ENDÜLÜS’TEN İSPANYA’YA DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE HIRİSTİYANLARIN MÜSLÜMANLARA YÖNELİK TUTUMLARI* Lütfi ŞEYBAN** A. Hıristiyanların, Endülüs Devleti Mevcut İken Ele Geçirdikleri Endülüs Şehirlerinde Kalan Müslümanlara Yönelik Tutumları İslam Tarihinde ‘İlk Dönem İslam Fetihleri’nin son halkası ve tâcı olan Endülüs, bu şöhretinin ardından yine bir ilke sahne olmuş fakat, bu kez Reconquista’nın ilk halkasını teşkil etmiştir. Reconquista, İspanyolca bir kavram olup, İslam fetihlerine karşı Hıristiyanların yaptığı karşı hareketin adıdır. Yani, fethedilmiş bir İslam beldesinin Hıristiyanlarca geri alınması hareketidir. Arapça ifadesi, el-hareketü’l-istirdâdiyye’dir. Bugün bilinenin aksine, Ortadoğu İslam ülkesine karşı 1096 yılında başladığı bilinen Haçlı Seferleri aslında ‘İkinci Dönem Haçlı Seferleri’dir. Çünkü, İslam Tarihinde Müslümanlara karşı Hıristiyanların Haçlı ruhuyla gerçekleştirdiği ‘İlk Dönem Haçlı Seferleri’, Endülüs şehirlerine karşı yapılmış olan saldırılardır. 750 Yılından itibaren İspanyalılar tarafından küçük çaplı olarak başlatılan Reconquista veya Haçlı saldırıları, 1064 yılında İspanyol ve Frank (Fransız) Haçlı birliklerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri Berbeştru (Bobastro) işgaliyle ilk kez ciddi anlamda tehlike teşkil etmeye başlamıştır. 711 Yılında Târık b. Ziyad ile başlayan ve Târık’ın kumandanı-efendisi ve aynı zamanda Emeviler’in İfrikiye Eyaleti Valisi Musa b. Nusayr’ın eliyle tamamlanan İspanya’nın fethi, bütün Müslümanları sevince boğmuştur. Müslümanlar İspanya için Endelüs adını kullanmışlar, bu isim ülkemizde ise Endülüs şeklinde meşhur olmuştur. 711 Yılından 1492’ye kadar 781 yıl yaşayan Endülüs İslam Devleti varlığı, altı siyasi ve beş de medeni döneme sahip olmuştur. Siyasi dönemler şunlardır: 1) Fetih ve Valiler Dönemi (711-756), 2) Endülüs Emevileri Dönemi (7561031), 3) Mülükü’t-Tavaif Dünemi (Beylikler, 1031-1090), 4) Endülüs’te Murabıtlar Dönemi (1090-1147), 5) Endülüs’te Muvahhidler Dönemi (1150-1238), 6) Garnata’da (veya Gırnata, Granada) Nasriler Dönemi (1238-1492). Endülüs’ün medeni dönemleri ise şunlardır: 1) Sosyal Kaynaşma ve İslamlaşma Dönemi (711-850), 2) Müslüman Çoğunluk ve Medeni Üstünlük Dönemi (850-1236), 3) Dejenerasyon ve Hıristiyanlaşma Dönemi (1236-1492), 4) Göç, Hıristiyanlaştırma ve Sürgün Dönemi (14921610), 5) Varoluş Çabaları ve Yeniden Diriliş Dönemi (1610-bugün). Bu dönemlerle ilgili ayrıntılı açıklamalara burada yer veremiyoruz. Çünkü, bunu yapmak için 781 yıllık Endülüs Devleti tarihi ile, sonraki 513 yıllık varoluş mücadelesiyle geçen yıllar dahil bütün Endülüs tarihini özetlemek gerekir ki, bu hem çok uzun ve hem de güç bir iştir. Arzu eden okurlarımız şu eserlerimize müracaat edebilirler: Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul 2003; Mudejares & Sefarades / Endülüslülerin Osmanlı’ya Göçleri, İz Yayıncılık, İstanbul 2007; Web Sitemiz > www.endulus.net. Biz bu makalede, Hıristiyanların ele geçirdikleri Endülüs şehirlerinde kalan Müslümanlara ya da Müdeccenlere nasıl muamele ettikleri hususunu izah etmekle yetineceğiz. Endülüs Devleti mevcut iken Hıristiyan İspanyalıların eline geçen pek çok Müslüman şehri olmuştur. Fethin ilk senesinden sadece yedi yıl sonra yani 718 yılında, Müslümanlara karşı Hıristiyan direnişi, küçük çaplı da olsa başlamıştır. 750 yılından itibaren ise bu direniş, Endülüs İslam topraklarına karşı Reconquista hareketine dönüşmüş ve toprak kayıpları başlamıştır. Ne var ki, 756 yılından itibaren Endülüs’te Emevi idaresinin tesis edilmesiyle birlikte kısa sürede devlet güçlü hale gelmiş ve dolayısıyla Hıristiyan İspanyol Reconquista hareketi de uzun bir süre duraklamak zorunda kalmıştır. Ancak, yine de Hıristiyan İspanyol krallıklarının doğması ve az da olsa gelişmesi bu döneme rastlamaktadır. Çünkü, güçlü de olsa zaman zaman içte yaşanan iktidar mücadelesi ve bazı isyanlar yüzünden devletin zaafa uğradığı vâkî olmuştur. Endülüs’te Emevi idaresi, son yirmi yılı içerisinde ortaya çıkan iç karışıklıkların bir türlü durdurulamaması yüzünden 1031 yılında çökmüş ve yerine irili ufaklı yirmiden fazla beylik ortaya çıkmıştır. Mülûkü’t-Tavâif adıyla anılan bu dönem, Endülüslüler için yokoluşun başlangıcı, buna karşın Hıristiyan İspanyalılar içinse karşı atak yapma ya da Reconquista’yı hızlandırma fırsatının doğduğu yıllar olmuştur. İşte bu dönemde, Endülüs’ün bel kemiği mesabesindeki Tuleytula (Toledo), İberya Yarımadası’nın bu büyük ve en stratejik şehri, 1085 yılında Hıristiyan İspanyalıların eline geçmiştir. Müslümanıyla ve Yahudisiyle Endülüslüler için yaklaşık üç asırdan sonra ilk kez gelen bu büyük kayıp, büyük bir şok ve istikballeri açısından büyük bir korku kaynağı olmuştur. Bu olayla birlikte, artık Endülüs tarihinde yeni bir durum daha ortaya çıkmıştır ki, o da kaybedilen Tuleytula’da kalan Müslüman ahalinin Hıristiyan hakimiyeti altında Müdeccen (Mudejar) konumuna düşmesiydi. Haddizatında, Tuleytula’dan evvel de bu durum vukua gelmiştir ancak, küçük çaplı olduğu için pek dikkate alınmamaktadır. İşte Tuleytula’nın düşüşünden sonradır ki, Endülüs tarihinde Hıristiyanların Müslümanlara karşı tutumları önem arzeder hale gelmiştir. Kastilya Krallığı ya da Hıristiyan İspanyalılar, Tuleytula’nın işgali esnasında şehir halkıyla bir anlaşma yapmışlardır. Can, mal, din ve ibadet özgürlüğü maddelerini kapsayan bu anlaşma, daha sonra düşen Endülüs şehirleri halkıyla yapılanlar dahil, tarihçilerin ifadesiyle İslam Zimmî Hukuku’ndan mülhemdir. Zira, bu hukuk Endülüs Devleti’nde tatbik edilmekteydi ve İspanyalılar da bunu bilmekteydiler. Endülüs Devleti mevcut iken Hıristiyan İspanyalıların sergiledikleri bu hoşgörülü tutum sebebiyledir ki, işgal edilen şehirlerde kalan Endülüslülerin büyük bir bölümü Müslümanların elindeki diğer Endülüs şehirlerine göç etmek yerine, artık İspanya’ya dönüşeceğini tahmin etmedikleri ve büyük ihtimalle Müslümanlar tarafından geri alınacağını umdukları kendi topraklarında kalmayı tercih etmişlerdir. Genel olarak 1497 yılına kadar İspanya krallıkları, idareleri altında yaşayan Müslümanlara ya da Müdeccenlere karşı hoşgörülü bir tutum sergilemişlerdir. Bu tarihten sonra ise, krallar özellikle Hıristiyan din adamları ve Papalığın kışkırtma ve baskılarına daha fazla dayanamamışlar, Müslümanlara karşı menfî tutum takınmak durumunda kalmışlardır. Ezcümle, hıristiyanlaştırarak asimile etmek, şiddet ve sürgün politikalarını uygulamaya sokmuşlardır. Hıristiyan İspanyalıların Endülüs Devleti’ne karşı Reconquista fikriyle yaptıkları saldırılar, akarsuyun mermeri oyması gibi uzun asırlar içinde onlara istedikleri neticeyi getirmiştir. Onlar, yaptıkları küçük-büyük akınlarda, bazen de şehrin işgalinden sonra sivil Müslüman-Yahudi halka karşı katliam dahil her türlü kötü muameleyi yapıyorlardı. Bunun az görülen örneklerinden birisi, 1094 yılında Belensiye’nin (Valencia) işgalinden sonra yaşanmıştır. Yapılan teslim anlaşmasına aykırı olarak şehrin kadısı İbn Cehhâf diri diri yakılmış, Müslümanların malları müsadere edilmiş, bir kısım Müslüman erkek hadım edilerek Hıristiyan idarecilere hizmetçi yapılmış ve zorla hıristiyanlaştırılmışlardır. Merkezdeki Ulu Cami de kiliseye çevrilmiştir. Ancak, Endülüs Devleti’nin mevcut olduğu bu dönemde onlar, ele geçirdikleri Endülüs şehirlerinin Müslüman halkına karşı genelde olumlu tavır takınmak durumunda kalmışlardır. En azından, Endülüs Devleti’nin fiilen güçten düştüğü ve artık ayağa kalkma umudunun tükendiği yıllar olan XIII. yüzyılın ilk yarılarına kadar. Bu durum, tamamen o zaman geçerli olan devletler arası siyasi konjonktürle alakalıdır. Şimdi, bu olumlu tutumun şekli ve nedenleri üzerinde duralım. Müslüman Endülüs iken Hıristiyan İspanya haline gelen topraklarda kalan Müslümanların yani Müdeccenlerin çoğunluğu, Endülüs toplumunun avam kesiminden olan küçük çiftçiler, zanaat erbabı (kasap, marangoz, kuyumcu, dokumacı, boyacı, vb.), imalat sanayinin çeşitli kollarında çalışan kalifiye işçilerden oluşmaktaydı. Gerek eşrâf ve gerekse ulemâ kesimi büyük oranda Mağrib’e (Kuzey Afrika’ya) göç ediyorlar, bazıları da güneydeki diğer Endülüs şehirlerine yerleşiyorlardı. Bir Endülüs şehrinin Hıristiyanlara teslimi sırasında İspanyalılar, şehir halkıyla anlaşma yapıyorlar, bu anlaşmaların tanıdığı statü çerçevesinde Endülüslüler, Hıristiyan idaresi altında Müslüman bir cemaat olarak varlıklarını devam ettirme imkanına sahip oluyorlardı. Krallar genelde bu anlaşmalara riâyet ediyorlardı. Peki bu riâyetin nedenleri neydi acaba? Burada öncelikle hatırlamamız gereken, Endülüs Devleti’nin mevcut olduğu gerçeğidir. Genel olarak 1497’ye, fakat özelde 1248’e kadar Hıristiyan İspanya krallıkları biliyorlardı ki, eğer işgal ettikleri bir Endülüs şehrinde kalan Müslümanlara karşı olumsuz tutum sergileseler, büyük ihtimalle bu onların beklemediği bir zamanda Endülüs Devleti’nden kendilerine karşı bir saldırı gelmesine sebep olabilirdi. Asırlar boyunca fanatik Hıristiyan din adamlarının kışkırtmaları sonucu İspanya Hıristiyanlarında Endülüslülere karşı kin ve düşmanlık duyguları oluşmuştu ve bu duygularla Endülüs şehirlerine saldırmayı seviyorlardı. Ancak, düşmanlık duyguları yanında yine asırlar içinde korku duygusu da yerleşmişti Hıristiyan İspanyalıların içine ve bu duygunun varlığı neredeyse Endülüs’ün düşüşüne kadar devam etmiştir. Bunu, Endülüs siyasi tarihi boyunca rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. İkinci neden olarak, Endülüs Devleti ve Müslümanların hemen her bakımdan, o çağın hemen bütün ülke ve milletlerine karşı olduğu gibi, Hıristiyan İspanyalılara nispetle daha üstün durumda olmalarını zikretmeliyiz. Elbette askeri üstünlüğün olduğu dönemlerde zaten toprak kaybından söz etmek pek mümkün değildir. Ancak, o dönemde güçlü ve medeni bir devletin rakiplerinin karşısında kaybettiği ilk özelliği askeri gücü olmaktaydı. Bununla birlikte ticaret, iktisat, zanaat, ziraat ve medeni hayat gibi pek çok alandaki üstünlüğünü belli bir süre için muhafaza edebiliyordu. Hıristiyan krallar, ele geçirdikleri Endülüs şehrinin Müslüman halkına her bakımdan muhtaç durumdaydılar. Öncelikle ticari gelirler, ziraat ve imalat sanayi bakımından. İspanyol ve diğer batılı tarihçilerin de tespit ettikleri gibi, Müdeccenler neredeyse bütün meslekî ve ticarî hayatı ellerinde bulunduruyorlardı. İspanya asilzâdeleri ve toprak ağalarının has adamları Müslümanlardandı. Çünkü, işlerini iyi biliyorlar ve en iyi şekilde yapıyorlardı. Onların yüzünden Hıristiyan halkın iş bulması çok zordu. Çalışkanlıkları ve dürüstlükleri, Hıristiyan din adamlarının bile hayranlığına sebep olmuştur. Hatta, Hıristiyan halk arasında şu söz bir atasözü haline gelmiştir: “Biz Müslümanların ahlâkını almalıyız, onlar da bizim inancımızı”. Bu kadar yararlandıkları Müslümanlara kötü muamele ederlerse, onlar da Gırnata Emirliği’ne göç edebilirlerdi. Bu durumda ise, İspanya krallıkları ekonomik zaafa uğrayacak, buna karşın Gırnata Emirliği güçlenecekti. Ayrıca, kralların hem Gırnata ile hem de Doğu ülkeleriyle mevcut olan ticari ilişkilerini de, onların Müdeccenlere karşı olumlu tutum takınmalarını sağlayan unsurlardan sayabiliriz. Hıristiyan İspanyalıların Müslümanlara karşı olumlu tutum takınmalarının üçüncü nedeni ise, ele geçirdikleri bir Endülüs şehrinde, Endülüs tarihi boyunca bütün Endülüs şehirlerinde olduğu gibi, Mağrib veya Doğu İslam yurdundan gelme Arap veya Berberi asıllı Müslümanların çoğunluğu teşkil etmemesidir. İşgalden sonra yaşanan göç sebebiyle Müslüman nüfus iyice azalmaktaydı. Oysa, işgalden hemen sonra Hıristiyan krallar kendi halkını bu şehirlere iskân ediyordu ve böylece onlar çoğunluğu teşkil ediyorlar, Müslümanlar ise azınlıkta kalıyorlardı. Dördüncü neden olarak belirtmeliyiz ki, Endülüs’ün fethinden itibaren yaklaşık iki asırlık bir sürede Müslüman kesimin siyasi-askeri gücü yanında, medeni üstünlüğüne de imrenerek Müslüman olmayı yeğleyen eski Hıristiyan İspanya halkı (Müsâlime/Müvelledler/Muladies ve Müsta’ribler/Mozarabes), şehrin Hıristiyan kralların eline geçmesinden bir süre sonra eski dinleri olan Hıristiyanlığa dönebiliyorlardı. Bu durum, zaten göçlerle azalmış olan Müslüman nüfusun daha da azalmasına, buna karşın kralların özel kanunnameler ve özel uygulamalarla diğer şehirlerden getirerek iskân ettikleri Hıristiyan halkın çoğalmasına sebep oluyordu. Sonuçta, Müslüman nüfus askeri ve dini açıdan tehlike teşkil edebilecek konumdan artık çok uzak kalıyordu. Bu durum, Hıristiyan İspanya krallarını ekonomik ve medeni bakımdan hayati derecede bağlı bulundukları Müslümanlara karşı neden olumsuz tutum sergilemeye sevk etsin ki? Elbette etmez. Hıristiyan İspanya krallıkları bu olumlu tutumlarını, Endülüs Devleti’nin mevcut olduğu bu ilk dönemin son yarısında, yani XIII. yüzyılın ortalarından itibaren değiştirmeye başlamışlardır. Artık, hemen her Endülüs şehrinin işgali esnasında son derece kanlı sahneler görülebiliyor, işgal sonrasında ise Yahudi ve Müslüman halkın çoğu ya toptan sürgün ediliyor ya da köleleştiriliyordu. Mesela, 1248 yılında İşbiliye (Sevilla) şehri Hıristiyanların eline geçtiğinde, şehirde bulunan bütün Müslümanlar sürgün edilmiştir. Halkın sürülmesinden sonra Kastilya kralı III. Fernando, ilk iş olarak merkezdeki Ulu Cami’yi kiliseye çevirtmiş, sonra da Müslümanların geride bıraktığı mülklerini askerleri arasında paylaştırmıştır. Hıristiyanlar, 1487 yılında bu kez Malaga şehrini işgal ettiklerinde ise, şehirde bulunan onbeş bine yakın Müslüman halkın tamamını esir etmişlerdir. Bunlardan yüz adedi Papa’ya, altmış adet genç kız Portekiz ve İtalya krallarına hediye olarak gönderilmiş, geri kalanlarsa Hıristiyan ailelere, kiliselere, askerlere ve kraliyet memurlarına köle olarak dağıtılmışlardır. İşbiliye’den sonra 1492 yılında son Endülüs İslam şehri işgal edilinceye kadar Hıristiyan krallar hemen bütün işgal harekatları esnası ve sonrasında aynı olumsuz tutumu sergilemişlerdir. Peki bunun nedenleri neydi acaba? XIII. Yüzyılın ortalarına kadar böyle olumsuz davranmadılar da, şimdi ne değişmişti ki artık olumlu davranma ihtiyacı hissetmiyorlardı? Bunun başta gelen nedeni, Endülüs Devleti’nin artık fiilen tükenmiş olmasıydı. Henüz ortadan kalkmamıştı fakat, 1212 yılında yaşanan büyük İkab hezimeti hem Endülüs’ü koruyan Muvahhidler’in hem de Endülüs Devleti’nin sonunu getirmişti. Nitekim, bu tarihten yalnızca yirmi altı yıl sonra Mağrib merkezli Muvahhidler Devleti ortadan kalkmış ve Mağrib’te yani Kuzey Afrika’da artık güçlü devlet oluşturabilecek bir siyasi yapı kalmamış, Endülüs ise sadece Gırnata ve çevresindeki küçük bölgeden ibaret kalmıştı. Bu Gırnata Emirliği de zaten Hıristiyan İspanya krallarına bağlı şekilde onlara bazen haraç ve bazen de toprak vererek ayakta kalmaya çalışıyordu. Üstüne üstlük, Müslümanlar kendi aralarında iktidar kavgaları yüzünden sık sık çalkantılar yaşıyorlardı. Kısacası, artık İspanyalıların siyasi ve askeri bakımdan Müslümanlardan korkmalarını gerektirecek herhangi bir durum kalmamıştı diyebiliriz. Doğu İslam dünyasında da Endülüslülere yardım edebilecek ve İspanyalılara karşı onu koruyarak ömrünün uzamasına sebep olabilecek herhangi bir devlet yoktu. Endülüs Müslümanları zaman zaman Mağrib’teki Merînîler’den, 1400’lerden sonra da Mısır ve İstanbul’dan yardım talebinde bulundularsa da, ciddi bir destek bulamadılar. Çünkü, Osmanlılar ve Memlukler gibi devletler de kendi problemleri ve düşmanlarıyla boğuşmaktaydılar. Dolayısıyla, Endülüs’e kadar uzanabilecek güçlü bir ele sahip değildiler. Bu dönemde Hıristiyan kralların Müslümanlara karşı olumsuz tutum takınmalarının bir diğer sebebi de ekonomik ve medeni temellidir. Hıristiyan kralların, yaklaşık olarak bir buçuk asırdır kendi sosyal bünyelerinde barındırdıkları ve her bakımdan yararlandıkları Müslüman halka artık ihtiyaçları kalmamıştı. Çünkü, Hıristiyan halk bu zaman zarfında Müdeccenlerden her işi öğrenmiş, eğitim, bilim, sanat, iktisat ve ziraatte artık onlar üstün duruma geçmişlerdi.Hem bu konuda kilise çevreleriyle Papa’nın krallar üzerinde sürekli baskı oluşturduklarını da biliyoruz. Onlar, Müslümanların bir an önce zorla hıristiyanlaştırılmalarını veya sürgün edilmelerini, reddedenlerinse köleleştirilmeleri veya öldürülmelerini istiyorlardı. 1497’den sonra artık kilise adamlarının isteklerinin gerçekleştiği döneme giriyoruz. Yani, XVI. yüzyılın başındayız. B. Hıristiyanların, Endülüs Devleti Müslümanlara Yönelik Tutumları Yıkıldıktan Sonra İspanya’da Kalan İşte bu dönem, Endülüs tarihinin en acıklı sayfalarıyla doludur. Nasıl ki IX. ve X. yüzyılları dünyanın en parlak medeni sayfalarıyla doluysa.. Bir küçük şehir devleti Gırnata’dan ibaret kalan Endülüs Devleti’nin 1492 yılında ortadan kalkmasından çok kısa süre sonra, artık Endülüslüler için büyük ızdıraplarla dolu yeni bir dönem başlamış oluyordu. Gırnata’nın Teslim Antlaşmasından daha evvel bahsetmiştik. 25 Kasım 1491 tarihinde gerçekleşen 47 maddelik antlaşmaya göre kral Ferdinand ve kraliçe İzabella, hem kendileri hem veliaht olan oğulları Juan ve hem de ondan sonra tahta geçecek olanlar adına özetle şu değerleri kabul ettiler: Müslümanlar, diğerleri gibi bu ülkenin değerli tâbiidirler. Müslümanlar, antlaşmanın kapsadığı her yerde krallığın himayesi altındadırlar ve onlara ancak saygıyla muamele edilir. Müslümanlar dinlerini, dillerini, âdet ve gelenekleri ile mallarını ve ticaret hürriyetlerini muhafaza ederler. Hatta, Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçip de onlarla beraber yaşamaya karar verenler ve Müslümanlar ile evlenen Hıristiyan kadınlar da dinleri konusunda dokunulmazdırlar. Müslümanlardan her kim Mağrib’e (Kuzey Afrika) göç etmek isterse, onların göç masrafları kraliyete aittir ve gidip de Endülüs’e geri dönmek isteyenlere de müsaade edilecektir. Bu anlaşma kuralları üç yıl kadar geçerliliğini sürdürmüştür. Sonra ise, Müslümanlar bu antlaşma kurallarının uygulanması konusunda şüpheye düşmeye başladılar ve yeni güvenceler istediler. Bunun üzerine kral ve kraliçe derhal bir ‘büyük açıklama’ yapma gereği duydular. Açıklamada, Müslümanlar için tam bir özgürlük sağlandığını, sahip oldukları arazileri ve ülke içinde istedikleri yere göç etmeleri hususunda kimsenin onlara engel çıkaramayacağını, mescitleri ve dinî ibadet ile geleneklerinin korunduğunu, malını-mülkünü satarak Mağrib’e göç veya istedikleri ülkeye seyahat etmelerinin serbest olduğunu Allah’a yemin ederek ifade etmektedirler. Yani, teslimden henüz 3 yıl sonra Teslim Antlaşmasında olan maddelerin en önemlileri kraliyet tarafından teyit edilme gereği hissedilmiştir. Peki, İspanya Krallığının Müslümanlara karşı güttüğü bu siyasetin kendilerince gerekçeleri acaba neydi? Araştırmacıların üzerinde durduğu en önemli gerekçe, zaman içinde Müslümanları hıristiyanlaştırmak suretiyle İspanya toplumuyla kaynaştırmak ve bu sayede toplumsal farklılıkları ortadan kaldırarak İspanya toplumunu vatanıyla diniyle tek bir kütle haline getirmek düşüncesiydi (XX. Yüzyılda yaşanan Türkiye’den Avrupa’ya göç olayında da, benzer politikanın Avrupa devletlerince uygulanmakta olduğunu müşahede etmekteyiz). Bizce de bu düşünce geçerlidir ve ilave olarak dikkate alınması gereken diğer bazı sebepler de mevcuttur. Mesela, 1492’de ülkeden göç etmesine müsaade edilen el-Büşşerât’ta (Alpujarras) oturan Benû Serrâc ailesi (Serrâc oğulları) gibi güçlü Müslüman ailelerin gitmesi, ileride olabilecek bağımsızlık veya isyan hareketlerinin etkisi açısından önemlidir. Bu yüzden, bu tür göçler Mağrib ülkesine senelerce sürmüştür. İspanya Krallığının Hıristiyan liderlerinden Tuleytula (Toledo) rahiplerinin reisi Kardinal Gonzalez de Mendoza gibileri, kral ve kraliçeye sürekli baskı ve kışkırtma yaparak onları Müslümanlar konusunda takip etmekte oldukları politikalarını değiştirmeye zorladılar. İstedikleri ise, Müslümanların ya hıristiyanlaştırılması veya ülkeden sürgün edilmesiydi. Onlara göre bu iş, İspanya’yı kendilerine bahşeden Tanrı’ya karşı bir şükür olarak yerine getirilmeliydi. Böyle davranmakla anlaşmalar ihlal edilmiş olmayacak, bilakis Müslümanların ruhları temizlenecek ve ülkede gerçek barış sağlanacaktır. Aksi takdirde, İslam dini üzere kaldıkları sürece Müslümanlar ile Hıristiyanların huzur içinde yaşamaları mümkün olamayacaktır. Ancak kral ve kraliçe, hem verdikleri sözü tutma düşüncesi hem de yeni bir savaş çıkar da siyasi ve iktisadi dengeler bozulur endişesiyle Hıristiyan din adamlarının seslerine bir müddet kulaklarını tıkadılar. Onlar, bu işin zorlamayla değil de sevdirerek ve iyi muameleyle yapılmasına sıcak bakıyorlardı. Kraliçe İzabella’nın Hermando de Talavera adında ve iyiliğiyle tanınan bir din adamı vardı. De Talavera, Gırnata Başpiskoposluğuna atandı. Mal ve emek dahil bütün gayretiyle Müslümanlarla ilgilendi ve onlara vazunasihat ederek güzellikle Hıristiyan olmalarını telkin etti. Şiddete karşı olduğunu ifade etti ve Hıristiyanlığın öğrenilmesi konusunda her türlü kolaylığı sağladı. Yardımcılarından da bu uğurda kendisi gibi Arapça’yı iyi öğrenmelerini istiyordu. De Talavera, seçtiği bu ikna yöntemiyle birçok Endülüslüyü Hıristiyan olmaya ikna etmede başarılı oldu. Hatta, Müslümanların ileri gelenlerinin çeşitli şekillerde ikna edilmesi suretiyle Grınata’da üç bin kişinin Hıristiyanlığa geçtiği araştırmalarda kayıtlıdır. Bu sebeple, ülke ileri gelenleri bu yöntemle ülkedeki Müslümanların Hıristiyanlığa sokulmaları işinin tamamlanacağını umuyorlardı. Ancak, hiç de beklendiği gibi olmadı. Hıristiyanlaştırma uygulaması, her ne kadar yoğun bir faaliyetle sürdürülüyorsa da amaca hizmet edecek hızda gitmiyordu. Bu ise, işin acilen sonuçlanmasını bekleyenler açısından sabredilecek bir durum değildi. Krallar yeniden tahrik edildi ve Ferdinand ile İzabella, 1499 yılının Temmuz ayında De Talavera’nın yerine Kastilya-Tuleytula Başpiskoposu Fransisco Ximenez de Cisneros’u görevlendirdiler. Ximenez, Müslüman âlimleri toplayarak onlardan İslam’ı terk edip Hıristiyanlığa boyun eğmelerini böylece diğerlerine örnek olmalarını istedi. Kabul edecek olanlara güzel şeyler vaat etti ve reddecek olanları da cezalandırmakla tehdit etti. Bu gelişme, Ximenez’in karakterini tanıyan mütedeyyin Müslümanları korkutmaya başladı. Ancak, onlar korkmak yerine dinlerini korumada daha kararlı davranmaya başladılar. Lakin, Ximenez olaylara vâkıf biri olarak işini bir an evvel bitirmek ve İspanya’yı Müslümanlardan temizlemek istiyordu. Bu amaçla evvela muhafazakâr ve mütedeyyin Müslümanlar üzerinde âdeta tedhiş/terör estirmeye başladı. Hıristiyanlaştırma baskısı, muhafazakar Müslümanların yoğun olarak yaşadığı mahalle olan el-Beyyâzîn’de (Albaicin) çok canlar yaktı ve bu arada mahallenin merkez camii de San Salvador adıyla kiliseye çevrildi. Ximenez, Müslümanların pekçoğunu tutuklattı ve hapislere doldurttu. Sonra onların evlerindeki kitaplarını zorla toplattı ve içinde yüzlerce bilim-sanat değeri yüksek olan beş bin cilt kitabı şehir meydanında toplanan insanların gözü önünde yaktırdı. Kitapların yakılmasının sebebi, Müslümanları Hıristiyanlaştırmanın önünde engel olarak görülmeleriydi. Çünkü, Hıristiyan idarecilerin inancına göre Müslümanlar Kuran-ı Kerim gibi dinî ve Arapça kitaplar sayesinde dil ve dinlerini kuşaktan kuşağa aktarabiliyorlardı. Ayrıca, Arapça’yı İslâmiyet’in kapısı ve Arapça Alfabesi’ni de Arap dilinin kapısı olarak telakkî ediyorlardı. Bu yüzden Müslümanlar kitaplardan ve Arap Alfabesi’nden arındırılmalıydılar. Önce Gırnata’da ve ardından Müslümanların yaşadığı diğer bütün Endülüs şehirlerinde kitaplar papazlar tarafından toplatılıp şehir meydanlarında yakıldı. Yakılanlar sadece Kuran-ı Kerim ile dinî ilimlere ait kitaplar değil, aynı zamanda asırların birikimiyle milletlerden ve medeniyetlerden bir sonrakilere aktarılagelen dünyanın bilim-sanat birikimini taşıyan binlerce cilt bilim, tıp, mühendislik, felsefe ve edebiyat kitaplarıydı. İlk elde yakılan beş bin Kuran-ı Kerim’den başka, diğer kitapların sayısı araştırmacılar tarafından seksen bin ve bir milyon gibi çok farklı rakamlarla ifade edilmektedir. Kitapların yakılmasının ardından, Arap Alfabesi yerine Latin Alfabesi’nin kullanımı zorunlu hale getirildi. Tıpkı, modern zamanların Türkiye, Endonezya, Nijerya, Malezya ve Somali gibi İslam ülkelerinde yapıldığı gibi. Gelişen bu yıkıcı olaylar karşısında Endülüs Müslümanları büyük bir sıkıntı içine düşmüş oldular. Çünkü, idareciler tarafından Teslim Antlaşması’nda kendilerine verilen bütün sözler ardı ardına çiğneniyor ve daha da vahimi kral ile kraliçe kendilerine artık sahip çıkmıyordu. Bu durumda istenmeyen yeni olayların patlak vermesi kaçınılmaz görünüyordu. Müslüman toplum içinde yaşayan bir grup vardı ki, bunlar Hıristiyan işgali öncesinde yani Müslüman hakimiyeti döneminde İslâmiyet’i seçerek Müslüman olmuş Müvelled iken (Bu ailelere ve çocuklarına Endülüs tarihi literatüründe Müvelled tabir olunur. Müvelledler üzerine ülkemizde yapılmış ve Prof.Dr. Mehmet Özdemir’e ait olan bir doktora tez çalışması mevcuttur), işgalden sonra çeşitli sıkıntılar karşısında kalınca eski dinlerine dönerek Hıristiyanlaşan ailelerdi. Gırnata’nın Teslim Antlaşması’nda Müslümanlara verilen bütün haklar bunlara ve çocuklarına da tanınmıştı. Ancak, Ximenez’e göre Teslim Antlaşması bu ailelerin çocuklarını kapsamazdı ve aslında bu aile reisleri, zamanında Müslüman olmakla mürted olmuşlardı. Bu nedenle, eğer daha evvel yapılmamışsa bu çocukların derhal vaftiz edilmeleri gerekiyordu. Hemen Engizisyon Mahkemeleri devreye girdi ve Ximenez’e bu işi bitirme yetkisi verdi. Ximenez, üstlendiği işin gereği olarak bu tür ailelerin Hıristiyanlığa dönmeyi reddeden evli-bekar, kız-erkek ayrımı yapmadan bütün aile üyelerini toplatmaya başladı. Toplama işlemi sürerken 18 Aralık 1499 tarihinde bir olay meydana geldi. Vaftiz edilecek çocuk ve gençleri toplamakta olan polislerden ikisi, Bâbü’l-Bünûd (Bib el Bonut) Meydanında mezkur ailelerden birinin kızını zorla alıp götürmeye çalışıyorlardı. Bu arada kız, kendisinin Teslim Antlaşması şartlarına aykırı olarak zorla vaftiz edilemeyeceğini haykırarak çığlık atıyordu. O anda etraftan sesi duyanlar koşuyor ve polislerle atışmaya başlıyorlar. Ancak, kalabalık arttıkça iş çığırından çıkarak kavgaya dönüşüyor ve polislerden biri öldürülüyor. Diğeri ise, olayların büyümesinden korkan Müslüman bir kadının onu evinde yatak altında saklaması sayesinde ölümden kurtuluyor. Karışıklık büyümeye devam ediyor ve Müslümanlar toptan silaha sarılıyorlar. Böylece, Hıristiyan işgali altındaki Endülüs’te senelerce tekrarlanacak olan Müdeccen isyanlarının fitili ateşlenmiş oluyor. Müslümanlar doğruca Ximenez’in evini kuşatmaya alıyorlar. Akşamdan sabaha kadar kuşatma sürüyor ve Ximenez’i iki yüz silahlı muhafız başarıyla koruyor. Kraliyet Sarayı olarak kullanılan Elhamrâ’ya kaçtığı da söyleniyor. Sonunda kraliyet komutanlarından Tendilla, askerleriyle olaya müdahale ediyor ve muhasaracıları bölgeden uzaklaştırıyor. Ardından Müslümanların Tendilla, De Talavera ve Ximenez ile görüşmeleri on gün sürüyor. Müslümanlar kendilerini, hareketlerinin krala karşı değil de kralın kendilerine verdiği hakları çiğnemeye kalkışanlara karşı haklarını savunmak amacına yönelik olduğu gerçeğine dayandırarak savunuyorlar. Sonuçta, De Talavera arayı buluyor ve Müslümanlar silahlarını bırakmaya razı oluyor, içlerinden dört kişi cinayet suçundan idam ediliyor ve böylece olay kapatılarak herkes yeniden kendi meşgalesine dönüyor. Tabi ki, Ximenez de kendi işine.. Ximenez derhal İşbiliye’de bulunan kral ve kraliçenin huzuruna giderek olayı kendince onlara aktarıyor ve diyor ki: “Müslümanların bu isyanı Teslim Antlaşmasıyla kendilerine sağlanan can ve mal güvenliklerini ortadan kaldırmaktadır. Onların af dilemeleri ise, ya Hıristiyan olmayı ya da ülkeyi terketmeyi kabul ettiklerini gösterir.” Kraliyet tarafı Ximenez’i dinledi ve ona hak vererek istediği şekilde hareket etme izni de verdi. Elbette bu izin, Teslim Antlaşmasının açıkça çiğnenmesine yönelik krallar tarafından izhar edilen ilk irade beyanı oluyordu. Anlaşılacağı üzere bundan sonra Endülüslü Müslümanları çok daha sıkıntılı günler bekliyordu. 18 Aralık 1499 isyanında Müslümanlar içinde 1500 kişiye yakın bir grup düşman tarafıyla anlaşmayı reddetmişti. El-Büşşerât dağlarında bir kaleye sığınan bu isyancılar, kendilerine yapılan haksız uygulamalar karşısında artık isyan etmekten başka çarelerinin kalmadığını ilan ettiler. İçlerinden birini İbrahim b. Ümeyye adıyla reis seçtiler ve 1500 yılının Ocak ayından itibaren Gırnata’nın çevresindeki İspanyol savunma birliklerine karşı düzenli saldırılara başladılar. Kendilerine mücahitlerden pekçok katılım oldu. Bunlar, dağlarda ve ardından ovalarda pekçok kaleyi ele geçirdiler. Ancak, üzerlerine sevk edilen seksen bini piyade ve onbeş bini süvari birliklerinden oluşan kraliyet ordusuna karşı pekçok cephede direndilerse de sonunda yenildiler. İspanyalılar, isyancılardan erkek, kadın, çocuk ve genç-yaşlı demeden ele geçirdikleri insanların çoğunu katlettiler ve bir kısmını da köleleştirdiler. Gırnata isyanını Elmeriye’de Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı duran Müslümanların isyanı izledi (Kasım 1500). Buraya sevk edilen kraliyet ordusu da isyanı bastırdı ve kraliyetin emriyle isyana katılan bütün erkekler katledilerek mal varlıklarına el kondu, kadın ve çocukları da esir olarak alındı. Elmeriye’den sonra diğer yakın şehirlerdeki Müdeccenler de ardı ardına isyan ettiler. Ancak, hepsi de şiddetle bastırıldı ve büyük katliam ve esaret olayları yaşandı. İspanya Devleti Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde kararlıydı ve Müslümanlar da karşı koymakta.. Dolayısıyla, ara ara isyanların çıkması kaçınılmaz görünüyordu. 1568 Yılında Mağrib ve Ortadoğu’daki İslam devletlerinden yardım umarak yapılan büyük isyandan sonra, artık Müdeccenlerin hem sayıları ve hem de umutları iyice tükenmiştir. İspanyalılar, XVI. Yüzyıl boyunca devletin her türlü imkanını seferber ederek ve ayrıca Hıristiyan halkın da desteğiyle Müdeccenleri Hıristiyanlaştırma çabası içinde olmuştur. Asrın sonlarına gelindiğinde ise, aslında içlerindeki İslamî hisleri gizli tutmak zorunda kalan fakat görünürde Hıristiyan sayılan “zorla hıristiyanlaştırılmış” bir topluluk ortaya çıkmıştı. Kureyş ve Mudar kabilelerinin evlatları, artık zorbalıkla kiliselerde âyinlere götürülüyorlardı. İspanya yönetimi onların dinini,dilini ve medeni hayatlarını zorla kendilerininkine benzetmiş ve bu suretle Müdeccen topluluğu kendi Hıristiyan toplumu bünyesinde eritmeyi hesaplamıştı. Fakat, bu kadar baskı ve şiddet politikalarına rağmen, Müdeccenler Belensiye (Valencia), Mürsiye (Murcia) ve Gırnata gibi eski Endülüs şehirlerinde büyük ve önemli topluluklar olarak varlıklarını sürdürmekteydiler. Kastilyan diliyle konuşup yazıyor olsalar da edebi ve sosyal açıdan önemli bir güç sayılıyorlardı. Ayrıca, İspanya’nın milli üretimine olan katkıları da özellikle zenaat ve sanat dallarında büyük boyutlardaydı. Her halükârda İspanya yöneticileri, Hıristiyanlığa boyun eğmek zorunda kalmış zayıf bir topluluk olmalarına rağmen, her türlü yolu kullanıp onların sevgisini kazanamayacaklarını bildikleri için Müdeccenlerden korkuyorlardı. Özellikle din adamları, Müdeccenlerin damarlarında halen İslam kanı dolaştığına inanıyor ve bu yüzden onların ülkeden toptan sürgün edilmeleri için krallara telkin ve baskı yapıyorlardı. Sonunda hepsi bir mecliste toplandılar ve bu işi nasıl çözeceklerini tartışmaya başladılar. Papazlardan bazıları, Müdeccenlerin toptan öldürülmesini, diğer bazıları onların toptan köleleştirilerek satılmasını önerirken, kral II. Filip’in vezirlerinden Dük De Lera, Müdeccenlerin gemilere yüklenerek denizin ortasına atılmalarını fikrini savundu. Tartışmalar böyle sürüp giderken II. Filip öldü (1598) ve yerine oğlu III. Filip geçti. Yeni kral, Müdeccenlerin düşmanı olan Dük De Lera ile rahiplerin etkisinde kalabilen zayıf iradeli bir kişiliğe sahipti. Dük, 1599 yılında bir kanun çıkarttı. Buna göre, Müslümanlar ya da Müdeccenler Arap sayılıyor ve Hıristiyan olmadıkları için 15-60 arası yaştakilerin mallarına el konularak idam edilmeleri veya köleleştirilerek gemilerde çalışmaya gönderilmeleri; altmışını aşmış erkek ve kadınların Mağrib’e sürülmeleri, çocukların ise dini okullarda alıkonulmaları öngörülüyordu. 1601 Yılında, Patrik Ribera krala bir öneri sundu. Önerisinde şu cümlelere yer veriyordu: “Din, İspanya Krallığı’nın temel direğidir. Halbuki, Moriskolar (Müslümanlar/ Müdeccenler) Hıristiyan dininin gereklerini ve bereketini kabul etmiyorlar. Domuz eti yemiyor, içki içmiyor ve Hıristiyanların yaptığı işlerin hiçbirisini yapmıyorlar. Bu kötü durum, onların her şeye rağmen babaları ve dedeleri gibi Müslüman kalmalarından kaynaklanmaktadır. Özetle, Moriskolar katledilmeyi hak etmiş kâfirlerdir. Artık onlara acımak için hiçbir sebep kalmamıştır. İspanya, onların varlığı yüzünden büyük tehlikelere maruz kalmakta, onların isyanlarıyla uğraşırken pek çok mal ve can kaybetmektedir. Bu durumda yapılması gereken iş, derhal papazlardan müteşekkil bir mahkeme kurulması, bu mahkemenin Moriskoların irtidadına (Hıristiyanlıktan çıkmış olduklarına) ve hıyanetine (vatan haini olduklarına) hükmetmesi ve açıkça onların mallarına el konularak ülke dışına sürgün edilmelerinin sağlanmasıdır”. Patrik Ribera’nın bu önerisi de, Dük De Lera’nınki gibi kraliyet tarafından uygun bulunmadığı için uygulanmadı. Aradan beş-on yıl geçti. Bu arada Müdeccenlerin durumuyla ilgili tartışmalar sürüp gidiyordu. Nihayet, 1607 yılında Mağrib’te gelişen ve İspanya’ya sirayet eden olaylar, ezcümle, Mevlâye Zeydan’ın Müdeccenler ile irtibata geçip onları isyana teşvik ederek İspanya ile savaşmak istemesi üzerine, İspanya yönetimi 1608 ve 1609 yılında birer kez toplanarak Müdeccenlerin ülkeden tamamen çıkartılması hususunu tartıştı. Sonunda, 22 Eylül 1609 tarihinde asırlardır anılan o meşhur sürgün kanunu çıktı. Kanunda özetle vurgulanan şuydu: Müdeccenlere mallarını satarak İspanya’yı terk etmeleri için bir ay süre verilecek, Mağrib’e göç etmek isteyenlere güvenli deniz yolculuğu sağlanacak, herhangi bir Hıristiyan ülkeye göç etmek isteyenlere teşvikte bulunulacak, ülkeden göç etmek istemeyenlere ise malları müsadere edilerek idam cezası uygulanacaktır. Kanunun çıktığı haberi Müdeccenler arasında şimşek hızıyla yayıldı. İdareciler, kanunu uygulamak amacıyla Müdeccenlerin ileri gelenlerini topladılar ve onlarla ayrıntılar üzerinde anlaştılar. Malı mülkü yok pahasına satılan binlerce Müdeccen, zorla Hıristiyanlaştırılmış olsalar da, 1610 yılı bahar-yaz aylarında, yüzlerce gemiyle Mağrib’e nakledildiler. Müdeccenlerin naklinde devletin her çeşit gemisi kullanıldığı gibi, pek çok İtalyan-İspanyol ticaret gemisi de kiralanmıştı. Ancak, bu özel gemilerin kiralama usulü ve uygulanmasında bazı insanlık dışı olaylar da yaşanmıştır. Şöyle ki, bazı ticari gemi sahipleri, taşıdıkları her insan başına İspanya devletinden belli miktarda bir ücret alıyorlardı. İspanyol tarihçi Rodrigo de Zayas’dan öğrendiğimize göre bu İtalyan-İspanyol tüccarlar, kıyıda gemilerini Müdeccenler ile doldurup denize açılıyorlar, kıyıdan görülmeyecek bir mesafeye geldiklerinde ise bütün Müdeccenleri/Müslümanları denize döküyor ve gemiyi tekrar doldurup daha fazla para kazanabilmek için hızla geriye İspanya kıyısına dönüyorlar. Yeniden binlerce Müdecceni gemilerine dolduruyor ve denize açılıp aynı vahşeti – katliamı yeniden yapıyorlardı. Müdeccenler, şiddet politikalarına karşı direnirken bir yandan da Osmanlılar’dan yardım istemişlerdir. Ancak, Osmanlı Devleti çeşitli ve bize göre haklı nedenlerle Endülüs Müslümanlarına istedikleri şekilde yardım edememişlerdir. Osmanlılar’a bağlı denizcilerin İspanya kıyılarına saldırıları ve Müdeccenleri Mağrib kıyılarına taşımaları şeklinde gerçekleşen yardım faaliyeti, aynı zamanda Osmanlı ile İspanya arasında süren Akdeniz ve Kuzey Afrika hakimiyeti mücadelesinde de çok önemli bir yer teşkil etmiştir. Bu konuyu biz, önümüzdeki bir yıl içerisinde yayımlanacak olan yeni kitabımızda ayrıntılarıyla ele almaktayız. Şimdi, hem Endülüslülerin Hıristiyan baskısı altındaki durumlarını ve hem de Endülüslülerin Osmanlılar’a bakışlarını yansıtması açısından önemli olduğu için, Endülüslülerden Osmanlı Padişahı II. Bayezid’e gönderilen bir mektuptan aldığımız bazı bölümlerle yazımıza son vermek istiyoruz. Efendimiz Halifemize dâim kerîm selam olsun! Kafirleri alaşağı eden şerefli yüce efendimize selam olsun! Heryerde Allah’ın yardımıyla zaferler ve mülkler kazanana selam olsun! Şehirlerin en kıymetlisi İstanbul'a yerleşen efendimize selam olsun! Allah'ın ordu ve Türkler'le süslediği ülkenize selam olsun! Allah sizi bütün milletlere hakim ve şerefli kıldı, size selam olsun! ….. Batıda, Endülüs'te - dâru'l-gurbet'te kalan kölelerden size selam olsun! Karanlık ve büyük Rum denizinin ortasında kalanlardan selam olsun! Büyük bir musibete uğrayan kölelerden size selam olsun! Şerefli bir hayattan sonra sakalları yolunan dedelerden size selam olsun! Sokaklarda örtüleri çekilip yüzleri açılan kadınlardan size selam olsun! Zorbalıkla sürüklenip götürülen, tecavüz edilen tazelerden size selam olsun! Domuzeti ve murdar et yemeye zorlanan ninelerden size selam olsun! ….. Başımıza gelen büyük felaket ve hâl-i perişânımızı efendimize arz ederiz! Zulme ve nice çirkinliklere maruz bırakıldık, hıristiyanlaştırıldık, dinimiz değiştirildi! Nerde o Muhammed'in dini uğrunda haçlılara karşı cihad ettiğimiz günler! ….. Verdikleri sözden döndüler ve bizi zorla hıristiyanlaştırdılar! Kuran-ı Kerimleri yaktılar, çöpe ve pisliğe karıştırdılar! Dinimizle ilgili bütün kitapları alaycılıkla ve hakaretle ateşe attılar! ….. Oruç tutup namaz kılan bir müslümanı yakaladıklarında hemen ateşe atıyorlar! Kendilerinin küfür mekânı tapınakları kiliseye gitmeyenleri feci şekilde cezalandırıyorlar! ….. Bize sorulmadan baskıyla isimlerimiz değiştirildi! Ne kötü ki Muhammed’in dini yeryüzünün en kötüsü Hıristiyan köpeklerin diniyle değiştirildi! Ne kötü ki isimlerimiz aptal hıristiyan adlarıyla değiştirildi! Ne kötü ki oğullarımız ve kızlarımızı her sabah zorla kiliseye götürülüyorlar! Ne kötü ki masum çocuklarımıza kiliselerde küfür, yalan, günah öğretiyorlar! Ne kötü ki tertemiz camilerimiz kafirlerin elinde çöplük haline geldi! Ne kötü ki minarelerimize çanlar asıldı, artık ezan yerine çanlar çalınıyor! ….. Ne hale düştüğümüzü görseniz gözlerinizden sel akarcasına ağlardınız! Aah ah, ne aşağılık durumlara düştük! Başımıza ne felâketler geldi! Rabbimiz Allah ve yaratılmışların en hayırlısı Mustafa adına siz efendimizden yardım dileniyoruz. ….. Roma’da oturan Papa’ya sorun, bize verilen sözlerden ve tanınan haklardan nasıl caydılar! Bize yapılan bu zulme sebep ne? Ne kötülük etmiş ne günah işlemişiz? İslam hükümdarları hiçbir zaman Hıristiyanlara verdikleri sözlerden ve tanıdıkları haklardan dönmediler. Hiçkimseyi dininden ve yurdundan çıkarıp zulmetmediler, kimsenin namusuna dokunmadılar. ….. Biz istiyoruz ki, anlaşmayı bozmadan önce söz verdikleri gibi dinimize ve namazımıza dokunmasınlar! Bu da olmazsa, artık bu topraklardan Mağrib'teki sevdiklerimizin yanına göçmemize izin versinler. Hicret etmemiz, burada kimliksiz kâfir olarak kalmamızdan daha iyidir! …… İşte şerefli makamınızdan ümidimiz budur, dertlerimize siz çare olabilirsiniz! Diliyoruz, derdimize deva olun ki çilemiz sona ersin! Allah’a şükür ki, siz bizim için en hayırlı padişahsınız. Sizin güç ve şerefiniz herkesten üstündür. Allah’a dua ederiz ki âfiyet içinde saltanatınızla şerefinizle hayatınız dâim olsun! Ülkenizde dirlik-düzenlik dâim, askeriniz ve malınız bol olsun. Allah sizi düşmanlara karşı muzaffer eylesin! Son sözde Allah’ın selamı ve rahmeti her zaman üzerinize olsun. **************** ************** ************ ******************** * Bu makalemiz, Kültür Dergisi’nde yayımlanmıştır (S. 8, Eylül-Kasım 2007 (İstanbul), s. 56-63) ** Yrd.Doç.Dr., Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Adapazarı. C. Yararlanılan Kaynak ve Araştırmalar Altıner, A. Sırrı, Osmanlı Bahriyesinin Yelken Devri ve Türk Korsanlar, Boğaziçi, İstanbul 2003 Anonim, Nübzetü'l-'Asr fî Inkidâi Devleti Benî Nasr, (nsr.Muhammed ed-Dâye), Dimesq 1984 Arıkan, Muzaffer, XV.-XVI. Yüzyıllarda Türk-Ispanyol Iliskileri ve Denizcilik, GKBDKKKYTD,7, Ankara 1995 Arslan, E. Şekib, el-Hulelü's-Sündüsiyye fî’-ahbâr ve’l-âsâri’l-Endelüsiyye, C.I-III, Kâhire, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1936-39 Baysun, M.Cavid, “Moriskolar”, İA, VIII (4. Baskı, Ankara 198), 428 Bishko, Charles J., “The Spanish and Portuguese Reconquest, 1095-1492”, A History of the Crusades, (Ed. Harry W. Hazard), III, Univ. of Wisconsin Press, 1975, (Çevrimiçi) http,//libro.uca.edu, The Iberian Resources Online, Mart 2001 Biştâvî, Adil Said, el-Endelüsiyyûn el-Mevârike, Dimeşk 1985 Boswell, John, The Royal Treasure, Muslim Communities Under The Crown of Aragon in the Fourteenth Century, N. Haven 1977, (Çevrimiçi) http,//libro.uca.edu, The Iberian Resources Online, Mart 2001 Brodman, James W., Ransoming Captives in Crusader Spain, The Order of Merced on the Christian-Islamic Frontier, Philadelphia, Un. of Pennsylvania Press, 1986, (Çevrimiçi) http,//libro.uca.edu, The Iberian Resources Online, Mart 2001 Brown, Marguerite, Magnificent Muslims, N.York, New World Press, 1981 Burckhadt, Titus, Moorish Culture in Spain, N.York, McGraw-Hill Book Com., 1972 Burns, Robert I., “Spain, Christian – Muslim Relations”, Dictionary of the Middle Ages, XI, New York, 1989, s. 374-381 Burns, Robert I., Muslims, Christians, and Jews in The Crusader Kingdom of Valencia, I-II, Cambridge, Cambridge Univ. Press, 1967 Chakib, Benafri, Endülüs'te Son Müslüman Kalıntısı Morisko'ların Cezayir'e Göçü ve Osmanlı Yardımı (1492-1614), Y.Lisans 1989 Chaytor, Henry J., History of Aragon and Catalonia, London 1933, (Çevrimiçi) http,//libro.uca.edu, The Iberian Resources Online, Mart 2001 Chejne, Anwar G., Islam and the West, The Moriscos, Albany, State Univ. of N.York Press, 1983 Demirci, Kürşat, “Engizisyon”, DİA, C.XI, 238-41 Haccî, Abdurrahman A., et-Târîhu’l-Endelüsî mine’l-fethi’l-İslâmî hattâ sukûtu Gırnata, Dımeşk, Dâru’l-Kalem, 1997 Harvey, L.P., “The Mudejars”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden 1992, s. 176-187 Harvey, L.P., “The Political, Social and Cultural History of the Moriscos”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 201-234 Hasan el-Vezzân, İbn Muhammed el-Gırnâtî el-Fâsî (Afrikalı Leo, 888-957/1483-1550), Vasfu İfrîkıye, (Tahk. M. el-Haccî-M. el-Ahdar), C.I-II, Beyrut, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1983 Heaton, Herbert, Avrupa İktisat Tarihi, (Çev. M. Ali Kılıçbay), Ankara, Teori, 1985 Himyerî, Muhammed b. Abdülmü’min (ö.900/1495), er-Ravdu'l-mi'târ fî haberi'l-aktâr, (Tahk. İhsan Abbâs), Beyrut, Mektebetü Lübnan, 1984 İbn Haldûn, Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed (732-808/1332-1405), el-İber ve dîvânü’l-mübtede’i ve’l-haber fî târîhi’l-Arab ve’l-Berber ve men âserahüm min zevî’ş-şe’ni’l-ekber, C.VI, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1979 İbnü’l-Kattân el-Merâküşî, Ebu Muhammed Hasan b. Ali (VII./XII.asır ortaları), Nuzumü’l-Cümân li’tertîbi mâ selefe min ahbâri’z-zamân, (Tahk. Mahmûd Ali Mekkî), Beyrut, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1990 İbnü'l-Hatîb, Lisânüddin Muhammed b. Abdullah el-Gırnâtî (713-776/1313-1374), el-İhâta fî ahbâri Gırnâta, (Tahk. M. Abdullah İnân), C.I, Dâru’l-Mekşûf, I, Kâhire 1973, IV, Kahire 1977 İbnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm fîmen bûyia kable’l-ihtilâm min mülûki’l-İslâm ve mâ yecürru zâlike min şücûni’l-kelâm, (Yay. E. Levi-Provençal), Beyrut, Dâru’l-Mekşûf, 1956 İlter, Aziz Sâmih, Şimâlî Afrika’da Türkler, İstanbul 1936 İnân, Muhammed A., Devletü'l-İslâm fi'l-Endelüs: Nihâyetü’l-Endelüs ve târîhu’l-Arabi’l-mütenassırîn, VI, Kâhire, Mektebetü’lHâncî, 1997 Kamen, H.A.F., The Spanish Inquisition, A Historical Revision, Yale 1998 Kâtib Çelebi, Takvîmü’t-tevârîh, İstanbul 1147 Kennedy, Hugh, Muslim Spain and Portugal, London, Longman, 1996 Kettânî, Ali el-Muntasır, İnbiâsü’l-İslâm fi’l-Endelüs, İslamabad, Camiatü'l-İslamiyyeti'l-Alemî, 1992 Koningsveld, P.S.van, “Ortaçağın Sonlarında Batı Avrupa’daki Müslüman Esir ve Köleler”, çev. Hülya Küçük, türkiye günlüğü, S. 45 1997, s. 186-203 Kunt, Metin-Christine Woodhead (ed.), Kanuni ve Çağı: Yeniçağda Osmanlı Dünyası, çev. Sermet Yalçın, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002 Kuran, Ercüment, “Cezayirli Türklerin Endülüs Müslümanlarını Kuzey Afrika’ya Nakli ve Neticeleri”, Endülüs’ten İspanya’ya, Ankara, TDV, 1996, s. 63-68 Kühayle, Ubâde A.R, Târîhü’n-Nasârâ fi’l-Endelüs, Kahire, (yv.y), 1993 Lane-Poole, S., The Story o the Moors in Spain, Baltimore 1990; Kissatü'l-Arab fî Isbânyâ (Trc. Ali Cârim), Kâhire 1957 Lapidus, Ira M., A History of Islamic Societies, I-III, Cambridge, Cambridge Univ. Press, 1991 Latham, J.D. von, From Muslim Spain to Barbary, Studies in the History and Culture of the Muslim West, London 1986 Lea, H.Charles, A History of the Inquisition in Spain; el-Arab ve’l-Müslimûn fî’l-Endelüs ba’de sukûti Girnata, (Trc.H.Saîd elKermî), Beyrut 1988 Levi-Provençal, E., “Moriskolar”, İA, C.VIII, 427-28 Levi-Provençal, E., el-İslâm fî’l-Mağrib ve’l-Endelüs, (Çev. A.Sâlim-S.Hilmî), Kahire, Dâru Nehdati Mısr, 1956 Lomax, Derek W., The Reconquest of Spain, N.York, Longman, 1978 Lovina, Scody, Vesâiq Arabiyye Girnâtiyye mine’l-karni’t-tâsii’l-hicrî, (Nşr. el-Ma’hedü’l-Misrî), Madrid 1961 Makkarî, Azhâru'r-riyâd fî ahbâri Kâdî İyâz, (Tahk. Abdüsselam Herrâs), C.II, Rabat, İhyâü’t-Türâsi’l-İslâmî, 1978 Makkarî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed et-Tilemsânî (ö.1041/1631), Nefhu't-tîb min gusni’l-Endelüsi’r-ratîb ve zikri vezîrihâ Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb, (Tahk. Yusuf M. el-Bukâî), Dâru’l-Fikr, C.II, Beyrut 1998 Makki, Mahmud, “The Political History of al-Andalus”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 1-98 McNeill, William H., Dünya Tarihi, (Çev. Alaeddin Şenel), Ankara, İmge, 1994 Meyuhas, A. (ed.), Jews, Christians and Muslims in the Mediterranean World After 1492, London 1992 Nasrullah, Sa’dûn, Târîhu’l-Arabi’s-siyâsî fî’-Endelüs, Beyrut, Dâru’n-Nehdati’l-Arabiyye, 1998 O’callaghan, J.F., A History of Medieval Spain, Cornell University Press, Ithaca 1975 Özaydın, Abdülkerim, “Aragon”, DİA, C.III, 263-65 Özdemir, M., “İspanya Krallığı’nın XVI.Yüzyılda Endülüs Müslümanlarını Hıristiyanlaştırma Politikası I”, AÜIFD, XXXV, Ankara (1996), s. 243-284 Özdemir, Mehmet, “Gırnata”, DİA, C.XIV, 51-57 Razûk, Muhammed, “el-Endelüsiyyûn bi’l-Mağrib”, Muallimetü’l-Mağrib, III, 828-829 Rıdvan, Nebil Abdülhay, Cühûdü’l-Osmâniyyîn li inkâzi’l-Endelüs, İfrîkiye eş-Şark 1991 Roberts, J.M., A History of Europe, Oxford 1996 Roth, N., Conversos, Inquisition and the Expulsion of the Jews from Spain, Wisconsin 1995 Sabbag, L., "Sevratü Müslimî Girnata ve'd-Devletü'l-'Osmâniyye", Mecelletü'l-Asala, sy. 27, Cezayir 1975 Setton, Kenneth M. (ed.), A History of the Crusades, Madison, The Univ. of Visconsin, 1985 Seyfi, Ali Rıza, Kemal ve Baba Oruç, İstanbul 1325 Seyyid Muradî, Kaptan Paşa’nın Seyir Defteri / Gazavât-ı Hayreddin Paşa, bky, İstanbul 2004 = M. Ertuğrul Düzdağ, Barbaros Hayrettin Paşa’nın Hatıraları, Nil, İstanbul 2004 Southern, Richard W., Ortaçağ Avrupa’sında İslam Algısı, Çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul, Yöneliş, 2000 Sûfî, Halid, Târîhu'l-Arab fi'l-Endelüs, I-II, Bingâzi, Camiatu Karyûnus, 1980 Şeyban, Lütfi, Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İz, İstanbul 2003 Şeyban, Lütfi, “Endülüs Emevileri Hâciplerinden el-Mansûr Muhammed İbn Ebî Âmir (366/976-392/1002), Islâmî Araştırmalar, XI/3-4 (1998), 250-272 Şeyban, Lütfi, (Çevrimiçi) www.endulus.net Toprak, M.Faruk, “Edebî Kaynaklara Göre Son Dönem Endülüs Müslümanlarının Durumu”, Endülüs’ten İspanya’ya, Ankara 1996, s. 1-6 Tûycerî, Nûre Muhammed Abdülaziz, “Alâkatü Memleketü Benî’l-Ahmer bi’d-düveli’n-Nasrâniyye”, el-kısmü’s-sâlis, Mecelletü Dirâsât Endelüsiyye, S. 35 (Tunus) 2003, s. 73-88, (1.kısım 28. sayıda, 2. kısım 29. sayıda) Türkî, Abdülmecid, “Vesâik ani’l-Hicreti’l-Endelüsiyyeti’l-ahîre ilâ Tûnis”, Havliyyâtü’l-Câmiati’t-Tûnisiyye, S. 4 (1967), s. 2382 Vila, J.B., “Muslims in Portugal and Spain”, Muslim Minorities in the West, ed. S.Z. Abedin-Z. Sardar, Grey Seal, England 1995 Yıldırım, Suat, “İslam Hakimiyetinin Sona Ermesinin Besyüzüncü Yilinda Endülüs’te İslam”, Endülüs’ten İspanya’ya, Ankara 1996, s. 87-96 Yüksel, Azmi, “Endülüs’ten II. Bayezid’e Yazılan Anonim Bir Şiir”, Belleten, TTK, LII (Ankara 1989), s. 1576 Zayas, Rodrigo de, “Endülüs’te Yüzbinlerce Müslüman Katledildi”, Endülüs’ten İspanya’ya, Ankara 1996, s. 109-114 Zayas, Rodrigo de, Muslims of Spain and Racism of the State, Londra 1989