1 SÖYLEŞİ Roza: İki nehrin ülkesi Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:104 30 Mayıs - 05 Haziran 2016 S:16 bas-haber.com Kongre sonrası AKP: ur d .o rg Yeni AKP’de yenilik var mı? S:13 rs iv ak Barzani: Bağımsızlığa hazırız S:04 - 05 .a HDP, AYM’ye başvurdu: w w Rakka zaferi kimin olacak? w IŞİD’in Suriye’deki başkenti Rakka’ya yönelik başlayan operasyon 3 koldan devam ederken, operasyonun siyasi yankılarının askeri boyutlarından daha karmaşık olduğu ortaya çıktı. Ankara - Washington ilişkilerini de zorlayan operasyonun Rakka’nın kuzeyi ile mi sınırları olacağı, kentin tümünü mü kapsayacağı net değil. Uluslararası ve bölgesel güçler, YPG’nin merkez kuvvetini oluşturduğu Rakka Operasyonu’ndan farklı beklentiler içerisinde. ABD’de Demokratlara bir seçim zaferi lazım iken, Esad, IŞİD’i çökerterek iktidarını pekiştirme peşinde, Kürdlerin Rakka sonrası hesaplarında ise Cerablus kapılarına dayanmak var. S:02 - 03 Prof. Ferhad İ. Seyder: Rakka Kürdlerin meselesi değil “Rusya PYD’yi Cenevre’ye götüremedi. PYD’yi Suriye muhalefetinin bir tarafı olarak koyamadılar. Onların PKK’ye desteği çok zayıf ve zaten PKK’nin güçlenmesini istemiyorlar. PKK’nin stratejisi şu an kendisini ABD’nin partneri olarak göstermektir.” S:08 - 09 Referandumdan kaçış MESUT YEĞEN Çözüm yerli Pegida değildir! s03 BİLAL SAMBUR s05 Türkiye’de yeni dönem: Dokunulmazlıklar mahkemelik S:14 Yeni hükümetten sert mesajlar Başkanlık çare olacak mı? Ufukta barış görünmüyor S:06 - 07 Totalitarizmin sıradanlığı FERHAT KENTEL S:12 Marksizmin en zayıf halkası s07 ABDULLAH KARATAY s11 02 MANŞET BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran 22016 Rakka zaferi kimin olacak? Rakka’yı kim yönetecek? Rakka IŞİD’den geri alındıktan sonra kentin yönetimine dair ABD ve Kürd güçlerinin ayrı ayrı planlar içerisinde olduğu izlenimi verilse de operasyona katılan Rakka Araplarının Rakka’yı bırakmayacağı yönünde bölgeden bilgiler geliyor. Uluslararası Koalisyon Sözcüsü Albay Steve Warren, IŞİD’den kurtarılan bölgelerin güvenliğinin sağlanmasının birinci öncelikleri olduğunun altını çizmesi kafalardaki Rakka düşerse kenti kim yönetecek sorusuna, hayati derecede önem kazandırıyor. Oluşturulan ittifak içerisindeki dengenin iyi kurulması gerektiğini, IŞİD’in elinden alınan bölgelerdeki nüfusun etnik ve mezhepsel eğilimlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğine de dikkat çeken ABD Dışişleri Sözcüsü Mark Toner, SDG’nin yüzde 60’ının Kürdlerden yüzde rg iv ak ur d .o .a rs göre, ABD destek vermeyecek ancak engel de olmayacak, ‘Kendiniz girerseniz de karışmayız’ dedikleri yönünde. Bir tarafta seçimlerden önce Rakka ve Musul’da zafer elde etmek isteyen Amerikan tarafı, diğer tarafta seçimden sonra yeni aktörlerin ortaya çıkmasıyla Kürdler aleyhine gelişecek olası yeni siyasi dengeler. Kürdler bu ihtimale karşılık kendi planlarına göre ABD seçimlerinden önce kendisine biçtiği rolü oynayabilecek mi? Bu gelişmeler ışığında sorularımızı bölgede yaşayan ve bölgeyi izleyen siyasilere ve akademisyenlere yönelttik. ENKS üyeleri Eli Remi ile Eli Enver Naso, ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun Orhan, TOBB Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Burak Bilgehan Özbek, gazeteci Mustafa Bali, KBY Rojava Masası Şefi Mustafa Şefik, Peşmerge Komutanı Sait Çürükkaya, gazeteci Mutlu Çiviroğlu ve Kobanê Kantonu Eski Dışişleri Bakanı İdris Nassan BasHaber’in sorularını yanıtladı. w YPJ’li kadın komutan yönetiyor IŞİD’in Suriye’deki başkenti olarak tabir edilen Rakka’ya yönelik operasyon ise 3 koldan devam ediyor. 12 bin savaşçının yer aldığı operasyonun başında ise YPJ komutanı Rojda Felat var. Rakka’ya 50 km öteden başlatılan operasyonun aşamalı olarak 4 km uzunluğunda, 15 km genişliğindeki bir alanı kapsadığını açıklayan Rojda Felad, Rakka ve çevresinde yaşayan halkların isteği üzerine hamleyi başlattıklarını, koalisyonun hava desteği ile zafere ulaştıracaklarını söyledi. YPG’nin kontrolündeki Tel Abyad’a bağlı Ayn İsa kasabasından 3 koldan başlatılan operasyona Rakkalılardan oluşan Ahrar Rakka ve Liva Tahrir Tugayları eşlik ediyor. Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) öncülüğündeki SDG’ye ABD’nin verdiği hava desteğiyle Rakka’nın kuzeyinde başlattığı operasyonun, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel’in Kobanê ve Ankara temaslarının ardından start alması ise dikkatlerden kaçmadı. Londra merkezli İnsan Hakları Gözlem Örgütü SDG’nin IŞİD’i aralıksız ağır silahlarla vurduğunu açıklarken, SDG’ye bağlı bir komutanın Rakka’ya bağlı en az 6 köy ve bazı alanların geri alındığını cephenin Rakka’ya 60 km mesafede olduğunu duyurdu. 40’ının ise Araplardan oluştuğunu ifade etse de uzmanlar önümüzdeki günlerde yeni bir Kürd – Arap gerginliğinin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Rakka’yı ele geçirmek isteyen Rakkalı Arapların şehri ele geçirmek için YPG’ye ihtiyaç duydukları gizlenmezken, ele geçirdikten sonra ortaya çıkan gerilimin boyutlarına dair yapılan değerlendirmeler Arapların daha avantajlı olduğu yönünde. Analistler, Rakka’nın Araplara ait olduğunu, YPG’nin tabanının Rakka’da yüzde 3’e tekabül ettiğini, YPG’nin sahip olduğu askeri güç sayesinde Rakka’daki varlığını ABD’nin alacağı pozisyonun belirleyeceğini ileri sürüyor. Rojava Federasyonu’na dahil edilmese bile Rakka’nın yönetiminde pay sahibi olacağı, tek başına Rakka’yı kontrol etmesinin mümkün olmadığı iddialarının yanı sıra en çarpıcı değerlendirme ORSAM Dış Politika Uzmanı Oytun Orhan’dan, “Oradaki Araplar YPG ve IŞİD’i desteklemiyor. İkisinden biri olacaksa IŞİD olsun” diyeceklerdir diyor. w R ojava’da uzun bir zamandır Efrin ile Kobanê’yi birleştirmek için Cerablus hattına operasyon yapmaya hazırlanan Kürd güçleri bir anda yönlerini Rakka’ya çevirdiler. Rakka Operasyonu kamuoyuna ‘ABD ve Suriye rejiminin isteği’ biçiminde yansıtılırken, ABD’de Demokratların seçimler öncesi zafere olan ihtiyacı yorumlarına sebep oldu. Rakka Operasyonu’nun üreteceği sonuçların Esad Rejimi’ni memnun edeceği, ABD’de ise demokratların seçimlerden önce iç kamuoyuna zafer yatırımı olarak sunulacağına kesin gözüyle bakılırken, operasyon öncesinde kapalı kapılar ardında ne tür anlaşmaların yaşandığı, Kürdlerin elde edeceği kazanımları ifade eden yeterli ipuçları vermemekte. Suriye ve ABD açısından böyle olsa bile Türkiye, İran ve Rusya’nın yaptığı açıklamalarda bölge devletleri ve uluslararası güçlerin Rakka Operasyonu’ndan birbirinden farklı beklentiler içerisinde olduklarını onaylar nitelikte. Ancak operasyonun Pentagon - YPG ilişkisi üzerinden yürütülmesinin Türkiye’de yarattığı rahatsızlık ile Ankara-Washington ilişkilerinin gerilmesi operasyonun kendisinden daha önemli bir konu haline gelmesi dikkat çeken gelişmelerden oldu. Türkiye’nin Rakka Operasyonu karşısında ABD’ye yaptığı eleştiriler, Pentagon’un YPG ile iş birliği yapması boyutuna ilişkinmiş gibi gözükse de, Kürd - ABD işbirliğinin seçim yatırımından daha fazlası olduğu; ilk defa ABD’li siyasi bir temsilcisinin YPG ile ilgili görüşlerini direkt ifade etmiş olması farklı ve yeni boyut olarak değerlendirilmekte. Toner: YPG, PKK’den farklı bir oluşum Rakka Operasyonu’na YPG’nin varlığını gerekçe göstererek tepki koyan Türkiye’nin tavrı ise Wahsington - Ankara ilişkilerini germeye devam ediyor. “YPG ile çalışmaya devam edeceğiz” diyen ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in, Ankara’nın PKK ile YPG ilişkisi hakkındaki rahatsızlığına vurgu yaparken, “Bazı bağların olduğunu göz ardı etmiyoruz, PKK ve YPG arasında kategorik olarak hiçbir bağ yoktur diyemeyiz ancak, YPG, PKK’den farklı bir oluşum“ demesi, Washington’un sahada YPG’nin varlığına verdiği önemi ifade etmesi şeklinde yorumlanıyor. ABD askerlerinin YPG arması takmasına ilişkin Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “O zaman onlara tavsiyemiz Suriye’nin diğer bölgelerine gittikleri zaman IŞİD’in, El Nusra’nın, El Kaide’nin armasını taksınlar” tepkisi hatırlatılan Toner, ABD’nin YPG’yi PKK ile eşit tutmadığını belirterek, “Birlikte çalışmaya devam edeceğiz, YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı etkili bir güç olduğunu düşünüyoruz, operasyonel ve tavsiye şeklinde destek vermeye devam edeceğiz. Türkiye, YPG hakkındaki düşüncelerini açık bir şekilde söyledi. Biz de aynı şekilde söyledik. Türkiye’nin kaygılarını anlamakla birlikte, SDG’nin bir parçası olarak YPG ile çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu. Operasyonlar sırasında ABD askerlerinin YPG üniforması giymesi ve fotoğraflarının basına yansıması üzerine çıkan tartışmalara dahil olan ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü Peter Cook ise, ABD güçlerinin Suriye Demokratik Güçleri’ne danışmanlık için bölgede bulunduğunu ve çatışmalara girmediğini, özel harekat birliklerinin belli bölgelerde güvenliklerini sağlamak için yerel silahlı güçlerin arasına karışabileceğini ifade etti. ABD’li General Joseph Votel’in Ankara’ya gelerek Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Gülen ile görüştüğü, Türk tarafı ile ABD - YPG işbirliğinin konuşulduğu, Gülen’in YPG ile işbirliğinden duydukları rahatsızlığı ilettiği ve “YPG yarın sizi yolda bırakırsa şaşırmayın” dediği öne sürülüyor. alternatifsiz oldukları yönünde. Bunun Kürdlere faydası ne olacak ne olmayacak bu ayrı bir tartışma konusu ancak, ABD şimdiye kadar askeri olarak direkt destek verdi ilk defa siyasi olarak destek veriyor. Siyasi anlamda basına verilmiş herhangi bir demeç görülmemiştir. ABD şu an IŞİD savaşında Kürdlerle birlikte bulunmaktadır. Umuyorum ki Kürdler bir hataya düşmezler. Halep, Haseke ve Deyrezor gibi stratejik yerler IŞİD’den tamamıyle temizlenirse otomatik olarak Cerablus düşecektir. Asıl sorulması gereken soru şu: Rakka alındıktan sonra Kürdlerin durumu ne olacak? w Yeter Polat - M. Salih Batırhan Taştekin: Amaç Rakka’ya girmek değil yolu temizlemek Bölgeyi yakından takip eden gazeteci Fehim Taştekin Türkiye’nin, Kürdlere çektiği kırmızı çizgi yüzünden YPG’nin Cerablus’u kurtarma planlarına ABD’nin fren yaptırdığını, gündemde Menbic’in olduğunu ancak Ankara ile yapılan pazarlıkların istenildiği biçimde ilerlemediği için operasyon ağırlık yönünün Menbic’ten Rakka’ya yöneldiğini ifade ederek, “Amaç Rakka şehir merkezine girmek değil Rakka’ya doğru yol temizliği yapmak” diyor. Gazeteci Mutlu Çiviroğlu: ABD’nin alternatifi yok Kürdlerin var SDG ve YPG güçlerinin diğer yönlere doğru da ilerleme ihtimalleri bulunuyor. Önce Minbic ve Cerablus’tan başlamaları fazla reaksiyona yol açacaktı. Bu şekilde karşı çıkışların önünü aldı. ABD - PYD arasında bir ittifak yaşanacağını yönünde göstergeler mevcuttur. İlişkilerin daha da ilerleyeceğini düşünüyorum. ABD Suriye’de var olmak istiyorsa, Kürdlere ihtiyacı var ve hiçbir güce Kürdler kadar bel bağlayamaz. Kürdlerin alternatifi var ancak ABD’nin alternatifi yok. ABD desteği olmadan Cerablus’a girilecek mi? Rakka operasyonun olası başarı ile sonuçlanmasının ardından bir sonraki aşamada Kürdlerin hedefindeki Cerablus hattına ilişkin merak edilen konu, Kürdler ABD desteği olmadan Cerablus’a girecek mi? Girerlerse ABD buna engel olur mu? Yapılan değerlendirmelere ENKS üyesi Eli Enver Naso: Yeni bir harita çizilmek isteniyor Rakka’nın kuzeyi kurtarılacak. Cizire bölgesinde tehlike var. Gelen son bilgilere göre Demokratik Güçler Rakka’nın kuzeyinden çekildi. Silahlar Kürd bölgesinden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar iyi olur. Yönümüzü oralara vermek yerine öncelikle kendi bölgelerimizi korumak MANŞET BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 3 SÖYLEŞİ ve yönetmek zorundayız. Görüyoruz ki bu süreç Arap ve Kürdler arasındaki çelişkileri daha da arttıracak. Rakka halkı daha fazla bölgelerinin özgürleştirilmesini istiyor. Kürdleri bu savaşta kullanmaları demek savaşın bizim sınırlarımızda sürmesi demek ve bu da bizim topraklarımızda yeni tehlikelerin oluşmasına yol açar. Suriye’nin durumu net değil, asıl mesele Ortadoğu’nun haritasının yeniden şekillenmesidir. IŞİD’i yaratanlar Sykes - Picot döneminde konulan sınırları ortadan kaldırıp yerine yeni haritalar yapmayı planladılar. Gazeteci Mustafa Bali: Sonra Cerablus! Elimizdeki son bilgilere göre 16 köy kurtarılmış, IŞİD’in ise çok kayıp verdiği yönünde. Rakka’nın içinden gelen bilgilere göre de, Rakka’nın içinde bazı değişiklikler yapılıyormuş. 250 civarında ABD askeri operasyonda yer alıyor. Bu operasyon bir iki gün daha sürer, kendilerine belirledikleri sınıra vardıktan sonra operasyonun genişletilmesi için çalışacaklardır. Elimizde net bilgiler olmamakla beraber pratikte görünen durum, Rakka’dan sonra Cerablus’a bir yönelim olacağı. Koalisyon uçakları Rakka’nın kuzeyindeki IŞİD hedeflerini bombalıyor. KBY Rojava Masası Şefi Mustafa Şefik: Kürdlerin pozisyonu ne olacak? Suriye krizinin başladığı günden bugüne kadar ABD direkt olarak Kürd güçlerine ilk defa destek veriyor ve en üst düzeyde temsilcilerle Rojava ve Kobanê’yi ziyaret ettiler. İnanıyorum ki bu savaş planları görüşmelerde taraflarla ortaklaşa hazırlandı. Bundan dolayı ABD eleştirildi, plansız-projesiz olduğu, Peşmerge Komutanı Sait Çürükkaya: Rakka ve Musul’a yönelim paralel olmalıydı Sınırlı bir stratejiyle belirli bir yere kadar ilerleyecekler, IŞİD’in direnişine bakacaklar eğer yeterli bir direniş göstermezse ilerleyebilirler ama direnişle karşılaşırlarsa belirli bölgeleri alıp tehdit olmaktan çıkarıp daha sonra sıkıştıracaklar. Bu savaşı başlatmalarının nedeni Rusya ve Suriye Ordusu’nun ortak bir operasyon yapmasından ziyade, Kürd güçleri ve ABD’nin orayı kendi denetimlerine almak istemeleridir. Musul’da bir karar alınmadan bence orada bir ilerleme sağlanamaz. Yakında Musul’a yönelik birşeylerin olması lazım. Rakka ve Musul’a operasyonlar paralel olarak yürütülmeli yoksa insani kayıp yüksek olabilir. IŞİD’in Cerablus’taki varlığına, Türkiye’nin de içinde olacağı ortak bir çözüm üzerinde durabilirler. Bu durum yenidir. ABD orada ne kadar kalabilir ne yapabilir, zamanla göreceğiz. Irak’ta da aynı şekilde bir operasyon yapılmalı. Ancak bu şekilde IŞİD’de bir kırılma yaşanır. Kobanê Kantonu Eski Dışişleri İdris Nassan: Cerablus ve Minbic de alınacak Bu Kuzey Rakka hamlesidir. Bu aşamada savaş Rakka’nın merkezine doğru gitmeyecek gibi görünüyor. Tecrübeler bunu gösteriyor. Ama ufukta Minbic’i kurtarma operasyonu görünüyor. DSG koalisyon uçaklarının öncülüğünde ve bir kaç yüz ileri düzeyde eğitimli Suriye’de bulunan ABD askeri ile çalışıyor. Tüm okuma ve değerlendirmelerimizi bu göstergeler üzerinden yapmak da doğru değil. Uzun süreli olaylar zaman içerisinde görünüyor hale geliyor. Gelişmeler Cerablus ve Minbic’in de alınacağını söylüyor. ABD ile Kürd güçleri müttefikler. Askeri müttefiklik siyasete de yansıyor. Akademisyen Burak Bilgehan Özbek: Kürdler stratejik olarak özerkliğe yakınlaştı Türkiye’nin korkusu, Kürdlerin bu savaşa katılmasıyla beraber ABD’nin nezdinde daha muteber bir grup olacağı ve dolayısıyla pazarlıklarda daha etkin rolü olacağı. Aynen 2003 senesindeki Barzani-Talabani önderliğindeki Kürd cephesine benzer bir şekilde Demokratik Suriye Güçleri’nin operasyonu eğer başarılı olursa, Kuzey Suriye’de genişletilmiş bir otonomi alacağına ilişkin bir endişe var. Demokratik Suriye Güçleri’nin başarılı olması, ABD’nin operasyonunda önemli bir partner olması, zannedersem Ankara hükümeti tarafından memnuniyetsizlikle karşılanıyor. Bu durum Ankara’nın uzun zamandır tedirgin olduğu, ulus aşırı Kürd milliyetçiliğini de tetikleyebilir. Türkiye’nin tepkisi biraz bundan mütevellit. PYD’nin ve PKK’nın bölgedeki meşruiyeti kırsal devrim ya da üçüncü dünya milliyetçiliğinden değil, sekülerlik ve daha demokratik Batı ile ilişkileri daha kurumsal olan bir yapıyı savunmalarından gelir. Şu anda bu konuda bazı sıkıntılar var uzun vadede realite bunu söyleyecek. Dolayısıyla ABD ile iş birliği yapmak, eğer bölgede özerk bir bölge kurmak istiyorsa, sadece ABD ile değil, Rusya ve AB ile PKK ve PYD için kaçınılmaz bir strateji. ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun Orhan: YPG güçlenirse rejim ile rekabet eder PYD ve YPG’nin önceliği Rakka değil. Öncelikleri Cerablus ve Azaz. Rakka daha çok ABD’nin önceliği. Çünkü ABD oraya daha çok IŞİD ile mücadele perspektifi ile yaklaşıyor. O bağlamda da örgütün güçlü olduğu Rakka’dan temizlenmesi öncelikli. Obama muhtemelen bir zafer ile ayrılmak isteyecektir. Bunun da etkisi var. Ama sadece bununla bağlantılı olduğunu değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü çok uzun zamandır zaten Rakka ve Musul operasyonu sürekli gündemdeydi. IŞİD’in gerçek anlamda zayıflatılması için bu merkezdeki IŞİD varlığının sona erdirilmesi gerekiyor. Uzun zamandır planlanan bir operasyondu. Tabi ki YPG’nin öncülüğü olmasa da sonuçta YPG’de bu konuda da istekli. Artık YPG sadece Kürd nüfusunun yaşadığı bölgelerde değil, bunun ötesinde çok daha geniş bir coğrafyada bir federasyon ilan etmek çabası içerisinde. Rakka eğer kurtulabilirse bu bölgenin federasyona dâhil olmasını istiyor. Böylece daha geniş bir coğrafyaya hükmedebilecek. Rakka kurtarılmadığı zaman Kürd bölgeleri her zaman IŞİD tehdidi altında olacak. Cerablus hattı öncelik olsa da Türkiye’nin muhalefeti nedeniyle ABD’ye PYD’nin burada ilerlememesi için son dönemde telkinde bulunuyordu. İlk aşamada dikkati buraya çevrilmiş olabilir. Rakka Operasyonu başarılı olursa, Cerablus, Minbic; buralarda IŞİD çok daha rahat temizlenebilir diye düşünüyorum. 03 Referandumdan kaçış MESUT YEĞEN Meclisteki ilk tur oylama, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliğine dair nihai sonucun referandumda belli olacağına, dokunulmazlıkların referandum yoluyla kaldırılacağına işaret ediyordu. Geçen haftaki yazımda bu durumu ‘referandum aralığı’ olarak tanımlayıp, bu aralığın bir siyasi açıklığa işaret ettiğini ve Kürd meselesinin seyri açısından farklı neticeler üretebileceğini söylemiştim. Heyhat! Yazıda sözünü ettiğim diğer olasılık gerçekleşti; meclisteki ikinci tur görüşmelerde değişiklik teklifinin kabulü için gerekli 367 sayısı bulundu ve dokunulmazlıklar kaldırıldı. Artık cumhurbaşkanının onayı bekleniyor. Peki, ne oldu da işler referanduma doğru giderken, birden CHP’de bir kısım milletvekili karar değiştirdi ve değişiklik teklifinin kabul edilmesine yetecek sayı bulundu. CHP’lilere sorulacak olursa, ikinci tur oylamada CHP’li bir kısım vekil ilk turdan farklı oy kullandı, çünkü iş referanduma kalsaydı, Erdoğan bir yolunu bulup partili cumhurbaşkanlığı ya da bir tür başkanlık yolunu açan anayasa değişikliğini de 330’un üzerinde bir oyla meclisten geçirtip, dokunulmazlık referandumuyla aynı anda referanduma götürecekti. Bu durumda seçmenler açısından dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demekle Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığı evet demek kararları birbirlerine yaklaşabilecek, seçmenlerin büyük kısmı da dokunulmazlıkların kaldırılmasını isteyeceğinden, oluşan bu karambolde Erdoğan’ın arzusu gerçekleşebilecekti. Bu mantığa göre, CHP’liler akıllıca davranmış, bir Erdoğan kumpasını daha önlemişlerdi. Ama nedense bana esas sebep bu değilmiş gibi geliyor. Bana kalırsa bir kısım CHP vekili ilk turdaki tercihlerini değiştirmeye ikna edildi; çünkü CHP kurmaylık aklının da parçası olduğu Türkiye’nin yeni müesses nizamı referandumdan kaçmak istedi. Yeni müesses nizam referandumda alınacak sonuçların Kürd meselesinin seyri üzerindeki muhtemel akislerinin ne olacağını iyi tahmin ettiğinden süratle yeterli sayıda CHP’li vekil ikna edildi ve dokunulmazlıklar meclis eliyle kaldırıldı. İzah edeyim. Dokunulmazlık işi referanduma kalsaydı olacak olanı tahmin etmek zor olmasa gerek. CHP yönetimi referandum kampanyasında ne yapacağını bilemez, CHP tabanının az bir kısmı sandık başına gitmez, kalan Türkiye seçmeninin ezici bir çoğunluğu, mesela % 80 85’i dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet, Kürdistan seçmeninin de yine ezici bir çoğunluğu, mesela % 70 - 80’i hayır der, böylece de referandum bir Türk - Kürd referandumuna dönerdi. Bana kalırsa Türkiye’nin yeni müesses nizamı tam da bu sonuçla yüzleşmek istemediğinden apar topar referandumdan kaçmayı mümkün kılacak bir formül üretti. Dokunulmazlık referandumunun bir Türk - Kürd referandumuna ya da Türkiye - Kürdistan referandumuna dönmesi ihtimali müesses nizamı yaratıcılığını konuşturmaya mecbur bıraktı. İkinci tur oylamada oluşan manzaranın, bir kısım CHP’li vekilin aniden pozisyon değiştirmesinin esas sebebi bu. Neticede, müesses nizam almak istediği sonucu aldı. Hem dokunulmazlıklar kaldırıldı, hem de bir Türk - Kürd referandumunun önüne geçilmiş oldu. Öte yandan, dokunulmazlık referandumunun ardından CHP ve MHP’de yaşananlar işlerin ne Erdoğan ne de yeni müesses nizam için o kadar da yolunda gitmeyeceğini gösteriyor. CHP ve MHP’nin Kürd meselesinde AK Parti’ye verdiği cömert destek Erdoğan’ın başkanlığına giden yolu sağlamlaştırdığından bu iki partinin bir kısmında önemli seviyede bir huzursuzluk oluşmuş durumda. Bu hal, Erdoğan’ın Kürd meselesi üzerinden MHP ve CHP’nin tamamını felç etme ve bu hal üzerinden başkanlık yolunu inşa etme işinin o kadar rahat işlemeyeceğini gösteriyor. Bu durumda Erdoğan da dahil yeni müesses nizam Kürd meselesinde alınan pozisyonun devamını sağlamak adına Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığına ve hatta daha azına, mevcut fiili durumun devam etmesi seçeneğine razı olabilir. 04 KBY BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran 42016 KBY BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 5 SÖYLEŞİ YNK-Goran referandumu müza yedeye mi çıkarıyor? KBY’de Goran Hareketi ile YNK arasında imzalanan anlaşmanın yankıları sürüyor. Tarafların anlaşmaya diğer partileri de dahil etme planına, PDK, “Bu şartlarda Goran’la görüşmeyiz” diyerek kapıları kapattı. YNK ve Goran yakınlaşmasın ‘KBY’de iki başlı bir yönetim yaratacağı’ endişeleri yaratırken, YNK’li Kerkük Valisi Kerim’in “Kerkük bağımsız bir bölge olacak” açıklaması “YNK bağımsızlık referandumunu siyasi müzayede konusu yapmak istiyor” şeklinde yorumlanıyor. Akademisyen Nakşibendi: YNK referandumu siyasi müzayede konusu haline getiriyor YNK ile Goran Hareketi arasında imzalanan anlaşmayı ve Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in açıklamalarını BasHaber’e değerlendiren akademisyen Hardawan Mahmud Kakaşêx, Goran Hareketi’nin hükümette iken hayata geçiremediği projelerini bu anlaşma yoluyla gerçekleştirmeye çalıştığını söyledi. Kerim’in açıklamalarını da siyasi müzayede olarak değerlendiren Kakaşêx, “Goran ve YNK arasında imza- Peşmerge Komutanı Kerkuki: Kerkük Kürdistan kentidir öyle de kalacak Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in açıklamalarını BasHaber’e değerlendiren Batı Kerkük Cephesi Sorumlusu Dr. Kemal rg .o ur d ak iv rs Abdullah: Peşmerge’nin kurtardığı alanlar pazarlık konusu olmayacak Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in açıklamalarına atıfta bulunan Irak Parlamentosu Güvenlik ve Savunma Komisyonu Üyesi Şaxewan Abdullah da, Kerkük’ün Peşmerge kanı ile kurtarıldığını ve pazarlık konusu olamayacağını söyledi. Abdullah, “Daha önce de Haşdi Şabi güçlerinin Kerkük’e yerleştirilmelerini eleştirmiştik. Kerkük konumu en hassas olan Kürdistan kentidir. Geçmişte Irak’taki iktidarların “Kerkük’ü Kürdsüzleştirme” politikaları çerçevesinde demografik yapısı değiştirilmeye çalışılmıştır. Buna karşın Kürd halkı Kerkük için .a Kerkuki de, Peşmerge’nin kendi kanı ile kurtardığı toprakların KBY idaresi dışında hiç bir idareye bağlanmasının kabul edilmeyeceğini söyledi. Kerkuki şöyle konuştu: “Peşmerge Güçleri IŞİD’in işgal ettiği tüm Kürdistan topraklarını özgürleştirmekte kararlıdır. Buna Kerkük’ün tüm bölgeleri de dâhildir. Peşmerge’nin kendi kanıyla kurtardığı ve bedel ödediği tüm toprakların KBY idaresi dışında farklı bir idareye bağlanması kabul edilemez. Kerkük konumu en hassas bölgedir. Kerkük Kürdistan kentidir öyle de kalacak. Önümüzde bir referandum var. Kerkük’ün geleceği hakkında söz sahibi olan tek merci de halktır.” büyük bedeller ödemiştir. Unutulmamalı ki Peşmerge Güçleri olmasaydı bugün bu kent de IŞİD’in işgali altında olacaktı. Dolayısıyla, Peşmerge kanı ile kurtarılan Kerkük ve diğer Kürdistan bölgeleri pazarlık konusu olamaz” şeklinde konuştu. w Qurbani: KBY bu krizi aşabilecek güçte Güney Kürdistan’ın geleceği hakkında hayati öneme sahip olan bağımsızlık referandumunun gündemde olduğu bir dönemde, KBY’de yaşanan siyasi krizi “talihsizlik” olarak değerlendiren akademisyen Arif Qurbani ise, “Gerekmeyen bir siyasi bir kriz türetildi ki sanırım krize neden olanlar da sonuçların bu şekilde olmasını istemiyordu. Bu kriz nedeniyle hükümet ve parlamento işlemez duruma gelmiş bulunuyor. Yani bu kriz meşru kurum ve kuruluşlarımızı da etkisiz hale getirmiş bulunuyor. Bir yıl önce ulusal birlik, ekonomik bağımsızlık tartışılıyordu. Şimdi ise parçacılık tehlikesi üzerine konuşuyoruz. KDP, bağımsızlık referandumunun gündemde olduğu bir dönemde tüm partilerin bir çatı altında toplanması ve tarafların bunun dışında bir dayatmasının olmamasını istiyor. Goran Hareketi ise, KBY’de değişiklik yapmakta ısrarlı. Bence Goran Hareketi ne kadar kendi tavırlarında aceleci ise, KDP’de faaliyetleri ile o kadar aceleci davranıyor ve bu durum krizin derinleşmesine neden oluyor. Unutmamak gerekir ki iç savaş döneminde bile sorunlar ve kriz bu günkünden daha derin ve kötüydü. Bugünkü kriz aşılabilir. Yeter ki taraflar birbirlerini anlamaya çalışsın” değerlendirmesinde bulundu. w ürdistan Bölge Yönetimi’nde (KBY) Goran Hareketi ile YNK arasında imzalanan anlaşma gündemdeki yerini koruyor. Tarafların “Ortak bir komisyon ile PDK dahil tüm partilerle güreşeceğiz” şeklindeki açıklamalarına PDK Politbüro Üyesi Cafer Eminki, “Bu şartlarda Goran’la görüşmeyiz” cevabı vererek görüşmelere kapılarını kapattı. Bu arada anlaşmanın pratik adımları atılmaya başlandı. Hafta içinde Goran ve YNK anlaşmaya diğer partileri de dahil etme planı kapsamında ortak bir heyetle İslami Birlik (Komel) Partisi yetkilileri ile görüştü. Ancak görüşmenin ardından Komel’den bu davete sıcak bakmadıkları açıklaması geldi. YNK ve Goran’ın bu yakınlaşmasının Kürdistan Bölgesi’nde iki başlı yönetime neden olacağı endişelerini doğururken, YNK’li Kerkük Valisi Necmeddin Kerim’in “Kerkük bağımsız bir bölge olacak” açıklamaları, “YNK’nin bağımsızlık referandumunu siyasi müzayede konusu yapmak istiyor” şeklinde yorumlanıyor. KBY’de bir yandan Goran - YNK anlaşması nedeniyle boy veren siyasi belirsizlik sürerken bir yandan da bağımsızlık referandumu için etkinlikler sürüyor. Hafta içinde Duhok ve Erbil’e bağlı Soran ilçesinde “Referanduma Destek Karnavalı” düzenlendi. Karnavallara yoğun ilgi gösteren Kürdistan halkı, bağımsızlık referandumuna hazır olduğu mesajı veriyor. Bağımsızlık referandumu konusunda KBY’li yetkililerden de somut açıklamalar gelmeye devam ediyor. PDK Dış İlişkiler Sorumlusu Hemin Hewrami, Bağdat’taki durumlar normale döndükten sonra, referandum hazırlıkları başlatılmadan önce KBY’den bir heyetin, Iraklı yetkililerle referandum konusunu müzakere etmek için Bağdat’a gideceğini açıkladı. Akademisyenler ve siyasetçiler hafta içinde yaşanan gelişmeleri BasHaber’e değerlendirdi. lanan anlaşmanın içeriğine bakıldığında, Goran Hareketi’nin daha önce Parlamento ve Hükümette gerçekleştirmek istediği planların tümünü içerdiğini görüyoruz. Bütün maddeler Goran’ın projelerine hizmet ediyor. KBY’deki siyasi sistemin Parlamenter sistem olması önerisi, KBY Başkanlığı yetkilerinin kısıtlanması ve seçim sisteminin düzenlenmesi gibi projeler Goran Hareketi’nin dayattığı ve KDP’nin kabul etmediği ve siyasi krize neden olan projelerdi” ifadelerini kullandı. Kakaşêx, Necmeddin Kerim’in Kerkük’ün statüsüne ilişkin yaptığı değerlendirmeyi de hatırlatarak sözlerine şu cümleler ile son verdi: “Bu anlaşmanın referandum kararına nasıl yansıyacağı merak ediliyordu. İşte hafta içinde Kerkük Valisi Necmeddin Kerim, “Kerkük Kürdistan Bölgesi’nden ayrı bağımsız bir bölge olacak” şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu da gösteriyor ki, YNK ve Goran referandumu bir siyasi müzayede konusu yapmak istiyor.” w K Zeyat Cebo ‘Meşru haklarımızın önünde hiçbir şey engel olamayacak’ KBY Başkanı Mesud Barzani, Mayıs Devrimi’nin 40. yıldönümü vesilesiyle yayımladığı mesajında da, ‘’Mayıs Devrimini, Peşmerge ve Kürdistan halkının Eylül Devrimi’nin amaç ve mesajını yerine getirmenin devamı olarak değerlendiren KBY Başkanı Barzani, ‘’Kürdistan halkı yenilgiyle karşılaştığı her süreçte, yeniden mücadele ve iradesiyle özgürlük ve kurtuluş direnişini sürdürmesini bilmiştir’’ ifadelerini kullandı. “Mayıs Devrimi de diğer Kürdistan devrimleri gibi halkımızın haklı davası için yürütülen direnişin mesajını taşımakta’’ diyen Barzani, “Mayıs Devrimi’nde halkımızın birlikte davranarak gösterdiği direniş ile kahraman Peşmerge’nin döktüğü kan sayesinde; ayaklanma, federalizm ve Kürdistan Bölgesi’nin kurumlaşması kazanımlarını bize miras bırakmıştır’’ değerlendirmesinde bulundu. Mayıs Devrimi’ne katılan Peşmergeleri saygıyla anan KBY Başkanı Barzani, ‘’Mayıs Devrimi’nin ilk şehidi Seîd Ebdulla şahsında tüm şehitleri anıyorum. Cephede savaşta cefa çeken ve Kürdistan topraklarını ve halkının mirasını koruyan ve terör efsanesini yerle bir eden Peşmergeleri binlerce kez selamlıyorum. Devrime emek harcayanların direniş ve çalışmaları boşa gitmeyecektir. Kürdistan halkının meşru haklarını elde etmesinin önünde hiçbir şey engel olamayacaktır’’ ifadesini kullandı. Barzani, İngiltere ve Romanya’nın Bağdat Büyükelçilerini kabul etti KBY’ye yapılan diplomatik ziyaretler de devam ediyor. KBY Başkanı Mesud Barzani, İngiltere’nin Irak Büyükelçisi Frank Baker ve Romanya’nın Irak Büyükelçisi Jakob Pirada’yı Selahaddin ilçesindeki Başkanlık Konutu’nda kabul etti. İngiltere’nin Irak Büyükelçisi Frank Baker, KBY’nin ekonomik krizi aşması için ülkesinin destek sunacağını belirtti. Görüşmede, Irak, Kürdistan ve bölgedeki IŞİD ile mücadelenin gelmiş olduğu aşama, Musul’u kurtarma operasyonu sonrası süreç ve genel güvenlik durumu ve Irak’ta ortaya çıkan siyasi kaosun değerlendirildiği öğrenildi. Romanya’nın Irak Büyükelçisi Jakob Pirada’da KBY’i müttefik olarak gördüğünü kaydetti. Jakob Pirada, ülkesinin, KBY’ye yönelik yardımlarının süreceğini belirtti. Barzani de, Romanya hükümeti ve halkına IŞİD ile mücadelede KBY’ye verdiği destekten dolayı teşekkür etti. Barzani, IŞİD’in tüm insanlık için bir tehlike olduğunu ve bu tehlikeye karşı bedel ödeyen Peşmerge Güçleri’ne daha fazla destek verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Mesrur Barzani: Irak ile iyi komşu olabiliriz KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani de, İngiltere Başbakanlığı Yemen ve Ortadoğu Temsilcisi Sir Alan Duncan ve İngiltere Muhafazakar Partisi parlamenterlerinden oluşan bir heyeti kabul etti. Görüşmede Barzani, Irak’ın bileşenlerinin artık merkezi hükümete güvenmediğini ve ortak yaşam zeminin ortadan kalktığını kaydederek, tarihi hataların sürdürülmesi nedeniyle ülkeye istikrarın gelmediğini belirtti. Mesrur Barzani, IŞİD benzeri radikal örgütlerin ortaya çıkmasına tarihi hataların yol açtığını söyledi. Koalisyon devletlerinin, IŞİD ile mücadelede Peşmerge Güçleri’ne yardımlarının devam etmesi gerektiğini belirten KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı, IŞİD savaşının Kürdistan’ın bağımsızlığı için olumlu bir faktör olacağını kaydetti. Irak’taki BAAS rejimi sonrası Kürdlerin demokratik ve birleşik bir Irak için çok çaba harcadığını hatırlatan Mesrur Barzani, “Ancak bunun karşılığında Bağdat hükümeti, Kürdlerin bütçesini ve memurların maaşını kesti” dedi. Barzani sözlerini şöyle sonlandırdı: ‘‘Eğer Bağdat bizi ortağı olarak görmüyorsa o zaman iyi komşu olabiliriz. KBY, başka bir ülkenin hatalarının bedelini ödemek zorunda değildir.’’ Barzani: Bağımsızlık için hazırız KBY Başkanı Barzani, İsviçre’de yayımlanan Neue Zuricher Zeitung gazetesine verdiği röportajda, 40-50 milyon nüfuslu Kürd milletinin devlet sahibi olması gerektiğini belirterek, Kürdistan’ın bağımsızlık için gereken olgunluğa ulaştığını söyledi. Barzani bağımsızlık hakkında, “Şüphesiz, 40 – 50 milyonluk milletimizin bir devleti olmasını istiyoruz. Ancak gerçeklerimizi de göz önünde bulundurmalıyız. Dört parçaya bölünmüşüz. Her birinin durumu farklıdır. Bu yüzden her parça, merkezi hükümetle çözüm aramalı” dedi. KBY’nin bağımsızlık için hazır olduğunu belirten Barzani, “Referandum bu yıl olur mu?” sorusuna, “İnşallah” yanıtını verdi. Mevcut sınırların pratikte ortadan kalktığını söyleyen Barzani, gerçeği kabul etmenin zamanının geldiğini ifade etti. KBY Başkanı Barzani, uluslararası toplumun Irak’taki savaşa gerçek bir çözüm araması gerektiğini aksi takdirde çatışmanın süreceğini, küresel barışın tehdit altında olacağını söyledi. Her milletin kendi doğal sınırları olduğunu dile getiren Barzani, “Güç zoruyla çizilen sınırlar artık kabul edilemez” olduğunu vurguladı. Referandumun önemine vurgu yapan KBY Başkanı Barzani, “Hiçbir çözüm dayatılamaz, her yeni çözüm referandumla sağlanmalı” ifadesini kullandı. Barzani Musul operasyonunun kendileri için “öncelikli” olduğunu belirterek, “Musul savaşı için hazırız fakat Irak Hükümeti ile Amerikalılar saldırı planı ile kentin kurtarılması sonrasına ilişkin planı hazırlamalı. Musul’un kurtarılmasındaki en önemi soru, savaştan sonra nasıl yönetileceği konusudur” ifadelerini kullandı. 05 Kürd meselesinin çözümü yerli Pegida değildir! BİLAL SAMBUR Önümüzdeki dönemde HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kademeli bir şekilde kaldırılacağı bir süreç işletilecektir. HDP’nin Türkiye siyasal hayatından etkisizleştirilmesi ve tasfiye edilmesi planı sistematik bir şekilde hayata geçirilecektir. Meclis’te dokunulmazlıkların referanduma gitme ihtimali karşısında, bütün siyasal partilerin işbirliği yaptığı görülmüştür. Referandum olayının gerilimi ve çatışmayı arttırmasından duyulan endişe nedeniyle, dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği teklifi, 367 sayısının üstünde bir oyla kabul edilmiştir. CHP’nin hiçbir şekilde dokunulmazlıklar konusunda HDP ile işbirliği yapmayacağı, hatta HDP’yle beraberlik görüntüsü verecek bütün tutumlardan uzak duracağı açıktır. Önümüzdeki süreçte HDP, dokunulmazlık davalarıyla meşgul olan bir siyasal yapı haline gelecektir. Dokunulmazlıklarla ilgili yapılan değişiklik konusunda HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanması, önümüzdeki dönemde HDP’yi yoğun bir yargı sürecinin beklediğini göstermektedir. Kürd meselesi ve dokunulmazlıklar meselesi bugün iç içe geçmiş durumdadır. Dokunulmazlıklar meselesinin Kürd meselesiyle iç içe geçen bir konu olması, bu konuda yeni algıların, tartışmaların ve gerilimlerin önünü açacaktır. Kürd meselesinde siyasal ve sosyal alanın tamamen daraldığı bir döneme girilmiştir. HDP, Kürd meselesinde etkili bir siyasal aktör olma pozisyonunu kaybetmiş durumdadır. Devlet, her zaman PKK’yi direkt tehdit olarak değerlendirdiğinden dolayı terörle mücadeleyi en önemli öncelik olarak benimsemiştir. Çözüm süreci tecrübesinden sonra örgütün silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesinde HDP’nin etkisiz bir araç olduğunu anlayan hükümete göre, HDP’nin sosyal ve siyasal alanda yeri olmadığı gibi ona gerek de duyulmamaktadır. Dokunulmazlıkların kaldırılması süreci, sivil, siyasal ve demokratik bir anlayışla Kürd meselesine yaklaşmanın artık mümkün olmayacağını ortaya koymaktadır. Militer ve güvenlik merkezli müdahalelerle terörü bitirme politikasının hakim olduğu bu süreçte toplumda derin bir gerilim ve çatışma havasını yaygınlaştırmaya çalışan girişimlere şahit olmaktayız. Sosyal medya, ırkçılığı, toplumsal nefreti ve şiddeti meşrulaştıran ve yaygınlaştıran bir araç olarak kullanılmaktadır. Twitter da “Kürdler tehcir edilmelidir!” hashtagıyla en trend konu haline gelmeyi başaran ırkçılık, Kürd meselesinin şiddetin her biçimiyle çözülmesi gerektiği anlayışının bir tezahürüdür. Irkçılık, şiddet, ötekileştirme ve soykırım dahil her türlü barbarlığı meşru gören insan düşmanı bir anlayıştır. Irkçılığın Kürd meselisini çözmede tek yol haline gelme eğilimi olma potansiyeli taşıması, tehlikeli ve alarm verici bir gelişmedir. Kürd meselesi konusunda uzak durulması gereken iki ölümcül tehlikenin, ırkçılık ve şiddet olduğu maalesef unutulmaktadır. Avrupa’da İslamofobi adı altında ırkçılık kendisini çok ileri biçimlerde üretirken Türkiye’de de ırkçılık, Kürdler üzerinden kendisini üretmektedir. “Kürdler tehcir eilmelidir!” şeklindeki hashtag, ırkçılığın bu ülkeye yıkım ve çatışmadan başka bir şey vermeyeceğinin en çarpıcı ifadesidir. Bu ifade ile Türkiye’de Kürdlere karşıtlık temelinde bir Türk Pegida’sı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Irkçılığın hedefi, toplumsal çoğulculuk içinde barışçıl bir şekilde bir arada yaşamayı imkansız hale getirmektir. Ülkemizde hortlatılmaya çalışılan Pegidavari ırkçılığa karşı, bütün toplum kesimlerinin karşıt olması gerekmektedir. Almanya’nın İslamofobik Pegida’ya ihtiyacı olmadığı gibi, Türkiye’ninde Kürdlerin tehcirini isteyen Kürdofobik bir Pegida’ya ihtiyacı yoktur. Kürd meselesinin çözümü, yerli bir Pegida icat etmekten geçmemektedir. Sosyal, siyasal ve bölgesel boyutlarının derinliğine ve sahici bir şekilde kavrandığı demokratik ve barışçıl bir anlayışla Kürd meselesine yeniden bakabilmeyi başarmış yeni bir sivil perspektife ihtiyaç vardır. Irkçılık ve şiddetin, Kürd meselesini çözmediği, fakat azgınlaştırdığı unutulmamalıdır. 06 TÜRKİYE BasHaber BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 Başkanlık çare olacak mı? Türkiye’de yeni dönem ‘Dokunulmazlıkların hedefi HDP’ Dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili sürecin tamamen siyasi olduğunu ve amacın HDP’li vekillerin Parlamento dışına atılmak istendiği, ancak bunun Türkiye’nin içinde bulunduğu durum açısından doğru bir adım olmadığını söyleyen Şener, AKP’nin prensip olarak dokunulmazlıkları kaldırma gibi bir isteğinin olduğunu düşünmediğini vurguladı. 1994 yılında Meclis’te yaka paça gözaltına alınan ve 10 yıl hapis yatan DEP’li milletvekillerini hatırlatan Şener, şöyle dedi: “Bu uygulamanın ülkeye hiçbir şey kazandırmadığını gördük. Olumsuz dene- rg .o rs Tanrıkulu: Fiili değişikliğin en ağır halini yaşıyoruz Rejimin fiilen değiştiğinin altını çizen CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise, hem Parlamento’da, hem toplumun bütün kesimlerinde fiili rejim değişikliğinin en ağır halinin yaşandığını vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bağımsızlığını yitirdiğini ve kendisini fiilen başkan ilan ettiğini belirten Tanrıkulu, “Kurucusu olduğu partiyle ilişkisini hukuken kesse bile, atadığı Genel Başkanı istifaya zorlayan, yeniden kurultay yapan tek adam var. Yasama organı olarak Parlamento’da yasa çıkmasını engelleyen, muhalefetin bütün önerilerine sırt çeviren bir anlayış var” şeklinde konuştu. Yeni hükümet programını da değerlendiren Tanrıkulu şunları söyledi: “Hükümet programının tek bir satırında Kürdlerin, hak ve özgürlüklerin adı geçmemektir. Bu hükümet programı Erdoğan’ın Başkanlık yolundaki yol haritasıdır. Erdoğan, kanlı bir süreçten sonra Türkiye’yi Başkanlık sistemine götürebileceğini düşünüyor. Tarih, kanlı süreçleri arzulayanların hep sonunun geldiğini göstermiştir.” iv ak ur d ‘Halk, Başkanlığı istemiyor’ İktidar partisinin halktan yeteri kadar destek göremediği için referanduma gidip Başkanlık sistemine geçiş yapamadıklarını belirten Şener, “Ama bu istikrarsızlığın karşıtlığı başkanlıktır havasını medya üzerinden oluşturmaya çalışıyorlar. Şayet kamuoyu üzerinden yeterli desteği aldıklarını görürlerse, referanduma giderler. Şu ana kadar böylesi bir an yakalayamadılar” diye belirtti. AKP’nin 7 Haziran’dan sonra tek başına iktidar olma koşulları kalmadığından, gerek Cumhurbaşkanlığı gerek milletvekili seçimleri için iktidarın MHP oylarına yöneldiğini dile getiren Şener, “MHP’den alacakları oylar ile önümüzdeki seçimlerde mesafe alacaklarını hesap ediyorlar. Tam bir MHP duyarlılığı içerisinde yürümeyi siyasetlerinin merkezine koymuş vaziyetteler. Başkanlık sistemine nasıl geçileceğini tam kestiremiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin kafasında Başkanlık sisteminin ne olduğunu tam çözebilmiş değilim. Başbakanlık sisteminin olduğu yerlerde güçlü dengeleme mekanizmaları var. Biz hala nasıl bir düzenleme yapacaklarını bile bilmiyoruz” ifadelerini kullandı. .a yimi olan bu konuyu siyasi malzeme olarak devreye sokmak ülke menfaatleri ile bağdaşmıyor. Daha sonra bu iktidarın olduğu dönemde DEP’lilere sizi sağlık gerekçesiyle çıkaracağız denildi. Başta Leyla Zana olmak üzere, DEP’liler ‘bizi düzgün bir şekilde çıkaracaksanız, çıkarız. Yoksa gerek yok’ dediler. Onun üzerine AB sürecine de engel çıkmaması için başka bir formülle tahliye edildiler. Şimdi ise Kürd siyasi hareketini meclisten atma çabasındalar.” w “Güçlü lider zayıf ülke” vurgusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar alanını genişletme çabasına değinen Şener, güçlü liderin zayıf ülke anlamına geldiğini ifade ederek, “Güçlü liderlerin olduğu yerde çözümsüzlük doğar. ABD hukuk devletinin hâkim olduğu, Başkan’ın yetkilerinin sınırlandırıldığı, Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı yargıladığı bir sistemdir. Demokratik kurumlar, hukuk devleti ne kadar yerleşmişse o kadar güçlü olur bir devlet. Dolayısıyla otorite var ve demokrasi yok ise o devletin uluslararası alanda bir gücü de yok demektir. Türkiye şu an bu durumdadır” dedi. AB ile Türkiye’nin mülteci sorunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun değiştirilmesi konusunda sorunlar yaşadığını ve bu sebeplerden kaynaklı ilişkilerin iyi olmadığını hatırlatan Şener, “Bu da demektir ki; Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti yara aldıkça, güçlü liderlik anlayışı sürdükçe, AB sürecinden uzaklaştırıldığını düşünüyorum” şeklinde konuştu. w ürkiye’de uzun yıllardır çözülemeyen yapısal sorunlar ve Kürd Meselesi ile kronik hak ihlalleri, AB ile başaşağı giden ilişkiler gibi önemli konulara Başkanlık sistemin çare olacağını savunan AKP iktidarı rejim değişikliğine gitmeyi planlıyor. Bir süredir aralarında uyum sorunu olduğu bilinen Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki kriz, Davutoğlu’nun görevinden istifa ederek AKP’yi kongreye götürmesi ile sonuçlanmış, ardından kurulan yeni hükümetin hedefinde ise Başkanlık sistemi olacağı ifade edilmişti. Binali Yıldırım Başbakanlığında kurulan yeni Hükümet ile birlikte kabine üyelerinin eskiye nazaran çok daha fazla başkanlık vurgusu yapması Türkiye’de yeni döneme girildiğine işaret ediyor. Genel Başkan seçildiği kongrede konuşan Başbakan Binali Yıldırım, Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi vurgusu yaparak şunları söylemişti: “Yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var Türkiye’nin. Yeni Anayasa’nın Başkanlık sistemini Türkiye’ye getirmeye hazır mısınız? Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle birlikte kalkıp her şey eskisi gibi olmayacak, çünkü Cumhurbaşkanı’mız milyonlarca vatandaşımızın oyunu almış ve onların siyasi sorumluluğunu taşıyor. Siz her ne kadarCumhurbaşkanı’mıza sorumsuzdur deseniz de, Cumhurbaşkanımız Türkiye, millet sevdasıdır. Onun sorumluluğu milletin dertleridir. Onun için bugün yapmamız gereken en önemli işi fiili durumu yasal hale getirmek, anayasayı ve bu kafa karışıklığını sona erdirmektir. Onun yolu da Yeni Anayasa’dır. Yeni Anayasa da Başkanlık sistemidir.” Başbakan Yıldırım’ın bu konuşması uzun zamandır tartışılan ‘uyumlu Başbakan ile Cumhurbaşkanı’ sorununun çözüldüğü ve iktidarın öncelikli hedefinin Başkanlık sistemini getirerek, rejimi değiştirmek istediği yönünde tartışmalar başlattı. Yıldırım, Kürd Meselesi’nin çözümüne ilişkin de “Buradan milletime ilan ediyorum; bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği, huzuru sağlanana kadar bu operasyonlar aynen devam edecek. Vatandaşlarımıza, sivillere, güvenlik güçlerine yönelik saldırılar sona erinceye kadar bu operasyonlar devam edecek. PKK terör örgütü silahlı eylemlerini sona erdirene kadar, sona erene kadar bu operasyonlar aralıksız devam edecek. Milletimiz rahat olsun. Bu terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” demişti. Hükümet kaynaklarından haber alması ile bilinen Abdulkadir Selvi, Başbakan’ın bu konuşmasını yorumlayan “Yeni dönemde Çözüm Süreci ağızlara alınmayacak” diyerek çatışmaların devam edeceğini, Hükümetin bu konuda farklı bir arayışa girmeyeceğini teyit etmesi dikkati çekti. İktidarın rejim değişikliği çabalarını, olası değişikliğin Türkiye’nin önemli sorunları olan Kürd Meselesi, hak ihlalleri ve AB ile ilişkilere etkisini siyasetçiler ve gazetecilerle konuştuk. AKP kurucularından ve bir dönem Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Abdülatif Şener iktidar partisinin sorgulanamaz hale geldiğini vurgulayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa’ya bağlı olmadığı yorumunda bulundu. Davutoğlu’nun istifa etmesine ilişkin “Cumhurbaşkanı’nın iradesiyle iktidar partisinin Genel Başkanı ve Başbakan değiştirildi” diyen Şener, “Parlamento, hükümet, bürokrasi, medya, yargı, sivil toplum, Cumhurbaşkanı’nın talep ve beklentilerine göre davranıyor. Böylesi bir noktaya geldik. Çoğu ülkelerde diktatör olarak nitelendirilen isimlerden daha güçlü bir iktidar gücünün olduğunu görürüz. Sayın Cumhurbaşkanımızın yetkisi Sultan Reşat’ın yetkisinden daha fazladır” şeklinde konuştu. w T Dilan Almaz Mahçupyan: Rejim değişikliği değil, geçiş dönemi Türkiye’ye hangi sistem gelirse gelsin bir Parlamentosu’nun ve Hükümeti’nin olacağını vurgulayan Gazeteci Etyen Mahçupyan da mevcut rejimde herhangi bir değişikliğin söz konusu olmayacağını belirtti. Başkanlık sistemini tek başına AK Parti’nin istemesinin yeterli olmadığını ifade eden TÜRKİYE 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 Mahçupyan, yaşanılanların rejim değişikliğinden ziyade geçiş dönemi olduğunu söyledi. Kürd Meselesi’ni çözecek ana faktörün siyaset kurumu olduğunun altını çizen Mahçupyan, “Kürd meselesiu’nu şu veya bu yöne gitmesine neden olan sistemler değil. Kürd meselesiu’nu çözecek şey zihniyet ve siyaset. Hükümet ve örgüt karşılıklı olarak doğru bir zihniyette siyasete doğru gider ise sorun çözülür. Ama herhangi bir taraf ben ‘doğru bir zihniyette geçmeyeceğim, menfaatim bu yönde değil’ diyerek ısrarcı olursa sorun çözülmez. Dolayısıyla Kürd Meselesi’nda çözüm Başkanlık sistemi, Parlamenter sistem falan değil, bölgede ki konjonktürdür” şeklinde konuştu. Dokunulmazlıkların kaldırılma sebebinin HDP’nin Meclis’ten çıkartılma girişimi olarak yorumlayan Gazeteci Mahçupyan, “HDP’lilere DEP’lilere yapıldığı yapılmaz. Ama bu durumun vahametini azaltmıyor. Tabi bunun da Kürd toplumunda bir karşılığı olacak. İnsanlar PKK yanlısı olsun olmasın, HDP’li olsun olmasın Meclisin bu tavrı çatışmayı arttırıcı bir tavır. Ve bunun karşılığı da olacaktır” dedi. Özgürel: Türkiye’de Parlamenter sistem yok Türkiye’de bir Parlamenter sistemin olmadığını tespitini yapan Gazeteci Avni Özgürel ise, Meclis’teki grup toplantıları için “şov” tanımlaması yaparak, “Türkiye’de kanun yapmış milletvekili var mı? Tabii ki yok. Türkiye’de milletvekilinin kanun yapma yetkisi yok. Türkiye’de milletvekilleri sadece lider kadroların istikametinde oy vermeye yetkilidirler. Meclise grup toplantılarına bakın, bunlar hepsi parti liderlerinin şov mekânları. Dolayısıyla bunları bir parlamenter sistem sayıp, insanları kandırmaya çalışmak son derece hatadır” dedi. AKP’nin istediği Başkanlık sistemini yeteri kadar anlatamadığını ifade eden Özgürel, “AK Parti istediği sistemi anlatmadığı için tartışılmıyor. Ne istediğini masanın üzerine koyarsa, tartışılacaktır. Bu yüzden Türkiye ileriki dönemde Parlamenter sistem, Başkanlık, Yarı Başkanlık neticede sistemi yeni baştan kurmak zorundadır. Olmayan sistemin yerine biz, yeni bir sistem inşa etmek zorundayız” diye konuştu. ‘Başkanlık, Kürd meselesiu’nda rahatlatıcı olacak’ Rejim değişikliği değil, sistem değişikliğini tartıştıklarını ifade eden AK Parti Milletvekili Orhan Miroğlu, Türkiye’nin koşullarına uygun sistemin tam başkanlık sistemi olduğunu ifade etti. Kürd meselesiuna ilişkin yeni dönemde AK Parti’nin politikalarının büyük önemi olduğunu dile getiren Miroğlu, “Cumhurbaşkanı’nın ‘Çözüm Süreci buzdolabında’ söylemini saklamak gibi düşünüyoruz. Biz bunu saklıyoruz. HDP ve PKK ile tarif edilen siyasetin yeni bir tercihte bulunması sürecine kadar mevcut sistemle Kürd meselesiu noktasında kat edilecek bir mesafenin kalmadığı tespitinde bulunan Miroğlu şöyle konuştu: “Yani Kürd meselesinin tartışılması da yeni bir anayasa ve başkanlık sistemine geçişi gerektiriyor. Başbakanlık sistemi ile Türkiye bürokratik oligarşiden kurtulacaktır. Bugün Bursa Valisi ile Mardin Valisi arasındaki farkı biz pratikte görebiliriz. Oligarşik yapı Kürd meselesinde neden 35 yıldır şiddeti yaşıyoruz? unda cevabıdır. Bu açıdan baktığımızda aslında başkanlık sisteminin en çok da Kürd meselesinde rahatlatıcı olacağını düşünmeliyiz.” Dokunulmazlıkların kaldırılmasının Kürd siyasi hareketine yönelik bir tavır olmadığını vurgulayan Miroğlu, “HDP’ nin meclisteki varlığını savunuyoruz. Ama teröre ve şiddete bireysel olarak katkı sunmuş bunun propagandasını yapmış insanların da hukuki bir hesap vermeleri gerektiğini savunuyoruz. Şiddet ve teröre tolerans gösterme hakkına sahip değiliz” dedi. AKP’nin Binali Yıldırım döneminde de AB sürecinden geri adım atmayacağını belirten Miroğlu, “AB Türkiye’nin stratejik hedefidir ama AB ile ilişkilerde birçok konunun Kürd meselesiu ile düğümlen- diğini düşünüyorum. Türkiye AB ile eşit ilişkiler kurmak istiyor, ama AB’nin sömürgeci tavrı ilişkileri sıkıntıya sokuyor” diye konuştu. Baluken: Parlamentoyu Saray’ın şubesi yapmak istiyorlar HDP Milletvekili İdris Baluken de, 7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rejim değişikliği planlamasını devreye koyduğunu savunarak, “Kürd illerinde yaşanan hukuksuz sokağa çıkma yasakları, ablukalar aslında yapmak istedikleri rejim değişikliğini toplumda tartıştırmamak için devreye kondu” dedi. Davutoğlu’nun istifa edip yerine Binali Yıldırım’ın seçilmesiyle Başbakanlık kurumunun fiilen devreden çıkarıldığını belirten Baluken, “Gelecek olan Hükümetin ya da Başbakanın herhangi bir inisiyatifinin olmayacağını bütün politikaların Saray’dan belirleneceğini rahatlıkla söyleyebiliriz” şeklinde konuştu. İktidarın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkanlık sistemi üzerinden bir politika izlemelerinin halktan çok kendi iktidarlarını önemsediği anlamına geldiği tespitinde bulunan Baluken şunları söyledi: “Yeni dönemde Kürd Meselesi kavramsal olarak da geçmiyor, bir çözüm önerisi de yok. Zaten Kürd Meselesi ve ülkenin diğer sorunlarıyla ilgili bir çözüm üreteceklerini sanmıyorum. Kürd Meselesi’ne karşı daha çok ‘terörle mücadele’ kapsamında sığ bir yaklaşım olduğu görülüyor. Tabi bu yaklaşımı Davutoğlu Hükümeti de ortaya koymuştu. Davutoğlu, Binali Yıldırım ya da değişen kabinenin herhangi bir etkinliği ve yetkinliği yok. Bu politikaları belirleyen Erdoğan’ın kendisidir. Dolayısıyla Çözüm Süreci, Kürd Meselesi ile ilgili bir değişiklik beklemek gerçekçi değildir. Ancak bunun çıkmaz bir yol olduğunu, çözümsüzlüğü derinleştirdiği, her geçen gün savaşı arttırdığı daha geniş toplumsal kesimler tarafından dillendiriliyor.” Öymen: Başkanlık çözüm olamaz İktidarın yetkileri geniş, denetlenmesi zor bir Başkanlık sistemi arayışında olduğunu dile getiren Gazeteci Altan Öymen, “Eğer o arayış sonuca ulaşırsa, Türkiye’nin temel sorunlarından hiçbirine çözüm bulunamaz. Sorunlar, iktidar politikacılarının demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ kurallarına uymamasından kaynaklanıyor” dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılması girişiminde Anayasa’nın başta eşitlik olmak üzere birçok ilkesine aykırı unsurların yer aldığını belirten Öymen, “Anayasa değişikliklerindeki ‘gizli oy’ ilkesinin açıkça ihlal edilmesi var. Bunlar, demokrasinin kurallarını hazmedememenin sonuçlarıdır” diye konuştu. 07 Totalitarizmin sıradanlığı FERHAT KENTEL Tarihten bildiğimiz, totaliter ülkelerde örneklerini çok sık gördüğümüz manzaralar giderek artıyor... Aradan epey zaman geçti ama Türkiye’nin ahvalini tamamen yansıtan Pelikan olayı... Adeta kötü bir Amerikan filmi taklidi olarak, 70’li yıllardaki Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki izbe sinemalarda oynayan ve dersi kıran öğrencilere hitap eden ve ancak onları etkileyen filmler gibi beklenen etkiyi yarattı. Bildiğimiz gibi, “Pelikan dosyası” adı verilen ve belli ki birilerinin epey malzeme biriktirdikten sonra, yazarına (yazarlarına?) görev olarak verilen “iş”e müteakip, Başbakan Davutoğlu görevini bırakmak zorunda kaldı. Mesele sadece görev bırakmak değildi... Belli ki, arkası “duygusal” olarak “sağlam” olan bu film sayesinde, Davutoğlu da “uluslararası bilmem kaçıncı komplonun yerli işbirlikçilerinden biri” olarak etiketlenip hainler listesine girdi. Kendisine “haddini bil, nereden geldiğini bil” dendi. Ancak isimlerini saklayarak “cesur” olabilen ve sağa sola “hain” sıfatı savuranların yanısıra, ortalama totaliter mekanizmalar da iletişim tekniklerini kullanarak, Davutoğlu’nu görünür alanlardan sildi. 1930’ların sonunda “casusluk ve anti - Sovyet komplo” suçlaması ile tutuklandıktan sonra, yargılanıp kurşuna dizilen İçişleri Halk Komiseri Nikolay Yejov’un silindiği gibi... Mesela bir fotoğrafta Josef Stalin’in yanında yer alan Yejov, o dönemin fotoshop tekniklerine göre mükemmel denilebilecek bir şekilde o fotoğraftan silindi. Sadece fotoğraftan silinmekle kalmadı... Kısaca “yok” oldu; “olmayan kişi” haline geldi... Farklı alanlarda cadı avlarının süregittiği bu tür totaliter zamanlarda, başka hesapları olanlar için, vaziyetten fırsat çıkarmak çok sık rastlanan bir durumdur. Pelikan’da olduğu gibi, travmatik hezeyanlar ve sinir krizleri içinde, cadı avına dalıp, “siyaset” gibi görünen linç dünyasında bilfiil rol alabilirler. Stalin’in Sovyetler Birliği’nde, Enver Hoca’nın Arnavutluk’unda, tek partinin Cumhuriyet’inde çok çeşitli örneklerine rastlanan pratikler bunlar... Göze girmek isteyen, önce kapı arkasında kulis, lobi ve hesap ya da hizipçilik yapan; yeteri kadar güç devşirdikten sonra, kamuoyu oluşturma ve manipülasyon merkezlerinde boy gösteren merkezin adam ya da kadınlarının pratikleri... Türkiye’nin, itibar kuran, itibar yıkan totaliter pratiklerinin numunesi olan Pelikan dosyasındaki, neredeyse hepsi spekülasyon olan, hepsi “Sen düşmansın! Gözünün üzerinde kaşın var!” mantığına dayalı olan ve madde madde döktürülen “suçlar” listesi, 28 Şubat’ta BÇG tarafından çeşitli gruplara verilen “şeriat tehlikesi” brifinglerinin mantığından epey esinlenmiş anlaşılan... Her totaliter ortamda, adına “dava” denilen güç ve çıkar ağı için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olan aparatçik, görevlerini yapmak konusunda sınırsız ve yaptırımsız bir “özgürlüğe” sahiptir. Mesela Pelikan’da,“camide namaz kıldılar!” türünden hezeyanlar listesinin sonlarına doğru, yazar Türkçe’yi, grameri, imlâyı da kopartmış; frenleri boşalmış kamyon gibi dalmış yokuş aşağı... Yejov’u devirenler, kendilerini devirecek olanlar gelinceye kadar, her türlü hakarette özgürdürler. Mesela, Pelikan yazarı, kamyon kıvamındaki inişi sırasında, Etyen Mahçupyan’a da “REİS hakkında eşcinsellik imasında bile bulunan bir herif” diyerek itibar kırıcı hakareti basmış. Aslında belli ki, kendisini “uluslararası şirketlerden komisyon almakla” suçlayan bir takım danışmanların “eşcinsel olduklarına” dair bir yalan uydurmanın (“O yalansa bu da yalan, o doğruysa bu da doğru…”) nasıl bir şey olacağını mizah yoluyla anlatmaya çalışan Mahçupyan’ı anlamamış veya anlamazlıktan gelmiş ya da çok fena alınmış ve “REİS” ile uzaktan yakından alakası olmayan bir takım satırların Reis için yazıldığı hezeyanına kapılmış. Yani tam bir özdeşleşme... Tepeden tırnağa... Devlet, reis (önder, başbuğ vb.), parti ve... küçük adamlar... 08 SÖYLEŞİ BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran 82016 SÖYLEŞİ BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 9 SÖYLEŞİ Prof. Dr. Ferhad İbrahim Seyder: Rakka Kürdlerin meselesi değil Rakka’nın düşmesi halinde sonrasında ne olur? Kenti kim yönetir? Kürd güçleri ağır kayıplar ihtimali içeren bu operasyon sonrasında bölgede nasıl konumlanır? PYD yöneticileri ‘eğer Rakka halkı isterse biz Rakka’da kanton ilan edeceğiz’ diyorlar, ancak ben bunu ihtimal dâhilinde görmüyorum. Bu projenin hayata geçeceğine dair inancım yok. Birçok şey söyleniyor. Rakka halkının yarısı Rakka’yı terk etmiş durumda ve şu an orada bulunanların çoğu IŞİD askerleri ve onlara destek verenlerden oluşuyor. Sonrasında da şunu söylemek gerekiyor, orası Kürd bölgesi değil. Ben her zaman söylüyorum Salih Müslim’in ve PYD’nin meselesi Kürd meselesi değil. Onlar Öcalan’ın Demokratik Toplum ve Demokratik Konfederalizm projesini hayata geçirip Suriye’yi bu konuda örnek bir yer yapmak istiyorlar. Öcalan’ın ütopyalarını hayata geçirip ’işte Öcalan’ın ütopyaları Suriye de gerçekleşiyor ve Demokratik Konfederasyon hayat buluyor’ diyecekler. PYD ve PKK için öncelik ideolojidir. Siyasi düşünmüyorlar. PYD ve ABD şu an sahada müttefik konumdalar, ABD ve PYD’in müttefikliğinin siyasi alanda da gerçekleşme durumu var mı? Bu ilişki devam etmeyecektir. Çünkü aralarındaki anlaşma resmi değil, gizli bir IŞİD Suriye’den sökülürse, bu durumun Kürdlerin ellerini zayıflatabileceği, Kürdlerin rejimle karşı karşıya gelme .o rg ihtimaline vurgu yapan yorumlara ne dersiniz? Kısa vadede rejim ile PYD gerginliği mümkün mü? Açıkça söylemek gerekirse, kimse Suriye’nin gelecekte nasıl bir yer olacağını bilmiyor. Suriye eskisi gibi bir devlet olabilecek mi? Ya da Suriye, Somali gibi güçsüz bir hal alacak, ya da Suriye’den birçok devlet çıkacak Alevi, Sunni devletlere bölünecek ve burada Kürdler devlet sahibi olacak mı olmayacak mı belli değil. Bunların hepsi şu anki durumlarla bağlantılıdır. Suriye’nin eskisi gibi kalıp kalmayacağı meselesidir. Konfederalizm meselesine Araplar izin vermeyeceklerdir. Sünni Araplar açıkladılar federalizm ve konfederalizme karşı olduklarını ve Suriye devletini eskisi gibi 2011’den öncesi gibi kurmayı istiyoruz diyorlar. Diğer yandan Aleviler de hazırlıklar yapıyorlar Suriye’de rejimi ve tüm Suriye’yi kontrol altına tekrar alamazsalar bunların bağımsız Alevi devletini kurmaları uzak bir ihtimal değil. Alevi devleti kurulursa, PKK devleti kurulma ihtimali de var. O zaman PKK’liler Kürd devleti demeyecekler. Kendi felsefelerine göre demokratik devlet diyecekler. O zamanda ABD ve Rusya’nın onlara destek vermesi gerekiyor. Suriye’nin dağılmasını uzak görmüyorum ama eğer Suriye devleti ayakta kalabilirse ve 2011’den önceki haline dönebilirse o zaman PKK ve PYD’ye Suriye de yer kalmayacağına inanıyorum. ur d ak iv rs Rakka’dan çekilecek IŞİD üyeleri Musul’a mı yığılır, bu durumda KBY’de kimi cephelerde saldırıya geçmeleri beklenilir mi, IŞİD’in askeri taktiği ne olur? Ben böyle bir şey olabileceğine inanmıyorum. Eğer Rakka düşerse, IŞİD zayıflayacaktır güçlenmeyecektir. Musul’da durumun nasıl olacağını bilmiyorum ama eğer Musul’da savaş başlayacaksa Irak askerlerinin savaşacağını sanmıyorum. Orada Peşmergeler IŞİD’e karşı savaşacaklar. Ama dediğim gibi Rakka düşerse IŞİD zayıflayacaktır. anlaşma var şuanda. Şimdiye kadar PYD’ye ne vermişler tonlarca füze mi, tank, top mu verdiler? ABD kendi amaçları doğrultusunda çaba göstererek Kürd kanı dökerek kendi amaçlarını hayata geçirecek. Şimdiye kadar ABD kurulan kantonlar için, ‘kantonları resmi olarak tanıyoruz ve doğru buluyoruz’ diye bir açıklama yapmadı. ABD’li yetkililer her zaman bu konu açıldığında kurulmuş olan kantonları eleştirdiklerini belirtiyorlar. Salih Müslim ve arkadaşları için önemli olan propagandadır. PYD’liler, ‘ABD ile uluslararası bir anlaşmamız var ve beraber çalışıyoruz’ mesajını vermek istiyorlar. Ben de bunun tam tersini düşünüyorum ABD’nin özel amaçları var. Söylediğimiz gibi ABD hala kantonları tanıdığını ve resmi yerler olarak gördüğünü söylemedi. ABD bu konuda kendini her zaman geri çekiyor ve hiçbir zaman bu konuya dâhil olmuyor. .a Suriye rejiminin ve Araplar’ın PYD’nin Rakka’ya yönelmesini isteği söyleniyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir? Bu konuda Arapların ve rejimin isteğinin kabul edilmesi mümkün müdür? Bu savaşta yer alan ve rolleri olan güçler varsa muhtemelen onların da Qamişlo’daki güçleridir. Bu silahlı birimler Arap güçleridir. ABD iyi biliyor ki Sünni Araplarla savaşa girmeleri zordur. Bundan dolayı YPG’nin ve PYD’nin rolünün çok olacağını düşünüyorum ve bunu ABD de biliyor. Bundan dolayı Kürdler savaşacaklar ve Arapların bu savaşa dahil olacağını ve savaşacağına inanmıyorum. Birçok Arap IŞİD’in gitmesini istemiyor. YPG Rakka’ya girerse o zaman savaş Kürd Arap savaşına dönecektir. Bu da Kürdler için tehlikeli bir durumdur. Bıraksınlar Araplar gidip kendi şehirlerini kurtarsınlar bu onların işidir. Kürdlerin işi değil. PKK’nin stratejisi şu an şudur. PKK kendisini ABD’nin partneri olarak göstermeye çalışıyor. Ve ABD’nin onlara destek verdiği yönünde propaganda yaparak, kullanmak istiyorlar ancak bu çok ağır sonuçlara yol açacaktır. Bu savaşın sonuçları ağır olacaktır. Çünkü hala binlerce insan var Rakka’da. IŞİD Rakka’nın ayakta durmasını isteyecektir. Sivillerin Rakka’dan ayrılmasına izin vermiyorlar. Bölgedeki kaynaklar 50 binden fazla sivilin Rakka şehir merkezinde olduğunu belirtiyor. Sivillerin şehir merkezinde olması operasyonun geleceğine ilişkin sıkıntı yaratmaz mı? -IŞİD’le Rakka savaşı çok sert geçecektir ve birçok Kürd genci yaşamını yitirecektir. Ve kendi meseleleri olmayan, kendi toprakları olmayan bir konudan dolayı savaşacaklar. IŞİD için Rakka stratejik bir yerdir ve onlar için önemi büyük bir yerdir. Bu onların varlık yokluk savaşı olacaktır. Bundan dolayı da IŞİD Rakka’da büyük bir savaş verecektir. Şimdiye kadar herhangi bir savaşın yaşandığını pek söyleyemeyiz. Yaklaşık 20 - 25 km de yer yer çatışmalar yaşanıyor ancak daha Rakka topraklarında savaşın başladığı söy- lenemez. Rakka çöllerindeki savaşın bedeli ağır olur. w Kürd güçleri uzun zamandır, Efrin ile Kobanê’yi birleştirecek Cerablus hattına operasyon yapma hazırlığında idi. Neden birden yüzlerini Rakka’ya çevirdiler? Kürd güçleri değil, Demokratik Suriye güçleri adıyla operasyonlara başlandı. ABD her zaman Kürdlerin adının ön plana çıkmasını istemiyor. Ancak biz biliyoruz ki YPG ve PYD bu işin arkasındadırlar. Cerablus’a müdahale Türkiye istemediği için yapılamıyor. Onlar da Rakka’nın düşürülmesini istiyor, Rakka düşerse Cerablus’ta düşecektir. Rakka Suriye’nin ortasında yer almasından dolayı ve IŞİD’in başkenti konumunda olması Rakka’ya operasyon yapılmasını ön plana çıkarıyor. Diğer bir konu da şudur, eğer bu güçler sadece Araplardan oluşsaydı Cerablus’un alınması Türkiye için sorun olmazdı ama Kürd güçlerinin içinde yer alması, Özellikle PKK’ye yakın olduğunu iddia ettikleri gruplar olması, Türkiye tarafından tepkiye yol açıyor. Kürdlerin ABD nezdinde bir noktaya ulaştığı kesindir. Rakka Operasyonu hem zor ve hem de önemli bir operasyondur. Eğer Rakka düşerse IŞİD büyük bir darbe alacaktır. Cerablus her şekilde düşecektir. Türkiye bıraksaydı 2 -3 ay önce Cerablus, Demokratik Suriye Güçleri’nin eline geçecekti. Ancak Türkiye buna karşıydı. ABD de operasyon yapmıyordu ve onlara Türkiye’nin pozisyonu ve Türkiye siyasetlerinden dolayı yardım etmek istemiyordu. ABD’nin IŞİD’e darbe vurmak istediğini söylüyorum ancak Rakka Operasyonu’nun tüm yükü Kürd güçlerinde olacaktır. Kürdler bu konuda kazançları ne olacak bunu netleştirmeleri gerekiyor. Ben Kürdlerin bu konuda büyük kazanımlara sahip olacaklarına inanmıyorum. Kürdlerin en önemli kazancı budur, PKK, PYD, YPG ve buralarda hizmet edenler diyecekler ki ‘ABD ile iş yapıyoruz’ ve bunun propagandasını yapacaklar ve nice Kürd genci onlara ait olmayan bir toprakta yaşamını yitirecek ve bu onların işi değil Arapların kendi topraklarını kurtarması gerekiyor, Kürdlerin değil. Rakka Kürd şehri değil Arap şehridir. Ben Kürdlerin meselesi olmayan bir meselede kurban olacaklarını düşünüyorum. w Mehmed Salih Bedirxan su. Erfurt Üniversitesi Melle Mustafa Barzani Kürd Araştırmaları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ferhad İbrahim Seyder ile konuştuk. Prof. Seyder, operasyona ilişkin, “ABD’nin IŞİD’e darbe vurmak istediğini söylüyorum ancak Rakka Operasyonu’nun tüm yükü Kürd güçlerinde olacaktır. Kürdlerin bu konuda kazancı ne olacak bunu netleştirmeleri gerekiyor. Ben Kürdlerin bu konuda büyük kazanımlara sahip olacaklarına inanmıyorum” diyerek Kürd Güçleri’nin Rakka’ya yönelmesinin doğru olmadığını savunuyor. w Bir süredir Amerika ile Türkiye arasında yaşanan krizden dolayı operasyonlara ara veren Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) hafta içinde IŞİD’in Suriye’deki başkenti Rakka’ya yönelik operasyon başlattı. Operasyondan önce bir hafta önce Kobanê’ye gelen yaklaşık 250 kişilik ABD’li askeri uzmanın operasyona müdahil olduğu öğrenildi. ABD ile PYD’nin koordineli yürüttüğü Rakka Operasyonu’nun Suriye’deki savaşı nasıl etkileyeceği ise merak konu- PYD ve YPG, ABD – Türkiye arasında krize neden olmaya devam ediyor. Bu kriz devam eder mi? ABD ve Türkiyeli yetkililerin karşılıklı açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gelişmelerin ABD seçimleri ile bağlantısı var. ABD seçimlerinden sonra yeni Başkan Suriye ve Irak’ta ne yapacak? Asıl soru budur. Türkiye ve Obama yönetimi arasında birçok noktada çelişkiler bulunuyor. ABD ile Türkiye arasında krize neden olan onlarca madde var. Onlarca mesele sayabiliriz. Birincisi Obama’nın İran siyasetidir, Türkiye ve Suudi Arabistan, Obama’nın İran politikalarının yanında yer almıyor. İran’ın hegemon bir devlet olmasını istemiyorlardı. Bu konuda çelişki yaşıyorlar. PYD konusunda da çelişki yaşıyorlar, şimdiye kadar ABD, ’biz hiçbir zaman PYD ile ittifak kurmadık ancak IŞİD’e karşı savaşan diğer güçler gibi onları da destekliyoruz’ diyor. Türkiye ve ABD arasında birçok konuda çelişki var. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında da birçok çelişki var. Daha çok Suudi Arabistan ve Türkiye birbirine yakınlaşıyor. İki ülke arasındaki askeri ve diplomatik ilişkileri iyi görünüyor. ABD, PYD’ye olan desteğini çekerse Rusya, Kürdler için alternatif olur mu? Rusya’nın çeşitli stratejileri ve iki amacı var. En önemlisi, dünyada büyük bir rol sahibi olmak ve ABD gibi bir güce sahip olmak istiyor. İkincisi ise Ortadoğu’da kendilerine partnerler yaratmak istiyor. İran ile yaptıkları birçok anlaşma bulunuyor. Mısır da şu an Rusya’ya destek veriyor. Esad rejimi onların yanında yer alıyor. Gerilla güçlerinin de yanlarında yer almasını isterler. Ama bunların ilişkilerinin güçlü olacağına inanmıyorum. PKK, İran ve Rusya karşısında büyük ilişkiler geliştirmediler. Şimdiye kadar ne kazanmışlar, onlara silah vermediler, onlara siyasi destekte yetersiz kaldılar. PYD’yi Suriye muhalefetinin bir tarafı olarak koyamadılar. Rusya PYD’yi Cenevre’ye götüremedi. Onların PKK’ye desteği çok zayıf ve zaten PKK’nin güçlenmesini istemiyorlar. ABD ile resmi ve açık işbirliği, şimdiye dek “emperyalizm” retoriği ile konuşan PKK yönetiminin siyasetini nasıl etkiler. Bu işbirliği PKK’nin bölgesel Şii Mihveri ile ilişkisini nasıl etkiler? ABD, Türkiye ile PKK’yi yeniden konuşmaları için ikna etme pozisyonuna sokar mı? Emperyalizm meselesi eski modeldi, bu Bağımsız Kürdistan ile alakalı değildi. PKK’liler tüm inançlarını attılar. 90’lı yıllardaki inançları yok. 90’lı yıllardaki söyledikleri ile şimdikiler çok farklı şeyler ayrı dünyaları yaşıyorlar. Onlar kendileri diyorlar ‘biz ideolojinin arkasındayız.’ Öcalan, ‘benim söylediklerim gerçekçi değildi’ diyor. Birçok kitabında diyor ’bizim inancımız doğrudur ve inancımızda gerileme yoktur.’ O zaman da inandığı şeyler doğru değildi. Dönemin siyasetine uygun olmayan düşünceleri vardı ve o dönemdeki söylemleri de ütopya idi. Öcalan ve PKK’nin şimdi söyledikleri de ütopyadır. Maalesef Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin çoğunluğu Öcalan’ı destekliyor ve o ne derse onu yapıyorlar. Aydın ve yazarların sesini kimse duymuyor. Öcalan ne yaparsa yapsın onun yanında yer alıyorlar. Halk ideoloji ve stratejiyi bir birine karıştırıyor. İran cephesi, Şii bir cephedir. Onlar Suriye ve Irak, hatta Lübnan’a kadar birçok yerde hâkimiyet kurmak istiyorlar. Bu Şii hilalidir. Rusya bu konulara uzak duruyordu ancak onlarda Suriye savaşına dahil olup Türkiye ile aralarında çelişkiler başladıktan sonra o zaman PYD ve PKK ile ilişkilerini geliştirdiler. Rusya ve PKK ilişkileri stratejik değildir. İlişkinin Rusya için stratejik bir mesele olduğunu düşünmüyorum. Ne zaman isterlerse istesinler PKK ile ilişkilerini keserler. İran ve Rusya kendi aralarında kendi oyunlarına destek olarak PKK ile ilişki geliştiriyorlar. Türkiye’de yaşanan savaş halinin İran’ın başının altından çıktığını düşünüyorum. Bundan hiç şüphem olmadı ve İran o savaşın arkasında yer alıyor. İran’ın amacı Türkiye’yi güçsüzleştirip Suriye’ye müdahalesini önlemekti. Türkiye güçsüzleşirse İran’ın politikalarının karşısında duramasın diye yaptı ve bunu da gerçekleştirdi. Türkiye’nin büyük problemleri bulunuyor. Örneğin savaş konusunda ciddi bir sorun var. Angela Merkel Türkiye’ye geldiğinde açıkça bu savaşa karşı olduklarını söylemişti. Savaşa ve çatışmaya Türkiye başlamadı PKK başladı. 09 Yeni milli Türkiye ve Kürd karşıtlığı HAKAN TAHMAZ AK Parti’nin içinde yaşananlara parti içi mesele sınırında yaklaşmanın yanlış olduğu kongre sonrasında berraklaştı. Parti’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan tarafından Binali Yıldırım’ın genel başkan ve başbakan olarak belirlenmesi sonrasında parti yetkililerinin açıklamalarında sorun bütün yönleriyle ortaya konuldu. Konuyu başkanlık, yarı başkanlık, partili cumhurbaşkanı sınırında tartışmak veya böyle sunulması dar alana sıkışmak/sıkıştırmaktır. AK Parti ve onun lideri RTE, Ortadoğu’da son yıllarda yaşananlardan ve Gezi Direnişi sonrasında temel hedefinde köklü değişikliğe gitti. Türkiye’yi küresel dünyanın bir parçası yapma hedefinden küresel dünyadan özerk “yeni milli Türkiye” yaratma ve Hıristiyan batı nezdinde Müslüman dünyanın temsilcisi olma hedefine yöneldi. Burada iki kritik kavram var “milli” olma ve “Müslüman dünyanın temsilcisi” olma. AK Parti ideologları bunu 2. milli kurtuluş savaşı, yeni Türkiye hedefi olarak tanımlıyor. Mustafa Kemal’in yüzünü Batı’ya dönerek yaptığını, RTE, Doğu’ya/Müslüman dünyaya doğru dönerek ama bunu Batı’yla bütün köprüleri atmadan yapmaya çalışıyor. Türkiye’nin ve insanlığın kazanımı olan uluslararası normlardan ve değerlerden uzaklaşarak ve bunların yerine dini öncelikler konuluyor. Son dönemde AB, BM, NATO, IMF gibi finans kurumlarının politikalarına ilişkin yapılan itirazların, eleştirilerin, temel taleplerin arka planında bu yönelimin argümanlarını görüyoruz. Bu planın hayata geçmesi küresel dünyada Ortadoğu’da özerk bir Türkiye yaratma olasılığı oldukça zayıf görünüyor. Çünkü yalnızlaşmış milli Türkiye dünyanın rotasıyla jeopolitik konumu gereği çok daha şiddetli çatışma ve gerilimle karşı karşıya kalacaktır. Ortadoğu için her gün büyük bir tehlike olarak belirmeye başlayan Arap Kürd çatışması bile tek başına Türkiye’de yüksek düzeyde depreme yol açacak potansiyel taşıyor. Irak’ın işgaliyle başlayan Kürd Arap geriliminin, Kobanê’de derinleşmesini ciddiye almama hali Türkiye için yangına körükle gitmeye dönüşebilecek bir potansiyel taşıyor. Bunun farkında olan Abdullah Öcalan çözüm sürecinin mantığını Kürd - Türk ittifakı üzerine kurdu. Bu benimsenmedi ve çözüm süreci bitirildi. Hükümet programında, Kürd meselesine ilişkin tek bir cümle kurmadan, terör ve bölücülük vurgusunun geniş yer alması “milli yeni Türkiye” yaratmanın bir aracı olarak Kürd karşıtlığının kullanıldığının gösteriyor. Son MGK kararında PYD konusundaki vurgu ise bu karşıtlığın sınırının Türkiye’yi aşan bir konu olduğunu gösteriyor. “Yeni milli Türkiye” yolunda hükümet, Kürd meselesinin çözümünü askıya alarak, PKK ile savaşı önceledi. 1990’ların hatasına düşmeden PKK’nin bastırılması politikasını bütün Kürdleri cezalandırma biçiminde sürdürülüyor. Hükümet çevresinde çok sıkça tekrarlanan PKK ile savaşın kaderini Kürdilerin tutumu belirleyecek. Kürdlerden, PKK’ye tutum almalarını beklemek ve AK Partileştirme politikası geleneksel devlet politikasına dönüşün ilanıdır. Yeni milli Türkiye böylesine Kürd karşıtı politikalarla kurulamaz. AK Parti, Kürd meselesiunun çözüm öznesi/aktörü olmaktan bu politika nedeniyle çıkmıştır. Artık barışın adresi yoktur. Muhataplar savaşı seçmiştir. AK Parti’nin uzun süredir izlediği politika, karşı cephesini yarattı. Kürd siyaseti, AK Parti’yi çözüme zorlama rotasını değiştirip, AK Parti’yi yıkma cephesini büyütmeye yöneldi. Bu nedenle, kısa sürede yeniden çözüm yoluna girileceği hayaline kapılmadan daha uzun erimli ve çetin bir yolun başında olduğumuz gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Çözüme yeni bir yol bulmak AK Parti’ye oy vermiş muhafazakâr kitlenin, CHP’ye oy veren cumhuriyetçi seçmenin Türkiye’nin geleceğinin millileşme politikalarında olmadığı ve kent savaşına son verilmesi için barış cephesinin güçlendirilmesine ikna edilmesi şart. Barışın olanakları ve potansiyeli muhafazakâr ve cumhuriyetçi demokratların güçlenmesinden geçiyor. 10 DİPLOMASİ BasHaber BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 AB Temsilcisi Ajgeyî: 875 ölü, 500 hapis çocuk Çocuk mağduriyeti devam ediyor KBY diplomasisi altın çağını çağını yaşıyor E Adem Özgür ürkiye’de 2015’te en az 875 çocuğun önlenebilir sebeplerden hayatını kaybettiğini ve en az 500 çocuğun anneleri ile birlikte hapiste yaşadığı açıklandı. Gündem Çocuk Derneği’nin hazırladığı “Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu” Çocuğun İnsan Hakları Konferansı’nda açıklandı. Gündem Çocuk Derneği’nden Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu’nu açıklayan Ezgi Koman, ‘’2015 adaletsizliğin ve zorbalığın yaşandığı bir yıl olarak; fiziksel koşullardan, kamu görevlilerinin ihmali yüzünden, devlet şiddetinden hayatını kaybeden çocuklarla dolu. Çocukların birey olarak değerlendirilmeyip sahibinin, ailesi ya da devlet olduğu koşullarda hak ihlalleri kaçınılmaz oluyor’’ dedi. Çocukların yaşam hakkındaki yükümlülüklerinin devlete ait olduğunu belirten Koman, saygı gösterme, üçüncü kişilerden koruma ve olanak sağlama ile çocukların yaşam haklarının kolaylıkla sağlanacağını ifade etti. Koman, 2014 yılında en az 589, 2015 yılında ise en az 875 çocuğun önlenebilir sebeplerden hayatını kaybettiğini söyledi. Çocukların eğitim, sağlık hizmetleri, intihar, çocuk evlilikleri, çocuk işçiliği, yargısız infaz ve çatışma sırasında öldüğünü aktaran Koman, “Ölen mülteci çocukların ise ismi dahi bilinmiyor’’ diye konuştu. “Avrupalılar bağımsızlık ilan edildiğinde Kürdlerin yanında olmak istiyor” Avrupa ülkelerinin Kürdistan’ın bağımsızlığı ve referandum konusuna yaklaşımına da değinen Dilawer Ajgeyi, AB ve Avrupa rs iv ak ur d .o rg “Avrupa, Erbil’le stratejik ilişkiler geliştirmek istiyor” Avrupa ülkelerinin Erbil’le ilişkilere büyük önem verdiğinin altını çizen KBY Avrupa Birliği Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi, şu ifadeleri kullandı: “Sadece son 6 aylık diplomasiye bakarsak bu yaklaşımı görebiliriz. Bu kadar yoğun bir diplomasi trafiği bölgenin diğer ülkelerinde yok. Dünya devletleri, özellikle bölgenin siyasi kaderi konusunda Erbil’in ülkelerinin bağımsızlık refrandumunu olumlu karşılamaları için girişimlere başladıklarını dile getirdi. Ajgeyi bu konuda şöyle konuştu: “Avrupa ülkelerinin Kürd halkının siyasi iradesine ve alınan karara karşı çıkmaması için girişimlere başlamış bulunuyoruz. Bununla birlikte Avrupa’da referandum yolu ile bağımsızlığını ilan eden devletlerin deneyim ve tecrübelerinden yararlanmak istiyoruz. Bu konuda görüşmelerimiz var. AP milletvekilleri ve AP’de yer alan gruplardan Kürdistan’da düzenlenecek olan referanduma katılmaları ve yerinde gözlem yapmalarını talep ediyoruz. Önümüzdeki dönemde bağımsızlık referandumu hakkında Avrupa Parlamentosu’nda bir konferans düzenlemeyi düşünüyoruz. Konferansa AB temsilcilerinin yanısıra Şii ve Sunni Arap temsicilerin de katılmasını ve bu konunun konferansta tartışılmasını istiyoruz. KBY’nin demokrasi prensipleri çerçevesinde sorunu barış içinde, diyalog yoluyla çözmek istediğini belirtmek istiyoruz. Bağımsızlık konusunda Avrupa halkı ve ülkelerinin Kürdistan Bölgesi’ne destek verdiğini ve Kürd halkının iradesine saygı duyduğunu belirtmek istiyorum. Genel olarak, yüzde bir ihtimalle bir ülkenin veya bölgenin güvenliğini ve istikrarını zedeleyecek bir durum sözkonusu ise, Avrupa ülkeleri bu riski karşılamak istemiyor. Ancak değişimler güvenlik ve istikrar sorunlarını çözmeye yönelikse, o zaman kendi çıkarları doğrultusunda destekliyorlar. Sonuç olarak şunu belirtebilirim; Bugün Kürd halkı artık yanlız değildir, dostları gittikçe artmaktadır. Avrupa ülkeleri de KBY’ni kendileri için önemli bir ittifak olarak görüyor. Görüştüğümüz bir çok Avrupalı yetkili, ‘Kürdlerin tek dostu dağlar değil, bizlerde dostuz, bunu halkınıza iletin’ diyorlar. Yine Kürd halkının bağımsızlığını ilan edecei o tarihi ve anlamlı günde Kürdistan’da olmak istediklerini belirterek kendilerini de davet etmemizi istiyorlar. Avrupalılar bağımsızlığın ilan edildiği o anlamlı günde Kürd halkının yanında olmak istiyor” .a “AB’nin KBY’ne mali destek kararı tarihi bir karardır” KBY’nin içinde bulunduğu ekonomik ve mali krizin aşılması için KBY Başkanı Mesud Barzani’nin yılbaşında AB konseyi ve komisyonu başkanlarına iki ayrı mektup göndererek yardım talebinde bulunduğunu belirten Dilawer Ajgeyi, “AB temislciliği olarak konunun takipçisi olduk. Bununla birlikte Kürdistan Dostları Grubu da, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi sayın Mogerini’ye konu hakkında mektup gönderdi. AB ülkelerinin dışişleri bakanları geçtiğimiz hafta konuyu bir oturumda ele aldı ve KBY’ne mali destek verme kararı aldı. Bununla birlikte IMF ve Dünya Bankası’nın Irak’a borç verme ve Kürdistan Bölgesi’nin payının belirlenmesi kararının desteklendiği belirtildi. Bazı AB ülkelerinin ekonomik kriz yaşadığı bu dönmde AB ülkelerinin aldığı bu karar siyasi ve diplomatik açıdan tarihi bir karardır” ifadelerini kullandı. bugün olduğu gibi, gelecekte de önemli bir merkez olacağını görüyor. Suriye ve Irak krizinin yaşandığı bu süreçte Kürdistan Bölgesi güven ve istikrar merkezi oldu. Yine Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’e karşı elde ettiği başarı Avrupa ülkeleri tarafından takdirle karşılandı. Peşmerge’nin tüm dünya adına teröre karşı savaştığını ve kahramanlık sembolü olduğunu itiraf etti. Yine Avrupa ülkeleri KBY’nin bölgede en güvenilir ittifat olduğunu biliyor. Bu yüzden Kürdistan Bölgesi’nin bölgede güçlü olmasını, güvenliğinin sağlam olmasını istiyorlar. Güvenlik açısından sorunsuz, ekonomik açıdan ayakta durabilen bir Erbil, Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik açıdan güç dengelerini ve balansını da sağlayabilir. Kürdistan Bölgesi yeraltı kaynakları açısından da zengin bir bölge. Bölge ve Avrupa devletleri için de ciddi bir kaynak olur. AB ülkelerinin önem verdiği bir diğer konu da Kürdistan Bölgesi’ndeki birlikte yaşam ve demokrasi kültürüdür. Kürdistan’da tüm etnik ve dini farklılıkların birlikte barış içinde yaşaması ve KBY’de yönetiminde temsiliyetlerinin bulunması AB açısından önemli bir kriter. Kürdistan Bölgesi Ortadoğu’da farklı din , ırk ve kültürlerin birlikte kardeşçe yaşadığı bir adadır. Kısacası, Avrupa’nın değer verdiği demokratik ilkelerin Kürdistan Bölgesi’nde uygulanıyor olması kendileri açısından önemli bir husus. Kürdistan’ı bu konuda kendilerine yakın görüyorlar. Tüm bu sebeplerden ötürü Avrupa ülkeleri Kürdistan Bölgesi ile iyi ve stratejik ilişkiler içinde olmak istiyorlar. Kürdistan’a gerçekleştirdikleri ziyaretlerin yanısıra, gelen ülke temsilcileri KBY Başkanı Mesud Barzani ve KBY yetkililerinin de kendi ülkelerini ziyaret etmesini istiyorlar. Şunu rahatça belirtebilirim ki, Kürdistan Bölgesi diplomatik açıdan altın çağını yaşıyor.” w Güçleri’ne destek çıktı. Bu karadan sonra bir çok ülke Peşmerge’ye silah, cephane ve askeri danışmanlar gönderildi. Yine birçok ülke IŞİD’e karşı Uluslarası Koalisyon’da yer alarak Peşmerge’ye havadan destek verdi. AB aynı zamanda KBY’ne mültecilere yardım konusunda da destek verdi. Kürdistan Bölgesi’nde Irak ve Suriye’deki savaştan kaçarak gelen bir milyon 800 bin mülteci, KBY için büyük bir mali külfet oluşturuyordu. AB bu noktada BM’in mültecilerle ilgili kurumlarını harekete geçirme konusunda rol oynadı.” w “AP’de güçlü bir Kürd lobisi var” AP’de Kürdistan Bölgesi, Kürd meselesiu ve Irak’la ilgili gündemlerin ele alındığı toplantılara katıldıklarını dile getiren Dilawer Ajgeyi, bu toplantılarda KBY’nin mesajlarını aktardıklarını, kendi çalışmaları ve Erbil’e düzenlenen diplomatik ziyaretler hakkında da AP ile koordine halinde olduklarını söyledi. Ajgeyi, “Gerek Avrupa ve gerekse diğer dünya ülkeleri temsilciliğimiz aracılığıyla KBY ile ilişki sağlıyor. Bize gelen davet ve mektuplarda “Büyükelçilik” ifadesi kullanılıyor. Bununla birlikte bu AB Parlamentosu’nda “Kürdistan Dostları Grubu” kurduk. Mevcut durumda grubumuzda 15 farklı ülkeden 30 temsilci bulunuyor. Bu temsilciler AP milletvekillerinden oluşuyor. Aralarında Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar, Sosyalistler, Liberaller ve Muhafazakarların da bulunduğu bu güçlü grup, aynı zamanda Kürd lobisini oluşturuyor. Toplantı ve münazaralar olduğunda Kürdistan Dostları Grubu aktif bir şekilde katılıyor ve toplantılarımızın vermli geçmesine büyük katkıda bulunuyor” dedi. IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırıdığı Ağustos 2014’te, AB yetkililerinin bir çoğunun tatilde olduğunu dile getiren Ajgeyi, ancak Kürdistan Bölgesi’nin önemi nedeniyle yetkililerin tatillerini yarıda bırakıp olağanüstü bir toplantı düzenlediklerini ve Erbil’e destek kararı aldıklarını hatırlattı. Ajgeyi şöyle dedi: “Toplantıda tarihi bir kararla Peşmerge T w rbil’in dünya ve özellikle Avrupa ülkelerine açılımı, Suriye ve Irak’taki kaostan öncesine dayanıyor. Bağdat ile Erbil arasında yaşanan siyasi ve ekonomik kriz ve ardından IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırması KBY’ni zor durumda bıraksa da, mevcut krize karşı KBY’nin tavrı ve Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’e karşı elde ettiği başarılar, tüm dikkatleri Kürdistan Bölgesi’ne çevirdi. Özellikle 2014’ten bu yana Erbil Ortadoğun’nun önemli diplomasi merkezlerinden biri haline gelmiş durumda. Bu süre zarfında Erbil’i en çok ziyaret eden Avrupa Birliği liderleri oldu. KBY Avrupa Birliği Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi, KBY ile AB ilişkilerini, Avrupa ülkelerinin bağımsızlık konusuna yaklamışımını BasHaber’e değerlendirdi. Dünya genelinde 14 ülkede temsilcilikerinin bulunduğunu belirten KBY Avrupa Birliği Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi, Holanda, Lüksenburg ve Belçika temsilciğinin de aynı zamanda 2008’den beri resmen AB ile ilişkiler temsilciliği rolünü üstlendiğini belirtti. KBY Başbakanlığı’nın 2013’te çıkardığı talimname doğrultusunda AB Temsilciliği görev ve sorumluluklarının da netleştirildiğini belirten Ajgeyi, “AB Temsilciliği KBY Dışilişkiler Ofisi’ne bağlı olarak, kendisi için belirlenen bir yolharitası doğrultusunda, Kürdistan Bölgesi’nin siyasi ve diplomatik amaçlarına hizmet çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyor. KBY Avrupa Temsilciliği bugün Belçika’nın başkenti Brüksel’de, dünya ülkelerinin büyükelçilikleri ile aynı sırada bulunuyor” dedi. ÇOCUK 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 “103 çocuk devlet eliyle hayatını kaybetti” Çocuğun yaşam hakkı raporuna göre; devletin bizzat gerçekleştirdiği yaşan hakkı ihlallerinde en az 103 çocuk, devletin önlem almayarak sebep olduğu yaşam hakkı ihlallerinde en az 772 çocuk hayatını kaybetti. Gündem Çocuk Derneği’nin “Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu”nda, “Devlet Eliyle Ortaya Çıkan Yaşam Hakkı İhlalleri” başlığı altındaki veriler şu şekilde: Yargısız infaz sonucu 61, silahlı çatışmada 1, çatışma atıkları askeri mühimmat ve mayın patlaması sonucu 5, kamu görevlilerinin ihmali sebebiyle yaşam hakkı ihlalleri sonucu 36 çocuk yaşamını yitirdi. “875 çocuk alınamayan önlemler sonucu yaşamını yitirdi” “Devlet Önlem Almadığı İçin Ortaya Çıkan Yaşam Hakkı İhlalleri” başlık altındaki veriler ise şu şekilde: İntihar ve bombalı saldırılarda 6, nefret cinayetinde 1, şiddet sebebiyle yaşam hakkı ihlallerinde 42, çocuk evliliklerinde 4, uyuşturucu kullanımında 4, intihar vakalarında 35, bireysel silahlanmada 30, ihmal sonucu yaşam hakkı ihlallerinde 473, iş yeri ölümlerinde 65, afetlerde 4 ve mülteciler ile Türkiye’deki yabancılar arasında 108 çocuk ölümü yaşandı. Dolayısıyla 875 çocuk, 2015 yılında devletin önlem almaması sonucu yaşamını yitirdi. Raporda, sokağa çıkma yasakları sonucu çocukların yaşam haklarının ihlal edildiği ve Kürd illerinde birçok çocuğun hayatını kaybettiği gözlemleniyor. Raporda yer alan ve yaşamlarını yitiren bazı çocukların isimleri şu şekilde: 0-6 yaş arası 500’den fazla çocuk mahpus Öte yandan Türkiye’de annesiyle beraber hapiste tutulan 0-6 yaş arası 500’den fazla çocuğun olduğu bildirildi. İHD’nin yaptığı açıklamaya göre, siyasi sebeplerle tutuklanan çocuklar, tutuklandıktan ilk cezaevine girişlerinden itibaren baskı yapılarak zorla çıplak aramadan geçiriliyor ve adına “hoş geldin dayağı” dedikleri kaba bir dayaktan geçiriliyor. İnsan hakları savunucuları ve ailelerin siyasi sebeplerle tutuklanmış olan çocuklarla yapmış olduğu görüşmeler neticesinde tespit edilen baskı ve kötü muameleler şöyle sıralanıyor: “Öncelikle siyasi sebeplerle tutuklanan çocuklar, tutuklandıktan ilk cezaevine girişlerinden itibaren baskı yapılarak zorla çıplak aramadan geçirilmekte ve adına “hoş geldin dayağı” dedikleri kaba bir dayaktan geçirilmektedirler. Sürekli koğuş gardiyanlarca denetlenmekte ve bu sırada çocukların sürekli hazırolda durması ve gardiyanlara başkanım şeklinde hitap edilmesi emredilmekte uymayanlara kaba dayak atılmaktadır. Dayak atılmak istenen çocuklar diğer çocukların korkulu bakışları arasından seçilerek alınıp, “merdiven altı” denilen yerde veya koğuşun kameralı olmayan üst katındaki yatakhaneye götürülüp dövülmekte ve tehdit edilmektedir. Hasta veya yaralı vaziyette tedaviye ve aile bakımına ihtiyaç duyan çocukların tedavileri geciktirilmekte ve doktora çıkmaları halinde bile sadece ilaç verilerek koğuşa geri gönderilmektedir. Öte yandan aralarında Gündem Çocuk Derneği, İHD, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, KAOS GL, Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nin de bulunduğu 32 dernek ve sivil toplum örgütü, hapishanelerde anneleriyle beraber tutulan 0-6 yaş çocuklar ve annelerinin özgürlüğü için ortak bir açıklama yaptı. Poyraz Ali şahsında yapılan açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Türkiye’de, annesi hakkında hapis hükmü verilen 0-6 yaş çocuklar için 3 gelecek söz konusudur. Dışarıda kendisine bakacak yakınları varsa onların yanında kalabilir, kendilerine bakacak kimse yoksa hapishanede anneleriyle tutulabilir veya ‘devlet korumasında’ olan çocuk yuvasına yerleştirilebilirler. Anneler, dışarıda bakacak kimselerinin olması halinde dahi emzirmek ve güvenlik gibi nedenlerle çocuklarının yanlarında kalmasını isteyebilmektedir. Türkiye’de annesiyle beraber hapiste tutulan 0-6 yaş arası 500’den fazla çocuk var.” 11 Emperyalizm: Marksizmin en zayıf halkası ABDULLAH KARATAY Siyasal hegemonyanın tarafları olarak ulusalcılar başta olmak üzere, İslamcılar ve Türkçü milliyetçiler uzun zamandır kavramın sahibi olarak bilinen Marksistlerden daha fazla ‘emperyalizm’, ‘anti- emperyalizm’ ve bağımsızlık türü kavramları kullanıyorlar. Emperyalizm kavramını ise ne ilk kullanan ne de tek kullanan Marksistler değil; ancak bu kavramın büyük oranda onlarla anıldığı bilinmektedir. Marksistlerin tanımında ise emperyalizm esas olarak kapitalizmin dönüşümünün ve yayılmasının vardığı bir düzey olduğu bilinmektedir. Hilferding ile başlayan, Rosa Luxemburg’la devam eden ve Lenin’le olgunlaşan emperyalizm çözümlemelerinin tümümde süreç kapitalist üretimin ‘içsel yasaları’ gereği vardığı tekelci ve küresel aşaması olarak tarif edilmektedir. Lenin’in tabiri ile emperyalizm kısaca “..dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme evresine ulaşmış kapitalizmdir.” Yani Lenin’in yazdığı yer ve zamanda kalmaya devam edersek bir egemenliğin emperyalist olabilmesi için işgalin ‘en büyük’ kapitalist ülkeler arasında paylaşılması gerekiyor. Bu “en büyükler” zihinlerde genelde Batı’lı kapitalist ülkeler olarak kodlanmış durumda. Öncelikle solun Türkiye’ye taşıdığı kavramı şimdilerde yukarıda isimlerini andığımız gruplar, Lenin’in yazdığı zamanlarda kalarak emperyalizmi hala ve sadece Batı’lı “en büyük” kapitalist dünyada arıyorlar. Ama bu tahlil tarzı “somut koşulların soyut” tahlili olduğu için tarih dışıdır ve gerçeklikten uzaktır. “Somut koşulların somut tahlili” için kavramın kendisiyle ve yaşadığımız zamandaki ilişkilere bakılmalıdır. Emperyalizmin işaret ettiği yayılmacılık ve egemenlik ne tek başına kapitalizm/ekonomi ne de ileri kapitalistlerin yayılmacılığı değildir. Esas olan güçlünün zayıf üzerinde sosyal/siyasal/kültürel tahakküm talebidir. Atalardan devirle hükümran olma alışkanlığının sürdürülme isteği ise tetikleyicidir. Bazen ekonomik zarar hilafına siyasal işgal ve egemenlikte ısrarcıdır emperyalist. Böyle bakıldığında, merkez ülkeler ‘büyük’ emperyalist, yarı-çevre ülkeler ‘küçük’ emperyalist olur. Ayrıca ‘sömürgecilikle’ de kategorik bir çelişkisi yoktur emperyalizmin. Türkiye’nin de dahil olduğu bu yarı-çevre ülkeler bulundukları bölgenin hegemonik gücü olmaya çalışırken pekala bir tür emperyalizmdir yaptıkları. Bu da ‘Asya tipi emperyalizm’ tarzı olur ve bu tarzda orta büyükler de küçüklerin emperyalistidir. Kürdistan coğrafyası üzerindeki egemenlik türlerine bakıldığında, bu egemenliklerin başat sebebinin ekonomik ya da kapitalizm olduğunu söylemek mevcut durumu açıklamaktan oldukça uzak olacaktır. Bu coğrafyanın özellikle Türkiye kısmı ile ilgili açıklamalarda Marksistkülliyatın uzun zaman etkin olması nedeniyle de, Kürdistan’ınçoklu yapılara bağımlılığı ve ezilme hali de bu nedenle yeterince açıklanamamıştır. Ezme, sömürge ilişkisi temel olarak emperyalistlerin işi, emperyalistler Batılı kapitalist ülkeler olarak zihinlerde kodlandığından, Kürdistan’ın durumunun Marksist zihinlerde hep belirsiz kaldığını düşünmek mümkün görünüyor. Bunun sonucu ise pratikte olduğu gibi zihinlerde de bir statüsüzlük atfedildi Kürdlere. Ortadoğu’dakikarmaşık ilişkilerini salt ekonomik emperyalist ilişkilere indirgemek, bu bölgenin yerli egemenlerinin tarihinde birikmiş siyasal hükümranlık iddialarını görmemizi engeller. Oysa hem dostun hem düşmanın en güçlüsü en yakınımızdakidir. Kürdler düşmanlığın en büyüğünü hep en yakınlarından gördü. Dolayısıyla Kürdler ille birilerine emperyalist sıfatı yakıştıracaksa, bu konuda çok ayrım yapacak durumda değildir; çok da uzaklara gitmelerine gerek yok gibi görünüyor. Sonuçta Kürd dünyasının egemenleri ile ilişkilerini anlamak için Marksist emperyalizm kavramının yetersiz olduğu, emperyalizm çözümlemesinin de Marksizm’in Doğu dünyasının geç-kapitalizmini anlamadaki zayıf halkası olduğu söylenebilir. 12 ÇÖZÜM BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran12 2016 SİYASET BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 13 SÖYLEŞİ Kongre sonrası AKP Yeni AKP’de yenilik var mı? A Yeni Hükümet’ten sert mesajlar Çatışmalar tam gaz 7 Haziran seçimlerinden sonra PKK ile devlet güçleri arasında devam eden şiddetten kaynaklı can kayıpları devam ederken, çatışmalardan dolayı bölge halkının mağduriyeti de sürüyor. PKK’nin çekildiğini açıkladığı Nusaybin’den bomba ve silah sesleri yayılmaya devam ederken, Şırnak ve Yüksekova’da da kent içinde devam eden çatışmalar devam ediyor. Öte yandan kırsal kesimlerde de can kayıpları haberleri, tutuklamalar, gözaltılar, insan hakları ihlalleri haberleri hız kesmiyor. Öte yanda zaman zaman çatışma haberlerinin geldiği kimi yerlerde sokağa çıkma yasakları konuluyor. Geçtiğimiz hafta Mardin’in Ömerli, Midyat ve Nusaybin ilçelerinin kırsalında yer alan 13 mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, Mardin Valiliği ise yaptığı açıklamayla yasaklı olan bölgelerde operasyonların başladığını bildirdi. Bu arada Van kent merkezinde de zaman zaman PKK’liler ile devlet güçleri arasında çıkan çatışmalar kaygı uyandırıyor. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı Diyarbakır ziyaretinde kullandığı sert söylem de ‘Çatışmalar devam edecek, barış ve ‘Kandil’in Türk hükümetine göndereceği mesajlar kritik olacaktır’ Önümüzdeki dönemde çıkışın birkaç boyutunun olduğunu belirten Öztertem şöyle devam etti: “Bunlardan bir tanesi hükümetin değişmesiyle birlikte, önümüzdeki dönemde yaklaşımlarda da bir farklılaşma gündeme gelebilir. Burada adımın nereden geleceği önemlidir. Bundan sonra özellikle Kandil’in Türk hükümetine göndereceği mesajların çok kritik olacağı inancındayım. Cemil Bayık verdiği demecinde çatışmaların tüm yurda yayılacağını söylemişti. Bu tarz açıklamalardan sonra Ankara, İstanbul, Ma- ‘Bu iş sonunda uzlaşma ve müzakereye varılacak’ “Şu gün için Kürd meselesiun çözümü için bir umut var mı demek mümkün .o ur d ak iv rs .a Alpkaya: Çatışma ortamı tırmanarak devam edecek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Faruk Alpkaya, Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamalarından tam olarak ne kastettiğini bilemediğini belirterek, “Geçmiş deneyimlere baktığımızda iki şeyden biri kastediliyordu. Birincisi Kürd hareketini tamamen ezmek, bitirmekti. İkincisi ise bir müzakere, uzlaşma ortamı doğurmak. Bunlardan hangisini kastettiğini bilemiyorum. Ama şu ana kadar olan gidişat çatışma ortamının tırmandırılarak devam edeceği görümünde” tespitinde bulundu. Değişikliğin olabilmesi için Türkiye’nin başka bir yola girmesi gerektiğini söyleyen Alpkaya, “Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan izin vermeyecek gibi görünüyor. Onun kendi gündemi Başkanlık rejimi, AB’de den Türkiye’yi kopartıp Müslüman Birliği’ne doğru yöneltmek yönünde olduğu izlenimini veriyor. Bu yönde gitmesi de Türkiye’nin AB çizgisinden uzaklaşması da demokrasiden uzaklaşması sorununu doğurmuştur. Bu gidişatın işaret ettiği, Türkiye’nin daha çatışmalı bir ortama sürükleneceği yönünde” ifadelerini kullandı. görünmüyor. Tam aksine çatışmaların daha derinleşeceğine işaret ediyor olgular” diyen Alpkaya, “Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerden dolayı bunu daha fazla sürdürülmesine de el vermiyor. Kürd halkı soykırıma tabi tutulamayacağına göre her hâlükârda bu iş uzlaşma ve müzakereye varacaktır. Ama oraya kadar giden yolunda bir süre daha da kanlı olacağı da anlaşılıyor” dedi. Kurulan yeni kabine hakkında konuşan Alpkaya, “Bunlar Tayyip Erdoğan’ın sekreterleri konumundalar. Yeni Başbakan da farklı bir çizgi izlemeyecektir. Yeni Başbakan da hükümetten sorumlu sekreter konumundadır” dedi. w Özertem: Bölgedeki çatışmalar devam edecek Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Güvenlik ve Enerji Araştırmaları Merkezi Başkanı Hasan Selim Özertem, Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamasını değerlendirerek, “Burada görünen o ki önümüzdeki PKK yurt içindeki saldırılarını sürdürdüğü müddetçe, Türkiye de gerekli güvenlik önlemleri almak konusunda bir pozisyon almış durumda” dedi. Özertem, bölgede devam çatışmaların süreceğine dikkat çekerek, “PKK’nın özellikle şehirlerin içine tünel kazdığı ve patlayıcı yerleştiğini görüyoruz. Nusaybin’de askeri araca yapılan saldırıda 6 asker şehit oldu. Yine Diyarbakır’da bombanın patlamasıyla 16 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bütün bunlar olduğu müddetçe gerek PKK’ya yönelik daha sert önlemlerin alınacağını ve bunun için bir kamuoyu oluştuğunu görüyoruz. Hükümet ise bu konuda kendi politikalarını uyguluyor” diye konuştu. nisa, Diyarbakır’da saldırılar gerçekleştirildi. Sivillere yönelik saldırıların durması esastır.” Özertem, bundan sonra kurulacak iletişim ile birlikte belki siyasi çözümün gündeme gelme ihtimalinin inancını yaşadığını belirterek “Bunun gerçekleşmenin olması için sivillere yönelik saldırıların durması ve şehirlerde çatışmaların durması gerekir. Çatışmalar konusunda PKK’nın stratejisinde gideceği değişiklik de önemlidir” ifadesini kullandı. Öneş: Çözümün anahtarı siyasal çözüm Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ise gelişmelerden üzüntü duyduklarını belirterek, PKK’nin eylemlerini sürekli hale getirdiğini söyledi. Öneş, PKK’nin eylemlerinin artmasına bağlı olarak güvenlik güçlerinin de güvenlik önlemlerini arttırdığını söyledi. Bu durumun çatışmalara devamlılık kazandırdığını, çatışmaların boyutunu genişlettiğini belirten Öneş şunları söyledi: “Bu durum genel olarak tüm Türkiye’yi sosyal ve siyasal yapıyı ve bölgeyi etkileyen durumları ortaya çıkarıyor. Meselenin çözümünde PKK’nın şiddet eylemleri karşısında, güvenlik tedbirlerinin alınması zorunlu ve kaçınılmazdır. PKK’nın tüm eylemlerinin ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor ve PKK neye hizmet ediyor sorusunuda sürekli canlı tutulması gerekiyor. Çözüm temelde ve çözümün anahtarı, siyaset üretimi, çözümü siyasi yönden barış şartlarına götürecek şekilde, güvenlik önlemleri dışındaki siyasi, sosyal ekonomik ve diğer tedbirlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu gün tartıştığımız mesele, bu şiddet eylemleri, siyaset alanını daraltıyor. Bu şiddet ortamı siyaset üretimini engelliyor. Barış şartlarının yaratılması, şartlarında da ağır koşullar ortaya çıkarıyor.” w ölgede PKK ile devlet güçleri arasındaki çatışmalar devam ederken, yeni Hükümet’in kurulması ardından konuşan Başbakan Binali Yıldırım, PKK’nin etkisizleştirilmesine dek operasyonların devam edeceğini açıklması şiddet ortamının devam edeceğine işaret ediyor. Güvenlik uzmanları ise PKK’nin eylemlerine devam edeceğini, devletin de güvenlik önlemlerini arttıracağını ifade ediyor. AKP Kongresi ardından göreve gelen yeni Başbakan Binali Yıldırım’ın operasyonların devam edeceğini ifade etmesi, çözüm ve barış umutlarının belirsiz bir zamana ertelenmesine neden oldu. çözüm umutları başka bahara kaldı’ şeklinde yorumlandı. Uzmanlar yaşanan çatışmaları ve yeni Hükümet’in pozisyonunu BasHaber’e değerlendirdi. w B Kendal Helîn KP’nin 29 Nisan’da gerçekleştirdiği MKYK toplantısıyla ortaya çıkan parti içi kriz, Davutoğlu’nun “Olağanüstü Kongre” kararı alması ve Genel Başkanlık ile Başbakanlık görevlerini bırakmasıyla sonuçlanmıştı. AKP’nin 22 Mayıs’ta yapılan 2. Olağanüstü Kongresi’nde yeni hükümet ve yeni parti yönetimi şekillendi. Merak edilenler ise parti ve hükümetin kongre sonrası iç ve dış politikaya ilişkin yeni bir çizgi belirleyip belirlemeyeceğiydi. Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahalesiyle görevden ayrılacağı konuşulan AKP’de yaşanan bu gelişmeler, Pelikan dosyasıyla ayyuka çıkmış ve ikili arasındaki görüş ayrılıkları açık bir şekilde tasvir edilmişti. 22 Mayıs’ta yapılan kongrede tek aday olan Binali Yıldırım, oylama sonucunda geçerli 1405 oyun tamamını alarak AKP’nin yeni ve 3. genel başkanı oldu. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın birlikte şekil verdiği 65. Hükümet kabinesi listesinde, 14 isim yerini korurken, 8 isim kabine dışı kaldı. 9 isim kabineye yeni girerken, 4 isim de yer değiştirdi. Davutoğlu ve Abdullah Gül’e yakın isimlerin kabinede yer alması da parti içindeki muhalefeti elde tutmak için yapılmış bir seçim olarak yorumlandı. Yeni Genel Başkan ve Başbakan Yıldırım da, Cumhurbaşkanı’nın beklentilerini karşılayacağını vurguladığı konuşmasında “davan davamız, yolun yolumuzdur” ifadelerine yer vermiş ve amaçlarının Erdoğan’ın fiili Başkanlığını yasal hale getirmek olduğunu belirterek yeni anayasa ve Başkanlık sistemi için çalışacaklarını belirtmişti. Yıldırım’ın vurgu yaptığı diğer konu da bölgedeki operasyonların devam edeceğiydi. 22 Mayıs’ta şekillenen yeni AKP’yi yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler BasHaber’e değerlendirdi. rg Ufukta barış görünmüyor! Mustafa Ergün Özipek: Parti içi gerilim azalabilir Kabinede yer alan isimleri hükümet programında radikal bir değişim olmayacağının işareti olarak değerlendiren Akademisyen Bekir Berat Özipek, iç ve dış politikada da kayda değer bir değişimin olmayacağını söyledi. Yıldırım’ın Davutoğlu’nun gitmesinin AKP tabanında bir kırgınlık oluşturduğu bir ortamda iş başına geldiğini belirten Özipek, Yıldırım’ın ılımlı kişiliğinin parti içindeki gerilimi azaltabileceğini ifade etti. Yeni hükümetin iç ve dış politikada kayda değer bir değişiklik doğurmayacağını söyleyen Özipek, Başkanlık sistemiyle ilgili çabalar yoğunlaşacağını söyledi. Özipek, Kürd meselesiunda nasıl bir politika izleneceğinin daha çok PKK’nin tutumuna bağlı olacağını ifade ederek, “Silahlı çatışmaların yoğun bir şekilde devam ettiği bir ortamda Çözüm Süreci’ne dönüş hiçbir hükümet açısından kolay değil” değerlendirmesinde bulundu. Katırcıoğlu: Sistem değişikliğine yönelik Erdoğan’ın bir sistem değişikliğini fiilen gerçekleştirdiğini ifade eden akademisyen ve yazar Erol Katırcıoğlu, önümüzdeki dönemde hükümetin fiili durumu yasal hale getirmeye çalışacağını söyledi. MGK’nın sarayda, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanmasının sembolik bir anlam taşıdığını belirten Katırcıoğlu, AKP’deki değişimin buna yönelik olduğunu söyleyerek “Öyle görünüyor ki yargıda bir dirençle karşılaşmayacak. Başından beri Türkiye siyasetinde önemli bir aktör olan askerle de, Cumhurbaşkanının kızının düğününde Genelkurmay Başkanı’nın nikah şahidi olduğunu düşünürsek, bir uzlaşma içinde olduğu görülüyor” dedi. ‘Milliyetçi ve şiddete dayalı siyaset’ Sınırlarda yeniden bir şekillenme olacağını söyleyen Katırcıoğlu, “Suriye aynı sınırlar içinde yeniden inşa edilecekse bu aynı Suriye olmayacak. Muhtemelen özerk bölgelerden oluşan bir Suriye olacak. Türkiye’nin sınırlarında bir Kürd yapılanması istememe durumu devam edecek. Zaten ABD ile Türkiye arasında yürütülen pazarlıkların büyük bir bölümünü bu konu oluşturuyor” dedi. Suriye iç savaşının Türkiye’ye maliyetinin karşılanamayacak bir hal aldığını söyleyen Katırcıoğlu, “Rojava ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki herhangi bir kazanım Türkiye’yi rahatsız ediyor. Türkiye Osmanlı döneminde özerk yaşayan Kürdlere karşı milliyetçi ve şiddete dayalı bir anlayışla siyaseti kurguluyor” dedi. AKP’li İçten: Anayasa çalışmaları yoğunlaşacak’ Bölgede devam eden çatışmalara değinen AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, Türkiye’nin eskisinden çok daha güçlü bir irade ortaya koyacağını söyleyerek, “Yeni başbakan ile birlikte devletin içinde paralel yapı ile mücadele ve terörle mücadele konusunda sonuna kadar mücadele edecektir. Yeni hükümetin böyle bir hedefi var” dedi. Yine yeni bir anayasanın yapılması için çalışmaların yoğunlaşacağını ifade eden İçten, “AKP’nin halka karşı taaddütleri var. Bu taaddütler kişilere bağlı değildir. Özgürleşmenin ve demokratikleşmenin önündeki engeller Meclis aracılığıyla tek tek ortadan kaldırılacaktır. Bundan geri dönüş olmaz” dedi. Dindar: Kimin Parti Başkanı olduğu önemli değil AKP Eski Şırnak Milletvekili Mehmet Emin Dindar ise, AKP’de fazla bir değişikliğin olmayacağının altını çizdi. Türkiye’yi yöneten kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu söyleyen Dindar, “Erdoğan siyasi bir Cumhurbaşkanı olacağını daha önce de söylemişti. Partili, siyasi ve halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanımızdır. Kimin Parti Başkanı olduğu pek önemli değil. Parti başkanı Cumhurbaşkanı ile ahenkli çalıştığı zaman Türkiye’nin geleceği için daha olumlu neticeler alacağımıza inanıyoruz” dedi. Prof. Altan: Kan ve gözyaşından besleyen siyaset var Türkiye’de askıya alınmış bir anayasa ve anayasayı ihlal eden bir Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyen Gazeteci Mehmet Altan, sistemin işletilmediği bir sivil darbe yaşandığını ifade ederek, yüzde 49,5 oyla seçim kazanan Davutoğlu’nun azledildiğini, AKP’ye kayyım atandığını söyledi. Anayasa değişikliği yapılmadan fiili bir Başkanlık rejimine geçildiğini belirten Altan, önümüzdeki süreçte koyulaşarak bu durumun devam edeceğini söyledi. Altan, hükümetin Kürd politikasının da buna göre bir çizgide ilerleyeceğini belirterek, “Tek kişinin belirlediği Türk usulü bir İslam faşizmin dün olduğu gibi bugün de uygulamada olduğu için bir değişiklik beklemiyorum. Tam tersine kan ve gözyaşından beslenen bir siyaset var. Amaçlanan HDP’nin baraj altında bırakılması ve MHP’den oy çalınmasıyla elde edilecek yeterli milletvekili sayısıyla istediği anayasayı yürürlüğe koymak. Bu yüzden bir değişim beklemiyorum” dedi. 13 Masa ve meşruiyet bunalımı ÖZTEKİN ÇAÇAN Hendek siyasetinin mahsurları çeşitli siyasal kesimler, aklıselim aydınlar tarafından defalarca eleştirildi. Yanlışları defalarca ortaya konuldu ama nafile. “Dediğim dedik, çaldığım düdük” havasında olan “hendekçiler” daima sağır’a yattılar. Devletin kentleri yoğun bombardıman altına almasına neredeyse destek verdiler sonuç ne peki. Bence hüsran. Haber sitelerine düşen bilgilere göre YDG-H aylardır süren Nusaybin direnişini bitirmiş. Direniş bitti ama ortada Suriçi’nin üçte birinin tarla haline geldiği gibi, Nusaybin’in yarısı da yok artık. Cizre neredeyse boşaltılmış. Ortada ciddi bir askeri yenilgi var ve ayrıca ondan çok daha ciddi bir “meşruiyet bunalımı” oluşmuş durumda. Kürd toplumu şiddetin meşruluğunu, dolayısıyla bundan başka bir araç geliştiremeyenlerin de meşruiyetini sorgulamaya başlamış durumda. Kimse şiddet ortamının devam etmesini istemiyor. Şiddet siyaseti kentlerde en azından kısa dönem için başarılı olamamıştır. Çok ciddi tepki toplamıştır ve artık bitmelidir. Tam bu hendek savaşının sonuçları ve açık yenilgi, siyaseten kaybetme durumu yaşanırken Ankara’dan bir hamle geliyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması süreci başlıyor. Hendek siyasetinin sonuna gelindiği bir sırada bu defa legal alanda kriz başlıyor. Bazı yorumcular (Vahap Coşkun) “HDP sahadan çekilirse sahada bir tek PKK kalacaktır” değerlendirmesi yapıyorlar. Bir yönü ile çok doğru bir değerlendirme ama eksik. Çünkü devletin Kürd meselesiunu muhatapsızlaştırma gibi bir siyaseti var. Ve siyaset şu anda işletiliyor. Demek istediğim şu; Öcalan tecrit koşullarında, HDP halkın gözünde iş birlikçi, yıkıcı, muhatap kabul edilme konumunda değil. PKK ise terörist, askeri bir yenilgi yaşıyor ve meşruiyet bunalımı var. Devlet zafer havasında iken zaten tam kurulmamış masanın diğer tarafı boş gibi bir şey. Başkanlık sistemine giderken, erken seçim vb konuşulurken, yönetim kendini güçlü ve muzaffer hissederken devletin masanın karşı tarafını doldurma gibi bir niyeti yok. “Muhatabımız Kürd halkının kendisidir” , demokratikleşme, insan hakları halkımız içindir. “Silah bırakılmazsa kimseyi muhatap almayız” söylemleri gerçektir ve Kürd meselesiunda “muhatapsızlaştırma” siyasetinin devamı niteliğindedir. Benim korkum ise tam da bu noktada beliriyor. PKK ‘oyunda tekrardan güç kazanmak isterse, muhatap benim demeye başlarsa, ülkede neler yaşanır noktasında. Demokratik Özerklik yolunda şiddet’ten başka bir yol yöntem geliştirilemezse neler olacak noktasında. Ya birileri çıkıp hendek kazmaya devam derse. “Bizi muhatap almıyorsunuz öylemi alın size bomba” derse. Masaya, ya da Oslo sürecine şiddet yoluyla dönmek isterse neler olacak. Tekrardan şiddet kullanarak kendine meşruiyet oluşturma yolunu seçerlerse ne olacak. Düşünmek bile istemiyorum. Peki, şiddetten başka bir yöntem geliştirebilme durumumuz var mı? Yok. Kürt siyasal hareketi kapasitesi yüksek, “organik aydın” yetiştirememiştir. Kendi örgütsel yapısının dışında var olan ama kendisi için bilgi üretebilecek aydınlar ile de doğru ilişki kuramamıştır. Aydınsız ve ufuksuz bir toplumuz vesselam. Kürdistan’ın, Türkiye’nin, dünyanın yeni gerçeklerini doğru bir şekilde bize anlatacak, Kürdler bu ülke nerede, nasıl, ne şekil yaşar. Ne yapmalıyız, doğru siyaset tarzı ne olmalı bu soruların cevabını bilimsel olarak bize anlatacak ne kişilerimiz ne de kurumlarımız var. Siyasete yön verenler ise hiçbir zaman böyle bir değere kıymet biçmediler. Hep kendi doğruları ve kapasiteleriyle ilerlediler. Bize kendilerinin sunduğu, oluşturduğu koşullarda yaşamaktan başka seçenek bırakmadılar. Yeniden Suriçi’nde direniş başlarsa şaşırmayın. Bazılarımız zafere doymuyor çünkü. Yani ufukta bombadan, zulümden medet uman, “meşruiyet kurulumu” nu bu yolla sağlayanların istediği savaştan başka bir şey yok. Masa’da yok. 14 MECLİS BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran14 2016 HDP, AYM’ye başvurdu Laleş, Beybûn, Roştiya Dokunulmazlıklar mahkemelik! Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş, Dilan Almaz, Murat Özdemir, Eren Dinç, Mustafa Erğün İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Alataş: Bireysel başvuru başka, itiraz hakkı başka Avukat Yusuf Alataş, dokunulmazlıkların kaldırılması için Anayasa’daki değişikliğin sadece belli tarihler için geçerli olduğunu belirterek, düzenlemenin geçici olduğunu söyledi. Alataş, bundan sonraki dosyaların eski prosedüre tabi olacağını belirterek, düzenlemenin Anayasa’ya aykırılık meselesi konusunda bir problemin olduğunu söyledi. Değişikliğin olmadan önce dokunulmazlık- Yusuf Alataş Sultan Tahmazoğlu Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: bas-haber@bas-haber.com www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. ‘Başvurulardan olumlu sonuç çıkabileceğinde iyimser değilim’ İşin esasına baktıkları zaman durumun anayasa aykırı olduğuna dikkat çeken Alataş, “Çünkü her vekilin durumun Meclis tarafından komisyonlarda tek tek ele alınıp, Meclis’te oylanması gerekir. Vekiller özgür iradeleriyle oy kullanmaları gerekir. Ama biz biliyoruz ki bunlar bu süreçte bunlar uygulanmadı. Kaldıracağız diye net bir tavır koyuldu ve tek tek oylama da olmadı. Dokunulmazlıklar kaldırıldı. Anayasa’ya çok açık bir aykırılık var. Burada eşitlik, yasama hakkının kullanılması, ifade özgürlüğü ve özgürlüklerin ihlali var. Bu tümüyle Anayasa’ya ve uluslararası hukuka aykırıdır. Problem ise bunun AYM tarafından ele alınıp tartışılıp tartışılmayacağıdır. Birtakım sıkıntılar var. Anaysa değişikliği konusunda 110 vekilin imzasıyla dava açılsa dahi, AYM bunu şekil yönüyle incelebilir. Anayasa bunu böyle diyor. Sıkıntılı bir döneme giriyoruz. Bu başvurulardan olumlu bir sonuç çıkabileceği konusunda iyimser değilim” Çaçan Amedi K .o rg ürdçe isimle ilk açılan mekânlardan biri “Medi.” Medi on altı yıl kadar önce kebap evi olarak açılıyor. 1998 yılında tabelasını Küçük Parmakkapı Sokak ile Taksim Kule Sokak’ın kesiştiği köşeye asıyor. Sonrasında uzun bir boşluk oluşuyor cafe, çayevi (demxane) olarak mekânların açılması ise dört yıl önce başlıyor. Cafe/ demxane olarak ilk açılan mekân Tel Sokak’ta Laleş Cafe. Laleş Cafe Kürd öğrenciler tarafından açılıyor ve bir yıl sonra kapanıyor. İki ay önce ise bir daha yeni işletmecileriyle “Mirkut” olarak açılıyor. Bir ilk olan Laleş Cafe/ Demxane’den sonra, Şewin, Roştiya, Beybûn, Keskesor, Rengin gibi mekânlar son üç yılda ortaya çıkıyor. Mirkut Demxane/Cafe’nin emekçileri “biz bir kollektifiz“ diyorlar. “Kafedeki her şey masa sandalye hariç bir dostumuzun emeği ile oluştu“ diyorlar. “Parkelerin cilası, boya badana, her şeyde bir arkadaşımızın emeği var. Çay parası vermeden kalkabilir miyiz?“ dediğimizde ise “evet” yanıtı alıyoruz. “Şarta bağlı tabi“ diye de ekliyorlar, “Teşekkür edip hoşça kalın demen gerekiyor” diyorlar. “Neden Kürdçe isim koydunuz“ sorusunu ise oldukça farklı bir yaklaşımla yanıtlıyorlar. “Üç tane Arap, Fars turist geldiğinde mekân isimleri değişiyor. Biz yüzlerce yıldır İstanbul’da, binlerce yıldır da Anadolu’dayız neden Kürdçe isim olmasın ki“ diye ekliyorlar. Şimdiki durumda ise ayrı sokaklarda tek mekânlardan ziyade Kürdçe isimli demxane sokakları gelişmeye başlamış durumda. Nane Sokak bunlardan biri. ur d ak iv rs ‘Sonrası yargının durumu ile ilgili’ “Bundan sonra ne olacak” sorusuna yanıt veren Üzeltürk, bundan sonrasının ise yargının ne kadar tarafsız ve bağımsız olmasıyla ilgili olduğunu söyledi. Yargı’nın bu anlamda parlamenterlere dokunulabileceğine dikkat çeken Üzeltük, savcıların fezlekeleri Meclis’e göndereceğini ve savcıların gerekli gördükleri takdirde dava açmalarını talep edebileceklerini söyledi. Dokunulmazlıklar olmadığı zaman yargılama sürecinin savcılık makamından başlanarak devam edeceğini söyleyen Üzeltürk, şunları söy- ledi: “Anayasa’nın 83. Maddesi’ndeki anayasal güvenceler, tutuklama, sorgulamaya çekme ve yargılama süreci artık engellenmeyecek. Bunlar için yol açılacak. Bazı parlamenterler için yargılama süreci sonuçlandığında ne yapılır? Eğer onun vekil seçilmesine engel bir suçtan mahkûm olmuşsa milletvekilliği düşer.” ‘DEP dönemindeki vekiller tek tek başvurdu’ Bireysel başvuru kararının Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra bir aylık bir süreye tabi olduğunu söyleyen Alataş, bireysel başvurunun ayrı olduğunu ve bir usul probleminin olduğunu açıkladı. 94 yılındaki DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında her milletvekilinin kendi hakkındaki kararın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu hatırlatarak, “Bireysel başvuru hakkı yeni getirildi. Bu herkes için geçerli hak. Buradaki milletvekillerinin kullandığı 7 günlük süre, sonradan kabul edilen bir başvuru değildir. Bu anayasanın 84. Maddesi’nde düzenlenen iptal başvurusu. Burada bir Meclis kararı yok. Meclis’in yaptığı ise anayasa değişikliğini öngören bir kanun. Bu dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarından farklı diye düşünüyorum. Ama Anayasa Mahkemesi benim yorumunun tersine farklı bir uygulama da yapabilir” ifadelerini kullandı. .a Üzeltürk: Dokunulmazlıklarının kaldırılması anayasadaki yönteme aykırı Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sultan Tahmazoğlu Üzeltürk, anayasanınım geçici maddesi ile dokunulmazlıkların kaldırılması için Meclis’e hakkında fezleke gönderilen milletvekilleri için dokunulmazlıklarının kaldırılmasının öncelikle Anayasa’daki yönteme aykırı olduğunu belirterek, “Neden aykırı? Parlamento dokunulmazlıklara kaldırma yetkisine zaten sahip. Parlamento dokunulmazlıkları kaldırma yetkisine sahipken, ne yapmamalısınız? Anayasa değişikliği yaparak bunu hayata geçirmemelisiniz” diye konuştu. Türkiye’nin gündemini uzun bir süre meşgul eden milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılırken, HDP, kararın iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruda bulundu. Hukukçular da dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin anayasa aykırı olduğunu söyledi. w ‘Anayasaya ve eşitliğe aykırı’ Dokunulmazlıkların Parlamento kararıyla kaldırılabileceğini söyleyen Üzeltürk, “Siz ne yapıyorsunuz? Cumhurbaşkanını ve halkı katıyorsunuz. Bu durumda Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kimlere veriyorsunuz, bunlara veriyorsunuz. Bu anayasaya ve eşitliğe aykırıdır. Neden aykırı? Çünkü o saate kadar Parlamento’da çıkan fezlekeler için geçerli. Ama ondan sonrası için gelen fezlekeler için geçerli değildir. Yarın gelen fezlekeler için bu geçerli değil. Bu da aynı zamanda parlamenterler için bir eşitsizlik yaratır” dedi. Dokunulmazlıkların bireysel olarak kaldırılması gerektiğini söyleyen Üzeltürk şöyle devam etti: “Tek tek dokunulmazlıkları kaldırma durumu var mı yok mu? Buna göre kaldırmak lazım. Dokunulmazlıkların topyekûn olarak kaldırılması da kabul edilebilir bir şey değildir. Bu hem Ceza Hukuku bakımından hem de Anayasa Hukuku bakımından. Bireyselleştirilmemiştir. Bu anlamada bakıldığında anayasaya aykırı bir anayasa değişikliği var. “ w KP, MHP ve kimi CHP’li vekiller Meclis’te kabul edilen milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıran yasa değişikliği teklifi kabul edildikten sonra, yeni tartışmalar başladı. HDP, Meclis kararının ‘Anayasa’ya aykırı’ olduğu gerekçesi ile AYM’ne başvurdu. Burdaki başvurudan sonuç alınamaması halinde AİHM’e başvurulacağı bildiriliyor. TBMM Genel Kurul’da Maddelerin tümü üzerinde yapılan görüşmelerden sonra, dokunulmazlık teklifi 376 oyla referandumsuz kabul edildi. Bununla birlikte haklarında fezlekeler düzenlenen 138 vekilin dokunulmazlığı kalkacak. Meclis Genel Kurul’da kabul edilen ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin hakkında fezleke bulunan milletvekilleri için, Anayasa’nın yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddesinin ikinci fıkrasındaki birinci cümle hükmü uygulanmayacak. Geçici değişiklik teklifinde, “Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihte, Başbakanlık tarafından TBMM Başkanlığı’na havale edilen ve esas numarası alan Yasama Dokunulmazlığı Tezkereleri ile Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonu’nda bulunan ekli listede adı ve soyadı belirtilen milletvekillerine ait yasama dokunulmazlığı dosyalarına ilişkin olarak ilgili milletvekilleri hakkında 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Kanunun 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki birinci cümle hükmü uygulanmaz” denilerek, Anayasa’nın 83. maddesindeki, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” hükmünün uygulanmayacağı belirtiliyor. Hukukçular, dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından, olayın yasa boyutunu BasHaber’e değerlendirdi. w A Taksim’in Kürd demxaneleri ların kaldırılması karalarına karşı 7 gün içerisinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) kararın iptali için başvuru yapılabildiğini belirten Alataş, şunları söyledi. “Şimdi yine aynı şekilde başvuru yapılabilir. Ben o konuda çok net değilim. Çünkü bu yapılan iş, bir Meclis kararı değil. Bir yasa çıkarılıyor. Dolaysıyla bu farklı bir durum. Bireysel başvuru deniliyor. Bireysel başvuru başka bir şey, itiraz hakkının kullanılması başka bir şeydir. Burada bir problem var. AYM, bunu nasıl yorumlar? Bu konuda emin değilim. AYM şunu diyebilir ki, bu bir Meclis kararı değildir. AYM bir Anayasa değişikliğidir diyebilir. AYM, 7 gün içinde başvurma diye bir usul yoktur diyebilir. İşin özüne girip yasa sonucu dokunulmazlıklar kalkmıştır, milletvekilinin de başvuru yapma hakkı vardır da diyebilir. Ama ben bu konuda şüpheliyim.” Eren Dinç YAŞAM BasHaber 30 Mayıs - 5 Haziran 2016 15 SÖYLEŞİ Demxaneler sokağı Nane Sokak’ta halen Kürdçe isimli üç demxane bulunuyor ve neredeyse sokaktaki demxanelerin tamamını bu mekânlar oluşturuyor. Aynı sokakta bulunan bu mekânların sahiplerini Kürdistan’ın çeşitli illerinden gelmiş İstanbullular oluşturuyor. Demxanelerin sahiplerinin çoğu Erzurum, Diyarbekir, Bingöl, Dersim gibi Kürdistan kentlerinden gelenler. ‘Cafe, çayhane, demxane aynı şey, farkı ne olabilir ki’ demeyin. Kürdçe isimle ticari yaşamına devam eden demxanelerin diğer cafe, çayhane tarzı mekânlarla farkları sadece isimleri değil. Ayırt edici birçok özellikleri var aslında. Bu konularda sohbet etme fırsatı bulduğumuz cafe/demxane sahipleri, işletmecileri önemli buldukları ayrım noktalarına dikkat çekiyorlar. Sokak çayhanesi sayılabilecek kapalı kısmı gayet sınırlı olan sokağa daha çok hitap eden Roştiya, kendine daha çok müzik ile misyon biçiyor. Roştiya çalışanları “Sadece evde konuşulan dillerin, kapalı mekânlarda icra edilen müzikleri sokağa taşırdık” diyor. Bu konuda neredeyse bir ilk olduklarını belirtiyorlar. İstanbul’da kapalı mekânlarda icra edilen bütün yasaklı dillerin ezgilerini sokağa taşırmış olmak büyük birşey. Roştiya’nın işletmecileri kendilerini bu konuda sınırlamadıklarını belirtiyorlar. Bütün dillerde yapılan müzikleri çaldıklarını, sokakta çay eşliğinde müzik dinlemenin İstanbul için kendileri tarafından başlatılan bir ilk ve önemli bir farklılık olduğunu dile İstanbul’da Taksim bölgesinde Kürdçe isimli mekânlara sıkça rastlanmaya başlandı. Her geçen gün yeni bir mekân tabelasını sokaklardan birine, bir dükkânın girişine asıveriyor. getiriyorlar. Roştiya, Nane Sokak’ta Kürdçe isimle açılmış en eski demxane, yaşamına üç yıldır devam ediyor. Müşterileri arasında her görüşten, her kesimden, her ırktan ve her meslekten insan var. Her kesime kapılarını açmışlar. Temelde Kürd olmaktan kaynaklı hassasiyetlerini korumakla birlikte, anti-kapitalist Müslümanlardan tutun da; solcu, Alevi, Kürd, Türk, Ermeni herkes burada kendinden bir şeyler, en azından bir parça “müzik” buluyor. Hemen bitişiğindeki Beybûn Cafe’nin emekçileri ise “Bizim diğer Kürdçe isimli demxanelerden farkımız sadece çayımızın kalitesi” diyorlar. Bu esprili cevap aslında bir gerçeği de ifade ediyor. Beybûn’un çayı henüz taze, açılalı daha iki ay olmuş çünkü. Az ilerdeki Keskesor Demxane ise henüz bir haftalık. Masa, sandalyeleri giriş kapısının renginde, her şeyi sokağa ayrı bir canlılık vermiş. Keskesor emekçileri, “Biz eski çayhane kültürünün devamıyız, biraz modernize edilmiş, biraz çeşitlendirilmiş haliyiz“ diyorlar. Sokakta bulunan her üç demxanenin ortak özelliği ise kaçak çay ve olabildiğine özgür demokratik ortam. Her kesimden muhalif basının yayınlarını masalarda görebiliyorsunuz. Kimse kimseyi herhangi bir şeyinden dolayı eleştirmiyor. “Demokratik cumhuriyet“ ilan etmişler sanki! Sokakta kullanılan kürsüler plastik. Bu plastik kürsülerinde pratik bir faydası var tabi. Genelde polislerle, zabıtanın beraber yaptığı baskınlarda toplanması kolay. Sokakları kullanmak için defalarca “işgaliye” bedeli ödemek isteseler de olumlu cevap alamamışlar. Kiminin de vergi kaydı, kaymakamlık başvuruları vb Kürdçe yapılabilmişken, nedense belediyenin verdiği açma ruhsatında engelle karşılaşmışlar. Merkezi devlet kabullenirken, yerel yönetimler Kürdçe isimden hoşnut olmamış anlaşılan. Bu mekânların açılması, zamanlamasıyla ilgili bazı açılardan ciddi kronik ve anakronik durumlar ihtiva ediyor. Sosyal medyadaki Kürdleşme hızına, siyasetteki aktifleşmeye, demografik dağılımlara göre bu mekânların Kürdçe isimlerle açılması sanki biraz yavaş ilerliyor. Kendini Kürdçe isimle dışa vurma, delege etme süreçleri Taksim bölgesi için henüz çok taze. Ve son yıllarda yaşanan barış süreci ile paralel kronolojik bir ilgisi var gibi görünüyor. Ama barış süreci neredeyse bitmiş durumda ve sokakların ne hal alacağı belli değil. Bu da anakronik, zamanla uyumlu olmayan bir hale işaret ediyor. Bakalım demxaneler açılmaya devam edecek mi? 15 Kurtarılamayan SENNUR BAYBUĞA Yanı başında birlikte yıllarca siyaset yaptığı, kimi yaşı kendisinden büyük çoğunun eğitimi kendisinden kat kat fazla insanların, gölgesinden bile korkar hale gelerek, sokakların bu korku üzerinden sindirildiği tek adam mı yönetiyor bizi şimdi. Kürdistan coğrafyasında, ayna gibi tam ortada duran tescilli ve ‘aklanmış’ katliam çetelerinin, karanlık yıkıntılı sokaklarda sinsice dolaştığı, ışığın önüne bir uzun adamı atıp hepimizi onunla oyaladığı ve ama bu oyalanma haline pek de hoşlanarak yine yarı Akdeniz yarı Arap toplumuna has o bilimsellik ve gerçekte olandan uzak duygusal ‘siyasamız’ nasıl bu hale geldi.. Dört aydır maaşlarını alamayan çoluğu çocuğu aç kalmış maden işçilerinin, bırakalım güvenli şartlarda çalışıp her yıl yüzlercesi ölmeden dikkatimizi bile çekmeyen çalışma koşullarını değiştirmeyi, çocuğumuza ekmek alacak paramızı verin diye kendini kapattıkları ve ölüm orucuna yattıkları madenlerin kapısını, bizim yetiştirdiğimiz gençler, devlet adına kapatmış, madencinin kendini kapattığı o deliğin çıkışını da devlet eliyle tedbirlemiş olduğu vicdanlar, artık siyasal bilinç diyecek sınırı çoktan geçtim zira -neden rahatı kaçmadan yaşayıp gidiyor bu ülkede. Küçük çocuklar okullarında öğretmenlerinin tecavüzüne uğrarken, otobüse binen gençlere muavinler tecavüze yeltenirken, devletin silahını kullanan polis, asker artık kendi çocuklarının annelerini sokaklarda kurşun yağmuruna tutarken, devletin koruması altında sözüm ona cezaevlerine gönderilen küçük erkek çocuklarına tecavüz edilip bunu haber yapan bir iki vicdan sahibi gazeteci cezaevlerine konurken ve bu mağdurların hiçbiri Kürd değilken, Kürdistan’da olan biten hiçbir şeyin aslında hiçbirimiz tarafından bilinmediği bu kanlı bıçaklı tecavüzler ülkesinde, sadece milli hamasetimizle açıklayamayacağımızın ortada olduğu bu ‘insanlık dışı’ insanı yaratmayı nasıl başardık. Hamurla bir şeye şekil vermeye çalışırsın şekil veremiyorsan ve zorlanıyorsan yapacağın tek şey hamuru baştan yoğurup o şey ne ise yeni baştan yapmaya başlamaktır, ne kadar uğraşırsan uğraş yeni bir şekle girmez elinde berbat ettiğin şey. Sabah alışveriş yapmak için yaşadığım adanın çarşısına indim. Üçü 65 in üzerinde dört kadınla bir kahvede oturup biraz çay ve kahve içtim ve konuşmalarına katıldım. Çoğu doğma büyüme bu adalı, sosyal demokrat bir partide çalışan, emekli olmuş çocuklar büyütmüş, okutmuş tırnakları ojeli elleri bakımla, yaşamış görmüş geçirmiş denen ablalar. Eskinin adasını ve Rum arkadaşlarını anlatıyorlar, Eleniler, Stellalar, Annalar, Hristolar havada uçuşuyor isimler ve güzel anılar. Sonra, Rum kızlarının ‘ahlaken’ ne kadar gevşek olduğu, adanın aşağısındaki sokağın nasıl da o zamanlar ‘genelev’ gibi kullanıldığı anlatılmaya başlandı. Bir tanesinin kayınpederi adada memurmuş, karısı şehre iner, kocası akşam ben de geleceğim der, akşam koca şehre inmeyince kadın son vapurla adaya döner, huylanmıştır, kocasını adanın en tepesinde bulunan değirmende ‘Rum’ kadınla basar, kadını çırılçıplak halde saçlarından tutarak taa aşağıya çarşıya kadar sürükler ve teşhir eder. Böyle imiş, ben de ee diyorum kocaya ne yapmış, hiçbir şey, neden, kadın onu baştan çıkarmış. Ee diyorum karısına nikah sadakati borcu olan kadın mıymış, kadının nikahı Rum kadınla mıymış, hayır diyorlar ama haklısın da diyorlar. E peki diyorum Rum kadınları ve arkadaşlarınızı kovunca buralardan ya da onlar gidince kurtuldu mu adanızın namusu, neredeyse öyle oldu diyorlar. Sonra ülkenin başımızdakiler yüzünden ne kadar bozulduğunu konuşmaya başlıyorlar, yağan yağmurda her yanımı ıslatarak eve dönüyorum. Buralardan aslında insanlığımızı kovduk biz diye düşünerek ama namusumuzu kurtaramadık. 16 SİNEMA BasHaber SÖYLEŞİ 30 Mayıs - 5 Haziran16 2016 Roza İki nehrin ülkesi S içinde nasıl yer edindiğini de belgeselde ortaya koymak istediklerini söyleyen Cebe, uriye’de 2011 Mart’ında başlayan belgeselin bu anlamda temel olarak üç halk; muhalefet gösterilerinin Nisan’da ülke Kürdler, Araplar ve Süryaniler üzerinden geneline yayılmasıyla başlayan Suriye yürüdüğünü belirtiyor. iç savaşı devam ediyor. Uzun süre Suriye’deki Yönetmen, “Tek amaç Rojava devriminin iç savaşa tepkisiz kalan Kürdler, 12 Temmuz başarıya ulaşmasıydı. IŞİD saldırılarıyla 2012’de Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve bu oluşturulan yapı boğmak isteniyordu. Suriye Kürd Ulusal Konseyi’nin vardığı uzlaş- Bu nedenle birçok farklı kökenden halklar ma sonrası kurulan YPG ile bu savaşa dâhil birleşip bu yapıyı ayakta tutmak için kenetoldu. 19 Temmuz’da Serekaniye’yi, ertesi gün lendi” diyerek, belgeselde bu kenetlenmenin Afrîn ve Derik’in kontrolünü ele alan Kürdler, altyapısı ve oluşturulan kurumsallaşmanın özellikle 2014’te IŞİD’in Kobanê’ye saldırması ele alındığını söylüyor. sonrasında dünya kamuoyunda IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldi. “Rojavalılar kendileri için savaşıyor” Kürd kadınların IŞİD ile mücadelede aktif rol Herkesin bataklık, cehennem olarak almasıyla da ilgileri üzerine toplayan Kürdle- sunduğu Ortadoğu’da, Rojava’nın hala bir rin Rojava direnişi, birçok belgeselin konusu umudun var olduğunu ortaya koyması, ekip oldu. Özellikle yürütülen savaşın üzerinde olarak belgeseli severek gerçekleştirmelerini duran bu belgesellerin Rojava’daki devrimi sağladığını söyleyen yönetmen, “Bu belgesel, yeterince yansıtmadığını söyleyen “Roza: İki sıradan bir belgeselin ötesinde bir umudu, nehrin ülkesi” belgeselinin yönetmeni Kutbir eşiği ortaya koyuyor. Rojava’yla ilgili bettin Cebe, Rojava’daki toplumsal değişimi birçok belgesel çekildi ama hepsi Rojava’yı bir ve dinamikleri yansıtmak için çekildiğini kahramanlık öyküsü olarak resmetti” diyor. söylediği Roza’yı BasHaber’e anlattı. Birçok devlette IŞİD’e karşı “askerlerimiz savaşıyor“ algısının yaratıldığını söyleyen “Roza, ihtiyaçtan ve tepkiden doğdu” Cebe, “Ancak Rojava’daki mesele bu değildi. Rojava devriminin Kürdler için ayrı bir yere İnsanlar kendi toprakları ve umutları için sahip olduğunu söyleyen Kürd Yönetmen savaşıyorlar. Başka hiç kimse o halkların Kutbettin Cebe, Roza belgeselini dünyanın umurunda değil” diyor. Rojava’ya bakış açısına karşı çektiğini ifade etti. Cebe, dünya kamuoyunun Rojava’ya “Yüzyılın önemli bir olayıydı” popülist bir şekilde yaklaştığını ya da öyle ele Dünyanın YPJ ile birlikte kadınların, silahlı almak istediğini söylüyor. Kobanê direnişinin annelerin ve genç kızların devrimine şahit Ortadoğu’ya bir esin kaynağı olduğunu ifade olduğunu ifade eden Cebe, “Rojava’daki YPJ eden yönetmen, ancak daha çok konunun direnişi bu anlamda yeni bir çığır açtı, çünkü popülaritesiyle ilgilenildiği için savaşın bu, yüzyılın önemli bir olayıydı” diyor. Belgeperde arkasında neyin inşa edildiğinin pek selde kadın devrimine yeterince eğilmediklede takipçisi olunmadığını belirtiyor. Roza: rini de ekleyen yönetmen, konuya özel olarak İki nehrin ülkesi belgeselinin o yüzden hem eğilmek için ayrı bir çalışmanın gerektiğini bir ihtiyaçtan hem de bir tepkiden ortaya söyleyerek, belgeselin tamamına bakıldığınçıktığını söylüyor. da önemli bir aktör oldukları için zaten yer aldıklarının altını çiziyor. w w w .a rs iv ak ur d .o rg Dilgeş Pîrsûsî “Oradaki kenetlenmeyi ortaya koymak istedik” Birçok etnik kökenden insanın aynı amaç etrafında nasıl birleştiği ve bu yapı “Roza bir gün doğumunun belgeseli” Belgeselde yer alan görüntüler Cizîr Kantonu’nda çekilmiş. Çekim döneminde Cizîr ile Kobanê arasında geçiş olmadığı için ekip, Haseke, Derik ve Kamişlo’da çekim yapabilmiş. Roza ismi ise Kürdçe’de gün doğdu, gün doğumu anlamlarına geliyor. Yönetmen, Dicle ve Fırat nehirleri arasında Rojava’nın “yeni bir gün doğumunu” ifade ettiğini söylüyor. Kürdçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere üç dilde çekilen Roza’nın yapımını Rojava Film Komünü üstlenmiş. Belgesel, Rojava’da gerçekleşen devrimin sinematografik bir okuması niteliğinde. “Her geçişte bir iki fire veriyoruz” Rojava’ya geçiş resmi kanallarla mümkün olmadığı için kaçak yollarla geçilmiş. Türkiye’nin geçişler konusundaki ambargosu, kitlesel geçişlerle kırılmaya çalışılıyordu. Bunun kendisine Afrika’da mevsimlik göç eden antilopların, zebraların nehrin karşısına geçerken sürüden bazılarının timsahlara feda edilmesini andırdığını söyleyen yönetmen, Türkiye’den Rojava’ya geçerken 300’e yakın kaçakla birlikte geçtiklerini ve geçenlerin kendilerine her geçtiklerinde “bir iki fire veriyoruz” dediklerini belirtiyor. “Avrupa’dan yoğun ilgi var” Dağıtım sorunları nedeniyle bağımsız sinemacıların festivallere mecbur bırakıldığını belirten yönetmen, festivallerde de sansürlerle karşılaşıldığını ifade ederek, “Roboskî belgeselinin eser işletme belgesi bahane edilerek Uluslararası Ankara Film Festivali programına alınmadığına şahit olduk. Festivallerin cesur olması gerekiyor. Çünkü toplumsal sorunları konu alan yapımları görmezden gelerek o sorunları yok edemezsiniz” diyor. Yurtdışındaki festivalleri önemsediklerini söyleyen Cebe, gönderim sürecinde aldıkları tepkilerin olumlu olduğunu belirterek, Avrupa’daki festivallerde yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını ifade ediyor. “Kürdistan suretlerin coğrafyası” Cephede çekim yaparken bir savaşçının, “Gel suretimizi çek, hepimiz suret olup duvarlara asılacağız bir gün” dediğini aktaran yönetmen, sinemanın bundan etkilenmemesinin mümkün olmadığını söyleyerek, “Yaşadığımız coğrafyada sinema bunun dışına çıkamıyor maalesef. Kürdistan coğrafyası suretlerin coğrafyası. Her zaman elinde bir fotoğraf bulunduran bir anaya tanık oluyoruz. Her evin duvarını bir fotoğraf süslüyordur” diyor. “Kürd sineması biriktirdiği acıları işliyor” Sinemanın Kürdler için mücadelenin başka bir alanı olduğunu ifade eden yönetmen, farklı temelden beslenen bir alt yapıya sahip olduğu için Kürd sinemasının yurtdışında da yoğun ilgiyle karşılandığının altını çiziyor. Son yıllarda Kürd sinemasının birçok uluslararası platformda başarı elde ettiğini söyleyen yönetmen, bunu Kürd sinemasının iç dinamiğine, yüzyıllardır biriktirdiği acıları işliyor olmasına bağlıyor ve bunun da bir tercih değil, zorunluluktan kaynaklandığını belirtiyor.