T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI AKÇAABAT- DARICA İHTİSAS EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ İSLAM’DA SİHİR VE BÜYÜ (BİTİRME TEZİ) Ahmet YILMAZ IV. DÖNEM DANIŞMAN Enver Osman KAAN TRABZON - 2007 İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER .............................................................................................................. I ÖNSÖZ ........................................................................................................................III KISALTMALAR .......................................................................................................... V GİRİŞ .............................................................................................................................1 I. SİHRİN TANIMI .......................................................................................................1 A. SİHRİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMLARI ................................................1 1. Sihrin Sözlük Anlamları ................................................................................1 2. Sihrin Terim Anlamları:.................................................................................2 B. SİHİR KARŞILIĞINDA KULLANILAN KAVRAM .....................................3 II. TARİHİ ARKA PLAN .............................................................................................4 A. SİHRİN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ ..........................................................4 B. YAHUDİLİKTE SİHİR ....................................................................................7 C. HRİSTİYANLIKTA SİHİR ..............................................................................8 D. İSLAMDA SİHİR .............................................................................................9 I. BÖLÜM ....................................................................................................................10 I. İSLAM VE SİHİR ....................................................................................................10 A. GENEL OLARAK İSLAMIN SİHİRE YAKLAŞIMI ...................................10 B. HÂRUT VE MÂRUT KISSASI .....................................................................12 C. HZ. MUSA İLE FİRAVUN VE SİHİRBAZLARININ KISSASI ..................15 D. SİHİRLE İLGİLİ DİĞER OLAYLAR ...........................................................16 II. HADİSLERDE SİHİR ............................................................................................17 SİHİRLE İLGİLİ RİVAYETLER .......................................................................17 1. Hz. Peygamber Döneminde Sihir ................................................................17 2. Hz. Peygambere Sihir Yapıldığına Dair Rivayetler .....................................18 3. Sihri Yasaklama ve Sihirbazların Cezasıyla İlgili Rivayetler .....................22 4. Sihirden Korunmayla İlgili Rivayetler ........................................................23 III. LİTERATÜRDE SİHİR ........................................................................................23 IV. SİHRİN ÇEŞİTLERİ .............................................................................................24 V. SİHRİN MAHİYETİ ..............................................................................................27 A. SİHRİN GERÇEKLİĞİ VE ETKİ ALANI ....................................................28 1. Sihrin gerçekliğini kabul edenler .................................................................28 2. Sihrin Gerçekliğini Kabul Etmeyenler ........................................................29 3. Sihrin Meydana Gelmesi ve Tesiri ..............................................................31 4. Toplumda Sihir ............................................................................................33 B. SİHİRDEN KORUNMA, SİHRİN TEDAVİSİ VE MUSKACILIK .............35 VI. SİHRİN BAZI OLGULARLA ALAKASI............................................................38 A. SİHİR İLE MUCİZE VE KERAMETİN MUKAYESESİ .............................38 B. SİHİR İLE KÂHİNLİĞİN MUKAYESESİ....................................................39 C. SİHİR- MELEK İLİŞKİSİ ..............................................................................40 D. SİHİR, CİN-ŞEYTAN İLİŞKİSİ ....................................................................41 İKİNCİ BÖLÜM..........................................................................................................43 I. SİHİR ÖĞRENMENİN HÜKMÜ ............................................................................43 A. Sihir Öğrenmenin Haram Olduğunu Kabul Edenler .......................................43 B. Sihir Öğrenmenin Mübah Olduğunu Kabul Edenler ......................................43 C. Sihir Öğrenmenin Vacip Olduğunu Kabul Edenler ........................................44 II. SİHİR YAPMANIN VE SİHİRBAZIN HÜKMÜ ..................................................45 I A. Hanefilere Göre ...............................................................................................45 B. Şafilere Göre ...................................................................................................45 C. Malikilere Göre ...............................................................................................46 D. Hanbelîlere Göre .............................................................................................46 III. İTİKADİ YÖNDEN SİHİR ...................................................................................46 IV. SİHRİ CAİZ KILAN ŞARTLAR ..........................................................................48 SONUÇ ........................................................................................................................50 BİBLİYOGRAFYA .....................................................................................................52 II ÖNSÖZ İnsanoğlu var oluşundan itibaren gabya ve olağan üstü hadiselere merak duymuştur. Bu merakı giderecek yeterli bilgiyi ilahi dinler her zaman vermişse de, özellikle dinî bilgiden yoksun kimselerin merakı tam olarak ortadan kalkmamıştır. Bu merakını gidermek için de çeşitli vesilelere başvurmuş, çeşitli yöntemler kullanmıştır. Konu gaybi ve tabiattaki kanunların işleyişinin dışında olunca da, kullanılan yöntemler somut gerekçeler ve sebepler olmamış, fizikötesi, gizemli, hayali işlemlerle hedefe ulaşılmaya çalışılmıştır. Bazı insanlar bu yönde belli bir meleke sahibi olmuş, bu işi meslek haline getirmiş, insanları olağan dışı işlerle etkilemeye çalışmışlardır. Belirtilen bu faaliyetlerin başında ise sihir ve büyü gelmektedir. Tarihin her döneminde, her toplumda kendilerine has sihirsel faaliyetler hep olmuştur. İnsanlar sihri iyi ve kötü yönde kullanmışlar, sihirbazlarda gördükleri bir nevi olağan üstü kabiliyet sebebiyle de hemen her problemlerinde sihirbazlara müracaat etmişlerdir. İşi fırsat bilen kötü niyetler kimseler hem bu işi bir çıkar sağlama yöntemi haline getirmiş hem de yalan yanlış ve zararlı faaliyetlere girişmekle de insanlara daima zarar verir olmuşlardır. Birçok maddi zararının yanında itikadi ve ahlaki zararı olduğundan dolayı bütün semavi dinler ve beşeri hukuklar sihir ve sihirbazlarla mücadele etmiştir. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da yasaklama ve cezai müeyyideler istenilen neticeyi vermemiştir. Günümüzde bütün toplumlarda ve her kesimde bu işlerle uğraşanlar vardır. Hem dinlerin hem de pozitif bilimlerin reddettiği, her yönüyle zararlı olan sihir ve büyü konusunu, her yönden insanların mutluluğunu ve yararını hedefleyen İslam'ın bakışını genel hatlarıyla ve yeteri kadar ortaya koymak amacıyla İslam'da sihir ve büyü konusunu ele alıp incelemeyi uygun gördük. Başta Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerifler olmak üzere bunlar etrafında oluşan dinî literatürdeki bilgileri ele alıp, inceleyip derli toplu bir çalışma ortaya koymaya çalıştık. Genel olarak belirtmek gerekirse; sihrin tanımları, tarihi durumu, dinlerin sihre bakışı, sihrin manevi varlıklarla ilişkisi, mahiyeti, oluşumu, etkisi, hukuki ve itikadi hükmü gibi konular ele alınmıştır. III Bu çalışmamızı yapmada sağlamiş olduğu imkânlar nedeniyle müdürümüz Sayın Zeki Yavuzyılmaz 'a yol gösterici ve ufuk açıcı yardımlarından dolayı da danışman hocam Sayın Enver Osman Kaan'a teşekkür etmeyi bir borç bilirim IV KISALTMALAR a.g.e. :Adı geçen eser a.s. :Aleyhi’s-selam a.y. :Aynı yer b. :İbn, oğul, oğlu Bak. :Bakınız C. :Cilt c.c. :Cehle Celaluhû DİA :Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Hz. :Hazreti İst. :İstanbul M.E.B. :Milli Eğitim Bakanlığı r.a. :Radıyallahü anh s. :sahife (S.AV) :Sallallahu Aleyhi ve Sellem T.D.V. :Türkiye Diyanet Vakfı Ter. :Terceme T.Y. :Tarih yok Vb. :Ve benzerleri Vs. :Vesaire Yay. :Yayınları Y.Y. :Yer yok V GİRİŞ I. SİHRİN TANIMI A. SİHRİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMLARI 1. Sihrin Sözlük Anlamları Sihir: Gizli olan ve sebebi bilinmeyen şey demektir.1 Bir şeyi görünüşünden başka bir şekle çevirmek demektir. Sihir, "tutumu latif ve ince olan herhangi bir şeye ve fiile" denir. Göz bağcılık etmeye de sihir denir. Ayrıca "sahr"; akciğer, "suhr"; yürek anlamına gelir.2 Bir şeyin gerçek mahiyetinden gerçek olmayan şekle çevrilmesidir. Kendisiyle şeytana yaklaşılan ve ondan yardım temin edilen bir iştir. Sihir, tuzak ve oyun anlamına da gelir. Sihirde göz, yapılan işlerle yanıltılır. Kişi yapılan işin, gördüğü gibi olduğunu da zanneder, hakikatte öyle değildir.3 Sihre sihir adının verilmesi, sıhhati hastalığa çevirdiği içindir, "sihirledi" dendiği zaman; "onu buğzdan sevgiye dönüştürdü" anlamı kastedilmektedir.4 Sihir, düğüm, okuyup üflemek, kendisine yazılan ve konuşulan söz anlamlarına da gelir.5 Yine sihrin anlamı olarak, "sebebi gizli olan ve hakikatinin dışında tahayyül olunan ve göz boyama, aldatma şeklinde cereyan eden her iştir."6 denmiştir. Türkçe'de sihir karşılığında büyü, sihirbazlık, cadılık, gözbağcılık terimleri kullanılır.7 Sihri anlatmak üzere kullanılan kelimelerden biri de “Tıbb” kelimesidir. Bu anlamda sihirlenmiş kişiye "matbûb"8 denir. 1 Fahreddin er-Râzî, Mefâtihul Ğayb, Dâr-u İhyau't Turasi'l Arabî, Beyrut, 1999, I/619. 2 Asım Efendi, Ebu'l Kemal, es-Seyyid, Ahmed, el-Okyanusu'l Basît fî Tercemeti'l Kâmûsi'l Muhîd, İst., H.1305. 3 İbn Manzûr, Lisanu'l Arab, Dâru'l Mearif, Kahire, t.y. III/1951. 4 İbn Manzûr, III/1951. 5 İbn Kudâme, el-Muğnî, Dâru'l Kütübi'l Arabiyye, Beyrut, t.y. X/104. 6 İbn Manzûr, III/1951. 7 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Büyü Md., İstanbul, 1992. 8 İbn Kayyım, el-Cevziyye, Şemsuddîn, Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdü'l Meâd , er-Risale, Beyrut, 2000, 4/115. 1 Tefsîru'l-Münîr'de; "sihir, hakikati olmaksızın nefislerde etkili olan şeydir."9 denmektedir. 2. Sihrin Terim Anlamları: Sihir kelimesinin çok yaygın kullanımı olması ve farklı şekillerde anlaşılması sebebiyle çok farklı tanımları yapılmıştır. Bu tanımlar tasvir, taksim ve tefsir şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar bize aslında sihrin oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip olduğunu gösterir. Sihir; "Herhangi bir vasıtanın yardımı olmadan veya semavi kuvvetlerin yardımıyla, nefis ve ruhların unsurlar âlemine tesir etme kudret ve istidadını bildiren bilgiye denir.10 İbn Haldun sihrin insan nefsinin sahip olduğu yeteneklerle ilgili olduğunu söyleyerek; beşerî nefislerin semavi bir yardımcıya başvurarak unsurlar âleminde etkili olmasına tılsım, herhangi bir yardımcıya başvurmaksızın tesir icra etmesine de sihir denir, demektedir.11 İbn Abidin’in tanımı da buna benzer bir tanımdır.12 Sihir düğüm, okuyup üflemek, kendisiyle yazılan ve konuşulan söz, dokunmaksızın sihirlenmiş kişinin aklına, kalbine ve bedenine tesir eden fiil, anlamına gelir.13 Sihir, kötü ruhların etkilerinden oluşan şeye verilen addır.14 İnsana ve doğaya ilişkin olayları, maddi dünyanın ötesindeki gizemli dış güçler aracılığıyla etkileyip yönlendirdiğine inanılan törensel eyleme sihir denir.15 Sihir, tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma amaçlı bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işlerdir.16 Sihir, sebebi gizli olan hayal ve aldatma, yaldızlı sözlerle işiticiyi hakikatin dışına sürükleyen her şeydir.17 9 Vehbe Zühaylî, Tefsîru'l Münîr, Dâru'l Fikr, Beyrut, 1998, XI/97. 10 İbn Haldun, Mukaddime, Terceme, Süleyman Uludağ, Dergah, İst., 1983, II/1181. 11 İbn Haldun, II/1179. 12 İbn Âbidin, Muhammed Emin İbn Ömer, Reddu'l Muhtar Aldduri'l Muhtar, Terceme, Ahmed Davudoğlu, Şamil, İst., 1982, 13 İbn Kudâme, X/113. 14 İbn Kayyım, IV/115. 15 Ana Britannica, Ana Yayınevi, İst., 1987. 16 Büyük Larousse, İst., 1986; İslâm Ansiklopedisi Büyü md. 17 er-Râzî, I/619. 2 Sihir, aslında hakikati olmayan zihni hayaller, kuruntular ve oyunlardır ki, hokkabazların el çabukluğu ile gözlerden kaçırmak ve koğucuların yaldızlı şeylerle kulakları avutmak suretiyle yaptıkları şeydir.18 Sihir kelimesi mutlak olarak kullanıldığında, hoş olmayan işler manasında ve yapanın da kınandığını ifade eden şekilde anlaşılmaktadır. Bununla beraber, methedilen ve övülen şey hakkında da kullanıldığı vakidir. Hz. Peygamber (s.a.s)' in "Şüphesiz ki bazi güzel sözler sihirdir."19 Buyurması bazı ifadeleri sihir olarak isimlendirdiği anlamına gelmektedir. Bütün bu tanımlar göz önüne alınınca şöyle bir tanım yapmak mümkündür: Sihir, el çabukluğu, göz boyama, bir takım hile ve aldatmalarla ve gizli sebeplere dayanmakla ortaya konan, hakikat dışı olmasıyla da bir nevi olağanüstü görünen her şeydir. B. SİHİR KARŞILIĞINDA KULLANILAN KAVRAM 1. TILSIM: Sihirli işaretleri haiz bir yazı ya da üzerinde bu kabil yazılar ve bilhassa tutulma dairesinden veya takımyıldızlardan şekiller ve hayvanlar bulunup, koruyucu ve kem gözü bertaraf edici sihirli muskalar olarak kullanılan nesnelere tılsım ismi verilmektedir.20 Tılsımlar, yıldızların veya unsurların mizacından veyahut da sayıların özelliklerinin yardımları sayesinde tesir icra ederler.21 2. RUKYE VE EFSUN: Efsun, yılan, akrep gibi zehirli hayvan sokmalarını önlemek, cinlerin ve perilerin yapacağı kötülükleri engellemek amacıyla yapılan büyüdür.22 Rukye; sihirbaz ve üfürükçülerin okudukları şey, efsundur.23 Genelde rukye, bir işin husulü için tabiatüstü güce başvurmak manasına gelir. Eski Türkçe'de kısmen efsun kelimesiyle karşılanır. Afsun kelimesi daha ziyade büyücü ve cadıların bir kısım nahoş amelleri için kullanılır. 18 Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil yayınevi, İst., 1981, VII/104. 19 Müslim, Müslim b. El-Haccac, el-Câmiu's-Sahih, Çağrı Yay. İst., 1992, Cuma 47; Buharî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Camiu's-Sahih, Çağrı Yay. İst., 1992, Tıbb, 51,76. 20 İslâm Ansiklopedisi, MEB, İstanbul, 1979, Tılsım md. 21 İbn Haldun, II/1181. 22 Ana Britannica, rukye md. 23 D. Mehmet Doğan, Temel Türkçe Sözlük, Rehber yay. Ankara, 1990. 3 Şifa bulmak için okunan âyeti kerime ve dualara afsun denmez. Cahiliye devrinden bu yana Araplar, rukyeyi hem müspet ve meşru, hem de menfi ve gayri meşru maksatlarla yapılan işlerin hepsi için kullanmışlardır. Bu anlamda rukye, hem afsunlanma ve hem de dua ile tedavi şeklinde anlaşılır.24 3. İLLÜZYON: Var olan nesne veya canlıyı yanlış, farklı ve değişik olarak idrak etme. Hayali hakikat göstermek, gözü yanıltmak, el çabukluğuyla yapılan sihir çeşidi.25 Hokkabazlık da denir. 4. HİPNOTİZMA: Evham ve güçlü nefis sahiplerinin varlıklar üzerindeki etkisi ile yapılan sihir. Bakış ve telkin yoluyla sağlanan bir çeşit uyku. 5. ASTROLOJİ: Yıldızların durumlarından bir takım sonuçlara varıp hükümler çıkarma ilmi. 6. HAVAS: Harflerden vb. şeylerden bir takım hükümler çıkarma bilgisi.26 II. TARİHİ ARKA PLAN A. SİHRİN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ Sihrin anlamlarını ve normalden farklı ve etkileyici şeylere de sihir dendiğini göz önüne alırsak, sihrin geçmişini insanlığın başlangıç dönemlerine kadar götürmemiz mümkündür. Sihir olayının insanlığın ilk yaşadığı bölgeler diye bilinen Harran, Bâbil, Mısır ve Hint Bölgelerinde yaygın olması da bunu destekler. Bununla beraber büyünün ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ilim adamları arasında tartışmalıdır. Sosyologlar, insanoğlunun sihirle ilk temasının, günlük hayatta karşılaştığı bazı problemlere çözüm arama esnasında olduğunu söylerler. İlk zamanlar geçimini avcılıkla temin eden insanlar, daha fazla hayvan avlamak için bazı resim, şekil ve uğurlar edinmeye başlamışlar, bunun sonucu av sihri ortaya çıkmıştır. Çok hayvan avlayabilmelerinin hayvanların çokluğuna da bağlı olduğunu anladıklarında "bolluk sihri"ni gündeme getirmişlerdir.27 Paleolitik devirden kalma mağara içlerine ve kayalara yapılmış, kargı 24 İbrahim, Canan, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, Akçağ İst., 1993, XI/1975. 25 Doğan, Temel Türkçe Sözlük. 26 Doğan, Temel Türkçe Sözlük. 27 İslam Ansiklopedisi, Büyü mad. 4 saplı hayvan resimleri, ok isabet etmiş yaralı av hayvanlarını tasvir eden kilden yapılmış heykelciklerin olması bu bağlamda düşünülebilir. Yine Kur’an da "Gönderilen hiçbir peygamber yoktur ki, sihirbaz ve mecnun olarak itham edilmesin."28 ifadesinin bulunması ve Hz. Âdem (a.s.)’ın da peygamber olması sebebiyle O’da sihirbazlıkla itham edilmiştir denebilir ve böylece sihir, Hz. Adem zamanından beri vardır. Yukarıdaki varsayımsal bilgilerden sonra, sihrin bilgiye dayanan ilk varlığını Keldânîler'de görüyoruz. Bâbil diyarında yerleşmiş bulunan Keldânîler astroloji ilminde çok ilerlemişlerdi. Keldânîler tarafından oluşturulan sihir ilmi eserlerinden pek azı Arapçaya çevrilmiş, bu alanda çalışan bazı Müslümanlar bunlarla bu konuda uzmanlaşmışlardır.29 Keldânîler ve aynı bölgede yaşayan Bâbil ve Asur medeniyetleri, gök cisimlerinin ulûhiyetine, âlemi onların idare ettiğine inanıyor ve yeryüzündeki olayları tek bir ilahın yaptığını kabul etmiyorlardı. Bu nedenle Hz. İbrahim (a.s.), bunlar arasında tevhid inancını yaymak üzere gönderilmiştir.30 Kur’an-ı Kerim’den anlaşıldığına göre31, Hz. Musa (a.s.)’ın Firavun’un sihirbazlarıyla mücadelesi, o dönemde Mısır’da sihrin yaygın olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Mısır’dan günümüze ulaşan kaynaklar sihir ve büyücülüğün, sihirsel ve büyüsel adların, büyülerin, tılsım ve formüllerin, Mısır din hayatında büyük bir yer işgal ettiğini göstermektedir. Mısır’da sadece Kâhinler büyü ve efsun yaparlardı. Kâhinler, büyü formüllerini topladıkları "Ölüler Kitabı" veya "Kabir Kitabı" şeklinde eserler yazarlar, bu kitaplara ölülerin yapacakları uhrevi seyahatleri ve konakları gösteren haritalarda ilave ederlerdi. Yine bu kitaplarda, ölünün ebedi yolculuğunda kara sihirden korunması için rukye ve sihri dualar yazılır, aynı nedenlerle ölüler mumyalanır, üzerlerine çeşitli yazı ve işaretler resmedilirdi.32 Dönem olarak, Firavun dönemi Mısırla muasır olan Bâbil'de sihir çok ileri boyutlardaydı. Kur'an Bâbilli'lerin bu özelliklerinden bahsetmiş,33 Hz. Peygamber (s.a.v.) 28 Zâriyât 51/52. 29 İbn Haldun, Mukaddime, II/1179. 30 Cessas, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu'l Kur'an, Dârul Kütübi'l İlmiye, Beyrut, ty. I/43. 31 Araf 7/116; Tâhâ 20/66; Şuarâ. 26/34. 32 Ömer Rıza, Doğrul, Yeryüzündeki Dinler Tarihi, İst., 1958, s.62. 33 Bakara 2/102. 5 ve sahabeden bu yönde haberler rivayet edilmiştir. Bu dönemde sihre dair birçok eser telif edilmiş, ancak çok azı günümüze gelebilmiştir. El-Fîlâhatü'n-Nebâtiyye bunlardandır.34 Cessas, Bâbilliler'in yıldızlara taptıklarını, uyguladıkları sihrin de bunların hareket ve te'sirleri inancına dayandığını kaydeder.35 Aynı dönemlerde Irak, Şam, Rum Diyarları ve İran'da da sihir inanışları yaygındı. Fakat İran'da Mecusilikten önce ve sonra sihirbazlarla mücadele yapılmıştır. Hz. Süleyman (a.s.) zamanında da sihirbazlık çok ileri gitmiş, bunu gören Hz. Süleyman (a.s.) sihirbaz ve kâhinlerin yazdığı tüm sihir kitaplarını toplatıp gömdürmüştü. O’nun vefatından sonra bu tür kitaplar tekrar o toplumda revaç bulmuştu.36 Büyücülük İslam öncesi Arap toplumunda da çok yaygındı. Fal okları atmak, yıldızlara bakmak, küçük kareler çizip içlerine harf ya da sayı yazmak şeklinde büyü yaparlardı. Ayrıca cahiliye devrinde ruhlar âlemi, Allah (c.c.) ile kabilelerin ilahları ve cinlerden meydana gelmekteydi. İnsanları bu âlemle birleştiren bağlar, kâhinler, sihirbazlar, gaipten haber verenler, şairler ve delilerdi. Eski Çin'de Taoizm'in büyü ile bütünleştiği görülür. Büyü hayatta ve hatta ölüm ötesinde insanı güçlendirmeyi hedefleyen bir işlemdir. Bu yüzden de toplumda çok yayılmıştı. Aynı dönemde Japonya ve Hindistan’da da büyüye büyük ilgi duyulmakta, bilhassa hastalıkların tedavisinde birçok büy' çeşidine başvurulmaktaydı. Hintliler özellikle hipnotizma ile uğraşmışlardır. 37 Antik Çağdaki Ortadoğu, Yunan-Roma kültürleri ve Hıristiyan Avrupa kültürlerinde de sihrin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Eski Roma'da büyünün etkisini gidermek ya da önlemek için yapılan karşı büyüye ve aşk, iş, spor karşılaşmaları ve hitabet sanatında zafer kazanmak için kullanılan tılsımlı söz örneklerine rastlanmıştır.38 34 İbn Haldun, Mukaddime, II/1179. 35 Cessas, I/44–45. 36 Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Câmiu'l Beyan, Dâru'l fikr, Beyrut, 1999, I/624. 37 İslâm Ansiklopedisi, Büyü mad.: Ana Britannica, Büyü mad. 38 Ana Britannica, Büyü mad. 6 Türkler'de sihir, İslam öncesine kadar uzanır. Türkler'in dini liderlerine "toyon", sihirbazlara ise "kam" denirdi. Kam, şaman yerine kullanılırdı. Kam kelimesi, ruhlar, tanrılar ve cinlerle irtibatlı kişi anlamlarına gelmekteydi. Kam, büyü yapar, gaypdan haber verir, hastaları tedavi eder, efsunlanmış taşlarla yağmur yağdırıp rüzgâr estirirdi. Yine cinlere karşı çocuklar efsunlanır ve göz değmesine karşı nazarlık takılırdı. Hastayı tedavi için kurşun dökme, cin çarpmasına karşı dualar okuyup üflemekle cini kovma gibi büyü çeşitleri uygulanırdı. İslam'dan sonra da dini yasağa rağmen devam etmiştir. Anadolu'da sihir, yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. Anadolu büyülerinde, gönül işleri, muhabbet büyüleri, cinsel büyüler en yaygın olanıdır.39 Kısacası insanlık tarihi kadar eski olan sihir, insanın olduğu hemen her yerde varlık göstermiş, özellikle dini mesajların ışığından uzaklaşıldığı dönemlerde etkisini artırmıştır. Vahyî dönemlerde de kültürel bir öğe olarak özellikle dinî bilgisi zayıf halk kitlelerinin inançsal boşluğundan yararlanmak üzere kötü niyetli kişilerin, dini motifleri de kullanarak sihri yürüttüğü görülmektedir. Günümüzde de özellikle medyanın da katkısıyla sihir ve sihirbazlık çeşitli isimler altında yaygınlaşmaya başlamıştır. Ruh çağırma seansları, burç falları, kahve falları vs. özellikle sosyete çevrelerinde yaygın olarak görülmektedir. Bu olumsuz durumu düzeltmenin yollarının başında toplumu dini ve ilmi yönden aydınlatan faaliyetlerin yaygınlaştırılması gelmektedir. B. YAHUDİLİKTE SİHİR Mısır, Fenike ve Suriyeliler'le temasta bulunan Yahudiler bu bölgelerdeki büyüsel kavramlardan etkilenmişlerdir. Ancak Yahudiliğe göre, büyünün etkisine inanma, tanrı iradesinin beşeri maksatlara alet olması anlamına geleceğinden, büyüsel faaliyetler şiddetle yasaklanmıştır.40 Yahudi kutsal kitabında başlıca üç büyücü tipinden bahsedilir: 1) Gelecekten haber veren kimseler, kâhinler (menaheş), falcılar (meonen), müneccimler (kesamim). 2) Sadece büyü ile uğraşan büyücü-efsuncu (mekhaşef). 39 İslâm Ansiklopedisi, Büyü mad.: 40 Tevrat, Daniel 2/2 s.84. 7 3) Cincilik bakıcılık yaparak, ölü ruhlardan bilgi edinerek hem kehanet hem de büyü ile uğraşanlar.41 Bunlardan başka benzer bir takım kelimelerde Yahudi Kutsal Kitabında geçmektedir. Tevrat'ta, sihirle uğraşanlar günahkâr addedilir, yaptıkları da putperestlik olarak görülür.42 Büyücülüğe karşı çok ağır cezalar öngörülür: "cinci yahut bakıcı olan erkek veya kadın mutlaka öldürülecektir; onları taşla taşlayacaklardır, kanları üzerinde olacaktır."43 Yasalar kesin, ceza ölüm olmasına rağmen Yahudiler belirli çizgiler dahilinde büyü uygularlar. Bir hastayı iyileştirmek için hastalığını bir hayvana aktarırlar. Bir ineğin küllerini içeren su ile arınırlar, tahta heykelcikler olan Terafim’lerle fal bakarlar ve sihirli değnekler kullanırlar. Ayrıca "Kabbalah" dedikleri mistik ve skolâstik felsefeye göre Yahudi alfabesindeki 22 harfin ve ifade ettikleri adetlerin mistik ve sihri mahiyetleri vardır.44 C. HRİSTİYANLIKTA SİHİR Eski Ahid'e göre Yeni Ahid'de sihre ayrılan yer az olmakla birlikte, Hristiyanlıkta da sihirle ilgili yasaklamaların devam ettiği görülür. Yeni Ahid'de cinler ve putlara secde edenler, katiller, zina veya hırsızlık gibi kötülükler yapanlar şiddetle kınanmaktadır.45 İncilin çeşitli yerlerinde sihirbazların insanları dine karşı bir tutuma çekmek için çalıştıklarından, ancak hepsinin de sonunda din adamlarının gösterdiği mucizeye benzer alâmetler karşısında tevbe edip vaftiz edildiklerinden bahsedilir.46 Yine İncil'de sihirbazlar, "hile ve kötülükle dolu", "Rabbin yolundan saptıran"; ve "İblisin oğlu" gibi sıfatlarla tanımlanırlar.47 Mucize ile sihir, Hıristiyanlar tarafından birbirine karıştırılmıştır. Bu yüzden Hıristiyan din adamları uzun süre, Hz. İsa'nın sihirbazlardan olmadığını savunmak durumda kalmıştır. Sihirle mucizeyi birbirinden ayırt edici kriterler ortaya konmuş, 41 II. Krallar 21I/6 S.392; Tarihler, 33/6 s. 460; I. Samuel,28/37, s.302. 42 Kitab-ı Mukaddes, Tensiye, XVIII. 10–11. 43 Tevrat, Levililer, 20/27, s.120. 44 Abdül Kadir İnan, Eski Türk Dinî Tarihi, MEB, İst., 1976, s.228. 45 Yeni Ahit, Vahiy, 9. 21 s.264, 21/8 s.273. 46 Kitab-ı Mukaddes, Resuller'in İşleri, VIII, 9- 24, XIII. 6–12, IX. 13–19. 47 Kitab-ı Mukaddes, Resuller'in İşleri, XIII. 10. 8 böylece problem geçici olarak halledilmiştir. Fakat İsa'nın çarmıha gerilip tekrar dönüşünü sihirle bağdaştıranlarla oluşan yakın ilişkiler problemi tekrar gündeme getirmiştir.48 Yüzyıllarca Hıristiyan âleminde büyücülüğe karşı yürütülen inançsal ve yasal mücadeleler, büyücülüğün belini kırmak bir yana tam tersine onu güçlendirmiştir. Çünkü büyücülüğün dayanaklarından olan geri kalmışlık, cehalet, çaresizlik, hırs, kıskançlık ve nefret gibi olgular Hıristiyan dünyasında da yaygındı. Ayrıca din ve ahlak adına yapılan baskılar konuyu daima gündemde tutmuş, sonradan özgür bırakılınca da büyü, medyatik bir hal almış; batı yapımı filmler büyü konusuna oldukça geniş bir yer vermiştir. Yani Hıristiyan âleminde sihir inancı varlığını hâlâ devam ettirmektedir. D. İSLAMDA SİHİR Cahiliye döneminde sihir oldukça yaygındı. Fal okları atmak, yıldızlara bakarak geleceği kestirmek, kareler çizip içine bazı sayı ve harfler yazmak şeklinde kehanette bulunulurdu. Cinlerin karanlıkta ortaya çıktığına ve insanları çarptığına inanılırdı. İslam dini melek, cin, şeytan gibi soyut varlıklara inanmayı benimsemekle birlikte, en üstün ve yüce güç olarak Allah (cc)'ı göstermiştir. O’nun iradesi dışında hiç kimsenin hiçbir yolla bir başkasına yarar ve zarar veremeyeceğini bir ilke olarak benimsediğinden büyü ve büyücüde olağanüstü güç kabul etmeyi, Allah (cc)'ın birliği ve gücünün üstünlüğü inancına aykırı bulmuştur. Bu nedenle Kur'ân ve hadiste sihir, açık ve kesin bir şekilde yasaklanmıştır. 48 Kitab-ı Mukaddes, Luka, XXIV. 36–43; Yuhanna, XX. 19–23. 9 I. BÖLÜM I. İSLAM VE SİHİR A. GENEL OLARAK İSLAMIN SİHİRE YAKLAŞIMI Sihir kelimesi türevleriyle beraber Ku'’ân-ı Kerim'de 63 yerde geçmektedir. Bu bölümde Ku'’ân'ın sihre bakışını Kur'ân'daki ilgili ayet meâllerini vererek ortaya koymaya çalışacağız. 1. "Şeytanların, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı; lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihri ve Bâbil'de Harut ve Marut adındaki iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Bu ikisi: "Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkâr etme" demedikçe kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Hâlbuki bu ikisinden koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah (cc)'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. Andolsun ki onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini, karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi."1 2. "Düğümlere üfürüp tüküren büyücü kadınların şerrinden tan yerini ağartan Rabbe sığınırım"2 3. "Musa: 'siz gelen gerçek için (böyle) mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Hâlbuki büyücüler iflah olmazlar' dedi."3 4. "Onlar (iplerini ve değneklerini) atınca Musa: 'sizin getirdiğiniz şey büyüdür, Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez!' dedi."4 5. "(Musa): 'Hayır, siz atın' dedi. (attılar, Musa) birde ne görsün; büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları hakikaten koşuyor gibi görünüyor."5 1 Bakara 2/102. 2 Felak 113/4. 3 Yunus 10/77. 4 Yunus 10/81. 10 6. "(Musa): 'siz atın!' dedi. (hünerlerini ortaya) atınca insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir büyü (ortaya) getirdiler." 6 7. "Sağ elindekini at! Onların yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflah olmaz."7 Kur'ân-ı Kerim'de bunlardan başka çeşitli vesilelerle sihirden bahsedilmiştir. Sihir konusunda en çok yeri, Hz. Musa (a.s.) ile Firavun’un sihirbazlarının mücadelesini anlatan âyetler tutar. Yine bu âyetlerde Allah'ın izniyle Hz. Musa’nın (a.s.) gösterdiği mucize karşısında Firavun'un sihirbazlarının yetersiz kaldığı ve iman ettikleri anlatılmaktadır.8 Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de Firavun’un Hz. Musa'ya (a.s.) "Büyülenmiş Kişi", yine kavminin Musa'ya, mucizeleri hakkında "büyü" kendisinin de "büyücü" olduğunu söylemeleri de yer almaktadır.9 Yine Kur'an'da Salih, Şuayb, İsa ve Süleyman peygamberlere kavimlerinin "büyülenmiş –meshûr", mucizelerine de "apaçık bir büyü"gözüyle baktıkları anlatılmaktadır.10 Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)'e de "büyülenmiş – meshûr", hatta kuvvetle sihirlenmiş (musahhar), bildirdiklerinin de (sihir yu'sar) öğrenilmiş bir sihir olduğu, yine bunlar uydurduğu (ifterâhû) ve bu nedenle yalancı sihirbaz (sâhir kezzâb), denildiği Kur'an'da geçer.11 Sihir için genelde, açık, belli (mübîn), uydurma (müftera), süre gelen, sürekli (müstemir) ifadeleri kullanılır. Kur'an'a, bildirdiklerine ve delillerine de birçok defalar sihir denmiştir.12 Kur'an-ı Kerim'de sihir, Peygamberlere yöneltilmiş olan bu nevi ithamları red bağlamında ele alınır ve onlara bu şekilde ithamlarda bulunanlar inkârcılıkla suçlanır. Genel olarak âyetler incelendiğinde mucizenin sihirle karıştırıldığı anlaşılmaktadır. 5 Tâhâ 20/66. 6 Araf 7/116. 7 Tâhâ 20/69. 8 Araf 7/ 109- 120; Şuarâ 26/30-50; Tâhâ 20/56-73. 9 Neml 27/3; Kasas 28/36. 10 Şuarâ 26/153; Maide 5/110. 11 Müddessir 74/24; Sâd 3874. 12 Hûd 11/7; Kasas 28/36; Kamer 54/2; Zuhruf 43/30; Ahkâf 46/7. 11 Sihrin şeytanlar vasıtasıyla yapılan, küfrü bünyesinde barındıran, insanları aldatmaya ve onlara zarar vermeye yönelik bir iş olduğu vurgulanmaktadır. Bu nedenlerle de sihirle meşguliyetin yasaklığı bildirilmektedir. B. HÂRUT VE MÂRUT KISSASI Kur'an'da sihir hususunu ele alırken en çok yararlanabileceğimiz konu, Bakara suresinin 102. ayetinde yer alan Harut ve Marut kıssasıdır. Daha önce tam meâlini verdiğimiz bu âyetin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birine göre Yahudilerin, Hz. Süleyman (a.s.)'ın peygamber değil sihirbaz olduğu iddiası üzerine, diğerine göre, Yahudi sihirbazların, sihri kendilerine Hz. Süleyman (a.s.)'ın öğrettiğini ileri sürmeleri sebebi ile, bir diğerine göre de Hz. Süleyman (a.s.)'ın hükümranlığını sihirle kurduğunu savunmaları üzerine Allah Teâla Hz. Süleyman (a.s.)'ı bu ithamlardan arındırmak için bu âyeti indirmiştir.13 Âyeti Kerimede Allah (cc), Hz. Süleyman (a.s.)'ın sihre bulaşmak sureti ile küfre girmediğini, ancak insanlara sihri öğreten şeytanların küfre girdiğini vurgulamıştır. Bu şeytanların cinlerden, insanlardan veya her ikisinden de olabileceği hususunda müfessirlerin ihtilafı vardır.14 Burada tartışmaların yoğunlaştığı noktalardan biri Harut ve Marut'un kimlikleri üzerindedir. Müfessirlerin çoğu "melekeyn" kıraatini tercihle bunların melek olduğunu kabul etmiş, özellikle birçok selef âlimi ise "melikeyn" kıraatini tercih ederek onların insan, yani Bâbilli iki melik, Hz. Davut (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) veya başka iki kişi olduklarını iddia etmişlerdir. Bunlar meleklerin sihir öğretmesini masumiyetlerine ters düşeceğini söylerler.15 Genel kabule göre iki melek olan Harut ve Marut'un indirilmelerinin bir çok hikmetleri vardır. Râzi, bu konudaki görüşleri şöyle belirtiyor: 1- O zamanda sihirbazlar çoğalmış tâki peygamberlik iddiasında dahi bulunur olmuşlar. Bundan dolayı Allah (cc), insanlara sihri öğretmek sureti ile bu yalancı peygamberlerin ifşa etmek istemiştir. 13 Râzî, I/617; Cessas, I/56. 14 Râzî, I/617–18. 15 Taberi, I/633–634; Râzî, I/630. 12 2- İnsanlar ne sihrin, ne mucizenin mahiyetini bilmediklerinden bunları birbirlerinden ayırt edemiyordu. Allah (cc) iki melek vasıtası ile onlara sihrin mahiyetini öğreterek onları bu konuda bilgilendirmiştir. 3- O zamanda iyi yönde kullanılan sihir mübah idi. Allah (cc) bu gaye ile iki meleği göndermiştir. Ama insanlar bunu tersine kullanma yoluna gitmişlerdir. 4- Cinlerin bilip, insanların bilmediği sihri insanlara öğretmek ve böylece insanların cinlere karşı koyma imkânını sağlamak için iki meleği görevlendirmiştir.16 Âyetin, "Bâbil'deki İki Meleğe, Harut'a ve Marut'a indirileni…" kısmında da farklı görüşleri ortaya konmuştur: Sihrin bir hakikati olduğunu söyleyen âlimler, ayette geçen "mâ" edatını ismi mevsûl olarak almaktadırlar. Âyetin devamı da bunu gerektirir derler. Yine bunlar da üç meselede ihtilaf etmişlerdir. 1- Buradaki "mâ"; sihir kelimesine matuftur, mana ise şöyledir: "onlar, insanlara sihri ve o iki meleğe indirilmiş olanı öğretiyorlar…" 2- Bu edat "şeytanların, Süleyman'ın mülkü hakkında uydurdukları" cümlesine matuftur, mana ise; "onalar Süleyman'ın mülküne iftira olarak şeytanların söylediklerine ve iki meleğe indirilen şeye uyarlar." 3- Bu "mâ", "Süleyman'ın mülkü" cümlesine matuftur. Âyetin manası şöyledir: "Süleyman'ın mülkü konusunda, birde o iki meleğe indirilen şey hususunda şeytanların iftira ederek söylediği şeye…"17 Diğer bir görüşe göre âyette geçen "mâ" nefy (olumsuzluk) manasındadır. Buna öre edat, "Süleyman inkâr etmedi…" cümlesine matuftur. Âyetin anlamı da: "Süleyman kâfir olmadı ve iki meleğe de sihir indirilmedi." Çünkü Süleyman (a.s.)'a sihirbazlar sihir nispet ediyorlar ve o sihrin Babil de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilen şeyler olduğunu iddia ediyorlardı. İşte bu sebeple Allah (cc) her iki iddiaları hususunda da onları reddetmiştir.18 16 Râzî, III/287. 17 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Azim yayınevi, İst., I/369–371. 18 Râzî, III/283. 13 Bu görüşlerin kendi içlerinde güzel manaları varsa da, mevsul manasında olması, hem atfın yakına olmasının esaslığı hem de bu durumda derin hakikatleri içermesi açısından daha uygun düşmektedir. Fahrettin Râzi ve Zemahşerî, bu iki meleğe indirilenin sihir olduğunu ifade ederler. Bunların Allah (cc) tarafından imtihan için gönderildiklerini, bunlardan sihri öğrenip onunla amel edenlerin kâfir olacağını, onunla amel etmeksizin öğrenenin veya onun şerrinden korunmak için öğrenenin mü’min olduğunu ve bu maksada matuf olarak indirildiğini ifade ederler.19 Elmalılı ise aslında bunun bir sihir değil fakat sihir olarak kullanıldığında küfür manasını taşıyan bir şey olduğunu savunur. Harut ve Marut’un kendilerine indirilen hakikati herkese gelişi güzel öğretmedikleri, önce kişiyi küfürden ve sihirden men edici tavsiyelerde bulundukları, ama şeytanların ve şeytan ruhlu insanların herkese sihir öğrettiklerini söyler.20 Âyetteki karı ile kocanın arasını sihirle ayırmaya gelince, müfessirler bunun çeşitli şekillerde olabileceğini söylemişlerdir. Sihrin müessir olacağına inanan kimse kâfir olur, bu durumda hanımıyla nikâhı düşer, ya da sihri yapan, karı ile kocanın arasını, batılı hak göstermek, hileler, kışkırtma ve diğer olumsuz sebeplerle ayırır demişlerdir.21 Âyette netice olarak Yüce Allah (cc), sihrin Allah’ın izni olmadan kimseye tesir edemeyeceğini, sihirle uğraşmanın küfür olduğunu, onlara inanmanın doğru olmadığını, sihirbazların ahirette hüsran içinde olacaklarını bildirerek kullarını uyarmaktadır. Zaten Allah, Harut ve Marut'u yeryüzüne bir imtihan vesilesi olarak indirmiş, onlara birtakım hakikatleri öğretmiştir. Bunlar sihrinde temelini oluşturabilecek bilgileri içerdiğinden insanlar bu bilgileri öğrenme noktasında uyarılmıştır. Fesatçı ve kötü kimseler bu bilgileri öğrenip sihir ve insanları saptırma yolunda kullanmıştır. Oysa bundaki asıl gaye insanları sihir ve sihirbazlara karşı korumak, doğruyu ve yanlışı insanlara öğretmek ve tedbir alınmasını sağlamaktır. 19 Râzî, I/629; Zemahşeri, Carullah Mahmut b. Ömer, el-Keşşaf an Hakâiki't-Tenzîl, Beyrut, 2003, I/301. 20 Muhammed Hamdi Yazır, I/370-371. 21 Râzî, I/632; Cessas, I/57–58. 14 C. HZ. MUSA İLE FİRAVUN VE SİHİRBAZLARININ KISSASI Yüce Allah (cc), Musa (a.s.) ve Harun (a.s.) peygamberleri Firavun ve kavmine mucizelerle gönderir. Musa, Firavundan İsrail oğullarını kendisiyle beraber göndermesini ister. Firavun: "Gerçekten doğru söylüyorsan getirdiğin mucizeyi göster." Der. Musa (a.s.) asasını yere atar ve bir ejderha oluverir. Elini cebinden çıkarır, bakanlara bembeyaz (yed-i beyza) görünür, Firavun, Musa'yı sihirle kendilerini yurtlarından çıkarmakla itham eder, adamları Musa'nın usta bir sihirbaz olduğunu söyler. Firavun'a etraftaki bilgin sihirbazları toplayıp Musa'nın sihrini bozabileceğini söylerler, sihirbazlar toplanır, Musa (a.s.) sihirbazlara "Allah hakkında yalan uydurmayın. O, bir azap ile sizin kökünüzü keser, iftira eden muhakkak perişan olur" diyerek uyarır fakat onlar dinlemezler, Musa (a.s.) onlara sihirlerini gösterme önceliği tanır. Sihirbazlar asalarını yere atarak, ipleri ve sopalarını koşar gibi gösterirler, insanların gözlerini büyülerler. Allah Teâlâ Musa'ya: "Korkma, asanı yere at da onların yaptıklarını yutsun. Zira onların yaptıkları sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise yaptığında başarıya erişemez" diye vahyeder. Musa (a.s.) asasını yere atınca onların uydurdukları şeyleri yakalayıp yutar. Böylece Firavun ve sihirbazları yenilgiye uğrar, sihirbazların yaptıklarının aslı olmayan şeyler (batıl) olduğu anlaşılır ve hak ortaya çıkar. Sihirbazlar "Harun ve Musa'nın Rabbine inandık" diyerek secdeye kapanırlar. Buna kızan Firavun, onları elleri ve ayaklarını çaprazlama kesmek ve hurma dallarına asmakla tehdit eder, iman eden sihirbazlar "yapacağını yap, seni yüce yaratana tercih edemeyiz. Biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik "22 derler. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa ve Harun'la ilgili zikredilen sihir ifadelerinden, sihrin hayal ettirme (tahyil), bazı alet ve nesneleri kullanarak insanları kandırma ve göz boyama olduğu, hile ve aldatma olduğu, uydurma, iftira, bâtıl, zulüm olduğu ve Musa'nın gösterdiği mucizelerle bu hokkabazlıkları deşifre edip yapılanların hakikati olmayan şeyler olduklarını ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. 22 Araf 7/103; Yunus 10/75–81; Tâhâ 20/42-73; Şuarâ 26/30-50. 15 Her Peygamberin mucizeleri, kendi döneminde revaçta olan ilim, kültür ve sanat gibi alanlarla ilgili olmuştur. Bu bağlamda Hz. Musa’nın mucizelerinin çoğu da zamanında revaçta olan sihir yönünde olmuştur. D. SİHİRLE İLGİLİ DİĞER OLAYLAR Kur'an-ı Kerim'de, Hz Salih Semud kavmine, Hz. Şuayb da Eyke Halkına peygamber olarak gönderilince, kavimleri kendilerini büyülenmekle itham ettikleri, doğru söylüyorsanız bize mucize getirin dedikleri anlatılıyor.23 Hz. İsa'nın da ölüleri diriltme, kör ve alaca hastalarını iyileştirme gibi mucizelerle İsrail oğullarına gönderildiğinde, bu işlerin "apaçık bir büyü" olduğunu söyleyerek kendisine karşı çıkıldığı anlatılıyor.24 Peygamberimiz hakkında da inkârcıların sihirbaz, sihirlenmiş, yaptıklarının ve söylediklerinin sihir olduğunu söyledikleri belirtiliyor. Özellikle ba's hakkında verdiği bilgileri, getirdiği hakikatleri, gösterdiği mucizeleri, kendileri gibi bir insan olan kişiden beklemediklerini, kendisinin olsa olsa bir sihirbaz olacağını söylemişler, bu ifadelerden etkilenmemesi için peygamberimiz, bu ifadeleri kullanmamaları için de inkârcılar uyarılmıştır. Bu ifadeleri kullananların daha büyük bir takım mucizeler daha görseler yinede inanmayacakları yani art niyetli oldukları vurgulanmıştır.25 Felak sûresinde sihir kelimesi geçmeksizin "Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden Allah'a sığınılması" istenmekte ve üfürükçü kadınlar anlamında "en-neffâsât" kelimesi kullanılmaktadır. "Nefs" kelimesi tefsircilere göre üflemektir.26 "Ukad" kelimesi, hakiki anlamada düğüm, sihir amacıyla iplik düğümü yapma, mecazi anlamda ise, insanları iğva ve ifsat için entrikalar çevirme anlamındadır. Felâk ve Nâs sürelerinin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler muhteliftir. Bunlardan ikisi sihirle ilgili değil, sadece biri sihirle ilgilidir. O da Medine'de Lebid b. A'sam’ın Hz. Peygamber'e sihir yapması ve bunun üzerine bu surelerin inmesi şeklindedir. Ancak genel kabule göre bu süreler medeni değil, mekkidir. Buna göre Hz. 23 Şuarâ 26/141, 153–154, 176, 185–187. 24 Maide 5/110; Sâf 61/6. 25 Enbiya 21/3; Enam 6/7; Yunus 10/ 2; İsrâ 17/47; Hicr 15/14–15. 26 Muhammed Hamdi Yazır, X/154. 16 Peygamber'e sihir yapıldığına dair rivayetlerin bu sûrelerin nüzul sebebi olmayacağı kaydedilmektedir.27 II. HADİSLERDE SİHİR SİHİRLE İLGİLİ RİVAYETLER 1. Hz. Peygamber Döneminde Sihir Kur'an-ı Kerim'in inmeye başladığı dönemde bazı Yahudi ve Hıristiyanlarla bazı Mekke müşrikleri sihirle meşgul olmaktaydı. İnsanları hasta yapmak, istedikleri yönlere sevk etmek ve onlara zarar vermek amacıyla sihir yapan kadın ve erkekler vardı. Bunlar okuyup üfleyerek iplere ve kirişlere düğümler atarak büyü yaparlardı. Yine bu toplumda nazara inanılır ve nazara karşı çeşitli tılsımlar kullanılırdı. Kâhinlik son derece yaygındı.28 Resûlüllah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilince şeytanlar ve cinlerin hareketleri de sınırlandırıldı. Artık gökyüzüne çıkıp hırsızlık yoluyla daha önceden elde ettikleri, insanların kader ve geleceğine ait meleklerin konuşmalarından kaptıkları bazı bilgileri çalamaz hale geldiler.29 Çünkü gökyüzüne çıkmaktan men edilmişlerdi. Buna rağmen çıkmaya çalışanlar taşlanıp yakılıyordu.30 Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince burada bulunan Yahudilere tebliğde bulundu. Onlara Tevrat ve hükümlerinden bahsedince bu onların hoşuna gitmedi ve Onunla mücadeleye başladılar. Ancak ne yapsalar Cebrail (a.s.) kendisine haber verdiğinden Cebrail’e de düşman kesildiler.31 Tevrat’ı da arkalarına itip sihir ve iftira yoluna başvurdular. Oysa Tevrat sihri yasaklanmış ve kesin hükümlerle "Sihirbaz kadın ve erkeklerin öldürülmesini" emretmiştir.32 27 Muhammed Hamdi Yazır, X/128,131–134; Ebû Hayyan, Ebû Abdillah Muhammed b. Yusuf, Bahrul Muhît fi't Tefsîr, Dâru'l Fikr, Beyrut 1992, X/504; Süleyman, Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, Kuba, İst., 1997, IV/165. 28 Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslâm, Beyan Yayınevi İst., 1995, V/327–433. 29 Hicr 15/16–17; Şuarâ 26/212. 30 Hicr 15/18; Cin 72/ 8–9. 31 Bakara 2/97–98. 32 Tevrat, Çıkış, 22/18 s.77. 17 Yahudiler sihir ve iftirada o kadar ileri gitmişlerdi ki muhacirler, Yahudilerin sihri sonucu bazı muhacir kadınların kısır hale getirildiğine dahi inanır olmuşlardı.33 Çeşitli soru ve hadiselerle Hz. Peygamberi yanıltmak ve küçük düşürmeye çalışmışlar ama tam tersine O'nun sevilip, sayılıp, inanılıp güçlenmesi karşısında oldukça rahatsız olmuşlardır. Bunu önlemek için de peygamberimizi yok etmek maksadıyla Lebid bin A'sam adlı Yahudi bir büyücüye büyü yaptırdılar.34 Hatta kaynaklarımızda Cebrail'in gelerek peygamberimize işin aslını haber verdiği ve tedavisi için Felâk ve Nas surelerini okumasını tavsiye ettiği de geçmektedir. 2. Hz. Peygambere Sihir Yapıldığına Dair Rivayetler a) Âişe (r.anh.) şöyle demiştir. "Beni zürayk kabilesinden Lebid Bin El-A'sam denilen bir adam Resûlüllah'a (s.a.v.) sihir yaptı. Öyle ki Peygamber bazı şeyleri yapmadığı halde yapmış olduğu hayaline kapılırdı. Âişe demiştir ki: Nihayet bir gün veya bir gece Resûlüllah yanımda tekrar tekrar dua etti. Sonra şöyle buyurdu: "Ya Âişe bilir misin? Allah benim duamı kabul etti. Şöyle ki: Bana iki adam geldi, bunlardan biri başucumda, diğeri de ayakucumda oturdu. Onlardan biri arkadaşına: Bu zatın rahatsızlığı nedir? Nedir diye sordu. O da sihirlenmiştir diye cevap verdi. Soran zat: Kim ona sihir yaptı? Diye sordu. O’da: Lebid bin El-A'sam diye cevap verdi. Soran zat bu defa: Hangi şeyden sihir yaptı? diye sordu. O'da: Bir tarak, saç ve sakal tarantısı ve erkek hurmanın tomurcuğundan yaptı diye cevap verdi. Soran zat: O sihir malzemesi nerededir? diye sordu. O'da: Zervan kuyusundadır, dedi. Bunun üzerine peygamber sahabilerden birkaç kişi ile beraber o kuyuya gitti. Oradan geldikten sonra: "Ya Âişe! O kuyunun suyu tıpkı kına karıştırılmış su gibi ve kuyunun çevresindeki hurma ağaçları tıpkı şeytanların başları gibidir." Buyurdu. Âişe demiştir ki: Ben, Ya Resûlellah! O sihir malzemesini çıkardın mı? dedim. Resûlüllah: "Hayır, Allah bana afiyet verdi. Ben ondan insanlara şer gelmesine sebep olmaktan korktum, kuyunun kapatılmasını emrettim, kuyu kapatıldı" dedi.35 33 Buhari, Akika 1; Müslim, Adap, 26. 34 Buhari, Tıp, 46,49; Cizye 14, Edep, 56; Müslim, Selam, 43, İbn Mâce Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen, Çağrı Yayınevi, İst., 1992, Tıp 45; İbn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed, el Müsned, Çağrı Yayınevi, İst.,1992, VI/57. 35 Buhari, Tıp, 47,49, 50; Bedül Halk, 11; Cizye, 14; Müslim, Selâm, 43. 18 b) Zeyd bin Erkam (r.a.) anlatıyor: Yahudilerden bir adam Resûlüllah'a sihir yaptı, bunun üzerine Resûlüllah bir kaç gün rahatsız oldu. Nihayet Cebrail gelerek Resûlüllah'a: "Yahudilerden bir adam sana sihir yaptı, bir ipe düğümler atarak filan kuyuya attı" dedi. Resûlüllah hemen büyüyü getirmesi için Hz. Ali'yi gönderdi. Sihir yapılan şeyi çıkarıp getirdiler ve onu çözdüler. Bunun üzerine Resûlüllah sanki bağları çözülmüş gibi rahatladı. Bunu o yahudiye ne söyledi, ne de onunla ölünceye kadar yüz yüze geldi.36 Hz. Peygambere sihir yapılması ile ilgili temel rivayetler bunlar olmakla birlikte bir takım başka rivayetler de mevcuttur. İslam âlimleri arasında bütün bu rivayetler üzerinde ve Hz. Peygambere sihir yapılıp yapılmadığı hususunda tartışmalar olmuştur. Rivayetlerden, Rasûlüllah'a sihir yapılma hadisesinin, Hudeybiye dönüşü Hicretin 7. Yılında Medine'de olduğu anlaşılmaktadır.37 Ancak Resûlüllahın sihre maruz kalma süreleri kırk gece, altı ay, bir yıl gibi muhteliftir. Bunlardan tercih edileni 6 ay olduğudur.38 Bu konudaki rivayetlerin bir kısmında sihir yapan kimsenin Lebid bin ElA'sam olduğu geçerken bir kısmında geçmemektedir. Ancak tamamı göz önüne alındığında Hz. Peygamber'e bir sihrin tesir ettiği anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerde "büyülenmesi dolayısıyla Hz. Peygamber'e bir şeyi yapmadığı halde yaptığı hayali gelirdi" ifadesi geçmekte bu hayalinde bazı rivayetlerde hanımlarıyla cinsel ilişkide bulunmasıyla ilgili olduğu geçmektedir.39 Burada sihrin mahiyeti her ne olursa olsun, gerçekliğini ve onunla meşgul olanların bulunabileceğini inkâr etmek, onun küfür ve fitne olduğunu inkâr etmek gibi, hem Kur'an'ın açık ifadelerini inkâr hem de tarihi gerçeklere karşı cehalet olur. Hz. Peygamber'e sihir yapılması ve sihirden etkilenmesi meselesindeki sahihayn ve başka kaynaklarda geçen bu rivayetlerin ahad haberler olduğu da 36 Ahmed. Müsned IV/367; Nesâî, Ebû Abdrrahman, Sünen, Çağrı Yayınları, İst., 1992, Tahrim 20. 37 İbn Hacer, el Askalanî, Fethul Bâri Bi Şerhi Sahihi Buhari, Dâru'l Fikir, Beyrut, 2000, X/176; Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed b. Ahmed, Umdetü'l Kâri li Şerhi Sahihi'l Buhari, Dâru'l Fikir, Beyrut, 2000, X/203. 38 İbn Hacer, X/176. 39 Buhari, Tıp, 48; İbn Hanbel, Müsned, VI/ 63. 19 görülmektedir. Bu rivayetlerin Hz. Âişe’den geleni yalnızca Urve bin Ez-Zübeyr, ondan sadece Hişam bin Urve tarafından rivayet edilmiştir. Daha sonra ravi sayısı artmaktadır. Zeyd bin Erkam'dan yapılan rivayetlerde, büyüyü kuyudan çıkarmak için Hz. Ali'nin gönderilmesinden söz edilirken, Hz. Âişe’den gelen rivayetlerde Hz. Peygamber'in yanına bazı kimseleri alıp sihrin bulunduğu kuyuya gittiğinden, bazısında sihrin kuyudan çıkarıldığından, bazısında ise çıkarılmadığından bahsedilir. Bu durum bu rivayetlerde zabt yönünden bazı kusurların olabileceğini akla getirmektedir. Mutezile, konu ile ilgili rivayetleri Hz. Peygamber'in ismetine aykırı bularak reddetmiştir. "Allah seni insanlardan korur" âyeti ve inkârcıların peygambere "büyülenmiş" demelerini haklı çıkarma durumunu ileri sürerler.40 Cessas, sihrin bir aldatmaca ve göz boyamadan ibaret olduğunu, gerçek bir tesir icra etmesinin mümkün olmadığını iddia ederek, Hz. Peygamber’e sihir yapıldığı ve tesir ettiğine dair gelen haberleri reddetmektedir.41 Sihrin sabit ve bu konudaki rivayetlerin sahih olduğunu ileri süren bazı âlimler ise, aksi görüşte olanları bid'atcilikle suçlamışlardır. Bunlardan İmam Maziri, bu rivayetleri nübüvvet makamına halel getirir diye reddedenlerin mülahazalarını batıl addederek şöyle der: "Resûlüllah'ın Cenab-ı Hak'tan naklettiği meselelerdeki sıdkı hususunda delil ikame edilmiştir. Pek çok mucize onun tasdik edildiğine kesin delillerdir. Aksine delili tecviz etmek batıldır. Ancak, asıl gönderiliş gayesinin dışında kalan ve Peygamberliği de ilgilendirmeyen bir kısım dünyevi umura bir insan olarak Hz. Peygamber dahi maruzdur, hastalıklar gibi" Kadı Iyaz ise: "Hz. Âişe’nin rivayetlerinde sihir Hz. Peygamber'in aklına, kalbine, itikadına değil, sadece mübarek bedenine ve dış uzuvlarına tesir etmiştir. Hayale düştüğü şeyler, hanımlarına yaklaşacağını zannedip bunu yapamaması konusundadır. Elmalılı ise; "Resûlüllah'a sihir yapıldı da yapılan sihir iptal edildi" demekle, ona "büyülenmiştir" demek farklıdır. Büyülenmiştir demek, sihre mağlup olmuştur demek olur. Bu rivayetler mağlup olduğunu değil, bilakis mucize olarak galebesini 40 Râzî, XI/368. 41 Cessas, I/49. 20 haber veriyor ve Kur'an'ın hükmünü teyid ediyor" diyerek insanlık icabı başına gelmiş olan hastalık ve olaylardan misaller verir. 42 Süleyman Ateş, bazı İslam âlimlerinin, Hz. Peygamber'e yapılan sihrin onun aklına, kalbine, itikadına değil de bedenine, dış uzuvlarına tesir ettiğine dair iddialarını reddederek şöyle demektedir: "Elbette bu cevap tutarlı değildir. Çünkü Buhari'de bulunduğundan sağlam kabul edilen rivayette dahi peygamber, kadınlara varmadığı halde vardığını, yapmadığı halde yaptığını sanıyordu ve bu altı ay böyle sürdü" deniliyor. Bu, altı ay peygamberin hayal gördüğü anlamına gelir. Bu beden hastalığı değil, hâşâ onun akıl gücünün zayıflaması, işlevini yapamaması demektir. Bu esnada gelen vahiyleri zaptedememesi, başka şeylerle karıştırması gayet mümkündür.43 Seyit Kutup Kasimî ve Muhammed Abduh gibi alimler de bu konudaki rivayetlerin ahad haberler olup, böyle itikadi konularda delil olamayacağı ve Hz. Peygamberin peygamberliğine halel getireceği gibi sebeplerle Resûllüllah'a sihir yapılması olayını reddetmektedir.44 Bütün bunları göz önüne alarak şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür. Bu konudaki rivayetler haberi vahid ve dolayısıyla zann-ı galip ifade etmektedir. Bunu ise Ahmed bin Hanbel hariç diğer mezhepler itikadi konularda kullanmaz, ancak tüm mezhepler ameli konularda kullanırlar Hz. Peygamber'e sihir yapılma meselesi itikadi bir konu olarak ele alırsak bu hadisleri burada kullanamayız. Konunun ameli bir boyutu ise hiç yoktur. Elmalılı'nın ifadesiyle; "Haberi ahadın sıhhati itikadın caiz oluşunu ifade etse bile vücubunu ifade etmez".45 Rivayetlerin metinlerindeki çelişkili ve peygamberlik makamına yakışmayacak ifadeleri, Hz. Âişe validemizin kocasının olumsuz yönlerini açığa vurması gibi hoş olmayan bir tavırda bulunmayacağı, sihrin yapıldığını kabul ettiğimiz takdirle İslam düşmanlarını haklı çıkarma durumuyla karşı karşıya kalacağımız ve birçok istifhamları 42 Muhammed Hamdi Yazır, X/134. 43 Ateş, IV/166–167. 44 Seyyit Kutup, Fî Zilâli'l Kur'an, Dârüş-Şürûk, Beyrut 1994, VI/4008; Kasimî, Muhammed Cemâluddin, Mehasinü't Te'vil, İhyaü't- Türâsil Arabî, Beyrut, 1994, VII/417. 45 Muhammed Hamdi Yazır, X/133. 21 akla getirebileceği gerekçesiyle, Hz. Peygamber'e sihir yapılmadığı konusundaki İslam âlimlerinin görüşlerinin daha tutarlı ve haklı olduğu kanaatine varıyoruz. 3. Sihri Yasaklama ve Sihirbazların Cezasıyla İlgili Rivayetler: a) Ebû Hureyre (r.a.)'dan, Resûlüllah (s.a.v.): "Helak edici yedi şeyden sakınınız" buyurdu. "Ya Resûlellah: onlar nedir? Denildi; Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, bir hak karşılığı olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı cana kıymak, yetim malı emek, faiz kazancı yemek, düşmanla savaştan kaçmak, zinadan masum Müslüman kadınlara zina isnat etmek" buyurdu.46 b) Ebu Hureyre Resûlüllah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Helak edici şeylerden olan Allah'a şirk ve sihirden sakınınız."47 c) Ebu Hureyre rivayet ediyor: “Resûlüllah buyurdular ki: "Kim bir düğüm vurur, sonrada onu üflerse sihir yapmış olur, kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havale edilir.48 d) Cündüb (r.a)' den rivayet edilmiştir; dedi ki: Resûlüllah şöyle buyurdu: "Sihirbazın cezası bir kılıç darbesidir."49 Bunlardan başka Buhari, Müslim, Nesai, Amed ve İbn Mace'de geçen birçok rivayet vardır.50 Bu konuda ki hadislerin sihir karşısında ki tavrı açık ve net olduğundan bunlar üzerinde tartışma söz konusu değildir. Zira bu hadisler İslam’ın ruhuna uygun düşmektedirler. Ancak bu hadislere dayanarak İslam âlimlerinin sihir ve sihirbazın cezaları hakkındaki belirtmiş oldukları görüş ve hükümlerinin farklı olduğunu görmekteyiz. Bunları "Sihir ve sihirbazın hükümleri" konusunda ele alacağız. 46 Buhari, Hudud 44, Vasaya 23; Müslim, Îman, 145; Ebû Davud, Süleyman b. El Eş'as Sicistâni, Sünen, Çağrı yayınları, İst., 1992, Vasâya, 10. 47 Buhari, Tıp 48. 48 Nesâi,Tahrim 19. 49 Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İst., 1992, Hudud ,27. 50 Buhari, Tefsiru'l Kur'an, 1; Müslim, Zühd 17; Ahmed, Müsned, VI/17, 40; İbn Mâce, Mukaddime, 13; Nesâi, Tahrim, 18. 22 4. Sihirden Korunmayla İlgili Rivayetler Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim aç ve hurması cinsinden yedi tane hurma ile sabah kahvaltısı yaparsa, o gün ona hiçbir zehir ve sihir zarar vermez."51 Bu konuyla ilgili açıklama da "ihre karşı önlemler" bölümünde yapılacaktır. III. LİTERATÜRDE SİHİR Sihirde Allah'tan başkasına yönelinmesi ve bununda yasak olması nedeniyle İslam'ın ilk dönemlerinde bu konuda yok denecek kadar az eser telif edilmiştir. İlk telif İbn Vahşiyye'nin el-Filâhatü'n Nebâtiye adlı risalesidir. Yine onun es-Sihrü’l-Kebîr'i vardır. Harizmi'nin Kitabü'l Cemhere, Endülüsî'nin el-İzah ve ed-Desmasanî'nin Kitabü'l-Ammar'ı sihrin amacı hususunda ele alınmış eserlerdir. Cabir bin Hayyan, Kitabü'l Havassi'l-Kebir, Kitabü'l-Bahs, Kitabü'l-Hamsin ve Kitabü's-Seb'in adlı eserlerinde havas ve büyü konuları üzerinde durur. İslam filozofları da bu konularda risaleler vermişlerdir. İslam felsefesinde sihir konusunda sihir meselesine en çok yer veren ekol İhvan-ı Safâ olmuştur. Ele aldıkları risalelerde sihrin değişik çeşitlerine temas etmişlerdir. Sihrin bir hakikat olarak bazılarının filozoflar, bazılarının peygamberler tarafından öğretildiğini kaydetmektedirler. Yine sihri helal ve haram olarak ikiye ayırırlar. İbn Nedim'de sihri aynı şekilde ikiye ayırır. Şeriata uygun olanla ilgilenenlere "azâim ashabı", aykırı olanlarla ilgilenenlere "sihirbaz" denmektedir.52 Taleri sihrin mahiyetinde üç başlıkta ihtilaf edildiğini kaydeder. Birinci olarak sihrin, hile, hud'a ve göz boyama, ikinci olarak sihrin bir hakikat olduğu, üçüncü olarak da, bir göz değmesinden ibaret olduğunu söyleyenlerin olduğunu kaydeder.53 Zemahşeri sihri bir hile ve temvih olarak görür ve ancak Allah'ın bazen sihirbazları denemek için sihirlerinin etkisini oluşturmalarına müsaade ettiğini belirtir.54 51 Buhari, Tıp, 52; Et'ime, 43; Müslim, Eşribe, 155. 52 İslam Ansiklopedisi, Havas ilmi mad. 53 Taberi, I/643–644. 23 Bakıllani sihrin bir hayal, göz boyama türünün, bir de hakikati olan türünün bulunduğunu zikreder.55 Gazâli sihrin yıldızlara bakılarak bir takım hesaplar ve şeytana yaklaştıran küfür ve isyan içeren sözlerle yapıldığını Allah'ın da hükmünü icra ederek sihir yapılan insanda garip halleri hâsıl ettiğini belirtir ve sihri mezmum ilimler arasında saymaktadır.56 İbn-i Haldun'a göre beşeri nefisler tür olarak bir ise de, havas olarak çeşitlidir. Peygamberlerin, sihirbazların, kâhinlerin nefisleri diye bir ayırım yapar ve sihirbazların nefislerinin yıldızların ruhaniyetini, celbede bileceğini belirtir. Sihirbazların sihir, tılsım, şa'beze şeklinde üç tür işleminin olduğunu, ilk ikisinin hariçte realitesinin olduğunu, üçüncüsünü bir gerçekliğinin bulunmadığını iddia eder ve Mısır ve Hindistan'da gördüğü sihir olaylarını anlatır.57 Genelde kelamcıların karşı çıkmaları ve sihrin bilgi vasıtası ve olağanüstü işler için araç olamayacağını söylemelerine, rağmen eski kültürler ve Batıniliğin etkisinde kalan bazı bilginler konuyla ilgilenmiş ve eserler yazmışlardır. Bunlar içinde Gazali, Râzî gibi kelamcılar dahi vardır. Bunlara nispet edilen eserler gerçektende öyleyse, bu sihre meşruiyet kazandırmaz. Bunların çağın yaygın ve hâkim kanaatinin etkisi altında kaldıkları söylenebilir. IV. SİHRİN ÇEŞİTLERİ Sihir değişik bölge ve milletlerde farklı uygulamalarla karşımıza çıkar. Bu sebeple birçok çeşidinden söz edilir. Yapılış yöntemi ve amaçları bakımından sihir çeşitli tasniflere tabi tutulmuştur. Örneğin Kur'an-ı Kerim'de üç çeşit sihir karşımıza çıkar. Birincisi, Bakara 102. âyetindeki semavi güçlerden yardım alınarak yapıldığı anlaşılan sihir. Tılsım denilen ve Babiller'in de uyguladığı sihir bundandır. İkincisi Hz. Musa (a.s.) döneminde Firavun'un sihirbazlarının başvurduğu sihir çeşididir ki, daha çok 54 Zemahşeri, I/85–86. 55 Bakılâni, Ebû Bekir Muhammed b. Tayyib, Kitabul Beyan, Rağbet Yayınları İst.,1998, s.100–101. 56 Gazali, Ebû Hamit Muhammed b. Muhammed, Ihyau Ulumiddin, Trc. Ali Arslan, Akit Gazetesi Yayınları, I/22–29. 57 İbn Haldun, II/1180–1184. 24 hayal ettirme veya çeşitli alet ve maddeleri kullanmakla yapılır. Üçüncüsü de Felâk suresinde sözü edilen, ipe okunup düğüm yapmak suretiyle yapılan çeşittir. Kur’an-ı Kerim’de cinlerle insanların çeşitli temaslarından bahsedilmekle beraber58 pratik olarak Hz. Süleyman'ın cinleri istihdam edişi dışında insanların onlardan yararlandığına dair bir örnek yoktur. Buna rağmen dini literatürde, sihirbazların cinlerden istifade edişinden sıkça bahsedilir. Hadislerde, kurumuş erkek hurmanın çiçek kapçığı, saç ve tarak ile ipe okunup düğüm yapılarak büyü yapıldığından59 ilm-i nücumun bir sihir çeşidi olduğundan,60 şirke sebep olmayan rukyede bir beis olmadığından61 söz edilir. İslam bilginlerinin bir kısmı farklı taksimleri yukarıda da geçmiştir. Bunlardan başka en geniş sınıflandırmayı Fahrettin er-Razî yapmış olup sihri sekiz madde halinde sıralamaktadır. a) Yıldızlara tapınmaya ve onların âlem üzerinde etkili oldukları inancına dayanan Keldanî sihri (tılsım). Keldânîler büyücülüğün ve kâhinliğin sırrını bilmekle ün yapmışlardı. Gök cisimlerine büyük kuvvetler atfederek, bazı rakamların özelliklerinden ve tılsımlardan yararlanmak suretiyle büyü yapar ve yıldızlardan faydalanabilmek için onlara taparlardı. Hz. İbrahim, onların bu yanlış inançlarını düzeltmek üzere gönderilmiştir. b) Evham ve güçlü nefis sahiplerinin varlıklar üzerindeki etkisi ile yapılan sihir (hipnotizma). Bunlar, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü artırır, idraki gizli, kapalı şeyleri algılayacak şekilde gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları etkileyecek derecede güçlenir. Böylece istediği çok şeyleri yapar, eşyada, canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf edebilir diye inanıyorlardı. Ancak böyle bir durum ilahi ilham olmadan gerçekleşemez. Bir takım kimseler riyazet, havas, rukye, muska, uzlet vb. bazı yollarla ruh ilminin bazı garip olayları ile uğraşırlar ki manyetizma, hipnotizma, fakirizm gibi işler bu cümledendir ve sihrin en aldatıcı ve tehlikelisi budur. 58 Enam 6/128;Nisa 4/38; Zuhruf 43/36. 59 Buhari, Tıp, 47. 60 Ebû Davud, Tıp, 22. 61 Müslim, Selam, 64. 25 c) Cinlerden ve kötü ruhlardan yardım görme yoluyla yapılan sihir (azâim, teshirü'l-cin, cincilik). Aslında insanların cinlerle irtibat kurma konusu inkâr edilemez bir durumdur. Bugünkü ruh çağırma seansları düzenleyenleri (ispritizmacılar) bu cincilerden sayabiliriz. Bu üç grup sihrin en meşhurlarıdır. d) Hayal gösterme yani göz yanıltmak (illüzyon) ve el çabukluğu denilen sihirlerdir ki buna hokkabazlık ve şa'beze de denir. Bunun aslı duyuları aldatmaktır. e) Teknik hilelerle yapılan, aletlerden istifade ederek acayip şeyler göstermek sureti ile ortaya konan sihirdir ki Firavun'un sihirbazları böyle yapmışlardır. Rivayete göre onlar, ipleri, değnekleri cıva ile doldururlarmış altlarından da ısı verince veya güneşin etkisiyle ısınınca ipler ve değnekler hemen hareke geçip kaymaya ve yürümeye başlarmış. Günümüzdeki ileri teknik ürünü filmler küçülen veya büyüyen çocuklar dev hayvanlar, uçan kahramanlar… bu açıdan değerlendirilebilir. f) Bazı cisimler veya birtakım kimyasal madde ve ilaçların kimyevi özelliklerinden yararlanılarak yapılan sihirdir (havas). Büyü yapılacak kişinin yedirilen veya içirilen esrar eroin gibi maddelerle aklı çelinir, yine bu sihir çeşidinde dinin necis sayılan insan ve hayvan dışkı ve idrarları, kan kadavra veya büyü yapılacak şahsın vücuduna değmiş ona ait bir eşya, ondan alınan bir diş, tırnak, saç teli gibi maddelerde malzeme olarak kullanılır. g) Dinleyicileri yaldızlı sözlerle kandırarak, onların gönüllerini çelmek suretiyle yapılan sihirdir. Sihirbaz şarlatanlık ve çeşitli övünmelerle kendini satarak muhatabını celbeder, muhataba ümit ve korku vererek onun kalbini çelerek kendine bağlar, duygu ve düşüncülerini etkileyerek onu telkin altına alır ve yapacağını yapar. İsm-i Azam duasını bilirim der, cin çağırırım der, hünerden sanattan, paradan, kudretten, kerametten, menfaatten bahsederek karşısındakini dolandırır. ğ) Söz taşıyarak, kovuculuk, gammazlık yaparak (nemime) el altından yürütülen gizli fitne, akla hayale gelmez bozgunculuk, tahrik ve aldatmalarla yapılan sihirdir ki halk arasında en yaygın olan sihir budur. 26 Bu sayılanlar iki esasta toplanabilir: Birincisi sırf yalan dolan ve saçmalama ve iğfal olan söz veya fiil ile etki yapan sihir. İkincisi de az çok bir gerçeğin sui istimalinden ortaya konulan sihirdir.62 Bunlardan başka birde sihrin yapılış amacı bakımından ak ve kara diye ikiye ayrıldığını görüyoruz. Ak büyü; genel olarak fert ya da toplumun menfaati için yapılanı, kara büyü ise; birine kötülük yapmak, zarar vermek maksadıyla yapılanıdır.63 İslam âlimleri insan ruhunda tesir oluşturarak istek, arzu ve düşünceleri yönlendiren bütün işlemlerin sihir kapsamına dâhil olabileceğini belirtir. Buna göre günümüzde geliştirilen ve beyin yıkama olarak ifade edilen çeşitli propaganda, reklâm ve telkin metot ve vasıtaları da sihir olarak değerlendirilebilir. V. SİHRİN MAHİYETİ Sihrin mahiyeti konusundaki değerlendirmeleri iki grupta toplamak mümkündür: Birinci grupta tamamen yalan, hile ve aldatmaya dayanan söz ve fiillerle yapılan sihir ikinci grupta ise bazı bilgi, hakikat ve sanatların kötü amaçlarla kullanılmasını içeren sihir yer almaktadır. Genelde sihir hayali hakikat göstererek beşer ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirmekten ibaret olmakla beraber, bunun bir kısmı tamamen hayali, bir kısmı ise bazı hakikatlerle karışıktır. Bu nedenle bazı sihirlerin kısmi tesirlerinin olabileceğini kabul etmek gerekir. Bakara suresi 102. âyette yer alan "şeytanların öğrettiği" ile birinci türe, "iki meleğe indirilen" ile de ikincisine işaret edilmiştir. Denilebilir meleklere indirilen hakikatlerin sui istimal edilerek sihir ve küfre malzeme olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sihirle nesnelerin tabiatları değiştirilemez, fakat insanların duyu ve şuuru etki altına alınarak onlara hayaller kurdurulabilir. Hz. Musa kıssasında anlatılan bu türdendir. Firavun'un sihirbazlarının asaları asla gerçek yılana dönüşmemiş ancak insanlara böyle hayal görünmüştür. Musa (a.s.)'nın hayaller ortadan kaldırılmıştır. 62 Râzî, I/624–625; M. Hamdi Yazır, I/356–361. 63 İslam Ansiklopedisi, Büyü mad. 27 asasıyla da oluşturulan bu korku ve Sonuçta sihir mahiyet itibariyle objektif bir gerçeklik değil, bazı hakiki bilgilerin kötü yönde kullanımı sonucu yapılan bir iş, uygulama ve şer sanatıdır. Sözgelimi birileri elektrik ve ışık konularına ait bazı bilgileri kullanarak sihir yapacak olsa, elektrik ve ışığa dair bilgilerin yalın halde sihir olmasını gerektirmediği gibi, şeytanların Harut ve Marut'a öğretilen bilgilerin sihir için kullanılması da böyle sayılamaz. Bu nedenle meleklere verilen bilgileri sihir olarak nitelemek isabetli değildir.64 A. SİHRİN GERÇEKLİĞİ VE ETKİ ALANI Sihrin bir gerçekliğinin bulunup bulunmadığı konusunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları her türünün batıl ve gerçek dışı olduğunu; bazıları da, bazı türlerinin gerçek, bazılarının ise gerçek dışı olduğunu söylemişlerdir. 1. Sihrin gerçekliğini kabul edenler Ehl-i Sünnet'in büyük çoğunluğu sihrin sabit ve hak olduğunu kabul eder. Bunlar sihri hile, el çabukluğu ve tahyile dayanan sihir ve dış dünyada hakikati olan sihir diye ikiye ayırır ve asıl etkili olanın ikincisi olduğunu söylerler. İ. Şafii, Ahmet b. Handel ve Eş'ari gibi imamlar sihir ve sihirbazların varlığını bir realite olarak görürler. Karafi, İbn Kudame, Nevevi ve İbn Hacer el-Heytemi de kabul edenlerdendir. Hanefiler ise sihrin etkisinin, sihir esnasındaki duman vb. bir şeyin meshurun bedenine temas etmesiyle ancak oluşabileceğini söylerler.65 Bu kısımdaki âlimlerin dayandığı nakli deliller şunlardır: 1. Sihrin bir gerçekliği olmasaydı din tarafından yasaklanmaz ve yapana ceza verilmezdi. 2. Bakara 102. âyette ona başvurarak "karı ile kocanın arasının açılabileceği ve insanlara zarar verildiği" haber verilmektedir. Hakikati olmayan bir şeyle bunlar nasıl yapılır. 64 İlyas, Çelebi, Geçmişten Devralınan Kültürel Miras: Sihir Problemi, D.E. Araştırmaları D. 2002, sayı 9. 65 Kurtubi, EbûAbdillah, el-Cami li Ahkâmil Kur'an, Dâru'l İhyai't Turasil Arabî, Beyrut, 1985, II/42– 46. 28 3. Felak süresinde "Düğümlere üfleyen sahirlerin şerrinden Allah'a sığınılması" istenmektedir. Hakikati olmayandan niçin istiaze istensin. 4. Araf 116 ve Tâhâ 66. âyetlerinde sihirbazların insanlara nesneleri olduklarından farklı gösterdikleri bildiriliyor. 5. Hadislerde Hz. Peygamber'e sihir yapıldığı ve Allah'ın da ona şifa verdiğinden bahsediliyor.66 Karafî bu konuda sahabenin icmai olduğunu kaydediyor.67 Akli olarak da; tarihin eski devirlerinden beri insanların sihrin varlığı ve etkisini kabulü ve İslam ulamasının bu konudaki ittifakını delil olarak ileri sürerler.68 Bunlar sihir vasıtasıyla "karı ile kocanın arasının açılabileceğini"69 ve "nsanlara korku salınabileceğinin"70 haber verildiğini söyleyip onun tesirinin olduğunu ileri sürmekte "Allah'ın izni olmadan kimseye zarar veremeyeceğinin"71 bildirildiğini söyleyerek de onun etkisinin mutlak olmadığını savunurlar, Ancak bunlar sihrin etkisi konusunda özellikle de, sihrin nesnelerin tabiatını değiştirip değiştiremeyeceği noktasında ihtilafa düşmüşlerdir. Karafı, çoğunluğun, sihrin nesnelerin tabiatını değiştiremeyeceği görüşünde olduğunu kaydeder.72 2. Sihrin Gerçekliğini Kabul Etmeyenler Sihir diye bir şey olmadığını söyleyen Cessas, İbn-i Hazm, Zemahşeri, Kâdi Abdülcebbar, Mutezile ve son dönem âlimlerinden Muhammet Abduh, Reşit Rıza, Tantavi, Cevheri ve Ahmet Mustafa Merâğî gibileri ise onun bir tesirinin olmadığını iddia derler.73 Bu görüşü savunanların dayandığı nakli deliller şunlardır. 66 Sâbûnî, Muhammed Ali, Revaiü'l Beyan, Beyrut, 1977,I/79–80. 67 Karafî, Ebu'l Abbas Ahmed b. İdris, el-Furûk, Dâru'l Kütübi'l İlmiye, Beyrut, 1998, IV/150. 68 Kurtubi, II/46. 69 Bakara 2/102. 70 Araf 7/116. 71 Bakara 2/102. 72 Karafî, IV/139. 73 Cessas, I/43; İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, el-Muhalla, Dâru'l Fikr. Beyrut, ty. I/36; Zemahşeri, II/544; M. Reşit Riza, Tefsîru'l Kur'ani'l Hakim, Dâru'l Menar, Mısır, 1954, I/400. 29 Tâhâ süresinin 66, 69 ve Arâf süresinin 116. âyetlerinde onun bir tahyil ve göz boyamadan ibaret olduğu; Tâhâ 80. ayette ise sihirbazın gittiği yerde iflah etmeyeceği ve yaptığı işin başarılı olamayacağı bildirilir. Cessas, Bakara 102. âyetteki, sihrin karı ile kocanın arasını açması meselesini sihirle amel edenin küfre düşüp nikahının bozulması anlamında anlar.74 Reşîd Rıza, "Ku’an'ın kıssaları ibret ve nasihat içindir, âyette anlatılan sihrin gerçekliğinin olup olmadığı değil, o günün insanlarının sihir konusundaki inanç ve telakkileridir." der. Muhammet Abduh ise, Felak süresinde geçen sihir türünün de üfleyip düğümler atarak, öldürücü ilaçlar vererek ve nemmâmlık yaparak insanlara zarar vermeye çalıştıklarını, bu nedenle Allah'ın bunlardan, insanların kendisine sığınmasını emrettiğini beyan eder. 75 Bunlar akli delil olarak şunları ileri sürerler: Sihirbazlar iddia ettikleri şeyleri yapacak olsalar mucize ile karışır ve mucize peygamberin delili olmaktan çıkar. Sihirbazların yaptıkları işler tecrübe ile denenecek olsa, doğru olmadıkları ve vehimden ibaret oldukları görülür. Yine, eğer sihirbazlar iddia ettikleri şeyleri yapmaya kâdir olsalardı, kendilerine hazineler bulur, kendilerine gelen kötülükleri defeder, düşmanlarını kahreder, kralları alt edip yerlerine geçerlerdi. Oysa sihirbazlar insanların en fakir ve güçsüzleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar.76 Netice olarak şunları söyleyebiliriz: Çoğu meselede olduğu gibi âlimlerimiz sihrin gerçekliği ve tesiri konusunda da ihtilaf etmiştir ve sihrin hakikati ve tesiri konuları birbirlerini gerektiren şeyler olmamakla beraber sanki birbirine karıştırılmıştır. Hakikati var diye etki edecek anlamı çıkmadığı gibi, hakikati yok diye etki etmeyecek anlamı da çıkmaz. Meselenin temeli aslında meshurun psikolojisine dayanır. Eğer bir insan bu konulara hiç inanmıyorsa ve kendisine sihir yapıldığını hiç düşünmeyecek olursa ona sihrin hiçbir etkisi olmaz. Sihirbazlar insanların fobi ve korkularını istisrmar etmekte, gerçekliği olmasa bile bu yolla insanları etkilemektedir. Günümüzde, sihrin en etkili yollarından biri denebilecek olan "telkin" ile, yani yaldızlı sözler, aldatıcı davranışlar ve yalan-dolan haberlerle insanların kafası karıştırılarak, fikirleri çelinerek kanaatlerini değiştirmenin mümkün olduğu görülmektedir. Bu iş, söz, resim, yazı, film, yalan haber, bir ismi de sihirli kutu olan televizyon ile gayet kolaylıkla ve yaygın bir 74 Cessas, I/57. 75 Reşid Rıza, I/399. 76 Cessas, I/48. 30 şekilde yapılabilmektedir. Yine hipnoz, illüzyon gibi yollarla neler yapılabildiği ve nasıl aldatılabildiği bir gerçektir. Ama bunlar da dahi eğer kişi iradesi güçlü ve ona hâkim ise kimsenin böyle kimselere etki edemeyeceği açıktır. Görülüyor ki âlimlerimizden bir kısmı sihrin hayalden ibaret olan kısmına bakıp onun yokluğuna, diğer kısımlarına bakanlar da varlığına inanmışlardır. Adına ve mahiyetine her ne dersek diyelim, ortada hem nakli hem de akli ve tarihi bir gerçeğin olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. 3. Sihrin Meydana Gelmesi ve Tesiri Sihrin varlığını kabul edenler, etkisi hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Yine tesiri ve oluşumunun psikolojik sebeplere mi, yoksa maddi unsurlara mı dayandığı noktasında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır. İbn Haldun; "Sihir, kişilerin nefs ve ruhlarının eseridir. İnsan nefsinin bu gibi tesirlerinin bulunduğu, nefsin bazen tabi ve cismani olan sebeplerden başka, insan bedenine tesirler yapmasıyla ispat edilebilir. Sevinç ve neşe gibi sebeplerden doğmuş olan sıcaklık, bazen de vehme kapılmak ve ruhi olan tasavvurlar gibi geçici sebepler bu cümledendir. Tabi olan sebep ve tesirlerden başka, nefs bu yolda insan bedenine tesir ediyorsa, nefsin kendi bedeninden başkasına da tesir edebilmesinin mümkün olabileceğini gösterir. Çünkü nefsin kendi bedenine ve kendi bedeni cinsinden olan bedenlere tesiri birdir. Nefs, bedende yerleşmiş ve karar bulmuş değildir. Bu da nefsin diğer bedenlere tesir edebileceğini gösterir."77 der. İbn Teymiye de "sihirle uğraşmanın gizli ve batıl bir işle meşguliyet olduğunu söyler, sihir yapabilme kabiliyetine erişebilmek için bu tür kişilerin zühd ve riyazetle meşgul olduklarını, günlük işlerden ve şehvetlerden uzak kaldıklarını belirtir. Bu davranışlarının sonucunda da Allah'tan şüpheye düştüklerini, şeytana ibadet eder hale geldiklerini söyler ve yaptıkları, yalanları nakletmektir "78der. Sihrin oluşumu için ileri sürülen bir görüş de; tüm beşeri varlıklarda bulunan sihir kuvvetinin, riyazet ile fiili hale geçirildiğidir. Buda her çeşit ululama ve ibadetle, 77 İbn Haldun, II/1186–1187. 78 İbn Teymiyye, Takuyyiddin Ebi'l Abbas Ahmet, Mecmuu!l Fetevâ, Dâru'l Kütübi'l İlmiye, Beyrut, 2000, I/266. 31 yıldız ve gezegenlerin ruhaniyetlerine yönelmekten ibarettir. Bundan dolayı sihir küfür sayılır. Yani küfür, sihrin mana ve sebeplerindendir.79 İbn Nedim sihirbazları ikiye ayırır. Bunlardan biri olan "sahara"; şeraite uymayan gruptur. Bunlar cin ve ruhları, hediyeler ve Allah'ın hoşuna gitmeyen; ibadetleri terk, kan dökme, yakın akraba ile evlenme vb. haram işleri yapmakla kendilerine köle edinenlerdir. Diğeri muazzimun'dur. Bunar şeriati kabul eden, Allah'a itaat ve dua eden, maddi arzulardan vazgeçen ve zahidce yaşayarak cin ve ruhları kendilerine tabi kılmaya muvaffak olanlardır. Her iki grup ta yüzükler, tılsımları halkalar ve tütsü gibi araçlar kullanarak sihir yaptıklarını söylemektedir.80 İbn Kayyım sihrin oluşmasında okuyup üflemenin tesirli olduğu söyler. Felak suresinde buna değinilmiştir. Nefis öfke ve çatışmaya göre şekillenir. Nefesleri nefsin oku olarak gönderir. Büyücüler, meshurun vücuduyla doğrudan ilişki kurmaz, düğümlere üfler ve onu bağlar, büyülü kelimeleri söylerler. Bunları kötü cinler vasıtasıyla yaparlar.81 Hanefi âlimleri şöyle der: "Duman ve benzeri şeyler meshurun bedenine ulaşırsa kişide sihir meydana gelebilir. Bunlar kişinin bedenine ulaşmadan hastalık ve ölümün meydana gelmesi mümkün değildir."82 Sihrin tesiri konusunda da farklı görüşler vardır. İbn-i Haldun, sihirle ancak para ile satın alınarak mülk edinilen, alınan ve satılan eşya, hayvan ve kölelere tesir edilebileceğini, hür insanlara tesir edilemeyeceğini söyler.83 Bazı Hanefi âlimleri, sihrin aslının tılsımlardan ibaret olduğunu, güneşin Firavun'un cıva dolu değneklerine tesiri bazı yıldızların sihirde tesirli olduğu, ya da 79 Kurtubi, II/44. 80 İslam Ansiklopedisi, Havas mad. 81 İbn Kayyım, IV/11. 82 İbn Kudâme, X/113. 83 İbn Haldun, II/1186. 32 şeytana tazimden kaynaklandığını söylerler. İmam Şafii'ye göre ise sihir hastalık ve vesveseden ibarettir.84 Kurtubi bu konuda şöyle der: "Sihrin aslı bir nesneyi kurnazlıkla aslının tersine göstermek ve hayal ettirmeden ibarettir. Sihirbaz, kişiyi olanın tersine hayal ettirir. Kişinin suyu hayal ederek serap görmesi ya da denizde gemi seyrederken ağaç ve dağlarında onunla birlikte gittiğini zannetmesi, sihrin tesirinin de bu kadar olduğunu gösterir.85 İbn-i Kudame, "sihrin tesirlerinden biri olan, gerdek gecesi damadın bağlanmasına değinir. Bu bağlama ve düğümün çözümünden sonra bu durumun ortadan kalktığı ve bu durumun inkârı mümkün olmaya bir durum olduğunu söyler"86 İbn Kayyım sihrin tesiri konusunda şöyle der: "Büyücülere göre büyülerin tesiri ancak korkak ve süfliyata bağlı şehvani nefislerde tam olur. Bu yüzden çoğunlukla kadınlarda, çocuklarda, cahillerde ve dinden, tevekkülden, tevhitten nasibi zayıf olanlar ile dualar ve nebevi sığınmalardan nasibi olmayanlarda etkisini gösterir.87 Fazlu'r Rahman; "Sihir eşyanın özüne değil, psikolojik tavırlara etki eder"88 der. Neticede anlaşılıyor ki sihrin tesiri psikolojiktir ve inkâr edilmez bir gerçektir. Fazlu'r Rahman'ın dediği gibi, Hz.Musa'ya (a.s.) karşı gelen Firavun sihirbazları sadece oradaki insanların gözlerini boyamışlardır. Bu sebeple sihir bir hiledir. Fakat bu gerçeksizliğine rağmen büyünün gerçek olan bir psikolojik etkisi vardır. Mesela Harut ve Marut kıssasında, sihri öğrenenlerin, kocaları karılarından psikolojik bir yönlendirme ile ayırdıkları belirtiliyor.89 4. Toplumda Sihir İslam öncesi Türk toplumunda faaliyet gösteren Şamanlar, Budist ve Maniheist rahipler, Türklerin İslama girişi ile mesleklerini kaybetme endişesiyle İslama karşı 84 Kurtubi, II/44. 85 Kurtubi, II/43. 86 İbn Kudâme, X/114. 87 İbn Kayyım, IV/116–117. 88 Fazlu'r Rahman, İslami Bilimde Metodoloji Sorunu, Ankara Okulu, Ankara, 2001, s.145. 89Fazlu'r Rahman, Ana Konularıyla Kur'an, trc. Alparslan, Açıkgenç, Ankara Okulu, Ankara, 2005, s,120. 33 koymak istediler. Bunda muvaffak olamayacaklarını anlayınca da yeni ortama ayak uydurmaya ve mesleklerini devam ettirebilmek için de Müslümanlar arasındaki yaygın hurafelerden yararlanmaya çalıştılar.90 Bu hurafelere Kur'an'dan âyetler de katarak İslami bir kılıfa bürümede muvaffak odular. Zamanla bu Şaman (kam) lar eski fonksiyonlarını yitirdiler. Bunların dini fonksiyonlarını derviş, âşık, şeyh, veli gibi kimseler; hekimlik fonksiyonlarını da ocaklılar, emçi kadınlar, kırık çıkıkçılar aldı. Gelecek ve geçmişten haber verme fonksiyonunu falcılar, büyücüler, cinciler paylaştı. Günümüzde bu tipler hem bu isimlerle ve hem de farklı isimlerle faaliyetlerini devam ettirmektedir. Medyumlar, Astrologlar, İllüzyonistler, hokkabazlar vs. bunlardandır. Günümüzde herkesimden insanlar çok farklı amaçlarla bu tiplere müracaat etmektedir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: Çocuğu olmayanlar, Akli meleke ve fiziki fonksiyonlarında bozukluk olanlar, ailevi problemi olanlar, mesleki kariyerinde yükselmek isteyenler, geleceği ile ilgili bilgi elde etmek isteyenler, kendini, ailesini, malını korumak isteyenler, bir nevi ak büyü denilen işlemleri yaptırmak için bu kimselere başvururlar. Bunun yanında kötü amaçla yapılan ve yaptırılan kara büyülerde yaygındır. Bunlar; karı-koca veya başka kimselerin arasını açmak, insanının bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsi gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına canına hayvanına zarar vermek, kız kaçırmak gibi maksatlarla yapılanlardır. Yine işinde tılsımlı yazılar, şekiller, âyetler, dualar bulunan muskalar muhabbet ve şifa maksadıyla, düşmanlık, cin, hasım ve benzerinden korunmak için muskacıya yazdırılır. Yapılış amacı ve yapılan bölgeye göre, yapılan sihir işlemlerinde çok farklı nesneler kullanılmaktadır. Muska, saç, elbise parçası, tırnak, sabun, iğne, resim, ip, tespih, çakı, kilit, düğme, at nalı, kurşun, yumurta horoz kanı… bunlardandır. Yapılan sihir ise genelde boyun, koltuk altı, cep, yatak ve yastık altı, kapı eşiği, ocak arkası, merdiven dibi, kör kuyu, mezar gibi yerlere konulur.91 İnsanların bu gibi yollara başvurmasında gerek tıp ve gerekse de din anlamında halkımızın yanlış ve eksik bilgi sahibi olması temel etkenlerdendir. Tıbbi tedaviye 90 Abdulkadir, İnan, s.208–228. 91 İslam ansiklopedisi, Büyü mad., Yaşar, Kalafat, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 1987, s.279. 34 ihtiyacı olan hastalar, bu gibi yerlere ve kişilere başvurmakta, bunların ise ne tıp ne de din yönünden bilgileri bulunmaktadır. Kırsaldaki vatandaşlarımız doktor yerine kolay ve masrafı az diye üfürükçüye giderken, şehirlerimizde gelir ve eğitim düzeyi yüksek ancak dini bilgisi zayıf olan kimseler de, ailevi ve kişisel sorunları için büyü yaptırarak problemi kolayca çözmek gayesiyle büyücülere başvurmaktadır. Neticede hem bu kimseler gayelerini erişemiyor hem de maddi ve manevi açıdan zarar görüyorlar, diğer taraftan da İslam'ın adını lekeliyor, insanların gözünde dini ve dindarları küçük göstermiş oluyorlar. Ayrıca günümüzde yazılı ve görsel basında sihir ve kehanetle ilgili yaygın faaliyetler görülmektedir. Modernist geçinen gazetelerdeki fal köşeleri ve yine aynı dünya görüşüne sahip televizyonlardaki "sihirli", "cadılı" diziler, filmler, uçan kahramanlar, konuşan hayvanlar, şekil değiştiren, bir anda yok olan varlıklar, bir hareketle istediğini yapabiliyormuş gibi gösterilen insanlar ve başka birçok programların hepsi hakikati olmayan sihir olarak değerlendirilebilir. Yine ekranlarda görülen illüzyonist ve hokkabazların kendilerini has bir takım yetenekleriyle yaptıkları gösteriler de aynıdır. Bütün bunlar ve bu istikamette değerlendirilebilecek faaliyetler İslami açıdan masum değildirler. Kimi itikadi, kimisi de ahlaki açıdan problem oluşturmaktadır B. SİHİRDEN KORUNMA, SİHRİN TEDAVİSİ VE MUSKACILIK İnsanın sihirden etkilenmemek için iradesini güçlendirmesi, kalbini takviye etmesi gerekir. Bunun yolu da Allah'a olan inanç, güven ve tevekkül duyguları güçlendirmek, Allah'ın himayesi altında olduğuna ve o dilemedikçe kimsenin ve hiçbir şeyin zarar veremeyeceğine inanmaktır. Daima Allah'a sığınma, dua etme ve O'na kulluk yapmaktır. Yine sürekli muavvizeyn ve Âyetel-Kürsi gibi sureleri de okumak tavsiye olunmuştur.92 Yine dua ve sureleri okuyamayan okuyamayacak durumda olanlar, özellikle çocuklar için, rukye denilen, şirk ve küfür içermeyen, Kur'an ve sahih hadislerden sure ve duaları yazıp asmak da caiz görülmüştür.93 92 Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylü'l Evtar, Dâru'l Fikr, Beyrut, 1998, VIII/654–655. 93 Canan, VIII/95. 35 Sihrin tedavisi için ise, sihrin varlığını kabul eden İslam âlimleri bazı tavsiyelerde bulunurlar. Bunlardan İbn Kayyım sihrin iki çeşit tedavisinden bahseder: 1. Sihirde kullanılan şeylerin çıkarılması ve iptali. Nitekim Resûlüllah böyle yapmıştır. Bu sihrin en iyi tedavi yoludur. Pis maddenin vücuttan çıkarılıp atılması gibi insanı rahatlatır. 2. Sihir eziyetinin ulaştığı yerin boşaltılması sihrin tabiatta ve mizacın bozulmasında etkisi vardır. Sihrin etkisinden zarar gören yere hacamat yapılması tedaviyi sağlar.94 Sihrin sihirbaz tarafından tedavi edilmesi hususunda da âlimler ihtilaf etmiş, Said b.el-Müseyyeb, Ahmet b.Hanbel, El-Müzeni bunu caiz olduğunu, Hasan Basri ise kerih olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafii nüşre denilen, cin çarptığını zannedenin tedavi edildiği okumada bir beis olmadığını söyler, İbn Hacer, nüşrenin iki çeşit olduğunu, bunlardan birincisi; sihrin, Kur'an'dan dualar ve meşru zikirlerle tedavisidir der. İkincisi ise sihrin şeytanlardan yardım alınarak sihirle çözülmesidir ve haramdır. Peygamberimizin yasakladığı nüşre95 bu olduğunu ve sihrin bazen meşru olan rukye, dua ve muska ile çözülebileceğini belirtir.96 İbn-i Kayyum, sihri tedavi usullerinin en faydalısı ilahi ve manevi tedavi şekilleridir. Onun ilaçları bizzat faydalıdır, zira sihir süfli ve habis ruhların tesirinin neticesidir. Bunun izalesi de ancak ona muarız ve mukavim olan zikirler, âyetler ve dualarla mümkündür. Bütün bunlar daha kuvvetli ve daha tesirlidir. Bu, muskadan da tesirlidir der.97 İbrahim Canan, Nesaî'de geçen: "Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur ve sonra da ona üflerse sihir yapmış olur. Kim bir sihir yaparsa küfre düşmüş olur. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havale edilir."98 Hadisinin açıklamasında şöyle der: "Bu hadiste geçen asma meselesine gelince; bununla büyüklerin veya küçüklerin boyunlarına fayda maksadıyla asılan muska, nazarlık gibi şeyler kastedilmiştir. Ziynet için takılan şeyler buna dâhil değildir. Bazı âlimler bundan maksat; cahiliye devrinde boncuklardan, vahşi hayvanların tırnak ve kemiklerinden mamul kolyelerdir, der. Hadiste geçen yasağı oldukça kayıtlar. Bunlara göre Kur'an âyetlerinden, Allah'ın isimlerinden yazıp asılacak 94 İbn Kayyım, IV/114. 95 Ebû Davud, Tıp 8. 96 İbn Hacer, X/183. 97 İbn Kayyım, IV/116–117. 98 Nesâi, Tahrim 19. 36 muskalar bu yasağa girmezler hatta bunlar câizdir. Nitekim Abdullah b.Amr'ın çocuklara bu çeşit şeyler astığı rivayet edilir. Bazı âlimlerde: Burada takbih edilen husus faydanın celbine ve zararın def'ine inanılarak yapılan asmadır, değilse teberrük gayesiyle yer verilen asmalarda mahzur yoktur, câizdir, demiştir.99 Elmalılı ise, İkrime gibi bazı âlimlerin mesh etmeyi, üflemeyi caiz görmediğini, şöyle açıklar: "Bundan maksatları, tükürüklü üfürükler ve sinirleri bozacak sıvazlamalar olsa gerektir, yoksa şeytani habis üfürmelere mukabil kudsi Rahmani üfürmeler ve nefesler dahi bulunduğu ve maneviyatın maddiyata, maddiyatın maneviyata geçmesi için velev ki cüz'i olsun, bir âdi sebebe teşebbüs dahi gerektiği inkar olunamaz.100 Şevkani, kadını kocasına sevdirmek için yapılan muska caizdir. Çünkü bu sevdirme bir bakıma ziynet ve süsleme gibidir, 101der. Netice olarak İslam âlimlerinin genel kabulüne göre; Kur'an ayetleri, dualar, zikirler ile hem sihirden etkilenmemek, hem de vâki olmuşsa kurtulmak için önlem alınabilir. Gerektiğinde sözlü duanın yanında fiili ve hatta yazılı dua dahi etkilidir, câizdir. Ancak bu dualarda ve bu işlemlerde tevhide aykırı ve şirki çağrıştıracak mahiyet olmamalıdır. Nüşre ve muska konusundaki yasaklar, bunların içeriğinde böyle tevhide aykırı, küfrü gerektirici ifadelerin geçmesindendir. Nitekim Peygamberimize rukyenin sorulması üzerine içinde şirk bulunanın yasak olduğunu beyan etmiştir. İnsanların Allah'a tevekkülü bırakıp, sadece okuma ve üflemeye bel bağlaması, şifayı bu işi yapanlardan beklemesi, okuyan ve bu işleri yapanlarında neticeyi Allah'ın belirleyeceğine değil de kendilerinin bu işte etkin olduğunu düşünmeleri bu konunun sakıncalı boyutlarındandır. Allah'a sığınarak, şifayı O'ndan umarak okuyup üflemekte bir mahzur yoktur. 99 Canan, VIII/95. 100 M,Hamdi, Yazır, X/163. 101 Şevkânî, VIII/639-640 37 VI. SİHRİN BAZI OLGULARLA ALAKASI A. SİHİR İLE MUCİZE VE KERAMETİN MUKAYESESİ Allah'ın sünnetullah denilen kanunlarını ve sebep sonuç ilişkilerini kendi kudretiyle bir an için değiştirip, irade ve gücünü dilediği şekilde tasarruf etmesine "şüzuzât-ı kanuniye" (kanun istisnaları) denir. Bunların peygamberlerden peygamberliklerini ispat için sadır olanlarına "mucize", veli kullardan sadır olanlarına "keramet" denir.102 Sihir ise bir çok yönüyle âdetin dışına çıkan bir hadise olması dolayısı ile aynı mahiyetteki mucize ve keramete benzer. Âlimler, bunların karıştırılmaması için aralarındaki farkları açıklamaya çalışmışlardır. Filozoflara göre mucize ile sihir arasındaki fark şudur: Mucize nefiste tesir husule getiren ilahi bir kuvvettir. Bu yüzden mucize gösteren kimse, bu husustaki fiili itibariyle Allah'ın ruhu ile desteklenmiştir. Sihirbaz ise sadece kendi kendine ve ruhi kuvveti ile ve bazen de şeytanların, imdadına koşmalarıyla söz konusu tesiri meydana getirebilmektedirler. Bu durumda, esas itibari ile aklen, hakikaten ve zat itibari ile ikisi arasında fark vardır. Bazı mutasavvıfların ve keramet sahiplerinin de âlemdeki ahvalde sihir cinsinden sayılmayan bir takım tesirleri mevcuttur. Bu tesir sırf ilahi imdat ve destek ile hâsıl olur. Mucize, Allah'ın ruhunun imdadı ve ilahi kuvvetlerle meydana geldiğinden sihrin hiçbir çeşidi onun karşısında tutunamaz. Kelam âlimlerine göre sihir ile mucize arasındaki fark tahaddiye racidir. Tahaddi mucizenin, iddiaya uygun olarak meydana gelmesini dava etmektir. Böyle bir tehaddide bulunma imkânı sihirbazların elinden alınmıştır. Bu sebeple onlardan böyle bir şey vaki olmaz.103 İmam Maziri de bu konuda şunları söyler: "Sihir, mucize ve keramet arasındaki farka gelince; sihir bir kısım sözler ve fiillerin yardımıyla vukua 102 İsmail Karaçam, Sonsuz Mucize Kur'an, Çağ Yayınları, İst., 1987, s.22–57. 103 Bakılâni, s.116. 38 gelir ve sihirbaz arzusuna ulaşır. Keramet buna muhtaç değildir, kendiliğinden, tevafuken meydana gelir. Mucize ise, keramet ve sihirden tehaddi ile ayrılır.104 B. SİHİR İLE KÂHİNLİĞİN MUKAYESESİ Kâhin, gelecek zamanda olacak şeylerden haber alıp vermeye uğraşan ve sırları bilmek iddiasında bulunandır. Bunların kendilerine tabi bir cinlerinin olduğu söylenir. Veya bunların bazıları da soran kimsenin sözünden, fiilinden halinden istidlal ile üstüne vurduracak birtakım sebepler mukaddimesiyle işler hakkında çoğu tahmine dayanan yalan yanlış bilgilerle insanları aldatan kimselerdir. Bu sonunculara 'Arraf' da denir. Çalınan şeyin ve yitiğin yerini bildiklerini de iddia ederler.105 Burada karşımıza cinlerin gaybi bileceği ya da gaybdan haber alabileceği ya da bunları yapamayacağı meselesi çıkar. Kur'an açık ifadeyle göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.106 Ve ancak dilerse peygamberlerine gaybı bildirir.107 Cinlerin gökyüzünde kulak hırsızlığı yapması önlenmiştir.108 Bu bilgiler ışığında kâhinlerin cinlerden, gelecekten bir bilgi edinmeleri muhaldir. Belki uzun süre yaşamaları ve görünmez olmaları dolayısıyla bazı eski bilgilere ve gizli hallere muttali olup bunları irtibatlı bulundukları kimselere iletiyor denilebilir. Çünkü cinlerle insanların ilişki kurabileceğini İslam âlimleri de kabul ediyor. Ve bazı insanların gerçekten görmedikleri olaylar hakkında çoğu tahmine dayalı ve yanlış olmakla birlikte doğru bilgiler de söyledikleri bir gerçektir. Sihrin bir kısmında da cinlerle ilişkiden söz ediliyorsa da kehânet ve sihrin geçekleşme biçimleri farklıdır. Kehanet daha çok bilgi vermeye dayanır. Sihir de ise insanları etkilemek, batılı hakikat göstermek, insanları hayale kaptırmak gibi işler vardır. Ortak noktaları her ikisinin de yasaklanmış olmasıdır. Sihrin yasaklığıyla ilgili rivayetler yukarıda geçmişti. Kâhinlik için ise peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Her 104 Canan, VII/187. 105 İbn Esîr, en-Nihayetü fî Garibi'l Hadis ve'l Eser, Dârü'l Fikr, Beyrut, 1979, IV/40. 106 Neml 27/65. 107 Cin 72/26–27. 108 Hicr 15/16–18. 39 kim Arraf’a veya Kâhine gider de onu tasdik ederse onun, kırk gün namazı kabul edilmez."109 C. SİHİR- MELEK İLİŞKİSİ Melekler Allah'ın emriyle hareket eden, O'nun emirlerine asla karşı gelmeyen ne emredildiyse yapan varlıklardır. Meleklerin sihir ile ilişkisi Bakara 102. âyetteki Harut ve Marut kıssasıyla gündeme gelmiştir. Sihrin bir hakikati olduğunu ve tesir edebildiğini kabul eden âlimler, âyette geçen "ma" edatını mevsul olarak alırlar ve şöyle mana verirler; "… fakat o şeytanlar küfrettiler. İnsanlara sihir ve Babil'de Harut ve Marut atlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı…"110 Ayetteki "ma"yı nafiye alanlar ise ayete; "… Babil'de Harut ve Marut denilen iki meleğe bir şey indirilmemişti…" şeklinde anlam vermişlerdir. Bunlardan olan Ebû Müslim bu görüşüne birkaç yönden delil getirmiştir: Birincisi; sihir şayet onlara indirilmiş olsaydı, onu indirmiş olan Cenab-ı Allah olurdu. Bu ise caiz değildir. Çünkü sihir, küfür ve abesle iştigaldir. Bunu indirmek Allah için uygun düşmez. İkincisi; Allah'ın "… fakat şeytanlar insanlara sihri öğreterek kafir olmuşlardı…" ifadesi sihir öğretmenin küfür olduğunu gösterir. Melekler eğer sihir öğretiyorlarsa kâfir olmuş olmaları gerekir, bu ise batıldır. Üçüncüsü; peygamberlerin sihir öğretmek için gönderilmeleri caiz olmadığı gibi bu, melekler hakkında da hiç caiz değildir. Dördüncüsü; sihir ancak kâfirlere, fasıklara ve inatçı şeytanlara izafe edilir. Allah'ın nehyettiği ve azapla tehdit ettiği bir şey Allah'a nasıl nispet edilir? Sihir batılı hak göstermek değil midir? Allah'ın sünneti ise onu iptal etmek şeklindedir. Ebû Müslim devamla; "Şeytanlar sihri Hz. Süleyman ondan uzak olduğu halde, Süleyman'ın mülküne nispet ettikleri gibi, o iki meleğe indirilen şeyi de onlara indirilen şey sihir olmaktan uzak olduğu halde sihre nispet ettiler." Eserinde Râzî Ebû Müslim'in bu görüşlerini değerlendirdikten sonra şöyle der: "O iki meleğe indirilen şey şeriat, din ve hayra davet idi. O iki melek insanlara kendilerinin kabul edilmek ve kendilerine tutunulmak üzere gönderilmiş olduklarını "biz ancak bir imtihan vesilesiyiz, sakın inkâr etme" sözleriyle te'kit ederek, sadece 109 Müslım, Selam, 125. 110 M. Hamdi, Yazır, I/370; Ateş, I/155. 40 bunları öğretiyorlardı. İnsanlardan bir grup onların söylediklerine tutunurken, diğer bir grup buna karşı çıkarak bundan saptı."111 Konuyla ilgili olarak Elmalılı'da şunları söyler: "Harut ve Marut isimli meleklere indirilen ve Babil halkından çoğuna ilham yoluyla öğretilen şeyler aslında sihir değildi. Fakat sihir olarak da kullanılabilir ve böyle kullanılınca küfür olurdu. Bunun için âyette bunun sihir olduğu zikredilmiştir. Aslında her bilgi böyledir. Haddi zatında her ilim hürmete layıktır. Fakat büyüklüğü ölçüsünde ve ilim olması bakımından hayra ve şerre müsaittir."112 İlim iyiye kullanılırsa zehirden ilaç, kötüye kullanılırsa ilaçtan zehir yapılır. Atomdan enerji ve bomba yapılması da böyledir. Öz olarak ilmin hiç biri haram değildir, şerrinden emin olmak için sihir öğrenmek bile böyledir. D. SİHİR, CİN-ŞEYTAN İLİŞKİSİ Cinler ateşten yaratılmış, akıl ve irade sahibi, latif, görünmez varlıklardır. Cinlerin de insanlar gibi yeryüzünde olduğu, kâfirlerine şeytan ismi verildiği belirtilmektedir. Kur'an'da İblis'in cinlerden olduğu geçmektedir.113 İslama göre cinler, akıl ve irade sahibi olmaları dolayısıyla mükellef varlıklardır. Kur'an'da onların Hz. Musa (a.s.) ve diğer peygamberlerle ilişkilerinden bahsedilir. Hz. Peygambere de bir kısmı iman etmiştir.114 Bakara suresinde sihrin şeytanlarla alakası ve bilhassa Yahudilerin bununla meşguliyetleri haber verilir. "onlara ne zaman Allah katından yanlarındaki (kitabı) tasdik edici bir peygamber gelse, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı sanki onlar (hakikati) bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkasına atmıştır. Şeytanların Süleyman'ın mülkü aleyhine uydurup takip ettikleri şeylere uydular. Oysa Süleyman asla kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfirlerdir ki insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı."115 111 Râzî, I/629–630. 112 M. Hamdi, Yazır, I/370. 113 Kehf 18/50. 114 Ahkâf 46/29–30; Enam 6/130. 115 Bakara 2/101–102. 41 Bazı âlimlere göre sihrin kaynağı şeytanlardır. Semanın duvarlarını dinlerler ve işittiklerine yalanlar katarlardı, sonra bunları kâhinlere naklederler ve bunlardan kitaplar meydana getirirlerdi. Bunlar insanlara bu kitapların içerdiklerini onlara isnat ederek öğretirlerdi. Bu inanç, Süleyman (a.s) zamanında çok yaygındı. Öyle ki sihrin ve tabiat ile cinler üzerinde icra ettiği hâkimiyetin kaynağı Hz. Süleyman'a nispet ediliyordu. Yahudiler de Hz. Süleyman'ın bir peygamber değil, bir sihirbaz olduğunu iddia ediyorlardı.116 İşin hakikatini ortaya koymak için Baraka 102. âyet nazil olmuştur. Âyette de görüldüğü gibi şeytanlar hem kendi uydurduklarını, hem de iki meleğe indirilen ve sihir olarak da kullanılabilecek bilgiyi insanlara öğretiyorlardı. Hz. Süleyman'a rüzgâr ve cinler musahhar kılınmış ve kötülüğe tevessül etmeleri önlenmiştir.117 Bu âyetler Yahudilerin bütün iddialarını reddetmektedir. 116 İbn Manzur, VI/11–12; İslam Ansiklopedisi, MEB, Sihir mad. 117 Sâd 38/36–39. 42 İKİNCİ BÖLÜM I. SİHİR ÖĞRENMENİN HÜKMÜ Sihir öğrenmenin mübahlığı, haramlığı ve küfrü gerektirmesi konusunda âlimler farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bazıları haram ve küfürdür derken, bazıları mübah, diğer bir kısmı ise farzı kifaye veya vaciptir demişlerdir. A. Sihir Öğrenmenin Haram Olduğunu Kabul Edenler Bu görüşü savunlar bir kısmı âyeti kerime ve hadisi şerifleri delil olarak gösterirler. En temel delilleri de peygamberimizin şu hadisidir: "Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur, sonra da ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer."1 Ancak hadiste daha çok sihir yapmaya değinildiği görülmektedir. Hanbelîlere göre, sihir öğrenmek veya öğretmek haramdır. Helal olduğu iddia etmek küfürdür. Çünkü haramlığı kitap, sünnet ve icma ile sabittir.2 Ebû Hanife, İmam-ı Malik ve Ahmet Bin Hanbel'e göre, sihri öğrenip yapan kişi kâfir olur. Ancak bazı Hanefi âlimlerine göre, korunmak için öğrenen kâfir olmaz, ta ki câiz ve faydalı olduğuna inanırsa o zaman kâfir olur demişlerdir. Şafii'ye göre, şayet birisi sihri öğrenirse ona, "sihrini bize vasfet" denir. Vasfedince, eğer küfrü gerektiren kısımdan ise kâfir olur. Küfrü icab ettiren kısımdan değilde onun mübah olduğuna inanıyorsa yine kâfir olur.3 İbn Hacer, İbn Kudame, Alûsi gibi âlimler de sihir öğrenmenin küfür olduğunu savunanlardandır. B. Sihir Öğrenmenin Mübah Olduğunu Kabul Edenler Bunlara göre sihri öğrenmekte herhangi bir sakınca yoktur. Günah olan onunla amel edilmesidir. Şafii, "bir kişi öğrendiklerine inanmıyor ve öğrendikleri de küfrü gerektirmiyorsa sihri öğrenmesi mübahtır."4der. 1 Nesâi, Tahrim 19. 2 İbn Kudâme, X/113. 3 İbn Abidin, IX/45–47. 4 İbn Abidin, IX/45–47. 43 Beydavi, Bakara 102. ayetin tefsirinde; "kim öğrenir, amel eder ve imanı sabit olursa kâfir olmaz. Burada amel etmenin caiz olduğunu, ayrıca sihir öğrenmenin herhangi bir mahzuru olmadığını, öğrenip itikatla amel etmenin yasak olduğunu görüyoruz.5 Elmalılı bu hususta şunları zikreder: "Haddi zatında ilmin hepsi hürmete şayandır. Fakat büyüklüğü ölçüsünde ve ilim olması bakımından hayra ve şerre müsaittir. İlim ne kadar derin, ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nispette büyük olur… ilimler iyiye kullanılırsa zehirlerden ilaç yapılır, kötüye kullanılırsa ilaçlardan zehir elde edilir. Hatta bundan dolayı birçok din âlimlerine göre, özünde haram olan hiçbir ilim yoktur. Hatta şerrinden korunmak için sihir bile öğrenmek haram değildir. Ancak yapmak haramdır ve küfürdür."6 F.Rahman'da uygulaması ve kullanılması kötü bir şey olmasına rağmen, sihri ilmin bir türü kabul etmiştir. Kötü olan ilim değil, onu yanlış kullanmak veya sui istimal etmektir.7 C. Sihir Öğrenmenin Vacip Olduğunu Kabul Edenler Başlıca savunucusu F.Râzi olan bu görüşün çok az kimse tarafından benimsendiği görülmektedir. Râzi şöyle der: "Âlimler, ilmin zatı gereği güzel bir şey olduğunda ittifak etmişlerdir. Yüce Allah: "Deki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"8 buyurmuştur. Şayet sihir bilinmeseydi, sihir ile mucizenin arasını ayırmak mümkün olmazdı. Mucizenin mucize olduğunu bilmek vaciptir, vacibin kendisine dayanmış olduğu şeyde vaciptir. Bu da, sihir ilmini bilmenin vacip olmasını gerektirir, vacip olan şey ise nasıl çirkin ve haram olur.9 5 Beydavî, el-Kâdi Nasuruddin Ebî Said, Envâru't Tenzîl ve Esrâru't Te'vil, Dâru'r Reşid, Beyrut, 2000, I/124–125. 6 Elmalılı, I/371. 7 Fazlu'r Rahman, İslami Bilimde Metodoloji Sorunu,, s.136-144. 8 Zümer 39/9. 9 Râzî, I/626. 44 Nesefi sihri öğrenip amel edeni kafir olacağını, amel etmeksizin ve korunmak için sihir öğrenmenin küfür olmadığını söylüyor. İ. Maturidi'nin sihrin hakikatini öğrenmek için araştırılmasının vacip olduğunu söylediğine de rivayet ediyor.10 Âlimlerin görüşleri genel olarak göz önüne alındığında şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: İçinde şirk olmayan, iman esaslarına aykırı olmayan ve korunmak gibi amaçlarla sihir ilmini öğrenmek mübahtır. Haramlığını kabul edenlerin görüşleri dikkatle düşünüldüğünde onlarında aslında, seddi zerâi bağlamında konuyu değerlendirerek bu neticeye ulaştıkları görülür. Ancak konuyu bilimsel amaçlarla tetkik ve varlığı inkâr edilemez bir hakikat olan sihri, kötü niyetlilerin tekeline bırakmamak ve korunmak, tedavi olmak gibi gayelerle sihir öğrenmenin bir mahsuru olmayacağı açıktır. II. SİHİR YAPMANIN VE SİHİRBAZIN HÜKMÜ Burada mutlak anlamda sihir yapmanın ve bu sihri yapan sihirbazların hakkında şer'i hükümler mezheplere göre ele alınacaktır. A. Hanefilere Göre: Ebû Hanife'ye göre, sihirbazın sihir yaptığı bilinince mutlak surette öldürülür. Tövbe etmesi kabul edilmez. Yine yaptığı sihrin haramlığına inansın veya inanmasın. Kendi ikrarı veya iki şahidin onun sihirbaz olduğunu söylemesi halinde veya şahidin söylemesi durumunda tövbesi kabul edilir ve öldürülmez. Bu hususta Hanefilerin delili "sihirbazın cezası; kılıçla boynunu uçurmaktır."11 hadisidir. Hanefilere göre sihirbaz kadın öldürülmez. Çünkü o irtidat etmiş bir kadındır. İrtidat eden kadın ise öldürülmez. Uygun bir tarz da dövülür ve tövbe edinceye kadar hapsedilir.12 B. Şafilere Göre: 10 En-Nesefî, Ebu'l Bereket Abdullah b. Ahmed, Medârikü't Tenzîl ve Hakaikü't Te'vil, Dâru ibn Kesir, Beyrut, 1999, I/116. 11 Tirmizî, Hudud, 27. 12 İbn Abidin, 9/45–47. 45 İmamı Şafiî'ye göre, sihirbaz mürted sayılmaz. Şayet sözle veya fiille sihirde bulunursa Allah'a şirk koşmuş, güneşe ve yıldızlara secdede bulunmuş gibi küfürle itham olunur. Eğer sihri helal görürde, küfrü gerektiren herhangi bir söz veya davranışta bulunmazsa, bu durumda günahkâr bir Müslüman olmuş olur. Hanefilerin delili olan mezkûr hadisi mürsel olduğu için kabul etmezler. Ancak İmamı Şafiî'ye göre, yapılan sihirle ölüme neden olunmuşsa cinayet hükümleri uygulanır.13 C. Malikilere Göre: İmamı Malik'e göre, sihirbaz küfür içeren bir şeyle sihir yapmakla kâfir olur, tövbesi kabul edilmez, öldürülür. Kadın, kocasını kendisinden veya diğer kimselerden ayırmak için sihir yaparsa cezalandırılır, öldürülmez.14 D. Hanbelîlere Göre: Ahmet Bin Hanbel'e göre, sihir yapan tekfir edilir, isterse sihriyle öldürsün isterse öldürmesin, sihirbaz öldürülür.15 İbn Teymiye: sihir; kitap, sünnet ve icma ile haramdır. Âlimlerin çoğuna göre, sihir yapan kâfir olur ve katli de vaciptir. Yıldızlardan isteyip, onlardan talep ettikleri şeyi, bulacaklarına dair zanna kapıldıklarından da şirk koşmuş oluyorlar.16 Netice olarak; çoğunluk âlimlere göre sihir yapmak küfür sayılmış ve sihirbazın öldürülmesi hükmüne varılmıştır. Öldürülme konusunda da, küfre düşüp mürted olduklarından dolayı değil, ferde ve topluma zarar verdiklerinden ve öldürülmeleri konusundaki hadise17 dayanarak bu hükmü vermişlerdir. III. İTİKADİ YÖNDEN SİHİR İtikadi açıdan bakıldığında bazı sihir çeşitlerinin inançla doğrudan ilgili olmayan işlemler olduğu görülür. Çeşitli alet ve vasıtaları kullanarak yapılan göz boyama, hile, tahyil, illüzyon, hokkabazlık gibi etkinlikler bu türdendir. Bunlar inançtan 13 İbn Abidin, 9/44–45. 14 İbn Abidin, 9/45–47; Kurtubi, II/47-48. 15 İbn Kudame, X/116. 16 İbn Teymiyye, XXXV/88. 17 Tirmizî, Hudud, 27. 46 çok ahlak problemi olarak görülmektedir.18 Diğer birçok tür sihir ise küfür olarak görülmüştür. Fahrettin Razı'nın bu konudaki değerlendirmesi şöyledir; "yıldızların bu âlemi idare ettiğine ve bu âlemde meydana gelen hadiselerin, hayır ve şerlerin yaratıcısı olduğuna inanan kimsenin kâfir olduğu hususunda ümmetin icmaı vardır. Yine kişinin saflık ve kuvvet hususunda insan ruhunu cisimleri, hayatı, kuvveti ve kudreti yaratmaya, bünyeyi ve şekli değiştirmeye muktedir olacak bir noktaya varabileceğine inanmak da ümmetin ittifakıyla küfürdür. Bir de sihirbazın saflıkta, rukye okumasında ve bazı ilaçlar tütsülemesinde bu fiillerini müteakip de âdete göre Allah'ın cisimleri, hayatı ve aklı yaratacağı, bünyeyi ve şekli değiştirebileceği bir noktaya ulaşabileceğine inanmasına da küfre nispet edenler olmuştur. Ancak bu zayıf bir görüştür. Sihrin diğer çeşitlerine gelince bunların küfür olmadığı kesindir.19 İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre sihirle nesnelerin mahiyetinin değiştirildiğine, havada uçulduğuna, tayy-i mekân edildiğine, yıldızların bu âlemi idare ettiklerine, hayır ve şerri yarattıklarına ve şeytanların her istediklerini yaptıklarına inanarak ve küfrü gerektiren bir sözü tekrar ederek yapılan sihirler küfürdür.20 Sihrin ilahi dinlerin dejenerasyonu sonucu ortaya çıktığı ve tahrif edilmiş bir metafiziği yansıttığı düşünülerse, onun sadece sahte bilim değil aynı zamanda sahte bir din olduğu söylenebilir. Sihirbazı problemin çözümünde etkili ve yetkili makam kabul edip ona başvuran ve onun düşüncelerini benimseyenlerin de bu sahte dini kabullenmiş olacakları varsayılır Hz. Peygamber, sahabilere hitap ederek; "yağmuru Allah yağdırdı diyenin mü'min, onu yıldızlara nispet edenlerin ise küfre gireceklerini"21 bildirmiştir. Bakara süresinde küfür olarak nitelenen sihir işte budur. Cinlerin istihdam ettiklerini söyleyenler, onların yakınlığını kazanmak için küfrü gerektiren söz ile fiilleri işleyecek veya şeytanın dilediğine yaptığına inanacak olursa bu da küfre götürür. Nesefi, İmam Maturidi'nin, sihirbazın mutlak olarak küfre düşeceğini iddia etmenin hatalı olduğunu, sihirbazın yaptığı işin mahiyetine bakmak gerektiğini, şayet 18 İlyas Çelebi, s.251–252. 19 Râzî, I/626 20 Cessas, I/45; Kurtubi, II/45. 21 Buhari, İstiska, 28. 47 iman esaslarından lüzumlu bir şeyi reddi gerektiriyorsa ancak o zaman küfre gireceğini, aksi takdirde küfür gerekmeyeceğini söylediğini nakleder. 22 Hz Peygamber'in "sihir yapmak şirktir."23, "sihre inanan cennete giremez"24 şeklinde ki hadislerini bu şekilde anlamak gerekir. Durum böyle olmakla beraber sihri öğrenmek, öğretmek ve yapmanın ve sihirbazın durumu ve cezası ile ilgili farklı hükümler ortaya konulmuştur. Bu konudaki fıkhi görüşlerin temeli de itikadi duruma etkisi üzerine bina edilmiştir. IV. SİHRİ CAİZ KILAN ŞARTLAR Yeri gelmişken şunu da belirtelim: bazı âlimler iki sebebe binaen sihir öğrenmeye cevaz vermişlerdir. 1. İçerisinde küfür olan sihirle, küfür olmayan sihri tefrik için. 2. Kendisine sihir yapılmış olan kimseden sihri kaldırmak için. Birincisi, sadece itikat açısından mahsurludur. İtikat edilmeyince bir şey hakkında mücerred bilgi edinme yasaklanamaz. Tıpkı putperestlerin putlarına nasıl ibadet ettiklerini öğrenmek gibi. İkincisi ise, bu işin icrası mutlaka bir nevi küfür veya fıskı gerektiriyorsa, hiçbir surette helal olmaz. Aksi takdirde belirtilen husustan ötürü caiz olur. Büyülenen kimsedeki büyüyü çözmek, onu sihirden kurtarmak için yapılan bu mukabil ameliyeye nüşre denir. Bunu cumhur caiz görür. Said ibnü'l-Müseyyeb'in: "Allah, zarar veren sihri yasakladı, fayda vereni yasaklamadı." dediği rivayet edilir. Katâde: "Kişi, kendisine yapılan sihri tedavi edecek kimseyi arar." der. Nuşre konusunda İbn Hanbel'e sorulunca; "Bunda bir beis yoktur." demiştir. Ancak Resûlüllah'ın: "Nuşre şeytan işidir." hadisi bunu yasaklar görünüyorsa da, Âlimler bu hadisi, şöyle yorumlamışlardır: "Resûlüllah işin aslına işaret etmiş olmalıdır, çünkü asıl itibariyle bu da sihirdir. Hüküm kasta göre değişir; kim bununla hayır kastederse bu hayırdır, kim bununla şer kastederse bu şerdir." Nüşre iki nev'e ayrılmaktadır: 22 Nesefî, I/116. 23 Nesâi, Tahrim, 19. 24 İbn Hanbel, IV/339. 48 a) Sihirle yapılan nüşre ki hadisteki yasak buna bakar. b) Meşru vasıtalarla yapılan nüşre ki, meşru olan budur.25 Hadiste "Beyanda sihir vardır"26 sözü beyan ile insanların etkilendiğini ve hakkı kabul ettirmede beyanın önemi belirtir. Ömer bin Abdulaziz'in yanında bir adam beliğ bir şekilde konuşmuş, O'da "Vallahi bu, helal sihirdir" demiştir. Hak olan ve onu açıklayan beyan, helal olan sihir; kafa karıştırma, aldatma ve batılı hak şeklinde tasvir ettirme şeklindeki beyan ise, yerilen sihirdir.27 Görülüyor ki mücerret bilgi edinmek ve gerektiğinde meshuru tedavi için ve adına mecazen sihir denilen beyan ile hakkı anlatma durumları, helal sihir olarak değerlendirilmiştir. 25 Canan, VII/186–187. 26 Buhari, Tıp 52, 76; Müslim, Cuma, 47. 27 Cessas, I/51. 49 SONUÇ Üzerinde araştırma yaptığımız "İslam da sihir ve büyü" konulu bu çalışmada elde ettiğimiz hususları şöyle sıralamak mümkün: Sihrin gerek kelime ve gerekse terim olarak farklı birçok tarifi vardır. Bunlardan çıkan ortak anlam; sihrin, esrarlı, hayal ürünü, bir iş ve bir takım kötü niyetli kimselerin insanları aldatmak, onlara zarar vermek üzere yaptıkları, hakikat dışı olmakla da olağan üstü görünen faaliyetlerde olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanında insanları etkileyici bazı güzel ve etkileyici söz, fiil ve hadiselere de mecazen sihir dendiği görülmektedir. Sihir ile benzer manalardan kullanılan birçok tabirinde bulunduğu karşımıza çıkıyor. Aslında bunlar, toplumlara ve bölgelere göre sihrin çeşitlilik arz ettiğini göstermektedir. Yine yapılış şekli ve gayeleri de karşımıza sihirle ilgili birçok terim ve çeşit çıkarıyor. Günümüzde ise eski isimler olan tılsım, rukye, azaim, şa'beze, hiyel havas vb. kelimelerin yarine hipnotizma, manyetizma, illüzyon, astroloji gibi terimler çıkmaktadır. Aslında bunların anlam ve içerikleri birbirine oldukça yakındır. Tarihsel olarak baktığımızda, sihrin insanlık tarihi kadar eski olduğu görülür. Bunu tarihi araştırmaların yanında başta Kur'an olmak üzere dini kaynakların da işaretiyle anlıyoruz. Ayrıca bir insan topluluğunun bulunduğu her yerde sihrin bir halde var olduğu bir vakıa alarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de sihre oldukça geniş bir yer ayrılmıştır. Özellikle Harud ve Marut ve Hz. Musa (a.s.) ve Firavunun sihirbazlarının kıssaları kayda değerdir. Bunların yanında Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. İsa ve Hz. Peygamber'in açık olarak sihirbazlıkla ithamları Kuran'da geçmektedir. Sünnette ise daha çok ön pilana çıkan Hz. Peygamber'e sihir yapılması meselesidir. Bunu kabul edenler de, etmeyenler de mevcuttur. Ancak konu titizlikle incelendiğinde kabul etmeyenlerin haklı olduğu görülmektedir. Ayrıca Kur'an ve hadislerde sihrin açıkça yasaklandığı görülmektedir. 50 Sihrin, hakikati olan ve olmayan, iyi niyetle yapılan ve kötü niyetle yapılan başta olmak üzere birçok türleri vardır. Fahrettin Râzî bunlardan sekiz tanesini saymaktadır. Sihir ile mucize ve keramet tamamen farklı algılar olmakla beraber, olağan dışı olmaları nedeniyle birbirleriyle karıştırıldığı olmuştur. Bu nedenle, mucize gösteren peygamberler her zaman inanmayanlarca sihirbaz olarak itham edilmiştir. Yine sihir ile melekler arsında bir irtibat kurulmaya çalışmışsa da bu çoğunluk âlimlerce reddedilmiştir. Ancak sihrin cin ve şeytanlarla yakın bir ilişkisi olduğu bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ilişkiden dolayı sihirbazlık ile kâhinlik arasında genelde yakın bir bağ kurulmuştur. Genel kabule göre sihrin, nesnelerin tabiatını değiştirebilme gibi bir etkisi olamayacağı ancak psikolojik tesirinin ise inkârı mümkün olmadığı görülmektedir. Bunun yanında sihrin hiçbir etkisi olmadığını savununlar da vardır. Sihir hakkındaki malumat böyle iken ve sihir ve sihirbazlar hakkındaki bütün yasaklamalara ve ağır cezalara rağmen bütün toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da sihirsel faaliyetler yaygın bir şekilde görülmektedir. Yapılan işlemlere ve bunları yapanlara baktığımızda, bütün bunların yanlış inanışlardan, art niyetlilerden ve maddi çıkar elde etmek isteyenlerden kaynaklandığı görülür. Netice olarak da bunları yapanlar, yaptıranlar ve bunlara inananlar ya itikadi, ya da ahlaki olarak sapkınlık içine düşmektedirler. Ayrıca bu işlemlerin maddi zarar yanında, dine verdiği zarar da ortadadır. Sihrin, bilgi edinmek ve korunmak gayeleri hariç, öğrenimi ve yapılması haram ve de küfür sayılmış, sihirbazlara ölüm cezası öngörülmüştür. 51 BİBLİYOGRAFYA Ana Britannica, Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1987. ASIM, Efendi, bu’l Kemal es-seyyid Ahmed, el-Okyanüsü’l Basit fi Tercemeti’l Kâmusi’l Muhît, İstanbul, 1305 h. ATEŞ, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba, İstanbul, 1997. AYNÎ, Bedrüddin Ebu Muhammed b. Ahmed Umdetü'l Kâri li Şerhi Sahihi'l Buhari, Darul fikr, Beyrut, 2000. BAKILLANÎ, Ebu Bekr, M.b. Tayyib, Kitabü'l Beyan ani'l Fark Beyne'l Muzizat ve'l Keramat ve'l Hiyel ve'l Kehanâl ve's Sihr ve'n Narencat, Trc. Adil Bebek, Rağbet, İstanbul,1998. BEYDAVÎ, El-Kâdi Nasuri'ddin Ebi Said Abdullah, Envarut-Tenzil ve Esrarut-Te'vil Daru'r Reşit, Beyrut, 2000. BUHARİ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el- Camiu's- Sahih, Çağrı, İstanbul, 1992. Bütün yönleriyle Asr'ı Saadette İslam, Beyan, İstanbul, 1995. Büyük Larausse Ansiklopedisi, İstanbul, 1986. CANAN, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi Kütübi Sitte Akçağ, İstanbul,1993. CESSAS, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er Râzi, Ahkamu'l- Kur'an, Darü'l Kütübi'l İlmiye, Beyrut, Ty. ÇELEBİ, İlyas, Geçmişten Devralınan Kültürel Miras: Sihir problemi, Din Eğitimi Araşt. Derisi,Yıl:2002, Sayı: 9. DOĞAN, D. Mehmet, Temel Türkçe Sözlük, Rehber, Ankara, 1990. DOĞRUL, Ömer Rıza, Yeryüzündeki Dinler Tarihi, Ege Mtb.İstanbul, 1958. EBÛ DAVUD, Süleyman b. El-Eş'as Sicistani, Sünen, Çağrı, İstanbul, 1992. 52 EBÛ HAYYAN, Ebû Abdillah Muhammed b. Yuısuf, Bahru'l- Muhit Fi'tTefsir, Darul Fikr, Beyrut, 1992. Fazlur Rahman, Ana konularıyla Kur'an, Trc. Alparslan Açık Genç Ankara Okulu, Ankara, 2005. Fazlur Rahman, İslami Bilimde Metadaloji Sorunu, Ankara Okulu, Ankara, 2001. GAZZALİ, Ebu Hamid, Muhammed b.Muhammed, İhya-u Ulumid-Din trc. Ali Aslan (I-VIII), Akit Gaz. Y. İbn ABİDİN, Muhammed Emin İbn Ömer, Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar trc.A. Davudoğlu, Şamil, İstanbul, 1992. İbn ESİR, Ebu Sahadet el Mübarek, en Nihayetü fi Garibi'l Hadis ve'l Eser, Daru'l Fıkr, Beyrut, 1979. İbn HACER, Şihabuddin Ahmed b. Ali el Askalani, Fethu'l Bari bi Şerhi Sahihi Buhari,(I-XV) Daru'l Fikr, Beyrud, 2000. İbn. HALDUN, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, (I-II), Dergah, İstanbul, 1983. İbn HANBEL, Ebu , Abdillah Ahmed, el Müsned, Çağrı, İstanbul, 1992. İbn HAZM, Ebi Muhammed Ali b. Ahmed, el Muhalla, Darul Fikr, Beyrut, ty. İbn KAYYIM el CEVZİYYE, Şemsüddin, Muhammed b. Ebi Berk, Zadü'l Mead fi Hedyi'l İbat, er- Risale, Beyrut, 2000. İbn KUDAME, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed, el Muğni, Daru'l Kütübi'l Arabiyye, Beyrut, Ty. İbn MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen, Çağrı, İstanbul, 1992. İbn MANZUR, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü'l Arab, Daru'l Mearif, Kahire, Ty. 53 İbn TEYMİYYE, Takuyyiddin, Ebil, Abbas Ahmed, Mecmeu'l – Fetâvâ, Daru'l – Kütübi'l – İlmiye, Beyrut, 2000. İNAN, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, MEB, İstanbul,1976. İslam Ansiklopedisi (TDV) İstanbul,1992. İslam Ansiklopedisi, (MEB), İstanbul, 1973. KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara,1987. KARAÇAM, İsmail, Sonsuz Mucize Kur'an, Çağ Yayınları, İstanbul,1987. KARAFİ, Ebu'l Abbas Ahmed b. İdris, el- Furük, Daru'l Kütübi'l İlmiye, Beyrut, 1998. KASIMÎ, Muhammed Cemalüddin, Mehasinu't -Te'vil, İhya-u't -Türasil Arabi, Beyrut,1994. Kitab-ı Mukaddes Eski ve Yeni Ahid, Kitabi'l Mukaddes şirketi, İstanbul, 1969. KÖKSAL, M.Asım, İslam Tarihi, Şamil Yayınları, İstanbul,1981. KURTUBİ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el- Cami li Ahkami'lKur'an, Daru'l İhya üt- Türasil Arabi, Beyrut, 1985. KUTUP, Seyyid, Fizilali'l –Kur'an, Darü'ş – Şürük, Beyrut, 1994. MÜSLİM, Müslim b. El Hacca, el Camiu's – Sahih, Çağrı, İstanbul,1992. NESAİ, Ebu Abdirrahman b. Şuayb, Sünen, Çağrı, İstanbul, 1992. NESEFİ, Ebu'l Bereket Abdullah b. Ahmed, Medariku't Tenzil ve Hakaiku't Te'vil, Daru ibn Kesir, Beyrut, 1990. RAZİ, Fahruddin, Tefsiri Kebir (Mefatihu'l - Gayb), Daru ihyai't Turasil Arabi, Beyrut, 1999 (I-XI). 54 RIZA, Muhammed Reşit, Tefsiru'l Kur'ani'l – Hakim (menar ), Daru'l menar, Mısır, 1954. SABUNÎ, Muhammed Ali, Reavaiu'l Beyan Tefsiru'l Ayati'l Ahkam Mine'l – Kur'an, Beyrut, 1977. ŞEVKANİ, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylü'l- Evtar, Daru'l Fikr, Beyrut, 1998. TABERİ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu'l Beyan an Te'vili'l Kur'an, Daru'l Fikr, Beyrut, 1999. TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı. İstanbul, 1992. YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, Azim, İstanbul, ty. ZEMAHŞERİ, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf an Hakai ki't – Tenzil, Beyrut, 2003. ZUHAYLİ, Vehbe, Tefsiru'l Münir, Daru'l fıkr, Beyrut, 1998. 55