2009 YILI İLERLEME RAPORU SİYASİ VE EKONOMİK KRİTERLER BÖLÜMLERİNİN DEĞERLENDİRMESİ 2. SİYASİ KRİTERLER 2.1. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü 2008 Yılı İlerleme Raporu’nda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi ile Demokratik Toplum Partisi aleyhine açılan davalardan sonra yer verilen Ergenekon davası, 2009 Yılı İlerleme Raporu’nda öncelikli olarak ele alınmaktadır. Ergenekon adıyla bilinen bir suç şebekesi olduğu iddia edilen oluşum hakkında soruşturmanın sürdürüldüğü, ilk olarak Ekim 2008’de gerçekleştirilen davanın halihazırda devam ettiği, ikinci ve üçüncü iddianamelerin ele alındığı duruşmanın ise Temmuz 2009’da başladığı belirtilmektedir. 2008 yılı İlerleme Raporu’ndan farklı olarak, Ergenekon davasının, darbeye teşebbüs ve demokratik kurumları istikrarsızlaştırmaya yönelik bir suç şebekesi olduğu yönündeki iddialar hakkındaki en kapsamlı soruşturma olmasının yanı sıra bu süreçte eski Genel Kurmay Başkanı’nın gönüllü olarak tanıklık etmesinin Türkiye’de bir ilk olduğunun altı çizilmektedir. Diğer taraftan, 2008 yılı İlerleme Raporu’nda, soruşturma süresince savunma haklarının yeterince korunmadığı ve suçlama yapılmaksızın gözaltı süresinin fazla uzun olduğu yer alırken, bu seneki ilerleme raporunda, tüm şüphelilere yönelik yasal güvenceler hakkında endişelerin dile getirildiği belirtilmektedir (Yargı Sistemi altında bu konuya daha ayrıntılı şekilde değiniliyor). Genel olarak, demokratik kurumların düzgün işleyişi ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin artırılması açısından Ergenekon davasının Türkiye için bir fırsat olduğu, bu çerçevede başta sanıkların hakları olmak üzere hukuk ilkelerinin gözetilmesi gerektiği belirtilmektedir. Demokratik Toplum Partisi (DTP) aleyhinde açılan kapatma davası için halen Anayasa Mahkemesi’nin kararının beklendiği belirtilirken, söz konusu partinin TBMM’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden 20 üye ile temsil edildiği vurgulanmaktadır. Parti kapatılmasına ilişkin Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun 14 Mart 2009 tarihli kararına atıfta bulunularak, Anayasa’nın 68 ve 69. maddeleri ile Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili hükümleri ile oluşturulan sistemin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. Maddesi ile uyumlu olmadığı ifade edilmekte ve Türk makamlarının gerekli yasal değişiklikleri henüz yapmadıklarına dikkat çekilmektedir. Türkiye’nin siyasi partilere ilişkin yasalarını Avrupa standartlarına uygun hale getirmesi gerektiğinin altı çizilmektedir. Anayasa Anayasal reforma ilişkin siyasi ve toplumsal tartışmaların sürdüğü ve toplumda, birçok alanda demokratikleşmenin sağlanması ve temel özgürlüklerin AB standartlarına getirilmesi için (siyasi partilere ilişkin kurallar, Ombudsmanlık kurumu, Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ve sendikal haklar gibi), Anayasa’nın tadil edilmesine yönelik bilincin arttığına yer verilmektedir. Ancak, siyasi partiler arasında uzlaşmanın sağlanamadığı ve 2008’de bir grup akademisyen tarafından sunulan taslak reform önerilerinin takip edilmediği belirtilmektedir. Çeşitli duyurulara karşılık, Hükümetin, Anayasa’nın tadil edilmesine yönelik ne bir öneri sunduğu, ne de istişareyi temel alan nasıl bir yöntem izleneceğini belirlediği ifade edilmektedir. 2008 İlerleme Raporu’ndan farklı olarak, başörtüsü konusuna yer verilmemektedir. Parlamento 2008 İlerleme Raporu’ndan bütünüyle farklı olarak, bu bölümde, Mart 2009’da oluşturulan Eşit Fırsatlar Komitesi’ne değinilmekte, buna karşın parlamentonun usul kurallarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmaların tamamlanması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Cumhurbaşkanı 2008 yılı İlerleme Raporu’na benzer şekilde, Cumhurbaşkanı’nın siyasi partiler arasında ve sivil toplum ile diyaloğun yanı sıra Devlet kurumlarının iyi işleyişini teşvik etmeye yönelik çaba gösterdiği; Türkiye’nin katılım süreci ve AB’ye uyumla ilgili reformların hızlandırılması yönünde çağrıda bulunduğu belirtilmektedir. 33 yıl sonra Irak’a ziyaret gerçekleştiren ilk Cumhurbaşkanı olmasının, Kürt konusunda olumlu bir ortam oluşmasına katkı sağladığı vurgulanmaktadır. Hükümet 2008 İlerleme Raporu’nda değinildiği üzere, Hükümetin AB katılım sürecine ve siyasi reformlara bağlılığını ifade ettiği vurgulanmaktadır. Aralık 2008’de Ulusal Program’ın kabul edilmesinin yanı sıra Ocak 2009’da devlet bakanı statüsünü taşıyan tam zamanlı bir Başmüzakerecinin atanması ile birlikte bakanlıklar arası işbirliğinin geliştirilmesi ve farklı paydaşların katılım sürecine katılmasını sağlayan çalışmalara hız verildiği vurgulanmaktadır. Başmüzakereciye bağlanan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin (ABGS) etkililiğinin artırılmasına yönelik olarak ABGS Teşkilat Kanunu’nun yayımlandığı, yeni bir Genel Sekreterin atandığı ve personel sayısının artırıldığına değinilmektedir. Ayrıca, Hükümet değişikliği neticesinde Reform İzleme Grubu’nun daha düzenli aralıklarla toplandığı ve reform sürecine güçlü bir destek sağladığı belirtilmektedir. 2008 İlerleme Raporu’ndan farklı olarak, söz konusu çabaların somut ilerlemeye dönüştürülmesi gerektiği; hükümetin güçlü bir kamuoyu desteğine ve parlamentoda büyük çoğunluğa sahip olmasına rağmen, siyasi reform alanında sınırlı ilerleme kaydedildiğinin altı çizilmektedir. 2008 İlerleme Raporu’ndan farklı olarak, yerel yönetimlere daha geniş yer ayrılmıştır. Yerel seçimler öncesinde, Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı ‘tartışmalı’ karara dikkat çekilirken, yerel seçimlerin serbest ve adil geçtiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte, başta kent konseyleri olmak üzere yerel yönetimlere yetki devredilmesi ve yerel yönetişim mekanizmalarının güçlendirilmesi hususlarında ilerleme kaydedilmediğine dikkat çekilmiştir. Bunun yanı sıra, hesap verebilirliğin artırılması ve şeffaflığın sağlanması yönünde yerel yönetimlerde iç ve dış denetimin şart olduğu vurgusu yapılmıştır. 2 Kamu yönetimi Kamu yönetimi reformuna ilişkin olarak, Temmuz 2009’da yapılan düzenlemeyle vatandaşlara daha iyi kamu hizmeti götürülmesine ilişkin ilke ve usuller belirlendiği, ancak, halihazırda, başta bürokrasi ve düzenleyici etki analizlerinin hazırlanması olmak üzere, belirgin güçlükler bulunduğunun altı çizilmiştir. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun uygulanmasının endişe verici olduğu belirtilirken, etkili ve işlevsel bir iç denetim sistemi oluşturulmasının henüz tamamlanmadığına dikkat çekilmektedir. Devlet memurluğu sisteminde çok az ilerleme kaydedildiğinin altı çizilirken, bu alanda siyasi atamaların da önüne geçilebilmesi için kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bürokrasinin azaltılması, idari işleyişin basitleştirilmesi, profesyonel, bağımsız, hesap verebilir, şeffaf ve liyakata dayalı bir devlet memurluğu siteminin oluşturulmasının öncelikli olmayı sürdürdüğü ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, Ombudsmanlık Kanunu’nun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğine dikkat çekilmektedir. Güvenlik güçlerinin sivil denetimi Geçen yılki İlerleme Raporu’na benzer şekilde, bu yıl da ordu üzerindeki sivil denetim konusu kapsamlı bir şekilde alınmıştır. Farklı olarak, Ergenekon davası kapsamında sivilasker ilişkilerine daha fazla vurgu yapılmıştır. Sivil-asker ilişkileri alanında Türkiye’de olumlu adımlar atıldığı belirtilmiş, ilgili yasal değişikliklere sevindirici gelişmeler olarak yer verilmiştir. Bu çerçevede, askeri personelin barış zamanında, 250. madde uyarınca kurulan ağır ceza mahkemelerinin yargı yetkisine giren bir suçu işlemeleri hâlinde, sivil mahkemeler tarafından yargılanmasının önünü açan ve askeri mahkemelerin sivilleri yargılamasına ilişkin yetkilerini kaldıran yeni yasa ile Türkiye’nin AB uygulamalarına yakınlaştığı belirtilmektedir. Ayrıca, Mart 2009’da, polis ve jandarmanın yetkilerini netleştirmek amacıyla Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin tadil edildiği vurgulanmaktadır. Diğer taraftan, raporda, silahlı kuvvetlerin üst düzey mensuplarının hükümet karşıtı faaliyetlere karıştığı iddialarının ve 19 emekli ordu görevlisinin ve halihazırda görev yapan beş kişinin Ergenekon davası ile bağlantılı olarak darbe girişiminde bulunmaktan ötürü suçlandıklarına dikkat çekilmektedir. Bunun yanı sıra, 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da işlenen hukuk dışı olayları ortaya çıkarmak üzere yürütülen soruşturma neticesinde Jandarma albayı dahil olmak üzere birçok kişinin tutuklandığı belirtilmektedir. Raporda askeri mahkemelerin yargı yetkisinin AB uygulamaları ile uyumlu olması gerektiği ifade edilmekte ve Şemdinli davası örneği verilerek, Yargıtay’ın, birinci derece sivil mahkemesi tarafından verilen kararı feshetmesi ve kararın askeri mahkemeye intikaliyle zanlıların serbest bırakıldıklarına dikkat çekmektedir. Silahlı kuvvetlerin, resmi ve gayri resmi mekanizmalar vasıtasıyla önemli ölçüde siyasi etkinlik göstermeye devam ettikleri vurgulanmakta, silahlı kuvvetlerin üst düzey mensuplarının, Kıbrıs, etnik kimlik, Güneydoğu, laiklik, siyasi partiler ve askeri olmayan 3 diğer gelişmelere dahil olmak üzere iç ve dış politika konularında sorumlulukları dışında kalan alanlarda görüşlerini açıkladıklarının altı çizilmektedir. Nisan’da gerçekleştirilen basın toplantısında, Genelkurmay Başkanı’nın Ergenekon davası ve iddianame hakkında açıklama yaparak yargıyı baskı altına aldığı öne sürülmektedir. Ayrıca, silahlı kuvvetlerin bazı üst düzey mensuplarının yargılanan askeri personele destek verdiği ifade edilmektedir. 2008 yılı İlerleme Raporu’nda yer aldığı şekliyle, Türk Silahlı Kuvvetlerin İç Hizmet Kanunu ve MGK Kanununda değişiklik yapılmadığının ve 1997 EMASYA gizli protokolünün halen yürürlükte bulunduğunun altı çizilmektedir. Benzer şekilde, askeri bütçe ve harcamalar üzerinde parlamento denetiminin güçlendirilmesi hususunda ilerleme kaydedilmediği ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun bütçe dışı bir fon olmayı sürdürdüğüne değinilmektedir. Yargı sistemi 2008 yılı İlerleme Raporu’nda, Adalet Bakanlığı’nın, 2008 ilkbaharında tanıttığı taslak yargı reformu stratejisi üzerinde çalıştığı üzerinde durulmuştur. Bu sene, hükümetin 2009 Ağustosunda yargı reform stratejisini onaylaması Komisyon tarafından, hem onayından önceki danışma süreci hem de reformlar için doğru bir yön sunan içeriği açısından memnuniyet verici olarak değerlendirilmiştir. Raporda, 1 Mayıs 2009’da 7081 hakim (bu sayı geçen sene 6914’tü) ve 4040 savcının (geçen seneki sayı 3917’ydi) atamasının yapıldığı belirtilmiştir. Ayrıca 1 Mayıs 2009 tarihinde, hakim ve savcılar için toplam münhal kadro sayısı 3875 olarak açıklanmıştır. (bu sayı geçen sene 4166 idi.) 2009 yılı İlerleme Raporu’nda yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliğiyle ilgili endişelerin devam ettiğinin altı çizilmiştir. Yargı bağımsızlığı ile ilgili olarak, geçen seneki raporda da olduğu gibi, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) bileşimiyle ilgili hiçbir gelişme olmadığı belirtilmiştir. Raporda, geçen senekinden farklı olarak, 2007’deki bir düzenlemeye göre yargı müfettişlerinin mahkemeden telefon dinlemelerine ilişkin bir karar talep edebileceği belirtilmiştir. Yine yargı bağımsızlığı bağlamında, 2008 ilerleme raporunda, Yargıtay kararını müteakip Şemdinli davasının Van Askeri Mahkemesi’ne devredildiği ve Van Askeri Mahkemesi’nin, dava sırasında sanığın serbest bırakılması emrini verdiği üzerinde durulmuştur. 2009 yılı İlerleme Raporunda, davanın beklemede olduğu belirtilmekle birlikte daha önce davada görevli olan sivil savcının görevden alınmasının Yüksek Kurulun bağımsızlığı konusundaki endişeleri artırdığının altı çizilmiştir. 2009 yılı raporunda da, yüksek yargı mensuplarının ve hâkimler ve savcılar birliği üyelerinin yargının tarafsızlığını tehlikeye sokacak açıklamalarda bulunduğu üzerinde durulmuştur. Yargının etkinliği bağlamında ise, 2007 yılında kurulması gereken Bölgesel İstinaf Mahkemeleri’nin kurulması konusunda gelişme yaşanmadığına vurgu yapılmıştır. Bu hususa geçen seneki raporda da aynı şekilde değinilmiştir. 4 Rapora göre Yüksek profilli davalar soruşturma kalitesiyle ilgili endişeleri artırmıştır. Polisle jandarma ve polisle yargı makamları arasındaki ilişki ve işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği raporda belirtilmiş, bazı sivil toplum kuruluşlarının raporları ve şahitlerin değerlendirmelerinin (özellikle iddia edilen Ergenekon suç örgütü, Malatya’da 3 Protestan kişinin ve Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink’in öldürülmeleriyle ilgili olarak) bu endişeleri artırdığı üzerinde durulmuştur. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun hazırladığı raporda Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davada güvenlik güçlerinin rolü sorgulanmıştır. Geçen seneki raporda bu husus üzerinde durulmamasına rağmen bu sene bu hususa değinilmiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun adı geçen raporuna göre, güvenlik güçlerinin Hrant Dink’e yönelik ölüm tehditlerine ilişkin kayda değer bir istihbarat aldıktan sonra harekete geçmekten kaçındıkları görülmektedir. Geçen sene bu başlık altında Ergenekon Davası’na ilişkin hiçbir değerlendirmede bulunmayan Komisyon, 2009 yılı ilerleme raporunda, iddia edilen suç şebekesi Ergenekon’a ilişkin yargılama usullerinde sanıkların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine dair raporlar olduğunu belirtilmiştir. Genel olarak, ilgili tüm aktörlerle danışma sürecini takiben yargı reform stratejisinin kabulü, Komisyon tarafından önemli bir adım olarak kabul edilmiştir. Çabaların sürdürülmesi gerektiği belirtilmiş olup, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliğiyle ilgili endişelerin devam ettiği vurgulanmıştır. Yolsuzlukla mücadele politikası Yolsuzlukla mücadele alanında sınırlı bir ilerleme kaydedildiği belirtilmiştir. Haziran ayında Parlamento, Ceza Yasası ve Kabahatler Kanunu’na değişiklik getiren bir kanun kabul etmiştir. Hükümet, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun eşgüdümünde diğer kurumlar, ilgili aktörler ve sivil toplum kuruluşlarını da kapsayan bir danışma süreci yürütmüştür. 2008 yılı ilerleme raporunda, Almanya’daki Deniz Feneri adlı hayır kurumuna karşı açılan dolandırıcılık davası çerçevesinde, Frankfurt am Main Bölge Mahkemesi’nin, kurumun üç yöneticisini bağış olarak topladıkları fonları başka amaçla kullanmaktan dolayı mahkûm ettiği ve bağışların bir bölümünün Türkiye’de bulunan kuruluşlara aktarıldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda, bir Ankara savcısı soruşturma başlatmış ve Adalet Bakanlığı’ndan Alman Mahkemesi’nden gerekli evrakları istemesini talep etmiştir. Bu seneki raporda Deniz Feneri Davasıyla ilgili olarak, Türk iddia makamının soruşturmayı sürdürdüğü ve başlıca sanıkların varlıklarının dondurulduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, mahkemeye bir iddianame sunulmadığının da altı çizilmiştir. İlk defa olarak 2009 yılındaki raporda, Kamu Personeli Etik Kurulu’nun 4 karar yayınladığı belirtilmiştir. Bu kararlar seçilmiş bir belediye başkanı ve kamu şirketlerinin yöneticilerinin de aralarında bulunduğu memurların etik kurallara riayetsizliğine ilişkin kararlardır. Fakat etik kuralların akademi, askeriye, personel ve adliyeye genişletilmesi konusunda ilerleme kaydedilemediğinin altı çizilmiştir. 5 Geçen seneki raporda olduğu gibi bu sene de milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması konusunda bir ilerleme olmadığı belirtilmiştir. Bu seneki raporda bu konu üzerinde daha fazla durulmuş, muhalefetin bu konudaki önlemleri desteklediği ve parlamentonun şikâyet ve iddialarla ilgilenmek üzere düzenli bir komisyon kurması gerektiğinin altı çizilmiştir. Dokunulmazlığın hangi şartlar altında kaldırılabileceğini ortaya koyan objektif kriterlere ihtiyaç duyulduğu da eklenmiştir. Şeffaflığın artırılmasına olumlu etki yapabilecek seçim kampanyalarının ve siyasi partilerin finansmanına ilişkin mevzuatın hala kabul edilmemiş olması Komisyon tarafından eleştirilmiştir. Geçen sene de seçim kampanyalarının finansmanına ilişkin herhangi bir yasal düzenleme bulunmadığı eleştirileri raporda mevcuttu. Genel olarak, yolsuzluğu engellemek amacıyla oluşturulan yasal çerçevede gelişmeler yaşandığı belirtilmiş fakat bununla birlikte, yolsuzluğun ilgili ülkede hala yaygın olduğu ve geçen seneki raporda da üzerinde durulduğu üzere, yolsuzluğa karşı geliştirilen stratejinin sonuçlandırılması gerektiği vurgulanmıştır. 2.2 İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması Uluslararası insan hakları hukukuna riayet İnsan Haklarına ilişkin belgelerin onaylanması konusunda, geçen seneki raporda beklemede olduğu belirtilen Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin Parlamento tarafından onaylandığı ve 18 Aralık 2008’de yürürlüğe girdiği belirtilmiştir. Bu sözleşmeye ilişkin ihtiyari protokol de 2009 yılının Eylül ayında imzalanmıştır. Raporda, 2009 Eylülünde hükümetin aldığı bir kararı müteakip, İşkenceye karşı Birleşmiş Milletler İhtiyari Protokolünün (OPCAT -Optional Protocol to the UN Convention against torture) onayının parlamentoda beklediği belirtilmiştir. Geçen seneki raporda da altı çizildiği üzere bu sene de Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ilişkin üç ek protokolü onaylamadığı vurgulanmıştır. Rapor sürecinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Türkiye’nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni ihlal ettiği sonucuna varan 381 karar almıştır. (geçen sene bu sayı 226 idi) Bu kararlardan üçte birinin adil yargılanma, özgürlük hakkı ve güvenlik hakkıyla ilgili olduğu belirtilmiştir. Bu olayların çoğu 1990 öncesinde ya da yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yasalaşmasından önce gerçekleşmiştir. Türkiye 2008 yılında AİHM tarafından verilen 5,2 milyon Euro’luk ceza ödemiştir. Bununla birlikte yasal önlemler gerektiren AİHM kararlarının uygulanmasına ilişkin bir gecikmenin söz konusu olduğu vurgulanmıştır. Kıbrıs davasında, kayıp kişiler ve Kıbrıs’ın kuzeyinde devamlı olarak ikamet eden Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarına ilişkin kısıtlamalar sorunu devam etmektedir. Geçen seneki raporda da belirtildiği gibi, yerinden edilmiş kişilerin mülkiyet haklarını karşılamak üzere 6 kurulan tazminat mekanizması, ilke olarak AİHM kararlarının uygulanmasını sağlamaktadır ve tazminat taleplerini almaya devam etmektedir. 28 Temmuz 2009’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Alexandrou – TR davasının dostane bir şekilde çözüldüğünü not etmiş ve sözleşme ya da protokollerinde tanımlanan insan hakları çerçevesindeki bu çözümü memnuniyetle karşıladığını belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM bu çözümün bütün ilgili durumlar için geçerli olup olmadığını değerlendirmemiştir. Türkiye henüz, geçen seneki raporda da belirtildiği gibi, Loizidou ve Xenides-Arestis’e ilişkin AİHM kararlarını uygulamaya koymamıştır. Devlet tarafından desteklenen birçok kuruluş insan haklarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesiyle görevlidir. Bunlara Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı ile İnsan Hakları Kurulları dâhildir (toplam 931 adet). İnsan haklarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi bağlamında çeşitli devlet kurumları bu görevi paylaşmaktadır. Geçen sene olduğu gibi bu sene de bu kurumlara olan başvuru sayısında artış görüldüğü vurgulanmıştır. Parlamento düzeyinde, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu dört alt komisyon kurmuştur. Bunlar: işkence, kötü muamele ve cezaevleri komisyonu; düşünce ifade, din ve vicdan özgürlüğü komisyonu; ekonomik sosyal haklar komisyonu (çocuk hakları da dâhil olmak üzere) ve müktesebata uyum komisyonudur. 2008 yılı ilerleme raporunda ise, cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele ile gazeteci Hrant Dink cinayetini soruşturma amacıyla iki alt komisyon kurulduğunun altı çizilmişti. Bununla birlikte, insan hakları savunucularının işleriyle ilgili cezai takibatla karşılaşmaya devam etmeleri geçen seneki raporda olduğu gibi yine Komisyon tarafından eleştirilmiştir. Kaynak eksikliği, yeterince bağımsız olamamaları ve kamu bilincinin bu konuda yeterli seviyede olmamasının insan hakları kurumlarının çalışmasını kötü etkilediği bu sene de vurgulanmıştır. 2009 yılı ilerleme raporuna, yeni bir Ulusal İnsan Hakları Kurumu oluşturulması tartışmalarının sona ermediği belirtilmiştir. Geçen seneki raporda, Ombudsman sisteminin kurulması sürecinde, eski Cumhurbaşkanı Sezer’in 2006 yılında bu konudaki kanunun bazı maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurudan bu yana ilerleme sağlanamadığı, Anayasa Mahkemesi’nin, Kanun’un yürürlüğe girişini bu konudaki kararının açıklanmasına kadar askıya aldığı vurgulanmıştı. 2009 yılı ilerleme raporunda ise, 2006’da kabul edilen Ombudsman Yasası’nın, Anayasanın böyle bir kuruma izin vermemesi gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği belirtilmektedir. Genel olarak, Uluslararası insan hakları denetimi konusunda sınırlı bir ilerleme kaydedildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte düzenlemede değişiklilik gerektiren AİHM kararlarının uygulanmasının birkaç yıldır ertelenmesi Komisyon tarafından eleştirilmiştir. İnsan haklarının kurumsal çerçevesinin güçlendirilmesi için ilave çabalara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır. 7 Medeni ve Siyasi Haklar 2009 Türkiye İlerleme Raporunda, tutuklu hakları ile gözaltında işkence ve kötü muamele olayları ile ilgili olarak, 2009 yılında gerçekleştirilen çalışmaların memnuniyet verici düzeyde olduğu belirtilmiş, özellikle İçişleri Bakanlığı tarafından vatandaşların kanun uygulayıcılarına karşı şikâyetlerini soruşturmaya yönelik bağımsız bir ulusal mekanizma kurulması çalışmalarının sonuçlandırıldığına vurgu yapılmıştır. Gözaltı merkezlerinin denetlenmesi için bağımsız ulusal bir önleyici mekanizma kurulması veya belirlenmesini talep eden İşkenceye Karşı BM Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokolü’n onaylanmamış olduğu, geçen senelerde yayımlanan İlerleme Raporlarında olduğu gibi yeniden vurgulanmıştır. Mahkemelerin Adli Tıp Kurumu görevlileri haricinde adli tıp doktorlarına görev vermemesinin eleştirildiği raporda, bunun Türkiye’deki etkili ve bağımsız adli tıp hizmetlerinin gelişimine engel teşkil ettiği ifade edilmiştir. İnsan hakları ihlallerinin cezasız kalması bağlamında gösterilen çabaların artırılması uyarısında bulunulan raporda, 2008 yılında gözaltında gördüğü işkence sonrası hayatını kaybeden Engin Çeber’e ilişkin davanın devam ettiği belirtilmiştir. 2009 Türkiye İlerleme Raporunda güvenlik güçleri tarafından işlenen insan hakları ihlallerine ilişkin, İnsan Hakları Araştırma Komitesi tarafından hazırlanan rapora atıfta bulunulurken, İstanbul Emniyeti’ne mensup 431 polis hakkında açılan davalarda polislerin sadece yüzde 2’sine disiplin cezası verildiğinin altı çizilmiştir. Adalete erişim bağlamında, Terörle Mücadele Yasası kapsamında toplu gösterileri katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan 15-18 yaşları arasındaki çocukların, gözaltında avukata erişimleri konusunda ciddi sıkıntıların bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Raporda ayrıca, cezaevlerinin fiziksel altyapısının iyileştirilmesi, cezaevi personelinin eğitimi ve yeni cezaevlerinin açılmasına ilişkin geçmiş yıllarda yapılan çalışmaların devam ettiği vurgulanırken, cezaevi reform programının uygulanmasında sıkıntıların bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Özellikle F tipi ceza evlerinde, cezaevi personel sayısının yetersizliğinden dolayı tutukluların toplumsal faaliyetlerden uzak kaldığı ve cezaevlerinin aşırı kalabalık olduğu belirtilmektedir. Raporda ayrıca sağlık durumu devamlı tedavi gerektiren tutukluların tedavilerinde ciddi aksamaların yaşandığı, doktor başına düşen tutuklu sayısının çok yüksek olduğu ve cezaevi personeli tarafından uygulanan yanlış tedavi yöntemleri nedeniyle tutukluların sağlık durumlarının daha da kötüleştiği belirtilmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili olarak ise, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinde yapılan değişiklik ile adli soruşturma başlatılmasında geçen yıllara oranla ciddi oranda bir düşüş yaşandığı vurgulanmaktadır. Raporda ayrıca, medyada başta Ermeni soykırımı ve Kürt meselesi olmak üzere, azınlık hakları, askerin siyasetteki rolü ve Atatürk konularında ciddi tartışmaların yaşandığı belirtilmiş, mevcut yasal düzenlemelere rağmen, başta Türk Ceza Kanunu’nun diğer maddeleri olmak üzere, Terörle Mücadele Yasası ve Atatürk`e 8 Hakaret ve Atatürk`ü Koruma Kanunu’nun bazı maddelerinde, ifade ve düşünce özgürlüğü alanında kısıtlayıcı tedbirlerin bulunduğu belirtilmektedir. Avrupa Komisyonu 2009 İlerleme Raporunda Doğan Medya Grubuna yönelik vergi cezaları ağır şekilde eleştirilmektir. Söz konusu cezaların hem “basın özgürlüğü”, hem de “hukuk devleti” sorunu olarak değerlendirildiği raporda, bu cezaların bir medya grubunun tamamının varlığını ciddi şekilde tehdit eden büyüklükte olduğu vurgulanmıştır. Raporda ayrıca bazı siyasetçilerin Doğan Medya Grubuna ait basın-yayın organlarına karşı boykot çağrısında bulunmaları da eleştirilmektedir. Basın özgürlüğüne ilişkin olarak ise, Genel Kurmay Başkanlığı’nın bazı olaylar sonrasında basına getirdiği yayın yasaklarının kaygı verici olduğu belirtilmektedir. Raporda ayrıca istenilmeyen içeriklerinden ötürü Youtube’un filtrelenmek yerine tamamen kapatılması ve Facebook ve Google gibi internet sitelerine karşı açılan davalara yer verilmektedir. Toplanma özgürlüğüne ilişkin yasal çerçevenin genel olarak Avrupa standartlarıyla uyumlu halde olduğunun belirtildiği 2009 Türkiye İlerleme Raporunda, toplumsal gösterilere katılan emniyet güçlerinin orantısız güç kullanımı vakaları ile karşılaşıldığı vurgulanmakta, özellikle emniyet güçlerinin eğitimi konusunda daha fazla adım atılması talep edilmektedir. Geçen yıllara oranla Nevruz ve 1 Mayıs kutlamalarında, emniyet güçlerinin göstericilere karşı daha hoşgörülü davrandığı ifade edilirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise emniyet güçlerinin orantısız güç kullanımının devam ettiği belirtilmektedir. 2008 Türkiye İlerleme Raporu’nda, İstanbul Valiliği’nce bir İstanbul Mahkemesi’ne getirilerek bir lezbiyen, homoseksüel, biseksüel, travesti ve transseksüel derneğinin (LGBTT) kapatılmasına ilişkin alınan dava kararının olumsuz bir gelişme olarak örneklendirilmesi mevcutken 2009 Türkiye İlerleme Raporu, Nisan ayında temyiz mahkemesinin bu kararı bozduğuna olumlu vurgu yapmıştır. Ancak raporda, mahkemenin bu kararının derneğin “herhangi bir lezbiyen, homoseksüel, biseksüel, travesti ve transcinsiyet/transseksüel hareketi yaymak amaçlı özendirici olmaması” şartına bağlı olarak vermesinin AB’nin homofobiyi reddetme ve ayrımcılık karşıtı olma esasları ile uyum sağlamadığı dile getirilmiştir. Ayrıca geçen yılki raporda İstanbul Valiliği’nin Uluslararası Af Örgütü’ne, yasadışı yoldan para topladığı gerekçesiyle, açtığı davanın Yetkili İstanbul İdari Mahkemesi tarafından Uluslararası Af Örgütü lehinde sonuçlandırılması örneklendirilirken bu yılki raporda olumsuz bir gelişme olarak İstanbul Valiliği tarafından açılan iki yeni kapatma davasının daha eklendiği dikkati çekmiştir. Bu örneklerden biri Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’nin (Özgür-Der) Kasım 2008’de yayınladığı basın bildirisinde okullarda askeri yetkililer tarafından verilen milli güvenlik derslerine karşı görüş açıklamasına karşı açılan kapatma davasıyken, bir diğeri ise İnsan Hakları Derneği’nin İstanbul ofisine karşı açılan soruşturma üzerine olmuştur. Geçen yılki raporda bahsedilmeyen fakat bu yılki raporda bahsi geçen bir konu ise bazı yasa hükümlerinin derneklerin işleyişi üzerinde uygun olmayan bir yük oluşturması hususudur. Bu konu ile ilgili bu yılki raporda Dernekler Yasası’na göre derneğin gerekli kayıtlarını 9 tutmadaki herhangi bir aksaklıkta derneğin yönetim kurulunun çok yüksek para cezalarına ve 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezasına çarptırılınması örneği verilmiştir. 2008 İlerleme Raporu’nda belirtildiği şekilde, Dernekler Kanunu’nun derneklere yurtdışından mali destek almadan önce ilgili makamlara haber verme ve alınan desteğe ilişkin ayrıntılı belgeler sağlama zorunluluğu getirmesinin, derneklerin faaliyetlerine külfet teşkil etmeye devam ettiği ve bununla birlikte, AT fonları dahil olmak üzere, yurtdışından mali destek alan sivil toplum kuruluşlarının sık sık denetime tabi tutulmasının endişe kaynağı olmaya devam etmesi bu yılki raporda da aynen dile getirilmiştir. Ancak, geçen yılki raporda çeşitli güvenlik güçlerinin bazı STK’ların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki çalışmalarını kamera ile kaydetmesi örneğinden bu yılki raporda bahsedilmemiştir. Buna ek olarak, geçen yılki raporda bahsedilmemesine rağmen, bu yıl raporda yurtdışından destek alan sivil toplum kuruluşlarının çeşitli medya kuruluşlarında olumsuz bir şekilde lanse edildiği ve bu durumun kaygı verici olduğu belirtilmiştir. Geçen yılki rapor, yabancıların Türkiye’de vakıf kurmasının kolaylaştırıldığına olumlu vurgu yaparken bu seneki rapor, dernek ve vakıfların kaydında, özellikle uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yerel temsilciliklerinin tescillenmesinde sorunların olduğunu belirtmiştir. Buna örnek olarak da iki büyük uluslararası STK’ya (Uluslararası Kriz Grubu ve Raoul Wallenberg Enstitüsü) karşı açılan davaların bir seneyi aşkın bir zamandır hala bir karara bağlanmadığı örneklerini vurgulamıştır. Geçen yılki rapor polisin gösterilerde orantısız güç kullanmasına daha geniş yer verirken bu yılki raporda sadece işçi sendikalarının gösteri düzenleme haklarını uygularken hala engellerle karşılaştıkları vurgulanmış, polis müdahalesinin sadece toplum düzenini tehdit ettiği açık olan durumlarla sınırlı olmadığı belirtilmiştir. Bu yılki raporda da siyasi partilere ilişkin olarak, geçen yılki raporda AKP ve DTP hakkındaki kapatma davaları örneklendirilerek belirtilirken, siyasi partilere uygulanan mevcut yasal hükümlerin ifade ve dernekleşme özgürlükleri ile ilgili olarak siyasi aktörlere devletin müdahalesinden yeterli seviyede koruma sağlamaması durumunun aynı şekilde devam ettiği belirtilmiştir. Bu yıl raporda olumlu bir gelişme olarak kamu kuruluşlarında ve toplum genelinde sivil toplum kuruluşlarının, özellikle katılım sürecinde, sahip olduğu rolün fark edildiği vurgulanmıştır. Geçen yılki rapor genel olarak, dernek kurma özgürlüğünün yasal çerçevesinde iyileştirme olduğunu vurgularken bu yılki rapor, vakıflarla ilgili yasal çerçevenin çoğunun Avrupa standartları ile aynı doğrultuda olduğunu belirtmiştir. Fakat, aynen geçen yılki raporda da belirtildiği gibi, uygulamada daha fazla ilerleme kaydedilmesi gerektiği, bazı dernek ve vakıfların orantısız idari güçlüklerle veya adli uygulamalarla karşılaştığı vurgulanmıştır. Buna ek olarak, bu yılki raporda hükümet kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasında bir güven eksikliğinin söz konusu olduğu, STK’ların bağış toplamasına ve vergiden muaf 10 olabilmesine ilişkin yasal çerçevenin AB standartlarına göre ve STK’ların finansal sürdürülebilirliği için güçlendirilmesi gerekliliği belirtilmiştir. Dini özgürlüklere ilişkin, her iki raporda da ibadet özgürlüğüne saygının genel olarak devam ettiği vurgulanmıştır. Bu yılki rapor, Şubat 2008’de kabul edilen Vakıflar Kanunu’nun şu ana kadarki işleyişinin memnuniyet verici olduğunu belirtmiştir. Olumlu bir gelişme olarak, bu yılki raporda Türkiye’de çalışmak isteyen yabancı uyruklu din adamlarının çalışma izni alabilmesine yönelik ilerlemeler kaydedildiği vurgulanmıştır. Buna örnek olarak raporda, Ekümenik Patrikhane’nin çalışma izinleri için yaptığı başvuruların olumlu olarak cevaplandırılması gösterilmiştir. Aynı zamanda bu yılki rapor, çeşitli Dış ve İç İşleri Bakanlıkları temsilcilerinin gayrimüslim dini cemaatlerle, dini cemaatlerin de Başbakan ile sorunlarını konuşmaya yönelik yaptıkları görüşmelerin memnuniyet verici olduğunu vurgulamıştır. Geçen yılki rapora kıyasla bu yılki raporda Alevilere yönelik çok daha fazla olumlu gelişmeden bahsedilmiştir. Geçen yılki rapor bir ilk olarak, bir belediye meclisinin bir cem evini ibadethane olarak kabul ettiğini ve camilerle aynı tarifeden su faturası verilmesi uygulamasının başlatıldığını belirtirken, bu yılki rapor, üç belediye meclisinin bu uygulamayı kabul ettiğini, Antalya, Ankara ve İstanbul İdari Mahkemeleri’nin, Alevi öğrencilerin zorunlu olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf olabilmelerine karar verdiğini, İzmir İdari Mahkemesi’nin de böyle bir kararı onayladığını memnuniyet verici bir ilerleme olarak kaydetmiştir. Fakat, hala din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilk ve orta öğretimdeki öğrenciler için zorunlu ders olarak uygulanmasının değişmediğine olumsuz vurgu yapan bu yılki ilerleme raporu, tıpkı geçen seneki raporda belirtildiği gibi Ekim 2007’de bir Alevi ailenin bu konudaki başvurusu üzerine AİHM’in müfredatın ve iç mevzuatın AİHS’nin 1. Protokolünün 2. maddesi ile uyumlu hale getirilmesi kararını tekrar hatırlatmıştır. Bu yılki rapor, her ne kadar cem evlerine yönelik çeşitli olumlu gelişmelere vurgu yapsa da tıpkı bir önceki raporda da belirtildiği gibi Alevilerin ve gayrimüslim cemaatlerin ibadethanelerine yönelik ayrımcılığın ve idari belirsizliklerin devam etmesinin, yetkililerin çeşitli ibadethane açma başvurularının reddedilmesinin ve şu anda varolan Protestan kiliselerine ve Yehova Şahitleri dua salonlarına karşı açılan davaların olumsuz gelişmeler olarak kaldığını belirtmiştir. Raporda, cem evleri gibi bu tür ibadet alanlarının ibadethane olarak tanınmamasına yönelik genel politikanın hala devam ettiği vurgulanmıştır. Bu yılki raporda Alevilere yönelik olumlu gelişmeler, Aralık 2008’de Kültür Bakanı’nın ilk Alevi Enstitüsü’nün açılışına katılması ve yaptığı konuşmada Alevilerin geçmişte yaşadığı acılarından dolayı özür dilemesi, Ocak 2009’da Başbakan’ın ikinci kere bir Alevi oruç açma törenine katılması, hükümetin Aleviler’in sorunlarının ve beklentilerinin açıkça tartışıldığı çeşitli çalıştaylar düzenlemesi, devlet radyo yayınında Alevi Muharrem ayı kutlamalarına yönelik yayınlar yapılması ve Kültür Bakanı’nın çeşitli konuşmalarında Sivas Madımak Oteli’nde bir kültür merkezi oluşturmak istediklerini belirtmesi örnekleriyle daha geniş bir şekilde yer almıştır. 11 Bu yılki raporda, geçen yılki raporda da belirtildiği gibi, yine dini grupların örgütlenmiş yapıları olarak gayrimüslim cemaatlerin tüzel kişilikleri olmamasından kaynaklanan sorunlarının varlığına değinilmiştir. Din adamlarının eğitimi konusundaki kısıtlamaların devam ettiğine dikkat çekilmiştir. Türk mevzuatının bu cemaatler için özel yüksek din eğitimi imkanı tanımadığı, resmi eğitim sisteminde de bu yönde bir imkan bulunmadığı tekrar dile getirilmiştir. Heybaliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun açılması yönünde çeşitli tartışmalara yer verilse de hala açılmadığı vurgulanmıştır. Bazı illerde gayrimüslim din adamlarına ve ibadethanelerine karşı yapılan saldırı haberlerinin devam ettiği, misyonerlerin, ülkenin bütünlüğüne ve İslam dinine tehdit olarak gösterilmeye devam edildiği belirtilmiştir. Bu konulara ilişkin bu seneki raporda, Adana’daki bir Türk İncil Topluluğu kitapçısının Şubat ayında ikinci kez tahrip edildiği, Silivri’deki iki misyonere karşı açılan davanın hala devam ettiği ve Nisan 2007’de Malatya’da öldürülen üç Protestan’a ilişkin davanın halen sürdüğü örnekleri verilmiştir. 2009 İlerleme Raporu’nda da, geçen seneki raporda belirtildiği gibi, Ekümenik Patrik’in, “ekümeniklik” dini sıfatını her zaman kullanamadığı belirtilmiştir. Ayrıca bu konuda, bu seneki rapor, Haziran 2007’de Temyiz Mahkemesi’nin, Patrikhane’de gerçekleştirilen dini seçimlere katılan ve seçilen kişilerin Türk vatandaşı olması ve seçimler yapıldığı zaman Türkiye’de çalışıyor olması gerektiğine dair aldığı, bu konuda ilerlemeyi engelleyen karar hatırlatmıştır. Ancak, AİHM kararınca Türk ve yabancı ülke vatandaşlarına dini toplulukların yaşamına katılarak din özgürlüğü ile ilgili haklarını eşit olarak icra edebilmeleri için eşit davranılması gerektiği de vurgulanmıştır. Geçen seneki raporda vurgulanan konulara ek olarak bu seneki raporda Ermeni Patrikhanesi’nin Ermeni diline ve ruhban sınıfına yönelik bir üniversite bölümü açılması teklifinin birkaç seneden beri beklemede olduğu ve Süryanilerin resmi okullar dışında, gayri resmi bir şekilde eğitim aldıkları belirtilmiştir. Ayrıca, bu seneki rapor, nüfus cüzdanları gibi kişisel belgelerin dinle ilgili bilgi içermesinin ayrımcılığa yol açabilecek davranışlara ortam yaratabileceği kaygıyla dile getirmiştir. Geçen seneki raporda olduğu gibi bu seneki raporda da vicdani retçilere yönelik adli takibatların devam ettiği ve vicdani retçiliğin kamu önünde savunulmasının mahkumiyete neden olduğu bir kez daha belirtilmiştir. Bu yılki raporda bu durum, vicdani retçilikten dolayı Yehova Şahitleri’ne karşı açılan davaların AİHM öncesinde bekletildiği örneğiyle dile getirilmiştir. Bu seneki raporda genel olarak, vakıflar yasasının uygulanmasının sorunsuz olarak devam etmesi ve hükümetin Alevi ve gayrimüslim dini topluluklarla diyalog içinde olmasının memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir. Ancak, gayrimüslim azınlıklara yönelik saldırıların halen devam etmesi ve tüm gayrimüslim azınlıkların ve Alevilerin herhangi bir kısıtlama olmaksızın faaliyet göstermelerine imkan taşıyacak şekilde AİHS ile uyumlu bir yasal çerçevenin hala oluşturulamamış olmasının ilerlemeleri sınırlandırdığı ve Türkiye’nin dini özgürlüğe tam saygıyı destekleyen bir ortamın oluşturulması ve farklı dini cemaatlerle diyalogların geliştirilmesi yönünde daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği belirtilmiştir. 12 Ekonomik ve sosyal haklar Kadın hakları konusunda geçen seneki raporda halen kurulmadığı belirtilen bir Cinsiyet Eşitliği Kurulu ve Cinsiyet Eşitliğine ilişkin bir Meclis Komisyonu’nun bu seneki raporda, Mart 2009 itibariyle kurulduğu belirtilmiştir. Kadın hakları konusunda, bu seneki raporda kaydedilen bir diğer ilerleme ise iş akdi altında çalışan kamu görevlilerinin tam maaşlı doğum iznini 16 ay olarak ilan eden ve doğum izni sonrasında aynı göreve tekrar geri gelebilme haklarını koruyan yasa değişikliğinin yapılması olarak belirtilmiştir. Aynı zamanda rapor, 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması ön sonuçlarının, anne ve çocuk sağlığı konusundaki verilerin, bölgesel farklılıklara rağmen, son beş sene içerisinde olumlu yönde olduğunu belirtmiştir. 2008 İlerleme Raporu’nda bahsedilen, kadın hakları konusunda kamu görevlilerinin ve sağlık personelinin eğitiminin devam ettiği bu seneki raporda da belirtilmiştir. Ayrıca, bu seneki raporda Nisan 2009’da, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile Adalet Bakanlığı arasında, kadına karşı şiddete yönelik savcı ve yargıçların eğitimi için imzalanan protokolün memnuniyet verici olduğu dile getirilmiştir. Bu seneki rapor aynı zamanda yerel seçimler öncesinde, STK’ların yerel seçimlerde kadınların katılımını arttırmaya yönelik çeşitli çalışmalar ve kampanyalar yürüttüğünü ifade etmiştir. Ancak, rapor aynı zamanda cinsiyet eşitliğinin Türkiye’nin ana sorunlarından biri olduğunu da vurgulamıştır. Geçen yılki raporda da belirtildiği gibi, bu yılki raporda kadınların hem ulusal hem de bölgesel seviyede siyasi temsilinin oldukça düşük olduğu tekrar vurgulanmıştır. Bu duruma örnek olarak rapor, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde sadece iki tane kadın Büyükşehir belediye başkanının ve on yedi tane kadın belediye başkanının seçilebildiğini kaygıyla belirtmiştir. Ayrıca rapor, siyasi partilerin yeterli sayıda kadın adayı seçilmesi mümkün pozisyonlara atamadığı ve siyasi partilere ilişkin yasada yeterli nitelikteki kadınların temsil hakkına ilişkin herhangi bir şartın olmadığına dikkat çekmiştir. Yine geçen seneki raporda da belirtildiği gibi bu seneki rapor da kadınların işgücüne katılımının hayli düşük olması kaygı verici bulunmuştur. Ayrıca bu seneki rapor, işgücüne katılan kadınların genelde kayıt dışı ekonomide çalıştıklarını ve aynı iş için kadınların erkeklerden daha az kazandığını belirtmiştir. Yine geçen seneki raporda belirtildiği gibi bu seneki rapor da kadının eğitime erişiminin AB ve OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede bulunduğunun altını çizmiştir. İlköğretimde cinsiyetler arasındaki dengesizliği azaltmaya ilişkin olumlu sonuçların, özellikle kızların sürekli olarak okula devam etmesi sağlanarak ve okulu bırakma olaylarının saptanıp izlenmek suretiyle sürdürülmesinin ve güçlendirilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. 2008 İlerleme Raporu’nda belirtildiği gibi, bu seneki raporda da aile içi şiddetin, töre cinayetlerinin ve erken ve zorla yapılan evliliklerin hala ciddi bir sorun teşkil ettiği ifade edilmiştir. Raporda bu durum, kadına yönelik aile içi şiddet konusunda yapılan ulusal araştırmanın sonuçları değerlendirilerek örneklendirilmiştir. Raporda belirtilen ulusal araştırmanın sonuçlarına göre kadınların %39’u fiziksel şiddete maruz kaldıklarını, %15’i 13 cinsel istismara maruz kaldıklarını ve araştırmaya katılan dört kadından biri herhangi bir fiziksel veya cinsel istismar sonucu yaralandıklarını dile getirmiştir. Yine bu araştırma sonuçlarına göre, istismara uğrayan kadınların %48.5’inin hiç kimsenin onları istismar etmediğini belirttikleri, sadece %4’ünün polisten yardım istediği ve %1’inin de devlete ait barınaklarda mülteci olarak bulunduğu, 2009 İlerleme Raporu’nda belirtilmiştir. Aile içi şiddet konusu bir önceki yıla kıyasla vurgulanmış, Opus vs. Türkiye davasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Haziran 2009 tarihinde açıkladığı karara yer verilmiştir. Buna göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 2 (yaşam hakkı), Madde 3 (işkencenin, insanlık dışı ve küçük düşürücü muamelenin engellenmesi), Madde 14 (ayrımcılığın önlenmesi) ihlal edilmiştir. Madde 2 ve 3 birlikte okunduğunda, davacı ve annesinin maruz kaldığı şiddet cinsiyet ayrımcılığı temellidir, bu kadınlara karşı ayrımcılık oluşturmaktadır. Türkiye’de aile içi şiddet vakalarında, yargı sisteminin genel pasifliğinin ve saldırganların yararlandıkları dokunulmazlığın kadınları etkilediği belirtilmiştir. Kadın hakları derneklerinin dile getirdiği Ailenin Korunmasına Dair Kanun altında şiddet tehdidi ile karşılaşan kadınların korunması için uzaklaştırma emri çıkarılmasının uzun sürdüğü yönündeki şikâyetler geçen yıldan farklı olarak raporda yer bulmuş, bu durumun yasanın etkisini zayıflattığı ve kadınların daha fazla haksızlığa uğradığı yorumu yapılmıştır. Geçen yılki raporda olduğu gibi kadın sığınma evlerinin sayısının ve yatak kapasitesinin yetersizliği belirtilmiştir. Buna ilaveten İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinde belirtildiği gibi yerel koordinasyon birimlerinin kurulmamış olması, yasa uygulayıcılar ve İçişleri Bakanlığı kamu idarecileri arasında kadın ve çocuklara karşı şiddetin önlenmesi genelgesine ilişkin farkındalığın az olması eleştirilmiştir. Cinsiyetle ilgili konularda sivil toplum örgütleriyle hükümet arasında etkili bir diyaloğun bulunmaması geçen yıl olduğu gibi raporda yerini almıştır. Çocuk haklarına ilişkin olarak 2008-2009 döneminde bir önceki yıla kıyasla ilköğretimdeki kız-erkek öğrenci sayısındaki farkın yarıya indiği, okul öncesi eğitime katılım oranının %33’e yükseldiği, temel eğitimde görev yapan öğretmenlerin sayısının artığı, bebek ölümlerinde azalma olduğu, çocuk mahkemelerinin sayısında artış olduğu, buna rağmen yoksulluk sınırının altında kalan 15 yaş altı çocukların oranının %0,9’dan %26,1’e yükseldiği belirtilmektedir. Çocuk işçi çalıştırılmasıyla mücadele konusunda ilerleme kaydedilmediği not edilmiştir. Çocukların yargılanması konusunda geçen yıla kıyasla daha kapsamlı eleştiriler getirilmiş, Ceza Kanunu’nun 220 ve 314. Maddeleri ile Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklikler neticesinde 15-18 yaş arası çocukların yetişkinler gibi yargılanabildikleri, özellikle Güneydoğu’da eylemlere katılan çocukların terör örgütüne üye olma suçlamalarına maruz kaldıkları, mahkeme kararlarının genelde polis memurlarının ifadelerine dayandıkları ve bu ifadelerin sağlam kanıtlarla desteklenmediği, tutuklama sonrasında çocukların kötü muamele gördüğü ifade edilmiştir. Genel olarak çocuk hakları konusunda 14 daha fazla adım atılması gerektiği dile getirilirken, çocukların yetişkinler gibi yargılandığı ve orantısız cezalara çarptırıldığı davaların ciddi bir endişe kaynağı olduğunun altı çizilmiştir. Sosyal olarak savunmasız ve/veya engelli kişiler konusunda Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığı not edilmiş, engelli kişilerin kamu hizmetlerine erişimlerindeki sorunlar geçen yıl olduğu gibi belirtilmiş ancak akıl sağlığı alanındaki sorunlara geçen yıldan farklı olarak ayrı bir paragraf ayrılarak hastaların haklarının korunması konusundaki eksikler üzerinde durulmuştur. İşçi hakları ve sendikalar geçen yıla kıyasla kısmen daha geniş ele alınmış, 1 Mayıs’ın Emek ve Dayanışma Günü olarak resmi tatil kabul edilmesi ve sınırlı sayıda grubun Taksim Meydanı’nda gösteri yapmasına izin verilmesinin 1980 askeri darbesi sonrasında kısıtlanan sendikal haklar açısından iki önemli sembolik adım olduğu belirtilmiştir. Ancak sendikal haklara ilişkin mevzuatın reformu konusunda ilerleme kaydedilmediği, Türkiye’de sosyal diyaloğun zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir. Raporda KESK üyelerinin terörle mücadele operasyonu kapsamında yakalanmasına da yer verilmiştir. Ayrımcılığın önlenmesi alanında geçen yıla kıyasla ilerleme kaydedilmediği, iş yerinde ayrımcılıktan, askerlik hizmetinden muaf tutulmak için yapılan testlere, fiziksel ve cinsel saldırılara kadar pek çok sorunun devam ettiği görülmektedir. Bu alandaki olumlu gelişme hükümetin halkı bilgilendirme çalışmaları kapsamında ilköğretim yılının ilk dersini ayrımcılıkla mücadeleye ayırmasıdır. Mülkiyet hakları alanında Vakıflar Kanunu’nun iyi uygulandığı belirtilmiştir. Ancak Kanunun el konulan ve üçüncü kişilere satılan mülkler sorunu ile yeni mevzuatın kabulünden önce birleştirilen vakıfların mülkleri sorunlarını kapsamaması eleştirilmektedir. Bu kapsamda Süryanilerin yaşadıkları mülkiyet sorunlarına ve açılan dava örneklerine ve Mart 2009 tarihinde AİHM’in Türkiye’yi Rum Ortodoks Kilisesi’nin Bozcaada’daki taşınmaz mallarını kayda geçirmemesi nedeniyle mahkûm etmesine yer verilmiştir. Azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması Azınlıklarla ilgili tartışmaların sürdüğü, başta eğitim ve eğitimde ayrımcılık olmak üzere pek çok STK ve akademisyen tarafından bu konuda raporlar hazırlandığı, okul kitaplarından ayrımcı ifadelerin çıkarılması için çalışmaların başladığı belirtilmiştir. Türkiye’nin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne (ICESCR) eğitim hakkı konusunda koyduğu çekincelere ilişkin kaygılar 2009 yılı raporunda da dile getirilmiştir. 2008 raporunda olduğu gibi, Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamadığı dile getirilmiştir. 2008 yılı raporundaki Türkiye’nin AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile arasında azınlıkların kamu hayatına katılımı ve azınlık dillerinde yayın konularında bir diyalog başlatılmasına duyulan ihtiyaca ilişkin ifade yeni raporda aynen yer almıştır. 15 Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlığın sorunlarının devam ettiği belirtilmiştir. Ancak, 2008 raporundan farklı olarak, çift müdürlük başta olmak üzere, azınlık okullarındaki sorunların devam ettiği ama durumu düzeltecek yönetmeliğin uygulamaya geçmesinin beklendiği belirtilmiştir. 2008 raporundan farklı olarak, Sarı Gelin – Ermeni Sorununun Arkasındaki Gerçek isimli belgeselin okullarda gösterilmesinin durdurulması; ancak, belgeselin geri çekilmemesi 2009 raporuna girmiştir. İsrail’in Gazze operasyonu sonrası Yahudi vatandaşlara yönelik bazı nefret söylemlerinin gündeme geldiği, ancak bu söylemlerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından kınandığı dile getirilmiştir. Genel olarak, Türkiye’nin Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması alanlarında sınırlı ilerleme kaydettiği ancak, tam uyumun henüz sağlanamadığı ifade edilmiştir. Geçen seneki raporda hiç ilerleme kaydedilmediği belirtiliyordu. Kültürel haklar konusunda TRT 6’nın 24 saat Kürtçe yayına başlaması, Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde Kürtçe kürsüsünün kurulması ve Ermenice radyo yayınının başlaması, 2009 yılı raporunda yer bulmuştur. TRT 6’nın açış töreninde Başbakan’ın birkaç kelime Kürtçe konuşması, Seçim Kanunu’na göre yasak olmasına rağmen yerel seçim kampanyalarında Kürtçe konuşan parti temsilcilerine yönelik soruşturma açılmaması, günlük faaliyetlerinde Kürtçe kullanan bazı yerel siyasetçilere açılan davaların beraatla sonuçlanması, Güneydoğu’daki bazı valiliklerin Kürtçe hizmet sunmaya başlaması olumlu gelişmeler olarak sıralanmıştır. Öte yandan, bazı DTP üyelerine siyasi hayatta Kürtçe konuştukları için dava açılması ve Temmuz 2009’da birkaç DTP’li milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması için başvuru yapılması, Kürtçe hizmet sunduğu için görevden alınan Sur belediye başkanının yeniden seçilmesine rağmen hakkındaki suç duyurusunun hala devam etmesi ise bu kapsamda olumsuz gelişmeler arasında yer almıştır. Televizyon ve radyo kanallarında Kürtçe dili öğreten eğitim programlarının kanunen yasak olması ve özel televizyonlarda siyasi tartışma veya eğlence programları yapmanın neredeyse imkânsız olması eleştiriler arasında yer almıştır. Bu kapsamda Kürtçe yayın yapan tek özel TV kanalı GÜN TV’ye açılan davalar gündeme getirilmiştir. Anadilleri Türkçe olmayan çocukların anadillerini Türk eğitim sisteminde öğrenmelerinin mümkün olmadığına ilişkin eleştiri bu yılki raporda da tekrarlanmıştır. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Kürtçe seçmeli ders talep ettikleri için kayıtları dondurulan 18 öğrenci lehine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karara değinilmiştir. Türkçe bilmeyen kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için eylemler konusunda geçen seneye göre daha hafif bir ifade kullanılmış ve kanunen tercüman hakkı olduğu ama bunun istikrarlı uygulanmadığı belirtilmiştir. Cezaevlerinde Kürtçe konuşulmasına bazı cezaevi yönetimlerince izin verilmediği ifade edilmiştir. 16 Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik eden “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”da herhangi bir değişikliğe gidilmemesi eleştirisi tekrarlanmıştır. Türkiye’nin Roman nüfusun sorunlarını çözmek ve hukuki koruma sağlamak için bir stratejisinin olmadığı belirtilmiştir. Romanların eğitime erişimde sosyal dışlanma ve marjinalleşmeyle, sağlık hizmetlerinde ayrımcılıkla karşı karşıya oldukları, iş fırsatlarından yararlanamadıkları ve genel olarak kamu yaşamından dışlandıkları ifade edilmiştir. Sulukule’deki yıkımlar vurgulanarak Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu’nun bulgularının hala açıklanmadığı dile getirilmiştir. Alternatif konut sağlamadan yapılan bazı yıkımların Avrupa Konseyi İnsan Hakları standartları ile örtüşmediği belirtilmiştir. Kültürel haklar konusunda bazı ilerlemeler kaydedildiği belirtilmekle birlikte, Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ve Romanların durumu ile ilgili sorunların devem ettiği belirtilmiştir. Alternatif konut sağlanmadan Roman vatandaşların evlerinin yıkılmasına vurgu yapılmıştır. Doğu ve Güneydoğu’daki Durum 2008 raporunda da yer alan terör saldırıları 2009 raporuna da konu olmuştur. Ancak, 2008 sonu itibariyle terör saldırılarının yavaşladığı vurgulanmıştır. Irak Cumhurbaşkanı’nın ziyareti ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile yakınlaşma raporda yer bulmuştur. Hükümetin Kürt sorununu çözme planından bahsedilmiştir ama planın içeriğinin henüz açıklanmadığı ifade edilmiştir. Hükümetin GAP’ın tamamlanmasına yönelik iradesi kaydedilmiştir. GAP’ın tüm kamu yatırımlarındaki payının 2008’de %12’ye çıktığının altı çizilmiştir. GAP idaresinin merkezinin Ankara’dan Şanlıurfa’ya alındığı dikkate alınmıştır. Önceki yıllara kıyasla Mart 2009’daki Nevruz kutlamalarının genelde barışçıl bir havada geçtiğine dikkat çekilmiştir. Valiliklerin kutlama için izin verdiği kaydedilmiştir. Haziran’da kabul edilen Suriye sınırının mayından arındırılması ile ilgili kanun raporda değinilen gelişmeler arasında yer almıştır. Ana muhalefet partisinin, mayından arındırma işlemi karşılığında, arazinin 44 yıllığına mayın temizleme işlemini yapacak şirkete devredilmesi konusundaki itirazı ve kanunu Anayasa mahkemesine götürmesine rağmen mayın temizleme işleminin etkilenmeyeceği kaydedilmiştir. Öte yandan, terörizmle mücadele kanununun, terörü çok geniş olarak tanımladığı ve dolayısıyla bazen temel hakları sınırlamak amacıyla kullanıldığı vurgulanmıştır. Bu kapsamda, yüzlerce DTP’linin, KESK ve Eğitimsen üyelerinin tutuklanması ve bazı DTP’li milletvekillerinin mahkûm edilmesi konuları olumsuz gelişmeler olarak raporda yer bulmuştur. Türkiye’nin 1 Mart 2014’e kadar tüm mayınlı bölgeleri anti-personel mayınlardan arındırma taahhüdü 2008’de olduğu gibi tekrar hatırlatılmıştır. 17 Koruculuk sisteminin kaldırılması konusunda bir gelişme olmadığı belirtilmiştir. Bazı korucuların insan hakları ihlallerinde bulunduğu yönündeki raporlar bahis konusu olmuş ve yerel seçim kampanyası sırasında yeni korucu kadrolarının açıldığı haberlerine dikkat çekilmiştir. Genel olarak, devam eden terör eylemlerine rağmen Kürt sorununun çözümü için olumlu adımlar atıldığı dile getirilmiş ve Suriye sınırının mayından arındırılması bir diğer olumlu gelişme olarak kaydedilmiştir. Ancak, koruculuk sisteminin kaldırılması çağrısı yapılmış ve terörle mücadele kanununun temel hakları ihlal etmesine değinilmiştir. Mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler (YEK) Terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıpların tazmin edilmesi sürecinin ilerleme kaydettiği belirtilmiştir. Bir önceki raporda %40 olan tamamlanmış başvurunun %50’ye çıktığı ifade edilmiştir. Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yükü nedeniyle sürecin yavaş ilerlediği tespiti tekrarlanmıştır Yerlerinden edilmiş kişilerin şehirlerdeki durumunun kaygı yaratmaya devam ettiği belirtilmiştir. Hükümetin geçen seneden farklı olarak, YEK’lerin sorunlarını çözmeye yönelik bir ulusal strateji hazırlamak için Van bölgesinde bir pilot eylem planı başlatma çabalarından bahsedilmiş ancak, henüz nihai bir sonuç olmadığının altı çizilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın YEK’lerle ilgili departmanının idari kapasitesinin yetersiz olduğu vurgulanmış ve sivil toplumun sürece daha fazla dahil edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sığınma talebinde bulunanların sorunları bu sene raporda ele alınan olumsuz konular arasında yer almıştır. Sığınma süreçlerine erişim olmamasının yasal olmayan sınır dışı edilmelere ve girişlerin engellenmesine yol açtığı dile getirilmiştir. YEK’lerin tazmin edilmesi sürecinin devam ettiği ancak, YEK’lerin sorunlarını çözmek için bir ulusal strateji olmadığı vurgulanmıştır. Hükümetin bu konuda çabalarını artırması çağrısı yapılmıştır. Bölgesel Konular ve Uluslararası Yükümlülükler Kıbrıs Kıbrıs konusunda geçen yılki ilerleme raporunda yer alan görüşler ve ifadelerin benzeri tekrarlanmaktadır. Türkiye’nin, Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler çerçevesinde, ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla uyumlu olarak ve Avrupa Birliği’nin dayandığı ilkeler doğrultusunda, adil, kapsamlı ve uygulanabilir çözüm bulunmasına yönelik olarak Kıbrıs Rum Kesimi ve Kıbrıs Türk Kesimi arasında Birleşmiş Milletler himayesinde görüşmeleri desteklediğini ifade etmeyi sürdürdüğü belirtilmektedir. Bu ifadede geçen yıldan farklı olarak, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler çerçevesinde ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla uyumlu olarak soruna çözüm bulunmasını desteklediği ifadesi yer almaktadır. 18 Ancak, diğer yandan da “8 Aralık 2008 tarihli Konsey Zirve Sonuç Bildirgesi’nde de belirtildiği gibi Türkiye’nin devam eden görüşmeleri aktif olarak desteklemesi ve Birleşmiş Milletler çerçevesinde, ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla uyumlu olarak ve Avrupa Birliği’nin dayandığı ilkeler doğrultusunda, adil, kapsamlı ve uygulanabilir çözüm için adımlar atmasının beklendiği” ilave edilmektedir. Burada da yine geçen seneden farklı olarak, BM, BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda, adil kapsamlı ve tutarlı çözüm ifadeleri eklenmiştir. Ayrıca AB’nin 21 Eylül 2005 tarihli Deklarasyonu’nda belirtilen konularda kaydedilen ilerlemeleri 11 Aralık 2006 tarihli Konsey Sonuç Bildirgesi ile uyumlu olarak takip edeceği belirtilmektedir. Geçen yıl belirtilen, “Konsey’in Aralık 2006 kararından bu yana Türkiye, Ek Protokol’ün tam olarak uygulanmasına yönelik herhangi bir ilerleme kaydetmemiştir” ifadesi aynen tekrarlanmakta ve AB’nin çeşitli çağrılarına karşın limanlarını “Kıbrıs Cumhuriyeti” gemilerine kapalı tutmaya devam ettiği ilave edilmektedir. Türkiye’nin Katma Protokol’ün tam ve ayrım gözetilmeden uygulanmasının sağlanması için yükümlülüklerini acilen yerine getirmesi gerektiği de geçen yıl olduğu gibi vurgulanmaktadır. Yine geçen yıl belirtilen, “Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesinde herhangi bir ilerleme kaydetmediği ve Kıbrıs’ın birçok uluslararası örgüte ve Silah İhracatı Davranış İlkeleri ve Çift Kullanımlı Malzeme Konusundaki Wassenaar Anlaşması’na katılımını veto etmeyi sürdürdüğü” ifadesi tekrarlanmaktadır. Bu ifadeye ilave olarak, Güney Kıbrıs Rum kesimi adına petrol taşıyan sivil gemilerin Türk askeri gemileri tarafından birçok kere engellendiği ifadesine yer verilmektedir. Sınır Uyuşmazlıklarının Barışçı Yollardan Çözümü Bu bölümde de yine geçen yılki raporda olduğu gibi, “Türkiye ve Yunanistan’ın ikili ilişkilerin geliştirilmesine yönelik gayretlerine devam ettikleri” belirtilmektedir. “1995 yılında alınan Türkiye Büyük Millet Meclisi kararında yer alan Yunan karasularının muhtemel genişlemesinin “casus belli” sayılmasına ilişkin tehdidin sürdüğü, Konsey’in, Aralık 2008’de aldığı kararlar uyarınca “Türkiye’nin, iyi komşuluk ilişkilerini ve gerekmesi halinde Uluslararası Adalet Divanı kararları dahil, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca anlaşmazlıkları barışçı yoldan çözmeyi açıkça taahhüt etmesi”, bu bağlamda iyi komşuluk ilişkilerini ve sorunların barışçı çözümünü olumsuz etkileyecek herhangi bir tehdit ve faaliyetten kaçınması gerektiği” ifadesi vurgulanmaktadır. Yunanistan’ın geçen yılki şikayeti, “Türkiye’nin hava sahası ihlalleri” ifadesine “Türkiye’nin Yunan Adaları üzerinde uçuşlar yaptığı” iddiası da eklenmiştir. Bölgesel İşbirliği Türkiye’nin AB üyesi komşu ülkelerle işbirliği çalışmaları ayrı bir başlık altında ve olumlu olarak ele alınmaktadır. Bu kapsamda Türkiye’nin Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci (SEECP) ve Bölgesel İşbirliği Konseyi(RCC) dahil olmak üzere bölgesel işbirliği girişimlerine aktif olarak katıldığı ve 2009’dan beri SEECP’nin dönüşümlü başkanlığını yaptığı 19 belirtilmektedir. Geçen yıl ifade edilen “Genişleme sürecindeki diğer ülkeler ve diğer komşu ülkeler ile ikili ilişkilerin olumlu yönde geliştiği ve Türkiye’nin Batı Balkanlarda olumlu bir rol oynamayı sürdürdüğü; Bulgaristan ile olumlu ilişkilerin sürdüğü” ifadeleri aynen tekrarlanmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ilişkin konulara ise geçen yıl olduğu gibi, Fasıl 31 – Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nda yer verileceği belirtilmiştir. 3. EKONOMİK KRİTERLER 3.1 İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı Ekonomi politikasının temel unsurları Hükümetin 2009-2001 dönemini içeren Katılım Öncesi Ekonomik Program ve 2010-2011 dönemine ilişkin Orta Vadeli Ekonomik Programı uzun süre geciktirerek yayımlamasının mali politikada belirsizliğe yol açtığı ifade edilen raporda, Eylül 2009’da açıklanan Orta Vadeli Ekonomik Programın mevcut global kriz koşulları ve ekonomiyi iyileştirme çabalarını birlikte ele aldığı belirtilmektedir. 2008 sonu ve 2009 ikinci yarısından itibaren açıklanan çeşitli ekonomi destek paketlerinin, mali istikrar ve daha güvenilir bir yapı, iyi iletişim ve koordinasyon ortamında işlerlik kazanabileceği belirtilmektedir. Söz konusu olumlu ortamın büyümede yeniden artış kaydedilmesi halinde önem kazanacağı ifade edilmektedir. Geçen yıl da ifade edilen, “ekonomi politikalarına ilişkin karar alma esasları üzerinde varılmış olan görüş birliğinin sürdürüldüğü” belirtilmekle birlikte, hükümetin ekonomi politikalarında kaydettiği gelişmeleri, daha iyi planlama, koordinasyon ve iletişimle desteklemesi gerektiği belirtilerek halen bu alanlarda bir ölçüde eksikliğin var olduğu ima edilmektedir. Makroekonomik istikrar Bu bölümde geçen yıldan bu yana yaşanan gelişmelere yer verilerek, dünyada yaşanan global krizin Türkiye’de etkili olduğu, ancak, ekonomik daralmanın 2009’un ilk çeyreğinde en yüksek noktaya ulaştıktan sonra 2009 ortasından itibaren ekonomik göstergelerde iyileşme görülmeye başlandığı belirtilmektedir. Krizin ekonominin hemen bütün sektörlerini olumsuz etkilediği belirtilen raporda, üretimin sanayide, başta otomobil ve elektrikli araçlar olmak üzere iç ve özellikle dış talep daralmasıyla Mart 2009’dan itibaren gerilediği açıklanmaktadır. Cari işlemler açığının global krizle birlikte enerji fiyatlarındaki düşüş ve ithalatın azalmasının etkisiyle fazla sorun olmaktan çıktığı ve Temmuz 2009’da GSYİH’nın %1,5’u düzeyinde kaldığı, ancak ABD Doları cinsinden petrol fiyatlarındaki artışın gelecek aylarda cari işlemler dengesine baskı yapabileceğine de işaret edilmektedir. Global likidite düzeyinde düşüşe karşın Türkiye’nin uluslararası sermaye piyasalarına yeterli düzeyde erişim sağlayabildiği ve dış borçlarını rahatlıkla karşılayabildiği belirtilmektedir. Yabancı sermayenin yarıya inerek GSYİH’nın %1’i düzeyinde kaldığı, özel sermayenin dış borç 20 tutarının makul düzeyde bulunduğu ve piyasa beklentilerinin üzerinde performans gösterdiği gözlenmektedir. Ödemeler dengesinin dengeleyici unsuru olan ve geçmişte döviz kurlarındaki dalgalanmalar için kullanılan net hata ve noksan kaleminin kümülatif olarak 10 milyar Avro’ya ulaştığı, dış finansman gereksinimlerinin büyük bölümünü karşıladığı ifade edilmektedir. Türkiye’nin dış borcunun 2008’in son çeyreğinden 2009’un ilk çeyreğine kadar nominal olarak %5 düştüğü ve halen GSYİH’nın %40’ı düzeyinde bulunduğu ve düşüş eğiliminde olduğu, toplam borçların üçte ikisi dolayında olan özel sektör dış borcunun da düşüş eğiliminde bulunduğu belirtilmektedir. Uluslararası finansmana erişim kanallarının kamu ve özel sektör için açık olduğuna da işaret edilmektedir. Artan işsizlik oranına vurgu yapılan raporda, ekonomik yavaşlama nedeniyle işsizlik oranının 2008’in ortasından itibaren %9,5’ten 2009 ortasında %13’e çıktığı belirtilmektedir. Çalışma çağındaki nüfusun hızla artmasının mevcut kriz ortamında istihdam yaratmada önemli bir sorun olduğu da açıklanmaktadır. Yıllık enflasyon oranının, kısmen düşük enerji fiyatları ve daralan iç talep nedeniyle enflasyon hedefleriyle uyumlu olarak, geçen yıl %11,8’den Ağustos 2009’da %5,3’e indiğine işaret edilen raporda, Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi politikasını sürdürdüğü ve iç koşullar sayesinde geçmiş yıllara göre hedeflemeye daha sadık kalabildiği belirtilmektedir. Merkez Bankası’nın, faiz oranlarını Kasım 2009- Eylül 2009 döneminde aşağı çekerek ve finans sistemine likidite enjekte ederek kriz ortamında zamanında ve yerinde hareket ettiği vurgulanmaktadır. Bütçe açığının 2008’de hedeflenen düzeyin 1 puan üzerine çıkarak GSYİH’nın %2,2’sine ulaştığı açıklanmaktadır. 2009’un ilk 8 ayında yıllık bazda bütçe gelirlerinin sabit düzeyde seyrettiği belirtilirken, hükümetin çeşitli mali destek paketleriyle bütçe harcamalarının %21 arttığına işaret edilmektedir. Söz konusu desteklerin bir kısmının yerel seçimler arifesinde hane halkına ve yerel idarelere yardım şeklinde doğrudan teşvik niteliğinde olmasına karşın bir kısmının ise vergi indirimi ve yatırım destekleri şeklinde olmaları itibariyle ekonomik krizle mücadele hedefinde daha etkili olduklarına işaret edilmektedir. 2001 krizinden sonra mali istikrar politikaları sayesinde düşen kamu borcunun, 2008’de GSYİH’nın %39,5’i düzeyinde sabit kalmasına karşılık 2009’un ilk yarısında %10 dolayında arttığı ve Hükümetin Orta Vadeli Programında açıklandığı üzere 2009 bütçesinde bütçe açığının GSYİH’nın %6,6’sı olarak tahmin edildiği belirtilmektedir. Geçen yılki raporda, bütçede hesap verilebilirlik, etkinlik ve şeffaflığın sağlanmasına ilişkin birtakım çalışmaların yapıldığı ve bunların sürmekte olduğu belirtilirken “bazı unsurların halen eksik olduğu”na işaret edilmiştir. Bu yılki raporda da söz konusu prensiplerin geliştirilmesine yönelik olarak “bazı unsurların halen eksik olduğu” ifadesi tekrarlanmakta ve daha önce açıklanan, bütün idarelerin faaliyetlerinin Gelir İdaresi çatısı altında birleştirilmesinin henüz uygulamaya geçirilmediğine işaret edilmekte, ayrıca, mali şeffaflığın artırılmasına yönelik alınmış önlemlerin askıda tutulduğu ve sürecin tersine çevrildiğine işaret edilmektedir. Ancak genel olarak, geçen yıl da belirtildiği üzere “son yıllarda Türkiye ekonomisinin güçlü bir istikrar programı gerçekleştirdiği” ve sağlam ekonominin yapısal reformlarla da desteklendiği belirtilmektedir. Reel ekonominin finansal krizden ciddi şekilde etkilendiği ancak, geçmişte gerçekleştirilmiş olan düzenleyici ve denetleyici reformların olumlu etkisini gösterdiği ve ülke genelinde derin bir finansal krize girilmesinin önlendiği vurgulanmaktadır. 21 Bununla birlikte, daha sağlam ve güvenilir mali dayanak noktalarının eksikliği ve 2009’un başından bu yana krizle mücadele amacıyla harcamalardaki artışların belirsizliği artırdığı ve bunun ekonomik toparlanmayı olumsuz etkileyebileceğine işaret edilmektedir. Sonuç olarak, mevcut ekonomi politikasının son aylarda olumlu etkisinin görülmesine karşın geçen yıl da ifade edildiği gibi, “makroekonomik istikrarın şoklara karşı kırılganlığının sürmekte olduğu” belirtilmektedir. Piyasa güçlerinin etkileşimi Geçen yıla kıyasla, 2009 yılın ilerleme raporunda, piyasa güçlerinin etkileşimi konusu üzerinde daha az durulmuştur. Bu yılın ilerleme raporunda, sadece özelleştirme alanı ele alınırken, önceki raporda düzenleyici ve denetleyici kuruluşların bağımsızlığı ve fiyat serbestleştirilmesi konularına önemli bir yer ayrılmıştı. Geçen yıl olduğu gibi, özel sektörün GSYIH’ deki payı 2009 yılın ortasında yaklaşık %89 ile fazla değişmemiştir. Özelleştirme idaresi, dört bölgesel elektrik dağıtım ağlarını özelleştirme adına yürütmüş olduğu ihale işlemlerini tamamladığı belirtilmişti ancak birinin Devlet Konseyi tarafından ertelenirken bir başkası ise iflas etmiştir. Kamu bankaları alanında özelleştirmede ilerleme kaydedilmediğine dikkat çekilmiştir. 2009 yılın ilerleme raporunda, piyasa güçlerinin etkileşim alanında bazı ilerlemeler kaydedildiği vurgulanmıştır. Özelleştirme, dış ortamdaki kötüleşme nedeniyle daha yavaş bir hız ile olsa da ilerleme göstermiştir. Pazara giriş ve çıkış Geçen yıla göre kıyasladığımızda, yeni lisanslar halen verilmediği için, bankacılık ve sermaye piyasalarına giriş, satın alma ve birleşmeler sınırlı kalmaya devam etmektedir. Deniz ulaştırması, sivil havacılık, yer hizmetleri, kara ulaştırması, radyo ve TV yayıncılığı, enerji, muhasebe ve eğitim alanlarında yabancı mülkiyete yönelik sektörel kısıtlamaların kaldırılmasında ilerleme kaydedilmemiştir. İş ortamında özellikle yeni iş kurma prosedürlerinde bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Bazı alanlarda, gümrük işlemlerini hızlandırmak amacıyla yeni bir yönetmelik yayımlanmıştır. Ancak lisans prosedürleri, piyasadan çıkış ve iflas prosedürlerinin etkinliği konularında hala zorluklarla karşılaşılmaktadır. Geçen yıl göre, pazara giriş ve çıkış alanında bir miktar ilerleme kaydedilmişti. Ancak, bu yıl, piyasa girişinde ilerleme kaydedilirken piyasa çıkışında hala engeller bulunduğu vurgulanmıştır. Yasal sistem 2009 yılında da, bir önceki ilerleme raporu ile aynı konulara ve sonuçlara varılmıştır. 2008 yılında da belirtildiği gibi mülkiyet haklarının düzenlenmesi de dahil olmak üzere, yeterince iyi işleyen bir yasal sistem mevcuttur. Ancak geçtiğimiz yıllar içinde önemli ilerleme kaydedilmemiştir. Fakat geçen yıla kıyasla, 2009 yılının ortasında hükümetin yargı reform stratejisi ve eylem planını açıklayarak bu alandaki yeni öncelikleri belirtmesi ile önemli bir ilerleme gerçekleşmiştir. Ancak, geçen yıla kıyasla, Türkiye’de bir gayrimenkulün kaydedilmesi konusunda bir gelişme görülmemiştir çünkü hala Türkiye’de, bir 22 gayrimenkulün tescili için 6 işlem ve 6 gün gerekmektedir. Geçen yıla göre, ticari sözleşmelerin uygulanması, ortalama 36 yerine 35 işlem ve halen 420 gün gibi uzun bir süreç gerektirmektedir. 2009 yılı ilerleme raporunda da ticaret mahkemeleri hakimlerinin yetersiz uzmanlaşma düzeyinin uzun mahkeme süreçlerine neden olmaya devam ettiği vurgulanmıştır. Bilirkişi sistemi, paralel bir yargı sistemi olarak işlev görmeye devam ettiği ancak genel kalitenin iyileştirilmesine yardımcı olmadığı tekrar dile getirilmiştir. 2009 yılı ilerleme raporunda, anlaşmazlıkların mahkeme dışı çözülmesi mekanizmalarının kullanımının hala düşük olmasına dikkat çekilmiştir. 2009 ilerleme raporunda geçen sene de vurgulandığı gibi yasal ortamın pratik sınırlamalar yaratmaya ve daha iyi bir iş ortamının sağlanmasında engel teşkil etmeye devam ettiği sonucuna varılmaktadır. Mali sektör gelişimi Türkiye’de banka sektörünün, bu küresel mali kriz sürecinde dayanıklılığını gösterdiği vurgulanmıştır. Bu özellikle son yıllarda düzenleyici ve denetsel çerçevede gerçekleşen ilerlemeler sayesinde olmaktadır. Rapora göre mali sektörün sağlam risk oranları sağlam devam etmiştir. Ayrıca, banka sektörünün, Merkez Bankası’nın likidite önlemleri ve borçların sınıflandırılması ile ilgili koşullar gibi bazı düzenlemelerin yumuşatılmasından faydalandığı belirtilmiştir. 2008 yılı ilerleme raporunda, yeni Türk Ticaret Kanunu’nun yasalaşmasının bir öncelik oluşturduğu vurgulanmıştır. Ancak 2009 yılı ilerleme raporunda, mali sektör gelişimi konusu ele alındığında, Türk Ticaret Kanunu’na değinilmemiştir. Mali sektördeki payının %70’ten %77’e çıkması ile banka sektörü daha da önem kazanmıştır. Sigorta sektörü ise mali sektördeki payında bir az düşüklük görünmüştür. 2008 yılında özellikle banka sektöründe, mali aracılık faaliyetlerinde artış kaydedilmişken 2009 yılının ilk yarısında önemli azalmalar meydana gelmiştir. 2008 yılında beri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (IMKB)’de önemli bir düşüş kaydedilmiştir. Gecen yılın ilerleme raporunda da belirtildiği gibi, bankacılık sektöründeki yoğunlaşma geçtiğimiz yılın seviyesinde olup, en büyük 5 ve 10 kredi kuruluşunun bankacılık sektöründeki payı sırasıyla %60 ve %83’tur. Genel olarak, bu yılın zor kriz şartlara rağmen, mali sektör takdire şayan bir dayanıklılık sergilemeye devam etmektedir. 3.2 Birlik içinde rekabetçi baskı ve piyasa güçleri ile baş edebilme kapasitesi İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı Yaşanan sert ekonomik krize rağmen, 2009 yılı ilerleme raporunda da, makroekonomik istikrarın geniş anlamda korunmuş olduğu vurgulanmıştır. Geçen yıl, finans piyasasındaki çalkantı ve iç siyasi gelişmeler iş ortamına bir miktar belirsizlik getirmişti. Bu sene ise, finans piyasasındaki stres ve mali dayanak eksikliğinin getirdiği belirsizliğe rağmen, ekonominin şoklara karşı dayanıklılığını göstermeye devam ettiği belirtilmiştir. 2008 yılındaki ilerleme raporunda şirketlerin piyasaya girişleri ve çalışmaları önündeki idari engellerin azaltılmasının da yer aldığı bazı girişimler sayesinde yatırım ortamının iyileştiği belirtilirken, 2009 yılının ilerleme raporunda özellikle orta vadede tutarlı ve uyumlu bir politika çerçevesi olmaması nedeniyle, yatırım ortamının küresel ekonomik ve mali krizlerden etkilendiği altı 23 çizilmiştir. Her şeye rağmen bu gelişmeler piyasa mekanizmasının işlemesine bir engel teşkil etmemektedir. Böylelikle, Türkiye işleyen bir piyasa ekonomisi olmaya devam etmektedir. İnsani ve fiziksel sermaye 2009 yılı ilerleme raporunda, eğitim kalitesinin, ilerlemeler kaydedilmesine rağmen hala önemli bir sorun teşkil ettiği vurgulanmıştır. Eğitimin her düzeyinde, okullara kayıt oranında artışlar kaydedilmektedir ancak yüksek öğretimdeki kayıt oranı halen uluslararası standartlara göre düşük kalmaya devam etmektedir. Bu son ilerleme raporunda, genel anlamda, kayıt oranına ilişkin biraz daha olumlu bir tablo çizilmiştir. Geçen sene de olduğu gibi, iş piyasalarındaki arz ve talep güçleri arasındaki uyumsuzluk vurgulanmaya devam edilmektedir. Geçen yıl, bunun büyük ölçüde hem tarım sektöründen uzaklaşılmasından hem de yetersiz eğitimden kaynaklandığı öne sürülmüştü. Bu yıl sadece yetersiz eğitim kaynak olarak gösterilmektedir. Geçen yılın ilerleme raporu ile kıyaslandığında, bu sene işgücü piyasasının durumu ele alınmamıştır. Oysa, 2008 yılı ilerleme raporunda, işsizlik sigortası, gençlerin, kadınların, özürlülerin istihdamı, kayıt dışı istihdam gibi konulara yer verilmişti. Toplam yatırımın GSYİH içindeki payında 2007 yılında %21,5’ten 2008 yılında % 22,1’ye doğru artış görülmüştür. Ancak kriz nedeniyle, bu sene özel yatırımlarda düşüş kaydedilmiştir, kamu yatırımlarında ise, mali destek paketi sayesinde artış görülmüştür. Elektrik şebekelerinde gerçekleşen özelleştirme sayesinde doğrudan yabancı sermaye girişinde 2009 yılının ilk çeyreğinde olumlu sonuçlar ortaya çıkmıştır. Geçen yılın ilerleme raporunda olduğu gibi, altyapı yatırımlarının, kamu maliyesinin güçlendirilmesi ihtiyacı ve düşük öncelikli harcamaların kısılmaması nedeniyle engellendiği tekrar dile getirilmiştir. Yetersiz altyapının ekonomik faaliyetleri artan oranda etkilemeye devam etmekte olduğunun altı çizilmiştir. Ancak altyapılarda özellikle yol ve petrol boru hatlarında sınırlı olsa da ilerlemeler kaydedilmiştir. En önemli örnek ise Nabucco projesidir. Ankara ve Eskişehir arasında hızlı tren hattının işlemeye başlaması da olumlu bir gelişme olarak not edilmektedir. Geçen raporda bahsi geçen Güneydoğu Anadolu Bölgesi Projesi’ne olağandışı ekonomik kriz yüzünden yatırımcıların ilgisini kaybettiği belirtilmiştir. Bu arada, 2008 yılı ilerleme raporunda, Avrupa Yeniden İmar ve Kalkınma Bankası (AYİKB)’nin Türkiye’ye destek verme kararı verdiği belirtilmişti. Ancak, bu son ilerleme raporunda, bahsi geçen destekle ilgili herhangi bir atıfta bulunulmamaktadır. Genel olarak, ekonomik krizin beraberinde ortaya çıkan zorluklara rağmen, ülkenin insani ve fiziksel sermayesinde ilerlemeler kaydedilmiştir. Nabucco projesinin imzalanması ekonomik ve stratejik kalkınma açısından önemli bir adım oluşturmaktadır. Sektör ve işletme yapısı Raporda, düzenleyici ve denetleyici ajansların bağımsızlığının büyük ölçüde korunduğu belirtilmektedir. Geçen yılın ilerleme raporunda, tarımdan sanayiye ve hizmetlere yönelik 24 sektörel kaymanın devam ettiği ifade edilirken, bu yıl ekonomik faaliyetlerde meydana gelen yavaşlamadan dolayı, sektörel kaymanın geçici olarak ters yönde etki yaptığı tespitinde bulunulmaktadır. Piyasa serbestleşmesi, tarım sektöründe değil enerji alanında ilerleme kaydetmiştir. İstihdamda tarım ve hizmetler sektörlerinin paylarında artış görünürken, sanayi ve inşaat sektörlerinde bir düşüş meydana gelmiştir. Türkiye’deki KOBİ’lerin kalitesi düşük kalmaya devam etmektedir. KOBİ’lerin mali kaynaklara erişim imkânlarını geliştirmek için çeşitli inisiyatifler alınmıştır. Ancak, Şubat 2009’da banka sektörünün toplam kredilerinde KOBİ’lerin payı düşmüştür. Geçen yılın ilerleme raporunda vurgulanmış olduğu gibi, başta KOBİ’ler olmak üzere tüm iş sektörlerinde kayıt dışılık yaygın olmaya devam etmektedir. Bu sebeple, kayıt dışı ekonomi ile mücadele eylem planı kabul edilmiştir. Yetkili makamlarca Mayıs 2009’da onaylanan yeni mevzuat ile KOBİ destek örgütü KOSGEB’in sadece üretim yapan KOBİ’lere değil ticaret ve hizmet sektörlerinde faaliyette bulunan girişimlere de destek vermesine olanak tanınmıştır. Bunun yanında teşvik paketi dahilinde krizin KOBİ’lerin mali kaynakları üzerindeki etkisini gidermek için KOBİ’lere yönelik yeni bir garanti fonu oluşturulmuştur. Geçen yılın ilerleme raporunda, özelleştirme alanındaki gelişmelerle ilgili konulara dikkat çekilmişti ancak bu yılın ilerleme raporunda bu konuya değinilmemiştir. Genel olarak, ekonomik kriz, KOBİ’lerin mali kaynaklara erişme imkânlarını zorlaştırmakta ve Türkiye’nin sektörel dönüşümünün yavaşlamasına sebep olmaktadır. Devletin rekabet edebilirlik üzerindeki etkisi 2009 yılında da, bir önceki ilerleme raporu ile aynı konulara değinilip aynı sonuçlara varılmıştır. Devlet yardımları alanında kayda değer bir ilerleme olmadığı belirtilmiştir. 2009 yılı ilerleme raporunda karar alma sürecinde şeffaflığın hala düşük olduğunu vurgulanmıştır. Geçen yıl olduğu gibi bu sene de yeni Türk Ticaret Kanunu’nun kabulü ertelenmiştir. 2009 raporunda da, sapmanın azaltılması için devlet yardımlarının ve destekleme politikalarının şeffaf biçimde izlenmesindeki eksikliğin, ekonomideki rekabet ve rekabet edebilme gücü üzerinde ters yönde etki yapmaya devam etmekte olduğu ifade edilmiştir. Kamu alımları politikalarının mevzuattaki istisnalardan olumsuz etkilenmeye devam etmekte olduğuna dikkat çekilmiştir. Genel olarak, devlet müdahalesinde şeffaflık eksikliği rekabeti ve rekabet edebilme gücü olumsuz etkilemiş olabileceğine dikkat çekilmiştir. AB ile ekonomik bütünleşme GSYİH’nın yüzdesi olarak mal ve hizmet ihracatının toplam değeri cinsinden ölçülen Türk ekonomisinin dışa açıklığı 2007 yılına göre farklılık göstermemiş ve 2008 yılında GSYİH’nın yüzde 48’ine tekabül etmiştir. Ancak, AB’ye yapılan ihracatın payı 2008 yılında sadece %5 artmışken diğer ülkelere yapılan ihracat -özellikle doğu ve kuzey komşu ülkelerle olan ihracat payı- %49 artmıştır. Bu yıl sadece Türkiye’nin ihracatının %48’i AB’ye gitmiştir, oysa geçen yıl bu oran %56 idi. 2008 yılında AB’den yapılan ithalat ise sadece %9 artmışken, diğer 25 ülkelerden yapılan ithalat % 25 artış göstermektedir. 2008 yılında AB’nin payının düşmesi büyük olasılıkla küresel krizin AB piyasalarındaki talebe etkisiyle ilgilidir. 2009 yılı raporunda, Türkiye’nin AB piyasasına daha az bağımlı olup yeni piyasalara yönelmekte olduğu vurgulanmıştır. Ancak doğrudan yabancı sermayenin Türkiye’ye giriş miktarının önemi, Türkiye ve AB arasındaki güçlü ekonomik karşılıklı bağımlılığı simgelemeye devam etmektedir. AB ülkelerinden kaynaklanan sermayenin payı 2008’de %75 iken, bu oran 2009 yılının ilk aylarında %88’e yükselmiştir. Geçen yıla göre, bu oranlarda yükselme kaydedilmiştir. Genel olarak, AB ile olan ticari ve ekonomik entegrasyon önemini korumaktadır ancak bu yıl Türkiye’nin aynı zamanda esneklik gösterip yeni piyasalara yöneldiği ve bu şekilde krizin etkisini kısmen giderdiği vurgulanmaktadır. Raporda genel olarak, birim işgücü maliyetlerinin işgücü verimliliği ile benzer bir hızda arttığı tespitinde bulunulmaktadır. 2008 yılı ilerleme raporunda hiç bahsi geçmeyen ihracat fiyatı rekabet edebilirlik göstergesinde bu yıl önemli derecede ilerleme kaydetmiştir. Bunun nedeni ise Türk lirasının Avro’ya ve dolar’a karşı değer kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Rapora göre, Türk lirasının kur oranı Eylül 2009’a kadar, nominal değerler üzerinden yüzde 50 ABD doları ve yüzde 50 Avro’dan oluşan bir sepet karşısında yüzde 15 değer kaybetmiştir. Efektif olarak Türk lirası yüzde 13 oranında zayıflamıştır. Bu yılın raporunda Türkiye’nin diğer önemli ticari ortaklarına karşın fiyat ve maliyet açısından rekabet edebilirlik alanında kazanç sağladığı vurgulanmıştır. 26