Kim Fidelci? - İşçi Cephesi

advertisement
Kim Fidelci?
1959 Küba devrimi, başta Latin Amerika olmak üzere,
emperyalizmin egemenliği altındaki pek çok ülkedeki
devrimciler için yeni bir çığır açmıştı. Sovyetler Birliği
bürokrasisinin dünya devrimi stratejisine olan karşıtlığına ve
emperyalizm ile barış içinde birlikte yaşama çizgisine tepki
duyan devrimci sol kesimler için Fidel ile Che’nin başını
çektikleri silahlı mücadele yeni ve taze bir model olarak
algılandı. Böylece emperyalizme ve onun işbirlikçisi rejimlere
karşı silahlı gerilla mücadelesi pek çok ülkedeki genç
devrimciler tarafından benimsenecek, yeni kadrolar bu strateji
doğrultusunda mücadeleye girişeceklerdi.
Bu strateji Türkiye’de de 1960’ların ikinci yarısından
itibaren taraftar buldu. Stratejinin ülke koşulları
çerçevesinde yorumlanmasını ve ona yapılan teorik ve politik
katkılar üzerine ortaya çıkan görüş ayrılıklarını (kent-kır
ilişkileri, vb.) bir yana bırakacak olursak, Fidel ve Che’nin
gerçekleştirdikleri devrimin bir varyantını bu topraklarda
hayata geçirmek isteyenler, Mahir Çayan’ın önderliğindeki
THKP-C ile Deniz Gezmiş’in başını çektiği THKO oldu. Bu iki
örgüt etrafında toplanan bir avuç kahraman devrimci,1971
cuntasının faşizan saldırısı ve baskıları karşısında yenildi;
çoğu siperlerde ve idam sehpalarında şehit oldu, geri kalanlar
uzun vadeli hapisler yatmak zorunda kaldı. Strateji fiziki
olarak tahrip oldu.
Ama bu anlamda Fidelcilik, 1970’lerin ortalarına doğru yeniden
canlanan sol hareket içinde de tahribata uğradı. THKO
devamcıları Fidel-Castro çizgisini terk edip “halk savaşı”
teorisine dayalı Maoculuğa, Mao’nun ölümünden sonra da Enver
Hoca düşüncesine sarıldılar. THKP-C taraftarları ise, Mahir
Çayan’ın Kesintisiz Devrim kitabında ortaya koyduğu
düşüncelerin farklı yorumlarıyla Dev-Yol, Dev-Sol, Kurtuluş,
MLSPB, “Acilciler”, vb. pek çok farklı “strateji” gruplarına
bölündüler. Ama daha önemlisi, bu sonuncular Fidel’e
sadakatlerinden vaz geçmeseler bile, onun politikaları ile
kendi savundukları tezler arasındaki çelişkilerin üstesinden
gelemediler.
Örneğin, bizim Fidelcilerimiz Sovyetler Birliği yönetimini
“revizyonist” olarak tanımlarken, Küba Fidel’in önderliğinde
Sovyet bürokrasisiyle kucaklaşıyordu. Buradakiler Sovyetler’in
emperyalizm ile barış içinde birlikte yaşama tezini halklara
ihanet olarak görürken, Fidel 1979’daki Nikaragua devrimini
emperyalizmin tepkisini çekmeyecek “demokratik” bir aşamada
durdurmayı başarıyor, “barışçıl birliktelik” tezine sadık
kalıyordu. Türkiyeli devrimci solcular, TKP’nin hararetle
savunduğu Sovyet tezi “kapitalist olmayan kalkınma yolu”
programını oligarşiye teslimiyet olarak görürken, Fidel Castro
Angola, Mozambik gibi ülkelerde bu programın hayata
geçirilmesine uğraşıyordu. Bu örnekler daha da uzatılabilir.
Ama bunların arasında en önemlisi, Küba Fidel’in önderliğinde
kapitalizme geçerken, Türkiyelilerin Küba’nın hâlâ sosyalist
olduğu rüyasıyla Fidelci olarak kalmaya devam etmeleriydi.
Tuhaf bir Fidelcilik oldu onlarınki!
Türkiyeli Fidelcileri bu tip çelişkilere sürükleyen, onların
Fidel önderliğinin küçük burjuva karakterini ve Küba
yönetiminin bürokratik bir diktatörlük olduğu gerçeğini
görememeleri veya görmek istemeyişleriydi. Fidel Castro yoksul
kitlelerin antiemperyalist duyarlığını seferber ederek Batista
diktatörlüğünü yıkmayı başarmış, iktidarını Amerikan
emperyalizmine karşı koruyabilmek amacıyla da bir buçuk yıl
sonra Sovyetler Birliği kampına katılmıştı. O andan itibaren
de Küba yönetimi tipik bir Stalinist diktatörlük haline
dönüşmüş, kaderi de diğer Stalinist rejimler gibi kapitalizmin
inşasına bağlı hale gelmişti. Şimdi Küba, tıpkı Çin veya
Vietnam gibi, adı komünist olan bir tek parti yönetimi
altındaki yarı sömürge bir kapitalist ülkedir. Fidelcilik
sadece bir küçük burjuva antiemperyalist ruh hali değil,
bürokratik bir kastın kendi çıkarları adına bir işçi devletini
ilga etme stratejisidir.
Bu yüzdendir ki biz Troçkistler Fidelci değiliz. Bizim
antiemperyalizmimiz, emperyalizm ile barış içinde birlikte
yaşamaya
değil,
dünya
sosyalist
devriminin
yaygınlaştırılmasına dayanır. Bizim sosyalizmimiz, bürokratik
diktatörlük değil, işçi demokrasisi üzerinde yükselir. Bizim
için devrim ulusal arenada başlar ama orada bitmez,
uluslararası arenada gelişir ve dünya arenasında tamamlanır.
*
*
*
Bunları ifade ederken, dünya Troçkist hareketinin önemlice bir
bölümünün de Fidel-Che çizgisinden etkilenmiş olduğunu
belirtmemiz gerekir. Ernest Mandel, Livio Maitan ve Pierre
Frank önderliğindeki Dördüncü Enternasyonal Birleşik
Sekreterliği, 1960’ların başlarında pek çok –özellikle- Latin
Amerika partimizi gerilla mücadelesine zorlamıştı. Onlara
göre, küçük burjuva gerillalar devrimin “yeni öncüleri” idi ve
Troçkizm programını onların “bu duyarlılıkları doğrultusunda
uyarlamalı “idi. Böylece pek çok Troçkist parti ve kadro
gerilla olarak büyük yıkımlara uğradı. Bu fiziki ve politik
tahribat dünya hareketimizde bölünmelere yol açtı. Daha
sonraları Birleşik Sekreterlik bu politikası nedeniyle
özeleştiri vermekle birlikte (Livio Maitan dışında), “yeni
öncü” tezinin öznelerini başka yerlerde aramaya başladı
(Çin’de kültür devrimi, Yugoslavya’da “özyönetim”,
Avrokomünizm, sosyal hareketler, son dönemde Chavizm, vb.). Bu
anlayış Birleşik Sekreterliğin de sonunu getirdi.
Türkiyeli Troçkistler üzerindeki Fidel-Che etkisi de Birleşik
Sekreterlik dolayımıyla gerçekleşti. 1970’lerin başında
hareketimizi kurarken, Fidelciliğin yerli temsilcileri olarak
görülen Dev-Yol ile kurulacak bir Devrimci Birleşik Cephe’nin
devrimin öznesi olabileceğini düşünenler oldu. Devrimci
Marksizmin tasfiyesi anlamına gelecek bu çizgi, gene dünya
ölçeğinde gerillacı anlayışa karşı işçi ve emekçi yığınların
seferberliği stratejisini savunan Nahuel Moreno ve Joseph
Hansen önderliğindeki uluslararası akımın yardımıyla
aşılabildi. İşçi Cephesi hareketi devrimci Troçkist kadroları
küçük burjuva gerillacı çizginin yıkımından kurtarmayı,
Sürekli Devrim programını yaşatmayı başardı.
Bütün bu tarihsel olguların ışığında, antiemperyalist genç
Fidel Castro’yu sonsuzluğa uğurluyoruz.
Download