molla fenari ve fazlur rahman`ın kur`an`a yaklaşımları

advertisement
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
MOLLA FENARİ VE FAZLUR RAHMAN’IN KUR’AN’A
YAKLAŞIMLARI
Doktora Tezi
MEHMET ÇİÇEK
İstanbul, 2009
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
MOLLA FENARİ VE FAZLUR RAHMAN’IN KUR’AN’A
YAKLAŞIMLARI
Doktora Tezi
MEHMET ÇİÇEK
Danışman: PROF. DR. MUHSİN DEMİRCİ
İstanbul, 2009
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ………………………………………………………...……….....IV
ÖNSÖZ …………...……………………………………………………………….......V
GİRİŞ
I. Araştırmanın Konusu, Amacı……………………………………..…………….2
II. Araştırmanın Yöntemi…………………………………………………………..4
III. Kaynakların Değerlendirilmesi…………………………...……………………6
BİRİNCİ BÖLÜM
MOLLA FENARİ VE KUR’AN’A YAKLAŞIMI
I. MOLLA FENARİNİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ
A. Hayatı……………………………………………………………………..14
B. Eğitimi ve İlmi Kişiliği…………………………………………………...16
C. Eserleri…………………………………………………………………....19
1. Tefsiru’l-Fatiha (Aynu’l-Ayan)…………………………………...19
2. Talika Ala Evâili’l-Keşşaf………………………………………...21
3. el-İcâze fi’t-Tefsir………………………………………………….22
4. Hâşiye-i Hırzu’l-Emani fi’l-Kıraati Seb’il-Mesâni……………...22
5. Bahs fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh min Tefsîri’l-Fatiha……………....22
D. Öğrencileri…...…………………………………………………………....25
E. Etkileri………...……………………………………………………...........26
II. MOLLA FENARİ’NİN KUR’AN’A YAKLAŞIMI
A. Molla Fenari'nin Kur'an’a Bakışı………………………………………..28
1. Kur'an'ın Tanımı……………………………………………….....29
2. Kur'an'ın Yapısal ve Biçimsel Özellikleri…………………….....32
a. Yapısal Özellikler…………………..………..……………...32
aa. Vahiy..……………………………………………...32
ab. İnzal-Tenzil……………………………..................38
ac. Tevatür……….………………………..…………...40
ad. İcaz…………….…………………..…………….....41
ae. Yedi Kıraat….……………………...………..…….47
af. Nâsih-Mensûh....….………………………………..49
ag. Mekkî-Medenî…….……………………………….56
b. Biçimsel Özellikler……..……………….…………………..60
ba. Sûre………………………………………………..60
bb. Ayet………………………………………………..60
bc. Kelime……………………………………………..61
bd. Harf…..……….…..…..……...………………...…62
I
3. Kur’an’ın İsimleri…………………………………………………62
B. Molla Fenari'nin Tefsir'e Teorik ve Pratik Yaklaşımı…………………..66
1. Teorik Yaklaşım……………………………………………………66
a. Tefsir....…….…………...………...……………………………66
aa.Tanımı…...…………………………………………..67
ab. Gerekliliği ve Değeri.…..…………………………...72
ac. Kaynakları…..…….………………………………..75
b. Tevil…...…….…………………………………………………80
ba. Tanımı …………………..……………………….....80
bb. Meşruiyeti…..……………………………………....80
bc. Anlam Mertebeleri………………..………………..85
c. Tefsir Tevil Ayırımı…….…...…………………………………89
2. Pratik Yaklaşım……………………………………………………...91
a. Sure Eksenli Tefsir…………………………………………....91
aa. Sûreler Arası Münasebet…………………………....92
ab. Nüzûl Sebebi ve Yeri………………………………...92
ac. Sûrenin Muhtevası…………………………………..93
ad. Sûrenin İsimleri ve Fazileti………………………….93
b. Ayet Eksenli Tefsir…………………………………………....96
ba. Arap Dili ve Belagatı…………………………..........98
baa. Kırâat…………………………..……………98
bab. Lügat………………………………….........100
bac. İrâb…………………………………………102
bad. Beyân………………………………………104
bb. Temel İslami İlimler………………………….........105
bba. Tefsir (Tarih)……………………………...105
bbb. Hadis…………………………………........109
bbc. Kelam……………………………………....112
bbd. Fıkıh…………………………………..........115
bc. İşari (Tasavvufi) İlimler…………………………....118
bca. İlm-i Hakâik (Mevhibe)……………...........118
bcb. İlm-i Dekâik (Marifetler) ………………...126
bcc. İlm-i Tezkir (Nasihat)………………..........129
İKİNCİ BÖLÜM
FAZLUR RAHMAN VE KUR’AN’A YAKLAŞIMI
I. FAZLUR RAHMAN HAYATI VE İLMÎ KİŞİLİĞİ
A.Hayatı………………………………………………………………………138
B. İlmi Kişiliği…………………………………………………………..........139
C. Eserleri…………………………………………………………………….141
II. FAZLUR RAHMAN’IN KUR’AN’A YAKLAŞIMI
A. Fazlur Rahman Öncesi Tefsir’in Durumu……………..………….…....146
II
1. Modernizm Öncesi Islahat Hareketleri…………………...….....146
2. Modern Dönemde Islahat Hareketleri..……………...…............155
3. Klasik Modernizm: İki Tavır…………………………...…….....162
B. Fazlur Rahman’ın Tefsir Bağlamında Bazı Kavramlarına Bakışı….....166
1. Vahiy………………………………………………………….........167
2. Sünnet ve Hadis……………………………………………….......177
3. Esbab-ı Nüzul……………………………………………………...189
4. Nesih ……………………………………………………………….192
C. Fazlur Rahman’ın Kur'an'ı Anlama ve Yorumlama Metodolojisi........197
1. Kur'an Tasavvuru……………………………………………........198
2. Kur’an’ı Anlamanın Gerekliliği...………………………………..204
3. Yorum Yöntemine Giriş………...………………………………...207
4. Kur'an'ı Anlamada İkili Hareket...…………………………........210
5. Fazlur Rahman’ın Düşünce Sisteminde Tarih Algısı……...........215
6. Yorumlama Yöntemine Dair Bazı Örnekler……………...……..219
a. Zekat………………………………………………………..220
b. Riba (Tefecilik)……………………………………….........222
c. Kadın…….…………………………...…………………….225
ca. Kadın-Erkek Eşitliği…………………………..226
cb. Kadın’ın Şahitliği……………………………...230
cc. Çok Eşlilik……………………………………...231
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MOLLA FENARİ VE FAZLUR RAHMAN'IN KUR’AN’A
YAKLAŞIMLARININ MUKAYESESİ
I.
İÇERİK MUKAYESESİ
A. Kur’an Tanımları……………………………………………………...238
B. Vahiy Anlayışları ……………………………………………………...242
C. Kur’an Yorumu Açısından Sünnet…………….……………………..247
D. Bazı Kur’an İlimleri…………………………….……………………..250
1. Esbab-ı Nüzûl……………………………………………………..250
2. Nasih-Mensuh……………………………...…………………......253
3. Mekkî-Medenî………………………………………………….....256
4. İcazu’l-Kur’an………………………………………………….....257
II. YÖNTEM MUKAYESESİ……………………………………………….259
III. BAZI TEFSİR PROBLEMLERİNE BAKIŞLARININ MUKAYESESİ
A. Müfessirde Bulunması Gerekli Nitelikler...……………………......263
B. Tefsirde Bilginin Kesinliği…………………………………………...264
C. Tefsir Çeşitlerinin İmkânı…………………………………………...267
SONUÇ……...………………………………………………………………………270
EKLER …………………………………………………………………………….275
BİBLİYOGRAFYA.……………………………………………………………..282
III
KISALTMALAR
(as)
(cc)
(sav)
m.
s.
age
agm
b.
Bkz.
Bsk.
Çev.
Der.
DİA
Dnş.
Ed.
GAL
h.
Haz.
Hz.
İLAM
İSAM
Merkezi
Neşr.
No
sad.
SBE
sy.
Thk.
Trc.
Tsh.
TTEM
v.
vb.
vd.
vs.
: Aleyhi’s-Selam
: Celle Celâluhu
: Sallallahu Aleyhi ve Sellem
: Miladi
: Sayfa
: Adı Geçen Eser
: Adı Geçen Makale
: İbn
: Bakınız
: Baskı
: Çeviren
: Derleyen
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
: Danışman
: Editör
: Geschichte der Arabischen Litterature
: Hicri
: Hazırlayan
: Hazreti
: İlmî Araştırmalar Merkezi
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları
: Neşreden
: Numara
: Sadeleştiren
: Sosyal Bilimler Enstitüsü
: Sayı
: Tahkik Eden
: Tercüme Eden
: Tashih Eden
: Türk Tarihi Encümeni Mecmuası
: Varak
: Ve Benzeri
: Ve Devamı
: Ve Sair
IV
ÖNSÖZ
Son dönemlerde Tefsir’de temel bir problem olarak Kur’an’a yaklaşım konusu
sıklıkla gündeme gelmektedir. Bu tartışmaların temel hedefi, Kur’an’ın anlaşılmasıyla
ilgili var olduğu düşünülen problemlere cevap üretme kaygısıdır. Biz bu tezde Kur’an’a
yaklaşım konusunun mahiyetine yönelik bir değerlendirme yapma amacıyla konuyu
tarihsel bağlama taşımayı hedefledik. Bu anlamda müteahhirin dönemi İslam
düşüncesinin önemli simalarından olan ve konuyla ilgili görüşler serdeden Molla Fenari
ile modern dönemin İslam düşüncesi üzerinde güçlü etkisi olan Fazlur Rahman
merkezinde bu probleme bir cevap üretmeye çalıştık. Tezimiz üç bölümden
oluşmaktadır. Tarihsel olarak iki farklı döneme ışık tutmayı gaye edinen bu tez,
özgünlüklerinin ortaya konması amacıyla iki müellifi, müstakil bölümler şeklinde
incelemiştir. Böylece bir iç tutarlılık içinde müelliflerin görüşleri ortaya konmaya
çalışılmıştır. Son bölümde ise bu iki farklı dönemdeki Kur’an’a yaklaşımın mukayesesi
yapılarak bunların mahiyeti tespit edilmeye çalışılmıştır.
Birinci bölümde Molla Fenari ve Kur’an’a yaklaşımı ele alınmıştır. İlk olarak
Molla Fenari’nin hayatı, eserleri ve etkisi hakkında bilgi verildikten sonra onun
Kur’an’a yaklaşımı üç ana başlık altında ele alınmıştır: Kur’an’a bakışı, Tefsire teorik
ve pratik yaklaşımı.
İkinci bölümde Fazlur Rahman ve Kur’an’a yaklaşımı ele alınmıştır. Hayatı
hakkında bilgi vererek başladığımız bu bölümde onun Kur’an’a yaklaşımı iki ana
kısımda ele alınmıştır. Bunların ilki, kendisinin İslam’ın, dolayısıyla tefsirin durumuyla
ilgili değerlendirmeleri; ikincisi ise bunlar ışığında bir cevap olarak düşündüğü Kur’an
yorumlama metodolojisinin sunumunu içermektedir.
Üçüncü bölüm, iki müellifin ortaya koyduğu Kur’an yaklaşımlarının
karşılaştırmasını içermektedir. Bu da içerik, yöntem ve belli problemlere yönelik
bakışlarının karşılaştırılması şeklinde oluşturulmuştur.
Sonuçta ise Kur’an’a yaklaşımını sunduğumuz Molla Fenari ve Fazlur
Rahman’ın anlama ve yorumlama faaliyetinin genel bir değerlendirmesi yapılmıştır.
V
Molla Fenari gibi oldukça geniş bir bilgi sistematiğinde düşüncesini oluşturan
bir müellifin ve aynı şekilde modern dönemde etkili olan Fazlur Rahman’ın görüşlerinin
hakkıyla anlaşılması ve değerlendirilmesinin zor bir süreç olduğu aşikârdır. Bu çalışma,
bu anlamıyla tezin müellifinin emekleri dışında birçok kişinin dolaylı ve dolaysız
desteğiyle var olmuştur. Bu anlamda çalışma boyunca bana destek ve teşviklerini
esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Muhsin Demirci’ye en içten teşekkürlerimi
sunuyorum. Tez izleme jürisinde bulunup katkılarını esirgemeyen hocalarım Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş’e ve Prof. Dr. Zeki Arslantürk’e de şükran borçluyum. Tez
savunmasına katılan Prof. Dr. Mevlüt Güngör ve Prof. Dr. İbrahim Çelik hocalarımın
değerlendirmeleri için de teşekkürlerimi arz ederim. Ayrıca her zaman desteğini
gördüğüm hocam Prof. Dr. Yakup Çiçek’e de hürmet ve saygılarımı sunarım. Aynı
şekilde doktora süresince beni destekleyen başta Mehmet Ertürk bey’e; Çilehane İlmî
Araştırmalar Derneğine (İLAM); Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları
Merkezine; (İSAM) ve tabii ki beni sabırla destekleyen aileme, emeği geçen herkese
sonsuz şükranlarımı sunuyor, tezimin İslam düşüncesi ve Tefsir çalışmalarına mütevazı
bir katkı olmasını temenni ediyorum.
MEHMET ÇİÇEK
İZMİR-2009
VI
GİRİŞ
I. Araştırmanın Konusu ve Amacı
Tezimiz, Kur’an’a ve Tefsir’e dair teorik görüşleri olan Molla Fenari (750834/1350-1431) ve Fazlur Rahman’ın (1909-1988) Kur’an’a yaklaşımlarını sunmayı ve
tarihsel anlamda iki farklı dönemde yaşayan bu müellifler arasında karşılaştırma
yaparak temel farklılıkları/benzerlikleri ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu çalışmayı
yapmadaki temel amacımız, iki müelliften hareketle, Kur’an’a yönelik yaklaşımları
tespit etmek ve tefsirin tarihsel seyri hakkında bilgi sahibi olmaktır. Böylece Kur’an’a
yaklaşımla ilgili hem “zihinsel” hem de “pratik” dönüşümlere dair bir tespit de ortaya
çıkacaktır. Çalışmamız bir yönüyle, modern dönemde Kur’an’ın nasıl algılandığının
“dün”le olan benzerliklerini ve farklılıklarını ortaya koyma amacına matuftur. Bu, aynı
zamanda bize yarına yönelik bir projeksiyon imkanı da verecektir.
Her iki müellif de kendi dönemlerinde “orijinal” olarak ifade edebileceğimiz
Kur’an’a yaklaşım tarzları sunsa da, bu iki ismin kendi dönemlerini mutlak olarak
temsil ettiklerini iddia etmemiz mümkün değildir. Çünkü böyle bir iddia hem var olan
diğer görüşleri (müfessirleri) nazar-ı itibare almamak hem de tarihî hakikate ters
düşmek anlamına gelecektir.1 Ancak bu, iki müellifin kendi döneminin insanları
olmadıkları anlamında değildir. Tabir-i caizse biz, klasik-modern diye ifade
edebileceğimiz iki dönemi örnekleme yoluyla inceleyeceğiz.
Konumuzun öznesi durumunda olan Molla Fenari ve Fazlur Rahman’ı
araştırma konusu yapmadaki amacımızla ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz:
Molla Fenari ile ilgili tespitlerimiz, genel ve özel olarak iki noktadan
değerlendirilebilir. Meselenin genel boyutu şöyledir: İslam düşüncesi, Aristo şarihi İbn
Sina sonrası kendisine “Varlık” sorusu etrafında ontolojik ve epistemolojik cevaplar
üreten bir bilgi birikimi oluşturmuştur. İslam filozofları tarafından sorulan “İlk Varlık”
kavramı yerine özellikle Kelamcılar ve Mutasavvıflar, bilgi ve varlık sistemlerini
1
Tefsir çeşitleri deyince vurgulamaya çalıştığımız şey, Ignaz Goldzhier’in sunduğu “yapısal”
tanımlamalar değil, tefsir geleneğinde var olan “Tabakat” türü müfessir merkezli tarih algısıdır.
Goldzhier için bkz. İslam Tefsir Ekolleri, (çev. Mustafa İslamoğlu), Denge Yayınları, İstanbul, 1997.
2
“Allah” kavramı etrafında düzenlemişlerdir. Klasik İslam düşüncesinde bu dönem,
genel olarak “müteahhirin” ismiyle anılmaktadır. Bu bilgi hiyerarşisi yukarıdan aşağıya
doğru (tümdengelimsel) bir özellikte olup bir ilim kurmak, sadece bilgiye ait bir tavır
olmayıp hiyerarşide kendine bir yer edinmek iddiasını da taşımaktadır. Molla Fenari,
tarihsel olarak bu düşünce serüveninin nispeten berraklaştığı bir dönemde yaşayan
âlimlerimizdendir. Ayrıca Molla Fenari’nin yaşadığı H.8-9./M. 14-15. yüzyıl, özellikle
Tefsir’in bir “ilim” olarak ortaya konma gayretlerinin yoğun olduğu bir dönemdir.
Burada ilim kavramı yukarıda zikrettiğimiz hiyerarşik yapının bir parçası anlamındadır.
Nitekim bu dönemde Kutbeddin Razi, (766/1364) Taftazani, (792/1390) Cürcani,
(816/1413) Kafiyeci (879/1474) ve nispeten Suyuti (911/1505) gibi âlimler, Tefsir’i bir
ilim olarak ortaya koymaya çalışmışlardır. Molla Fenari, bu çabaların tam ortasında
kendinden önceki dönemi harmanlayan ve kendinden sonraki ulemayı da etkileyen bir
“köprü” konumundadır. Zira Molla Fenari öncesi, tefsirin bir ilim olarak ortaya
konulması müstakil eserlerden ziyade tefsir mukaddimelerinde yer alırdı. Özellikle
Keşşaf şerhlerinde yapılan açıklamalarla konu, sınırlı kalmıştır. Molla Fenari ise tefsiri
“ilim” sistematiği içinde yeniden düzenlemiştir.
Molla Fenari’nin yaşadığı yüzyıl ayrıca fihrist mahiyetinde olan “Ulûmu’lKur’an” çalışmalarının ortaya çıktığı bir dönem özelliğindedir.2 Ulûmu’l-Kur’an başlığı
altında zikredilen konuların, aynı zamanda tefsirin konusu olan Kur’an hakkında bilgiler
verdiği düşünüldüğünde mesele daha önemli hale gelmektedir.
Bu genel bilgilerden sonra Molla Fenari’nin kişisel özelliğine bakıldığında da
iki temel geleneğin onda yoğunlaştığı görülür. Bunlardan ilki hocası Cemaleddin
Aksarayi kanalıyla (Fahreddin) Razi geleneğinin; diğeri de Sadreddin Konevi
vasıtasıyla Vahdet-i Vücutçu geleneğin temsilcisi olmasından kaynaklanmaktadır.
Esasen müellif, Razi ile oluşan Tefsir geleneğini Vahdet-i Vucut düşüncesi ışığında
oluşturma ve geliştirme iddiasındadır.
İkinci müellifimiz olan Fazlur Rahman ise yirminci yüzyılda yaşamış bir
âlimimizdir. Bu yüzyılın tarihsel şartlarına baktığımızda İslam düşünce geleneğinin yanı
2
Bu anlamda Zerkeşi’nin “el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an”ı ile Suyuti’nin “el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı
çalışmaları, bu dönemde ortaya çıkmıştır.
3
sıra Batı düşüncesinin etkilerinin de yoğun olarak görüldüğü bir dönemdir. Batı
düşüncesinin etkileri, Aydınlanma ile başlayan düşünsel değişim ve oryantalizmin de
(Fazlur Rahman’ın ifadesiyle “dışarıdakiler”3) etkisiyle İslam’ın temel kaynaklarına
yönelik algı değişikliğidir. Bu iki düşünsel farklılık Kur’an’a ve Tefsir’e yaklaşımı da
direkt etkilemektedir. Nitekim Fazlur Rahman da kendisini bir taraftan İslam
düşüncesinin “ıslahatçı” söyleminin devamı olarak kabul ederken diğer taraftan modern
dönemin İslam düşüncesine kattığı “yapıcı” etkilerden de faydalanan bir kişi olarak
tanımlamaktadır. Ayrıca O, modernitenin İslam ile uzlaştırılabileceği düşüncesindedir.
Tezimizde Fazlur Rahman dışında klasik modernizmin temsilcisi olan
Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Seyyid Ahmed Han; çağdaş modernizmin temsilcisi
bulunan Nasr Hamid Ebu Zeyd, Muhammed Arkoun, Hasan Hanefi gibi isimler de
incelenebilirdi. Fakat biz Modernizmin klasik dönemini değil de onun etkisi veya ürünü
olan çağdaş modern dönemden bir ismi tercih ettik. Esasen diğer çağdaş müelliflerle
karşılaştırdığımızda onların da Fazlur Rahman gibi bir metodoloji söylemine sahip
olduklarını söyleyebiliriz. Ancak Fazlur Rahman’ın Kur’an’la ilgili görüşlerinin, son
dönem İslam düşüncesini4 (özellikle ilahiyat çevrelerini) daha fazla etkilemesi,
araştırma konusu olarak seçmemizin temel sebepleri arasındadır.
II. Araştırmanın Yöntemi
Müelliflerin eserleri merkezinde “dökümantasyon” metodu araştırmadaki genel
yöntemimizdir. Bu yöntem, verilerin toplanması ve derlenmesi şeklindedir. Her iki
müellifin Kur’an’a yaklaşımları, aralarında ortak bir takım kavramlar bulunmasına
rağmen farklı parametrelerden hareket etmeleri sebebiyle birbirinden bağımsız olarak
incelenmiştir. Böylece bu metot, her iki müellifin temel düşüncesini ortaya koyma
imkanını da bize verir.
3
4
Konu ile ilgili bkz. Fazlur Rahman, “Approaches to Islam in Religious Studies: Review Essay”,
Approaches to Islam in Religious Studies, ed. R. C. Martin, University of Arizona, Tucson, 1985. s.
189-202.
Onun bu etkisinin belli bir İslam coğrafyasıyla sınırlı olmadığı özellikle dikkat çekicidir. Benzer bir
değerlendirme için bkz. Frederick Mathewson Denny, “Fazlur Rahman: Muslim Intellectual”, The
Muslim World, LXXIX, (1989), s. 101.
4
İlk bölümde Molla Fenari’nin hayatı, genel bibliyografik çalışmalar ve onun
hakkında yapılan tezlerden elde edilen veriler ışığında işlenmiştir. Molla Fenari’nin
Kur’an’a yaklaşımı, hem teorik hem de pratik boyutunun işlendiği “Aynu’l-Ayan” adlı
çalışması merkezinde ele alınmıştır. Onun Kur’an’a yaklaşımı, bir taraftan dönemin ilim
anlayışı diğer taraftan da konunun bütünlüğü dikkate alınarak üç ana başlıkta tasnif
edilmiştir. Bunlar: Kur’an Anlayışı, Tefsire Teorik Yaklaşımı ve Tefsire Pratik
Yaklaşımı.
İkinci bölümde ise, Fazlur Rahman’ın Kur’an’a yaklaşımı, Molla Fenari’de
olduğu gibi belli bir kitap merkezinde değil, aksine eserlerinin farklı bölümlerinde
bulunan bilgilerden hareketle oluşturulmuştur. Biz burada Fazlur Rahman’ın Kur’an’a
yaklaşımını incelemeden önce tarihsel tespitle konuya başladık. Ancak şu noktaya işaret
etmeliyiz ki, “Fazlur Rahman Öncesi Tefsirin Tarihsel Durumu”, bizim oluşturduğumuz
bir değerlendirmeyi içermemektedir. Maksadımız Onun, düşüncesini ne tür bir zeminde
oluşturduğuna
yönelik
tespitlerini
ortaya
koymaktır.
Böylece
kendi
değerlendirmelerinden hareketle Kur’an’a yaklaşımına dair bir zemin oluşturmayı
amaçladık. Devamında Fazlur Rahman’ın Kur’an’a yaklaşımında önemli olduğunu
düşündüğümüz bazı kavramları inceledik. Bunlar; Vahiy, Sünnet ve Hadis, Esbab-ı
Nüzul ve Nesih konularıdır. Bu kavramlardan Vahiy, Sünnet ve Hadis konuları Fazlur
Rahman tarafından eserlerinde başlık olarak incelenmiştir. Diğer iki başlık ise
eserlerinden derlenmeye çalışılmıştır.
Kur’an’ı Anlama ve Yorumlama metodolojisine dair öncelikle Kur’an’dan ne
anladığı üzerinde bir tespitte bulunmaya çalıştık. Kur’an’ı anlamanın gerekliliği
hakkında görüşlerini inceleyerek yorumlama yöntemi hakkında gerekli ön bilgileri elde
etmeye çalıştık. Yorum yöntemiyle ilgili ikili anlama üzerinde durduk. Yönteminin
önemli unsurlarından biri olan Tarih’in nesnel olarak bilinmesi konusunu araştırdık. Son
olarak yorumlama yöntemini tespit ettiğimiz Fazlur Rahman’ın, bu düşüncelerini nasıl
uyguladığına dair var olan örnekleri inceledik.
Böylece Fazlur Rahman’ın Kur’an’a Yaklaşımı üç bölümde incelenmiştir:
Fazlur Rahman öncesi tefsirin tarihsel durumu, tefsir bağlamında bazı temel kavramlara
5
bakışı, Kur’an’ı anlama ve yorumlama metodolojisi ve yorumlama yöntemine dair bazı
örnekler.
Üç kısım altında ele aldığımız üçüncü bölüm karşılaştırmayı içermektedir. İlki
içerik karşılaştırması olarak da ifade edebileceğimiz benzer kavramlara yüklenen
anlamların incelenmesidir. Bunlar, Kur’an’ın tanımı, vahiy, sünnet ve bazı Kur’an
ilimleridir. İkincisi metod yönünden karşılaştırmadır. Buna göre tefsir metodları
karşılaştırılmış, benzerlikler ve farklılıklar ortaya konmaya çalışılmıştır. Son olarak
Kur’an’a yaklaşımlarını ortaya koymasını umduğumuz sorular merkezinde her iki
müellifin görüşlerine yer verdik. Bunlar; müfessirde bulunması gerekli nitelikler, ortaya
çıkan tefsir bilgisinin kesinliğine yönelik bakışları ve tefsir çeşitlerinin imkanı
meseleleridir. Bu bölümde uyguladığımız karşılaştırma yöntemi, temelde benzerlik
merkezinde kurulmaya çalışılmakla birlikte benzer kavramlara yüklenen farklı anlamlar
sebebiyle ayrışma noktalarını ön plana çıkarmaktadır. Bu yöntem sonucu elde edilen
veriler bize bugüne yönelik bir “tespit” ve geleceğe dair bir yönlendirme hedefi
vermektedir. Bu anlamıyla üçüncü bölüm, tefsirin yarınına yönelik bir çağrı
niteliğindedir.
III. Kaynakların Değerlendirilmesi
Araştırmamızın konusu, iki müellifin Kur’an’a yaklaşımları olması sebebiyle,
var olan materyaller bir düzen içinde ele alınarak konuyla ilgili olanlar değerlendirilip
ilgisiz olanlar titizlikle ayıklanmıştır. Bu münasebetle şunu belirtelim ki Molla
Fenari’nin görüşlerini incelememizde temel kaynağımız olan Aynu’l-Ayan adlı eserin
Osmanlı baskısını, yazma nusha ile karşılaştırdığımızda dizgi hatalarının olduğunu
gördük. Özellikle kitabın ikinci bölümünde (Fatiha suresi tefsiri) bu daha yoğundur.
Eser kanaatimizce tahkikli bir baskıyı hak etmektedir. Buna rağmen özellikle bizim
kullandığımız yazma nüsha (Atıf Efendi Kütüphanesi no 193) konuyla ilgili
sıkıntılarımızı büyük oranda gidermiştir. Diğer taraftan eser sadece Arapça bilgisiyle
çözülebilecek bir mahiyette değildir. Yani Arapça’ya vukufiyet yanında metafizik dahil
klasik İslamî ilimlerin bilinmesi, özellikle “ilim” kavramının daha net anlaşılabilmesi
için mantık ve klasik psikoloji diye ifade edebileceğimiz idrak konularına aşina olmak
da gerekmektedir. Ayrıca Tefsir kısmında oldukça geniş bir ilimler sistematiğinden
6
yararlanılması, vukufiyet noktasında bir takım zorluklarla bizi karşı karşıya bırakmıştır.
Bu anlamda tasavvufi ilimler başlığı altında zikrettiğimiz bilgiler Vahdet-i vücutla ilgili
geniş kavramsal yapıyla
birleşince sorunun büyüklüğü kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır. Diğer taraftan eserin kaynaklarının büyük bir bölümünün yazma olması,
hem zaman hem de derinlik olarak bizi zorlamış ve yoğun bir çalışmayı gerektirmiştir.
Molla Fenari’nin Tefsirle ilgili ulaştığımız iki eseri daha vardır. Bunlardan ilki
“‫ ”ﺗﻌﻠﯿﻘﺔ ﻋﻠﻲ أواﺋﻞ اﻟﻜﺸﺎف‬adlı çalışma olup tamamlanmamış bir eserdir. Eserin tek nüshası
vardır. Eserin, incelendiğinde Molla Fenari’nin Aynu’l-A’yan’daki sistematiğinden
farklı olmadığı hatta talika yapılan Keşşaf’la bağlantılı olarak daha çok dilsel yönü ağır
basan bir çalışma olduğu görülür. İkincisi ise “‫ ”أﻹﺟﺎزة ﻓﻲ اﻟﺘﻔﺴﯿﺮ‬adlı iki varaklık yazma
olup Molla Fenari’nin icazeti (hoca silsilesi) hakkında bilgi vermektedir. Dolayısıyla
eser, direkt konumuzla ilgili bir çalışma değildir.
Ayrıca çalışmamızda Molla Fenari ile ilgili yapılan yüksek lisans ve doktora
tezlerini elde edip inceledik. Ülkemizde Molla Fenari ile ilgili 2 doktora tezi
hazırlanmıştır. Bunlardan ilki, Hakkı Aydın tarafından 1989’da Erzurum’da yapılan
“Fenari’nin Hayatı, Eserleri ve Fusulü’l-Bedayi fi Usulü Şerayi’ndeki Metodu” adlı
çalışmadır.5 Diğeri ise Recep Şehidoğlu tarafından 1992’de Ankara’da yapılan “Molla
Fenari ve Tefsir Metodu” adlı çalışmadır.
Hakkı Aydın’ın çalışması, adından da
anlaşılacağı üzere Molla Fenari’nin Fıkıh Usulü eseri olan “Fusulü’l-Bedayi”nin
değerlendirilmesi şeklindedir. Recep Şehidoğlu’nun çalışması ise Molla Fenari’nin
Aynu’l-A’yan adlı çalışmasının ikinci bölümü olan Fatiha suresi tefsiri ile ilgili bir
çalışmadır. Bu anlamıyla çalışmanın, tefsir metodu hakkında bize yol gösterici iken
Kur’an’a yaklaşımı hakkında yeterli olduğu söylenemez.
Molla Fenari ile ilgili yüksek lisans tezi olarak 5 tane çalışma hazırlanmıştır.
Bunlar tarihi sırasıyla Sıtkı Gülle tarafından 1990’da İstanbul’da yapılan “Şemseddin
Muhammed b. Hamza Fenari’nin Hayatı ve Eserleri”; Mustafa Tuncer tarafından
1991’de Samsun’da yapılan “Molla Fenari ve Fatiha Suresi Tefsiri”; Mustafa Aşkar
5
Eser, “İslam Hukuku ve Molla Fenari” adıyla İşaret yayınları tarafından 1991’de basılmıştır.
7
tarafından 1992’de Ankara’da yapılan “Molla Fenari ve Vahdet-i Vücut Felsefesi”;6
Zülfikar Durmuş tarafından 1992’de Kayseri’de yapılan “Şemseddin Muhammed b.
Hamza el-Fenari’nin Hayatı ve Aynu’l-A’yan Adlı eserinin tahlili” ve son olarak da M.
Taha Boyalık tarafından 2007’de İstanbul’da yapılan “”Molla Fenari’nin Aynu’l-Âyân
adlı Tefsirinin Mukaddimesi (Tahlil ve Değerlendirme) adlı çalışmalardır.
Sıtkı Gülle’nin eseri Molla Fenari’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verirken
Mustafa Tuncer’in çalışması, Recep Şehidoğlu’nun çalışmasının özeti mahiyetindedir.
Mustafa Aşkar’ın çalışması ise Vahdet-i vücut
açısından Molla Fenari’nin
değerlendirilmesidir. Fakat müellif konuya 200 sayfalık çalışmasının son 50 sayfasında
değinebilmiştir. Zülfikar Durmuş’un çalışması ise Aynu’l-A’yan’ı bir bütün olarak
inceleyen ve eseri tanıtan orta hacimli bir çalışmadır. M. Taha Boyalık ise Aynu’lA’yan’ın muakaddimesini dönemin ilim anlayışı ışığında açıklamaya çalışmış ve eserin
nerede
durduğuna
yönelik
tespitlerde
bulunmuştur.
Ayrıca
Aynu’l-Ayan’ın
mukaddimesi de tahlil edilmeye çalışılmıştır.
Tezimizin ikinci bölümünü oluşturan Fazlur Rahman’ın çalışmalarına
baktığımızda, bunların büyük bir bölümünün Türkçeye tercüme edildiğini görüyoruz.
Hatta eserleri İslam ülkeleri içinde ilk olarak Türkçeye çevrilmiştir.7 Müellifin Türkçe
olarak basılan eserlerinin tamamını elde edip inceledik. Özellikle Tarih Boyunca İslami
Metodoloji Sorunu, İslam, Ana Konularıyla Kur’an, İslam ve Çağdaşlık adlı çalışmaları,
kullandığımız temel kaynaklarımızdandır. Bir üslup olarak İngilizceleri ile Türkçe
tercümeleri karşılıklı olarak incelenmiş, mümkün olduğunca Türkçe tercümelerdeki
metin, ifade olarak kullanılmıştır. Ayrıca konuyla ilgili makaleler; internetten, genel ve
özel kütüphanelerden elde edilmiştir. Burada şunu da belirtmeliyiz ki Fazlur
Rahman’ın, çalışmalarında konuyla ilgili fikirlerini çoğu kere tekrar ettiğini görüyoruz.
Bu bakımdan konunun anlaşılması noktasında eserleriyle ilgili herhangi bir sorunla
karşılaştığımız söylenemez.
6
7
Eser “Molla Fenari ve Vahdet-i Vücud Anlayışı” adıyla Muradiye Kültür Vakfı tarafından 1993’te
basılmıştır.
Türkçeye çevrilen ilk eser, Fazlur Rahman’ın İslam adlı çalışmasıdır. Bkz. İslam, Türkçe Baskısı için
Önsöz, s. 39.
8
Fazlur Rahman’la ilgili çalışmalara baktığımızda gerek ülkemizde gerekse de
yurt dışında çeşitli çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Yurt dışında Fazlur Rahman’la
ilgili tespit ettiğimiz tez çalışmaları şunlardır:
Donald Lee Berry tarafından “The Thought of Fazlur Rahman as an Islamic
Response to Modernity” (Modernliğe İslamî Bir Cevap Olarak Fazlur Rahman’ın
Düşüncesi) The Southern Baptist Theological Seminary Fakültesinde 1990’da
hazırlanan Doktora tezi.
Mary Catherine Jesse tarafından “A Modern Muslim Intellectual: The Thought
of Fazlur Rahman with Special Reference to Reason”, (Bir Modern Müslüman
Entelektüel: Akla Özel Referansıyla Fazlur Rahman’ın Düşüncesi) Regina 1991; Mc
Gill Üniversitesinde 1994’te Amhar Rashid tarafından “Some Qur’anic Legal Texts in
the Context of Fazlur Rahman’s Hermeneutical Method” (Fazlur Rahman’ın Hermeutik
Metodu Bağlamında Bazı Kur’anî Hukuk Metinleri); 1997 Mc Gill Üniversitesi’nde
Fatımah Husein tarafından “Fazlur Rahman’s Islamic Philosophy” (Fazlur Rahman’ın
İslamî Felsefesi) adlı yüksek lisans tezleri.
Donald Lee Berry’nin tezi, “moderniteye cevap olarak Fazlur Rahman’ın
görüşleri, Hristiyan teolojisine ne tür bir katkı sağlar?” sorusu üzerine oluşturulmuş bir
çalışmadır. Başka bir ifadeyle ortak düşman olan moderniteye nasıl cevap verebiliriz?
Bu anlamıyla tezin sadece ikinci bölümü olan Fazlur Rahman’ın moderniteye olan
cevabı bizim konumuzla bağlantılıdır. Marry Catherine Jesse ise, Fazlur Rahman’ın
İslam düşüncesine yönelik eleştirel değerlendirmesiyle başladığı çalışmasında, İslam
düşüncesini yeniden formüle etme önerisini Kur’an’ın ahlakî-aklî yeniden yorumu
(ethical-rational re-interpretation of the Qur’an) olarak okumaktadır. Bu anlamda
çalışmadaki Fazlur Rahman’ın Kur’an Hermeneutiği ve bilgi kavramını yeniden
oluşturma önerisi, (4 ve 5. bölüm) onun Kur’an’a yaklaşımını tespitte ufuk açıcıdır.
Amhar Raşid’in tezi ise zekat ve riba örneğinde Fazlur Rahman’ın hukukî ayetlere
bakışını ortaya koyan spesifik bir çalışmadır. Bununla birlikte çalışmanın girişindeki
Fazlur Rahman’ın düşüncesinin oluşum süreciyle ilgili değerlendirmeleri önemlidir.
9
Türkiye’de doktora seviyesinde yapılan tek çalışma, Adil Çiftçi’nin hazırladığı
“Fazlur Rahman’ın İslami Yenilikçiliğine Yorumlayıcı Bir Bakış” adlı tezidir.8 Fazlur
Rahman’ın makalelerinin önemli bir bölümünü de Türkçeye çeviren yazarın bu
çalışması, onun görüşlerinin sosyolojik bir bakışla yeniden ele alınması olarak kabul
edilebilir.
Yüksek Lisans olarak ise 6 çalışma söz konusudur. Bunlar sırasıyla Ali
Kuzudişli tarafından 1997’de İzmir’de yapılan “Fazlur Rahman`ın Hadis anlayışı”;9
Bülent Çelikel tarafından 2001’de İzmir’de yapılan “Fazlur Rahman’ın Eğitim
Anlayışı”; Tülay Öztürk tarafından 2003’te Ankara’da “Modern İslam Düşüncesinde
Eğitim Anlayışı (Fazlur Rahman, Muhammed İkbal ve Cemalettin Afgani Örneği)”;
Vedat Tezcan tarafından 2004’te Konya’da yapılan “Spinoza ve Fazlur Rahman`da
Ahlak Felsefesi”; Fatih Arslan tarafından 2005’te Konya’da “Fazlur Rahman'da Tanrı
Kavramı ve İşlevi”; Mustafa Özkahraman tarafından 2005’te İstanbul’da yapılan
“Fazlur Rahman’s Islamic Modernism” adlı çalışmalardır.
Bülent Çelikel ve Tülay Öztürk’ün çalışmaları Fazlur Rahman’ın eğitim
anlayışı üzerinedir. Ali Kuzudişli’nin çalışması ise Fazlur Rahman’ın sünnetle ilgili
görüşlerinin değerlendirilmesidir. Bu çalışma, sünnet kavramıyla ilgili tezimizde bize
katkı sağlamıştır. Vedat Tezcan’ın çalışması, aydınlanma dönemi düşünürlerinden
Spinoza’nın ahlak fikri ile Fazlur Rahman’ın ahlak fikrinin karşılaştırmasını
içermektedir. Tez, Fazlur Rahman’ın, modern dönem ahlak felsefesi açısından
farklılığını ortaya koyan güzel bir çalışmadır.
Türkiye’de Tefsir Bilim dalında yapılan tezler arasında Fazlur Rahman’ın
adının başlıkta zikredildiği bir çalışmaya rastlamadık. Bu anlamda tezimiz tefsir
alanında yapılan ilk çalışmadır. Fakat bu, onun hiç incelenmediği anlamında olmayıp,
tefsir tezlerinde adının yer almadığı anlamına gelmektedir.10
8
Eser, “Fazlur Rahman ile İslamı Yeniden Düşünmek” adıyla Kitabiyat yayınları tarafından Mart
2000’de Ankara’da basılmıştır.
9
Eser, “Fazlur Rahman ile Sünnet Tartışmaları” adıyla 2004’te İzmir’de Tibyan Yayıncılık tarafından
basılmıştır.
10
Konuyla ilgili şu tezlere bakılabilir: Şevket Kotan, Kur’an ve Tarihsellik Tartışmaları, Ankara 2001;
Hamdullah Bayram Öztürk, Kur’an-ı Kerim Açısından Tarihselci Yaklaşım, (Basılmamış Doktora
10
Zikredilen doktora ve yüksek lisans çalışmaları, bizim için bir alt yapı
oluşturmakla birlikte konumuz açısından yeterli olduklarını söylemek mümkün
gözükmemektedir. Genel bir değerlendirme olarak yapılan çalışmaların, tezimizin farklı
bölümlerinde bize katkı sağladığı söylenebilir.
Ülkemizde Fazlur Rahman’la ilgili çalışmalara baktığımızda, tezler dışında
konu ile ilgili yapılan direkt veya dolaylı birçok çalışmanın olduğu görülmektedir.
Fazlur Rahman merkezli yapılan belli başlı çalışmalar şunlardır: İslami Araştırmalar
Dergisi 1990 yılında “Fazlur Rahman” özel sayısı çıkarmıştır. Bu sayıda Fazlur
Rahman’ın bazı yazıları tercüme edildiği gibi, hakkında değerlendirmeler içeren
makaleler da vardır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve basılan11
uluslararası sempozyum “İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi (22-23 Şubat
1997)”; Adnan Koşum tarafından yapılan “Nassları Anlama ve Yorumlamada Yöntem
Sorunu: Fazlur Rahman Örneği”12; Adil Çiftçi tarafından çevrilen “İslami Yenilenme:
Makaleler, I-IV”13; Ebubekir Sifil tarafından yazılan “Modern İslam Düşüncesinin
Tenkidi: Yaşar Nuri Öztürk'ün ve Fazlur Rahman'ın Görüşlerinin Eleştirisi I-II”14
bunlardandır. Ülkemizde yapılan en son çalışma ise Hatice K. Arpaguş tarafından
hazırlanan “Fazlur Rahman’a göre Allah ve İnsan”dır.15
Fazlur Rahman’la ilgili yapılan yukarıdaki bazı çalışmalarda genellikle iyi-kötü
tarzında ikili bir tavrın benimsenmiş olduğunu görüyoruz. Bizim buradaki tutumumuz
bu iki algılamanın dışında konuyu objektif şekilde incelemeye çalışmak olacaktır.
Hedefimiz yermek veya övmek değil, tarihsel iki örnekten hareketle konuyla ilgili bir
Tezi), Sakarya, 2003; Mehmet Çiçek, Tevil Hermeneutik İlişkisi ve Tefsire Uygulanabilirliği,
(Basılmamış YLT), İstanbul, 2003; Recep Demir, Kur’an Tefsirinde Tarihselci Yöntem, (Basılmamış
Doktora Tezi) Konya 2004; M. Fudayl Erkoç, Felsefi Hermenötik ve Kur’an’ın Felsefî Hermenötik
Bağlamında Yorumlanması, (Basılmamış YLT), Konya, 2005.
11
İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi (22-23 Şubat 1997), İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1997.
12
Adnan Koşum, Nassları Anlama ve Yorumlamada Yöntem Sorunu: Fazlur Rahman Örneği, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2004.
13
Eser Fazlur Rahman’ın makalelerinin tercümelerinden oluşmaktadır. Bkz. Ankara Okulu Yayınları,
1999, 2002, 2003.
14
Ebubekir Sifil, Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi: Yaşar Nuri Öztürk'ün ve Fazlur Rahman' ın
Görüşlerinin Eleştirisi I-II, Kayıhan yayınları, İstanbul, 1998,1999.
15
Bkz. Hatice K. Arpaguş, Fazlur Rahman’a Göre Allah ve İnsan, Ensar Neşriyat, 2008, İstanbul.
11
tablo sunmaktır. Çalışmamız var olan çalışmaların üstüne çıkma düşüncesini içermekle
beraber son noktayı koyma iddiasında değildir.
Son olarak şunu da belirtmemiz gerekir ki araştırmamız, iki müellifin Kur’an’a
yönelik yaklaşımları ve ortaya çıkan durumdan hareketle bir karşılaştırmayı
içerdiğinden dolayı ikincil kaynaklar, gerekli görülen yerlerde, bir yan unsur olarak
kullanılmıştır.
12
BİRİNCİ BÖLÜM
MOLLA FENARİ VE KUR’AN’A YAKLAŞIMI
I. MOLLA FENARİNİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ
A. Hayatı
Tam adı Şemseddin Muhammed b. Hamza el-Fenari’dir. İsmail Beliğ Efendi
ise, isminin Muhammed b. Hamza b. Halil b. İsa olduğunu nakleder.16 Biyografik
kaynaklara göre 751/1350 yılında dünyaya gelen17 Molla Fenari’nin doğduğu yer
hakkında farklı görüşler vardır. Bir kısmı onun, Maveraünnehir’de, Horasan’a tabi
Fenar adlı küçük bir köyde doğduğunu belirtirken18 bir kısmı da Bursa-Yenişehir veya
İnegöl taraflarında bir kasabada doğduğunu iddia eder.19 Ahmet Rıfat ise onun İran
16
İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyaz-i İrfan ve Vefeyat-ı Danişveran-ı Nadiredan (Tarih-i Bursa),
Hüdavendigar Matbaası, Bursa, 1302, s. 239.
17
Askalani, Ebü'l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer (852/1449), İnbaü'l-Gumr bi-Enbai'l-Umr fi'tTarih, I-IX, 2. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1986/1406, VIII, 243; Sehavi, Ebü'l-Hayr
Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman (902/1497) ed-Dav'ü'l-Lami, I-XII, Dârü'l-Mektebeti'l-Hayat,
Beyrut, VI, 218; Suyuti, Ebü'l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr (911/1505) Bugyetü'l-Vuat
fî Tabakati'l-Lugaviyyîn ve'n-Nühat, I-II, thk. Muhammed Ebü'l-Fazl İbrâhim, 2. baskı, Dârü'l-Fikr,
Beyrut, 1979, I, 98; Edirnevi, Ahmed b. Muhammed (946/1540) Tabakatü'l-Müfessirin, thk. Mustafa
Özel, Muammer Erbaş, İzmir, 2005, s. 168; Taşköprüzade İsamüddin Ebü'l-Hayr Ahmed Efendi,
(968/1561) eş-Şakaiku’n-Numaniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, (Osmanlı bilginleri); çev.
Muharrem Tan, İz Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 43; Şevkani, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b.
Muhammed Havlani (1250/1834) el-Bedrü't-Tali' bi-Mehasin Men Ba'de'l-Karni's-Sabi', I-II,
Dârü'l-Ma'rife, Beyrut, II, 266; Leknevi, Ebü'l-Hasenat Muhammed Abdülhay b. Muhammed
(1304/1886) el-Fevaidü'l-Behiyye fî Teracimi'l-Hanefiyye, gözden geçiren: Ahmed Za’bi, Dârü’lErkam, Beyrut, 1998/1418, s. 274-276; İbnü'l-İmad, Ebü'l-Felah Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed
(1089/1679), Şezeratü'z-Zeheb fî Ahbari Men Zeheb, thk Mahmûd Arnaut, Abdülkadir Arnaut, Dâru
İbn Kesir, Beyrut, 1993/1414, IX, 304; Süreyya, Mehmed (1327/1909) Sicill-i Osmani, I-III, Gregg
International Publishers, Westmead, 1971. Eser; İstanbul 1308, III, 159. (Matbaa-i Amire) baskısından
tıpkıbasımdır. Bağdatlı İsmail Paşa, (1338/1920) Hediyyetü'l-Arifin Esmai'l-Müellifin ve Asarü'lMusannafin, I-II, trc. Kilisli Rifat Bilge; tsh. İbnülemin Mahmûd Kemal İnal, Avni Aktuç; Milli
Eğitim Bakanlığı, Ankara 1955, II, 188; Serkis, Yusuf b. İlyan b. Musa ed-Dımaşki (1351/1932), elMu'cemü'l-Matbuati'l-Arabiyye ve'l-Muarrebe, I-II, Mektebetü's-Sekâfeti'd-Diniyye, Kahire, II,
1460; İsmail Beliğ, age, s. 240. Brockelmann, Carl (1375/1956), Geschichte der Arabischen
Litterature, (GAL), I-II, E. J. Brill, Leiden, 1943, II, 303. Zirikli, Hayreddin 1396/1976 el-A'lâm:
Kamusu Teracimi li-Eşheri'r-Rical ve'n-Nisa, I-VIII, 15. bs. Beyrut: Dârü'l-İlm li'l-Melayin, 2002,
VI, 110;Hüseyin Hüsameddin, Monla Fenari, Türk Tarihi Encümeni Mecmuası, XVI/18, İstanbul,
1926; s. 370; Kehhale, Ömer Rıza Mu’cemü’l-Müellifin Teracimu Musannifi’l-Kütübi’l-Arabiyye,
I-XV, Mektebetü’l-Müsenna, Beyrut, IX, 272; Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1984, s. 30, 108.
18
İsmail Beliğ, age., s. 239.
19
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1398/1977) Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, 2. baskı, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 1984, s. 228.
14
alimlerinden olduğunu söyler.20 İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyaz adlı eserinde Molla
Fenari’nin soyunun Hz. Ömer’e kadar dayandığını zikreder.21
Müellifin “Fenari” lakabını Maveraünnehirde bir köyden aldığı rivayet
edilmekle birlikte babasının mesleği olan fenercilikten aldığı da söylenmektedir.22
Taşköprüzade de babasından o da dedesinden rivayetle Fenar’ın bir köy olduğunu
nakleder.23 Hüseyin Hüsameddin ise Molla Fenari’nin İbnu’l-Fenari (Fenari-zade)
olduğunu,24 babasının da Nureddin Hamza b. Muhammed b. Muhammed b. Hamza’nın
Fenari diye isimlendirildiğini belirtir.25 Ancak “Fenari” lakabıyla meşhur olduğunu da
zikreder.26 Bununla ilgili Kafiyeci de iki görüşü naklederek Fenari ifadesinin babasının
sanatının fenerci olması veya fener köyüne nispet edilmesi anlamında olduğunu belirtir.
Ayrıca Hüseyin Hüsameddin, “Geredi” nisbesinden hareketle onun Geredeli (Bolu)
veya “Kürdi” şeklindeki okumadan hareketle soy olarak Kürt de olabileceğini belirtir.
Fakat ifade, bu şekildeki bir okumaya uygun olmakla birlikte O’na göre Kürt olması
mümkün değildir.27 Osmanlı Müellifleri yazarı Bursalı Mehmet Tahir ise, Güldeste-i
Riyaz adlı yazmanın kenarında Molla Fenari’nin Emir Sultan’a fener hediye etmesi
üzerine Emir Sultan’ın kendisine bu lakabı verdiğini belirtir.28
Geçimini “ipekçilik”le sağlayan Molla Fenari, ekonomik olarak oldukça iyi
sayılabilecek imkanlara sahip olmuştur.29 Bir ilim adamı olarak da yükselebileceği
mevkilere çıkmış olan Fenari’nin yaşamının hem mütevaziliğine hem de görkemli
olduğuna yönelik bilgiler vardır. Bir taraftan sade bir vatandaş gibi yaşamasını
yadırgayanlara “Ne yapayım, yiyecek ve giyeceklerimi el emeğimle (ipekçilik)
20
Ahmet Rıfat Efendi, Lügât-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye, I-VII, Mahmut Bey Matbaası, 1299, İstanbul,
V, 215.
21
İsmail Beliğ, age, s. 239.
22
Suyuti, age, I, 97. Ömer Rıza Kehhale, age, IX, 272.
23
Taşköprüzade, İsamuddin, age, s. 43. Ayrıca bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, (1391/1971) Büyük Tefsir
Tarihi II (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet İşleri Reisliği, Ankara, 1960, II, 412.
24
Bursalı İsmail Hakkı da onun ibnu’l-Fenari olduğu görüşündedir. İsmail Beliğ, age, s. 239.
25
Hüseyin Hüsameddin, agm, TTEM, XVI/18, s. 369.
26
Hüseyin Hüsameddin, agm, TTEM, XVI/18, s. 370.
27
Hüseyin Hüsameddin, agm, TTEM, XVI/18, s. 367.
28
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, (1344/1925), Osmanlı Müellifleri (1299-1915), sad. A. Fikri Yavuz,
İsmail Özcan, Meral Yayınları, İstanbul, I, 315.
29
Bkz. Taşköprüzade, age, s. 46.
15
karşılamaktayım, bu yoldan kazandıklarım da bundan daha güzel şekilde geçinmeme
yetmemektedir” şeklindeki cevabı nakledilirken30 diğer taraftan onun pahalı ve kıymetli
elbiseler giyen kölelerinin ve cariyelerinin bulunduğu zikredilir.31
Hüseyin Hüsameddin, Molla Fenari’nin Osmanlı ve Karamanlılar tarafından el
üstünde tutulduğunu, bin dirhem yevmiye ve bir çok ihsanlara ulaştığını belirtir. Hatta
Bursa, Manisa gibi kıymetli yerlerde çiftlikleri ve gelir getiren mülklerinin olduğunu
söyler.32
Molla Fenari’nin çocukları hakkında kayıtlarda; Muhammed Şah, Yusuf Bali,
Ahi Yusuf, Hasan Paşa, Halil Paşa ve Ümmü Gülsüm isimleri zikredilmiştir.33
Ömrünün sonlarına doğru gözleri görmemeye başlayan ve daha sonra sağlığına
kavuşan Fenari’nin, şükür olarak hacca gittiği belirtilir.
Vefatı “cennetü’l-firdevs” terkibi olan 834/1431 tarihine işaret etmekte olup
kabri Bursa’da yaptırdığı ve kendi adıyla anılan caminin avlusundadır.34 Mezar taşı ise
Zeyniyye tarikatının sembolü olan baklava dilimi şeklindedir. Fakat kabrini ziyaret
ettiğimizde mezar taşında baklava diliminin olmadığını gördük. Vefat tarihi ile ilgili bir
itiraz kaydı olarak şunu da belirtmeliyiz ki; Hüseyin Hüsameddin, Molla Fenari’nin
vefatının 834/1431’de değil 838/1434-1435 senesinde olduğunu iddia eder.35
Kaynaklardaki hakim görüş ise yukarıda zikredilen 834/1431 senesidir.
B. Eğitimi ve İlmi Kişiliği
Molla Fenari’nin eğitim süreci hakkında net bilgiler elimizde yoktur. Fakat
eğitimindeki temel isimler bize onun bilgi alt yapısı hakkında fikir verebilecek
durumdadır. Eğitim serüveninin Anadolu ve Mısır olmak üzere iki ayak üzerinde
oluştuğu görülür. O, eğitimine Anadolu’da başlamış, sonra Mısır’a gitmiştir. Nitekim o
30
Bkz. Taşköprüzade, age, s. 46.
Bkz. Taşköprüzade, age, s. 45-46.
32
Bkz. Hüseyin Hüsameddin, Monla Fenari, TTEM, XVII/19, İstanbul, 1928; s. 156-157.
33
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
34
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
35
Bkz. Hüseyin Hüsameddin, agm, s. 155. Ayrıca Edirnevi’ye ait tabakat çalışmasında vefat tarihi olarak
hicri 827 senesi gösterilmektedir. Bkz. Ahmed b. Muhammed el-Edirnevi, age, s. 168.
31
16
dönemde ilim merkezlerinin; Şam, Kahire, İran ve Maveraünnehir bölgeleri olduğu
görülmektedir.
Kaynakların verdiği bilgilerden hareketle eğitimindeki temel isimler şunlardır:
Sadreddin Konevi’nin halifelerinden de olan ve kendisinden “Fusûsu’l-Hikem” okuyan
babası Muhammed b. Hamza36; Alaaddin Esved,
(800/1397); daha sonra da
Cemaleddin Aksarayî’dir (791/1388-1389) O, Aksarayi vasıtasıyla Fahreddin Razi’nin
ilim geleneğinin Anadolu’daki temsilcisi olmuş; daha sonra Seyyid Şerif Cürcani ile
birlikte Mısır’a giderek eğitimini orada devam ettirmiştir.37 Burada Ekmeleddin Bâbertî
(786/1384)’den ders alan Molla Fenari’nin, hocasından ciddi anlamda etkilendiği
görülür. Özellikle Baberti’nin hocalarından Ömer en-Nesefi ve Pezdevi, Aynu’lA’yan’da adı zikredilen isimlerdendir. Mübarekşah’tan (784/1382) Mantık okuduğu
belirtilen Molla Fenari’nin, mantıkla ilgili bazı konularda Saferşah’a danıştığı
belirtilmiştir.38 Molla Fenari’nin, Bursa’ya geldiğinde Eş-Şeyh Abdurrahman b. Ali’den
(858/1454) istifade ettiği zikredilir.39 Onun ayrıca “Somuncu Baba” namıyla meşhur
Hamid Kayseri’ye de intisap ettiği nakledilir.40
Molla Fenari’nin hem hocalarından hem de eğitim sürecinden de anlaşılacağı
üzere O, İslam düşüncesindeki iki damarın sentezleyicisidir. Bu iki damarın ilki
Cemaleddin Aksarayi vasıtasıyla Razi geleneğidir. Diğeri ise İbn Arabi ve Sadreddin
Konevi kanalıyla vahdet-i vücutçu düşüncedir. Molla Fenari’de bu ikili düşünce yapısı,
ilmî kişiliğinin temel taşlarını oluşturur. O, devam eden Fıkhî/Kelamî geleneği, vahdet-i
vucud düşüncesiyle birleştirerek İslam düşüncesinde bir atılım yapmayı hedeflemiştir.
Bu tavır, özellikle tefsir anlayışını oluşturan temel dinamiktir.
36
Taköprüzade, age, s. 44. Mecdi Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şakaik (Şakaik-i Nu’maniyye ve
Zeyilleri), neşr. Abdülkadir Özcan. Çağrı Yayınları, İstanbul, s. 49-50.
37
Ömer Nasuhi Bilmen, age, II, 413. Gümüş, Sadreddin, Seyyid Şerif Cürcani ve Arap Dilindeki
Yeri, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1984, s. 88.
38
Taköprüzade, age, s. 52.
39
Taköprüzade, age, s. 62. Abdurrahman b. Ali b. Ahmed el-Hanefi el-Bistami adıyla anılan müellifin
vefat tarihinden hareketle hocası olduğu rivayeti doğru gözükmemektedir.
40
Taköprüzade, age, s. 46. Ayrıca bkz. Mustafa Aşkar, “Molla Fenari’nin Şeyh Hamid el-Veli ile
Münasebetleri ve Dönemin Tasavvufî Yapısına Bir Bakış”, XIII ve XIV. Yüzyıllarda Kayseri'de
Bilim ve Din Sempozyumu, 30-31 Mayıs 1996, Kayseri, s. 136-140.
17
Bu ikili yapının özellikle müteahhirin İslam düşüncesinin ana yapısını
oluşturduğu düşünüldüğünde geniş bir bilgi birikimini zorunlu kıldığı hemen fark edilir.
Zira İslam düşüncesi, bu dönemde bilgi birikimini zikredilen yapı üzerinde
oluşturmuştur. Bu durum özellikle Molla Fenari’de kendini net bir şekilde
hissettirmektedir. Bu çok yönlü birikimi, kendisini hem aklî hem de naklî bilimlerde ön
plana çıkarmıştır. Nitekim onun, yaşadığı dönemdeki 4 büyük alimden biri olduğu
nakledilir. Buna göre eş-Şeyh Siraceddin b. Mülakkin (804/1401) Fıkıh ve Hadis
sahasında; Kamus Sahibi Mecdüddin eş-Şirazi el-Firûzabadi (729-816/1328-1413)
Edebiyat’ta; Zeyneddin el-Iraki (806/1403) Hadis’te; Molla Fenari ise aklî ve naklî
ilimlerin hepsine muttali olmasıyla öne çıkar.41
Ayrıca büyük bir kütüphaneye sahip olduğu ifade edilen42 Molla Fenari’ye
“Tezkiretü’l-Ahbab ve Tebsıratu Uli’l-Elbab” adlı kitap Buhara’dan kütüphanesi için
yazılmış ve gönderilmiştir.43 Bu, onun kütüphanesinin genişliğini, dolayısıyla da ilmî
derinliğini ortaya koyan önemli bir örnektir.
Molla Fenari’nin ilim sahasındaki bu çok yönlü derinliği, onun müderrisliği
yanında fetva ve kadılığı da uhdesinde barındırmasını sağlamıştır. O, Bursa Manastır
medresesinin müderrisi iken aynı zamanda Yıldırım Bayezıd döneminde Bursa kadılığı
görevinde bulunmuştur. 1402’deki Ankara savaşına kadar kadılık görevine devam eden
Molla Fenari, bu tarihten sonra Karaman’a gitmiştir. Karaman’da on yıl kadar kaldıktan
sonra tekrar Bursa’ya dönen Molla Fenari, Çelebi Mehmed tarafından ikinci defa bu
göreve getirilmiştir. 1418-1420 yılları arasında hacca giden Molla Fenari, 828/1425
senesinde Osmanlının ilk “Şeyhulislam”ı olmuştur.44
41
Leknevi, age, s. 274; Ömer Nasuhi Bilmen, age, II, 413.
Vefat ettiğinde kütüphanesinde on bin kitap bulunduğu nakledilir. Bkz. Taköprüzade, eş-Şakaik, s. 46.
43
Bkz. A. Süheyl Ünver, Ramazan 812 (1409) yılında Türklerin Büyük Alimlerinden Molla Şemseddin
Fenarîye Buhara’dan Bir Hediye”, Fatih ve İstanbul, VII-XII (1954), s. 195-196.
44
Molla Fenarinin Şeyhülislamlığı ile ilgili tartışmalar için bkz. Ekrem Kaydu, “Osmanlı Devletinde
Şeyhulislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi,
(1977) II, 204-205. İlmiye salnamesinde Molla Fenari ilk şeyhulislam olarak zikredilir. Bkz. İlmiye
Salnamesi, s. 283. Bilgin, Aydın, Yurdakul, İlhami Kurt, İsmail, Şeyhülislamlık (Bab-ı Meşihat)
Arşivi Defter Kataloğu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), İstanbul, 2006,
s. 13-14. Bu arada şunu da ifade etmeliyiz ki “Şeyhu’l-İslam” ifadesi Molla Fenari’nin tefsirinde
Sühreverdi (587/1191) için kullanılmaktadır. Bu değerlendirme İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın
42
18
Molla Fenarinin tasavvufi yönüyle ilgili babasından Ekberiyye, Abdüllatif-i
Kudsi’den Zeyniyye; Hamid Kayseri’den de Erdebiliyye tarikatlarını aldığı zikredilir.45
C. Eserleri
Eserlerinin yüzden fazla olduğu ifade edilmesine rağmen46 birçoğu elimize
geçmemiştir. Dolayısıyla bu düşünceye ihtiyatlı yaklaşmak gerekir.47 Buna rağmen bazı
eserlerinin ise birden fazla nüshası mevcuttur.
Hedefimiz müellifin tüm eserlerini incelemek olmadığı için Molla Fenari’nin
Kur’an’a yaklaşımıyla ilgili yazma ve matbu olan ve kendisine isnad edilen tefsir
eserleri incelenecektir. Diğer eserleri hakkında ise genel bilgiler verilerek ilgili
çalışmalara yönlendirmekle yetineceğiz.48
1. Tefsiru’l-Fatiha (Aynu’l-Ayan)
Tefsiru’l-Fatiha, Tefsiru Sûreti’l-Fatiha, Aynu’l-Ayan gibi adlarla anılan bu
eser, tezimizde kullandığımız temel kaynaklardan biridir. Molla Fenari’nin söz konusu
eserinin pek çok nüshası kütüphanelerimizde bulunmaktadır.49 Eserin müellif hattıyla
ilgili yaptığımız araştırma esnasında gördük ki; Molla Fenari’nin hem müellif
nüshasının müsveddesi hem de aslı elimizde mevcuttur. Bursalı Mehmet Tahir Efendi
müsveddenin Mahmut Paşa kütüphanesinde (No 9) asıl nüshanın ise İstanbul Murad
(1398/1977) o dönemde bunların kurumsal değil, ilmî bir paye olarak kullanıldığı tezini
güçlendirmektedir. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 174-175.
45
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314. Ayrıca bkz. Reşat Öngören, Osmanlı Devletinin İlk Şeyhu’lİslamı Molla Fenari’nin Tasavvufi Yönü”, Türkler, ed. Hasan Celal Güzel vd, XI, 114-119; Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
46
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, s. 314.
47
Benzer bir değerlendirme için bkz. Recep Şehidoğlu, Molla Fenari ve Tefsir Metodu, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Ankara, 1992, s. 28.
48
Burada kastedilen Molla Fenarinin eserleri ile ilgili yapılan bibliyografik çalışmalardır. Bu çalışmalar
başta belirtilmiştir.
49
Yazma olarak tespit ettiklerimizden bir kısmı şunlardır: Beyazıd Devlet Kütüphanesi Veliyyüddin 183;
Süleymaniye Kütüphanesi, Amcazade Hüseyin, 33; Süleymaniye Fatih 296; Süleymaniye H. Hüsnü
Paşa 59; Süleymaniye Reisülküttab 90; Süleymaniye Şehid Ali Paşa 139; Süleymaniye Şehid Ali Paşa
140; Süleymaniye Şehid Ali Paşa 141; Süleymaniye Yeni Cami 61; Süleymaniye Yeni Cami 63;
Nuruosmaniye 338; Köprülü Fazıl Ahmed Paşa 111; Topkapı Sarayı Üçüncü Ahmet Kitaplığı 91;
Edirne Selimiye 290; Afyon Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi 17304; Çorum İl Halk Kütüphanesi 71;
Adana İl Halk Kütüphanesi 978.
19
Molla Kütüphanesinde (no 136) bulunduğunu belirtmektedir. 50 İnternet üzerinden
kütüphane kayıtlarında ise Mahmut Paşa nüshası müellif hattı olarak gösterilmektedir.
İlgili eserlerden Murad Molla Kütüphanesindeki nüshanın son 13 varağının eksik
olduğunu gördük.51 (Bkz. Ek-1, 2) Mahmud Paşa kütüphanesindeki nüshanın orijinal
nüsha olması mümkün olmakla birlikte Bursalı Mehmet Tahir Efendi’nin de belirttiği
üzere bunun müsvedde olmasının daha doğru olacağını düşünmekteyiz. (Bkz. Ek-3, 4)
Zira eserde kelimelerin üzerini çizme ve araya ibareler koyma gibi özellikler çok
fazladır. Ayrıca noktalama işaretlerinin bulunmaması da bizi böyle bir sonuca
ulaştırmıştır. Biz ise çalışmamızda üzerinde müellifin kendi hattı olduğu ifade edilen ve
ferağ kaydında 814 yazan Atıf Efendi 193 nolu nüshayı kullandık. (Bkz. Ek-5, 6) 52
Bu eserin, Sultan b. Sultan Muhammed b. Saîd b. Eş-Şehîd Karamanoğlu
Alaaddin Bey İbn Karaman’a ithafen yazıldığı dibacesinde kayıtlıdır. Bu da Atıf Efendi
193 nolu nüshanın padişaha verilen nüsha olabileceği kanaatini vermektedir.53 Ayrıca
eserin 1325 yılında İstanbul Rıfat Bey Matbaasında yapılmış matbu bir nüshası vardır.
Eserin içeriğine baktığımızda, tefsir ilmine yönelik usul tartışmalarının birinci
bölümde ve Fatiha sûresinin tefsirinin ise ikinci bölümde yer aldığı görülür.
50
Bkz. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, s. 314. Ayrıca Süleyman Ateş, “İşari Tefsir Ekolü” adlı
çalışmasında müellif nüshasını Murad Molla olarak göstermektedir. Bkz. Süleyman Ateş, İşari Tefsir
Okulu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1974, s. 223. Ayrıca Muhammed
Abay da bu yazmayı müellif hattı olarak göstermektedir. Bkz. Muhammed Abay, “Osmanlı Döneminde
Yazılan Tefsir İle İlgili eserler Bibliyografyası”, Divan, 1991/1, s. 286. İstanbul. Ziya Demir ise müellif
nüshasının Atıf Efendi 193 nolu nüsha olduğu görüşündedir. Bkz. Ziya Demir, Osmanlı Müfessirleri
ve Tefsir Çalışmaları: (Kuruluştan X/XVI. Asrın Sonuna Kadar), Ensar Neşriyat, İstanbul, 20062007, s. 181.
51
Bizim incelediğimiz nüsha 255 varaktır. Murad Molla kütüphanesindeki yazma ise bizim nüshamızda
242. varakta kalmıştır. Son ayetin “mearif” kısmıyla hitama ermiştir. Eser bu yönüyle nihayete ermemiş
bir çalışmadır.
52
Ziya Demir, Osmanlı Dönemi müfessirleri hakkındaki çalışmasında bu yazmayı müellif nüshası olarak
tavsif etmektedir. Bkz. Ziya Demir, age, s. 181. Atıf Efendi nüshasıyla ilgili kısaca bilgi vermek
gerekirse eser, oldukça güzel, okunaklı yazılmıştır. Yazmanın baş tarafında “Fenari efendi kuddise
sırruhu kendi hattı ve telifi Fatiha sûresidir” şeklinde bir ibare bulunmaktadır. Sonradan yazıldığı
anlaşılan bu ibare, değerlendirme olarak zikredilmiştir. Eserin ferağ kaydından sonraki sayfada
Suyuti’nin “ed-Dürrü’l-Mensür” adlı çalışmasından nakil vardır. Bu nakil, Suyuti’nin, Molla Fenari’nin
öğrencisi Kafiyeci’nin talebesi olması sebebiyle eserin sonradan yazılabileceği şeklindeki bir
değerlendirmeye bizi sevk etmekle birlikte sonradan yaptığımız tetkik, bunun metnin mevsukiyetine
zarar vermeyen metin dışı bir kayıt olduğu şeklinde bir görüşe bizi ulaştırmıştır.
53
Her üç nüshanın son sayfaları ekte verilmiştir.
20
Tefsir ilmine yönelik usul konularının incelendiği kısım; tefsir ilminin tanımı,
tefsir ilmine duyulan ihtiyaç, tefsir ilminin mevzuu ve tefsir ilminin faydalandığı ilimler
olmak üzere dört ana bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin alt başlıklarına
baktığımızda şunlar karşımıza çıkmaktadır.
Tefsir ilminin tanımında; tefsir-tevil kavramları, tefsir ve tevilde derinleşmenin
caiziyyeti, tefsir ve tevilin zahr, batn, had, matla ve sonrası gibi anlamları hakkında bilgi
sahibi olma, tefsir ilmini öğrenmenin farz-ı kifaye olması, Sahabe ve Tabiinden tefsirde
öne çıkanlar olmak üzere 7 alt başlık vardır. Ayrıca bölümün sonunda “hatime” olarak
“İdrak kavramı, kısımları ve yolları” konusu işlenmiştir.54
Tefsir ilmine duyulan ihtiyaç bölümünde; ilme duyulan ihtiyacın onun talep
edilme yönüyle alakalı olması, ilim ve üstünlüğü, Kur’an’ın, sûrelerinin, okunmasının
ve Kur’an ehlinin üstünlüğü alt başlıklarını taşımaktır.
Tefsir ilminin mevzusu bölümünde Kur’an’ın tanımı, küllî hükümleri,
Kur’an’ın toplanması (Cem’), Kur’an’ın isimleri, Kur’an’ın cüzleri ve kısımları alt
başlıkları vardır.
Tefsir ilminin faydalandığı ilimler bölümünde ise alt başlık kullanılmamıştır.
Eserin İkinci bölümü olan Fatiha tefsiri ile ilgili kısımda tefsire başlamadan
önce kullandığı metod hakkında genel bilgiler vermektedir. O, sûre hakkında bilinmesi
gerekenlerle ilgili bilgi verdikten sonra ayetlerin tefsirine geçmektedir. Ayetlerin
tefsirini işlerken şu başlıkları kullanmıştır: Ayetin bulunduğu yerin değeri (hüsn-ü
mevkii), kıraatı, dil (lügat), irab ve beyan ile ilgili lafzi bilgi. Tefsir, Hadis, Kelam
Fıkıh, Hakaik (mevhibe), Dekaik, (marifet) Mearif (nasihat) başlıklarında mana ile ilgili
bilgiler verilmiştir.
2. Ta’lîka Ala Evâili’l-Keşşaf
54
Tefsir usulüne dair çalışmalarda görmediğimiz bu başlık, bilme kavramının mahiyetini açıklamaya
çalışan orijinal bir alt başlıktır. Burada “anlama” meselesi kelam ve klasik psikoloji ile yoğrulmuş bir
şekilde ele alınmıştır.
21
Keşşaf üzerine yazılmış talika olan eser, Bakara sûresinin başından 133. ayete
kadar olan kısmı içermektedir. Eserin tek nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali
Paşa bölümü 183 numarada bulunan 38 varaklık yazmadır. Molla Fenari’nin 4. kuşak55
soyundan olan Mahmut b. Pir Muhammed tarafından istinsah edilmiştir. Yazmanın
sonunda istinsah tarihi olarak h. 984 senesi kaydı vardır. Eser Keşşaf üzerine yazılmış
talika olması hasebiyle daha çok dil ile ilgili açıklamalarla doludur. Bunun dışında az da
olsa kelami görüşlere yer verilmiştir. Ayrıca eserde Kutbeddin Razi ve Taftazani’nin
Keşşaf şerhlerinden yer yer alıntılar vardır. Eser Bakara’dan başlaması sebebiyle Fatiha
sûresi tefsirinin devamı gibi algılansa da metod olarak Fatiha sûresi tefsirindeki anlam
zenginliğini koruduğunu söylemek oldukça zordur.
3. el-İcâze fi’t-Tefsir
Eserin tek yazması Amasya İl Halk Kütüphanesi 1869 numaradadır. İlgili
bölüm, yazmanın 51b-52b varakları olup Molla Fenari’nin icazeti hakkındadır. Ancak
silsilesinde Ebu Hanife’nin geçmesi ve Ebu Hanife sonrası silsilenin Hanefi olarak
kaydedilmesi bunun bir tefsir icazetnamesi olmaktan ziyade Fıkıhla ilgili bir icazetname
olduğu izlenimini bize vermektedir. Kanımızca bu, Molla Fenari’nin fetva ve kadılıkla
ilgili kendisine verilmiş icazeti olabilir.56 Nitekim yazmada icazetnamenin tefsirle veya
herhangi bir ilim dalıyla ilgili olup olmadığına dair bir kayıt da yoktur.
4. Hâşiye-i Hırzu’l-Emani fi’l-Kıraati Seb’il-Mesâni
Bu eser, Ebu Muhammed eş-Şâtıbinin “Şâtıbiyye” adıyla meşhur olan kitabına
Burhaneddin İbrahim el-Ca’beri’nin “Kenzu’l-Meani” adıyla yazdığı şerhe Molla
Fenari’nin haşiyesidir. Ancak Katip Çelebi tarafından Molla Fenari’ye isnad edilen bu
esere ulaşamadık.57
5. Bahs fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh min Tefsiri’l-Fatiha
55
Molla Fenari sonrası şu şekildedir: Yusuf Bali (1442); oğlu Alaaddin Ali (1497); oğlu Mevlana Pir
Mehmet (957/1548); oğlu Mahmut b. Pir Muhammed el-Fenari’dir.
56
Bkz. Cemil Akpınar, “İcazet”, DİA, XXI, 393-400, İstanbul, 2000.
57
Katib Çelebi, Hacı Halife Mustafa b. Abdullah (1067/1657), Keşfü’z-Zunun an Esami’l-Kütübi ve’lFünun, I-V, trc. Rüştü Balcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2007, I, 541.
22
Brockellman tarafından Molla Fenari’ye isnad edilen bu esere de
rastlayamadık. Recep Şehidoğlu “min tefsiri’l-fatiha” kısmını zikretmezken58 eser
Zülfikar Durmuş tarafından bu isimle anılmıştır.59 Her iki müellif de bunu Fatiha
tefsirindeki nesih konusuyla ilişkilendirmişlerdir. Fakat bunun doğru olmadığı
kanaatindeyiz. Zira Molla Fenari, Aynu’l-A’yan adlı eserinde Fatiha sûresinde neshin
olmadığını belirtmektedir. Ayrıca bu eserde Molla Fenari’nin nesihle ilgili verdiği
bilgiler sadece Tefsir ilmi açısından ele alınmıştır. Yoksa genel olarak nesh konusunun
incelendiği bir eser de değildir. Nitekim Molla Fenari de, Aynu’l-A’yan’da konuyla
ilgili “Füsûlü’l-Bedayi”ye bakılmasını belirtmektedir. Bu konu Fusûlü’l-Bedayi’de
temelde bir Usul-i Fıkıh problemi olması açısından ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
Molla Fenari’nin Tefsir dışında diğer alanlardaki çalışmalarını ise ilimlere göre
şöyle tasnif edebiliriz.
Fıkıhla ilgili eserleri: Fusûlü’l-Bedayi’ fi Usûli’ş-Şerayi’, I-II, (Mücelled),
Asitane, İstanbul);. Risaletü’s-Salatiyye, (Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir Bölümü,
832/2); Şerhu Fıkhı’l-Keydani, (Süleymaniye Kütüphanesi, Darulmesnevi, 512/22);
Şerhu Telhis-i Camii’l-Kebir fi’l-Furû’, (Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah 656);
Şerhu’s-Siraciyye, (Süleymaniye Kütüphanesi, Giresun Bölümü, 117). Risale fi
Beyne'l-Meşrui ve Gayri'l-Meşru' Mine'l-Ef'ali fi’s-salat, (Süleymaniye Kütüphanesi
Reisülküttab, 1196/6).60
Tasavvufla ilgili eserler: Risale Fi’t-Tasavvuf, (Süleymaniye Kütüphanesi,
Fatih Bölümü 2630/4; Süleymaniye Kütüphanesi, Reşit Efendi Bölümü 344/5; 344/6,
346/6) Şerhu Dibaceti’l-Mesnevi,61 Sufiye’nin Libas, Etvar ve Mesleğine Dair İtirazlara
Reddiye, (Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü, 71/2) Misbahu’l-Üns
Beyne’l-Ma’kul ve’l-Meşhûd fi Miftâhi Gaybi’l-Cem’ ve’l-Vücûd, (Tahran: İntişarat-ı
58
Recep Şehidoğlu, age, s. 30.
Zülfikar Durmuş, Şemseddin Muhammed b. Hamza el-Fenari’nin Hayatı ve Aynü’l-Eserinin
Tahlili, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) s. 24.
60
Geniş bilgi için bkz. Hakkı Aydın, İslam Hukuku ve Molla Fenari, İstişare Yayınları, İstanbul, 1991,
s. 70-72; 79-82. Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları, Arasta, Bursa, 2001, s.
113-121.
61
Eserle ilgili bkz. Mustafa Aşkar, “Molla Fenari’nin (ö. 834/1431) “Şerhu Dibaceti’l-Mesnevi” Adlı
Risalesi ve Tahlili” Tasavvuf, VI/14, 2005, İstanbul, s. 83-102.
59
23
Molla, 1374) er-Risaletü’l-Kudsiyye fi Beyani’l-Mearifi’s-Sufiyye, (Süleymaniye
Kütüphanesi, Ayasofya Bölümü, 4802/2).
Mantıkla ilgili eserleri: Fevaid-i Fenariyye62, Havaşi’l-Metali63, Haşiyetü’şŞemsiyye64
Arap Dili ile ilgili eserleri: Esasu’s-sarf fi İlmi’t-tasrif,65 (Süleymaniye
Kütüphanesi Fatih Bölümü 4770) Haşiye ala Şerhi’l-Miftah Li’s-Seyyidi’ş-Şerif;
(Süleymaniye Kütüphanesi Carullah 1790/1)66 Haşiye ala’d-Dav’, (Süleymaniye
Kütüphanesi Şehid Ali Paşa 2510/2).
Tasnif dışı olarak da ifade edebileceğimiz diğer eserleri ise şunlardır: Avisatü'lEfkar fi İhtiyari Üli'l-Ebsar (Süleymaniye Kütüphanesi Kasidecizade 675/6)
Enmuzecü’l-Ulûm67, Esami’l-Fünun68 (Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar
Bölümü, 2099/7)
62
Şerh-i İsagoci diye meşhur olan bu eserin bir çok haşiyesi vardır. Bkz. Havaşi’l-Fenari, Asitane.
Kaynaklar arasında zikredilmeyen eser, Recep Şehidoğlu tarafından nakledilmiştir. Bkz. Recep
Şehidoğlu, age, s. 31. Eser Fusulü’l-Bedayi’de zikredilmiştir. Fusulü'l-Bedayi' fî Usuli'ş-Şerai', I-II,
Şeyh Yahyâ Efendi Matbaası, İstanbul, 1289, I, 28. Bkz. Taha Boyalık, age, s. 16.
64
Katip Çelebi, age, III, 850. Sıtkı Gülle, bu eserlerin Fevaidü’lFenari eserinin aynısı olduğunu
araştırmaları sonucu ulaştığını belirtir. Bkz. Sıtkı Gülle, Şemseddin Muhammed b. Hamza elFenari’nin Hayatı ve Eserleri, s. 82. Ayrıca bkz. Zülfikar Durmuş, age, s. 28-29.
65
“Esasu’s-Sarf” adlı esere şerh yazan Mehmed Şah Fenari’nin ilgili eseri üzerine yapılan çalışma için
bkz. Tahsin Deliçay, “Mehmet Şah ve Te’sîsu’l-Kavâ’id Harfen bi Harfin fi Esâsi’s-Sarf’ı,”
(Basılmamış Doktora Tezi).
66
Recep Şehidoğlu eserin yazılış döneminin miladi 1481 olduğunu belirterek Molla Fenari’ye ait
olmadığını vurgular. Recep Şehidoğlu, age, s. 33.
67
Eserin müellifinin molla Fenari mi yoksa oğlu Muhammed Şah el-Fenari mi olduğu konusunda farklı
görüşler söz konusudur. Yazma nüshalarda da ihtilaf söz konusudur. Bkz. Katip Çelebi, Keşfü’zZünûn, I, 192. Molla Fenari’ye isnad edilenler (Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü 3677; Hacı
Selim Ağa Kütüphanesi 897); Muhammed Şah’a isnad edilenler (Süleymaniye Kütüphanesi Hüsrev
Paşa 482; Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa, 2781; Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa,
2782; Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa, 2783) Recep Şehidoğlu da eserin Mehmed Şah elFenari’ye ait olduğunu kesin bir şekilde iddia eder. Bkz. Molla Fenari ve Tefsir Metodu, s. 32. Ayrıca
Mehmed Şah el-Fenari’ye ait olduğunu iddia eden bir çalışma için bkz. Kemal Faruk Molla, “Mehmed
Şah Fenari’nin Enmûzecu’l-Ulûm adlı eserine göre Fetih öncesi Dönemde Osmanlılarda İlim Anlayışı
ve İlim Tasnifi”, Divan 2005/1, s. 245-273.
68
“el-İşrûn Kıt’a fi’l-‘İşrîne ‘İlmen” ve “Esiletü’l-Allame gibi farklı isimlerle de anılmıştır. Bkz. Katip
Çelebi, age, I, 109, 121; Bkz. Recep Şehidoğlu, age, s. 35.
63
24
Kaynaklarda Molla Fenari’ye isnad edilip de yazmalar arasında bulamadığımız
eserler ise şunlardır: Haşiye-i Dibace-i Usul-ü Pezdevi69, Talikat ala Şerhi’l-Mevakıf70,
Şerhu Muhtasarı Mevakıf71, Risale fi Ricali’l-Gayb72, Şerhu alâ Nususi li’ş-Şeyh
Sadreddin Konevi73, Risale fi Beyan-i Vahdet-i Vücut74 Risale fi Menakıb-ı Bahaeddin
en-Nakşibendi75,
Şerhu’l-Fevaidi’l-Giyasiyye
fi’l-Meâni
ve’l-Beyân76
Risale
fi
Mahiyeti’ş-Şeyâtîn ve’l-Cinn,77 Mühimmati Fenari78. Risale fi Âdabi’l-Bahs79 Talikat
ala Istılahati’t-Tasavvufiye li’l-Kaşani80 Bahsü’l-Mevla’l-Fenariyyi ve Ulema-i Mısır81,
Talikat ala Şerhi’l-Miftah li’s-Seyyid ve’s-Sa’d82; er-Risaletü’l-Kudsiyye83; Haşiye-i
Caberi84; Haşiye-i Telhis Camii Ahlati85; Risale-i usulüddin fi esrari’l-Vusûli ve’lYakin86
Eserlerinin çokluğundan hareketle Molla Fenari’nin velüd bir yazar olduğu
söylenebilir.
D. Öğrencileri
Molla Fenari’nin öğrencilerine baktığımızda şu isimleri görürüz: Molla Fenari
sonrası kadılık görevini de ifa eden Molla Yegan ismiyle meşhur Muhammed b.
Armağan.87 Özellikle Tefsirde Molla Fenari’nin Tefsir ilmi ile ilgili görüşleri üzerine
69
Katip Çelebi, age, I, 137. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
Taşköprüzade, age, s.44. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314. Ömer Nasuhi Bilmen, age, II, 414.
71
Katip Çelebi, age, IV; 1515. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
72
Katip Çelebi, age, II,707. Bağdatlı İsmail Paşa, age, II, 188.
73
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
74
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
75
Bağdatlı İsmail Paşa, age, II, 188.
76
Katip Çelebi, age, III, 1039. Bağdatlı İsmail Paşa, age, II, 188.
77
Brockelmann, GAL, II, 304.
78
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
79
Brockelmann, GAL, II, 304.
80
Katip Çelebi, age, I, 133. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
81
Katip Çelebi, age, I, 221.
82
Katip Çelebi, age, IV, 1410.
83
Katip Çelebi, age, II, 718.
84
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
85
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
86
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, age, I, 314.
87
Taköprüzade, age, s. 91.
70
25
“et-Teysir fi Kavaidi İlmi’t-Tefsir” adlı eserinde fikirler serdeden ve meşhur alim
Celaleddin Suyuti’nin de hocası olan Muhyiddin Kafiyeci (879/1474).88Ünlü hadis
alimi ve “İnbau’l-Gumr” adlı eserinde kendi el yazısı ile icazet aldığını ifade ettiği” İbn
Hacer el-Askalani (852/1449). Beydavi üzerine haşiyesi de olan Kara Yakup ismiyle
meşhur Yakup (el-Esved) b. İdris b. Abdullah en-Nikedi (833/1430). Konevi’nin
“Miftahu’l-Gayb” adlı eserini kendisinden okuyan “Emir Sultan” namıyla meşhur eşŞeyh
Şemseddin
Muhammed
b.
Ali
el-Huseyni
el-Buhari
(833/1429)89.
Taşköprüzade’nin de hocası olan Yakup el-Asfar el-Karamani. Son olarak da büyük
oğlu Muhammed Şah el-Fenari (839/1435) kendisinin yetiştirdiği talebelerindendir.
E. Etkileri
Molla Fenari’nin yaşadığı yüzyılda ilimde öne çıkan isimlerden biri olduğu
daha önce belirtilmişti. Nitekim böyle bir şahsiyetin kendisinden sonraki dönemi
etkilememesi elbette ki düşünülemez. Ancak burada şunu vurgulamalıyız ki, Osmanlı
döneminde yapılan çalışmaların bir bütün olarak incelendiği söylenemez. Zira bu
döneme yönelik eserlerin çoğu hala yazma niteliğinde olup araştırmacıları
beklemektedir. Biz burada öncelikle onun üstün kabul edildiği alanlarla ilgili genel
bilgiler verdikten sonra Tefsir’e etkisi hakkında bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağız.
Molla Fenari’nin Mantık’la ilgili bir günde yazdığını belirttiği “İsagoci90 şerhi”
Osmanlı medreselerinde son döneme kadar okutulan temel ders kitaplarındandır. Otuz
sene gibi uzun bir sürede hazırlanan “Füsulü’l-Bedayi’” adlı çalışmasından Ahmed
Cevdet Paşa ve Elmalılı Hamdi Yazır gibi alimler övgüyle bahsederler.91 Ayrıca onun
tasavvufla ilgili Konevi’nin “Miftahu’l-Gayb” şerhi olan “Misbahu’l-Üns” adlı eseri de
dikkat çekici çalışmalarındandır.
Konumuz olan Kur’an’a yaklaşımı açısından Molla Fenari’nin, kendinden
sonraki düşünceye etkisine baktığımızda birbirini tetikleyen ikili bir tablo karşımıza
88
Taköprüzade, age, s. 80.
Taköprüzade, age, s. 67.
90
İsagoci, Esiruddin Ebheri’nin (700/1300) meşhur eseridir.
91
Ahmed Cevdet Paşa, Mukaddime-i İbn Haldun’un Faslı Sanisinin Tercümesi, III, 56, İstanbul,
1277. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Beyanu’l-Hak Mecmuası, 1324, s. 403-404. Özellikle
Füsulu’l-Bedayi’nin kıymeti için bkz. Hakkı Aydın, age, s. 126-131.
89
26
çıkmaktadır. İlki “İlk Osmanlı Medreseleri” yazarı Mustafa Bilge’den naklen sadece
Tefsir’i değil, bütün bir Osmanlı düşüncesini etkileyen kuruluş dönemi Osmanlı kültür
hayatı içinde ulema yetiştiren bazı ailelerin ön plana çıkmasıdır. O, Fenari sülalesinin de
bunlardan biri olduğunu belirtir.92 Diğer önemli isim Molla Yegan ailesidir ki Molla
Yegan’ın da Molla Fenari’nin öğrencisi olduğu dikkate alındığında Osmanlı
düşüncesindeki “Fenari” etkisi, kendisini daha net bir şekilde ortaya koyar.93
İkincisi ise; Osmanlı düşüncesinin ortak bir zemin olarak Metafizik ve Mantık
merkezli bir dil kullanmasıyla bağlantılıdır.94 Bu, Molla Fenari’nin Osmanlı
coğrafyasındaki etkisini artırırken diğer taraftan farklı coğrafyalarda onun etkisini
sınırlandırmaktadır. Zira Tefsir, İslam coğrafyasında genel olarak Arapça merkezli bir
yapı olarak kurulmuş ve dil konuları bu ilmin temel meselelerini oluşturmuştur. Burada
ayrıca Kur’an ilimleri alanında yazılmış iki temel eser olan Zerkeşi’nin el-“Burhan”ı ile
Suyuti’nin “el-İtkan”ının, Molla Fenari sonrası yazıldığı unutulmamalıdır. Bu, özellikle
Kur’an’la ilgili yapılan çalışmaların yeni bir takım ilimleri içermesi sebebiyle Molla
Fenari düşüncesinin etki gücünü zayıflatmış ve sınırlandırmıştır. Bu bilgilerden sonra
Molla Fenari’nin Tefsir ilmine etkisi hakkındaki tespitlerimizi sunabiliriz.
Molla Fenari’nin temel sorunlarından biri olan Tefsir ilminde külli kaidelerin
olmadığı tezi, öğrencisi Muhyiddin Kafiyeci tarafından “et-Teysir fi Kavaidi İlmi’tTefsir”95 adlı eserinde tartışılmıştır. O, bu eserinde muhkem ve müteşabih kavramlar
merkezinde Tefsirde külli kaidelerin var olduğunu ispata çalışır. Bu anlamıyla “Teysir”,
Aynu’l-A’yan mukaddimesinin farklı bir tarzda okunmasıdır.
İsmail Rasuhi Ankaravi, (1041/1631) Fatiha sûresi tefsiri olan Futuhatı
Ayniyye’de;96 İsmail Hakkı Bursevi (1137/1725) ise, tefsirinin Fatiha bölümünde Molla
92
Mustafa Bilge, age, s. 30-32.
Nitekim Fatih döneminde zikredilen Çivizade Mehmet Efendi olayı bunun örneğidir. O, Molla
Fenari’nin görüşünü “kîle” ile değerlendirdiği için imtihandan başarısız olmuştur. Bkz. İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, age, s. 64.
94
Osmanlı Dönemi mantık ve metafizik düşüncesinin genel bir değerlendirmesi için bkz. Süleyman Hayri
Bolay, Osmanlılarda Düşünce Hayatı ve Felsefe, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005, s. 93-102; 119-126.
95
Muhyiddin Ebu Abdullah Muhammed b. Süleyman el-Kafiyeci el-Hanefi, Kitabu’t-Teysîr fî Kavâid-i
İlmi’t-Tefsîr, Trc. İsmail Cerrahoğlu, 2. Baskı, Ankara, 1989.
96
Bkz. İsmail Ankaravi, Fatiha Tefsiri Fütühât-ı Ayniye, Ahmed Kamil Matbaası, İstanbul, 1328/19101911 s. 88, 184, 195. Özellikle bu çalışma gerek kaynak, gerekse de içerik olarak Molla Fenari’nin de
93
27
Fenari’nin eserini kaynak olarak kullanmaktadır.97 Ebu Said Muhammed el-Hadimi, (v.
1176/1762) Risaletü’l-Besmele adlı eserinde tefsir ilmiyle ilgili görüşlerini Molla
Fenari’den hareketle izah etmektedir. O, tefsirin ilim olmadığı noktasında Molla
Fenari’yle hemfikirdir.98
Katip Çelebi, (1067/1657) Keşfü’z-Zünûn adlı eserinde Tefsir ilminin tanımı
ile ilgili Molla Fenari’nin verdiği bilgilerin yeterli olduğunu belirterek aynı tanımı
zikreder.99 Ayrıca Mustafa Özel tarafından tahkik edilen h. 1211 senesinde eş-Şeyh
Osman adlı Osmanlı müellifi tarafından yazılan “Kavaidu İlmi’t-Tefsir” adlı çalışmanın
ana gövdesi de Molla Fenari’nin “Aynu’l-A’yan” adlı çalışmasından oluşturulmuştur.100
Sonuç olarak Molla Fenari’nin kendisinden sonraki dönemi iki açıdan
etkilediği söylenebilir. İlki özellikle Osmanlı tasavvufî/işârî tefsir algısı üzerindeki
etkisidir. Diğeri ise tefsir ilmine yönelik sunduğu görüşlerin dikkate alınmasıdır.
II. MOLLA FENARİ’NİN KUR’AN’A YAKLAŞIMI
A. Molla Fenari'nin Kur'an’a Bakışı
Molla Fenari'nin Kur’an anlayışı, Kur’an’ın tanımı ve özellikleri olmak üzere iki
kısım altında incelenecektir. Kur’an tanımı ise iki ayrı noktadan ele alınacaktır. İlki
Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir “cihet” (yön) dikkate alınmaksızın tanımlanmasıdır.
İkincisi
ise
Kur’an’ın
özelliklerini de
ortaya
çıkaracak
olan
Tefsir
ilminin
mevzusu/konusu açısından yapılacak tanımdır.
dahil olduğu işârî tefsir açısından kendi dönemine kadar ki ilmî birikimi de ihata edecek şekilde
yeniden düzenlenmesidir.
97
Bkz. Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, I, 103, 113, 125, 127; Erkam Yayınları,
İstanbul, 2005.
98
Bkz. Hadimi, Risaletü’l-Besmele, s. 68. Matbaa-i Amire, İstanbul, 1303. Ayrıca bkz. Reşad İlyasov,
Ebû Said Muhammed Hâdimî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, (Basılmamış Doktora Tezi) s.
137.
99
Katip Çelebi, age, I, 377-378.
100
Bkz. eş-Şeyh Osman, Kavâidü İlmi’t-Tefsîr, Thk. Mustafa Özel, Birleşik Matbaacılık, İzmir, 2005.
Ayrıca bkz. Mustafa Özel, Tefsir Usûlü İle İlgili Bir Eser, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XIII-XIV, İzmir 2001, s. 309-312.
28
içinde “elhamdülillahi rabbi’l-alemin” sözünü Kur’an’da olduğu için değil de başka bir
sebeple söylemesi durumunda Kur’an olmaz. Dolayısıyla bir kişi Molla Fenari’nin
ifadesiyle cünüp dahi olsa, bu ifadeyi Kur’an olmaması sebebiyle söyleyebilir.109
2. Tarifteki “Arapça nazmın, Peygamberimize inişinin gerçekleşmesi”
ifadesinde, İbn Mesud ve Übey b. Ka'b gibi kârilerin kıraatte tek kaldıkları şaz kıraatlar,
tilaveti nesh edilmiş hükmü baki kalmış olan naslar ve Neml sûresi dışındaki besmeleler
konu dışında bırakılmıştır. Aksi takdirde Molla Fenari’ye göre burada söz konusu edilen
hususlara kimse muhalefet etmezdi ve onları inkâr edenin de küfürle suçlanması
gerekirdi. Aynı şekilde onları, ayetten sayan kimsenin namazdaki kıraati caiz olurdu ve
onların, cehrî namazlarda açıktan okunması gerekirdi.110 Ayrıca müellif yaptığı bu
tanımla Peygamberimize inişi sonrası oluşan farklı dillerdeki (Farsça) “Kur’an”
tartışmalarını Kur’an’ın tanımı dışında tutmuştur. Zira O, kitabeti Kur’an’ın oluşumu
sonrasındaki sürece dahil etmektedir.111
3. Molla Fenari’nin tarifte zikrettiği “murad edilen mananın Allah Teala
katında olması” ifadesiyle insanların (katî delille) hakkında kesin hükme ulaştıkları
dışındaki, manasında tevâtürün veya hakikatin gerçekleşmediği müteşâbihât ve
mübeyyenât gibi kısımları da Kur’an tarifinde dikkate aldığını belirtir. Zira murad
edilen mana bizim katımızda olursa o zaman bu kavramlar, Kur’an’ın dışına çıkarılmak
zorunda kalır.
4. Tarifteki “Peygamberimize” ifadesiyle de Molla Fenari, diğer nebilere
indirilen kitapları, Kur’an-ı Kerim dışına çıkarmayı hedeflemiştir.112
Onun Kur’an tanımına yönelik bu vurgusu, metodolojik anlamda Kur'an'ın
varlığı ile insanın varlığının birbirinden farklı iki kategori olarak değerlendirilmesi
sonucunu doğurmaktadır. Nitekim Molla Fenari’ye göre bizim bilgimiz, ilmimizin
108
Molla Fenari, age, s. 41; (v. 25b).
Molla Fenari, age, s. 41; (v. 25b).
110
Molla Fenari, age, s. 41-42; v. 25b.
111
Molla Fenari, age, s. 42; v. 26a.
112
Molla Fenari, age, s. 42; v. 26a.
109
31
sınırlı olması sebebiyle “kelime” seviyesindedir. Halbuki Allah’ın zatıyla kaim olan ve
Kur’an’ın da layık olduğu mana ise “kelam” anlamındadır.113
Buna göre insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın Kur'an'ı tam anlamıyla ihata etme
gücünden yoksundur. Bu yoksunluğu aşma noktasında yapılan çabaların sadece kişisel
mütalaalar olabileceğini ifade eden Molla Fenari, bundan kaçış olarak kendi tanımında
belirttiği gibi insanın müdahalesinden bağımsız bir "tanım" oluşturmaya çalışmaktadır.
Bu anlamıyla Molla Fenari'nin Kur'an tanımının bir "tespit" özelliği taşıdığı
vurgulanabilir.
Molla Fenari’nin Kur’an tanımını ortaya koyduktan sonra, onun Kur’an’ın
özelliklerine bakışını ele alabiliriz. İlk olarak Kur’an’ın yapısal ve biçimsel özellikleri
hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
2. Kur'an'ın Yapısal ve Biçimsel Özellikleri
Kur’an’ın yapısal özellikleri başlığı altında sırasıyla Molla Fenari’nin; vahiy,
inzal-tenzil, tevatür, i’caz, yedi harf, yedi kıraat, nâsih-mensûh, mekkî-medenî
hakkındaki görüşlerini zikredeceğiz. Kur’an’ın biçimsel özellikleri hakkında ise
müellifin sûre, ayet, kelime ve harf gibi kavramlara yüklediği anlamları inceleyeceğiz.
a. Yapısal Özellikler
aa. Vahiy
Vahyin; süratli bir şekilde yapılan gizli konuşma (kelam) olduğunu belirten
Molla Fenari, Kur’an-ı Kerim’de vahyin üç anlama geldiğini belirtir.
113
Molla Fenari, age, s. 42; v. 26a. Ayrıca bkz. Molla Fenari, Şerh-i Rubai-i Şeyh-i Ekber Muhyiddin
İbn Arabi: Terceme ve Metn, tsh. Muhammed Hacvi, İntişarat-ı Mevla, Tahran, 1375, s. 41-52. Molla
Fenari, Kur’an’ın İnsanla olan ilişkisini kendi dönemindeki vahdet-i vücut düşüncesinden aldığı
terimlerle kelime-kelam ilişkisi olarak değerlendirmektedir.
32
İlki, bal arısına yapıldığı ifade edilen,114 sünnetüllah’ın icrası anlamındaki vahiy,
ikincisi ise, ilham anlamında Hz. Musa’ya verilen115 vahiydir. O, bu ilham manasındaki
vahyin, Peygamberlerle sınırlı olmadığı kanaatindedir. Hz. Meryem’e116 ve Havârilere
verilen117 vahiy bu durumun açık delillerindendir. Bunlara ek olarak Molla Fenari,
velilerin ilhamının (vahyinin) da bu kısma girdiği kanaatindedir. Üçüncüsü ise, elçiler
(resuller) gönderme anlamındadır. Müellifimiz, bu üçüncü anlamın, nebilerin aldığı
vahiy olduğunu söyler. 118
Kur’an’da “vahy”in kullanımı ve anlamlarını ele aldıktan sonra Molla Fenari,
Yüce Allah’ın insanla nasıl iletişim kurduğu konusunda bilgiler sunar. Kur’an-ı
Kerimde zikredilen, ( ِ‫وَﻣَﺎ ﻛَﺎنَ ﻟِﺒَﺸَﺮٍ أَن ﯾُﻜَﻠﱢﻤَﮫُ اﻟﻠﱠﮫُ إِﻟﱠﺎ وَﺣْﯿﺎً أَوْ ﻣِﻦ وَرَاء ﺣِﺠَﺎبٍ أَوْ ﯾُﺮْﺳِﻞَ رَﺳُﻮﻻً ﻓَﯿُﻮﺣِﻲَ ﺑِﺈِذْﻧِﮫ‬
ٌ‫“ )ﻣَﺎ ﯾَﺸَﺎءُ إِﻧﱠﮫُ ﻋَﻠِﻲﱞ ﺣَﻜِﯿﻢ‬Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından
konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O
çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir”119 mealindeki ayette sözü edilen iletişim
biçimlerinin Cenab-ı Allah tarafından tam olarak ortaya konulduğunu belirtir.120
Nitekim O, bu görüşünü Zemahşeri’nin ifadeleriyle de destekler.
Zemahşeri, Keşşaf’ta Allah’ın bir beşerle konuşmasının ancak şu üç şekilde
sahih olduğu görüşündedir. Birincisi vahiy yoluyladır. Bu, kalbe atılan ilham (Kasas,
28/7) veya uykuda meydana gelen (Cenab-ı Allah’ın uykuda Hz. İbrahim’e oğlunu
kurban etmesini vahyetmesidir) şeydir. İkincisi, örtü arkasından konuşmasıdır.
Zemahşeri,
Kralın,
toplumun
ileri
gelenlerinden
bazılarıyla,
kendi
yüzünü
göstermeksizin konuşmasını buna örnek olarak verir. Üçüncüsü, meleklerden bir elçi
114
Nahl, 16/68. “Rabbin, bal arısına şöyle vahyetti.” Bu kısım genel vahiy olarak da isimlendirilebilir.
Bkz. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2003,
s. 50.
115
A’raf, 7/117. “Biz de Mûsâ'ya………vahyettik.”
116
Kasas, 28/7; “Mûsâ'nın annesine……. vahyettik.”
117
Maide, 5/111. “Havârilere………vahyetmiştim” (kalblerine bu düşünceyi atmıştım)
118
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 43; (v. 26b-27a).
119
Şura, 42/51.
120
Molla Fenari, age, s. 43; (v. 27a)
33
göndermesidir. O’na göre, Hz. Musa (as) dışındaki diğer nebilerle konuşması bu
şekildedir.121
Molla Fenarinin görüş serdettiği noktalardan biri de, vahyin alımı esnasında
Allah Teala’nın görülmesinin (rü’yet) imkan dahilinde olup olmaması meselesidir. O,
ayetteki “elçi gönderilmesi” ifadesinden anlaşıldığı üzere aracı melek ile vahyin
iletildiğini, bunun da Cenab-ı Allah’la insan arasındaki görülmenin (rüyetin)
imkânsızlığının bir delili olduğunu belirtir.122 Nitekim Molla Fenari, vahiyle ilgili temel
vurgusunun, hissî kelamda ortaya çıkan, Cenab-ı Allah’ın hâdis olanla bağlantısının
ortadan kaldırılması olduğunu belirtir.123
Ancak O, Kadı Beydavi’nin aynı ayetten, rü’yetin (görülmenin) sıhhatini
çıkardığını da söyler.124 Bunun, ya ayetteki “vahy”in şifahi konuşmaya hamledilmesi ya
da Kadı Iyaz’ın dediği gibi ayetteki “vahiy” ifadesinin “perde arkasından konuşma”nın
mukabili olarak vuku bulması125 anlamında olacağını belirten Molla Fenari, esasen her
iki durumun da imkansız olduğunu belirtir. Zira Peygamber ne melek gibi bir vasıta, ne
de bir örtüdür.126
Kelamcılar arasında Allah’ın ruyeti (görülmesi) ile ilgili görüş farklılıkları
olduğunu belirten127 Molla Fenari, konuyu Hz. Musa’nın (as) Tuva ve Tûr-i Sîna’da
121
Zemahşeri, Keşşaf’ta Allah’ın beşerden bir kişiyle konuşmasının ancak şu üç şekilde sahih olduğu
görüşündedir. Birincisi vahiy yoluyladır. Bu, kalbe atılan ilham (Kasas, 28/7) veya uykuda meydana
gelen (Cenab-ı Allah’ın uykuda Hz. İbrahim’e oğlunu kurban etmesini vahyetmesidir) şeydir. İkincisi,
örtü arkasından konuşmasıdır. Zemahşeri, Kralın, toplumun ileri gelenlerinden bazılarıyla, kendi
yüzünü göstermeksizin konuşmasını buna örnek olarak verir. Üçüncüsü, meleklerden bir elçi
göndermesidir. O’na göre, Hz. Musa (as) dışındaki diğer nebilerle konuşması bu şekildedir. Bkz.
Zemahşeri, Tefsirü'l-Keşşaf an Hakikati't-Tenzil ve Uyuni'l-Ekavil fi Vucuhi't-Te'vil, I-IV, Daru'lMa'rife Beyrut, II, 475; Molla Fenari, age, s. 43-44; (v. 27a)
122
Molla Fenari, Zemahşeri’yle aynı görüştedir. Bkz. Zemahşeri, age, II, 475-476.
123
Molla Fenari, age, s. 45 (v. 28a)
124
Beydavi, Ebu Said Nasirüddin Abdullah b. Ömer b. Muhammed (685/1286), Envarü't-Tenzil ve
Esrarü't-Te'vil, I-II, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 2003, II, 367.
125
Kadi İyaz, Ebü'l-Fazl İyaz b. Musa b. İyaz el-Yahsubi (544/1149) eş-Şifa bi-Ta'rifi Hukuki'lMustafa, I-II, thk. Hüseyin Abdülhamid Nil. Dârü'l-Arkam, Beyrut, I, 175.
126
Molla Fenari, age, s. 45 (v. 28a)
127
Molla Fenari, Kadı Iyaz’dan naklen, Kelamcıların Allah’ın görülmesi konusunda iki kısma ayrıldığını
belirtir: İbn Mesud ve İbn Abbas’tan gelen rivayetlerden hareketle Ebu Musa el-Eş’arî, Peygamber’in
İsra’da Allah Tealayı dünya gözü ile gördüğü kanaatindedir. Diğer kelamcılar ise arada vasıta
olmaksızın Peygamber’in Allah Taala ile görüşmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Konu ile
ilgili bkz. Kadı Iyaz, age, I, 172,174, 175.
34
yaşadığı olay ve Peygamberimizin Mirac hadisesi ışığında tartışır. Musa (as)’ın Tuva
ve Tûr-i Sîna’da sesi işitmesinin söz konusu olduğunu ve bu işitmenin her yönden
geldiğinin belirtildiğini nakleden Molla Fenari, burada karşılıklı konuşmanın söz
konusu olmakla birlikte “yüz yüze” bir konuşmanın olmadığını belirtir. Nitekim bir
kısım müfessirler, “örtü arkasından” (‫ )ﻣﻦ وراء ﺣﺠﺎب‬ifadesinin, kelamın keyfiyetini
anlamaksızın gerçekleştirilen bir işitme olduğunu söylerler. Başka bir ifadeyle bu
mecazî yoruma göre vahyin muhatabı, konuşulanı duymaktadır. Fakat sesin keyfiyetini
anlamaktan uzaktır. Nitekim Mirac hadisinde128 de zikredildiği üzere karşılıklı konuşma
(müşafehe) söz konusu değildir. Bununla beraber Molla Fenari, Peygamber’in
işitmesinin, kesin (mütevatir) ve inkârının da mümkün olmadığı görüşündedir.129 O,
"Allah’ın ses (savt) yarattığı" iddiasının sadece sesin yaratılması anlamına geleceğini
söyleyerek bunun da safsata olacağını ve böyle bir durumda da bir konuşmadan
bahsedilemeyeceğini ifade eder.
Konuyla ilgili bir diğer ayetin Necm sûresindeki (‫)ﻓَﺄَوْﺣَﻰ اِﻟَﻰ ﻋَﺒْﺪِهِ ﻣَﺎ أَوْﺣَﻰ‬
“Kuluna, vahyettiğini vahyetti”130 mealindeki ayet olduğunu belirten Molla Fenari,
bunun, müfessirlerin çoğunluğu tarafından Allah’ın Cebrail’e, Cebrail’in de Hz.
Muhammed’e (sav) vahyetmesi şeklinde yorumlanmasına rağmen, Cafer-i Sâdık’tan,
Allah’ın (cc) Peygamberimize vasıtasız bir şekilde vahyettiğinin delili olarak rivayet
edildiğini de söyler.131
Molla Fenari, Yüce Allah’ın, zaman ve mekândan münezzeh olmasına ve
İmam Mâturîdî’nin de ayetteki zamirlerin Cenab-ı Allah’a râci olmasını zorlama olarak
128
Mirac hadisi için bkz. Müslim, Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi b. el-Haccac, (261/875) Sahihi
Müslim, İman, 259; I-V, neşr. Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul.
129
Molla Fenari, age, s. 44; (v. 27a)
130
Necm, 53/10.
131
Molla Fenari, age, s. 44; (v. 27a) Molla Fenari, Kadı İyaz’dan naklen Allah’ın yakınlaşmasının Cafer
b. Muhammed Sadık’ın dediği gibi mekanla veya sınırla ilgili olmadığını, Peygamber’in
yakınlaşmasının onun rütbesinin büyüklüğünü, konumunun şerefliliğini, marifet nurlarının parlamasını,
Allah’ın kudretini ve gayb âleminin sırlarını müşahede ettiğini gösterdiğini belirtir. Allah’ın
Peygambere yakınlaşması olarak alırsak o takdirde de Allah’ın lütfu, ihsanı ve ikramıdır. “(Muhammed
ile arasındaki mesafe) İki yay uzunluğu kadar yahut daha az kaldı” (Necm, 53/9) mealindeki ayette,
zamiri Cebrail’e değil de Allah’a ait kabul edenlere göre ayetin tevilinin bu şekilde olduğunu söyler.
Bkz. Kadı Iyaz, age, I, 178.
35
kabul etmesine132 rağmen, Allah’ın Peygambere vasıtasız olarak vahyetmesini imkân
dâhilinde görür. Müellifimiz, “harflerden oluşan kelamın varlığının Allah’ın zatıyla
kaim olmasının mümtenî olduğu”133 şeklindeki bir değerlendirmeye, Cenab-ı Allah’tan
sadır olan şeylerin bizden sadır olan şeyler gibi olmayacağını söyleyerek cevap verir.
Zira vahiy, süratli bir şekilde hareket eden gizli bir kelamdır. O, bunun, insanların
gücünü aştığına yönelik bir temsil olduğunu aksi takdirde bizi, Allah Teala’nın, zatında
mürekkep olması gibi bir durumla karşı karşıya getireceğini belirtir. O’na göre, manevi
(hayali) kelam, hissî kelam gibi değildir. Aklî ve manevî olan kelam ise, hissî kelamdan
daha evladır.134 Bu anlamıyla vahiy, Molla Fenari tarafından işaret edilebilen fakat
ihatası mümkün olmayan bir durum olarak gözükmektedir.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse denilebilir ki; Molla Fenari, vahiy
konusunda dikkatini daha çok Allah’ın görülmesi meselesine yoğunlaştırmaktadır.
O’nun böyle bir kaygıyla hareket etmesindeki temel sebebin vahdet-i vücutta ifade
edilen Allah’ın zatının bilinmesi ve bununla bağlantılı olarak ilmine hâdisliğin
bulaşmasının engellenmesi olduğu söylenebilir. Zira vahdet-i vücut düşüncesinde Allah
Tealanın ancak nispetleri ve taallukları bilinebilir.135 Bu anlamda Molla Fenari’nin,
Allah’ın görülmesi meselesinde Mutezile'ye yakın bir çizgiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
Son olarak Molla Fenari’nin, vahiy türleriyle ilgili görüşlerini zikrederek
konuyu bitirelim.
1.
Rüya: Molla Fenari, rüya ile gelen vahye örnek olarak ( ُ‫ﻟَﻘَﺪْ ﺻَﺪَقَ اﻟﻠﱠﮫُ رَﺳُﻮﻟَﮫ‬
‫“ )اﻟﺮﱡؤْﯾَﺎ ﺑِﺎﻟْﺤَﻖﱢ‬Andolsun Allah, elçisinin rüyâsını doğru çıkardı.”136 mealindeki ayeti ve
“Resulullah’a (sav) gelen vahiylerin ilki uykuda meydana gelen salih rüyadır.
132
Maturidi, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Muhammed (333/944) Te’vilatu Ehli’s-Sünne,
I-V, thk. Fatma Yusuf Heymi, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004/1425, IV, 417; 605.
133
Aslında soru şeklindeki bu ifade, Kadı Beydavi’nin tefsirinde geçmektedir. Bkz. Beydavi, age, II, 367.
134
Molla Fenari, age, s. 45; (v. 27b)
135
Nitekim Konevi, Cenab-ı Allah’ın kelam sıfatının, irade ve kudret sıfatlarının birleşiminden
oluştuğunu belirtir. Bkz. Molla Fenari, age, s. 45; (v. 27b).
136
Fetih, 48/27.
36
Resulullah’ın gördüğü bu rüya sabah’ın aydınlığı137 gibi ortaya çıkardı”138 şeklinde Hz.
Aişe’den rivayet edilen hadisi verir.
2.
Ses veya ışık vasıtasıyla alınan vahiy: O, örnek olarak İbn Abbas’tan
rivayet edilen şu hadisi zikreder: “Peygamberimiz, Mekke’de on üç sene kaldı. Yedi
sene bir ses işitti, sonra bir ışık gördü. Sekiz sene de hiçbir şey görmeksizin vahiy
aldı.”139
3.
Bir melek görmesi ve onunla konuşması: Hz. Aişe’den rivayet edilen bir
hadiste anlatıldığı gibi Hira mağarasında olduğu bir gün vahiy geldi. Melek ona gelip:
"Oku!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Ben
okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar
sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: "Oku!" dedi. Ben tekrar: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni
ikinci defa kucaklayıp takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve "Oku!"
dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim
kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: " (ْ‫اﻗْﺮَأْ ﺑِﺎﺳْﻢِ رَﺑﱢﻚَ اﻟﱠﺬِي ﺧَﻠَﻖَ ﺧَﻠَﻖَ اﻟْﺈِﻧﺴَﺎنَ ﻣِﻦْ ﻋَﻠَﻖٍ اﻗْﺮَأ‬
ْ‫ )وَرَﺑﱡﻚَ اﻟْﺄَﻛْﺮَمُ اﻟﱠﺬِي ﻋَﻠﱠﻢَ ﺑِﺎﻟْﻘَﻠَﻢِ ﻋَﻠﱠﻢَ اﻟْﺈِﻧﺴَﺎنَ ﻣَﺎ ﻟَﻢْ ﯾَﻌْﻠَﻢ‬Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir
kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin kerimdir. O, kalemle öğretti. İnsana bilmediğini
öğretti." (Alak, 96/1-5) dedi." Resulullah (sav) bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü.
Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve: "Beni örtün, beni
örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı.”140
4.
İlham ve Meleğin, Kalbine ilham etmesi/üfürmesi: Nitekim hadiste
Rûhu’l-Kuds’un Peygamberimizin kalbine hiçbir nefsin rızkını tamamlamadıkça
ölmeyeceğini ilham ettiğini/kalbine üfürdüğünü141 bildirmiştir.
137
“Sabah’ın aydınlığı” ifadesi, Ona göre tabire/yoruma ihtiyaç duyulmaması anlamındadır.
Buhari, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1; I-VI, tahric Mustafa
Dib Buğa, 4. Baskı, Daru İbn Kesir, Dımaşk, Lübnan, 1990/1410.
139
Müslim, Sahih, Fezail, 121.
140
Buhari, Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1; Tefsir, 96; Müslim, Sahih, İman, 252.
141
Hindi, Alauddin Ali b. Abdülmelik b. Kadı Han Müttaki (975/1567), Kenzü'l-Ummal fî Süneni'lAkval ve'l-Ef'al, neşr. Bekri Hayyani, Saffet Saka, 5. Baskı, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1985/1405,
IV, 23-24.
138
37
5.
Cebrail’in; vahyi, Peygamber’in kalbine indirmesi: Nitekim Cenab-ı
Allah, ayeti kerime’de şöyle buyurmuştur: (َ‫“ ) ﻧَﺰَلَ ﺑِﮫِ اﻟﺮﱡوحُ اﻟْﺄَﻣِﯿﻦُ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﻠْﺒِﻚ‬Onu, er-Rûhu'lEmin (güvenilir ruh, Cebrâil) indirdi: Senin kalbine…”142
6.
Cenab-ı Allah’ın Peygamber’in kalbine ilka etmesi: “Bana bir adım
yaklaşana, ben koşarak gelirim”143 hadisinde ifade edildiği gibi.
7.
Cebrail’in kendi sûreti dışında farklı sûretlerde Peygamberimize gelmesi:
Sahabe’den Dıhye, Bedevi vb. melek sûreti dışında farklı kılıklarda gelmesi gibi.
8.
Allah ve Resulü arasında sır olan vahiy: Bu tür şeyleri Peygamberimiz
hiçbir şekilde açıklamamıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu vahiy şekli, Peygamberimizin
“bana Kur’an ve onun bir misli verildi”,144 şeklindeki hadisten mülhemdir. Buna göre
vahiy iki kısma ayrılır ki, Peygamberimizin, bunu Kur’an’a yazılmasını emretmesi
durumunda Kur’an’dan sayılır. Şayet Peygamberimiz emretmezse o takdirde bu,
Kur’an’dan sayılmaz.145
ab. İnzal-Tenzil
Molla Fenari’nin vahiyle ilgili görüşlerini zikrettikten sonra vahyin
Peygambere ulaşmasının nasıllığıyla bağlantılı olan inzal konusu hakkındaki
görüşlerine geçebiliriz.
İnzal’in sığınma/barınma ya da bir şeyin üstten aşağıya doğru hareket etmesi
anlamına geldiğini belirten Molla Fenari, inzal’den kastın ikinci anlam olduğunu
vurgular. Ancak o, inzalin Allah Tealanın zatıyla kaim olan mana olmasını146 kabul
etmez. Zira ona göre “kelamı falancaya gönderdim” ifadesi, onu taşıyacak ve eda
edecek kimseye gönderdim, anlamındadır. Halbuki Allah’ın zatıyla kaim olan mana
142
Şuara, 26/193-194.
Müslim, Sahih, Tevbe, 2.
144
Ebu Davud, Süleyman b. Eş'as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, (275/889) Sünenu Ebi Davud, Sünnet, 6;
thk Muhammed Nasirüddin el-Elbani, i’tina bih Ebu Ubeyde Meşhur b. Hasan Al-i Salman, elMektebetü’l-Maarif, Riyad.
145
Molla Fenari, age, s. 45-46; (v. 28a-28b).
146
İlgili görüş için bkz. Razi et-Tahtani, Ebu Abdillah Kutbüddin Muhammed b. Muhammed (766/1364)
Şerhu Müşkilati’l-Keşşaf, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih, 621, v. 2a.
143
38
ancak mecazi olarak “inzal” anlamına gelir ki müellifimize göre hakiki anlamın olduğu
yerde bir kaide olarak mecazi manaya gidilmez.
Nitekim inzalde hedef Kur’an’ın sübutu veya levh-i mahfuz değildir. Molla
Fenari buna örnek olarak; Cebrail’in, Peygamber’in kalbine ilhamıyla ilgili ( ُ‫ﻧَﺰَ َل ﺑِﮫِ اﻟﺮﱡوح‬
َ‫(“ )اﻟْﺄَﻣِﯿﻦُ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﻠْﺒِﻚ‬Resulüm!) Onu Rûhu'l-Emin (Cebrail) senin kalbine indirdi”147
mealindeki ayeti gösterir. O, ayrıca Buhari’de zikredilen vahyin gelişiyle ilgili hadisi
nakleder:
Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre Hâris b. Hişâm, (ra) Resûlu'llâh’a (sav):
"Yâ Resûlâllâh, sana vahiy nasıl gelir?" diye sordu. Resûlullâh (sav) buyurdu ki: Bazen
çıngırak (salsale) sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl (yufsımu)
kalkar kalkmaz (Meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen de Melek bana
bir insan olarak görünür, benimle konuşur. Ben de söylediğini iyice bellerim.”148 Molla
Fenari, burada meleğe kelamdan düşen kısmın, zahiren ilham olduğunu belirtir.
O, inzalin nasıllığıyla ilgili şu üç görüşü zikreder. İlki, Allah’ın Nebi’nin
kalbine ilham etmesidir. İkincisi, Allah’ın (önce) meleğe ilhamı, sonra da meleğin
Nebiye ilhamıdır. Üçüncüsü, özümsedikten (temessül) sonra onun (meleğin) kelamı
olmasıdır.149
Molla Fenarinin inzalle ilgili tartıştığı bir diğer nokta hâdislik meselesidir. O,
inzalin mecazi olarak lafızda150 (kelam-ı nefsi) veya levh-i mahfuzda olduğu iddia
edildiğinde hâdisliğin Cebrail’de meydana geldiğinin de kabul edilmesi gerektiğini
söyler. Halbuki ona göre Cebrail’in hâdisliğinden ziyade ezeliliği akla daha yakındır.151
Diğer taraftan inzalden kastın lafza dökülen harfler olduğu iddia edildiğinde hâdisliğin
ancak telif ve nazımla mümkün olabileceği söylenmiş olur. Halbuki inzalin Kur’an’ın
147
Şuara, 26/193-194.
Buhari, Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1.
149
Molla Fenari, age, s. 47; (v. 28b-29a). Molla Fenari bu üçüncü görüşü, Allah’ın meleğe ilham
etmesinin, yaratma anlamına gelmemesi sebebiyle kabul etmez.
150
Molla Fenari, İmam Şafii’den naklen hudüsün lafızda değil, telaffuzda olduğunu vurgular. Bkz. Molla
Fenari, age, s. ; (v. 28a).
151
Molla Fenari, age, s. 47; (v. 29a). Nitekim Kelam-ı Nefsi’deki değişiklik zamanla ilgili olmayıp
zatidir. Bkz. Cürcani, Ebü'l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (816/1413) Haşiyetü’lKeşşaf, I-IV, Daru'l-Ma'rife Beyrut, I, 7.
148
39
yazılmış ve korunmuş sûretlerde bir hakikat olarak kabul edilmesinden de
bahsedilmez.152 Bu, ona göre inzalin sonucudur.
Molla Fenari, inzalle tenzil arasındaki ilişkiye dair Şemseddin İsfehani’den
naklen, inzalin; icmalen dünya semasına inme, tenzil’in ise parça parça (müneccem)
inme olduğunu zikreder. Molla Fenari de (ِ‫“ )أَﻧﺰَلَ ﻋَﻠَﻰ ﻋَﺒْﺪِه‬kuluna Kitabı indirdi”153
ve (َ‫“ )وَﻟَﻘَﺪْ أَﻧﺰَﻟْﻨَﺎ إِﻟَﯿْﻚ‬sana indirdik”154 ayetlerinden hareketle inzal'in daha umumi
olduğunu söyler.155
O, vahyin dünya semasına inmesiyle ilgili iki görüşün olduğunu belirtir. İlk
görüşe göre Kur’an, defaten Kadir gecesinde levh-i mahfuz’dan dünya semasına inmiş,
oradan da yirmi senelik süre zarfında indirilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise vahiy, levhi mahfuzdan dünya semasına maslahat prensibi üzere bir senede indirilen kadarıyla
defaten inmiştir. Böylece inzal, yirmi defa olmuştur.156
Tenzil’in nasıllığıyla ilgili müellifimiz, bunun ya Peygamber’in beşeri sûretten
meleki sûrete çıkması ya da meleğin insan sûretine girmesi ve resulün ondan vahyi
alması şeklinde iki yolu bulunduğunu belirtir. Fakat bunlardan ilkinin daha zor
olduğunu ifade eder.157
ac. Tevatür
Molla Fenari, Kur'an'ın mütevatir olması noktasında herhangi bir şüphe
olmadığını belirterek bunun aklî ve naklî delillerini zikreder.158 O, aklî anlamda
tevatürü, şeriatın aslı ve esası; naklî anlamda ise (َ‫" )إِﻧﱠﺎ ﻧَﺤْﻦُ ﻧَﺰﱠﻟْﻨَﺎ اﻟﺬﱢﻛْﺮَ وَإِﻧﱠﺎ ﻟَﮫُ ﻟَﺤَﺎﻓِﻈُﻮن‬Zikri
152
Molla Fenari, age, s. 47-48; (v. 29b). Kutbeddin Razi, Kur’an’ın lafızlarının (kelime, harf) Levh-i
Mahfuzda ya da Levh-i Mahfuzdaki sübutundan sonra dünya semasında olduğunu iddia eder. Bkz.
Kutbeddin Razi, age, v. 2a.
153
Kehf, 18/1.
154
Bakara, 2/99.
155
Molla Fenari, age, s. 48; (v. 29b).
156
Molla Fenari, age, s. 48; (v. 29b).
157
Molla Fenari, age, s. 48; (v. 29b).
158
Molla Fenari, age, 51; (v. 31b-32a)
40
biz indirdik ve onu biz koruyacağız"159 mealindeki ayetten hareketle korumanın ancak
tevatürle mümkün olabileceği şeklinde ele alır.160
Bununla birlikte tevatür konusu, Molla Fenari tarafından Kur'an'ın zâtî bir
özelliği olarak kabul edilmez. Bu, Kur’an’ın mütevâtir olmadığı anlamına da gelmez.
Aksine vurgusu, tevâtürün Kur’an’ın vukuundan sonra oluşan bir sonuç olmasınadır.
Buna delil olarak şayet tevâtür, Kur’an’ın özelliği olsaydı, mütevâtir bir kudsî hadis’e
de Kur’an dememiz gerektiğini söyler. Halbuki kudsî hadisler, Kur’an sayılmamıştır.
Buradan hareketle Molla Fenari, şaz kıraatler gibi tevatürü sabit olmayan kıraatlerin de
Kur'an sayılmadığını hatırlatır.161
Müellifimiz tevatürün Kur’an’ın temel bir özelliği kabul edilmesi halinde
Kur’an’ın tam olarak indirilmesinden önce bir kişinin okuyuşunun Kur’an olarak kabul
edilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. O, ayrıca tevâtürle bağlantılı olduğunu
düşündüğü besmele konusuna da değinir. Buna göre besmeledeki tevatürden kasıt,
Kur’an’da "bulunması"dır. Yoksa onun "Kur’an’dan olması" anlamına gelmez.162
Nitekim Hanefilere göre besmele, mushaflara sûrelerin arasını ayırmak ve teberrük için
yazılmıştır.163
ad. İcaz
İcaz başlığı altında Molla Fenari’nin mucize kavramına bakışı, Kur'an'da
bulunan icaz çeşitleri ve “sarfe” görüşüyle ilgili değerlendirmeleri incelenecektir.
O, "icaz"ın aciz bırakmak anlamında olduğunu belirterek mucize’nin sıfat
olması sebebiyle müennes yapıldığını söyler. Arapça’da mucize yerine (َ‫)وَﻣَﺎ أَﻧﺘُﻢ ﺑِﻤُﻌْﺠِﺰِﯾﻦ‬
“siz onun önüne geçemezsiniz”164 ve (َ‫)وَاﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﯾَﺴْﻌَﻮْنَ ﻓِﻲ آﯾَﺎﺗِﻨَﺎ ﻣُﻌَﺎﺟِﺰِﯾﻦَ أُوْﻟَﺌِﻚَ ﻓِﻲ اﻟْﻌَﺬَابِ ﻣُﺤْﻀَﺮُون‬
159
Hıcr, 15/9.
Molla Fenari, age , s. 51; (v. 32a)
161
Molla Fenari, age, s. 51; (v. 32a).
162
Molla Fenari, age, s. 42; (v. 26a).
163
Molla Fenari, age, s.52; (v. 32a).
164
Bu ifade, Kur’an’ın birden fazla ayetinde geçmektedir. Bakınız Enam, 6/134; Yunus, 10/53; Hud,
11/33; Ankebut, 29/22; Şura, 42/31.
160
41
“Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince”165 mealindeki ayetlerde
ifade edildiği gibi bir işte üstün olması bakımından bir kişiyi geçme ve ona galip gelme
anlamında i’caz, mu’âceze ve ta’ciz ifadelerinin de kullanılabileceğini ifade eder.166
Şer’î kullanımda ise mucize, “muarazanın olmamasına rağmen meydan
okumakla ilişkili olan harikulade iş” anlamına gelir. Tanımdaki "meydan okumakla
ilişkili olan" ifadesi, (‫“ )وَإِن ﻛُﻨﺘُﻢْ ﻓِﻲ رَﯾْﺐٍ ﻣﱢﻤﱠﺎ ﻧَﺰﱠﻟْﻨَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﻋَﺒْﺪِﻧَﺎ‬Eğer kulumuza (Muhammed)
indirdiğimizden (Kur'ân) şüphe içinde iseniz”167 mealindeki ayette ifade edildiği gibi dil
(lügat) olarak tartışma ve çekişme demektir. Molla Fenari burada nübüvvet iddiasında
bulunan kimseye muhalefet olduğunu belirtir. Peygamber’in risaleti için bir delil olarak
ortaya çıkarılan mucize; onu yalancıdan, irhas’tan168 ve kerametten ayırmıştır.
"Muarazanın olmamasına rağmen" ifadesiyle; sihir ve sihirbazlıktan, geometri
(hendese) yoluyla göz boyamacılıktan ve insanların bilmediği şeyleri kaideleriyle
bilmeden (marifet), onu ayırmış olur.169
Mucizenin hangi şekillerde olabileceği ile ilgili bunun, ya Hz. Salih’in duasıyla
devenin yokluktan (madum) varlığa geçmesi (icad);170 ya Hz. İsa’nın duasıyla kör olan
kişinin körlüğünün ve abras'ın/lekeli olanın lekesinin yok olması gibi var olan bir
durumun yok olması (idem);171 ya da Hz. Musa’nın asasının yılana dönüşmesinde172
olduğu gibi var olanın halinin değişmesi şeklinde olduğunu belirtir.173
Molla Fenari, Mucize’yi hissî ve aklî olarak iki kısma ayırır. Ona göre hissî
mucize, Nuh (as) tufanı, Hz. İbrahim'i, ateşin yakmaması, Hz. Musa'nın asası
165
Sebe, 34/38. Molla Fenari, bu ayetin tefil babından “mu’accizin” şeklinde de okunduğunu ve “bize
üstün gelmeye” ve “bizi engellemeye” çalışanlar anlamında olduğunu zikretmiştir.
166
Molla Fenari, age, s. 57; (35a-35b).
167
Bakara, 2/23.
168
İrhas, bir Peygamber’in nebi olarak gönderilmeden önce nebiliğine delalet eden harikulade olaylar
anlamındadır. Seyyid Şerif Cürcani, Ta’rifat, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1253, s. 7; Bkz. Mehmet Sait
Özervarlı, “Harikulade”, DİA, XVI, 181, İstanbul, 1997.
169
Molla Fenari, age, s. 57; (v. 35b)
170
Araf, 7/73; Hud, 11/64; Şuara, 26/154-155.
171
Al-i İmran, 3/49.
172
Taha, 20/20.
173
Bu ifadeler, Firuzabadi’nin “Besair” adlı eserinde de zikredilmektedir. Bkz. Firuzabadi, Ebü't-Tahir
Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed (817/1415) Besairu Zevi't-Temyiz fî Letaifi'lKitâbi'l-Aziz, I-VI, thk. Ali en-Neccâr, el-Mektebetü'l-İlmiyye, Beyrut, I, 66. Molla Fenari, age, s. 57;
(v. 35b)
42
sana (indiren ve) gerekli kılan (Allâh), elbette seni varılacak yere döndürecektir.”183
mealindeki ayette muhatab Nebi olmakla beraber “varılacak yer”den (mead) murad,
Mekke’dir. (ٍ‫“ )ﺳَﺘُﺪْﻋَﻮْنَ إِﻟَﻰ ﻗَﻮْمٍ أُوْﻟِﻲ ﺑَﺄْسٍ ﺷَﺪِﯾﺪ‬Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı
savaşmaya da'vet edileceksiniz”184 ayeti ile ilgili olarak denilir ki burada kastedilen
kavim Beni Hanife’dir. Nitekim Hz. Ebu Bekir bedevilerden geri kalanları onlarla
savaşmak veya teslim olmaları için Beni Hanife’ye çağırmıştır.185
Molla Fenari, ayrıca Şemseddin İsfehani’nin (749/1349) Kur’an’daki icazın,
sûrelerin en kısası olan Kevser sûresinin miktarı kadar olduğu görüşüne186 karşı çıkar.
Zira icaz ona göre Kevser sûresinden daha küçük olan ayette de söz konusudur. Nitekim
O,
bir kelimeden ibaret olan “Yemyeşildirler”187 (ِ‫ )ﻣُﺪْھَﺎﻣﱠﺘَﺎن‬ayetinde de icazın var
olduğunu iddia eder. Çünkü Kur’an ayetleri sadece Allamu’l-Guyûb olan Allah’ın ihata
ettiği makamın gerektirdiği bütünlük üzere ve her kelimenin kendisine ait o özel yerde
meydana gelmesi itibariyle mucizedir.188
O, Kur’an’ın nazmıyla ilgili icazının Mutezilenin vehmettiği gibi insanların
kudretlerinin olmasına rağmen bunu yapamamaları anlamında (sarfe) değil,189 aksine
insanların kendilerinde muaraza yapma kudretini görmemeleri anlamına geldiğini
söyler. 190
İnsanların, Kur’an’ın benzerini ortaya koymaktan aciz bırakılmalarıyla ilgili
icaza gelince müellif şöyle söylemektedir: “Allah Teala'nın (ِ‫“ )ﻗُﻞْ ﻛُﻞﱞ ﯾَﻌْﻤَﻞُ ﻋَﻠَﻰ ﺷَﺎﻛِﻠَﺘِﮫ‬De ki:
"Herkes kendi karakterine göre hareket eder”191 ve (ً‫“ )ﻟِﻜُﻞﱟ ﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﻣِﻨﻜُﻢْ ﺷِﺮْﻋَﺔً وَﻣِﻨْﮭَﺎﺟﺎ‬Sizden
183
Kasas, 28/85.
Fetih, 48/16.
185
Diğer örnekler için bkz. Molla Fenari, age, s. 61-62; (v. 38a)
186
İsfahani, Ebü's-Sena Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman b. Ahmed (749/1349), Beyânü'l-muhtasar
şerhi muhtasarı İbni'l-Hacib, thk. Muhammed Mazhar Baka, Câmiatü Ümmi'l-Kurâ, Mekke, 1986, s.
458-459; Molla Fenari, age, s. 43; (v. 26b).
187
Rahman, 55/64.
188
Molla Fenari, age, s. 43; (v. 26b).
189
Molla Fenari, Firuzabadi'den de nakilde bulunarak bu görüşü reddeder. Bkz. Molla Fenari, age, s. 64;
(v. 40a).
190
Molla Fenari, age, s. 60; (v. 37b)
191
İsra, 17/84.
184
45
her biriniz için bir şeri'at ve bir yol belirledik”192 buyurduğu gibi her alanda söz
söyleme gücüne sahip ve dili kullanmada otorite olan Arapların önde gelen hatip ve
belagatçıları Kur'an'a muaraza etmeye çağrıldıklarında muaraza edememişlerdir.”193
Zira ona göre eser, eseri ortaya koyanın gücünü de gösterir. O, devamında eğer Arap
belağatçılar, böyle bir imkâna sahip olsalardı ona muaraza yaparlardı, demektedir. Zira
İslam düşmanlarının İslam dinini ta'n etmek için bir sürü kitap telif ettiklerini ve bunları
elden ele dolaştırdıklarını ifade ederek buna rağmen onların Kur’an’a muaraza
edememelerini icazın bir delili olarak gösterir.194
Molla Fenari, belağatçıların ona niçin muaraza edememeleriyle ilgili ehl-i
sünnetin ortaya koyduğu görüşlerin de Kur’an’ın üstünlüğüne delil olduğunu belirtir.195
Nitekim Ehl-i Sünnet alimleri, Kur’an’ın, belagatçıların ifadelerinden şu noktalarda
ayrıldığı görüşündedirler.196 Bunlar; lafızlarının veciz ve mütecanis olması, harflerin ve
kelimelerin birbiriyle uyumlu olması, şaşırtıcı teşbihler, bedîi istiareler, ayetlerin
fasılaları, kıssaların ve olayların sunumu, hükümlerin ve sırların varlığı, isimlerde ve
fiillerde mübalağa, maksad ve amaçlarda beyanın güzelliği, maslahatların ve sebeplerin
yaygınlaşması, geçmiş ve gelecekle ilgili haberlerdir.197
Müellifimiz, konunun sonunda Kur’an’ın diğer kelamlardan üstünlüğüyle ilgili
rivayetler nakletmektedir. Bunları detaylarıyla ele almaktansa bir tanesini zikretmekle
yetineceğiz.198 Rivayet olunur ki Velid b. Utbe Peygamberimize ( ِ‫إِنﱠ اﻟﻠّﮫَ ﯾَﺄْﻣُﺮُ ﺑِﺎﻟْﻌَﺪْل‬
َ‫“ )وَاﻹِﺣْﺴَﺎنِ وَإِﯾﺘَﺎء ذِي اﻟْﻘُﺮْﺑَﻰ وَﯾَﻨْﮭَﻰ ﻋَﻦِ اﻟْﻔَﺤْﺸَﺎء وَاﻟْﻤُﻨﻜَﺮِ وَاﻟْﺒَﻐْﻲِ ﯾَﻌِﻈُﻜُﻢْ ﻟَﻌَﻠﱠﻜُﻢْ ﺗَﺬَﻛﱠﺮُون‬Ey Muhammed
sana indirilenden bana oku” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona “Allâh adâleti,
ihsanı, akrabâya vermeyi emreder, edepsizlikten, fenâlıktan ve azgınlıktan meneder.
192
Maide, 5/48.
Molla Fenari, age, s. 62; (v. 38b)
194
Molla Fenari, age, s. 60; (v. 37a-37b)
195
Molla Fenari’nin Kur’an’ın icazına yönelik kendisinden nakilde bulunduğu Firuzabadi’den farklı bir
tasnifi söz konusudur. Şöyle ki Firuzabadi “Besair”de Kur’an’ın icazının lafız, mana ve nazım olmak
üzere üç açıdan olduğunu düşünmektedir.(Bkz. I, 68) Molla Fenari ise nazım ve mana açısından
Kur’an’ın icazının söz konusu olduğunu ve lafız açısından icazdan bahsedilemeyeceğini (lafzın Arapça
olması sebebiyle) ifade etmektedir. Bkz. Molla Fenari, age, s. 64-65; (v. 40a)
196
Molla Fenari’nin bu 12 kısmı, Firuzabadi’nin “Besair”inden aldığı anlaşılmaktadır. Bkz. Firuzabadi,
age, I, 68-77.
197
Molla Fenari, age, s. 65-66; (v. 40a-41a).
198
Diğer örnekler için bkz. Molla Fenari, age, s. 66-67; (v. 41b)
193
46
Öğüt almanız için size böyle öğüt verir”199 ayetini okudu. Bunun üzerine Velid şöyle
dedi: “Allah'a yemin ederim ki bu kelamda bir tatlılık var. Onda bir güzellik var. Onu
küçümseyen doluya tutulur. Onu yücelten ondan faydalanır. Benim onunla ilgili
görüşüm onun beşer kelamı gibi olmadığıdır.”200
Özetle Kur’an’ın nazım ve mana olarak mucize olduğunu belirten Molla
Fenari, şiirin bir nazım türü olarak Kur’an’da bulunmakla birlikte yalan içermesi
sebebiyle Kur’an’la karşılaştırılmasının mümkün olmadığını belirtir. Mana olarak da
onun hem geçmişten hem de gelecekten haber verdiğini hatırlatır. Mutezilenin sarfe
görüşünü eleştirerek ona muaraza etme gücünü hiç kimsenin kendinde göremediğini
zikreder. Nitekim müellife göre eser, eseri ortaya koyanın gücünü de yansıtır.
ae. Yedi Kıraat
Lügat olarak okumak ve tilâvet etmek anlamına gelen kıraat; terim olarak ise,
kıraat imamlarından birinin, Kur'an-ı Kerim'in telaffuzunu diğerlerine muhalif olarak
okumasıdır.
Molla
Fenari,
insanların
Kur’an’ın
manasını
anlamada
hassasiyet
göstermeleriyle ibadet ettikleri gibi imam hattının kuralları üzere ezberlemeleriyle de
ibadet ettiklerini vurgular. Nitekim ona göre İmam hattına muvafık olanları terk
etmeyen kişi de ibadet etmiş olur.201
O, yedi kıraatin önemine dair bu vurgudan sonra, kıraatler için Arapça dil
kurallarına uygunluğun şart olup olmamasını tartışır. O’na göre Kur'an'ın sıhhatiyle
ilgili bir tespit yapıldığında naklin tevatürle sabit olması, ravilerin adalet sahibi olması
ve nakledilen bilgilerin ismet özelliğini içermesi gibi noktaların kesinliği elde edilmiş
olur. Müellif, tevatür derecesine ulaşmış kıraatler arasında tercihte bulunulmasını hoş
karşılamamaktadır. O, buna dayanarak rivayetin merkezî konumda olduğunu,
dolayısıyla Arapça dil kurallarını dikkate alarak kıraatleri eleştirmenin doğru olmadığını
vurgular. Nitekim O, İbn Amir'in; (118/736-737) (ْ‫" )ﻗَﺘْﻞَ أَوْﻻَدِھِﻢْ ﺷُﺮَﻛَﺂؤُھُﻢ‬ortakları,
199
Nahl, 16/90.
Molla Fenari, age, s. 66-67; (v. 41b)
201
Ayrıca bkz. Begavi, Ebû Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud (516/1122), Mealimü't-tenzil
(Tefsirü'l-Begavi), I-IV, thk. Hâlid Abdurrahman Ak, 2. Bsk, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1987/1407,
Mukaddime, I, 30.
200
47
…evlatlarını öldürmeyi…"202 mealindeki ayeti, muzaf ve muzafun ileyhin arasını
mef'ul-ü bih'le ayırarak "‫ "أوﻻدَھﻢ‬şeklinde nasb; "‫ "ﺷﺮﻛﺎﺋِﮭﻢ‬şeklinde mecrur okumasının
Arap dili açısından eleştirilemeyeceğini203 belirtir.204
Molla Fenari, mütevatir yedi kıraat imamının; Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn
Amir, Asım, Hamza, Kisai olduğunu belirtir.205
O, “yedi kıraat”ten kastedilenin “mütevatir” olup olmama ölçütüne göre
belirlenmesi gerektiğini söyleyerek, bunun sadece yedi kurra olmadığı görüşündedir.
Nitekim bazı islam alimleri de bunlara yenilerini eklemişlerdir. Buna örnek olarak
Begavi’nin, tefsirinde yedi kıraate Ebu Cafer Yezid b. Ka'ka el-Medeni'yi (130/748);206
Secavendî’nin de söz konusu sayıya Yakup b. İshak el-Basri, (205/821) Ebu Hatim Sehl
b. Muhammed el-Basri (255/869) ve Halef b. Hişam el-Bezzar'ı (229/844) eklediğini
söyler. Böylece mütevatir kıraatlerin sayısının onbire çıkarıldığını belirtir.207 Buradan
da anlaşıldığı gibi O, yedi kıraatten yedi kıraat imamını değil de kesretten kinaye
anlamında "yedi" sayısını dikkate almaktadır.
Molla Fenari, yedi kıraatle ilgili kıraat imamlarını zikrettikten sonra söz
konusu imamların şeyhlerini208 ve ravilerini209 de zikreder. Mütevatir kıraatlerin yedi ile
sınırlı olmadığını belirtmesine rağmen eserinde sadece "yedi" kıraat imamını dikkate
alması, onun "mütevatir kıraat" anlayışıyla çelişmektedir.
Son olarak O, Yedi Harf’le210 ilgili görüşleri zikrederek yedi harfin yedi lehçe
(lügât) olduğunu, zira her kavmin idğam211, izhar212, imale213, tefhim214, işmam215,
202
Enam, 6/137.
Eleştiri için bkz. Zemahşeri, age, II, 53-54.
204
Molla Fenari, age, s. 53; (v. 32b).
205
Molla Fenari, age, s. 52. (v. 32b)
206
Molla Fenari, age, s. 53; (v. 32b-33a).
207
Secavendi, Ebu Abdillah (Ebü'l-Fazl Ebu Ca'fer) İbn Tayfur Muhammed b. Tayfur el-Gaznevi,
(560/1165), Aynü'l-Meani fi Tefsiri's-Seb'i'l-Mesani, Süleymaniye Kütüphanesi Süleymaniye 108, v.
4b; Molla Fenari, age, s. 53; (v. 33a)
208
Molla Fenari karilerin şeyhleri ile ilgili olarak Begavi'nin eserini dikkate almıştır. Bkz. Begavi, age,, I,
30-31. Molla Fenari, age, s. 53-54; (v. 33a).
209
Molla Fenari, ravilerle ilgili Muhammed b. Tayfur es-Secevandi'nin, Aynu'l-Meani adlı kitabından
nakilde bulunarak geniş bilgiler verir. Bkz. Secavendi, age, v. 4b-5a. Molla Fenari, age, s. 54; (v. 33a33b).
210
Molla Fenari, yedi harfin meşruiyetine dair hadisler zikreder: Buhari, Sahih, Fezailu'l-Kur'an, 5;
Müslim, Sahih, Salatü’l-Müsafirin, 273.
203
48
med216, hemze217 vb. gibi özelliklere göre kendi dilleriyle (lehçe) Kur'an’ı okuduklarını
ve bunların da Peygamberimizden sahih olarak bilinen yedi kıraat olduğunu belirtir.
Yedi kârinin her biri ise kendilerince en güzel olanını seçmişler, onun vecihlerini
öğrenmişler, okumuşlar, o okuma kendilerine nispet edilmiş ve böylece onunla meşhur
olmuşlardır. Onlardan hiçbir harf sahibi diğer harf sahibini men etmeyerek Kur'an'ın
korunmasıyla ilgili Allah’ın vaadini yerine getirmişlerdir. Son olarak Molla Fenari,
bunun, Hz. Muhammed ümmetine verilen bir kolaylık olduğunu hatırlatır.
af. Nâsih-Mensûh
Molla Fenari, nesh konusunu, tefsirin temel konularından biri olarak görür. O,
bu mevzuyu ayrıntılı olarak ele alıp neshin lugavî ve ıstılahî anlamı, caiziyyeti, nesh
konusuyla ilgili farklı görüşlere sahip olanların (Yahudiler ve Ebu Müslim İsfehani)
değerlendirilmesi, neshi bilmenin faydaları (hikmetleri), nâsih ve mensûhu bilmenin
zorunluluğuyla ilgili sahabeden rivayet edilen hadisler, mensûh'un kısımları, nâsih ve
mensûhla ilgili rakamsal veriler gibi hususlarda bilgiler verir. Yine ona göre, nesih
konusu, hem Tefsir hem de Fıkıh Usûlü tarafından işlenen konular arasındadır.218 Biz de
211
Mahreçleri aynı veya yakın olan harflerin yan yana gelmesiyle kıraatte ortaya çıkan ağırlığın
giderilmesi için uygulanan telaffuz biçimini ifade eden bir terim. Bkz. Mehmet Ali Sarı, “İdğam”, DİA,
XXI, 471-472, İstanbul, 2000.
212
Tecvid ilminde "iki harfin arasını ayırma" (harfi mahrecinde okuma) demektir. Bkz. Abdurrahman
Çetin, “İzhar”, DİA, XXIII, 506, İstanbul, 2001.
213
Fethada ve onu takip eden elifte ortaya çıkan telaffuz değişikliği anlamında kıraat terimi. Meyl
kökünden türeyen ve "bir şeyi bir tarafa doğru eğmek, yatırmak, meylettirmek" anlamına gelen imâle,
sarf ve kıraat ilimlerinde "fethayı kesreye ve elifi yâ'ya yaklaştırarak seslendirmek" demektir. Bkz.
Mehmet Ali Sarı, “İmale”, DİA, XXII, 177-178, İstanbul, 2000.
214
Lugatta bir şeyi kalınlaştırmak anlamındadır. Istılahta ise harfi kalın okumak demektir.
215
Harekeye sessizce dudaklarla işaret etmek anlamında kıraat terimi. Bkz. Fatih Çollak, “Revm”,
XXXV, DİA, s. 31-32, İstanbul, 2008.
216
Bir harekeli harfin önünde yer alan ve harfin harekesi türünden olan bir med harfiyle harfin sesinin
harekesi yönünde uzatılmasına denir. Bkz. Mehmet Ali Sarı, “Med”, DİA, XXVIII, 288-289. İstanbul,
2003.
217
Bkz. İsmail Durmuş, “Hemze”, DİA, XVII, 190-193, İstanbul, 1998.
218
Molla Fenari, Nesh konusunu, “Fusul”ün 2. cildinde Edille-i Erbaa’nın ilki olan Kitap (Kur’an) başlığı
altında inceler. Şöyle ki o, Kitab’ı; yirmi fasla ayırır. Bu fasılların on ikincisi Müteşabih konusudur.
Müteşabih de mücmel ve mübeyyen olarak ikiye ayrılır. Mübeyyen başlığıyla ilgili olarak onun bir
takım konuları ve maksatları (hedefleri) olduğunu zikreder. Maksatları da dört kısma ayırır. Bunlar, 1.
Takrir ve tefsirin beyanı, 2. Tağyir’in beyanı, 3. Zaruretin beyanı, 4. Tebdil’in beyanı. Molla Fenari
nesh konusunu mübeyyen’le ilgili maksatlardan dördüncüsü olan tebdil üst başlığında inceler. Burada
Neshi 5 kısma ayırır. 1. Neshin tarifi, 2. Neshin Caiziyyeti, 3. Neshin Mahalli, 4. Neshin Şartları, 5.
Nâsih ve Mensûh. (Bkz.Molla Fenari, Füsûlü’l-Bedâyi’, II, 131-152)
49
Deb'i insanlara fetva verirken gördü. Ona: “Ey Şeyh, nâsih ve mensûhu biliyor musun"
dedi. O da "Hayır" dedi. Bunun üzerine Hz. Ali “Senin künyen nedir?” diye sordu. O,
“Ebu Yahya” dedi. Bunun üzerine “Sen Ebu İ’rifuni bicehl’sin.”223 dedi ve nâsih ve
mensûhu bilinceye kadar fetva vermeyi hak etmediğini söyledi. 224
Nâsih ve mensûhu bilmenin önemi ile ilgili bir başka rivayet, Huzeyfe elYeman tarafından zikredilmiştir. O, şu üç kimse hariç diğer kişilerin kıssa anlatmasını
caiz görmez. Bunlar; halkın maslahatını bilen emir, âdil bir emir tarafından
görevlendirilmiş ve ilimlerde derinleşmiş kişi ve nâsih ve mensûhu tam olarak bilen
kişidir.225
Molla Fenari, tanımdan sonra neshin caiz olup olmamasını226 Füsûlu’lBedâyi’de ele almaktadır. O, konuyu İslam düşüncesinin bir iç meselesi olarak değil
aksine özellikle neshi reddeden Yahudilerin görüşlerinin değerlendirilmesi merkezinde
tartışır. O, ilgili eserinde Yahudilerin neshi inkar etmelerini soru-cevap formunda
değerlendirir.227 Ayrıca Müslümanlar arasında neshin varlığıyla ilgili Ebu Müslim
İsfehani dışında kendi zamanına kadar bir tartışmanın olmadığını vurgular. İsfehani
hakkında ise; ona kadar şeriatımızın önceki şeriatleri nesh etme noktasında oluşan
icma’ya ters bir tavır sergilediğini ve bunun sonucunda da şeriatımızın son şeriat olması
sebebiyle ortaya çıkan neshin “sübûtiyet” kazanmasını dikkate almadığını belirtir.228
Nitekim kendi tanımındaki (Usûl-u Fıkıh) mevcut hükme muhalefet etme ve ikinci
tanımdaki (Tefsir) önce gelen, sonra gelen ayrımı, Ebu Müslim İsfehani’nin nesh yerine
kullandığı “tahsis”i dışarıda bırakır. Zira tahsiste, mevcut hükme muhalefet etme ve
önce gelen-sonra gelen ayırımı dikkate alınmaz.
223
Bu ifade, ‘Beni Cahil olarak tanıyınız’ın babası’, anlamındadır. Türkçe’de “cehaletin babası” veya
“cahil’in kralı” şeklinde ifade edilebilir.
224
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 80-81; (v. 50b).
225
Molla Fenari, age, s. 81; (v. 50b).
226
Konuyla ilgili bkz. Molla Fenari, age, s. 80; (v. 50b)
227
Bkz. Molla Fenari, Füsûlu'l-Bedâyi, II, 133-134.
228
Bkz. Molla Fenari, age, II, 134-135.
51
O’na göre, neshin caiz olmasıyla ilgili söylenecek ilk hüküm, ilk şeriatlardan
son nebinin zuhuruna kadar vahyin gaye ile mukayyet olmasıdır.229 Bununla birlikte O,
mutlak manada nesh (değiştirme) lafzında bir çatışma olmadığı görüşündedir. Bir hayret
nidasıyla da şu değerlendirmede bulunur: “Zaten müslüman Kur’an’da varid olduğu
halde bunu nasıl tasavvur edebilir ki?”230
O, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'in (as) şeriatını müjdelemesinin,
Muhammedî şeriatın, onların getirdiğinin tefsiri, takriri veya bir kısmının neshi şeklinde
olmasının da muhtemel olduğunu ifade eder. Bu anlamda müellife göre onların
neshedilmiş hükümlerinin vakitle sınırlanmış olması da şart (lazım) değildir.231
Diğer taraftan Molla Fenari’ye göre mutlak olarak neshin caiz olduğunu kabul
etmeyen kimsenin, onu aklen de yok farz ettiğini ve bunun sonucunda da Cenab-ı
Allah’ın kulların maslahatlarına itibar etmediğini vurgulamış olur. Bu anlamıyla Allah,
alemlerden müstağnidir. Molla Fenari bu görüşü şöyle değerlendirir: “Açıktır ki bu
görüşe göre Allah dilediğini yapar. Yaptığı şeyden de sual olunmaz.” O, devamında bu
görüş sahiplerinin, neshin caiz olmamasıyla ilgili bir delil üzere olmadıklarını belirtir.
Zira Cenab-ı Allah’ı; yaptığı şeyden sual olunmayan olarak tasavvur eden bir kişinin
neshin caiz olmadığına dair bir fikir sunamayacağını belirtir. Nitekim Allah Teala,
dilediğini yapandır. Ancak Fakihler gibi onda incelik, lütuf, ihsan olduğunu dikkate
alanlara göre eylemin veya emrin maslahatının vakitlerin değişmesiyle farklılaşması söz
konusudur. Nitekim nesih, Molla Fenari’nin zikrettiği üzere, hasta olan kişinin maslahat
gereği ilaç içmesi ve iyileştiğinde de yine başka bir maslahat gereği ilaç içmemesi
gibidir. O, insan olarak bizlerin bunu anlayamadığımız veya anlamakta zorlandığımız,
ayrıca
maslahatları
dikkate
almadığımız
veya
yeterince
algılayamadığımız
düşüncesindedir. Başka bir ifadeyle o, insana ait bilgi ile Allah’a ait bilgi arasında bir
229
Molla Fenari’nin ilk nebiden son nebiye kadar zuhur eden şeriatları gaye ile mukayyet kılması,
şeriatların sahibi olanın Allah Teala olduğunu dikkate aldığımızda son derece önemli bir takım sonuçlar
doğurmaktadır. Bu, aynı zamanda Allah kelamının varlıkla olan ilişkisi açısından da önemlidir. Zira İbn
Sina düşüncesinde Varlığın oluşturucusu olan “İlk İlke”nin fail illet olduğunu ve gâî illet’in ise bu fail
illete bağlı olduğunu düşündüğümüzde Kur’an kelamının gayesi açısından insan ve cinleri kapsayan ve
gayesi bunlarla oluşmuş bir kelam olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Varlık’ın kelamdan daha temel
bir tavır olduğu hemen kendisini hissettirmektedir. Bu anlamda kelam’la varlık arasında bir yönden
içlem kaplam ilişkisi söz konusudur.
230
Molla Fenari, Füsûlü'l-Bedâyi, II, 132.
231
Molla Fenari, age, II, 132.
52
2) Tilaveti nesh edilmiş hükmü baki kalmış olanlar. Ömer b. Hattab’tan (ra)
rivayet olundu ki o; insanlar Ömer, Allah’ın kitabına bir ayet ekledi demeselerdi onlara
Peygamber zamanında kıraat ettiğimiz ayeti mushafa yazmalarını emrederdim. Bu da
“Anne babanızdan yüz çevirmeyiniz. Çünkü bu, sizler için küfürdür.” ifadesidir. Ayrıca
“Yaşlı/muhsan erkek ve kadın zina yaptıklarında Allah’tan bir ceza olarak onları
recmediniz.” ifadesi de buna örnektir.243
3. Hükmü neshedilmiş, tilâveti mensûh olmayanlar. Molla Fenari, bunun altmış
üç sûrede olduğunu bildirmiştir.244
O,
neshedilenlerin
tertibi
hakkında
da
bilgiler
vererek
şöyle
der:
Neshedilenlerin ilki Musa (as)’ın tavsiyesiyle Peygamberimizin talep ettiği elli vakit
namazın beş vakte indirilmesidir. İkincisi kıblenin değiştirilmesidir. Şöyle ki ilk olarak
(ِ‫“ )ﻓَﺄَﯾْﻨَﻤَﺎ ﺗُﻮَﻟﱡﻮاْ ﻓَﺜَﻢﱠ وَﺟْﮫُ اﻟﻠّﮫ‬Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır”245 ayetinde
ifade edildiği üzere namaz kılanın dilediği yere yönelmesi, sonra Mekke’de müşrikleri
imtihan etmek için Beyt-i Makdis’e yönelmesi, sonra Medine’de Yahudileri imtihan
etmesi için Kabe'ye çevrilmesidir. Üçüncüsü, aşure orucu ve her ayda üç gün oruç
tutmanın,
Ramazan
orucunun
emredilmesiyle
nesh
edilmesidir.
Dördüncüsü,
Hıristiyanlar için ifade edilen (ْ‫)ﯾَﺎ أَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ آﻣَﻨُﻮاْ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﯿْﻜُﻢُ اﻟﺼﱢﯿَﺎمُ ﻛَﻤَﺎ ﻛُﺘِﺐَ ﻋَﻠَﻰ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﻣِﻦ ﻗَﺒْﻠِﻜُﻢ‬
"Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi"246 mealindeki ayetten
hareketle, oruçlu oldukları günün akşamı yemek yemeleri veya uyumalarının haram
kılınmasıdır. Bu durum, (ِ‫)وَﻛُﻠُﻮاْ وَاﺷْﺮَﺑُﻮاْ ﺣَﺘﱠﻰ ﯾَﺘَﺒَﯿﱠﻦَ ﻟَﻜُﻢُ اﻟْﺨَﯿْﻂُ اﻷَﺑْﯿَﺾُ ﻣِﻦَ اﻟْﺨَﯿْﻂِ اﻷَﺳْﻮَدِ ﻣِﻦَ اﻟْﻔَﺠْﺮ‬
"Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye
kadar yiyiniz, içiniz"247 mealindeki ayetle neshedilmiştir.248
Molla Fenari, son olarak nâsih ve mensûhla ilgili sayısal bilgiler verir. O, nâsih
ve mensûh’un bulunmadığı sûrelerin kırk üç;249 nâsih’in bulunduğu, mensûhun
243
Molla Fenari, age, s. 81; (v. 51a)
Molla Fenari, age, s. 81; (v. 51a)
245
Bakara, 2/115.
246
Bakara, 2/183.
247
Bakara, 2/187.
248
Bu ve diğer örnekler için bkz. Molla Fenari, age, s. 82; (v. 51a-51b)
249
Bunlar 1. Fatiha, 2. Yusuf, 3. Yasin, 4. Hucurat, 5. Rahman, 6. Hadid, 7. Saf, 8. Cuma, 9. Tahrim, 10.
Mülk, 11. Hakka, 12. Nuh, 13. Cin, 14. Mürselat, 15. Nebe, 16. Naziat, 17. İnfitar, 18. Mutaffifin, 19.
244
55
bulunmadığı sûrelerin altı;250 mensûh’un bulunduğu, nâsih’in bulunmadığı sûrelerin
kırk tane olduğunu belirtir.251 İçinde hem nâsihin hem de mensûh'un bulunduğu sûreler
ise yirmi beş tanedir.252
Molla Fenari, neshedilmiş ayetlerin toplamının iki yüz dört olduğunu253 ve bu
sayının üzerindekilerde ise ihtilafın bulunduğunu belirtir.254
ag. Mekkî-Medenî
Molla Fenari, Kur’an’ın kısımlarıyla ilgili mekkîlik ve medenîlik konusunu
inceler. O, öncelikle Mekkî ve Medenî sûrelerin tertibi hakkında bilgi verir.
Müellife göre Mekkî sûreler iniş sırası itibariyle şöyledir: 1) Alak 2) Kalem 3)
Müzzemmil 4) Müddessir 5) Tebbet 6)Tekvir 7) A'la 8) Leyl 9) Fecr 10) Duha 11)
İnşirah 12) Asr 13) Âdiyat 14) Kevser 15) Tekâsür 16) Mâun 17) Kafirun 18) Fil 19)
Felak 20) Nas 21) İhlas 22) Necm 23) Abese 24) Kadir 25) Şems 26) Buruc 27) Tin 28)
Kureyş 29) Karia 30) Kıyamet 31) Hümeze 32) Mürselat 33) Kaf 34) Beled 35) Tarık
36) Kamer 37) Sad 38) A’raf 39) Cin 40) Yasin 41) Furkan 42) Fatır (Melaike) 43)
Meryem 44) Taha 45) Vakıa 46) Şuara 47) Neml 48) Kasas 49) İsra (Benu İsrail) 50)
Yunus 51) Hud 52) Yusuf 53) Hıcr 54) En’am 55) Saffat 56) Lokman 57) Sebe 58)
Zümer 59) Mü’min 60) Fussilet 61) Şûra 62) Zuhruf 63) Duhan 64) Casiye 65) Ahkaf
66) Zariyat 67) Ğaşiye 68) Kehf 69) Nahl 70) Nuh 71) İbrahim 72) Enbiya 73)
Mü’minûn74) Secde 75) Tur 76) Mülk 77) Hakka 78) Me’âric 79) Nebe 80) Naziat 81)
İnşikak, 20. Buruc, 21. Fecr, 22. Beled, 23. Şems, 24. Leyl, 25. Duha, 26. İnşirah, 27. Kalem, 28. Kadr,
29. Beyyine, 30. Zilzal, 31. Adiyat, 32. Karia, 33. Tekasür, 34. Hümeze, 35. Fil, 36. Kureyş, 37. Maun,
38. Kevser, 39. Nasr, 40. Tebbet, 41. İhlas, 42. Felak, 43. Nas'tır.
250
Bunlar; 1. Fetih, 2. Haşr, 3. Münafikun, 4. Teğabun, 5. Talak, 6. A’la'dır.
251
Bunlar; 1. En'am, 2. A'raf, 3. Yunus, 4. Hud, 5. Ra'd, 6. Hicr, 7. Nahl, 8. İsra, 9. Kehf, 10. Taha, 11. Mümin, 12.
Neml, 13. Kasas, 14. Ankebut, 15. Rum, 16. Lokman, 17. Secde (mezaci’), 18. Melaike(Fatır), 19. Saffat, 20. Sad, 21.
Zümer, 22. Fussilet (mesabih), 23. Zuhruf, 24. Duhan, 25. Casiye, 26. Ahkaf, 27. Muhammed, 28. Kaf, 29. Necm, 30.
Kamer, 31. Mümtehine, 32. Kalem, 33. Mearic, 34. Kıyame, 35. İnsan, 36. Abese, 37. Tarık, 38. Ğaşiye, 39. Tin, 40.
Kafirun.
252
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 82-83; (v. 51b-52a). 1)Bakara 2) Ali İmran 3)Nisa 4)Maide 5)Enfal
6)Tevbe 7)İbrahim 8)Meryem 9)Enbiya 10)Hacc 11)Nur 12)Furkan 13)Şuara 14)Ahzab 15)Sebe
16)Mümin 17)Şura 18)Zariyat 19)Tur 20)Vakıa 21)Mücadele 22)Müzzemmil 23)Müddessir
24)Tekvir 25) Asr.
253
Molla Fenari, bu bilgiyi Firuzabadi’den naklen verir. Bkz. Firuzabadi, age, I, 127; Ayrıca bkz. Molla
Fenari, age, s. 83; (v. 52a)
254
Molla Fenari, age, s. 84; (v. 52b)
56
İnfitar 82) İnşikak 83) Rum 84) Ankebut 85) Mutaffifin’dir. Buna göre zikredilen söz
konusu 85 sûre bu tertip üzere Mekke'de inmiştir.
Medenî sûrelerin nüzûl sırası sa şöyledir: 1) Bakara 2) Enfal 3) Al-i İmran 4)
Ahzab 5) Mümtahine 6) Nisa 7) Zilzal 8) Hadid 9) Muhammed 10) Ra'd 11) Rahman
12) İnsan 13) Talak 14) Beyyine 15) Haşr 16) Nasr 17) Nur 18) Hacc 19) Münafikun
20) Mücadele 21) Hucurat 22) Tahrim 23) Cum’a 24) Tegâbün 25) Saff 26) Fetih 27)
Maide 28) Berae (Tevbe)255.
Molla Fenari, Fatiha sûresinin bu tasnifte zikredilmediğini, zira Fatiha
sûresinin Mekkî mi, Medenî mi, yoksa iki defa mı indirildiği hakkında farklı görüşler
olduğunu belirtir. O, bununla birlikte Fatiha sûresinin Medenî olduğunu kabul etmez.256
Fatiha sûresinin Mekkî olması ile ilgili olarak da Hıcr sûresindeki "Biz sana tekrar eden
yediyi verdik." mealindeki ayeti zikreder. Ayette “tekrar eden yedi”nin Fatiha sûresi
olduğunu ifade eder ve bu sûrenin Mekkî olduğu hususunda alimlerin ittifakının
bulunduğunu hatırlatarak Fatiha sûresinin Mekkî olduğunu ileri sürer. Ancak Mekkî
olmakla birlikte onun iki defa indirilmiş olabileceği görüşünü de zikretmeyi ihmal
etmez. Bu iki inişten birincisinin, Mekke'de namaz farz kılındığında; diğerinin ise,
Medine’de kıble değiştirildiğinde olabileceğini söyler. İki defa indirilmesinin hikmetini
ise bir şeyin tekrar etmesinin onun sağlamlığının ortaya konması anlamında olduğuyla
izah eder.257
Molla Fenari, nüzûl tertibiyle ilgili sûre sıralamasını verdikten sonra bunlarla
ilgili farklı görüşleri değerlendirir. İlk farklı görüş, Tevbe sûresinin Maide sûresinden
önce olabileceği husundadır.258 Buna delil olarak da Hz. Peygamber’in Veda Haccı
255
Bkz. Molla Fenari, age, s. 75; (v. 46b-47a).
Ayrıca bkz. Kutbeddin Razi, age, v. 6a. Molla Fenari, age, s. 75; (v. 47a).
257
Ayrıca bkz. Kutbeddin Razi, age, v. 6a. Molla Fenari, age, s. 76; (v. 47a).
258
Firuzabadi’de, önce Tevbe sonra Maide sûresi zikredilmiştir. Molla Fenari, bunun tersini sıralamada
dikkate almıştır. Yani önce Maide sonra Tevbe sûresini zikretmiştir.
256
57
hutbesindeki şu sözünü zikreder: “Kur'an'ın en son sûresi Maide sûresidir. Sizler, onun
helalini helal kılınız, haramını haram kılınız.”259
Bir diğer ihtilaf Mutaffifin sûresiyle ilgilidir ki İbn Abbas, bu sûrenin Medenî
olduğunu; Ata ise, bunun Mekke'de inen son sûre olduğunu söylemiştir. Muhammed b.
Tayfur es-Secâvendi ise Aynu'l-Meani'de Mutaffifin sûresinin Mekke ile Medine
arasında nazil olduğunu ve Medenî sûrelere dahil edildiğini260 ileri sürmüştür. Molla
Fenari ise yukarıda da görüldüğü üzere onu Mekkî sûrelerin sonuncusu olarak kabul
etmektedir.
Molla Fenari, metodolojik bir tavır olarak Mekkî ve Medenî sûreleri bilmenin
tek başına yeterli olmayacağını, müfessirin aynı zamanda bu sûrelerin “nüzûl
konumlarını” (mevâdi’un-nüzûl) de bilmesi gerektiğini söyler.261 Ona göre ayetlerin
nüzûl konumları ile ilgili farklı taksimat söz konusudur. Şöyle ki:
1.
Ayet'in Mekke'de inmesi fakat hükmünün Medenî olması veya bunun
tersi yani ayetin Medine'de inmesi, hükmünün ise Mekkî olmasıdır.262
2.
Ayetlerin
Cuhfe’de,263
Beyti
Makdis’te,264
Taif’te,265
Hudeybiye’de266 inmesidir. Benzer şekilde Hacc sûresinin ilk ayetleri Beni Müstalik
gazvesinde inmiştir. Bu durum, ayetteki Mekkîlik ve Medenîlik tasnifini bozmaktadır.
3.
Gece267 veya gündüz268 indirilmesidir.
259
Kurtubi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr (671/1273) el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân,
I-XX, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1985/1405, VI, 31; Zemahşerî, age, I, 591-592; Beydavi,
age, I, 256.
260
Muhammed b. Tayfur el-Gaznevi es-Secavendi, age, v. 5a; 357b.
261
Molla Fenari, age, s. 76; (v. 47b)
262
Mesela Hucurat sûresi Medenî olmakla birlikte 13. ayetinin Mekke'nin fethi günü inmesi; Medenî olan
Maide sûresi 3. ayetinin Vakfe esnasında Arefe günü inmesi gibi. Bunun aksine Medenî olan Mümtehine
sûresinin 1. ayeti Hatip b. Ebi Beltea ve Sahra Sahira için indirilmiş olmakla birlikte hitabı Mekke ehliyle
birlikte adı geçen şahıslara yöneliktir. Nahl 41. ayetinden 50. ayetin sonuna kadar hitap Mekke ehline
olmasına rağmen Medine’de inmiştir. Tevbe sûresinin başından 28. ayete kadar hitap Mekke müşrikleri
olmasına rağmen sûre Medenî’dir. Medine’ye nispet edildiği halde Mekke’de nazil olanlara örnek Hud
sûresi 114. ayetidir. Enbiya Sûresi Mekkî olduğu halde 17. ayeti medenî hükmündedir. Nitekim ayet,
Necran Hıristiyanları hakkında inmiştir.
263
Kasas Sûresinin 85. ayetidir.
264
Zuhruf Sûresinin 45. ayetidir.
265
Furkan sûresinin 45. ayetidir.
266
Ra’d sûresinin 30. ayetidir.
58
4.
Sûreleri Cebrail’in Meleklerle birlikte indirmesidir.269
5.
Medenî sûrede bir kısım ayetin/ayetlerin Mekkî olması270 veya bunun
tersi (sûrenin Mekkî, ayetin/ayetlerin Medenî olması)271 söz konusu olabilir. Veya
Medine'den Mekke'ye giderken ayetin/ayetlerin inmesi272 ve bunun tersi (yani
Mekke'den Medine'ye giderken inmesi)273 veya Mekke'den Habeşistan'a giderken nazil
olması274 gibi farklı nüzûl konumları bulunabilir.
6.
Ayet/ayetlerin mücmel275/müfesser276 veya rümuzlu277 olarak inmesi
ki bunlar hükmü Medenî olduğu halde Mekkî olarak kabul edilir.278
Molla Fenari, konuyla ilgili son olarak hangi sûrelerin Mekkî ya da Medenî
kabul edileceği noktasında oluşturulan bir takım ifadelerin279 genellemelerden ibaret
267
Maide sûresinin 67. ayetidir.
Kasas sûresinin 56. ayetidir.
269
Fatiha sûresini Cebrail'le birlikte yedi yüz bin meleğin; Enam sûresini Cebrail’le birlikte yetmiş bin
meleğin indirmesi, Ayete’l-Kürsi’nin otuz bin melekle inmesi. Kehf ve Yasin sûrelerinin hepsinde otuz
bin meleğin; bir kısım rivayetlerde de İhlas sûresiyle birlikte kırk bin meleğin inmesi gibi.
268
270
Enfal sûresinde 33. ayet hariç Medenîdir.270 Tevbe sûresinin sonundaki 128 ve 129. ayetleri hariç
Medenîdir. Ra'd sûresinde 31. ayet hariç Medenîdir. Hac sûresindeki 52, 53, 54, 55. ayetleri hariç
Medenîdir. Maun sûresinin ilk 4 ayeti Mekkî; kalan ayetleri ise Medenidir.
271
Enam sûresindeki altı ayet Medenîdir. 91 ve 92. ayet Malik b. Sayf; 93. ayet ise Abdullah b. Sa'd ve
Müseylemetü’l-Kezzab hakkında varid olmuştur. 151, 152 ve 153. ayetler de aynı şekilde Medine’de
inmiştir. Araf sûresi 163, 164 ve165. ayetleri hariç Mekkîdir. İbrahim sûresi 28 ve 29. ayetleri hariç
Mekkîdir. Nahl sûresinin ilk kırk ayeti Mekkî; sonraki ayetleri (41-128) Medenidir. İsra sûresi (Beni
İsrail) 73. ayeti hariç Mekkîdir. Kehf Sûresi 28. ayeti hariç Mekkîdir. Kasas Sûresi 52. ayeti hariç
Mekkîdir. Zümer sûresi 53. ayeti hariç Mekkîdir. Ahkaf sûresi 10. ayeti hariç Mekkîdir.
272
Bakara Sûresi 217. ayetidir. Bu ayet, Batn-ı Nahle gazaları ve Abdullah b. Cahş ve Amr el-Hadrami
hakkında inmiştir. Riba ayetleri Sakif hakkında inmiştir. Tevbe sûresinin 90. ayeti kafirler anlaşmayı
bozduklarında inmiştir. Nisa Sûresinin 98 ve 99. ayetleri hicretten geriye kalanların özrü hakkında
indirilmiştir.
273
Medine'ye götürülen ilk sûre Yusuf sonra İhlas sonra da Araf sûresinin 158. ayetidir.
274
Al-i İmran sûresindeki altı ayettir. Nebi (sav) ehl-i kitaba okuması için Cafer b. Ebi Tayyar ile bu
ayetleri göndermiştir. Bu ayetler 64'ten 70. ayete kadardır.
275
Mücmel olarak indirilenlere örnek Yunus 13. ayetidir.
276
Müminun sûresinin başındaki ayetler ve Tevbe Sûresi 112. ayeti gibi. İhlas sûresi 2. ayeti, kendisinden
sonra gelen ayetle müfesser kılınmıştır. Mearic sûresi 19. ayetinin kendisinden sonra gelen ayetler
tarafından Müfesser yapıldığı belirtilir.
277
Allah Tealanın Kur'an'da zikrettiği Huruf-u Mukattaalardır. "Taha" ayetinin Akk lehçesinde “Ey
insan” anlamında veya "Takdis ve hidayet eden" veya "Temiz olan ve hidayet veren" anlamlarında
olduğudur. "Yasin" ayeti ile ilgili ey insan, ey beşerin efendisi, ey yüce kader gibi anlamlar verilir.
278
Molla Fenari, age, s. 76-79; (v. 47b-49b)
279
O, burada Firuzabadi’nin zikrettiği değerlendirmeleri nakleder. Buna göre içinde darb-ı mesellerin,
eski çağların kavimlerinin zikrolunduğu sûreler Mekkîdir. Şer’î hükümlerin, farzların, hadlerin bulunduğu
sûreler ise Medenîdir. Kur'an'daki ibarelerin hepsi tevhid anlamındadır. “Ey İnsanlar” şeklindeki hitaplar,
Mekke ehlinedir. “Ey iman edenler” ise Medine ehlinedir. “Ey Ehli Kitap” ifadesinde muhatap Yahudiler
59
olduğunu
hatırlatarak
bunların
kesin
bir
şekilde
bilinemeyeceğine
yönelik
değerlendirmelerde bulunur.280
b. Biçimsel Özellikler
Molla Fenari, Kur'an'ın biçimsel özelliklerinin 4 kısma ayrıldığını belirtir.
Bunlar; sûre, ayet, kelime ve harftir. O’nun bu tavrının, dönemin ilim anlayışıyla
bağlantılı olduğu hatırda tutulmalıdır. Zira burada da görüleceği gibi bilgi yukarıdan
aşağıya (tümdengelimsel) doğru düzenlenmiştir. Şimdi sırasıyla bu dört kısmı
inceleyelim.
ba. Sûre
Molla Fenari’ye göre "‫ "ﺳﻮرة‬kelimesindeki "vav", kelimenin aslından kabul
edilirse o takdirde; güç, kuvvet; şehrin duvarları/surları, mertebe, şeref gibi anlamlara
gelir. Eğer "vav" hemzeden döndürülmüş olarak kabul edilirse o zaman da bir şeyden
arta kalan anlamında "sevre"den alınmış demektir. Müellif buradan hareketle her bir
sûrenin, Kur'an'dan bir parça olduğunu ve bunun, geriye kalan kısmı dışarıda bıraktığını
hatırlatır. Bundan dolayı O, ikinci görüşü savunur. 281
Molla Fenari, sûrelerin tertibinin tevkifi olduğunu ve sayısının yüz on dört
olduğu hususunda ümmetin icma ettiğini belirterek şöyle der: "Bil ki Hz. Osman'ın
hilafetinden günümüze kadar Ehl-i İslam'ın icması üzere anlaşılmıştır ki Kur'an
sûrelerinin sayısı yüz on dört’tür."282
bb. Ayet
ve Hıristiyanlardır. Kur'an'daki “de" (‫ )ﻗﻞ‬ifadesinin muhatabı Hz. Peygamberdir. Bkz. Firuzabadi, age, I,
106-107.
280
Molla Fenari darb-ı mesel ve eski ümmetlerin hikâyeleri olan Bakara sûresinin Medenî; emirlere
rağbet, nehiylerden sakındırma bulunan En’am, Zariyat, Mutaffifin ve benzerlerinin ise Mekkî olduğunu
belirtir. Bkz. Molla Fenari, age, s. 79; (v. 49b)
281
Molla Fenari, age, s. 73-74; (v. 45b).
282
Molla Fenari, age, s. 74; 84; (v. 46a; 52b-53a) Molla Fenari, Übeyy b. Ka'b'ın Kunut dualarını iki sûre
olarak kabul ederek Kur'an sûrelerinin sayısını 116 kabul etmesi; Bir kısım sahabenin Enfal ve Tevbe
sûrelerini bir kabul ederek 113 sayması veya buna ilaveten Fil, Kureyş ve Muavvizeteyn sûrelerini birer
sûre kabul etmeleri sonucu 111 saymalarının, konu üzerine oluşan icmanın hilafına bir görüş olmadığını
söyler. Molla Fenari, age, s. 74; (v. 46b).
60
Molla Fenari, ayetin, sözlük anlamı itibariyle alâmet veya cemaat anlamında
olduğunu belirtir. Nitekim Kur'an'daki ayetin, Allah’ın kelamını insanın kelamından
ayırdığı için alâmet veya Kur'an harflerinin bir araya gelmesinden hareketle de topluluk
anlamında olabileceğini söyler. O, sûreler gibi ayetlerin tertibinin de tevkîfî olduğunu
belirtir.283
O, Kur’an ayetlerinin sayısal olarak Kufelilere göre Hz. Ali'den rivayetle altı
bin iki yüz otuz altı; İbn Mesud'dan rivayetle altı bin iki yüz on sekiz; Muaz'dan
rivayetle altı bin iki yüz on yedi; İbn Cafer Yezid b. Kaka'dan rivayetle altı bin iki yüz
on; Basralılara göre ise altı bin iki yüz dört olduğunu belirtir.284 Ancak O, herhangi bir
tercihte bulunmaz.
O, bu bilgilere ilaveten ayetlerin konuları itibariyle tasnifini de yaparak şöyle
der: "Bu sayının bin altı yüzü kıssalar, bin iki yüzü tevhid ve Hakk’ın sıfatları, bin
tanesi velayet ve saltanat, dört yüzü dualar, dört yüzü muamelat, yüzü isyan edenlerin
özrü, yüzü yaratılanların rızıklarının tazmini, yetmişi cihat, ellisi hacc, diğerleri nikah
ve boşanma hükümleri hakkındadır."285
Ayrıca Molla Fenari, ayet konusuyla ilgili Kur’an’ın ilk ve son inen ayetleri
hakkında bilgi verir. Buna göre ilk inen ayetlerle ilgili üç görüşün olduğunu286, bunların
arasından da en doğru olanının “ikra” ayetleri olduğunu belirtir.287 Son inen ayetler
hakkında da beş görüşün288 olduğunu belirtir. Fakat O, son inen ayetin hangisi olduğu
hakkında herhangi bir tercihte bulunmaz.
bc. Kelime
283
Molla Fenari, age, s. 74; (v. 45b-46a).
Molla Fenari, bu bilgileri Firuzabadi’den nakleder. Bkz. Firuzabadi, age, I, 559-560. Ayrıca Molla
Fenari, age, s. 84; (v. 53a).
285
Bkz. Firuzabadi, age, I, 560-561. Ayrıca Molla Fenari, age, s. 84; (v. 53a).
286
Bu üç görüş şunlardır: Hz. Aişe’den rivayetle “İkra”; Cabir’den rivayetle “Müddessir”; Amr b.
Şurahbil’den rivayetle Fatiha sûresinin ilk ayetidir.
287
Molla Fenari, age, s. 48; (v. 29b-30a)
288
5 görüş şunlardır: 1. Riba ayeti, 2. Nasr sûresinin ayetleri, 3. Bakara 281. ayet; 4. Nisa 176. ayet; 5.
Tevbe sûresinin son iki ayetidir. Bkz. Molla Fenari, age, s. 48; (v. 30a)
284
61
Molla Fenari, "Kelime"nin lügatte "yara" veya “kesmek” anlamlarına geldiğini
belirterek, her iki anlamın da mümkün olduğunu ifade eder. Zira yaranın insanı
etkilemesi gibi kelime de dinleyicisini etkiler. Ayrıca herhangi iki şeyin arasını kesmede
olduğu gibi kelime de bir araya toplanan harfleri diğerlerinden ayırır/keser.289 O, sûre
başlarındaki mukattaa harfleriyle birlikte Kur’an’da yer alan kelimelerin sayısının
yetmiş yedi bin dört yüz otuz yedi olduğunu belirtir.290
bd. Harf
Molla Fenari, harf'in; dil, kıraat, ayet, sûre, kelime, taraf/uç, kılıcın ucu, dağın
tepesi, zayıf ve güçlü deve gibi birçok manası olduğunu belirtir. O, harf’in, mana ve
hece olmak üzere iki kısma ayrıldığını, fakat kendisinin harfle, heceyi kastettiğini
belirtir.291
O, Kur’an harflerinin sayısının üç yüz yirmi üç bin altı yüz yetmiş bir olduğunu
belirterek292 Arap alfabesindeki harflerin Kur'an'da ne kadar kullanıldığı ile ilgili şunları
nakleder:
"Elif: 48800; Be: 11202; Te: 10119; Se: 1276; Cim: 3273; Ha: 3993; Hı: 2416;
Dal: 5642; Zel: 4699; Ra: 11793; Ze:1570; Sin:5891; Şin: 2253; Sad: 2071; Zad: 2609;
Tı: 2274; Zı: 842; Ayn: 9020; Ğayın: 2208; Fe: 8499; Kaf: 6813; Kef: 10354; Lam:
33522; Mim: 26135; Nun: 26565; Vav: 25536; He: 19070; Ye: 25909."293
3. Kur’an’ın İsimleri
Molla Fenari, Kur'an'ın küllî hükümlerine ve parçalarının birbirleriyle olan
ilişkilerine dair bilgiler sunduktan sonra Kur'an'ın isimlerini sayar. Bunlar Kur'an'ın zâtî
özellikleri olmamakla birlikte Molla Fenari tarafından ona müsavi olan arazları olarak
kabul edilir.
289
Molla Fenari, age, s. 74; (v. 46a).
Bkz. Firuzabadi, age, I, 561. Molla Fenari, age, s. 84; (v. 53a).
291
Molla Fenari, age, s. 74; (v. 46a).
292
Bkz. Firuzabadi, age, I, 562. Molla Fenari, age, s. 84; (v. 53a).
293
Bkz. Firuzabadi, age, I, 563-564. Molla Fenari, age, s. 84-85; (v. 53a-53b). O, ayrıca noktaların
sayısının ise yüz elli altı bin seksen bir olduğunu ifade eder. Bkz. Firuzabadi, age, I, 562. Molla Fenari,
age, s. 84; (v. 53a).
290
62
Ona göre, Araplar nezdinde bir şeyin isminin çok olması o şeyin şerefinin
yüceliğine delalet eder. Bu anlamda Kur’an’ın isimlerinin çokluğu da her yönden onun
yüceliğine işaret etmektedir. Bunun için Kur'an'ın yüzden fazla isminden bahsedildiğini
belirterek bunları sırasıyla şu şekilde verir.294
Azim,295 Aziz,296 Aliyy,297 Mecid,298 Müheymin,299 en-Nur,300 el-Hak,301
Hakim,302 Kerim,303 Mübin,304 Münir,305 Hüda,306 Beşşir,307 Şifa,308 Rahmet,309 Kitap,310
Mübarek,311 Kur'an,312 Furkan,313 Burhan,314 Beyan,315 Tibyan,316 Tafsil,317 Fasl,318
294
Molla Fenari, age, s. 70-73; (v. 43b-45a).
"Yedi ayetli Fatiha'yi ve Kurani Azim'i verdik. " Hıcr, 15/87. Molla Fenari, kuru ve yaş her şeyin onda
bulunduğunu belirtir.
296
"Halbuki o, eşsiz bir kitaptır." Fussilet, 41/41. Çünkü o, mağlub olmaz ve onun misli getirilemez.
297
"…Bizim nezdimizde bulunan…yüce… bir kitaptır. " Zuhruf, 43/4. Molla Fenari, yüceliğinin
Kül'deki hüküm ile olduğunu söyler.
298
"Hayır o şerefli bir Kur'an'dır" Buruc, 85/21.Mecid, fiilleri güçlü olan demektir.
299
"…Onu korumak üzere… " Maide, 5/48. Kül'de hayırla ihata ettiği için müheymindir.
300
"…Onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar …" Araf, 7/157. Çünkü o, doğruluğu ortaya
çıkaran, Hakkın mazharı olandır.
301
"Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir" Yunus, 10/108. Çünkü o, vakıaya mutabıktır.
302
"Yasin, Hikmet dolu Kur'an hakkı için," Yasin, 36/1-2. Çünkü o, ilim ve amelle doludur.
303
"Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır" Vakıa, 56/77. Zira keremi en yüce olandır. ister müjdeleme ister
uyarma olsun o, bir lütuftur.
304
"Ha Mim, Apaçık Kitab'a andolsun ki," Zuhruf, 43/1-2.
305
"…Aydınlatıcı kitap getiren…" Al-i İmran, 3/184. bu, kendisiyle izhar olduğu içindir.
306
"Müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. " Bakara, 2/2. Çünkü o,
hidayetin kemalidir. hatta neredeyse kendisidir.
307
"Müminlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu müjdelemek için. " Kehf, 18/2.
308
"…Gönüllerdekine bir şifa…" Yunus, 10/57. Cehalet ve azgınlık hastalıklarını giderdiğinden dolayı
böyledir.
309
"O, müminler için gerçekten bir…. rahmettir" Neml, 27/77. bu ya onda olan şeye uymanın rahmet
sebebi olması ya da onun indirilmesinin rahmet olmasıdır. bu hem dünya hem de ahirette bir çok
faydaya şamil olduğu içindir.
310
"İndirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı…bir kitaptır" Enam, 6/92. Kitap ifadesi ya yazılan
şey anlamında isimdir. Bunun cem'i "kütüb"tür. Ya da "meful" anlamında masdar'dır. bu "toplamak"
(ketb) anlamında masdar da olabilir. Çünkü o, önderleri ve kahramanları toplamıştır. Kur'an'ın kitap
diye isimlendirilmesinin birkaç farklı izahı olduğunu belirtir. bunlar; ya sûreleri, ayetleri, kelimeleri ve
harfleri toplaması sebebiyledir. Ya ilk olarak levh-i Mahfuz'da; ikinci olarak dünya semasında; üçüncü
olarak müminlerin kalplerinde; dördüncü olarak da Mushaflarda toplanması sebebiyledir. ya da onun
Kitab-ı Kebir'de var olan halleri açıklayan olmasıdır.
311
" Mübarek bir kitaptır " Enam, 6/92. Bu hem dünya hem de ahirette birçok faydaya şamil olduğu
içindir.
312
" Rahman, Kur'an'ı öğretti " Rahman, 55 /1-2. Molla Fenari, Kur'an ifadesinin kökü ile ilgili bilgiler
verir. İlki mehmuz fiil olarak toplama anlamında "kre" kökünden türemesidir. İkincisi, "kry" kökünden
olmasıdır. "Kıran" kökünden ziyafet anlamında da olabileceğini söyler. bir diğer görüş ise bunun
müştak olmadığı ve Lafza-i celal gibi mürtecel olduğudur.
295
63
Sıdk,319 Musaddık,320 Zikra,321 Zikr,322 Tezkira,323 Hüküm,324 Hikmet,325 Muhkem,326
Tenzil,327 Tasdik,328 Münezzel,329 Tebsira,330 Besair,331 Meviza,332 Beyyine,333 Beşir,334
Nezir,335 Vahy,336 Risalet,337 Nebe,338 Kayyim,339 Kayyime,340 Ruh,341 Kelam,342
Kelimat,343 Kelime,344 Ayat,345 Beyyinat,346 Fazl,347 Kavl,348 Kıyl,349 Hadis,350 Ahsene'l-
313
" Furkan'ı indiren, Allah, yüceler yücesidir. " Furkan, 25/1. Furkan ifadesi ya ayırma anlamında
"fark"tan gelmektedir. ya da yardım anlamındadır. (Enfal, 8/41) ya da şüpheden kurtulma anlamındadır.
(Enfal, 8/29)
314
" Rabbinizden kesin bir delil " Nisa, 4/174. Zira haklı olanı batıl olana galip getiren delildir.
315
" Bütün insanlığa bir açıklamadır." Al-i İmran, 3/138. Hakkı tam olarak ortaya çıkardığı için
neredeyse kendisi hakkın kendisidir.
316
"Her şey için bir açıklama" Nahl, 16/89. Bu, beyandaki mübalağadır.
317
"Her şeyi açıklamak için" En'am, 6/154. Ayırma (fark) veya beyan ile ayırandır. (fasl)
318
"Şüphesiz Kur'an, (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür." Tarık, 86/13. Doğru ile yanlışı birbirinden
ayırandır.
319
"Doğruyu getiren" Zümer, 39/33. Zira doğruluk, doğru olan için bir mübalağa ifade eder. Bu, kelamda
ve mütekellimde olur.
320
"Kendinden öncekileri doğrulayıcı" En'am, 6/92. Semavi kitapları demektir.
321
"İbret almasını sağlamak için" Kaf, 50/8. Zira o, bir öğüttür.(meviza)
322
"İşte bu (Kur'an) da, bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. " Enbiya, 21/50.
323
"Şüphesiz ki bu bir öğüttür. " İnsan, 76/29.
324
"Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik." Ra'd, /37.
325
"Bu büyük bir hikmettir." Kamer, 54/5.
326
"…Hükmü açık bir sûre…" Muhammed, 47/20. yalanın, çelişkinin ve diğer ayıpların mümteni
olmasıyla böyledir.
327
"Şüphesiz Kuran alemlerin Rabbinin indirmesidir" Şuara, 26/192.
328
"…Kendinden öncekini doğrulayan…" Yunus, 10/37.
329
"…Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu…" En'am, 6/114.
330
"…Gönül gözünü açmak ve ibret vermek için…" Kaf, 50/8.
331
"Bu (Kur'an) basiret nurları (insanların kalp gözünü açan bir nur)…" Casiye, 45/20.
332
"…Müttakîler için de bir öğüt vesilesi…" Bakara, 2/66.
333
"…Rabbinizden açık bir delil…" En'am, 6/157.
334
"Hak (Kur'an) ile müjdeleyici…olarak gönderdik." Bakara, 2/119.
335
"Hak (Kur'an) ile…uyarıcı olarak gönderdik." Bakara, 2/119.
336
"O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir." Necm, 53/4.
337
"O'nun elçiliğini yapmamış olursun…" Maide, 5/67.
338
"De ki: 'Bu büyük bir haberdir.' " Sad, 38/67.
339
"Dosdoğru; tarafından şiddetli bir azap ile korkutmak…" Kehf, 18/2.
340
"O sahifelerde en doğru hükümler vardır" Beyine, 98/3.
341
"…Emrimizden bir ruh …" Şura, 42/52.
342
"…Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar…", Tevbe, 9/6.
343
"…Allah'ın sözleri (yazmakla) tükenmez…" Lokman, 31/27.
344
"Rabbinin sözü hem doğruluk, hem de adâlet bakımından tamamlanmıştır.…" En'am, 6/115.
345
"İşte bunlar Allah'ın âyetleridir…", Bakara, 2/252.
64
Hadis,351 Arabi,352 Gayr-i Zi 'İvec,353 Suhufün Mükerrema Merfuatün Mutahhera,354
Habl,355 Hayr,356 Belağ,357 Baliğa,358 Hakka'l-Yakin,359 Müteşabih,360 Mesani,361
Gayb,362 Sırat-ı Müstakim,363 Mübin,364 Hüccetün Baliğa,365 Urve,366 Kasas,367 Aceb,368
Mesel,369 Esâre,370 Kist,371 İmam,372 Nücum,373 Nimet,374 Kevser,375 Ma,376 Metluvv,377
Makruvv,378 Adl,379 Büşra,380 Mestûr,381 Sekil,382 Mürattel,383 Tefsir,384 Müsebbit385. Bu
isimler müellifin tespitine göre Kur’an’da yer almaktadır.
346
"Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir…" Ankebut,
29/49.
347
"De ki: "Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle…", Yunus, 10/58.
348
"…O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler…" Zümer, 39/18.
349
"…Allah'dan daha doğru sözlü kim olabilir? ", Nisa, 4/122.
350
"…O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar?", A'raf, 7/185.
351
"Allah sözün en güzelini, …indirdi.", Zümer, 39/23.
352
"…Arapça bir Kur'an olarak …", Yusuf, 12/2.
353
"…Pürüzsüz Arapça bir Kur'an…", Zümer, 39/28.
354
"Değerli sayfalarda, yüksek tutulan tertemiz sayfalarda," Abese, 80/13-14.
355
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun,…", Al-i İmran, 3/103.
356
"Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, "Hayır (indirdi)" derler. ", Nahl, 16/30.
357
"İşte bu, insanlara açık bir tebliğdir…", İbrahim, 14/52.
358
"Bu büyük bir hikmettir…", Kamer, 54/5.
359
"O, kesin gerçektir.", Hakka, 69/51.
360
"…Birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap…", Zümer, 39/23.
361
"… Birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap…", Zümer, 39/23.
362
" Onlar gayba inanırlar…", Bakara, 2/3.
363
" Bize doğru yolu göster.", Fatiha, 1/6.
364
"… Apaçık Kur'an'ın âyetleridir.", Hicr, 15/1.
365
" De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır…", En'am, 6/149.
366
"… Kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır.", Bakara, 2/256.
367
"… Kıssayı anlat;…", A'raf, 7/176.
368
"… Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik.", Cin, 72/1.
369
"… Allah nasıl bir misal getirdi: …", İbrahim, 14/24.
370
"…Yahut bir bilgi kalıntısı varsa…" Ahkaf, 46/4.
371
" Aralarında adaletle hükmet.", Maide, 5/42.
372
"Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde …", İsra, 17/71.
373
"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.", Vakıa, 56/75.
374
"Sen Rabbinin nimeti sayesinde, deli değilsin. ", Kalem, 68/2.
375
"Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.", Kevser, 108/1.
376
" Gökten bir ölçü ile bir su indirdik …", Müminun, 23/18.
377
"… Hakkını gözeterek okurlar.…", Bakara, 2/121.
378
" Onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara)", İsra, 17/106.
379
"… Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından …", En'am, 6/115.
65
Hadiste geçen Kur'an isimleri ise şunlardır: Habl, Metin, Nafi, Şifa, Mürşid,
Müaddil, Mu'tasam Bih, Kasimetü'z-Zahr, Me'debetüllah, Efdalü Min Külli Şeyin
Dünallah, Muhterem Dafi, Sahibü'l-Mü'min, Kelamu'r-Rahman, Haresün Mine'şŞeytan, Rüchan fi'l-Mizan. 386
Molla Fenari, bu isimlerden hareketle Kur’an’ın anlam boyutunun oldukça
geniş bir alanı içerdiğini ortaya koymaktadır. Zira bir şeyin isminin çok olması, müellife
göre onun tezahür alanının da çokluğunu ortaya koymaktadır.
B. Molla Fenari'nin Tefsir'e Teorik ve Pratik Yaklaşımı
Molla Fenari'nin Kur'an'a yaklaşımı hakkındaki bu tespitlerden sonra şimdi de
tefsire yönelik bakış açısı hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Hemen belirtelim ki onun
tefsir anlayışı, teorik ve pratik olmak üzere iki açıdan ele alınabilinir.
1. Teorik Yaklaşım
Molla Fenari’nin teorik kısımla ilgili görüşlerini Tefsir ve Te’vil üst başlıklarıyla
ele almak istiyoruz. Tefsir üst başlığında Tefsir İlminin Tanımı, Gerekliliği ve
Kaynakları; Tevil üst başlığında ise Tevil'in Tanımı, Meşruiyeti, Anlam Mertebeleri ve
Tefsir-Te’vil Ayırımı ele alınacaktır.
a. Tefsir
Öncelikle Tefsir başlığıyla ilgili birkaç noktaya dikkat çekmeyi gerekli
görüyoruz. İlki, müfessirlerin “tefsir” faaliyetiyle, “tefsir ilmi” arasındaki ayırımın
zorunluluğudur.
Bizim tefsir başlığında vurgulamaya çalıştığımız ise işin teorik
380
"… Doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak …", Bakara, 2/97.
" Satır satır yazılmış Kitab'a," Tur, 52/2.
382
"… Ağır bir söz …", Müzemmil, 73/5.
383
" Kur'an'ı ağır ağır, güzel güzel oku! ", Müzemmil, 73/4.
384
" En güzel yorumu getirmiş", Furkan, 75/23.
385
"… Senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi…", Hud, 11/120.
386
Tirmizi, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemi (279/892) el-Câmiü's-Sahih, (Sünenü’tTirmizi), Fedailu'l-Kur'an, 14; I-V, thk. Ahmed Muhammed Şakir, 2. Bsk, Mustafa el-Babi el-Halebi,
Kahire, 1978. Ayrıca bkz. Firuzabadi, age, I, 95-96.
381
66
boyutunu ortaya koyan “tefsir” faaliyetinin bir “ilim” olarak incelenmesidir. Nitekim
“tefsir ilmi” teorik yaklaşımın konusu iken, zikredilen “tefsir”, pratik bölümün konusu
olmaktadır.
aa. Tanımı
Molla Fenari, tefsir’in dilsel tahliliyle ilgili “Sefr” ve “fesr” köklerini zikreder.
Bunların “keşf” manalarına geldiğini bildirir. Nitekim “Tefsiretü’t-tabib” ifadesi,
doktorun hastanın bevline bakarak onun hastalığıyla ilgili keşifte bulunması
anlamındadır. “Sefera veche’l-habib” ifadesi ise “sevgilinin yüzünü açtı” anlamına
gelir. Bu örneklerden hareketle Molla Fenari, “tesfir” ve “tefsir”in aynı anlama geldiğini
ortaya koyar. Ancak o, tefsir’in; manaların açıklanması; tesfir’in ise maddi olan şeylerin
(ayan) açıklanması anlamına geldiğini zikreder.387
Ayrıca Molla Fenari; Fahru’l-İslam Pezdevî’nin tefsir’i, “şüphe olmaksızın
keşftir”388 şeklinde tanımlamasının, ancak İmam Maturidi’nin tefsirin “şehadet edilen
şey” (müşahed) için kullanılması veya Kur’anın bazı ayetlerinin bazısını tefsir etmesi
şeklinde kabul edilmesi durumunda sahih olacağını ifade eder. Çünkü Molla Fenari’ye
göre, rivayetle ilişkili şeylerin çoğu âhâd haberlerle sabittir. Bu da Pezdevî’nin zikrettiği
“şüphe olmaksızın keşf” ifadesini anlamsız kılmaktadır. Zira âhâd olan bilginin “zann”
ifade etmesi sebebiyle şüpheden beri olamayacağı açıktır. Molla Fenari, bu ifadeleriyle
bilginin sıhhatini sorgulamakta ve çoğu rivayetin âhâd olması sebebiyle tefsirin
kesinlikten uzak olduğunu vurgulamaktadır.389 Başka bir ifadeyle burada müellifimiz,
bilgiden ziyade bilginin elde edilişindeki sıhhate yönelik bir eleştiri yapmaktadır.390
387
Molla Fenari, age, s. 6-7. (v. 4a)
Muhammed Abdülazîz el-Buhari, Alaüddin Abdülazîz b. Ahmed b. (730/1330) Keşfü'l-esrar ala
Usuli'l-Pezdevi = Keşfü’l-Esrar fi Şerhi Usuli’l-Pezdevi, Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye, Dersaadet
1890/1307, I, 46; Ayrıca Bkz. Serahsi, Ebû Bekr Şemsüleimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl
(483/1090) Usulü's-Serahsi, I-II, thk. Ebü'l-Vefa Efgani, Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, Kahire, 1954, I, 127.
389
Molla Fenari, age, s. 7. (v. 4a)
390
Molla Fenari’nin bu eleştirisi, Fahreddin Râzî tarafından da zikredilmektedir. Bilgi ve onun sıhhatine
yönelik algılama farklılığı, bir şeyin var olmasıyla ilgili ayrıma dayanmaktadır. Zira varlığın lafzi
olarak anlaşılması ile harici (dış dünya) olarak algılanması birbirinden ayrıştırılmıştır. Burada aynı
zamanda “tarih usulüne” yönelik de bir değerlendirme vardır. Aslında bu ifade, tevil’in meşruiyetini
sağlamak için bir delil olarak da kabul edilebilir. Zira bu durum, rivayeti yaşayanlar (Peygamber,
sahabe, tabiin gibi) dışındaki herkes için geçerli bir özellik arz etmektedir.
388
67
Tefsir’in dilsel ve kavramsal izahından sonra “tefsir ilmi” hakkındaki
görüşlerine geçebiliriz.
Burada “Tefsir ilmi” kavramındaki “ilim”den Molla Fenari’nin ne kastettiği
sorusu önemlidir. Müellifimiz, müteahhirin dönemi ilim geleneğini dikkate alır.
Öncelikle bu ilim geleneğinin nasıl oluştuğu ve bunun Molla Fenari’yle ilişkisini ortaya
koymaya çalışalım. Bu dönem Aristo’nun düşüncelerinin İbn Sina üzerinden İslam
düşüncesinde yoğun bir şekilde hissedildiği ve temelinde “İlk Varlık” üzerinden bilgiyi
sistematize etme girişiminin bulunduğu “burhanî/irfanî” dönemdir. Varlıkların bu ilk
varlıkla ilişkileri aynı zamanda “var olanı” açıklama anlamına gelmektedir. Burada
Felsefe, Kelam ve Tasavvuf’ merkezinde üç farklı sürecin yaşandığı görülmektedir.
Filozoflarda “İlk Varlık” kavramı, saf aklî bir mesele iken, Kelamcılar “İlk Varlığı”
Allah’la özdeşleştirme ve bunu burhanî/nazarî bir metodla ispat etme gayretindedirler.
Dolayısıyla burada temel mesele Allah’ın varlığını ispat etmektir. Mutasavvıflar ise
nazarî metodun yeterli olamayacağını ve Allah’ın varlığını tartışmaktan ziyade onun
varlığının ispata gerek olmayacak kadar “bedihi” olduğunu belirtirler. Onlara göre
yapılması gereken, Allah’ın Alem’le ilişkisini isimler teorisi üzerinden ortaya
koymaktır. İşte Molla Fenari, tarihsel olarak bu üçlü düşüncenin sonunda bulunmakta,
Kelamcı ve Mutasavvıfların düşüncelerini “mezcetme” gayreti içerisindedir. O, temel
olarak Râzi geleneğini dikkate almakla birlikte, Ekberi ekolünü de buna ekleyici unsur
olarak kullanmıştır. Nitekim Molla Fenari'nin bu iki ekolü birbirine mezcetmesi tefsirin
teorik boyutuyla ilgili açıklamalarında sıklıkla ön plana çıkacaktır.
Diğer taraftan müdevven olarak bir “Tefsir İlmi” oluşturma çabalarının bu
dönemde yoğun olarak tartışıldığını görüyoruz. Bu anlamda Ebu Hafs en-Nesefi,
(537/1142) Ebu Hayyan el-Endelüsî, (745/1344) Kutbeddin Râzî, (766/1364) Taftazani,
(792/1390) Seyyid Şerif Cürcani, (816/1413) Molla Fenari (834/1431) ve Kafiyeci
(879/1474) gibi İslam âlimleri akla gelen ilk isimlerdir.
Tefsirin teorik boyutu incelenirken karıştırılmaması gereken bir diğer nokta ise
Tefsir İlmi ile Ulûmu’l-Kur’an arasındaki ilişkidir. “Ulumu’l-Kur’an” bilindiği üzere
68
Kur’an’ın anlaşılmasında yardımcı olacak bir takım konulardan ibarettir.391 “Tefsir
İlmi” terkibi ise bunu da içine alacak bir şemsiye niteliğindedir. Bu ön bilgilerden sonra
müellifimizin “Tefsir İlmi” ile ilgili görüşlerine geçebiliriz.
Molla Fenari’nin Tefsir ilmi tanımına baktığımızda onun konuyla ilgili var olan
görüşleri392 değerlendirerek bir tanıma ulaştığını görüyoruz. Bu tanım, şöyledir:
‫ﻋﻠﻢ اﻟﺘﻔﺴﯿﺮ ﻣﻌﺮﻓﺔ أﺣﻮال ﻛﻼم اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻣﻦ ﺣﯿﺚ اﻟﻘﺮآﻧﯿﺔ وﻣﻦ ﺣﯿﺚ دﻻﻟﺘﮫ ﻋﻠﻰ ﻣﺎ ﯾﻌﻠﻢ أو ﯾﻈﻦ اﻧﮫ‬
ّ‫ﻣﺮاد اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺑﻘﺪر اﻟﻄﺎﻗﺔ اﻻﻧﺴﺎﻧﯿﺔ‬
Tefsir ilmi, Kur’an olması ve ayetlerden Allah’ın muradının kulun gücü
oranında kesin veya zannı galip delaletiyle bilinmesi bakımından, Allah’ın kelamının
hallerini idrak etmekten (marifet) ibarettir.393
Molla Fenari’nin tanımına bakıldığında temel vurgusu, mantıkçıkların yaptığı
gibi tanımı cins ve fasıl olarak ele almak değil, bilakis onu, “efradını cami ağyarını
mani” bir şekilde incelemektir.394 Başka bir ifadeyle o, “tanım” değil, “tarif”395
yapmaktadır. O halde tarifinden hareketle Molla Fenari’nin; Tefsirin, “Kur’an olması”
ve Allah’ın muradının bilinmesi veya zannedilmesi gibi iki açıdan Allah kelamının
hallerini incelediğini söyleyebiliriz. Tanımda “Allah’ın kelamının halleri” ifadesinin
mutlak olarak kullanılması, sadece lafzın değil, aynı zamanda mananın da dikkate
alındığını vurgulamak içindir. Bunun sebeplerinden biri, öyle görülüyor ki Tefsir ile
kıraat arasındaki ilişkinin netleştirilmesiyle alakalıdır. Zira O, kıraatın manaya tesir edip
etmeme açısından iki boyutunun olduğunu, sadece lafızla kayıtlandırılması durumunda
manaya tesir eden boyutun göz ardı edileceğini belirtir. Nitekim melik ve mâlik gibi
391
Bu anlamda 8. asrın müellifi olan ve Tefsir ilmi’nde temel kaynak kabul edilen Zerkeşi’nin “el-Burhan
fi Ulumi’l-Kur’an”ı; daha sonraki dönemde Kafiyeci’nin öğrencisi olan Suyuti’nin “el-İtkan fi Ulumi’lKur’an”ı bu konuda açıklayıcıdır. Bu dönem tek tek değil de bir bütün veya “Menahil”deki (I, 25)
ifadesiyle bir “fihrist” mahiyetini taşıyan Ulumu’l-Kur’an bağlamında Tefsir ilmi tartışmalarının yazıya
dökülmeye başladığı bir dönem özelliğini de taşımaktadır.
392
Molla Fenari, burada Kutbeddin Râzî (Şerh-i Müşkilati’l-Keşşaf, v. 4a) ve Teftazani’nin (Şerhu’lKeşşaf, v. 4a.) görüşlerini değerlendirmektedir. Bkz. Aynu’l-A’yan, s. 4-5. (v. 2b-3b)
393
Molla Fenari, age, s. 5. (v. 3b)
394
Molla Fenari’nin Kutbeddin Râzî’nin yaptığı tanıma temel eleştirisi de bu noktada toplanmaktadır.
395
Tarif de klasik literatürde ikiye ayrılır: birincisi, “Tarif-i Hakiki” ki bundan “tam tanım” yani yakın
cins ve yakın fasıldan oluşan tanım kastedilmektedir. İkincisi, “Tarif-i Lafzi” ki bu da manaya delaletini
daha açık kılmak için söylenen her lafızdır. Bkz. Seyyid Şerif Cürcani, Tarifat, s. 28.
69
kıraat vecihleri mana ile ilgiliyken “elhamdülillah” ifadesinin iki zammeli ya da iki
kesreli okunması sadece lafızla ilgilidir.396
Molla Fenari, Tefsir’le Kıraat ilmi arasındaki ilişkinin bütün-parça ilişkisi
olduğunu, ancak tıptan göz hekimliğinin, İlm-i Ahkam’dan Feraiz ilminin ayrılmasıı
gibi tefsir ilminden de ilm-i kıraatın ayrıldığını belirtir. Kıraatın başlı başına müstakil
bir ilim olmasına sebep olarak ise bu ilmin çok önemli olmasını gösterir.397
Ayrıca Molla Fenari’ye göre “Allahın kelamının halleri” ifadesi Allah’ın
kelamıyla ilgili olan nâsih ve mensûhu, esbâb-ı nüzûlü, iniş tertibini, mekkî-medenî vb.
de dikkate almayı gerektirmektedir.398 Bu ifade aynı zamanda mutlak olarak “kelam”ı
kendisine konu edinen edebî ilimleri de dışarıda bırakmaktadır.399
Onun tefsir tanımında ön plana çıkan bir diğer nokta Allah’ın muradı
meselesidir. “Allah’ın muradı” ifadesinin tek olarak zikredilmesinin uygun olmadığını
belirten Molla Fenari, Allah’ın muradını araştırmanın sadece Tefsir’i değil, aynı
zamanda Fıkh-ı Ekber (Kelam) ve Fıkh-ı Esğar’ı (Fıkıh) da içerdiği400 için bu tanımda
tefsire işaret edecek bir kaydın konulmasını gerekli görmektedir. O, bunun da tanımda
haysü’l-Kur’aniyye/Kur’an olması” kaydıyla sağlandığı görüşündedir.
Diğer taraftan “Allah’ın muradı” ile kastedilenin ne olduğu hakkında onun
tanımında şu noktalar ön plana çıkmaktadır. O, Allah’ın muradından kastedilenin
mutlak kelam olmayacağını, zira mutlak kelamın yukarıda da belirtildiği üzere edebî
ilimlerle ilgili olduğunu söyler. Ayrıca tefsirin kendi döneminde daha ziyade âhâd
rivayet ve Arapçayla yapıldığını da zikreder. Bunun ise zan ifade ettiğini, dolayısıyla
Allah’ın muradını kesin olmayan bir şekilde içerdiğini ifad eder.401 Diğer taraftan
“murad-ı ilahi”nin mutlak olarak zikredilmediği, tanımda zikredilen “kulun gücü
oranında kesin veya zannı galip delaletiyle bilinmesi bakımından” ifadesinin de bunun
396
Molla Fenari, age, s. 4. (v. 3a).
Molla Fenari, age, s. 4. (v. 3a).
398
Molla Fenari, age, s. 4. (v. 2b-3a).
399
Molla Fenari, age, s. 4. (v. 2b).
400
Molla Fenari, age, s. 4; (v. 2b).
401
Molla Fenari, age, s. 5. (v. 3a).
397
70
için getirildiği402 görülür. O, İmam Maturidî’nin “Te’vilat”ta konuyla ilgili görüşünü
buna delil gösterir. İmam Maturidi, murad-ı ilahi’nin mutlak olarak kastedilmesi
durumunda her müfessire göre bir tefsirin ortaya çıkmaması gerektiğini, Halbuki
durumun bunun aksi olduğunu belirtir. Molla Fenari, Maturidi’nin görüşünü açıklama
anlamında burada müfessirlerde ortaya çıkan farklılığın müfessirlerin farklı hakikatler
(hakikat-i nev’iyye) ortaya koyan kişiler olması anlamında değil, aksine bireysel
özelliklerinden hareketle, farklı bakış açılarının ortaya çıkardığı “cüzî” ihtilaflar
olduğunu zikreder. O, bu görüşü açıklarken “Şeyh”403 diye ifade ettiği Sadreddin
Konevi’den (672/1273) nakilde bulunarak onun “mâliki yevmi’d-din” ayetinin
tefsirinde404 sahih rivayet veya sahih dirayetle405 Kur’an lafzını açıklayan manaların
hepsinin Allah’ın muradı olduğunu ve bunun herkese göre olan hakikatle değil, aksine
kişilerin mertebeleri ve kabiliyetleri ile ilgili olduğunu aktarır.
Molla Fenari’nin tanımda Tefsir’i “marifet” olarak ifade etmesi, bu ilmin
herkesi bağlayacak külliler noktasında yetersiz olduğunu vurgulamak içindir. Zira ilim
denilince akla gelen asıllar, kaideler veya melekenin, Tefsir için birkaç yer hariç söz
konusu olmadığını belirtir.406 Bundan dolayı ilim ifadesi “marifet”le sınırlandırılmıştır.
O, marifet’i “bir delil üzere cüzîlerin idrak edilmesidir”407 şeklinde tarif eder. Ayrıca
bir şeyin gafletten sonra ikinci defa idrak edilmesine de marifet dendiğini,408 bundan
dolayı da Cenab-ı Allah’a “arif” denilemeyeceğini belirtir. Marifeti de içine alan ilim
ise küllileri ve cüzileri idrak edebilecek sıfata sahip olmak demektir.409
402
Molla Fenari, age, s. 5. (v. 3a).
Molla Fenari’nin burada Konevi’yi anması ve ona “şeyh” diye hitap etmesi önemlidir. O, “Şeyhu’lKebir” ifadesiyle de Muhyiddin İbn Arabi’yi kastetmektedir. Haddi zatında bu tavır Osmanlı kuruluş
veya klasik diye ifade edilen dönemin baskın özelliklerindendir. Yani ilim ile irfan mezcedilmeye
çalışılmıştır. Dolayısıyla Molla Fenari’de de bu arka plan temel bir özellik olarak tezahür etmektedir.
404
Bkz. Konevi, Sadreddin Muhammed b. İshak b. Muhammed Sadreddin (672/1273) İ'cazü'l-Beyan fi
Te'vili Ümmi'l-Kur'an (Fatiha Sûresi Tefsiri) çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.
275.
405
"Sahih rivayet ve sahih dirayet" ifadesi Konevi'nin metninde geçmez. Molla Fenari, böylece
Konevi'nin mutlak olarak ifade ettiği şeyi mukayyed hale getirmektedir.
406
Molla Fenari, age s. 5. (v. 3a-3b)
407
Molla Fenari, Füsûlu’l-Bedai fi Usuli’ş-Şerai, I, 5; ayrıca bkz. Teftazani, Şerhu’t-Telvih, s. 10.
408
Molla Fenari, age, s. 15, (v. 9a); Ayrıca bkz. Cürcani, Tarifat, s. 97.
409
Cürcani, age, s. 67.
403
71
Tanımdaki “kulun gücü oranında”, “kesin veya zann-ı galip delaletiyle”
ifadeleri vahdet-i vücut düşüncesinin onun tefsir anlayışındaki etkilerini göstermesi
açısından önemlidir. Zira insanın bilgisi, zikredildiği üzere ancak kendi mertebesine
göredir. Bu mertebelerin her birinin doğru olduğu kabul edildiğinde, bunların hangisinin
Allah’ın muradı olduğu sorusu anlamsız kalmaktadır. Bu farklılıkların hakikat-i
nev’iyye değil, cüzi ihtilaflarla ilgili olduğu şeklindeki ifade de bunu vurgulamaktadır.
Dolayısıyla murad’a ulaşmanın imkânsızlığı sebebiyle kişinin bilgisinin doğruluğu
noktasında, kıstaslar ortadan kalkmaktadır. Fakat Molla Fenari’nin, Konevi’nin
ifadesini “sahih rivayet ve sahih dirayet”le kayıtlaması önemlidir. Diğer taraftan bu
durum, tevil’in sahihliğini ve fasidliğini de meşrulaştıran bir zeminin varlığını kendisi
açısından zorunlu kılar.
ab. Gerekliliği ve Değeri
Molla Fenari ilk olarak ilmin üstünlüğünü Kitap410, Sünnet,411 Eser412 ve
Akıl’dan413 çıkardığı delillerle ortaya koyar.414 O, konunun devamında “ilme niçin
ihtiyaç hissedilir?” sorusunu sorar. Arkasından da şöyle der: Bu, ilmin talep edilme
yönüyle bağlantılı olup iki kısma ayrılır. Birincisi “Âlî” (yüce) diye isimlendirilen,
bizatihi kendisi için istenilen ilimlerdir. İkincisi ise zatı için talep edilmeyip, aksine zatı
için talep edilen şeye vesile olan “alet” ilimleridir.415 Dikkat edilirse onun, ilme niçin
410
İlmin üstünlüğü ile ilgili Molla Fenari’nin zikrettiği ayetler şunlardır: Al-i İmran, 3/18; Nisa, 4/95-96;
Enfal, 8/2-4; Taha, 20/75; Mücadele, 58/11.
411
İlmin üstünlüğü ile ilgili rivayet edip şerh ettiği bazı hadisler şunlardır: Tirmizi, Sünen, İlim, 19; Ebu
Davud, Sünen, İlim, 1; İbn Mace, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebei el-Kazvini (273/887)
Sünenü İbn Mace, Mukaddime, 17; thk Muhammed Fuad Abdülbaki, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabiyye,
Kahire, 1975/1395.
412
Molla Fenari, Eser’de Hz. Ali’den gelen bir rivayeti açıklar. Molla Fenari, Peygamber’den rivayet
edilen hadisle sahabeden gelen rivayeti (Eser olarak nitelemekle) birbirinden ayırmıştır. Eser (Hadis)
için bkz. Alaaddin el-Hindi, age, X, 255, 263.
413
Deliller için bkz. Molla Fenari, age, s. 22-23; (v. 14a-14b).
414
Molla Fenari, age, s. 17-24; (v. 10b-15a).
415
Molla Fenari, age, s. 17; (v. 10b); ayrıca bkz. Molla Fenari, Misbahu’l-Üns, tsh. Muhammed Hacvi,
İntişarat-ı Mevla, Tahran, 1374, s. 583.
72
ihtiyaç hissedilir sorusuna verdiği cevaplar “gaye” kavramıyla ilişkilidir. Zira “talep”
kavramı bir gayeyi vurgulamaktadır.416
Molla Fenari, ayrıca ilmin zatı için talep ediliyor olmasının, onun değerini
gösterdiğini ifade eder. O, ilmin (ve sanatın) değeriyle ilgili olarak şunları söyler: “İlim,
mevzusu sebebiyle değerli olabilir. Mesela, mevzusu kıymetli cevherler olan
kuyumculuk sanatı; mevzusu deri olan dericilikten daha değerlidir. Aynı şekilde ilim,
hedefinin/amacının (maksud) değeriyle de üstün olur. Mesela; insan bedeninin sıhhate
kavuşmasını hedef alan tıp, hedefi etrafı temizlemek olan çöpçülükten daha değerlidir.
Ya da ilme duyulan ihtiyacın şiddeti sebebiyle ilim değerli olur. Mesela; tüm kulların
dünya salahının ve ahiret felahının düzenli olması (intizamı) konusunda kendisine
ihtiyaç duyulan fıkıh, bazı vakitlerde bazı insanların ihtiyaç duyduğu tıptan daha
değerlidir.”417
Molla Fenari, ilmin (ve sanatın) değerinin nasıllığını ortaya koyduktan sonra
konuyu tefsirin değerine getirir. Bu bağlamda tefsirin zatı için talep edilen bir ilim
olduğunu belirtir. Zira Tefsir ilminin mevzusu, her hikmetin ve faziletin kaynağı olan
Kuran’dır. Bu ilmin amacı/hedefi, ilmî ve amelî hikmetlerin elde edilmesi ve “keder
olmayan mutluluk, hastalık olmayan sıhhat, darlığı olmayan zenginlik ve ondan sonra
ölümün olmadığı hayat” şeklinde dört sonucu olan ebedî saadete ulaşmadır. Dinî ‘âcil
ve âcil (tecil edilen) dünyevi kemallerin hepsinin, şer’î ilimlere ve dînî marifetlere
muhtaç olması anlamında Tefsir’e duyulan ihtiyacın şiddetli olduğunu, zira bunun
kaynağının (ِ‫" )ﻟَﺎ ﯾَﺄْﺗِﯿﮫِ اﻟْﺒَﺎﻃِﻞُ ﻣِﻦ ﺑَﯿْﻦِ ﯾَﺪَﯾْﮫِ وَﻟَﺎ ﻣِﻦْ ﺧَﻠْﻔِﮫ‬kendisine önünden ve arkasından hiçbir
batılın ulaşmadığı”418 Allahın kitabını bilmek olduğunu belirtir.419
O, Tefsir ilminin zatı için talep edilme yanında, bir tefsir ürünü olarak zatı için
talep edilen diğer şer’î ilimlerin istinbat mahalli olması sebebiyle bir alet ilmi olarak da
416
İslam düşüncesinde İlimle ilgili tek tasnif bu değildir. Farklı tasnifler için bkz. Tehanevi, Muhammed
b. A'la b. Ali el-Faruki el-Hanefi (1158/1745) Keşşafu Istılahati'l-Fünûn, Dâru Sadır, I-III, Beyrut, I,
3-4.
417
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 17; (v. 10b).
418
Fussilet, 41/42.
419
Molla Fenari, age, s. 17; (v. 10b).
73
kabul edilebileceğini ileri sürer.420 Molla Fenari’nin söylemlerinden anlaşıldığı
kadarıyla burada zikredilen Kur’an’ı kaynak olarak kullanan Fıkıh ve Kelamdır.
Tefsir’in kıymet ve değeri hakkında görüşlerini belirttikten sonra Tefsirin
“ilim” olmasından neyi anlamalıyız? sorusunu kısaca açıklamaya çalışalım. Burada şu
noktayı vurgulamamız gerekir ki o, “ilim”le ilgili yorumlarını vahdet-i vücutçu bir
bağlamda ortaya koymuştur. Vahdet-i vücut geleneğinde, var olan her şey, Allah'ın isim
ve sıfatlarının tezahüründen ibarettir. Bu anlamda “ilim” kavramı, Allah’ın ezeli
bilgisini ifade etmektedir. Dolayısıyla “ilim” Allah Teala için söz konusu olduğunda
hakiki anlamda kullanılmaktadır. İlimle her şeyin küll’deki bilgisi kastedilmektedir.
İnsanlar için ise “ilim” kavramı, mecazî bir anlam taşımaktadır. Bu düşünceye göre
insanlar, bu ezeli ilimden istidatları ve kabiliyetleri oranında bir pay almaktadırlar.
Molla Fenari’nin Tefsir tanımında müfessire vurgu yapması ve kişide bir meleke olarak
kabul edilebilecek vehbi ilmi (marifet) kabul etmesi sebebiyle, tefsiri; (ezeli) ilimden
bir pay alınması anlamında bir ilim olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz.421
Bütün bu zikredilenlerden sonra Tefsir ilminin gerekliliğini ve bu ilmi
öğrenmenin farziyeti konusunu inceleyebiliriz. Molla Fenari, Tefsir’in farz-ı ayn olup
olmamasını Enes b. Malik üzerinden tartışır. Enes b. Malik, Hz. Peygamber’in “ilim
istemek her Müslüman’a farzdır”422 hadisini delil göstererek tefsir ilminin de Farz-ı Ayn
olduğunu belirtir. Molla Fenari ise öncelikle hadiste kastedilenin; yaratıcının, onun
birliğinin, resulünün nübüvvetinin ve zarurat-ı diniyyenin bilinmesi gibi, herkesin dini
konularla ilgili bilmesi gereken hususlar (ilm-i hal) olduğunu belirtir.423
Molla Fenari, Tefsir ilminin farz olmasıyla ilgili; usul-u din, usul-u fıkıh ve
fıkıh ilminin tahsilinin icma ile farz-ı kifaye olmasına dikkat çekerek bu ilimlerin farz-ı
420
Molla Fenari, age, s. 17; (v. 10b).
Vahdet-i Vücut düşüncesindeki ilim algısı için bkz. Ekrem Demirli, Sadreddin Konevi’de Bilgi ve
Varlık, İz yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 63-184. Ayrıca bkz. Molla Fenari, Şerh-i Rubai li Muhyiddini Arabi, s. 41-52.
422
İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 17.
423
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 12; (v. 7b). Molla Fenari, Farz-ı Ayn olan ilmin ne olduğuna dair
Kutu’l-Kulub’tan genişçe nakilde bulunur. Bkz. Mekki, Muhammed b. Ali b. Atıyye el-Harisi Ebu
Talib 386/996, Kutü’l-Kulub (Kalplerin Azığı), I-II, çev. Yakup Çicek, Umran Yayınları, İstanbul,
1998, I-II, 77-270. (31. Bölüm) Molla Fenari için bkz. Aynu’l-A’yan, s. 26-27; (v. 16a-16b).
421
74
kifaye olduğu yerde, tedvin edilmiş olan (müdevven) Tefsir İlminin de farz-ı ayn
olamayacağını ifade eder. Zira Molla Fenari, Tefsir ilminin özel bir delille
bilinebileceğini ya da (‫“ )ﻓَﺎﺳْﺄَﻟُﻮاْ أَھْﻞَ اﻟﺬﱢﻛْﺮِ إِن ﻛُﻨﺘُﻢْ ﻻَ ﺗَﻌْﻠَﻤُﻮن‬Bilmiyorsanız zikir ehline
sorun”424 ayetinde ifade edildiği üzere tefsiri, zikir ehline sormanın yeterli olacağını
belirtmiştir.425
Özetle; Molla Fenari, tefsir ilminin gerekliliğine dair bilgi vermeden önce
konuyu ilim öğrenmenin niçin gerekli olduğuna getirir. İlmin, ya zatı için talep edilen
yüce (Âlî); ya da zatı için talep edilen şeye vesile olan alet (alî) ilmi olduğunu belirtir.
Tefsirin ise bizatihi Kur’an’ı inceliyor olmasıyla, yüce bir ilim olduğuna işaret eder. O,
Tefsir’in ilim olmasını vahdet-i vücut düşüncesiyle bağlantılı olarak açıklar. Devamında
tefsiri bilmenin gerekli olup olmamasına dair bilgiler verir.
ac. Kaynakları
Molla Fenari, Tefsir ilminin kaynaklarından önce tefsir yapmanın meşruiyeti
ile ilgili, iki temel görüş üzerinde durmaktadır.
Bunlardan ilki, tefsirin sadece rivayetle olabileceğini kabul eden görüştür. O,
bu görüş sahiplerinin kendilerine referans olarak sadece rivayeti esas aldığını ve reyle
tefsir yapmadıklarını belirtir.426 İkincisi ise, geniş bilgi sahibi olan kişinin rivayet’in
yanında kendi ilmî derinliğiyle tefsir etmesinin caiziyyetini kabul eden görüştür. 427 Bu
ikinci görüşte zikredilen “rivayetin yanında” ifadesi önemlidir. Zira ona göre bu görüş
sahipleri, rivayeti dikkate almaksızın bir tefsir eyleminde bulunmamalıdırlar.
Molla Fenari, kendisinin ikinci görüş taraftarı olduğunu belirterek Tefsir’in
caiziyyeti noktasında yalnızca rivayetle yetinilmemesi gerektiğini düşünmektedir. O,
içtihadın imkanını ortaya koyan (ُ‫وَﻟَﻮْ رَدﱡوهُ إِﻟَﻰ اﻟﺮﱠﺳُﻮلِ وَإِﻟَﻰ أُوْﻟِﻲ اﻷَﻣْﺮِ ﻣِﻨْﮭُﻢْ ﻟَﻌَﻠِﻤَﮫُ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﯾَﺴْﺘَﻨﺒِﻄُﻮﻧَﮫ‬
ْ‫“ )ﻣِﻨْﮭُﻢ‬onu Peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç
424
Enbiya, 21/7.
Molla Fenari, age, s. 12; (v. 7b).
426
Molla Fenari, age, s. 85; (v. 53b).
427
Molla Fenari, age, s. 85; (v. 53b).
425
75
çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı”428 mealindeki ayetin, Kur’an’da içtihatla
hüküm elde etmenin selefin icma’ına delil olduğuna işaret eder.429 İçtihat, O’na göre
lafız ve mana olmak üzere iki noktadan gereklidir. Çünkü insanların çoğu lafız ve
mananın hakikatini anlama noktasında yetersizdir.
Bu girişten sonra Molla Fenari, Kur’an’ın anlaşılmasında müfessir için gerekli
ve aynı zamanda tefsirin kaynağı olan lâfzî ilimlerin sekiz tane olduğunu belirterek,
bunlar öğrenildiğinde Kur’an’ın lafzının anlaşılabileceğini söyler. Bu ilimler şunlardır:
1.
Dil İlmi (sözcükbilim/ilmu’l-luga): Bir metni anlamak evvelemirde
onun dilini bilmek demektir. Dili bilmek ise öncelikle o dilin kelimelerini (müfredat) ve
onların vaz edildikleri manayı bilmeyi gerektirir. Dolayısıyla tefsirde ilk olarak
bilinmesi gerekli olan, bu ilimdir.
2.
İştikak İlmi: Bir kelimenin anlamını bilmek için onun hangi kökten
türediğinin bilinmesi ve bu kelimenin geçirdiği anlam safhaları hakkında bilgi sahibi
olmak lazımdır. Nitekim Molla Fenari iştikakı, lafzî delaletler arasındaki münasebet
olarak tanımlamaktadır.
3.
Sarf İlmi: Kelimenin çatısı, yapısı, sigası ve kalıpları hakkında bilgi
veren sarf ilmi, Türkçedeki çekim, kip ve çatı bilgilerinin karşılığıdır. Bu bilim, Kur’an
kelimelerinin yapısının başka bir ifadeyle delaletinin isabetli olması için gereklidir.
Nitekim Molla Fenari de Kur’an’daki lafzın “Asıl mana” diye isimlendirilen şeye vaz
olunmasına delaleti bakımından irab ve bina dışındaki lafzın halleriyle ilişkili olursa,
sarf ilminin gerekli olduğunu söyler.
4.
Nahiv İlmi: Lafızlar ve kelimeler cümle içerisinde elde edilmek
istenen manaya göre yerleştirilirler. Bu eylemi yerine getiren nahiv ilmidir. Molla
Fenari de bu ilmi, lafzın halleriyle ilişkili olan irab ve bina şeklinde ifade etmektedir.
5.
İlmu’l-Meâni: Sözün muktezâ-i hal’e göre uygunluğunu ve kuruluş
biçimlerinin özelliklerini ortaya koyan bir ilimdir.
428
429
Nisa, 4/83
Molla Fenari, age, s. 85; v. 53b.
76
6.
İlmu’l-Beyân: Sözün açık ve kapalı muhtelif ifade yolları bakımından
kuruluş tarzındaki farklılıklarını incelemektedir.
7.
İlmu’l-Bedî: Sözün lafzî veya manevi güzelliğini ifade etme yollarını
inceleyen ilimdir.
8.
Kırâat İlmi: Kur’an lafzının delaletiyle değil de Kur’an kelimelerinin
telaffuzunu ve edasını, doğru biçimde okunmasını inceleyen bir ilimdir. Nitekim Molla
Fenari, Kur’an’a has olan telaffuzunun keyfiyetiyle ilişkili olursa “ilm-i kırâat”in
gerektiğini vurgular.430
Molla Fenari’ye göre, sözü edilen bu sekiz ilimden sonra ayrıca manayı
anlayabilmesi için müfessirin şu sekiz ilmi de bilmesi gereklidir. Bu ilimler şunlardır:
1.
Kıssalar ve Haberler İlmi: O, esbab-ı nüzûlle ve Kur’an’da geçmiş
ümmetlerin yaşamlarıyla ilgili zikredilen kıssaların açıklamalarına dair rivayetlerin bu
ilimle ortaya konulduğunu belirtir.
2.
Hadis ilmi: Vahyin muhatabı olan ve aynı zamanda teşrî’in ikinci
kaynağı olan Peygamber’in ayetleri tefsir etmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Nitekim
(ْ‫“ )ﻟِﺘُﺒَﯿﱢﻦَ ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﻣَﺎ ﻧُﺰﱢلَ إِﻟَﯿْﮭِﻢ‬İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için”431 mealindeki
ayette ifade edildiği gibi Kur’an’ın mücmelini ve mübhemini beyan eden
Peygamber’den ve vahye şahit olan sahabeden nakledilen sünnetlerin bilgisi için bu ilim
gereklidir.
3.
Kelam İlmi: Dini inançları dini delillerle temellendirmek, inanç
esaslarını aklî delillerle ispat etmek, bidatçileri reddetmek amacıyla hem kural koyucu
hem de savunucu bir ilim olan Kelam ilmi, Molla Fenari’ye göre akidelerle ilgili
ayetlerin aklî bir tanım ve nazarî bir gayretle ve burhanlardan etkilenme sonucu bir
teemmülle ilişkili olursa gerekli olur.
430
431
Molla Fenari, age, s. 86-87; (v. 54b).
Nahl, 16/44.
77
4.
Hakikat İlmi: (İlm-i Mevhibe) İnsanın kendi kazanımlarıyla elde
edemeyeceği; iyi niyet ve samimi davranışlarıyla kalbinde inşirahın ortaya çıkması
olarak ifade edebileceğimiz mevhibe, ayetlerin ilahî ilham veya rabbânî bir vehble
ilişkili olarak yorumlanışını ifade eder.
5.
Fıkıh Usulü: Müçtehidin şer’î-amelî hükümleri tafsîlî delillerden
çıkarabilmesini sağlayan kuralları bilmek olup işin nazarî boyutunu oluşturur. Molla
Fenari ise Fıkıh Usulünü; nâsih’in mensûh’a, amm’ın hass’a, mutlak’ın mukayyed’e,
mücmel’in mübeyyen’e, ibare’nin; işaret’e, delalet’e, iktiza’ya ve sayılamayacak kadar
bir çok yerde kıyasa nispeti gibi lafzi delaletlerden feri hükümleri istinbat etmede
gerekli olan genel usuller ve kaideleri bilme olarak tanımlar.
6.
Muamelât ve Maslahat İlmi: Molla Fenari’ye göre müfessirin
yararlandığı bir diğer ilim Fıkıh usulünde elde edilen teorik kaidelerin çevresine
uygulanması sonucu ortaya çıkan muamelât ve maslahat’tır.
7.
İbadetler ve Ahlak İlmi: Yine Fıkıh usulü kaidelerinden elde edilen
teorik kaidelerin nefsin yönetimi için kullanılması sonucu ortaya çıkan ilme “ilm-i
ibadât ve’l-Ahlak” denir. Bu da müellife göre tefsir için gereklidir.
8.
İlm-i Tezkir: Ayet-i kerimeden hareketle başkalarını teşvik (terğib) ve
uyarmak (terhib) için zikredilen bilgilere “ilm-i Tezkir” denir. Molla Fenari, bu sekiz
ilmi, Kur’an’ın mana olarak anlaşılmasında faydalı olan ilimler olarak kabul eder.432
Molla Fenari’ye göre kim bu on altı ilmi öğrenirse (istikmal) tefsir ilminde
gerekli olan referanslara sahip olur. Bu ilimlerde nakıs olan kimse ise Kur’an tefsirinde
marifet sahibi olamaz. Bu kişinin noksanlığını hissetmesi, erbabından yardım istemesi
ve gerektiğinde onlardan iktibasta bulunması zorunludur. Böylece bu kişi de, Allah’ın
izniyle Kur’an’ı kendi reyiyle tefsir yapan kimselerden olmaz.433
Molla Fenari, zikredilen alet ilimlerini öğrenmeden kendi re’yiyle söz
söyleyenlerin delile dayanmaksızın kendi zan ve tahminleriyle tefsir yaptıklarını iddia
432
433
Molla Fenari, age, s. 87; (v. 54b-55a).
Molla Fenari, age, s. 87; (v. 55a).
78
etmektedir. O’na göre bu kişiler isabet etseler bile azabı hak ederler. Çünkü onlar,
kendilerini, vahiy sahibinin yerine koymaktadırlar.434 O, böyle bir ithamın sebebi
olarak, Resule arkadaşlık yapan, vahye ve nüzûle şahit olan selefin anlayışını değil de,
kişinin kendi anlayışını dikkate almasını gösterir.435 O’na göre Kur’an tefsiriyle meşgul
olan kişi, kendini beğenme gibi nefsinin şerlerinden sakınmak için Allah Teala’ya takva
ile sığınmalıdır.436
Bütün bu değerlendirmelerden sonra tefsir ilmi için sunduğu referanslarla ilgili
muhtemel bir soruyu sorur ve ardından onu cevaplandırır. Bu soru, zikredilen on altı
ilmin aslında usul-u fıkhın gayesi ve ondan elde edilen şeyler olması sebebiyle tek bir
ilim altında toplanacağı, dolayısıyla diğerlerinin sayılmasının gereksiz olacağı
şeklindedir. Usul-u fıkha bu şekilde bir anlam yükleme, temelde Tefsirin de ortaya
koymaya çalıştığı lafız ve mana ile ilgili sorulara cevap vermesiyle ilgilidir. Bu, tefsirin
imkanını ve sahasını ortaya koyma noktasında önemli görünmektedir. Zira soru, fıkıh
usulünün
bilinmesinin
müfessir
için
yeterli
alt
yapıyı
sağladığı
iddiasını
barındırmaktadır.
Molla Fenari bu soruya Kur’an’ın acayipliklerinin ve garipliklerinin sona
ermeyen bir deniz olmasından dolayı ondan faydalanmadaki gayretin, hüküm
çıkarmadaki ihtimamın bir sonuca (had) ulaşamayacağı şeklinde cevap verir. Nitekim
O, müfessirin, selefin istinbat ettiği hakikatler yanında kapalılıkların anlaşılmasında, bir
fikir ve sahih bir yöntem alamadıklarında ayetlerin işarî rümuzlarıyla ilgili hazineyle
ilgilenmekten geri durmadıklarını da ifade eder. Zira Molla Fenari’ye göre ilahi feyiz
sınırsızdır ve rabbânî lütuf da kapalı değildir.437 Dolayısıyla O, Fıkıh Usûlünü bilmenin
tefsir için yeterli olması noktasında olumlu düşünmemektedir. Zira lafız ve mana ile
ilgili verilen usûl bilgileri ona göre yeterli olmamaktadır.
Aslında bu, diğer taraftan Molla Fenari’nin başta tartıştığı şeye tekrar geri
dönmesi anlamına da gelebilir. Zira biz, rivayetin dışında Tefsir’e referans kabul
434
Molla Fenari, age, s. 87; (v. 55a).
Molla Fenari, age, s. 88; (v. 55a).
436
Molla Fenari, age, s. 87-88; (v. 55a
437
Molla Fenari, age, s. 88; (v. 55a-55b).
435
79
etmezsek, o zaman tefsir’in rivayet dışında yeni bir şey söylemediği anlamına vurgu
yapmış olacağız. Ancak, burada Molla Fenari’nin ikinci görüş taraftarı olduğu
unutulmamalıdır. Dolayısıyla tefsir’in yeni bir şeyler sunması bir anlamda gereklidir.
Başka bir ifadeyle Tefsir, ilahî ilmin tezahürünün ortaya çıkışının sunumudur. Cenab-ı
Allah’ın isimlerinin tezahürü ve taayyünü devam ettiği sürece tefsir de varlığını
sürdürecektir. Nitekim Molla Fenari'nin Kur’an’la ilgili zikrettiği acayipliklerin ve
garipliklerin sona ermediği bir deniz olması da bunun yansımasıdır. Bu anlamda tefsir,
ucu açık bir süreçtir ve insanoğlu var olduğu sürece de devam edecektir.
b. Tevil
ba. Tanımı
Tevil’in köküyle ilgili kaynaklarda iki görüş zikredilir. İlki çevirmek,
döndürmek anlamlarına gelen “evl” kökünden türediği şeklindedir.438 İkincisi ise,
siyaset ve uzaklaştırmak (yüz çevirmek) anlamlarına gelen “iyâle” kökünden
türemesidir.439
Terim anlamı ise, zahir olan ifadenin muhtemel olan mercuha (tercih edilen)
hamledilmesi şeklindedir. Konuyla ilgili kavramsal tartışmaların tefsir-tevil ayrımında
yapılacağını belirterek bu kadarıyla yetiniyoruz.
bb. Meşruiyeti
Molla Fenari, tevil'in meşruiyetiyle ilgili iki görüşün ön plana çıktığını
zikrederek ya yalnızca sahih nakille ya da sahih naklin yanında sahih akılla
yapılabileceğini söyleyerek kendisinin ikinci görüş taraftarı olduğunu zikreder. O,
438
İbn Manzur, Ebu’l-Fazl Cemaleddin Muhammed b. Mükrim el-İfriki el-Mısri, Lisanu’l-Arab, Daru
Sadır, 3.Bsk., Beyrut (1414/1994), XI, 32; Cevheri, Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabi, (400/1009)
Tacü’l-Lüga ve Sıhahi’l-Arabiyye= es-Sıhah, Thk. Şihanuddin Ebu Amr, I-II, Beyrut: Daru’l-Fikr,
1418/1998, II, 1226; İsfahani Ragıb, Ebu’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal, (502/1108),
Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, Thk. Safvan Adnan Davudi, Dimeşk: Daru’l-Kalem, 1992, s. 99.
439
İbn Manzur, age, XI, 34; Cevherî, age, II, 1227; Zemahşeri, Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer
b. Muhammed, (467/1075-538/1144) Esasu’l-Belaga, Thk. Mezid Naim, Şevki Maarri, Beyrut:
Mektebetü Lübnan, 1998, s. 20. Molla Fenari, age, s. 7. (v. 4a-4b).
80
konuyla ilgili önce birinci görüşün delillerini sıralayarak onları değerlendirir.440
Naklettiği deliller arasında ilk sırayı hadisler alır. Bu hadislerden bazıları şunlardır: İbn
Abbas’tan (ra); rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sav): "Kim kendi reyiyle
Kur'an'ı tefsir ederse Cehennemdeki yerine hazırlansın"441 buyurmaktadır. Başka bir
rivayette bu hadis "ilimsiz bir şey söylerse"442 şeklindedir. Cündeb'den (ra) rivayet
edilen diğer bir hadiste ise Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Kur'an’da
(tefsirinde) kendi görüşünü söyleyen kimse isabet etse de hata etmiştir."443
O, Peygamberimizin "kim Kur'an'ı kendi reyiyle tefsir ederse" hadisiyle ilgili
farklı anlamların söz konusu olduğunu söyler ve hadiste sözü edilen muhatapları dört
kısma ayırır. İlki; hadiste zikredilen rey’in, herhangi bir delil gösterilmeksizin kendi
bilgisine (havatır) hamleden kimselerdir. Bu kişi, doğruya isabet etse de delil noktasında
hata etmiştir. İkincisi; kendi reyini ve mezhebini Kur'an'a mi’yar (ölçü/kıstas) kılan
kimselerdir.
Üçüncüsü,
insanların,
bilme
ihtiyacı
hissetmediği
müteşabihleri
yorumlayanlardır. Dördüncüsü ise kendi içtihadını, Kur'an'a önceleyen kimselerdir.444
Diğer bir rivayet, Hz. Ebu Bekir'e (ra) (ً‫" )وَﻓَﺎﻛِﮭَﺔً وَأَﺑّﺎ‬Meyveler, çayırlar
bitirdik"445 ayeti hakkında sorulduğunda, "Allah'ın kitabı hakkında bilmediğim bir şey
söylersem hangi gök beni gölgelendirir ve hangi arz beni üzerinde taşır"446
buyurmasıdır. Molla Fenari, Hz. Ebubekir'in sözünün açık olduğunu belirterek
değerlendirmede bulunmaz.
440
Molla Fenari,age, s. 8; (v. 5a) Ayrıca bkz. Ebû Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed
Nesefi (537/1142) et-Teysir fi’t-Tefsir, v. 1b. Süleymaniye Kütüphanesi Tarhan Valide Sultan no:115.
441
Tirmizi, Sünen, Tefsiru’l-Kur’an, 1.
442
Tirmizi, Sünen, Tefsiru’l-Kur’an, 1; Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eşŞeybani (241/855) el-Müsned, I-X, thk Sıdki Muhammed Cemil Atar, Dârü'l-Fikr, Beyrut, 1991, I,
501, 578, 692.
443
Ebu Davud, Sünen, İlim,5; Tirmizi, Sünen, Tefsiru’l-Kur’an, 1.
444
Molla Fenari, age, s. 9; (v. 5b).
445
Abese, 80/31.
446
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrâhim (235/849) el-Kitâbü'l-Musannef fi'lEhâdîs ve'l-Asar, I-VII, ; haz. Kemal Yusuf Hut, Dârü't-Tac, Beyrut, 1989, VI, 136.
81
Görüldüğü üzere O, aklî teville ilgili menfi delilleri ve değerlendirmeleri
zikretmekte ve re’yin meşruiyeti hakkında ise onun caiz olduğu ile ilgili kitap, haber
(sünnet), eser (tarih) ve icma delillerini sunmaktadır.447
Kitapla ilgili olarak müellif, Kur'an üzerinde düşünmeyi, manalarına vukûfiyet
sağlamayı, ondan hüküm çıkarmayı (istinbat) ve insanlara açıklamayı (tebyin) teşvik
eden ayetlerin çok olduğu görüşündedir.448
Sünnetle ilgili olarak ise; Resulullah'ın (sav): "Yeryüzünden kaldırılan şeylerin
ilki ilimdir” buyurması üzerine bazı sahabîler: "Ya Resulallah! Kur'an kalkacak mı?"
dediler. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Hayır, fakat onun tevilini bilen kimseler
ölecek. Geriye kendi hevalarına göre tevil etmeye çalışan bir topluluk kalacaktır."449
hadisini zikretmektedir.
Başka bir hadiste İbn Abbas'tan rivayetle Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Kur'an, yumuşak başlıdır, (boyun eğmektedir) çok anlamlıdır. Onun anlamlarını en
güzeline hamlediniz"450 Molla Fenari, hadis'in şerhiyle ilgili olarak da şunları zikreder:
"Onun anlamlarını en güzeline hamlediniz" sözü, manaların en güzeliyle onu
anlamlandırırız veya ruhsatlarla değil, azimetle; intikamla değil, affetmenin en güzeliyle
amel ediniz, demektir. O, hadisteki "yumuşak başlıdır" (zelül) ifadesinin farklı
okumaların mümkün olması veya müçtehitler için anlamının açık olması manasında
olabileceğini; "çok anlamlıdır” (zü vucûhin) ifadesinin ise kelimelerinin birçok anlama
müsait olması sebebiyle benzersizliği veya emir, nehiy, va'd vb. gibi birçok vechi bir
arada toplaması anlamında olabileceğini belirtir.451
447
Molla Fenari, age, s. 8. (v. 5a)
Molla Fenari, age, s. 8. (v. 5a).
449
Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur ed-Dürrü'l-Mensur fi't-Tefsiri'l-Me'sur, I-VIII, Dârü'l-Fikr, Beyrut,
1983, II, 69.
450
Darekutni, Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed (385/995), Sünenü’d-Darekutni, I-IV, Abdullah
Haşim Yemani Medeni, Daru’l-Mehasın, Medine, 1966/1386, IV, 144-145.
451
Molla Fenari, age, s. 8. (v. 5a).
448
82
Eser'le ilgili olarak ise İbn Mesud'un "Kim ilim isterse Kur'an'a baksın"452 ve
Hz. Ali'nin de "Hiçbir şey yoktur ki Kur'an'da onun bilgisi olmasın. Fakat insanların
görüşleri onu anlamaktan aciz oldular." sözünü delil olarak sunar.453
Molla Fenari, ayrıca İbn Abbas’tan rivayet edilen tefsirle ilgili meşhur dörtlü
tasnifi zikrederek454 değerlendirmelerde bulunur: O’na göre birinci kısım lugatın
hakikatleri, ikinci kısım tevhid’in ve şeriatların asılları, üçüncü kısım ahkamın furuu ve
muhtemel anlamların tevili, dördüncü kısım kıyamet vakti ve kıyametin şartlarının
ortaya çıkması gibi gayble ilgili konulardır. O, İbn Abbas'ın hadisiyle ilgili cahilliği
sebebiyle kişinin özürlü sayılamayacağı kısmın farz-ı ayn olduğunu; alimlerin bildiği
kısmın ise farz-ı kifaye olduğunu belirtir.455
İcma ile ilgili olarak da müfessirlerin her daim Kur’an’ı tefsir etmekten geri
durmadıklarını da belirtir. Son olarak O, usulcülerin, Tevil’i, sahih ve fasid olarak iki
kısma ayırdığını; ilkine “münkad”; ikincisine ise “müstekreh” dediklerini nakleder.
Devamında makbul olanın (münkad), kendisinde hoşlanılmayan bir şeyin sunulmadığı
tevil olduğunu belirtir ve bunları şu şekilde sıralar:
1. Lafzın Müşterek olması. Mesela (ُ‫“ )ﻻﱠ ﺗُﺪْرِﻛُﮫُ اﻷَﺑْﺼَﺎر‬gözler onu görmez”456
ayetinde gözlerden kasıt gözün kendisi mi yoksa kalp mi olduğu gibi.
2. Nazım Zorunluluğu. (‫“ )وَأُوْﻟَﺌِﻚَ ھُﻢُ اﻟْﻔَﺎﺳِﻘُﻮنَ إِﻟﱠﺎ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﺗَﺎﺑُﻮا ﻣِﻦ ﺑَﻌْﺪِ ذَﻟِﻚَ وَأَﺻْﻠَﺤُﻮا‬Onlar
yoldan çıkmış kimselerdir. Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun
452
Taberani, Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyub el-Lahmi (360/971), el-Mu'cemü'l-Kebir, IXXV, thk. Hamdi Abdülmecid Selefi, 2. Bsk, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1984/1404, IX, 136;
Beyhaki, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (458/1066) Şuabü'l-İman, I-VII, thk. Ebû Hacer
Muhammed Zaglul, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990/1410, II, 332; Heysemi, Ebü'l-Hasan
Nureddin Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman (807/1405) Mecmaü'z-Zevaid ve Menbaü'l-Fevaid, I-X, 2.
baskı, Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, Beyrut, 1967, VII, 165.
453
Molla Fenari, age, s. 8. (v. 5a).
454
İbn Abbas, Tefsiri dört kısma ayırır: “1. Arapların kelamları olmaları sebebiyle bildikleri kısım. 2. Hiç
kimsenin cehaleti sebebiyle özürlü sayılamayacağı kısım 3. Alimlerin bildiği kısım 4. Sadece Allah
Teala’nın bildiği kısım” Bkz. Taberi, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid (310/923)
Câmiü'l-Beyân fî Tefsiri'l-Kur'ân, I-XXX, Dârü'l-Fikr, Beyrut, 1984, I, 34; İbn Kesir, Ebü'l-Fida
İmadüddin İsmail b. Ömer (774/1373) Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azim, I-IV, 2. Baskı, Dârü'l-Ma'rife,
Beyrut, 1988, I, 7.
455
Molla Fenari, age, s. 8-9; (v. 5b).
456
Enam, 6/103.
83
dışındadır”457 mealindeki ayette istisna sadece matuf olan fasıllara mı (yalnızca yoldan
çıkıp sonra tevbe edenler mi) yoksa herkesi (yoldan çıkmış olsun ya da olmasın) içine
katıp katmadığı ile ilgili olması gibi.
3. Mananın kapalı ve lafzın özlü/kısa olması. ( ٌ‫)وَإِنْ ﻋَﺰَﻣُﻮا اﻟﻄﱠﻼَقَ ﻓَﺈِنﱠ اﻟﻠّﮫَ ﺳَﻤِﯿﻊٌ ﻋَﻠِﯿﻢ‬
“Şayet boşanmaya kararlı iseler, bilsinler ki Allah şüphesiz işitir ve bilir”458 mealindeki
ayet gibi.
Molla Fenari, münkad tevil’in, (ِ‫“ )ﻟﱢﯿَﺪﱠﺑﱠﺮُوا آﯾَﺎﺗِﮫِ وَﻟِﯿَﺘَﺬَﻛﱠﺮَ أُوْﻟُﻮا اﻟْﺄَﻟْﺒَﺎب‬ki ayetlerini
düşünsünler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar”459 mealindeki ayette ifade edildiği gibi
aklî bir şey olursa anlaşılmasında akli delillere bakılması gerektiğini; şer’î bir şeyle
ilgili olursa; anlaşılmasında muhkem bir ayete veya mübeyyen sünnete başvurulmasının
zorunlu olduğunu; İtikadî haberlerden olursa; aklî delillere (hucec); İtibarî haberlerden
ise; kıssalarda açıklanan sahih haberlerin dikkate alınmasının gerektiğini belirtir.460
O, müstekreh teville ilgili tedavülde olan süslü yalanlara dayandırılması
sebebiyle bunun çirkin sayılan şeylerde olduğunu ve dört kısma ayrıldığını ifade eder.
1. Mutlak’ın delilsiz bir şekilde takyid edilmesi. ( ُ‫ﻓَﺈِنﱠ اﻟﻠﱠﮫَ ھُﻮَ ﻣَﻮْﻟَﺎهُ وَﺟِﺒْﺮِﯾﻞُ وَﺻَﺎﻟِﺢ‬
ٌ‫“ ) اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ وَاﻟْﻤَﻠَﺎﺋِﻜَﺔُ ﺑَﻌْﺪَ ذَﻟِﻚَ ﻇَﮭِﯿﺮ‬Allah, onun dostu, bundan başka Cebrail, iyi müminler ve
melekler de yardımcısıdır”461 mealindeki ayette "müminlerin salihi (iyi müminler)"
ifadesiyle kastedilenin Hz. Ali olduğunu söylemeleri gibi.
2. İki ayet arasını telfikle: Bazı müfessirlerin (ٌ‫“ )وَإِن ﻣﱢﻦْ أُﻣﱠﺔٍ إِﻟﱠﺎ ﺧﻠَﺎ ﻓِﯿﮭَﺎ ﻧَﺬِﯾﺮ‬Geçmiş
her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı buluna gelmiştir”462 ayetiyle ( ‫وَﻣَﺎ ﻣِﻦ دَآﺑﱠﺔٍ ﻓِﻲ‬
‫“ )اﻷَرْضِ وَﻻَ ﻃَﺎﺋِﺮٍ ﯾَﻄِﯿﺮُ ﺑِﺠَﻨَﺎﺣَﯿْﮫِ إِﻻﱠ أُﻣَﻢٌ أَﻣْﺜَﺎﻟُﻜُﻢ‬Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki
kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar”463
457
Nur, 24/4-5.
Bakara, 2/227.
459
Sad, 38/29.
460
Molla Fenari, age, s. 7; (v. 4b).
461
Tahrim, 66/4.
462
Fatır, 35/24.
463
Enam, 6/38.
458
84
ayetini teflik ederek canlıların tamamının dini konularda mükellef olduğunun
söylenmesi gibi.
3. Yalan haberle: (ٍ‫“ )ﯾَﻮْمَ ﯾُﻜْﺸَﻒُ ﻋَﻦ ﺳَﺎق‬Saktan keşfolunacağı (gerçek bütün
çıplaklığıyla ortaya konulup iş büyümeye başladığı) gün”464 mealindeki ayette
kastedilenin mevzû bir hadise dayanılarak özel yırtıcı bir hayvan/kuş olduğunu
söylemeleri gibi.
4. Bilinmeyen bir istiare ve bilinmeyen bir iştikakla: Bakar’la (inek) kast
edilenin, ilimleri kısımlara ayıran bir insan olması. Hüdhüdle kastedilenin, araştırması
ve tetkiki iyi olan insan olması gibi.465
Sonuç olarak müellif, tevilin sahih nakil ve sahih akıl gibi şartları taşıması
şartıyla birlikte tevilin meşruluğunun açık ve gerekli olduğu kanaatindedir. Onun
konuyla ilgili zikrettiğimiz delilleri de bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
bc. Anlam Mertebeleri
Anlam mertebeleri, Molla Fenari’nin Tefsir düşüncesinin vahdet-i vücut
düşüncesiyle birleştiği temel noktalardan biridir. Buradaki temel tartışma, farklı
yorumların imkanını ortaya koyma şeklinde tanımlanabilir.
O, anlam mertebelerinin meşruluğunu Resulullah'ın “Kur'an yedi harf üzerine
indirildi. Her ayetin zahrı ve batnı vardır.466 Her haddin de matla'ı vardır.”467 hadisine
dayandırır. Müellif, zikredilen hadis'in şerhine dair Begavi'nin görüşlerini sunarak468
onları değerlendirir. O’na göre zahr diye isimlendirilen, Arapların vaz ettiği hakiki
manalar olabilir. Zira işiten için ilk ortaya çıkan şey, budur. Seleften rivayet edilen
464
Kalem, 68/42.
Molla Fenari, age, s. 7; (v. 4b-5a)
466
İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban b. Ahmed et-Temîmî (354/965) Sahihu İbn Hibban, IXVI, thk. Şuayb el-Arnaut, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1984, I, 243; Taberani, el-Mu'cemü'l-Evsat,
I-XI, thk. Mahmûd b. Ahmed Tahhan, Mektebetü'l-Maârif, Riyad, 1985/1405, I, 433; Ebû Ya'la elMevsıli, Ahmed b. Ali b. el-Müsenna (307/919) Müsnedu Ebî Ya'la el-Mevsıli, I-XVI, thk. Hüseyin
Selim Esed, Dârü'l-Me'mun li't-Türas, Dımaşk, 1986, IX, 81-83; 278.
467
Heysemi, age, VII, 152. Konuyla ilgili başka bir rivayette "her harfin haddi, her haddin matla'ı vardır".
Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, X, 105.
468
Bkz. Begavi, age, I, 35-36.
465
85
tefsîrî manalar ise batn'dır. Çünkü kelamdan murad onun ruhudur. Molla Fenari, vaz
edilen anlam dışında mecazî manaya geçme ve kişinin birikimiyle bağlantılı olarak
mecazi manadaki farklılık sonucu oluşan tevilî manaları matla' diye tanımlar. Söz
konusu mecazi anlam vecihlerinin her biri ise ona göre hadlerdir.469 Müellifin konuyla
ilgili değerlendirmeleri, öncelikle vahdet-i vücut düşüncesini dikkate almaksızın
oluşturduğu yorumlarıdır.
Bu açıklamalardan sonra Molla Fenari, konuyu Vahdet-i Vücut düşüncesine
getirir. O, vahdet-i vücut ekolünün önemli temsilcilerinden olan Konevi'nin "Fatiha
Sûresi Tefsiri"nden zahr, batn, had ve matla' ile ilgili nakilde bulunur.470 Ayrıca anlam
mertebelerine dair batnın yedi471 olduğunu zikreder.472 Molla Fenari, devamında anlam
mertebelerinde temel bir nokta olan sıfatlar meselesine girer. Nitekim Konevi’ye göre
anlam mertebeleri küllî hazretlerin taayyünü gibi Allah'ın "mütekellim" isminin
tecellisiyle açık ve gizli olarak taayyün etmiş Kur'anî mana mertebelerinden ibarettir.473
Sıfatların, bunlarla vasıflanan ve nitelenen kimseye tabi olduğunu nakleden
Fenari; ilmin, Allah'a nispet edilen sıfatlardan birisi olduğunu, dolayısıyla ilmin, Hakka
nispet ve izâfe edilmesinin, en eksiksiz, kâmil ve üstün tarzda olması gerektiğini
zikreder. Nitekim Konevi’den naklen O, hiç kimsenin tevili ve anlayışının Allah’ın
ilminin dışında olmadığını zira Hakk’ın ilminin, kendisinin de haber verdiği ve
bildirdiği gibi her şeyi kuşatması sebebiyle fıtratların iman nuruyla, selim akılların
burhan nuruyla, kalbler ve ruhların ise müşahede ve “iyan” nuruyla buna şahit
olduklarını ifade eder. Konevi, ilmin bir nispeti olan Allah'ın “kelam” sıfatının Kur'an'ı
da ihata edici olduğunu belirtir. Nitekim Allah, şu ayette buna dikkat çekmiştir: ( ‫ﻣﱠﺎ َﻓﺮﱠﻃْﻨَﺎ‬
ٍ‫“ )ﻓِﻲ اﻟﻜِﺘَﺎبِ ﻣِﻦ ﺷَﻲْء‬Kitapta hiç bir şeyi ihmal etmedik”474 Bu konudaki başka bir ayette de
469
Bkz. Molla Fenari, age, s. 9; (v. 6a).
Bkz. Molla Fenari, age, s. 9-10; (v. 6a-6b).
471
Diğer bir rivayete göre de 70 olduğu belirtilmektedir.
472
Molla Fenari, age, s. 10; (v. 6b).
473
Bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 321-322.
474
En'am, 6/38.
470
86
(ٍ‫“ )وَﻻَ رَﻃْﺐٍ وَﻻَ ﯾَﺎﺑِﺲٍ إِﻻﱠ ﻓِﻲ ﻛِﺘَﺎبٍ ﻣﱡﺒِﯿﻦ‬Kuru ve yaş hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta
bulunmasın”475 buyrulmaktadır.
Molla Fenari, Konevi'nin bu ifadelerden çıkardığı sonucun, Kuran'da bulunan
herhangi bir kelimenin dilde çeşitli manalarının var olması durumunda, bütün bu
anlamların Hak tarafından kast edilmiş olduğunu belirtir. Nitekim Konevi, "Herhangi
bir kimse, Hakkın kelamına dair Kuranın nazil olduğu dilin gerektirdiği kesin kurallara
ters düşmeyen bir şeyi söylerse, bu yorum haktır ve Allah’ın irade ettiği şeydir."
demektedir.476 İbn Arabi, Konevi ve Molla Fenari'nin bu söylemle tefsir geleneğinde
ortaklaşa buluştuğu nokta, hangi anlam türü olursa olsun lafzî anlamın merkezde
olmasıdır. Nitekim yukarıda Konevi'nin, Kur'an'ın indiği dil ve kesin şeri kurallar
şeklindeki vurgusu da bunu ihsas ettirmektedir. Konevi, kelimelerin bazı anlamlarının,
bazı ayet ve sûrelerdeki bağlamlarında daha uygun ve karinelerden açığa çıkan çeşitli
nedenlerden dolayı daha münasip olabileceğini belirtir. Bu karineler arasında, nüzül
sebepleri, âyetin, kıssanın ve hükmün siyak ve sibakı veya muhatapların ve onların
öncülerinin daha yaygın ve meşhur olan anlamı dikkate almasını vb. zikredebiliriz. 477
Molla Fenari, anlam mertebelerindeki farklılıkla (teveccüh) ilgili olarak da
Konevi'nin Fatiha Tefsirinden faydalanır. Konevi, teveccüh sahiplerinin; kalplerinin,
ruhlarının, nefislerinin ve tabiatlarının kendilerine hakim olan sıfat ve hallerin
hükümleri cihetinden onların yönü (kıble) olduğunu belirtir. Bundan dolayı her
teveccüh sahibinin yönü, teveccüh haline işaret eden bir hedef şeklindedir. Burada
yönelmeyi belirleyenin Cenab-ı Allah'ın isimleri olduğu unutulmamalıdır. Zira bu
isimler, aynı zamanda alemdeki bir sınıfın zuhurunun sebebi ve yönüdür. Kişide bu
isimlerin birinin/bir kısmının/hepsinin baskın olması farklı yönelimleri beraberinde
getirir. Bu nedenle de, zıt görüşler, muhtelif haller, çeşitli maksatlar ve yönelmeler
ortaya çıkmıştır.478 Konevi söz konusu bu yorumun doğruluğunun ise, ya onu dile
475
En'am, 6/59. Ayetin meali şöyledir: "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası
bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin
karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır".
476
Bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 275-276.
477
Sadreddin Konevi, age, s. 274-276.
478
Sadreddin Konevi, age, s. 330-333.
87
getiren veya kendisine bu makamda ortak olan kimseye nispetle geçerli olduğunu
belirtir.
Molla Fenari, tevilin vecihlerinin sınırsız olmasıyla ilgili tefsir ehlinin tevil olarak
naklettiği şeylerin amm ifadenin tahsisi, mutlak'ın takyidi, mübhemin tebyininden ibaret
olduğu şeklindeki “sınırlayıcı” görüşü de değerlendirir. O, ayetin yedi veya yetmiş
bâtınî manası olmasından hareketle bu şekildeki bir kısıtlamanın anlamsız olduğu
görüşündedir. Aynı şekilde Maturîdi "tefsir"i; "lafzın zâhirî anlamında kullanılması"
olarak ifade etmiştir. Molla Fenari, burada da tefsir diye ifade edilen şeyin zikredilenin
aksine mübhemliğin veya icmalin kaldırılmasına tahsis edildiğini; fakat bunun
tefekkürle (raviyye) değil, rivayetle ilişkili olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla sadece
rivayeti dikkate alan tefsirin sınırlayıcılığı rivayetle ilgili bir eylem olup onun görüşünü
nakzetmediği düşüncesindedir.
Özetle Konevi'nin ifade ettiği üzere Cenab-ı Allah'ın "ilim" sıfatıyla bağlantılı
"mütekellim" sıfatının tezahürü sonucu ortaya çıkan kelam'ın, yine kendisinin her türlü
manayı ihata etme gücüne sahip olması sebebiyle bunun dışına çıkamayacağı
düşüncesindedir. Ancak bu anlamların insanlar arasında bilinmesi, o kişinin Cenab-ı
Allah'la olan ilişkisiyle bağlantılı bir süreç olması sebebiyle (seyr-i sülük) o konumda
olan insan tarafından bilinebilir. Bu durum ise anlam mertebelerinde oluşan
farklılaşmanın herkes tarafından bilinmesini engeller.
Molla Fenari'ye göre anlam
farklılıklarının ortaya çıkması, birbirini yalanlayan birçok anlamın tezahür etmesi olarak
algılanamaz. Zira bu, O'nun, Tefsir ilminin tanımında zikrettiği hakikat-i nev’iyye yani
farklı hakikatler ortaya koyma anlamında bir durumu değil, aksine cüzî ihtilaflar olarak
zikredilebilecek tek bir hakikatin farklı tezahürlerini ortaya çıkartma anlamındaki
görüşleriyle uyumludur.
Son olarak Molla Fenari, Konevi'den nakille zikrettiği bu mertebelerde Cenab-ı
Allah'ın
tezahürlerinin
hepsinin
bilinmesinden
ve
tevilde
kemâle
ermeden
bahsedilemeyeceğini belirtir. Zira Konevi'nin de ifade ettiği üzere "Bir'den ancak bir
çıkar" ilkesi gereğince en üst mertebe olan "Lâ-Ta’ayyün" mertebesine çıkma söz
88
konusu değildir.479 Böylece tevil eylemi, kişinin kendisini daha üst mertebeye çıkarma
gayreti veya kabiliyeti oranında kendini tezahür ettirmesi şeklinde olmaktadır. Tevilin
ucu açık süreç olması ise burada "marifetleri" anlamlı kılmaktadır.
c. Tefsir-Tevil Ayrımı
Molla Fenari, tefsir ve tevil ayrımını iki gurup açısından inceler. İlki, konuyla
ilgili “usul”a dair tartışmalar yapan Fıkıh usulcüleridir. Diğeri de müfessirlerin
değerlendirmeleridir. Usulcülere (Fıkıh) göre Tefsir, lafzın zahirine; tevil ise lafzın
batınına hasredilmesidir. Böylece ona göre usulcülerin “tevil, zahir olan ifadenin
muhtemel olan mercuha (tercih edilen) hamledilmesidir” şeklindeki ifadeleri de kolayca
anlaşılır.480 O, devamında görüşlerini değerlendirdiği bazı müfessirlerden hareketle
görüşlerini zikreder.
Kutbeddin Râzî’ye göre tefsir, nebi ya da sahabeden nakille; tevil ise Arapça
kaideleriyle ilgilidir.481 Molla Fenari, aklî delilleri tanımın dışına çıkarması sebebiyle bu
görüşü eleştirir. Mesela
(‫“ )وَإِن ﻃَﺎﺋِﻔَﺘَﺎنِ ﻣِﻦَ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ اﻗْﺘَﺘَﻠُﻮا‬Müminlerden iki gurup
savaşırsa”482 mealindeki ayette iki gurupla kastedilenin Evs ve Hazreç; ( ٍ‫ﺳَﺘُﺪْﻋَﻮْنَ إِﻟَﻰ ﻗَﻮْم‬
ْ‫“ ) أُوْﻟِﻲ ﺑَﺄْسٍ ﺷَﺪِﯾﺪ ﺗُﻘَﺎﺗِﻠُﻮﻧَﮭُﻢ‬Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı (savaşmaya) davet
edileceksiniz”483 mealindeki ayette çok kuvvetli kavmin, Farisiler ve Yemameliler; (َ‫وَﻣِﻦ‬
‫“ )اﻟﻨﱠﺎسِ ﻣَﻦ ﯾُﻌْﺠِﺒُﻚَ ﻗَﻮْﻟُﮫُ ﻓِﻲ اﻟْﺤَﯿَﺎةِ اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ‬İnsanlardan dünya hayatı ile ilgili sözü hoşuna
giden”484 mealindeki ayette sözü Peygamber’in hoşuna gidenin Ahnes b. Şerik olması
sahabeden nakille tefsir diye adlandırılmakla birlikte (ً‫“ )اﻧْﻔِﺮُواْ ﺧِﻔَﺎﻓﺎً وَﺛِﻘَﺎﻻ‬Hafif ve ağırlıklı
olarak savaşa çıkın”485 ayetindeki “hafif” ve “ağırlık”la ilgili olarak genç/yaşlı veya
fakir/zengin, veya sağlıklı/hasta vb. şeklindeki yorumların486 ise Arapça kaideler
dışındaki bir anlamı muhtevî olması nedeniyle bu tanıma göre tevil diye
479
Nitekim Hak, hakikatinin künhü idrak edilmese bile, kendisinin bildirip, haber verdiği ve anlattığı
kadarıyla bilinmiştir.
480
Molla Fenari, age, s. 7; (v. 4b).
481
Molla Fenari, age, s. 5; (v. 3b)
482
Hucurat, 49/9.
483
Fetih, 48/16.
484
Bakara, 2/204.
485
Tevbe, 9/41.
486
Molla Fenari, age, s. 6; (v. 4a)
89
isimlendirilemeyeceğini, zira buradaki yorumların Arapça kaidelerle değil, aklî
kaidelerle ilgili olduğunu söyler.
Molla Fenari, ayrıca akli delillerin yukarıda da ifade edildiği gibi; sadece aklî
değil aynı zamanda itikadî konuları da içerdiğini belirtir. O’na göre mutlakın takyidi,
ammın tahsisi, mecazî mananın belirlenmesi, müşterek olan iki manadan birinin
belirlenmesi, bunların hepsi Arapça kaideler cümlesinden olup ancak aklî karine ile
anlaşılır.487
Molla Fenari, tefsir’in; ayetin nüzül sebebi, hitabın kime olduğu, konusu (şe’n)
ve kıssayla ilgili konularda ancak sema (işitme) ile caiz olduğu;488 Tevil’in ise kitap ve
sünnete muhalif olmayan öncesine ve sonrasına muvafık olan manaya hamledilmesi489
şeklindeki Begavi’nin (516/1122) görüşünü de muradı, mevzusu aynı olan ve tek bir
manaya delalet eden ve hakkında bir rivayet bulunmayan lafızların bu görüşlerin dışına
çıkacağını söyleyerek eleştirir. O, örnek olarak (ِ‫“ )ﻻَ رَﯾْﺐَ ﻓِﯿﮫ‬Onda kuşku yoktur”490
ayetiyle ilgili, şer’î rivayet söz konusu olmamasına rağmen “Onda şüphe yoktur”
anlamının “tefsir” olduğunu; onun doğruluğuna şahit olanları tefekkür eden kimse için
onda şüphe yoktur anlamının ise tevil olduğunu söyler. 491 Aynı zamanda O, tefsir ve
tevilin bu şekilde bir ayırımının ancak beyana muhtaç olan mananın açıklanmasında söz
konusu olacağına işaret eder.492 Dolayısıyla bu görüşe göre tefsir, sadece belli ayetlere
ait bir eylem olarak kabul edilmek durumundadır.
O, son olarak, tefsir’in rivayetle, tevil’in dirayetle ilgili olduğu şeklindeki
Kevâşi’nin (680/1281) görüşünün meşhur olduğunu, ancak bu görüşe de, rivayetin zan
ifade eden haber-i vâhidle câiz olması sebebiyle, (nitekim genellikle de bu şekilde
487
Molla Fenari, öyle zannediyoruz ki burada tevil’in Arapça dil ilimleriyle sınırlı hale getirilmesini
eleştirmektedir.
488
Konuyla ilgili İsfehani’den nakledilen şu örnekler açıklayıcıdır. Tefsir; ya “Bahîra”, “sâibe”, “vesîle”
gibi garip lafızlarda ya “namazı kılın, ve zekatı verin” ayetinde buyurduğu gibi şerhle açıklanacak
veciz kelamda, “unutmak küfürde ziyadedir” (Tevbe, 9/37) ve “İyilik evlere arkalarından girmeniz
değildir” (Bakara, 2/189) ayetlerinde olduğu gibi bir kıssada (olay) geçen ve tasavvuru ancak onun
bilinmesi ile mümkün olan kelamda söz konusudur. Bkz. Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 6; (v. 4a).
489
Begavi, age, I, 35. Ayrıca bkz. Molla Fenari, age, s. 5; (v. 3b).
490
Bakara, 2/2.
491
Molla Fenari, age, s. 6; (v. 4a)
492
Molla Fenari, age, s. 6; (v. 4a)
90
olmuştur) tefsirin tevilden daha düşük olması durumuna sebep olacağını ileri sürerek
itiraz eder. Nitekim tevil bu durumda; akli delille muhkem kitaba ve mütevatir sünnete
çevrilme şeklinde olur ki bu, konuyla ilgili oluşmuş icmanın da aksi bir görüştür.493 O,
bu görüşün, ancak İmam-ı Maturidi’nin tefsirin rivayete şahit olan kimse için ilim ifade
edeceğini, bunun dışındakiler için ise bir re’y (görüş) olduğunun kabul edilmesi
durumunda meşru olduğunu söyler. Molla Fenari’ye göre rivayet; müşâhed’in (şehadet
edilenlerin) açıklanması olduğunda “tefsir” diye isimlendirilebilir.494
Sonuç olarak Molla Fenari’nin bu değerlendirmelerinden anlaşılıyor ki o;
Tefsir ile tevil arasındaki ayrımda, tefsirin sadece sahabeden rivayetle oluşmasının
yeterli olmadığını, zira muradı ve mevzusu açık olan ifadelerin de haklarında herhangi
bir rivayet bulunmamasına rağmen tefsir diye isimlendirilmesi gerektiğini belirtir. Tevil
ise ne sadece Arapça kaidelerle ne de sadece aklî kaidelerle ilgilidir. Hem bu ikisi ve
hem de kıssalarla ilgili bilgileri içeren (tarih) bir özelliğe sahiptir.
Ayrıca tefsirin
rivayete tevilin dirayete dayandırılarak tevilin, tefsirden daha üstün olması gibi bir
durumu ortaya koyan bir tanımın hem icma’ya aykırı olduğunu hem de doğru
olmadığını ifade eder.
2. Pratik Yaklaşım
Molla Fenari'nin bu bölüme kadar zikredilen görüşleri Kur’an ve Tefsire dair,
teorik (nazarî) yaklaşımını oluşturmaktadır. Bu bölümde ise tefsir yöntemi olarak da
ifade edilebilecek olan Kur’an’a pratik yaklaşımı ele alınacaktır. Konuyla ilgili onun
değerlendirmeleri, Fatiha sûresi örneğinden hareketle oluşturulacaktır.
Müellifin tefsir yöntemi, ilki tefsir yapılacak olan sûre hakkında bilgilerin
bulunduğu, ikincisi ayetlerin yorumunda uygulanacak esasların ortaya konulduğu iki
ana bölümde incelenecektir. İlk kısım, “sûre eksenli tefsir”; ikinci kısım ise “ayet
eksenli tefsir” başlığıyla ele alınacaktır.
a. Sûre Eksenli Tefsir
493
Molla Fenari, Ebu Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed Nesefi'nin (537/1142) “Teysir”
adlı eserini de şahit göstererek Ulemanın ve Fukahanın görüşlerinin temel dayanaklarının bu anlamda
çoğunlukla tefsir değil, tevil olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Nesefi, et-Teysir Fi't-Tefsir, v. 2a.
494
Molla Fenari, age, s. 5-6; (v. 3b)
91
Molla Fenari, ayetlerin tefsirine geçmeden önce sûrenin geneline yönelik
olarak ele alınması gereken yedi meseleden bahseder. Bunlar şunlardır: Sûrenin diğer
sûrelerle irtibatı; sûredeki ayet, kelime ve harf sayısı; sûrenin nuzül sebebi ve nerede
indiği; sûrede yer alan nâsih-mensûh ayetler; sûrenin muhtevası; sûrenin isimleri;
sûrenin fazileti. Bu başlıklar, sûre hakkında genel bilgi verecektir. O, ilgili başlıkları
Fatiha sûresinden hareketle açıklamaya çalışır. Ancak biz, bir kısmının daha önce
zikredilmesi veya ilgili sûrede örneği olmaması gibi sebeplerle bunları dört başlık
altında ele alıp inceleyeceğiz. Bunlar; “sûreler arası münasebet, nüzûl sebebi ve yeri,
sûrenin muhtevası ve sûrenin fazileti” başlıklarıdır.
aa. Sûreler Arası Münasebet
Molla Fenari, bu başlık altında sûrenin daha öncesiyle ilgisini araştıran ve
"Münâsebâtü'l-Kur'an" diye de ifade edilebilecek olan "telfik" konusunu inceler.
O, Fatiha sûresi ile besmele arasındaki münasebetle (teflik) ilgili farklı
görüşlerin (vecih) olduğunu belirtir. Bunlar arasında ilk görüş, her şeyin varlığının,
mülkünde mutlak tasarruf sahibi olan Allah ile kaim olmasıdır. İkinci görüş, besmeleyle
başlamanın bir nimet olduğu ve bunun da ancak Allah'ın yardımıyla söz konusu
olabileceğidir. Üçüncü görüş ise her türlü nimeti vermenin onun tasarrufunda olmasıdır.
Bu üç maddenin hepsi de hamdin Allah’a ait olması gerektiğini ortaya koyar.495
ab. Nüzûl Sebebi ve Yeri
Fatiha sûresinin bütün veya kısmen nerede indiği ile ilgili görüşleri zikreden
Molla Fenari, Hz. Ali’den naklen, Fatiha sûresinin Mekke'de arşın altındaki
hazinelerden inzal edildiğini söyler.496 O, Fatiha sûresinin nerede indirildiği hakkında
dört görüş olduğunu belirtir: İlki cumhurun görüşü olan Mekke'de;497 ikincisi
495
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 170; (v. 112a).
Bkz. Nesefi, et-Teysir fi ilmi’t-Tefsir, v. 5b. Fahreddin er-Razi, Ebu Abdullah Fahreddin
Muhammed b. Ömer (606/1209) Mefatihü'l-gayb (Tefsir-i Kebir), I-XXIII, ed. Ahmet Hikmet
Ünalmış, çev. Suad Yıldırım vd., Akçağ Yayınları, Ankara, 1988, I, 252.
497
Hz. Ali, İbn Abbas, Katade ve Ebu'l-Aliye de bu görüştedir. el-Kurtubi, el-Câmi’ li Ahkâmi’lKur’an, I, 115. Ebü’l-Fida İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azîm, I, 101. Ebu Muhammed el-Hüseyin
b. Mesud el-Ferra el-Begavi, Mealimü’t-Tenzil, I, 37.
496
92
Medine'de;498 üçüncüsü bir kısmının Mekke'de, bir kısmının ise Medine'de;499
dördüncüsü ise hem Mekke hem de Medine'de birer defa olmak üzere iki defa indirildiği
şeklindedir.500
ac. Sûrenin Muhtevası
Fatiha sûresinin muhtevasıyla ilgili birden fazla görüşün olduğunu501 belirten
Molla Fenari, bunları şu şekilde sıralar:
1. Bu sûre, hem Allah'a övgüyü, hem de kul için duayı içerir. Bunun için sûre,
"mesânî" diye isimlendirilmiştir. Sûre, tabir-i caizse kulun lisanıyla söylenmiş olup,
onunla Cenab-ı Allah'ın ismini nasıl üstün kılacağını, ona nasıl hamd edeceğini, onu
nasıl öveceğini, dini ona nasıl has kılacağını öğrenir. İbadetlerin yalnız ona
yapılacağını, yardımın yalnız ondan istenileceğini, nimetlerden nasıl istifade edileceğini
ve yokluktan ona nasıl sığınılacağını da öğrenir. Bu sûre, Allah'a övgüyle ilgili Kuranî
maksatların bir özetini sunar.
2. Mebde ve meâd, ilahiyât ve nübüvvet hakkında bir uyarıdır.
3. İlahî keşifleri talep etmedir.
4. O, rububiyetin izzetini ve ubudiyetin zilletini bilmedir. (marifet)
5. Fatiha sûresi, şehevat'ın kirlerinden ve şüphelerden oluşan günahlardan
korumak amacıyla sırasıyla usul, ahkâm ve mükâşefe ilimlerini ihtiva eder.502
ad. Sûrenin İsimleri ve Fazileti
498
Ebu Hureyre, Mücahid, Ata bu görüştedir. Bkz. el-Kurtubi, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, I, 115.
Ebü’l-Fida İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azîm, I, 101. Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, I, 252.
Begavi, Mealimü’t-Tenzil, I, 37.
499
Sa’lebi bu görüştedir. İbn kesir, bu görüşün “garib” olduğunu zikreder. Bkz. Ebü’l-Fida İbn Kesir,
Tefsiru’l-Kur’an’il-Azîm, I, 101. Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim esSemerkandi, Bahru’l-Ulûm, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut Lübnan, 1413/1993. I, 78. el-Kurtubi,
age, I, 115.
500
Bkz. Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, s. 171; (v. 112b) Fahreddin er-Razi, age, I, 253.
501
Molla Fenari, muhtevanın elde edilmesinde Fahreddin Razi’nin ve Zemahşerinin tefsirlerinden
faydalanır.
502
Molla Fenari, age, s. 171; (v. 113a). Bkz. Fahreddin er-Razi, age, I, 254.
93
Molla Fenari, söz konusu sûrenin birçok isminin olduğunu ifade ederek, bir
şeyin isminin fazla olmasının onun şerefini ve üstünlüğünü ortaya koyduğunu belirtir.
Buna göre Fatiha’nın isimleri şunlardır: Fatihatu'l-Kitab, Ümmü'l-Kitab, Ümmü'lKur'an, Sebu'l-Mesani, Sûretu's-Salat, Sûretü'ş-Şifa, Şafiye, Esasü'l-Kur'an, Kâfiye,
Vâfiye, Sûretu'l-Hamd, Sûretü's-Sual, Sûretü'ş-Şükr, Sûretü'd-Dua, Sûretü'l-Kenz.503
Molla Fenari, bu sûrenin faziletinin sınırsız olduğunu vurguladıktan sonra
şunları zikreder: "Sûrenin isimleriyle ilgili zikredilenler bu sûrenin faziletinin ne kadar
büyük olduğuna delildir. Nitekim Resulullah da: "O, (Fatiha sûresi) Tevrat'ta olsaydı,
Musa'nın kavmi Yahudi olmazdı. İncilde olsaydı, İsa'nın kavmi Hıristiyan olmazdı.
Zebur'da olsaydı, Davud'un kavmi maymuna dönüştürülmezdi (mesh). Herhangi bir
Müslüman onu okursa Allah ona Kur'an'ın tamamını okuyan ve tasdik eden Müslüman
erkek ve kadınlar kadar ecir verir."504 buyurmaktadır.
Rivayet olundu ki, Ebu Cehil'e ait yedi bölümden oluşan büyük bir malla bir
kafile Şam'dan geldi. Resulullah (sav) ashabıyla birlikte ona bakıyordu. Sahabenin çoğu
aç ve ihtiyaç içindeydi. Resulullah'ın aklına ashabı için bir şeyler istemek geldi. Bunun
üzerine Allah Teala Ebu Cehil'in yedi kafilesinin yerine (َ‫وَﻟَﻘَﺪْ آﺗَﯿْﻨَﺎكَ ﺳَﺒْﻌﺎً ﻣﱢﻦَ اﻟْﻤَﺜَﺎﻧِﻲ وَاﻟْﻘُﺮْآن‬
َ‫" )اﻟْﻌَﻈِﯿﻢ‬And olsun sana ikililerden yedi (Seb’u’l-Mesani) ve bu yüce Kur'an'ı verdik"505
ayetini indirmiştir. Yani Ebu Cehil, sana verdiğimiz bu büyük hediyeye dönüp bakmaz.
O takdirde sen niçin ona verdiğimiz aşağılık dünya malına bakıyorsun, buyurmaktadır.
Bu sûrenin bir diğer fazileti de ondaki noktalı harflerin sayısıdır. Bu sûrede
yirmi iki noktalı harf vardır. Aynı zamanda Peygamber’in, vahyin başlangıcından
sonraki ömrü de yirmi ikidir. Bu sûrede noktalı şu yedi harf yoktur. ( "se", "cim", "ha",
503
Fatiha sûresinin isimleri açısından Tefsir-i Kebir'le karşılaştırdığımızda Molla Fenari'nin farklı olarak
3 isim daha zikrettiği görülür. Buna göre "Ümmü'l-Kitab, Şafiye ve Sûretü'l-Kenz isimleri Tefsir-i
Kebir'de zikredilmemiştir. Fahrettin Razi, age, I, 245-251; Molla Fenari, age, s. 172-175; (v. 113b115b)
504
Molla Fenari, age, s. 175; (v. 115b.). Peygambere isnad edilen bu hadisi kaynaklarda bulamadık.
505
Hicr, 15/87.
94
"ze", "şın", "zı", "fe") Bu sûrenin büyüklüğüne inanarak okuyan kişi, zikri geçen yedi
harfin herhangi birisiyle başlayan kötülükten, emin olur.506
Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir
kavme Allah, kesinkes hükmedilmiş azabını gönderir. Ancak, onların çocuklarından
birisi eğitimi esnasında "elhamdülillahi rabbilalemin" diye okuyunca, Allah Teala bunu
duyar. Bundan dolayı onlardan azabını 40 yıl kaldırır."507
Hz. Ali veya Hz. Hüseyin'den rivayet olunduğu üzere (önceki) kitapların
bilgileri Kur'an'dadır. Sonra bu bilgiler Fatiha'ya dercedilmiştir. Kim onun tefsirini
bilirse kitapların tamamının tefsirini bilmiş olur. Kim onu okursa kitapların tamamını
okumuş gibi olur.508
Molla Fenari, sûrenin faziletiyle ilgili son olarak Fatiha sûresinin başından
"mâliki yevmi’d-dîn" ayetine kadar zât, sıfat ve fiil olarak ilahiyatla ilgili mebde-i
akidelere işaret edildiğini, çünkü hamdle hasretmenin; zatî, sıfatî, fiîlî kemâlâtı hasretme
anlamına geldiğini vurgular. Bunu nübüvvet ve velayet takip eder. Çünkü bu ikisi ona
göre nimetlerin en büyükleridir. Sonra kıyamet günü her şeyin mâliki olması sebebiyle
de meâdî akideleri içerir. Fatiha sûresinin ortası "iyyake nabudu ve iyyake nestain"
ayetidir. Bu da Hak ile kul arasında ibadetlerle ilgili hükümlerin kısımlarını içerir.
Molla Fenari bunun, muamele ve yasakları içerdiğini de ifade eder. Çünkü ayette
istenilen şer’î yardım, ya faydaları elde etmek ya da zararları def etmek içindir. Fatiha
sûresinin son kısmı ise mümin’in birinci ve ikinci kısımda işaret edilen imân ve İslam’la
ilgili hidayet vecihlerini talep etmesini içerir. Bunlar, ona göre ihsan vecihleri olup üç
506
Nesefi, et-Teysir, v. 5a. Bunun devamı mahiyetinde Fahreddin Razi'nin Tefsir-i Kebir’inde zikredilen
Fakat Molla Fenari'de geçmeyen konuyla ilgili bir ayrıntı vardır. Buna göre Fahreddin Razi, bir
kimsenin Arapça'nın tüm harflerinden kötülükle ilgili şeyler türetebilmenin mümkün olmasıyla ilgili bir
soru sorulması durumunda buna "Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapının belirli bir payı
vardır" (Hicr, 15/44) ayetinden hareketle Cehennemin yedi derecesinden emin olacağını ifade eder.
Başka bir ifadeyle Fahreddin Razi, buradaki yedi harfin yedi cehennem kapısına işaret olduğunu ifade
etmektedir. Bkz. Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, I, 255.
507
Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl (255/868) Sünenü'd-Darimi, Fezailü’lKur’an, 4; I-II, thk Mustafa Dib el-Buga, Darü’l-Mustafa, Dımaşk, 2007/1428; Acluni, age, I, 221;
Fahreddin Razi, age, I, 253.
508
Fahreddin Razi, age, I, 253; Sadreddin Konevi, Fatiha Sûresi Tefsiri, s. 193; Molla Fenari, age, s. 8.
(v. 5a-5b).
95
maddeden müteşekkildir. 1. Övülmüş olan ruhânî ahlak, 2. Peygamberimizin ifadesi
üzere "ona, onu görüyormuşsun gibi ibadet etmen" şeklindeki söz verilmiş olan
murâkabe, 3. Allah Taala'yı mütâlaa'da istiğrâk halinde şahit olduğu ve ulûm-u
mükâşefe diye isimlendirilen kemâlâttır.509
b. Ayet Eksenli Tefsir
Molla Fenari, Fatiha sûresinin tefsirine başlamadan evvel ayetleri nasıl tefsir
edeceğine dair metodu hakkında bilgi verir. Dolayısıyla onun tefsir metodu direkt
ayetlerden çıkartılabileceği gibi bu bilgiler ışığında da anlaşılır. Molla Fenari'nin bu
tavrı aynı zamanda bize metoduyla, uygulaması arasında bir değerlendirme imkânı
sunmaktadır. Müellifin tefsir metodu hakkında şunlar söylenebilir:
Molla Fenari, her başlıkta (fasıl) farklı bir düşüncenin söz konusu olduğunu
belirterek öncelikle tefsir edeceği ayetin yerinin/konumunun güzelliğini (hüsn-ü mevkii)
beyanla başlar. O, Kuran'ın hüviyetiyle alakalı olan nazmına dair bilgilerin öncelikle ele
alındığını belirtir. Ona göre bu, mutlak kemâli ve mevkii açısından ya Fatiha gibi
kendisine ya da kendisinden öncesine nispetle olur. Müellif, lafızla ilgili ilk olarak
"Kıraat" konusunu ele alır. Burada mütevatir kıraatlerin keyfiyetine ve makbul olan
vecihlerine vurgu yapar. İkinci olarak "lügat" sözüyle dil, iştikak ve sarfla ilgili
maksatlara işaret eder. Üçüncü olarak "irab" başlığı ile uygunluk ve farklılık açısından
nahvî konulara değinir. Dördüncü olarak "beyan" ifadesiyle belagatin mukaddimeleriyle
ilişkili üç fennin vecihlerine ve (uygunluk ölçüsünde) konuyla ilgili olan hususlara
dikkat çeker. Molla Fenari, bu arada zikredilen “nazımla” ilgili konulardan tam olarak
istifade etmenin ancak allâmu’l-guyûb olan Allah için mümkün olduğunu vurgular.510
O, nazımla ilgili bilgilerden sonra ister rivayetle ister dirayetle ilişkili olsun şerî
ilimlere de işaret eder. Önce tefsirde zikredilmesi gerekli olan tefsir (tarihi) bilgileri,
ikinci olarak ayetle ilgili zikredilen hadislerde dikkat edilmesi gerekli olan noktaları
inceler. Üçüncü olarak ayetin kelam ilmiyle ilgili yönüne işaret eder. Son olarak da
509
510
Molla Fenari, age, s. 175-176; (v. 116a-116b).
Molla Fenari, age, s. 88; (v. 55b).
96
Fıkıh usulünden hükümlerin elde edilmesiyle alakalı olan şeyleri zikreder. Molla Fenari,
burada zikredilenlerin ancak makamın gerektirdiği miktarda olacağını belirtir.511
Molla Fenari sözlerinin devamında hakikatler ilminin (ilmu'l-Hakaik)
inceliklerinin zikredileceğini, bunu da ilm-i dekâik'ten ahlakî vazifelerin takip edeceğini
belirtir. Son olarak ilm-i tezkirden hedeflenen tergip ve terhiple ilgili bir fasılla konuyu
tamamlar. Bu üç konu, İşari (Tasavvufi) ilimler başlığı altında incelenecektir.512
Molla
Fenari,
son
bölümde
zikredilen
üç
ilmin,
"tevil"
olarak
değerlendirilebileceğini belirtmekle birlikte ona göre tevil'in, bunlarla sınırlı olmadığına
dikkat edilmelidir. Zira tevil, Arapça ve illet kaideleri üzere cereyan ettiği için bu üç
ilme münhasır kılınamaz.513 Fakat bu, müellife göre zikredilen ilimleri dikkate alanların
ve bunu tefsirde kullananların eleştirileceği anlamına gelmez. Nitekim sadece zahirî
manayı dikkate alan müfessirlerin, zahirî manayla birlikte bâtınî manayı da dikkate
alanları eleştirmelerinin meşru bir sebebi olamayacağını ifade eder.514
Molla Fenari, tefsirinde mana mertebeleriyle ilgili zahr, batn had, matla
şeklindeki dört mana mertebesini dikkate alacağını ve bunu da vahdet-i Vücuttaki beş
hazrete (hazarât-ı hams)515 göre oluşturacağını belirtir. Buna göre hissî idrak zahr’dır.
Rûhanî olan batn’dır. Hayalî ve mîsâlî olan hadlerdir. Manevî ve esmaî olan Matla'dır.
İlahi ahadiyet cem'inin (Lâ taayyün) ise “Matla'dan sonrası” olabileceğini zikreder.516
Molla Fenari'nin genel tefsir anlayışını özet olarak ele adıktan sonra şimdi de
sistematik bir tarzda sunduğu başlıklarla konuyu örneklendirmeye çalışalım. Bu
başlıklar sırasıyla şunlardır: Kıraat, Lugat, İrab, Beyan, Tefsir (Tarihi), Hadis, Kelam,
Ahkam (Fıkıh), Hakaik, Mearif ve Tezkir. Bu başlıklar, Arap dili; temel islamî ilimler
511
Molla Fenari, age, s. 88-89; (v. 55b-56a)
Molla Fenari, age, s. 89; (v. 56a)
513
Molla Fenari, age, s. 89; (v. 56a)
514
Molla Fenari, age, s. 89; (v. 56a). Vahdet-i Vücut düşüncesinde zahirî mananın temel alınması ile
ilgili bkz.. İbnü'l-Arabi, Ebû Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Ali (638/1240), el-Fütûhatü'lMekkiyye, I-IV, thk. Osman İsmail Yahyâ, Mektebetü's-Sekâfeti'd-Diniyye, Kahire, IV, 25. Ayrıca
bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 275-276.
515
Bu beş hazret şunlardır: Alem-i Şühud, Alem-i Misal, Alem-i Ervah, Mana (İlk Taayyün) ve Lâ
Taayyün. Bkz. Süleyman Ateş, “Hazarat-ı Hams”, DİA, XVII, 115-116, İstanbul, 1998. Ekrem Demirli,
Sadreddin Konevi’de Bilgi ve Varlık, s. 249-257.
516
Molla Fenari, age, s. 90; (v. 56b)
512
97
ve işârî ilimler olmak üzere üç kısım altında incelenecektir: Arap Dili üst başlığında
ayetler ile ilgili Kırâat, Lugat, İrab, Beyan konuları; Temel İslami İlimler üst başlığında
Tefsir (Tarihi), Hadis, Kelam, Fıkıh konuları; İşari İlimler üst başlığında ise Hakaik,
Mearif ve Tezkir konuları incelenecektir.
Burada şu noktaya dikkat çekmeliyiz ki zikredilen ilimler silsilesinin bir
“eylem” olarak Tefsirin oluşturulmasında araçsal bir özellik taşıdığı gözden
kaçırılmamalıdır. Tefsir, bu ilimlerde ortaya çıkan ürünlerin Kur’an ayetleri bağlamında
müfessir tarafından tekrar üretilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla müellife göre
bir bilgi alt yapısı/gelenek olmadan tefsirin varlığından bahsedilemez. Başka bir
ifadeyle Tefsirde interdisipliner yaklaşım zorunludur.
ba. Arap Dili ve Belâgatı
Bu bölümde ayet-i kerimenin “nazm”ının tefsirinde müfessirin faydalandığı
ilimlerden hareketle nasıl tefsir edildiği örneklendirilecektir.
baa. Kırâat
Molla Fenari, kıraat konusunu Arap Dili ilimleri içinde değerlendirir. Burada
bir değerlendirme olarak şunu söyleyebiliriz ki o, kıraat ilmini Tefsir’in bir parçası
olarak kabul etmesine rağmen "dil" içinde zikretmesi, kıraatın dille olan ilişkisi
sebebiyledir. Zira kıraatte hedef, dile ait bir açıklamayla Kur'an'ın anlaşılmasına katkı
sağlamaktır.
O, tefsirinde, Fatiha sûresindeki kıraatlerle ilgili bilgileri ve kendi
değerlendirmelerini zikreder. İlk olarak besmele ile başlar. Besmelede vakfetme ile
ilgili olarak "bismi"deki vakfın, kabih; "bismillah" veya "rahman"daki vakfın, kâfî;
"bismillahirrahmanirrahim"deki vakfın ise tam olduğunu belirtir.
"Allah" lafza-i celalinin okunuşuyla ilgili olarak "lam"dan önceki harfin
harekesinin fetha veya zamme olması durumunda kalın (tefhim) okunmasının sünnet
olduğunu belirtir. Her üç harekede yani fetha, zamme ve kesrede kalın okunmasıyla
ilgili görüşün sahih olmadığını, zira kesreden sonra gelen "lam" harfinin inceden sonra
kalın bir söyleyişin ağır olması sebebiyle kalın okunamayacağını, aynı şekilde "elif"in
98
hazfedilmesinin de namazı ifsad eden bir hata (lahn) olduğunu belirterek bu görüşe
karşı çıkar.517
Kıraatle ilgili bilgi verdiği bir diğer yer; "din gününün sahibidir" mealindeki
ayette "melik" ve "mâlik" kıraatidir. Molla Fenari, Asım, Kisai ve Yakup'un elifin
okunmasıyla "malik" kıraatini; diğerlerinin ise elifsiz "melik" şeklindeki kıraati tercih
ettiklerini belirtir.518
Molla Fenari, elifli (mâlik) okunuşunun tercih edilme nedenlerini 13;519 elifsiz
"melik" kıraatinin tercih edilmesinin sebebini ise 5 madde520 halinde zikreder.
Konevi'nin; tefsirinde bu iki görüşle ilgili lugavi izahları belirttikten sonra tahkik
kaidelerini daha fazla içermesi sebebiyle elifsiz "melik" kıraatini tercih ettiğini
belirtir.521 Nitekim kendisi de bu görüşü Melik ifadesinin hem Allah'ın isimlerinden
birisi olması hem de sûrelerin tertibinde en sonda olan Nas sûresinde kullanılmış olması
gibi sebeplerle destekler.522
Bir diğer örnek “Sırat” kelimesinin kıraatiyle ilgilidir. İbn Kesir, sad harfini
“sin” ile okumuştur. Hamza ise Kays lugatında olan Sad’ın işmamıyla keskin “ze” sesi
vererek okumuştur. Beni Üzra lugatında “ze” ile okunmuştur. Diğerleri ise Kureyş
517
Molla Fenari, age, s. 131; (v. 84a)
Molla Fenari, age, s. 205; (v. 136b)
519
Bunlar kısaca şöyledir: 1. Bir harf fazla okunmasının daha fazla sevap olması. 2. "Mâlik" ifadesinin
anlamının daha umumi olması. 3. Allah'ın "milk" ve "mülk" sıfatlarını toplaması. 4. "O gün hiçbir
kimse başkası için bir şey yapamaz. (temliku) O gün iş Allah'a kalmıştır." (İnfitar, 82/19) ayetiyle olan
münasebeti sebebiyle. 5. Malikiyetteki tasarrufun mülkiyetteki tasarruftan daha güçlü olması. 6.
"Mâlik" ifadesinin ölümden sonrasını da kapsaması. 7. Cenab-ı Allah'ın kendisini "Mülkün gerçek
sahibi" (Al-i İmran, 3/26) (Mâlikü’l-mülk) ifadesiyle methetmesi. 8. "Melik" sadece kendi gözetiminde
olanların maliki olur. Mâlik'in saltanatı ise daha kuvvetlidir. 9. Malik, "sizlerin hepiniz çobansınız"
hadisinde ifade edildiği gibi tebaanın gözetilmesini gerektirir. Melik'in hizmeti ise tebaayı gözetmeyi
gerektirmez. 10. Tebaa, efendisine tabi olmada duruma göre seferî veya mukîm olabilir. 11. Melik,
tebaasıyla paylaşmayabilir. Ama kul, efendisinden (malik) yeme, içme ve eğitim noktasında talepte
bulunur. 12. Melik tebaasını yönetme noktasında hırslı olur. Kendisine malik olunan ise Mâlikine karşı
istekli olur. 13. Herhangi bir teklifi Mâlikin hilafına zayıf olan değil, sadece güçlü olan kabul eder. Bkz.
Molla Fenari, Aynu’l-A’yan, age; (v. 137a).
520
Mekke ve Medine ehlinin okumasının bu olması. 2. "Bugün hükümranlık (mülk) kimindir?"(Mümin,
40/16 ayetiyle olan uygunluğu. 3. Birçok övgüyü kendi içinde barındırması. 4. Ötreli "mülk,"melk" ve
"milk"e göre daha fazla güce işaret eder. 5. Melikiyyetin çoğunlukla mâlikiyeti aksi olmaksızın
içermesi.) Bkz. Molla Fenari, age, s. 206-207; (v. 137a-137b).
521
Molla Fenari, age, s. 207; (v. 137b).
522
Molla Fenari, age, s. 207; (v. 137b)
518
99
lugatı üzere “Sad” ile okumuştur. Bütün bunları sıraladıktan sonra Molla Fenari, doğru
olanın imam mushafın yazıldığı Kureyş lugatı olduğunu belirtir.523
Sonuç olarak kıraatlerle ilgili mütevatirliği dikkate alan Molla Fenari,
mütevatir kıraatler arasında tercihlerde bulunur. Bu tercihleri bazen genel kaide olarak
zikrettiği imam mushafa uygunluğu dikkate alması şeklinde olurken bazen de sahih
kıraat şartlarını dikkate almayıp mana üzerinden olmaktadır. Bu da, onun genel kaidesi
açısından tartışılabilir bir özellik arz etmektedir.
Molla Fenari’nin tefsirine kıraatle başlaması onun, öncelikle lafzın doğru bir
şekilde tespit edilmesini gerekli görmesinden kaynaklanmaktadır. Zira lafzı doğru
bilinmeyen bir metnin, doğru anlaşılmasından bahsedilemez.
bab. Lügat
İştikak bilgisi lafzın doğru bir şekilde elde edilmesinden sonra müfessirin
bilmesi gereken ilk bilgidir. Zira kelimenin hangi anlama geldiğine dair bir bilgi
müfessirde oluşmadan tefsirden bahsedilemeyeceği aşikârdır. Müellif de, buradan
hareketle kelimelerin iştikakı ile ilgili görüşleri değerlendirir. Lügat’le ilgili
vereceğimiz örnek "Allah" lafza-i celalidir. Bu kelimenin iştikakı ile ilgili farklı
görüşlerin olduğunu belirten Fenari, ilk görüşün onun özel isim olduğu ve türemiş
olmadığıdır.524 O, bu görüş sahiplerinin aklî ve naklî olmak üzere delilleri olduğunu
belirterek bunları zikreder.
Naklî delilleri (ً‫" )ھَﻞْ ﺗَﻌْﻠَﻢُ ﻟَﮫُ ﺳَﻤِﯿّﺎ‬Hiç sen Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir
misin?"525 mealindeki ayettir. Molla Fenari, Tefsir ehlinin, bunun "Allah" dışında bu
isimde olan bir kimseyi biliyor musunuz? anlamında olduğunu belirtir. O, buradaki
523
Molla Fenari, age, s. 302; (v. 203b).
Bu görüş sahipleri Teysir'de geçtiği üzere Dilci Halil; Nahivci Zeccac, Sibeveyh; Müfessir Hüseyin b.
Fazl el-Beceli; Fakih Muhammed Hasan el-Şeybani, Hadisçi İmam Şafii'dir. Bkz. Nesefi, et-Teysir, v.
2b. Bkz. Molla Fenari, age, s. 92; (v. 57b-58a)
525
Meryem, 19/65.
524
100
istifhamın nefy ve inkar manasında olduğunu, bunun da isimdeki müştereklik kadar
sıfattaki müştereklik olduğunu da vurgular.526
Aklî delille ilgili ilk olarak onun (Allah lafzı) kendisinden sonra sıfatlar
alabileceğini
fakat
kendisinin
527
zikredilebilecek olan
sıfat
olmayacağını
belirtir.
O,
itiraz
olarak
(ِ‫" )إِﻟَﻰ ﺻِﺮَاطِ اﻟْﻌَﺰِﯾﺰِ اﻟْﺤَﻤِﯿﺪِ اﻟﻠّﮫ‬Aziz ve Hamîd olan Allah'ın yoluna
çıkarman"528 mealindeki ayette Allah lafzının, sıfat değil atıf olduğunu söyler.529 İkinci
olarak da, Allah lafzının, onun tüm vasıflarını toplayan bir isim olması veya ona
hamledilmesi gerektiğini ifade eder.530
Molla Fenari "Allah" lafzının müştak olmasıyla ilgili Aynu’l-Meani’den
genişçe nakilde bulunur.531 O, türemiş olduğunu söyleyenlerin görüşlerini eleştirerek
“Allah” ifadesinin özel isim olduğu görüşündedir.532
Bir diğer örnek “ihdina” sözünün iştikakı hakkındadır. Bu kelimenin “hüda”
veya “hidayeten” ifadesinden müştak olabileceğini belirten Molla Fenari “hüda”nın iki
anlamı olduğunu vurgular. Buna göre ilk anlamı, (ْ‫“ )وَأَﻣﱠﺎ ﺛَﻤُﻮدُ ﻓَﮭَﺪَﯾْﻨَﺎھُﻢ‬Semûd'a gelince
onlara doğru yolu gösterdik”533 mealindeki ayetten hareketle “beyan” anlamıdır. İkinci
anlamı ise (ٍ‫“ )ﯾَﮭْﺪِي ﻣَﻦ ﯾَﺸَﺎءُ إِﻟَﻰ ﺻِﺮَاطٍ ﻣﱡﺴْﺘَﻘِﯿﻢ‬O dilediğini doğru yola iletir”534 mealindeki
ayetten hareketle “kulda ihtida fiili yaratma”dır. Müellif, her iki anlamın da burada söz
konusu olmadığı kanaatindedir. Zira “hüda” kökü dinle bağlantılı olan ihtida anlamıyla
ilişkilidir. O, doğru olanın bunun “hidayet”ten türmesidir. Buna göre anlam “delalet ve
526
Molla Fenari, bu ifadede ismin müştaklığına ve kullanımda da bütün celal ve kemal sıfatları toplama
anlamının caiziyyetinin söz konusu olduğunu düşünür. Nitekim "Fütuhat"ta uluhiyetin her türlü şeyden
müstağni olma ve her şeyin de ona ihtiyaç duyması şeklinde iki manayı cem etme olduğu belirtilmiştir.
Bunlardan birincisi celal, ikincisi cemal, her ikisinin bir arada olması "kemal" ifade eder. Böylece
menfilik, cem etmedeki müşarekette olur. Molla Fenari, aynı şekilde müştak olduğuna dair zikredilen
görüşlerin hepsinin Konevi'de zikri geçen külli kaide gereğince muteber olarak kabul edilmesinin de
caiz olduğunu belirtir. Ancak bununla birlikte burada bir ortaklıktan bahsedilemeyeceğini de belirtir.
Bkz. Molla Fenari, age, s. 92; (v. 58a).
527
Molla Fenari, itirazın Kutbeddin Razi tarafından zikredildiğini belirtir. Molla Fenari, age, s. 92; (v.
58a).
528
İbrahim, 14/1-2.
529
Molla Fenari, age, s. 92; (v. 58a).
530
Molla Fenari, age, s. 92; (v.58a).
531
Secâvendî, age, v. 8a-8b. Detaylı bilgi için bkz. Molla Fenari, age, s. 93-97; (v. 58b-61b)
532
Molla Fenari, age, s. 95; (v. 60a).
533
Fussilet, 41/17.
534
Bakara, 2/142.
101
irşad” olur ki bu da doğru yolda bizi sabit kıl anlamına gelmektedir.535 Başka bir
ifadeyle bu bölüme kadar Fatiha sûresinde ortaya çıkan ayetlerde beyan etme ve iman
anlamı ortaya çıkmış, burada ise bunda dâim olma anlamı vurgulanmış olur.
Sonuç olarak Molla Fenari bu bölümde bir dili bilmenin temelde kelimeleri
(vaz olunduğu manayı), dolayısıyla da onun manasını ortaya koyan iştikakını bilmekle
bağlantılı olduğunu düşünür.
bac. İrab
Molla Fenari’nin irabla ilgili açıklamalarına örnek olarak "besmele" verilebilir.
O, ilk olarak "be" harfini açıklar. "Be" harfi Molla Fenari'ye göre hece harfi olması
sebebiyle isimdir. Çoğulu "baât" şeklinde olur. "v-b-y" fiilinin emri olarak "bi" şeklinde
fiil olur. Ya da harf olur. Bu da "rabbu'l-alemin"de olduğu üzere huruf-u mebâni ve
harfi cer olan "bi" şeklinde huruf-u meâni olur.536 Molla Fenari, harf-i cer olan "bi"nin
ise birçok anlamı olduğunu belirtir.537
Molla Fenari, besmeledeki "bi" harfi cerri ile ilgili Zemahşeri'nin bunun
muteallakının mahzuf olduğunu ve "Allah'ın ismiyle okuyorum" manasını taşıdığını
söylediğini zikreder;538 arkasından da Zemahşeri’nin bu görüşünün doğru kabul edilse
bile bunun sadece okumakla sınırlandırılmasının gereksiz olduğunu; yemek yeme, su
içme örneklerinde olduğu gibi daha başka şeyler için de kullanılabileceğini belirtir.
Müellif bunların arkasından da, Zemahşeri'nin "besmele"deki "be"nin bu anlamda
yardım isteme (istiane) için olduğu görüşünü de ifade eder. Zira fiille bitişmesi
535
Molla Fenari, age, s. 302-304; (v. 203b-204b).
Molla Fenari, age, s. 98; (v. 62a).
537
Bunlar; 1. Fiille ismi bitiştirmesi (ilsak); 2. Müteaddi yapması; 3. İstiane yapması (yardım talep etme);
4. Sebebiyet; 5. Maiyet (Musahabe); 6. Zarf; 7. Bedel; 8. Mukabele; 9. Önem vermeme (Mücaveze);
10. Yüceltme (İstila); 11. Bazıyet (Teb'iz); 12. Yemin; 13. Gaye; 14. Ziyade anlamlarıdır. Bkz. Molla
Fenari,age, s. 98-101; (v. 62a-64a)
538
Zemahşeri, Keşşaf, I, 26.
536
102
noktasında "bi" harfi cerri talep etme manasını ifade eder.539 Aynı şekilde istiazedeki
"min" harfi cerrinin de 15 manayı ihtiva ettiğini belirtir.540
Bir diğer örnek (ُ‫" )إِﯾﱠﺎكَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ وإِﯾﱠﺎكَ ﻧَﺴْﺘَﻌِﯿﻦ‬Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden
yardım dileriz" ayetindeki "iyya" zamiridir. O, "iyya"nın mansub munfasıl zamir
olduğunu belirtir. Zamire bitişen "ke, "ha" ve "ya" harflerinin ise birinci, ikinci ve
üçüncü şahsın beyanı için geldiğini ve irabta mahalli olmadığını ifade eder. Molla
Fenari; Sibeveyh (v. 180/796), Ahfeş (215/830) ve Ebu Ali’nin (377/987) "iyya"
ifadesinin, mansubun yerine geldiği görüşünde olduklarını nakleder. Dolayısıyla onlara
göre irab vecihleri söz konusu kelimede varid olmaz. Bu da, onun gizli (muzmar)
olmasının delilidir. Halil, (175/791) Ebu'l-Abbas (285/898) ve Zeccac (311/923) ise
"ke" zamirine bitişen "iyya"nın "senin kendine (nefs) ibadet ederiz" anlamında
olduğunu söyler. Molla Fenari, değerlendirme olarak bu görüşün şaz olduğunu ve ancak
zaruret durumunda söz konusu olabileceğini dile getirir. Zeccac "iyya"dan sonrasının
izafet zamirinin ortaya çıktığı yer olduğunu belirtir. Ebu'l-Abbas ise gizli olan şeye
(muzmar) izafetin kapalı (müphem) olduğu görüşündedir. Ferra (207/822) "iyya"nın bir
destek olduğu, zamirin ise ondan sonra geldiği görüşündedir. Çünkü zamirden onu
ayırdığında ayrı olarak söylemek imkansız olurdu. İbn Keysan'ın, (320/982) her ikisinin
de tek bir isim olduğu görüşünü Molla Fenari, özellikle mananın değişmediği yerde
izafetin yokluğunun asıl kaide olduğunu söyleyerek destekler. Zira tarif edilen işaretin
dışında mana yoktur. İzafet durumunda da tarif anlamı ortadan kalkar.541
Molla Fenari, "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna" ifadesinin de bedel-i
kül olduğunu belirtir.542
539
Molla Fenari, age, s. 135-136; (v. 87a-87b).
1. Gayenin başlangıcı; 2. Bazıyet; 3. Beyanu'l-Cins; 4. Ta'lil; 5. Bedel; 6. "an" harfi cerrinin müradifi
olması; 7. "bi" harfi cerrinin müradifi olması 8. "fi" harfi cerrinin müradifi olması; 9. "inde" harfi
cerrinin müradifi olması; 10. "rubbema" harfi cerrinin müradifi olması; 11. "ala" harfi cerrinin müradifi
olması; 12. Fasıl olması; 13. Gaye; 14. Umum'un tahsisi; 15. Umumi bir ifadenin tekidi. Bkz. Molla
Fenari, age, s. 103-104; (v. 65b-66b).
541
Molla Fenari, age, s. 281; (v. 188b-189a)
542
Molla Fenari, age, s. 307; (v. 207a)
540
103
Bilindiği üzere Arapçada lafızlar, istenilen manayı elde etmek için belli bir
sistem içinde yerleştirilirler. Özetle Molla Fenari de Kur’an ayetlerinde bunun nasıl
ortaya çıktığını belirlemeye çalışır.
bad. Beyan
Molla Fenari, beyan ifadesiyle ayetlerin düzeni, tertibi hakkındaki özelliklerini
açıklamaktadır. Söz gelimi "Rabbu'l-Alemin" ifadesinde "rab" kelimesi önce gelmiştir.
Çünkü rububiyet O'na göre zat isimlerinden sonraki en kapsayıcı sıfatlardandır.543
"Rahman ve "Rahim" ifadesinin besmelede söylendikten sonra Fatiha
sûresinde ikinci defa tekrar edilmesinin sebebi ile ilgili görüşleri nakleder.544
Ayrıca Molla Fenari, "mâliki yevmi’d-dîn" ifadesinin sûrenin başında değil de
sonra gelmesini; ahiretle ilişkili olması, hamd'in ihtisasının illeti olması ve Allah'ın zatı
tarafından tehir edilmiş fiillerin geciktirilmesi konumunda olması şeklinde 3 sebep ile
açıklar.545
Bir diğer örnekte ise O, "sırata’l-müstakim" ifadesinde istiarenin olduğunu ve
burada İslam dini yerine "sırat" kelimesinin kullanıldığını belirtir. "Müstakim"
ifadesiyle vasf etmede ise övme söz konusudur.546 Molla Fenari, "Teysir"de müstakim
ifadesiyle ilgili iki anlamdan bahsedildiğini ifade eder. Buna göre "mustakim" yolun
543
Molla Fenari, age, s. 213; (v. 142a).
Bu görüşler şunlardır: 1. Besmeledeki "rahman ve rahim"in Fatiha'dan olmadığını ifade etmek. 2.
Kullarını, onu çokça zikretmeyle görevlendirme. 3. Ubudiyetin rahman ve rahim olmak üzere iki
kısmının olduğunu belirtme ve Rahman'ın Dünyada rızıklandırma, Rahim'in ise ahirette mağfiret etme
olduğunu beyan. 4. "Hamd"in rahmete ulaştırdığına işarettir. İlk hamd eden Hz. Adem'dir. Hz. Adem
öksürdüğünde Allah'a hamd etti. derhal ona "Rabbin sana rahmet eder" dendi. (Yerhamuke Rabbuke) 5.
"RabbulAlemin" ifadesinin anlamlarından bir kısmının terhib/tehdit içermesi sebebiyle Allah akabinde
itaat eden kullarına yardım edeceğini ifade etmek için onu getirmesi. 6. Konevi'den gelen, besmeledeki
iki rahmetin zat için olmakla birlikte Fatihadaki iki rahmetin kemalî sıfat için olması. 7. Tekrarın ta'lil
ifade etmesi. 8. Besmelede Zatın feyzindeki yardımdan sonra Kemalat feyzinde de yardım etme vardır.
Fatihada ise bu durum, Hamd içindir. 9. İlkinde kulların kalplerine rahmetle şamil olma; ikincisinde
yakınlık talep etmek için celal ve cemal isimleriyle övme vardır. 10. İlkinde Allah'ın ismindeki
büyüklüğün dehşetini ortadan kaldırma vardır. İkincisinde zati övgünün sıfatî övgüyle kemale
erdirilmesi söz konusudur. 11. İlkinde umumileştirilmiş hükmün tahsis ettirilmesi; ikincisinde tahsis
edilmiş hükmün umumîleştirilmesi söz konusudur. 12. Aynı yerde ilkinde mutlak bâtınî emrin
manasının hükmü gereğince hükmün daimi olması; diğerinde ise zahiri ve Batıni olarak şart koşulmuş
hükmün mukayyetleşmesi söz konusudur. Bkz. Molla Fenari, age, s. 214; (v. 142b-143a).
545
Molla Fenari, age, s. 214; (v. 143a).
546
Molla Fenari, age, s. 312; (v. 210b)
544
104
düzgün olması anlamına geldiği gibi o yolda gidenlerin düzgün olduğu anlamında da
olabilir.547 Molla Fenari, bu ikinci anlamın mecazen bu anlama geldiğini zikreder.548
Dolayısıyla O, yolun düzgün olması anlamını daha doğru kabul eder.
Özetle O, “beyan” başlığında Kur’an’daki ifadelerin niçin ve nasıl ortaya
konulduğu hakkında bilgi vererek ayetleri açıklamaya çalışır.
bb. Temel İslamî İlimler
Bu bölümde Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam gibi dînî ilimler tarafından
oluşturulan bilgi malzemesinin tefsirde nasıl kullanıldığını örneklendirmeye çalışacağız.
Temel hedefimiz müellifimizin ilgili ilimlerle ilgili görüşlerini ortaya koymak değil,
bilakis zikredilen ilimleri, tefsirde nasıl ortaya koyduğunu ele almaya yönelik bir
tavırdır.
bba. Tefsir (Tarih)
Molla Fenari'nin tefsirinde belki de en çok dikkati çeken nokta "Tefsir"
başlığıdır. Zira Molla Fenari, ayetleri tefsir etmeyi sadece tefsirleri okumakla sınırlı
görmemektedir.
Aksine
ona
göre
tefsir,
müfessirde
sadece
tefsir
kültürü
oluşturmaktadır.
O, bu bölümde, tefsirini yaptığı ayetler hakkında rivayet edilen görüşleri
zikretmektedir. Nitekim biz de bu kısmı Tefsir (Tarih) olarak ifade edilebileceği
düşüncesinden hareketle böyle isimlendirdik. Burada zikredilen “tarih” sözü, Molla
Fenari’nin kendi dönemine kadarki tefsir birikimini ifade eder.
Molla Fenari bu hususta Nesefi'nin "Teysir" adlı çalışmasını kullanmaktadır.
Zira Nesefi, ilgili eserinde, rivayetleri öz bir şekilde zikretmiştir. Molla Fenari ise,
konuyla ilgili rivayetleri naklederek, yerine göre onlarla ilgili ilave bilgiler sunmaktadır.
Tefsir’e dair birinci örnek "istiâze" ile ilgilidir. Molla Fenari, Tefsir-i Kebir ve
Tefsir-i Beydavi’de geçen iki rivayeti önce zikreder. Tefsir-i Kebir'de İbn Abbas'tan
547
548
Bkz. Nesefi, age, v. 11a.
Molla Fenari, age, s. 312; (v. 210b-211a).
105
rivayetle istiâze ile ilgili Hz. Muhammed'e indirilen şeylerin ilkinin ne olduğuna dair
şunları söylemiştir: "Ey Muhammed, "estaizu billahi’s-semi'i’l-alimi mine’ş-şeytani’rracim" (Kovulmuş Şeytan'dan hakkıyla bilen, duyan Allah'a sığınırım) de. Sonra şöyle
demiştir: "Bismillahirrahmanirrahim ikra bismi rabbik" (Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Rabbinin ismiyle oku) de.549
Beydavi’nin tefsirinden de naklen İbn Mesud’un şöyle dediğini zikretmektedir:
Resulullah'a (sav) Kur'an okuduğumda "Eûzübillahi's-Semi'il-Alimimineş-Şeytani'rRacim" dedim. O da "Euzubillahi mineşşeytanirracim" de. Cebrail, Kalem'den o da
Levh-i Mahfuz'dan bana böyle okudu." buyurdu.550
Molla Fenari, bu ikisi arasındaki farkla ilgili –Allah en iyisini bilendir kaydıyla
birlikte- şöyle demiştir: "Seleften gelen görüşlerden ilki dirayet olarak en uygun
olanıdır. İkincisi ise rivayet olarak sabit olandır. Nitekim İbn Mesud'dan rivayet edilen
hadis de buna delildir.551
Yine Tefsir-i Kebir'de Hasan-ı Basri'den rivayetle bir adam kölesini
dövüyordu. Kölesi "Euzubillah" demeye başladı. Tam o esnada Resulullah geliverdi.
Bunun üzerine köle "Euzu biresulillah" (Allah'ın resulüne sığınırım) dedi. Sahibi bunun
üzerine dövmeyi bıraktı. Peygamberimiz: "Allah'a sığınan bırakılmaya daha layıktır"
Bunun üzerine Adam "Ey Allah'ın Resulü, Seni şahit tutuyorum ki Allah rızası için
hürdür, dedi. Peygamber de "Nefsim Yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki
eğer sen böyle söylemeseydin, Cehennem ateşi yüzünü sarardı" buyurdu.552
Molla Fenari, burada Allah'a sığınmanın yerine "Allah'a ve sana sığınırım"
dese dahi Resule sığınmayı tercih edene yönelik tehdidin, onun küfründen
endişelenmesi sebebiyle olduğunu belirtir.553
549
Molla Fenari, age, s. 109; (v. 69b). Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 84. Hadis, İbn Ebi Hatim’in Tefsirinde
geçmektedir. Bkz. İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdris (327/938)
Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim: Müsneden an Resulullah ve’s-Sahabe ve’t-Tabiin, I-X, thk. Es’ad
Muhammed et-Tayyib, Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, Mekke, 1997/1417, I, 25.
550
Molla Fenari, age, s. 109; (v. 69b). Bkz. Beydavi, age, I, 557. el-Kurtubi, age, I, 87.
551
Molla Fenari, age, s. 109; (v. 69b).
552
Molla Fenari, age, s. 109; (v. 69b). Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 102.
553
Molla Fenari, age, s. 109; (v. 69b).
106
Bir diğer Tefsirle ilgili örnek "Besmele"dir. Cessas "Ahkamu'l-Kur'an"da şu
rivayeti zikretmiştir: Ebu Katan, Mesudi'den, o da Haris el-Akli'den rivayetle Resulullah
(sav) yazıların başlarına ilk olarak (‫" )ﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّﮫِ ﻣَﺠْﺮَاھَﺎ وَﻣُﺮْﺳَﺎھَﺎ‬Onun yüzüp gitmesi de,
durması da Allah'ın adıyladır."554 mealindeki ayet inene kadar "bismikellahümme"
yazdırdı. Bundan sonra ise "Bismillah" yazdırdı. Sonra "De ki: ( ْ‫ﻗُﻞِ ادْﻋُﻮاْ اﻟﻠّﮫَ أَوِ ادْﻋُﻮا‬
َ‫" )اﻟﺮﱠﺣْﻤَـﻦ‬İster Allah deyin, ister Rahman deyin"555 mealindeki ayet indi. Bunun üzerine
"Rahman” yazdırdı. Sonra Süleyman kıssası indi. Bunun üzerine de besmele yazdırdı.
Cessas devamında Ebu Davud'un "Sünen"inde Şa'bi, Malik ve Katade'nin Nebi'nin
Neml sûresi inene kadar "Bismillahirrahmanirrahim" ifadesini yazmadığını556 belirtti.557
Molla Fenari, Neml sûresinin iniş sırası olarak 47. olduğunu belirterek bunun,
Besmelenin her sûreden bir cüz olmadığının da delili olduğunu ifade eder. O, ayrıca
yukarıda zikredilen ilk hadisin ise Sahih-i Buhari'de zikredilen "bed'ü’l-vahy" hadisine
muhalif olduğunu belirtir.558
Molla Fenari, Konevi'nin Fâtiha Sûresi Tefsiri'nde Rahmetin külli ve tek
hakikat olduğunu, rahmete mensup olan ve Hz. Peygamber’in “Allah’ın yüz adet
rahmeti vardır”559 hadisiyle işaret edilen çokluğun ise, rahmetin mertebelerine râci
olduğunu belirtir. Rahmetin yüz sayısına tahsisi, hadiste teşvik edilen küllî isimlere (99
isim) işarettir. Cennet mertebelerindeki durum da böyledir. Binaenaleyh, sayılan
isimlerin her birisinde rahmetin bir hükmü vardır. Çünkü isimler, bir açıdan
müsemmanın aynıdırlar. Müsemma ise, Vücûd-ı Mutlak’ın sahibi olan er-Rahmân’dır.
İsimlerin hükümleri sadece mazharlarıyla zuhûr eder. Mazharlar ise, varlıkları açısından
dikkate alınmadıklarında, ademî nispetlerdir. Nispetlerin itibarı, ancak Vücud ile
mümkündür. Şu halde isimlerin ve mazharlarından ibâret olan “a’yân”ın hükmü,
Vücûda tabidir. İşte bu, er-Rahman isminin hükmünün umûmî olmasının sırrıdır.
Şu halde dünyaya gönderilmiş bir tek rahmet, rahmetin nispetlerini birleştiren
bir nispettir. Bu nispet, Hakkın tecellisinin ve isimlerinin hükümlerinin, her halde,
554
Hud, 11/41.
İsra, 17/110.
556
Ebu Davud, Sünen, Salât 125.
557
Cessas, age, I, 7-8.
558
Molla Fenari, age, s. 142; (v. 91b)
559
Müslim, Sahih, Tevbe, 17; İbn Mace, Sünen, Zühd, 35; Darimi, Sünen, Rikak, 69.
555
107
vakitte ve mertebede kabiliyetlere ve bunların hükümlerine göre taayyün ettiğini
belirttiğimiz üzere, kuşatıcı bir mertebede zuhûr etmiştir. Doksan dokuz rahmet ise,
rahmetin mertebeleri ve sayılan isimlerdeki hükümlerinden ibârettir. Bu durumda
birleştirici nispet, küllî açıdan rahmetin hükmünü izhâr eder. zikredilen isimler ile de,
rahmetin tafsîlî hükümleri zuhûr eder; hepsinin birliğiyle ise, işin sonunda rahmetin
gazabı geçmesinin sırrı zahir olur. 560
"Hamd" ifadesinin güzel fiillerle övme, nimetlere karşı şükretme, razı olma ve
güzel sıfatlarla methetme561 anlamına geldiğini belirten Molla Fenari, hamdin
zikredilenlerin hepsine şamil olan hakikatlerin kaynağı olduğunu vurgular.562
Bir diğer örnek "rabbu’l-alemin" ayetindeki "rab" ifadesidir. İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre o, bu ifadenin alemlerin efendisi (seyyid) anlamında olduğu
görüşündedir.563
Son örneğimiz "Alemin" sözü ile ilgilidir. Molla Fenari, İbn Abbas'a göre
bunun, yeryüzünde bulunan ruh sahipleri olduğunu belirtir. Said b. Cübeyr'in
rivayetinde ise (ً‫" )ﻟِﯿَﻜُﻮنَ ﻟِﻠْﻌَﺎﻟَﻤِﯿﻦَ ﻧَﺬِﯾﺮا‬Âlemlere uyarıcı olması için"564 ayetinden hareketle
onun insan ve cinler olduğunu; Katade’nin ise, bunlara melekleri ve şeytanları da
eklediğini belirtir. Cafer-i Sâdık ise onların cennet ve cehennem ehli olduğunu belirtir.
Beydavi, tefsirinde onların hepsinin, kendisiyle yaratıcılarının bilindiği bir âlem
olmaları sebebiyle hepsinin kastedildiğini söyler. Bundan dolayı da onlar bu konuda
denk olmuştur. Nitekim Allah Taala (َ‫" )وَﻓِﻲ أَﻧﻔُﺴِﻜُﻢْ أَﻓَﻠَﺎ ﺗُﺒْﺼِﺮُون‬Kendi nefislerinizde de öyle.
Görmüyor musunuz?"565 buyurmaktadır. 566
Molla Fenari, âlemle mahlûkat arasında bağlantı kurarak “Teysir”den şunları
nakleder: Allah Taala, mahlukatı dört sınıf şeklinde yaratmıştır. Bunlar; Melekler,
Şeytanlar, İnsanlar ve Cinlerdir. Bunları da 10 kısma ayırdığını; bu on kısmın
560
Molla Fenari, age, s. 143-144; (v. 92a-92b).
Bkz. Nesefi, age, v. 6b-7a.
562
Molla Fenari, age, s. 191; (v. 127a).
563
Molla Fenari, age, s. 214; (v. 143a)
564
Furkan, 25/1.
565
Zariyat, 51/21.
566
Molla Fenari, age, s. 216; (v. 143b-144a)
561
108
dokuzunun melekler olduğunu; diğer üçünün ise onuncusu olduğunu belirtir. Sonra bu
onuncu kısmı da on kısma ayırmıştır. Bunların dokuzu şeytanlardır. Diğer biri ise
insanlar ve cinlerdir. İnsanlar ve cinleri ise on kısma ayırmıştır. Bunların da dokuzu
cinlerdir. Onuncusu da insandır. İnsanı da 125 kısma ayırmıştır. Bunların yüz tanesi
Hind diyarındadır. 12 tanesi Rum diyarındadır. 6 tanesi doğudadır (meşrik). Diğer altı
tanesi de batıdadır(mağrib). Molla Fenari, bunlardan bir tanesinin de ehl-i tevhid
olduğunu ve bunların da 73 fırkaya bölündüğünü, bunlardan da sadece bir tanesinin
Fırka-i Nâciye olduğunu belirtir ki bu da ehli sünnet ve’l-cemaattir.567
Kısaca özetlemek gerekirse Molla Fenari, bu bölümde ayetlerle ilgili yapılan
tefsirlerden örnekler verir. Burada konuyla ilgili rivayetleri bolca zikreder. Hedefi bir
görüşü zikretmek olmayıp var olan görüşleri bir araya getirmektir. Bunun için de, kendi
dönemine kadar oluşan literatürü toplayan Nesefi’nin “et-Teysîr” adlı çalışmasını
dikkate aldığı görülmektedir.
bbb. Hadis
Molla Fenari, "Hadis" başlığı altında konuyla ilgili hadisleri zikreder ve
onları özellikle vahdet-i vücut terimleriyle açıklamaya çalışır. Biz de onun istiâze ile
ilgili sunduğu hadisleri ve bunların tefsirde kullanışına dair örnekler verebiliriz. Mesela
Allah Taala, önceki Peygamberlere ve bazı kullarına istiâze'de bulunmaları sebebiyle,
istediklerini verdiğini belirtir. Bu cümleden olarak Molla Fenari, ( ْ‫وَﻗُﻞ رﱠبﱢ أَﻋُﻮذُ ﺑِﻚَ ﻣِﻦ‬
ِ‫" )ھَﻤَﺰَاتِ اﻟﺸﱠﯿَﺎﻃِﯿﻦ‬Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!"568
mealindeki ayette belirtildiği üzere istiâzede bulunması sebebiyle Peygamberimize
şefaatin verildiğini söyler.569
Muâz b. Cebel'den rivâyetle O, şöyle demiştir: İki adam Peygamber'in (sav)
yanında kavga edip küfürleştiler. Sonunda birinin öfkelenme belirtileri üzerinde
görülmeye başlayınca Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum ki bu
kimse onu söylerse öfkesi mutlaka geçecektir: “Euzu billahi mine’ş-şeytani’r-
567
568
569
Bkz. Molla Fenari, age, s. 216-217; (v. 144a-144b). Bkz. Nesefi, age, v. 8a.
Müminun, 23/97.
Molla Fenari, age, s. 109-110; (v. 69b-70a)
109
racim”570 Molla Fenari, zikredilen hadisin ( ‫إِنﱠ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ اﺗﱠﻘَﻮاْ إِذَا ﻣَﺴﱠﮭُﻢْ ﻃَﺎﺋِﻒٌ ﻣﱢﻦَ اﻟﺸﱠﯿْﻄَﺎنِ ﺗَﺬَﻛﱠﺮُوا ﻓَﺈِذَا‬
‫" )ھُﻢ ﻣﱡﺒْﺼِﺮُون‬Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytândan gelen bir vesvese dokunduğu
zaman düşünür, (gerçeği) görürler"571 mealindeki ayetle uyuştuğunu belirtir.572 O, bu
ifadenin, Allah'ın her daim kişiyle beraber olduğunu hatırlaması ve ona sığınması
anlamında olduğunu söyler. Ayrıca bunun sırrının da şu olduğunu belirtir: Kişi kızgın
olduğunda kendisi için neyin faydalı olduğuna dair bilgisinde acziyete düşer. Zira
aklının yerini gazabı almıştır. Aynı şekilde gücü noktasında da bir acizlik hisseder. Zira
gücü ona düşmanını yenme ve onu rezil etmeyi vehmeder. Ancak Allah'ın kudretinin
yanında onun gücü hiçbir şeydir. Burada vazife Molla Fenari'ye göre işi Allah'a teslim
etmektir.573
Hadis’le ilgili diğer bir örnek şöyledir: Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kim sabah olduğunda üç kere Eûzû billahi’s-semî’i’l-âlîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm
(Allah’ın rahmetinden kovulan taşlanmış şeytanın şerrinden her şeyi bilen Allah’a
sığınırım) diyerek; Haşr sûresinin sonundaki üç ayeti okursa, Allah o kimseye yetmiş
bin melek vekil eder de o melekler akşama kadar o kimseye duâ ve istiğfar ederler. Eğer
o gün ölürse şehîd olarak ölür. Akşam olunca okuyan kimse de sabaha kadar aynı
durumdadır.”574 Molla Fenari, hadiste istiâze ile Haşr sûresinin son kısmının bir arada
zikredildiğini zira istiâzede acziyeti ve ubudiyeti tam olarak hissetmenin bulunduğunu;
Haşr sûresinin sonunda da Cenab-ı Allah'ın kudretinin, azametinin ve rububiyetinin
ikrarının söz konusu olduğunu vurgular. Böylece ilkinde terk etme, ikincisinde
zînetlenme vardır. Bu ikisiyle; Allah Tealanın ( ِ‫اﻟﱠﺬِﯾﻦَ آﻣَﻨُﻮاْ وَﻛَﺎﻧُﻮاْ ﯾَﺘﱠﻘُﻮنَ ﻟَﮭُﻢُ اﻟْﺒُﺸْﺮَى ﻓِﻲ اﻟْﺤَﯿﺎة‬
ِ‫" ) اﻟﺪﱡﻧْﯿَﺎ وَﻓِﻲ اﻵﺧِﺮَة‬Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır.
Onlara dünya hayatında da ahirette de müjde vardır."575 mealindeki ayetin anlamı
tahakkuk eder. Böylece Allah Tealanın ( ْ‫اﻟﱠﺬِﯾﻦَ ﯾَﺤْﻤِﻠُﻮنَ اﻟْﻌَﺮْشَ وَﻣَﻦْ ﺣَﻮْﻟَﮫُ ﯾُﺴَﺒﱢﺤُﻮنَ ﺑِﺤَﻤْﺪِ رَﺑﱢﮭِﻢ‬
ِ‫" )وَﯾُﺆْﻣِﻨُﻮنَ ﺑِﮫ‬Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini
570
Tirmizi, Sünen, Dua, 52.
Araf, 7/201.
572
Molla Fenari’nin bu tavrı, metodolojik açıdan hadisteki ifadenin Kur’an’la sağlamasının yapılması
anlamına gelmektedir.
573
Molla Fenari, age, s. 110; (v. 70a)
574
Tirmizi, Sünen, Fezailu'l-Kuran,22.
575
Yunus, 10/63-64.
571
110
hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler."576
mealindeki ayetin hakikati de ortaya çıkmış olur.577
Diğer bir hadiste yine istiâze ile ilgili Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Her kim
bir konaklama yerine iner de şu duayı okursa oradan ayrılıncaya kadar kendisine hiçbir
şey zarar veremez: ‘Allah’ın yarattığı mahlukatın şerrinden, Allah’ın eksiksiz tam
ayetlerine (kelimât) sığınırım.’”578 Molla Fenari, hadiste zikri geçen "Allah'ın
kelimeleri"nin batınının ruhlar alemine işaret ettiğini vurgular. "tâmmât" ifadesinin ise
tertemiz olan iyi ameller olduğunu belirtir.
Başka bir hadiste de Resûlullah'ın (sav): “Ben sizin görmediklerinizi görüyor
işitmediklerinizi işitiyorum. Gökyüzü çatırdadı ve çatırdamakta da haklı idi Çünkü
gökyüzünde dört parmaklık bir yer yoktur ki secde eder vaziyette melekler orayı
doldurmamış olsun.”579 buyurduğu üzere göklerde ve yerde melekler ve cinlerin dolu
olduğu aklî ve naklî olarak bilindiğinde kötülüklerden iyiliklere dönmek için istiâzenin
kullanıldığını belirtir. Molla Fenari, bunun matla'ının580 Allah’ın; kerîm, latîf, hâdi
isimlerinde olduğu gibi meleklere; Mudil, Kahir, Muntakim isimlerindeki gibi cin ve
şeytanlara işaret ettiğini söyler. Allah ismi ise her ikisini de cem eder.581 Böylece O’na,
tam bir istiâze söz konusu olur. Müellif, ayrıca esma-i hüsnanın “tüm kelimelerin”
asılları olduğunu söyler. İsimler ise matla'dan sonra olandır. Burada isimler hazreti;
misal, his ve ruhlar hazretinden önce olmasına rağmen sonra zikredilmiştir. Molla
Fenari, bunun sebebinin hakiki failin bunların hepsi üzerinde kendi otoritesini
(sünnetini) icra etmesi nedeniyle olduğunu belirtir.
Konuyla ilgili bir diğer hadiste İbn Abbâs’tan rivâyete göre, Rasûlullah (sav),
torunu Hasan ve Hüseyin’i okuyarak tedavi ederdi. İbrahim (as)’ın da oğlu İsmail ve İshâk’ı
aynı şekilde okuyarak tedavi ettiğini söylerdi. Peygamberimizin duası şöyleydi: “Her ikinizi
de Allah’ın noksansız tüm kelimeleriyle her türlü şeytan, zararlı hayvanlar ve göz
576
Mümin, 40/7.
Molla Fenari, age, s. 110; (v. 70a-70b).
578
İbn Mace, Sünen, Tıb, 46.
579
Tirmizi, Sünen, Zühd, 9.
580
Burada “Matla”dan kasıt hazarat-ı hams’taki 3. hazret olan “ruhlar” alemidir.
581
Burası “Taayyün-ü Evvel” hazreti olup ruhlar, misal ve his alemine hükmeder.
577
111
değmesine karşı Allah’a sığındırırım.”582 Molla Fenari, bu kelimelerin (esmâ-i hüsna)
hepsinin Allah'a sığınılan şeyler dâhilinde olduğunu söyler.583
Bir diğer hadiste "Amr b. Şuayb’dan584 rivâyete göre, Rasûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Biriniz uykudan korkarak uyanırsa şöyle desin: “Allah’ın gazabı ve
azabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve bana yaklaşmalarından
Allah’ın eksiksiz olan tam kelimelerine sığınırım.” Bu durumda hiçbir şey ona zarar
vermez."585 Molla Fenari'ye göre bu, istiâzenin her türlü fiile, isme, meleklere ve diğer
kullarına şamil olması sebebiyle böyledir. O, hadiste, umumi ifadelerden sonra
"şeytanlar" diye zikredilmenin sebebinin, ondan sakınmanın ne kadar önemli olduğuna
işaret ettiğini söyler.586
Buraya kadar zikrettiğimiz hadisler “istiâze” ile ilgilidir. Son olarak “gazaba ve
dalâlete uğrayanların yoluna değil” mealindeki ayette kastedilenin kim olduğuyla ilgili
gazab’ın Yahudilere, dalâletin ise hristiyanlara olduğuna dair Peygamber’in hadisiyle
ayeti şerh etmesini örnek olarak verebiliriz.
Örneklerde de görüldüğü üzere Molla Fenari, Kur’an’ın lafız ve manasına
ilaveten batınî anlamlarını ortaya koymaya çalıştığı gibi hadiste de aynı metodu
uygular. Tefsirde kullanacağı hadislerin sıhhatlariyle ilgili titiz davranan müellif,
hadislerin şerhinde ise bâtınî manaları açıklar. Bu anlamda hadisteki batınî manaları
ortaya koyan matla’ ve matla’ sonrası ifadeleri açıklayıcıdır. Böyle bir tavrın
oluşmasında bir “söz” olan Kur’an ve Hadis’e yönelik vahdet-i vücutçu yaklaşımının
izlerini görmek mümkündür.
bbc. Kelam
Molla Fenari, bu bölümde İslam’ın ana ilkelerini ortaya koyan ve onları
savunan kelam ilminin bilgilerini ayetle bağlantılı olarak imkan nisbetinde inceler.
582
583
584
585
586
Tirmizi, Sünen, Tıb, 18.
Molla Fenari, age, s. 111; (v. 71a)
Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden bu hadisi rivayet etmiştir.
Tirmizi, Sünen, Dua, 94.
Molla Fenari, age, s. 111; (v. 71a).
112
İlk örneğimiz, Fahreddin Razi'nin hamdle ilgili tespitlerinin Molla Fenari
tarafından değerlendirilmesidir. 587 Burada Fahreddin Razi’nin görüşlerinin tefsirinden
yapılan nakillerden hareketle kelamın değil de tefsirin konusu olduğu şeklindeki bir
değerlendirme akla gelebilir. Fakat Fahreddin Razi’nin tefsirinde ayetle kelamî konular
arasında bağlantı kurduğu, bu anlamıyla da tefsirinde sunduğu bu başlıkların kelam’da
işlenen konularla ilgili olduğu unutulmamalıdır. Molla Fenari de onun tefsirinde işlediği
konulardan hareketle konuyu incelemektedir.
Birinci tespit, Allah'ın kullarına kendisine hamd etmelerini emretmesinin caiz
olmamasıdır. Zira nimete karşılık olursa bu, onun cömertliğine zarar verir. Eğer böyle
bir şey söz konusu değilse o takdirde de boşuna yorma ve zulüm olur. Molla Fenari, bu
görüşü; bunu, nimet verdiğinden dolayı değil, bilakis zatı üzere onu hak ettiğinden
(istihkak) dolayı kendisine hamd edilmesi gereklidir, şeklinde değerlendirir.
Fahreddin Razi’nin zikrettiği ikinci tespit, hamdin vacip olması durumunda
vacipliğin anlamının "Eğer sen hamdi terk edersen seni ebediyen cezalandırırım"
şeklinde olmasıdır ki bu, hamd edilene fayda vermez. Hakîm olan için de uygun olmaz.
Molla Fenari buna, tekliflerin hepsinde geçerli olan şeyin, Allah’ın rahmeti olduğuyla
cevap verir. Nitekim ( ‫ﯾَﺎ َأﯾﱡﮭَﺎ اﱠﻟﺬِﯾﻦَ آﻣَﻨُﻮا اذْﻛُﺮُوا اﻟﻠﱠﮫَ ذِﻛْﺮاً ﻛَﺜِﯿﺮاً وَﺳَﺒﱢﺤُﻮهُ ﺑُﻜْﺮَةً وَأَﺻِﯿﻼً ھُﻮَ اﻟﱠﺬِي ﯾُﺼَﻠﱢﻲ‬
ً‫" )وَﻣَﻠَﺎﺋِﻜَﺘُﮫُ ﻟِﯿُﺨْﺮِﺟَﻜُﻢ ﻣﱢﻦَ ﻋَﻠَﯿْﻜُﻢْ اﻟﻈﱡﻠُﻤَﺎتِ إِﻟَﻰ اﻟﻨﱡﻮرِ وَﻛَﺎنَ ﺑِﺎﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﯿﻦَ رَﺣِﯿﻤﺎ‬Ey inananlar! Allah'ı çokça
zikredin. Ve O'nu sabah akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için
üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere
karşı çok merhametlidir"588 mealindeki ayet de buna işaret eder. Muhakkak ki onun
teklifi, bedenlerdeki bulanıklıklardan ve imkan karanlığından bizi çıkarmak içindir.
Ebedi ceza ise her zaman boyun eğmeyenin takdiri üzeredir. Dolayısıyla cezayı hak
edenin cezalandırılması adalettir ve layık olana hikmetle muamele etmektir. Başka bir
ifadeyle Molla Fenari’ye göre, kişinin imkan karanlığında kalmasının doğal sonucu, hak
ettiğini (ceza) almasıdır ki bu da adalettir.
Molla Fenari, Fahreddin Razi’nin zikrettiği hamd edilene fayda vermeyen bir
işle meşgul olmak edepsizliktir, şeklindeki görüşün, düşünülmeden söylenmiş bir söz
587
588
Fahreddin Razi, age, I, 318-319.
Ahzab, 33/41-43.
113
olduğunu belirtir. Ancak Allah'ın ihsanlarına az bir şükürle karşılık verme anlamında
edepsizlik olduğu değerlendirmesine Molla Fenari de katılır. Bu edepsizlik teklifte
olursa, ona göre yapılması gereken onun terk edilmesidir. Fakat onun izniyle olursa ki
bu, az olanın çok olanın makamına geçmesi olur ki bu, bir lütuftur.
Nimetle uğraşmanın nimet verenle uğraşmayı engellediği görüşüne Molla
Fenari, mücmel bir ilgilenmenin kafi geleceğini, böylece de onu nimet verenden men
etmeyeceğini belirtir. Ya da ona göre çağrılma makamına çağrılmada aciz olduğuna
yönelik bir izhar, ondan bir lütuf olur.
Fahreddin Razi’nin diğer bir tespiti şöyledir: Nimeti elde ettiğinde Allah'a
övgüde bulunma, Allah’ın; nimeti, övgüde bulunulması için verdiğinin de bir delilidir.
Hakikatte kişinin ibadeti, nimeti elde etme ve nefsin hazza ulaşması amacıyladır ki bu,
düşük bir konumdur. Molla Fenari ise, buradaki tertibin, nimetin Cenab-ı Allah'ın zatı
için bir hatırlatıcı olduğu veya nimetin, nimet verenin açık bir delilinin göstergesi
olduğu için yapıldığıdır.589
Özetle
Molla
Fenari,
ayetteki
“hamd”
ifadesinin
kelamî
bağlamda
değerlendirmesini yapar. Buradaki vurgusu, mutlak hamd sahibinin Cenab-ı Allah
olduğu ve insanın mümkin varlık olmasının, hamd eyleminde onu mutlaklığa
ulaştıramaması sebebiyle icmâlî bir özelliğe sahip olduğunu dillendirir. Bununla birlikte
kendisine nimet verilen, hamdi bizatihi hak etmesinden dolayı O’na hamd etmekten de
geri
durmamalıdır.
Dikkat
edildiği
üzere
Molla
Fenari’nin
kelamla
ilgili
değerlendirmeleri genellikle Fahreddin Razi’nin tefsirinde tartıştığı noktalar bağlamında
incelenmektedir. Bu nedenle bölümün aynı zamanda Fahreddin Razi’nin kelamla ilgili
görüşlerinin şerhi olduğu söylenebilir.590
Molla Fenari, imamet meselesiyle ilgili “nimet verdiklerinin yoluna”
mealindeki ayetten hareketle Hz. Ebu Bekir’in Peygamberden sonraki imametine işaret
olduğunu da belirtir. Zira kendisine nimet verilenlerin kim olduğuyla ilgili olarak onun
içine sıddıkların da girdiğini, Hz. Ebu Bekir’in ise sıddıkların reisi olduğunu dolayısıyla
589
Molla Fenari, age, s. 193; (v. 128b).
Burada Recep Şehidoğlunun Molla Fenari’yle ilgili kelâmî konularda Razi tefsirine bağımlı kalması
şeklindeki değerlendirmesi de hatırlatılabilir. Bkz. Recep Şehidoğlu, age, s. 123.
590
114
nimet verilenlere uymakla emrolunmamızdan hareketle de ona imametin gerekli
olduğunu söyler. Ayrıca Hz. Ebu Bekir, sıdık olmasına rağmen zalim olsaydı (ki böyle
bir şeyden bahsedilemez) ona uymak caiz olmazdı.591
Aynı şekilde O, ilgili ayetteki “nimet verme” sözünden kastedilenin dünya
nimeti değil, ahireti elde etmeyi sağlayacak iman etme nimeti olduğunu, bunun da
Allah’ın dilediği kullarına verdiği bir nimet olduğunu söyler. Molla Fenari, bunun
Allah’ın aslah olanı yapmasının zorunlu olduğu şeklindeki mutezilenin görüşüne de bir
cevap içerdiği düşüncesindedir.592
Sonuç olarak Molla Fenari’nin ayetle kelâmî konular arasında bağlantı kurduğu
ve bunu da çoğunlukla Fahreddin Razi üzerinden oluşturduğu söylenebilir.
bbd. Fıkıh
Molla Fenari, "şer’î hükümler" başlığı altında ayetlerle fıkhî hükümler arasında
bağlantı kurar. Fıkıhla ilgili şu örnekler verilebilir:
Molla Fenari, istiâze yapmanın cumhura göre vacip olmadığını belirtir.
Bununla birlikte Ata'ya (114/732) göre istiâze, her okumada vaciptir. İbn Sîrîn
(110/729) ise insanın ömründe bir defa (ِ‫" )ﻓَﺎﺳْﺘَﻌِﺬْ ﺑِﺎﻟﻠّﮫ‬Allah'a sığın"593 mealindeki ayet
gereğince istiâze de bulunmasının yeterli olduğu görüşündedir. Bu, ona göre istiâzenin
tekrar edilmesinin vacip olmaması demektir.
Ata ise, şeytanın kötülüklerini def etmenin vacip olduğunu, bunun da şer’î
olarak ancak istiâze ile yapıldığını belirtir. Çünkü ona göre vacibin kendisiyle
tamamlandığı şey de vaciptir. Dolayısıyla Ata, bunun aynı zamanda illiyet ifade ettiğini
belirterek her defasında tekrarlanmasını gerektirdiğini belirtir. Molla Fenari ise bu
görüşe cevaben istiâzenin Allah’a yönelme dışındaki diğer şeyler için gerekli olduğunu
belirtir ki bu da ona göre besmele ile olur. Bundan dolayı O, istiâzeyi her okumada
vacip kabul etmez. Buna delil olarak da O, ( ْ‫إِﻧﱠﮫُ ﻟَﯿْﺲَ ﻟَﮫُ ﺳُﻠْﻄَﺎنٌ ﻋَﻠَﻰ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ آﻣَﻨُﻮاْ وَﻋَﻠَﻰ رَﺑﱢﮭِﻢ‬
َ‫" ) َﯾﺘَﻮَﻛﱠﻠُﻮن‬Gerçek şu ki, iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir
591
592
593
Molla Fenari, age, s. 319; (v. 216a).
Molla Fenari, age, s. 319; (v. 216a).
Nahl, 16/98.
115
hâkimiyeti yoktur"594 mealindeki ayeti zikreder. Böylece şeytanın otoritesinin müminler
üzerinde bir etkisinin olmadığı ve onların def edilmesinin de gerekmediği ortaya çıkar.
Dolayısıyla bu sözün nedb ifade etmesi tekrarının da nedb olacağı anlamındadır.
Bununla birlikte Molla Fenari, İmam Malik’in, istiâze’yi farz namazlarda değil,
teravihte söylediğini nakleder. O, buradan hareketle istiâzenin farz olmamasına rağmen
ihtiyaten, onun hükmünün mendubdan daha az olmadığına işaret eder.595
Diğer örnek istiâzenin namazda açık (cehri) mı yoksa gizli (hafi) mi olacağıdır.
Molla Fenari, Şâfiilerin, istiâzeyi namazda cehrî olarak okuduklarını ve gizli olarak
okunsa da namazın sıhhatine zarar vermediği görüşünde olduklarını belirtir. Molla
Fenari, Hanefilerin hilafına onların cehri okumayı daha evla kabul ettiklerini de söyler.
Halbuki O, Peygamber’in hem gizli (İbn Ömer) hem de açıktan (Ebu Hureyre)
okuduğuna dair rivayetlerin olduğunu belirtir. O, kendilerinin (Hanefiler) bu konuda
(ً‫" )ادْﻋُﻮاْ رَﺑﱠﻜُﻢْ ﺗَﻀَﺮﱡﻋﺎً وَﺧُﻔْﯿَﺔ‬Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin"596 mealindeki
ayetten hareketle zikirde asl olanın hafî olduğu görüşünde olduklarını zikreder.597
Bir diğer örnek, istiâzenin her rekatte okunup okunmamasıyla ilgilidir. Molla
Fenari, bunun sadece ilk rekatte söz konusu olduğunu belirtir. O; birisinin, "festa’iz"
ayeti mucibince tekrarının her defasında gerekli olduğu görüşüne598 lafzın zahirinin terk
edilmesi anlamında olduğunu belirterek itiraz eder. Nitekim (ْ‫)إِذَا ﻗُﻤْﺘُﻢْ إِﻟَﻰ اﻟﺼﱠﻼةِ ﻓﺎﻏْﺴِﻠُﻮا‬
"namaza kalktığınızda abdest alınız"599 mealindeki ayetten hareketle abdestin
vücubunun her defasında tekrarı vaciptir." diyemeyiz. Zira hades, abdestin şartı olup,
hades olduğunda abdest de vacip olur.600 Dolayısıyla ona göre istiâzenin de bir defa
olması yeterlidir.
Bir diğer fıkhî konu, namazda Fâtiha'dan bir harf terk edilirse namazın
hükmünün ne olacağı ile ilgilidir. İmam Şafii bir harf terk edilirse o takdirde namazın
594
Nahl, 16/99.
Molla Fenari, age, s. 121-122; (v. 78a).
596
A'raf, 7/55.
597
Molla Fenari, age, s. 122; (v. 78a).
598
Molla Fenari, Fahreddin Razi'nin "Tefsir-i Kebir"de bunları sadece zikrettiğini, değerlendirmediğini
belirtir. Bkz. Fahrettin Razi, age, I, 84.
599
Maide, 5/6.
600
Molla Fenari, age, s. 122; (v. 78a-78b).
595
116
sahih olmayacağını belirtir. Molla Fenari, bize göre ifadesiyle Hanefilerin Fâtiha
sûresini okumalarının farz olmadığını belirtir. Buna delil olarak (ِ‫)ﻓَﺎﻗْﺮَؤُوا ﻣَﺎ ﺗَﯿَﺴﱠﺮَ ﻣِﻦَ اﻟْﻘُﺮْآن‬
"Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun"601 mealindeki ayetin tahsis ifade ettiğini ve
"Fâtihasız namaz olmaz"602 hadisindeki haber-i vâhid'in, Kur'an nassından daha üstün
olmadığını belirtir. Dolayısıyla Fâtiha’nın okunmaması ona göre vacib’in terk edilmesi
anlamındadır. Yoksa Fatiha’nın okunmaması namazı bozmaz. 603
Diğer bir fıkhî konu da, namazda Farsça ile kıraatin mümkün olup olmaması
meselesidir. Ebu Hanife'ye göre namazda Farsça kıraat, herhangi bir kayıt olmaksızın
(mutlak) caizdir. İmameyn'e göre ise bu durum ancak aciz olma durumunda söz
konusudur. Molla Fenari, Ebu Hanifenin de daha sonra İmameynin görüşüne tabi
olduğunun rivayet edildiğini söyler. İmam Şafii ise namazda farklı bir dille kıraati
mutlak olarak reddetmiştir. Molla Fenari’ye göre Hanefilerin dayanağı, kıraatin kolay
olanla yapılmasının nasla sabit olmasıdır. Nitekim ümmî olandan kıraatin düşmesi de
buna dayanır. Farsçanın caiz olmasındaki kolaylaştırmayı (َ‫" )وَإِﻧﱠﮫُ ﻟَﻔِﻲ زُﺑُﺮِ اﻟْﺄَوﱠﻟِﯿﻦ‬O(nun
içeriği), evvelkilerin kitaplarında da vardır."604 mealindeki ayet de teyit eder. Molla
Fenari, ayetteki zamirin, Kur'an'a raci olup, onunla Arapçanın kast edilmediğini belirtir.
Dolayısıyla hangi dille söylenirse söylensin ayetten murad, onun manasıdır. Nitekim
Allah Teala ( َ‫" )وَأُوﺣِﻲَ إِﻟَﻲﱠ ھَﺬَا اﻟْﻘُﺮْآنُ ﻷُﻧﺬِرَﻛُﻢ ﺑِﮫِ وَﻣَﻦ ﺑَﻠَﻎ‬Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve
ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu."605 buyurmuştur. Ayette zikredilen uyarma
ancak Arap olmayanların dillerine tercüme edilmekle olur. Onunla uyarma, Kur'an diye
isimlendirilmiştir. Molla Fenari, bazı ulemanın bununla sadece Farsça'nın kast edildiğini
ifade ederek diğer dilleri caiz görmediğini nakleder. Zira onlara göre o da Arapça gibi
cennet dilidir. 606 Ancak Molla Fenari’nin, “mana”yı merkeze aldığı için bunu kabul
etmediği söylenebilir.
Burada ifade edilmesi gereken bir konu da namazda kıraat esnasında yapılan
hatanın (lahn) sonucuna dairdir. Şayet yapılan hata, kelimeyi dolayısıyla anlamı
601
602
603
604
605
606
Müzzemmil, 73/20.
Tirmizi, Sünen, Salat, 232.
Molla Fenari, age, s. 194; (v. 129a)
Şuara, 26/196.
Enam, 6/19.
Molla Fenari, age, s. 195; (v. 129b-130a).
117
değiştirirse o takdirde namaz bozulur. Bu med, lin harfi gibi olursa, fâhiş olmadığı
sürece namazı ifsad etmez. Namaz dışında yapılan hatada ise ulema ihtilaf etmiştir.
Ancak hâkim görüş, okuma ve dinlemenin mekruh olmasıdır.607
Molla Fenari bu bölümde özetle ayet-i kerimeyle bağlantılı fıkhî hükümleri
inceler. Burada meselelerin tefsir’in bir parçası olarak dikkate alındığı gözden
kaçırılmamalıdır. Mesela istiâze ile ilgili fıkhî hükümler, Molla Fenari tarafından ayetin
tefsirinin bir parçası olarak ele alınmaktadır. Yani burada hedef, fıkhî meselelere çözüm
bulmak değildir. Zira Fıkıh, Kur’an dışında Sünnet, İcma ve Kıyas gibi farklı
kaynaklara da sahiptir. Fakat fıkhın temel kaynağının Kur’an olduğu da göz ardı
edilemez. Tefsirlerde ortaya çıkan bilginin ayetin anlaşılması noktasında açıklamalar
yapma ve bu bilgilerin fakihlerin görüşlerine kaynaklık etmesi temel hedef olarak
söylenebilir. İşte müellifimiz de, bunun idrakinde olarak ayetle bağlantılı fıkhî
meseleleri ele almıştır.
bc. İşari (Tasavvufi)İlimler
Bu bölümde genel olarak Molla Fenari’nin vahdet-i vücut düşüncesiyle
ayetlerin anlamları arasında nasıl irtibat kurduğuna dair örnekler verilecektir. Onun işârî
ilimler başlığında sunduğu bilgiler genel olarak “nakiller”den oluşmaktadır. Bu
durumdan da anlaşıldığı üzere kendisinin, mutasavvıfların kullandığı anlamda
"muhakkik" tavrının olmadığı hissedilmektedir. Ancak buradan Molla Fenari'nin düz bir
nakilci olduğu gibi bir anlam çıkartılmamalıdır. Zira O, nakillerin kendisini
ilgilendirdiği kadarını naklederek bu bilgileri derlemektedir. Bunları da genellikle
maddeler şeklinde sunmaktadır. Ayrıca O'nun yer yer konuyla ilgili kendi görüşlerini
"ben de derim ki" şeklinde sunduğu görülmektedir. Şimdi bu hususun ayrıntısına
geçelim.
bca. İlm-i Hakâik (Mevhibe)
Molla Fenari, bu kısımda ağırlıklı olarak Sadreddin Konevi'den yararlanmakla
birlikte Müeyyedüddin el-Cendî608 (91/1291) ve Kâşânî'den609 (730/1329) de nakillerde
607
Molla Fenari, age, s. 253; (v. 169b-170a).
118
bulunur. Fakat buradaki nakletme yukarıda da belirttiğimiz gibi birebir olmayıp Molla
Fenari'nin düzenlemesinden hareketle oluşturulmuştur.
İlk örnek besmeledeki “isim” ile ilgili zikredilen mevhibelerdir. Bu konu,
Molla Fenari’nin varlık ve ilim anlayışını da içeren bir derleme mahiyetindedir. Konu
hakkında özetle şöyle demektedir: İsim, her türlü farklılaşma (temeyyüz) ve çoğalmanın
başladığı yerdir. Bunun “isim” olmasının nedeni, asıl610 üzerinde bir “alamet” olmasıdır.
Asıl’a ve ayırt edici manaya (mümeyyiz mânâ) delalet eden şey ise, ismin ismidir.
Nitekim varlıkta zuhûr edip, farklı imtiyaz ve zuhûr türlerine göre “Gayb”tan ayrılan
her şey, isimdir. İsmin “külli” ve “tekil” olarak mertebe ve vücud itibârıyla kendisinden
önce olan şeylere tâbi olmasının neticesi ise delalet ve târiftir.611
İsimlerin çeşitlenmesinin sebebi ise, sıfâtların ve itibârların farklılığıdır. Bu
itibârlar, farklı mertebelerde gerçekleşen hakikatlerin bileşimlerinin neticeleridir. Delile
delil olan şey, kendisine delil olacağı için, her birisinin Hakka delaletleri olmuştur.612
Âleme ilişen ilâhî her ismin kendisine özgü ve kendisine dönen bir kemâli vardır. Bu
kemâl, ismin hükümlerinin ve eserlerinin vücudî varlıklarda zuhûruyla tamamlanır,
ortaya çıkar ve gerçekleşir. Bu a’yân, ismin tecellîgahları, taayyün yerleri, hükmüyle ve
eseriyle ismin saltanatının zuhûr mahalleridir. İsmin saltanatının zuhûru, “Allah”
isminden, kendisindeki kemâli izhâr için yardım dilemesiyle gerçekleşir. Çünkü her
ismin, mertebesi yönünden kendisine has bir lisanı vardır. Bütün isimlerin toplamının
lisanı ise, “Bilinmek istedim”613, (ِ‫“ ) وَﻣَﺎ ﺧَﻠَﻘْﺖُ اﻟْﺠِﻦﱠ وَاﻟْﺈِﻧﺲَ إِﻟﱠﺎ ﻟِﯿَﻌْﺒُﺪُون‬Ben insanları ve
608
Bkz. Molla Fenari, age, s. 156-157; (v. 101b-102b).
Bkz. Molla Fenari, age, s. 158-160; (v. 103a-104b).
610
Konevi'ye göre bu asıl, çoğalmanın ve farklılaşmanın kaynağıdır. Çoğalma ve temeyyüz, isim ve lafzın
lâzımı olan iki hükümdür.
611
Molla Fenari, age, s. 154; (v. 100a).
612
Böylelikle delalet, Konevi'ye göre iki türe ayrılmıştır: Dolaylı delalet/delalet bi-vasat, dolaysız
delalet/delalet-bidüni vasat.
613
Hadis Alimlerinden İbn Teymiye, (v. 728/1328) Zerkeşi (v. 794/1391) ve İbn Hacer (v. 852/1449)
gibi alimler bu hadisin sahih veya zayıf bir senedinin bulunmadığını, dolayısıyla aslının olmadığını
söylemişlerdir. Bkz. Seyit Avcı, el-Fütûhatü'l-Mekkiyye'de İbn Arabi'nin Hadis Anlayışı, Ensar
Yayıncılık, Konya, 2005, s. 92.
609
119
cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”614 vb. ifadelerinde belirtildiği gibi,
tafsîlî nisbetleri ve bunların sûretlerinin a’yânını kabul etmektir.
Varlıklardan her bir ayn’ın da, kendisine ait bir kemâli vardır. Bu kemâl, o
varlık için sadece Haktan kazanılmış varlık ile gerçekleşir. Fakat bu talebin kaynağı ve
menşei ise, isimler mertebesidir. Çünkü isim, muhakkiklere göre, bir açıdan
müsemmanın aynıdır. Müsemma, varlıkların a’yânının aksine Zâtını ve Zâtının
levazımını
ezelî
olarak
bilir.
Varlıkların
a’yânının
kendi
zâtlarını
ezelde
bilemeyişlerinin sebebi, varlıklarının hâdis olmalarıdır.615 Dolayısıyla, “hayat” ve
“vücud” gibi ilmin gerçekleşmesinin kendisine bağlı olduğu şartlar bulunmadığı için,
varlıkların kadîm bilgilerinin olması sahih değildir. Çünkü bir şeyi bilmeyen kimsenin,
cehâleti anında, bilmediği şeyi bilmediği yönden talep etmesi, kesinlikle geçerli
değildir.616
Burada da gördüğümüz üzere varlık, isimler’in altında olup, bu isimlerle
bağlantılıdır. Dolayısıyla isimleri bilmek sadece varlığı bilme olmayıp onun üstündeki
bir şey hakkında işarette bulunmaktadır. Molla Fenari, burada sözü Hakk’ın “isim”lerle
ilişkisine getirir.
Hakkın “vahid” diye isimlendirilmesi, vücûdî hâl ile ilk taayyününün
makulluğu itibariyledir. Bu taayyün, Hakka nispetle gerçekleşen taayyündür. Yoksa
herhangi bir şe’ninde veya o şe’ne göre zuhûrunun taayyünü yönünden Hakka nispet
edilen bir taayyün değildir. Hakkın “zat” diye isimlendirilmesi, herhangi bir hâlinde
zuhûru itibariyledir. Bu hâl, diğer hâllerin kendisine tabi olmasını gerektirir. Hakkın
hâlleri, birbirlerine tabi olup, bir kısmı hâkim ve bir kısmı ise mahkûm olsa bile,
bunlardan her birisi bir açıdan hepsine (kül) sahiptir, hatta o hepsinin aynıdır. Hakkın
“Allah” diye isimlendirilmesi ise, bütün şe’nleri üzerine hüküm sahibi olan bir şe’ninde
taayyün etmesi itibariyledir; söz konusu şe’nler, bu şe’n sayesinde Hakkın hükümlerini
ve eserlerini kabul ederler. Hakkın “Rahmân” diye isimlendirilmesi ise, mutlak
614
Zariyat, 51/56.
Zira isimler, varlıktan daha geniş bir kategori olup, ezelidirler. Bunun, vahdet-i vücut ile panteist
felsefenin ayrıldığı yer olduğu söylenebilir.
616
Molla Fenari, age, s. 154; (100a-100b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, Fâtiha Sûresi Tefsiri, s. 148151.
615
120
Vücûd’unun kendi zuhûruyla zâhir olan şe’nleri üzerine yayılması itibariyledir: çünkü
rahmet, vücûdun ta kendisidir. Rahmân, kendisiyle zuhûr eden her şeye yayılan “vücûd”
olması yönünden Haktır. Bunun yanı sıra O, vücûdu itibarıyla her vakitte ve her
mertebe ve hâllere göre, bütün hükümleri kemâliyle kabul etmesi itibarıyla Rahman’dır.
Hakkın “Rahîm” diye isimlendirilmesi ise, tahsis eden ve edilen (muhassis-muhassas)
olması itibariyledir: Çünkü Hak, genel rahmetini her varlığa tahsis etmiş, böylelikle
tahsis ve zuhûru umûmî olmuştur.617
Her şey, kemâli talep eder. Bu noktada, hariçten her hangi bir engel de yoktur.
Çünkü sadece isimler, mümkinlerin makamı ve bunları birleştiren sır (insan) vardır.
İnsanın, kendisine has bir hükmü vardır.
Kendisiyle ve kendisinden mevcudatın zuhur ettiği Nefes cem’iyeti açısından
“Allah” ismi, sûretler âleminde hiçbir zâhirî mertebede taayyün etmez. Bu ( ِ‫ﻟَﯿْﺲَ ﻛَﻤِﺜْﻠِﮫ‬
ٌ‫" )ﺷَﻲْء‬Onun benzeri hiçbir şey yoktur"618 ayetinin manasıdır. İfade ettiğimiz mertebeyi,
Arş’a istiva eden “er-Rahman” ismi takip eder. Mazharı, kuşatıcı Arş ve zuhûr eden ilk
sûretten ibâret olan; istivâgâhı da, şümul, ihâta ve mekansızlık açısından kendisine
yerleşen şeye (er-Rahman) uygun olarak zuhûr etmiştir. Bunun ardından ise, “Kürsî”ye
istiva eden “er-Rahim” ismi gelir. Kürsi, mâhiyetleri açısından taayyün eden varlıkların
mazharı ve er-Rahim isminin müstekarrı, el-Mufassıl isminin sırrını içeren Levh-i
mahfûz'un benzeridir.619
Herhangi bir isimlendiricinin bir şeyi isimlendirmesi, o şeye dair bilgisi
olmayan kimseyi “ikaz” veya o şeyi bildiği halde unutmuş ise, ona “hatırlatmak” veya
“izhâr etmek”ten ibârettir. Bir şeyi (nefsini) bildiği halde isimlendirmesinin gayesi ise,
başkasının “dikkatini çekmek”, “sakındırmak” tembih veya “teşvik”tir.620
Bir diğer örnek, besmeledeki “Allah” isminin iştikakının ismin hakikatine değil
de tasavvur sahiplerinin zihinlerinde somutlaşan mânâya raci olmasıdır. Çünkü iştikakın
şartlarından birisi, kendisinden iştikak yapılan anlamın, türetilenden önce olmasıdır.
617
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 154-155; (101a). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 471-472.
Şura, 42/11.
619
Molla Fenari, age, s. 155; (101a-101b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 180.
620
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 155-156; (101b).Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 314.
618
121
Böyle bir şey ise, hiç bir hakikat için, özellikle de “Allah” ismi için mümkün değildir;
çünkü hakîkatlerin özellikle de bu ismin, diğer manalara ve tasavvur edilen kavramlara
öncelikleri vardır.621
“Allah” isminin, başka bir takım harflere değil de bu harflere tahsis edilmesinin
nedeni ise, sadece harflerin sırlarını ve rûhânîlik mertebelerini bilen kimselerin bildiği
bir sırdır.622 Nida edilen, çağrılan, zikredilen ve isimlendirilen herhangi bir şeyi en iyi
bilen ve müşâhede eden kimse, o şeyi en sağlıklı şekilde tasavvur eden varlıktır.
Tasavvuru en sağlıklı olan kimse, düşüncesi en sağlıklı olan kimsedir.623
Mevhibe ile ilgili diğer örnek, besmelede ifade edilen rahmettir. Rahmet, iki
kısma ayrılır: Birisi, Zât’a ait mutlak “imtinanî” rahmet olup; her şeyi kapsar. Bu
rahmetin, zâtlara sirâyet eden hükmünden, bir şeyin kendisine rahmeti doğar. Bu rahmet
yönünden Hak; kendisini, sevgi (hubb) ve sevdiklerine karşı duyduğu şiddetli kavuşma
arzusuyla nitelemiştir. Bu rahmet ile meydana gelen sevginin hiçbir sebebi ve şartı
yoktur. Bu sevgi, herhangi bir fiilin veya sıfatın veya başka bir şeyin mukabilinde
gerçekleşmez. Binaenaleyh, zâtî bir münâsebetten kaynaklanan “heva” sevgisinin, zâtın
dışında hiçbir sebebi yoktur.624
Diğer rahmet ise, zâtî rahmetten taşan ve bir takım kayıtlarla ondan ayrılan
rahmettir. Bu kayıtlardan birisi, ( َ‫“ )ﻛَﺘَﺐَ رَﺑﱡﻜُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻧَﻔْﺴِﮫِ اﻟﺮﱠﺣْﻤَﺔ‬Rabbiniz, zatı üzerine
rahmeti yazmıştır”625 mealindeki âyet ile işâret edilen “yazma”dır (kitabet). Yazmak, bir
takım amel ve haller ile zorunlu olarak sınırlanmıştır. 626
Hakaik'le ilgili bir diğer örnek, "el-Hamdülillah" ifadesidir. Öncelikle “Hamd”
kavramı hakkında genişçe açıklamalar yapan Molla Fenari, devamında “Allah” lafzı ile
ilgili mevhibelerden bahseder. Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.
621
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 156; (101b).Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 315.
Molla Fenari, age, s. 156; (v. 101b)
623
Molla Fenari, age, s. 157; (v. 102b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 315.
624
Molla Fenari, age, s. 158; (v. 102b-103a). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 318.
625
En'am, 6/54.
626
Molla Fenari, age, s. 158; (v. 103a) Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 319.
622
122
Hamdin, iki denk arasında olması sahih değildir. Hamd esnasında mahmudun,
mâhiyeti açısından ve ona nispetle hamidden (öven) üstün olması gerekir. Hamd, -hangi
tarzda yapılırsa yapılsın- sûreti açısından kemâlin bir ifâdesidir. Hamdin; başlangıçta,
sonda ve bu ikisini toplayan şeklinde üç kısmı vardır. Buna göre hamd, başlangıçta
övenin nefsindeki niyetinin ve niyetin ortaya çıkışının kaynağının kemâline işârettir;
hamdin niyetin kaynağına işaret etmesi, hâmid’in, hamd ile niyetlendiği şeyi ortaya
çıkarmaya yönelmiş olmasıdır. Hamd, ayrıca, mahmûd’un övülmesine neden olan ve
bunu gerektiren hali cihetinden bilinmesine işarettir. Hamd, sonda ise, başlanılan şeyin
kemâlini ve arzulanan şeyin gerçekleşmesini târif eder. Bununla beraber, bu târife bir
talep sirâyet eder; bu talebin konusu, sürekli bu kemâli gerçekleştirmek,
kemâlin
gerçekleşmesinden sonra da hükmünün en kâmil tarzda bâki kalmasını istemektir. Bu
kemâl, kıymetli ve yüce ürünler meydana getirir: Bunların ilki, kendisi ile başlanan
gayb'dır. Sonuncusu ise, onu gerektiren şehâdettir. Bununla birlikte hamd, gayb'ta sona
erer. Gayb ve şehâdet hamdini birleştiren sır ise, hamdlerin ve tarafların (etraf)
nispetinin kendisinde eşitlendiği makâma racidir ve “hamdin hamdi”ne mahsûstur; bu
hamd, kapsayıcı ve kuşatıcı hamddir ve bunun ifâdelerinden birisi, “Her hal üzere hamd
olsun” deyişidir.627
Övgüde bulunan kişi, övdüğü hakkında şöyle bir iddiayı da barındırır: Bu kişi,
kendisinden haber verdiği veya övdüğü şeyi bilmektedir ve onu tanımlamaktadır. Çünkü
hakîkatte övgü/hamd, bir çeşit târiftir. Târif ise, târif edilen şey bilinmeden
gerçekleşemez.” Ancak bunun ardından, o kişinin tarifinin ve övgüsünün detaylarından,
şu netice ortaya çıkar: Acaba, o kişinin kendisi ve tanıdığı, kendisinden haber verdiği ve
övdüğü kişi hakkında verdiği hüküm, sahih midir?628
Molla Fenari, Zât’a ait târifin, “vicdani” olduğunu belirtir. Vicdani bilgiler ve
zâta ait durumlar ise, ilim mertebelerinin en açığı, ilmin en üstün kısımlarıdır.
Binaenaleyh bu itibarla bir şey, kendisine hamd etmektedir ve iki itibar ve iki vecihten
kendi nefsine delâlet etmektedir. Ayrıca, bütün varlıklar, Allah'ın kelimeleri oldukları
için, onların Hakka hamd etmeleri, kendisinden elde ettikleri şey ile ve
627
628
Molla Fenari, age, s. 198; (v. 131b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 213-214.
Molla Fenari, age, s. 198; (v. 131b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 214.
123
hakîkatlerinin/a’yân aynasında yansımış tecellîsiyle gerçekleşir. Buna göre varlıkların
Haktan elde ettikleri şeyle kendilerine bitişen Hakkın nûru ve sıfâtının sırrı,
kendilerinde ve onlardan Hakka hamd eden şeydir. Bu durumda Hak, halk mertebeleri
açısından ve halkı ile bizzat nefsini övendir. Böylece Hamdin sahibi, yaratıkları
değildir. Bu durum, hamdin dışındaki bütün meselelerde de böyledir. Binaenaleyh
bütün emir, Hakka racidir ve her övgünün sonu O'na döner.629
Hamd, bir açıdan, mahmud’un kendisini övmesi ve başkasının onu övmesi diye
iki kısma ayrılır. Bunun ardından hamd, bir şeyin kendisini övmesi veya başkasının onu
övmesi itibarıyla üç türe ayrılır. Birincisi, başkasının, onu ya övülen ile kaim olan bir
fiil veya tenzih veya sübutî bir sıfât ile övmesidir. İkincisi hamdi yapan, bu sıfatları
güzel bulur ve bundan dolayı da bu sıfatlar açısından mahmudu över. Üçüncüsü hamd
eden kişi, bu sıfatların hükmünün mahmud ile ve onda zuhûru açısından bu sıfatlara
dayanarak hamd eder. Bu hamdin gerçekleşmesi, kendisiyle bunlar arasında sâbit bir
münâsebete bağlıdır. Bu kısım, bir açıdan, fiil sıfâtı kısmına dahildir. Çünkü güzel
görmek ve benzeri şeyler, bir çeşit infialden hali değildir. “Hamdin hamd”i, bizatihi
bütün kısımlara sirâyet ve zuhûr eder, bu zuhûr ve sirâyet olmasaydı, hamd sahih
olmazdı. Çünkü her varlık ve mertebedeki hüküm, “cem” özelliğindeki sırra mahsustur.
Hamd, iki çeşittir: Bunlardan “ilim”den ibâret olan birincisi, mahmud'un üzerinde
bulunduğu duruma hamd etmektir. İkincisi ise, bundan daha özeldir. Bu da, ondan
meydana gelen şeye hamd etmektir. Bu ikinci kısım, “şükür” diye isimlendirilir. İlâhî
mertebeye hamd ve sena lisanıyla nisbet edilen her şey, ya subutî veya selbî bir emir
ifâde eder. Buna göre selb, tesbihe raci iken, ispat, hamde dahildir.630
Hamd sahibi, hamd ederken zikredilen hamd mertebelerinden hangisiyle hazır
olursa, Hak yönünden hamd sahibine yönelik netice ve cezâ, bu mertebe cihetinden ve
ona göre olur. Kim, “hamdin hamdi” ile ve herhangi bir mertebe veya sıfât veya belirli
bir şart ile sınırlanmaksızın, “cem” sırrıyla Hakkı hamd ederse, bu kimsenin hamdinin
neticesi, Hak olur. Çünkü bu hamd sahibinin, kainata taalluk eden herhangi bir himmeti
629
630
Molla Fenari, age, s. 199; (v. 132b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 217.
Molla Fenari, age, s. 199; (v. 132b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 218-219.
124
yoktur ve herhangi bir mertebe veya sıfât veya isim veya başka bir şey ile sınırlanmış
değildir.631
Hamdi “Allah” ismi açısından Hakka izafe etmekten ibâret olan “Hamd Allah
içindir” sözü, küllî ve cami’ bir isimdir. Mahiyeti açısından bu isim hakkında herhangi
bir hamd veya hüküm taayyün etmez ve hiçbir şeyin ona isnadı sahih değildir. Bu isme
izâfe edilen her istek, teveccüh ve iltica, teveccüh sahibinin, isteyenin ve iltica sahibinin
haline göre, bu cüzî ve sınırlı nisbet ile izâfe olunur. Buna göre bu isim, mutlak olarak
zikredilemez ve tekrarlanamaz. Bu isim, hakikat açısından değil, sadece lafzı açısından
zikredilir ve tekrarlanır. Mesela hasta, “Ey Allah” dediği vakit, şafi ve sağlık bahşedici
olması açısından bu isme iltica eder; aynı şekilde boğulan kimse de, “Ey Allah” dediği
vakit, bütün isimleri birleştiren bu isme “kurtarıcı” ve “yardımcı” olması açısından iltica
eder vb. Hamdde de durum böyledir. Hamdin, zikredilen durumlardan birisine göre
taayyünü gerekir. Bu durum, hamdin nedeni ve onu gerekli kılan sebeptir.632
Molla Fenari, bir nükte olarak bazı dil bilginlerinin, “Allah” isminin yedi
özelliğe sahip olduğunu hatırlatarak, bu özelliklerin başka isimlerde bulunmadığını ileri
sürdüklerini vurgular.
Bunların birincisi; Hakkın bütün isimlerinin bu isme nisbet edilmesidir.
Bilginler, bu konuda şu âyetten delil getirmişlerdir: (‫“ )وَﻟِﻠّﮫِ اﻷَﺳْﻤَﺎء اﻟْﺤُﺴْﻨَﻰ ﻓَﺎدْﻋُﻮهُ ﺑِﮭَﺎ‬En
güzel isimler Allah içindir, o isimlerle O'na dua ediniz.”633 Böylece bütün isimler,
“Allah” ismine nisbet edilmiş, bu ismin önemine dikkat çekmek için başka bir isme
nispet edilmemişlerdir.
İkincisi Vaz’î; üçüncüsü kullanım (isti’mâli) olarak bu ismin sadece onunla
isimlendirilmesidir.
Nitekim
yaratıklarından
hiçbir
kimse,
bu
isim
ile
isimlendirilmemiştir. Bu konuda da (ً‫“ )ھَﻞْ ﺗَﻌْﻠَﻢُ ﻟَﮫُ ﺳَﻤِﯿّﺎ‬O’nun bir benzerini bilir misiniz”634
âyetinden delil getirmişlerdir.
631
Molla Fenari, age, s. 200; (v. 132b). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 219.
Molla Fenari, age, s. 200; (v. 132b-133a). Ayrıca bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 220-221.
633
A'raf, 7/180.
634
Meryam, 19/65.
632
125
Dördüncüsü,
nida
harfinin
yerine
şeddeli
mimin
kullanılmasıdır.
“Allahumme/Ey Allah’ım” demişlerdir; bu ismin dışındaki hiçbir isimde böyle bir şey
yapılmamıştır.
Beşincisi, "Ya" edatı ile birlikte hemzenin de düşmesidir. Onlar, hemzenin
yerine Elif ve Lam'ı koymuşlardır; bu, başka isimlerde yapılmamıştır.
Altıncısı, Dilcilerin, “Ya-Allah” deyip, hemzeyi okumamalarıdır. Bu, başka bir
isimde yapılmamıştır.635 Böylece, nida edatı olan “Ya” ile Elif ve Lam’ı
birleştirmişlerdir.
Yedincisi, ona yeminde özel bir harf eklemeleridir. Bu ek, “Tallâhi” derken,
“Te” harfini bu ismin başına getirmeleridir. 636
Molla Fenari, ilm-i hakâik bölümünde özellikle ayeti kerimede zikri geçen
ifadelerden hareketle müfessirde ortaya çıkan mevhibeler hakkında bilgi verir. Buradaki
mevhibelerin, Molla Fenari’nin kendi mevhibeleri olmadığı ve bunları naklettiği
görülmektedir. Ayrıca O, bu bölümde özellikle onun düşüncesinin temel taşını oluşturan
vahdet-i vücut düşüncesinin temel kavramlarını açıklamaya çalışmaktadır.
bcb. İlm-i Dekâik (Marifetler)
Molla Fenari, İlm-i Dekaik'le ilgili "Mearif" başlığı altında bilgiler sunar.
Burada müfessirin ayet-i kerimenin anlamıyla ilgili bir takım inceliklere işaret ettiğini
görürüz. Bunlar, mananın derinliğini sağlayan özelliklerdir.
Şimdi örneklerimize
geçelim.
İlk olarak "yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz" ayetiyle
ilgili "marifetler”i örnek olarak vereceğiz. O, bunları İbn Arabi’nin Fütuhat-ı
Mekkiyye”si,637
Sadreddin
Konevi’nin
“Tefsiru
635
Sûreti’l-Fâtiha’sı638
ve İmam
Molla Fenari, şiirde zorunluluk sebebiyle ancak böyle bir durumdan bahsedilebileceğini belirtir. Molla
Fenari, age, s. 200; (v. 133a).
636
Molla Fenari, age, s. 200; (v. 133a). Molla Fenari, bunu Konevi'nin Fâtiha sûresinden özet yaptığını
belirtir. Bkz. Sadreddin Konevi, age, s. 228-229.
637
Zahirî ve batınî şeriatın sırrı hakkında Molla Fenari, İbn Arabi'nin "Fütuhat-ı Mekkiyye" adlı
çalışmasından nakilde bulunur. Bkz. Molla Fenari, age, s. 296-299; (v. 199a-201a)
126
Gazali’nin (505/1111) “el-Erbaîn fî Usuli’d-Din”639 adlı çalışmalarından hareketle üç
başlık altında inceler. Konevi ve Gazali’den nakillerini özetlemeye çalışalım.
Allah'a yönelen kulların mertebeleri ile ilgili olarak Konevi’den özetle şunları
zikreder.
"İnsandan sâdır olup, kendisiyle Hakkın dışında herhangi bir şeyi amaçladığı
iyi veya kötü herhangi bir fiilde fail kul olmayıp fiili meydana getiren “işçi”dir. Ondan
“iyilik” veya “salih amel” diye isimlendirilen bir fiil sâdır olup, bu fiili, mutlak anlamda
emir olması açısından değil de, emir ile birlikte fiilde “huzur” ile sırf “hayır” olduğu
veya yapmak zorunda olduğu için yaptıysa, bu kimse “adam”dır (racül). Şâyet kul
ameliyle bu mertebeden yükselip, Hakkın dışında herhangi bir şeyi amaçlamayacak hale
gelirse, o kişi adamlıkta (racüliyet) kemâle erer. Bu zikrettiklerimize kişinin “Hak ile
huzûru” (huzûr mea’l-Hak) eklenirse, bu kişi ihlas sahibi ve Hakkın ihlaslı kıldığı kimse
olur. Kişinin Hak ile huzûru/hazır olması, Hakkın gözüyle bu kulda tahakkuk eder. Kul,
bu makâmlarla ve bunların toplamıyla sınırlanmazsa, aksine kendi genişliğinde sâbit
olsa da, “ahadiyet/ahadî” özelliğindeki müşâhedesinin hükmü, işâret edilen tarzda bütün
mertebe ve nispetlere sirâyet etse; herhangi bir mertebeyle sınırlanmamakla birlikte,
bütün vasıf ve hükümleri kendisiyle vasıflandığı ve her vakit ve halde kendisinden
soyutlandığı sahih bir ilim ile kabul ederse; işte o kimse, kullukta, hilafette, ihâtada ve
mutlaklıkta kemâl sahibidir.640 Molla Fenari, bu kısmı “Allah, bizim ve diğer
kardeşlerimiz için bunu gerçekleştirsin” duasıyla sonlandırır.641
Ayeti kerimenin anlamında direkt olarak göremediğimiz bu noktaların ayetin
manasını yaşayarak kişide oluşan niteliklere işaret etme anlamında olduğunu görüyoruz.
İbadetin kısımlarıyla ilgili Molla Fenari, Gazali'nin "el-Erbaîn fi Usûlid-Din"
kitabından özetle şu nakilleri zikreder.
638
Allah'a yönelen Kulların mertebeleri ile ilgili olarak Konevi'nin "Fâtiha Sûresi Tefsiri"nden nakilde
bulunur.
639
İbadetlerin kısımlarıyla ilgili adı geçen eserden nakilde bulunur.
640
Ayrıca Bkz. Konevi, age, s. 289-290.
641
Molla Fenari, age, s. 299; (v. 201a-201b).
127
Her kısımda 10 tane olmak üzere toplam kırk ibadetten bahsedilir. İlk 10 tanesi
itikadla ilgilidir. Bunların ilki; varlığıyla Evvel; fiilleri ve sıfatıyla Ahir; şehadet ve
mükevvenatıyla Zahir; gaybı ve malumatıyla Batın olan celal ve ikram sıfatlarıyla
sıfatlanmış ezeli ve ebedi Zat'tır. İkincisi, kemaline layık olmayan, nakîsalardan ve
rezilliklerinden ona halel gelmeyen Takdis'tir. Üçüncüsü, mümkinlere şamil olan
kudrettir. Dördüncüsü, malumatın hepsini ihata eden hatta karanlık gecede taşın
üzerindeki kara karıncanın hareket etmesini bilen İlim'dir. Hatırdan geçenler ve
gönüllerde gizlenenler gibi daha gizli olan şeyleri dahi bilir. Beşincisi, kainatın vucuda
geldiği İrade'dir. Mülk veya melekutta az veya çok her şey onun kazası ve meşietiyle
olur. Ne bakan birinin yüzünü çevirmesi ne de kişinin ufak bir hatası onun dışına
çıkmaz. Belirlediği vakitte eşyayı vucuda getiren Ezeldeki Mürid'dir ki onun irade ettiği
üzere vücud bulur. Altıncısı, hiçbir uzaklığın onun işitmesini; hiç bir karanlığın onun
görmesini engelleyemeyen görme ve işitme'dir. Göz oynatması ve kırpması olmadan
görür. Aletsiz ve kulaksız olarak işitir. Yedincisi, yaratılmışların kelamı gibi sesle
olmayan zatıyla kaim Kelam'dır. Kur'an okunmuş, (makru') yazılmış (mektub) ve
korunmuştur (mahfuz). Bununla birlikte Allah Sübhanehu'nun zatıyla kaim kadim
kelamdır. Nitekim Musa (as) Allah kelamını ses ve harf olmaksızın işitmiştir. Nitekim
Allah'ın iyi kulları Zatını şekil ve renk olmaksızın göreceklerdir. Sekizincisi, saf
adaletle vasıflanmış Fiiller'dir. Hiç bir varlık yoktur ki onun fiiliyle hadis; ve onun
adaletiyle feyz almamış olsun. O, başkasının mülkünde tasarrufta bulunmaz ki
zulmetmiş olsun. Başkasının mülkünde tasarruf eden (insan) ancak zulm etmiş olur.
Ona hiçbir fiil vacip olmaz. Nimetin her türlüsü onun fazlından; cezanın her türlüsü de
onun adaletindendir. Dokuzuncusu, kıyamet günüdür. Onuncusu, melekler göndermeye
ve kitaplar indirmeye de şamil olan nübüvvet'tir.
İbadetlerle ilgili on kısım ise şunlardır. Namaz, Zekat, Oruç, Hacc, Kur'an
okumak, Her halde ve durumda Allah'ı zikir, Helal Kazanç isteme, Müslümanın
kardeşine olan haklarına riayet, İyiliği emretme ve kötülüğü nehy etme, Resululllah'a
tabi olma ki o, mutluluğun anahtarıdır. (‫" ) ﻗُﻞْ إِن ﻛُﻨﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒﱡﻮنَ اﻟﻠّﮫَ ﻓَﺎﺗﱠﺒِﻌُﻮﻧِﻲ‬De ki Allah'ı
128
seviyorsanız bana tabi olun ki…"642 mealindeki ayette buyrulduğu gibi Allah'ın
muhabbetinin emaresi, onun ahlakına uymadır.643
Molla Fenari bu kısımda müfessirin, ayetin manasıyla ilgili şu ana kadar elde
ettiği bilgilere ek olarak ayetle ilgili inceliklere dair bilgi vermektedir. Burada hedef,
ayetin mana derinlikleriyle haşir neşir olmadır. Müellif’e göre müfessir ayetin
manasıyla ilgili amelde bulunması sonucunda kendi zihninde ayetin derinliklerine
yönelik anlamlar ortaya koymaya başlar. Bunlar, bireyde ortaya çıkan (subjektif)
tefekkür sonucu oluşmuş yeni anlam sahalarıdır.
bcc. İlm-i Tezkir (Nasihat)
Molla Fenari, bu bölümde ayetten çıkarılabilecek nasihatlerle ilgili bilgiler
verir. Burada hedef, lafzı ve manası anlaşılmış ve müfessirde mevhibelerin ve
marifetlerin tezahür ettiği bir “doygunluktan” sonra ayette hedeflenen anlamların
nasihat veya uyarma/müjdeleme gibi amaçlarla halkla/müridlerle paylaşılmasıdır. O, bu
başlıkta özellikle Fahreddin Razi'nin "Tefsir-i Kebir"inden nakillerde bulunur. Bu kısa
girişten sonra konuyla ilgili örnekler verelim.
Molla Fenari, besmele ile ilgili genişçe "hatırlatma"lar yapar. Bunlardan birkaç
tanesi şunlardır:
1.
"Bismillah" sözünün manası, "Allah'ın adıyla başlıyorum"dur. Kolaylık olsun
diye, (başlıyorum) kelimesi düşürülmüştür. Bu nedenle, "Bismillah" dediğinde, sanki sen
"Allah’ın adı ile başlıyorum" demiş olursun. Bundan maksat, işe başlamadan önce, işinin
kolaylaşması ve hafifleşmesi arzusudur. Böylece, sanki Cenab-ı Hak, senin için zikrettiği
kelimenin daha başında, besmeleyle, seni affedeceğine, sana lütufta bulunacağına işaret
etmiştir.644
642
Al-i İmran, 3/31.
Molla Fenari, age, s. 299-300; (v. 201b-202a). bkz. Gazzali, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b.
Muhammed (505/1111) el-Erbain fi Usuli'd-Din, (Kırk esas) trc. Yaman Arıkan, Eskin Matbaası,
İstanbul, 1970, s. 7-436.
644
Molla Fenari, age, s. 167; (v.110a-110b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 235-236.
643
129
2.
Cenâb-ı Hakk, kendisini Rahman ve Rahîm diye adlandırdı. O halde, nasıl
merhamet etmesin? Anlatıldığına göre, bir dilenci zengin bir kimsenin kapısında durarak bir
şeyler istemişti. Bunun üzerine kendisine çok cüzî bir şey verildi. İkinci gün, elinde bir
baltayla geldi ve şöyle diyerek kapıyı kırmaya başladı: "Ya, kapı bahşedilene uygun veyahut da yapılan bağışın kapıya uygun olması gerekir." Molla Fenari, devamında Fahreddin
Razi’nin duasını da zikreder: Ey Rabbimiz! Merhamet denizleri, senin rahmetine nisbetle;
zerrenin, senin Arşına olan nisbetinden daha küçüktür. Kitabının başında rahmetinin sıfatını,
kullarına bildirdin. Bizi rahmetinden ve lütfundan mahrum bırakma.645
3.
Allah lafzı, hükümranlığa, kudrete ve yüceliğe işarettir. Cenab-ı Hak, Allah
lafzının peşinden "Rahmanir-Rahim" lafızlarını zikretmiştir ki, bu da O'nun rahmetinin,
kahrından daha çok ve daha mükemmel olduğuna işarettir.646
4.
Hz. Nûh (a.s.) gemiye bindiği zaman ( ‫)ارْﻛَﺒُﻮاْ ﻓِﯿﮭَﺎ ﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّﮫِ ﻣَﺠْﺮَاھَﺎ وَﻣُﺮْﺳَﺎھَﺎ‬
"Geminin akıp gitmesi ve demir alması Allah'ın ismiyledir"647 deyince kurtulmuştur. Ömrü
boyu bu kelimeye devam eden kimse, kurtuluştan nasıl mahrum kalır? Denilir ki Hz.
Süleyman (as) (ِ‫" )وَإِﻧﱠﮫُ ﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠﱠﮫِ اﻟﺮﱠﺣْﻤَﻦِ اﻟﺮﱠﺣِﯿﻢ‬O, "Bismillahirrahmanirrahim" diye
başlamaktadır."648 sözüyle dünya ve ahiret mülkünü elde etmiştir. Kulun, bu kelimeyi
söylediğinde, dünya ve ahiret mülküne ulaşacağı umulur.649
5.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim, üzerinde besmele yazılı bir
kağıdı Allah'a saygısından dolayı yerden kaldırırsa, Allah katında sıddıklardan yazılır. Ana
babasının, müşrik de olsalar azabları hafifletilir."650 Bu konuda Bişru'l-Hâfi'nin hikayesi
meşhurdur. Ebu Hureyre (r.a)'den, Peygamberimiz (s.a.s.)'in şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Ya Ebu Hureyre, abdest aldığında "Bismillah" de. Zira abdestini
tamamlayıncaya kadar senin Hafaza Meleklerin sana sevab yazmayı bırakmazlar.
Hanımınla münasebette bulunduğunda "Bismillah" de. Zira sen gusledinceye kadar,
645
Molla Fenari, age, s. 168; (v.110b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 236.
Molla Fenari, age, s. 168; (v.110b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 236.
647
Hud, 11/41.
648
Neml, 27/30.
649
Molla Fenari, age, s. 168; (v.110b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 237.
650
Acluni, Ebü'l-Fida İsmail b. Muhammed (1162/1749), Keşfü'l-Hafa ve Müzilü'l-İlbas Amma
İştehere Mine'l-Ehâdîs ala Elsineti’n-Nas, I-II, 2. Bsk, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi,
Beyrut,1351/1932, II, 250.
646
130
Hafaza Meleklerin sana sevab yazarlar. Eğer bu münasebetten bir çocuk olur ve o çocuğun da nesli devam ederse, hiç bir istisna olmaksızın, soyundan gelenlerin nefesleri
sayısınca sana sevap yazılır. Ey Ebu Hureyre, bir hayvana bindiğinde, "Bismillah,
elhamdülillah" de. O zaman, hayvanın adımları sayısınca sevap yazılır. Bir gemiye
bindiğinde de "Bismillah, elhamdülillah" de. O zaman, oradan ininceye kadar sana
sevab yazılır. Enes b. Malik'ten (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: "İnsanların elbiselerini çıkardıkları zaman "Besmele" çekmeleri,
insanların mahrem yerleri ile cinlerin gözleri arasında perde olur."651 Bu hadiste şuna
işaret edilmiştir: Besmele, bu dünyada senin ile cinlerden olan düşmanların arasında
perde olursa, ahirette de senin ile zebanîler arasında perde olmaz mı?652
6.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim abdest alır da besmele
çekmezse, sadece yıkadığı azaları temizlenmiş olur. Kim de abdest alır ve besmele
çekerse bütün vücudunu temizlemiş olur."653 Abdestte besmele çekmek, bütün bedeni
temizlediğine göre, o besmeleyi samimi kalb ile çekmenin, kalbi küfür, şüphe ve
bidatlardan temizlemesi evla olur.654
7.
Cenab-ı Hak, gece ve gündüzü yirmi dört saat olarak yarattı. Sonra beş
ayrı saatte beş vakit namazı farz kıldı. Binaenaleyh besmelenin on dokuz harfi, yirmi
dört saatten geriye kalan ondokuz saatte meydana gelen günahlar için kefaret olmuş
olur. Tevbe Sûresi, savaş emrini ihtiva ettiği için, başına besmele yazılmadı. Yine bir
hayvanı keserken uyulması gereken sünnet de böyledir. "Bismillahi Allahu Ekber"
denilir de, "Bismillahirrahmanirrahim" denilmez. Zira savaş ve öldürme zamanında,
Rahman ve Rahîm kelimelerini söylemek uygun olmaz. Her gün besmeleyi, farz
namazlarda on yedi defa söylemeye muvaffak kıldığına göre, bu, Allah'ın seni,
651
Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsat, III, 245; VII, 114; VIII, 32. Suyuti, Ebü'l-Fazl Celaleddin
Abdurrahman b. Ebi Bekr (911/1505) Câmiü's-Sağîr, I-II, el-Matbaatü’l-Meymeniyye, Kahire, 1321,
II, 27.
652
Molla Fenari, age, s. 169; (v. 111a-111b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 239-240.
653
Beyhaki, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (458/1066) es-Sünenü'l-Kübra, I-X, Dâiretü'lMaârifi'l-Osmaniyye, Haydarabad, 1344, I, 44, 45; Darekutni, Sünen, I, 74.
654
Molla Fenari, age, s. 169; (v.111b). Ayrıca bkz. Fahreddin Razi, age, I, 240.
131
öldürmen ve azab etmen için değil, merhamet, iyilik ve lütufta bulunman için yaratmış
olduğunu gösterir.655
Bu örneklerde de görüldüğü üzere müfessirin ayetin tefsirini anlatırken karşı
tarafın zihninde kalacak ve onların hemen anlayacağı bir şekilde besmeledeki faziletleri
açıklamaya çalışır. Dikkat edilirse bu, tefsirin halka/topluma bakan yönüdür. Burada
verilen bilgilerin doğruluk değerinden ziyade “nasihat” boyutu daha önemli
görünmektedir. Mesela zikredilen örneklerde besmelenin önemine ve koruyuculuğuna
dair rivayetler, ayetlerin yaşanması noktasında onlara bir bilinç sağlayacaktır.
Bir diğer örnek "er-rahmanir-rahim maliki yevmiddin" ayetiyle ilgili Molla
Fenari'nin naklettiği "hatırlatma"lardır. Molla Fenari, "errahmanirrahim" ayetinde bir
takım noktalara rağbet ettirmenin, "maliki yevmiddin" ayetinde de bir takım
noktalardan uzaklaştırmanın (terhib) olduğunu belirtir. O, rağbet ettirilen noktaları şöyle
maddeleştirmiştir.
1.
Rivayet edildiğine göre bir genç, ölmek üzere iken, kelime-i şehadet
getiremedi. Bunun üzerine, yanında bulunanlar Hz. Peygamber'e gelerek, durumu O'na
haber verdiler. Resulullah (sav) da kalkıp, bu gencin yanına gelerek ona, kelime-i şehadeti
telkin etmeye başladı. O genç hareket ediyor, sağa-sola dönüyor, ama bir türlü dilini
kımıldatamıyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle sormaya başladı: "Bu namaz
kılmaz, oruç tutmaz ve zekat vermez miydi?" Orada bulunanlar, "Hayır Ya Resulallah,
bunların hepsini yapardı" dediler. Hz. Peygamber "Ebeveynine asi olur muydu?" diye
sorunca, "evet, asi olurdu" dediler. Hz. Peygamber (sav), "o halde annesini getirin bakalım"
dedi. Bunun üzerine, yaşlı ve gözleri şaşı olan, bir kadıncağız geldi. Hz. Peygamber (sav),
"Onu, affetmez misin? Keşke affetsen" deyince, kadın, "hayır, onu affetmeyeceğim, çünkü
o beni tokatlayarak, gözlerimi bu hale getirdi" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "odun
ve ateş getirin." dedi. Kadıncağız, "ateşi ne yapacaksın?" deyince de, Hz. Peygamber (sav),
"onu, sana yaptığının karşılığı olarak, gözünün önünde yakacağım" diye cevap verdi.
Bunun üzerine kadın, "affettim, affettim!" dedi ve "Ateş için mi onu dokuz ay taşıdım; ateş
655
Molla Fenari, age, s. 170; (v. 112a). Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 241.
132
için mi onu iki sene emzirdim! Nerede annelik merhameti?" diye devam etti. Bunun üzerine,
delikanlının dili çözüldü ve kelime-i şehadet getirdi.
Fahreddin Razi hadiste zikredilen inceliğin, kadının Rahman olmadığı halde,
(sadece Rahim sıfatı onda bulunur) rahmetin bu kadarcığıyla, oğlunun ateşte yakılmasına
müsaade etmemesidir. O halde, kullarına yardım ettiği halde, kendisine karşı işledikleri
suçlardan zarar görmeyen Rahman ve Rahim olan Zat, yaklaşık yetmiş yıl kelime-i şehadeti
söylemeye devam eden kimsenin ateşte yanmasına nasıl müsaade eder?656
2.
Hz. Peygamber'in, (sav) rebaiyyesi (köpek dişi ile öndişler arasındaki
diş) kırıldığı zaman şöyle dediği meşhurdur: "Allah'ım kavmimi hidayete erdir; çünkü
onlar bilmiyorlar." Bundan, Hz. Peygamber’in kıyamet günü, "Benim ümmetim, benim
ümmetim!" demesi de anlaşılmış olur. Bu lütuf ve ihsan, Hz. Peygamberde bir rahmet
bulunduğu için meydana gelmiştir. Tek bir rahmetin tesiri, bu dereceye varırsa, Rahman ve
Rahîm olan zâtın keremi ya nasıl olur?657
Molla Fenari, "Maliki yevmiddin" ayeti ile ilgili sakınılması ve uzaklaşılması gereken
noktaları da şöyle maddeleştirmiştir:
1.
Dört çeşit idare vardır: Halktan olan yöneticilerin idaresi. Padişahların idaresi,
meleklerin idaresi ve Melikü'l-mülûk olan Allah'ın idaresi. Meliklerin idaresi, halktan olan
yöneticilerin idaresinden daha güçlüdür. Halkın yöneticilerinden bir topluluk bir araya
gelse tek bir padişaha mukavemette bulunamazlar. Meleklerin idaresine gelince bu,
hükümdarların idarelerinin üstündedir. Zira büyük hükümdarların teşkil ettiği bir grup, tek
bir meleğin idaresine bile karşı koyamazlar.
2.
Melikü'l-müluk olan Allah'ın idaresine gelince bu idare de meleklerin
idaresinin üstündedir. Nitekim Allah Teala ayette ( ْ‫ﯾَﻮْمَ ﯾَﻘُﻮمُ اﻟﺮﱡوحُ وَاﻟْﻤَﻠَﺎﺋِﻜَﺔُ ﺻَﻔّﺎً ﻟﱠﺎ ﯾَﺘَﻜَﻠﱠﻤُﻮنَ إِﻟﱠﺎ ﻣَﻦ‬
ً‫" ) أَذِنَ ﻟَﮫُ اﻟﺮﺣْﻤَﻦُ وَﻗَﺎ َل ﺻَﻮَاﺑﺎ‬Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın
izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler."658 Buna göre
Cenab-ı Allah sanki şöyle demektedir: "Ey hükümdarlar! Malınıza ve mülkünüze
656
657
658
Molla Fenari, age, s. 277; (v. 186a). Ayrıca Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 328.
Molla Fenari, age, s. 277; (v. 186a). Ayrıca Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 329.
Nebe, 78/38.
133
aldanmayınız. Çünkü sizler de hesap günü'nün yegâne sahibi'nin kudret elinde esirsiniz. Ey
idare edilenler sizler, hükümdarların (meliklerin) idaresinden korkuyorsunuz da hesap
günü'nün yegâne Sahibi olan O, Melikler Meliki'nin idaresinden korkmaz mısınız?"659
3.
Tebaanın hükümdara itaat etmeleri gerekir. Eğer tebaa melike itaat etmez de
karşı çıkarlarsa, alemde karışıklık, anarşi ve kargaşa meydana gelir. Bu da alemin harap olup
halkın yok olmasına sebeb olur. O halde Hükümdarlar Hükümdarı olan Allah'a muhalefet
etmenin neticesini bir düşünün. Nitekim Cenab-ı Allah, küfrün, alemin harap olmasına
sebeb olacağını beyan ederek şöyle buyurmuştur: ( ُ‫ﺗَﻜَﺎدُ اﻟﺴﱠﻤَﺎوَاتُ ﯾَﺘَﻔَﻄﱠﺮْنَ ﻣِﻨْﮫُ وَﺗَﻨﺸَﻖﱡ اﻟْﺄَرْض‬
ً‫" )وَﺗَﺨِﺮﱡ اﻟْﺠِﺒَﺎلُ ھَﺪّاً أَن دَﻋَﻮْا ﻟِﻠﺮﱠﺣْﻤَﻦِ وَﻟَﺪا‬Onlar O, Rahman olan Allah'a çocuk nisbet ettiler diye
neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti."660 Yine Cenâb-ı
Allah, kendisine itaat etmenin, her türlü iyiliğin sebebi olduğunu şöyle buyurarak
açıklamıştır: (ِ‫" )وَأْﻣُﺮْ أَھْﻠَﻚَ ﺑِﺎﻟﺼﱠﻠَﺎة وَاﺻْﻄَﺒِﺮْ ﻋَﻠَﯿْﮭَﺎ ﻟَﺎ ﻧَﺴْﺄَﻟُﻚَ رِزْﻗﺎً ﻧﱠﺤْﻦُ ﻧَﺮْزُﻗُﻚَ وَاﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠﺘﱠﻘْﻮَى‬Ehline (ve
ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebatla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz.
Seni Biz rızıklandırırız. Güzel akıbet takva (erbabı)nındır."661 Öyleyse ey yönetilenler,
yöneticilerinize itaat ediniz. Ve ey siz hükümdarlar, meliku'l-mulûk olana itaat ediniz ki, alemin
nizamı bozulmasın.662
4.
Cenab-ı Allah, kendisini hesap günü'nün Meliki olarak tavsif edince, adaletinin
tam olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur:( ً‫اﻟْﻤَﻮَازِﯾﻦَ اﻟْﻘِﺴْﻂَ ﻟِﯿَﻮْمِ اﻟْﻘِﯿَﺎﻣَﺔِ ﻓَﻠَﺎ ﺗُﻈْﻠَﻢُ ﻧَﻔْﺲٌ ﺷَﯿْﺌﺎ‬
ُ‫" )وَﻧَﻀَﻊ‬Biz kıyamet gününde adalet terazileri koyacağız. Artık hiç bir kimse, en ufak bir
zulme bile uğratılmayacaktır."663 Mecazî manada melik olan (dünya idarecileri) adil olursa,
onun adaletinin bereketinden alemde hayır ve huzur meydana gelir. Eğer zalim bir
hükümdar olursa, alemden hayır ve bereket kalkar.664
659
Molla Fenari, age, s. 277-278; (v. 186a-186b). Ayrıca Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 332-333.
Meryem, 19/90-91.
661
Taha, 20/132.
662
Molla Fenari, age, s. 278; (v. 186b). Ayrıca Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 334.
663
Enbiya, 21/47.
664
Molla Fenari, age, s. 278; (v. 186b). Ayrıca Bkz. Fahreddin Razi, age, I, 332-335.
660
134
Molla Fenari, bu bölümde ayet-i kerime’den mülhem her türlü nasihati665
tefsirinde zikretmiştir. Bunların bir kısmının gerçeklik değeri tartışmalı olsa da o,
bunların ayetin tefsirinde kullanılabilecek bilgiler olduğu kanaatindedir.
Buraya kadar Molla Fenari’nin tefsir metoduna dair zikrettiklerimizle ilgili genel
bir değerlendirme yaptığımızda karşımıza tefsiri, lafızdan başlayarak mana ile ilgili
açıklamalara doğru ilerleyen bir süreç olarak algılayan bir müfessir portresi
çıkmaktadır. Nitekim müellif, Kuran’ın imanî ve ameli ilimler içerdiğini belirterek
bunların Kur’an’ın maksadı olduğunu vurgular.666 Ona göre bu maksatlar; lafızların
delaletlerinin bilindiği lafzî; mefhumlar arasındaki irtibatın bilindiği aklî ilimlerle elde
edilir. Bundan sonra üçüncü olarak mevhîbî ilim gelir. O’na göre bu; Allah’ın, bilgisiyle
amel eden kimselere varis kılacağını söylediği şeydir.667 Buna delil olarak da Kur’an-ı
Kerim’deki, (‫“ )وَاﻟﱠﺬِﯾﻦَ اھْﺘَﺪَوْا زَادَھُﻢْ ھُﺪًى‬Hidayet bulanlara gelince, Allah onların
hidayetlerini artırmıştır”668 mealindeki ayeti zikretmiştir.669 Molla Fenarî’nin lafzî ve
aklî ilimler tasnifi tarafımızdan Arap Dili ve Temel İslamî İlimler; mevhibi ilimler ise
Tasavvufî ilimler başlığı altında ele alınmıştır. O, bu bilgileri, yukarıdaki örneklerde de
gördüğümüz üzere başlıklara bölerek ifade etmekte ve ilgili başlıklar açısından ayetleri
incelemektedir. Bu anlamda şuna da işaret etmeliyiz ki onun tefsir yönteminin temel
özelliği İslam düşüncesinin “birikimini” yansıtmasıdır. Burada ilimlerin ortaya çıkardığı
bilgilerin, tefsirin “imkanına” işaret ettiğini vurgulamalıyız. Yani Arap dili ve Temel
islamî ilimlerle ilgili belli bir bilgi birikimi olmadan Kur’an’ı tefsir etme eylemi ona
göre mümkün görünmemektedir. Müellifimiz de bu birikimi geniş bir şekilde ele almış
gözükmektedir. Müellif, dil zemininin tefsirin meşruiyetini ortaya koyan temel bir
unsur olduğu şeklindeki genel değerlendirmeye katılmaktadır. Ancak, müfessirlerin
genel bir tavır olarak anlamı elde etme noktasında yeni açılımlara her daim açık
olduklarını da belirtir. Nitekim Kur’an’daki acaipliklerin ve garipliklerin bitmeyeceği
düşüncesi bu bilgilerin sabit ve değişmez olmadığına yönelik vurguyu beraberinde
665
Her ne kadar bu nâsihatler, Fahreddin Razi’den “kısaltılarak” alınmışsa da bu böyledir.
Molla Fenari, age, s. 86; (v. 54a).
667
Münavi, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tacilarifin b. Ali (1031/1622) Feyzü'l-Kadir Şerhi'lCâmii's-Sağir, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut, 1938, IV, 388; Acluni, Keşfü'l-Hafa, II, 220.
668
Muhammed, 47/17.
669
Molla Fenari, age, s. 86; (v. 54a-54b).
666
135
getirmektedir. Bu da, onun hem tasavvufî ilimleri tefsirin imkanı için bir araç olarak
kullanmasına hem de yeni anlam sahalarının Kur’an’ın anlaşılmasında katkı
sağlayacağına yönelik genel metodik tavrına işaret eder.
136
İKİNCİ BÖLÜM
FAZLUR RAHMAN VE KUR’AN’A YAKLAŞIMI
I. FAZLUR RAHMAN’IN HAYATI, İLMÎ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ
A. Hayatı
Fazlur Rahman’ın hayatı hakkında elimizde hem otobiyografik670 hem de
biyografik671
çalışmalar bulunmaktadır.
Bu çalışmalar, Fazlur Rahman’ın hayatı
hakkında bize doyurucu bilgiler vermektedir. Biz de var olan bu çalışmaları derleyerek
kısaca onun hayatını anlatmaya çalışacağız.
Fazlur Rahman, 21 Eylül 1919'da Hindistan'ın (bugünkü Pakistan'ın
kuzeybatısında bulunan) Hazara şehrinde, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
geldi. İlk eğitimini, Ders-i Nizami672 adlı medresede, Deobend ekolüne mensup olan
babası Mevlana Şihabeddin’den aldı. 10 yaşında Kur'an'ı ezberleyen Fazlur Rahman,
çağdaş eğitim de almaya başladı. Ailesi 1933 yılında Lahor kentine taşınınca
üniversiteye gitti. Bir yandan da babasından aldığı özel eğitimini devam ettirdi ve
1940'ta Pencap Üniversitesi Arapça bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede yaptığı
yüksek lisansını 1942 yılında tamamladı ve aynı yıl bu üniversiteye araştırma görevlisi
olarak atandı.
1946’da Doktora yapmak üzere İngiltere Oxford Üniversitesine gitti. 1949’da
Prof. H.A.R. Gibb danışmanlığında doktorasını bitiren Fazlur Rahman, Oxford'da Fars
Medeniyeti ve İslam Felsefesi hocası olarak ders vermeye başladı. 1950’de Durham
Üniversitesinde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Bu görevi 1958’e kadar devam
etti. 1958’de Kanada’da (Montreal) McGill Üniversitesi İslami İlimler Enstitüsünde
doçent (associate professor) olarak göreve başladı. O, Klasik Yunan ve Latin dillerini
670
Fazlur Rahman, “An Autobiographical Note”, çev. Bekir Demirkol; İslamî Araştırmalar Dergisi,
IV/4, Ekim, 1990; s. 227-231.
671
Bkz. Marry Catherine Jesse, A Modern Muslim Intellectual: The Thought of Fazlur Rahman with
Special Reference to Reason, (Basılmamış YLT) s. 1-27. Regina, 1991. Alparslan Açıkgenç, “İslami
Uyanış ve Yenilikçilik Düşünürü: Fazlur Rahman’ın Hayatı ve Eserleri (1919-1988)”, İslami
Araştırmalar Dergisi, IV/4; Ekim, 1990; s. 232-252. Alparslan Açıkgenç, “Fazlur Rahman’ın Hayatı,
Görüşleri ve Eserleri” İslam ve Çağdaşlık içinde s. 9-47. Alparslan Açıkgenç, “İslam Dünyasının
Çağdaş Sorunları ve Bir Düşünür: Fazlur Rahman I-II”, Türk Yurdu, X/37; 11-18; X/38, s. 32-40;
Türk Ocakları Merkezi, İstanbul, 1990. Ayrıca bkz. Mumtaz Ahmad, “In Memoriam Professor Fazlur
Rahman”, The American Journal of Islamic Social Science, V/1; 1988. Willem A. Bijlefeld, “İn
Memoriam Dr. Fazlur Rahman”, The Muslim World, LXXIX/1, s. 80; Harfford, 1989.
672
Ders-i Nizami hakkında bkz. Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 40-41. Abdülhamit Birışık,
Hindistan Alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001, s. 173-174.
138
felsefî ve teolojik metinleri rahatlıkla okuyabilecek düzeyde öğrenmişti. Ayrıca
İngilizce ve Almanca biliyordu.673
1961’de Pakistan Karaçi’ye dönen Fazlur Rahman, 1962’de Devlet Başkanı
Eyüp Han tarafından İslami Araştırmalar Enstitüsüne önce araştırmacı sonra da müdür
olarak atandı. Burada ingilizce Islamic Studies ve urduca Fikr-o-Nazar dergilerini
çıkardı. Fazlur Rahman’ın bu dönemde yazdığı makaleleri İslamic Studies adlı dergiden
takip etmek mümkündür. Bu enstitü bünyesinde çok sayıda öğrenciye dersler verdi ve
onlara yurtdışına gitme imkânı sağladı. 1968’e kadar bu görevi uhdesinde taşıyan Fazlur
Rahman, yoğun baskılar sonucu Pakistan’dan ayrılarak Amerika’ya gitti.
Los Angeles’ta Kaliforniya Üniversitesinde bir dönem misafir profesör olarak
bulunduktan sonra 1969 Eylül’ünde Chicago Üniversitesinde “İslam Düşüncesi”
profesörü olarak göreve başladı. 26 Temmuz 1988’de vefatına kadar ilgili üniversitede
görevine devam etti.674
B. İlmi Kişiliği
Fazlur Rahman’ın ilmi kişiliğine baktığımızda karşımıza düşünsel planda güçlü
bir gerilimin tarihsel serüveni çıkar. Nitekim eğitim hayatını araştırdığımızda daha ilk
eğitim dönemlerinden itibaren klasik ve modern şeklindeki ikili bir düşünce sisteminin
arasında kaldığı ve bu gerilimin onun ilmi kişiliğinin oluşumunda temel bir nokta
olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan onun düşünce serüvenini Alparslan Açıkgenç üç
kısımda ele almaktadır.675
673
Frederick Mathewson Denny, “Bir Dava Adamı Olarak Fazlur Rahman”, İslam ve Modernizm:
Fazlur Rahman Tecrübesi, 22-23 Şubat 1997 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire
Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1997, s. 47.
674
Fazlur rahman’ın vefatı akabinde taziye ve bilimsel dergilerde anma yazılarının yayınlanması onun
kendi döneminde etkinliğinin göstergelerinden biri olarak da kabul edilebilir. Bazıları için bkz. Kenan
Heise, “In Memoriam Fazlur Rahman” Middle East Studies Association Bulletin, XXII, 310.
Muhammed Khalid Masud, “Obituary Notes”, Islamic Studies, XXVII/4 (1988). s. 397-398. Ali Raza
Naqvi, “Obituary Notes”, Islamic Studies, XXVII/4 (1988). s. 398-399. Hafeez Malik, “Dr. FazlurRahman” Journal of South Asian and Middle Eastern Studies, XII/3, 3. 1989.
675
Alparslan Açıkgenç, “İslamî Uyanış ve Yenilikçilik Düşünürü: Fazlur Rahman’ın Hayatı ve Eserleri”,
İslami Araştırmalar Dergisi, IV/4, s. 239. Ayrıca bkz. Alparslan Açıkgenç, Fazlur Rahman’ın Hayatı,
Görüşleri ve Eserleri, İslam ve Çağdaşlık, s. 9-47.
139
İlki bunalım dönemidir. Oxford’daki doktora sonrası Durham üniversitesindeki
kısmı içine alır. Bunu kendisi şöyle ifade eder: "İngiltere'de Oxford Üniversitesi'nde
doktora öğrenimi yaptıktan ve Durham Üniversitesi'nde ders vermeye başladıktan sonra,
daha önce almış olduğum modern eğitim ile geleneksel eğitimim arasında bir çelişki
hissettim. 1940'lı yılların sonu ile 1950'li yılların başlarında felsefe çalışmaktan doğan
ciddi bir şüphe dönemi geçirdim. Bu, geleneksel inançlarımı darmadağın etti."676 O, bu
zihinsel karmaşa esnasında 1956 senesinde “Prophecy In Islam: Philosophy and
Orthodoxy” (İslam’da Peygamberlik) adlı çalışmasını yayınladı. Bu çalışma, Fazlur
Rahman’da yeniden bir heyecan oluşturdu. Zira O, kelamcı ve felsefecilerin
Peygamberlik konusunda yanlış yola saptıklarını fark etti ve İslam’ı yeni baştan anlama
gayreti kendisinde oluştu. Öyle anlaşılıyor ki bu çalışma, İslam düşüncesine yönelik
eleştirel okuma gücünü kendisine vermiştir.
O’nun geleneğe yönelik en önemli eleştirisi, kendi devirlerini merkeze almaları
ve İslam’ın evrenselliğinin üzerini örtmeleriydi. Yapılması gereken ise “dini
geleneklerin” hayatiyetini yeniden oluşturabilmekti. Zira Kur’an, kendini belli bir
toplumla sınırlı tutmamıştı.
İkincisi, oluşum dönemidir. Bu, 1958 McGill üniversitesinde ders vermeye
başlamasından itibaren 1968’de İslam Araştırmaları Enstitüsü müdürlüğünün sona
erdiği döneme kadar devam eder. Bu dönemin başındaki temel sorusu “İslam”
dendiğinde buna verilecek cevabın ne olacağıydı? O, ilk olarak sünnet ve onunla
bağlantılı olan kıyas ve içtihad sorularının tartışıldığı “Islamic Methodology in History”
(Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu) adlı çalışmasını yayınladı. Devamında
“Islam” adlı çalışması yayınlandı. Bu çalışma, iki temel amaca matuftu. İlki, Batıda
yazılan İslam’la ilgili eserlerdeki bilgileri tartışma konusu yapmak; ikincisi, İslam
düşüncesinin tarihsel serüvenine dair bazı tespitlerde bulunmaktı. Eserin etrafında
yürütülen tartışmalar, Fazlur Rahman’ın Pakistan’dan ayrılmasıyla sonuçlandı.
Üçüncüsü, çözüm dönemidir. Bu dönemde onun yoğunlaştığı nokta Kur’an’ın
anlaşılmasıdır. Zira bu ona göre işin özüydü. Ancak gelenek Kur’an’ı, tefsirlerle
676
Fazlur Rahman, agm, s. 227.
140
kapattığı için ona başvuramazdı. Fazlur Rahman, bunun, babasının savunduğu İslam
olmadığını da fark etmişti ve Kur’an’ı, Peygamber’in hayatıyla bağlantılı olarak
okumaya başladı. Bu, ona göre kendi geleneğini değerlendirme imkanı vermişti. O’nun
burada fark ettiği diğer bir nokta Kur’an’ın Allah hakkında bilgi veren bir kitap
olmamasıydı. Kur’an’ın konusu, insanın hem bireysel hem de toplumsal davranışlarıdır.
Kur’an’da gerçek ile ideal birleşmişti. O, Eyüp Han döneminde kendisinin danışman ve
İslami Araştırmalar Enstitüsünün müdürü olarak davet edilmesini, bu düşüncelerin
hayata geçirebilmesinin imkanı olarak düşündü. Fakat süreç istediği gibi gitmedi önce
Kanada’ya sonra hayatının sonuna kadar kalmak durumunda kaldığı Amerika’ya gitti.
O, bu dönemini; Kur’an’ın mesajını, kitaplar ve makaleler yazarak yaymayla geçirdiğini
belirtir.677
Bu süreç, Fazlur Rahman’ın öğrencisi Frederick Mathewson Denny tarafından
İslamın modern dünyaya ilişkin otantik bir vizyonunu yorumlama, yayma ve savunma
olarak görülür.678
Son olarak Fazlur Rahman, kendisi ve kendisi gibi düşünen insanların
ürettikleri fikirlerin son dönemde (1970 sonrası) birçok İslam ülkesinde oldukça etkili
olduğunu belirtir.679 Öyle anlaşılıyor ki bunun temel nedeni modernizmin, bütün İslam
düşüncesinin ortak problem alanı olmasıdır. Hatta bu, sadece Müslümanlar için değil
diğer din müntesipleri için de ortak problem alanıdır. Hatta bu durum, sorunlara cevap
vermede birbirinden yardım almayı da gerektirmiştir.680
C. Eserleri
Fazlur Rahman’ın 11 tane kitabı vardır. Bunların on tanesi kendi hayatında bir
tanesi ise vefatından sonra basılmıştır. Eserleri kronolojik olarak şöyledir:
677
Fazlur Rahman, “An Autobiographical Note”, çev. Bekir Demirkol; İslami Araştırmalar Dergisi,
IV/4, s. 230-231.
678
Frederick Mathewson Denny agm, s. 46.
679
Fazlur Rahman, agm, s. 231.
680
Nitekim Fazlur Rahman, ortak probleme (modernizm) cevap üreten bir isim olarak da incelenmiştir.
Bkz. Berry Donald Lee, The Thought of Fazlur Rahman as an Islamic Response to Modernity
(Basılmamış Doktora Tezi), 1990.
141
1.
Avicenna's Psychology.681 (İbn Sina’da Psikoloji)
Fazlur Rahman'in doktora tezi olup İbni Sînâ'ya ait “Kitâbun-Necât” adlı eserin
"en-Nefs" bölümünün tenkitli neşrinden ibarettir. Ayrıca bu bölümün İngilizce
tercümesi yanında metnin tahlilini, Aristo ve Fârâbî gibi diğer bazı filozofların
görüşleriyle karşılaştırılmasını da içermektedir.
2.
Prophecy in İslam: Philosophy and Orthodoxy682 (İslam’da Nübüvvet:
Felsefe ve Gelenek)
Fazlur Rahman, bu çalışmada konuyu 3 başlık altında inceler. “Akıl Doktrini”,
Peygamberlik, Felsefi Doktrin ve Kelam. Son bölümde İbn Hazm, Gazali, Şehristani,
İbn Teymiye ve İbn Haldun’un Peygamberlik ile ilgili görüşlerini inceler. Eserin, kendi
düşünce hayatının oluşumunda oldukça etkili olduğunu belirtmiştir.
3.
Avicenna's De Anima683 (İbn Sina’nın Kitabu’n-Nefs’i)
İbni Sina’ya ait “Kitabu’ş-Şifa” adı eserin "Kitâbü'n-Nefs" bölümünün tenkitli
neşridir.
4.
Islamic Methodology in History684 (Tarih Boyunca İslami Metodoloji
Sorunu)
Bu eser, Fazlur Rahman’ın 1962 yılı Mart ayından 1963 yılı Haziran ayına
kadar İslami Araştırmalar Enstitüsünün Islamic Studies adlı çalışmasında yayınladığı
makalelerden ve bunlara eklenen “Sonraki Asırlarda İçtihad” adlı çalışmadan
oluşmaktadır. Fazlur Rahman, her ne kadar bu makalelerin Kur’an, Sünnet, İçtihad ve
İcma ile ilgili tarihsel gelişimden bahsedeceğini söylese685 de Kur’an konusu burada
incelenmemiştir. Eserde sünnet, içtihad, icma, hadis ve toplumsal değişme gibi konular
681
Fazlur Rahman, Avicenna's Psychology, Oxford University Pres, 1952.
Fazlur Rahman, Prophecy in İslam: Philosophy and Orthodoxy, George Allen and Unwin Ltd.,
London, 1958.
683
Fazlur Rahman, Avicenna's De Anima, Oxford University Pres, 1959.
684
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, Central Institute of Islamic Research, Karachi,
Pakistan, 1965. (Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, çev. Salih Akdemir, Ankara Okulu
Yayınları, 1995)
685
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. V.
682
142
ele alınmaktadır. Ayrıca İslam düşünce tarihinde felsefi düşüncenin doğuşu, ehl-i
sünnetin oluşumu, kelam ve tasavvufun nasıl geliştiği ortaya konmaya çalışılmıştır.
5.
Islam686 (İslam)
Eser 14 bölümden oluşmakta olup, Fazlur Rahman’ın, genel olarak İslam
düşüncesiyle hesaplaşmasını içermektedir. Eserde incelenen konu başlıkları şunlardır:
Muhammed, Kur’an, Hadisin Kaynakları ve Gelişimi, Hukukun Yapısı, Diyalektik
Teoloji ve Doğmanın Yükselişi, Şeriat, Felsefi Hareketler, Sufi Organizasyonlar,
Mezheplerin Yükselişi, Eğitim, Modernistler öncesi Reform Hareketleri, Modernin
Yükselişi, Miras ve Beklentiler. İlk baskısı 1966’da çıkan eserin, 1979’daki ikinci
baskısında arada geçen yaklaşık 14 yıllık zaman zarfında ortaya çıkan hadiseleri
değerlendirdiği bir sonsöz (epilogue) vardır.
İkinci bölüm olan Kur’an başlığında Kur’an Nedir? Kur’anın Öğretisi,
Kur’an’da Yasama, Kur’an Tefsirleri bölümleri bulunmaktadır.
6.
Letters of Shaikh Of Ahmad Sirhindi687 (İmam Rabbanî’nin Mektupları)
Eser İmam-ı Rabbani’nin bazı mektuplarını içermekte olup Fazlur Rahman
tarafından geniş bir girişle basılmıştır.688
7.
The Philosophy of Molla Sadra689 (Molla Sadra’nın Felsefesi)
Molla Sadra’nın felsefi sistemini Ontoloji (varlık), teoloji ve Psikoloji olmak
üzere üç başlık altında inceler. Eser, Fazlur Rahman’ın Pakistan sonrası McGill
üniversitesinin ilk dönemlerinde tekrar felsefi çalışmalara döndüğüne yönelik bir işaret
olarak da okunabilinir.
8.
Major Themes of the Qur’an690 (Ana Konularıyla Kur’an)
686
Fazlur Rahman, Islam, Weidenfeld and Nicolson, 1966. (İslam, çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın,
Selçuk Yayınları, 1981)
687
Fazlur Rahman, Letter of Shaikh Ahmad Sirhindi, (İmam Rabbani’nin Mektupları), Karaçi: İkbal
Akademisi, 1968.
688
Esere ulaşamadık. Bilgi için bkz. Alparslan Açıkgenç, “İslamî Uyanış ve Yenilikçilik Düşünürü:
Fazlur Rahman’ın Hayatı ve Eserleri”, İslami Araştırmalar Dergisi, IV/4, s. 248.
689
Fazlur Rahman, The Philosophy of Molla Sadra, State University of New York Pres, 1975.
143
Kur’an ve Tefsir söz konusu olduğunda Fazlur Rahman’ın akla gelen ilk
eseridir. Eser sekiz bölüm ve iki ekten oluşmaktadır. Bölümler; Allah, Kişi Olarak
İnsan, Toplum Olarak İnsan, Tabiat, Peygamberlik ve Vahiy, Ahret, Şeytan ve Kötülük,
İslam Toplumunun Doğuşu adlarını taşır. Ekler ise Müslüman Toplumun Mekke’deki
Dini Durumu ve Ehl-i Kitap ve “Dinlerin” Farklılığı’dır.
Fazlur Rahman, bu eseri, Kur’an’ın temel fikirlerini ve doktrinlerini sistemli
bir şekilde sunma; Allah, insan, tabiat ve hayat hakkındaki Kur’an’ın görüşlerini
sergilemeyi hedefleyerek yazdığını belirtir.691
Bir değerlendirme yapmak gerekirse eserin konu başlıkları, Kur’an’ın ana/esas
konularını vermektense Fazlur Rahman açısından ilgili başlıkların nasıl algılandığını
gösteren bir özelliktedir. Eser, bir görüşün savunulması olarak değerlendirilebilir.692
9.
Islam and Modernity: Transformation of an Intellectual Tradition693
(İslam ve Çağdaşlık: Fikri Bir Geleneğin Değişimi)
Eserin çalışmamızla olan ilgisi özellikle giriş bölümünde Fazlur Rahman’ın
Kur’an metodolojisinin net bir şekilde ortaya konulmasıdır. Genel anlamda İslam eğitim
tarihi hakkında Fazlur Rahman’ın görüş ve değerlendirmelerinden oluşan eser, son
bölümde “Umutlar ve Öneriler” başlığı altında İslami ilimlerin yeniden oluşturulmasına
yönelik değerlendirmeler içermektedir.694
690
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, Bibliotheca Islamica, Chicago, 1979. (Ana
Konularıyla Kur’an, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları, 1987 )
691
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alparslan Açıkgenç, 9. Baskı, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2007, (Yazarın Türkçe çeviri için önsözü) s. 7
692
Eserin bir kelam kitabı olarak okunması için bkz. Güler, İlhami, “Fazlur Rahman’ın Kur’an’ı
Yorumlama Metoduna Kelami Bir Katkı”, İslamî Araştırmalar Dergisi, V/2, (Nisan 1991), Ankara. s.
93. Benzer değerlendirmeler için bkz. Adil Çiftçi, “Bir Sosyolog Olarak Fazlur Rahman”, İslam ve
Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 63. Adnan Bülent Baloğlu da eseri, Kur’an çerçevesinde
Allah-İnsan, Allah-Tabiat, İnsan-Tabiat ilişkilerinin mahiyetini geniş bir biçimde ele alan bir kelam
denemesi olarak kabul eder. Bkz. Adnan Bülent Baloğlu, “Fazlur Rahman’ın Modernizmi ve İslam
Kelamı”,İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 224.
693
Fazlur Rahman, Islam and Modernity: Transformation of an Intellectual Tradition, University of
Chicago, 1982. (İslam ve Çağdaşlık: Fikri Bir Geleneğin Değişimi, çev. Alparslan Açıkgenç, M.
Hayri Kırbaşoğlu, Ankara okulu Yayınları, 1994)
694
Eserin 130-162. sayfaları ayrıca Charles Kurzman tarafından edite edilen “Liberal Islam A
Sourcebook” adlı çalışmada ayrıca yayınlanmıştır. Bkz. Charles Kurzman, (editör) Liberal Islam, A
Sourcebook, Oxford University Press, New York, 1998, s. 304-318.
144
10.
Health and Medicine in the Islamic Tradition695 (İslam Geleneğinde
Sağlık ve Tıp)
İslam düşüncesinde sağlık ve tıpla ilgili konuların nasıl algılandığı ve modern
dönemdeki bazı sağlık problemlerinin tarihsel algılamayla çelişen yönleri ve bunlardan
kurtulmanın gerekliliği örnekler üzerinden anlatılmaktadır. Bu çalışmada özellikle
hadislerin sıhhatı konusu merkezi bir problem olarak ortaya çıkmaktadır.
11.
Revival and Reform in Islam: A Study of Islamic Fundamentalism696
(İslam’da İhya ve Reform: Bir İslam Fundamentalizmi İncelemesi)
Fazlur Rahman’ın kendi yaşamında bitirilememiş eser, sonradan İbrahim Musa
editörlüğünde basılmıştır. Eserin basımı ile ilgili İbrahim Musa, kendisinin bir takım
şüpheleri olmasına rağmen özellikle Fazlur Rahman’ın eşi Belkıs Rahman tarafından
yayınlanması noktasında desteklendiğini belirtir.697 Eser, beş bölümden oluşmaktadır:
İlk Fırkalar ve Sünni ortodoksinin oluşumu, İrca’ kaynaklı gelişmeler: Siyaset,
Tasavvuf ve Gnostik İfrat, Erken dönem Ortaçağda Reform: Sufi Reform ve elGazali’nin Rolü, Geç dönem Ortaçağda Reform, Hindistan’da reformcu düşünce. Eser,
öyle anlaşılıyor ki Fazlur Rahman’ın ilk dönem çalışmalarındaki temel konu olan İhya
ve reform konularının geniş bir şekilde tekrar ele alınması niyetini içermektedir.
Fazlur Rahman’ın basılı kitapları dışında 100’e yakın makale, ansiklopedi
maddeleri ve kitap tanıtım çalışmaları vardır.698
695
Fazlur Rahman, Health and Medicine in the Islamic Tradition, The Cross Road Publishing Co.,
New York, 1987.(İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, çev. Adil Çiftçi, A. Bülent Baloğlu, Ankara
Okulu Yayınları, 1997)
696
Fazlur Rahman, Revival and Reform in Islam: A study of Islamic Fundamentalism, Oneworld
Publication, edited and with introduction by Ebrahim Moosa, Oxford, 2000. (İslam’da İhya ve
Reform: Bir İslam Fundamentalizmi İncelemesi, çev. Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara, 2006)
697
Fazlur Rahman, İslamda İhya ve Reform, s. 11.
698
İlgili çalışmaların önemli bir bölümü için bkz. Muhammad Khalid Masud (editor), Islamic Studies,
XXIV/4 (1988) s. 392-396.
145
II. FAZLUR RAHMAN’IN KUR’AN’A YAKLAŞIMI
A.
Fazlur Rahman’dan Önce Tefsir’in Durumu
Fazlur Rahman'ın Kur’an’a yaklaşımını ele almadan önce, fikirlerinin tarihsel
arka planının tespiti, konunun anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Zira bu
tespitler, bize onun hangi noktaları dikkate alarak eylemde bulunduğunu ve
metodolojisinin imkanını göstermesi açısından önemlidir. Ancak burada vurgulanması
gereken nokta, yapılacak olan "tarihsel arka plan" tespitinin, Fazlur Rahman'ın yaşamış
olduğu zaman ve öncesi ile ilgili “kendi” tespitleridir. Bu anlamda ele alacağımız
düşünceler, Fazlur Rahman penceresinden yapılan değerlendirmelerden ibaret olacaktır.
Çünkü onun ortaya koyduğu "Tefsir" metodolojisi, mevcut problemlere bir cevap
vermesi açısından kendisine buradan ne tür sonuçlar çıkardığı üzerinedir.699 Fazlur
Rahman'ın konuyla ilgili değerlendirmelerinde göze çarpan temel düşünce, "Tefsir"in de
içinde bulunduğu "Temel" İslami ilimler (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Felsefe,
Tasavvuf, Eğitim) ile ilgili tarihsel bir fikir oluşturduğu ve bütüne yönelik bir söylem
dile getirdiğidir. Bu anlamda zikredilen değerlendirmeler, bu bütünün bir parçası olan
"Tefsir" için de söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla değerlendirme bu ilimleri de içine
alacak şekilde oluşacaktır. Bu kısa girişten sonra konumuza başlayabiliriz.
1. Modernizm Öncesi Islahat Hareketleri
Fazlur Rahman, Modernizm öncesi İslam düşüncesine yönelik ıslahat
hareketleriyle ilgili genel bir tablo sunmadan önce temel bir veri olarak kabul ettiği
Modernizm öncesi İslam toplumunda yaşanan bunalımlara dair bir değerlendirme yapar.
O, Ortaçağ sonlarında İslam dünyasında genel hatlarıyla, Sünnîlikle tasavvufî bakış
tarzı arasında cereyan eden bir gerginliğin mevcut olduğunun söylenebilmesiyle
birlikte, yakından bakıldığında birbirine zıt ve birden çok gerginliğin görülebileceği
düşüncesindedir. Fakat bununla birlikte Fazlur Rahman, tasavvufa yönelik reddetme ve
kabul etme şeklindeki değişik tonlardaki yaklaşımların İslam düşüncesinin modernizm
öncesi “ıslahat” olgusunu ortaya koyabileceği kanaatindedir.
699
Fazlur Rahman’ın tefsir metodolojisi kavramıyla Kur’an’a yaklaşımı aynı anlamı ifade eden iki
kavram olarak okunabilir.
146
Sûfiliğin bizatihi kendisinin oldukça karmaşık bir olay olduğunu belirten
Fazlur Rahman, onun; ahlâkî, hissî, ilmî veya nazarî yönlerinin açık bir şekilde
birbirinden ayırt edilebileceği görüşündedir. O, İslam'ın dinî değerlerinin tam olarak
gerçekleştirilebilmesi için bir nefis terbiyesi metodu olarak başlayan sûfilik hareketinin
ahlâkî hamlesinin, çok geçmeden güçlü dinî coşkunluklara ve imtiyazlı bir bilgi türünün
cazibesine kapılmalarına yol açtığını düşünür.700
Fazlur Rahman, bu anlamda Gazali'ye İslam düşünce tarihinde özel bir yer
verir. Ona göre Gazali'nin İslam dünyasındaki etkisi başkalarıyla kıyaslanamaz. Zira O,
tasavvufu dinin bütünleyici bir parçası haline getirerek Sünnî İslam'ı yeniden kurmakla
kalmamış, aynı zamanda tasavvufu İslamî olmayan unsurlardan ayıklayarak ıslah
etmiştir. Böylece tasavvuf, Sünnîliğin hizmetine girmiş ve Afrika, Orta Asya ve
Hindistan'da geniş kitlelere nüfûz ederek bir canlılık oluşturmuştur.701
Fazlur Rahman, özellikle İbn Arabi'de ortaya çıkan nazari tasavvufu, gnostikmaniheist (Gnostic-manichaean) ve yeni Eflatunculuk (Neoplatonic) gibi idealist türden
bir felsefe olarak kabul eder.702 Ona göre tasavvuf ile felsefenin iç içe girmesinden
nazarî tasavvuf oluşmuştur. Nitekim tasavvufla gün yüzüne çıkan sezgicilik; bir çeşit
yanılmazlığı ihtiva eden keşf nazariyesi ile kendisini desteklemekte ve eleştiriye kapalı
bir yapı oluşturmaktadır.
Ulema tarafından temsil edilen Sünniliğin, tasavvufla ilişkisinin oldukça
karmaşık olduğunu belirten Fazlur Rahman, bunun kısmen tasavvufun içindeki farklı
cereyanlardan; kısmen de Sünniliği temsil eden ulemanın, kendi aralarındaki görüş ve
ayrılıklarından kaynaklandığını belirtir. O, ulemanın tavrının genel olarak halk
seviyesinde yaşanılan tasavvufun aşırılıklarını törpüleme noktasında olumlu bir rol
üstlendiğinin söylenebileceğini ifade eder. Ancak ulema, tasavvufun ilk ortaya
çıkışındaki ahlakî yönün ve zâhidâne bir nefis muhasebesinin tekrar ortaya çıkmasının
önünde bir engel de olmamıştır. Bu durum, tasavvufun bu yönünün tekrar
canlanmasıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla Fazlur Rahman, ulema ile tasavvuf
700
Bu düşüncenin tarihsel gelişimi hakkında bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 141-149.
Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 140.
702
Fazlur Rahman, age, s. 142-143.
701
147
arasındaki ittifakın tarihinin, tasavvufun temsil ettiği ahlâkî yönün yeniden
canlandırılmasının bir tarihi olarak ifade edilebileceği görüşündedir. Ulemanın her ne
kadar tasavvuftaki bâtıl inanışları ve aşırı cezbe gösterilerini geçersiz kılmak için
devamlı baskı yapmasına rağmen, diğer taraftan nazarî veya metafizik tasavvuf
karşısında ortak bir tavır koyamadığını belirtir. Hatta bu anlamda nazarî tasavvufun
"çekici"liğine kapılan çok sayıda ulemanın bu tavra kapıldığını da ifade eder. Nitekim
bu durum, Fazlur Rahman’a göre İbnü'l-Arabî'den beri gittikçe artan bir hızla hep böyle
olmuştur.703
Fazlur Rahman’a göre bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Kur'an ve
İslam akidesi üzerine kurulmuş ananevi sünnî kelamla tasavvufî vahdet-i vucûdculuğun
saf nazarî kelamı arasında bir tür senteze varılmasıydı. Bunun yansıması olarak da sünni
tasavvuftaki bu cereyan, kendisini öncelikle dinî düşünceye hasretmesine rağmen,
'velîlik' mefhumuna ve velîlerin özel bir statüye tâbi oldukları görüşüne sıkı sıkıya sarıldı. Zira bu yapılmadan keşf nazariyesini ayakta tutmak mümkün değildi. Fakat
velilere özel statü tanıyan bir velîlik anlayışı devam ettiği sürece, halkın velilere aşırı
derecede ta'zim göstermesini, hattâ onların mezarları başında ifâ edilen bâtıl ibâdetleri,
Sünni ulema belli bir dereceye kadar hoş görmek durumunda kalmıştır.704
Fazlur Rahman’a göre kelamla tasavvufun bu yeni sentezi, zamanla İslam’ı iki
ayrı noktadan tehdit etmeye başlamıştır.705 Bu tehditlerden biri, halk arasında yaygın
olan dînî inanışların İslâm'ı işgal etmesiyle kendini gösterir. İkinci tehdit ise, tasavvuf
felsefesinin
gelişmesidir.
Nitekim
O’na
göre
fikir
düzeyinde
kabiliyet
ve
yaratıcılıklarıyla en yüksek dereceye ulaşmış olan insanların zihinlerini bütünüyle işgal
eden ve onların enerjilerini kurutan, bu tehlikedir.706 Başka bir ifadeyle, Gazali sonrası
tasavvufî hareket, ona göre bir kısmı özellikle düzensiz "tarikatlar" eliyle, manevi bir
703
Fazlur Rahman, Islam, s. 193-194.
Fazlur Rahman, age, s. 194.
705
Fazlur Rahman bu tehditlerin İslam dünyasının 13 ve 19. yüzyıl (H. 7-13) arasındaki tüm gelişmelerin
müsebbibi olduğunu belirtir.
706
Fazlur Rahman, age, s. 140.
704
148
hipnotizme dönüşürken diğer bir kısmı da "yanılmaz sezgi (müşâhade) siperine
sığınarak her türlü metafizik sırrın içine" dalmıştır.707
Fazlur Rahman’ın, sünni İslâm'ın 'sağ' kanadı (right wing of ortodoxy) olarak
tanımladığı Hanbeliler ile Hadis Ehli ise İslâm'da tasavvufun bir hayat tarzı olarak
doğuşuna daima şüpheci bir gözle bakmıştır. Kontrolden uzak nazari düşünceye
güvenmeyen Hanbeliler, hem aklî felsefenin hem de nazarî tasavvufun açıkça düşmanı
olmuşlardır. Onlara göre, halkın cezbeci tasavvufu 'küfür'dür. Onlar, bu yeni gelişmeler
karşısında ahlâkî bir dinamizm duygusunu ve sade bir faaliyetçiliği (activism) daima
canlı tutmuşlardır. Ancak tasavvuf, VI/XII. ve VII/XIII. yüzyıllarda İslam dünyasını
hissî, rûhanî ve zihnî yönden kendisine çekince, saf hadîsçiler bile, tasavvufi güçleri
bütünüyle görmemezlikten gelemeyerek sünnî islam'la uzlaşmaya ve ona olumlu
yönden katkıda bulunması mümkün olan ne kadar tasavvufî unsur varsa kendi
metodolojilerine dahil etmeye başladılar. Bu amaçla ilk olarak tasavvufun ahlâkî gücüne
ağırlık verildi ve onun zikr veya murakabe tekniğinden bazı şeyler benimsendi. Nitekim
murakabenin gayesi, iman esaslarına olan inancı ve ruhun ahlâki safiyetini
güçlendirmek şeklinde yeniden tarif edildi.708
Fazlur Rahman tarafından "Yeni Tasavvuf" (neo-sufism) diye adlandırılan bu
çeşit sûfilik, sünni faaliyetçiliği yeniden canlandırmaya yöneldi ve dünya hayatı
karşısında müsbet bir tutum takınmanın yerleşmesini sağladı. Bu anlamda, Hanbeli Ibn
Teymiyye (728/1328) ve Ibn Kayyim el-Cevziye (751/1350), tasavvufun amansız
düşmanları olmakla beraber Yeni Tasavvuf cereyanı içinde tereddütsüz yer aldı ve hattâ
bu cereyanın öncüleri oldular. Daha sonraları tasavvufu ıslah etmek isteyen Ahmed
Sirhindî gibi bazı mutasavvıflar benzeri bir tutumu benimsediler. Ayrıca Yeni Sûfiler de
belli bir dereceye kadar nazarî tasavvufun görüşlerine yer verdiler. Şöyle ki onlar,
tasavvufun keşfini kabul ettiler; fakat keşfe olan güvenin, kalbin ahlâki temizliği ile
orantılı olduğu üzerinde ısrar ederek sahte yanılmazlık iddialarını reddettiler. Fazlur
707
708
Fazlur Rahman, age, s. 193.
Fazlur Rahman, Islam, s. 194-195.
149
Rahman bu anlamda hem Ibn Teymiye hem de İbn Kayyim'in, keşfe bizzat sahip
olduklarını açıkça kendilerinin söylediklerini belirtir.709
Fazlur Rahman, önemli olanın, halkın din anlayışı seviyesinde İslam dünyasına
yayılmaya devam eden ve orada hâkimiyet kuran tasavvufî tarikatlar ve bunların halk
kitleleri üzerindeki cazibesi olduğunu belirtir. O, XII/XVIII. yüzyılda bir endişe
duygusu ve acil bir dini-ictimaî ıslahat hareketinin İslâm dünyasının büyük bir kısmını
sardığı ve bunun farklı yerlerde görülen reform hareketleri ve okullarda ifadeye
kavuştuğu bir dönemde îslâmın manevî durumunun bu merkezde olduğunu söyler. Aynı
şekilde O, dinî tecrübede görülen farklılıklara ve her bölgeye ait çevre çeşitliğine
rağmen bu hareketlerin temelde bir benzerlik arz ettiklerini de belirtir.710
Fazlur Rahman, İbn Teymiye'nin mesajının, sadece bireyle yetinmeyip,
toplumun ortak varlığı üzerinde durmasını alkışlanacak bir tavır olarak görür. İbn
Teymiye'nin Kur'an ve Sünnetin asıl ruhunu yakaladığını ve bu tavrıyla tarihsel
Müslüman toplumunun önüne geçtiğini söyler. Nitekim Fazlur Rahman'a göre 17, 18 ve
19. asırlarda İslam dünyasında alevlenen reform hareketleri, Tasavvufun bireye yaptığı
özel vurgu yerine topluma yani Müslümanların toplumsal-ahlâkî yeniden kuruluşuna
vurgu yapmalarıyla İbn Teymiye'yi takip ederler.711
İbn Teymiye’ye yönelik bu değerlendirme, Fazlur Rahman’ın, hem tarihsel
İslam’ı eleştirmesi hem de “Kur’an’a dönme”nin temelini oluşturması anlamında
oldukça önemlidir. Fazlur Rahman, bu gerilimi temelde Gazali (tarihsel İslam) ve İbn
Teymiye (Ku’an İslamı) üzerinden değerlendirir. Bu anlayış, özellikle O’nun Kur’an’a
yaklaşımında ileride de görüleceği üzere işlevsel bir özellik haline gelecektir. Bu durum
ona başka bir alandaki meşruiyet problemine de bir cevap vermesini sağlayacaktır. Bu
da “İslam’ın/Kur’an’ın özüne dönme fikrinin, (ıslahat hareketleri) İslam düşüncesine
dışarıdan etkilenme sonucu giren bir sorun olmayıp kendi iç problemlerine cevap
vermeyle ilişkili olduğu düşüncesidir.
709
Fazlur Rahman, age, s. 195.
Fazlur Rahman, Islam, s. 195-196.
711
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, Cambridge History of İslam, Peter Malcolm Holt
vd., Cambridge University, Cambridge, 1970, II, 636-637.
710
150
Fazlur Rahman; bu tarihsel İslam ile Kur’an islamı şeklinde ortaya çıkan
tartışmaları “ıslahat” arayışları olarak değerlendirerek konuyla ilgili Arabistan,
Hindistan ve Afrika'dan örnekler verir.
Buna göre reform hareketlerinin başlangıcı olarak genellikle Muhammed b.
Abdülvahhab
(1200/1792)
öncülüğündeki
"sağcı"
(right
wing
of
ortodoxy)
Vehhabiliği712 ele almanın yaygın olarak kabul edilmesine rağmen Fazlur Rahman, on
yedinci asrın ilk çeyreğinde Hintli Ârîf Şeyh Ahmed Sirhindî (1034/1625)'nin benzer bir
reformun kuramsal zeminini kurduğuna dikkat çeker. O’na göre Sihrindi, özellikle
tasavvufun hem kuramsal hem de pratik düzlemde içerisine düşmüş olduğu suistimal ve
istismarlara tepki göstererek sufilerin dinsel açıdan aşırı müsamahacılığına ve bazı tam
bağımsız aydınların sınır tanımaz liberalizmine karşı toplumsal-ahlâkî ilkeleriyle
şeriatın iddia ve hakikatlerini savunuyordu. Ne var ki, Fazlur Rahman'a göre
Hindistan'daki siyasal değişmeler ve Müslümanların gücünün zayıflaması, Sirhindî'nin
amaç ve hedeflerinin gerçekleşmesi için gereken şartları sağlayamadı.713
Fazlur Rahman, ayrıca Hind alt kıtasında Şah Veliyyullah Dihlevî'nin714
(1176/1762), Ahmed Sirhindî'den etkilenerek, hemen hemen aynı çizgide ıslahata
başladığını söyler. Bununla birlikte Fazlur Rahman’a göre Dihlevi, Hindistan'daki
siyasal durumun Sirhindi'nin zamanına göre epeyce değişmiş olduğunu görüp; hem
Hindistan'ın manevî ortamına uygun düşecek hem de Islamî güçleri canlandırmaya
yönelik olan bir düşünce tasarladı ve savundu. Buna örnek olarak da onun tasavvuf ile
ilgili tutumunun ret değil, mümkün olduğunca onu dönüştürmek (assimilation)
olduğunu belirtir. Bununla birlikte O, Fazlur Rahman'a göre İslam için bir toplumsal
712
Fazlur Rahman, 'Vehhâbilik'in, sadece İbn Abdülvehhâb'ın başlattığı hareket için değil, islâm
dünyasında dinin, yozlaştırıcı düşünce ve tutumlardan ayıklanmasını savunan ve dîni konularda az çok
bağımsız ve hattâ yeni hükümler vermenin gereği üzerinde duran her türlü faaliyet için kullanılabilen
genel bir terim hâline geldiğini belirtir. Ancak Fazlur Rahman, onların dînin kaynağı olarak sadece
Kur'an ve sünneti kabul etmekle, katı temelci bir tutum içine girdiklerini ve ibn Hanbelin izinden giderek Kur'an ve hadisin yorumlanmasında kıyası bile reddettiklerini belirtir. Bkz. Fazlur Rahman, Islam,
s. 198.
713
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, II, 637-638. Fazlur Rahman, Islam, s. 202;
Sirhindi'nin görüşleri ve etkisi için ayrıca bkz. Fazlur Rahman, "Islamic Thought in the Indo-Pakistan
Subcontinent and the Middle East", Journal of Near Eastern Studies, XXXII/1-2, s.195-198. (OcakNisan 1973).
714
Dihlevi için bkz. Fazlur Rahman, "The Thinker of Crisis: Shah Waliy-Ullah", Pakistan Quarterly,
1956/6; s. 44-48. Türkçesi için bkz. "Buhran Dönemi Düşünürü: Şah Veliyyullah", İslami Yenilenme:
Makaleler II, (çev. Adil Çiftçi) s. 117-128.
151
siyasal altyapı oluşturmaya da çalıştı. O, toplumda hüküm süren toplumsal ve iktisadî
adaletsizliklere karşı savaş açtı. Bu bağlamda köylülere yüklenen ağır vergileri eleştirdi.
Ayrıca Müslümanları cihanşümul İslam devleti ile bütünleşebilecek bir bölgesel devlet
kurmaya çağırdı. Toplumsal yönü açısından diğer ıslahat hareketleriyle büyük benzerlik
gösteren düşünceleri; farklı unsurları reddetmek yerine onları uzlaştırma gayreti
bakımından Vehhabîlik ile açık şekilde ters düşmektedir. Ancak Fazlur Rahman, onun
da tıpkı Vehhabîlik gibi siyasi anlamda başarısız olduğunu belirtir.715
Arabistan yarımadasında ortaya çıkan Vehhabî isyanı halk arasındaki yaygın
haliyle tasavvuf ile alakalı olan gayri islamî hurafelere karşı daha sert ve tavizsiz idi.
Fazlur Rahman, Ibn Teymiye'nin düşüncelerinden dolaysız etkilenen bu hareketin,
tasavvufun tüm şekillerini reddetmeleri gibi bazı noktalarda Ibn Teymiye'den ayrı
düşündüğünü ifade eder. Yine onlar, İbn Teymiye veya Sirhindî'den çok daha sertçe,
İslam'daki akılcı eğilim ve akımları da reddettiler. Böylece Vehhabîler, Ibn Teymiye'ye
uyarak ortaçağ mezheplerinin otoritesini reddetmiş ve yine İbn Teymiye gibi ictihadı
savunmuşlarsa da akılcılığı reddederek yeni düşüncenin gerçek araçlarını men etmekte
ellerinden gelen hemen her şeyi yapmışlardır. Fazlur Rahman bu sebeple Vehhabîlerin
ve benzer grupların içtihad üzerindeki ısrarlı vurgularının sonuçsuz kaldığını ve
nihayetinde onların da fiiliyatta ilk iki buçuk asrın İslam mirasının tümünün 'taklitçileri'
(mukallidûn) olup çıktıklarını belirtir.716
Ondokuzuncu asırda Libya'da ortaya çıkan Senûsî hareketi de benzer özellikler
gösterir.717 Bu hareket teşkilatlı bir Sufî tarikat halinde ve bazı tasavvufî uygulamaları
içeriyor ise de, hedefleri açısından epeyce farklıydı. O Fazlur Rahman'a göre, toplumsal
yeniden inşa hareketiydi ve hedefi de toplumun bozuk inançlardan, özellikle de istismar
halini alan yanlış tatbikatlardan arındırılmasıydı. Her şeyin ötesinde o, dürüstlük, eşitlik
ve iktisadî adalete dayanan bir ahlakî dayanışma duygusu oluşturmaya gayret
etmiştir.718
715
Fazlur Rahman, "Revival and Reform İn İslam", II, 638-639. Ayrıca bkz. Fazlur Rahman, Islam, s.
202-204.
716
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, II, 638. Ayrıca Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 196-201.
717
Fazlur Rahman, agm, II, 639. Ayrıca bkz. Fazlur Rahman, age, s. 206-209.
718
Fazlur Rahman, agm, II, 639.
152
Fazlur Rahman, Modernizm öncesi ıslahat örnekleri olarak zikrettiği bu
akımların ortak özelliklerini şu şekilde özetler:
Bu ıslahat hareketlerinin tasavvuf ile ilgili tavırları tam bir reddedişten değişik
tonlarda kabule kadar farklı tutumları barındırsa da ortaçağ tasavvufunun mutlak
"dünyayı red" tutumları ile mücadele etmişlerdir. Islahat hareketlerinin temel ilgisi
cemiyetin toplumsal-ahlâkî yeniden kuruluşu ve düzenlenmesi idi. Ahiret ya da öbür
dünya fikrini terk ettiklerini ya da pek az vurguladıklarını söylemek gerçeklerin
reddedilmesi demek olsa da; vurgunun siyasal, ahlaki veya manevî açılardan toplumun
belirgin sorunlarına kaydığını kaydetmek önemlidir. Onlar "öteki dünya" hakkındaki
inançları düzeltmek ya da güçlendirmek üzere var olmuş değillerdi. Hedefleri,
zamanlarındaki toplumu karmaşaya düşüren toplumsal-ahlakî başarısızlıkları ıslah
etmek idi. Mahiyetleri icabı bu hareketler asıl ya da ilk İslam'ın ana özelliği olan
hareketçiliği
(activism)
kuvvetlendirmişlerdir.
ve
Siyasal
ahlakî
olarak
dinamizmi,
faal
idiler
ve
muhtelif
çoğunluğu
derecelerde
ideallerini
gerçekleştirmek için cihada başvurdular. Yine bu gerçek de onları tarihsel İslam'dan
ziyade ilk ve asıl İslam ile daha doğrudan birleştirir. Onların hepsi istisnasız, Kur'an ve
Sünnet çerçevesinde aslî İslam'a 'dönüş'ü savundular. Ne var ki, uygulamada ise Hz.
Peygamber'in sünneti'nden kastın, ilk Müslüman nesiller tarafından ortaya konulan
davranış tarzları, uygulamalar ve inançlar olması sebebiyle Fazlur Rahman'a göre, hepsi
birden içtihat hakkını savunuyor ve nihai otoriteliği sadece Peygamber'e münhasır
kılıyorlarsa da, İslam'ın içeriğini yeniden ifadelendirmekte hemen hiç ilerleme meydana
getirememişlerdir. Hadisin, sahih şekilde Peygamber’in sünnetini gösterdiği şeklindeki
tarihsel kabulün, sünnet ve Kur'an'ın toplumsal davranışa dair kurallarının bütün
çağlarda neredeyse lafzen ve aynen uygulanması gerektiği gibi başka bir inanç ile
birleşmesi, İslam'ın toplumsal içeriğinin köklü bir yeniden tefekkürünün önünde sert bir
kaya gibi durmuştur.719
Fazlur Rahman, modern dönem öncesi ıslahat hareketlerine ıslahat düşüncesini
sürdürmesi açısından olumlu bulmakla birlikte sonuç ve verim açısından oldukça
sorunlu bulur. Onların söylemlerini, toplumsala doğru olumlu bir ivme olarak kabul
719
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, II, 639-640.
153
etmekle birlikte Kur’an’ın sabitliğini ve lafzen tekrarını gerekli görmeleri sebebiyle
fâsid bir daire içinde hareket ettiklerini düşünür. Ancak O, yeniden inşa ve ihya
çalışmalarının temelinin İslam toplumunun kendisinden mi yoksa Batı’nın modern
düşüncesinin etkisiyle oluşmuş bir süreç mi olduğu sorusuna şöyle cevap verir:
"XVII, XVIII ve XIX. asırlarda İslam dünyasının büyük bir bölümünü kuşatan
Modernist öncesi ıslahat hareketleri hakkında şu ana kadar söylediklerimiz şunu açıkça
göstermektedir: Toplumsal bozulma ve toplumsal kötülükleri yok etme ve ahlakî
standartları yükseltme bilinci İslam toplumunun kendisinden doğmuştur. Buna vurguyla
işaret edilmelidir. Zira günümüz İslam toplumunu ve onun yeniden düşünme ve yeniden
inşa çabalarını gözlemleyen birçok insanı, bunların Batı etkisinin bir neticesi olduğunu
kabul etmeye götüren ortak bir yanılgı mevcuttur. Böyle bir sonuç çıkarmayı mümkün
kılabilir gözüken bazı mülahazalar vardır. Modern Batı'nın Müslüman Doğu'ya tesiri
Batı'nın siyasal ve ekonomik yayılmacılığı ile başlamıştır. Hemen her alanda İslam ülkeleri Batı karşısında siyasal ve askerî bir gerileme yaşadılar ve sonuçta da Batının
hakimiyetine girdiler. Bu siyasal hakimiyet ve onun oluşturduğu psikolojik faktörlerden
dolayı Müslümanların aklî ve bilimsel düşünce planından Batıya ve bu düşüncenin
doğurduğu dinî sorunlara mukabelesi, ilk dönemlerde, Müslümanların siyasal açıdan
üstün oldukları bir durumda bulunacakları mukabele kadar yapıcı olamamıştır."720
Fazlur Rahman'ın ıslahat hareketlerinin modernizm öncesi oluştuğuna dair bu
ısrarlı vurgusunu, onun şu sözlerindeki endişesinde aramak gerekir: "Sıradan bir
yabancı gözlemci bundan dolayıdır ki, İslam toplumuna her düzeydeki Batı etkisine
tepkiden başka bir şey yapamayıp ona karşı yeterince olumlu bir tutum takınamayan
cansız bir kütle gözüyle bakmaktadır. Daha da kötüsü, modern eğitimli bir yığın
Müslüman da buna inanır hale gelmiştir. Sıkıntı şudur: ortalama bir modern eğitimli
Müslüman kendi geçmiş mirası hakkında ancak ortalama bir yabancı gözlemci kadar bir
bilgiye sahiptir. Kendi kültürel mazisinin cahili olmasının yanında o, kafa olarak
temelinde Batılı bir eğitim sisteminin ürünüdür. Yani Batı'nın Müslüman Doğu'ya
yansımasıdır. Bu yüzden o, Müslüman dünyasında ilerleme adına ne başarılmışsa ve ne
720
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, II, 641.
154
başarılacaksa Batı'nın salt bir taklidi olacağını ve İslam'ın bütün bu süreçte nötr veya
belki tam bir engel olacağını düşünmeye başlar."721
Fazlur Rahman'a göre yukarıda kısaca anlatılan ıslahat hareketleri doğuşları
itibariyle herhangi bir yabancı etki sonucu değildiler. O'na göre, böyle bir etkiden bahis
tarihsel bir saçmalık olacaktır."722
Ancak bununla birlikte Fazlur Rahman, modernizm öncesi ıslahatçıların ahiret
hayatından ziyade bu dünya ve onun ahlakî, sosyal ve ekonomik meselelerini ön plana
almaları sebebiyle toplumu, modern eğitimi ve modern hayatın etkilerini alma
noktasında hazır bir duruma getirdiğini723 de belirtir. Ayrıca O, ilk devir İslam’ına
dönme iddialarının da modernist müslümanı, modern dönem öncesi ıslahatçılarının
varisi724 konumuna getirdiğini belirterek Modern dönemle bağlamıştır.
2. Modern Dönemde Islahat Hareketleri
Fazlur Rahman'a göre İslâm, tarih boyunca yeni cereyanları bazen
özümseyerek, bazen reddederek, bazen de kendisini onlara uydurarak bütün bu meydan
okumaların üstesinden gelmeyi başarmıştır. O, ilk dönemde ortaya çıkan bu yeni
oluşumların büyük ölçüde İslam geleneğinin muhtevasını temin ve inşa ettiği
düşüncesindedir. Fakat 18 ve 19. yüzyıllardan itibaren başlayan Batı'yla karşılaşma ise
ona göre oldukça farklı bir durumdur. Bu karşılamanın ana unsuru, siyasî ve askerî bir
mahiyet taşımaktadır ve siyasî plandaki yenilmişlik Müslümanların kendi miraslarına
yönelik özgüveni ortadan kaldırmıştır. Bu sahadaki yenilgiyi Batıdan gelen dînî ve fikrî
saldırılar takip etmiştir. Hatta dış gözlemciler (external observer) "islâm, kendi kendini
yeniden kurma yolunda bazı şeyleri yapabilecekse, bunu ancak Batı'nın tesirleri ve
oradan aldıkları sayesinde yapabilir." diye düşünmeye başlamışlardır.725 Fazlur
Rahman, bu algının ne kadar yanlış olduğunu yukarıda ifade ettiğimiz gibi Modernizm
721
Fazlur Rahman, agm, II, 641.
Fazlur Rahman, “Revival and Reform in Islam”, II, 641-642. Ayrıca Bkz. Fazlur Rahman, "The Impact
of Modernity on Islam", Islamic Studies, 1988/2, s. 113-114.
723
Fazlur Rahman, Islam, s. 209.
724
Fazlur Rahman, age, s. 210.
725
Fazlur Rahman, bu algılamanın birçok Müslüman düşünürü de etkilediğini söyler. Bkz. Fazlur
Rahman, age, s. 212-213.
722
155
öncesi ıslahat çalışmalarının varlığına dair bilgileri ortaya koyarak sunar. Nitekim bu
çalışmaların ortak özelliği, İslâm toplumunun içten çöküşünün fark edilişi ve çözüme
giden yolun gösterilmesidir. O, "fundemantalizm"in726 modern İslam'ın temel
problemlerinden biri haline geldiğini, bunun modernist ıslahatçıların ortaya koyduğu
yeni düşüncenin sadece muhtevasını değil, buna ilave olarak ana biçimini de meydana
getirdiğini savunmaktadır.727
Fazlur Rahman, burada asıl problemin, sosyal kurumlar ve sosyal ahlak
alanında olduğunu söyler. İslam’ın indiği dönemdeki sosyal yapı, tarihte meydana gelen
herhangi bir sosyal düzen kadar mükemmel bir şekilde işlemiştir. Fakat bugünün
Müslümanları, yeni birtakım sosyal kurumlar kurmak gayesiyle yeniden düşünme ve
yeniden inşâ etme durumuyla yüz yüze gelmişlerdir. Maziyi nasıl ayıklayacakları, bunu
hangi ilkelere dayanarak ve hangi metodlarla gerçekleştirecekleri, başlı başına ciddî bir
problem olarak ortada durmaktadır.728 Fazlur Rahman’ın bu tespiti, Kur’an’ın
anlaşılması noktasında merkezî düşünceyi oluşturur.
Daha önce de tetkik edildiği üzere tüm bu ıslahat hareketleri yeni düşünce
(içtihat) üzerine vurgu yapmışlardı. Fakat buna rağmen Fazlur Rahman’a göre
düşüncelerine yeni, kapsamlı bir içerik kazandıramamışlardı. Çünkü onların fiilî hedefi
ilk dönem İslam'ı üzerinde yoğunlaşmıştı. Modernist Müslüman’ın başarmış olduğu şey,
ilk dönem İslam'ının bir ilham kaynağı ve hareket enerjisi olarak kabul edilmesi olup,
bu enerjiye yenilikçi bir içerik kazandırmaya çalışmış olmasıdır. Şu anda yapılması gereken şey, bunun hangi ölçüde başarıldığının ve bu hareketin gidişatının tasvir
edilmesidir. Ama O, bir defa daha modern öncesi uyanış ve modernist yeniden doğuş
arasındaki toplumla ilgilenme noktasındaki devamlılığı vurgulamanın gerekliliğine
işaret eder. Yabancı yönetimlerden bağımsızlık kazanmaya yönelik modern kurtuluş
hareketlerinin sergilediği büyük coşku ve canlılık bile modern öncesi ıslahat
hareketlerinin hareketçiliğinin (activism) bir devamıdır aslında. Fazlur Rahman'a göre
modern İslam'ın bu hareketlerden ayrıldığı nokta, onun yapıcı ve yeniden inşacı
726
727
728
Türkçe çevirisinde "esasa bağlı kalma" diye tercüme edilmiştir.
Fazlur Rahman, Islam, s. 213.
Fazlur Rahman, age, s. 214.
156
içeriğidir.729 Böylece O, modern dönemdeki ıslahatçıyı ayrı bir yere koyarak onu
yüceltmektedir. Diğer taraftan ona göre İslam düşüncesinin kendi iç problemi olarak
ortaya çıkan ıslahat eylemleri, modern dönemin imkanlarıyla yeni bir ivme kazanma
imkanı sağlamıştır. Bu, Fazlur Rahman’ın düşünce serüveninin geleneksel İslam
düşüncesi yanında en az onun kadar hatta “yapıcı” olması açısından bir adım daha fazla
Batı düşüncesinden etkilendiğini gösterir. Nitekim O, buna içeridekiler ve dışarıdakiler
şeklindeki dikotomiye karşı çıkarak sürdürür.730
Fazlur Rahman, ana meselenin daha genel bir seviyeye çıkartılarak akıl ve
dinin uzlaşıp uzlaşmayacağı konusunda düğümlendiğini belirtir. Ernest Renan731 ve Sir
William Muir gibi Batılı eleştirmenlerin (critics) İslâm'a yönelttikleri hücumların ana
teması, 'İslam medeniyetinin özünde bulunan kalite düşüklüğünden ileri geldiği'
şeklindeydi. Çağdaş İslam toplumunu ve onun dış görünüşündeki donmuşluğunu hedef
alan bu tenkîdin, hazır bir mukabele gördüğünden şüphe yoktur. Fakat bu mukabeleyi
hazırlayan ve şartlandıran, O'na göre daha önceki ıslâhat hareketleridir. Ortaçağın
otoritelerini tanımayan ve ictihâd üzerinde ısrar eden bu hareketler, modern İslâm'ın
fikren yeniden doğuşuna doğrudan doğruya yardım etmişlerdir. Yeniden düşünme
konusunda gösterilen taze gayretler, şüphesiz, yeni itici güçlere bağımlı olarak değişti
ve kapsamları genişledi. Çünkü önceki ıslâhat hareketleri, Ortaçağ'ın otoritelerini bir
yana iterken, İslam'ın mirasıyla kaynaşacak pek az yeni malzeme ortaya koymakta ve
ilk devir İslâmiyet'ine dönmeye çalışırken içtihadın fiilen yapılması için gerekli olan
alanı boş bırakmaktaydı. Fazlur Rahman'a göre bu boşluk, bugünkü modern
medeniyetin düşünce ürünleriyle doldurulmuş durumdadır.732
Fazlur Rahman'a göre Batı'nın istilâ hareketini durdurmak gayesiyle, fikrî ve
ahlâkî standartların yükseltilmesi için İslâm toplumuna genel bir çağrıda bulunan ilk
hakikî Müslüman Modernist Cemâleddin Afgâni (1315/1897) olmuştur. Afgânî,
729
Fazlur Rahman, "Revival and Reform in Islam", II, 642.
Bu anlamda Muhammad Abdul-Rauf tarafından dillendirilen “Outsiders’ Interpretations of Islam: A
Muslim’s Point of View”, adlı makale’ye Fazlur Rahman’ın cevaben yazdığı değerlendirmeler için bkz.
Fazlur Rahman, “Approaches to Islam in religious Studies Review Essay”, s. 191-198.
731
Konuyla ilgili genel bir değerlendirme için bkz. Dücane Cündioğlu; "Ernest Renan ve "Reddiyeler"
Bağlamında İslam-Bilim Tartışmalarına Bibliyografik Bir Katkı”, Divan, 1996/2, s. 1-94.
732
Fazlur Rahman, Islam, s. 215.
730
157
İslam'ın ana ilkelerinde akıl veya ilimle uzlaşmayan hiç bir şey bulunmadığını ateşli
konuşmalarla teyid ederken, Müslümanları, İslâm’ın Ortaçağda oluşturduğu muhtevayı
genişleterek modern toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya çağırıyordu. Afgâni'nin İslâm'ın
müteâl doğruluğuna olan inancı yeniden ortaya koymasının yanı sıra, O'nun tutumunda
tam anlamıyla yeni olan başka bir unsur, Fazlur Rahman'a göre "bir çeşit modern
hümanizm"dir. Bu; insanla, 'insan olduğu için' ilgilenmedir. Dînî seviyede ifadesini
bulan bu hümanizm, siyasî seviyede Afgânî'nin halkçılığının da bir ifadesi olmaktadır.
Her ne kadar bu hümanizm (insanın refahı ile sadece insan olduğu için ilgilenme), daha
çok müsbet boyutlara sahip olan yeni bir tarzda ifade edilmekte ve bu haliyle on
dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sının kesin bir tesiri olarak ele alınması gerekmekteyse de,
Fazlur Rahman'a göre o, aynı zamanda İslâm'ın kendi içinden çıkardığı modernizm
öncesi ıslâhat hareketleriyle yakından ilgilidir. Hatta onu, bu hareketlerin kaçınılmaz bir
neticesi olarak görmek gerekir. Sosyal kalkınmaya verilen önem, bu ıslâhatçıların
düşüncelerinde dünya hayatı ile ilgilenmeyi ve onun karşısında müsbet bir tutum
takınmayı ön plana çıkarır. Böylece, İslam'ın müteal doğruluğuna olan iman daha güçlü
olarak ortaya konmuş, fakat böyle bir imanın tesiri, öteki dünyada iyi bir hayatın
temininden çok, bu dünyada sosyal ve ahlâkî hayatın yükseltilmesi biçiminde
görülmüştür.733
Ona göre, Afgâni'nin görevinin, İslâm'ın akla ve ilme karşı olmadığını ifade
etmek olarak kabul edilirse, bu ifadenin doğruluğunu ispat etme görevi de Mısırlı
Muhammed Abduh ile Hindistanlı Seyyid Ahmed Han'ın görevi demekti. Her ikisi de
düşünce ve ilimdeki modern gelişmelerin, bugün birçok Müslüman'ın inandığı ve tatbik
ettiği şekliyle İslâm'ı kesinlikle tehdit edeceğine inanmaktaydılar. Yine her iki
mütefekkir aynı derecede inanmaktaydı ki, zaman, daha sonra ortaya çıkan ve dinin
özünü teşkil etmeyen bir takım yeni gelişmeleri, gerçek ve asıl islâm'ın üzerine
yüklemiş bulunmaktaydı. Fakat Fazlur Rahman'a göre bu noktadan itibaren Muhammed
Abduh ve Seyyid Ahmed Han'ın yolları ayrılır.734
733
734
Fazlur Rahman, Islam, s. 216.
Fazlur Rahman, age, s. 217.
158
Seyyid Ahmed Han (1232-1316/1817-98), İslâm'ın akılla uzlaştığı görüşünü
Muhammed Abduh'la paylaşıyor, ancak meseleyi bu noktada bırakmıyordu. On
dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sının akılcılığından ve tabiat felsefesinden büyük ölçüde
etkilenen S. Ahmed Han,735 inanç sistemlerinin mahiyetlerini değerlendirmek için
'Tabiat'a Uyma' diye adlandırdığı bir ölçü ortaya atmış ve İslâm'ın bu ilkeye göre en
yüksek derecede doğrulandığı sonucuna varmıştı. O, İslâm'ın mahiyetini kendi görüşüne
göre açıklarken, modern dünya görüşüyle İslam öğretilerini kaynaştırmak istemekte,
bunu yaparken de muhafazakâr İslâmî yorumu canlandırma ve ona dayanma yerine
ortaçağ İslam filozoflarının kabul ettikleri ana ilkelere dayanma yolunu seçmişti.
Böylece o, tabiatın ve tabiat kanunlarının bağımsızlığını ortaya koymak gayesiyle
sadece mucizeyi inkar etmekle kalmadı. İslâm filozoflarının sudur nazariyesini de
düzelterek, onlar gibi, Allah'ı 'ilk Sebep' olarak tasvir etti. Seyyid Ahmed Han'ın hareket
noktası, bir tür Batı akılcılığı olduğundan, varılan sonuç, islâm'ın yeniden ifade edilmesi
değil, şahsi açıdan yorumlanmasıdır. Fazlur Rahman'a göre burada, Ortaçağ Müslüman
filozofların izinden gidilerek İslâm'ın yeni baştan ifade edilmesinden çok, İslâm'la bir
takım fikirlerin kaynaştırılmasına teşebbüs edilmiştir.736 Müellifimiz, S. Ahmed Han'ın
bu
görüşlerinin
yadırganmaması
gerektiğini,
aksine
bunların
dînin
temelde
yorumlanmasına yarayan fikirler için bir maya ve verimlilik unsuru olarak gerekli olan
“anlar” olduğunu belirtir.
Ananevi tarzda yetiştirilmiş bir kelâmcı olan Muhammed Abduh (12611323/1845-1905) ise imânın ve ilmin farklı seviyelerde faaliyet gösterdiklerini
savunarak, islâm'ın ve ilmin çatışmayacağına inanır. Böylece o, İslam'ın temel
ilkelerini, günümüz insanının kabul edebileceği ifadelerle, bir yandan daha ileri
derecede bir ıslahatı; diğer yandan da modern ilmin elde edilmesine izin verecek şekilde
dile getirmeyi ve savunmayı bir görev sayar. Nitekim Abduh, İslam'ı sunarken, onun
yalnız akıl ile uzlaştığını göstermekle kalmaz, aynı zamanda İslam'ın, insana, aklını
kullanması ve tabiatı incelemesi için çağrıda bulunan yegâne din olduğuna işaret eder.
Böylece Abduh, İslam'ı yeniden yorumlarken kullandığı gerçek malzemede ananevi
İslâmî fikirlere bir takım yeni fikirler katmamasına rağmen, iki önemli noktada
735
736
1867-70 arasında İngiltere'de bulunmuştur.
Fazlur Rahman, Islam, s. 218.
159
modernizm öncesi ıslahatçılardan daha ileri gider. Bunlardan biri, İslam'da aklın rolü
üzerinde ısrar etmesi, diğeri ise yeni fikirlerin tesirlerine ve genel anlamda ilmin elde
edilmesine kapı açacak şekilde, İslâm'ın ana ilkelerini yeniden ifade etmesidir. Bu
görüşlerin önem kazanması ve rağbet görmesi, onların, klasik (ananevi) bir çizgi
üzerinde bulunan büyük bir din adamı tarafından gelmiş olması gerçeğinden ötürüdür.
Bu bakımdan Abduh'un fikirlerini ulema da anlamaktaydı. Şöyle ki, bu görüşler,
gelişme imkânları için zemin hazırlamakta, fakat geçmişle olan bağın sürekliliğini de
teminat altına almaktaydı.737
Fazlur Rahman’a göre, sonuç olarak Seyyid Ahmed Han ve Muhammed
Abduh’un temsil ettikleri yaklaşımlar arasındaki köklü farklara rağmen, her iki
modernistin de amacı, ümmeti halk seviyesindeki sûfîliğin keramet tellâllığına yol açan
düşünce ve uygulamaların ortaya çıkardıkları felâketlerden kurtarmaktı.738
Modern dönem ıslahat hareketlerinde ortaya çıkan başka bir tavır da Hadis’e
yaklaşım meselesidir. Fazlur Rahman, hadisle ilgili yeni bir tutumun ortaya çıktığını
söyler. Zira Fazlur Rahman Hadis’in özellikle fıkhî yönüyle fakat kısmen de ahlâki ve
sosyal yönleriyle islâm'ın Ortaçağ'da kazanmış olduğu şekli müşahhas bir hale
koyduğunu belirtir. Eğer tarihî olarak anlaşılmaz ve bu açıdan yorumlanmazsa, hadis
külliyatındaki malzemenin çoğunun, İslâm'da fikir yapısının modernleştirilmesi işi için
bir engel olacağı düşünülmekteydi. Her ne kadar bu şart, İslâm düşünce çerçevesini
yeniden kurmanın esasını oluştursa da, Fazlur Rahman'a göre islâm Modernizmi tarafından henüz ifade edilmemiştir. Bu meselenin derli toplu bir şekilde ele alınmasını ve
açıkça ifade edilmesini zorlaştıran şey, hadis külliyatına büyük önem verilmesi ve ona
dokunulduğu takdirde İslâm'ın, nazarî ve amelî sisteminin, sarsılacağından korkulması
olmuştur. Ancak bunun bir zorunluluk olduğunu belirten Fazlur Rahman, Seyyid
Ahmed Han'ın, modernizmin ilk safhasında modernizm öncesi ıslahatçıların yaptıkları
gibi, sahîh ile sahih-olmayan hadislerin ayrılması üzerinde ısrarla durmasına rağmen
fikri gelişiminin son safhasında, tıpkı modernist çağdaşı Çerağ Ali gibi, hadîsi kökten
737
738
Fazlur Rahman, age, s. 217-218.
Fazlur Rahman, age, s. 218.
160
reddetme durumunda kaldığını vurgulamaktadır.739 Öte yandan Muhammed Abduh,
sadece Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri hadislerin kabul edilmesi gerektiğini
belirtir. Abduh, gerçekten Hz. Peygamber'den sudur etmiş olabileceği kesin olmayan bir
hadisle karşılaşılırsa, onu temkinli olarak reddetmenin mümkün olacağını öne
sürmüştür. Fazlur Rahman'a göre Abduh'un bu tavrı, zahiren de olsa modernleştirme
sürecinin önüne çıkan hadis engelinin kaldırılması sonucuna varmıştır.740
Fazlur Rahman'a göre bu fikrî gelişmeler, bir başka modernist görüşün ortaya
çıkmasına sebep oldu. İslam, ileriye dönük bir medeniyet oluşturmakta hatta o, modern
çağın, eski dünyanın sinesinden çıkmasında aracılık görevi yapmış olan bir güç
olmaktadır.741
Konuyla ilgili Emir Ali'nin örnek olarak ele alınabileceği düşüncesinde olan
Fazlur Rahman, İslam'ın doğru dürüst anlaşıldığında, Kur'ân ve Peygamber tarafından
ifade edilen ve belli başlı İslam kurumlarında müşahhas hâle gelen birtakım ahlâkîsosyal değerlerin yerleşmesini sağladığını, bunun da, bir yandan I/VII. yüzyılın o günkü
durumunu yansıtırken, diğer yandan yeniliğe doğru esaslı ve yanılmaz bir cereyanın
olduğunu düşünür. Nitekim Emir Ali, beş vakit namaz gibi özellikle dînî bir mahiyet arz
eden görevleri bile fizîkî birlik ve sosyal dayanışma açısından açıklamaya
yönelmiştir.742
Yapılmak istenen şey, modern Batı'nın entelektüelizm ve hümanizmini, islâm
medeniyetinin zirve noktasından kaynaklanan ve bu dinin gerçek tebliğinde ortaya
konan gelişmeler olarak göstermek ve dolayısıyla onların kabul edilmesi için
Müslümanlar'ı teşvik etmektir. Çağdaş Batı düşüncesinin, doğrudan doğruya ortaçağın
muhteşem İslam entelektüel kültüründen geldiği ve bu kültürün İspanya ve Sicilya
739
Fazlur Rahman, age, s. 219. Fazlur Rahman, bunun Hint alt-kıtasında kalıcı bir miras olarak devam
ettiğini, devamında Ehl-i Kur'ân denilen ve hadisi reddeden bir grubun ortaya çıktığını söyler. Fakat
O'na göre bu gruba dâhil olanlar, ne Hadis'in tarihî gelişimini, ne de kendi içinde bulundukları durumun
neleri ihtiva ettiğini anlamada vukuf gösterebildiler. Ehl-i Kur'an için ayrıca bkz. Abdülhamit Birışık,
Hint Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, s. 178-226.
740
Fazlur Rahman, Islam, s. 219.
741
Nitekim, bu anlamda Batı’daki aydınlanma düşüncesinin Müslümanlar eliyle sağlandığı fikri bu
görüşün devamı olarak okunabilir.
742
Fazlur Rahman, age, s. 220.
161
yoluyla Batı'ya yayıldığı743 vurgulanmaktadır. Fazlur Rahman'a göre bu iddia,
Müslümanlardan çağdaş akılcılığın ürünlerini kabul etmelerini istemek sûretiyle Kur'ân
ve İslâm görüşüne dayanan akılcılığa, daha önceden ve daha doğrudan yapılan
başvurmayı güçlendirmektedir.744
Sonuç olarak çağdaş düşünce ve kurumlarla İslâm esaslarının kaynaşmasını
isteyen ilk İslâm Modernizmi, Batı fikirlerinin ve eğitiminin İslam toplumuna akmasını
kısmen teşvik etmiş, kısmen de zaten orada bulunan Batı'nın fikrî tesirlerini
meşrulaştırmıştır. Fazlur Rahman’a göre bu ilk Modernistler, Modernizm çizgisi
üzerinde yer alan daha sonraki gelişmeler için temel hazırlamaktan başka bir şey
yapamazlardı. Bu süreci daha ileriye götürecek olanlar ise liberal bir eğitimden geçmiş
olan Müslümanlardı.
Çünkü İslâmî nazariye ve uygulamaların muhafazakâr
koruyucuları olan âlimler, bu işi yapamazlardı. Onların eğitimi ananevî konulara inhisar
etmekteydi. Zaten sırf bu sebepten dolayı onlar, söz konusu problemi kavrayacak
durumda bile değillerdi. Temelde yapılması gereken şey, bütünleştirilmiş bir eğitim
programı idi. Fakat bu program bir türlü yapılamadı.745
3. Klasik Modernizm: İki Tavır
Fazlur Rahman'a göre klasik746 modernist güçlerden ilham alan hareket, farklı
yolda ilerleyen iki ayrı gelişmeye dönüştü: Bunlardan biri hemen hemen tam anlamıyla
Batıcılığa, (Westernism) diğeri ise kazanmış olduğu ilk aslî şekle bağlanmaya veya
"ihyâcı"
(Revivalism)
diye
adlandırılan
bir
"temelciliğe"
(fundamentalism)
yönelmekteydi. Aşağı-yukarı yirminci asrın ilk on yıllık süresinden itibaren islâm
toplumunun ruhanî ve fikrî gelişim tarihi, bu iki akım arasındaki gerginliğin tarihi
olmuştur. Burada "ihyâcılık", O'na göre Batıcılık karşısında açık bir üstünlüğe sahipti.
743
Fazlur Rahman bununla ilgili Muhammed İkbal'i (1876-1938) özellikle, İslam'da Dîni Tefekkürün
Yeniden Teşekkülü adlı eserini örnek olarak verir.
744
Fazlur Rahman, Islam, s. 220.
745
Fazlur Rahman, age, s. 221.
746
Fazlur Rahman İngilizce metinde "initial" ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade Türkçemize ilk veya
başlangıç olarak çevrilebilmesine rağmen son dönemde hem Fazlur Rahman'ın kendisini "neomodernist" ifadesiyle tanımlaması hem de ilim camiasındaki meşhur kullanımı sebebiyle "klasik"
ifadesi tercih edilmiştir. Bkz. Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul, 2003; Ayrıca Bkz. Muhsin Demirci, Kur’an Ve Yorum, Ensar Neşriyat, İstanbul,
2006; İsmail Albayrak, Klasik Modernizmde Kur'an'a Yaklaşımlar, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004.
162
Öyle ki modernistler, tedricen 'ihyâcılığa' kaymış ve bazı temel noktalarda, ihyâcılardan
zor ayırt edilebilmişlerdir.
Fazlur Rahman "ihyacılık"ın güçlü olmasının nedeni olarak üç sebep tespit
etmiştir. Bunlar;
1. Her şeyden önce ihyacı, modernizm-öncesi "ıslâhat hareketlerinin doğrudan
bir vârisi olarak kaynağını İslam'dan alan bir geleneğe bağlı olup, bu geleneğin
yabancısı değildir. İhyacılık, 18 ve 19. yüzyıllarda ortaya çıktığında bir bid'at gibi
görüldü ve muhafazakâr çevrelerin tepkileriyle karşılaştı. Fakat toptan bir Batıcılık,
çağımızda İslâm'ı tehdit etmeğe başlayınca, bu hareket, bu kez iyi bir gelenek hâline
geldi. Fazlur Rahman, bunun bugün bile çekiciliğini yitirmediğini belirtir. Ayrıca O'na
göre bu program, muhafazakâr "ulema"ya karşı çıkarak aktif ve dinamik bir yol takip
ettiğinden dolayı da terakkiye müsaittir.
2. Ümmetin birliğini yıkmaya zorlayan dış tehlikeler ve içten kaynaklanan
çürüme tehlikesi; birlik ve beraberlik içinde olmayı zaruri kılıyordu. Fazlur Rahman
böyle buhranlı dönemlerde hem muhafazakâr durgunluğa, hem de liberalizmin
kontrolsüz maceralarına karşı savaşabilen şu veya bu şekilde bir ihyacılık cereyanının,
daima dizginleri eline aldığını söyler. Zira imanın açıklanması veya ifade edilmesinden
çok, dinin bizzat kendisi; aklî düşünce muhtevasından ziyade sezgiye dayanan bir
kesinlikle, günün çağrısı hâline gelmişti.
3. İhyacılık hareketinin güç kazanması, Batıcılığın zayıflaması demekti.
Batılılaşma -Batı yeniliğinin, Batılı olmayan bir topluma yansıması- özellikle modern
sahalarda âni ve elle tutulur bir sonuç ortaya koymadı; koyamazdı da. Çünkü bunun için
bir alışma ve gelişme süresinin varlığı gerekliydi. Batılılaşmış sınıflar, kendi
alanlarında, gelenekçilerin kendi kültür ve eğitim alanlarında gösterdikleri olgunluğu
gösteremiyorlardı. O'na göre Batıcılığın asıl sıkıntısı, kendisine güç verebilecek bir
moral ve ahlâk anlayışının eksikliği idi. Bunun aksine Batıcılığın gücü ise, genel
163
seviyede modern bilim ve teknolojinin cazibesinden; ferdî seviyede ise liberalizmin,
hürriyetin, teşebbüs ve fırsat eşitliğinin kuvvetli çekiciliğinden gelmekteydi.747
Fazlur Rahman, ihyacının muhafazakârdan farkının, İslam'ı; tarihi boyunca
gelişmiş olan bütün inanç ve uygulamanın kabul edilmesi gereğine inanmayıp, daha
önceki ıslahatçıların yapmış oldukları gibi ilk Müslümanlar'a, yâni selefe dönmek
istemesi olduğunu belirtir. Fazlur Rahman, Modernist'in, burada ihyâcı ile aynı görüşte
olduğunu fakat ihyâcının, maziyi yeniden sahneye koyup oynamak istediği hâlde,
modernist'in bunun saçma olduğunu bildiği için yeniden yorumlamadan söz etmemekte
olduğunu söyler. O'na göre meselenin püf noktası, modern üniversitelerde yetişen ve bir
İslam âlimi olmayan modernist'in, maziyi yeterince yorumlayacak güçte olmadığından,
ihyâcının taarruzları karşısında dâima savunmada kalmasıdır. Meselâ İslam siyasî
doktrinini modern açıdan ele alan bir tek modernist esere rastlanmamaktadır.748
O, muhafazakâr ulemanın modernist'e şiddetli bir şekilde hücum etmesinin
başlıca sebepleri olarak şunları sayar:
1. Modernist, Kur'ân'a dayanmaya çalışmakta fakat tarihi ihmâl eder
görünmektedir. Diğer yandan muhafazakâr, doğrudan doğruya Kur'ân'a müracaat
etmekle birlikte tamamen ümmetin tarihî tecrübesine dayanmakta ve ona göre bu,
Kur'ân'ın yegâne muteber yorumunu meydana getirmektedir.
2. Muhafazakâr ulema, Modernistin aslında Batı liberalizminden ilham aldığına
ve şüphesiz, buradan elde ettiği muhtevayı Kur'ân'la desteklemeye gayret ettiğine
inanmaktadır. Bu ise "modernist, Batı'nın kültürel metâı için, belki de islâm'ın temel
ilkeleri de dâhil olmak üzere, ananevî islâmî değerlerden herhangi birini satmaya
hazırdır" şeklinde derin bir şüphe duymayı beraberinde getirmektedir. Fazlur Rahman'a
göre bunu da İslam modernizminin başarısızlıkları arasında saymak gerekir. Zira
modernizmin, katıksız Batıcılıkla bir tutulmasına izin verilmiştir. Aslında O'na göre
modernistin, Batı'nın kültür şekillerini ve üslûplarını almasında esas itibariyle rahatsız
olunacak bir husus yoktu. Çünkü gelişmekte olan her kültür bunu yapmaktadır. İslâm da
747
748
Fazlur Rahman, Islam, s. 222-223.
Fazlur Rahman, Islam, s. 230.
164
ilk doğduğu yerin sınırları dışına yayılır yayılmaz aynı şeyi yapmıştı. Fakat o, sadece
'almakla kalmamış, aldığı her şeyi İslamlaştırarak kendi değerler çerçevesi içinde
kaynaştırmıştı. Bu da zamanla bu değerleri, yeterli ölçüde olmasa da, yaygınlaştırmıştı.
Fazlur Rahman bu yorumlayıcı tavrın, gelişen her kültürde ortaya çıkan bir durum
olduğu görüşünü tekrarlar.749
Fakat yeni sosyal ve kültürel unsurların bir toplum içinde kaynaştırılması, bazı
ana metinlerin yalnız başına rast gele ve sadece bu maksat için yorumlanmasıyla
olamaz. Bu iş, Fazlur Rahman'a göre kaynaştırıcı kültürden, kendi kendini daha organik
bir şekilde yorumlamasını, ifade etmesini ve bu sûretle kendi değer sistemine taze bir
anlam kazandırmasını gerektirir. İşte O'na göre Müslümanlar'ın, ilk yayılma devresinde
yaptıkları, fakat modernistin yapmayı beceremediği şey budur.750 Modernist, kendi
sosyal programına mânâ ve gaye kazandırarak yeni bir İslâm hümanizmi ortaya koymak
durumundadır.751
Batı toplumunun sosyal hayatında birtakım dengesizliklerin olması, Müslüman
modernistin sosyal reformla ilgili tutumunda gerçek değişikliklere sebep oldu ve onun,
Batıcı için yukarıda olumlu olarak değerlendirdiği liberalizme olan inancı büyük ölçüde
zayıfladı. Pek tabiî bu gelişmeler, batıcı reformcuları da huzursuz etmişti.752
İşte İslam sosyal Modernizminin kendi bünyesindeki zayıflığı, içteki sosyal
güçlerin ve dış tesirlerin bir araya gelmeleri, İslâm'ı savunma gayretlerine zemin
hazırladı. Dini savunma gayretlerinin içeride oynayacağı yararlı bir fonksiyonun olduğu
açıktır. Dikkatli ve basiretli bir şekilde uygulandığı takdirde bu gayretler, değişmelerin
kontrol altında tutulması ve mazinin canlı kalmasında yardımcı olacaklardır. Her şeyden
önce onlar, değişmekte olan bir toplum için büyük önem taşıyan sağlıklı bir kendine
güven duygusunun devamını sağladılar. Fakat Batı karşısında İslâm'ı savunan
müslüman, hiç bir ayrım gözetmedi. Modernist, nasıl kendi geleneğinden ve tarihinden
belli parçalar seçerek tam anlamıyla yeni olan bir kültür tarzını haklı göstermeye
749
750
751
752
Fazlur Rahman, Islam, s. 232.
Fazlur Rahman, age, s. 232-233.
Fazlur Rahman, age, s. 233.
Fazlur Rahman, age, s. 233.
165
çalıştıysa, İslâm'ın savunucusu (apologist) da kendi mazisini göklere çıkarmak için
Batı'nın en karanlık yönlerini seçmeye başladı. Bu da modernistin ya görüşlerini
gizlemesini ya da ihyacı gibi düşünmesini beraberinde getirdi.753 Nitekim Fazlur
Rahman, İslâm dünyasının yetiştirdiği en ciddî ve cesur modernist olan Muhammed
İkbâl'in bile, Batılı kadının 'kalpsiz ve kadınlık duygularından mahrum' olduğunu
söyleyerek, Batının sosyal ahlâkını kökten reddettiğini belirtir.754
Dikkat edilirse Fazlur Rahman’ın modernist’e yönelik temel eleştirisi,
düşüncelerini İslam’la bağlantı kurabilecek şekilde genişletememesiydi. Buradaki temel
problem, klasik modernistin derinlikten yoksunluğuydu. Ayrıca, örnek olarak gösterilen
Batıdaki sorunların İslam dünyasında özellikle olumsuz taraflarının ön plana
çıkartılmasıyla birlikte istenen hedefi gerçekleştirmekten onu uzaklaştırdı. Ancak Fazlur
Rahman, bununla birlikte klasik modernistin açtığı yolun doğru olduğu kanaatindeydi.
Nitekim O’na göre İslâm'ın sosyal ideallerini yeniden ortaya koyabilecek yapıcı ve
cesur bir hümanizme ciddi anlamda ihtiyaç vardır.755
Buraya kadar zikrettiğimiz modernizm öncesi ve modern dönem ıslah
hareketlerinin tarihsel seyri, aynı zamanda Fazlur Rahman’ın kendisini ne tür bir
zeminde gördüğünü ve problem olarak gördüğü alanlara yönelik ne tür cevaplar
üreteceğinin de işaretlerini bize vermektedir.
Fazlur Rahman’ın Kur’an’a yaklaşımını ortaya koymadan önce onun tefsirle
ilgili bazı kavramlara ne tür anlamlar yüklediğini belirlemenin gerekli olduğunu
düşünmekteyiz. Zira bunlar, aynı zamanda onun Kur’an’a yaklaşımının içeriğini de
oluşturan kavramlara kendi sistematiğinde ne tür anlamlar yüklediğini bize verecektir.
B. Fazlur Rahman’ın Tefsir Bağlamında Bazı Kavramlara Bakışı
Biz burada Kur’an’a yaklaşımı ile bağlantılı olduğunu düşündüğümüz şu dört
kavramı incelemeyi hedefliyoruz. Bunlar; Vahiy, Esbab-ı Nüzûl, Sünnet-Hadis ve Nesih
konusudur.
753
754
755
Fazlur Rahman, age, s. 233.
Fazlur Rahman, Islam, s. 234.
Fazlur Rahman, age, s. 234.
166
1. Vahiy
Vahiy konusu Fazlur Rahman'ın Kur’an’a yaklaşımının anlaşılmasında önemli
bir yere sahiptir. Zira vahye yönelik algılama farklılığı, direkt olarak Kur’an’a yaklaşımı
etkilemektedir. Nitekim O, bunun idrakinde olduğunu belirterek vahiy konusunun salt
"akademik" bir mesele olmayıp, Kur'an'ı yorumlama yöntemi için çok boyutlu ve
önemli neticeleri olan bir kavram olduğunu vurgular.756 Onun vahiyle ilgili yapmaya
çalıştığı şey vahyin, modern dönem insanının zihnine uygun rasyonel bir inşasıdır.
Fazlur Rahman’ın vahiyle ilgili düşüncelerine başlamadan önce onun ehl-i
sünnetin vahiyle ilgili görüşlerini değerlendirmesine kısaca değinelim. Müellif, her
şeyden önce ehl-i sünnet tarafından genel kabul gören Cebrail’in ve vahyin dışsal bir
şey olarak algılanmasını doğru bulmamaktadır. O’na göre böyle bir duruma yol açan
sebep, sünniliğin karşı karşıya kaldığı durumla bağlantılıdır. Zira vahyin “ruhani” bir
tarzda sunulmasını, o dönemde yaşayan insanların nassı anlamaları için sorun
oluşturabilir düşüncesiyle bir “kılıf” olarak sunduğunu düşünür. Bu, zihinlerin netliğe
kavuşturulması amacıyla yapılmış bir eylemdir. Nitekim Fazlur Rahman’a göre mirac
hadisesi, sünnîler tarafından İsa'nın göğe çıkışına benzer bir biçimde geliştirilmiş ve
malzemelerini de çeşitli kaynaklardan alan tarihî bir kurgudan başka bir şey değildir. O,
bunun akidenin oluşumu döneminde “akılcı”lara karşı bir savunma stratejisi olarak
düşünüldüğünü de ifade eder. Tabiri caizse tarihsel durum ancak böyle bir anlamayı
kaldırabilecek durumdadır. Fazlur Rahman, bu durumun ilerleyen süreçte ve hatta
bugün
tartışılmasının
yadırgamaktadır.
757
ise
neredeyse
küfür
olarak
telakki
edilmesini
de
Nitekim O, Mekkeli müşriklerin vahyin meleğe indirilmesiyle ilgili
taleplerini Kur’an’ın reddettiğini hatırlatarak bunun nedenini ise vahyin Peygamber’in
kalbine indirmesiyle ilişkilendirir.758
756
Fazlur Rahman, “Eyüp Han Döneminde Bazı İslamî Meseleler”, (çev. Adil Çiftçi), İslamî Yenilenme
IV, s. 105-106. Fazlur Rahman, “Some Islamic Issues in the Ayyub Khan Era”, Essays on Islamic
Civilization, Presented to Niyazi Berkes, ed. Donald P. Little, s. 284-302, E.J. Brill, Leiden 1976.
757
Bkz. Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, Hamdard Islamicus, I/2 (Autumn 1978),
s. 72.
758
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 97.
167
Fazlur Rahman'ın, ayetlerin açıklamasıyla ilgili zikrettiği şeylerin amacı,
vahyin tarih boyunca sünnilik tarafından iddia edildiği gibi dışsal bir şey değil, aksine
vahyin
içsel
bir
tecrübe
olduğunu
belirlemektir.
Nitekim
vahiy
olayında
Peygamberimizin hissettikleri, çok kuvvetli olan bütün ruhanî hislerde olduğu gibi kalbî
(veya manevi) şeyler nevinden olmasına rağmen, bu hisler doğrudan kelimelere
dökülmüştür.759
Fazlur Rahman, Kur'an'ın son vahiy ve Peygamberimizin son Peygamber
olmasının oldukça anlamlı olduğu görüşündedir.760 Nitekim insanlık ona göre vahyin
yardımına ihtiyacın olmadığı bir "olgunluk" dönemine gelmiş bulunmaktadır. Bu çağda
insan, kendi ahlâkî ve fikrî kurtuluş kaderini kendisi çizebilir.761 Müellif, Kur'an
vahyinden ayrı olarak aynı sürecin İslam medeniyetinin, hem düşünce hem de ilim
alanında eski devirlerin sır tellallığını yapan atmosferini silip süpürerek, onun yerine
modernliğin ilmî ve uyanık ruhunu getirmesi ve böylece modern tutumun doğmasını
sağlaması şeklinde de tarihte yer aldığı görüşündedir. Fazlur Rahman'ın ifade etmeye
çalıştığı şey, bu yeni algının özellikle vahyin mahiyetiyle ilgili yeni bir anlayışın
oluşması şeklinde bir ifadeye dönüşmesinin gerekliliğidir.762 O, bunun klasik
modernistler tarafından sükût edilen bir konu olduğunu belirterek, kendisini bu zeminde
yeni bir söylem oluşturmaya aday olarak görür.763
Fazlur Rahman'ın vahiyle ilgili bu genel algılamasını tespit ettikten sonra ilk
olarak onun çalışmalarının İbn Sina'nın psikolojisi ile yakından ilgili olduğunu
hatırlatarak konuya başlamak istiyoruz. O, vahiyle bağlantılı olan "nübüvvet" teorisiyle
ilgili görüşlerini inceler.764
Bu eser, onun vahiyle ilgili görüşlerinin ilk nüvelerini
759
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 93. Fazlur Rahman, aynı durumun
Peygamberimizden önceki büyük Peygamberler için de geçerli olduğu düşüncesindedir.
760
Fazlur Rahman, bu görüşleri ilk defa Muhammed Abduh, devamında ise Muhammed İkbal tarafından
felsefi bir terminoloji şeklinde oluşturulduğunu belirtir. Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 220.
761
Fazlur Rahman, age, s. 220-221.
762
Fazlur Rahman, age, s. 221; Ayrıca bkz. Major Themes of the Quran, s. 81. Fazlur Rahman, bunun
klasik modernistler tarafından dile getirilemediğini belirtir. Ancak o, bununla birlikte ilk modernistlere
olumsuz bir niteleme yüklemez. Zira onlar, bunun için bir zemin hazırlamaktan öteye gidemezlerdi.
Yoksa muhafazakar ulemanın bunu algılamasını dahi beklemek zordu.
763
Fazlur Rahman, Islam, s. 221.
764
Fazlur Rahman, Prophecy in Islam, (İslam'da Peygamberlik) s. 30-45.
168
oluşturur. Zira ileride de görüleceği gibi vahiy, ancak Peygamberlikle bağlantılı olarak
anlaşılabilir.765
Fazlur Rahman, Kur'an'ın Peygambere vahyedilmiş Allah kelamı olduğunun
her Müslüman tarafından inanılmasının zorunlu bir akide olduğunu belirtir. Nitekim O,
bu inanca sahip olmayanın ismen dahi Müslüman olamayacağını düşünür.766 Bununla
birlikte O, Allah'ın Kelâmı (veya sözü) olduğundan dolayı Kur'an hakkındaki onun
yaratılmamış (sonradan varolmamış) ezelî bir sıfat mı, yoksa sonradan oluşmuş bir şey
olup ezelî bir sıfat değil midir?" şeklindeki tartışmayı yapay bir mesele olarak kabul
eder. Asıl sorun, ona göre Peygamber'in zihninin ilâhî ve ezelî bir kaynaktan doğan
sözler topluluğu ile nasıl irtibat kurabildiği sorusu üzerine olmalıdır. O, Şah
Veliyyullah’tan767 ve özellikle Muhammed İkbal'in görüşlerinden hareketle Vahyin,
Peygamber'in zihninin768, Peygamberliğe başlamasından evvel sahip olduğu terimler,
deyimler ve kelimelerde şekillendiğini belirtir.769
O’na göre Kur'an; sahih ve hakiki vahiy ise, öteki özgün bilgi/bilme
tarzlarından ayırt edilmelidir. Zira böyle bir ayrım yapılmayıp olayı sadece psikolojik
bir süreç olarak okuma, bunun sağlanması noktasında yetersiz kalacaktır. Nitekim O,
lafzî vahyin kendine ait bir üslubu olduğunu ispat etmeye çalışır.770
Müellife göre "sıradan insanın bilincinde bile düşünceler ve hisler rast gele
dolaşıp mekanik olarak kelimelere 'bürünmez'. Hisler, fikirler ve kelimeler arasında
gerçekten de canlı bir irtibat vardır. Nitekim şiirsel ilhamı da içeren ilhamda ilişki,
765
Bu noktanın eserlerinde ortak bir özellik olduğu söylenebilir. Bkz. Fazlur Rahman, Islam, Divine
Revelation and the Prophet, (İlahi Vahiy ve Peygamber) bölümü s. 11-14; Fazlur Rahman, Major
Themes of the Quran, Prophethood and Revelation (Peygamberlik ve Vahiy) bölümü, s. 80-105.
766
Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, s. 66. Fazlur rahman’ın bu vurgusu, vahiyle
ilgili tüm çalışmalarında görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki O, bu konuda ısrarla yanlış anlaşılmaktan
muzdariptir.
767
Fazlur Rahman, Şah Veliyullah Dihlevi’yi, vahyin sosyolojik izahını ilk defa ortaya koyan ve bu
görüşüyle de kendisinden sonraki düşünürleri etkileyen bir figür olarak görür. Bkz. Adil Çiftçi, “Bir
Sosyolog Olarak Fazlur Rahman”, İslam ve Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 57.
768
O, Şah Veliyyullah'ın ifade ettiği üzere Peygamber’in zihninde önceden mevcut olması anlamında
değil, Muhammed İkbal'in söylediği gibi Peygamber’in bilinçli kontrolü olmaksızın düşüncelerle
birlikte doğdurulduğu düşüncesindedir. Bkz. Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, s.
67.
769
Fazlur Rahman, agm, s. 67.
770
Bkz. Fazlur Rahman, agm, s. 69-71.
169
öylesine yakın ve tamdır ki, his-fikir-kelime bizzat kendine özel canlılığı olan bir
bütünsel yapı arz etmektedir."771 Bu yaratıcı sürecin kaynak ve kökeni, insanî aracılığın
normal alanının ötesinde ise de, sürecin kendisi, belirgin bir şekilde, 'aracı'nın
(Peygamber) zihninin ayrılmaz bir unsuru olarak meydana gelmektedir. Nitekim tüm
süreç, sıradan anlamda, onun zihninde oluşmaktadır. Öyleyse o, psikolojik süreçler
açısından Peygamber’in sözüdür. Ama kaynağı; aracının ötesinde/dışında olduğu için de
vahyedilmiş söz'dür. Bundan dolayı Fazlur Rahman'a göre vahyin psikolojik izahı nihaî
izah olamaz ve vahyin manasını tüketemez. Dahası; sadece ve yalnızca psikolojik
açıklama sunmak, Kur'an'ın vahyini şiirle, sanatsal ve sufî ilham gibi diğer tarzlarla aynı
sınıfa yerleştirmek olur. Nitekim dinî, ahlâkî içerik ve değer açısından Kur'an tamamen
kendine özeldir ve bu yönüyle yaratıcı düşünce ya da sanatın öteki şekillerinden
farklılık gösterir. Günümüzün düşünen insanına vahiy sürecini ikna edici şekilde
açıklayabilmenin ve aynı zamanda, onun katışıksız ilâhî kökenini göstermenin tek yolu
budur.772 Fazlur Rahman işte bu söylemleriyle, klasik modernist’in yapamadığı şeyi,
yani vahyin, modern dönemdeki anlamını ortaya koyar.
Böylece Fazlur Rahman, Kur'anî vahyin kesin ilâhî niteliğini ve kendisine
haslığıyla ilgili Kur'an'ın asıl hareket tarzının ahlakî olduğunu ve hem Allah'ın birliğine
hem de toplumsal adalete vurgu yapmasının da buradan kaynaklandığını ortaya koyar.
O, ahlakî buyruğun değişmeyeceğini zira onun, Allah'ın 'Emri' olduğunu belirtir. Bu
anlamda insan ahlakî buyruğu oluşturamaz ya da değiştiremez. Dolayısıyla ona boyun
eğmelidir. Bu boyun eğişe İslâm; davranışlarla uygulanmasına ibadet denir. Kur'an'ın,
ahlâkî buyruk üzerine vurgu yapmasından dolayıdır ki ona göre birçok kimse İslam'ın
Allah'ının esasında Adalet Tanrısı olduğunu düşünmek temayülündedir. Ancak o, son
derece önemli gördüğü bir noktaya işaret eder: Ahlak Kanunu ya da manevi ilkeler
bilinmeli ki uygulanabilme imkanı olsun. Fazlur Rahman'a göre bilme ve idrak gücü
açısından insanlar elbette farklılık gösterirler. Hatta ahlâkî ve dinî idrak, sırf aklî
idrakten çok farklıdır. Çünkü birincisinin ayrılmaz özelliği, idrâk ile hemen birlikte
olağanüstü bir 'ağırlık' hissi oluşturması ve idrâk edeni büyük ölçüde dönüşüme
uğratmasıdır. Şu halde idrak ve ahlâkî idrak, çeşitli derecelerde olur. Değişiklik sadece
771
772
Fazlur Rahman, Islam, s. 33.
Fazlur Rahman, Divine Revelation and the Prophet, s. 72.
170
farklı insanlar arasında meydana gelen bir değişiklik değildir. Nitekim aynı kişinin iç
hayatı da farklı zamanlarda değişkenlik gösterir.773
Böylece Peygamber'in genel karakteri, yani davranışlarının bütünü, diğer
insanlarınkinden üstün hale gelir. O, başlangıçtan beri tarihi yeniden yazmak ister.
Fazlur Rahman, sünni akidenin de haklı bir şekilde belirttiği gibi Peygamber’in "ismet"
sıfatına sahip bir insan olduğu görüşündedir.774 Onun davranışlarının Müslümanlar
tarafından sünnet (Mükemmel Örnek) kabul edilmesinin sebebi de budur. Fakat bazı zamanlar Peygamber, adetâ 'kendisini aşar' ve ahlâkî idraki öyle yoğun ve keskin hale
gelir ki, bilinci ahlâk yasası ile birleşir, özdeşleşir.775 Ancak ahlaki buyruk ve dinî
ilkeler Allah Emri'dirler ve tamamıyla Allah'ın kendisi olmasalar da, O'nun
unsurlarıdırlar. Fazlur Rahman'ın burada ulaştığı sonuç, Kur'an'ın "ilâhî"liğinin şüphe
götürmez olduğudur. Hz. Muhammed'in ahlâkî idraki en yüksek noktaya çıkıp ahlak
yasası ile özdeşleşince kelime ilham ile hemen birlikte verilir. Bu açıdan Kur'an,
katışıksız İlâhî Söz'dür. Ama elbette o, Hz. Muhammed'in bilinci/içsel kişiliği (inmost
personality) ile aynı derecede yakından irtibatlı olduğu için de, Peygamber'in onunla
ilişkisi bir ses kayıt cihazınınki gibi mekanik bir ilişki değildir: İlâhî Söz, Peygamber'in
kalbinden süzülerek dışa vurmuştur.776
Nitekim Fazlur Rahman, vahyin başlaması ile ilgili olarak Hz. Muhammed'in
ahlakî duyarlılığının, Mekke toplumunun içinde bulunduğu ahlakî çöküntünün, onu
zaman zaman Mekke dışındaki Hıra mağarasına çekilmeye sürüklediğini söyler. Burada
Hz. Muhammed düşünceye ve teemmüle dalarak günlerini geçirmiş ve bu dinî-ahlakî
tecrübenin iç seyri, bu derin teemmül hallerinden birinde kendisine Peygamberlik
görevinin verilmesiyle en yüksek noktasına ulaşmıştır.777 O, vahyin başlamasıyla ilgili,
Peygamber’in vahiy öncesi inişli çıkışlı iç dünyasına bakılmasının gerektiğini
söylüyordu ve Resulullah’ın, zihnini tedirgin eden soruların “insanın durumu ve kaderi”
773
Fazlur Rahman, Islam, s. 32.
Hatta Fazlur Rahman'a göre O, ismet sıfatına sahip tarihte bilinen tek insandır. Bkz. Fazlur Rahman,
“Divine Revelation and the Prophet”, s. 70-71.
775
Fazlur Rahman, bu duruma delil olarak şu ayeti zikreder: "İşte böylece sana Emrimizin Ruhu'nu
bildirdik; sen Kitap nedir bilmezdin. Ama biz onu bir ışık [bilgi] yaptık."(Şura, 42/52)
776
Fazlur Rahman, Islam, s. 32-33.
777
Fazlur Rahman, age, s. 11.
774
171
ile ilgili olduğunu bu sebeple zaman zaman uzlete çekilip derin düşüncelere daldığını
belirtiyordu.778 Dolayısıyla ona göre vahiy, bir anlamda Peygamber’in mücadelesini
ortaya koyuyordu.779 Ancak burada hemen söylemeliyiz ki Fazlur Rahman, vahiyle
ilgili bu tabii sebeplerin doğru olmakla birlikte gerçek sebebin Cenab-ı Allah olduğunu
belirtir.780
O’na göre Hz. Muhammed hakkındaki ilk bilgiler, bu tecrübenin bir rüya
halinde veya yarı uyanıkken vuku bulduğunu ifade eder. Çünkü bu tecrübeyi anlattıktan
sonra Hz. Peygamber'in "sonra uyanırdım" dediği kaydedilir. O'na göre zaman
ilerledikçe ve Hz. Muhammed inançları uğruna yoğun bir mücadeleye giriştikçe bu
tecrübeleri (vahiy) daha da sık geçirmiştir. Rivayetlerden (tradition) de açıkça
anlaşılacağı üzere, şuurunun daha alt tabakalarına daldıkça, Hz. Muhammed'in vahiyle
ilgili bu tecrübeleri, genellikle bazı bedenî bileşikleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.781
Fazlur Rahman Hz. Muhammed'in vahiy alırken yaşadığı durumun
mahiyetinden önce meşhur miraç hadisesine dair bilgi verir. Kur'an'da konuyla ilgili
olarak şöyle buyrulmuştur:
‫ﻋَﻠﱠﻤَﮫُ ﺷَﺪِﯾﺪُ اﻟْﻘُﻮَى ذُو ﻣِﺮﱠةٍ ﻓَﺎﺳْﺘَﻮَى وَھُﻮَ ﺑِﺎﻟْﺄُﻓُﻖِ اﻟْﺄَﻋْﻠَﻰ ﺛُﻢﱠ دَﻧَﺎ ﻓَﺘَﺪَﻟﱠﻰ ﻓَﻜَﺎنَ ﻗَﺎبَ ﻗَﻮْﺳَﯿْﻦِ أَوْ أَدْﻧَﻰ ﻓَﺄَوْﺣَﻰ إِﻟَﻰ ﻋَﺒْﺪِهِ ﻣَﺎ‬
‫أَوْﺣَﻰ ﻣَﺎ ﻛَﺬَبَ اﻟْﻔُﺆَادُ ﻣَﺎ رَأَى أَﻓَﺘُﻤَﺎرُوﻧَﮫُ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﺎ ﯾَﺮَى وَﻟَﻘَﺪْ رَآهُ ﻧَﺰْﻟَﺔً أُﺧْﺮَى ﻋِﻨﺪَ ﺳِﺪْرَةِ اﻟْﻤُﻨْﺘَﮭَﻰ ﻋِﻨﺪَھَﺎ ﺟَﻨﱠﺔُ اﻟْﻤَﺄْوَى‬
‫إِذْ َﯾﻐْﺸَﻰ اﻟﺴﱢﺪْرَةَ ﻣَﺎ ﯾَﻐْﺸَﻰ ﻣَﺎ زَاغَ اﻟْﺒَﺼَﺮُ وَﻣَﺎ ﻃَﻐَﻰ ﻟَﻘَﺪْ رَأَى ﻣِﻦْ آﯾَﺎتِ رَﺑﱢﮫِ اﻟْﻜُﺒْﺮَى‬
"Müthiş kuvvetli olan ve üstün akla sahip olan biri (Cebrail) Ona (Kur'an'ı) öğretti.
Önce kendisi yüksek ufukta iken göründü. Sonra aralarındaki mesafe iki yay kadar veya
daha az kalacak şekilde yaklaştı ve Allah'ın kuluna (Muhammed'e) vahyettiğini vahyetti.
Onun (Muhammed) kalbi, gördüklerini yalanlamadı. Hala gördükleri hakkında onunla
tartışıyor musunuz? And olsun Onu (Cebrail) bir kez daha cennetin yanında olduğu
Sidretü'l-Münteha'da inerken görmüştü. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. Muhammed'in
778
Fazlur Rahman, age, s. 16.
Fazlur Rahman, “Message and the Messenger”, (ed. Marjorie Kelly) Islam: The Religious and
Political Life of a World Community 1984, s. 32.
780
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 91.
781
Fazlur Rahman, Islam, s. 13.
779
172
gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı. Andolsun, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü
gördü."782
Fazlur Rahman, burada iki farklı olaydan bahsedildiğini ve bu ayetlerin gayet
açık olarak ortaya koydukları birkaç nokta olduğunu belirterek şunları zikreder: Burada
iki ayrı zamanda Peygamber’in başından geçen olaylara işaret edilmektedir. Bunlardan
birinde Peygamber, vahiy meleğini yüksek ufukta gördü ve burada melek olağanüstü,
neredeyse baskı altında tutan bir güce sahipti. Diğerinde yani daha önce olan olayda
Cebrail'i Cennetteki sidre ağacı yanında görmüştü. Her iki olayda da Peygamber’in
yükselmesi yerine Cebrail'in indiği belirtilmektedir. Her iki olay da ruhani olarak
cereyan etmiştir. "Onun kalbi gördüklerini yalanlamadı" ayetinden hareketle Fazlur
Rahman bunlarda fiziksel bir hareket olmadığını ifade eder. Bu vahiy tecrübeleri Hz.
Peygamber’in kişiliğinin genişlemesini ve yücelmesini içeriyordu. Öyle ki bu
genişlemeyle o, hiçbir şeyi dışarıda bırakmaksızın kavrayacak duruma geldi. İster "en
yüksek ufuk" olsun. İsterse "sidretü’l-münteha" olsun her iki durumda da işaret
sonsuzluğadır.783
O, hissedilen durumun ruhani olduğu için, tasvir edilen nesnelerin de ruhani
olup maddi nesneler olamayacağı görüşündedir. Ancak ruhani tecrübe (spiritual
experience) çok yoğunsa özne ile nesne arasındaki uzaklık tamamen kalkar ve özne için
bütün her şey apaçık görülür. Böylece sesler işitilir ve seçilir bir durum alır. İçten gelen
ruhani his, somut bir şekil kazanır. 784
O, ayrıca vahyi getirenin sıradan bir melek785 değil, Ruhu'l-Emin786 olan
Cebrail olduğunu ısrarla vurgular. Ona göre Ruhu'l-Emin, bir melek olmakla birlikte
meleklerin en üstünü ve Allah'a en yakın olanıdır. Kur'an, devamlı olarak vahiy
elçisinin (Peygamber'in) kalbine gönderilenin bu "ruh" olduğunu vurgular.787 Bu ruhun,
782
Necm, 53/5-18.
Fazlur Rahman İsra, 17/1 ve Tekvir, 81/19-24 ayetlerinin bu son maddeyi desteklediğini
düşünmektedir.
784
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 93.
785
Zira Fazlur Rahman'a göre Mekkelilerin, Peygambere melek indirilmesini istemelerini Cenab-ı Allah
reddeder.
786
Şuara, 26/193.
787
Şuara, 26/193-195.
783
173
Cebrail olduğunun da yine Kur'an tarafından açıklandığını söyler.788 O, devamında
vahiy ve vahiy elçisinin ruhanî; Peygambere nispetlerinin ise enfusî (internal)
olduğunun Kur'an'da belirtildiğini de zikreder.789 Müellif, buraya kadar zikrettiği
tablodan hareketle vahiyle ilgili sünni algılamaya dair şunları söyler: "Bu durumda
Cebrail'i bir insan olarak tasvir edip vahiy getirdiğini ve Peygamberle konuştuğunun
görüldüğünü anlatan hikâyeler, sonradan uydurulmuş olmalıdır."790
Fazlur Rahman; Ruh'un, Peygamber’in kalbinde oluşan ve ihtiyaç duyduğu
zaman vahiy şekline dönüşen bir kuvve, bir duyu veya bir araç olarak
yorumlanabileceğini belirtir. Fakat bu Ruh, Peygamber’in içinde değil aksine bizzat
Allah tarafından "indirilmektedir". O, bunun "Kur'an'ın tümü ilk önce semavatın en alt
tabakasına indirilmiş ve sonra ihtiyaç olduğu zaman o ihtiyaca cevap verecek sözler
şekline dönüşmüştür" şeklindeki hadisle791 birebir örtüştüğünü düşünür. Nitekim Gazali
ve Şah Veliyullah Dihlevi gibi düşünürler, bu hadisteki "semavatın en alt tabakası"nı,
Peygamber'in kalbi olarak yorumlamışlardır.792
Fazlur Rahman, Kur'an'da "ruh" ifadesinin Kadir sûresi hariç "emr" ifadesiyle
zikredildiğini belirtir.793 O, sadece Kadir sûresinin 4. ayetinde "ruh" kelimesinin yalnız
kullanıldığını ve Allah'a ilişkin zikredildiğini ifade eder. O, "emr" ile birlikte kullanılan
"ruh" ifadesinin "Allah'ın emrinden olan Ruh" şeklinde değil, "Emrimizin Ruhu (The
spirit of our command)" şeklinde ifade etmenin daha uygun olacağı düşüncesindedir.794
Müellif, ayrıca "ruh" olan Cebrail tarafından kalbine indirilen bu "emr"in
"Levh-i Mahfuz" veya "Ümmü'l-Kitap" olduğu görüşündedir. Böylece Kur'an, Ruh
788
789
790
791
792
793
794
Bakara, 2/97-98.
Şura, 42/24.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 97.
İbn Abbas’a isnad edilen bu rivayet için bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’an’il-Azîm, III, 72.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 97.
Bkz. Nahl, 16/2; İsra, 17/85; Şura, 42/52.
Fazlur Rahman, age, s. 98.
174
O, ayette zikredilen ilk kısmın önemli olduğunu belirterek Allah'ın insanlarla
doğrudan doğruya konuşmadığının vurgulandığını söyler. Allah'ın konuşması ancak
Peygamber’in kalbine ruhu göndermekle olur ve bu da şu üç şekilde gerçekleşir:
1. Onun hakikati görüp kelimeye dökmesini temin eder. Fazlur Rahman buna
delil olarak ( ‫" )وَﻣَﺎ ﯾَﻨﻄِﻖُ ﻋَﻦِ اﻟْﮭَﻮَى إِنْ ھُﻮَ إِﻟﱠﺎ وَﺣْﻲٌ ﯾُﻮﺣَﻰ‬Muhammed kendi arzusundan
konuşmaz, söyledikleri kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir."798 ayetini
zikreder.
2. Onda duyulan fiziki bir ses değil, gerçek zihni bir sestir799 ve fikrî bir kelime
oluşturur, yoksa akustik özellikleri olan maddi bir kelime değil
3. Cebrail vahiy elçisi şeklini alarak Peygambere vahyi "iletir". Ama O'na göre
vahiy elçisi nasıl olursa olsun gerçekte vahyi veren bizzat Allah'tır. Çünkü birinci şahıs
zamirini kullanan ve hatta buradaki ayetlerde konuşan, Peygamber'e "emrinin ruhu"nu
gönderdiğini bildiren yine O'dur.800
Fazlur Rahman'a göre Peygamberde bilkuvve vahiy, yani "beyyine"801 veya
Allah'ın elçisi olduğuna dair kendisinde kesin bir delil bulunur. Böylece ilahi elçi yahut
faal vahiy ruhu bizzat vahyi kendisine okumuştur. Nitekim O'na göre Hud sûresinde
diğer
bazı Peygamberler,
aynı
durumun kendileri
için de
vaki olduğunu
söylemektedirler.802
Kısaca özetlemek gerekirse Fazlur Rahman, vahyin Peygamberde defaten
bulunduğu ve onun kendi dışında olan bir varlık tarafından değil aksine kendi içinde
ortaya çıkan bir “şuur” hali olduğu görüşündedir. O, vahyin Allah’ın emri olması
nedeniyle de hiçbir şekilde değişmesinin söz konusu olmadığını belirtir. Bu ise ahlakî
bir vazife halini almasını dolayısıyla kişiyi aşan bir boyutunun olması sonucunu
doğurur. İslam düşüncesinde vahyin “dışsal” olduğu şeklindeki değerlendirmeyi ise
798
799
800
801
802
Necm, 53/3-4.
Bkz. Kıyamet, 75/16-19; Taha, 20/114.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 99.
Bkz. Hud, 11/17.
Hz. Nuh için bkz. Hud, 11/23; Hz. Salih için bkz. Hud, 11/63, 88. Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 101.
176
dönemin algılamasıyla bağlantılı bir eylem olarak kabul eder. Ancak vahiy, ona göre
bugünün değerleriyle yeniden ele alınmalıdır. Bu anlamda vahyin psikolojik
açıklamasını yeterli görmeyerek onun biricikliğini açıklamaya çalışır. Peygamber’in
vahiyde mutlak etkisi olmamakla birlikte onun zihninden dökülmesi sebebiyle aynı
zamanda onun da ürünü olduğunu düşünür. Fakat vahiyde temel etkenin Cenab-ı Allah
olduğunu da özellikle vurgular. Ancak ona göre Peygamber’in ahlakî duyarlılığı da
vahyin ortaya çıkışını sağlayan tarihî zemini ortaya koymaktadır. Vahiy, bu anlamıyla
Peygamber’in kalbinde oluşan ve ihtiyaca göre vahye dönüşen bir kuvvedir. Fazlur
Rahman’ın vahyin açıklamasını dönemsel algılaması onun vahiyle ilgili düşüncesinin
orijinal boyutudur. Ancak kendi görüşlerine zemin olarak Gazali’yi ve Şah Veliyullah
Dihlevî’yi kaynak göstermesi dönemsel açıklamasıyla çelişkili gibi durmaktadır.
2. Sünnet Ve Hadis
Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri yanında ikinci temel tefsir kaynağı olarak "tebliğ" ve
"tebyin"le görevli olan Peygamberimizin sünneti gelmektedir. Bu sebeple biz de
konuyla bağlantılı "Sünnet" ve "Hadis" kavramlarının Fazlur Rahman tarafından nasıl
anlaşıldığı sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Müellif, Peygamber’in kaynaklık
değerini öncelikle Kur’an ile ilişkili olarak ele almakta devamında ise konuyu hadis ve
sünnet kavramları ışığında tartışmaktadır. Bundan dolayı da biz hadis ve sünnet
kavramlarını incelemeden önce Peygamber’in kaynaklık değerinin Kur’an’la ilişkisini
ele alacağız. Dolayısıyla konu iki noktadan ele alınacaktır. Bu durum, bize "vahyin
muhatabı" olan Peygamber’in söz ve fiillerinin, Fazlur Rahman açısından Kur’an’a
yaklaşımındaki yerini ortaya çıkaracaktır.
Fazlur
Rahman,
Kur'an'ın
anlaşılmasının
sadece
Kur'an'ın
metninin
bilinmesiyle olamayacağı görüşündedir. Böyle bir iddia ona göre Kur'an'ın boşlukta
indirildiğini savunmak olur ki bu, ayetlerin belli sebeplere bağlı olarak inmesi nedeniyle
mantıksızdır. Dolayısıyla da Kur'an-ı Kerim, bir arka plan olarak, Hz. Peygamber’in
faaliyetinden bağımsız bir şekilde değerlendirilmemelidir.803
803
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 9.
177
Peygamber’in Kur'an'la ilişkisi ve otoritesine dair Fazlur Rahman, Kur'an'ın
sürekli olarak Hz. Muhammed'i Allah'la birlikte zikrettiğini ve birçok ayette
mü'minlere, (َ‫" )أَﻃِﯿﻌُﻮاْ اﻟﻠّﮫَ وَاﻟﺮﱠﺳُﻮل‬Allah'a ve Peygamber’ine itaat etmelerini804 emrettiğini
belirtir. Nitekim Müslümanlar da hicri birinci asırdan itibaren Hz. Muhammed'e ait bu
otoritenin, Kur'an dışında Hz. Peygamber'in sözlü ve amelî davranışına işaret ettiği
düşüncesindedirler. Ancak müellif, Müslümanların; Kur'an'ın otoritesinin, Hz.
Peygamber'in otoritesinin üzerinde bir yerde olduğu görüşüne de sahip olduklarını
belirtir. O’na göre Hz. Peygamber, Allah'ın buyrukları ve hükümleriyle bağlı olduğu
için, sadece onun tebliğcisi konumundadır. O, bu görüşlerini destekler mahiyette şu
ifadeleri zikreder: "Hz. Peygamber'in, tarihî bir bağlamda ortaya çıktığı ve büyük bir
bölümü belli olaylarla ilgili olduğu halde, Kur'an'ın ifadeleriyle kendisinin günlük söz
ve fiilleri arasında titizlikle bir ayrım yaptığı hususunda da hemen hemen hiç şüphe
yoktur."805
Müellif, Kur'an'ın karşı çıktığı düşüncesinden hareketle Allah'ın ve onun
vahyinin beşerî vasıtası olan Hz. Peygamber'in otoritelerinin birbirlerinden ayrılamayacağı şeklindeki görüşü reddeder. Kur'an'da, Allah'ın ve Hz. Peygamber'in
otoritelerinden söz edildiği birçok durumda, bunun genel anlamda bizzat O'nun
emirlerine ait olduğu şeklinde yorumlanması mümkün olmakla birlikte ona göre bunun
açıkça böyle olmadığı durumlar da söz konusudur. Fazlur Rahman, bunu, bir sefer sonunda ganimetin pay edilmesi konusunda Hz. Peygamber'in verdiği bir karar üzerine
ortaya çıkan tartışmaya Kur'an'ın şöyle işaret ettiğini söyleyerek açıklar. Söz konusu
ayet meâlen şöyledir: (‫" ) وَﻣَﺎ آﺗَﺎﻛُﻢُ اﻟﺮﱠﺳُﻮلُ ﻓَﺨُﺬُوهُ وَﻣَﺎ ﻧَﮭَﺎﻛُﻢْ ﻋَﻨْﮫُ ﻓَﺎﻧﺘَﮭُﻮا‬Peygamber size ne
verirse onu alın, sizi neden men ederse, ondan geri durun".806 Bir başka ayette ise
Kur'an şunları söylemektedir:
ً‫ﻓَﻼَ وَرَﺑﱢﻚَ ﻻَ ﯾُﺆْﻣِﻨُﻮنَ ﺣَﺘﱠﻰَ ﯾُﺤَﻜﱢﻤُﻮكَ ﻓِﯿﻤَﺎ ﺷَﺠَﺮَ ﺑَﯿْﻨَﮭُﻢْ ﺛُﻢﱠ ﻻَ ﯾَﺠِﺪُواْ ﻓِﻲ أَﻧﻔُﺴِﮭِﻢْ ﺣَﺮَﺟﺎً ﻣﱢﻤﱠﺎ ﻗَﻀَﯿْﺖَ وَﯾُﺴَﻠﱢﻤُﻮاْ ﺗَﺴْﻠِﯿﻤﺎ‬
804
805
806
Al-i İmran, 3/32,132; Nisa, 4/58; Maide, 5/95.
Fazlur Rahman, Islam, s. 50.
Haşr, 59/7.
178
"Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip,
sonra verdiğin hükmü içlerinde bir kuşku duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış
olmazlar"807.
O, Kur'an'da buna benzer başka örneklerin de bulunduğunu belirterek önemli
olan hususun, Hz. Peygamber'in hakem olarak otoritesini tehdit eden bazı ciddi
rahatsızlıkların İslam cemaati içinde ortaya çıkmasından ötürü, bu durumların Kur'an'da
ele alınmış olmasıdır. Yoksa Hz. Peygamber'in otoritesi herkes tarafından kabul edilmiş
olsaydı Kur'an buna müdahalede bulunmayacaktı. Buradan zaruri olarak anlaşıldığına
göre, Hz. Peygamber ahlakî ve hukukî emirlerde bulunurken, Kur'an dışında rakipsiz bir
otoriteye sahip olmuş, hatta normal olarak böyle bir otoriteyi uygulamıştır. Nitekim
Kur'an, Allah'ın Resulü'nün örnek davranışı'ndan808 da (exemplary conduct) söz
etmektedir. Bu nedenle vahyin yanında bir de "örnek davranış" yani Hz. Peygamber'in
sünneti yer almıştır.809
Fazlur Rahman'ın, burada asıl üzerinde durduğu nokta Hz. Peygamber'in
sünnetinin, islam ümmetinin dînî, sosyal ve ahlakî hayatıyla ilgili esaslı meseleler dışında pek geniş olduğunun söylenemeyeceğidir. Bu anlamda ona göre kesin yetkiyle
karar verme veya bir hüküm beyan etmek üzere Hz. Peygambere başvurulduğu ya da
kendisini böyle bir şeye girişmeye zorunlu olduğunu hissettiği durumlar, özel bir takım
durumlardı. Normal olarak Müslümanlar, kendi küçük ihtilaflarını aralarında çözümlemek sûretiyle günlük hayatın işlerini ve sosyal ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Nitekim
Peygamber, Fazlur Rahman'a göre her şeyden önce bir hukukçu olmayıp, dînî ve siyasî
bir ıslahatçıdır.810 Fakat O’na göre Hz. Peygamber'in bir karara varma işleminin sonuç
bakımından dînî ve dince bağlayıcı niteliği hakkında Kur'an, her türlü şüphe belirtisini
ortadan kaldırmıştır. Zira Hz. Peygamber'in hayatı ve karakteri dînî bir ruhla
yoğrulmuştu.811
807
808
809
810
811
Nisa, 4/64.
Ahzab, 33/21.
Fazlur Rahman, Islam, s. 50-51.
Fazlur Rahman, age, s. 51.
Fazlur Rahman, age, s. 51.
179
Fazlur Rahman, nazari olarak onun hakkında Ortaçağ Müslümanlarınca yazıya
geçirilmiş tek tek her ifadeden kuşku duysa bile, meselenin mahiyetinin, sahabelerince
onun hayatının dînî bir örnek ve bu durumuyla normatif olduğundan başka bir sonuca
varmaya izin vermediği görüşündedir. Hadisin Hz. Peygamber hakkında düzenli ve
mükemmel bir bilgi nakletme aracı olarak geliştirildiği yaklaşık olarak 90 hatta 150 yıl
sonrasına kadar görülmediği şeklindeki herhangi bir telkin, Fazlur Rahman'a göre
reddedilmesi gereken bir "mit"tir.812
Fazlur Rahman, modern dönemde oluşan Kur'an ile onun Hz. Peygamber’in
şahsında "örnekleşmesi" arasında, birini kabul edip diğerini görmezlikten gelerek köklü
bir ayırıma tabi tutulmasını eleştirerek bunu "20. asrın çocukluğu" olarak
değerlendirir.813 Zira hadislerin hepsi terk edilecek olursa, bizimle Hz. Peygamber
arasında açılmış olan 14 asırlık bir uçurumdan başka ne kalır? Bu uçurumun boşluğunda
heva ve heveslerimiz sonucu sadece Kur'an parmaklarımız arasından kayıp gitmekle
kalmaz. Aynı zamanda Kur'an'ın varlığı ve bütünlüğü, hatta bizzat Hz. Peygamber’in
varlığı bile asılsız bir efsaneye dönüşür.814 O, bu tavrıyla klasik modernistlerde
Peygamber’in otoritesine yönelik ortaya çıkan olumsuz duruma Kur’an’ın tarihsel
olarak altını boşalttıkları gerekçesiyle itiraz eder.
Fazlur Rahman’ın buraya kadar zikrettiklerini özetlemek gerekirse ona göre
Peygamber, Kur’an’la birlikte dinin temel otoritesidir. Buna yönelik bir şüphe, doğru
bir tavır değildir. Ancak diğer taraftan Peygamber’in otoritesinin dînî, sosyal ve ahlâkî
hayatla ilgili meseleler dışında çok geniş olmadığının söylenmesi ve “örnekliğine”
vurgu
yapması Peygamber’in
kaynaklık değerinin
“tarihselliğini” de ortaya
koymaktadır.
Müellif, burada konuyu farklı bir bağlama taşıyarak örneklendirmeye çalışır.
Şayet Hz. Peygamber'in söz ve davranışı dînî açıdan Müslümanlar için bir kural olarak
görülmüşse, anlaşmalar vb. ilişkin bazı belgeler dışında Kur'an gibi yazıya geçirilip
muhafaza edilmiş bu sünnetlerin o zamana ait kayıtlarının bulunmamasının bir
812
813
814
Fazlur Rahman, age, s. 52.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 9; ayrıca bkz. s. 69.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 71.
180
muamma olduğu görüşüne iki şekilde cevap verilebileceğini belirtir. İlk olarak, Hz.
Peygamber'in Kur'an dışındaki sözleri, resmen yazıya geçirildiği takdirde yine Hz.
Peygamber tarafından tebliğ edilen Kur'an'ın metniyle kolaylıkla karıştırılabileceği
korkusu mevcut olsa gerektir.815 Bu birbirine karışma işlemi iki yönde işlemiş olabilirdi.
Ya Kur'an zamanla bütün olarak veya önemli bir bölümü "Allah'ın kelamı" olarak değil,
"Hz. Peygamber'in sözü' olarak kabul edilebilirdi. Ya da Hz. Peygamber'in sözü Allah'ın
kelamı olarak görülebilirdi. Nitekim bizzat Hz. Peygamber kendi sözleriyle Kur'an'a ait
olanları birbirinden ayırmıştır. İkinci olarak, Hz. Peygamber'e ait karar ve emirlerin
ekserisi, belli bir durumun sebep olduğu emirlerdir ve orada bulunan sahabelerin
huzurunda gayr-ı resmi bir şekilde beyan edilmiştir.816
Fazlur Rahman'a göre en resmi beyanlar hutbe sırasında yapılmış; ancak bunlar
da genellikle, dînî ya da siyasî o sıralarda vuku bulan olaylar ve durumlardan
doğmuştur. Aynı şey, hukukî ya da daha başka kararlar için de geçerlidir. Her durum,
hem genel hem de özel etkenleri göz önüne alınarak, kendisinin gösterdiği şekilde
karara bağlanmıştır. Bu durumda, bu usûlün gayr-ı resmî ve belli olaylara ilişkin
mahiyeti, onların resmen yazıya geçirilmemesi lehinde bir dayanak teşkil etmiştir.817
Müellifin buradan çıkardığı sonuç, Peygamber’in hadislerinin Kur’an’la karışması
şeklindeki görüşle birlikte seas itibariyle Peygamber’in görüşlerinin “tarihsel”
örneklerden ibaret olmasına dairdir. Böylece şu genel sonuca varılmış olur: Peygamber,
Kur’an’la birlikte temel kaynak olmakla birlikte bu tarihsel bir kaynak olarak kabul
edilmelidir.
Şimdi hadis ve sünnet kavramları ışığında Peygamber’in otoritesinin tarihsel
olarak tezahürünün nasıl olduğu ve bunun doğurduğu sonuçların ileride işleyeceğimiz
Kur’an metodolojisinin oluşumuna ne tür bir zemin oluşturduğunu ortaya koyabiliriz.
Fazlur Rahman, sünnet'in kelime olarak "çiğnenmiş yol" anlamına geldiğini ve
İslam öncesi Araplar tarafından bir kabilenin atalarınca tesis edilen örnek davranışı
815
816
817
Bu konuyla ilgili uyarılar için bkz. Müslim, Sahih, Zühd, 72.
Fazlur Rahman, Islam, s. 52-53.
Fazlur Rahman, Islam, s. 53.
181
ifade etmek üzere kullanıldığını söyler. O'na göre bu kavramı meydana getiren iki ana
unsur bulunmaktadır:
a) Tarihî bir olgu olduğu iddia edilen davranış;
b) Gelecek nesiller için bunun kural haline gelmesi.
Fazlur Rahman, buna örnek olarak Kur'an'da sünnet kelimesinin İslam dinine
karşı çıkanlara, eleştiri kabilinden, yeni öğretiye karşılık atalarının örnek davranışlarını
izleyenler şeklinde atıfta bulunurken kullandığını hatırlatır.818
O, Sünnet'in ister fizîkî ister zihnî eylemler için söz konusu olsun, davranışla
ilgili bir eylem olduğu düşüncesindedir. Nitekim O'na göre bu anlamda sünnet, sadece
bir davranış olarak değil, aynı zamanda bir ahlak kuralı olarak da kabul edilmelidir.819
Bir davranış ve ahlak kuralı olarak Sünnet, bir toplum tarafından uzun zamandan beri
fiilen yürürlükte olan kuralsal bir uygulama olarak kabul edilmelidir.820 Böylece
kuralsallık ya da örneklik kavramı burada zorunlu olarak, standart ya da doğru davranış
kavramını da gündeme getirmektedir.821 Dolayısıyla Peygamber "örnek davranışlar"ıyla
(sünnet) ahlak kuralı oluşturan bir "ıslahatçı"dır. Fazlur Rahman, Peygamber’in
otoritesinde ifade edildiği gibi Hz. Peygamber’in öncelikle insanlık için gönderilmiş
ahlakî bir ıslahatçı olduğunu ve zaman zaman çözümlemek durumunda kaldığı münferit
davalar için verdiği kararlar dışında genel bir yasamaya ender olarak ve sadece İslam
davasını güçlendirmek amacıyla başvurduğunu hatırlatır. Nitekim Kuran-ı Kerim'de
genel yasama İslam öğretisinin son derece küçük bir bölümünü oluşturur. Bununla
birlikte Kur'an-ı Kerim'in doğrudan ya da dolaylı olarak hukukla ilgili kısmı bile, indiği
çevrenin özelliklerini yansıtır. Hatta ona göre onları gerçek anlamda doğrudan hukûkî
metin kabul etmekten çok, dolaylı hukuk malzemesi olarak görmek daha uygun olur.
Dolayısıyla Fazlur Rahman, Sufinin ilhamında olduğu gibi nebevî vahiy ve nebevî
davranışın, karşı karşıya bulunduğu fiîlî tarihî durumu ihmal edip tamamen soyut
genellemelere dalamayacağını belirtir. O; Allah'ın konuştuğu, Peygamber’in ise belli bir
818
819
820
821
Fazlur Rahman, Islam, s. 44.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 1.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 2.
Fazlur Rahman, age, s. 3.
182
tarihî bağlamda hareket ettiği düşüncesindedir. Ancak, Fazlur Rahman'a göre
Peygamber’in sırf bu tarihî bağlam için hareket etmediği de kesindir.822
Peygamber’in
çözüm
yolları,
Peygamberî
kuralsal
örnekler
ya
da
benzer/tarihsel örnekler (quasi-precedents)823 olarak görülse de aynen ve harfiyen kabul
edilemezler.824 Nitekim O'na göre nebevi sünnetin mutlak olarak spesifik bir muhteva
ile dolu olmaktan çok genel bir şemsiye kavram olması, sünnetin teorik bakımdan,
doğrudan doğruya davranışla ilgili bir terim olmasından kaynaklanmaktadır.825 Böylece
Fazlur Rahman, Peygamber’in kendi tarihselliğinde ortaya koyduğu hükümleri, tarihsel
olmaları açısından dikkate alacağını vurgular. Yoksa onlar, her daim geçerli tezahürler
olarak kabul edilemez. Böylece Fazlur Rahman, sünnet kavramını Peygamber’in
otoritesiyle bağlantılı olarak tarihsel okumakta ve “gelenek”le özdeşleştirmektedir.
O, Hadis’in, kelime olarak hikaye, rivayet ve haber anlamlarına geldiğini
belirtir. Istılah olarak ise hadis, genellikle çok kısa olan ve Hz. Peygamber'in
söyledikleri, yaptıkları, tasvip ya da reddettikleri veya sahabeleri, özellikle yaşlı olanları
ve daha özel olarak da ilk dört halife hakkında bilgi vermeyi amaçlayan haberlerdir.
Hadisin metni ve metni desteklemek üzere râvilerin adlarını veren râviler zinciri ya da
isnâd şeklinde iki bölümü olduğunu belirten Fazlur Rahman, tarihçilerin hadislerin ilk
ortaya çıktıkları dönemde isnâddan yoksun bulunduğu hususunda ortak bir görüşe sahip
olduklarını söyler. Nitekim isnâd, hadis metinlerinde muhtemelen I/VII. yüzyılın
sonlarında ortaya çıkar. Fazlur Rahman'a göre bu tarih, hemen hemen hadisin yazılı bir
disiplin şeklinde ortaya çıktığı tarihtir. Bununla birlikte II/VIII. yüzyılda resmî bir
disiplin olmadan önce, hadislerin yazılı hale getirilmesi olayının yaklaşık h. 60-80/m.
680-700 yıllarından itibaren mevcut olduğu hususunda Fazlur Rahman, kuvvetli deliller
bulunduğunu belirtir.826 Müellife göre hadis, ilk dönem cemaati tarafından Hz.
Peygamber hakkında yapılmış muazzam ve abidevi bir yorum olmakla birlikte o, aynı
822
Fazlur Rahman, age, s. 10.
Türkçe baskısında "quasi-precedents" ifadesinin "bir nevi öncüller" olarak tercüme edilmesine rağmen
bunun "benzer, tarihsel örnekler" olarak tercümesinin daha uygun olduğu kanaatindeyiz.
824
Fazlur Rahman, age, s. 11.
825
Fazlur Rahman, age, s. 12.
826
Fazlur Rahman, age, s. 53-54.
823
183
zamanda ilk dönem Müslümanlarının ortaya koymuş oldukları hikmetin bir hülasasını
da oluşturmaktadır.827
Fazlur Rahman, her hadisin sıhhatinin, ilk olarak tarihî delillere dayanmak
sûretiyle ayrı ayrı incelenmesi gerektiği düşüncesindedir. O, rivayetin güvenliğini
sağlayan isnâd zinciriyle ilgili isnâdın; râvilerin hayatları hakkında doğru bilgileri
içeren geniş bir literatürün doğmasına neden olması bir yana, hadis vaz’ının
azaltılmasına da katkıda bulunduğu düşüncesindedir. Ancak isnâd, Fazlur Rahman'a
göre önemli olmakla birlikte nihai anlamda olumlu bir delil teşkil etmez. Zira genellikle
güvenilir kabul edilen bir "a" şahsının, yine genellikle güvenilir kabul edilen bir "b"
şahsıyla gerçekten de karşılaşmış olduğu gösterilebilse de (aslında bu hususun tespiti de
zordur) bu, herhangi bir problemle ilgili bir hadisin "a"ya, "b" tarafından rivayet edilmiş
olduğu hususunda delil teşkil etmez. Nitekim müellif, isnadın olumlu kabul edilmiş
olmasına rağmen en ciddi itirazın bizzat isnadın kendisinin, birinci asrın sonlarına doğru
ortaya çıkmış oldukça geç bir gelişme olmasını gösterir.828 Hadis’in tarihsel planda
tespitine yönelik bu olumsuz değerlendirme, onun görüşünün temel belirleyicisi
konumundadır.
O, hadisi tarihî/biyografik (historical and biographical) ve teknik (technical)
olmak üzere ikiye ayırır. Ayrıca teknik hadisin, normatif (kuralsal) kabul edilmesi
gerektiğini de belirtir.829 O’nun hadisle ilgili bu ikili ayrımı, onun tarafından ortaya
atılmış bir tanımlamadır. Fazlur Rahman’ın burada zikrettiği bu ayrım, tarihî süreç
sonucu ortaya çıkmış olan hadislerin ayrıştırılması anlamında kullanılsa da bu kavram
daha sonra Fazlur Rahman’ın, Peygamber’in ortaya çıkardığı hadis’e yönelik bir
kavramsallaştırmayı
içerecektir.
Yani
kavram,
hadisin
tarihî
tezahürünün
belirtilmesinden Peygamber’in tezahürünün belirlenmesine doğru bir
sıçrama
yaşayacaktır.
Diğer taraftan hadis, ona göre sadece isnâd ve metin şeklinde teknik bakımdan
gelişmekle kalmayıp, aynı zamanda maddî bakımdan da genişlediği bir büyüme devresi
827
828
829
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 76.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 72.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 71.
184
geçirmiştir. Nitekim bir hadis, tabiî olarak İslam ümmetinin mihveri olan Hz.
Peygamber'in yaşadığı sırada vaz edilmiş olsa gerektir. Fakat Hz. Peygamber'in
ölümünden sonra hadis, ona göre tamamıyla gayr-ı resmî olan bir durumdan yarı resmî
bir duruma geçmiştir.830
Fazlur Rahman, Peygamber’in vefatı sonrası gelen neslin, Hz. Peygamber'in
davranışını araştırmaları ve hadisin (sözlü rivayetin) tabiî olarak aldığı istikametin, ona
tekabül eden ve dînî bir tatbikat kuralı olan "sünnet"e doğru olduğunu belirtir. Özellikle
yeni unsurların özümsenmesi ile hayret verici ve eşi görülmedik bir süratle genişleyen
ve karmaşıklaşan bir cemaatte bu tatbikata yöneliş, Fazlur Rahman'a göre rivayetin,
daha az sözlü mahiyette ve daha çok da takriri ve fiili örnek olarak bir dayanak olması
şeklinde tezahür etmektedir. Böylece müellife göre bu, söze dayanmayan takriri ya da
yaşayan geleneğe “sünnet” adı verilmiştir.831 O, hadis’in sünnetin genişlemesiyle paralel
olarak geniş bir birikime ulaştığını vurgulayarak, asıl işaret etmek istediği yöne doğru
dikkat çeker. O da yukarıda zikredilen Peygamber’in otoritesinin, sonrakilerin katkısıyla
toplumun/topluluğun otoritesine doğru gittiğidir. Bu, ona göre aynı zamanda
Peygamber’in otoritesinin hayatiyet kazanmasıdır.
Müellif, bu nedenle sünnet kelimesinin birbirine sıkı sıkıya bağlı iki anlamını
ayırt etmek gerektiği düşüncesindedir. Birincisi sonraki nesiller için sünnetin Hz.
Peygamber'in davranışı anlamına gelmesi ve normatifliğini Hz. Peygamberden
almasıdır. Fakat hadisin büyük bir bölümünün sözsüz ve takrîrî olmakta devam ettiği
ölçüde bu kelime, O'na göre her sonraki neslin davranışının, bu davranış Hz.
Peygamber'in ortaya koyduğu örneğe uygun olduğu iddiasında bulunduğu sürece, fiîlî
muhtevası için de kullanılmıştır. Ancak Fazlur Rahman'a göre bu, muhteva bakımından,
bir yol olmaktan çok, sürekli olarak yeni unsurları özümseyen bir nehir yatağına
benzemektedir. Bununla birlikte müellif, sünnet teriminin daima Hz. Peygamber’in
gösterdiği "örneğe" tabi bir istikameti olduğu görüşündedir.832 Dolayısıyla sünnet
kavramı Peygamber’in ortaya koyduğu örnek kadar, ondan sonrakiler tarafından fiili
830
Fazlur Rahman, Islam, s. 54.
Fazlur Rahman, age, s. 54. Fazlur Rahman'a göre bu, aynı zamanda sünnetin her daim var olmakla
beraber hadisin sonradan vuku bulduğuna dair de bir delildir.
832
Fazlur Rahman, Islam, s. 54-55. Nitekim Fazlur Rahman'a göre daha sonra içtihat da "sünnet"le
özdeşleşecek olan icmaya doğru yol alacaktır.
831
185
durumla bağlantılı oluşan eklemelerle birlikte daha da genişlemiştir. Fazlur Rahman, bu
ayrıma dikkat edilmesi gerektiği kanaatindedir.
Hadisin de bu durumdan etkilendiğini belirterek onun tamamıyla sözsüz ve
takrîrî olmasının düşünülemez olduğunu belirtir. Fazlur Rahman'a göre bunun böyle
olamayacağı her şeyden önce açık ve seçik olarak bizzat yaşayan gelenek (fiili sünnet)
olgusundan da çıkarılabilir. Nitekim insanlar bir eylemde bulunduklarında aynı
zamanda o konuda konuşurlar ve haber verirler. Müellife göre bundan dolayı sözlü bir
hadisten de bahsedebiliriz.833
Fazlur Rahman, öte yandan 'sözsüz', yaşayan (fiili) sünnet kavramının
başlangıçta herhangi bir terimle nitelendirilmediğini ve onun bu şekilde nitelendirilmesi
ve ifade edilmesinin ancak farklı, hatta birbirine karşıt bir takım yorumlar ileri
sürülünce ortaya çıktığını kapalı bir şekilde ifade etmektedir. Böylece ona göre sünnet
kavramını bid'atin karşısına yerleştirmek adet olmuştur.834
Sünnet ile hadis arasındaki ilişkinin mahiyetine dair klasik İslam düşüncesinde
hiçbir grubun sünnetin geçerliliğini inkar etmediğini belirten müellif, itirazının sünnetin
hadis olarak ifade edilmesi olduğunu söyler.835 Fazlur Rahman’ın bu itirazı onun
Peygamber’in otoritesine dair temel düşüncesiyle bağlantılıdır. Zira Peygamber’in
ortaya koyduğu “örnekler” her dönemde “sünnet” terimi altında yenilenmektedir. Fakat
bunun “hadis”le kayıt altına alınması, örneğin sabitlenmesi anlamına geleceğinden
dolayı eleştirmesine sebep olmaktadır.
O, ilk nesillerin yaşayan sünneti ile hadis ifadesi arasındaki belirgin farkın
"yaşayan sünnet"in, yaşayan ve devam ede gelen bir süreç olduğu halde, hadisin kesin
ve yaklaşık ilk üç asırlık yaşayan sünnet sentezine mutlak devamlılık verme olduğu
görüşündedir. Bunun o dönem için bir gereksinim olduğunu zira belli bazı formalitelere
bağlı kalmadan devam ede gelen bir sürecin, şu veya bu zaman içinde özünü yitireceği
için, sürekliliğini devam ettirememe tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu kanaatindedir.
833
834
835
Fazlur Rahman, Islam, s. 55.
Fazlur Rahman, age, s. 56.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 70.
186
Kuşkusuz şimdi ki gereksinim ise, bu formalizmi gevşetmek ve işe yaşayan sünnetin
kendisini hadis barajına istekli bir şekilde boşalttığı noktadan yeniden başlamaktır.836
Fazlur Rahman, "nebevi sünnet"in içeriğinin belirsizliğine yönelik endişenin
gerçek dışı olduğu görüşündedir. Nitekim ona göre birçok haber vardır ki bunlar nebevi
sünnetin içeriğinin tarihî olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya
koymaktadır. Ayrıca tarihî hadis yani Hz. Peygamber’in biyografisi önemli noktalarda
kesin olarak açıktır. Bu nedenle bizzat teknik hadisin en önemli desteği olarak işe
yaramaktadır. Sadece Hz. Peygamber’in değil, aynı zamanda ilk cemaatin tüm
özellikleri şüpheye mahal kalmayacak şekilde tespit edilmiştir. Teknik hadisteki salt
nebevi unsurları izlemek güç olabilir. Ancak yine de onlardan belli bir kısmının elde
edileceğinden şüphe yoktur. 837
Hadis, nebevi öğretinin yorumlanmış ruhunu, "yaşayan sünnet"i temsil
etmektedir. Ona göre yaşayan sünnet sadece genel nebevî modeli değil, aynı zamanda
bu modelin sürekli içtihat ve icma faaliyeti sayesinde bölgelere göre değişiklik arz eden
yorumlarını da içermektedir. İşte bu sebepledir ki, yaşayan sünnette birçok farklılık
ortaya çıkmıştır.838
Fazlur Rahman’a göre Hz. Peygamber'den nakledilen hususların şahsî
yorumlarından sünnetin muhtevasına uygun olan üçüncü bir anlamı ortaya çıkmıştır. Bir
hadis veya sünnet rivayetinden, yorum sayesinde amelî kurallarla ilgili bir kaç dayanak
noktası elde ediliyor ve bütün bu noktalara sünnet adı veriliyordu. Çünkü bunların
sünnette kapalı bir şekilde ifade edildiği düşünülüyordu. Bu yorum işlemi, Fazlur
Rahman'a göre, kapalı veya açık bir şekilde bizzat sahabelerle birlikte başlamıştır.
Sahabeler devrinden sonra sünnet artık fiîlî tatbikattan değil, sadece açık bir şekilde
rivayet edilen hadisten çıkarılabilmiştir. Fakat herhangi bir devirde yorum yoluyla bir
hadisten yapılan çıkarımlara sünnet adının verilmesi Fazlur Rahman'a göre son derece
önemli bir husustur.839
836
837
838
839
Fazlur Rahman, age, s. 75.
Fazlur Rahman, age, s. 81.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 74.
Fazlur Rahman, Islam, s. 57.
187
O, ilk devirde sünnet ve icmâ kavramları arasında belli bir yakınlık
bulunduğunu da belirtir.840 Buna göre sünnet, ortaya atılacak bid'atleri önlemek üzere
formüle edildiği gibi, icmâ da, her türlü keyfî ve bölücü düşüncelere karşı ihdas
edilmiştir. Ancak diğer taraftan Sünnet'in başlangıçta, Hz. Peygamber'in sünneti;
bid'at'in ise Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu örneğe aykırı düşen yenilik şeklinde
kavramsal bir farklılığı da söz konusudur. Halbuki icmâ ya İslam ümmetinin ya da
fakihlerin aynı fikirde birleşmeleridir. Buna göre, keyfî düşünce ise, ümmetin ittifak
ettiği düşünceye aykırı düşen reydir. Fakat müellife göre kavramsal amacından farklı
olarak sünnete ait olan malzemeler, aynı zamanda Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu
örneğin yorumunu da içine aldığından, gerçekte sünnet ve icma birbirine yaklaşır.841
Fazlur Rahman'a göre yeni bir yaklaşımla hadisi, sünnete -yani başlangıçtaki
konumuna- indirgeyebilir ve duruma göre yorum metoduyla bugünkü durumumuza
uygulayabileceğimiz normları ihdas edebiliriz. Nitekim hadis, söz olarak Hz.
Peygambere ulaşmasa da, ruhu kesinlikle ulaşmaktadır. Bu bakımdan hadis büyük
ölçüde bu nebevi modelin ya da ruhun, içinde bulunulan şartlar doğrultusunda
yorumlanması ve ifade edilmesidir. O, hedefini şu şekilde açıklar: “Şu anda bizim
yapmak istediğimiz, hadisi, tarihi yorumla, yeniden yaşayan sünnetin terimlerine
dönüştürmektir Ta ki uygun bir etik teori ve bu teorinin fıkha yeniden uygulanması
sayesinde ondan bizzat kendimiz için normlar çıkarabilelim.” 842
Fazlur Rahman’ın, Peygamber’in otoritesini kabul etmekle birlikte sünnetin
hadisleşmesi sonucu ortaya çıkan olumsuz durum sebebiyle hadisin otoritesinin
(dolayısıyla Peygamber’in otoritesinin) ciddi anlamda sarsıldığını ve bu yüzden dolayı
da bu otoritenin gerçek tezahürünü hadiste değil tarihte olduğunu düşünerek geleneksel
algılamanın aksine hadisten ziyade tarihe daha fazla güven duyacağını belirtir. Hatta
hadisi de kısmen843 tarihin ışığında değerlendirir.844 Aslında Fazlur Rahman’ın hadise
840
Fazlur Rahman, "örnek emsal" anlamına gelen sünnet'in İmam-ı Malik zamanında ise "üzerinde görüş
birliğine varılmış uygulama" anlamına geldiğini söyler. Bkz. Islamic Methodology in History, s. 14.
841
Fazlur Rahman, Islam, s. 57-58.
842
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 80.
843
Fazlur Rahman, bu "kısmen" ifadesini, Kur'an'ın varlığını dikkate alarak söyler. Bkz. Fazlur Rahman,
age, s. 81
844
Fazlur Rahman, age, s. 81.
188
yönelik bu keskin eleştirisi, klasik modernistlerin söyleminin tersinden tekrar
edilmesinden ibaret gibi gözükmektedir.
Fazlur Rahman, hadisteki çeşitli unsurların yeniden değerlendirilmesi ve
bunun, günün değişen ahlakî ve sosyal şartları doğrultusunda titiz bir şekilde yeniden
yorumlanması gerçekleştirilmelidir. Bu ise hadisi, tarihî olarak incelemek sûretiyle
gerçekleşebilir. Nitekim müellif, bunu şöyle ifade etmektedir: “Böylece geleneksel ehl-i
sünnetin üzerinde ısrarla durduğu bazı önemli ana konuların değiştirilmesi, dolayısıyla
yeniden ifade edilmesinin gerekli olduğunu görüyoruz.”845 Böylece hadis’in bir kısmı
olarak kabul edilen fıkhî hadis problemi de, gerçek ahlakî değeri, tarihi şartların
belirlediği arka plandan çıkarmaktan ibaret olan, duruma göre yorum (stuational
interpretation) ilkesi doğrultusunda ele alınmalıdır. O’na göre fıkhî hadisi, doğrudan
uygulanmaya hazır bir kanun olarak değil de, yeniden incelenmesi gereken bir problem
olarak görmemiz gerekir.846
Fazlur Rahman’ın bu son ifadeleri bize göre onun Kur’an’ı anlama ve
yorumlama metodolojisinin ilk nüvelerini oluşturmaktadır. Dikkat edilirse onun
Peygamber’in kaynaklık değeriyle başladığı değerlendirmeleri hadis ve sünnet
kavramının içeriğinden hareketle “İslam metodolojisi”ne doğru bir yöne kaymıştır.
Burada söylediği görüşler daha sonra müellif tarafından “hermeneutik” kavramıyla
birlikte “Islam and Modernity” adlı çalışmasının girişinde yeniden ele alınarak
sistematize edilecektir.
3. Esbab-ı Nüzûl
Fazlur Rahman, Kur'an’ın oturulup bir anda yazılmış bir risale ya da kitap
olmadığını ve onun yirmi yılı aşan risaleti süresince Hz.Muhammed'e vahyedilen
ayetlerin bir toplamı olduğunu belirtir. Kur'an'ın emir ve bildirimleri boşlukta ortaya
çıkmayıp, gerçek ve fiilî sorunlara cevap olarak gelmiştir. Nitekim Peygamber ve
ümmetinin bilfiil karşılaştığı ve tarihin somut gerçekliğinde ortaya çıkan somut
845
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 78. İngilizce metin şu şekildedir: we shall find
thereby that some of the major emphases of our traditional Orthodoxy will have to be modified and restated.
846
Fazlur Rahman, age, s. 78.
189
meseleler ya da sorunlar hakkında hükümler verme ihtiyacı hâsıl olmadığında vahiy
inmiyordu. O'na göre Kur'an'ın konu ve fikirlerinin sergilenişini anlayabilmek için onu
tarihî perspektifle incelemek gerekir. Bu tarihî perspektif ise olayların arka planı olarak
ifade edebileceğimiz “nüzûl sebepleri"ni (occasions of revelation) gerekli kılar. Fazlur
Rahman, bu olayların, Kur'an tefsirlerinde kaydedildiğini ve bunların bilinebilir
olduğunu ifade eder. Ancak O, müfessirlerin zikrettikleri "esbab-ı nüzûl" diye
isimlendirilen kavramın belli ayetler için kullanılmasını yeterli görmez. Bilakis esbab-ı
nüzûl, Kur'an'ın bütünü için söz konusu olmalıdır. Zira Kur'an'ın bir bütün olarak
"sebeb-i nüzûlü" diye adlandırılabilecek putperest bir Mekke arka planı vardır. Bu
anlamda Kur'an vahyinin başlaması, İslam öncesi Mekke toplumundaki putperestlik ve
sosyo-ekonomik dengesizliğin yol açtığı son derece somut bir dinsel-toplumsal olaylar
arka planına sahip olduğundan dolayı onun emirlerinin toplumsal kısmının da durumsal
bir arka planı söz konusu demektir.847
Fazlur Rahman, bu arka planla ilgili olarak ikili bir ayrım yapar. Bunlar
Kur'an'ın makro ve mikro evveliyatıdır. O'nun bu ikili ayrımından anlaşılan, mikro'nun
(küçük) müfessirlerin kullandığı "sebeb-i nüzûl" kavramı; Makro'nun (büyük) ise biraz
önce zikrettiğimiz Kur'an'ın putperest Mekke toplumuyla ilişkisidir. O, bu arka plan
olmadan Kur'an'ın temel hamlesi ve gayesinin anlaşılmasının ve Peygamber’in
faaliyetinin değerlendirilmesinin söz konusu olamayacağını, ya da en azından büyük bir
hataya düşmenin söz konusu olabileceğini söylemektedir.848
Diğer yandan O’na göre Kur'an, ahlakî veya hukukî hükümler ya da ilkeler
taşıyan bir bildirimin sebebini de genellikle bazen açıkça, bazen de örtülü olarak verir.
Bu sebeplerin bilinmesi, Kur'an'ın hukuksal veya hukuksal gözüken bildirimlerinin
847
Fazlur Rahman, “Toward Reformulating the Methodology of Islamic Law: Sheikh Yamani on “Public
İnterest” in Islamic Law”, New York University Journal of International Law and Politics, XII/2,
1979, s. 219-224; Türkçesi için bkz. “İslam Hukuk Metodolojisini Yeniden İnşaya Doğru”, (çev. Adil
Çiftçi) İslami Yenilenme Makaleler II, s. 93. Fazlur Rahman, “Islamic Studies and the Future of
Islam, Ed. Malcolm H. Kerr, Islamic Studies: A Tradition and its Problems, içinde Undena
Publication: 1980, Malibu, s. 129. Fazlur Rahman, “Interpreting the Qur’an”, Inquiry, May 1986, s.
45.
848
Fazlur Rahman, Islam, s. 261. Ayrıca bkz. Fazlur Rahman, “Islam: Challenges and Opportunities”,,
Islam: Past İnfluence and Present Challenge, Alford Welch-Pierre Gachia, State university of New
York Pres, Albany New York 1979’dan naklen “İslam: Sorunlar ve Fırsatlar”, (çev. Adil Çiftçi) İslami
Yenilenme: Makaleler I, s. 93.
190
anlaşılabilmesi için elzemdir. İşte bu sebepler; hikmetler (hikem) veya hedefler olup
Kur'an'ın toplumsal öğretisinin özünü oluşturur. "Vahiy Ortamları"nın dikkatlice
incelenmesi, sadece bu hedefleri değil, aynı zamanda hukuksal veya hukuksalımsı
bildirim ile bu bildirimin yerine getireceği veya gerçekleştireceği amaç veya hedefi de
mümkün olduğunca tam tespit etmemizi ve anlamamızı sağlar.849
Kanun getirmede Kur’an’ın usulü, genel olarak bir kanun ya da hukuki kural
koyan ayetlerin neden geldiğini belirten bir illet yani sebep (ratio legis) ile birlikte
gelme şelindedir. O’na göre bir illeti tam olarak anlayabilmek için müfessirlerin “sebebi nüzûl” diye ifade ettiği ayetin nazil olduğu tarihî ve toplumsal ortamı çok iyi bilmek
ve anlamak gerekir. Nitekim meselenin özü, “illet”i tespit etmektir. Kanun koymanın
kendisi ise, illete bağlı olarak ve onu doğru bir şekilde uygulayabileceği sürece illetin
somutlaşmış hali olarak kalır. Eğer o şekilde uygulanamazsa, o kanunun değiştirilmesi
şarttır. Nitekim ortam, kanundaki illeti yansıtamaz şekilde değişikliğe uğrarsa, o zaman
kanun değiştirilmelidir. Halbuki geleneksel fukaha, illeti kabul etmesine rağmen,
kanuna harfiyen bağlanmış ve şöyle demiştir. “Her ne kadar bir hükmün vaz ediliş
sebebi özel olsa da bu hüküm uygulamada genel bir hüküm halini alır.”850
Fazlur Rahman’a göre sebeb-i nüzûl ile illet arasında zorunlu bir ilişki
vardır.851 Bu ilişkiye dair yapılması gereken şey, "Kur'an'ın ahlak felsefesini" teşkil
edecek olan prensipler ya da değerler açısından Kur'an'ın mantık ve hedeflerinin
titizlikle incelenmesi ve sistematik tarzda ortaya konulmasıdır. Bundan sonraki
merhalede ise bu ahlaktan hükümler istihraç edilebilecektir. Bu yapılırken de, sadece
kelimelerle oynamak yerine, Kur'an'ın hedeflerinin gerçekleşmesi için, şartlardaki
zorunlu değişmeleri de hakkıyla göz önünde bulundurmak gerekecektir.852
Fazlur Rahman, sebeb-i nüzûl kavramının bağlayıcı olduğunu düşünmemekle
birlikte mutlak “etkileyici” olduğu kanaatindedir. Zira ayetler Peygamber’in
849
Fazlur Rahman, “İslam Hukuk Metodolojisini Yeniden İnşaya Doğru”, (çev. Adil Çiftçi) İslami
Yenilenme Makaleler II, s. 93-94.
850
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 48.
851
Bu görüşün değerlendirilmesi için bkz. Adnan Koşum, Nassları Anlama ve Yorumlamada Yöntem
Sorunu Fazlur Rahman Örneği, s. 145-147.
852
Fazlur Rahman, “Islamic Studies and the Future of Islam”, s. 129.
191
mücadelesiyle bağlantılı olarak oluşmaktadır.
Burada ayrıca şu noktaya da işaret
etmeliyiz ki ayetlerin nüzûl sebeplerinin birden fazla olması gibi hususlarda Fazlur
Rahman herhangi bir görüş beyan etmektedir. Kabul edilmelidir ki müellifin sustuğu bu
husus onun özellikle sebeb-i nüzûlün illet olması fikrini ciddi anlamda sarsabilecek bir
konu özelliğindedir. Diğer taraftan sebeb-i nüzûlle ilgili sıhhat tartışmalarına da
değinmemekte fakat tarih bilgisinin verileriyle bunun üstesinden gelinebileceği
izlenimini taşıyor gözükmetedir. Sonuç olarak Fazlur Rahman’da sebeb-i nüzûl
kavramı, Kur’an’ın dinamikliğini ve her daim yeniliğini ortaya koyan bir kavram olarak
kullanılmakta olup müfessirlerin tarih boyunca kullandığı anlamda ayetin tarihsel
varlığının sebebini ortaya koyan sabit bir kavram değildir.
4. Nesih
Fazlur Rahman'ın vahiy algısında da gördüğümüz üzere Peygamber’in
şahsiyeti dinin oluşumunda temel etkendir. Bu süreç, Peygamberle toplum arasındaki
gerilimin sonucu oluşmuş bir "örnek" eylemdir. Dolayısıyla Peygamber’in şahsı ve
toplum bu süreci baştan sona etkilemektedir. Biz de bu bağlamda Fazlur Rahman'ın
nesih algısını anlatmaya çalışacağız.
Fazlur Rahman’a göre risalet görevinden önce Peygamber’in zihnini tedirgin
eden sorular, "insanın durumu ve kaderini" ilgilendiriyordu. Bu, onu zaman zaman
uzlete çekilmeye ve derin düşünceye dalmaya sürüklüyordu. Bu ıstırap verici arayış
nöbetlerinden birinde vahiy doğmuştur. Kur'an bu hususa şu sözlerle değiniyor: ( ْ‫أَﻟَﻢْ ﻧَﺸْﺮَح‬
َ‫" ) ﻟَﻚَ ﺻَﺪْرَكَ وَوَﺿَﻌْﻨَﺎ ﻋَﻨﻚَ وِزْرَكَ اﻟﱠﺬِي أَﻧﻘَﺾَ ﻇَﮭْﺮَك‬Ey Muhammed, senin göğsünü açmadık mı?
Belini büken yükünü üzerinden almadık mı?"853. Fazlur Rahman’ın burada vurgulamaya
çalıştığı nokta, vahyin, Peygamber’in kendi iç dünyasıyla bağlantısını ortaya koyma
kaygısıdır.
Ancak, Peygamberlik görevinin verilmesinden sonra Hz. Peygamber’in
omuzlarına yeni bir yük yüklendi.854 Bu yük, verilen görevin başarı ile yerine getirilmesi idi. Böylece Hz. Peygamber'in bundan sonraki iç dünyası iki nokta arasında gidip
853
854
İnşirah, 94/1-3.
"Şüphesiz Biz, sana, taşıması ağır bir yük yükleyeceğiz" Müzzemmil, 83/5.
192
gelmiştir: Bunlardan biri, kendi kontrolü dışında olan ve Mekkelilerin davranışından
doğan hayal kırıklığı; diğeri ise başarıya ulaşmak için çaba harcamaktı. Çünkü
Kur'an'da belirtildiğine göre, sadece vahyi bildirmek, hayal kırıklığına uğramak ve
sonunda da başarısız olmak ruhî eksikliğin bir ifadesidir.855
Mücadele ilerledikçe, Hz. Muhammed'in getirdiği yeni iman anlayışı,
gizlilikten bir tartışma stratejisi uygulayarak hem kendi taraftarları arasında hem de
muhalif güçlere karşı açıklığa kavuşturma sürecinden geçmek sûretiyle, giderek daha
kesin bir ifadeye kavuşturulmuştur. Bu süreçte Hz. Peygamber’in görevi, kendine
bildirileni bildirmek, "belki dönerler ümidiyle" göz kırpmadan uyarmaktır. Bununla
birlikte hayal kırıklıklarına ve onun sadece bir uyarıcı olduğu şeklinde Kur'an'da ileri
sürülen itirazlara rağmen Hz. Muhammed, ne başarı ümidini yitirmiş, ne de başarmakla
görevli olduğu hususundaki dehşet verici ve katı idraki kaybetmiştir.856
Ona göre Hz. Peygamber'in etkili olmak hususundaki endişesi o kadar kuvvetli
idi ki, Hz. Peygamber Mekke'deki müşrik Araplar'a karşı gösterdiği üzüntü ve
endişenin857 aynını Medine'deki Hıristiyan ve Yahudi topluluklarına karşı da858
göstermektedir.859 Kur'an bu konuya onun hem Mekke hem de Medine devirlerinde
tekrar tekrar dönmektedir: (‫" )ﻣَﺎ أَﻧﺰَﻟْﻨَﺎ ﻋَﻠَﯿْﻚَ اﻟْﻘُﺮْآنَ ﻟِﺘَﺸْﻘَﻰ‬Kur'an'ı sana sıkıntıya düşesin diye
göndermedik"860. (ً‫")ﻓَﻠَﻌَﻠﱠﻚَ ﺑَﺎﺧِﻊٌ ﻧﱠﻔْﺴَﻚَ ﻋَﻠَﻰ آﺛَﺎرِھِﻢْ إِن ﻟﱠﻢْ ﯾُﺆْﻣِﻨُﻮا ﺑِﮭَﺬَا اﻟْﺤَﺪِﯾﺚِ أَﺳَﻔﺎ‬Bu söze
inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin". 861
Diğer taraftan Fazlur Rahman’a göre Kur'an'ı dikkatle okuyan hiç kimsenin,
İslam'ın ıslahat hareketinin tedrîcî niteliğini görmemesi imkânsızdır. Sözgelimi, Hz.
Peygamber'in görevi başladıktan sonra uzun yıllar şarap içmeye izin verilmiştir. Şarap
içmeyi sınırlayan tedbirler ve nihayet her çeşit sarhoş edici içki tüketiminin
yasaklanması daha sonra gelmiştir. Bundan başka, müellife göre, siyasî ve hukukî
855
Fazlur Rahman, Islam, s. 16. Onun bu görüşünün Peygamberlerin tarihi üzerinden okunması ciddi
ithamları beraberinde getirir.
856
Fazlur Rahman, age, s. 16.
857
Enam, 6/33-35.
858
Maide, 5/68.
859
Fazlur Rahman, Islam, s. 17.
860
Taha, 20/2.
861
Kehf, 18/6.
193
faaliyet ve ıslahat hareketlerinin çoğunda, belki de hepsinde, Hz. Peygamber gayr-ı resmî olarak yaşlı sahabelerine, bazen da açık bir şekilde İslam ümmetine danışmıştır. O,
bu konuda Kur'an'ın, kesin tanık olduğunu söyler.862
Fazlur Rahman’ın düşüncesinde nesih konusu, Kur’an’ın tedrici yapısı ile
Peygamber’in iç mücadelesi şeklindeki ikili yapı üzerinde ortaya çıkmaktadır. Nitekim
Hz. Peygamber, tebliğ görevinin etkili bir şekilde yerine getirilmesinin büyük bir önem
taşıdığını ve gerçekten de ancak o zaman bu tebliğin hakiki tebliğ olabileceğini
düşünmüştür. Bu sebeple Hz. Peygamber'in, planını tatbik sahasına koymak için ortaya
çıkan hiçbir fırsatı kaçırmaması şaşırtıcı değildir. Onun Mekke ve daha sonraları
Medine'deki muhalifleri, Hz. Peygamber'in bu beşerî dava konusundaki endişesini
bildikleri için, taviz karşılığında bazı cazip tekliflerde bulunmuşlardır. Mesela
Mekkeliler, uzlaşma önerisi sunmadan önce belli başlı akide noktalarında Peygamberle
müzakere yapmak istemişlerdir. Eğer onların tanrılarını, insan ve tanrı arasında aracı
olarak kabul ederse ve tekrar dirilmeyi kaldırırsa Müslüman olabileceklerini belirtirler.
Fakat Kur'an, onu sürekli olarak herhangi bir uzlaşmaya karşı uyarmış863 ve uzlaşma ile
hedefe ulaşmada uygulanacak yöntem (strategy) arasındaki ayırımı açıkça ortaya
koymuştur. Ayrıca Kur’an da, değişiklik yapma isteklerine karşı bunun ancak Allah'ın
emri ile mümkün olacağını, aksi halde Peygamber’in hiç bir değişiklik yapamayacağını
bildirmiştir.864
Fazlur Rahman, yukarıda da dikkat çektiği üzere insanların, Peygamber’in
inişli ve çıkışlı iç dünyasına bakmalarının önemli olduğunu düşünür. Fakat aksine İslam
düşüncesinde şu ana kadar Peygamber’in yaşadığı olaylarla ilgili, onun özgeçmişindeki
862
Al-i İmran, 3/159; Şura, 42/38. Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 51.
Bkz. Kalem, 68/9; İsrâ, 17/73-75; Şûra,42/14-15.
864
"Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya
bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem
benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan
edersem elbette büyük günün azabından korkarım. De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım,
Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl
erdiremiyor musunuz?" Yunus, 10/15-16. Fazlur Rahman, Islam, s. 17-18; Fazlur Rahman, Major
Themes of the Qur’an, s. 90.
863
194
birbirinden kopuk dış olaylara çok daha fazla ağırlık verildiği ve onun inişli çıkışlı iç
dünyasına yeterince dikkat çekilmediğini de belirtir.865
Fazlur Rahman'a göre bazı ayetlerin diğer bazı ayetlerle değiştirildiğine Kur'an
açıkça işaret etmektedir:
ٌ‫ﻣَﺎ ﻧَﻨﺴَﺦْ ﻣِﻦْ آﯾَﺔٍ أَوْ ﻧُﻨﺴِﮭَﺎ ﻧَﺄْتِ ﺑِﺨَﯿْﺮٍ ﻣﱢﻨْﮭَﺎ أَوْ ﻣِﺜْﻠِﮭَﺎ أَﻟَﻢْ ﺗَﻌْﻠَﻢْ أَنﱠ اﻟﻠّﮫَ ﻋَﻠَﻰَ ﻛُﻞﱢ ﺷَﻲْءٍ ﻗَﺪِﯾﺮ‬
"Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir ayetin hükmünü nesh etmeyiz veya onu
unutturmayız"866
ِ‫" ﯾَﻤْﺤُﻮ اﻟﻠّﮫُ ﻣَﺎ ﯾَﺸَﺎءُ وَﯾُﺜْﺒِﺖُ وَﻋِﻨﺪَهُ أُمﱡ اﻟْﻜِﺘَﺎب‬Allah dilediği (ayeti) siler, dilediğini bırakır.
Bütün kitapların anası onun yanındadır"867
َ‫وَإِذَا ﺑَﺪﱠﻟْﻨَﺎ آﯾَﺔً ﻣﱠﻜَﺎنَ آﯾَﺔٍ وَاﻟﻠّﮫُ أَﻋْﻠَﻢُ ﺑِﻤَﺎ ﯾُﻨَﺰﱢلُ ﻗَﺎﻟُﻮاْ إِﻧﱠﻤَﺎ أَﻧﺖَ ﻣُﻔْﺘَﺮٍ ﺑَﻞْ أَﻛْﺜَﺮُ ُھﻢْ ﻻَ ﯾَﻌْﻠَﻤُﻮن‬
"Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirmediğimiz zaman –halbuki Allah ne
indirdiğini en iyi bilir- "sen Allah'a iftira ediyorsun" derler. Hayır, çokları
bilmiyorlar."868
O'na göre Peygamber’in uzlaşma konusundaki endişeleri, korkuları ve hatta bu
uzlaşma için gösterebileceği tavırları Hac sûresindeki 52. ayetle869 "neshedilmiş", yani
"iptal" edilmiştir. Şeytanın Peygamber’in dileğine bir takım beşerî arzular katması ki
bu, ona göre Peygamber için onların İslam’a gönüllerini açmaları noktasında bir imkân
olarak kabul edilebilir. Fazlur Rahman, bu durumla ilgili olarak zikredilen meşhur
garanik hadisesini de tamamen anlaşılır bulmaktadır. Ona göre, Necm sûresi ( َ‫أَﻓَﺮََأﯾْﺘُﻢُ اﻟﻠﱠﺎت‬
‫" )وَاﻟْﻌُﺰﱠى وَﻣَﻨَﺎةَ اﻟﺜﱠﺎﻟِﺜَﺔَ اﻟْﺄُﺧْﺮَى‬Gördünüz mü O Lât ve Uzzâ'yı? Ve üçüncüleri olan ötekini,
Menât'ı."
mealindeki
ayetlerde870
müşriklerin
putlarından
bahsettikten
sonra
Peygamberimiz, onlar hakkında "bunlar yüce kuğulardır ve onların şefaatleri elbette
umulur" (tilkelkarânikulûla ve inne şefâatehünne le türteca) ifadesini kullanmıştır. Ona
865
Fazlur Rahman, age, s. 16.
Bakara, 2/106.
867
Ra'd, 13/39.
868
Nahl, 16/101. Bkz. Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 89.
869
"(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide
bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah,
şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam
olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." Hacc, 22/52.
870
Necm, 53/19-20.
866
195
göre bunun nedeni, ayetin hemen devamında gelen ( ْ‫أَﻟَﻜُﻢُ اﻟﺬﱠﻛَﺮُ وَﻟَﮫُ اﻟْﺄُﻧﺜَﻰ ﺗِﻠْﻚَ إِذاً ﻗِﺴْﻤَﺔٌ ﺿِﯿﺰَى إِن‬
ْ‫ھِﻲَ إِﻟﱠﺎ أَﺳْﻤَﺎء ﺳَﻤﱠﯿْﺘُﻤُﻮھَﺎ أَﻧﺘُﻢْ وَآﺑَﺎؤُﻛُﻢ ﻣﱠﺎ أَﻧﺰَلَ اﻟﻠﱠﮫُ ﺑِﮭَﺎ ﻣِﻦ ﺳُﻠْﻄَﺎنٍ إِن ﯾَﺘﱠﺒِﻌُﻮنَ إِﻟﱠﺎ اﻟﻈﱠﻦﱠ وَﻣَﺎ ﺗَﮭْﻮَى اﻟْﺄَﻧﻔُﺲُ وَﻟَﻘَﺪ‬
‫" )ﺟَﺎءھُﻢ ﻣﱢﻦ رﱠﺑﱢﮭِﻢُ اﻟْﮭُﺪَى‬Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? O zaman bu, insafsızca bir
taksim! Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin
arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir"871
mealindeki ayetleri ilga etmek içindir. Zira bu olay, Müslümanların güç şartlar altında
ve işkence edildikleri ve birçok kimsenin yapılan zorlamalarla Habeşistan'a göç etmek
zorunda kaldığı günlerde vukû bulmuştur.872
Fazlur rahman’ın bu görüşlerinin Kur’an’ın sıhhati açısından sıkıntılı olduğu
açıktır. Peygamber’in arzusunun Kur’an’ı değiştirme noktasında bir eylemde
bulunmaya onu itmesi ise özellikle kabul edilebilir bir şey değildir. Fazlur Rahman için
ise bu olay, Peygamber’in mücadelesiyle bağlantılı bir süreç olması sebebiyle son
derece doğal bir durumdur. Ayrıca nesih eyleminde mensûh’un önce nâsih’in sonra
gelmesi ilkesi de bu örnekte tersinedir. Çünkü önceki ifade yani şefaatleri umulan yüce
kuğular, sonrakini yani o putlara yönelik olumsuz nitelemeleri nesh etmektedir.
O'na göre Kuran açısından bir insan olarak Peygamber’in her zaman tutarlı
olmaması ne gariptir, ne uyumsuzdur, ne de ayıptır. Peygamber, ancak bir insan olarak
insanlığa örnek olabilir. Çünkü Peygamber’in normal, sıradan davranış düzeyi dahi o
kadar yüksektir ki, tüm insanlık için yine de bir model olmaya layıktır. Peygamberler
kendi içlerinde dahi devamlı mücadele eden insanlardır. Müellif devamında bu iç
mücadelenin her zaman hakikat ve fazilet yönünün ağır bastığını da vurgular.873
Fazlur Rahman'a göre Kurandaki "nesih" meselesinin asıl anlamı bir ayetin
diğer bir ayetle değiştirilmesidir. O, nesih'te zikredilenin hukukta olduğu gibi bir
kanunun ilgası anlamında olmadığını vurgular. O'na göre bu anlam, sonradan hukukî
ihtiyaçtan dolayı geliştirilmiş ve bazı ayetlerin anlamlarından doğan farklılıkları
gidermek için kullanılmıştır. Müellif, bazı ayetlerin Allah'ın emri (vahiy) ile bazı
871
872
873
Necm, 53/21-23.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 88-89.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Quran, s. 89.
196
ayetlerle değiştirilmesinin söz konusu olabileceğini, Peygamber’in kendisinin herhangi
bir değişiklik yapmasının ise mümkün olmayacağı görüşündedir.874 Nitekim Hz.
Muhammed kendisinin Peygamber olacağını dahi tahmin etmemiştir.875
O, hem dönerler umuduyla vahiy ayetlerini “nesh” ederken hem de Allah’ın
emri olmaksızın böyle bir şeyin olmasının bir çelişki oluşturabilmesiyle ilgili
Peygamber’in takip ettiği yol ile Allah’ın vahyinin bazen birbirlerinden farklı tarzda
hareket ettiğine dair Kur’an’da işaretler olduğunu876 da belirtir.
Buraya kadar zikrettiklerimizden hareketle Fazlur Rahman'ın Kur'an'da
"nesh"in varlığını kabul ettiğini söyleyebiliriz. Fakat, onun nesih görüşü tefsir
literatüründe kullanılan nesih kavramından farklı bir içeriğe sahiptir. Zira O, neshi
Peygamber’in eyleminin düzeltilmesi olarak görmektedir. Nitekim onun nesihle ilgili
temel vurgusu, Peygamber’in uzlaşmaya yönelik tavırlarının "iptal" edilmesi
anlamındadır. Yoksa sonradan hukukçular tarafından kullanılan kanunun ortadan
kaldırılması anlamında bir neshin Kur'an'da bulunması müellife göre söz konusu
değildir. O'na göre bu, İslam düşüncesine sonradan dâhil edilen bir algılamadır. Ayrıca
müellifin nesihle ilgili verdiği garanik örneği, neshin şartları olarak kabul edilen nâsihin
önce mensûhun sonra gelmesi ilkesine de aykırıdır. Burada nesihle ilgili Fazlur
Rahman'ın algılamasına dair diğer bir nokta da Kur'an'ın ıslahatının tedrici olduğuna
dikkat çekmesidir. Bu ise nesihteki yok etme veya yerine başka bir hükmü getirme
iddiasından ziyade hükmün anlamının daraltılması veya genişletilmesini ifade
etmektedir. Genel olarak şu sonuca varabiliriz ki burada da görüldüğü gibi Fazlur
Rahman, İslam düşüncesinde kullanılan “nesih” kavramının anlamını değiştirmekte
başka bir ifadeyle kavramın içeriğini boşaltarak ona yeni anlamlar yüklemektedir. Böyle
bir şeye onu sevk eden düşüncenin kendi metodolojik tavrı olduğu söylenebilir.
C. Fazlur Rahman'ın Kur'an'ı Anlama ve Yorumlama Metodolojisi
874
Fazlur Rahman, age, s. 89-90.
Kasas, 28/85-86. Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 90.
876
Kıyamet, 75/16-19. İlgili ayetin bu şekilde okunmasının ancak zorlama olarak böyle bir anlamı ihtiva
edebileceği kanaatindeyiz.
875
197
Fazlur Rahman’ın çalışmalarına baktığımızda onun temel hedefinin, tefsirin
parçacı yapıdan kurtulup Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması üzerine bir bütünlüğe
(metodoloji) sahip olması gerektiği düşüncesinde olduğunu görürüz. Konuyla ilgili
öncelikle Fazlur Rahman’ın Kur’an tasavvuru üzerinde duracağız. Devamında Kur’an’ı
anlamanın gerekliliği konusundaki bazı tespitlerini zikredeceğiz. Bu; yorum yöntemine
giriş için uygun zemini hazırlayacaktır. Böylece onun üstünde durduğu Kur’an’ı anlama
ve yorumlama yönteminin temeli olan ikili hareket ortaya çıkarılacaktır. Son olarak
modern bir tartışma da olan tarihsel bir bilginin nesnel olarak bilinmesi meselesiyle
ilgili görüşlerini sunacağız.
1. Kur'an Tasavvuru
Fazlur Rahman Kur'an’ı lafız ve mana şeklindeki ikili bir yapı şeklinde değil,
sadece “anlama” üzerinden ele almaktadır. Kur'an'ı anlama ise, Peygamber’in hayatıyla
bağlantılı bir süreç olması sebebiyle daha önce de ifade edildiği gibi Kur'an'ın iniş
sürecini/nedenini bilmekle alakalıdır. Zira Kur'an/vahiy, "kalbine" inen Allah kelamıdır.
O'na göre bu nokta, yani vahyin Peygamberle ilişkisinin net bir şekilde ortaya
konamaması geleneksel İslam düşüncesinin temel bir problemidir.877 İşte Fazlur
Rahman’ın Kur’an tasavvuruyla ilgili vurgusu da Peygamberle ilişkilidir. Başka bir
ifadeyle Peygamber’in mücadelesi Kur’an tasavvurunu oluşturur.
Fazlur Rahman, Kur’an’ın muhatabı olan insanla kainat arasındaki farkla ilgili
kainata konulan kanunun cebrî/otomatik olduğunu, halbuki insanın seçme hürriyeti
sebebiyle ancak ahlakî bir kanunun muhatabı olabileceğini belirtir. Bu anlamda Kur’an,
doğru ve yanlışı birbirinden ayıran keskin bir ahlakî idrake sahip insan oluşturmayı
hedefler. Bu, “takva”878 diye isimlendirilir.879 Nitekim O’na göre Kur'an'ın ilgilendiği
ana konu, insan davranışlarıdır. Müellif Kur'an'a göre, düzenleyici Allah fikri ve ahiret
inancı olmadan, hiçbir gerçekçi ahlak sisteminin mümkün olamayacağını söyler.880
Ayrıca bu inançların ahlakî işlevi, bizzat dinî-ahlakî yaşantı için (bu ilkelerin) var
877
Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 30-33.
Fazlur Rahman’da bu kavram merkezî bir temadır. Bkz. Fazlur Rahman, “The Message end the
Messenger”, s. 44.
879
Fazlur Rahman, agm, s. 44.
880
O, konuyu Kant’ın “ilk sebep” kavramıyla bağlantılı olarak açıklar.
878
198
olmalarını gerektirir. Ve bu her iki inanç da "iman edilmesi" gereken sırf fikrî ilkeler
değildirler. Felaha ermek ve maddeten kalkınmak isteyen bir toplumun tâbi olması
gereken ahlak değerlerinin bağlanacağı nokta da bu aşkın noktadır.881 Dolayısıyla
Kur’an’ın ahlâkî hükümleri ortaya koyması demek, aynı zamanda Allah fikrini ve ahiret
inancını getirmesi demektir.
O, Kur’an’la ilgili iki şeyin çok açık olduğunu belirtir. Bunlardan biri
Kur’an’ın kendisini “insanlara yol gösterici”882 olarak tarif etmesidir. Kur’an vasıtasıyla
koyduğu emirlere göre Allah Teala insanların yaşamasını ister. Fakat bu emirler, hukukî
olmayıp umumiyetle ahlakîdirler. Dolayısıyla Kur’an’dan hüküm çıkarmak için önce bu
ahlakî öğretilerin iyi bir şekilde bilinmesi gerekmektedir. İkincisi ise Kur’an’ın bir
defada nazil olmayıp yirmi üç senelik bir sürede indirilmesidir. Özellikle sosyo-politik
hayatla ilgili olanlar, somut meselelerle içli dışlıdır. Dolayısıyla ayetlerin gerçek kastı
arka plan diye ifade edebileceğimiz “nüzûl sebepleri” ile ilişkilidir. Diğer taraftan,
Kur’an, bildirim ve emirlerinin ana sebep ve maksatlarını da belirtir. Bunların açık
olmadığı durumlarda ise ona göre arka plan bilgisi konuyu netleştirir. Yapılması
gereken şey ise, “Kur’an’ın ahlak felsefesini” teşkil edecek olan prensipler ya da
değerler açısından Kur’an’ın mantık ve hedeflerinin titizlikle incelenmesi ve sistematik
tarzda ortaya konulmasıdır. Bundan sonraki merhalede ise bu ahlaktan hükümler
istihraç edilebilir. 883
Fazlur Rahman, Peygamberle ilişkisinin bir göstergesi olarak Kur’an’ın,
Mekke ve Medine dönemindeki üslup ve konu farklılıklarına dikkat çeker. Kur'an,
Mekke döneminde ilk olarak tek tanrıcılık üzerinde durmuş, devamında gasbı
yasaklamak ve zekatı emretmek gibi sosyal ve iktisadi adalete vurgu yapmıştır. O, bu
yeni öğretiye, toplumsal güç odakları tarafından ticari menfaatlerine aykırı olması
sebebiyle direnişle cevap verildiğini, bunun üzerine vahyin, inanç esaslarından biri olan
ahiretin ve kıyametin varlığı ilkesini getirdiğini belirtir. Son hesaplaşmanın varlığına
yönelik bu tehdit, onlara bir cevap özelliği taşımaktadır. Böylece insanın yaptıklarının
ahlakî bir karşılığı olacağına dikkat çekilmiştir. Bu restleşme esnasında namazın farz
881
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 14.
Bakara, 2/185.
883
Fazlur Rahman, “Islamic Studies and the Future of İslam” , s. 129.
882
199
kılındığını hatırlatan müellif, namaz ve zekat gibi ibadetlerin ferde manevi bir kazanç
sağlamakla birlikte özellikle genç ve mücadele eden bir toplum için gerekli olduğunu
belirtir. Nitekim bu, ona göre İslam toplumunun bugüne kadar süregelen belirgin
özelliklerinden "kenetlenme ve dayanışma ruhunun" gelişmesinde önemli katkılar
sağlamıştır.884 Bu süreçte Peygambere ve Müslümanlara yapılan eza ve cefaya karşı
tarihî destek olarak Kur’an’da önceki Peygamber’in hikayeleri (kıssaları) zikredilir.
Müellif, kıssaların etki etmesi için Peygamber’in, kıssalarla ilgili malzemeler hakkında
tarihsel bilgiye sahip olmasını bir zorunluluk olarak görür. Çünkü O’na göre eğer böyle
olmazsa vahyin; kendisine anlatmak istediği şeyi anlaması mümkün olmazdı.885
Fazlur Rahman, diğer taraftan ahlak kanununun değişmeyeceğini, zira onun;
Allah'ın "emri' olduğunu belirtir. O’na göre insan, ahlak kanununu ne meydana
getirebilir ne de ortadan kaldırabilir. Bu durumda ona boyun eğmekten başka bir çaresi
yoktur. Müellif, boyun eğme hususuna İslam; hayattaki uygulamasına ibadet veya
"Allah'a kulluk" adını verir. Kur'an'ın ahlâk kanunu üzerine vurgu yaptığını belirten
Fazlur Rahman, bunun ise ancak, bilinmekle mümkün olacağını hatırlatır. Ancak
insanlar, hiç kuşkusuz, anlayış ve kavrayış güçleri bakımından, büyük ölçüde farklılık
arz ederler. O, burada ahlakî ve dinî kavrayış ile aklî kavrayış arasını ayırır. Çünkü ona
göre birinci tür kavrayışın kendi öz niteliği, "kavrayışla birlikte olağanüstü bir
ağırbaşlılık duygusu getirmesi ve konuyu önemli ölçüde şekil değiştirmiş olarak
bırakmasıdır. Dolayısıyla ona göre ahlakî kavrayışın dereceleri vardır. Farklılık sadece
farklı bireyler arasında olmayıp, belli bir bireyin derunî (iç) hayatı da bu açıdan farklı
zamanlarda değişiklikler gösterir.886
Fazlur Rahman, Hz. Peygamber’in insan olduğunu söylemekle birlikte
ortalama
genel
karakterinin
ve
fiilî
davranışının
bütününün,
genel
olarak
insanlarınkilerden çok daha üstün olduğunu söyler. O, sünniliğin de kabul ettiği “ismet
öğretisine” sahip çıkar. Bu anlamda Muhammed, tarihin tanıdığı bu türden tek insandır.
Bu nedenledir ki, onun bütün davranışı Müslümanlarca sünnet, başka deyişle,
"mükemmel örnek" sayılmıştır. Fakat bütün bunlarla birlikte, onun, bilindiği gibi, kendi
884
Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 15.
Fazlur Rahman, age, s. 15-16.
886
Fazlur Rahman, Islam, s. 32.
885
200
kendini aştığı, ahlak anlayışının son derecede keskin ve canlı olduğu ve böylece
bilincinin (şuurunun) ahlak kanunuyla aynılaştığı anlar bulunmaktaydı.887 Ancak Fazlur
Rahman burada bir uyarıda bulunarak ahlak kanunu ve dini değerlerin Allah'ın emri
olduğunu belirtir. Onlar Allah'la tamamen aynı olmasalar da, O'ndan bir parçadır.
Dolayısıyla Kur'an ona göre tamamıyla ilahidir. Ayrıca, olağan bilinç söz konusu olduğu zaman bile fikir ve duyguların onda rastgele dolaşması ve mekanik bir şekilde
kelimelere bürünebileceği hususu hatalı bir düşüncedir. Aslında duygular, fikirler ve
kelimeler arasında uzvi bir münasebet mevcuttur. Vahiyde, hatta şairin ilhamında, bu
ilişki o derece tamdır ki, duygu-fikir-kelime kendine özgü bir canlılığı olan karmaşık bir
bütündür. Hz. Muhammed'in ahlakî sezgiye dayalı kavrayışı en yüksek noktasına ulaşıp,
bizzat ahlak kanunu ile aynılaşınca, Kelam bizzat vahiyle birlikte verilmiştir. O halde
Kur'an, salt İlahi Kelam'dır. Fakat aynı ölçüde Hz. Muhammed'in iç kişiliği ile de
yakından münasebettedir. Ancak Hz. Muhammed'in Kur'an'la olan ilişkisi, mekanik bir
şekilde kavranamaz. Fazlur Rahman’ın ifadesiyle “ilahi Kelam Hz. Peygamber'in
kalbinden süzülerek” dışarı akmıştır.888
Bununla birlikte, eğer Hz. Muhammed, vahiy aldığı anlarda, ahlak kanunu ile
kendisini bir hissettiyse, onun mutlaka Allah'la, hatta O'nun bir parçasıyla aynılaşmış
olduğunu düşünmek gerekmez. Kur'an böyle bir şeyi kesinlikle yasaklamakta, Hz.
Muhammed de ısrarla bundan kaçınmaktadır. Öte yandan Müslüman adına layık herkes,
şirki en büyük günah olarak kötülemektedir. Bunun sebebi, hiç kimsenin "Ben ahlak
kanunuyum" diyememesidir. İnsanın ödevi bu kanunu dikkatle ifadelendirmek ve bütün
fizîkî, zihnî ve rûhî yetileriyle ona bağlanmaktır.889
Müellif, Kur’an’ın (vahyin) Peygamberden bağımsız olarak ele alınmasına
itiraz ettiğinden dolayı da konuyu Peygamber’in mücadelesine dolayısıyla Kur’an’ın
tarihi serüvenine getirir. O, Hz. Peygamber’in 13 senelik Mekke döneminde sürekli
mücadele ve tebliğ etmesine rağmen, eyleminin çıkmaza girdiğini belirtir. İşte bu sırada
Medine halkı, siyasî ve dinî başkan olarak onu davet etmişlerdir. Dolayısıyla Hz.
887
"İşte sana da emrimizden bir ruhla vahyettik. Sen Kitap nedir, önceleri bilmezdin. Fakat biz onu bir
nur (aydınlık) kıldık". Şûra, 42/52.
888
Fazlur Rahman, age, s. 32-33.
889
Fazlur Rahman, Islam, s. 33.
201
Peygamber’in ahlakî itibarı ve devlet adamlığı yeteneğinin Medinelileri kendi tarafına
kazandırmış olduğu muhakkaktır. Zira Medineliler zaten uzun bir süredir şehri etkisine
alan ve halkın hayatını tehlikeye sokan korkunç kabile savaşlarından kendilerini
kurtarabilecek birini arıyorlardı. Medinelilerle yaptığı görüşmelerden sonra O, küçük
fakat sadık bir gurup ile Medine’ye hicret etti.890. Peygamber Medine'de, Yahudiler ve
Müslümanlar arasında bir antlaşma yapmasına rağmen kısa bir süre sonra Yahudilerle
arası açılmıştır.891 Yukarıda zikrettiklerimizi Fazlur Rahman, Mekke döneminin sona
erip Medine döneminin başlaması ve bunun Kur’an’a yansımasının sürecini anlatmak
için bir giriş olarak sunar.
Fazlur Rahman, Peygamber’in Medine’deki mücadelesini, savaş stratejisi,
Yahudi ve Hristiyanlarla olan ilişkiler şeklinde iki başlıkta değerlendirir.892 O’na göre
Hz. Muhammed; savaşmayıp, amacını barışla elde edebilseydi, mutlak sûrette savaşa
başvurmazdı. Hatta saldırıya uğradıkları zaman bile, aslında Müslümanlara sadece aynıyla karşılık vermeleri emredilmiş, (َ‫" )وَﻟَﺌِﻦ ﺻَﺒَﺮْﺗُﻢْ ﻟَﮭُﻮَ ﺧَﯿْﺮٌ ﻟﱢﻠﺼﱠﺎﺑِﺮﯾﻦ‬ama sabır yine de daha
iyidir"893 denmiştir. Hz. Peygamber sadece savaş kaçınılmaz olduğu zaman savaşmıştır.
Bunun sebebi, İslam'ın amacının mutlak bir emir olarak gerçekleştirilmesinin
zorunluluğudur. Bunun için ise sadece tebliğ değil, sosyal ve siyasi güçlerin de harekete
geçirilmesi lüzumludur. İşte tam bunun içindir ki, Hz. Peygamber'in Medine'deki hayatı,
İslam dininin siyasetle bir uzlaşması olmaktan uzak olup, onun Peygamberliğinin zarurî
bir sonucudur.
Hz. Peygamber'in Medine'de uyguladığı mücadele yöntemi, Mekke'de
bulunduğu sırada da olduğu gibi ilk hedef olarak Mekke'yi İslam davasına kazanmayı
ve Mekke'den dışarıya doğru yayılmayı öngörüyordu. Fazlur Rahman, bunun delili
olarak İbn Haldun’un asabiye teorisini hatırlatır. Nitekim Mekke devrinin ilk sıralarında
890
Fazlur Rahman, age, s. 18.
Fazlur Rahman, age, s. 20. Fazlur Rahman, kıblenin Kudüs olmasının Medinedeki bu sürtüşme sonucu
olduğu tezine yönelik bunun; aksine Kudüs'e yönelmenin Mekke müşriklerinin yoğun baskılarının
yaşandığı dönemde söz konusu olduğunu düşünür. Bu, O’na göre o dönemdeki Müslümanlarla
Müşrikler arasındaki ayrımı belirtmek içindir. Bkz. Islam, s. 20. Nitekim Müsteşrikler; Hz.
Muhammed’in Kıblenin Kudüs olarak kabul etmesinin Yahudilerle arasını iyi tutmaya yönelik bir
eylem olduğunu iddia ederler.
892
Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 18-28.
893
Nahl, 16/126.
891
202
bile Kur'an'da Hz. Peygamber'den ilk olarak "en yakın akrabalarına" ve "kabilesine"
durumunu açması kesin bir dille istenmiştir. Burada O’na göre milli denebilecek hiçbir
şey bulunmayıp, sadece ahlakî bir dava uğruna tarihin fiili güçlerinin basit bir kullanımı
söz konusudur.
Fazlur Rahman, Kur’an’ın; Peygamber’in şahsıyla bağlantısını belirtmesine
rağmen İslam’ın “milli” bir din kabul edilemeyeceğini söyler.894 Bu konuda
Peygamber’in; Arap olmayan milletlerin krallarına gönderdiği İslam’a davet
mektuplarını delil olarak gösterir. O’na göre her ne kadar bu mektupların, aslına uygun
bir biçimde kopyalanmış olması mümkün olmayıp, tetkike muhtaç olsa da Hz.
Peygamber'in Habeş Kralı'nı, Mısır Valisi Mukavkıs'ı, Bizans ve Iran İmparatorlarını
İslam'a davet eden mektuplar gönderdiği iddiasının doğruluğunu kabul eder.895
Fazlur Rahman’ın ahlakî düzen kurmaya yönelik bu vurgusuna rağmen o,
bunun yasamaya yönelik bir takım hükümler içerip içermediği sorusuna olumlu cevap
verir ve şöyle der: “Temelde Kur'an bir ahlakî rehberlik belgesi olsa da -ki Kur'an,
kendini insanlığın rehberi olarak adlandırır- O, aynı zamanda, belirli ölçüde yasamayı
da içermektedir. Bu yasamanın önemli bir bölümü namaz, ramazan orucu, yetişkin,
zengin ve sağlıklı olmak koşulu ile her Müslümanın, hayatında bir kez farz olan Hacc
gibi ibadetleri nasıl yapacağı ile ilgilidir.”896
Ancak Fazlur Rahman, yasama ile ilgili hükümleri tarihsel veri olarak dikkate
alır. Yani hükümlerin bizatihi kendisi “anlamlı” olmayıp, bunlardaki illet ve hikmetlerin
nazar-ı itibare alınmasını vurgular. Zira illet ve hikmetin tespitine yönelik Kur’an’dan
çıkarımda bulunmanın mümkün olduğunu düşünür.897 Burada Fazlur Rahman’ın
yasamayı Kur’an’ın merkezî figürü olarak görmediğine dikkat edilmelidir. Nitekim O,
Kur’an’ın ezeliliği, ebediliği ve ilahiliği ile hukuksal içeriğinin ezeliliğini birbirinden
894
Fazlur Rahman, Islam, s. 18.
Fazlur Rahman, age, s. 24.
896
Fazlur Rahman, “ Message and the Messenger” s. 46.
897
. Fazlur Rahman, “İslam Hukuk Metodolojisini Yeniden İnşaya Doğru”, İslami Yenilenme II, s. 93-94.
895
203
ayırır.898 Bu, ahlakî bir toplum oluşturulmasında, tarihsel durumlara yönelik bir
zindeliği canlı tutmanın örnekleridir.
Fazlur Rahman, Kur’an algısıyla ilgili son olarak, Kur’an’ın da teyit ettiği
gibi899 Hz. Muhammed’in tek mucizesi olduğunu kabul eder.
Sonuç olarak müellif, Kur’an’ı teosantrik (Allah merkezli) bir kitap olarak
kabul etmekle birlikte onu, Peygamber’in örnekliği ışığında ilahi/ahlakî emirleri ortaya
koyan bir kelam olarak kabul eder. Bu düşünceye göre Peygamberden bağımsız
Kur’an’ın varlığının mümkün olmaması sebebiyle onun mücadelesi de, Kur’an
tasavvurunun temelini oluşturur. Bu tasavvur, sabit olmayıp “örnekliğin” arkasındaki
ahlakîliğin (evrensel) net bir şekilde ortaya konması amacına matuf bir eylemdir.
2. Kur’an’ı Anlamanın Gerekliliği
Fazlur Rahman'ın Kur’an’ı anlama ve yorumlama metodolojisinin, sadece
"Tefsir"le sınırlı olmadığını, İslami ilimlerin bütününe yönelik bir gayreti içerdiğini
söylemeliyiz. Bu, aynı zamanda tarih boyunca islami ilimlerde var olduğunu iddia ettiği
"parçalı" yapının ortadan kaldırılması amacına yöneliktir.
Tarihsel anlamda Fazlur Rahman'ın çalışmalarına baktığımızda onun ilk olarak,
İslamın temel kaynakları üzerine eğildiğini görürüz.900 Müellif, öncelikle Hadis'in
değeri ve otantikliği üzerine değerlendirmelerde bulunur.901 Bu, aynı zamanda sünnet
kavramının anlamıyla bağlantılı oluşan içtihad ve icma kavramlarını da incelemeyi
içerir. Zikredilen bu iki kavramın kaynak değerine yönelik eleştirilerde bulunan Fazlur
Rahman, İslam’ın Kitap dışındaki temel kaynaklarını bir "eleştiri" süzgecinden geçirir.
O, Hadis/sünnet, İcma ve Kıyas gibi kaynakların sadece tarihsel olarak algılanmasını
değil, aynı zamanda bununla da bağlantılı olarak "kaynak" değerini tartışma konusu
898
Fazlur Rahman, “Eyüp Han Döneminde Bazı İslamî Meseleler”, (çev. Adil Çiftçi), İslamî Yenilenme,
Makaleler IV, s. 106.
899
Bakara, 2/23; En’am, 6/ 33-35; Hud, 11/13; İsra, 17/59.
900
Fazlur Rahman'ın, doktora sonrası İslami ilimlere yönelik ilk çalışması, "İslamic Methodology in
History" (Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu) adını taşımaktadır.
901
Zikredilen çalışma, isminden hareketle İslami ilimlere yönelik bir metodoloji çalışması intibaını
vermekle birlikte aslında Hadis ve Sünnetin ve bunlarla bağlantılı olan icma ve içtihad kavramlarının
tarihsel süreçteki anlamını tespit etmeye yöneliktir.
204
yapar. Burada sorgulananın Peygamber otoritesi olmadığını belirtmemiz gerekir. O,
hadis’in tarihi süreçte yaşadığı değişimden hareketle eleştirisini yapmaktadır. Başka bir
ifadeyle sonuçtan sebebe giderek hadisi eleştirmektedir. Fakat Kitap/Kuran söz konusu
olduğunda onun "kaynak"lığını tartışma konusu yapmaksızın tarihsel algılanmasına
yönelik eleştirilerde bulunur. Kaynakların değerine yönelik eleştiriler ise Fıkıh
metodolojisinin
yeniden
inşasını902
bir
zorunluluk
haline
getirmiştir.
Fıkıh
metodolojisinin yeniden inşası, tek geçerli kaynağın Kur'an olması sebebiyle aynı
zamanda Tefsir ilminin (Kur'an) metodolojisini de ortaya çıkarır. Dolayısıyla temel
kaynak olarak ortaya çıkan Kur'an'a yönelik bir metodoloji oluşturma aynı zamanda
İslami ilimlere yönelik bir metodoloji oluşturmayı da içerir. Böylece Fazlur Rahman'ın
metodolojisinin/düşüncesinin son halkasını Tefsir (Kur'an) oluşturmaktadır, denilebilir.
Nitekim onun çalışmalarına yönelik tarihsel bir bakış da bunu net bir şekilde gösterir.903
Yukarıda belirttiğimiz gibi Fazlur Rahman'ın tefsir metodolojisinin konu
nesnesi olan Kur'an'ı, kaynak noktası açısından değil, tarihsel algılanması açısından
değerlendirmesini açıklamamız, Tefsir metodolojisinin gerekliliği açısından önemlidir,
diye düşünüyoruz. O; geleneğin, Kur’an’ın temel bütünlüğünü anlama noktasında
başarısızlığı ile birlikte, tatbikatta hüküm çıkarmak için çeşitli ayetlerin kelimelerini
(Kur’an’ın bütünlüğünden kopararak) yalnız başlarına kullanmakta ısrar ettiğini belirtir.
Bu “parçacı” (atomistic) yaklaşımın sonucu, özelikle içeriği hiç de hukukla ilgili
olmayan ayetlerden, çoğu zaman hukukî hükümler çıkarılmasıyla neticelenmiştir. 904
O'na göre İslam düşüncesi tarihinde felsefeciler ve çoğu zaman da sufiler,
Kur’an’ı bir bütün olarak anlamışlardır. Fakat bu, Kur’an’a ve genel olarak İslam’a
dışarıdan, biraz da zorla dayatılmıştır. Yoksa söz konusu bu bütünsel yaklaşım, bizzat
902
"Islamic Methodology in History" adlı çalışmada ilk unsurlarını gördüğümüz bu metodolojik tespit ve
değerlendirme asıl olarak kendini 1979 yılında New York University Journal of İnternational Law and
Politics" dergisinde yayınlanan "Towards Reformulating the Methodology of İslamic Law: Sheikh
Yamani on 'Public İnterest' İn İslamic Law" adlı makalesinde ortaya koymaktadır.
903
İslami ilimlerle ilgili ilk çalışmalarından biri olan "İslam" adlı çalışmasının Tefsir'in konu nesnesi olan
Kur'an'la ilgili temelde bir durum tespiti olduğunu belirtmeliyiz. Dolayısıyla bu eserini metodolojik
anlamda dikkate almayacağız. Onun; özellikle tefsirle ilgili çalışmalarının ilki olan "Major themes of
the Quran", (Ana Konularıyla Kur'an) adlı çalışmasının 1979 senesinde; devamında Tefsirle ilgili
metodolojisini tam olarak ortaya koyduğu eseri "Islam and Modernity: Transformation of an
İntellectual Tradition" (İslam ve Çağdaşlık: Fikri Bir Geleneğin Değişimi) adını taşıyıp 1982 yılında
yazıldığını görüyoruz.
904
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 3.
205
Kur’an ele alınıp incelenerek ondan çıkarılmış değildir. Tümüyle Kur’an’a karşı olduğu
söylenemezse de, kuşkusuz ona yabancı olan ve çoğu zaman da onunla bağdaşmayan
bazı düşünce sistemleri veya fikrî eğilimler, dış kaynaklardan alınıp benimsenmiştir.
Bunlar, bir dereceye kadar İslamî düşünce yapısına uyarlanıp dînî terminoloji ile de
ifade edilmiştir. Fakat bu zayıf cila, bu fikirlerin temel yapısının Kur’an’ın bizzat
kendisinden alınmadığını gizleyememiştir. 905
Fazlur Rahman'ın burada zikrettiğimiz İslamî düşüncenin Kur'an'dan hareketle
oluşturulmadığı tezi, Kur’an’a yeni bir yaklaşım oluşturulması açısından çok önemlidir.
Zira bu, ona göre İslam düşüncesinin meşruiyetini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan
O, düşünme eylemini, bireysel bir tavırdan ziyade toplumsal bir eylem olarak kabul
etmesi sebebiyle İslam düşüncesinin toplumsal olarak oluşturulmasının gerekliliğini
vurgulamış olur. Düşüncenin toplumsal oluşumu, bireyselliği/subjektifliği ortadan
kaldırır. Dolayısıyla bu anlamda da ona göre metodoloji zorunluluk halini alır.
İslamın günümüz dünyasında inanç ve davranış sistemi olarak canlılık ve
geçerliliği, onların düşünsel zeminde canlanmasıyla mümkündür. Bu da İslamın;
Müslümanlardan bugün ne istediğine dair net bir bilgiye ulaşılmasıyla mümkündür.
Fazlur Rahman, bunun; bütün alanlarıyla “şeriat”ın Kur’an ışığında yeniden bir
değerlendirmeye tabi tutulmasıyla mümkün olacağını belirtir. Bu da açıktır ki sistemli
ve kapsamlı bir yorumlamayla mümkün olacaktır.906
Buraya kadar zikrettiklerimiz ışığında Fazlur Rahman’a göre Kur’an’ı anlama
Metodolojisinin bir zorunluluk olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim O, Müslüman’ın
çağdaş dünyadaki sorunlarına cevap verebilecek bir yorum bilim metodunun
geliştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtir. Bu yeni metot, ona göre tamamen
Kur’an’ın anlaşılması yönü ile ilgilenmeli, estetik güzelliği ve edebi üstünlüğü gibi
yönleriyle vakit kaybetmemelidir. Zaten ona göre vahiy mahsulü olan bütün kitaplar,
birer sanat şaheserleri olup, güzellik ve yücelik ilham etmektedirler.907 Fazlur
905
Fazlur Rahman, age, s. 3.
Fazlur Rahman, “Islamic Modernism: Its Scope, Method and Alternatives”, International Journal of
Middle East Studies, I/4. (October 1970) s. 329.
907
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 4.
906
206
Rahman'ın metodolojiyi sadece "Kur'an'ın anlaşılması" üzerine oluşturması ileride
değerlendirmede görüleceği üzere Molla Fenari'den ayrıldığı temel unsurlar arasındadır.
Kendisini Neo-Modernist olarak tanımlayan Fazlur Rahman, metodolojisini
oluşturma aşamasında tarihsel duruma yönelik tespitle işe başlar. Zira ona göre "klasik
modernizm"; önemli bir takım açılımlar sağlasa da daha sonra yöntemini ve temel
prensiplerinin sonuçlarını tam olarak ortaya koyamaması nedeniyle yeni ihyacılığın
oluşumuna sebep olmuştur.908
Fazlur Rahman’a göre Modern dönemde Batı ile sağlıklı bir ilişki kurabilecek
özgüvene sahip olan kişinin ilk yapması gereken şeyin, İslam düşünce tarihinde
oluşmuş olan kelam ve hukukun tam olarak bugünkü sorunlarımıza bir çözüm
üretemeyeceğinin farkında olmasıdır. Müellif, burada "tam olarak" ifadesine özellikle
dikkat çekerek bunun bir takım olumlu noktalar içereceğinin farkında olunmasının altını
çizer. Fakat diğer taraftan içtihat kavramının, metodolojinin karşısına bir alternatif
olarak sunulmasına da kuşku ile bakar. Zira içtihat eyleminde artık mutlak anlamda bir
içtihattan söz edilemeyeceğini ve onun, düşünen zihinler için çoğulcu bir yapıda olması
gerektiğini belirtir. Elbette bunlardan bir kısmının ön plana çıkabileceğini belirten
Fazlur Rahman, ancak genel bir uzlaşmanın söz konusu olabileceğini belirtir. O,
İslam’ın ilk dönemindeki uygulamanın da bundan ibaret olduğunu belirterek içtihadın
Kur'an'ın kendisinden daha kutsal kabul edilemeyeceğini söyler. Aynı şekilde burada
rastgele, keyfi bir içtihadın da olmaması için sistematik bir yöntemin zorunlu olduğunu
vurgular. Böylece hem bilimsel sağlamlık elde edilmiş hem de keyfîlikten kaçınılmış
olunacaktır. Dolayısıyla Fazlur Rahman’da Kur’an’ı anlama bireye bağımlı bir eylem
olmayıp toplumu yani geneli içine alan bir yapıda olmak zorundadır. Bu anlamda
müellif, içtihat kavramının metodolojinin yerini doldurmasının mümkün olamayacağı
kanaatindedir.
3. Yorum Yöntemine Giriş
908
Bkz. Fazlur Rahman, “Islam: Challenges and Opportunities", s. 323-324. İkinci nokta daha önce de
belirtildiği üzere onların söylemlerinin Batıda çıkması sebebiyle Batıcı ve Batılılaştırıcı oldukları
şeklindeki eleştiridir. Bkz. agm, s. 324.
207
Kur’an’ı yorumlama metodu geliştirmeye çalışmak niçin İslam düşüncesinin
(islamic intellectualism) merkezindedir? Fazlur Rahman bu soruya şöyle cevap verir:
“Zira Kur’an’ı, Müslümanlar Hz. Muhammed’e kelimesi kelimesine indirilen Allah
kelamı olarak kabul ederler. Ayrıca Kur’an, önceki kitapları kabul ettiğini ve onların
hakikatini içerdiğini belirterek, tüm insanlar için en mükemmel hidayet rehberi
olduğunu kabul etmektedir.”909 O, Kur’an’ın; Peygamber’in zamanındaki ahlakî ve
toplumsal durumlara ve özellikle onun zamanında ticaretle uğraşan Mekke toplumunun
sorunlarına Peygamber’in zihni aracılığıyla gönderilen ilahi bir cevap olduğunu
söyler.910 Bazen Kur’an, sadece bir soruya, ya da bir meseleye cevap vermekle yetinir.
Ancak genellikle bu cevaplarda gelen hükmün illeti (ratio legis) açık, ya da üstü kapalı
olarak zikredilmiştir. Bununla beraber, bazı genel kanunlar da vaz edilmiştir. Ancak
sadece cevapların verildiği durumlarda dahi, bunların illetlerini (reasons) anlamak ve
neticede bunların ortamını yeterince inceledikten sonra, bunlardan hüküm çıkarmak
mümkündür. Nitekim müfessirler çoğu zaman, hükümlerin arka planını teşkil eden
ortamı (esbab-ı nüzûl) oldukça kolay anlaşılabilir bir şekilde açıklamışlardır.911 Fazlur
Rahman, böylece bütünlüğün nerede oluşması gerektiğine cevap vermektedir. Bu da
ona yönelik bir yöntem geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Fazlur Rahman, usul (method) ve yorumbilim (hermeneutics) gibi temel
sorunların, Müslümanlar tarafından doğrudan ve açık bir şekilde ele alınmadığını
söyler. Belli bir dünya görüşünü ortaya koyabilecek bir bütünlük içerisinde
anlaşılamamasından dolayı uğranan en büyük kayıp, ona göre Kelam’da olmuştur. Zira
Kelam, Kur’an dışı yabancı unsurları dikkate alarak bütünlüğü oluşturmak bir yana
dışarıdan dayatılmasıyla Müslümanları yüz yüze bırakmıştır. Müellif, Fıkhın ise Kur’anî
bütünlüğün oluşmamasının getirdiği problemleri içermekle birlikte kendi içinde başarılı
olduğunu da ifade eder.912 Başka bir deyişle Fazlur Rahman, İslam düşüncesinde Kur’an
909
Bkz. Yusuf, 12/111; Yunus, 10/37; En’am, 6/114.
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 5.
911
Fazlur Rahman, age, s. 5-6.
912
Fazlur Rahman, bu başarının nedenini kısmen, ilk nesil Müslümanlarının gerçekçi olmasına bağlar.
Zira ilk Müslümanlar, İslam hukukuna hammadde teşkil eden unsurları fethettikleri ülkelerin adet ve
geleneklerinden alıp, gerekli gördükleri yönlerini Kur’an’ın ışığı altında değiştirerek Kur’an ile
bütünleştirdiler. Fakat Kur’an’dan doğrudan soyut bir hüküm çıkarmaya yöneldiklerinde başarısız
olmuşlardır. Bkz. Islam and Modernity, s. 2.
910
208
merkezinde bütünsellik algısının olmamasının özellikle Kelamın kısmen de Fıkhın
etkilenmesiyle sonuçlandığını vurgular.
Tarihsel anlamda Felsefeciler ve Sûfilerin bir “bütünlük” oluşturmakla birlikte
bu bütünlüğün Kur’an’dan hareketle oluşmaması sebebiyle oldukça zayıf bir yapıya
sahip olduğunu belirten913 Fazlur Rahman, modern dönemde Kur’an’ın “bütün”lüğünün
daha da zayıfladığını belirtir. Bunda çağdaş fikir akımlarının baskısı ve İslam
toplumunun değişmesi ile ortaya çıkan durumların zorlaması yanında, ülkelerinin işgal
edilmesi sebebiyle ortaya çıkan kopukluk ve onların fikirlerinin benimsenmesi de etkili
olmuştur. Diğer taraftan O, çağdaşlığa şiddetle karşı çıkan ve yenilenmekten ziyade
savunmacı bir yapıya sahip olan kimselerin de ortaya çıktığını belirtir.914
Fazlur Rahman, Kur’an’a inanıp, bireysel ve toplumsal planda onun gösterdiği
şekilde yaşamak isteyenlerin kendi eylemlerinde anlamlı ve tutarlı olmalarının ancak
onun mesajını anlamalarıyla mümkün olacağını söyler. Bu mesajı anlamak ise
Kur’an’ın yorumuna dair bir yöntem oluşturulmasıyla söz konusu olabilecektir. Fazlur
Rahman, anlamanın; kavramakla (cognitive) bağlantılı bir süreç olması sebebiyle
sadece Müslümanların değil, aynı zamanda samimi ve iyi niyetli olmaları şartıyla gayr-i
Müslimler için de imkân dâhilinde olduğu görüşündedir.915
Fazlur Rahman’ın vurgulamak istediği şey, saf kavrayış (pure cognition)
değildir. Aksine değerlerle iç içe girmiş bir kavrayıştır. Nitekim onun üzerinde durmak
istediği konu, değerler yani değerlerin anlamı ve yorumudur. Ancak hiç iman olmadan
da sadece doğru bir anlayışla “tarihi değerleri” kavramak mümkündür. Ahlaki
diyebileceğimiz bütün değerler tarih üstü yani “aşkın” bir varlığa sahiptirler. Burada
değerin tarihsel anlamda var olup daha sonra ortadan kalkmasından bahsedemeyiz. Yani
onlar anlamlarını tüketip bitirmezler.916 Dolayısıyla burada kastedilen değerler, belli bir
dönemle sınırlı olmayan “evrensel” değerlerdir. Fazlur Rahman, ahlakî değerlerin aşkın
913
Bkz. Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 3.
Fazlur Rahman, age, s. 4.
915
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 4;
916
Fazlur Rahman, age, s. 4-5.
914
209
ve evrensel olmakla birlikte tarihsel olarak tezahürlerinin bilinebileceğini düşünmesi
önemli bir noktadır.
Ancak bu durum, yani ahlakî hükmün tarihsel tezahürlerini bilmenin dışında
ayrıca evrensel ahlakî değerleri bilmeyi de doğurur mu sorusu Fazlur Rahman
tarafından cevaplanmamış gözükmektedir. Ahlakî değerin tarihsel tezahürü yanında
arkasındaki illet başka bir ifadeyle evrensel ve aşkın değer bilinmiş olmaz mı? Bu
soruya verilen cevap evet ise –ki O, bunu ihsas ettirmektedir-o takdirde bu değerlerin
aşkınlığı başka bir ifadeyle bilişsel (cognitive) olmayan yönü neresidir?917
Bu bilgilerin ışığında Fazlur Rahman’ın Kur’an’ı yorumlama metoduna
başlayabiliriz. Burada ilk olarak onun yorumlama metodunu ortaya koyan “ikili
hareket” görüşünü ele alacağız.
4. Kur’an’ı Anlamada İkili Hareket
Fazlur Rahman, Kur’an’ın indiği ortamın kabile yapısı merkezinde oluşmuş bir
topluluk olduğunu, bugünün ise endüstrileşme sonucu oluşan bir topluma işaret ettiğini
vurgular. O, tarihsel bir metin olarak ortaya konan Kur’an’ın, indiği toplumun
özelliklerinin birebir modern döneme getirilmesinin Kur’an’la elde edilmeye çalışılan
doğru bir ilişkiyi ortaya koyamayacağını düşünür.918 Böylece o, doğru bir ilişkinin
oluşumu için gerekli olan ve “ikili hareket” diye ifade ettiği hermeneutiksel süreci
önerir.919 Buna göre önce, zamanımızdan Kur’an’ın indirildiği zamana gitmeli; sonra
tekrar oradan, kendi zamanımıza dönmeliyiz.920 İşaret edilen iki hareketten birincisi iki
aşamayı içerir: İlk aşama bir ayetin tarihi ortamını ve çözüm getirdiği sorunu iyice
araştırarak, onun delalet(ler)ini veya manasını anlamaktır. O, belli bir ayeti incelemeye
917
Fazlur Rahman’a yönelik eleştiriler için bkz. Aref Ali Nayed, “İslam Modernizmi ve Hermönetik:
Fazlur Rahman Örneği”, İslam ve Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 266.
918
Fazlur Rahman, “Interpreting the Qur’an”, s. 49. Inquiry, Mayıs, 1986.
919
İkili hareketin açıklaması için bkz. Marry Catherine Jesse, A Modern Muslim Intellectual: The
Thought of Fazlur Rahman with Special Reference to Reason, s. 73-95. Adil Çiftçi, Fazlur
Rahman ile İslam’ı Yeniden Düşünmek, s. 115-145.
920
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 5.
210
başlamadan önce Kur’an’ın nazil olduğu çevreyi de kapsayan daha geniş bir alanı
dikkate almayı gerekli görür.921
Böylece birinci hareketin ilk aşaması, hem Kur’an’ın bir bütün olarak ne
demek istediğini anlamak ve hem de özel durumlara cevap teşkil eden belli tikel
ilkelerini kavramaktan ibarettir. İkinci aşama ise Kur’an’ın belirli özel cevaplarını
genelleştirerek, onları genel ahlakî-toplumsal amaç/hedeflerin ifadeleri olarak ortaya
koymaktır. Bu genel ilkeler, toplumsal ve tarihî arka planı içinde incelenen belli
ayetlerden ve çoğu zaman bu ayetlerde zikredilen hükmün illetlerinden (rationes legis)
“süzülerek” çıkarılır. Aslında birinci aşama, yani tek tek ayetleri iyice anlamak, ikinci
aşamaya işaret eder ve bizi oraya götürür. Bu her iki aşamada da Kur’an’ın bir bütün
olarak ortaya koyduğu öğretinin mahiyeti, yeterince göz önünde tutulmalıdır ki, belli
ayetlerden anlaşılan mana, çıkarılan kanun ve ileri sürülen fikir, Kur’an’ın diğer ayetleri
ile tutarlı ve uyumlu olsun. Zira Kur’an bir bütün olarak belli bir hayat tarzı telkin
etmekte ve somut bir dünya görüşü içermektedir. Kur’an aynı zamanda, öğretisinin
kendi içerisinde herhangi bir çelişki içermediğini, tam aksine tutarlı bir bütün
oluşturduğunu da ileri sürer.922
Fazlur Rahman, Kur’an’ın öğretisinin metafiziksel yönünün, tarihsel yaklaşıma
kolayca izin vermese de sosyolojik yönünün buna uygun olduğunu belirtir. Her şeyden
evvel Kur’an, kronolojik düzende incelenmelidir. Önce ilk vahiyler incelenmeli, bu
sonraki kural ve yasaların anlaşılması noktasında bir kavrayış kazandıracaktır. Böylece
Kur’an, Muhammed’in hayatı ve mücadelesi vasıtasıyla kendisini açacaktır. Bu yöntem
sayesinde Fazlur Rahman, ayrıntıların anlamını belirlemek bir yana, Kur’an’ın topyekün
mesajının genel kastını da sistemli ve bütüncül tarzda açığa çıkarma imkanı vereceğini
düşünür. Sonraki süreçte Kur’an’ın hukûkî bildirimleri ile bu bildirimlerin yerine
getirmesi beklenilen hedef ve gayeler arasında bir ayrım yapılmalıdır. Burada öznellik
söz konusu olabilir. Ancak O, bu hususun, özellikle hüküm ayetlerinin sebeplerini de
bildirmesi sebebiyle aşılabileceği görüşündedir. Müellife göre Kur’an’ın sosyolojik
şartları, yani Peygamber’in hareket ettiği ve faaliyet gösterdiği ortam kesinlikle göz
921
Fazlur Rahman, age, s. 6. O, buna İslam’ın doğuşu esnasında Arabistan’daki ve özellikle Mekke şehri
ile civarındaki hayat bütün yönleri ile dahil eder.
922
Fazlur Rahman, age, s. 6.
211
önünde tutularak Kur’an’ın hedefleri anlaşılmalı ve belirlenmelidir. Çünkü bu, öznel
yorumlara son verebilecek en iyi yöntemdir.923
Fazlur Rahman, yorum ve anlama farklılıklarının bu sosyolojik yaklaşımda da
söz konusu olabileceğini hatırlatarak buna rağmen bu yaklaşımın çözüme götürecek tek
yol olduğunu vurgular. Ayrıca bu sosyolojik yaklaşımın Allah kelamının ebediliği ve
ilahi hukuk konularında bir takım sorunlar ortaya çıkartabileceğini söyleyen Fazlur
Rahman, Allah kelamının ebediliğini kabul etmekle birlikte hukukî hükümlerin lafzının
ebediliği söz konusu olduğunda toplumsal düzenlemelerin bir ahlakî bir de özel
hukuksal boyutu olduğunu ve bu hukuksal boyutun kelamın ebediliği ile yedinci asır
Arabistan’ının fiili çevresel şartları arasında karşılıklı bir ilişki içinde olduğunu belirtir.
O’na göre bu anlamda çevresel şartların değişeceği de göz ardı edilemez.924
Müellif, ileri sürdüğü Kur’an’ı anlama çabasının mahiyeti ve uygulanabilirliği
hakkında bazı noktalara işaret eder: “Hemen şunu belirteyim ki (dil, gramer ve belagat
vs. ile birlikte) Müslümanların –özellikle de ilk nesil Müslümanlarının- görüşlerini
incelemek yararlı olacaktır. Fakat onların görüşleri, yukarıda özetlediğimiz nesnel
malzeme yanında ikincil kalmalıdır. Çünkü Kur’an’ın geçmişteki tefsirleri, her ne kadar
onu anlamamıza yardımcı olurlarsa da, onların doğrulukları bile Kur’an’ın kendisinden
edinilen anlayışla değerlendirilecektir. Böyle bir yaklaşım için birkaç sebep vardır:
Birincisi, Kur’an’ı bir bütün olarak anlamak için çok az çaba sarf edilmiştir. İkincisi,
zaman içerisinde farklı görüşlerin ve ön yargıların doğması, gelişmesi ve katılaşması ile
öznel yorumlar çoğalmıştır. Bu nedenle ona göre tarihî gelenek, Kur’an’ın yeniden
anlaşılmasında yardımcı olmaktan ziyade, bu yeni anlayışın değerlendirme konusu
olacaktır.”925
Fazlur Rahman’ın önerdiği yorum bilim metodundaki ilk hareket, (özelden
genele) Kur’an’ın bazı ayetlerinden onun genel ilkelerinin, değerlerinin ve uzun vadeli
gayelerinin ortaya çıkarılıp sistemleştirilmesiyle ilgilidir. İkinci hareket ise, bu genel
görüşün, kendi zamanımızda formüle edilerek uygulanmasıdır. Yani çıkarılan genel
923
Fazlur Rahman, “Islamic Modernism: Its Scope, Method and Alternatives”, s. 329.
Fazlur Rahman, agm, s. 330-331.
925
Fazlur Rahman, Islam and Modernity; s. 6-7.
924
212
ilke, şu andaki somut toplumsal-tarihsel ortamla uyum sağlayacak bir şekilde
bütünleştirilmelidir. Bu da, yine şu andaki durumu çok iyi incelememizi ve onu
oluşturan çeşitli unsurları çok iyi tahlil etmemizi gerektirir. Böylece O’na göre mevcut
durumu değerlendirebilir ve onda gereken değişiklikleri yapabiliriz.926
Bu iki hareketin, her bir hareketini başarılı olarak uygulayabildiğimiz ölçüde,
Kur’an’ın emirleri ve yasakları zamanımızda yeniden canlılık ve etkinlik kazanacaktır.
Bu durumda ona göre ilk hareket, temelde tarihçiye düşen bir görev olduğu halde,
ikincisi açıkça sosyal bilimcinin aracılığını gerektirmektedir. Fakat asıl “etkin
yönlendirme” (effective orientation) ve “ahlak mühendisliği” (ethical engineering)
görevi ahlakçının işidir.927
Fazlur Rahman, bu ikinci harekette görevi sosyal bilimcilere iletir. Fakat onun
kastettiği sosyal bilimci salt tasvîrî bir tablo oluşturmamalıdır. Zira onun hedefi
toplumun yeniden inşası yani sosyal mühendisliktir. Sosyal mühendisin temel görevi
modern dönemde oluşan “seküler faydacılığı” yok etmek olmalıdır. İslam’ın ana görevi
sağlam bir ahlakî toplumsal düzen kurma olmuştur. Bu işlemde de başta olan
maneviyatı yani ahlakıdır. Dolayısıyla o, bu dünyada dindarlık olup bu dünya için
dindarlık değildir. Ekonomik refah ve tabiatın insanî hedefler için kullanılması bu
ahlakın ayrılmaz parçasıdır. Ahlakî temele dayalı sosyal bir toplum yaratma görevinin
basit bir iş olmadığını belirten Fazlur Rahman, bunun ne kadar zor olduğunu tarihin
ortaya koyduğunu söyler. Bu reçete ise, ona göre tarihsel İslam’da değil Kur’an’da ve
onun ahlak prensiplerinde mevcuttur.928
Bu ikinci hareket, aynı zamanda birinci harekette yapılan çalışmaların, yani
anlama ve tefsir etme çabalarının vardığı sonuçları düzelten (bir ölçü) görevi yapacaktır.
Fazlur Rahman bunu şöyle değerlendirmektedir: “Zira vardığımız sonuçlar, şimdi
uygulamada
başarısız
iseler,
o
zaman
ya
mevcut
durumu
değerlendiremedik ya da Kur’an’ı anlamada başarısız olduk demektir”. 929
926
Fazlur Rahman, age, s. 7.
Fazlur Rahman, age, s. 7.
928
Fazlur Rahman, “Islam: Challenges and Oportunities”, s. 329-330.
929
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s.7.
927
213
doğru
olarak
Zira ona göre geçmişte belli durum ve şartlarda uygulanabilir olan,
“farklılığına” rağmen bugün de uygulanabilir. Yalnız mevcut durumdaki “farklılık”,
geçmişteki kuralları genel ilke ve değerleri çiğnememekle birlikte günün değişen
şartlarına uygun hale getirmek ve mevcut durumu da bu ilkeler ışığında dönüştürmeyi
mümkün kılmakla dikkate alınır. Fazlur Rahman, bu iki çabanın da fikrî “cihad”ı
içerdiğini ancak ikincisinin fikrî cihadla birlikte ahlakî cihadı da kapsadığını belirtir. O,
burada cihad ile kural içeren bir nassın veya geçmişteki emsal bir olayın manasını
anlama ve o kuralı teşmil, tahsis ya da tadil ederek değiştirme çabası şeklinde
tanımlanan içtihad arasında bir bağlantı kurar. İçtihad tanımındaki önceki olayın ilke
olarak genelleştirilebileceği ve yeni bir kural olarak formüle edilebileceğini içermesi
Fazlur Rahman tarafından kendi düşüncesi için bir zemin olarak kabul edilir.
Dolayısıyla bu, ona göre geçmiş ve şimdinin nesnel olarak değerlendirilebileceğini
içerir. Fazlur Rahman’ın buradan çıkardığı sonuç, geleneğin tatminkar bir tarihsel
nesnellikle incelenebileceği ve sadece şimdiki zamandan değil, aynı zamanda onu
oluşturduğunu varsaydığımız kuralsal etkenlerden (normative factors) de ayırt
edilebileceğidir.930
Fazlur Rahman’ın bu ikili hareketinin temeli olan “değerler”, en çok
eleştirildiği noktalardan biridir. Birinci hareketin temel hedefi olan değerlerin neler
olduğu ve ikinci hareketin gayesi olan değerlerin uygulanması kavramları, kapalılıkla ve
modern dönem zihni tarafından oluşturulan fiilî durumla örtüşmesi ve neredeyse
farklılaşmanın hiç olmaması sebebiyle eleştirilmiştir.931 Bu anlamda Peygamber’in
kendi döneminde ancak tarihsel olarak örneklendirebildiği ahlâkî ilkelerin, yirminci
yüzyılın
modern
edilmektedir.932
dönemiyle
uyuşabilecek
tarihselliğe
ulaşması
ironik
kabul
Ayrıca Kur’an’ın ilkelerini anlayabilecek bir “mühendis” olan
müfessirin, ikinci hareketinde “sosyal bilimci”ye dönüşmesi ve çoklu anlam taraftarı
930
Fazlur Rahman, age, s. 7-8.
Eleştiriler için bkz. Aref Ali Nayed, “İslam Modernizmi ve Hermönetik: Fazlur Rahman Örneği”, s.
262-263; Yasin Aktay, “Modernist Yorumun Teknolojik Çıkarları”, İslam ve Modernizm Fazlur
Rahman Tecrübesi, s. 314-315.
932
Amhar Raşid, Some Qur’ânic Legal Texts in the Context of Fazlur Rahman’s Hermeneutical
Method, (Basılmamış YLT), Montreal, 1994, s. 27. Bu birikimin İslam düşüncesini üretici mi yoksa
modern söylemi meşrulaştırıcı mı olduğu tartışması için bkz. Ömer Çelik, “İslam ve Modern Aklın
Kullanımı”, İslam ve Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 140-144.
931
214
olması çelişkili bir durumu ortaya koyuyor gözükmektedir. Burada müfessirin kendi
tarihselliğiyle bu durumun açıklanması yeterli değildir. Ayrıca bu düşünce, tefsirin bir
“gereklilik” haline gelmesini ancak müfessirin kendi yaşadığı dönemdeki toplumsal
şartların değişmesiyle mümkün olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu da müfessiri harekete
geçiren şeyin kendi dönemi mi yoksa değerler mi olduğu sorusuyla bizi yüz yüze
bırakmaktadır. Diğer taraftan da bu durum, tefsirin “dinamikliğini” de tartışılır hale
getirmektedir.
5. Fazlur Rahman’ın Düşünce Sisteminde Tarih Algısı
Fazlur Rahman, ikili hareket şeklindeki metodolojisini sunduktan sonra, önemli
olarak gördüğü tarihî bilginin nesnelliği meselesini hermeneutik düzleminde inceler. O,
konuyu modern dönemde çağdaş hermeneutiğin önemli iki ismi (Betti ve Gadamer)
üzerinden tartışır. Burada, soruyu; hermeneutiğin temel problemi olan “metnin nasıl
anlaşılması” şeklinde değil, fakat onunla bağlantılı “tarihsel bir metnin nesnelliğini nasıl
elde ederiz?” şeklinde oluşturur. Buna göre çağdaş yorum bilim teorisinde
(hermeneutical theory) Emilio Betti’nin de dahil olduğu “nesnelci okul”, inceleme
konusunu; yazan kişinin kastettiği anlam ne ise, ilk önce onu araştırıp anlamaya
çalışmamız gerektiğini ileri sürer. Betti’ye göre, anlama süreci (process) ilk başta,
aslında eseri üretme sürecinin “tersi” bir durum arz etmektedir: Şu anda anlamaya ve
tefsir etmeye, yani yorumlamaya çalıştığımız manalar bizi, eseri üreten ve aslında bu
manaların ait olduğu düşünceye götürmelidir. Fakat bu, birbirinden kopuk fikirler
olarak değil, belki tutarlı bir bütünlük arz edecek ve anlamaya çalışan kişinin zihninde
tekrar yaşatılacak şekilde olmalıdır.
Fazlur Rahman, burada araya girerek bireysel olarak zihinde ortaya çıkan mana
bütünlüğünü, sadece düşünceyi üreten kişiye atfetmez. Aksine bu düşüncenin cevap
olarak geldiği durumu da göz önünde tutar. Müellif devamında bununla birlikte
durumun yani düşüncenin aynı zamanda bir cevap olarak geldiği ortamın göz önünde ne
ölçüde tutulması gerektiğinin, elbette yorumlamaya çalışılan eserden esere değiştiğini
de ifade eder. Ancak O’na göre Kur’an’ın anlaşılması için onun nesnel ortamı, şüphesiz
ki olmazsa olmaz bir unsurdur. Çünkü özellikle Müslümanlar için mutlak kuralsal
215
olması açısından Kur’an, Allah’ın tarih içinde cereyan eden durumlara Peygamber’in
zihni vasıtası ile verdiği cevaplar olduğu için, bu zorunluluk daha da güçlenmektedir.933
Gadamer’in nesnelci okulun görüşünü “psikolojicilik” (psychologism) ve öznel
(subjektive) olduğu gerekçesiyle eleştirdiğini934 belirten Fazlur Rahman, gerçekten bu
akımın temsilcilerinin, fikirleri gerçek bir bütün olarak anlayabilmek için, onları
çıktıkları “kaynak zihinde” incelediklerini belirtir. Ancak kendisinin, fikirlerin
görünürde izleyemediğimiz bağlamını, sadece zihinsel değil, aynı zamanda çevresel
olarak da görebildiğini söyler. Zira fikirler zihinde oluştukları halde, içerikleri
(intention) yani manaları, zihnin dışındaki bir şeye atfedilir. Gadamer’in bu görüşe itiraz
ettiğini belirten Fazlur Rahman, O’nun; fenomenolojik usulü geliştirdiğini ve tüm
anlama çabalarının, anlamaya çalışan kişinin bir ön hazırlık (preconditioning)
geçirmesini, daha ilk başta varsaydığını söyler. Bu yüzden bir ön şartlanmanın
(predetermined) varlığını kabullenmeden (zaten Gadamer’in tüm yorumbilim teorisinin
esası da budur) yapılan bütün anlama gayreti, bilimdışı bir bozulma olmaya
mahkumdur. Anlayan şahsı (subject) ön şartlayan (predetermine); Gadamer’in “etkin
tarih” (effctive history) dediği şeydir. Yani o, sadece araştırma konusu olan nesnenin
tarihî etkisi değil, aynı zamanda yorumlayanın varlığının bizzat dokusunu oluşturan
diğer bütün etkilerin hepsidir. Fazlur Rahman, Gadamer’in; nesnel (objective) anlama
meselesi diye bir şeyin olamayacağını iddia ettiğini söyler. Hatta Gadamer’e göre bu ön
şartlanmanın farkına varsak dahi, yani normal “tarihsel bilinç”ten ayrı olarak “etkin bir
tarihsel bilinç” dahi geliştirsek, bu o kadar sınırlı olur ki, ön şartlanmayı hiçbir zaman
aşamaz.935
Fazlur Rahman, bu anlayışın, yukarıda Kur’an’ı anlama olarak anlatmaya
çalıştığı görüşe tamamen ters düştüğünün açık olduğunu, zira Gadamer’in tezinin doğru
olması halinde, o zaman “ikili hareket” teorisi olarak ileri sürdüğü görüşün hiçbir
anlamının olmadığını belirtir. Bu durumda ona göre Betti gibi düşünürlerin, iflah olmaz
933
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 8.
Bkz. Hans Georg Gadamer, Truth and Method, gözden geçirilmiş 2. bsk., trc. Donald G. Marshall,
Joel Weinsheimer, Continuum Publishing, New York 1993, s. 511.
935
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 8-9. Gadamer’den mülhem Fazlur Rahman’a yönelik
eleştiriler için bkz. Burhaneddin Tatar, “Fazlur Rahman’ın Yorum Yöntemi Üzerine”, Tezkire, sy. 1415, 1998, Ankara, s. 180-188.
934
216
derecede öznelci olduğu gerekçesiyle Gadamer’in görüşünü reddetmelerine şaşmamak
gerekir.936 Nitekim Ömer Özsoy da konuyla ilgili değerlendirmesinde Fazlur Rahman’ın
Betti’nin tarafında olmasının anlamının, Kur’an’ın ilk Müslüman nesil için ifade ettiği
anlamın, tarihin her döneminde anlaşılmasının zaruretine olan inancıyla alakalı
olduğunu vurgular. Bu da ancak anlamanın nesnelliğiyle mümkün olacaktır. Özsoy, bu
anlamda Gadamer’in görüşünden hareketle Fazlur Rahman’a yapılan eleştirinin aynı
zamanda
İslam
geleneğinin
aslî
bünyesine
yapılmış
eleştiriler
olarak
değerlendirilebileceğini de düşünerek buna itiraz etmenin bir gereklilik olduğuna işaret
eder.937 Böylece tartışma Özsoy tarafından tarihin nesnel bilinmesinden çıkarak kelamî
bir problem olarak sunulmaktadır.
Ancak burada şunu da söylemeliyiz ki tarihin nesnel olarak bilinmesine yönelik
Fazlur Rahman’a ciddi itirazlar yapılmıştır. Özellikle “etkin tarih”ten Fazlur Rahman’ın
etkilenmesi üzerine oluşturulan bu söylemler, onun modern dönemin zihnini merkeze
aldığı, ilkelerinin modern zihni aşamaması gibi temel eleştirilerdir.938
Gadamer şöyle demektedir: “Açıkça görüleceği gibi, ileri sürdüğümüz delilin
ağırlık noktası, bu etkin tarih tarafından belirlenebilme özelliğinin, hala çağdaş tarihsel
ve bilimsel bilinci etkisi altında tutması ve bu etkinin, onun mümkün olan her türlü
bilgisinin dahi ötesinde olmasıdır. Etkin tarihsel bilinç, temelinde o kadar sınırlıdır ki,
geleceğimizin bütünselliği içinde oluşturulan tüm varlığımız, zorunlu olarak kendi
bilgisini aşmaktadır.”939
“Aslında tarih bize ait değildir, aksine biz tarihe aidiz. Kendi kendimizi
inceleyip anlamadan çok daha önce, kendimizi, içinde yaşadığımız aile hayatında,
toplum ve devlet hayatında apaçık bir şekilde anlarız. Gadamer’e göre felsefî yorumun
görevi, işte bu ön şartlanmayı açıklığa kavuşturmaktır. O halde, “felsefi yorumbilim
936
Fazlur Rahman, age, s. 9.
Ömer Özsoy, “Vahiy ve Tarih”, İslam ve Modernizm, Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 97.
938
Eleştiriler için bkz. Yasin Aktay, agm, s. 310-316.
939
Hans Georg Gadamer, Truth and Method, s. XXXIV.
937
217
(hermeneutics) açısından, tarihsel ile dogmatik usul arasındaki farkın mutlak hiçbir
geçerliliği yoktur.”940
Fazlur Rahman, kendi geleneklerinde, devrim boyutlarında değişiklikler
getiren insanları göz önünde tuttuğumuzda, Gadamer’in “Kişinin kendi benliğinin
farkına varması (özbilinç), sadece tarihsel hayatın kapalı devrelerindeki bir
titreşim(gibi)dir.” ifadesinin hiç de doğru olmadığı görüşündedir. Ayrıca ona göre bu
şahsiyetlerin vermiş oldukları cevapların, temelde kendi etkin tarihlerince ön
şartlandırılmış olduklarını savunmak da mümkün değildir.
Fazlur Rahman’ın makul kabul ettiği görüş, geçmişe matuf her bilinçli cevabın,
birbirinden ayrılması gereken iki durumu olduğudur: İlki, Gadamer’in iddiasının aksine
geçmişin nesnel olarak araştırılıp bilinmesinin, yeterince delil elde mevcut ise, bunun
ilke olarak mümkün olduğudur. Diğeri ise, verilen cevabın kendisidir. Bu ikinci durum
zorunlu olarak değerleri içerir ve cevabı veren kişinin içinde bulunduğu ortam
tarafından belirlenir, şartlanır (determined), ama önceden belirlenemez veya
şartlanamaz (predetermined). Diğer taraftan Fazlur Rahman’a göre etkin tarih, zaten
içinde bulunulan ortamın parçasıdır. Fakat kişinin şuurlu çabaları ve özbilinçli
davranışları (self-aware activities) da onun önemli parçalarıdır.941
Fazlur rahman’a göre“Tarihi metot” ile “dogmatik metot” arasında mutlak olan
hiçbir fark yoktur” demekle Gadamer, her iki metodun da etkin tarihsel unsur ile
sınırlandığını, fakat her iki metodun da, aralarında derece farkı olmak şartı ile geleneği
sorgulayabileceğini söylemek istemektedir. Tarihî metotta sorgulama, tarihî gerçekleri
sorgulamadır. Çünkü bu metodun tanımında bir mefkure (ideal) olarak değerlerle
ilgilenmemek vardır. Halbuki dogmatik metot, esas itibariyle geleneksel değerleri
sorgulamayı amaçlar. Her şeyden önce geleneğin, geçmişin geleneği olması, belli bir
tarihsel mesafeyi önceden var saydığı için; dogmatik sorgulama sürecinde dahi,
“tarihsel” bilincin belli düzeyde içerilip içerilmediği noktasında hayli şüphe doğurur.
Fakat bundan daha önemlisi, acaba bu bağlam içerisinde “dogmatik” kelimesini
940
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 9-10. Ayrıca bkz. Hans George Gadamer, Truth and
Method, s. XXXIII, ayrıca bkz. s. 325.
941
Fazlur Rahman, age, s. 10.
218
kullanmak uygun mudur? Zira Fazlur Rahman’a göre Gadamer’in, “dogmatik” yani
“tarihsiz” veya “tarih dışı” diye adlandırdığı geleneği sorgulama usulünün, yakından
incelenince “akılcı” (rational) sorgulama usûlü olduğu ortaya çıkacaktır.942
“Bir geleneğin önşartlayıcı (predetermining) etkin tarihi nedir?” sorusuna
verilen cevap ona göre başka bir soruyu da içermektedir: Kime göre? Belli bir gelenek
içinde düşünüp planlayarak değişiklik yapmaya çalışan bir bilinç için, herhalde cevap şu
olurdu: “Ön şartlayıcı etkin tarih, o bilincin getirmeye çalıştığı değişikliği içermeyen
gelenektir.” Bu demektir ki, bir geleneği sorgulama ve (zamanın şartlarına uygun
olarak) değiştirme süreci –yalnız kural içeren unsurları söz konusu olunca, bunlardaki
kuralsallık (normative) özelliğini koruma veya tekrar geri getirme gayesi ve endişesi
içerisinde- süresiz olarak devam edebilir. Ön şartlayıcı etkin tarihin böyle bir
sorgulamadan muaf tutulduğu ve sonra da, ya şuurlu olarak teyit edildiği ya da bilinçli
olarak değiştirildiği, muayyen veya imtiyazlı bir nokta mevcut değildir.943
Sonuç olarak Fazlur Rahman’ın Gadamer’le temel tartışması, metnin
anlaşılmasının gelenekte oluşan bir süreç mi yoksa “tarihsel sıçrama” olarak ifade
edebileceğimiz “tarih-üstü” bir karakterde mi olduğu meselesidir. Fazlur Rahman
“tarihsel sıçrama”yı, metnin temel fikrinin elde edilme imkanı olarak görür. Ancak,
onun bunu ne kadar uygulayabildiği sorusu net değildir. Hatta çelişkili bir özellik
içerdiği de söylenebilir. Nitekim onun, özellikle kullandığı bazı kavramları (sebeb-i
nüzûl, nesih) alıp içeriğini farklılaştırması, “tarih” üstü bir söylem dile getirdiği
anlamında olmadığının göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir. Bu, bir taraftan
tarihin devamlılığı olarak ele alınırken diğer taraftan da tarih üstü bir söylem dile
getirdiğini iddia etmektir. Ayrıca Kur’an’ın hayata aktarılması olan “yaşayan sünnet”
kavramı, tarihsel süreçte oluşması itibariyle aslında Gadamer’i destekleyici bir unsur
olarak gözükmektedir.
6. Yorumlama Yöntemine Dair Bazı Örnekler
942
943
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 10-11.
Fazlur Rahman, age, s. 11.
219
Fazlur Rahman’ın Kur’an tefsirine dair belli bir eseri olmaması ve görüşlerinin
daha çok teorik düzeyde olması sebebiyle örneklerimizi onun çeşitli çalışmalarından
çıkarmaya çalıştık. Ayrıca ifade etmeliyiz ki onun tefsirle ilgili örnekleri sınırlı
sayıdadır ve daha çok modern dönemde ön plana çıkan konuları kapsamaktadır. Biz bu
konulardan önemli gördüğümüz birkaç örneği zikredeceğiz. Bunlar; Zekat, Riba
(Tefecilik) ve Kadın konusudur.
a. Zekat
Fazlur Rahman, Kur’an’ın ana hedeflerinden birinin de sosyo-ekonomik
adaletle bağlantılı hükümler getirmesi olduğunu belirtir. Bu anlamda Kur’an, servetin
belli kimselerde toplanmasına itiraz ederek944 Mekkelileri, fakirleri sömürmekle itham
edip945 mal ve servet biriktirmelerini eleştirdikten946 sonra Medine’de “zekat”947 adı
verilen verginin alınmasını farz kılmıştır.948 Zekat’ın toplumsal bir ibadet olduğuna
işaret eden müellif, tevbe sûresi 60. ayetindenden hareketle zekatın verildiği alanların
şunlar
olduğunu
belirtir:
Fakirler,
zekat
toplayanların
maaşları
(Peygamber
dönemindeki tek sivil hizmet olan bu eylem, bugün bütün sivil hizmetleri kapsamalıdır),
kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenler için diplomatik harcamalar, savaş tutsaklarının
fidye ile kurtarılması, kronik borç altında bulunanların borçtan kurtarılması, Allah
yolunda olanlar (savunma, eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerde çalışanlar),
yolculardır (her türlü iletişim imkanlarını sağlama da dahil).949 Fazlur Rahman’ın
buradan ulaştığı sonuç, “zekat”ın Kur’an tarafından devletin bütün ekonomik
faaliyetlerini içerecek tarzda ele alındığının ortaya konulması ve modern dönemde
devletin yapısının bu bağlamda islamî bir hüviyet kazanmasıdır.950 Bu verginin
Kur’an’da sıralandığı şekliyle kullanım kalemlerine baktığında Fazlur Rahman, bunun
944
Bkz. Haşr, 59/7.
Maun, 107/1-7.
946
Necm, 53/30; Rum, 30/7; Beled, 90/5-6; Mearic, 70/24-25.
947
Bakara, 2/43, 83, 110, 177, 277; Nisa, 4/77, 162; Maide, 5/12, 55; A’raf, 7/156; Tevbe, 9/5, 11,18,71;
Meryem, 19/31,55; Enbiya, 21/73; Hac, 22/41,78; Muminun, 23/4; Nur, 24/37,56; Neml, 27/3; Rum,
30/39; Lokman, 31/4; Ahzab, 33/33; Mücadele, 58/13; Müzzemmil, 73/20; Beyyine, 98/5.
948
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 41.
949
Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, çev. Adnan Bülent Baloğlu, Adil Çiftçi, s. 193.
950
Fazlur Rahman’a göre bu, devletin seküler olmasına da verilen en önemli cevaptır. Bkz. Fazlur
Rahman, İslam Gelneğinde Sağlık ve Tıp, s. 192. Ayrıca bkz. Fazlur Rahman, Major Themes of the
Qur’an, s. 41.
945
220
en geniş anlamıyla toplumsal refah vergisi (welfare tax) olduğunu söyler. Ona göre
Peygamber’in yaptığı ise toplumun ihtiyaçlarının karşılanması noktasında yeterli
olduğunu düşündüğü bir oranı söylemesidir. Müellif, zekat olarak tespit edilen
oranların, modern dönemde insanların ihtiyaçlarının büyümesi ve toplumsal refahın
alanının genişlemesi sebebiyle artık bir refah vergisi olmaktan çıktığını ifade eder.951
Nitekim Zekat da Peygamber’in pratiği (sünneti) şeklinde hiçbir İslam ülkesinde
uygulanmamaktadır. Zira İslam ülkeleri modern dönemde başka vergi sistemlerine
alışmış durumdadırlar.952 Başka bir ifadeyle ona göre zekat, modern dönemde
fonksiyonunu kaybetmiştir. Dolayısıyla yapılması gereken şey, Müslümanların zekat
kanununu yeniden düşünmeleri ve ilgili ayeti çağdaş bir
bakışla yeniden
yorumlayabilmeleridir. Böylece bütün malî sistemin islamîleştirilmesinin önü açılmış
olur.953 Böylece anlaşılıyor ki Fazlur Rahman, devletteki ekonomik sistemin dînî bir
hüviyet oluşturması amacına matuf olan “zekat”taki temel gayenin toplumsal refahi elde
edecek oranların uygulanması olduğu kanaatindedir. Bu nokta ise içtihadla bu ve
bundan sonraki durumlara verilecek cevaba göre farklılık oluşturacaktır.954 Eğer bu tip
bir yola gidilmezse, modern dönem Müslümanlarında olduğu gibi zekat sadece
“fakirlere” verilen bir durum olarak kabul edilirse bu ayetten hedeflenen gayenin
ortadan kaldırılmasını ve Kur’an’ın hükmünün pasifleştirilmesini sağlayacaktır.
Fazlur Rahman’ın ikili hareketiyle ifade etmek gerekirse Kur’an’ın “zekat”la
ilgili ayetlerini anlamak için önce Kur’an’ın indiği çağa giderek bu ibadetin illetini
buluruz. Bu illet, Kur’an’ın indiği dönemdeki toplumsal ve ekonomik eşitsizliği ortadan
kaldırma hedefiyle “zekat” diye ifade edilen ve toplumun ekonomisinde adaleti
sağlayan “toplumsal refah vergisi”dir. Buradaki bakışımız “tarihçi” tavrıdır. Böylece biz
o toplumda zekat’ın ne tür bir işleve yönelik görev üstlendiğini ortaya koyarız. Bu
951
Fazlur Rahman, ulemanın zekat oranları ile ilgili Pakistan Başbakanının konuşmasını zikreder: “Siz tek
bir İslamî vergi bulunduğunu ve bunun da zekat olduğunu söylüyorsunuz. Bu yetersiz kalırsa, zekat
oranında değişiklik yapmayı yasaklıyorsunuz ve ama, başka vergiler koyabileceğimi ifade ediyorsunuz.
Böylece siz, işlevsel bulmadığım bir ikilem ortaya koyuyorsunuz. Benim başka vergiler koyma hak ve
yetkim varsa onları koyarım ve toplumun ihtiyaçlarını karşılarım; bu durumda da zekatınız yersiz,
lüzumsuz olur”. Fazlur Rahman, bu durumun, sekülerizme yol açacağını belirterek bunun ulemanın
genel tavrı olduğunu belirtir. Bkz. Fazlur Rahman, “The Impact of Modernity on İslam”, Islamic
Studies, s. 119.
952
Fazlur Rahman, Islam, s. 265.
953
Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, s. 193.
954
Fazlur Rahman, agm, s. 119.
221
tespitten sonra modern döneme geliriz. Zekatla ilgili mevcut oranların toplumsal refahı
sağlayıp sağlamadığına göre ayetin anlamını yeni baştan oluştururuz. Burada da ahlâkî
sosyal bilimci olarak ayeti toplumun şartlarını dikkate olarak uygulamaya başlarız.
Nitekim O, toplumun bugünkü ihtiyaçlarının değiştiğini ifade ederek zekatın eski
fonksiyonunu karşılayabilmesi için devlet tarafından konulan “tek vergi” olması ve
oranların da buna göre oluşması gerektiğini söyler. Böylece ayet dinamizmini yeniden
kazanmış olacaktır.
b. Riba (Tefecilik)
Arabistan’da egemen olan riba’nın (usury) kaba ve vahşî bir ekonomik sömürü
sistemi olduğunu955 belirten Fazlur Rahman, bunun bir dizi uyarıdan sonra Kur’an
tarafından yasaklandığını belirtir. Buna göre riba ile ilgili ilk inen ayet, Mekke
döneminin dört veya beşinci yılında başka bir ifadeyle Peygamberliğin ilk dönemlerinde
inen şu ifadelerdir: ( َ‫وَﻣَﺎ آﺗَﯿْﺘُﻢ ﻣﱢﻦ رﱢﺑﺎً ﻟﱢﯿَﺮْﺑُﻮَ ﻓِﻲ أَﻣْﻮَالِ اﻟﻨﱠﺎسِ ﻓَﻠَﺎ ﯾَﺮْﺑُﻮ ﻋِﻨﺪَ اﻟﻠﱠﮫِ وَﻣَﺎ آﺗَﯿْﺘُﻢ ﻣﱢﻦ زَﻛَﺎةٍ ﺗُﺮِﯾﺪُون‬
َ‫“)وَﺟْﮫَ اﻟﻠﱠﮫِ ﻓَﺄُوْﻟَﺌِﻚَ ھُﻢُ اﻟْﻤُﻀْﻌِﻔُﻮن‬İnsanların malları içinde, artması için verdiğiniz riba, Allah
katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (O'nun rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat(a
gelince); işte (onu verenler sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.”956 O, Mekke
döneminde indirilen bu ayetin “ahlakî bir sınırlamaya” işaret ettiğini yoksa henüz
politik bir güce ulaşamayan Müslümanlar için bir yasaklama içermediğini iddia eder.
Müellif, bunun İslam öncesi dönemde oluşan ekonomik yapıya yönelik bir uyarıyı
vurguladığını
belirtir.
Nitekim
Peygamber’in
medineye
hicretinden
sonra
Müslümanların politik bir güç olmalarıyla da riba kesin bir şekilde yasaklanmıştır.
Medenî olan Al-i İmran suresinde şöyle buyrulmuştur: ( ً‫ﯾَﺎ أَﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬِﯾﻦَ آﻣَﻨُﻮاْ ﻻَ ﺗَﺄْﻛُﻠُﻮاْ اﻟﺮﱢﺑَﺎ أَﺿْﻌَﺎﻓﺎ‬
َ‫“ )ﻣﱡﻀَﺎﻋَﻔَﺔً وَاﺗﱠﻘُﻮاْ اﻟﻠّﮫ ﻟَﻌَﻠﱠﻜُﻢْ ﺗُﻔْﻠِﺤُﻮن‬Ey inananlar, kat kat riba yemeyin, Allah'tan korkun ki,
kurtuluşa eresiniz.”957 Devamında ise aynı zamanda Kur’an’ın en son ayeti olarak da
kabul edilen Bakara sûresinin son kısmındaki ayetleri zikreder:
955
Fazlur Rahman, riba ile ilgili adalet ilkelerinin Bakara sûresinin 275-279 ayetleri arasında olduğunu
belirtir. (Economic Principles of Islam, Islamic Studies, 1969/8, No:1, s. 8. Tercümesi için bkz.
“İslam’ın İktisat İlkeleri”, çev. Ali Rıza Gül, İslamiyat, 2002/5, sayı: 2; s. 139-146 )
956
Rum, 30/39.
957
Al-i İmran, 3/130.
222
Fakat müellif, sonraki dönemde fukahanın, ribayı anapara üzerine her türlü
artışı kapsadığı şeklinde formüle ettiğini söyler.960 Bu anlamda riba’nın modern
dönemdeki karşılığı ile ilgili O, Kur’an’ın yasakladığı riba düzeninin modern bankacılık
ve faizi (riba) aynı saymanın birbirine karıştırılmasıyla bağlantılı olduğunu düşünür.
Halbuki faiz, (interest) oan göre “gelişimci ekonomi” kavramı çerçevesinde olan ve
tamamen farklı fonksiyona sahip özel bir düzenleme olduğu kanaatindedir.961 Bu
anlamıyla ekonominin temel unsuru olan bugünkü banka faizinin meşru bir biçimde
ticaret tanımına girdiğini inkar etmek kolay değildir. Ona göre faizsiz bankanın
bugünün dünyasında işleyip işlemeyeceğine karar vermek ekonomistlere ve para
uzmanlarına aittir. Eğer işliyorsa, ne ala. Ama işlemiyorsa bu takdirde titiz bir şekilde
kontrol edilen bir ekonomiye sahip olan günümüz ticarî bankacılığının Kur’anî
yasaklamanın kapsamına girdiği ve nebevi sünnet tarafından lanetlendiği hususunda
ısrar etmek, ne tarihi gerçeklerle ne de dini dürüstlükle bağdaşır bir tutumdur. Müellif
konuyla ilgili böyle bir düşünceye sahip olmayı insana olan güven duygusunun yok
olmasının yol açtığı şiddetli bir bunalım ve her türlü insanî projeyi alaya alan aşırı bir
umursamazlık durumu962 olarak kabul eder.
Sonuç olarak Kur’an’ın yasakladığı şeyin faiz (interest) değil kat kat alınan ve
ekonomik sömürüye sebep olan riba olduğunu belirtir. Bu anlamda modern dönemde
ortaya çıkan faiz’in (interest) riba olduğu gerekçesiyle yasaklanması doğru bir algılama
ve Kur’an’ın ruhuna uygun bir açıklama olarak kabul edilemez. Ancak burada şunu
ifade etmeliyiz ki Fazlur Rahman’ın ribayı ve onun karşısına koyduğu sadakayı
ekonomik sistem olarak değerlendirmesi çok anlaşılır gözükmektedir. Zira her iki
kavram, devletle kaim olan ekonomik sistemi ortaya koyan mecazî kullanımlar
değildirler.
Fazlur Rahman, son olarak konuyla ilgili Kur'an'ın uygulanmasının günümüz
şartlarında lafzî olamayacağını, zira bunun Kur'an'ın gayelerini yok etme sonucuna bizi
götüreceğini iddia eder. O, devamında ise kendi metodu ile ilgili şu değerlendirmelerde
960
Fazlur Rahman, “Economic Principles of Islam”, s. 8. Ayrıca bkz. Fazlur Rahman, Major Themes of
the Qur’an, s. 41.
961
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 41.
962
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 79-80.
224
bulunur: “Bu yaklaşım öylesine devrimci ve şimdiye dek kullanılan yaklaşımlardan o
kadar köklü biçimde farklıdır ki, yalnızca Fıkh ve Sünneti değil Kur'an'ı da sıkı bir tarihsel incelemeye tabi tutmaktadır ve bu sebeple de, yalnızca gelenekçiler değil
modernistlerin çoğu da onu kabullenmekten kaçınmışlardır. Fakat bu yaklaşım
Müslümanların tarihî serencamını değerlendirmenin ve Kur'an ve Peygamber’in
hedeflerini
gerçek
manada
uygulayabilmenin
tek
dürüst
yöntemi
gibi
görünmektedir.”963
c. Kadın
Fazlur Rahman, Kur'an'ın kadın konusundaki öğretisini, İslam-öncesi Arap
toplumundaki güçlü tabakalar tarafından suistimal edilen; yetimler, esirler ve fakirler
gibi toplumun daha zayıf katmanlarının durumunu düzeltme ve güçlendirme gayretinin
bir parçası olarak görür. Dolayısıyla Kur'an'ın esas niyeti, kadının durumunu
iyileştirmektir. Bu bağlamda Kur’an, ona göre konuyu kadının doğuşundan itibaren ele
alır. O, birçok Arap kabilesinde kız çocuklarının yoksulluk veya şeref gibi sebeblerle
diri diri gömüldüğünü hatırlatır. Nitekim birçok putperest, kız çocuklarını öldürmenin,
tanrıları tarafından tasvip edildiğine inanıyordu. Nitekim Kur’an’da da belirtildiği üzere
genel kanaate göre kız çocuğu, aileye gelmesi hoş karşılanmayan bir sığıntı, bir fazlalık
idi.964 Fazlur Rahman, Kur'an’ın bu uygulamaya tamamen son verdiği görüşündedir.
Ancak müellif, bununla birlikte İslam-öncesi Arap toplumunda kadının tamamen
değersiz olduğu yargısına varılmamasına dikkat çeker. Nitekim köle olan kadın bile
mal-mülk kazanabilir ve ona sahip olabilirdi. Peygamberimizin eşi olan Hz. Hatice’nin
ticaretle uğraşması da bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Fazlur Rahman,
Hatice'nin durumunun nadiren rastlanılır bir hal olmadığını ve servet kontrolünü
ellerinde tutan başka kadınların da bulunduğunu söyler ve şunları ifade eder: “Kur'an'ın
esas amacı, kadının tabi tutulduğu suistimallerin ortadan kaldırılması idi. Daha
doğumunda o, öldürülmeye namzetti ve babasının, onu, evleninceye kadar tahammül
edilecek, utanç verici bir yük olarak görmesi hiç de az rastlanır bir şey değildi. Fakat
963
964
Fazlur Rahman, “The Impact of Modernity on Islam”, s. 127.
Nahl, 16/59.
225
evlendiği zaman kocası tarafından hala utanılacak biri olarak görüldüğüne dair hiç bir
bilgi bulunmamaktadır. Aksine o, bu durumda, korunacak hatta sevilecek biriydi.”965
Fazlur Rahman, evlilikle beraber kadınların, erkeklerin şerefinin ("ırz"ın)
merkezinde olduğunu ve "yiğitliğin" de (mürüvvet) onurun dokunulmazlığını
gerektirdiğini belirtir. Diğer taraftan bu; kadının, erkek hayatındaki "zayıf noktalardan
biri olduğu ve bundan ötürü iyi korunması gerektiği anlamına geliyordu.966 Müellif,
kadının konumuna yönelik bir taraftan toprağa gömme, diğer taraftan korunmasının bir
şeref olarak kabul edilemsinin insanın eylemlerinde şaşılacak bir durum olmadığına
dikkat çeker.
O, aile ilişkilerini etkileyen İslam öncesi zıhar967 ve evlat edinme968 gibi iki
kurumun yanlış ve bozuk ilişkilere neden olduğu sebebiyle Kur'an tarafından yasaklandığını belirtir. Aynı zamanda Kur'an, bir erkek evladın, babasının mirasının
parçası olarak üvey annesini tevarüs edeceği, kendisiyle evlenmeye zorlayabileceği,
mallarına el koyabileceği ve hayatı boyunca başka biriyle evlenmesini engelleyebileceği
şeklindeki putperest adetini de yasaklamıştır.969
Kur’an’ın, kadınlarla ilgili genel olarak zikrettiği bazı düzenlemelerden
bahsettikten sonra şimdi asıl konumuz olan yorumlama yöntemine dair örneklere
geçebiliriz. Konuyu kadın-erkek eşitliği, kadının şahitliği ve çok eşlilik ışığında
anlatmaya çalışacağız.
ca. Kadın-Erkek Eşitliği
Fazlur Rahman, Kur’an’da kadın ve erkeğin genel olarak eşit olduğunun kabul
edildiğini belirtir.970 O, kadınların erkeklerle, fıtrî herhangi bir eşitsizliğinin söz konusu
olmamakla birlikte bazı alanlarda belli bir sosyo-ekonomik eşitsizliğe işaret eder
965
Fazlur Rahman, Kur’an’da Kadının Konumu”, İslamî Yenilenme IV, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara
Okulu Yayınları, Ankara, 2003, s. 45-46.
966
Fazlur Rahman, agm, s. 46.
967
Bkz. Ahzab, 33/4.
968
Ahzab, 33/37.
969
Bkz. Nisa, 4/20-22. Fazlur Rahman, agm, s. 47.
970
Fazlur Rahman, "The Message and the Messenger", s. 47.
226
görünen bazı faktörler veya işlevlerin olduğunu söyler. Nitekim ayeti kerimede ( ُ‫وَﻟَﮭُﻦﱠ ﻣِﺜْﻞ‬
ٌ‫…“ )اﻟﱠﺬِي ﻋَﻠَﯿْﮭِﻦﱠ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَﻟِﻠﺮﱢﺟَﺎلِ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻦﱠ دَرَﺟَﺔ‬onlar [kadınlar] için kocalarına karşı,
kocalarına yönelik vazifeleriyle tamamen orantılı, haklar vardır. Fakat erkekler
kadınlardan bir derece üstündür.”971 buyrulmaktadır. Yani toplumsal alanda iki cinsin
birbirine karşı hak ve vazifeleri tamamen eşit ise de, erkekler yine de bir derece
üstündür. Fazlur Rahman, zikredilen ayette sebebin/illetin belirtilmediğini, sadece
Allah’ın yüce ve bilen (hakîm) olduğunun vurgulandığını söyler. İlletin ise َ‫)اﻟﺮﱢﺟَﺎلُ ﻗَﻮﱠاﻣُﻮن‬
َ‫ﻋَﻠَﻰ اﻟﻨﱢﺴَﺎء ﺑِﻤَﺎ ﻓَﻀﱠﻞَ اﻟﻠّﮫُ ﺑَﻌْﻀَﮭُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺑَﻌْﺾٍ وَﺑِﻤَﺎ أَﻧﻔَﻘُﻮاْ ﻣِﻦْ أَﻣْﻮَاﻟِﮭِﻢْ ﻓَﺎﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎتُ ﻗَﺎﻧِﺘَﺎتٌ ﺣَﺎﻓِﻈَﺎتٌ ﻟﱢﻠْﻐَﯿْﺐِ ﺑِﻤَﺎ ﺣَﻔِﻆ‬
ً‫اﻟﻠّﮫُ وَاﻟﻼﱠﺗِﻲ ﺗَﺨَﺎﻓُﻮنَ ﻧُﺸُﻮزَھُﻦﱠ ﻓَﻌِﻈُﻮھُﻦﱠ وَاھْﺠُﺮُوھُﻦﱠ ﻓِﻲ اﻟْﻤَﻀَﺎﺟِﻊِ وَاﺿْﺮِﺑُﻮھُﻦﱠ ﻓَﺈِنْ أَﻃَﻌْﻨَﻜُﻢْ ﻓَﻼَ ﺗَﺒْﻐُﻮاْ ﻋَﻠَﯿْﮭِﻦﱠ ﺳَﺒِﯿﻼ‬
( ً‫" إِنﱠ اﻟﻠّﮫَ ﻛَﺎنَ ﻋَﻠِﯿّﺎً ﻛَﺒِﯿﺮا‬Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler (onlara üstündürler), çünkü
insanların bazısı (bazı açılardan) diğer bazılarına üstündür. Çünkü erkekler malmülklerini harcarlar; bundan dolayıdır ki, iyi kadınlar sadık olanlar ve kocanın
yokluğunda, kocasına ait olanı -Allah'ın istediği gibi- koruyanlardır. İtaatsizliğinden
(nüşûz) korktuğunuz kadınlara (önce) nasihat edin, (sonra) onları yataklarında yalnız
bırakın ve (sonunda da) onları dövün. Ama eğer size itaat ederlerse, onlara karşı haddi
aşmayın; çünkü Allah Yücedir ve Büyüktür"972 mealindeki ayette belirtildiği üzere
sosyo-ekonomik işlerde erkeğin üstünlüğüne dair iki sebep zikredilmektedir: İlki erkeğin
bu konularda "daha üstün" olmasıdır. İkincisi, erkeğin, evin geçimini tamamıyla
sağlamakla yükümlü bulunmasıdır. Fazlur Rahman, bu iki faktörün açıkça birbiriyle
ilişkili olduğu için, "daha üstün" ibaresinin anlamına saplanıp kalınmaması gerektiğini
vurgular.973
Fazlur Rahman, Kur'an’da “üstün olma”974 ibaresinin cinsiyet üstünlüğü
anlamında değil mal mülk edinmede veya başka şeylerde daha iyi olduğunu ima için
kullanıldığını belirtir. Aynı şekilde, Peygamberlerin bazılarının icraatının -Peygamber
olarak eşit konumlarına rağmen- daha iyi olduğu ifade edilir.975 Fazlur Rahman, bu
ifadenin kişiler arasında fıtrî (ontolojik) bir eşitsizliğe göndermede bulunmadığını ve
971
Bakara, 2/228.
Nisa, 4/34.
973
Fazlur Rahman, agm, s. 53-54.
974
Bazı örnekler için bkz. (Cihat edenler ile etmeyenler) Nisa, 4/95; (Rızık açısından) Nahl, 16/71; İsra,
(Rızık açısından)17/21,(Nebilikte )17/55.
975
Bakara, 2/253.
972
227
bulunamayacağını söyler. Dolayısıyla eşitlik konusuyla ilgili Kur'an, ona göre şunu
söyler: “erkekler toplumsal olarak esas faal kişiler ve geçimi sağlayanlar olduklarından,
ev harcamalarını ve kadınların masraflarını karşılamakla tamamen sorumludurlar.
Dolayısıyla erkekler, ekonomik faaliyetleri vasıtasıyla daha fazla hayat tecrübesi ve amelî
bilgi kazandıkları için "kadınların işlerini idareye" ve itaatsizlikleri durumunda onlara
nasihat etmeye, yataklarında yalnız bırakmaya ve son tedbir olarak onları dövmeye
salahiyet kazanmışlardır.”976
O, burada eşitsizliğin dayandırıldığı sosyo-ekonomik faaliyetlerin kadınlar
istese bile değiştirilip değiştirilemeyeceği ile ilgili soru sorar ve buna, cinsiyetlerin
doğasından kaynaklanmayan bir durum olması sebebiyle bunun pekala mümkün
olabileceği şeklinde cevap verir. Nitekim Kur’an’da bunun tersini ima edecek bir durum
söz konusu değildir. O, kadınların bu sosyo-ekonomik eşitsizliklerinin değiştirilmesi
noktasında geri durmaları halinde umumî insan refahının dayatmasının mümkün olup
olmadığı ve mümkünse nereye kadar olabileceği hakkında ise özetle şunları söyler. Artık
ailelerde sadece erkeğin çalışmasının yeterli olmamasının ortaya çıkması sebebiyle
kadınların da çalışmaya başlamalarının gerekli olduğunu, ancak kadının gerek
kendisinin gerekse toplumun bunu isteyip istemeyeceğinin çok da net durmadığını
belirtir. Fakat daha çeşitlilik kazanmış tüketim maddelerinin ve hayatı kolaylaştırıcı
eşyaların mevcudiyeti ve istenmesinin bu durumu daha hızlı bir şekilde ortaya
çıkaracağını da belirtir. Dolayısıyla Fazlur Rahman’a göre sosyo-ekonomik işlevlerin
bu zorunluluğu dayatması da kadın ve erkeğin eşitliğini gün yüzüne çıkarmaktadır.977
Fazlur Rahman, ayrıca dînî ibadetlerde kadın ile erkek arasında bir ayrımın
olmadığını ve eşit sorumluluğun söz konusu olduğunu hatırlatır. Ancak Kur’an’ın bu
emirlerine rağmen hadis literatüründe kadınların eşit olmadığına dair zikredilenlerin
Kur’an’a aykırı olduğunu da söyler.978 O’nun bu tavrının, Kur’an’la ilgili ayetleri
976
Bkz. Nisa, 4/34. Fazlur Rahman, agm, s. 54.
Fazlur Rahman, agm, s. 54-55.
978
“Peygamber bir defasında kadınların akıl ve din bakımından erkeklerden fıtrî olarak aşağıda
bulunduklarını söylemiştir. Kendisine, din açısından nasıl zayıf oldukları sorulduğunda, şöyle dediği
rivayet edilir: "Çünkü ay hali olduğunuzda ne namaz kılmanız ne de oruç tutmanız emredilmiştir".
Kadınlar, devamla, akıl bakımından nasıl erkeklerden aşağıda olduklarını sorarlar; Peygamber’in cevabı
şöyledir: "sizin (bir davada) şahitliğiniz, erkeğinkinin yarısı değil midir?" Kadınlar "evet" derler.” Fazlur
Rahman, yukarıda da zikredildiği üzere dini açıdan bir eşitsizliğin söz konusu olmaması sebebiyle bu
977
228
meşrulaştırmayı içermesine rağmen hadisi net bir şekilde reddetmeye götürmesi,
müellifin kaynaklara yönelik bakışıyla alakalıdır.
O, miras konusunda kadının erkeğin yarısı kadar almasını979 cinsiyetlere
atfedilmiş ekonomik değerler ve yükümlülükler gibi, geleneksel toplumdaki fiilî rollerin
bir sonucu olarak açıklar. Fazlur Rahman, yukarıda ifade edildiği üzere, bu rollerde
tabiaten değiştirilemeyecek hiçbir şeyin olmadığını, hatta adalet öyle gerektiriyorsa,
değiştirmenin islamî açıdan bir zorunluluk olduğu görüşündedir. Bu, kendisine, eğer
çocukları varsa, kocasının mirasının sekizde biri, eğer yoksa dörtte birinin düştüğü980
dul kadının durumunda daha da açıktır. Aynı ayette, bir kocaya tahsis edilen pay
kadınınkinin iki katıdır. Fazlur Rahman, Kur’an’ın indiği toplumda olduğu gibi kabilevî
toplumlarda maddi ihtiyaç içerisinde bulunan insanların kabilenin diğer mensupları
tarafından desteklendiğini fakat toplumsal değişme ile birlikte bu durumun ortadan
kalktığını, dolayısıyla da bu payların değişmesinin gerekli olduğunu belirtir.981
Sonuç olarak Fazlur Rahman’a göre kadın ile erkeğin eşitsizliğinin fıtrî olduğu
Kur’an’dan çıkarılamaz. O, eşitsizliğin sebebinin, erkeğin sosyal hayatta aktif olması ve
sorumluluğunun olması sebebiyle söz konusu olduğunu hatırlatır. Nitekim bu durumun
değişmesi halinde (ki modern dönemde böyle bir şey söz konusudur) Kur’an’ın ilgili
ayetlerinin anlamlarının da zikredilen illet ışığında değişmesi gerektiğini söyler. Bu
anlamda erkeğin sosyal hayattaki aktifliğinin ve sorumluluğunun paylaşılması “bir
derece üstün” olmasının nedenini ortadan kaldırması sebebiyle ayetin lafzını ortadan
kaldırmaktadır. Fakat aynı zamanda bu, ona göre ayetin ruhunun yürürlüğe girmesini de
sağlamaktadır. Bu, Kur’an’ın indiği toplumun kadının konumu noktasındaki algılarının
Kur’an’ın hedeflediği noktayı sağlamaya yönelik ancak araçsal bir anlamı içerdiğini de
göstermesi açısından önemlidir. Zira Fazlur Rahman’ın yorum yöntemine göre bu
hedef, ancak modern dönemde elde edilebilme imkanını bize vermektedir. Yani kadın
hadisin uydurulduğu görüşündedir. Bkz. Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, İslamî Yenilenme
II, (Çev. Adil Çiftçi) Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000, s. 136.
979
"Allah size çocuklarınız hakkında tavsiyede bulunur: 'bir erkek [evlat] iki kız evladınkine eşit pay
alacaktır'". Nisa, 4/11.
980
Nisa, 4/12.
981
Fazlur Rahman, agm, s. 142.
229
erkek eşitliği ile ilgili Kur’an’ın ruhu ancak modern dönemdeki değerlerde ortaya
çıkabilecektir.
Burada şunu da belirtelim ki Fazlur Rahman’ın, modern dönem ekonomi
sisteminde erkeğin ekonomik anlamda yeterli olamamasını ve bunun sonucu olarak
kadının çalışmasının ekonomik bir ihtiyaç haline gelmesini sorgulamaması ve buna
ilaveten eşitliğin oluşumu için olumlu bir anlam yüklemesi, genel olarak modern
dönemin değerlerini “tarihsel bir eleştiriye” tabi tutmaması anlamındaki Fazlur
Rahman’a yönelik eleştirileri de haklı çıkarır gözükmektedir.
cb. Kadın’ın Şahitliği
Fazlur Rahman’ın, kadın konusunda ilgilendiği bir diğer mesele de kadının
şahitliğidir. O’na göre şahitlik hukuku ile ilgili ayetten elde edilen, iki erkek şahit veya
bir erkek iki kadının şahitlik yapmasının gerekli olduğu şeklindeki çıkarımın açık ve net
olduğu görüşüne katılmaz. Bilindiği gibi konuyla ilgili ayet, bir şahsın başkasından borç
alması durumunda bunun yazıya dökülmesi ve "...(kadınlardan) birisi unutursa diğeri ona
hatırlatsın diye" iki kadın ve bir erkek veya iki erkeğin ona şahitlik etmesinin gerekli
olduğunu belirtir.982 Müellife göre her şeyden evvel Kuran, bu ayete dayandırılan
yasanın iddia ettiği gibi, erkeğin ve kadının şahitlikteki değeri hususunda umûmî bir
kaide ihtiva etmemektedir. İkincisi, eğer Kur'an hakikaten bir kadının şahadetine bir
erkeğinkinin yarısı kadar değer biçiyorsa; niye dört kadının şehadeti iki erkeğin
şehadetine eşit olmasın ve niçin iki erkekten sadece "birisi"nin yerine iki kadın gelebilir
denilsin. Fazlur Rahman, ilgili ayetteki kastın şu olduğunu belirtir: “Bu bir finansal
mesele olduğu ve kadınlar, genellikle böyle meseleler veya işler ile iştigal etmedikleri
için, kadınlardan şahid gösterilmek istendiğinde, bir kadından ziyade iki kadının
gösterilmesi ve eğer mümkünse, en az bir erkeğin şahid tutulması daha sağlıklı olurdu.”
O’na göre bu noktayı görmek zor ve anlaşılmaz değildir.”983
Fakat Fazlur Rahman’ın asıl anlamadığı nokta, nasıl olur da, her şart ve
durumda bir kadının şahitliğinin erkeğinkinden aşağıdır şeklinde umumî bir hüküm
982
983
Bakara, 2/282.
Fazlur Rahman, agm, s. 137. Fazlur Rahman, “Kuran’da Kadının Konumu”, s. 51-52.
230
çıkarılabileceğidir. Diğer yandan, ona göre madem böyle bir genelleştirme geçmişte
caiz idi; o zaman, toplumsal şartların kadınların sadece erkeklerle eşit derecede eğitimli
hale geleceği kadar değil, aynı zamanda iş hayatı ve finansal faaliyetlerle aşina hale
gelecekleri kadar da değişmesiyle, niçin hükmü değiştirmeyelim?984 Fazlur Rahman’ın
burada vurgulamaya çalıştığı nokta, metnin tarihsel anlamda sunduğu bilgi ile kastının
(gayesinin) birbirinden farklı olabileceği ve bu durumda da tarihsel hükmün
kaldırılacağı, ayetin kastının ise yeni tarihsel durumlara uygulanabileceğidir.
Yukarıdaki ayet, bu sebeple, kadınların erkekler karşısında herhangi bir aklî
yetersizliğini ispat gibi en ufak bir niyete sahip değildir. 985
cc. Çok Eşlilik
Çok eşlilikle ilgili Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:
‫وَآﺗُﻮاْ اﻟْﯿَﺘَﺎﻣَﻰ أَﻣْﻮَاﻟَﮭُﻢْ وَﻻَ ﺗَﺘَﺒَﺪﱠﻟُﻮاْ اﻟْﺨَﺒِﯿﺚَ ﺑِﺎﻟﻄﱠﯿﱢﺐِ وَﻻَ ﺗَﺄْﻛُﻠُﻮاْ أَﻣْﻮَاﻟَﮭُﻢْ إِﻟَﻰ أَﻣْﻮَاﻟِﻜُﻢْ إِﻧﱠﮫُ ﻛَﺎنَ ﺣُﻮﺑﺎً ﻛَﺒِﯿﺮاً وَإِنْ ﺧِﻔْﺘُﻢْ أَﻻﱠ‬
ْ‫ﺗُﻘْﺴِﻄُﻮاْ ﻓِﻲ اﻟْﯿَﺘَﺎﻣَﻰ ﻓَﺎﻧﻜِﺤُﻮاْ ﻣَﺎ ﻃَﺎبَ ﻟَﻜُﻢ ﻣﱢﻦَ اﻟﻨﱢﺴَﺎء ﻣَﺜْﻨَﻰ وَﺛُﻼَثَ وَرُﺑَﺎعَ ﻓَﺈِنْ ﺧِﻔْﺘُﻢْ أَﻻﱠ ﺗَﻌْﺪِﻟُﻮاْ ﻓَﻮَاﺣِﺪَةً أَوْ ﻣَﺎ ﻣَﻠَﻜَﺖ‬
ْ‫أَﯾْﻤَﺎﻧُﻜُﻢْ ذَﻟِﻚَ أَدْﻧَﻰ أَﻻﱠ ﺗَﻌُﻮﻟُﻮا‬
"(Vesayetinizde bulunan ama şimdi reşit olan) öksüzlere mallarını verin ve onların iyi
mallarını (kendi) kötü mallarınızla değiştirmeyin ve onların mallarını kendinizinki ile
karıştırıp sarf etmeyin. Bu gerçekten büyük günahtır. Şayet öksüzlere hakkaniyetli
davranamayacağınızdan korkarsanız; (yetişkin öksüz) kadınlarla istediğiniz gibi -iki, üç
veya dört- evlenebilirsiniz. Ama (onlar arasında) adaleti sağlayamamaktan korkarsanız
yalnız biriyle evlenin veya cariyelerinizi eş tutun. Bu, adaletsizlikten sakınmak için en
yakın yoldur".986 Fazlur Rahman, bu ayetlerin açıkça ortaya koyduğu üzere Kur'an’ın,
çok eşlilikten; ergenlik çağına ulaştıkları halde, sahip oldukları malı vâsîlerince
kendilerine verilmeyen yetim kızlar bağlamında bahsettiği görüşündedir. Vâsîler,
onların mallarını kullanmaya devam edebilmek için evlenmeyi tercih ediyorlardı. Ya da
onların iyi mallarını kendilerinin kötü mallarıyla değiştirerek veya malları "karıştırarak"
yetimlerin sahip oldukları şeyleri "yeme" yoluna gidiyorlardı.987
984
Fazlur Rahman, “Kuran’da Kadının Konumu”, s. 52.
Fazlur Rahman, agm, s. 52.
986
Nisa, 4/2-3. Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, s. 142-143. Fazlur Rahman, “Kuran’da
Kadının Konumu”, s. 56-57.
987
Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, s. 143-144. Fazlur Rahman, “Kuran’da Kadının
Konumu”, s. 57-58.
985
231
O, bu konunun daha net bir şekilde anlaşılması için zikredilen ayetten önce nazil
olduğu açık ve konuyla bağlantılı olan Nisa sûresi 127. ayeti dikkate almamayı da
eleştirir. İlgili ayette şöyle buyrulmaktadır:
َ‫وَﯾَﺴْﺘَﻔْﺘُﻮﻧَﻚَ ﻓِﻲ اﻟﻨﱢﺴَﺎء ﻗُﻞِ اﻟﻠّﮫُ ﯾُﻔْﺘِﯿﻜُﻢْ ﻓِﯿﮭِﻦﱠ وَﻣَﺎ ﯾُﺘْﻠَﻰ ﻋَﻠَﯿْﻜُﻢْ ﻓِﻲ اﻟْﻜِﺘَﺎبِ ﻓِﻲ ﯾَﺘَﺎﻣَﻰ اﻟﻨﱢﺴَﺎء اﻟﱠﻼﺗِﻲ ﻻَ ﺗُﺆْﺗُﻮﻧَﮭُﻦﱠ ﻣَﺎ ﻛُﺘِﺐ‬
َ‫ﻟَﮭُﻦﱠ وَﺗَﺮْﻏَﺒُﻮنَ أَن ﺗَﻨﻜِﺤُﻮھُﻦﱠ وَاﻟْﻤُﺴْﺘَﻀْﻌَﻔِﯿﻦَ ﻣِﻦَ اﻟْﻮِﻟْﺪَانِ وَأَن ﺗَﻘُﻮﻣُﻮاْ ﻟِﻠْﯿَﺘَﺎﻣَﻰ ﺑِﺎﻟْﻘِﺴْﻂِ وَﻣَﺎ ﺗَﻔْﻌَﻠُﻮاْ ﻣِﻦْ ﺧَﯿْﺮٍ ﻓَﺈِنﱠ اﻟﻠّﮫ‬
‫ن ﺑِﮫِ ﻋَﻠِﯿﻤﺎ‬
َ ‫ﻛَﺎ‬
“Sana kadınlar hakkında soruyorlar. De ki, 'Allah, kendi hakları olan şeyi
(mal-mülklerini) vermeyip kendileriyle evlenmeyi tercih ettiğiniz vesayetiniz altındaki
(yetim) kadınlar ve güçsüz (reşid olmamış) erkek çocuklar konusunda, Kitap'ta size
okunanlarla cevabını vermektedir.”988 O, bu ayetlerde ortaya konulan sorunun yukarıda
zikredilen ayetlerle çözüme kavuşturulduğu görüşündedir. Nitekim ona göre Allah,
vâsilere; yetimlerin mallarını gayr-ı meşru şekilde harcamaktansa onlardan dörde kadar
evlenmelerine “ehveni şer” olarak izin vermiştir. Ancak ona göre çok eşlilik konusunda
Allah, bir şart daha ilave etmiştir: Vâsiler ancak yetimler arasında adaleti sağlayabileceklerse evlenebilirler. Bu sebeple, dört eşe kadar evlenme izninin kanunlaşması ne
metinle, ne de Kur'an'in ruhu ile uyuşur görünmektedir.989 İlgili ayette yetimlere adaletli
davranma ile ilgili uyarıdan sonra şöyle buyrulmuştur:
‫وَﻟَﻦ ﺗَﺴْﺘَﻄِﯿﻌُﻮاْ أَن ﺗَﻌْﺪِﻟُﻮا ْﺑَﯿْﻦَ اﻟﻨﱢﺴَﺎء وَﻟَﻮْ ﺣَﺮَﺻْﺘُﻢْ ﻓَﻼَ ﺗَﻤِﯿﻠُﻮاْ ﻛُﻞﱠ اﻟْﻤَﯿْﻞِ ﻓَﺘَﺬَرُوھَﺎ ﻛَﺎﻟْﻤُﻌَﻠﱠﻘَﺔِ وَإِن ﺗُﺼْﻠِﺤُﻮاْ وَﺗَﺘﱠﻘُﻮاْ ﻓَﺈِنﱠ‬
ً‫اﻟﻠّ َﮫ ﻛَﺎنَ ﻏَﻔُﻮراً رﱠﺣِﯿﻤﺎ‬
“Ve ne kadar isterseniz isteyin kadınlar arasında adaleti asla
sağlayamayacaksınız. Bundan dolayı (tam adaleti sağlayamazsanız) en azından
birinden tamamen ayrılıp diğerini boşlukta bırakmayın"990
Fazlur Rahman, burada adaleti sağlayamayacağından dolayı tek eşliliğin bir
zorunluluk halini almasına rağmen devam eden ayette kadınların boşanma sebebiyle
“boşlukta bırakılmamasını” emretmesini ise şöyle değerlendirir: “Kur'an'ın bazı hukukî
kuralları, onların kanunlaştırılmasının arka planını teşkil eden çok sayıdaki olay
tarafından belirlenmiştir (conditioned). Onlarda ebedî olan, bu hükümlerde bazen açıkça
belirtilen bazen de kuvvetlice ima edilen toplumsal hedefler veya ahlakî ilkelerdir.
Böyle bir kabul, bu toplumsal hedefler veya ahlakî prensipler ışığında ilerdeki yasal
988
Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, s. 143-144.
Fazlur Rahman, "The Message and the Messenger,", s. 47-48.
990
Nisa, 4/129.
989
232
düzenlemelerin de yolunu açacaktır.” Dolayısıyla burada belirtilmek istenen, tarihsel
koşulların buna izin vermemesine rağmen, ona göre bunun temel bir hedef olarak kabul
edildiğidir.991
Ancak Fazlur Rahman, bu hususta bir sapmadan bahseder: “Görünen o ki,
Kur'an'ın dörde kadar evlenme izni, İslam tarihinin erken bir döneminde kayıtsız şartsız
umumileştirilmiştir.” Bunun Hz. Ömer devrinde vuku bulabileceğini992 zira o dönemde
hızlı fetihlerden ve fethedilen halkların esir alınmasından dolayı kadınların sayıca
çoğaldığını ve kendileriyle evlenmenin malî açıdan daha kolay hale geldiğini belirtir.
Nitekim erken siyasî ve askerî gelişmeler, büyük ülke fetihleri ve esir kadınların
çoğalması, Kur'an'ın kadınlar hakkında defalarca ifade ettiği umumî ahlakî adalet
hedeflerinin önüne adeta set çekmiştir.993 Dikkat edilirse O, tarihsel şartların
değişmesinin ayetin anlamını da değiştireceği noktasında Hz. Ömer’in uygulamasını
örnek olarak vermekte ve bunu doğru kabul etmektedir.
Özetlemek
gerekirse
Kur'an;
erkeklerin,
eşler
arasında
adaletli
davranamayacaklarsa, birden fazla hanımla evlenmemeleri gerektiğini söyler ve
erkeklerin, ne kadar çabalasalar da, birden fazla eş arasında adaleti sağlayamayacaklarını kesin bir şekilde ilave eder. Kur'an'ın konuyla ilgili ifadelerini bütünsel
olarak anlamanın tek yolu şunu demektir: Kur'an aile hayatının azamî mutluluğunu
temin etmeyi hedef edinmiş ve bunun için de tek eşliliğin normalde ideal olduğunu
söylemişse de, gözetilen bu ahlakî hedefi yedinci asır Arap toplumu ile uzlaştırmak
durumunda kalmıştır. Çünkü bu topluma çok eşlilik iyiden iyiye yerleşmişti ve bundan
dolayı da, bizzat ahlakî hedef tamamen işlevsiz bırakılmayacaksa, hukuken ortadan
kaldırılamazdı. Bu sebeple Kur'an çok eşliliği hukuksal düzlemde kabul etti, sınırladı.
Ona mümkün olduğunca çok sayıda çekinceler koydu. Fakat aynı zamanda tek eşli
toplum yapısı, Peygamber tarafından (mefhum olarak) Müslümanların ileride varmasını
umduğu bir ahlakî ideal olarak ilan edildi. Ne var ki, tarih aksini gösterdi ve Müslüman
topluma aşırı sayıda kadın ve esir kızların girişini temin eden Peygamber sonrası büyük
991
Fazlur Rahman, “Kuran’da Kadının Konumu”, s. 59-60.
Fazlur Rahman, İmam-ı Malik’in “Muvatta”sının konuyla ilgili birçok örneği içerdiğini söyler. Bkz.
Fazlur Rahman, agm, s. 60; Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, s. 146.
993
Fazlur Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, s. 146.
992
233
fetihler, Kur'an'ın bu açıdan hedefini kesintiye uğrattı.994 Ancak modern dönemin bize
bu imkanı sunmasıyla birlikte ona göre Kur’an’ın hedefi yerine getirilmiştir.
Fazlur Rahman’ın Kur’an’a yaklaşımına yönelik genel bir değerlendirme
yapmamız gerekirse şunları söyleyebiliriz.
İslam dünyasının sıkıntılı bir döneminde yaşayan müellifimiz, her şeyden önce
bu durumun getirdiği iç ve dış problemlere cevap verme kaygısını her zeminde
hissetmiştir. Onun bir taraftan Kur’an merkezinde İslam düşüncesine cevap bulma
arayışları diğer taraftan modern dönemle yüzleşmesi düşünce serüveninin temel taşlarını
oluşturur gözükmektedir. Nitekim bu anlamda müellif, ilk olarak İslam düşünce tarihine
gitmekte ve orada yaşananları eleştirel bir gözle okuyarak problemleri tespit etmeye ve
cevaplar bulmaya çalışmaktadır. İslam düşüncesine yönelik ilk tespitleri, “ıslahat”
hareketlerinin her daim varlığını sürdürdüğü ve bu anlamıyla eleştirel okumaların İslam
düşüncesinin temelini oluşturduğu fikridir. O, bununla birlikte ıslahat hareketlerinin
kısmen yüzeysel revizyona kısmen de problemlere işaret ettiğini fakat yeterli bir
söylemi oluşturamadığını vurgular. Burada onun gördüğü en temel problem, İslam’ın
temel kaynaklarına yönelik algı “bozukluğu”dur. O, özellikle ehl-i sünnet ve sûfiliğin
İslam düşüncesinin hayatiyetini sağlayan “dinamizmini” ortadan kaldırdığını, bunun
sonucunda da İslam düşüncesinin durağanlaştığını vurgular. Buna bir cevap olarak
vehhabiliğin saf “eleştirel” yaklaşımının bir alternatif üretmekten ziyade yıkıcı bir
“eleştirelliği” içerdiğini düşünür.
Modern dönem ise müellifimize göre yapıcı
özelliğiyle İslam düşüncesine bir ivme kazandırabilecek imkana sahiptir. Fakat bu
durum klasik modernistler tarafından yeterince anlaşılamamıştı. Onların olumlu bir
takım özellikler içermesine rağmen ya “batıcılığa” ya da “muhafazakarlığa” kaydığını
düşünür. İşte Fazlur Rahman, bu tespitlerden sonra yapılması gereken şeyin, ortaya
çıkan problemlere bir cevap üretme adına genel bir metodoloji oluşturmayı
gerektirdiğini düşünür. Bu anlamda ilk olarak doktora olarak da çalıştığı “nübüvvet”
konusunu ve buradan hareketle de hadis ve sünnet meselesini ele alır. Burada ulaştığı
sonuç, Peygamber’in otoritesi ile hadis’in biribirinden farklı iki gerçeğe işaret etmesidir.
Peygamber’in otoritesinin Kur’an’la alakalı olduğundan hareketle de hadisin sonraki üç
994
Fazlur Rahman, “The Impact of Modernity on Islam”, s. 121-122.
234
asırdaki birikimi içerdiğini iddia eder. Peygamber’in örnekliğini ortaya koyan “yaşayan
sünnet”in ise sonradan hadisleşmesini sorunun başlangıcı olarak kabul eder. Bunun
sonucunda da kıyas ve içtihat eylemlerinin gerçek anlamlarını kaybettiğini vurgular.
Ayrıca İslam düşüncesine sonradan giren fikirlerin Kur’an süzgecinden geçirilmeksizin
alınması, Kur’an merkezli bir düşüncenin de oluşmasının önünü kapatmıştır. Yapılması
gerekli olan şey, “hedefinden sapan” İslam düşüncesini Kur’an merkezinde yeniden
oluşturmaktır. Bunun için geleneğin yardımcı olamaması hatta “köstek” olması onu,
ikili hareket diye ifade ettiği yöntemi uygulamaya götürmüştür. Fazlur Rahman’a göre
burada zikrettiğimiz örnekler ışığında düşünsel ve ahlakî dürüstlüğe hakkını verebilmesi
itibariyle kabule şayan tek yorum yöntemi, her şeyden önce, en geniş anlamıyla, tarihsel
eleştiriye başvuran yöntemdir. Bu da metnin lafzını tatbik etmek değil, bilakis onun
ruhunu/idealini uygulamaktır. Ancak bu yöntemledir ki, ona göre Kur'an ve Sünnet'in
hedeflerinin doğru dürüst anlaşılması başarılabilir.995 Böylece ilk olarak Kur’an’ın
hedef ve amaçlarının tespiti öncelikle tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda “Major
Themes of the Qur’an” adlı çalışma, bunu sağlamaya yönelik bir gayret olarak
okunabilir. Devamında ise bu ilkelerle modern dönem, kendi tarihselliğini dikkate
alarak uygulamaya konulmuştur. Fazlur Rahman’ın, bu düşüncelerini en sistematik
olarak ifade ettiği yer, aynı zamanda “hermeneutik” tartışmaların da yapıldığı “Islam
and Modernity” adlı çalışmasıdır. Bu durum, İslam düşüncesi ile modern düşüncenin
buluştuğu bir durumu ortaya koyması açısından çarpıcıdır.
Onun temel gayesi, modern dönemin problemlerine Kur’an ışığında cevaplar
üretmektir. Aslında bu durum, Fazlur Rahman’ın İslam düşünce tarihine yönelik yaptığı
en temel eleştiri olan “Kur’an merkezli” düşünmeme konusunda onu da içermektedir.
995
Fazlur Rahman, agm, s. 121.
235
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MOLLA FENARİ VE FAZLUR RAHMAN'IN
KUR’AN’A YAKLAŞIMLARININ MUKAYESESİ
Molla Fenari ve Fazlur Rahman arasındaki karşılaştırmaya başlamadan önce
iki müellif arasında karşılaştırmanın mahiyeti ve imkânı hakkında bir fikir edinmek
amacıyla bazı temel noktaların ele alınması ve netleştirilmesi gerekmektedir.
Her şeyden önce temel hedefimiz, iki farklı dönemde tefsirin nasıl algılandığını
ortaya koymaktır. Bu da bir taraftan daha önceki iki bölümde olduğu gibi bir “tasvir”i
zorunlu kılarken diğer taraftan iki bakış açısının mukayesesini ve değerlendirilmesini de
gerektirmektedir.
Nitekim karşılaştırma açısından Molla Fenari’nin çalışmaları iki kısım altında
değerlendirme konusu olacaktır. İlk kısım, Tefsir ilminin müdevven olarak
oluşturulmasıdır. İkincisi ise Fâtiha sûresi bölümüdür. İlk bölüm usulle ilgili iken
ikincisi, karşılaştırma unsuru olarak sadece usul açısından değerlendirme konusu
olacaktır.
Fazlur Rahman’ın çalışmalarına baktığımızda ise “usul” problemi olarak
karşımıza Kur’an’ın “anlaşılması” ve bununla ilgili sunduğu “metodoloji” konuları
çıkmaktadır. O, konuyu belli bir kitapta değil, bütün kitaplarında şu veya bu oranda ele
almaktadır.
Molla Fenari’nin temel hedefinin, var olan tefsir literatürü ile İbn Arabi
tarafından dillendirilen vahdet-i vücut düşüncesinin bir sentezini yapma olduğunu
görüyoruz. Fazlur Rahman ise modern dönemde insanların Kur’an’la olan ilişkilerinin
nasıl olmasına yönelik bir metodoloji oluşturma gayretindedir. Konumuz açısından
böyle bir karşılaştırmayı mümkün kılan şey, “usul” konularının (içerikleri farklı dahi
olsa) ortak inceleme sahası olmasıdır. Zaten müelliflerden Fazlur Rahman’ın, Molla
Fenari gibi tefsir çalışmasından –sûre bazında da olsa- bahsetmek mümkün
gözükmemektedir. O, daha ziyade belli meseleler ışığında Kur’an ayetlerini
incelemektedir. Dolayısıyla hedefimiz ayetlerin yorumları açısından bir karşılaştırma
özelliği taşımamaktadır.
Yaptığımız çalışma aynı zamanda Molla Fenari ve Fazlur Rahman bağlamında
bir yönden klasik-modern karşılaştırması iddiasını da taşımaktadır. Bununla birlikte
hedefimiz burada her iki müellifin söylemlerinin kendi dönemleri için mutlak bağlayıcı
237
olduğu iddiasını taşımamaktadır. Ancak iki müellifin vurgu noktalarının hâkim
tasavvurdan etkilendiği de açıktır. Bu anlamıyla çalışmamız tefsirin tarihî gelişimi ve
dönüşümünün aydınlatılmasına da bir katkı sağlayacaktır.
Karşılaştırma,
üç
temel
alanla
ilgili
oluşturulacaktır.
İlki
içerik
karşılaştırmasıdır. Burada Kur’an tanımları, vahiy anlayışları, Kur’an yorumu açısından
Sünnet’e bakışları ve ortak olarak işlediklerini tespit ettiğimiz esbab-ı nüzûl, nâsihmensûh, mekkî-medenî ve i’câzu’l-Kur’an gibi ulûmu’l-Kur’an konuları incelenecektir.
İkincisi yöntem karşılaştırmasıdır. Bu kısımda tefsir yöntemleri ele alınacaktır.
Üçüncüsü ise tespit ettiğimiz bazı tefsir problemlerine yönelik bakışlarının
karşılaştırılmasıdır. Bunlar da müfessirde bulunması gerekli olan nitelikler, tefsirde
oluşan bilginin kesinliği ve tefsir çeşitlerinin imkanı gibi konulardır. Bu ön bilgilerden
sonra her iki müellifi karşılaştırmaya başlayabiliriz.
I. İÇERİK MUKAYESESİ
İçeriğe yönelik bu kısımda her iki müellifin Kur’an’a yaklaşımlarında
kullandıkları bazı kavramlara ne tür anlamlar verdiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu
anlamda Ku’an tanımları, vahiy anlayışları, Kur’an yorumu açısından sünnet kavramına
bakışları ve Esbab-ı Nüzûl, Nâsih-Mensûh, Mekkî-Medenî, İcazu’l-Kur’an gibi
ulûmu’l-Kur’an konuları ele alınacaktır.
A. Kur’an Tanımları
Tanım meselesine geçmeden önce her iki müellifin Kur’an’dan ne anladığı ile
ilgili tespitlerde bulunmak konunun anlaşılması açısından yerinde olacaktır. Her iki
müellif arasında Kur’an’ın Allah kelamı olmasında bir mutabakat vardır. Fakat
Kur’an’la ilgili hangi noktanın dikkate alınacağı (neliği) meselesi, iki müellifin
farklılaşmasını oluşturan temel unsurdur.
238
Molla Fenari, Kur’an’ın tanımı ile ilgili kelam-ı lafzî ve kelam-ı nefsî şeklinde
iki farklı söylemin olduğunu zikrederek996 Kur’an’ın kelam-ı nefsî üzerinden
tanımlanmasının daha doğru olacağını iddia eder. Zira O, insanların bilgi noktasında
kesin bir sonuca ulaşamayacakları müteşabihat gibi konuların varlığı sebebiyle kelam-ı
lâfzî üzerine tanımın mümkün olamayacağını düşünür.
Fazlur Rahman ise, bu tartışmanın işin mahiyetini ortaya koyan bir mesele
olmadığını vurgulayarak997 Kur’an’ın tarihsel bir hitap oluş keyfiyetine dikkat çeker.
Onun, metinden ilkelerin çıkarılabileceği düşüncesinden hareketle Molla Fenari’nin
zikrettiği müteşabihat gibi kısımların varlığını kabul etmediği söylenebilir. O’na göre
vurgulanması gerekli olan nokta, Kur’an’ın metninin tarihselliğinde mündemiç olan
ilahiliğin (ilkelerin) ortaya çıkartılmasıdır. Bu ise metnin “anlaşılabilirliği” açısından iki
müellifi birbirinden ayırmaktadır.
Fazlur Rahman’ın metnin “tarih” merkezinde ele alınması söylemi bize göre
son noktada kelam-ı lâfzî ve kelam-ı nefsî tartışmalarının içindedir. Fark, onun
söyleminin bu ikili tanımlamayı değiştirerek mutlak metin (kelam-ı lafzî) merkezinde
konuyu değerlendirmesidir. Daha doğrusu bu ikili ayırımı metnin içine taşımaktadır.
Tabir-i caizse kelam-ı lafzî, metnin tarihsel yönü olarak ele alınırsa kelam-ı nefsî,
metinde mündemiç olan ilkeler olarak zikredilebilir. Böylece tartışma ona göre
kelamullah’tan çıkıp metnin içinde var olan kelamullahın ortaya konmasına
dönüşmektedir.
Molla Fenari’nin Kur’an tanımıyla ilgili temel tartışmalarından biri, tekil
olanın tanımının yapılıp yapılamayacağı meselesidir. O, tanımların küllî (genel)
olduğunu belirterek tekil olan şeyin tanımının (hadd) yapılamayacağını vurgular. Böyle
bir durumda tanımın (resm), ancak ihtiyaçlar ışığında olabileceğini iddia eder998 ki bu
da ona göre tanımdan arzu edilen, herkesin ortak bir noktada buluşması imkânını
ortadan kaldırmaktadır. O, bu durumdan kurtulmak için tanımı insanî ihtiyaçlar
düzleminden çıkarmak amacıyla “murad edilen mananın Allah katında olması” ifadesini
996
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 42-43; (v. 26a-26b).
Bkz. Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, s. 66.
998
Nitekim Molla Fenari, değerlendirdiği Kur’an tanımlarının hepsinde bu sorunun ortak olduğunu ısrarla
vurgular. Bkz. Molla Fenari, age, s. 42; (v. 26a)
997
239
kullandığını zikreder.
Molla Fenari’nin bu söylemlerinin Fazlur Rahman’a bakan
yönlerinden biri onun tanımının da ihtiyaçlar merkezinde olduğunun ortaya
konulmasıdır. Zira O, Kur’an’ı kaynak olarak Allah Teala’ya isnad etmekle beraber
içerik anlamında “insanî” kabul etmektedir. Bu durumun ise “insanî ihtiyaçların”
dışında olamayacağı açıktır.
Yani O, Kur’an’ın ihtiyaçlar ışığında olduğunu ve
tanımlanması gerektiğini düşünür. Molla Fenari ise bunu, anlamın oluşturucusunun ve
belirleyicisinin insanî olması sebebiyle devr/fasid daire olarak görür.999
Nitekim tanım meselesine bir metin olarak karşımızda bulunan Kur’an
açısından bakıldığında Molla Fenari, O’nu, Allah kelamının yazıya dökülmüş hali
olarak görür. Dolayısıyla bu alan, tanımın sonucu olarak anlamlıdır. Fazlur Rahman
açısından bakıldığında ise, tarihsel hadiselere cevap veren bir kelam ve ondan
“çıkartılması” gerekli olan ahlakî ilkeler, Kur’an’ın tanımını ortaya koyar. Bu noktada
tanım, Kur’an’ın “ahlakî”liğini gözler önüne sermelidir.
Görüldüğü üzere Fazlur Rahman’ın, Molla Fenari’den en temel farkı, murad-ı
ilahî’nin Allah katında olması iddiası hakkındadır. Fazlur Rahman, bunun Kur’an’ın
kendisinden çıkarılabileceğini düşünür. Aslında Kur’an’ın evrensel/ilahî boyutu O’na
göre tam da bu noktanın ortaya konmasıdır. Buradaki temel referansı ise Kur’an’ın
tarihsel hitap oluşuna yönelik vurgusudur. O, ayrıca Kur’an metnini, “aysberg”e
benzetmektedir.1000 Böylece O, Kur’an’ın görünmeyen kısmının görünen kısmından
daha önemli olduğuna vurgu yapar. Nitekim murad-ı ilahi’yi anlamak, görünen kısmını
değil, görünmeyen kısmını bilmekle alakalıdır.
Bu konu, bize göre her iki müellifin bilgiye bakışıyla alakalıdır. Filozoflar ve
Kelamcılar tarafından oluşturulan nazarî (zihnî/aklî) bilginin kesin sonuç vermeyeceğini
düşünen Fenari, “keşfî” bilginin kesinliği açısından olmasa da sınırları açısından daha
net bilgiye ulaşmamızın imkanını sunacağını düşünür. O, nazar yoluyla elde edilen
bilginin yanlış olduğunu söylememekte, fakat bununla birlikte bilginin sınırlı bir alana
hitap etmesi sebebiyle sonuç vermede yetersiz olduğu kanaatindedir. Nitekim Molla
Fenari’nin Kur’an’ın anlaşılması noktasında “keşf”i bir açılım olarak düşünmesi de
999
Molla Fenari, age, s. 42, (v. 26a)
Fazlur Rahman, “Interpreting the Qur’an”, s. 49.
1000
240
bununla bağlantılıdır.1001 Aklî bilginin kesinliğine dair bu kuşkucu tavır, Fazlur
Rahman’ın Kur’an’la ilgili anlayışının tam zıddı bir tarafta yer almaktadır. Modern
dönemin bilgisel parametrelerini İslam düşüncesi için bir açılım imkanı olarak gören
Fazlur Rahman ise, tarihsel anlamda teosofik felsefe diye nitelediği vahdet-i
vücutçuluğu “bireysel” ve “keyfi” olmakla suçlar. Ona göre ahlakî bir toplum
oluşturmayı hedeflemiş olan Kur’an’ın, öncelikle “bilme”kle bunu elde etmesi
mümkündür. Bu anlamda O, kendisini rasyonalist (akılcı) olarak tanımlar.1002
Dolayısıyla Kur’an’ın tanımı ona göre mümkündür. Bunun bir uzantısı olarak da
Kur’an’ın nesnel anlamının bilinebileceğini, dolayısıyla ihata edilebileceğini de iddia
eder.
Bilginin değerine yönelik bu farklılaşma ise iki müellifin Kur’an’dan elde ettiği
bilgileri de etkilemektedir. Molla Fenari, Kur’an’ın sahibi olan Cenab-ı Allah’ın bilgisi
ile insanın bilgisi arasında bir mahiyet farkı olduğunu belirterek bunu “kelime” ve
“kelam” metoforuyla açıklar.1003 Dolayısıyla Kur’an’daki her türlü bilgi, ona göre
Cenab-ı Allah’ın ilim sıfatının tezahürüdür. Fazlur Rahman’ın temel iddiası ise
Kur’an’ın Allah merkezli bir kitap olmakla birlikte insana hitap ettiği, bu anlamıyla
Peygamber’in kendi dönemindeki problemlerine bir cevap olduğudur. O’na göre bu
problemleri fark edip ondaki “evrensel” ögeye sahip olan kişinin de Kur’an’ı çok
rahatlıkla tanımlayabileceğini düşünür. O, böylece tarihsel ve evrensel ögelerin
birbirinden ayrılarak Kur’an’ın tanımlanmasını imkan dahilinde görür. Molla Fenari’nin
ise buna vereceği cevap “son tahlilde” Cenab-ı Allah’ın ilim sıfatına ulaşılmasının
mümkün olamayacağı şeklindedir. Zira “ilim” sıfatı var olan her şeyin bilgisini içeren
bir özelliktedir. Nitekim Kur’an’daki kelimeler bu sıfatla bağlantılıdır.
Molla Fenari’nin Kur’an tanımının oluşumunda vahdet-i vücut düşüncesi temel
etken olarak gözükmektedir. Fazlur Rahman’ın Kur’an tanımı ise özellikle onun hadisle
1001
Nitekim Molla Fenari’nin müfessir için gerekli gördüğü ilimler arasında işârî ilimler diye ifade
ettiğimiz ilm-i hakâik, ilm-i dekâik ve ilm-i tezkîr bunlardandır. Ayrıca vahdet-i vücut düşüncesinin
bilgisel değeri için bkz. Ekrem Demirli, Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık, s. 101-184.
1002
Nitekim Marry Catherine Jesse de Fazlur Rahman’ı ahlakî rasyonalist (ethical rasyonalism) olarak
nitelemektedir. Bkz. Marry Catherine Jesse, A Modern Muslim Intellectual: The Thought of Fazlur
Rahman with Special Reference to Reason, s. 113.
1003
Bu metafor için Molla Fenari’nin İbn Arabi’nin rubaisi üzerine yazdığı şerhe bkz. Molla Fenari,
Şerh-i Rubai-i Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabi: Terceme ve Metn, s. 41-52.
241
ilgili yaptığı tarihî (historical) ve teknik (normatif) hadis ayrımının1004 Kur’an’a
uygulanması sonucu elde edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim onun çalışmaları da bunu
doğrular niteliktedir.1005
Son olarak iki müellifin Kur’an tanımlarına tefsir ilmi penceresinden
baktığımızda Molla Fenari’ye göre müfessirin bilgisi Kur’an’ı anlama yönünde
gayretlerde bulunan fakat hiçbir şekilde bunda bir nihayete ulaşamayacak özelliktedir.
Fazlur Rahman’ın bakış açısında ise Kur’an, anlaşılmış olan ve müfessirin kendi
yaşadığı çağdaki sosyal düzenin dönüşümü için örnekler sağlayan ve temel ilkeler vaz
eden bir kitap özelliğindedir. Bu anlamıyla Tefsirde ortaya çıkan bilgi, Molla Fenari
açısından kişideki “nihaî” bilgi iken, Fazlur Rahman’da bu bilgi kesin olup daha sonra
toplumun dönüşümü için “araçsal” bir özelliktedir.
B. Vahiy Anlayışları
Kur’an’ın, Allah kelamı olması noktasında herhangi bir şüphenin söz konusu
olmadığını vurgulayan her iki müellif, vahyi de Kur’an tanımında olduğu gibi
birbirinden farklı tarzlarda açıklamaktadırlar.
Molla Fenari, Kur’an’da vahiy kavramının kullanımı ile ilgili bilgilerle konuya
başlamaktadır. Devamında ise Kur’an vahyinin nasıl olduğuna dair açıklamalar
yapmaktadır. O, kelamcılar tarafından da tartışılan Allah’ın görülmesi meselesini
incelemekte ve Allah’ın dünya gözüyle görülmesinin mümteni olduğunu vahyin geliş
şekillerinden çıkarmaktadır.1006 Nitekim Peygamber, miraçta sesi işitmekle birlikte
Cenab-ı Allah’la yüzyüze görüşmemiştir. Molla Fenari, rü’yet meselesinde temel
kaygısının, Cenab-ı Allah’a hissî kelamda ortaya çıkan hudûs ile bağlantısını
engellemek olduğunu belirtir. Müellifin burada vahdet-i vücut düşüncesine bağlılığı ön
1004
Bkz. Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 71.
Fazlur Rahman’ın ilk çalışmalarından biri olan “Islamic Methodology in History”, onun hadisle ilgili
görüşleri üzerine kurulmuştur. O, burada ortaya attığı bu ikili ayrımı daha sonraki çalışmalarında
özellikle “Islam”, “Major Themes of the Qur’an” ve “Islam and Modernity”de Kur’an’la bağlantılı
olarak tekrar oluşturmaktadır.
1006
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 45-46. (v. 28a-28b). Ancak o burada Kadı Beydavi’nin konuyla ilgili
farklı görüşte olduğunu da hatırlatır. Bkz. Kadı Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, II, 367.
1005
242
plana çıkmaktadır. Zira vahdet-i vücut düşüncesinde Allah’ın zatının bilinmesi “isimler
teorisi” açısından mümkün değildir.1007
Fazlur Rahman ve Molla Fenari, Cenab-ı Allah’ın doğrudan konuşmasının söz
konusu olmadığı konusunda hem fikirdirler. Fakat Molla Fenari, konuyla ilgili farklı
görüşlerin olduğunu belirterek onları değerlendirir. Fazlur Rahman ise Allah’ın
doğrudan konuşmamasından hareketle “ruh”un, vahyin muhtevası oluşuna geçer. O
Mümin (40/15) ve Şura (42/52) sûresindeki ayetlerden hareketle “Ruh”un,
Peygamber’in kalbinde oluşan ve ihtiyaç duyduğu zaman vahiy şekline dönüşen bir
kuvve, bir duyu veya bir araç olarak yorumlanabileceğini düşünür. O, bu Ruhun,
Peygamber’in içinde olmadığını, Allah tarafından indirildiğini düşünür. Ruhla birlikte
kullanılan “emr” sıfatını ise, levh-i mahfuz veya ümmü kitap şeklinde tanımlamaktadır.
O, “emr” ifadesinin, insanlara sorumluluk yükleyen emirleri içermesi sebebiyle böyle
isimlendirildiğini belirtir. İşte bu kitabın veya emrin özü, ona göre bu ana kitaptan ya da
Ruhtan gelmekte ve Peygamber’in kalbine giderek vahyi teslim etmektedir.1008
Fazlur Rahman, Kur’an’daki bu ayetlerden hareketle şu sonuca varmaktadır ki
Peygamberler, her varlığın en son kaynağı olan bir varlıktan çıkan ve bu
Peygamberlerin kalbini eşyayı normal insanların görüşünden daha farklı bir şekilde
görmelerini ve bilmelerini sağlayan nur ile dolduran özel ve olağanüstü bir gücün
alıcılarıdırlar. Bu güç, onları aynı zamanda bütün bir insanlığın veya toplumların
hayatına yön veren ve yaşayışlarını değiştiren belli bir davranış tarzına yönlendirir. Ne
zaman insanlık, hevası peşinde ahlaki çöküntüye uğrarsa bu Ruh, onların tekrar
kurtulma garantisidir ve onların yeniden canlanmalarının ümit ışığıdır.1009
Fazlur Rahman’ın vahiyle ilgili temel hedefi, kendisinin de belirttiği üzere
Kur’an’da zikredilenlerden hareketle vahyi “makul” ve sistemli bir şekilde
sunmadır.1010 Temel eleştirisi de vahyin tarih boyunca dışsal bir şey olarak
1007
Bkz. Abdullah Kartal, İlâhî İsimler Teorisi, Hayy Kitap, İstanbul, 2008, s. 115-199.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 97-98.
1009
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 98-99.
1010
Fazlur Rahman, Islam, s. 221; Major Themes of the Qur’an, s. 81. Fazlur Rahman’ın vahiyle ilgili
görüşlerinin değerlendirilmesi için bkz. Ali Kuzudişli, “Fazlur Rahman’ın Vahiyle İlgili Görüşleri ve
Bu Görüşlerin Tenkidi”, İslamî Araştırmalar, XI/1-2, Ankara, 1998. s. 139-148.
1008
243
algılanmasınadır. Bu anlamda dışsal olduğunu söyleyen ehl-i sünneti eleştirir1011 ve
vahyin dışsallığına işaret eden görüşlerin sonradan hadis diye ortaya çıkarılmış
olabileceğini ifade eder.1012 Bunun için o, özellikle Kur’an’dan hareketle vahyin
Peygamberle bağlantılı içsel bir şey olduğunu açıklamaya çalışır.
Fazlur Rahman, sünniliğin vahyi, maddi ve gözle görülür bir olay olarak
görmesini, dönemin algılamasıyla bağlantılı bir durum olarak kabul eder. O’na göre o
dönemdeki insanlar, ancak bu şekilde vahyin sunulmasını daha net olarak anlayabilirler.
Bu anlamda gözle görülür dışsal bir şey olarak algılama “kılıf” olarak kabul edilmeli ve
bunun o dönemdeki insanların tarihsel algılamaları olduğu gözden kaçırılmamalıdır.1013
Modern dönemde ise böyle bir durumdan bahsedilemeyeceğini iddia eder.
O, vahyin Şah Veliyyullah Dihlevi ve Muhammed İkbal tarafından yapılan
izahlarını psikolojik olarak kabul eder. Halbuki vahiy, diğer bilme türlerinden zorunlu
olarak ayrılmalıdır.1014 Bunun için sunduğu temel tez, Kur’an’ın özünün ahlak ilkeleri
olup bunun da vahyin alıcısını (Peygamberi) aşan bir durum olmasıdır. Zira O, bu ahlak
ilkelerinin Allah’ın “emr”i olduğunu belirtir. Fazlur Rahman, biraz önce vurguladığımız
gibi Peygamber’in kendi iç düşüncesine dikkat çeker. Kur’an’ın Allah ile
Muhammed’in ortak eseri olduğu şeklindeki değerlendirmeleri kabul etmemekle birlikte
vahyin, yanılmazlığı ve yanlışlıktan uzak oluşuyla mana itibari ile tamamen Allah
kelamı olduğunu vurgular. Diğer taraftan anlamın Peygamber’in “kalbine” inmiş
olması1015 ve onun dilinden süzülmüş olması sebebiyle de dilsel yönüyle tamamen
Peygamber’in kelamı olduğunu düşünür.1016 Allah’ın ezeli kelamı, Peygambere
tamamen bir “dış varlık” tarafından gelmedi veya getirilmediyse, yani bir bakıma
1011
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 100.
Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 97.
1013
Fazlur Rahman, Islam, s. 14.
1014
Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, s. 68-69.
1015
Fazlur Rahman, Major themes of the Quran s. 97. Bkz. Bakara, 2/97-98; Şuara, 26/193-195; Şura,
42/24.
1016
Fazlur Rahman, Islam, s. 33. Fazlur Rahman, “Eyüp Han Döneminde Bazı İslamî Meseleler”, çev.
Mevlüt Uyanık, İslamî Araştırmalar, IV/4, s. 309.
1012
244
Allah’ın ruhu ile Peygamber’in ruhu bir “ufuk birleşimine” girdiyse, o aynı zamanda
“Peygamber’in sözü” olmaz mı? Fazlur Rahman’ın buna cevabı “evet”tir.1017
Vahiy ruhunun haddi zatında Peygamberlerde oluşturulan bir “dahili idrak
gücü” olduğunu ve bunun “tarih ile mücadele”de ona içten gelen bir yön duygusu
verdiğini düşünür.1018
Molla Fenari ise vahyin Peygamber’in kalbine inmesini vahyin şekillerinden
birisi olarak kabul etmekle birlikte onun içsel olduğu konusunda Fazlur Rahman’dan
farklı düşündüğü söylenebilir. Zira Molla Fenari vahyin geliş şekillerinde içsellikle
birlikte dışsallığın da örneklerini verir. Nitekim O, meleğin/Cebrail’in insan sûretinde
gelmesi, meleği kendi sûretinde görmesi ve onunla konuşması, uyanıkken sesi işitmesi
veya ışığı görmesi şeklinde dışsal diye ifade edebileceğimiz vahiy şekillerini kabul
eder.1019
Fazlur Rahman’ın vahyin dışsal algısını “kılıf” (reification) olarak kabul
etmesinin ise1020, Molla Fenari tarafından kabul görmediğini düşünüyoruz. Zira Fazlur
Rahman’ın iddia ettiği gibi insanların zihinlerinde konunun daha net anlaşılması
noktasındaki bir düşünce, ancak Peygamber’in kalbine gelen vahyin tam olarak
bilinemeyip (anlaşılamayacağı sebebiyle) sadece dışsal olarak kabul edilmesiyle
mümkün olabilir. Halbuki Molla Fenari, dışsallık kadar içselliği de vahyin geliş şekilleri
arasında kabul eder.
Burada Fazlur Rahman’ın tarihsel hadiselere nasıl baktığına dair temel ipuçları
çıkarılabilir. Şöyle ki O, kendi yaşadığı dönemde böyle bir “kılıf”a ihtiyaç
hissedilmeyeceğini iddia ederken başka bir noktaya daha dikkat çekmektedir. O da Hz.
Muhammed’in son Peygamber, vahyin de son vahiy olmasıdır. Bundan sonra vahiy,
gelmeyecektir. Fazlur Rahman’a göre İnsanlık bundan sonra kendi problemlerine
1017
Adil Çiftçi, Fazlur Rahman İle İslam’ı Yeniden Düşünmek, s. 73.
Adil Çiftçi, age, s. 81.
1019
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s.46 (v. 28a-28b)
1020
Fazlur Rahman, Islam, s. 14.
1018
245
“akıl”larıyla cevaplar üreteceklerdir.1021 Bu anlamda onun tarihe bakışı, ilerlemeci bir
düz çizgi şeklindedir.
Fazlur Rahman’ın vahyi modern dönemde yaşayan insanlara anlatmanın
imkânını ancak rasyonel bir zeminde olacağını düşünmesi, onun görüşlerinin temel
belirleyicisidir. Ancak, tarihte bunun tam olarak ortaya konamamasını ise rasyonel
düşüncenin tam oluşmaması veya o dönemdeki insanların somut olanı ancak anlayabilir
şeklindeki algısı, tarihsel indirgeme (anakronizm) olarak görünmektedir. Nitekim belli
bir tarihsel soruna cevap üretmek amacıyla oluşturulan İslam düşüncesindeki kelam-ı
nefsi ve kelam-ı lafzi tartışmalarını gereksiz ve boş tartışmalar şeklindeki nitelemesi de
bunu göstermektedir.1022
Fazlur Rahman ve Molla Fenari’nin vahiyle ilgili bir diğer değindikleri konu
ise tenzil meselesidir. Molla Fenari; inzali, levh-i mahfuzdan dünya semasına inme;1023
tenzil’i ise parça parça inme şeklinde düşünür.1024 O, tenzilin nasıl meydana geldiğiyle
ilgili bunun ya Peygamber’in, insanî sûretten melekî sûrete çıkması ya da meleğin insan
sûretinde ortaya çıkması anlamında olabileceğini belirtir. Fazlur Rahman ise, vahyin
içsel (enfüsi) olması sebebiyle tenzili de bununla ilişkili görür. Şöyle ki O, vahyin
semanın alt katına inmesini, Peygamber’in kalbine inme1025 olarak düşünmektedir.
Son olarak iki müellif arasındaki vahyin gelişiyle ilgili konuyu ele alma
noktasında ortaya çıkan fark, Molla Fenari’nin, konuyu Kur’an ve Hadis merkezinde
incelerken Fazlur Rahman’ın sadece Kur’an üzerinden konuya yaklaşmasıdır.
Kaynaklara yönelik her iki müellifin bakışının farklı olmasının bunda etkili olduğu
rahatlıkla söylenebilir. Yani Molla Fenari, Hadis’i de Kur’an gibi temel kaynak kabul
etmesi sebebiyle vahiyle ilgili gelen rivayetleri dikkate alarak düşüncesini
1021
Fazlur Rahman, age, s. 220-221. Benzer bir değerlendirme için bkz. Fazlur Rahman, Major Themes
of the Qur’an, s. 81.
1022
Bkz. Fazlur Rahman, “Divine Revelation and the Prophet”, s. 66-67.
1023
Molla Fenari, vahyin dünya semasına icmalen inmesinin, Kur’an’ın bir bütün olarak inmesi şeklinde
anlaşılabileceği gibi bir senelik bölümünün defaten inmesi ve bunun her sene bu şekilde olması
anlamında da olabileceğini düşünür. Bkz. Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 48; (v. 29b)
1024
Bkz. Molla Fenari, age, s. 48; (v. 29b)
1025
Fazlur Rahman, Islam, s. 31; Major Themes of the Qur’an, s. 97. Fazlur Rahman, “Eyüp Han
Döneminde Bazı İslamî Meseleler”, çev. Mevlüt Uyanık, s. 309.
246
oluşturmaktadır. Fazlur Rahman ise Peygamber’in örnekliğini temel bir kaynak kabul
etmekle birlikte hadis şeklinde ortaya çıkan bilgilerin güvenilirliğine yönelik eleştirel
bakışı onu, vahyi sadece Kur’an ayetleri ışığında yorumlamaya götürmektedir.
C. Kur’an Yorumu Açısından Sünnet
Gerek Molla Fenari, gerekse Fazlur Rahman, Peygamber’in otoritesini ve onun
örnekliğini kabul etmektedirler. Ancak iki müellif arasında bunun zamanı ve sınırları
hakkında farklı bir algılama söz konusudur.
Nitekim Molla Fenari, klasik İslam düşüncesindeki genel tavrı takip ederek
Kur’an’ın tebliğ ve tebyin görevini Peygambere dolayısıyla sünnet’e verir. Yani
sünneti, sadece tefsiri yapılan ayetlerde değil, düşüncesinde temel bir otorite olarak
kabul eder. Böylece meüllif, sünnetin otoritesine yönelik belli bir zamanla
kayıtlandırma düşüncesine sahip değildir. Mesela ilmin gerekliliğiyle ilgili Kur’an’dan
ayetlerle istişhad ettikten sonra sünnetten deliller zikrederek onun meşruluğunu
göstermeye çalışır. Bir fıkıh usulcüsü olarak da “Fusûlü’l-Bedâyi” adlı eserinde
Sünnet’i, Kur’an’dan sonra gelen ikinci temel kaynak olarak inceler. Aynı şekilde O,
Kur’an’ın anlaşılması noktasında hadislerden yararlanır. Burada hadislerin sıhhatine
yönelik değerlendirmeler yapmamakla birlikte yararlandığı hadisler kütüb-i sitte gibi1026
sahih hadis kaynaklarındandır. Bununla birlikte özellikle işarî yorumlarda hadis senedi
açısından zayıf rivayetleri de kullanmaktadır. Ancak O, burada metodolojik bir ayrıma
giderek Peygambere isnad edilenleri “hadis”; sahabeye isnad edilenleri de “eser” olarak
nitelemekte ve onları birbirinden ayırmaktadır.
Fazlur Rahman’ın sünnete bakışının ise, Peygamber’in otoritesini ve
kaynaklığını kabul etmekle birlikte bunun zamanla kayıtlı olduğunu görüyoruz. O,
Kur’an ve Sünnetin Peygamber hayattayken İslam’ın iki temel kaynağı olduğunu
belirtir. Peygamber’in vefatından sonra ise kaynak olarak sadece Kur’an’ın kaldığını
zikreder. O, Peygamber’den gelen hadislerin sayısının son derece az olduğunu ve hadis
olarak karşımızda bulunan literatürün Peygamber’den sonra oluştuğunu iddia eder.1027
1026
1027
Özellikle Tirmizi’nin Sünen’i çalışmalarındaki temel kaynaklardandır.
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 33-34.
247
Dolayısıyla Fazlur Rahman’ın hadislere bakışı onun Kur’an’ı yorumunda temel bir
kaynak olması açısından değildir. Aksine O, hadislerin sübutuna dair tarihsel eleştiriyi
merkeze alır. Özellikle dini ilimlerin mahiyetine yönelik ilk değerlendirmelerinden olan
“Islamic Methodology in History” (Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu) adlı
çalışmasında konuyu inceler. Ancak O, tarihsel eleştiri sonucu hadislerin sonradan
ortaya çıkmasının tespit edilmesini bu hadislerin reddedilmesi anlamında kabul etmez.
Bu hadisler, müellife göre o dönemde ne tür bir görevi gördükleri ve bugün ne tür
ihtiyaçları karşılayacakları dikkate alınarak hadisin doğuş ve gelişimleri hakkında bize
bilgi
verebilir.
Bu
anlamıyla
yaşayan
sünnet’i
içeren
hadis’e
“mevzu”
denilemeyeceğini, zira bunun nebevî sünnetin sürekli yorumlanma ve ifade edilmesi
olduğunu vurgular.1028 Dikkat edilirse hadis, ona göre Peygamber’in oluşturduğu bir şey
değil aksine sonradan üretilen bir şeydir. Burada bir değerlendirme olarak şunu da ifade
etmeliyiz ki Peygamber’in kaynaklığının tarihsel tezahürüne yönelik eleştiriler,
Peygamber’in otoritesini tam olarak ortaya koyma imkanından Fazlur Rahman’ı
mahrum etmektedir. Burada hadis literatürünün değerlendirilmesine yönelik tavrı dikkat
çekicidir.
Onun vurgulamaya çalıştığı diğer bir nokta, Peygamber’in kendi tarihselliğini
yaşadığıdır. Sünnet olarak ortaya çıkan veriler ise Peygamber’in devrinin yeniden inşası
noktasında bize yardım edecek ve “şeriatı” yeni baştan oluşturabilmenin imkanını
verecektir.1029 Bu anlamda O’nun temel şikâyeti “yaşayan sünnet” şeklinde ortaya çıkan
bilgilerin, hadisçiler tarafından (Özellikle İmam Şafii)1030 keyfiliğin önüne geçilmesi
iddiasıyla kitaplarda tespit edilip sabitlenmesidir. Böylece söz konusu malzeme
(yaşayan sünnet), dinamizmini kaybederek “hadis”leşmiştir.1031 Bu sabitleme, O’na
1028
Fazlur Rahman, age, s. 77-78.
Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 178.
1030
Hem Fakih hem de Hadis ravisi olan İmam Şafii, son noktada hadisten yana tavır koyarak Fıkhın
özgür ortamını engellediği iddiasındadır. Örnekler için bkz. Fazlur Rahman, age, s. 40-53.
1031
Fazlur Rahman’ın Sünnet ve hadis kavramına bakışı için bkz. İsmail Hakkı Ünal, “Fazlur Rahman’ın
Sünnet Anlayışı ve “Yaşayan Sünnet” Kavramı Üzerine”, s. 285-294. İslamî Araştırmalar Dergisi,
IV/4, (1990). İbrahim Hatiboğlu, “Hadis ve Sünnet terimlerine Farklı Bir Yaklaşım: Fazlur Rahman’ın
Hadis ve Sünnet Ayrımı”, s. 33-47, Marife, I/1, Konya.
1029
248
göre Peygamber’in ürettiği “şeriat”ın tekrar oluşturulmasının önüne geçmiş ve bu
durum İslam düşüncesinde tıkanıklığa ve atalete neden olmuştur.1032
Bu bilgilerden sonra sünnet’in ve hadis’in Kur’an yorumundaki değerine
baktığımızda Fazlur Rahman, Kur’an’ın indiriliş sürecinde Peygamber’in sünnetinin son
derece önemli olduğu kanaatindedir.1033 Fakat sonradan bunun hadis şeklinde üretilmesi
ve sabitlenmesi, Kur’an’ın ahlakî ilkelerinin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlandığı için
Kur’an’ın anlaşılması önünde aşılması gerekli olan bir engeldir.1034 Nitekim Fazlur
Rahman, hadisin tabiin döneminde oluşturulan ve Peygambere isnad edilen bir literatür
olması sebebiyle ona güven duymaz. Ancak Peygamber’in kendi döneminde hiç hadis
rivayet etmediği şeklindeki modern söylemi de eleştirir.1035 O, tevhid gibi temel ilkeler
noktasında Peygamber’in hadislerinin söz konusu olmasını gerekli görür. O’nun hadise
yönelik tarihsel eleştirisi daha çok hukuki alanla ilgili olup temel ilkeler ve ahlak
alanında yorumlanabilecek hadisleri bundan uzak tutmaktadır. Nitekim O, temelde
ahlakî bir ıslahatçıdır.1036 Fazlur Rahman’ın bu seçmeci tavrı, onun temel iddiasıyla
ilgilidir.
Sünnetin “hadisleşmesi” sebebiyle ortaya çıkan sıhhat problemlerinden
hareketle O, Kur’an’ın indiği dönemi tam olarak bilebileceğimizi düşündüğü tarih
bilgisini, hadisten daha sıhhatli bir bilgi kaynağı olarak kabul eder. Molla Fenari’yle
kıyasladığımızda Kur’an’ın anlaşılmasında temel veri olan hadis, Fazlur Rahman’da
ancak tarihten sonra ve tarihî verilere destek olarak anlam ifade etmektedir. Fazlur
Rahman’ı böyle bir farklılaşmaya götüren sebep, onun; Kur’an’ı kendi yaşadığı
dönemde yeniden yorumlamanın imkanını sağlayacak argümanları oluşturma gayesidir.
Molla Fenari ise hadisi, Fazlur Rahman’da olduğu gibi tarihsel sıçrama için bir imkan
değil, aksine Kur’an’ın anlaşılması için bizatihi önemli bir unsur olarak görür. Başka bir
1032
O, bunu Islamic Methodology in History adlı çalışmasının “Post-Formative Developments in Islam”
(İslam’da Teşekkül Sonrası Siyasî Gelişmeler) bölümünde genişçe ele almıştır. Bkz. Fazlur Rahman,
age, s. 85-144.
1033
Bkz. Fazlur Rahman, age, s. 9.
1034
Sünnetin tarihi süreci hakkında bkz. Ahmet Uyar, “Sünnetin Tarihî Süreci Hakkında Fazlur
Rahman’ın Görüşleri”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, XII, (2002), s. 237-249.
1035
O, klasik modernistlerin bu düşünceye sahip olduğunu söyleyerek bunu reddeder. Bkz. Fazlur
Rahman, age, s. 9.
1036
Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 30-33. Ayrıca bkz. Major Themes of the Qur’an, s. 83.
249
ifadeyle hadis, karşımızda Peygamberimizin kendi ahlakî mücadelesinin bir unsuru
olarak değil, İslamın temel “kaynağı” olarak kıymetli ve değerlidir. Fazlur Rahman
hadislerin hepsini de nazar-ı itibara almaz. Onun üzerinde durduğu nebevi sünnettir. Bu
da hadislerin tarihsel yönü olmayıp ahlak ilkeleri vaz edilebilen normatif kısmına işaret
eder.
Fazlur Rahman’ın hadislere yönelik sonradan oluştuğu iddiası, araçsal bir
özellik görünümündedir. Burada O’nun tarih tasavvuruna tekrar geri dönmek, konuyu
açıklayıcı olacaktır. O, tarihsel anlamda Kur’an’ın oluştuğu döneme gidip orada
kalmayı, İslam düşüncesindeki ihya hareketlerinin temel problemi olarak görür. Halbuki
bu, ilk aşama olup insanlığın bugünkü bilgisel birikimini de dikkate alıp buradan bir
sonuç üretmeyi gerektirir.
Burada şunu da vurgulamalıyız ki Fazlur Rahman, kendi söylemi açısından
hadisi sabit bir kaynak olarak kabul etseydi veya hadislerin sıhhatine yönelik tarihsel ve
metinsel eleştiri oluşturmasaydı Kur’an yorumunda ortaya koyduğu ikili hareketin
oluşturulması mümkün olmayacaktı.
D. Bazı Kur’an İlimleri
Molla Fenari ile Fazlur Rahman arasında yapacağımız karşılaştırmalardan biri
de Kur’an ilimlerine dair yaklaşımlarıdır. Ancak konuyla ilgili bir bütün olarak Kur’an
ilimleri incelenmeyecektir. Zira her iki müellif de temel hedef olarak Kur’an ilimlerini
inceleme gayesiyle hareket etmemişlerdir. Her iki müellif, Kur’an’a yönelik
yaklaşımları ışığında Kur’an ilimlerine yer vermişlerdir. Bununla birlikte her iki
müellifin farklı parametreleri dikkate alarak eylemde bulunduğu da hatırlanmalıdır.
Onların, hangi kaygılarla eylemlerini oluşturdukları bölümün girişinde verildiği için
ayrıca üzerinde durmayıp konuya geçebiliriz.
1. Esbab-ı Nüzûl
Molla Fenari’nin esbab-ı nüzûlle ilgili görüşlerine baktığımızda onun, esbab-ı
nüzûlü, ayetin tefsirine başlamadan önce sûreyle ilgili bilinmesi gerekli olan yedi
maddeden biri olarak gördüğünü belirtmeliyiz. Yani O, bunu, tefsire başlamadan önce
250
müfessirin bilmesi gereken yardımcı unsurlardan biri olarak görmektedir. Bununla
birlikte müellifin düşüncesinde esbab-ı nüzûl kavramının, önemli kavramlar arasında
olduğunu söylememiz mümkün gözükmemektedir. Molla Fenari, bunun yerine sûrelerin
tertibini (kronoloji) dikkate alır. Ancak, onun çalışmalarında sûre tertibi, sûrelerin iniş
sırasına göre yazıldığı sayısal (niceliksel) bir özellikte olup, sûrelerin içeriğinden
hareketle konuların tespiti şeklinde değildir. Bunun temel sebebinin, onun Kur’an’ın bir
bütün olarak anlaşılabilirliğiyle ilgili olduğu görülmektedir. Zira müellif, Kur’an’ın
anlamında bir nihayete ermeden bahsedilemeyeceği düşüncesindedir.
Fazlur Rahman ise, esbab-ı nüzûlü, tenzil’le bağlantılı olarak ele alır. Zira ona
göre vahiy, daha önce de vurguladığımız üzere Peygamberden bağımsız bir şekilde ele
alınamaz. Nitekim Mekkeli müşriklerin vahyin defaten inmesine yönelik isteklerini
Kur’an,
Peygamber’in
kalbinde
sübût
bulması1037
nedeniyle
reddetmiştir.1038
Dolayısıyla vahyin aralıklı ve yavaş yavaş inmesi, Fazlur Rahman’a göre sebeb-i
nüzûlle bağlantılıdır. Nitekim müfessirler, parçacı da olsa bunu dikkate almışlardır.1039
Fazlur Rahman, Kur’an’ın bir metin olarak kronolojik sıraya göre değil, uzun
olanların başa, kısa olanların ise sona koyulduğu bir kitap şeklinde oluşturulduğunu
söyler. Müellif, kronolojik sıralamanın bozularak şekilsel bir tasnif yapılmasını öyle
anlaşılıyor ki Peygamber sonrası yapılan bir eylem olarak görür. Halbuki ona göre
yapılması gereken şey, Kur’an’ın kronolojik sıralamasının çıkartılmasıdır. Başka bir
ifadeyle Kur’an metninin tekrar bir yapı bozumuna uğratılması gerekmektedir. Yani bir
kitap olarak karşımızda bulunan Kur’an, tekrar ayetlerin iniş sırasına göre
oluşturulmalıdır. Böylece ayetlerin iniş sebepleri ışığında onun anlamları net bir şekilde
çıkarılabilecektir. Molla Fenari ise, sûrelerin tertibinin tevkîfî olduğunu vurgular.
Buradan onun, konuyla ilgili değerlendirmelerinin Fazlur Rahman’dan farklı olduğunu
söyleyebiliriz.
Fazlur Rahman, tefsirlerde veya müstakil olarak yazılan eserlerde esbab-ı nüzûl
ile ilgili verilen bilgileri yeterli görmez. Zira O’na göre Kur’an, teorik bir kitaptan
1037
Furkan, 25/32.
Bu söylem, Fazlur Rahman’ın temel önermelerindendir. Zira vahiy, ona göre Peygamber’in
mücadelesini ortaya koyan “örnek”tir.
1039
Fazlur Rahman, “Interpreting the Qur’an”, s. 46.
1038
251
ziyade Peygamber’in mücadelesi sırasında ortaya çıkan somut durumlara cevap veren,
bir yönüyle tarihsel bir kitap olma niteliğine haizdir.1040 Fazlur Rahman, bu
düşüncesinden hareketle esbab-ı nuzülle ilgili nihayetinde şöyle bir değerlendirmede
bulunur: “Arka plan ve kronolojinin bilgisi esbab-ı nüzûlle oluşan bilgiden daha
önemlidir”. Müellif, birincisini makro; ikincisini ise mikro arka plan şeklinde
tanımlamaktadır.1041
Fazlur Rahman’ın esbab-ı nüzûlle ilgili görüşleriyle Molla Fenari’nin esbab-ı
nüzûl anlayışını karşılaştırdığımızda birbirinden oldukça farklı hususların ön plana
çıktığını görürüz. Molla Fenari’nin işlediği Mekkî ve Medenî ilmi bu anlamda esbab-ı
nüzûl kavramına daha uygun bir karşılık olarak durmaktadır. Zira Molla Fenari, esbab-ı
nüzûlü, Kur’an’ın bütünü için geçerli bir argüman olarak görmezken Mekkî ve Medenî
şeklindeki ayrım, ona göre Kur’an’ın tamamı için geçerli bir özelliktir. Yoksa esbab-ı
nüzûl’e veya onun üstünde bulunan kronolojik bakışa Fazlur Rahman’ın iddia ettiği gibi
Kur’an’ın anlaşılmasının temel parametresi olarak bakmamaktadır. Bu anlamıyla Molla
Fenari’nin Mekkî-Medenî şeklindeki ayrımı ile Fazlur Rahman’ın kronolojik sıralaması
arasında bir ilişki kurulabilir. Bu konunun, Mekkî-Medenî başlığı altında inceleneceğini
belirterek konuyu burada sonlandırıyoruz.
Burada şöyle bir genel değerlendirme yapılabilir: Molla Fenari ve Fazlur
Rahman’ın Kur’an ilimleriyle ilgili kullandığı bazı ortak kavramlar var gibi gözükse de
her iki müellifin farklı noktalardan hareket etmesi sebebiyle aynı kavram, birbirinden
farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Nitekim yukarıda da işaret ettiğimiz üzere Fazlur
Rahman’da esbab-ı nüzûl, kronolojik okumanın -zayıf da olsa- tarihsel bir örneği olarak
kabul edilirken Molla Fenari için ayetin anlaşılmasında kolaylık sağlayacak bir unsur
olarak görülmektedir. Burada şu noktayı da vurgulamalıyız ki ortak kavramlar
kullanılmakla birlikte her iki müellifin, özellikle tarihsel anlamda –sonra olması
sebebiyle- Fazlur Rahman’ın kavrama farklı anlamlar yüklemesi, tefsir usulünde ortak
bir söylem üretilmesinin altını oymakta veya kavramlar “anlamsızlaştırılmakta”dır. Bu
da bilginin birikimsel olarak ilerleyen özelliğine darbe vurmakta, nihayetinde de
1040
1041
Fazlur Rahman, “the Message and the Messenger”, s. 51.
Fazlur Rahman, Islam, s. 261.
252
kavramsal bir ilerlemeden ziyade, kavramın yeniden inşası şeklinde tekrarların ortaya
çıktığı anlamına gelmektedir.
2. Nâsih Mensûh
Molla Fenari neshi, tefsir ilminin mevzusu olan Kur’an’ın kısımlarından kabul
eder. O, konuyla ilgili olarak hem “Füsûlü’l-Bedâyi’”de hem de “Aynu’l-Ayan”da
genişçe bilgiler verir. Bunun nedeni neshin, her iki ilmin “meseleleri” arasında
olmasıdır. Nitekim Nesih var mıdır yok mudur? Tartışması Fıkıh usulünde ele alınırken;
Tefsir’de, neshi bilmenin müfessire getireceği faydalar üzerinde durulmuştur. Bu
anlamda özellikle neshin varlığını Yahudilere karşı savunan Molla Fenari, kendi
dönemine kadar Ebu Müslim İsfehani dışında bu konuda bir tartışmanın olmadığını
hatırlatır. Molla Fenari, Ebu Müslim’in konuyla ilgili nâsih-mensûh kavramı yerine
“tahsis” kavramını kullandığını belirterek, Ebu Müslim’i, o döneme kadar oluşan görüş
birliğini dikkate almaması sebebiyle eleştirir. Molla Fenari, neshi bilmemenin tefsirde
ciddi hatalara neden olacağını vurgular. Burada şuna da işaret etmeliyiz ki onun nesihle
ilgili vurgusu, sadece Kur’an’ın ayetleri arasındaki içsel bir özellik olarak
anlaşılmamalıdır. O, aynı zamanda hadisteki bilgilerin de Kur’an tarafından nesh
edildiğine dair örnekler verir.1042 Nitekim kıblenin değişmesinde Kudüs’e doğru
yönelme, Peygamber’in fiîlî uygulaması olup Kur’an’da yokken, Kabe’ye doğru
yönelme Kur’an’da zikredilmiştir.
Molla Fenari’nin tefsirde nâsih-mensûh ile ilgili verdiği bir diğer bilgi, nesihle
ilgili sayısal verilerdir. Nitekim müellif, neshin müfessir tarafından ayetleri tefsire
başlamadan önce sûre ile ilgili genel olarak bilinmesi gerekli olan ilimler arasında
olduğunu vurgular.1043
Fazlur Rahman’ın nesih konusu ile ilgili görüşlerine baktığımızda konunun,
onun genel düşüncesiyle bağlantılı olduğu görülmektedir. O, vahyin temel kaynağının
1042
Mesela kıblenin değişmesi olayında kıblenin Kudüs olması, sünnetle sabittir. Kur’an’ın bunu
Kabe’ye döndürmesi ise Kur’an’daki ayetle sabittir. Bkz. Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 82; (v. 51a51b)
1043
Sayısal veriler için birinci bölümdeki “nâsih-mensûh” kısmına bakınız.
253
“levh-i mahfuz/korunmuş levha” veya “kitab-ı meknûn/saklı kitap”1044 olduğunu
belirterek ayetlerdeki hükümlerin kaldırılmasının veya tekrar konulmasının başka bir
ifadeyle nâsih ve mensûh’un buradan kaynaklandığını düşünür. Nitekim Kur’an’da
(ِ‫“ )ﯾَﻤْﺤُﻮ اﻟﻠّﮫُ ﻣَﺎ ﯾَﺸَﺎءُ وَﯾُﺜْﺒِﺖُ وَﻋِﻨﺪَهُ أُمﱡ اﻟْﻜِﺘَﺎب‬Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Bütün
kitapların anası (ümmülkitab) O’nun yanındadır”1045 buyrulmaktadır.1046 Ayrıca Fazlur
Rahman, Mekkelilerin Kur'an'ı kabul etmek için Peygamber’e bazı değişiklikler
yapmasını önerdiklerinde, bunun ancak Allah'ın emri ile mümkün olacağı, aksi halde
Peygamber’in hiçbir değişiklik yapamayacağının bildirildiğini1047 nakleder. Nitekim
Kur’an’ın otoritesi, Fazlur Rahman’a göre gerçekte Hz. Peygamber’in otoritesinin
üzerindedir. Peygamber, onun buyruklarına ve hükümlerine bağlı olduğu için, onun
tebliğcisi (transmitter) konumundadır.1048
Zira müellif, Kur’an’da nesih olayının bulunmakla birlikte sayı olarak oldukça
az olduğu kanaatindedir. Ki bunların da kronolojik bir okumayla rahat bir şekilde
anlaşılabileceğini düşünür.1049 Tefsirlerde ortaya çıkan neshin çok olmasını ise,
müfessirlerin parçacı yaklaşımlarıyla bağlantılı olarak ele alır. Bu, az sayıdaki neshin
çoğalmasını ve müfessirlerin kendi metodik sorunlarını, tabir-i caizse Kur’an’a
yedirmeleriyle ilişkilidir.1050 Molla Fenari neshi, tefsirin temel meselelerinden biri kabul
ederken Fazlur Rahman’a göre kronolojik okuma ile nesih, tefsir’in konusu/problemi
olmaktan çıkmaktadır.
Çok az da olsa neshin var olduğunu belirten Fazlur Rahman1051, neshe örnek
olarak Garanik hadisesini verir.1052 Ancak Garanik hadisesi bilebildiğimiz kadarıyla
1044
Vakıa, 56/78.
Ra’d, 13/39.
1046
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 89.
1047
Yunus, 10/15-16.
1048
Fazlur Rahman, Islam, s. 50.
1049
Fazlur Rahman, “the Message and the Messenger”, s. 52.
1050
Fazlur Rahman, agm, s. 52.
1051
Fazlur Rahman, “the Message and the Messenger”, s. 52.
1052
Garânik hadisesi için bkz. Ahmed Hamdi Akseki, “Hâtemü’l-Enbiya Hakkında en Çirkin Bir İsnâdın
Reddiyesi”, sadeleştiren M. Hayri Kırbaşoğlu, İslamî Araştırmalar Dergisi, VI/2, s. 125-141; VI/3,
199-207.İsmail Cerrahoğlu, “Garânik Meselesinin İstismarcıları”, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
XXIV, Ankara, 1981. Sabri Hizmetli, “Garânik Meselesi Üzerine”, İslamî Araştırmalar Dergisi, III/2,
(1989) s. 40-58.
1045
254
hiçbir kitapta nesihle ilgili örnek olarak zikredilmemiştir. Hatta tarihsel anlamda onun
varlığı bile tartışmalıdır. O’na göre Peygamber, Mekkelilerin Müslüman olmaları
arzusuyla onların isteklerine uygun bir şekilde ayetleri okur. Bu, ona göre ne
garipsenecek ne de ayıp bir durumdur. Bunun, Peygamber’in görevini yerine getirme
arzusuyla ilgili olduğunu belirtir. Ancak Fazlur Rahman, Peygamber’in bu tavrının
hemen “neshedildiğini” de belirtir. Zira ona göre nesihte temel hedef, Peygamber’in
uzlaşma girişimlerinin “iptal” edilmesidir.
Dikkat edilirse ona göre nesih,
Peygamber’in kendi tarihsel serüveninde karşılaştığı sorunlara cevap bulma noktasında
bir gayret olup, bu tercihinin Cenab-ı Allah tarafından uyarılmasıyla neticelenen
sonuçlardan ibarettir.
Ayrıca Fazlur Rahman, neshin hukuksal planda kanunun ilgası gibi
anlaşılmasının da çok doğru olmadığını düşünür.1053 Hatta bunun, İslam düşüncesine
sonradan sokulduğunu ifade eder. Molla Fenari ise bu söylemin tersine neshi, “hasta
olan kişiye verilen ilacın iyileştiğinde yasaklanması” örneğinde olduğu gibi illetle
bağlantılı bir olay olarak görür. Kur’an’ı, Peygamber’in ıslahat sürecini anlatması
olarak gören Fazlur Rahman, diğer taraftan bunun tedrici bir özellikte olduğunu da
zikreder. İçki’nin haramlığı bunun örneği olarak kabul edilebilir. Nitekim ona göre
Peygamber’in sünnetinde, demokrasi ve dini otorite tarifi imkansız bir şekilde dengeli
tutulmuştur.1054 Öyle anlaşılıyor ki tedricilik, ona göre Peygamber’in mücadelesinin bir
unsuru olarak anlamlıdır. Burada tedricilik ile nesih arasında nasıl bir ilişki olduğu
konusunda Fazlur Rahman net bir bilgi vermez. Ancak, burada dikkat edilmesi ve
karıştırılmaması gerekli olan bir noktaya özellikle vurgu yapar ki o da tefsirlerde ortaya
çıkan tezatın, nesih konusuyla ilgili olmamasıdır. Bu, sanki Kur’an’daki hükümlerin
çelişkili olduğu gibi bir izlenimi ortaya çıkarmıştır. Ona göre bundan dolayı da neshin
sayısı, var olandan daha fazla görünmektedir. Bunun nedeni ise nesihle ilgili olmayıp
tefsirlerin “parçacı” ve belli bir bütünlükten yoksun olmalarıyla alakalıdır.1055
1053
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 89-90, Benzer değerlendirmeler için bkz. Fazlur
Rahman, “Interpreting the Qur’an”, s. 47.
1054
Fazlur Rahman, Islam, s. 240
1055
Fazlur Rahman, the Message and the Messenger”, s. 52.
255
Tıpkı esbab-ı nüzûlde olduğu gibi burada da her iki müellifin nesih kavramını
kullanmasına rağmen içeriklerini birbirinden tamamen farklı şekilde doldurduklarını
görüyoruz. Molla Fenari için nesihle ilgili ayetler, ilk gelen ayetin hükmünün sonra
gelen ayetin hükmüyle ortadan kaldırılması anlamındayken Fazlur Rahman’da
Peygamber’in tevhid mücadelesinde karşılaştığı problemlerin çözümüne yönelik Cenabı Allah’ın müdahalesi veya hükümde ortaya çıkan tedrîcilik anlamındadır.
3. Mekkî-Medenî
Mekkî ve Medenî konusu esbab-ı nüzûl konusunda kısmen ifade ettiğimiz gibi
her iki müellifin söylemlerindeki en yakın kavramlardan biri olarak görünmektedir. Her
ikisinde de bu konu, Kur’an’ın bütününü içine alan özelliktedir. Ancak konuyla ilgili
vurgu noktaları biraz sonra da göreceğimiz üzere iki müellifin farklı bakış açılarını
ortaya koyacaktır.
Molla Fenari, Mekkî ve Medenî konusuyla ilgili öncelikle sûrelerin tasnifini
yapar. Ancak O, bu ayrımla ilgili bir takım sorunların söz konusu olabileceği
düşüncesindedir. Mesela Mekkî sûrelerdeki bir kısım ayetlerin Medenî; Medenî
sûrelerdeki bir kısım ayetlerin Mekkî olması veya Mekke’de inip Habeşistan’a
götürülen Al-i İmran sûresindeki ayetler bunun örneklerindendir. O, ayrıca sûrelerin iniş
yerlerini bilmenin bir zorunluluk olduğu kanaatindedir. Nitekim Cuhfe, Beyt-i Makdis,
Taif ve Hudeybiye’de ayetlerin inmesi ona göre Mekkî ve Medenî şeklindeki ayrımı
sorunlu hale getirmektedir.1056 Ancak müellifin zikrettiği bu sorun, Mekkî Medenî
ayrımının, zamansal değil de mekansal algılandığında söz konusu olabilir.
Fazlur Rahman’ın, Mekkî ve Medenî ile ilgili düşüncesi ise Kur’an’ın
kronolojik tespitine yönelik bir gayrettir. Bu ise ona göre metnin “ruhunu” ortaya
çıkartmayı sağlayacaktır. Onun Mekkî ve Medenî şeklindeki ayırımı bu anlamıyla
kısmen zamansal kısmen de mekansal bir özelliktedir. O zaman Molla Fenari’nin
yukarıda ifade ettiği Mekke ve Medine dışında ayetlerin inmesi, Peygamber’in
mücadelesinin kendi toplumuyla bağımlı olması sebebiyle Fazlur Rahman açısından bir
problem oluşturmaz mı? Kısaca buna hayır diyebiliriz. Burada şu hususu da
1056
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 76; (v. 47b)
256
vurgulamalıyız ki O, dinin söyleminin milliyetçi bir dil kullanmadığını, sadece o
topluluk örneğinde ayetleri oluşturduğunu düşünür.1057 Bu anlamda Mekkî ve Medenî
şeklindeki ayrım, Peygamber’in mücadelesini sistematize eden bir durumdan ibarettir.
Burada karşılaştırma yapılabilecek unsurlardan biri de Mekkî ve Medenîliğin
sonuçlarına dairdir. Fazlur Rahman, Mekkî ve Medenîliğin tarihsel anlamda Kur’an’ın
arka plan bilgisine ulaşmamızı “kesin” bir şekilde sağladığını düşünür. Zira bu,
Peygamber’in mücadelesinin serencamını sunar. Bu, ona göre Kur’an’ı anlamayı ve
yorumlamayı mümkün kılar. Molla Fenari ise Mekkî ve Medenîliğin sonucu elde edilen
bilgilerin genel mahiyette olduğunu ve bunların istisnalarının bulunduğunu belirtir.1058
Mesela Fazlur Rahman, Mekke döneminin sonlarında ortaya çıkan kıssaların,
Peygamber’in hedeflerinden şaşmaması ve ümitsizliğe kapılmaması anlamında
gönderildiğini belirtir. Kıssalar sadece bu dönemde mi ortaya çıkmıştır sorusunu ön
plana çıkaran Molla Fenari ise Firuzabadi’nin sûrelerden çıkardığı kıssaların Mekkî
olmasıyla ilgili değerlendirmesine, medenî olan Bakara sûresinde zikredilen kıssadan
hareketle bir çelişkinin söz konusu olabileceğini, böyle bir durumdan kurtulmanın ise
ancak bunun bir “genelleme” olduğu şeklinde değerlendirmeyle aşılabileceğini
düşünür.1059
Bütün bu zikredilenlerden hareketle şunu söyleyebiliriz ki Mekkî ve Medenî
kavramı tıpkı diğer Kur’an ilimlerinde olduğu gibi Molla Fenari’de anlaşıldığından
daha farklı bir zeminde Fazlur Rahman tarafından tasavvur edilmiştir.
4. İcazu’l-Kur’an
Konuya başlamadan önce mucize kavramıyla ilgili iki müellifin görüşleri
hakkında birkaç cümle söylemenin gerekli olduğu kanaatindeyiz. Fazlur Rahman,
mucize kavramının mutlak anlamda Kur’an için söz konusu olduğunu düşünür. Bu
anlamda kastedilen bizatihi Kur’an’ın “kendisi”dir. Yoksa Kur’an ayetlerindeki bir
takım olayların mucize olarak ifade edilmesi değildir. O, Fil sûresinde Ebrehe’nin helak
1057
Fazlur Rahman, Islam, 24-25.
Molla Fenari, age, s. 79; (v. 49b).
1059
Molla Fenari, age, s. 79; (v. 49b).
1058
257
olmasını çiçek salgınına (smallpox epidemic) bağlamaktadır.1060 Nitekim O, mirac
hadisesini de ruhen yapılmış bir olay olarak görmektedir.1061 Molla Fenari ise mucizeyi,
Fazlur Rahman’ın Kur’an’ın mucize olduğu şeklindeki söylemini de içerecek tarzda
daha genel bir durum olarak düşünmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın icazına dair Fazlur
Rahman’ın görüşleri onun mucize fikrini net bir şekilde ortaya koyarken Molla
Fenari’de sadece Kur’an’ın icazı olarak ifade edebileceğimiz bir “yönünün”
sunulmasını ifade etmektedir. Bu ön bilgiden sonra İcazu’l-Kur’an konusuna
başlayalım.
Molla Fenari, Kur’an’ın icazının hem nazım hem de mana ile ilişkili olduğu
görüşündedir. Yoksa ona göre lafzının Arapça oluşu açısından bir mucizeden
bahsedilemez. O, nazım türlerinin zirvesinde “şiir”in olduğunu belirtir. Kur’an’ın şiirle
olan ilişkisini ise iki açıdan değerlendirir. İlki nazmın zirvesi olması sebebiyle
Kur’an’ın şiirselliğinin mutlak anlamda söz konusu olmasıdır. İkincisi ise şiirde var
olan yalan söyleme vasfının Kur’an için söz konusu olamayacağıdır. Mana olarak
mucizeliğine dair az sözle çok anlamın ifade edilmesini, geçmiş ve gelecekle ilgili
gaybten haber verilmesini ve yalandan uzak olunmasını verir.
Fazlur Rahman ise icazın Kur’an’ın taklit edilememesi anlamında olduğunun
kitaplarda vurgulandığını hatırlatır. Nitekim Kur’an’ın başka dillere tercüme
edilememesini de buna bağlar. O’na göre Kur’an, Hz. Peygamber’in yegane
mucizesidir.1062 Müellif, Kur’an dışındaki hiç bir kutsal kitabın bu şekilde mucize
olarak nitelenmediğini vurgular. Onun burada vurgulamaya çalıştığı nokta vahyin
kendisinin mucize olmasına rağmen, muhteva olarak mucizenin sadece Kur’an’a ait bir
özellik olduğudur. O, Kur’an’ın içinde zikredilen fikirleri ve görüşleri (öyle anlaşılıyor
ki tarihsel olmaları sebebiyle) bir tarafa bırakıldığında icazının dil üslubu ve ifade tarzı
olduğu görüşündedir.1063 Bu anlamda Kur’an okunduğunda, kişi Arapça bilsin ya da
bilmesin mutlaka etkilenir.1064
1060
Fazlur Rahman, “The Message and the Messenger”, s. 29.
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 93.
1062
Fazlur Rahman, "The Message and the Messenger”, s. 49.
1063
Fazlur Rahman, Major Themes of the Qur’an, s. 105.
1064
Fazlur Rahman, age, s. 49-50.
1061
258
Dikkat edilirse nazım noktasında Kur’an’ın icazı, her iki müellif tarafından
temel bir benzerlik olarak durmaktadır. Fakat icazı sadece dil üslubu ve ifade tarzına
yani nazma indirgeme, farklılıklarından birini oluşturur. Zira Fazlur Rahman’ın
iddiasının aksine Molla Fenari, Kur’an’ın mana olarak geçmiş ve gelecek gayptan haber
veren ve yalan söylemekten uzak olan bir kitap olduğunu ve bunun da icaz
noktalarından biri olduğunu düşünür.
Fazlur Rahman’ın Kur’an’da gaybla ilgili örnek olarak verilen Rum sûresinin
30/1-3 ayetlerine nasıl baktığı bu anlamda açıklayıcı olabilir. O, Kur’an’da zikredilen
Persler karşısında yenilen Rumların kısa bir müddet içinde Persleri yeneceklerini haber
veren ayetlerin gaybla ilgili verilen bir bilgi olarak değil, aksine bunun son derece
mantıklı bir “kehanet” (prediction) olduğunu vurgular. Zira ona göre normal bir bilgiye
sahip olan kişi, tarihe ferasetli bir şekilde bakmak sûretiyle savaş, ekonomik çöküş gibi
olaylar hakkında tahminde bulunabilir. İlahî hikmetin bu konuda ne kadar isabetli bir
hüküm vereceği ise oldukça açıktır.1065 Dolayısıyla bunu gaybla ilgili bir bilgi verme
olarak değil, bilakis ona göre mevcut durumdan hareketle çıkarılabilecek bir “kehanet”
olarak kabul etmek gereklidir.
Burada şu nokta, net bir şekilde görülüyor ki Molla Fenari ve Fazlur
Rahman’ın Kur’an’a yönelik tasavvurları, birbirlerinden ayrılmalarının temel bir
özelliği olarak gözükmektedir. Zira Molla Fenari, Kur’an’ın icazını, geçmiş ve
gelecekten haber veren ve yalandan mutlak uzak olan bir kitap olarak kabul ederken
Fazlur Rahman, onun tarihsel bir cevap olmasını dikkate alarak fikirlerinde yerel
unsurların hakim olduğu, muhatabı dikkate alarak konuştuğu, dolayısıyla evrensel
boyutunun metninin tarihselliğinde mündemiç olduğu kanaatindedir.
II. YÖNTEM MUKAYESESİ
1065
Fazlur Rahman, Islamic Methodogy in History, s. 47.
259
Tefsir eyleminde rivayetle birlikte müfessirin kendi bilgisel birikimini de
kullanması gerektiğini düşünen Molla Fenari, bunun bir takım ön şartlara bağlı
olduğunu düşünür. Bunları lafız ve mana ile ilgili bilinmesi gerekli olanlar şeklinde
ikiye ayırarak, lafızla ilgili Dil, İştikak, Sarf, Nahiv, Meani, Beyan, Bedi’ ve Kıraat
ilimlerini; mana ile ilgili olarak da Kıssalar ve Haberler, Hadis, Kelam, Fıkıh Usulü,
Muamelat ve Maslahat, İbadet ve Ahlak, Hakikat (vehb) ve Tezkir ilimlerini
zikreder.1066 O, ayetleri yorumlamada kullanacağı bu ilimlere mutlaklık izafe etmez.
Temel vurgusu, bu alt yapıya sahip olanın “Allah’ın izniyle” doğruya ulaşma imkanına
sahip olacağıdır.1067
O, bu bilgiler ışığında tefsirinde şöyle bir yöntemi takip eder. Öncelikle
müfessir, tefsir yapmayı düşündüğü sûre ile ilgili bazı noktaları tespit etmelidir. Bunlar
müfessirde belli bir bilinci hakim kılan, neyle ilgilendiği hakkında ona bilgi veren
özelliklerdir. Ona göre tespit edilmesi beklenen noktalar yedi tanedir: Bunlar; sûrenin
öncesiyle irtibatı, sûrenin nüzûl sebebi (varsa) ve yeri, sûrede bulunan nâsih ve
mensûh’la ilgili bilgiler, sûrenin ayet, kelime ve harf sayısı gibi sayısal özellikleri,
sûrenin muhtevası, isimleri ve faziletleridir.1068 Sûreye dair bu genel bilgileri elde
ettikten sonra O, ayetin tefsirine başlar. Molla Fenari, ayetin yorumlanmasında belli bir
sistematik düzen içinde hareket eder. Buna göre, öncelikle ayetle ilgili yaptığı tefsirleri
başlıklar halinde sunar. Bunlar, ayetin farklı noktalardan yorumunu ortaya koyan
unsurlardır. Bu başlıklar ise şunlardır: Kıraat, Lugat, İrab, Beyan, Tefsir, Hadis, Kelam,
Fıkıh, Hakaik, Dekaik, Tezkir. O’nun bu tavrında tefsiri, lafızdan başlayıp manaya
doğru devam eden bir süreç olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Molla Fenari’nin tefsir çalışması, Kur’an’ın tümünü içermeyip sûre tefsiri
olmasına rağmen onun söz konusu çalışması, genel tefsir yöntemini verebilecek
özelliktedir.
1066
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 86-87; (v. 54b).
Molla Fenari, age, s. 87; (v. 55a)
1068
Molla Fenari, age, s. 170-171; (v. 112a-113a)
1067
260
Fazlur Rahman’ın yorum yöntemine baktığımızda1069 ise karşımıza ikili anlama
hareketi çıkar. Ona göre Kur’an’ı anlamaya çalışan kişi, öncelikle kendi bulunduğu
dönemden tarihsel olarak geriye giderek Kur’an’ın indiği çağa döner. Tarih bilgisinin de
yardımıyla Kur’an’ın hangi sosyo-tarihsel problemlere cevaplar ürettiğini tespit ederek
Kur’an’ın ilke ve hedeflerini elde eder. Bu hareket, Kur’an’ı, kendi tarihselliğinden
sıyırarak temel ilkeleri müfessire verir. Nitekim O, lafzı tatbik etmekle ideal olanı
birbirinden ayırmaktadır.1070 Bu ilkeler her dönemde müfessirin elindeki “kesin/sabit”
verilerdir.
Nitekim
Fazlur
Rahman,
metinden
elde
edilen
ilkelerin
ahlak
“mühendisliğini” gerektirdiğini düşünür. Kendi tarihselliğinin de imkânları içinde bu
verileri uygulamaya çalışır. Müfessir, burada “sosyal mühendis” olarak eylemde
bulunur.1071 Ayrıca bu eylem Fazlur Rahman tarafından “ethical engineering” (ahlakî
mühendislik) olarak da tanımlar.1072 İkinci hareket olarak bu verileri kendi dönemine
getirir. Burada sosyal mühendislikten sosyal bilimciliğe doğru bir kayış söz konusudur.
Elde edilen ilkeler sabit iken müfessirin bu ilkeleri yaşadığı tarihsel döneme uygulama
gayreti, kendi tarihselliğini dikkate alması sebebiyle böyle bir ilişkiyi zorunlu kılar.
Müfessir, toplumu Kur’an’ın temel ilke ve hedefleri doğrultusuna yönlendirir. Bu ikinci
eylem, yönteminin dinamik tarafıdır. Zira her müfessir kendi döneminin tarihselliği
içinde bunu uygulamaya devam eder.
Kısaca bu iki müellifin yöntemi hakkında bilgi verdikten sonra karşılaştırma
işlemine geçebiliriz. Bu konu, aynı zamanda tezimizin temel iddialarından olan tefsirin
tarihsel süreçte geçirdiği dönüşümü net olarak sunabileceğimiz alanlardan biri olması
sebebiyle de önemlidir.
Molla Fenari, Razi sonrası oluşan tefsir geleneğine İbn Arabi ve Sadreddin
Konevi tarafından dillendirilen vahdet-i vücutla yeni bir açılım getirme iddiasındadır.
Dolayısıyla onun metodu bir taraftan tefsir düşüncesinin sürekliliğini sağlarken diğer
1069
Fazlur Rahman’ın yönteminin genel bir değerlendirmesi için bkz. Sonn, Tamara, “Fazlur Rahman’s
Islamic Methodology”, The Muslim World, LXXXI/3-4, s. 212-230. Hartford Seminary Foundation,
Hartford, 1991. Mustafa Karataş, “Fazlur Rahman’ın İslamî İlimlerde Metodoloji Arayışı”, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XI, (2005), s. 89-106.
1070
Konuyla ilgili ayrıca bkz. Ömer Özsoy, “Vahiy ve Tarih”, s. 94.
1071
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 7
1072
Fazlur Rahman, age, s. 7.
261
taraftan açılım imkanı oluşturmaktadır. Fazlur Rahman ise Kur’an’ı, modern dönemin
problemlerine cevap üretmek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla rasyonel bir zeminde
algılamakta ve metodunu da buna göre oluşturmaktadır. Burada her iki müellifin kendi
tarihsel problemlerine bir cevap üretme arayışı içinde oldukları hemen fark edilecektir.
Bu, aynı zamanda iki müellifin de konuya “problem” merkezli yaklaştığını ortaya
koymaktadır. Nitekim Molla Fenari, ayetlerin anlamının tükenmez bir hazine olduğunu
belirtirken Fazlur Rahman, ayetleri yorumlayan müfessirin sosyal gerçekliği
değiştiğinde ayetlerin yorumunun da değişikliğe uğrayacağını vurgular.
Her iki müellifin tefsir yöntemlerinin dinamik olması benzerliklerini ortaya
koyarken yöntemdeki “sâbiteleri” açısından farklı noktalara vurgu yaptıkları
görülmektedir. Molla Fenari, Kur’an’ı bir bütün olarak “sâbite” kabul ederken Fazlur
Rahman, Kur’an’dan çıkartılan “ahlak ilkelerini” sâbite olarak kabul etmektedir. Zira
ona göre ahlak ilkeleri aşkındır.1073 Nitekim tefsir yöntemlerine içerik açısından
baktığımızda Molla Fenari’nin yorum yöntemi bir bütün olarak Kur’an’a yönelik bir
çaba iken Fazlur Rahman’ın çalışmasında hedef, sadece Kur’an’ın anlaşılmasıdır.
Bunun sonucu olarak Molla Fenari’de yorum yöntemi lafız ve mana şeklinde ikili bir
yapı arz ederken, Fazlur Rahman’da sadece anlaşılmanın nesnesi olan mana dikkate
alınır. Bu anlamda yöntemde lafızla ilgili problemler Fazlur Rahman’da konu dışıdır.
Mesela sûre ile ilgili isimler, sûrenin fazileti, sûrenin sayısal verileri yöntemin bir
unsuru olarak dikkate alınmaz. Bu anlamda Fazlur Rahman’ın uyguladığı tarihsel
eleştiri, metnin oluşumuna değil, oluşmuş olan metnin içyapısına yöneliktir. Nitekim O,
tarihsel metnin içinde mündemiç olan evrensel/ilahî metnin var oluşunu bir iman
meselesi olarak görmektedir.
Farklılaşma ile ilgili bir diğer nokta yöntemle hedeflenenin ne olduğu
meselesidir. Molla Fenari, tefsiri bireysel marifet olarak değerlendirirken Fazlur
Rahman, bireyi aşıp sosyal yönü olan bir eylem olarak nitelendirir. Bu iki söylemin
yönteme yansıması Molla Fenari’de “metod” olarak ortaya çıkarken Fazlur Rahman’da
“metodoloji” şeklinde tezahür etmektedir. Bu anlamda Molla Fenari, Kur’an’a yönelik
1073
Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 5.
262
kendi kişisel algılamasını (marifet) sunarken Fazlur Rahman, Kur’an’ın anlaşılması ve
yorumlanmasının mümkün olan “tek” reçetesini sunmaktadır.
III. BAZI TEFSİR PROBLEMLERİNE BAKIŞLARININ MUKAYESESİ
Bu bölümde şu ana kadar iki müellifin kullandığı ortak kavramlar etrafında
karşılaştırmalarda bulunduk. Şimdi ise iki müellifin görüşlerinin daha net anlaşılması ve
karşılaştırılması amacıyla tefsirdeki bir takım problemler ışığında, cevaplar aramaya
çalışacağız. Sözünü ettiğimiz hususlar, şu üç mesele ile ilgilidir. 1. Müfessirde
bulunması gerekli nitelikler; 2. Tefsirde oluşan bilginin kesinliği; 3. Tefsir çeşitlerinin
imkânı. Şimdi bu meseleleri sırasıyla inceleyelim.
A. Müfessirde Bulunması Gerekli Nitelikler
Molla Fenari, müfessirin Tefsir yapabilmesi için Kur’an’ın lafız ve manasını
bilmesi gerektiğini iddia eder. Bu anlamda Müfessir; lafızla ilgili kıraat, dil, irab ve
beyan gibi ilimleri; mana ile ilgili hadis, kelam, fıkıh, ve tefsir birikimine sahip
olmalıdır. Ayrıca mana ile ilgili Kur’an’daki inceliklerin ve derinliklerin ortaya
çıkartılması için tasavvufî ilimlerin bilinmesi de gereklidir.
Fazlur Rahman ise, yorum yönteminde de belirttiğimiz üzere Kur’an’ın
anlaşılmasına çalışan müfessirin ikili hareketi yapabilecek imkânlara sahip olması
gerektiğini iddia eder. Buna göre müfessir, bugünden tarihe giderek Kur’an’ın indiği
dönemi bilmelidir. Bu da öncelikle tarih bilgisiyle olur. Hadis bu anlamda ikincil
düzeydedir.
1074
Zira ona göre hadis, sonradan özellikle siyasetin etkisiyle oluşmuş
bilgilerden neşet etmiştir.1075 İkinci olarak bir sosyal bilimci tavrıyla da kendi
toplumunu tam olarak anlayıp Kur’an’ın “ruhunu” kendi toplumuna uygulamalı ve onu
yönlendirmelidir. Yukarıda zikrettiklerimizden hareketle Fazlur Rahman’a göre
1074
1075
Fazlur Rahman, Islamic Methodology in History, s. 81.
Fazlur Rahman, age, s. 53-54; 56; 66-67.
263
Kur’an’ı anlama eyleminde bulunan kişide şu üç özellik mutlak anlamda bulunmalıdır:
Tarih Bilgisi, Ahlak ve normatif sosyal bilimciliği içine alan sosyal mühendisliktir.
Müfessirin bilmesi gereken nitelikler, Molla Fenari’de tarihsel ve bilgisel bir
zemine sahip olmayı gerektirirken, yani bir “paradigmanın ürünü”yken Fazlur
Rahman’da “paradigma kurucu” bir tavrı içerir. Bu anlamda Molla Fenari açısından
müfessirin bilgisi, kendi dönemine kadar İslam düşüncesinde üretilen bilginin bir
“hasılası” iken, Fazlur Rahman’da bu, kendi toplumuna yönelik mühendislik projesinin
temel “verilerini” oluşturur. Ancak tarihsel birikimin zorunluluğu aşikârdır. Bu sebeple
Fazlur Rahman’ın İslam düşüncesinden kopma iddiası onu farklı tarihselliklerden
faydalanmaya, mesela bir yorum yöntemi olarak hermeneutiğe imkan sağlamaktadır.1076
Burada temel problem, Fazlur Rahman’ın paradigma kurucu unsur olarak hangi
kaynaklardan beslendiği meselesidir. Konuyla ilgili Fazlur Rahman’da ikili tavır iç
içedir. İlki Fazlur Rahman’ın, kendi düşüncesini İslam düşüncesinin bir devamı olarak
görmesidir. Mesela vahiy konusuyla ilgili temellendirmeleri bunun örneklerindendir.
Diğeri ise “yapıcı” olarak nitelediği Batı’nın söylemlerini dile getirmesidir. Mesela
hermeneutik söylem üzerine kendi anlama ve yorumlama yöntemini dillendirmesi de
bunun örneği olarak kabul edilebilir. Eserlerinin tarihsel incelemesini yaptığımızda
karşımıza çıkan tablonun, İslam düşünce tarihinden başlayıp Batı’nın kavramlarıyla
kendini yeniden tanımlaması olarak ifade edilebilir.
B. Tefsirde Bilginin Kesinliği
Tefsirde bilginin kesinliği meselesi, “Allah’ın muradı bilinebilir mi?” şeklinde
de ifade edilebilir. Bu iddialı soru, bilginin kesinliğiyle ilgili iki müellifin bakış
tarzından hareketle ortaya çıkartılmaya çalışılacaktır.
Molla Fenari’nin Tefsir ilmiyle ilgili yaptığı tanımda da görüldüğü üzere o,
Tefsir’in ilimden ziyade marifet diye isimlendirilmesini doğru bulur. Onun
vurgulamaya çalıştığı şey, kendi dönemindeki hakim paradigma olan vahdet-i vücutla
alakalı gözükmektedir. O, Allah Teala’nın kelamını, kelamın sahibinin mutlak ilim
sahibi olmasıyla bağlantılı olarak değerlendirir. Nitekim dış dünya, varlığıyla/haliyle
1076
Bkz. Fazlur Rahman, Islam and Modernity, s. 6-11.
264
Allah’ın sıfatlarını tezahür ettirirken Kur’an-ı Kerim de “ilm”, “kelam” ve “mütekellim”
sıfatının tezahürü olarak Cenab-ı Allah’a işaret etmektedir. Bu anlamda Kur’an’la ilgili
her türlü anlamın, nihayetinde Cenab-ı Allah’ın ilminin dışında olamayacağını
vurgulayan Molla Fenari, O’nun bütün bilme türlerini içerdiğini ve “kelam”la ilgili her
türlü meşrû açılımın Cenab-ı Allah’ın kastı olduğunu ifade eder. Zira Molla Fenari,
fasid tevilden hareketle sadece sahih rivayet ve dirayetin ancak Kur’an yorumunun
anlam sahası içerisine gireceğini belirterek meşru açılımı kayıtlar. Burada şunu
söylemeliyiz ki Fazlur Rahman’ın genel olarak teosofik felsefe (vahdet-i vücûd) olarak
ifade ettiği tasavvufun1077 “keyfî”liğinden1078 bahsetmek söz konusu değildir. Diğer
taraftan Molla Fenari nezdinde Kur’an, muhatap olduğu herkese hitap eden bir
kitap/kelam özelliğindedir. Zira tefsir, ona göre ayetlerdeki acaipliklerin sonu olmaması
sebebiyle devam eden bir süreç ve kişide içsel bir yoğunluk ve meleke halinde
bulunduğundan dolayı da ancak “marifet/sanat” diye isimlendirilebilir.
Molla Fenari, ayrıca insanın “aklıyla” elde ettiği bilginin kesinliğini tartışır. O,
nazar ehlinin1079 mensubu olan Mantıkçılara göre tanımların en meşhurunun, insanın
“konuşan canlı” (hayvan-ı natık) olarak tanımlanması olduğunu belirtir. Onların, insanın
“konuşan” (natık) olmasıyla, küllileri idrak etmesinin kast edildiğini, küllileri idrak
etmenin ise, insanlarda farklı derecelerde olsa da böyle kabul edildiğini ifade eder.
Molla Fenari, burada asıl dikkate alınan noktanın nevîlik (türdeş olma) olduğunu yoksa
insanın tarifine, küllileri idrakten yoksun olan çocuk, deli ve çok yaşlı olan kimselerin
(büyümenin/gelişmenin olmaması sebebiyle vb) girmemesinin gerektiğini hatırlatır.
Molla Fenari, kesin bilgi olarak sunulan bilgilerin dahi “genellemelerden” ibaret
olduğuna dikkat çekerek onu eleştirir. Nitekim en meşhur tanım olarak kabul edilen
"insan" kavramının dahi ancak müsamaha ile tanım kabul edilebileceğini buna örnek
olarak zikreder.1080
1077
Fazlur Rahman’ın tasavvufla ilgili görüşlerinin değerlendirilmesi için bkz. Mevlüt Uyanık, “İslam
Sufizmi ve Modernizm”, İslam ve Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 200-219.
1078
Bkz. Fazlur Rahman, Islam, s. 194.
1079
Klasik İslam düşüncesinde nazar ehli, bilgiye akıl yoluyla ulaşacağını düşünen Filozof ve
kelamcılardır. Filozoflar saf aklı dikkate almakta; Kelamcılar ise, saf aklı olmasa da aklı, bilgiye
ulaştıran yolun temeli kabul etmektedirler.
1080
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, s. 43; (v. 26b)
265
Diğer taraftan O, “zan”la elde edilen bilginin “ilim” diye ifade edilmesini,
ancak müsamahayla mümkün görür. Nitekim Molla Fenari, bu konuyu Fıkıh usulünde
tartışılan zannın nasıl ilim olarak kabul edildiğiyle bağlantılı olarak tartışır.1081 O’na
göre bir müfessir ayetin anlamı konusunda bir “zan”na sahip olduğunda bunu, sadece
anlama boyutunda bırakmayıp hayatına da uygular. Bu anlamıyla zan, kesin bilgi (ilim)
özelliği taşımakta ve Allah’ın muradı haline gelmektedir. Bu, ayrıca bir bakıma diğer
görüşlerin reddi anlamındadır. Fakat diğer taraftan o kanaatte olmayan kişi için bu
durum nazar-ı itibara alınmayıp farklı bir yorum söz konusu olabilmektedir. Molla
Fenari, burada her iki “zan”nın da meşru olduğunu ve zan sahipleri için “ilim” ifade
ettiğini düşünür. Onun marifete yönelik vurgusunun bir diğer nedeni de bu
algılamasıdır.
Fazlur Rahman ise Molla Fenari’nin temel söylemi olan Kur’an’ın, Allah’ın
kelam sıfatının tezahürü olduğu şeklindeki iddiayı ancak tarihsel şartların dikkate
alındığı ve bu bağlamda ortaya çıktığı düşüncesinden hareketle kabul eder. Nitekim O,
Kur’an’ın “Allah’ın kelamı” olmakla birlikte “Allah hakkında kelam” olmadığını
özellikle vurgular. Burada Fazlur Rahman’ın temel kaygısı olan dinin rasyonel
düzlemde açıklanmasını ve modern topluma anlatılmasını kendisine temel vazife
edindiği gözden uzak tutulmamak gerekir. O, samimi olmaları kaydıyla “entelektüel
seviyede” oryantalistlerin ve Batılıların da İslam’ı rahatlıkla anlayabileceğini
düşünür.1082
Dikkat edilirse buradaki devamlılık ile Molla Fenari’nin sunduğu “keşif”
birbirine benzemektedir. Fakat aralarında esaslı bir fark vardır. O da Molla Fenari,
anlamayı bireysel bir eylem (keşf) olarak görürken Fazlur Rahman bireyin vicdanında
oluşan psikolojikleşmiş bilginin, toplumun ıslahına fayda sağlamayacağını ve
Peygamberi, mücadelesini yaptığı ahlakî bir toplum idealinden uzaklaştıracağını
düşünür.
Sonuç olarak Molla Fenari, tefsirde oluşan bilginin zan içermesi sebebiyle
“genel” bir kesinlik içermeyeceğini vurgularken Fazlur Rahman, Kur’an’daki ilkelerin
1081
1082
Tartışma için bkz. Taftazani, Şerhu’t-Telvih ale’t-Tavzih, I, 10.
Fazlur Rahman, “Approaches to Islam in Religious Studies Review Essay”, s. 192.
266
evrensel ve bireyi aşan bir durum olduğunun ısrarla altını çizerek onun kesinliğini iddia
eder.1083 Fakat O, elde edilen bu kesin bilginin müfessirin yaşadığı topluma
uygulamasında kendi tarihselliğini göz önüne alması sebebiyle bilgideki kesinlikten
“konjonktürel” bilgiye doğru bir geçişi önceler. Bu, aynı zamanda sosyal
mühendislikten sosyal bilimciliğe geçişin diğer bir ifadesidir. Ancak Fazlur Rahman,
müfessirin toplumu, ilkeler ışığında dönüştürmesinin ve insanlığın bilgisel ve zihinsel
ilerlemesinin bu konjonktürelliği asgariye düşüreceğini de var sayar. O’nun burada
vurgulamaya çalıştığı şey, tarih tasavvuruyla doğrudan ilişkilidir. Zira Fazlur Rahman,
bunun çizgisel bir şekilde ileriye doğru olduğunu düşünür. Burada O’nun, vahyin ve
Peygamberliğin sona ermesinin insan aklını ön plana çıkardığı şeklindeki söylemi
açıklayıcıdır.
Molla Fenari’nin tarih tasavvuru ise düz çizgisel olmayıp “döngüsel”dir. O,
Kur’an’ın gerek genel gerekse öz/ilke olarak ihata edilmesinden bahsedilemeyeceğini
ısrarla vurgular. Öyle anlaşılıyor ki Molla Fenari, yarının bilgisel bir ilerleme olarak
değil de bir farklılaşma veya önceliklerin değişmesi olarak farklılaşabileceği
düşüncesindedir. Başka bir ifadeyle “tezahürlerin” değişmesi söz konusu olmakla
birlikte insan’ın varlığında bir farklılaşmadan bahsedilemez. Nitekim müellif, insanın
ilmini, “kelime” olarak nitelerken, Allah’ın ilmini “kelam” olarak niteleyip mahiyet
noktasında iki farklı durumun varlığını öne sürer.
C. Tefsir Çeşitlerinin İmkanı
Tefsir çeşitlerinin tefsir tarihi sorusuyla bağlantılı olduğu ve tarihe yönelik
verilen cevabın tefsir çeşitlerini de etkileyeceği apaçık ortadadır. Yani tefsirin
çeşitlerine yönelik bir söylem, tefsir tarihinin varlığına da işaret eder. Bu bir noktadan
tefsirin/müfessirin sınırlarını da çizmeye yönelik bir gayrettir.
Molla Fenari, Kur’an’ın anlaşılmasının sınırı olamayacağı ve hiç bir meşru
anlamanın onun manasını tüketemeyeceğinden dolayı tefsirin çeşitlerine tabiri caizse
1083
Bu, bütünlükle ilişkili kesinlik iddiasının modern dönem İslam düşüncesinin genel özelliği olduğuna
dair bkz. Mümtaz’er Türköne, “İslam Düşüncesinde Totallik tartışmalarının Modernlikle İlişkisi”, I.
İslam Düşüncesi Sempozyumu, Yayına Hazırlayan Mehmet Bekaroğlu, Beyan Yayınları, İstanbul,
1995. s. 117-122.
267
sınır çizilemeyeceği iddiasındadır. Onun böyle bir söylemi dillendirmesi, temel iddiası
olan Kur’an’ın manalarının ihata edilemeyeceğine yönelik düşüncesiyle bağlantılıdır.
Ancak O, diğer taraftan yapılan eylemin makbul olabilmesi için bir takım ilimlerin
bilinmesini keyfilikten kurtulma anlamında gerekli görür. Molla Fenari, temel islamî
ilimleri bilmenin ve uygulamanın Kur’an tefsirinde mutlak sonuca ulaştırdığını iddia
etmez. Ancak bu, ona göre Kur’an’ın anlaşılması noktasında delilsiz “rey”e düşmekten
kurtarıcı bir özelliktedir. Dolayısıyla tefsir çeşitleri ona göre ucu açık bir süreç olarak
kabul edilmelidir. Fakat bu, tefsirin her zaman daha mükemmele doğru olduğu
anlamında değil, aksine insanların bakışlarının farklılaşması sonucu ayetle ilgili farklı
noktaların ön plana çıkmasıyla bağlantılı bir duruma işaret eder.
Konuyla ilgili Fazlur Rahman’ın bakışı ise Molla Fenari’nin görüşlerinin tam
aksi istikamettedir. O, tefsir çeşitlerini, sorgulanması gerekli unsurlar olarak görür. Zira
tarih boyunca tefsir çalışmaları; Peygamber’in mücadelesini, dolayısıyla Kur’an’ın
anlatmayı hedeflediği mesajı dikkate almaksızın yapılan, bütünlükten yoksun “parçacı”
eylemlerdir.
Hatta o, bir adım daha ileri giderek sadece tefsirin değil bütün bir islam
düşüncesinin, işin kabuğuyla, gereksiz kısmıyla ilgilendiğini iddia eder. Halbuki ona
göre yapılması gerekli olan, Kur’an’ın hedeflediği şeyin ortaya konmasıdır. Bu ise tefsir
çeşitleriyle değil, aksine Kur’an’ın kendisinin ortaya koyduğu mücadeleyle ve onun
özünü çözmekle; devamında da kendi toplumuna getirmekle olur. Bu anlamda kendi
yönteminin “biricik” olduğunu belirtir ve bunun dışında oluşan her türlü tefsir çeşitlerini
“sapma” olarak nitelendirir. O’nun bu tavrı özellikle Kur’an’ın tarihselliğinin
arkasındaki ilkelerin elde edilmesinde çok katıdır. Zira burada farklı anlamdan
bahsedilemez. Kur’an ve çevresel şartlar, farklı okumaların önünü kapatır. Burada
ilkelerin evrensel ve belirleyici olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte ikinci
harekette müfessirin kendi tarihselliği sebebiyle metnin ruhunu dönemsel okuması,
tefsir çeşitleri için bir imkan olarak kabul edilebilir. Ancak Fazlur Rahman, tarihte
oluşan tefsir birikiminin bunu ortaya koymaktan uzak olduğu düşüncesindedir. Aynı
şekilde bu düşüncenin neticesi olarak şunu da söyleyebiliriz ki o “tefsir tarihi”
şeklindeki bir algılamayı da en azından kendi dönemine kadar kabul etmez. O zaman
268
ortaya çıkan tabloda Fazlur Rahman açısından tefsirin tarihi bu anlamda kendisiyle
başlamaktadır.
Fakat buradaki sorun, onun kendi dönemsel tefsirinin daha sonraki bir
dönemdeki kişi için ne anlam ifade edeceğidir? Mesela dünyanın Post modern çağı
yaşadığı, çoğulculuğun, merkezî söylemi oluşturduğu bir dönemde bizler için Fazlur
Rahman’ın kendi tarihselliği ne anlam ifade etmektedir.1084
Sonuç olarak şunu vurgulamalıyız ki rasyonel ve yapıcı olan modernitenin
geldiği son noktada Fazlur Rahman’ın tefsir çeşitlerinin yokluğuna yönelik söylemi,
kendisini de içine alacak bir mecrada ilerlemektedir.
1084
Postmodernite ve İslam İlişkisi için bkz. Ali Yaşar Sarıbay, “Postmodernite ve Kültür Olarak İslam”,
s. 93-106. I. İslam Düşüncesi Sempozyumu yay. haz. Mehmet Bekaroğlu, Beyan Yayınları, İstanbul,
1995.
269
SONUÇ
270
Kur’an-ı Kerim, vahyedildiği andan itibaren Müslüman bilincinin önemli bir
unsuru haline gelmiş ve Müslümanlar, hayatlarının her safhasında Kur’an’la kendileri
arasında bir irtibat kurma gayreti içinde olmuşlardır. Bu durum, onu nasıl anlamalı? ve
ona nasıl yaklaşmalı? gibi soruların her daim yeniden sorulmasını, zamana ve zemine
göre yeni cevaplar üretilmesini gerektirmiştir.
Molla Fenari’nin de içinde yaşadığı müteahhirin dönemi, Müslüman coğrafyanın
bilgiyi kavrama, kendine ait bir ilim dünyası kurma ve kurduğu bu dünya içerisinde
ürettiği ilimleri tanımlama, tasnif etme tarzına baktığımızda, Müslüman’ın varlıkla
ilişkisinin yaratıcısıyla bağlantılı olduğunu görüyoruz. Yani O, yaratıcısının her şeye
kadir olduğunu dikkate alarak bilgisini oluşturur. Bu anlamıyla bilgi, Molla Fenari’de
sadece epistemolojik değil, aynı zamanda varoluşsal bir tavırdır. İnsan bilgisinin
oluşumu klasik dönemde bu anlamıyla Fizik’ten başlayarak Metafizik’te son bulan
(somuttan soyuta) bir süreç olarak algılanmaktadır. İlim, Molla Fenari’ye göre ya zatı
için (Âli ilimler) ya da zatı için talep edilen şeye vesile olması (alet ilimleri) açısından
incelenir. Mesela Arapça Tefsir için bir alet (vesile) ilmi olmasına rağmen Arap dilcisi
için ise, zatı için talep edilen bir özelliktedir. Dikkat edilirse burada yapılan ayrım
“gaye” ile ilgilidir. Bir ilme duyulan ihtiyaç, klasik İslam düşüncesinde ona biçilen rol
veya işlevle alakalıdır. Kur’an burada, Allah kelamı olması sebebiyle bilginin ve
varlığın kaynağı konumundan bir bildiri mahiyetindedir. Fakat diğer taraftan insanı,
Kur’an’ın muhatabı olması sebebiyle, tümdengelimsel özelliğiyle etkilemekte ve ona
yön vermektedir.
Tefsir’in, ilimler hiyerarşisindeki en üstte olan başka bir ifadeyle “külli ilim”le
ilişkisine baktığımızda Molla Fenari’nin, “külli ilim” olarak Tasavvuf’u (vahdet-i
vücud) kabul ettiğini görürüz. O, mutasavvıfların, Allah’ın varlığa nasıl tezahür ettiği
sorusuna verdiği cevapları temel parametreler olarak kabul edip tefsir algısını bunun
üzerine kurmuş bir âlimdir. Nitekim Kur’an, Allah’ın “kelam” ve onunla bağlantılı
sıfatlarının nasıllığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda Kur’an’da ikili bir yapı söz
konusudur. “Kelam” sıfatı bir taraftan Allah’ın varlıkla ilişkisini ortaya koyan “mutlak”
bir sıfat iken diğer taraftan onun isimlerinden birini ortaya koymaktadır. Burada
araçsallık ve gayelilik aynı anda tezahür eden bir durumdur. Bu ise Kur’an’ın, üst bir
271
pencere oluşturmamakla birlikte temel doneleri veren bir özellik taşıyacak şekilde
tezahür etmesini sağlamaktadır.
Ayrıca Tefsir ve Kur’an’la bağlantılı ilimler, birbirlerinden net bir şekilde ayrı
tutulmuştur. Nitekim Kur’an’da Fıkıh ve Kelam ilminin konuları, murad-ı ilahinin
belirlenebilmesi açısından kesişmekle birlikte, cihetlerinin (yaklaşım açılarının) farklı
olması sebebiyle birbirlerinden ayrılırlar. Kelam, temel inanç esasları; Fıkıh ise hüküm
ortaya çıkarma açısından Kur’an’ı konu edinmektedir. Bu açıdan Tefsir ilmi’nin konu
olarak “bizatihi” Kur’an’ı inceliyor olması, onun yüce bir ilim olduğunu ortaya
koymaktadır.
Bu anlamda Tefsir, eğitimin kemâle ermesinin ve dînî bilginin yeniden
üretiminin başlangıcıdır. Tefsir, Kur’an’ı ve onun anlaşılma imkânını ortaya
koymaktadır. Molla Fenari’nin de dahil olduğu müteahhirin döneminde Kur’an’ın
anlaşılması noktasında nazar (akıl) ve keşf şeklinde iki tavrın ön plana çıktığını
görmekteyiz. Bu, birbirlerinin yerine ikame edilen iki tavır değil, aksine birbirini
tamamlayan bütüncül bir yapı olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ilimlerin birbirlerinden
bağımsız bir branşlaşma formuyla tezahür etmediği görülmektedir. Dikkat edilirse bu
ilim dallarından birindeki bir derinleşme, kişinin o alanda uzman olduğu şeklinde bir
durumu ortaya çıkarsa da “İslam alimi” dediğimiz kişiliği ortaya koymaz.
Şu da bir gerçek ki Molla Fenari, mutlak olarak kendi döneminin problemlerine
cevap bulma kaygısı içinde hareket etmiştir. O, var olan tefsir birikiminin vahdet-i
vücut düşüncesiyle birlikte yeniden okunması çabası içerisindedir. O’nun Kur’an’a
yaklaşımındaki temel unsurlarından birisi de tarihe “döngüsel” bakışıdır. Dönemin ilim
anlayışıyla da bağlantılı olarak Kur’an’a yaklaşımında tümden gelimci bir tavır
izlemektedir. Murad-ı ilahi’nin Allah katında olduğunu vurgulayarak insanın bilgisinin
buna vakıf olamayacağı görüşündedir. Kur’an’ın içeriğine yönelik yaptığı incelemelerde
bu düşüncenin doğal bir sonucu olarak niceliksel (sayısal) bilgilere yer verdiğini
görmekteyiz. Tevatürün, Kur’an’ın Peygamber’e inişi sonrasında oluşan bir süreç
olduğuna işaret etmektedir. O’nun Kur’an’a bakışı, lafız ve mana şeklinde ikili yapı
üzerine kurulmuştur. Kur’an’ın, lafzî anlamını merkeze almakla birlikte kişinin
bulunduğu mertebe sayısınca farklı anlamlarının söz konusu olabileceğini belirterek
272
“çoklu anlam” taraftarı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu anlamda tefsirde ortaya çıkan
bilginin, Kur’an’ın künhüne vakıf olamayacağını belirterek anlamın sübjektifliğine
vurgu yapmaktadır. Bunun sonucunda da kendi yaklaşımının Kur’an’ın doğru
anlaşılması noktasında bir imkan olduğunu söylemektedir. O, Tefsirin geniş bir bilgi
birikiminin ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Ayetlerin tefsirine başlamadan önce
mutlaka ilgili sûrenin geneli hakkında bilgi sahibi olmanın gerekli olduğunu
vurgulamaktadır.
Modern dönemlerde ise Kur’an’a dönme daha acil bir eylem olarak gündeme
oturmuştur. Konunun bu kadar merkezî bir problem teşkil etmesi, aslında bir bakıma
aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan düşünsel farklılaşma ve de oryantalizmin etkisi
sonucu İslam’ın temel kaynaklarını algılamada meydana gelen değişiklikle irtibatlıdır.
Temel kaynaklar olan Kur’an ve Sünnet’in yeniden ele alınması, sünnetin ciddî anlamda
(tarihsel ve metinsel) eleştirilip Kur’an’ın mutlak tek kaynak olarak ortaya çıkması da
bu sürecin doğal bir sonucu olmuştur. Bununla birlikte Kur’an’ın bu şekilde
mutlaklaştırılması bir yönüyle onun yüceltilmesi anlamına gelirken, tarihsel eleştiriye
tabi tutulması onun toplumsal bir ürün olarak algılanmasına sebebiyet vermiştir.
Eski (klasik) algılamayı anlamsızlaştıran ve farklılaşmayı beraberinde getiren
bu yeni durum, Hadis’in Kur’an’ı tebyin görevini Tarih ve Toplum’a yüklemeye
çalışmıştır. Bunun yanında tabiat ve sosyal bilimler şeklinde ortaya çıkan modern
bilimsel tasnif de, dinin ancak sosyal bilimler içinde bir meşruiyeti olabileceğini
öngörmüştür. Bu şekilde sosyal bilimler içinde kendine bir yer bulabilen dînî ilimler,
özelde de Tefsir ilmi, artık kendi meselelerini insanî, sosyal ve kültürel zeminde
tartışmak durumunda kalmıştır. Böylece Kur’an’a nasıl yaklaşılması (gerektiği) sorusu
merkezî bir soru(n) olarak ortaya çıkmış, bu durum Kur’an’a yönelik yeni yaklaşımların
ortaya çıkmasına ve problemlerim çözümü için yeni metodların (yapısal, post- yapısal,
formalist, hermeneutik, antropolojik, semantik, filolojik, fenomenolojik vs.) teklif
edilmesine yol açmıştır.
Fazlur Rahman’ın Kur’an’a yaklaşımı da, modern dönem İslam toplumunun
mevcut problemlerine bir çözüm bulma kaygısıyla ortaya çıkmıştır. Onun yaklaşımı
anlama problemi etrafında ortaya çıkarak Kur’an’ın lafzını dikkate almamaktadır. Bu,
273
İslam düşüncesinin tarihsel eleştirisinden başlayıp modern dönem hermeneutik
kavramında sona eren bir zihinsel süreçtir. O, Kur’an’ın “Allah” hakkında bilgi
vermediğini söyleyerek onun, Hz. Peygamber’in mücadelesi örneğinde tarihsel bir hitap
olduğuna dikkat çekmektedir. Bundan dolayı da vahyin, Peygamber’den bağımsız bir
şekilde ele alınmasını doğru bulmamaktadır. Kur’an’ın mekkî ve medenî şeklindeki
tarihsel arka planının onun anlaşılmasında merkezî rolü olduğu görüşündedir. Kur’an
ilimlerinin bazı kavramlarını, Kur’an’a yaklaşımında kullanan Fazlur Rahman’ın, bu
kavramların içeriğini farklı şekilde doldurduğu görülmektedir. Mesela neshi kabul eden
Fazlur Rahman, onun fıkıh usulcülerinin ortaya koyduğu şekilde anlaşılmasına karşı
çıkarak bunu, Peygamber’in mücadelesinin iniş-çıkışıyla ilgili bir süreç olarak kabul
eder. Peygamber’in kendi yaşadığı dönemdeki otoritesini kabul etmekle birlikte tarihsel
olarak sünnetin gerçekliğini ortaya koyma imkanından mahrum olunması sebebiyle
sünneti tartışma konusu yapar. Müfessirde ortaya çıkan bilginin bireyi aşan toplumsal
ve ahlakî özellikte olmasından dolayı da objektif (nesnel) olduğu kanaatindedir. Bu
anlamda O, “tek anlam” taraftarıdır. Nitekim bunun sonucu olarak da Kur’an’a
yaklaşımının “metodolojik” olduğunu vurgulamaktadır.
Fazlur Rahman, tefsirin birikimsel bir süreç olduğunu kabul etmeyerek
Kur’an’ın indiği dönemin bilgisine vakıf olunduktan sonra müfessirin kendi yaşadığı
döneme gelmesini ve elde ettiği ilkeleri bu dönemin tarihselliğiyle iç içe bir şekilde
ortaya koyması gerektiğini düşünür. Bunu oluştururken temel referanslarından biri de
tarihe bakışının ilerlemeci-çizgisel özellikte olmasıdır. Bu anlamıyla müfessirin belli bir
kültürel birikime sahip olmasından ziyade bu ikili hareketin özelliklerini bilmesi
yeterlidir.
Özetle Molla Fenari ve Fazlur Rahman farklı zaman ve farklı kültürlerin
yetiştirdiği iki düşünür olarak Kur’an’a yaklaşımla ilgili orijinal olarak ifade
edebileceğimiz görüşler ortaya koymuşlardır. Diğer taraftan Tefsir’in her daim varlığı
ve Kur’an’a yaklaşımın yeni durumlarda söz konusu olması, Kur’an’ın dinamikliğinin
bir parçası olarak kabul edilmelidir. Bu noktada Fazlur Rahman’ın kendi
metodolojisinden hareketle Kur’an’ı anlamayı sabitlemesini doğru bulmadığımızı
belirtmeliyiz.
274
EKLER
EK-1 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ MURAT MOLLA BÖLÜMÜ 136
NOLU YAZMANIN İLK SAYFASI
276
EK-2 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ MURAT MOLLA BÖLÜMÜ 136
NOLU YAZMANIN SON SAYFASI
277
EK-3 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ MAHMUT PAŞA BÖLÜMÜ 9 NOLU
YAZMANIN İLK SAYFASI
278
EK-4 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ MAHMUT PAŞA BÖLÜMÜ 9 NOLU
YAZMANIN SON SAYFASI
279
EK-5 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ ATIF EFENDİ BÖLÜMÜ 193 NOLU
YAZMANIN İLK SAYFASI
280
EK-6 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ ATIF EFENDİ BÖLÜMÜ 193 NOLU
YAZMANIN SON SAYFASI
281
BİBLİYOGRAFYA
Abay, Muhammed, “Osmanlı Döneminde Yazılan Tefsir İle
İlgili eserler Bibliyografyası”, Divan, 1991/1, İstanbul, 249-303.
Acluni, Ebü'l-Fida İsmail b. Muhammed (1162/1749), Keşfü'lHafa ve Müzilü'l-İlbas Amma İştehere Mine'l-Ehâdîs ala Elsineti’nNas, I-II, 2. Bsk, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut,1351/1932.
Açıkgenç, Alparslan “Fazlur Rahman’ın Hayatı, Görüşleri ve
Eserleri” İslam ve Çağdaşlık içinde s. 9-47.
________________, “İslam Dünyasının Çağdaş Sorunları ve Bir
Düşünür: Fazlur Rahman I-II”, Türk Yurdu, X/37; s. 11-18; X/38, s.
32-40; Türk Ocakları Merkezi, İstanbul, 1990.
________________, “İslami Uyanış ve Yenilikçilik Düşünürü:
Fazlur Rahman’ın Hayatı ve Eserleri (1919-1988)”, İslami Araştırmalar
Dergisi, IV/4; Ekim, 1990; s. 232-252.
Ahmad, Mumtaz “In Memoriam Professor Fazlur Rahman”,
The American Journal of Islamic Social Science, V/1; 1988.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eşŞeybani (241/855) el-Müsned, I-X, (thk. Sıdki Muhammed Cemil Atar),
Dârü'l-Fikr, Beyrut, 1991.
Ahmet Rıfat Efendi, Lügât-i Tarihiye ve Coğrafiye, I-VII,
Mahmut Bey Matbaası, 1299, İstanbul.
Akpınar, Cemil, “İcazet”, DİA, XXI, 383-400. İstanbul, 2000.
Akseki, Ahmed Hamdi “Hâtemü’l-Enbiya Hakkında en Çirkin
Bir İsnâdın Reddiyesi”, (Sad. M. Hayri Kırbaşoğlu), İslamî Araştırmalar
Dergisi, VI/2, s. 125-141; VI/3, 199-207.
Aktay, Yasin “Modernist Yorumun Teknolojik Çıkarları”, İslam
ve Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 314-315.
Albayrak, İsmail Klasik Modernizmde Kur’an’a Yaklaşımlar,
Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004.
Ankaravi, İsmail Rasuhi (1041/1631) Fatiha Tefsiri Fütühat-ı
Ayniye, Matbaa-i Ahmed Kamil, İstanbul, 1328/1910.
282
Arpaguş, Hatice Kelpetin Fazlur Rahman’a Göre Allah ve
İnsan, Ensar Neşriyat, 2008, İstanbul.
Askalani, Ebü'l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer (852/1449),
İnbaü'l-Gumr bi-Enbai'l-Umr fi't-Tarih, I-IX, 2. baskı, Dârü'l-Kütübi'lİlmiyye, Beyrut, 1986/1406.
Aşkar, Mustafa “Molla Fenari’nin (ö. 834/1431) “Şerhu
Dibaceti’l-Mesnevi” Adlı Risalesi ve Tahlili” Tasavvuf, Sayı: 14,
İstanbul, 2005, s. 83-102.
_____________, “Molla Fenari’nin Şeyh Hamid el-Veli ile
Münasebetleri ve Dönemin Tasavvufî Yapısına Bir Bakış”, XIII ve XIV.
Yüzyıllarda Kayseri'de Bilim ve Din Sempozyumu, 30-31 Mayıs 1996,
Kayseri, s. 131-140.
______________, Molla Fenari ve Vahdet-i Vücud Anlayışı,
Muradiye Kültür Vakfı, Ankara, 1993.
Ateş, Süleyman, İşari Tefsir Okulu, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1974.
_____________, “Hazarat-ı Hams”, DİA, XVII, 115-116,
İstanbul, 1998.
Avcı, Seyit el-Fütuhatü’l-Mekkiyye’de İbn Arabi’nin Hadis
Anlayışı, Ensar Yayıncılık, Konya, 2005.
Aydın, Hakkı İslam Hukuku ve Molla Fenari, İstişare Yayınları,
İstanbul, 1991.
Bağdatlı İsmail Paşa, (1338/1920) Hediyyetü'l-Arifin Esmai'lMüellifin ve Asarü'l-Musannafin, I-II, (çev. Kilisli Rifat Bilge; tsh.
İbnülemin Mahmûd Kemal İnal, Avni Aktuç); Milli Eğitim Bakanlığı,
Ankara 1955.
Baloğlu, Adnan Bülent, “Fazlur Rahman’ın Modernizmi ve
İslam Kelamı”, İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 222228.
Begavi, Ebû Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud
(516/1122), Mealimü't-tenzil (Tefsirü'l-Begavi), I-IV, (thk. Hâlid
Abdurrahman Ak), 2. Bsk, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1987/1407.
283
Berry, Donald Lee “The Thought of Fazlur Rahman as an
Islamic Response to Modernity, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) The
Southern Baptist Theological Seminary Faculty, 1990.
Beydavi, Ebu Said Nasirüddin Abdullah b. Ömer b. Muhammed
(685/1286), Envarü't-Tenzil ve Esrarü't-Te'vil, I-II, Daru'l-Kütübi'lİlmiyye, Beyrut, 2003.
Beyhaki, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (458/1066)
Şuabü'l-İman, I-VII, (thk. Ebû Hacer Muhammed Zaglul), Dârü'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990/1410.
____________________, es-Sünenü'l-Kübra, I-X, Dâiretü'lMaârifi'l-Osmaniyye, Haydarabad, 1344.
Bijlefeld, Willem A. “in Memoriam Dr. Fazlur Rahman”, The
Muslim World, LXXIX/1, s. 80; Harfford, 1989.
Bilge, Mustafa İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1984.
Bilgin, Aydın, Yurdakul, İlhami Kurt, İsmail, Şeyhülislamlık
(Bab-ı Meşihat) Arşivi Defter Kataloğu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmaları Merkezi (İSAM), İstanbul, 2006.
Bilmen, Ömer Nasuhi (1391/1971) Tefsir Tarihi: Usul-i Tefsir
veya Mukaddime-i İlm-i Tefsir, Diyanet İşleri Reisliği, Ankara, 1955.
Büyük Tefsir Tarihi II (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet İşleri Reisliği,
Ankara, 1960.
Birışık, Abdulhamit Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri,
İnsan Yayınları, İstanbul, 2001.
Bolay, Süleyman Hayri Osmanlılarda Düşünce Hayatı ve
Felsefe, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
Boyalık, M. Taha Molla Fenari’nin Aynu’l-Ayan Adlı Tefsirinin
Mukaddimesi (tahlil ve değerlendirme), (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi) İstanbul, 2007.
Brockelmann, Carl (1375/1956), Geschichte der Arabischen
Litterature, I-II, E. J. Brill, Leiden, 1943.
Buhari, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870) Sahih-i
Buhari, I-VI, (tahric Mustafa Dib Buğa), 4. Baskı, Daru İbn Kesir,
Dımaşk, Lübnan, 1990/1410.
284
Bursevi, İsmail Hakkı (1137/1725) Ruhu’l Beyan: Kur’an Meali
ve Tefsiri= Ruhü’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, (çev. Ömer Çelik, Adem
Ergül, Faruk Salman, Murad Sülün, Yusuf Akgün), Erkam Yayınları,
İstanbul, 2005. (devam ediyor)
Cerrahoğlu, İsmail “Garânik Meselesinin İstismarcıları”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXIV, Ankara, 1981.
Cevheri, Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabi, (400/1009)
Tacü’l-Lüga ve Sıhahi’l-Arabiyye= es-Sıhah, (Thk. Şihanuddin Ebu
Amr), I-II, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1418/1998.
Cici, Recep Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları,
Arasta, Bursa, 2001.
Cündioğlu, Dücane "Ernest Renan ve "Reddiyeler" Bağlamında
İslam-Bilim Tartışmalarına Bibliyografik Bir Katkı, Divan, İlmi
Araştırmalar, 1996/2; s. 1-94.
Cürcani, Ebü'l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali
(816/1413) Haşiyetü’l-Keşşaf, I-IV, Daru'l-Ma'rife Beyrut.
_______________, et-Ta'rifât, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1253.
Çelik, Ömer “İslam ve Modern Aklın Kullanımı”, İslam ve
Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 140-144.
Çetin, Abdurrahman “İzhar”, DİA, XXIII, 506. İstanbul, 2001.
Çiçek, Mehmet “Tevil Hermeneutik İlişkisi ve Tefsire
Uygulanabilirliği, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2003.
Çiftçi, Adil, “Bir Sosyolog Olarak Fazlur Rahman”, İslam ve
Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 50-67.
__________, Fazlur Rahman ile İslam’ı Yeniden Düşünmek, 2.
Bsk, Ankara: Kitabiyat, 2001.
Çollak, Fatih “Revm”, DİA, XXXV, s. 31-32. İstanbul, 2008.
Darekutni, Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed (385/995),
Sünenü’d-Darekutni, I-IV, (thk. Abdullah Haşim Yemani Medeni),
Daru’l-Mehasın, Medine, 1966/1386.
285
Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl
(255/868) Sünenü'd-Darimi, I-II, (thk. Mustafa Dib el-Buga), Darü’lMustafa, Dımaşk, 2007/1428.
Deliçay, Tahsin Mehmet Şah ve Te’sîsu’l-Kavâ’id Harfen bi
Harfin fi Esâsi’s-Sarf’ı, (Basılmamış Doktora Tezi), Şanlıurfa, 1998.
Demir, Recep Kur’an Tefsirinde
(Basılmamış Doktora Tezi), Konya 2004.
Tarihselci
Yöntem,
Demir, Ziya Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları:
(Kuruluştan X/XVI. Asrın Sonuna Kadar), Ensar Neşriyat, İstanbul,
2006-2007.
Demirci, Muhsin Kur’an ve Yorum, Ensar Neşriyat, İstanbul,
2006.
_____________, Tefsir Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2003.
_____________, Tefsir Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2003.
Demirli, Ekrem Sadreddin Konevi’de Bilgi ve Varlık, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2005.
Denny, Frederick Mathewson “Fazlur Rahman: Muslim
Intellectual”, The Muslim World, LXXIX/2, (1989), s. 91-101. çev. için
bkz. Ruhattin Yazoğlu, “Müslüman Bir Aydın Olarak Fazlur Rahman”,
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XV, s. 307-323. Erzurum,
2001.
Denny, Frederick Mathewson Bir Dava Adamı Olarak Fazlur
Rahman, İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi, 22-23 Şubat
1997 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı
Yayınları, İstanbul 1997. s. 45-49.
Durmuş, İsmail “Hemze”, DİA, XVII, 190-193 İstanbul, 1998.
Durmuş, Zülfikar Şemsüddin Muhammed b. Hamza elFenâri'nin Hayatı ve Aynü'l-A'yan Adlı Eserinin Tahlili,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 1992.
Ebu Bekr er-Razi, Abdullah b.Muhammed b.Şahur el-Esedi
(654/1256) Menarâtü's-Sairin ve Makamâti't-Tahirin, (thk.Said
Abdülfettah), Daru Saadü's-Sabah, Kahire, 1993.
286
Ebu Davud, Süleyman b. Eş'as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani,
(275/889) Sünenu Ebi Davud, (thk. Muhammed Nasirüddin el-Elbani),
(Haz. Ebu Ubeyde Meşhur b. Hasan Al-i Salman), el-Mektebetü’lMaarif, Riyad.
Ebû Ya'la el-Mevsıli, Ahmed b. Ali b. el-Müsenna (307/919)
Müsnedu Ebî Ya'la el-Mevsıli, I-XVI, (thk. Hüseyin Selim Esed), Dârü'lMe'mun li't-Türas, Dımaşk, 1986.
Edirnevi, Ahmed b. Muhammed (946/1540), Tabakatü'lMüfessirin, (thk. Mustafa Özel, Muammer Erbaş), İzmir, 2005.
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, (Küçük Hamdi) Beyanu’lHak Mecmuası, Sy. I, 1324, İstanbul, s. 403-404
Erkoç, M. Fudayl Felsefi Hermenötik ve Kur’an’ın Felsefî
Hermenötik Bağlamında Yorumlanması, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Konya, 2005.
Fahreddin er-Razi, Ebu Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer
(606/1209) Mefatihü'l-gayb (Tefsir-i Kebir), I-XXIII, ed. Ahmet Hikmet
Ünalmış, (çev. Suad Yıldırım vd.), Akçağ Yayınları, Ankara, 1988.
Fazlur Rahman, (1409/1988) "Islamic Thought in the IndoPakistan Subcontinent and the Middle East", Journal of Near Eastern
Studies, XXXII/1-2, s.195-198. (Ocak-Nisan 1973).
___________, "The Impact of Modernity on Islam", Islamic
Studies, V/2, (1966) s. 113-128.
___________, "The Thinker of Crisis: Shah Waliy-Ullah",
Pakistan Quarterly, 1956/6; s. 44-48. Fazlur Rahman "Buhran Dönemi
Düşünürü: Şah Veliyyullah", İslami Yenilenme: Makaleler II, (çev. Adil
Çiftçi) s. 117-128.
___________, İslam ve Çağdaşlık: Fikri Bir Geleneğin
Değişimi, (çev. Alparslan Açıkgenç, M. Hayri Kırbaşoğlu), Ankara
Okulu, Ankara, 1996.
____________, “An Autobiographical Note”, (çev. Bekir
Demirkol), İslami Araştırmalar Dergisi, IV/4; Ekim, 1990; s. 227-231.
____________, “Approaches to Islam in Religious Studies:
Review Essay”, Approaches to Islam in Religious Studies, (ed. R. C.
Martin), University of Arizona, Yucson, 1985. s. 189-202.
287
____________, “Divine Revelation and the Prophet”, Hamdard
Islamicus, I/2 (Autumn 1978 ), s. 66-72
_____________, “Eyüp Han Döneminde Bazı İslamî Meseleler”,
(çev. Adil Çiftçi), İslamî Yenilenme IV, s. 87-109.
_____________, “Eyüp Han Döneminde Bazı İslamî Meseleler”,
(çev. Mevlüt Uyanık), İslamî Araştırmalar, IV/4, s. 301-310.
______________, Health and Medicine in the Islamic Tradition,
The Cross Road Publishing Co., New York, 1987.(İslam Geleneğinde
Sağlık ve Tıp, (çev. Adil Çiftçi, A. Bülent Baloğlu), Ankara Okulu
Yayınları, 1997)
_____________, “Interpreting the Qur’an”, Inquiry, Mayıs,
1986, s. 45-49.
_____________, “Islam: Challenges and Opportunities”, s. 315330. Islam: Past İnfluence and Present Challenge (ed. Alford WelchPierre Gachia), State university of New York Pres, Albany New York
1979. “İslam: Sorunlar ve Fırsatlar”, (çev. Adil Çiftçi) İslami
Yenilenme: Makaleler I, s. 79-99.
_____________, “Islamic Modernism: Its Scope, Method and
Alternatives”, International Journal of Middle East Studies, I/4. (October
1970) s. 329.
_____________, “Islamic Studies and the Future of Islam, (Ed.
Malcolm H. Kerr), Islamic Studies: A Tradition and its Problems, Undena
Publication: 1980, Malibu, s. 125-133.
_____________, Major Themes of the Qur’an, Bibliotheca
Islamica, Chicago, 1979. (Ana Konularıyla Kur’an, (çev. Alparslan
Açıkgenç), 9. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2007 )
______________, “The Message and the Messenger”, s. 29-54.
“Islam: The Religious and Political Life of a World Community” (ed.
Marjorie Kelly), 1984.
______________, Revival and Reform in Islam: A study of
Islamic Fundamentalism, Oneworld Publication, edited and with
introduction by Ebrahim Moosa, Oxford, 2000. (İslam’da İhya ve
Reform: Bir İslam Fundamentalizmi İncelemesi, (çev. Fehrullah
Terkan), Ankara Okulu Yayınları, 2006 Ankara)
288
______________, “Revival and Reform in Islam”, Cambridge
History of İslam, (ed. Peter Malcolm Holt vd.), II, 632-656, Cambridge
University, Cambridge, 1970.
_______________, “Status of Woman in Islam: A Modernist
Interpretation”, Seperate Worlds: Studies of Burdah in Southeast Asia,
(ed. Hana Papanek, Gail Minault), Columbia, 1982. s. 285-310. Fazlur
Rahman, “İslam’da Kadının Konumu”, İslamî Yenilenme II, (Çev. Adil
Çiftçi) s. 129-154.
_______________, “Status of Woman in the Qur’an”, Woman
and Revolution in Iran, (ed. Guity Nashat Boulder), Colorado: Westview
Pres, 1983, s. 37-54.
_______________, “The Impact of Modernity on İslam”, Islamic
Studies, V/2 (1966) s. 113-128.
_______________, “Toward Reformulating the Methodology of
Islamic Law: Sheikh Yamani on “Public İnterest” in Islamic Law”,
New York University Journal of International Law and Politics, XII/2,
1979, s. 219-224; Türkçesi için bkz. “İslam Hukuk Metodolojisini
Yeniden İnşaya Doğru”, (çev. Adil Çiftçi) İslami Yenilenme Makaleler
II, s. 91-97.
_______________, “Economic Principles of Islam”, Islamic
Studies, VIII/1, (1969) s. 1-8. Tercümesi için bkz. “İslam’ın İktisat
İlkeleri”, (çev. Ali Rıza Gül), İslamiyat, V/2, (2002), s. 139-146.
______________, Islam, 2. Bsk, University of Chicago Pres,
Chicago, 1979.
______________, Islam, Weidenfeld and Nicolson, 1966. (İslam,
(çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın), Selçuk Yayınları, 1981)
______________, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000.
______________, Islamic Methodology in History, Central
Institute of Islamic Research, Karachi, Pakistan, 1965. (Tarih Boyunca
İslami Metodoloji Sorunu, (çev. Salih Akdemir), Ankara Okulu
Yayınları, 1995)
______________, İslâmî Yenilenme Makaleler I, (der. ve çev.
Adil Çiftçi), 2. baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000.
______________, İslâmî Yenilenme Makaleler II, (der. ve çev.
Adil Çiftçi), 2. baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000.
289
______________, İslâmî Yenilenme Makaleler III, (der. ve çev.
Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2002.
______________, İslâmî Yenilenme Makaleler IV, (der. ve çev.
Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2003.
______________, “Kur’an’da Kadının
Yenilenme IV, (çev. Adil Çiftçi), s. 45-68.
Konumu”,
______________, Prophecy in İslam: Philosophy
Orthodoxy, George Allen and Unwin Ltd., London, 1958.
İslamî
and
______________, Islam and Modernity: Transformation of an
İntellectual Tradition, The University of Chicago, Chicago, 1982.
Firuzabadi, Ebü't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b.
Muhammed (817/1415) Besâiru Zevi't-Temyiz fî Letaifi'l-Kitâbi'l-Aziz,
I-VI, (thk. Ali en-Neccâr), el-Mektebetü'l-İlmiyye, Beyrut.
Gadamer, Hans Georg Truth and Method, Gözden geçirilmiş 2.
bsk., (çev. Donald G. Marshall, Joel Weinsheimer), Continuum
Publishing, New York 1993.
Gazzali, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed
(505/1111) el-Erbain fi Usuli'd-Din, (Kırk esas) (çev. Yaman Arıkan),
Eskin Matbaası, İstanbul, 1970.
Goldziher, Ignaz (1339/1921) İslam Tefsir Ekolleri, (çev.
Mustafa İslamoğlu), Denge Yayınları, İstanbul, 1997.
Güler, İlhami, “Fazlur Rahman’ın Kur’an’ı Yorumlama
Metoduna Kelami Bir Katkı”, İslamî Araştırmalar, V/2, (Nisan 1991),
Ankara. s. 92-98.
Gülle, Sıtkı Şemseddin Muhammed b. Hamza Fenari’nin Hayatı
ve Eserleri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul, 1990.
Gümüş, Sadreddin Seyyid Şerif Cürcani ve Arap Dilindeki Yeri,
İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1984.
Hadimi, Ebu Said Muhammed b. Mustafa b. Osman (1176/1762)
er-Risaletü’l-Besmele li’l-Hadimi, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1303.
Hatiboğlu, İbrahim “Hadis ve Sünnet terimlerine Farklı Bir
Yaklaşım: Fazlurrahman’ın Hadis ve Sünnet Ayrımı”, Marife, I/1,
Konya. s. 33-47.
290
Havaşi’l-Fenari, (Hulasatü’l-Mizan, Ankarî ale’l-Fenari,
Burhaneddin Ale’l-Fenari, Şevki ale’l-Fenari) Asitane, tarihsiz.
İstanbul.
Heise, Kenan “In Memoriam Fazlur Rahman” Middle East
Studies Association Bulletin, XXII, 310.
Heysemi, Ebü'l-Hasan Nureddin Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman
(807/1405) Mecmaü'z-Zevaid ve Menbaü'l-Fevaid, I-X, 2. baskı, Dârü'lKitâbi'l-Arabi, Beyrut, 1967.
Hindi, Alauddin Ali b. Abdülmelik b. Kadı Han Müttaki
(975/1567), Kenzü'l-Ummal fî Süneni'l-Akval ve'l-Ef'al, (neşr. Bekri
Hayyani, Saffet Saka), 5. Baskı, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1985/1405.
Hizmetli, Sabri “Garânik Meselesi Üzerine”, İslamî Araştırmalar
Dergisi, III/2, (1989) s. 40-58.
Holt, Peter Malcolm Ann K. S. Lambton, Bernard Lewis (editör),
The Cambridge History of Islam, The Central Islamic Lands,
Cambridge University, Cambridge, 1970.
Hüseyin Hüsameddin, “Monla Fenari”, Türk Tarihi Encümeni
Mecmuası, XVI/18, İstanbul, 1926; s. 368-383.
__________________, “Monla Fenari”, Türk Tarihi Encümeni
Mecmuası, XVII/19, İstanbul, 1928; s. 148-158.
İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b.
İdris (327/938) Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim: Müsneden an Resulullah
ve’s-Sahabe ve’t-Tabiin, I-X, (thk. Es’ad Muhammed et-Tayyib),
Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, Mekke, 1997/1417.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrâhim
(235/849) el-Kitâbü'l-Musannef fi'l-Ehâdîs ve'l-Asar, I-VII, ; (Haz.
Kemal Yusuf Hut), Dârü't-Tac, Beyrut, 1989.
İbn Haldun, Ebu Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed
808/1406, Tercüme-i Mukaddime-i İbn Haldun, (çev. Cevdet Paşa). IIII, Takvimhane-i Amire, İstanbul, 1277.
İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban b. Ahmed etTemîmî (354/965) Sahihu İbn Hibban, I-XVI, (thk. Şuayb el-Arnaut),
Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 1984.
291
İbn Kesir,
Ebü'l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer
(774/1373) Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azim, I-IV, 2. Baskı, Dârü'l-Ma'rife,
Beyrut, 1988.
İbn Mace, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebei elKazvini (273/887) Sünenü İbn Mace, (thk Muhammed Fuad Abdülbaki),
Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabiyye, Kahire, 1975/1395.
İbn Manzur, Ebu’l-Fazl Cemaleddin Muhammed b. Mükrim elİfriki el-Mısri, Lisanu’l-Arab, Daru Sadır, 3.Bsk., Beyrut (1414/1994).
İbnü'l-Arabi, Ebû Abdullah Muhyiddin Muhammed b. Ali
(638/1240), el-Fütûhatü'l-Mekkiyye, I-IV, (thk. Osman İsmail Yahyâ),
Mektebetü's-Sekâfeti'd-Diniyye, Kahire.
İbnü'l-İmad, Ebü'l-Felah Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed
(1089/1679), Şezeratü'z-Zeheb fî Ahbari Men Zeheb, (thk Mahmûd
Arnaut, Abdülkadir Arnaut), Dâru İbn Kesir, Beyrut, 1993/1414 .
İlhan, Avni “Beda”, DİA V, 290-291. İstanbul, 1992.
İlmiye Salnamesi: Osmanlı İlmiye Teşkilatı ve Şeyhülislamlar,
(yayına hazırlayanlar) Seyit Ali Kahraman, Ahmet Nezih Galitekin,
Cevdet Dadaş, İşaret Yayınları, İstanbul, 1998.
İlyasov, Reşad Ebu Said Muhammed Hadimi’nin Kur’an’ı
Yorumlama Yöntemi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2008.
İsfahani Ragıb, Ebu’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal,
(502/1108), Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, (Thk. Safvan Adnan Davudi),
Daru’l-Kalem, Dimeşk, 1992.
İsfahani, Ebü's-Sena Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman b.
Ahmed (749/1349), Beyânü'l-Muhtasar Şerhi Muhtasarı İbni'l-Hacib,
(thk. Muhammed Mazhar Baka), Câmiatü Ümmi'l-Kurâ, Mekke, 1986.
İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi (22-23 Şubat
1997), İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire
Başkanlığı, 1997.
İsmail Beliğ, (1142/1729) Güldeste-i Riyaz-i İrfan ve Vefeyat-ı
Danişveran-ı Nadiredan (Tarih-i Bursa), Hüdavendigar Matbaası,
Bursa, 1302.
292
Jesse, Mary Catherine A Modern Muslim Intellectual: The
Thought of Fazlur Rahman with Special Reference to Reason,
(yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Regina, 1991.
Kadi İyaz, Ebü'l-Fazl İyaz b. Musa b. İyaz el-Yahsubi (544/1149)
eş-Şifa bi-Ta'rifi Hukuki'l-Mustafa, I-II, (thk. Hüseyin Abdülhamid
Nil), Dârü'l-Arkam, Beyrut.
Kafiyeci Muhyiddin Ebu Abdullah Muhammed b. Süleyman elHanefi, (879/1474) Kitabu’t-Teysîr fî Kavâid-i İlmi’t-Tefsîr, (çev. İsmail
Cerrahoğlu), 2. Baskı, Ankara, 1989.
Karaman, Hayrettin vd. Kur’an Yolu: Türkçe Meal ve Tefsir, IV, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2003.
Kartal, Abdullah İlahi İsimler Teorisi, Hayy Kitap, İstanbul,
2008.
Katib Çelebi, Hacı Halife Mustafa b. Abdullah (1067/1657),
Keşfü’z-Zunun an Esami’l-Kütübi ve’l-Fünun, I-V, (çev. Rüştü Balcı),
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2007.
Kaydu,
Ekrem
“Osmanlı
Devletinde
Şeyhulislamlık
Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler
Fakültesi Dergisi, (1977) II, 201-210.
Kehhale,
Ömer
Rıza
Mu’cemü’l-Müellifin
Teracimu
Musannifi’l-Kütübi’l-Arabiyye, I-XV, Mektebetü’l-Müsenna, Beyrut.
Konevi, Sadreddin Muhammed b. İshak b. Muhammed Sadreddin
(672/1273) İ'cazü'l-Beyan fi Te'vili Ümmi'l-Kur'an (Fatiha Suresi
Tefsiri), (çev. Ekrem Demirli), İz Yayıncılık, İstanbul, 2002.
Koşum, Adnan Nassları Anlama ve Yorumlamada Yöntem
Sorunu: Fazlur Rahman Örneği, İstanbul: İz Yayıncılık, 2004.
Kotan, Şevket Kur’an ve Tarihsellik Tartışmaları, Beyan
Yayınları, İstanbul, 2001.
Kurtubi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr
(671/1273) el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân, I-XX, Daru İhyai’t-Türasi’lArabi, Beyrut, 1985/1405.
Kurzman, Charles (editör), Liberal Islam a Sourcebook, Oxford
University Press, New York, 1998.
293
Kuzudişli, Ali “Fazlur Rahman’ın Vahiyle İlgili Görüşleri ve Bu
Görüşlerin Tenkidi”, İslamî Araştırmalar, XI/1-2, Ankara, 1998. s. 139148.
____________, Fazlur Rahman ile Sünnet Tartışmaları, İzmir,
Tibyan Yayıncılık, 2004.
Leknevi, Ebü'l-Hasenat Muhammed Abdülhay b. Muhammed
(1304/1886) el-Fevaidü'l-Behiyye fî Teracimi'l-Hanefiyye, gözden
geçiren: Ahmed Za’bi, Dârü’l-Erkam, Beyrut, 1998/1418.
Malik, Hafeez “Dr. Fazlur-Rahman” Journal of South Asian and
Middle Eastern Studies, XII/3, 1989.
Masud, Muhammed Khalid, Obituary Notes, Islamic Studies,
XXVII/4 (1988). s. 397-398.
Maturidi, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Muhammed
(333/944) Te’vilatu Ehli’s-Sünne, I-V, (thk. Fatma Yusuf Heymi),
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004/1425.
Mecdi Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şakaik (Şakaik-i Nu’maniyye
ve Zeyilleri), nşr. Abdülkadir Özcan. Çağrı Yayınları, İstanbul.
Mehmet Tahir Efendi Bursalı (1344/1925), Osmanlı Müellifleri
(1299-1915), (sad. A. Fikri Yavuz, İsmail Özcan), Meral Yayınları,
İstanbul.
Mekki, Muhammed b. Ali b. Atıyye el-Harisi Ebu Talib 386/996,
Kutü’l-Kulub (Kalplerin Azığı), I-II, (çev. Yakup Çiçek), Umran
Yayınları, İstanbul, 1998.
Molla Fenari, Aynu’l-Ayan, (Tefsiru’l-Fatiha), Süleymaniye,
Atıf Efendi Kütüphanesi, no: 193.
___________, el-İcaze fi’t-Tefsir, Amasya İl Halk Kütüphanesi,
1869.
___________, Şemseddin Muhammed b. Hamza b. Muhammed
(834/1431) Aynü’l-A’yan: Tefsirü’l-Fatiha, Rıfat Bey Matbaası,
Dersaadet 1325.
___________, Şemseddin Muhammed b. Hamza b. Muhammed
(834/1431) Fusulü'l-Bedayi' fî Usuli'ş-Şerai', I-II, Şeyh Yahyâ Efendi
Matbaası, İstanbul, 1289.
294
___________, Şemseddin Muhammed b. Hamza b. Muhammed
(834/1431) Misbahü'l-Üns,
(tashih Muhammed Hacvi), İntişarat-ı
Mevla, Tahran, 1374.
___________, Şemseddin Muhammed b. Hamza b. Muhammed
(834/1431) Tercüme ve Metn-i Şerh-i Rubai-i Şeyh-i Ekber Muhyiddin
Arabi, (tsh. Muhammed Hacvi), İntişarat-ı Mevla, Tahran, 1375.
___________, Ta’lîka ala Evâili’l-Keşşaf, Süleymaniye Şehid
Ali Paşa, 183.
Molla, Kemal Faruk “Mehmed Şah Fenari’nin Enmûzecu’lUlûm adlı eserine göre Fetih öncesi Dönemde Osmanlılarda İlim
Anlayışı ve İlim Tasnifi”, Divan 2005/1, s. 245-273.
Muhammad Khalid Masud (Editor), “In Memorium Dr. Fazlur
Rahman (1919-1988)”, Islamic Studies, XXVII/4, (1988) s. 390-396.
Muhammed Abdülazîz el-Buhari, Alaüddin Abdülazîz b. Ahmed
b. (730/1330) Keşfü'l-Esrar ala Usuli'l-Pezdevi = Keşfü’l-Esrar fi Şerhi
Usuli’l-Pezdevi, Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye, Dersaadet 1890/1307.
Münavi, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tacilarifin b. Ali
(1031/1622) Feyzü'l-Kadir Şerhi'l-Câmii's-Sağir, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut,
1938.
Müslim, Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi b. el-Haccac,
(261/875) Sahihi Müslim, I-V, (neşr. Muhammed Fuad Abdülbaki), elMektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul.
Naqvi, Ali Raza “Obituary Notes”, Islamic Studies, XXVII/4
(1988). s. 398-399.
Nayed Aref Ali, “İslam Modernizmi ve Hermönetik: Fazlur
Rahman Örneği”, İslam ve Modernizm, -Fazlur Rahman Tecrübesiİstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı
Yayınları, 22-23 Şubat 1997, s. 261-266.
Nesefi, Ebû Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed
(537/1142) et-Teysir fi't-Tefsir, Süleymaniye Kütüphanesi Tarhan Valide
Sultan, 115.
Osman, eş-Şeyh Kavâidü İlmi’t-Tefsîr, (Thk. Mustafa Özel),
Birleşik Matbaacılık, İzmir, 2005.
295
Öngören, Reşat “Osmanlı Devletinin İlk Şeyhu’l-İslamı Molla
Fenari’nin Tasavvufi Yönü”, Türkler, (ed. Hasan Celal Güzel vd), XI, s.
114-119, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
Özel, Mustafa “Tefsir Usûlü İle İlgili Bir Eser”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII-XIV, İzmir 2001, s. 309-312.
Özervarlı, Mehmet Sait “Harikulade”, DİA, XVI, 181-183,
İstanbul, 1997.
Özsoy, Ömer “Vahiy ve Tarih”, İslam ve Modernizm, Fazlur
Rahman Tecrübesi, s. 92-99.
Öztürk, Hamdullah Bayram Kur’an-ı Kerim Açısından Tarihselci
Yaklaşım, (Basılmamış Doktora Tezi), Sakarya, 2003.
Raşid, Amhar Some Qur’anic Legal Texts in the Context of
Fazlur Rahman’s Hermeneutical Method, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi) Kanada, 1994.
Razi et-Tahtani, Ebu Abdillah Kutbüddin Muhammed b.
Muhammed (766/1364) Şerhu Müşkilati’l-Keşşaf, Süleymaniye
Kütüphanesi Fatih, 621.
Sarı, Mehmet Ali “İdğam”, DİA, XXI, 471-472. İstanbul, 2000.
_____________, “İmale”, DİA, XXII, 177, İstanbul, 2000.
_____________, “Med”, DİA, XXVIII, 288-289. İstanbul, 2003.
Sarıbay, Ali Yaşar “Postmodernite ve Kültür Olarak İslam”, I.
İslam Düşüncesi Sempozyumu, haz. Mehmet Bekaroğlu, Beyan
Yayınları, İstanbul,1995. s. 93-106.
Secavendi, Ebu Abdillah (Ebü'l-Fazl Ebu Ca'fer) İbn Tayfur
Muhammed b. Tayfur el-Gaznevi, (560/1165), Aynü'l-Meani fi Tefsiri'sSeb'i'l-Mesani, Süleymaniye Kütüphanesi Süleymaniye 108.
Sehavi, Ebü'l-Hayr Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman
(902/1497) ed-Dav'ü'l-Lami, I-XII, Dârü'l-Mektebeti'l-Hayat, Beyrut.
Semerkandi, Ebü'l-Leys İmamülhüda Nasr b. Muhammed b.
Ahmed (373/983) Bahru’l-Ulûm, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
Lübnan, 1413/1993.
296
Serahsi, Ebû Bekr Şemsüleimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl
(483/1090) Usulü's-Serahsi, I-II, (thk. Ebü'l-Vefa Efgani), Dârü'lKitâbi'l-Arabi, Kahire, 1954.
Serkis, Yusuf b. İlyan b. Musa ed-Dımaşki (1351/1932), elMu'cemü'l-Matbuati'l-Arabiyye ve'l-Muarrebe, I-II, Mektebetü'sSekâfeti'd-Diniyye, Kahire.
Sonn, Tamara, “Fazlur Rahman’s Islamic Methodology”, The
Muslim World, LXXXI/3-4, s. 212-230. Hartford Seminary Foundation,
Hartford, 1991. Türkçesi için bkz. Ruhattin Yazoğlu, İbrahim Yılmaz,
“Fazlur Rahman’ın İslam Metodolojisi”, Akademik Araştırmalar, I/2, s.
156-168. Erzurum, Güz, 1996.
Suyuti, Ebü'l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr
(911/1505) Câmiü's-Sagîr, I-II, el-Matbaatü’l-Meymeniyye, Kahire,
1321.
_______________, Bugyetü'l-Vuat fî Tabakati'l-Lugaviyyîn
ve'n-Nühat, I-II, (thk. Muhammed Ebü'l-Fazl İbrâhim), 2. baskı, Dârü'lFikr, Beyrut, 1979.
_______________, ed-Dürrü'l-Mensur fi't-Tefsiri'l-Me'sur, IVIII, Dârü'l-Fikr, Beyrut, 1983.
Süreyya, Mehmed (1327/1909) Sicill-i Osmani, I-III, Gregg
International Publishers, Westmead, 1971. Eser; İstanbul 1308 (Matbaai Amire) baskısından tıpkıbasımdır.
Şehidoğlu, Recep Molla Fenari
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1992.
ve
Tefsir
Metodu,
Şevkani, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed Havlani
(1250/1834) el-Bedrü't-Tali' bi-Mehasin Men Ba'de'l-Karni's-Sabi', III, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut.
Şevki, Ahmed b.Abdullah
Muharrem Efendi Matbaası, 1309
Haşiyetü
ale'l-Fenari; İstanbul:
Taberani, Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyub el-Lahmi
(360/971), el-Mu'cemü'l-Kebir, I-XXV, (thk. Hamdi Abdülmecid Selefi),
2. Bsk, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1984/1404.
_________________, el-Mu'cemü'l-Evsat, I-XI, (thk. Mahmûd b.
Ahmed Tahhan), Mektebetü'l-Maârif, Riyad, 1985/1405.
297
Taberi, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid
(310/923) Câmiü'l-Beyân fî Tefsiri'l-Kur'ân, I-XXX, Dârü'l-Fikr,
Beyrut, 1984.
Taşköprüzade İsamüddin Ebü'l-Hayr Ahmed Efendi, (968/1561)
eş-Şakaiku’n-Numaniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, (Osmanlı
Bilginleri), (çev. Muharrem Tan), İz Yayıncılık, İstanbul 2007.
Tatar, Burhaneddin “Fazlur Rahman’ın Yorum Yöntemi
Üzerine”, Tezkire, sy. 14-15, 1998, Ankara, s. 180-188.
Teftazani, Sa'deddin Mes'ud b. Ömer b. Abdillah
(792/1390) Haşiyetü’l-Keşşaf, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih, 589.
______________, et-Telvih ala Keşfi Hakaiki't-Tenkih, İstanbul,
1282.
Tirmizi, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemi (279/892) ;
el-Câmiü's-Sahih, (Sünenü’t-Tirmizi) I-V, (thk. Ahmed Muhammed
Şakir), 2. Bsk, Mustafa el-Babi el-Halebi, Kahire, 1978.
Tuncer, Mustafa Molla Fenârî ve Fatiha Sûresi Tefsiri,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Samsun, 1991.
Türker, Ömer Seyyid Şerif Cürcani’nin Tevil Anlayışı: Yorumun
Metafizik, Mantıki ve Dilbilimsel Temelleri, (Basılmamış Doktora Tezi),
İstanbul, 2006.
Türköne,
Mümtaz’er
“İslam
Düşüncesinde
Totallik
Tartışmalarının Modernlikle İlişkisi”, I. İslam Düşüncesi Sempozyumu,
(Haz. Mehmet Bekaroğlu), Beyan Yayınları, İstanbul, 1995. s. 117-122.
Uyanık Mevlüt, “İslam Sufizmi ve Modernizm”, İslam ve
Modernizm Fazlur Rahman Tecrübesi, s. 200-219.
Uyar, Ahmet “Sünnetin Tarihî Süreci Hakkında Fazlur
Rahman’ın Görüşleri”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, XII, (2002), s.
237-249.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1398/1977) Osmanlı Devletinin
İlmiye Teşkilatı, 2. baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1984.
Ünal, İsmail Hakkı “Fazlur Rahman’ın Sünnet Anlayışı ve
“Yaşayan Sünnet” Kavramı Üzerine”, İslamî Araştırmalar Dergisi, IV/4,
Ankara, (1990). s. 285-294.
298
Ünver, A. Süheyl, “Ramazan 812 (1409) Yılında Türklerin
Büyük Alimlerinden Molla Şemseddin Fenarîye Buhara’dan Bir
Hediye”, Fatih ve İstanbul, VII-XII (1954), s. 195-196.
Yılmaz, Edip, Molla Fenari Muhammed b. Hamza b.
Muhammed el-Fenari: Hayatı, Şahsiyeti, Eserlerinin İstanbul
Kütüphanelerindeki Yazma Nüshalarının Tavsifi, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi) İstanbul, 1975.
Zemahşeri, Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b.
Muhammed, (467/1075-538/1144) Esasu’l-Belaga, (Thk. Mezid Naim,
Şevki Maarri), Beyrut: Mektebetü Lübnan, 1998.
_____________, Tefsirü'l-Keşşaf an Hakikati't-Tenzil
Uyuni'l-Ekavil fi Vucuhi't-Te'vil, I-IV, Daru'l-Ma'rife Beyrut.
ve
Zerkani, Muhammed Abdülazim Menahilü'l-İrfan fi Ulumi'lKur'an, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Kahire.
Zirikli, Hayreddin 1396/1976 el-A'lâm: Kamusu Teracimi liEşheri'r-Rical ve'n-Nisa, I-VIII, 15. bsk. Dârü'l-İlm li'l-Melayin, Beyrut,
2002
299
Download