biçimde etki edecektir.
Açıkça görülüyor ki İslam to p lumları , özellikle de gençliği , bitmeyen bir Batı malları ve özellikle de Amerikan pop kültürüyle hazcı(he­
donist) batı kültürünün bir çeşit saldırısına uğramıştır. Yeni medya ar­
tık Virgil Thoinpson'ın veya Leonard Bernstein'ın müziğini veya Ameri-
·
Üç üncü Bin y ı l ı n Şafağında İs lam
•
2 13
kan balesini değil de, bir grup gencin seksi fazlaca çağnştıran dansları­
sergilemektedir ki bu da dinin temel karakteristiği olarak ciddiyeti
bilhassa vurgulayan İslam açısından, toprağın yanlış işlenmesi a !llamı­
na gelmektedir. Artık l slam'a tehdit olarak Marx , Heidegger, Russell ve
Sartre'dan çok büyük şehirlerdeki gençlere hitap eden M ichael jackson
ve M adonna'dan söz etmek dur u mundayız. Gençlerjn isyan fikri, içki
ve ilaç kullanımı , cinsel sapkınlıklar, kuşkusuz ki İslam'ın öğretileriyle;
Tanrı'nın kurallarına uyum , ailenin önemi, yaşlılara ve özellikle anne­
babaya saygı, alkolden ve evlilik dışı cinsel ilişkiden kaçınma gibi ilke­
lerle taban tabana zıttır. Enerjilerinin çoğunu bu meselelere çözüm ara­
maya sarfeden Batı'daki hıristiyanlar ve museviler gibi, İslam dünyası da
pek yakın bir gelecekte aynı sorunlarla geniş ölçekte yüzleşecek gibi gö­
rünmektedir. Pek çok insan, asıl tehdidin Batı felsefe ve ideolp.jisinden
çok, gençler üzerinde e tkili olan batı yaşam biçiminden geluıgini iddia
etmektedir. Biz de burada, her halde d üşünsel ve felsefi faktörlerin öne­
mini göz ardı etmeden, yaşam biçiminin ne denli önemli olduğunu vur­
gulamalıyız. Modernleşmiş müslümanların ilk nesillerince benzeme ya
da uyma düşüncesiyle benimsenen Ba tı yaşam ve giyiniş tarzı, lslam
dünyasında ciddi tartışma ve çatışmalara yol açmıştı. M odern iletişim
araçlarının etkisiyle çok daha yaygın ve mütecaviz bir biçi m de İslam
dünyasına nüfuz eden bu modern ve post-modern Batı kültürüne karşı
tepkiler, gelecekte daha da çoğalacak gibi görünmektedir.
Yaşam biçimiyle ilgili ve belki de onu da aşarı bir diğer temel sorun
da, erkek ve kadın arasındaki ilişkidir. İslam ·sad � c � gerçekliğin �e nihai
Gerçek olarak Tanrı'nın doğasına dayalı ve llahi normlara göre yaşaya­
rak, manevi olgu nluğa eri.şmeyi vaazeden bir doktrin değil, aynı zaman­
da bir ümmettir de. Şeriat ümmetle birlikte vardır. K adının rolünü konu
edinen ve son dnernlerde Batı'da filizlenen feminizm fikri, lslam'ı kadın
erkek, aile ve daha geniş anlamda toplumsal ilişkiler açısından tehdit et­
mektedir. Birbirinden çok fa rklı biçimleri olmakla birlikte feminizm , ge­
nellikle sekülerist, İncil'in dilini bile değiştirme çabasında olan ve kadın­
la erkeğin her anlamda eşit oldukları fikrine dayalı bir akımdır. lslam'da
ise, aksine , kadın ve erkek Tanrı önünde her ne kadar ölümsüz ve eşit
varlıklar olsalar da, ikisi de Uzak Doğu felsefesinde olduğu gibi (yin ve
yang) birbirini tamamlayıcı şekilde yaratılmışlardır. Bu noktada, evin dı­
şında ve özellikle ekonomik ve politik alanda çalışma gibi konular. te­
mel metafizik ve teolojik meselelere göre ikincil bir öneme sahiptir.
m
214
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
Artık batı feminizmi kadınların sadece ba tıdaki statüsüyle uğraşma­
makta , aynı zamanda küresel bir sorumluluk üstlenerek, Marksizm ve­
ya Liberal demokrasi gibi fikir ve ideoloj ilerdeki gibi, kendini bir tür hı­
ristiyan misyoner telakki edip fikirlerini yaymaya çalışmaktadır. Femi­
nizmin bu denli saldırgan bir biçimde , içerden ve dışardan İslam dün­
yasını nüfuzu altına alma girişimi, çeşitli müslüman ülkelerde Batı tipi
seküler feminizmi taklit eden İslam'a ters birtakım hareketlerden İslami
Fenimizm adı verilenine kadar uzanan pek çok yerel akımın türemesi­
ne sebep olmuştur. İslam dünyası, bu ve diğer pek çok alanda , Batı'nın
yaşadığının aksine, kendisine dışarıdan empoze edilen pek çok düşün­
ce ve gündemlerle yüz yüzedir. Her halde bu, şu sıralarda İslam dünya­
sının karşı karşıya bulunduğu sosyal meselelerin en önemlisidir. Bu ko­
nuda, kadının İslam toplumlarındaki sosyal seviye ve rolleri : önemli
farklılıklar arzeden Nij erya , Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, İ ran, Pa­
kistan ve Hindistan gibi birçok müslüman ülkede, pek çok çözüm ge­
liştirilmiştir. Hiç kuşku yok ki bir din olarak İslam da , önümüzdeki dö­
nemlerde kadının rolü , hakları ve görevleri sorununu , bir benzeme kay­
nağı olarak değil, şi n:dilerde Amerika ve Batı'da yaşandığı gibi evlilik­
boşanma-çocuk yetiştirme konularında, kendiliğinden devam etmekte
olan sosyal bir deney olarak tecrübe edecektir.
Batılı düşüncelerin İslam dünyasını cevap bulmaya zorladığı pek
çok alan vardır. İslam sadece özel bir din değil , aynı zamanda toplumun
bütün vechelerini kuşatan bir kurallar bütünü olduğu için, İslam tarihi
açısından en büyük kargaşanın yaşandığı alan politikadır. Sömürgecilik
tecrübesiyle birleşen komplike unsurlar, dışardan alınmış, yabancı yö­
netim anlayışlarının empoze edilmesi, F ransız ihtilaliyle ortaya çıkan
ulusçuluk, İslami değerlerin suistimali, İslam toplumları içinde modern
ve geleneksel sınıflar arasındaki karmaşa, global Realpolitik ve tabii ki
Batı'nın politik ve ekonomik üstü nlüğü ; bu ve bunun gibi birçok şey İs­
lam dünyasının kendi içinde, uygun bir politika anlaşma zemini bulun­
masını zorlaştırıyordu. Sorun, İslam'da bir ideal olarak varolan "üm­
met"in ve mevcut milliyetçilik biçimlerine rağmen yüce bir amaç olarak
beslenen İslam dünyasının birliği gerçeğiyle, daha da karmaşık bir hale
geldi. Tabii bu konunun dini değil politik bir konu olduğu söylenebilir;
ancak böylesi bir yorum da İslami olmaktan çok, Batılı bir bakış açısı­
dır. İslam' da, Sezar'ın . hakkını Sezar'a vermek gibi bir düşünceyle , din
ve siyaset asla birbirinden ayrılmamıştır ve ayrılmayacaktır da . Sonuç
Üçüncü B i n y ı l ı n Ş afağında İs lam
•
215
olarak buradaki sorun, Amerika'da olduğu gibi devletin ve kilisenin bir­
birinden nasıl ayn tutulacağı değil, devletin İslamı ve İslami değerleri
ne derece yansıtacağıdır. Türkiye gibi birkaç istisna dışında , çoğu müs­
lüman ülkede duru m budur. Fakat orada bile, bugün yönetici sınıfa ha­
kim olan erken 20. yüzyıl Avrupa tanımlarına dayalı laikliğin varlığını
devam ettirip ettiremeyeceği, ileriki yıllarda belli olacaktır; ki bugün ar­
tık Amerika'da bile kamusal alanda din laikliği n monopollüğüne mey­
dan okumaktadır.
Saltanat ve halifelik gibi pekçok müslüman ülkede ortadan kalkmış
geleneksel siyası müesseseler, hükümetin nasıl oluştu rulacağı ve meş­
ruiyetinin kaynağı , gelenekselalimler tarafından yorumlandığı biçimiy­
le otorite ve şeriat arasındaki ilişki, insanların sesinin önemi ve ulema
gibi konular, önemli meseleler olarak ufukta görünmektedir. İslam dü­
şünürleri bu yeni yüzyılda , büyük bir olasılıkla tüm enerj i ve dikkatle­
rini bu konulara yöneltecekler ve Müslüman toplumlar ve milletler ara­
sında politik bir birlik kurma amacı için çalışacaklardır. Ayrıca yine bu
yüzyılda, Fas ve Suudi Arabistan'daki geleneksel tipten başka bir anla­
yışın hüküm sürdüğü üç komşu ülke olan İran, Afganistan ve Pakistan
gözönüne alınarak , İslam devletini tanımlama yönündeki girişimler
sürdürülecektir. Şu an için pek çok m üslüman ülkede, fundamentalist
diye bahsedilenleri Batı destekli modernistlere ve her ikisini de gelenek­
çilere karşı ya da kimi hallerde modernistleri Batı destekli gelenekçile­
re karşı kışkırtmak gibi, Suudi Arabistan kökenli e rken dönem funda­
mentalizmi tonları taşıyan, son derece kararsız ve tutarsız bir durum
söz konusudur.
Çoğu müslüman ü lkede şu an İslami siyasal düşünce, daha çok öz­
gürlük ve onun İslam bağlamındaki anlamı ile birlikte demokrasi ve in­
sanların politik sürece katılımı konularında yoğunlaşmıştır ki, Batı bu
noktada çoğu zaman katalizör işlevi yerine getirmiş ; kendi ekonomik ve
siyasi çıkarları çerçevesinde, en azından yönetimlerini kendisine yakın
gördüğü İslam ülkelerinde, İ slami demokrasi taleplerini desteklemek­
ten kaçınmamıştır. Batı'nın seküler temelde savunuculuğunu yaptığı in­
san haklan konusu da aynı kapsamda yer alır. İslam dünyasında ise, bu
konunun sadece Batı'nın yeri geldiğinde kullandığı bir politikanın parçası olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi; insan haklarını İslami bakış
.
açısından ele alarak, klasik İslami öğretide belirtildiği gibi, insanın Al­
lah önündeki soru mluluğunun insan haklarına göre birincil önemi ha-
216
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkma z ı
iz olduğu v e kişinin Allah , onun yara ttıkları v e toplum düzeyinde belli
sorumlulukları yerine getirmek üzere belli haklarla donatıldığı fikrini
savunanlar da vardır. Bu mesel eler ü zerinde dini tefekkür önümüzdeki
dönem içerisinde de etkinliğini koruyacağa benzemektedir. Yine bu
noktada aşırı insan hakları vurgusunun insani sorumlulukların önüne
geçmesinin yeryüzünde insan hayatını sona erdirebilecek noktalara var­
masından kaygı duşan Müslüman ve Batılı düşünürlerin, işbirliği için­
de bir küresel deklarasyonda bulunmalarının gerekliliği aşikardır.
S iyasal alanda o lduğu gibi ekonomide de lslam, felsefe olarak ken­
disine tamamen yabancı, ruhuna aykırı birtakım modern ekonomik sis­
temlerle yüzyüze kalmıştı . Kapitalizm ve sosyalizm gibi birçok ekono­
mik teori ve uygulamaya yanıt olarak lslam düşünürleri, son yıllarda
ciddi anlamda , "lslam ekonomisi" o larak bilinen bir sistem arayışıyla
uğraştılar. Bu teorik anlamda salt ekonomiye ilişkin bir düşünüş olarak
ileri sürülmemiş , belli somut durumlara uygulanarak, lslam'ın günlük
hayata tatbikine de bir örnek teşkil etm iştir. Aslında lslam hiçbir zaman
ekonomiyi ahlaktan ayrı tutmamıştır ve bugün bile ekonomi derken
müslümanlar bunu şeriat kuralları içersinde algılamaktadırlar. Elbette
ki lslami düşüncenin, faiz ve tüketim gibi bugünkü ekonomi teori ve
uygulamalarından etkilenmeyeceğini söylemek mümkün değildir. Glo­
bal bir ekonomi yaratma çabası sürerken, tslam dünyası şimdi, iç ve dış
baskılara karşı eskisinden çok daha fazla di rençli olmak durumundadır.
Aynı şekilde, bugün İslam ekonom isi denen ekonominin, i lerde de
"ekonomik adalet" ve İslami düşüncenin durumlara uygulanması gibi
konuları içeren sorunlarla uğraşacağı açıktı r.
lslam düşüncesini ilgi l endiren belli başlı konuları ele aldıktan son­
ra, artık asıl meseleye , gelecekle yüzyüze olan dinin kendisine dönebi­
liriz. H ıristiyanlıkta ·dogmatik diye adlandırılan şey, İslamda geleneksel
dünya görüşüne sıkı sıkıya bağlanmıştır. Birkaç batılı oryantalist her ne
kadar Kuran'ın " ilahi" olup olmadığı n a dair birtakım şüpheler uyandır­
maya çalıştılarsa da , kutsal kitap müslümanlar için her zaman harfi har­
fine Tanrı'nın sözü olarak kalmıştır. Hadise gelince; tarih boyunca bu
konuda pek çok meydan okuma gerçekleşmiş, İslam ise bunları kendi
açısından cevaplamıştır; yine de aynı tartışma Batı tarihsiciliği matrisin­
de değil, geleneksel İslami çerçevede devam etmektedir. Tanrı'nın tabi­
atı, peygamberlik, vahiy, melekut, eskatoloj i gibi konular göz önüne
alındığında İslam, Batı hıristiyanlığının modern dönemde karşı karşıya
Üçün c ü Binyılın Şafağında İslam
"
217
kaldığına benzer krizlerle karşı karşıya kalmamıştır v e b u durum yakın
gelecekte ele değişecek gibi görünmemektedir. Modern Batı teoloj isinin,
proses teoj istlerinin tartıştığı Tanrı'nın cinsiyeti veya değişmez olup ol­
madığı gibi konular, l slam'a tamamen yabancıdır. Dahası, lslam halen
yaşayan m etafiziğinden ö türü, modernizmin tarihsicilik, rasyonalizm
ve empirizm biçiminde ortaya çıkan meyden okumalarına entelektüel
yanıtlar üretmeye devam edecek ve çoğu batı kilisesinde yaşandığı gibi ,
modernizm karşısında teolojik dünya görüşünden ödünler vererek tes­
lim olmayacaktır. l slam'ın geleneksel ve modern yorumlarından söz
edildiğinde, insanların bu tartışmaların Tanrı'nın doğası, di.ni ritüeller
veya eskatoloj iye ilişkin olmadığını ; Batı'daki daha geleneksel ve mo­
dern yorumlar bu noktalara odaklanırken , lslam'daki uyg ulama ve yo­
rumların büyük çoğunluğunun sosyal ve insani plana yönelik olduğu­
nu bilmeleri gerekir.
Bu arada şunu da eklemek gerekir ki, modernizmle tanıştıktan son­
ra çoğu müslüman düşünür İslami teoloj ide(kelam) yeni bir bölüm aç­
ma gayretine girdi. Bu çaba aslında, ilk başta son derece sınırlı ve büyük
çapta başarısız olmakla birlikte, Muhammed Abduh ve geç 1 31 1 9 . yüz­
yıllara dek uzanır. Bu tür e tkinlikler, özellikle geleneksel medreselerde
eğitim görmüş ve Batı düşüncesine derinden aşina olan gençler arasın­
da, gelecekte daha da yaygınlaşacak gibi görünmektedir. Aslında , İsla­
mın modern ve post-modern fikirlerin meydan okumalarına karşı geliş­
tirdiği yanıtlar son 20-30 yıl içerisinde derinleşmiş ve önümüzdeki yıl­
larda artarak sürecek gibidir. hanlıların " kelam-ı cedid" diye adlandır­
dıkları yeni teoloj iyi öğretme eğilimi birçok lslam ülkesinde başlamış ve
ilerde de genişleyerek devam ed eceğe benzemektedir. Bu yeni teoloj i ,
bir zamanlar Batı'daki kiliselerde yaşandığı gibi geleneksel teoloj iden
bir kopuş değil, aksine, Darwinizm'den Comptianizm'e , F reudçuluk'tan
mantıksal potitivizme ve hatta son yılların dekonstrüktizmine kadar
uzanan modernizmin türettiği yeni birtakım meydan okumalara karşı
İslami ilkelerin uygulanmasıdır.
İslami dini düşüncede önemli bir yeri olan bir diğer konu da , Sün­
nilik ve Ş iilik arasındaki ilişkidir. İslamın bu iki kolu , asırlardır birbi­
riyle polemik ve çatışma halindedir. Bu mücadele , 1 6. Yüzyılda Şii Safe­
vi devletinin kurulmasıyla daha da yoğunlaşmış ve dönemin Sünni Os­
manlı imparatorluğuyla olan rekabet politik ortama taşınınca, aradaki
dini ve teoloj ik aynlılıklar daha da keskinleşmiştir. Dahası , sömürgeci-
218
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
lik döneminde, bilhassa İngilizler olmak üzere diğer sömürgec i devlet­
ler de, böl-yönet prensipi uyarınca Sünni-Şii ayrımını körüklemişlerdir.
1 9 . yüzyılda Vahhabilik , Irak ve Arabistan'daki traj ik sonuçlara yol
açan olaylarla birlikte kendisini kesin bir biçimde Şiilik'in karşısında
konumlandırdı. Fakat daha sonraları , l 950'lerden başlayarak Mısır'da,
İran'ın da katılımıyla Sünnilik ve Şiilik arasında karşılıklı anlayış ve ba­
rışı tesis etmek üzere güçlü bir hareke t başlatıldı . Kahire'de, Şeyh el-Ez­
her Mahmud Şaltüt önderliğinde, pek çok Şii alimin de d esteğiyle dar
ul-takrib diye bilinen ve Batı'da kimi hıristiyan kiliselerinin aralarında
daha iyi bir anlayış geliştirmek maksadıyla oluşturdukları ekümenik or­
ganizasyonlara benzer bir işlev yerine getiren bir m erkez kuruldu . O ta­
rihten beri Sünni ve Şii uleması , İslam tarihinin hiç bir döneminde ol­
madığı kadar karşılıklı saygı ve anlayış taraftarı oldular (elbette pek çok
Vahhabi ve Selefi alim hariç) .
Fakat son 2 0 yıl içerisinde, b u iki mezhep arasındaki kin, değişik
politik ve ideoloj ik sebeplerden dolayı, Irak, Bahreyn, Afganistan ve
özell ikle Pakistan ve Hindistan'da görüleceği üzere şimdiye dek benze­
ri görülmemiş biçimde yeniden alevlendi . Bu durum, dar ül-takrib fa ­
aliyetlerinin yenilenmesine ve pek çok İslam aliminin Sünnilik ve Şiilik .
arasındaki dini ve teolojik fa rklı l ıkların karşılıklı anlayışla çözümlen­
mesi konusuna daha fazla gayret sarfe tmesine vesile oldu . l slam'ın ken­
di içinde ö tekini -ve dolayısıyla da diğer dinleri- daha iyi anlamak için
sarfedilen bu çaba , çoğu müslüman düşünürün zihnini gelecekte de
meşgul etmeye devam edecek gibi görünmektedir
Bu arada, lslam'ın sadece toplum hayatını düzenleyen kurallar bü­
tününü -ki bu kurallar çoğunlukla dinin kendisidir- değil, aynı zaman­
da zengin bir teolojik düşünce birikimini de içerdiği ; ve özellikle insan
ruhunun temizlenmesi ve tevhid'in tam manasıyla gerçekleştirilmesi il­
kesine dayanan Sufizm'de ifadesini bulan batını bir mesaj a sahip bulun­
duğu gerçeği hatırdan çıkarılmamalıdır. 1 3/ 1 9 . yüzyılın başlarından i ti­
baren İslam dünyasındaki iki güç, Sufizm'e ve onun esnaf loncalarından
müziğe dek yayılan bütün etkilerine karşı çıkmaya başladı. Bu iki güç
Vahhabi/Selefi mezheplerine denk düşen modernizm ve püriten rasyo­
nalizmdi . Fakat Sufizm , etkisini yitirmek bir yana , son yıllarda Batılı
eğitimli sınıflar arasında ciddi anlamda yaygınlık kazanmıştır. Bu eği­
lim, lslam'ın batını öğretilerine özellikle Batı'dan pek çok insanı çekme­
ye devam etmektedir. Sufizm metafiziği, kozmoloj isi, psikoloj isi , resim,
Üçüncü Bin yı lın Şafağında İs lam • 2 1 9
şiir ve müzik gibi manevi öğretileri , özellikle giderek kaotik bir hal alan
modern dünyanın felsefi ve sanatsal meydan okumalarıyla karşı karşıya
kalan lslam dünyası açısından büyük bir önem arzetmektedir
Bir inanç olarak İslam'ın hayatiyetini sürdürmesi , kaligrafi , mimari
veya Kuran kıraatı olsun , günlük hayatta kutsalı tecrübe etmeyi müm­
kün kılan pek çok kutsal geleneksel sanatın yaratımının da sürmesi an­
lamına gelmektedir. Son dönemlerde özellikle mimari alanında önemli
yaralar alan geleneksel İslam sana tın ın , Sufizm'le ciddi bağları vardır.
Bu nedenle, geçtiğimiz 20-30 yıl içinde Sufizm'i yeniden diriltme çaba­
ları, . bir anlamda İslam sanatının da yenilenmesine ve kurtulmasına yol
açtı . Söz konusu çabalar, özellikle Fas'tan l ran'a ve Endonezya'ya kadar
pek çok yerde etkisini gösterdi . Gelişme ve modernlik adı altında çoğu
İslam şehirlerindeki çirkin değişmeye karşın , İslam sanatı ve mimarisi
gelecekte de, sadece Sufizm'in yeniden canlandırılmasıyla değil, öğreti­
l erinin çağdaş hayata her açıdan , özellikle dil ve sanat felsefesi açısın­
dan tekrar uyarlanmasıyla sürecektir.
Sufizm'e gösterilen bu ilgi artışı, İslam'ın karşı karşıya bulunduğu
bir diğer büyük meydan okumaya , dini farklılıklar veya yaygın ismiyle
dini çoğulculuk biçiminde ortaya çıkan soruna çözüm bulma ihtiyacıy­
la da ilişkilidir. Hıristiyan teoloj isi bu konuyla yıllardır meşgul olmuş ve
Katolik olsun Pro testan olsun pek çok Batılı ilahiyatçı , filozof, kendi
dinleri bağlamında bir "dini çeşitlilik" yaratmaya çalışmışlardır. Kuran ,
dinin köken itibarıyla insanın kendisiyle başladığını; Allah'ın dinleri
bütün insanlara yolladığını ve dindarlık ve fa zilette birbirleriyle rekabet
etsinler diye değişik dinler yarattığını net bir şekilde ortaya koymuştur;
bu anlamda mevcut kutsal metinler içerisinde belki de en evrensel ola­
nıdır. Bu öğretilerin ışığında birçok ilahiyatçı ve ali m , İ slam tarihi bo­
yunca şimdi " karşılaştırmalı din" veya "religionwissenschaft" diye bili­
nen fikre yönelmiştir. Ne ki dinin bu birleştiriciliğini açıklayanlar daha
ziyade lbn-i Arabi ve Rumi gibi Sufilerle, bu yüzyıl içerisinde de aynı
Sufi geleneğinden etkilenen ve "dinlerin aşkın birliği" nden söz eden Re­
ne Guenon ve Frithiof Schuon gibi Batılılar oldu.
Dini çeşitlilik bugün İslam dünyasında en çok tartışılan konular
arasındadır. Müslüman düşünürler son zamanlarda sadece hıristiyan ve
musevilerle dini diyaloğa girmemişler, bu fa aliyetin kapsamına hindu­
ları , budistleri , konfuçyüsçüleri, taocuları ve diğerlerini de katmışlardır.
Büyük olasılıkla bu eğilim, müslüman düşünürlerin görüş alışverişiyle
22 0
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
önü müzdeki yıllarda daha da büyüyecektir. Böylece klasik sufi felsefesi
ve geleneksel metafizikler, "Mu tlak'ın bilgisi" olmaksızın dini Çeşi tlili­
ğin anlaşılamayacağını gösteren bilgi biçimleri olarak, tartışma ortamla­
rında hakettiği d \,ğeri alacaktır. lslam'ın temel unsurlarından birini
oluşturan bu düşünce biçimi olmadan , İslami en telektüel aktivitenin
geleceğini tahayyül e tmek mümkün değildir.
***
Bütün bunlardan sonra ş u soru akla gelebilir: " lslam v e post-moder­
nizm birlikte varolabilir mi? " . İ slam'ın düşünceyi olduğu kadar eylem
alanını da kuşatan, hem düşünce dünyasını ve hem dış dünyayı etkile­
yen bütün bir yaşam biçimi olduğu düşünüldüğünde , bu sorunun ceva, bı açıkça hayır olacaktır. Post-modernizm çoğu açıdan modernizm tez­
lerine zıttır, ancak bu kutsalın gerçekliğini ve zihinsel-manevi olanın
kesinliğini savunma yönünde bir zıtlık değildir. Tersine, post-moder­
nizm , her tür kesinlik, mutlaklık ve kalıcılığa karşıdır. Dinin kutsal ya­
pısını, hatta kutsal yazıları bile yapı-bozuma uğratma gayretindedir.
M odernizm, rasyonellik ve rasyonalizme önem verirken, post-moder­
nizm, islam geleneğinde nihai bilginin ikiz kaynakları kabul edilen akıl
ve vahyi bir yana bırakın, insanın sınırlı aklıyla elde edilen bilgiyi bile
reddeder. l slam'm böyle bir dünya görüşüyle birlikte varolabileceğini
düşünmek, onun, Mu tlak'a ve ondan neşet eden vahye teslim o lmak bi­
çiminde özetlenebilecek tüm temellerine karşı olan bir anlayışı kabul­
lenmek demektir. Aslında bu b eraber varolma, bir maksada matufluk
söz konusu değilse, son derece problematiktir. Yanyana varlığını sürdü­
rebilme, bir gerçekliğin diğerinin yanında yer. almasıdır. Bu gerçeklik­
lerden bir tanesi diğerinin, yani llahi olanın ve onun dayandığı temelle­
rin inkarıyla ayakta duruyor; insanın- dünyanın tabiatı ve insan toplu­
munun hedefi konusunda tamamen seküler bir anlayışı ikame ediyor­
sa , ilkesel olarak böyle bir birlikte varolma kabul edilemez . Kutsal olan
bizden herşeyi talep eder ve lsa'nın dediği gibi, "Kendi içinde bölünmüş
bir ev ayakta duramaz . "
P ra tik anlamda v e uygunluk açısından ise, konu başka şekilde de­
ğerlendirilmelidir. lslam, postmodernizmin hakim olduğu çağdaş Batı
toplumlarında dahi, kamusal· alanda o lmasa bile , özel alanda mensupla­
rına dinlerini yaşama imkanı tanıyan , böyl elikle her ortamda varlığı� ı
Üçüncü Binyı lın Şafa<jfı nda. İslam
•
221
sürdürebilecek bir dindir. Aslında post-modernizm bir yandan kutsal
gelenekleri tahrip 'le suland i rmayla uğraşıp bu geleneklerin kimi inanç­
larını yarım yamalak kabul ederken ,' bir yandan da değerlerin ve kültü­
rel normların göreceliğini va'z ederek, Yahudilik, H ristiyanlık ya da İs­
lam, hatta hatta bir dereceye kadar Hinduizm ve Budizm de dahil olmak
üzere, dinlerde bir "boşluk" yaratma çabası içindedir. Fakat elbette ki
söz konusu boşluklann post-modern dünyanm kapsama alanı ile örtüş­
mesine müsaade edilemez ve bu nedenle de Batı'da, hıristiyanlık ve rnu­
sevilikte iki bin yıldır görüldüğü üzere , önümüzdeki dönemde de belli
alanlarda çatışmalar artarak sürecektir.
Aslında bu noktada sorulacak en yerinde soru , post-modernizmin
kendisinin kalıcı ya da geçici bir gerçeklik olup olmadığı ve genel an­
lamda kutsal geleneklerin özel anlamda da İ slam'ın ışığı önünde yaşayıp
yaşayamayacağı sorusudur. Burada modernizmin tezahürleri kadar,
post-modernizmin hızla değişen doğası da gözden kaçırılmamalıdır. 2030 sene önce çok moda olan yapısalcılık ve Marksizm gibi felsefe ve ide­
oloj iler şimdi neredeler? Bundan 20-30 yıl sonra , hangi geçici hevesler,
en son ve en. önemli düşünce örnekleri olarak y ürüyüşe geçecek? Kesin
olan şu ki , "zamana göre felsefe"ler unutuşun bağrına gömülürken, bu­
gün pek çok insanın perennial felsefeye rağbetinde de açıkça görüldüğü
üzere, kökleri değişmez olana bağlı felsefeler insanların zihnini v e ruhu­
nu cezbetmeye devam edecektir. Post-modernizm Batı'da belli zihinleri
cezbedip Batı entelektüel tarihinde yerini aldıktan sonra bile, köklerini
llahi olandan alan diğer dinler gibi, Mutlak'ın ve insanın asli ve değiş­
mez tabiatı üzeri iı. e temellenen İslam yaşamaya devam edecektir.
Post-modern fil ozoflar için önemli olan dinin politikayla ilişkisi ,
bilginin tabiatı, ahlağın kaynağı , özel ahlağın kamusal hayatla ilişkisi ,
dinle bilim arasındaki karşılıklı münasebet (sosyal ve b eşeri bilimler)
vb. pek çok soru, İslam düşüncesi açısından da büyük önem arzetmek­
tedir. Bu konular üzerinde geniş bir diyalog ve tartışma imkanı ve orta­
mı vardır; ve pek çoğu da gerçekleştirilmiştir. Bu tartışmalar sayesinde
İslam düşüncesi Batı'da , kültürel ve düşünsel anlamda, eskisinden daha
büyük bir etki yapabilecek ve İslam dünyasının kendi içinde de kimi di­
ni meselelere tesir edebilecektir. Fakat İslam , tipik post-modern düşü­
nürlerde görüldüğü gibi, hakikate ve ona ulaşma iddiasından vazgeç­
meyeceği için, postmodernizm görüşlerini terkedip post-modernlikten
vazgeçmedikçe , zihinsel ve ilkesel planda bir b irarada varolmadan söz
222
•
islam ve Modern insa n ı n Çıkmazı
edebilmek mümkün değildir. İslam söz konusu olduğunda, itibari ola­
nı tek anlamlı kategori olarak kabul etmek ve asıl hakikatin kategorisi­
ni reddetmek, son derece yanlış ve intiharı bir tavır olacaktır.
Bununla birlikte, uygulama düzeyinde Batı'da şimdiye dek olduğu
gibi pek çok islami cemaat post-modernizm yandaşlarıyla aynı yaşama
alanında varlığını sürdürmeye devam edecek gibi görünüyor. Burada
gelecek derken önemli olan , sadece modernizmin ya da post-moderniz­
min hakim olduğu bir dünyada genelde dinin özelde de lslam'ın haya­
tiyetini nasıl sürdüreceği değil, mo dern dünyanın , geleneksel lslam'ın
reddettiği , moderniteyi tanımlayan ve post-modernizme zemin hazırla­
yan seküler hümanizm , rasyonalizm, bireycilik, materyalizm ve irrasyo­
nalizm gibi fikirler yapışıp durarak hayatiyetini sürdürüp sürdüremeye­
ceğidir
***
Bir müslüman için İslam'ı , inancını yaşama anlayışı dünden bugü­
ne pek değişmemiştir; çünkü Tanrı ve insan arasındaki ilişki zamanı aş­
mıştır. Celaleddin Rumi bir şiirinde dediği gibi:
Bütün soruların, bütün karşılaştırmaların ö tesinde
Bir bağ gizlidir Allah'la insanın ruhu arasında . . .
Bu bağ(ittisal) bütün dışsal şartların , uzay ve zamanın ötesindedir.
Bir müslüman, uzay ve zamanda her ne durumda bulunursa bulunsun,
Allah'ın kuşatıcı iradesinin ve söz konusu içsel bağın şuuru içerisinde
inancını sahih bir biçimde yaşayabilir. Burada asıl zor mesele, Allah'ın
hakkını ve Kutsal'ın gerçekliğini bir çok açıdan inkar eden zahiri şart­
lar karşısında inancın sahih tutabilmektir. Artık İslam dünyası içinde
problem, geleneksel ortamın uyumunun bozulduğu , birçok yerde Kut­
sal Hukuk'un geçersiz hale getirildiği , milliyetçiliğin ümmetin bütünlü­
ğünü ortadan kaldırdığı , pek çok ekonomik uygulamanın İslam inan­
cıyla çeliştiği ve çoğu yerde şehirciliğin İslam'ın ruhuna aykırı bir bi­
çimde geliştiği bir dünyada , ümmetin bir parçası olarak Şeriat'a uygun
nasıl yaşanabileceğidir. Böylesi bir durumda sahih bir biçimde müslü­
man olarak yaşamak, en başta içsel anlamda inancı sahih tutmak ve İs­
lam'da ruhban sınıf olmadığı için kişinin her koşulda inancının gerek-
Üçün cü Bin y ı lın Şafağında İs lam
•
223
lerini yerine getirebilmesine i mkan tanıyan ls lam'ın ku tsal ri tüellerini
uygulamak elemektir. Bu, lslam'ın ahlak öğretilerini tatbik etmek; yete­
neği ve imkanı olanların içsel arınmanın manevi yol u n u izlemesi de­
mektir. Ve bu, lslamI normlara ve pratiklere uygun daha geniş bir top­
lumda yaşamanın imkanlarını araştırmak; gençlere ö rnek teşkil ederek ,
onları bu yolda cesare tlendirmek demektir. Yine bu , entelektüel planda
lslamI hakikatlere tabi olmak ve tevhide dayalı gerçekli k vizyonlarını
tahrip etmeye çalışan tüm düşüncelerle zihinsel bir mücadeleye giriş­
mek demektir. Duayla, hakikat arayışı içinde, hakikatin ayrılmaz bir
parçası olan güzellik adına güzeli yara tmak ve aramak demektir bu. Ve
bütün bunlar, Peygamber'in Büyük C ihad dediği , Allah'ın yolunda sür­
dürülmesi gereken içsel çabadır. Küçük cihad, ki lslam'ı savunmak ve
korumak için sarfedilen dışsal gayrettir, her durum ve her vak'a için ay­
n ayrı incelenmesi gereken ve tüm m üslümanlar için aynı koşulları ih­
tiva etmeyen bir durumdur.
Batı'da , Hindistan, Burma , Rusya , Çin vb. pek çok ülkede azınlık
olarak yaşayan müslümanların durumu, içsel anlamda dar-ül lslam'da
yaşayanlarınkiyle aynıdır. Burada farklı olan, bu insanların yaşadıkları
toplumun genel norm ve kurallarına uyma sorumluluğu taşımamaları
ve fa kat evlerinde ve cemaatleri içerisinde , erdemli müslümanlar olarak
yaşama ve bunun imkanı koruma sorumluluğunu taşımalandlr. Garip
olan şu ki, Batı'da olduğundan çok daha uzun bir süredir Çin, Burma ve
Hindistan'da yaşayan , hatta kimi yerlerde neredeyse bin yıldır yaşamak­
ta olan müslümanlar, artık gitgide yukarıda andığımız şeyi yerine getir­
mekte daha büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Bu paradoksal bir
durumdur; çünkü eskiden Avrupa, sözkonusu Asya ülkelerine nazaran,
kendi topraklarında l slam'ın varlığına çok daha şiddetle karşıydı; ki ör­
neği , sekiz yüz yıl boyunca lspanya'da varl ığını sürdüren müslümanla­
rın kaderind e görülebilir. Bugün için Batı'da , Bosna ve Kosova'daki
müslümanların inanılmaz katliamını ve Çeçenistan'daki Rusya vahşeti­
ni saymazsak, durumun tersine döndüğünü söylenebilir. .
Bugün birçok Avrupa ülkesinde hatırı sayılır büyüklükte lslami ce­
maatler vardır ve lslam, Amerika'daki dini portrenin önemli bir parçası
haline gelmiştir. Batı'da yaşayan müslümanların, seküler ve hedonist
kültürden e tkilenmeleri çok daha muhtemeldir; fa kat özellikle Ameri­
ka'da , müslümanlar dinlerini, en azından özel alanda , özgürce yaşaya­
bilme imkanına sahiptir. Halbuki kimi Avrupa ülkelerinde ve F ransa'da
---
224
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
birtakım kısıtlamalar mevcuttur. Bu şanlar altında Müslüman olarak
yaşamanın yolu, inancını bireysel ola rak sahih biçimde yerine geti rmek
ve içinde yaşadıkları toplumu değil , soru ml uğunu omuzlarında taşıdık­
ları yerel İslami cemaatleri olabildiğince güçlendirmeye çalışmaktır.
Azınlık pozisyonunda bulunan müslümanların yapmaları gereken şey,
söz konus u içsel bağa sırn kısı yapışarak dinlerini yaşamakta sebatkar
olmak, kendilerini Allah'ın iradesine teslim etmek ve İslam ahlakını
olabilecek en yüksek seviyeye kadar uygulamaktır. Ayrıca bu, İslam'ın
dayandığı hakikatlere tanıklık etmek ve çeşitli görüş alışverişleriyle bu­
gün birtakım normlar olarak ortaya çıkan yanlışlıklarla mücadele et­
mek anlamına gelir. Bu noktada Müslümanların, Hıristiyanlar, Musevi­
ler ve diğer dinlerin mensuplarıyla karşılıklı anlayış ilişkilerini geliştir­
mek yönünde bir mükellefiyeti vardır; ki bu yaklaşım zaten Kur'anı öğ­
re tilerde ve müslümanların Ehli Kitapla, yani İslami bakış açısına göre
llah! t ikenin Tekliğini kabul eden ve Allah tarafından vahyedilen bİr di­
nin takipçisi olanlarla ilişkililerine değinen Hadislerde açıkça ortaya
konmuştur. İslami öğretiler aynı zamanda, müslümanların aralarında
azınlık olarak yaşayan diğer dini cemaatlere veya başka inanç bağlıları­
na da aynı saygıyı gö s temelerini öğü tler.
***
Sonuçta özet olarak, yeni yüzyıla v e hıristiyan takviminin yeni bin
yılına bakıldığında , bir din ve yaşam biçimi olarak İslam'a ilişkin şu tür
gözlemlerde bulunulabilir: Her zaman derinliğini koruyamasa da , müs­
lümanların pek çoğunda iman gücünü korumaya devam edecek; ve ge­
lenek, hem içsel hem dışsal anlamda, tarz ve kanun olarak varlığını sür­
dürecektir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında tanımlamalarıyla birlikte
kendini de yenileyen İslam ve düşünsel gelenekleri , özellikle modern
eğitimli müslümanlar arasında yenilenmeye ve canlanmaya devam ede­
cek; bunun yanı sıra , hikmeti ve gös terdiği yol i tibarıyla müslüman ol­
mayanlar için de giderek daha önemli bir cazibe merkezi haline gele­
cek tir. Seküler sanat ve kültürün İslam dünyasını istila eden etkisine
rağmen, geleneksel İslam sanatının dirilişi sürecektir. Tüm dünyada ve
özellikle Amerika'da İslam yayılımını sürdürürken, Batı'daki , yeni yeni
kendisini tesis etme mücadelesi veren İslami cemaatler de, sahihlikleri­
ni koruma ve yeni bir toprağa kök salma uğraşlarını sürdüreceklerdir.
Üçün cü Binyı lı n Şafağında İslam
•
225
Bununla beraber yukarda değinilen entelektüel, kültürel ve sosyal
krizler de varlığını sürdürecektir. G elenekle yoğrulmuş Müslüman en­
telij ensiya , felsefeden tabiat bilimlerine ve sosyal bilimlere kadar uza­
nan modernizm ve post-modernizmin doğasını daha derin biçimde kav­
radıkça , bu düşünsel tehdi tlere getirdiği İslami cevaplar da olgunlaşa­
caktır. Fakat, modern Batı medeniyetinin yara ttığı karışıklık ve kaos Ba­
tı-dışındaki, müslüman dünyayı da içine alan hemen her yeri etkilediği
için, bilhassa eğitim alanında ve entelektüel planda gözlenen bu gerilim
ve tartışma , yakın bir zamanda çözülecek gibi görünmemektedir; ve İs­
lam dünyasının da kendisini soyutlayarak bu meseleyi çözmek gibi bir
lüksü yoktur. Diğer medeniyetlerin düşünsel ve kültürel anlamda bir­
çok birikimleri bulunmasına karşın, gündemi Batı'nın belirlemesi de
gelecekte de bir vakıa olarak sürecek gibi görünmektedir. .
Kül türe gelince; yakın bir gelecekte lslam toplumunu kültürel an­
lamda tehdit edebilecek ve İslam dünyasındaki gençliği dumura uğrata­
bilecek en büyük tehlike , özellikle Amerika originli popüler kültürdür.
Söz konusu e tki, gelecekte çok daha mü tecaviz bir hal alacağı kesin
olan kitle iletişim araçları vasıtasıyla şehirlerden kasabalara, oradan
köylere , Atlas Dağları'ndan Anadolu'ya , Bangladeş ormanlarından taa
Endonezya'ya kadar yayılma riski içermektedir. Ve M üslüman bilginler­
den eğitimcilere, ailelerden hükümetlere kadar her birim, enerj ilerinin
büyük bir kısmını, bu ithal edilmiş popüler kültürün yıpratıcı yönüyle
mücadele etme yolunda tüketecektir.
Sosyal planda geçtiğimiz 20-30 yılın, özellikle şehirleşme, gelenek­
sel aile yapısını parçalama gibi feminizm ve modern yaşama geçiş kay­
naklı pek çok eğilimiyle birlikte buna gösterilen İslami tepkiler, önü­
müzdeki dönemde de artarak sürecektir. birçok fikir İslam dünyasında
etkisini göstermeye devam edecektir. 20. yüzyılın sonlarında İslam
dünyasındaki feministlerin çoğunun m odern sınıftan çıktığı ve ciddi bir
dini bağlılık taşımadıkları gözlenmektedir. Tabiri caizse " İslam feminiz­
mi" , kadının ev dışında sosyal ve ekonomik bağımsızlığının artmasıyla ,
İslam Devrimi deneyimi geçirmiş lran'da da görül eceği üzere, müslü­
man kadınlar arasında daha ela güçlenecektir. Yine, şehirde oluşan yeni
dindar tabaka , İslam'ın büyük şehirlerdeki varlığına eski üst sınıflara
nazaran daha fa zla hissettirecektir.
Ekonomi ve politika açısından gelecekte bütünüyle dengeli bir du­
rum yaratılıp yaratılamayacağını şu andan kestirmek oldukça zordur.
226
•
İs l a m
ve
Modern insauın Çıkmaz ı
Ekonomide, pek çok İslami ideal ve uygulama , kendisinden çok daha
güçlü ofan global düzenle çekişmek zorundadır. Aynı zamanda bazı İs­
lami ekonomik teorileri uygulamaya koymak ve geleneksel lslam eko­
nomisini çarşılardan köylere kadar her yerde kor uyabilmek için, birta­
kım çıkış yolları geliştirilmek zorundadır. Bununla birlikte , şüphesiz
Batı'da yaşayanlar da dahil olmak üzere pek çok müslüman, ekonomiy­
le ahlak arasında bir alaka tesis etmeye çalışacak ve ekonomiyi ilkesel
olarak ahlaktan ve dinden bağımsız meşru bir alan olarak görmeyi ke­
sinlikle reddedecektir.
P olitik duruma gelince ; geçmiş yıllardan ve özellikle sömürgecilik
döneminden kalan gerilim ve karışıklı klar, lslam dünyası gerçek anlam­
da bağımsız olmadıkça devam edecek tir. Geçen yüzyıllar içerisinde isti­
la edilmiş ve hala yabancıların denetiminde olan , Balkanlar'dan Kuzey
Kafkasya'ya, Filistin'den Keşmir'e, Batı Çin'den ( 1 9 .yüzyıla kadar Doğu
Türkistan) gün eyde Filipinler'e kadar uzanan topraklarda gerilim ve ça­
tışmalar, buralarda yaşayan halkın egemenlik istekleri doğrultusunda
politik çözümler geliştirilmedikçe sürüp gidecektir. Öte yandan İslam
dünyasının belli bölgelerinde , gelen ekçi, fundamentalist, modernist ve
seküler gruplar arasındaki memnuniyetsizlik de sürecek ve hatta daha
da yayılacak gibi görünmektedir. Yine İslam devleti nin, islami demok­
rasinin, Allah'ın dininin egemenliği karşısında insanın egemenliğinin
anlamı, sekülerizmin rol ü ve anlamı , din ve devlet ilişkileri yerel ulusal
o toriteye karşı İs lam dünyasının birliği gibi pek çok temel mesele za­
man zaman tartışılacak ve hatta kimi zaman , lsbm toplumlarının ken­
di içindeki kısıtlamalar ve dı�ardan g elen kışkırtmalar sebebiyle bu tar­
tışmalar ciddi zahiri çatışmalara dönüşebilecektir.
Temel meselemiz olan dine gelince; İslam açısından en ciddi tehdit­
ler yine, bir yandan felsefi şüphecilik, bilimsel nat uralizm ya da mater­
yalizm olarak beliren sekülerizm, diğer yandan da dini çeşitlilik veya di­
ni çoğulculuk olarak anılan fikirler ol acaktır. İslam dünyası kamusal öl­
çekte medeniyetler ve clinler arası bir diyaloğa giriştikçe, lslam düşün­
cesinde de bu konuya ve bundan doğacak etik-metafizik meselelere da­
ha çok ve ciddi yer ayrılacaktır. Dinler-arasında geliştirilecek bu karşı­
lıklı anlayış ortamı İslam'm kendi içerisindeki farklı ekollere de, özel­
likle Sünnilik ve Şiilik'e de uygulanabilirse, geç tiğimiz dönemlerde hız
kazanan bu iki yorum arasında uyum tesis etme çabaları güçlenecektir.
Üı;üncii B in y ı lııı Ş afağında İslam • 22 7
Bu
bunun g ibi pek çok sebep, S:ıkm'in (Şiilik'teki lslami batını
öğretilerin diğer yönleriyle birlikte) mane viyata dayal ı öğretileri , dini
çeşitliliği anlamayı m ümkün kılan felsefesi ve sanat ve edebiyatıyla ye­
niden yeşermesini sağlayacaktır. Daha önce de söz ettiğimiz gibi, geçen
yüzyıllarda her ne kadar fundame ntalist ve modernistler Sufizm'e karşı
koyd ularsa da, son 20-30 yıl içerisinde hem lslam ü lkelerinde hem de
Batı'da lslam'm daha <lerinden kavranmasına vesile olan Sufizm'e ilgi ,
giderek artmıştır. Bell i çe vrelerde bu muhalefe t sürecek olmakla birlik­
te, S u fizm içerde ve dışarda yayılımını hızla sürdüreceğe benzemekte­
dir. Sufizm'in öncülerinden :R umi'nin şi irle rine Amerika'da duyulan
inanılmaz ilgi bir tesadüf değil ; Sufizm'in öğretilerinin , keni gelenekle­
ri ile bağım yiti rmiş hıris tiyan ve m usevilere , kendilerin i m ükemmelleş­
tirme yolunda tarn clığı fırsa tın bir göstergesidir. lslam dünyasında , Kut-.
sal'a yönel i k modern felsefi tehditlere karşı sağlıklı yanıtlar ü retebilme­
nin tek yolu , Sufizm'den Şii İrfanı gibi , 1slaın i vahyin ba tını boyutunun
neşet ettiği felsefelere.len geçmektedir. Bu sebeple söz k onusu kaynak,
müslümanların önümüzdeki dönemde yüz yüze geleceği iki sorunla,
bütün dini bakışı reddeden sekül er tehditle ve İslami olmasındansa di­
ni olması nı yeğleyen tutumla başetrnede , sonuna dek kullanılmalıdır.
Bütün bunlar bir yana , 1slami ilkeler uyarınca unutulmaması gere­
ken şudur ki, geleceği sadece Allah bilir. Bütün öngörüler, en küçük bir
karışıklıkla boşa çıkabilir. Gekcekbilimcilerin kehanetleri , bu önerme­
nin tanıklığında gerçekleşmek durumundadır. Do layısıyla burada yapı­
lan tahminler, insanın hata payının ve her an önceden kestirilemeyecek
birtakım fak törlerin bilincinde olarak geliştirilmiş, gayet mütevazı tah­
ve
minlerdir. Bu durum, içinde yaşadığıqıız çağın beklenmedik alamatler
çağı olduğuna dair haber veren P eygamberin ve evliyanın söyledikleri
düşünüldüğünde, daha bir doğrudur. Hat ta hatta , P eygamberin "Kim
kıyameti biliyo rum diyorsa yalan söylüyordur" sözü düşünü�düğünde,
bu tür kategorik tahminlerde bulun mak i m kansızlaşır. Şu anda on bi­
rinci saati yaşadığımızı bilsek bile , 1slam'a göre saati n ne zaman on iki­
yi vuracağını sadece All ah bilir.
Bütün söyleyebileceğimi z , lslam'ın yakın gelecekte de güc;lü bir din
olarak varlığım sfı rdüreceği ; buna mukabil, türlü biçimleriyle seküleriz­
min de en önemli tehdid olarak varlığını koruyacağıclır. lslam, mon ote­
.
istik kardeşleri olan M usevili k ve H ristiyanlı kla birlikte, bunun cb.t ö te ­
sinde kendisi gibi Aşkın görüşü , Kutsal'ı, insanın ve diğer yam u kların
228
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
manevi önemini kabul eden bütün dinlerle beraber, gerçekliğini inkar
etme çabasında olan güçlerle mücadelesini sürdürecektir. Dinin ve se­
külerizmin güçlerinin evrenin tarihi içerisinde birbirleriyle tam o larak
ne biçimde çekişeceğine; lslam'ın bir yandan kendi bütünlüğünü korur­
ken öbür yandan gelecekte diğer dinlerle karşılıklı anlayışı nasıl tesis
edeceğine gelince; burada sözü geleneksel İslami metinlerdeki hüküm
cümlesine bırakalım: "Allah en doğrusunu bilir"
O n ü çü n c ü B ö lüm
İ S LAM VE B ATI'NIN
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI
ÜZERİNE DÜŞÜN CELER
on olarak, geçmişte yaşananlardan yola çıkarak, gelecekte İslam ve
S Batı arasındaki ilişki meselesi üzerinde durmak istiyoruz . Bu son
derece önemli meseleyi irdelerken , bir an durup bu iki terimle, (lslam
ve Batı) ne kastettiğimizi bir daha düşünmek durumundayız. H angi İs­
lam ve hangi Batı'dan söz edilmektedir? Söz konusu olan, müslümanla­
rın pek çoğunun yaşadığı, dindar kadın ve erkeklerin Kuran'da vahye­
dildiği biçimde , Allah'ın iradesine tam anlamıyla teslim olduğu gele­
neksel bir İslam mı; yoksa İslami geleneği şu an Batı'da geçerli olan fi­
kirlere ve moda düşüncelere uyarlamaya çalışan modernist yorumlar
mı? Veyahut, son dönem Batı siyasal tarihinde gözlenen, hatta kimi du­
rumlarda terörizmi de beraberinde taşıyan , İslam hukukuna tamamen
ters birtakım yöntem ve fikirlerce, gayri-islami güçlerce içeriden ve dı­
şarıdan kışkırtılan siyasal İslam'ın eks trem biçimleri mi?
Elbette Batı'nın gerçekliği de homoj en değildir. Aslında h erhal d�
şu günlerde Batı'da görü l en tek siyasal birlik, İslam'a karşı duyulan
n efrette birlik olmalı; tıpkı, dünyanın tanık o l duğu e n rezilane vahşe­
tin s ergilendiği Bosna ve Ç eçenistan o layları karşısında gösterilen tek­
tip sessizlik, duyarsızlık ve kayıtsızlıkta o lduğu gibi. Şu halde Batı'yla
230
•
İsl a m
ve
Modern İns a n ın Ç ı km a z ı
birlikte zikredilen güçler karşı tlığı r e çeşi tlilık gibi tanımlamalar son
c;!erece küstah kaçmaktadır. Ne ki mad em pek çok .mahfi lde Batılı de­
ğerler diye anılan global d üzen i hmal edilebiliyo r , o vakit, Batt'yı ka­
rakterize edenlerin Trappist ve Carthusian rahipler mi y oksa üniversi­
te kampüslerinde ya da medyada boy gös teren Avrupalı ve A merikalı
agnostik ya da a teist entelektüeller mi olc.lu.ğu sorusu gündeme gele­
c ektir. Acaba Batılılar hala a kın akın Lou rdes'a hacca gi denler mi , yok­
sa yine akın akın Las Vegas'a veya E1vis P resley'in evi ni ziyare t e giden­
ler midir? Bu farklılık ve Batı'yla karşı karş tya gel m e , sadece Avrupa ve
Amerika'da, lslam dünyasıyl a , h iç değilse bu konuda bir birlik arzede­
rek , fikri planda karşılaşmadan söz edenler için değil , aynı zamanda ,
aradaki derin uzlaşmazlığın yakın zamanda b i r bütün leşmeye imkan
tanımayacağının, hatta hatta Ba tı toplumlarının d okusunda ciddi karı­
şıklık ve kaos yaratacağı nın bilincinde olan müslümanlar için de son
derece önemlidir.
Yine, dini açıdan , bu iki d ünyadaki farklılık aynı seviyede değildir.
lslam dünyasının büyük bir çoğunluğu , hala İslami dünya görüşü içeri­
sinde yaşar. Kuran'ın Allah kelamı, peygamberin Allah'ın elçisi olduğu ,
Allah'ın gerçekliği , isimleri ve sıfa tları , bü t ün müslümanlar için so rgu­
lanmayacak gerçekliklerd ir . Batı'da ise tam tersine, çeşitli millet ve
grupları biraraya getiren ortak çıkarların üte.si nde, Tan rı'nın varlığı ve­
ya inkarı , insanlığın kökeni, ahlakın doğası ve kaynağı , (kimilerinin ce­
nini yok etmeye kadar vardırdığı) hayatın kökeni ve kutsallığı gibi en
temel meselelerde bile, çok ciddi görüş ayrılıkları vardır. M üslümanlar
siyasi otori te ve İslam toplumuna hakim olacak hukuk üzerine çatışma­
lara giriyor olabilirler, ama Allah'ın, Arş'ın üzerinde evrenin tek hakimi
olduğu konusunda pek azl fa rklı düşünür.
Aksine , Batı'da, asırlardır süren kanl ı ihtilaller ve kavgalardan son­
ra bugün artık çok daha az siyasal çatışma cereyan etmekte ; en ciddi
mücadele ve devrim, teoloj i bir yana , değerler ve ahlak meselesinde
kendini göstermektedir. Tartışmanın iki tarafı olan İslam ve Batı açısın­
dan, fa rklılığın bu ve diğer birçok biçim ve boyutu dikkate alınmalıdır.
Şunu da ilave edelim ki; mesela l ncil'in doğası ve anlamı konusunda İn­
cil kuşağından olanlarla şüpheci yapıbozumcu üniversi te profesörleri
arasında, lslam dünyasının tümündeki müslümanlarla olduğundan çok
daha büyük farklılıklar vardır.
is lcı m
ve
Ba tı 'n ı n D ü n ü, Bugü n ü
T ri h ., d Arl
..
ve
Ya r ı n ı
•
231
plan
Ortaçağ'da, Batı ilk defa İslam dü nyasıyla karşılaştığında durum
böyle değildi. Bir kere bu dönem, Batı'nın da İslam dünyasının da bütün
dünyayla-kayıtlı bir humanizmin ve bireyciliğin ö tesinde , en önemli il­
keyı, İlahi Gerçeklik ilkesıni paylaştığı bir dönemdi . Ikiricisi, aralarında
her zaman belli bir düşmanlık olmasın a rağmen, iki medeniye t de bir­
birlerine her zaman saygı duyd ular. Bugünkünün aksine, her ikisi de
kendi silahlarını kendi üretir, şöyle ya da böyle askeri ve politik anlam­
da bir denge kurarlardı. Her ne kadar müslümanlara pu tperest dese de
Batı, l slam'ın bilim i , felsefesi, sana tı , mimarisi, edebiya tı ve mistik sem­
bollerine saygı duymuş , hat ta bunlardan belli ölçüde etkilenmiş ve eği­
tim müesselerini ö rnek almıştı . Mesela ortaçağa ait Ku tsal Bakire'nin
mavi pelerini bile , süsleme ve epigrafi olarak Arabl bir özellik taşır. Dan­
te , ortaçağ insanının bütün vizyon ve tecrübelerini özetlediği en Hıris­
tiyani şiirlerin biraraya geldiği İ lahi Komedya'da , yapısal olarak, İslam'ın
manevi evreninden faydalanmıştır. Ve Roger Bacon, Oxford'da İslam'ın
aydınlarnrnı doktrinini anlattığı derslerinde, her yıl bir kere İslami kıya­
fetler giymiştir. İslam teoloj isine dışlayarak bakmasına ve büyük yıkım­
lara yol açan haçlı seferlerine rağmen Avrupa, Ortaçağ'da tanıdığı tek
" ö teki" olan lslam'a, toplumuna ve medenıyeti ne saygıyla yaklaşmıştır.
tslam'a hem entelektüel hem de teoloj ık olarak beslenen açık nef­
re t, aslında , kendi ortaçağ geçmişinden de üzüntü duyan Rönesans'la
birlikte başladı . Petrarca gibi, Rönesans'ın oluşmasında e tkili birçok ya­
zarın eserleri, İslam'a ve İslami öğretiye karşi , hiçbir ortaçağ yazarında
görülememiş kin ve nefret içeriyordu. Bu dönem , hepsi o dönemden bu
yana Ba tı'yı temsil eden ladi ı;ıi anlamda bir hümanizm-antropomorfizm,
inancın ge tirdiği kesinlikleri reddetme, daha üst bir o tori teye isyana da­
yalı bir bireycelik ve Avrupa merkezcilik gibi anlayışların yeşermeye
başladığı bir dönemdi. Bu fikirler sadece Batı'nın dini m irası karşısına
değil, belki ondan çok daha büyük ö lçüde, insanlığı Prome teci bir ba­
kışla kendi kendisinin efendisi olarak gören böylesi anlayışları şiddetle
reddeden İslam'ın karşısına dikilmekteydi; çünkü İslam'a göre insan ,
llahi olanın önünde fani bir varlık, Allah'm kulu ve halifesiydi .
İşte tam· da bu sıralarda , iki kardeş medeniyetin yolları ayrıldı ve
Ortaçağ'daki dinl dışlamaya dayalı , İslami olan herşeye karşı yeni ve
çok daha güçlü bir nefre tle birlikte, her ne kadar bugün artık askeri ve
232
•
İs la m ve Modern İns a n ın Çıkmazı
maddi güç açısından mukayese edilemeyecek bir farklılık söz konusu
olsa da, Batı'nın şu ana dek süren tutumuna bile al ttan alta egemen olan
bir kuşku ve üstünlük havası yaratıldı. Bu sebeple, Batı'da lslam dinine
karşı tavır her ne kadar O rtaçağ'da Batı medeniyeti nin kristalizasyonu
sürecinde başlamış olsa bile, son yüzyıllarda artan nefre t tohumları ve
üstünlük iddialarının izleri Rönesans ve sonrasında bulunabilir; ki söz
konusu dönem Batı'nın , sekülerizasyon, dünyevi güç, ticare hakimiyet
ve yeni insan tasavvuru gibi lslam'ın dayandığı temellere tamamen zıt
birtakım yollara girdiği bir dönemdir.
Bu dönem aynı zamanda, Batı'nın sömürgecilik döneminde lslam
dünyasına bakışının temellerini de hazırlamış olan ve bugün bile eko­
nomik, teknoloj ik ve kültürel pek çok alanda yeni birtakım biçimlerde
süren bir tutumun ortaya çıktığı bir dönemdir. Bununla birlikte, mo­
dern dönemde bu tabloya yeni bir unsur daha katıldı. lslam' t h ristiyan­
lığın değer ölçütlerine göre afa roz e tmek yerine , onu misyonerlik ve se­
küler rasyonalizme dayalı bir analize tabi tutmak. Söz konusu faaliyet,
bir de üstün askeri güçle birleşince, ortaya güya evrensel bilim adına
din ve dini kültür açısından son derece korkunç bir düğüm ve parçalan­
ma çıktı . M üslümanlar hıristiyanlığa ilişkin görüş ve çalışmalarını Ba­
tı'da h içbir zaman ve hiçbir yerde sunamazken, Batılılar İslam'ı diledik­
leri gibi eleştirip değerlendirmek bir yana, Hıristiyan olsun sükülerist
olsun , ekonomik ve politik güce dayanarak kurdukları okullarda , bu fi­
kirleri müslümanlara zorla kabul e ttirmeye çalışmışlardır. Kuran bile,
Batı'da sürekli olarak, hiçbir zaman müslümanların inandığı gibi Al­
lah'ın değişmez kelamı olarak değil, rasyonel ve tarihsel yöntemlerle
gerçekleştirilmiş insani bir derleme olarak eleştirilip değerlendirilmiş­
tir. Bu aynı, müslümanların lsa'nın DNA'sını araştırıp, Allah korusun,
bunu Yusuf'un kanıyla eşleştirmesi ve daha sonra da buradan Batı'daki
bütün okullarda öğreteceği birtakım teoriler çıkarması gibi bir şey; ki
söz konusu okullar petrol parasıyla desteklenmekte ; öğrencileri ise en
iyi işlere girmek üzere eğitim görmektedir.
İslami ülkelerin gündemini Batı' nın belirlediği ve onları kendi geçi­
ci normlarına göre, mesela şu an " global" terimiyle yargıladığı , bütün
bu maddi koşutsuzluk ve eşitsizlik o rtamında , lslam ve Batı'nın mevcut
ilişkileri bir kez daha gözden geçirilmeye muhtaçtır. Modern Batı'nın
eşya bakışını belirleyen Rönesans paradigması artan sosyal kaosla bir­
likte giderek paramparça olurken, son dönemlerde, İslam dünyasında
İs lam
ve
B a tı 'nın Dünü, Bugün ü
ve
Ya r ı nı
•
233
İslam'ın yeniden canlan ışı ve Batı'nın kül türel egemenli k baskısı gibi
pek çok yeni unsur ortaya çıkmıştır. Yine de, Rönesans ortalarında Ba­
tı'yla İslam arasındaki ilişkinin tarihsel arkaplanı ve modern dönemde­
ki gelişmeler hatırdan çıkarılmamalıdır; çünkü bu nok talar, İslam san­
ki bugün Osmanlı ya da Emevi döneminde olduğu gibi ciddi bir tehdit­
miş gibi birtakım istifhamlarla, sahte Cıazı imaj lar ve nefret yaratmak ar­
zusunda olan ilgili parti veya grupların, en önemli başvuru kaynağıdır.
Bu tarihsel arkaplanın ışığında , İslam ve Batı arasındaki ilişkiler söz
kon usu olduğunda , bugün için gerçek problemleri yara tanın ne olduğu
sorusu sorulmalıdır? Bu analizde biz söz konusu karşı karşıya gelişeda­
ha çok Batı tarafından baktıysak, bunun sebebi, burada hedeflenenin
daha ziyade Batılı okuyucu ve diyaloğu geliştirebilme ihtiyacı olmasın­
dan ve yine, Batı'nın lslam'ın varlığına ve medeniyetine yönelik tehdi t­
leriyle İslam'ın Batı'ya yönelik tehditleri arasında ortak bir ölçü bulun­
mayışındandır.
B ugünkü Çatışmanın Unsurl arı
Batı'ya lslam arasındaki ilişkinin altında yatan en temel gerçek, Ba­
tılıların beklentilerinin aksine , büyük çapta zayıflamış olmasına rağmen
lslam dini ve medeniyetinin hala hayatiyetini koruyor olmasıdır. ls­
lam'ın geç 1 9 . ve erken 20. yüzyıldaki durumunu inceleyen Batılı öğ­
renciler ve özellikle misyonerler, onun yakın bir gelecekte yok olacağı
kanaaatini taşıyorlardı; ancak İslam diğerlerinden çok daha canlı bir bi­
çimde bugüne dek geldi . Kendi tarihsel serüvenini dünyadaki diğer bü­
tün insanlar için izlenebilecek tek yol kabul eden bir Batı için, ortaçağ
sonrası ve modern dönemde gelişti rmiş olduğu bireycilik, seküler hü­
manizm, insan haklarının ilahi haklara ve insan eliyle yapılmış kanun­
ların İlahi Hukuk'a üstünlüğü gibi düşünceleri reddeden bir İslam dün­
yası , gerçekten ciddi bir tehdit olarak görülüyor ve modern dünyanın
pej o ratif anlamlı ortaçağ zihniyeti-gerici gibi nitelemeleriyle damgalanı­
yorlardı. Eğer pek çok ınüslüman gibi İslam da Batı'nın düşünce ve dav­
ranış modellerine tam anlamıyla teslim olmuş olsaydı, bu durumda iki
dünya arasında hiçbir çatışma meydana gelmeyecekti.
Çatışmanın asıl sebebi, dışardan empoze edilen ve şu an yükselen
pek çok sese göre Batı'nın kendisini de tehdit eden birtakım normlara
234
•
İs lam ve l\lfodern İnsa n ın Çıkmazı
uymaktansa, kendi ilkelerine, kendi iç dinamiklerine uymak isteyen
başka bir medeniyetin varoluşudur. . Bugün artık durum, Batı 'nın ve ko­
münist dünyanın birbirlerini tehdit ettikleri soğuk savaş dönemi gibi
değildir. Üstelik lslam dünyası Batı'yı ne askeri, ne politik ve ne de eko­
nomik anlamda tehdit edebilecek duru mda değildir. Aksine, müslüman
milletlerin yaşam kaynaklarının çoğunu kontrolünde tutan , bu toprak­
lardaki her tür çatışmayı ciddi miktarlarda silah satışı yaparak kara dö­
nüştüren ve lslam d ünyasını dilediği gibi yönlendirip yöneten, Batı'dır.
lslam dünyasının tehdidi tartışmalarında, medya da, örneğin Filis­
tin'deki toprakları n gaspı gibi pek çok olayda , tarihsel gerçekleri müs­
l ümanların gözünden vermez. Bu tarihsel gerçeklikler, aslında başka
yerlerde vuku bulmuş o lsa pekala yalnızca bir iki yüzyıl önce Ameri­
kan'ın yerlilerine kendilerinin yap tıkla rı ve şimdilerde " etnik temizlik"
diye adlandırılan durumdan pek farklılık arze tmemektedir. Böyle olay­
lar bir tarafın iddialarını reddeden ,diğer bir tarafın tarihi başka iddialar
ortaya atmasıyla doğar. Ne yazık ki geçmişte birarada, uyum içinde ya­
şayabilen Museviler ve Müslümanlar, karşı karşıya gele n taraflar birbir­
lerinin görüşlerine kapalı böylesi bir im tiyazcı mantığı muhafaza ettik­
çe, gelecekte asla birarada yaşayamayacaklar. Aslında diğer bütün me­
selelerin temelind e , Batı'nın sadece lslam dünyasının sahip olduğu pet­
rolü kontrol etmekle iktifa etmeyip aynı zamanda buna ödediği parayı
da, silah satarak ya da güven pazarı yaratarak kat be kat çıkartmak iste­
ği yatmaktadır.
Elbette ki Batı yönetimleri, sadece kendi jeopolitik ve ekonomik çı­
karlarıyla çatışmadığı sürece lslam dünyasının refahı için çalışır; ki bu­
nun en iyi örneği Batı'nın lslam dünyasındaki demokrasi arayışlarına
yaklaşımında ve kendi çıkarlarına ters düştüğünde pekala kıvırabildiği
ikiyüzlü insan hakları eleştirisinde açıkça görülmektedir. Acaba lslami
terörizm tehdidinden dem vurup duran i nsanların kaçı, nasıl olup da
bir gencin ömrünün baharında , henüz yirmi yaşında hayatına bu denli
istekli ve gönüllü bir şekilde son verebildiğini , kendine sıkılmadan so­
rabilecektir? Müslüman, hıristiyan ya da musevi , her kim tarafından
gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, terörizm bütün dini öğretilere göre
kötü ve kabul edilemez bir şeydir. Bu tür hadiseler vuku bulduğunda
sadece kınamak değil , aynı zamanda sebeplerin sorgulamak da gerekir.
Bugü n , lslam dünyası açısından bakıldığında bu tür korkunç olayların
arkasında , ümidin kaybedilmesi, (genellikle Batı tarafından direkt ya da
İs lam
ve
B a t t 'n ın D ü n ü, B ugün ü
7•e
la n n ı
"
235
dolaylı bir biçimde etkili olduğu) da yanı 1maz baskılar ve dini-medeni­
yeti yıkan güçl ere kaışı d u yulan çaresizlik hissi sebc:pler yatmaktadır.
N efret , dokunduğu herşeyi yakıp yıkan bir ateştir; ancak kişi ateşin yol
aça.bilecekleri hakkında bilgil endirilmedikçe, o a leş sönm eyecek; aksi­
ne biri sönmeden diğeri yanmaya başlayacaktır.
Batı keneli şartları ve tarihi içerisinde; gen el likle diğerlerinin çıkar­
larını yok sayan, nefret yüklü, tek taraflı bir ekonomik menfaat anlayı­
şına dayalı düşünce biçimini mu tlaklaş tırmaktan vazgeçmedikçe , Ba­
tı'yla Islam dünyası arasında bir anlayış tesis edebilme imkanı olmaya­
caktır. Bu du rum belli ölçüde, Batı'da pek çok insanın siyasi ve ekono­
mik gündemleri nden ö türü müslümanlarla dostluk ku rmamalan ve
Hristiyan lar ve M usevilerl e lslam dünyasında , modern dö nem öncesin­
de olduğu gibi pekala birarada uyum içinde olunabileceği fikrini red­
detmek biçiminde, bugüne dek bir şekilde süregeldi. Hatta hatta çoğu
zaman bu insanlar, kendileri bir başka bir dinden olmalarına rağmen,
hıristiyan ve museviler arasında İslam'a karşı bir düşmanlık yaratma
gayretine giriştiler.
Müslümanlara gel ince; onlar Batı'nın kaba ticari çıkarları ve saldır­
gan seküler gücüyle özdeşlemeyi bir yana bırakıp, Batı'da dünyevi çı­
karlara karşı olan ve bu açıdan İslam'a daha yakın d uran Hıristiyan ve
M usevi unsu rların hala hayatiyet ini sürdürdüğünü hatırlamalıdır. }[ i n­
du , Konfüçyüsçü ve Budistlerle seküler dünya görüşü arası nda nasıl or­
tak bir aşkın prensip olamazsa, İslam D ünyası ile Seküler Batı arasında
da asla derin bir uyum ve uzlaşma gerçekleşemez . Barış ancak, insani
temelde bir karşılıklı saygı çerçevesinde tesis edilebilir. Şurası gayet
açık ki , pek çok Batılı, kendi hatalarının labirenti içinde kaybolmuş bir
Batı'ya benzemektense ciddi anlamda Islami bir yaşam sürdürme çaba­
sı içinde olan müslümanlardan böylesi bir saygıyı esirgemektedir. Evet,
manevi anlamda da pek çok müslüman tarafından Batılılara saygı gös­
terilmemektedir ; ancak arada önemli bir fark vardır: İslam Batılı yaşam
tarzı açısından değil Batı'nın İslam dünyasındaki çıkarları açısından bir
tehditti r [ Yine de mesela İslam kasetleri Avrupa ve Amerika'da, Batı pop
kültürü ürünlerinin ve seküler bakışın saldırgan bir tavırla sadece ken­
di teknoloj isini değil yarı-ölü dünya görüşünü de doğuya ve özellikle
lslam dünyasına dayatarak oluşturduğu türden bir istila gerçekleştirme­
mektedir.
236
•
İs lam ve Modern İns a n ın Çıkmazı
Anlama Yolunda Engelleri Aşmak
Bu noktada, paydanın iki tara fındaki inanç sahipleri , İslam dünya­
sındaki Hristiyanlar ve Batı'da yaşayan müslümanlar açısından uzun va­
dede etkili olacak çok daha ciddi bir sorun başgös termektedir. Bu da,
Ba tı'nın ve İslam dünyasının sınırları içerisinde Islam, hıristiyanlık ve
bir dereceye kadar da musevilik arasında bir uyum ve anlayışın tesisi
sorunudur. Aslında yakın zamana kadar hıristiyanlık adı altında pek
çok müslümanı katleden, ortodoks ruhanileri Aziz Maksimus ve Aziz
Gregory olan Sırplarla müslümanlar arasında , dini açıdan bakıldığında
pek çok ortaklık bulunabilir; ne ki Sırpların büyük çoğunluğu , bütün
bu dini kisveye rağmen seküler ve moderndirler; hatta Kuran vahyiyle
de açıkça teyid edilmiş olan İsa'nın bakire M eryem'den doğmuş olduğu­
na bile inanmamaktadırlar. B ugün her ne kadar aradaki bağ zayıflamış­
sa da, Batı'yla özdeşleştirilebilecek bir Hristiyanlık, tslam'la karşılıklı bir
anlayışın geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
Gerçekten de modernizm, Rönesan � 'tan itibaren büyük ölçüde hris­
tiyanlığı dışlamıştır. Yine de Musevilik gibi Hıristiyanlık da, B atı'da İse­
vi biçimiyle bir gerçeklik olarak hayatiyetini koruyacak; ve hatta son
dönemlerde gözlendiği üzere , bir canlanış yaşayacaktır. Aslında derinli­
ğine incelendiğinde bu inançlı hristiyanların , Allah'a inanan, On
Emir'in ahlaki ilkelerini kabul eden, ibadet merkezli bir haya t yaşayan
ve İsa'nın unutulmuş bir sözünde " Önce Tanrı'nın krallığını arayın' di­
yerek dikkat çektiği öbür dünyaya inanan müslümanlarla, anadili İngi­
lizce, Fransızca, Almanca veya başka bir Avrupa dili olan ancak başka
hiçbir müşterekleri bulunmayan insanlara göre çok daha fa zla ortak
noktaya sahip olduğu görülecektir. Şu halde, kimi zaman sanki yapıbo­
zumculuk, din düşmanlığı ve görecelik döneminde değil de Aziz Ber­
nard çağında yaşıyormuşuz gibi konuşan ve dine ancak kamusal alan­
dan tamamen yalıtıldığı takdırde tahammül edebilen Batı'da mevcut
olan anti-islami akım bağlamında bu ortak noktalar daha belirgin bir
hale getirilebilirse, İslam dünyası ile Batı arasında daha ciddi bir anlayı­
şın gelişebilmesi mümkün görünmektedir. Ve bu tür bilincin, bütün en­
gellere rağmen, her iki taraftaki inanç sahipleri tarafından geliştirilmesi
çok daha takdire şayan olacaktır.
Hıristiyanlık açısından ilk ele alınması gereken , konunun teolojik
yönüdür. !kinci dünya Savaşı'ndan bu yana hristiyanlar, müslümanlar
İslam
ve
B a tı 'n ı n D ii n ii, B ugün ü
ve
Yarın ı
•
23 7
ve bazen de yahudiler arasında pek çok ekümenik toplan tı yapılmasına
rağmen , lslam'ın vahyedilmiş sahih bir din ve peygamberinin de, Al­
lah'ın İsa'dan sonraki elçisi olduğunu pek az Hıristiyan kabul etmiştir.
Bilhassa , aslında müslümanlara en yakın olan ve Allah'ın zamanlar ve
mekanlar üstü ilahi mesaj ını içeren kutsal metinleri anlamaları pek
muhtemel geleneksel ve muhafa zakar hristiyanlar, bu noktada teoloj ik
bir kabulden ziyade , diplomatik bir nezaket göstermektedirler. Bu tra­
j ik paradoks , muhafazakar hristiyanların bebeğin anne rahminden alın­
masının insan hayatının kutsallığına aykırı olduğunu şiddetle savunup,
varlığı çok daha büyük çapta tehdit eden çevre kirliliği konusunda son
derece duyar�ız kalmalarına benzemektedir.
Evet; Hristiyanlığın lslam'ın sahihliğini kabul etmesi, lslam'ın Hris­
tiyanlığın sahih olduğunu kabulunden çok daha zordur. Çünkü lslam
teslis, tecessüm gibi olayları reddeder ve fakat lsa'nın lslam peygambe­
rinden önce gelen büyük bir peygamber olduğunu kabul eder. Her hal­
de, karşılıklı kabul sorununda dürüstlük ve tam bir açıklık şarttır. Bu­
gün doğu hristiyanlığı ve museviliği sahih ve güvenlibir biçimde varlı­
ğını sürdürebiliyorsa , bunda lslam'ın çağlar boyunca kendi i çerisinde
bu inanç bağlılarına dinlerini serbetsçe yaşama imkanı vermiş olması­
nın payı büyüktür.
M üslüman-Musevi ilişkilerinin üzerinde F ilistin'deki traj ik olayla­
rın gölgesi bulunmasına ve halihazırda en güçlü (ve tabii en seküler)
medeniyeti · yaratmış Hristiyanlık üzerinde hala belli mahfillerin galibi­
yet hastalıkları hüküm sürüyor olmasına rağmen, b u üç büyük dinin li­
derlerine söz konusu ortak hakikatleri cesaretle vurgulamak gibi önem­
li bir görev düşmektedir. Ne traj iktir ki M üslümanlar tarih boyunca ya­
hudileri korumuş ve l spanya'nın fethinden sonra onlara kucak açmış .
olmalarma rağmen, yahudiler Hitler'in barbarlığını müslümanlara , hem
de çok pahalıya ödetmişlerdir. Ve yine ne acıdır ki, modern sömürgeci­
lik dönemi öncesinde ve güçlerinin doruğundayken Müslümanlar, ara­
larında yaşayan Hıristiyan azınlığa asla bir " e tnik temizlik" uygulama­
mışken, insan hakları şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Batı , Bos­
na ve Çeçenya'da yaşanan 1 492 İspanya etnik temizliğine benzer bir
katliama, sırf buna maruz kalan insanlar Hıristiyan ya da musevi olma­
dığı için, seyirci kalabilmektedir.
Bütün_bu karanlık manzaraya rağmen', bir yandan Hıristiyan ve mu­
sevi , diğer yandan da müslüman liderler, karşılıklı anlayışı geliştirme
238
•
İ s l a m ve Modern i•ı s a n ı ıı Çı k m az ı
yönünde girişimlerde bulunmalıdır. Bu sadece üç d inin, sefa letini çok­
tan kanıtlamış o lan seküler hümanizme karşı ortak bir amaca sah i p bu­
lunmasından ötürü değil , mensuplarının hepsi nin lbrahim'in çocukları
ve aynı Allah'a iman etmiş olmalarından ötürü de böyledir. Musevi ve
Hıristiyan liderler kadar Müslüman liderler de bu konuda kendilerine
düşen çabay1 sarfetmel idirler. Ve bilhassa ekümeniklik tartışmalarının
sonradan ortaya ç ıkacak sonuçlarına ve etki lerine ka rşı temkinli müs­
]ümanlar, bir Hıristiyan için lslam'ın sahihliğini kabul etmenin , lslam'm
hristiyanlık ya da museviliğin sahihliğini kabul etmesinden çok daha
güç o lduğunu bilmek dumundadular.
M o dern Batı'nın tamam ını, modernleşmiş h rist.iyanlığın önemli bir
kısmını ve bir dereceye kadar da Batı Yahudiliğini etkileyen ikinci bü­
yük engel de, bütün medeniye tlerin Batı'nın Rönesans'la girdiği seküla­
rist rotayı izlemesi gerektiği varsayımıdır. Aslında bugün hıristiyanlarla
müslümanlar arasında geliştirilmeye çalışılan diyaloğun üçüncü bir ses­
siz ortağı daha vardır ki bu, din-karşı tı sekülerizmdir. Bu tartışma, hiç
d e N icholas Cusanus'un 1 5 .yüzyılda yaptığı tartışmaya andırmamak­
tadu. Bir düşü nün: Gazal i , lbn Meymun ve Aziz Thomas'ın dini bir
diyalog geliştirmeleri ne kadar da ko lay olurdu ! 1slami açıdan anlaşıl­
ması güç o lan şey, Hristiyanlığın çeşitli inanç öğelerini , mesela l sa'nın
adını ve ci nsiyetini değiştirmeye. varacak kadar -ki şimdi bazı ları Crista
d iyorlar- ileri giden bozundu rmal ardır. Modernizm uç vermeye baş­
ladığında şiddetl e eleştiren ve karşı çıkan Hristiyanlık, özellikle Katolik
mezhebi , bugün pek çok noktada, sahih Hıristiyan inancının en temel
öğelerini reddeden bu anlayışın suç orta,ğı konumundadır. Sonuç
itibarıyla, inancın en temel öğeleri bile o denli değişmiştir ki , kiminle
diyaloğa girileceğini anlamak gerçekten çok güçleşmiştir. Hristiyanlık
I slam nezdinde kendini bir yandan Batı'yı ve değerler sistemini hala
belirleyen en büyük manevi güç olarak sunarken, diğer yandan modern
sekülerist fikirlerin baskıs ı altında Hıristiyanlık teoloj isi inanılma�
biçimd e bo rnnmakta ve Batı toplumunda elde kalan Hristiyani ahlak
ölçütleri de bir bir gözden kaybolmaktadlr.
H alihazırda 1slam'a göre Allah hala arşın üzerinde evreni yö netmek­
tedir ve lslam ümmeti, d i ni, hayatının bütününe teşmil edebi lmekte ;
müslürnanların büyük çoğunluğu Şeriat'la emredilen namaz, oruç gibi
dini ritüelleri yerine getirmektedir. Tersine , Batı'cla pek çok insan Tan­
rı'yı ve işlevini sorgulamakta ve Avrupa ülkel erinin çoğunda insan kmn
İs lam
ve
B atı 'nı n Dünii, Bugün ü
·ue
Ya rı m
•
239
sadece yüzde onu , o da haftada bir kez kiliseye gitmektedir. Mevcut
dinler arası diyalogda , bu büyük dini pra tik farkı pek dikka t e alın­
ma mış ve sanki her iki dünyada da dinin durumu aynı imiş gibi, ken­
dilerini Batı kavram ıyla özdeşleştiren pek çok Hristiyan , gündemi sap­
tırmıştır. Bu Asya'da veya Afrika'da bir ü lkenin Amerika'yla, iki ül­
kedeki ekonomik etkinliği n eşitsizliğini göze almadan ticaret görüşmesi
yapması gibi bir şeydir !
Aynı şey din için de geçerlidir. Dinin aktüel durumu kesinlikle dik­
kate alınmalı ve en a z ından ciddi Hıristiyan düşünürler tarafından, ls­
lam'ın gerici Hristiyanlığın modern old uğu gibi sl oganlar bir kenara
bırakılmalıdı r. Fransa , O rtaçağ'da büyük dindarlar, t.eologlar ye tiş tir­
miş, Hıristiyan sanatının önemli örneklerini vermiş tir; oysa bugün
Fransız ların sadece yüzde onu d üzenli olarak kiliseye gi tmektedir. Sor­
bonne'da Aziz Thomas'ın yerini Derrida veya Foucault; N o tre Dame'ın
yerini de Pompidou M erkezi almıştır. Hıristiyan düşünürler, en azından
Ka tolik ve Ortodoks olanları , "O rtaçağ'd.a kalmış" diye niteleyerek ls­
lam'ı küçük düşü recek ve ondan güya reform adına, Lutheryan İs­
veç'teki gibi kiliseye d evamın yüzde 5'e d üşmesi gibi sonuçlara yol açan
bir yol izlemesini bekleyecek son insanlar olmalıdır. Dinin ezeli ve
ebedi değeriyle onun özündeki dirayetin yeniden açığa çıkabilmesi için
1slam'la ciddi bir d iy alog geliştirilmesi şarttır; ki böylesi bir diyalog,
Batı'da elde kalan eli ni geleneğin de güçlenmesine vesile olacaktır.
Karşı laşılabilecek üçüncü ve son önemli engel , çok eski dönemler­
deki değil, sömürgecilik dö neminde başlayıp bugüne dek süren tarz­
daki bir misyonerliktir. Hem Hristiyanlık hem de . m üslümanlık, evren­
sel bir mesaj taşıdıkları iddiasına sahip, seyahat eden dinlerdir; bu an­
lamda her ikisi de birbirinden tebliğ yapmaması yönünde bir talepte
bulunamaz. G eçmişte her iki dinin de arkasındaki maddi destek, aşağı
yukarı aynıydı ; fakat bugün, aksine, lslam d ünyasındaki misyonerlik
fa aliye tlerine , Hristiyanlığı dışlamış bir medeniye tin baştan çıkarıcı
ü rünleri eşlik etmektedi r. Bir elde İncil , diğer elde şır ınga ve çuvallarca
pirinç ; beraberinde de öğrencileri hristiyanlaştırmaktan çok sekülerleş­
tirmeye yarayan bir eği tim sistemi ! Elbette ki kayda değer istisnalar ela
mevcuttur; ancak misyonerlerin çoğu , M ü slümanlar arasında l sa'nın
şahidi olarak, KuzeyAfrika çöllerinde yokluk içerisinde yaşamayı seçen
bir Fere de Foucau l t değildir. Bugün pek çok bölgede misyonerlik
faaliyetl eri, sömürgecilik _döneminde old uğu gibi seküler Batı'nın çıkar-
240
•
İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
larına alet olan bir görünüm arzetmektedir. Afrika ya da Asya'da dönüş­
türülmüş halkların hemen hepsi , İsa'nın mesaj ının taşıyıcısı olmaktan
çok, modern seküler Batı'nın bezirganı gibi hareket etmektedir.
Şurası da gayet ilginçtir ki Doğulu hıristiyanlar misyonerlik
faaliyetlerinde, genellikle batılılar kadar etkin bir rol oynamamışlardır.
Bunda agresif misyoner ruhu besleyen ve kendi dışındakilerin tamamını
barbar olarak gören Greko- Romen medeniyetinin de payı büyüktür. Bu
gerçek, h ıristiya n ve musevilerin sapkınlık telakkilerinde, Marksizm ve
komünizmde ve hatta hatta artık Hristiyanl ıktan elini çekip Müslüman­
ları bulandırmak üzere İslam dünyasına el atan seküler hümanistlerle
de kendini göstermiştir. Aslında bu türden misyonerlik fa aliye tleri ,
çoğu işe Hıristiyan misyoner okulları olarak başlayıp sekülerist eğitimin
kalesi haline evrilen, Avrupa ve Amerika'daki kimi İslam dünyası eği tim
enstitülerinde bir araya toplanmaktadır.
Modern Batı'yla ve Hıristiyan yoksulluğu görün ümü altında mod­
ern finans ve teknoloj i destekli bir refahla birlikte fa aliyet gösteren bu
misyonerlik m eselesinin ne denli büyük bir engel teşkil ettiğini an­
lamak için, duruma, bir de rolleri ters çevirip bakmakta fayda var. Müs­
lümanlar, Roma İmparatorluğu dönemindeki gibi dünyevi zayıflığa
dayalı bir misyonerlik fa aliyetine değil de, şu anki gibi tamamen
ekonomik güce dayalı bir misyonerlik faaliyetine girişselerdi , acaba din­
dar hristiyanlar kendilerini nasıl hissederlerdi ? Ve yine mesela , müs­
lümanlar lslam'ı kab ul eden hristiyanlara bedava petrol , bedava hastane
bakımı ve ülkelerinde önemli mevkileri garanti eden bir eği tim vaaded­
erek hristiyanları diyaloğa davet etselerdi, hükümetlerinin İslam dün­
yasının olağanüstü etkisi altında bulunması hasebiyle bu türden bir ag­
resif misyo nerlik faaliyetinin asla önüne geçemeyecek olan Hristiyanlar,
nasıl tepki gösterirlerdi acaba?
Şüphesiz ki bu tür engeller varlığını sürdürdükçe, onları aşmak ve
gerçek bir anlayış tesis edebilmek için , hem Batı hristiyanları ve hem de
müslümanların onak girişimlerde bulunmaları gerekmektedir. Özellik­
le siyasi, ekonomik ve askeri açıdan son derece zayıf bir ar kaplana sahip
müslümanlar, yine de Tanrı'nın hakimiyetini Sezar'ın hakimiyeti önüne
koyan hristiyanlarla daha verimli bir diyalog ve anlayış geliştirebilmek
için, kapılarını açık tu tmalıdırlar. Üzücüdür ki bugün dindar Müs­
lümanların çoğunluğu , modern Batı'yla özdeşleştirdikleri için, iyi niyet­
li Hristiyanlara bile şüpheyle bakmaktadırlar; ve bu şüphede hiç de hak-
İslam
ııe
B a tı 'n ı n Dünü, Bugün ü
ve
Yarını
•
241
sız sayılmazlar. Ve yine ne traj iktir ki Batı'daki daha muhafaza kar ve
gelenekçi hristiyanlar, İslam konusunda , onu deccal olarak ni teleyecek
kadar cahildirler. Şu halde ekümeniklik, "dünyevi bir anlayış ya da bu
anlayıştan da ö te bir barış için inançlarının temellerini bile seve seve
feda edenlerin eline kalmaktadır. Ki bu , dünyevi bir barış uğruna Al­
lah'ın rızasını göz ardı e tmek anlamına gelir.
SONUÇ
on uç itibarıyla, kısa vadeli çıkar�ar uğruna yapılan birtakım bireysel
hesaplar ve geçici ihtiyaçlarda� ziyade insanlığın geleceği konusun­
da endişe duyan herkes, lslam ve Batı meselesine yeni bir pencereden
bakmalıdır. Her iki taraf da, modern sekülerizm ve lslam gibi birbirine
tamamen zıt dünya görüşü arasında bir entegrasyonun söz konusu ola­
mayacağını� en fazla, birbirinin refahını ve topraldarını sömürmek ve
kültürünü yok etmekten imtina eden, agresyondan uzak, insani temel­
de karşılıklı saygıya dayalı bir ortak yaşama zemini oluşturulabileceğini
bilmelidir. Fakat hepsinden önce , hem lslam hem de musevilik ve hris­
tiyanlık asıl ölümcül tehdidin, artık lslam dünyasına bile ileri karakol­
larını dikmiş olan seküler kültürden geldiğini ve buna karşı zihinlerde
ve kalplerde bir birlik tesis etmeleri gerektiğini anlamalıdırlar.
Bunu başarabilmek için,_ her kesim elinden gelen gayreti sarfetmeli
ve fundamentalizm, ekstremizm, radikalizm gibi kavramlar cari siyasi
çıkarların değil hakikatin ışığında yeniden değerlendirilmelidir. Bir
kelimeyi afaroz vasıtası kılıp sonra da bunu hoşlanmadığınız her durum
için kullanmak, her halde anlayış ve uzlaşma tesis e tme yolunda hiç bir
fayda sağlamayacaktır. Asıl ihtiyaç duyulan, lsa'nın insanın içinde
S
244
•
İs lam ve Modern İnsanın Çıkmazı
dediği, müslümanların da Allah'ın isimlerinden biri saydığı hakiki
barıştır. Her iki inanç dünyası arasında kalıcı bir uzlaşmayı tesis edecek
ve bugün u fukta varolan karanlık bulutları def'edecek olan da ,
hakikatin nurudur. Belki bu tür bir u zlaşma sayesinde , lslam ve Batı
arasında açgözlülük ve nefrete dayalı bir ilişkiden ziyade karşılıklı say­
gı temelinde bir yaşama biçimi geliştirilebileceği umulur.
Her halde, hristiyanların da pek iyi bildikleri gibi , Allah'ın birleştir­
diği, insanlar tarafından parçalanmamalı ve parçalanamaz. M üslüman­
ların ve musevilerin olduğu kadar Batı'nın ve özellikle Hıristiyan
Batı'mn da kaderi son derece derin bağlarla birbirine bağlıdır; kolay
kolay çözülemeyecek bu bağlar, en fazla uzun vadede herkese çok cid­
di masraflar açarak gevşetilebilir; hepsi o kadar. Umalım ki mevcut
durum, her iki taraftaki samimi insanların, lslam'la Batı arasındaki iliş­
kiler gibi hayati bir meselede güç , kendini ispatlama ve açgözlülüğe
değil kalıcı hakikatlere dayalı bir yol takip e tmesine imkan tanısın . . .
V'Allahü a'lem . . .
İNDEKS
A
Advaita doktrini 65
ç
Çeçenistan 206, 223 , 229
AfganI 1 24
Celaleddin Rumi 46, 222
Antropoloji 2 2 , 24, 74
Çinli 20
Araplar 1 1 4 , 1 2 1 , 1 22 , 1 23 , 1 24 ,
1 25 , 1 26 , 1 28 , 1 29 , 1 3 1 , 1 3 2 ,
1 33 , 1 3 7
Aristo 4 7 , 4 8 , 5 1 , 5 6 , 63 , 1 5 7
Aristoculuk 48 , 63
Arthur Eddington 2 1
Arındırma 1 2 4
Attar 1 5 , 8 5
Avesta 1 39
B
Batı medeniyeti 28, 3 5 , 5 2 , 6 1 , 1 1 4 ,
D
Dante 1 90
Dar'ül-Islam 1 1 5 , 1 1 6 , 1 1 8
Darwin 1 86 , 2 1 7
Dekan 2 1 , 4 8
Dostoyevski 1 90
Doğa felsefesi 5 1 , 66, 1 97 , 1 98
E
Eflatunculuk 63
el-Benna 1 26
Emerson 49
1 24 , 1 2 5 , 1 3 1 , 1 65 , 1 67 , 1 70 ,
Emevi 1 1 4 , 1 3 7 , 1 5 1 , 233
1 72 , 1 8 1 , 1 82 , 1 83 , 2 2 5 , 232
Endonezya 9 , 89 , 1 82 , 1 99 , 219, 225
Bosna 206 , 223 , 229, 237
Budizm 46, 48, 53, 65, 73, 82, 1 0 1 , 22 1
Evrim teorisi 1 86
Ezher 1 2 7 , 2 1 1 , 2 1 8
246
•
İslam ve Modern İns a nın Çıkmazı
F
Faust 1 6
Filistin 1 22 , 1 24 , 1 3 1 , 206, 234,
237
lslam 9 , 1 0 , 5 7 , 6 1 , 64 , 6 6 , 9 5 , 1 05 ,
1 0 7 , 1 09 , 1 1 3 , 1 1 6 , 1 1 9 , 1 5 2 ,
1 60 , 1 6 1 , 1 88 , 1 89 , 1 9 2 , 1 93 ,
1 94 , 1 95 , 1 9 7 , 1 99 , 200 , 205 ,
Franz Kafka 1 90
206, 2 0 7 , 208 , 209 , 2 1 0 , 2 1 1 ,
Freud 1 92
2 1 2, 213, 214, 2 1 5, 216, 218,
Freudcu 1 88 , 1 89
2 19, 221
lslam medeniyeti 1 1 , 1 2 , 9 6 , 9 7 ,
G
Gazali 6 5 , 84, 1 29 , 1 4 1 , 238
Geleneksel psikoloji 24, 25
Geleneksel İslam 10, 1 1 3 , 208, 209 ,
2 1 6 , 2 1 9 , 2 2 2 , 224, 226, 228
Goethe 3 7 , 1 90
Göksel olan 1 7 , 2 7 , 30, 3 5 , 7 2
H
Halifelik 1 1 5 , 1 4 1 , 2 1 5
Hegel 5 1
Heidegger 1 96 , 2 1 3
1 1 4 , 1 1 5 , 1 1 8 , 1 2 1 , 1 3 7 , 1 38 ,
1 66 , 1 67 , 1 98
J-K-L
Jungcu 1 88 , 1 89
Kartezyen Dualizmi 7 7 , 78
Kelam 1 4 1 , 1 47
Kozmoloji 24, 66, 7 5 , 82, 1 0 9
Kızılderili 20
Laiklik 206
Liberal demokrasi 2 1 4
M
Hermetik 2 1 , 63
Maha tına Gandi 46
Hinduizm 47, 48 , 52, 53, 65, 73 , 82,
Malezya 9 , 1 93 , 1 99
83, 8 5 , 89, 94, 2 2 1
Homo islamicus 3 3
Hıristiyan 209 , 2 1 0 , 2 1 4 , 2 1 8 , 2 1 9 ,
Marcel Proust 1 90
Marksizm 9, 1 84 , 1 8 5 , 1 86 , 1 88,
1 9 1 , 2 1 4 , 2 2 1 , 240
224, 2 2 7 ' 2 3 2 , 234, 2 3 5 , 237 '
Marx 1 28 , 2 1 3
238, 239, 240 , 244
Marxizm 1 29 , 1 3 1
Medine toplumu 1 66
Merkez 1 9 , 20, 24, 7 1 , 1 7 7 , 2 1 8
lbn Arabi 63, 64, 6 5 , 8 2 , 8 5 , 1 3 1
Mesnevi 86
lbn Rüşd 6 5 , 1 1 3 , 1 28
Metafizik 24, 25, 30, 45, 46, 47, 48 ,
lbn Teymiyye 1 24
49, 5 1 , 5 3 , 5 4 , 56, 5 7 , 60, 62,
lhvan 63 , 1 26
64, 6 5 , 6 7 , 7 2 , 8 1 , 82, 84 , 92,
lkbal 1 8 7 , 1 95
1 69 , 1 76 , 1 8 6 , 1 88 , 1 92 , 1 93 ,
llahi Hukuk 207 , 233
1 96 , 200 , 220 , 226
lran 9 , 5 1 , 6 1 , 1 1 4 , 1 38, 1 39 , 1 40 ,
1 4 1 , 1 42 , 1 44 , 1 4 5 , 1 47 , 1 49 ,
Modern zamanlar 1 7
Modernizm 1 0 , 1 1 , 3 3 , 34, 39, 1 1 6 ,
1 50, 1 5 1 , 1 53 , 1 58, 1 6 1 , 1 62,
1 1 7 , 1 1 8 , 1 3 2 , 1 50 , 1 84 , 2 1 7 ,
1 63 , 1 8 1 , 1 83 , 1 90 , 2 1 0
2 1 8 , 220, 22 1 , 222, 2 2 5 , 238
İndeks
Molla Sadra 5 0 , 5 3 , 60, 83 , 9 1 , 94,
1 6 7 , 1 9 6 , 200 , 20 1
Moğol 6 5 , 66, 1 1 4 , 1 1 5 , 1 2 2 , 1 4 1 ,
1 42 , 1 6 2 , 1 7 1
•
247
Sartre 1 93 , 1 96 , 2 1 3
Seyyid Kutub 1 26
Sufi 36, 7 1 , 74, 75, 79, 80, 8 1 , 82,
83 , 8 5 , 86, 88, 90 , 1 0 1 , 1 04 ,
Muhammed Abduh 1 24 , 2 1 7
1 30 , 1 3 2 , 1 42 , 1 44 , 1 48 , 1 49 ,
Musevi 2 1 2 , 2 1 9 , 22 1 , 224, 2 2 7 ,
1 50 , 1 5 7 , 1 59 , 1 62 , 1 9 2
234, 2 3 5 , 236, 237 , 2 3 8 , 240 ,
243 , 244
N
Nietzsche 46, 1 87
N ihai G erçeklik 1 9
0-P
Oryantalist 1 0 2 , 1 1 3 , 1 23 , 1 66 , 1 67 ,
183, 216
Osmanlı 1 1 4 , 1 22 , 1 73 , 2 1 7 , 2 3 3
Pakistan 9 , 1 48 , 1 93 , 1 9 5 , 1 99 , 2 1 4 ,
215, 218
Peter Wilson 1 2
Pitagorasçılık 63
Pozitivizm 1 7 , 1 3 1 , 1 83 , 209
Psikanaliz 86, 1 9 2 , 1 93
R
Rabia 1 02
Rönesans 1 0 , 26, 3 8 , 45 , 6 2 , 63 , 90,
1 1 3 , 1 25 , 1 26 , 1 68 , 1 69 , 1 70 ,
1 7 1 , 1 7 2 , 1 74 , 1 97 , 209 , 23 1 ,
2 3 2 , 236, 238
Russell 2 1 3
S -Ş
Sanayi Devrimi 209
Sufizm 2 5 , 6 6 , 7 1 , 7 2 , 7 3 , 7 4 , 78,
8 1 , 84 , 85, 86, 8 7 , 88, 89, 90,
95,
1 03 ,
1 04 ,
1 09 ,
1 24 , 1 30 ,
1 3 1 , 1 42 , 1 4 9 , 1 6 7 , 1 89 , 2 1 8 ,
2 1 9 , 227
Sühreverdi 53 , 57, 60 , 63 , 64, 83 ,
9 1 , 1 96
Şazelı 7 2 , 1 30
T
Tao-Te Ching 2 3 , 7 2
Taoizm 48 , 66, 8 2
Tolstoy 4 6
Türkiye 9 , 2 1 0 , 2 1 4 ,
?1 5
w
Weltanschaung 64
Weltanschauung 3 5
William Chittick 1 2
y
Yoga 2 5 , 6 5 , 8 5
Yunan-lskenderiye 60 , 6 1 , 6 2 , 6 3 , 64
z
Zen 2 5 , 4 7 , 74, 1 94
Zerdüşt 64, 1 38, 1 39 , 1 4 1
Download