C. Senatosu B : 62 riyet döneminde, bir afet sonunda ancak borçlarını tecil etmekten ibaret (kalmakta... Çoğu zaman faizle­ rini bile kaldıramamışızdır. Bitiyorsunuz düne ka­ dar, yol parasını kendisi veriyordu, ya da fiilen ça­ lışıyordu. Okulunu kendisi yaptırıyordu. Hatta öğ­ retmeninin, iman ve müezzininin maaşını kendisi ödüyordu. Hâlâ tarımsal zabıtasını imece ile sağlıyor. Kaldı ki, başka bir arkadaşımızın da beiirtiği gi­ bi niçin birbirimizle yarış yaparcasına taban fiyatı veriyoruz? Daha yükseğini vermeye çalışıyoruz? Hatta bazı yıllar dış piyasayı dikikâtfe alsrnadan yapı­ yoruz. Bunlar da elbet ki zorunlu. Fakat sonra dö­ nüp diğer yönden ekonomik ve vergileme şartlarını düzenlemeden onları yeni birtakım külfetler altında bırakarak, sağlamakla övündüğümüz, taban fiyatla­ rının daha altında kazançlarla onları bağlamak ve o politikayı sonuçsuz bırakmak eksikliğine düşüyoruz... Tahmin ediyorum ki, arkâdaşliarumm, hele sosyal güvenliği sosyal adaleti bâyraîk yaptığına inandığım tüm senatör arkadaşlarımızın •gönüllerinin buna razı olmaması gerekir kanısındayım. Dahası var; bazı arkadaşlarım diyorlar ki, bu muafiyet artışı karaborsaya do^rü gidiyor, başkaları ısa yarar sağlıyor... Dünüm bunun akdine. Muafiyet esasen mevcut. Daha fazlasını ver^alendirmeye gitı iğ iliz anda köylünün malı ikaraborsaya daha çok gi­ decektir. Tüccarlar bundan daha fâzla yararlanacak­ tır. Çünkü, bugünkü fiyatlar ve üretim verimiyle 30 bin lirayı geçirmemek: için köylü, fatürasız olarak baş­ lıyor daha ucuza satmaya. Daha önemlisi de var; Malını kooperatife satmayarak muafiyet sınırını geç­ memek için, dışarıda başkasına satmak yolunu arı­ yor. Fatura almıyor. Ayrıca hepimizin, Türkiye'nin taban ve temelindeki bu geniş kitleleri kooperatif­ lerde toplamanın kaygısı içinde çalıştığımız ve ken­ dimize hedef diye aldığımız kooperatifçiliğe de bu yoldan bir zarar doğuruyoruz. Böylece, bu teşkilât­ lanmanın; yani kooperatifçiliğin önüne çıkmış gibi bir duruma düştüğümüzü kabul etmek zorundayız. Binaenaleyh, sorunları iböyîe gerçekçi olarak ele alınca, rakamlar ortada olunca, Vergiyi bu anlamda mütalaa edince bağışıklık artışının haksız olmadığını ve bununla hiç bir zaman büyük çiftçiyi, boşluktan kazanç temin etmek isteyen birtakım insanları değil, gerçekten bugün en ağır koşullar içinde (arkadaşla­ rımın görüşlerini benimsiyorum, kendilerine katılıyo­ rum, elbette ki sefalet içinde değiller amma) köylü ve çiftçimizi de toplumun diğer 'kesimleri; yani hepi­ mizin ortak seviyesi içinde gelişebilecek imkânlara 4 . 5 . 1976 O : 1 kavuşturmaya yararlı olacağı inancındayım. Çünkü bu tedbirler aynı zamanda bu memleketin maddî ve manevî kalkınma kaderi içinde lâzım, sanayileşmesi için de gerekli. Niçin gerekli? Sayın arkadaşlarım; Biraz önce konuşmacı arkadaşlar rakam verdi­ ler. Nüfusumuzun ortalama yüzde 68 ya da 70'i köy­ lü. Bunlar toplumun en büyük tüketici kitlesi. Gelir Vergisine katkıları az da olsa, tüketici olarak Gelir Vergisinin dışındaki her çeşit vasıtalı gider vergile­ rinin gerçek ödeyicisi onlar. Memlekette sanayi ge­ lişiyorsa orantı olarak o geniş, o yüzde 70'llk tüketi­ ci kesime dayanarak gelişebiliyor. Birçoklarının tenkit ettiği, çoğu zaman eleştirdi­ ğimiz bir nokta var. Deniyor ki, efendim bırakalım tüketim sanayiini, bırakalım onun yanındaki birta­ kım günlük ihtiyaçları cevaplayan imalâtı, biz asıl anasanayie gidelim. Ara sanayie değil, asıl temel sa­ nayie gidelim. Bunların hep tekrarlandığını biliyoruz. Montaj sanayiinden şikâyetçi görünüyoruz. Arkadaşlar, bendeniz 1952 ve 1954 yıllarında iş­ letmeler sonra Ticaret Vekili olduğum zaman Türk iye'mizdeki tüm motorlu taşıt sayısı 18 500 idi. Şimdi bazı ilçelerimizde bile bu sayı 24 binin üstünde. Eğer bir memlekette bugün Türkiye'mizde olduğu gibi yılda 70 bin civarında binek otomobil, onun yanında en azından 3 0 - 4 0 bin adet yaklaşık: yüzde 75 parçası yerli olmak şartıyle (ama buna hâlâ montaj sanayii de deniyor) birtakım otobüs, kamyon yapılmamış olduğu zaman, bunlara yakın ölçüde traktör, su mo­ toru, gübre, çeşitli sanayi, ticarî ya da tüketim mal­ ları imal edilmediği dönemde, bunları satın alacak güçte müşteri bulunmadığı hallerde o makinelerin anaparçası için, motoru için, 'kazanı için fabrika ku­ rulmaz, kurulamaz. Çünkü sadece 5, 10 bin ya da 20 bin motor gibi sınırlı bir ölçüde ihtiyaç olan mo­ tor ya da makine ve parçalarının imali için kurula­ cak bir fabrikanın maliyet bakımından, teknik ba­ kımından yürütülmesi imkânsız olur. Önce, belirli bir tüketim memleket içinde sağlanmadıkça, geniş alıcı kitle satmalına gücüne kavuşturulmadıkça, o fabrikalara yaşama güvencesi elde edilemez. Ancak onların memleket töketimiyle yaşatılâbilece'k bir top­ lum ekonomik seviyesidir ki, ihracata da yol açar. Başka türlü sanayi yaşatmaya ve anasanayi kurmaya imkân olamaz. Bugün başka memleketlere ilâç satabiliyorsak, buzdolabı satabiliyorsak, lâstik satabiliyorsak, giye­ cek satabiliyorsak, dokuma ve iplik satabiliyorsak, _ 76 —