küba füze krizi ve türkiye`nin durumu sedef zeyrekli yaş edirne 2011

advertisement
KÜBA FÜZE KRİZİ VE TÜRKİYE’NİN
DURUMU
SEDEF ZEYREKLİ YAŞ
EDİRNE
2011
KÜBA FÜZE KRİZİ
ABD'nin Küba topraklarına Sovyetler Birliği'nce orta menzilli nükleer başlık taşıyan
füzeler yerleştirildiğini saptamasıyla 16 Ekim 1962'de patlak veren Küba krizi, tarafları ilk kez
nükleer savaşın eşiğine getirmesi açısından en önemli soğuk savaş krizlerinden biri olmuştur
(Sever, 1997: 647; Çakır, 2008: 565). Küba krizinin bir özelliği de, hem soğuk savaşın
doruğunu, hem de 1962 sonrasında yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan
yumuşama olgusunun temelini oluşturmasıdır (Sander, 2008: 322).
ABD ve İngiltere, Hitler Almanyası’na karşı sürdürülen savaşta SSCB ile işbirliği
yapmış olmalarına rağmen, II. Dünya Savası’nın sona erişi ve Almanya’nın teslim oluşunu
izleyen dönemdeki politikaları yüzünden birbiri ile çatışmaya başlamıştır. İki süper güç, SSCB
ve ABD’nin savaş sonrası sorunlarda uzlaşmaz politikaları, zaman içinde soğuk savaş şartlarını
yaratmıştır. Soğuk savaş, silahlanma yarışına ve giderek taraflar arasında yeni çatışma ve
anlaşmazlıklara neden olmuştur (Sander, 1979: 452).
Bu dönemde, SSCB, komünist ideolojiyi, Avrupa ve Asya’dan sonra, ABD’nin nüfus
sahası olarak tanımlanan Karayipler Havzası’na, Güney Amerika’ya yaymaya başlamıştır.
SSCB ile işbirliği yapan Castro yönetimi altındaki Küba, Amerika karşıtı politikaların kalesi
haline gelmiştir.
ABD’nin Castro’ya yönelik faaliyetleri, Castro’yu SSCB ve sosyalist blok ülkelerine
daha fazla yaklaştırmıştır. Küba’nın SSCB ve Komünist Çin ile beraber tüm doğu ülkeleri bloğu
ile yaptığı anlaşmalar, kısa süre sonra Küba’yı SSCB’nin askeri üssü haline getirmiştir.
1962 Haziranı’nda Küba Devlet Bakanı Castro, Küba Savunma Bakanı olan kardeşi
Eaul’ü Sovyetler Birliği’ni ziyarete göndermiştir. Bu ziyaret sonucu Küba’ya yük taşıyan
Sovyet gemilerindeki ani tonaj artışı Amerikalıların dikkatini çekmiş; 29 Ağustos’ta Kuzey
Küba üzerinde keşif uçuşları yapan bir U-2 uçağı yirmi beş mil menzilli Sovyet füzelerini
keşfetmiştir. Başkan Kennedy bütün bu silahlanma hareketlerini, Sovyet Elçisi Dobrini’nin
kardeşi Robert Kenndey’ye kendi seçim kampanyası esnasında Sovyetler Birliği’nin gerek
Berlin’de gerekse Güney Doğu Asya’da ABD’nin başını ağrıtmayacaklarına dair verdiği söze
güvenerek, Küba’nın kendisini müdafaa için giriştiği bir hazırlık şeklinde görmüştür (Köni,
1974: 173).
ABD Devlet Başkanı Kennedy’nin Sovyet füzelerinin Küba’ya yerleştirildiğinden
henüz haberi bulunmamaktaydı. Bunun yanında Amerikan devlet adamları böyle bir şeyi
akıllarından bile geçirmiyorlardı. Böyle bir düşüncenin temelini ise 1961 Nisanı’nda Amerikan
desteği altındaki Kübalı mültecilerin Küba’nın Domuzlar Körfezi’nde giriştikleri başarısız bir
çıkarma harekâtından sonra, o zamanki Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruschev’in,
Kennedy’e gönderdiği ikinci notasında Sovyetler Birliğinin, Küba’da hiçbir üssü olmadığı ve
üs kurmaya da niyetlerinin bulunmadığını belirten sözü teşkil etmekteydi (Armaoğlu, 1986:
608).
4 Ekim’de Küba üzerinde yapılan bir U-2 uçuşundan sonra çekilen fotoğrafları
inceleyen Savunma Bakanlığı yerküreye bir yamuk biçiminde yerleştirilmiş olan Sam
füzelerinin yanında bir füze şehrinin kurulduğunu tespit etmiştir. Ancak yine de çeşitli
bakanlıkların baskısı üzerine Küba üzerinde U-2 uçuşlarının arttırılması konuya bir açıklık
getirmemiş olup Başkan Kennedy 13 Ekim’de yaptığı basın toplantısında Küba’daki
silahlanmanın çevreye ciddi bir tehdit arz etmediğini söylemiştir (Caşın, 1995: 188).
Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim mücadelesinin çok yoğun olduğu bir dönemde
16 Ekim 1962 günü, Amerikan Savunma Bakanı Robert Mc Namara, Küba’da füze üslerini
gösteren hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’e göstermiştir. Böylece dünyayı nükleer bir
savaşın eşiğine getiren ve ekim’e kadar sürecek olan Küba bunalımı başlamıştır. Başkan
Kennedy teknik danışmanlarıyla yaptığı müzakereler sonucunda, montajları yapılmakta olan
füzelerin sökülmesini şart koşarak Küba’ya füze malzemesi taşıyan gemilerin durdurularak
aranmasına ve direnenlerin batırılmasına karar vermiştir (Akarsan, 1995: 22). 22 Ekim 1962
tarihinde abluka uygulanmaya başladığında Atlas Okyanusu’nda Sovyet gemileri Küba’ya
yaklaşmaktaydı. Sovyet gemileri abluka bölgesine yaklaştıkça bunalım keskinleşmekteydi.
Kruşçev ilk tepki olarak gemilerin durması için emir vermeyeceğini, çünkü bunların savunma
silahları taşımakta olduğunu açıklamaktaydı. Bu gemiler ablukaya uymadıkları takdirde
batırılacaktı. Böyle bir olayın sonuçlarıysa tehlikeli bir bekleyiş içine giren dünya kamuoyunda
büyük bir dehşete yol açacak kadar ürkütücüydü (Sander, 2008: 325).
Dünya kamuoyu, krizi, Başkan Kennedy’nin 22 Ekim 1962 tarihinde TV’den yaptığı
bir konuşmadan öğrenmiştir. Başkan, konuşmasında, Sovyetler Birliği’nin Küba topraklarına
Washington’u ve Panama Kanalı’nı vurabilecek bin millik bir menzile sahip nükleer başlıklı
füzeleri gizlice konuşlandırmış olduğunu açıklamış ve Amerika’nın kıyılarından 90 mil ötede
Sovyet nükleer darbe kabiliyetinin oluşturulmasına izin vermeyeceğini belirterek Kruschev’den
füzelerin derhal sökülmesini istemiştir (Armaoğlu, 1986: 423).
Yaptığı açıklamada Kennedy, Sovyetlerin Amerika’nın tarihi bağlarla bağlı bulunduğu
bir bölgede Amerika tarafından kabul edilemeyecek bir statüko değişikliği getirdiğini
bildirdikten sonra atılacak adımların ana hatlarını şöyle çizmiştir:
l- Karantina uygulanacaktır: Hangi millet ve limana ait olursa olsun saldırgan silahlar
taşıyan gemiler karantina hattından geri döndürülecektir.
2- Küba’daki Sovyet üsleri devamlı gözetim altında tutulacaktır.
3- Küba’dan yapılacak herhangi bir saldırı Sovyetler Birliği’nden Amerika’ya yapılmış
bir saldırı olarak nitelendirilecektir.
5- Amerika Teşkilatı barışa karşı tehdit halini gözden geçirmek için toplanacaktır.
Amerika aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, karantina kaldırılmadan önce
Küba’daki bütün saldırgan silahların sökülüp götürülmesi için acil toplantıya çağırmıştır.
Kennedy Kruschev’e hitap ederek dünya yüzünde barış ve güvenliği korumak için silahları
Küba’dan çekmesini istemiştir (Sander, 1979: 452).
Kriz, geriye sayımın sıfıra yaklaştığı gece, ABD başkanının kardeşi ve danışmanı
Robert Kennedy’nin sabaha karşı görüşmeye çağırdığı SSCB diplomatı Fomin’e önerdiği bir
anlaşmayla çözülmüştür. Bu anlaşmaya göre, Ruslar ABD'ye karşı Küba’ya yerleştirdikleri
nükleer füzeleri açıkça sökerken, Amerikalılar da SSCB’ye karşı Türkiye’ye yerleştirdikleri
Jüpiter füzelerini gizlice kaldıracak ve Küba’yı bir daha işgale kalkışmayacağını alenen ilan
edecektir (Caşın, 1995: 188).
Kennedy ile Kruschev arasında mektuplarla yürütülen zorlu müzakerelerden sonra, 27
Ekim 1962’de Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki Jüpiter
füzelerini sökebileceğini belirtmiştir. ABD, aynı tarihli cevabında, Küba’daki füzelerin
sökülmesi durumunda, uygulamakta oldukları ablukaya son vereceklerini ve Küba’yı işgal
etmeyeceklerini belirtmiştir. Amerika, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden açık olarak
bahsetmemekle beraber, dünya gerginliklerinin yumuşaması durumunda öteki silâhlarla ilgili
olarak daha geniş bir düzenlemeye gidilebileceği konusuna dikkat çekmiştir (Gerger, 1980: 58).
Dolayısıyla ABD öncelikle bunalımın ortadan kaldırılmasını talep etmekte, sonra uzun vadeli
olarak Türkiye’deki Jüpiter füzelerini sökebileceğini belirtmiştir. Ayrıca ABD, Küba’daki
füzelerin sökülmesi durumunda, uygulamakta oldukları ablukaya son vereceklerini ve Küba’yı
işgal etmeyeceklerini bildirmiştir.
28 Ekim 1962 tarihinde Kruschev, Küba’daki Sovyet füzelerini kaldırmayı kabul
ettiklerini beyan ederek, küçük bir dikkatsizlik sonucu barıştan savaşa geçebilmenin mümkün
olabileceğini vurgulayarak, bunu önlemek ve dünyadaki barışı temin için silahsızlanma ve
özellikle nükleer silahların kontrol altına alınmasının gerekli olduğunu bildirmiştir (Akarsan,
1995: 23).
Kennedy 28 Ekim 1962 tarihinde Kruschev’in fikirlerini aynen paylaştığını, silâhlanma
tedbirleri için çalışmak gerektiğini ve sağduyulu kararından dolayı kendilerini tebrik ettiğini
belirtmiştir. Böylece Küba buhranı, yumuşamaya giden yolun kapısını da açmıştır. Tüm
dünyanın Küba’da düğümlendiği 1962 sonbaharındaki kriz, sonuçlanarak bir dünya savaşının
daha eşiğinden dönülmüştür. Ancak krizin sonuçları çok uzaklardaki ülkeleri dahi uygun
olmayan bir şekilde çok fazla etkilemiştir. Bu etkilenen ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.
Türkiye bu kriz sürecinde ekonomik ve siyasi yönden ve güvenlik yönünden etkilenmiştir.
Ancak etkiler ABD’nin usta siyaseti sayesinde kamuoyu tarafından hissedilmemiştir (Varlı,
2006: 15-17).
KÜBA
FÜZE
KRİZİ
BUNALIMININ
ULUSLARARASI
İLİŞKİLER
AÇISINDAN SONUÇLARI
Küba Füze Krizi bunalımının uluslararası ilişkiler açısından doğurduğu önemli sonuçlar
şu şekilde sıralanabilmektedir (Sander, 2008: 327-329; Çakır, 2008: 566):
-
Küba bunalımı soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde yumuşama ve
görüşme havası yaratmıştır. Böyle bir yumuşamanın ilk belirtileri, Kruşçev’in
Berlin konusundaki sert tutumundan vazgeçmesi ve ABD’nin Türkiye’deki Jüpiter
füzelerini sökmeye başlamasıdır.
-
Bunalımın ikinci sonucu, NATO’nun Avrupalı ortaklarının, böylesine büyük bir
bunalımda, yani kendilerini de son derece tehlikede bırakan durumlarda, kendi
görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüş olmalarıdır.
-
Küba bunalımı, her iki ittifak grubunda da üyelerin stratejik değişikliklerle başlayan
yeni uluslararası ortama uyum gösterme özlemlerine hız kazandırmıştır.
-
Karayipler Denizi’ndeki bu bunalım, bölgesel bir çatışmada geleneksel silahların
önemini arttırmıştır.
-
Bu bunalımdan sonra 1963’te ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere arasında su
altında, atmosferde ve uzayda nükleer denemeyi yasaklayan “Nükleer Denemelerin
Kısmen Yasaklanması Anlaşması” Moskova’da imzalanmıştır. Bu anlaşma nükleer
yarışı önlemekten çok gerginliğin yumuşamasına katkı yapmıştır. Bu anlaşmadan
sonra 1968’de “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması”
imzalanmıştır. Bu anlaşma ile de o güne kadar nükleer güce sahip olmuş olan ülkeler
(ABD, Sovyetler, İngiltere, Fransa ve Çin) nükleer güç sayılarak, bu ülkelerden
oluşan bir nükleer kulüp kurulmuştur. Diğer ülkeler de nükleer güce sahip olma
yönünde çaba harcamayacaklardır.
-
Son olarak değinilmesi gereken sonuç, herhangi bir bunalım sırasında Washington
ile Moskova arasında doğrudan bir haberleşme hattının kurulmasının öneminin açık
bir biçimde ortaya çıkmasıdır.
1962’DE TÜRKİYE’NİN GENEL DURUMU
Türkiye’de, 1960 yılında yaşadığı askeri darbeden sonra, Anayasanın kabulü, genel
seçimlerin yapılması ve parlamentonun açılması ile Milli Birlik Komitesi askeri yönetimi
hukuki anlamda sona ermiştir.
İnönü’nün başkanlığında 1962 yılında ikinci ortak hükümet; Cumhuriyet Halk Partisi,
Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Partisi ve Bağımsızlar arasında kurulmuştur. İlk beş
yıllık kalkınma planı ve işçi hakları bu hükümet zamanında kabul edilmiştir (Kongar, 2005:
163).
1961-1965 dönemi ayrıntılı olarak incelendiğinde, Türkiye’de anti-Amerikan dalganın
hızla yükselmekte olduğu dikkat çekmektedir. 1960’lar Türkiyesi’nde siyasi gelişmelerde
önemli rolü olan sosyalistler, bir yanda haftada 30 bin gibi yüksek tiraja ulaşabilen Yön dergisi
ve Sosyalist Kültür Derneği, öte yanda küçük ama etkin bir parti olan ve özellikle fabrika ve
köylerde kendisine yandaş bulabilen Türkiye İşçi Partisi aracılığıyla Türk-Amerikan ilişkilerini
ve NATO’yu tartışma platformuna getirmişlerdir (Özdemir, 2002: 245).
TÜRKİYE’DE BULUNAN JÜPİTER FÜZELERİ
Ülke sınırları dışında meydana gelen olaylar, krizler ve savaşlar Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin dış politikaya ağırlık vermesini gerektirmiştir. 1962 yılında Soğuk Savaşı
yaşamakta olan dünya devletleri, Sovyet Rusya ve ABD arasında tarafsız kalamamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin de SSCB ile ilişkileri Atatürk’ün ölümünden itibaren zayıflamaya
başlamıştır (Oran, 2001: 474). Türkiye, Sovyetler Birliğinin Anadolu ve Boğazlar üzerinde hak
istemesi karşısında, Batı’nın yeni temsilcisi ABD’nin desteğini sağlamak gereğini duymuştur.
Böylece CHP döneminde askeri ve mali yardım biçiminde başlayan yakınlaşma, işbirliğini
öngören anlaşmalar yapılmasıyla kısa sürede Türk-Amerikan dostluğuna dönüşmüş (Turan,
1999: 170) ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1952 yılında NATO’ya katılmasıyla Sovyetler
Birliği ile ilişkiler kopma noktasına gelmiştir.
Aralık 1957 de gerçekleştirilen NATO Konferansına dönemin Başbakanı Adnan
Menderes Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen katılmış ve ilk defa Türkiye’ye nükleer
başlıklı füze konuşlandırılması söz konusu olmuştur. 16 Aralık’ta Menderes’in NATO Genel
Sekreteri Henry Speak ile ikili görüşmesinde basına yansıyan konular şunlar olmuştur: “1.
NATO’nun kuvvetlendirilmesi, 2. Güdümlü mermiler meselesi, 3. İlmi ve iktisadi işbirliği”.
Konferansta ayrıca dönemin ABD başkanı Eisenhower, NATO üyelerinden fedakarane
davranışlar sergilemelerini istemiş, Menderes’te “Ortadoğu’yu komünizme karşı Türk Ordusu
koruyor” demiştir. Konferans 20 Aralıkta son bulmuş, ancak füzeler konusunda tam olarak
sonuca varılamamıştır. Türkiye, İtalya ve İngiltere hariç diğer Avrupa ülkeleri füzelerin
konuşlandırılmasını, bir savunmadan ziyade tehdit olarak algıladıklarından dolayı olumsuz
kararlar çıkmıştır. ABD'nin bu kararına olumlu yanıt sadece 3 NATO ülkesinden İngiltere'ye
60 Thor füzesi konuşlandırılırken, İtalya ve Türkiye'ye toplam 45 adet Jüpiter füzesi
gönderilmesine karar verilmiştir. Türkiye'ye 15 adet Jüpiter füzesi konuşlandırılmasına ilişkin
Türk-ABD antlaşması 28 Ekim 1959'da imzalanmıştır (Sever, 1997: 648; Hasgüler, 2008: 558559).
28 Ekim 1959’da ABD ile uyum mektubu imzalayan Türkiye 15 Jüpiter’in Türkiye’ye
üslenmesini kabul etmiştir. Ancak ABD ile yapılan anlaşmalar hükümet tarafından TBMM’nin
onayına sunulmamıştır. Anayasanın 26. Maddesine göre bu tür anlaşmalar TBMM’de
onaylandıktan sonra geçerli olacağı halde bu anlaşma imzalanır imzalanmaz yürürlüğe
konmuştur. Ancak bu konuda eleştiriler ve söylentiler artınca imzalanmasından 11 ay sonra
1960 Şubatında Meclis’e getirilmiştir. Bu çerçevede, Sovyet yayılmacılığına karşı koymak
üzere Türkiye’ye yerleştirilmek istenen füzeler ancak Temmuz 1962’de hazır hale
getirilebilmiştir (Varlı, 2006: 18-22; Turan, 1999: 173).
1959'da imzalanan Türk-ABD antlaşmasına göre füzelere Türkiye malik olurken,
nükleer füze başlıkları ABD'nin olacaktı. Füzelerin ateşlenmesi ancak Türk ve Amerikan
taraflarının onayıyla Avrupa Yüksek Müttefikleri Komutanının emriyle gerçekleşecekti. Füze
üssünde hem Türk hem de Amerikalı askerler görev yapacaktı. Bütün bu süre zarfında
Eisenhower yönetiminde konuşlandırmaya ilişkin çekinceler Başkan Eisenhower da dahil üst
yönetimdeki pek çok kişi tarafından çeşitli kereler dile getirilmiş; ancak karar alındıktan sonra
geri adım atmanın Sovyetler nezdinde ve dünya kamuoyu önünde zafiyet olarak algılanacağı
düşünülerek askeri açıdan birçok çekincelere rağmen siyasi bir karar olarak füzelerin
konuşlandırılması politikası uygulanmıştır (Sever, 1997: 650).
1959 yılında ABD Türkiye ile Jüpiterler konusunda sonunda anlaşmaya vardıktan sonra
ilk Jüpiter birliği Türkiye’de Kasım 1961’de Kennedy’nin başkanlığı döneminde operasyonel
hale getirilmiştir. Kısa bir zaman diliminin ardından Jüpiter birlikleri Türk ordularının
bünyesinde yer almaya başlamış ve Türkiye’de 15 füze konuşlandırılmıştır. İzmir-Çiğli'de
konuşlandırılan orta menzilli 15 Jüpiter füzesi, gerek Küba bunalımının patlak vermesinde
gerek
çözümlenmesinde
önemli
bir
etken
olarak
gündeme
gelmiştir.
Günümüz
değerlendirmelerinde, Sovyetlerin Küba'ya füze konuşlandırma kararının ana nedeni değilse de
önemli nedenlerinden biri olarak Türkiye'ye yerleştirilen bu füzeler gösterilmektedir (Sever,
1997: 648).
Jüpiterler, Küba krizinin nedenlerinden, en azından krizi ağırlaştıran sebeplerden biri
olarak değerlendirilebilse de, asıl rolleri krizin sonuçlandırılmasında gündeme gelmiştir. Daha
Sovyet füze rampalarının Küba'da hava fotoğraflarıyla saplanıp, 16 Ekim 1962'de kriz patlak
vermeden hemen önce Türkiye'deki Jüpiter füzelerinin Sovyetlere Küba'yla giderek artan askeri
ilişkilerinde ve silah yardımında bir örnek teşkil edeceği, buna bağlı olarak da füzelerin
Sovyetlerce bir pazarlık konusu yapılabileceği ABD yönetiminde giderek artan ölçüde
tartışılmıştır. Böylesi bir pazarlık olasılığından tedirgin olan Başkan Kennedy bunalımın hemen
öncesinde, 23 Ağustos 1962'de Savunma Bakanlığından Türkiye'deki Jüpiterlerin kaldırılması
konusunda neler yapılabileceğini araştırmasını talep etmiştir. Daha bu araştırmaya bağlı olarak
Jüpiterler konusunda bir karara varılmamışken, Küba'da SSCB füzelerinin varlığı tespit edilmiş
ve bir dünya krizi patlak vermiştir (Sever, 1997: 652; Ganser, 2007: 393).
Jüpiter füzelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yerleştirilmesinin ardından Ankara
da, SSCB’nin tepkilerine maruz kalmıştır. Özellikle 1 Mayıs 1960’ta düşen U-2’nin ardından
Türkiye’ye karşı verilen notalar, füzelerin de gelmesiyle pekişmiştir. Saldırgan bir tutum
sergileyen Sovyetler Birliği, 1962 yılında dışişleri bakanı Bulganin tarafından verdiği nota ile
niyetini açık olarak ortaya koymuştur; “Türkiye’nin topraklarını komşuları aleyhine
kullanması, onu büyük tehlikeye sokuyor. Kendi topraklarına füze yerleştirmeyi kabul eden
devletler “karşı vuruş” hedefi haline geleceklerdir” (Varlı, 2006: 18-22).
Jüpiterler krizin çözümü aşamasında gerek ABD gerek SSCB için cankurtaran simidi
haline dönüşürken, Türkiye için kendisinin öngörmediği farklı durumlar yaratmıştır. 1957
yılında Eisenhower yönetiminin Avrupa'da orta menzilli füzeler yerleştirme kararına İngiltere
ve İtalya ile birlikte onay veren üçüncü ülke olan Türkiye bu füzeler dolayısıyla genel olarak
NATO ittifakı içindeki önemini öne çıkarmayı, ABD Türkiye ilişkilerinin yakınlığını
sergilemeyi düşünmekteydi. Hepsinden önemlisi bu füzelerin kendi güvenliğini artıracağına
samimi bir biçimde inanmaktaydı. Gerek Başbakan Adnan Menderes gerek Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu Jüpiterlerin birtakım zafiyetlerinin farkındaydılar ancak kendi savunmaları
ve de NATO savunması için nükleer silahlar da dahil, olabildiğince silahlanmaktan başka çare
görmemekteydiler ve bu nedenle de orta menzilli füzelerin Avrupa'ya yerleştirilmesi gündeme
gelir gelmez bu ABD önerisini coşkuyla karşılamışlardır. Silahlanmayı artırmayı Sovyetlere
karşı en iyi savunma aracı, en azından araçlarından biri olarak gördükleri ve buna bağlı olarak
da nükleer silahlardan arınmış bölge kurulması gibi Sovyet tekliflerini kesinlikle reddettikleri
düşünülürse Menderes hükümetinin Jüpiterlere gösterdiği olumlu tepki şaşırtıcı olmamaktadır.
Jüpiterleri topraklarına kabul etmeye karar verdikten sonra, Türkiye füzeler konusundaki
olumlu tavrını konuşlandırmaya ilişkin görüşmelerde de fazlasıyla göstermiştir. Örneğin,
İtalyanlar görüşmelere devam etmek için ABD baskısı görürken, Türkler ABD'yi görüşmelerde
yeterince hızlı olmamakla suçlamıştır. İtalya'dan farklı olarak o dönemde Türkiye'yi bu
görüşmelerde çekinceli taraf yapacak ciddi bir iç muhalefet ya da istikrarsız bir koalisyon
hükümeti bulunmamaktaydı. Menderes Hükümeti’nin Jüpiterler konusundaki bu iyimser tavrı
1960 darbesiyle iktidara gelen askeri yönetim ve onu izleyen İsmet İnönü liderliğindeki
koalisyonlarda da (1961-63) sürdürüldü. Yine bu görüşe paralel olarak Türkiye 1961 yılında ve
1962 yazında birkaç kez ABD'nin füzeleri çekme talebini reddetmiştir (Sever, 1997: 654, 655).
Kriz patlak verdiğinde iktidarda bulunan İnönü liderliğindeki CHP-YTP-CKMP
Bağımsızlar koalisyon hükümeti hiç tereddütsüz müttefiki ABD'yi desteklemiştir. 22 Ekimde
ABD Sovyetlerin Küba'daki füze yığınağına ilk tepki olarak abluka kararını açıklar açıklamaz,
Türkiye bunu ilk destekleyen ülkelerden biri olmuştur. Bu arada krizin başından itibaren
hükümet kendi toprakları üzerindeki füzelerle Küba'daki füzeler arasında bağlantı
kurulmasından fazlasıyla rahatsız olmuştur. Bu nedenle de Dışişleri Bakanı, Batı basınında
gündemde tutulan Küba-Türkiye paralelliği yüzünden tedirgin olduklarını ABD'ye bildirmiş ve
askeri yardımın artırılmasını ve hemen acilen bazı uçakların ve uçak parçalarının Türkiye'ye
gönderilmesini talep etmiştir. Washington, Küba-Türkiye konusundaki karşılaştırmalar
konusunda Ankara'nın müsterih olmasını öğütleyerek, Türkiye'nin askeri yardımların
hızlandırılması talebini olumlu karşılamıştır. Ayrıca, bu sıralarda kapalı kapılar ardında SSCBABD gizli pazarlığı için çalışmalar sürmekteydi (Sever, 1997: 656, 657). Bu gizli görüşmelere
göre Sovyetler Birliği füzelerini Küba’dan çekecek, karşılığında Amerika’nın Türkiye’deki
füzelerini çekmesi için birkaç ay beklenecek ve bu arada kamuoyuna hiçbir açıklamada
bulunulmayacaktı. Bu gizli temasların üzerinden bir yıl geçtikten sonra Kennedy bir suikast
sonucunda öldürülmüştür. Kennedy’nin yerine geçen başkan yardımcısı Johnson pek çok dış
politika konusundan haberdar olmasına rağmen Türkiye’deki füzelerin çekilmesi konusundaki
sözlü mutabakattan habersizdi. Johnson dışişleri bakanı Rusk’a Kennedy dönemindeki dış
politikanın aynen devam ettirilmesi talimatını vermiş ve bu çerçevede Küba politikası da aynen
sürdürülmüştür. Türkiye’deki son füze ise esasen daha Kennedy’nin başkanlığı zamanında 25
Nisan 1963 yılında sökülmüştür (Öymen, 2007: 118, 119).
KAYNAKÇA
Akarsan, Mediha (1995), “1962 Küba Ekim Füzeleri Bunalımı ve Türkiye”, Silahlı
Kuvvetler Dergisi, 114/344, Ankara
Armaoglu, Fair (1986), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara: Türkiye İş Bankası
Caşın, Mesut Hakkı (1995), Çağdaş Dünyada Uluslararası güvenlik Stratejileri ve
Silahlanma, Ankara: Başbakanlık Basımevi
Çakır, Mustafa (2008), “Uluslararası Durum”, Türk Dış Politikası, Editör Haydar
Çakmak, Ankara: Barış Platin Kitap
Ganser, Daniele (2007), NATO’nun Gizli Orduları, İstanbul: Güncel Yayıncılık
Gerger, Haluk (1980), Soğuk Savaştan Yumuşamaya, Ankara: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
Hasgüler, Mehmet (2008), “Dönemin Dış Politika Değerlendirmesi”, Türk Dış
Politikası, Editör Haydar Çakmak, Ankara: Barış Platin Kitap
Kongar, Emre (2005), 21. Yüzyılda Türkiye, İstanbul: Remzi Kitabevi
Köni, Hasan S. (1974), “Küba Buhranı, Uluslararası Alana Etkisi ve Türkiye”, Ankara
İktisat ve Ticaret İlimleri Akademisi Dergisi, VI/1-2
Oran, Baskın (2001), Türk Dış Politikası, İstanbul: İletişim Yayınları
Öymen, Onur (2007), Silahsız Sanat, Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi,
İstanbul: Remzi Kitabevi
Özdemir, Hikmet (2002), “Siyasal Tarih (1960-1980)”, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş
Türkiye 1908-1980, Editör Sina Akşin, İstanbul: Cem Yayınevi
Sander, Oral (2008), Siyasi Tarih, Ankara: İmge Kitabevi
Sander, Oral (1979), Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: AÜSBF yayınları
Sever, Ayşegül (1997), Yeni Bulgular Işığında 1962 Küba Krizi ve Türkiye, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 1, Ankara
Turan, Şerafettin (1999), Türk Devrim Tarihi, Ankara: Bilgi Yayınları
Varlı, Dursun (2006), 1962 Küba Krizi’nin Türkiye’ye Etkileri, Dokuz Eylül
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi, İzmir.
Download